T.C. Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Merkezi İstanbul ANJİYOGRAFİK OLARAK KORONER ARTER YAPISI NORMAL BULUNAN OLGULARDA METABOLİK SENDROMUN AORTİK NABIZ BASINCI VE ASENDAN AORT PULSATİLİTESİ ÜZERİNE OLAN ETKİSİ Kardiyoloji Uzmanlık Tezi TEZ YÖNETİCİSİ :DOÇ.DR. MEHMET EREN DR.DİLEK ERGÜN İSTANBUL 2007 1 TEŞEKKÜR Türkiye’ de Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisinin kurulması ve gelismesinde büyük emeği olan, hastanemizin kurucusu, merhum Prof. Dr. Siyami Ersek hocamızı saygıyla anıyorum. Sayın Bashekimimiz Prof. Dr.İbrahim Yekeler’e Başta tez çalışmamda yönlendirme ve desteklerini benden esirgemeyen Kardiyoloji klinik şefim Doç. Dr. Mehmet Eren ve Doç.Dr.Ayşe Emre olmak üzere; ihtisas sürem boyunca birlikte çalıstığım Kardiyoloji Klinik Şefleri Dr. Birsen Ersek, Dr. Tanju Ulufer, Dr. Tuna Tezel, Doç. Dr. Neşe Çam, Doç. Dr. Ahmet Narin, Dr. Kadir Gürkan, Doç. Dr. Kemal Yesilçimen, Doç. Dr. Gülsah Teyyareci, Doç Dr. Osman Bolca’ya, Kardiyoloji Sef Muavinlerimiz, Dr. Hasan Sunay, Dr.Öner Engin, Dr. Recep Öztürk, Doç. Dr.İzzet Erdinler, Doç. Dr Seden E. Çelik’e, Kalp Damar Cerrahisi, Göğüs Cerrahisi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Şef ve Şef Muavinlerine, başasistan, uzman ve asistanlarına, Tez çalısmamda büyük destek ve yardımlarını gördüğüm basasistan ve uzmanlarımıza ve asistan arkadaslarıma, Hastane hemşireleri, personeli ve tüm çalışanlarına, Bugünlere gelmemde katkısı olan aileme ve dostlarıma, Teşekkürlerimi sunarım. Dr. Dilek Ergün 2 İÇİNDEKİLER GİRİŞ GENEL BİLGİLER 3 4 METABOLİK SENDROM 4 Metabolik Sendroma Neden Olan Mekanizmalar Metabolik Sendromun Klinik Tanısı Metabolik Sendromun Tedavisi KORONER ANJİYOGRAFİ 5 8 11 14 Koroner Anjiyografi İndikasyonları Kontrindikasyonlar: Koroner Anjiyografi Teknikleri Koroner Anjiyografinin Yorumu Anjiyografik Açılar Sol Koroner Arter Sağ Koroner Arter Darlıkların Derecelendirilmesi Koroner Anjiyografinin Riskleri Hemodinamik Veri Basınç Ölçümleri Basınç Ölçüm Sistemleri Sıvı-Dolu Sistemler: Mikromanometre kateterleri Dalga Traseleri Basınç Traselerinde Patolojik Değişiklikler Duvar Stresi Preload – Afterload Aortik İmpedans 15 18 18 18 19 20 22 23 24 25 25 25 25 26 27 31 36 36 37 MATERYALVE METOD 38 BULGULAR 41 TARTIŞMA 44 ÖZET 48 KAYNAKLAR 49 3 GİRİŞ Metabolik sendrom kardiyovasküler risk insidansını yükselten, bozulmuş glukoz toleransı, hipertansiyon, dislipidemi ve karın tipi yağlanmayı içeren atherosklerotik risk faktörlerinin birleşiminden oluşur(1,2,3). Arteryel damar sertliği de bağımsız kardiyovasküler risk faktörüdür, ayrıca asendan arteryel damar sertliği göstergesi olan aort pulsatilitesi ile koroner arter hastalığı ve yaygınlığı arasında yakın ilişki bulunmaktadır ve PTCA sonrası görülen restenozlarında önemli belirleyicisidir (4-7). Metabolik sendromunu oluşturan bazı unsurlarının aortik damar sertliği ile ilişkisi olduğu bilinmektedir (8-10). Ancak çok az çalışmada büyük arter duvar sertliği ile metabolik sendromunun bütünü arasındaki ilişkinin varlığı incelenmiştir (11-13). Bu çalışmada koroner arter yapısı normal olgularda metabolik sendromun aortik nabız basıncına ve asendan aort pulsatilitesine olan etkilerini ortaya koymaya çalıştık. 4 METABOLİK SENDROM 20. yüzyılın başından itibaren gelişmiş ülkelerde morbidite ve mortalitenin en önemli nedeninin kardiyovaskuler hastalıklar olduğu bilinmektedir. Kardiyovasküler hastalıkların temelinde yatan nedenleri öğrenmek ve etkileyen risk faktörlerini belirlemek için araştırmalar yapılmaktadır. Yapılan araştırmalarda hiperglisemi, hiperlipidemi, hipertansiyon gibi hastalıkların kardiyovaskuler risk faktörleri olduğu tespit edildi. Vague üst obezitenin(erkek -tipi) DM tip II ve kardiyovaskuler hastalıklarla ilişkili olan metabolik anormalliklerle birlikte görüldüğüne dikkat çekti(14). Daha sonraki yıllarda Gerald Reaven insülin direnci, hiperglisemi, hipertansiyon, düşük HDL-kolesterol, yüksek trigliseridden oluşan klinik durumu metabolik sendrom(MS) X olarak tarif etmiştir(15). Daha sonra bu risk faktörleri arasına abdominal obezite de eklendi. WHO(16), EGIR(17) ve NCEP ATP 111(18) bu sendromu santral obezite, insülin direnci, dislipidemi ve hipertansiyon olarak tanımlamışlardır. Günümüzde bu sendroma “insülin direnci sendromu”, “aterotrombojenik sendrom” “kardiyometabolik risk sendromu” ve “hipertrigliseridemik bel” gibi isimler verilmiştir. Toplumdaki sıklık, yaş ve etnik kökene bağlı olarak %25 ile %80 arasında değişmektedir(18). Ülkemizde TEKHARF çalışmasında NCEP kriterlerine göre metabolik sendrom sıklığı 1990 yılında %24.4, 2000 yılında %36.2 bulunmuştur(19). Metabolik sendrom, aterosklerotik kardiyovasküler hastalığın gelişmesini direkt olarak arttıran kendi aralarında ilişkili patofizyolojiye sahip risk faktörlerinden oluşmaktadır. Bu metabolik risk faktörleri: Yüksek plazma glikozu (DM Tip II, bozulmuş glikoz intoleransı veya bozulmuş açlık glikozu), insülin direnci, santral obezite, yüksek kan basıncı ve aterojenik dislipidemidir. 5 Aterojenik dislipidemi, yüksek serum trigliserid ve apolipoprotein B (apo B), artmış küçük, yoğun LDL partikülleri ve azalmış HDL-kolesterolüdür. Bu risk faktörleri bulunan kişilerde proinflamatuvar durum, protrombotik durum, artmış trombosit aggregabilitesi ve tromboksan salınımı ve hiperürisemi birlikte bulunur. Metabolik Sendroma Neden Olan Mekanizmalar İnsülin Direnci: Vücuttaki hücreler, özellikle karaciğer, iskelet kası ve yağ dokusu pankreastan salınan insüline az hassas olduğu zaman insülin direnci ortaya çıkar. Glikoz hücreler tarafından kullanılamaz ve hiperglisemi oluşur. Bu durum insülin yapımını artırır ve kompansatuvar hiperinsülinemi oluşur. Sonuçta tip II diyabet ortaya çıkar. Sonraki dönemlerde insülin hassasiyetini daha da bozacak trigliserid yapımının artışı ve vücuttaki mikrovasküler sistemde tahribat meydana gelir. Hem glikoz, hem de lipid metabolizmasında bozukluklarla ilişkili ciddi bozukluklara neden olan insülin direnci metabolik sendromun ve tip II DM'in önemli bir nedenidir. Obezite ve Artmış Bel Çevresi: MS'un tanısında bel çevresi bir faktör olarak kullanılmaktadır(3,4). Üst obezite olan kişilerde genellikle insülin direnci vardır. Abdominal veya üst obezite ile insülin direnci ve MS arasında alt obeziteye kıyasla, daha fazla bir korelasyon vardır(20). Deri altı yağ dokusundan dolayı kalınlaşmış bel ile viseral yağ toplanmasından dolayı olan bel kalınlaşması farklıdır(21). Bu farklılık bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans ile tespit edilir. Abdominal yağ dokusunun artması durumunda yağ dokusundan çıkan serbest yağ asitleri portal sirkülasyonla karaciğere gelir. Abdominal deri altı yağ dokusu lipoliz ürünleri 6 sistemik sirkülasyona geçer. Böylece hepatik metabolizmaya direkt etkisi olmaz (glikoz yapımı, lipid sentezi, fibrinojen gibi protrombotik proteinlerin sekresyonu). Deri altı yağ dokusu ile abdominal yağ dokusu mekanizmaları arasında belirgin fark olmasına rağmen metabolik sendromun klinik tanısında viseral yağ ile deri altındaki yağın farkı göz önüne alınmaz. IDF yakın zamanda abdominal obezite ile metabolik sendromun diğer risk faktörleri arasındaki korelasyonda etnik farklılıkların göz önünde bulundurulmasının uygun olacağına dikkat çekti. Avrupa orijinli kişiler için bel çevresinin erkeklerde 94 cm' den büyük, kadınlarda 80 cm' den büyük, Japonya hariç Asya toplumları için bel çevresinin erkeklerde 90 cm' den büyük, kadınlarda 80 cm' den, Japonlarda ise bel çevresinin erkeklerde 85 cm'den büyük kadınlarda 90 cm' den büyük olarak kabul edilmesi önerilmiştir(22). Aterojenik Dislipidemi: Aterojenik dislipidemi, yüksek trigliserid dizeyi (>150mg/dl), düşük HDL-kolesterol düzeyi (kadında<50mg/dl, erkekte<40mg/dl) ve artmış küçük yoğun LDL partikülleri ile karakterizedir. Bu sendromda total non-HDL kolesterol düzeyi yükselmiş olabilir, sıklıkla gerçekte LDL-kolesterol düzeyi anlamlı olarak artmamıştır. İnsülin direnci olan hastalarda lipid değişikliklerini anlamak için, insülinin serbest yağ asitleri metabolizması üzerinde ve trigliseridden zengin çok düşük dansiteli lipoprotein partiküllerinin yapımında düzenleyici rolünün olduğunu unutmamalıdır. Aterojenik dislipidemi gelişmesinde anahtar faktör, obezitede hepatik lipaz enziminin aktivitesinin artmasıdır. Hepatik lipaz HDL kolesterol partikülünü parçalar, kanda düzeyini düşürür. Herşeye rağmen hipertrigliseridemi insülin direnci durumunun en iyi yansımasıdır ve MS'un tanısı için önemli kriterlerden biridir. MS'da diğer majör lipoprotein bozukluğu HDL-kolesteroldeki düşüklüktür. Azalma HDL yapı ve metabolizmasındaki değişikliktendir. Açlık trigliserid düzeyi >180mg/dl olan bütün hastalarda 7 küçük, yoğun LDL hakimiyeti vardır(23). LDL yapısındaki bu değişiklik esterifiye olmuş ve esterifiye olmamış kolesterol ve fosfolipiddeki rölatif kayıpla ilişkilidir.(24,25) Küçük, yoğun LDL, LDL’ den daha aterojeniktir. Hipertansiyon(HT): Metabolik sendromlu hastaların üçte birinde HT görülür. İnsülin direncinin HT ve diğer kardiyovasküler hastalıkların gelişiminde etkili olduğu bilinmektedir. Bu ilişki birçok mekanizmaya dayandırılmaktadır. İnsülin normal kilodaki bir kişiye verildiği zaman vazodilatasyon oluşturur fakat insülin direnci durumunda bu etkisini kaybeder(26). Ayrıca insülin böbrekte sodyum retansiyonu üzerine etkilidir. İnsülin direnci durumunda bu etkisi devam eder(27). İnsülin sempatik sistem aktivitesini de artırır. Bu etki insülin direnci durumunda da devam eder(28). İnsülin direncinin tedavi edilmesi ile kan basıncında düşme görülmektedir. Proinflamatuvar Sitokinler: Uzun zamandır inflamasyonun aterogenezde önemli rol oynadığı bilinmektedir. Metabolik sendromunda düşük dereceli inflamasyonla ilişkili olduğu düşünülmektedir. Yakın zamanda metabolik sendromun risk faktörlerini artıran adipokinlerin yapımının arttığı gösterildi(29). Yağ dokusunda yerleşen makrofajların lokal ve sistemik sirkülasyondaki proinflamatuvar sitokinlerin kaynağı olabileceği ileri sürülmektedir(30). Inflamatuvar sitokinler, CRP, leptin, anjiyotensinojende artma bunların vücuttaki artmış yağ dokusunda ve diğer yerlerde aşırı yapımının işaretidir. Yapılan çalışmalarda CRP' nin koroner arter hastalığı(31) ve insülin direnci için bağımsız bir risk faktörü olduğu gösterilmiştir(32). CRP aynı zamanda adipoz dokudan çıkan interlökin 6 ve TNF-alfa ile de ilişkilidir ve büyük olasılıkla insülin direnci olan obezlerde yüksek, obez olmayanlarda yüksek değildir(33). Adiponektin: Adiponektin yağ hücrelerinde yapılan bir anti-inflamatuvar sitokindir. Adiponektin ile hem insülin direnci hem de inflamasyon arasında ters bir ilişki vardır. İnsülin 8 duyarlılığını artırır ve inflamasyonu inhibe eder(34). Ayrıca adiponektin ile kan basıncı, LDL kolesterol ve trigliserid gibi kardiyovasküler hastalıklar için risk faktörleri arasında ters bir ilişki olduğu ileri sürülmektedir(35). Metabolik Sendromun Klinik Tanısı Endojen orijinli birçok risk faktörleri genellikle bir kişide yoğunlaşabilir. Bir kişide metabolik sendrom varlığı, artmış aterosklerotik kalp hastalığı riski ve/veya tip II diyabet saptanması ile anlaşılır. Çeşitli organizasyonlar metabolik sendromu klinik pratiğe sokmak için, sendromun tanısı yönünde basit kriterleri formüle etmişlerdir.(tablo 2) Tablo 2. Metabolik sendromun klinik tanısında öne sürülen kriterler. KLİNİK ÖLÇÜM WHO(1998) EGIR(1999) ATPIII(2001) AACE(2003) IDF(2005) İnsülin BGT,BAG,Tip2DM + 2 faktör. PİD>%75 +diğer2 faktör 5 faktörden 3 tanesi(+) BGT,BAG + 1 faktör AO + 2 faktör V.kitlesi veya Bel Çev. BMI>30 kg/m2 E:BK>0.90 K:BK>0.85 E:BÇ≥94cm K:BÇ≥80cm E:BÇ≥102cm K:BÇ≥88cm BMI ≥25kg/m2 BC(topluma göre) +diğer 2 faktör Lipid(mg/dl) TG≥150 E:HDL<35, K:HDL<39 TG≥150 E:HDL<39 K:HDL<39 TG≥150 E:HDL<40 K:HDL<50 TG≥150 E:HDL<40 K:HDL<50 TG≥150 E:HDL<40 K:HDL<50 KB(mmHg) ≥ 140/90 ≥ 140/90 ≥130/85 ≥130/85 ≥130/85 Glikoz (mg/dl) BGT,BAG veya Tip2 DM BGT/BAG (diyabet yok) > 110 (diyabet var) BGT/ BAG (diyabet yok) ≥100(diyabet var) Diğer bulgular Mikroalbumiüri BGT:Bozulmuş Glikoz Toleransı, BAG:Bozulmuş açlık glikozu, B/K:Bel kalça oranı, BMI:Vücut kitle indeksi, KB: Kan basıncı, PİD:Plazma insülin düzeyi, AO:Abdominal obezite TG:Trigliserid, HDL:yüksek dansiteli lipoprotein, BÇ: Bel çevresi, E:Erkek, K:Kadın 9 İlk Öneri 1998 yılında World Health Organization(WHO)' dan geldi. Bu grup altta yatan majör risk faktörü olarak insülin direncinin gerekliliği üzerinde durdu. İnsülin direncinin varlığı ve beraberinde ilave iki risk faktörünün olması WHO kriterlerine göre metabolik sendrom tanısı için yeterlidir. Ayrıca WHO metabolik sendrom tanısı için tip II diyabet varlığını yeterli bulmuştur. 1999 yılında European Group for Study of İnsülin Resistance (EGIR) WHO önerisinde modifikasyon önerdi.(17) EGIR insülin direnci sendromu terimini kullandı ve insülin direncini metabolik sendromun majör nedeni olarak ileri sürdü. EGIR kriteri toplumun üst %25'lik bölümüne ait plazma insülin düzeylerini insülin direnci olarak tanımladı. Bu düzeydeki insülin seviyesi ve ilave iki risk faktörünün olması, insülin direnci sendromu tanısı için yeterli bulundu. EGIR abdominal obezite üzerinde daha çok yoğunlaştı ve tip II diyabeti, sendromun kapsamından çıkardı. 2001 yılında National Cholesterol Education Program(NCEP) Adult Treatment Panel III(ATP III) metabolik sendromu tanımlamak için alternatif bir klinik kriter öne sürdü(18) ATP III kriterlerine göre tanı için tek bir faktör değil, abdominal obezite(insülin direnci ile anlamlı korelasyon var), yüksek trigliserid, azalmış HDL kolesterol, yüksek kan basıncı ve yükselmiş açlık kan glikozundan(bozulmuş açlık glikozu ve tip II diyabet) ibaret beş faktörden üçünün varlığı tanı için yeterli bulunmuştur. ATP III(WHO kılavuzundaki gibi) diyabetli hastada aterosklerotik kardiyovasküler hastalık riski yüksek olduğundan tip II diyabet varlığında metabolik sendrom tanısı konulabileceğini önermiştir. 2003 yılında American Association of Clinical Endocrionologists(AACE) ATP III kriterlerini modifiye etti.(36) Metabolik risk faktörlerinden primer risk faktörü olarak insülin 10 direnci üzerinde durdu. EGIR gibi insülin direnci sendromu ismini kullandı. Majör kriterler bozulmuş glikoz toleransı, yüksek trigliserid, azalmış HDL-kolesterol, yüksek kan basıncı ve obezite idi. Tanıyı belirleyen kesin bir sayı yoktur. Klinik karar vermek için kullanılan diğer risk faktörleri KAH ve tip II DM ile ilgili aile hikayesi, hiperürisemi ve polikistik over sendromudur. AACE' nin belirlemesine göre bir kişide tip II DM gelişirse artık insülin direnci sendromu kullanılmaz. 2005 yılında International Diyabetes Federation(IDF) ATP III tanımlamasını modifiye eden yeni kriterler yayınladı(22). Abdominal obezitenin insülin direnci ile kuvvetle korele olduğu için insülin direncini ölçmenin gereksiz olduğunu, abdominal obezite varsa ATP III tanımlama listesindeki iki ilave faktörün tanı için yeterli olduğunu bildirdiler. Ayrıca IDF abdominal obezite ile diğer metabolik sendrom risk faktörleri arasındaki korelasyonda etnik farklılıklara önem verdi. Bel çevresinin her etnik grubun ortalama değerlerine göre belirlenmesinin uygun olacağını bildirdi. 2005 yılında AHA/NHLBI; IDF' nin aksine minor modifikasyonlar dışında ATP III kriterlerini idame ettirdi(37). Bu karar ATP III kriterlerinin klinik kullanımda basit ve tek bir nedeni vurgulamamasına dayanmaktadır. Metabolik sendromu ATP III kriterlerine göre değerlendiren birçok çalışma yapıldı. Bu raporların çoğu mevcut ATP III kriterlerini desteklemektedir. Bozulmuş açlık glikozu düzeyi 110 mg/dl'den 100 mg/dl' ye düşürüldü. Bu ayarlama ADA' nın yeni modifiye edilen bozulmuş açlık glikozu kriterlerine uymaktadır(38). Abdominal obeziteyi tanımlayan erkekte bel çevresi ≥102 cm, kadında bel çevresi ≥88 cm gerekliliğine ait mevcut tanı kriterleri de ATP III ile uyumludur. Bazı topluluklar(Asya ülkeleri) bel çevresi orta derecede artsa bile metabolik sendroma, insülin direncine ve tip II diyabete 11 eğilimlidir. Bu etnik farklılıklar ATP III tanı kriterlerine dahil edilmiştir. Eğer bu kişiler orta derece bel çevresinde artış ile birlikte en az iki ilave ATP III metabolik sendrom kriterine sahip ise, metabolik sendrom gibi tedavi edilmelidir. Metabolik Sendromun Tedavisi Metabolik sendromun iki majör klinik sonucu KAH ve tip II diyabettir. Kural olarak metabolik sendrom majör kardiyovasküler olay gelişme riskini iki, tip II diyabet gelişme riskini ise beş kat artırmıştır(18). Hastaların risk durumundan bağımsız olarak metabolik sendromun risk faktörlerine yönelik tedaviye hemen başlanmalıdır. Abdominal obezite: Öncelikle hastaya sigaranın zararları anlatılarak sigara içmesi önlenmelidir. Zayıflama en iyi enerji alımını azaltmak, enerji harcamasını arttırmakla olur. Amaç ilk bir yıl içinde hastanın kilosunun %7-%10 civarında azalmasıdır. Zayıflamak arzu edilen kiloya düşene kadar devam etmelidir(BMI<25). Hastaya zayıflaması için yaşam tarzını değiştirmesi; fizik aktiviteyi arttırması, düzenli egzersiz yapması ve besinlerle alınan kalorinin azaltılması yönünde telkinde bulunulmalıdır. Bel çevresi kadında<88cm, erkekte <102cm olmalıdır(39). Fiziksel inaktivite: Muntazam, orta derece şiddette en az 30 dakika devamlı veya aralıklı olarak haftada 5 gün fizik aktivite yapılmalıdır. Kardiyovasküler hastalık olanlarda risk, detaylı fizik aktivite anamnezi ile veya egzersiz testi ile belirlenmeli buna göre öneriler yapılmalıdır. Hastaya 30-60 dakika orta şiddette aerobik aktivite önerisinde bulunulmalıdır Yeni akut koroner sendrom geçirmiş, revaskülarizarson yapılmış, konjestif kalp yetersizliği olan hastalara medikal kontrolden sonra, durumuna uyan fizik aktivite önerilebilir(39). 12 Aterojenik ve diyabetojenik diyet: Doymuş ve trans yağların, kolesterolün alınması azaltılmalıdır. Doymuş yağ total kalorinin <%7 sinden az olmalı diyetle, kolesterol alımı <200 mg/dl olmalıdır. Yağlardan alınan kalori total kalorinin %25–35' i civarında olmalıdır. Diyetle alınan yağ büyük oranda doymamış yağ olmalıdır. Glikoz şeklinde şeker alımı azaltılmalı, meyve, sebze ve tahıl alımı arttırılmalıdır. Yağ tekli doymamış yağ şeklinde olursa postprandial glisemi azalır, trigliserit düşer ve HDL-kolesterol yükselir(18). Aterojenik dislipidemi: Metabolik sendromlu yüksek riskli hastalarda statinler bütün apo B içeren lipoproteinleri azaltarak majör kardiyovasküler hastalıkla ilgili olayları azaltır. Fibratlarda aterojenik dislipidemiyi azaltır. Bazı durumlarda statinlerin fibratlarla birlikte kullanılması yüksek düzeydeki aterojenik dislipideminin düşürülmesinde başarılı olur. Bu iki ilacın birlikte kullanılması miyopati riskini arttırır. Son zamanlarda statinle fenofibrat kombinasyonunda miyopati riskinin çok az olduğu ileri sürülmektedir(40). Statin ve nikotinik asit kombinasyonu da bir alternatiftir. Uzun süre alımı tolere edilememektedir. Ayrıca bu kombinasyon diyabetik hastalarda kan glikozunun az da olsa yükselmesine neden olmaktadır. Nikotinik asit düşük dozda olursa uzun süre kullanımı tolere edilebilir(41). Kan basıncı: Kan basıncı yükselmesi yasam tarzı değişikliği ile kontrol edilebilir, eğer düşmezse antihipertansif ilaç gerekir. Metabolik sendromu olan kişilerde özellikle tip 2 diyabeti olanlara anjiyotensin dönüştürücü enzim inhibitörleri, anjiyotensin reseptör blokerleri etkili olmaktadır(42). İnsülin direnci ve hiperglisemi: Yaşam tarzı değişikliği, bozulmuş açlık glikozu ve bozulmuş glikoz toleransının tip 2 diyabete dönüşünü engelleyebilir(41, 42). Metformin veya 13 thiazonidinedionen de bozulmuş açlık glikozu ve bozulmuş glikoz toleransı olanlarda tip 2 diyabet riskini azaltmaktadır(41). Yalnız bu ilaçların metabolik sendromlu kişilerde kardiyovasküler hastalıklarla ilgili olayları azalttığına dair bir bilgi yoktur. Tip 2 diyabeti olan bir hasta aynı zamanda metabolik sendromun diğer faktörlerini de taşıyorsa öncelikle dislipidemi ve hipertansiyonu tedavi edilmelidir. Ayrıca hemoglobin A1c<%7 civarında tutulursa mikrovasküler ve makrovasküler komplikasyon riski azalır(43). Antilipemik, antihipertansif ve hipoglisemik ilaçlar insulin duyarlılığını ve kiloyu değiştirebilir. Metformin ve thiazonidinedionen insulin duyarlılığını düzeltebilir. Ancak metformin zayıflatır, thiazonidinedionen kilo aldırır. Nikotinik asit hariç antilipemik ilaçlar insulin duyarlılığını ve kiloyu etkilemezler. Halbuki antihipertansif ilaçlar daha komplekstir. Beta adrenerjik blokerler ve thiazid diüretikleri insulin duyarlılığını azaltırlar. Düşük dozlarda bu etkileri ihmal edilecek kadar azdır. Anjiyotensin enzim inhibitörleri, anjiyotensin reseptör blokerleri tip 2 diyabetin insidansını azaltırlar(43). Protrombotik durum: Protrombotik durumda yapacağımız tek klinik yaklaşım diyabetik hastalarda arteryel tromboz riskini azaltmak için düşük doz aspirin veya diğer antitrombotik ilaçları vermektir. Ayrıca kardiyovasküler hastalıkla ilgili olay geçirme riski yüksek olan metabolik sendromlu hastalarda aspirin profilaksisi yapmak uygun bulunmaktadır(44). Proinfalamatuvar durum: Diğer risk faktörlerinden bağımsız olarak proinflamatuvar durumu azaltmak için spesifik bir ilaç önerilmemektedir. 14 KORONER ANJİYOGRAFİ Koroner anjiyografi halen koroner arter hastalığı tanısında altın bir standarttır. Yaşayan hastalarda koroner anatomiyi belirlemenin öncelikli metodudur. Bu işlemi güvenli, güvenilir ve tekrarlanabilir bir şekilde gerçekleştirmek için bazı uygulama ve yorumlama prensiplerine uymak gerekir(45,46). Koroner anjiyografi koroner arterleri ve buradaki darlıkların yerini, ciddiyetini ve şeklini anatomik olarak belirlemenin yanı sıra, distal damarların özelliklerini ve koroner akım indeksini, kollateral damarları ve fonksiyonel önemini gösterir(47-50). Intrakoroner trombüsler görülebilir, ancak anjiyoskopik çalışmalar koroner anjiyografinin trombus saptanması için duyarsız bir yöntem olduğunu ortaya koymuştur. Ek olarak, koroner spazm provakasyonlar ile kesinleştirilebilir(51-53). Bir koroner darlığın fonksiyonel önemi istirahat halinde ve koroner dilatatör uyarısı sonrası koroner akım ölçülerek belirlenebilir. İstirahat ve maksimal koroner akım arasındaki fark koroner vasküler yatağın koroner akım rezerv kapasitesini belirler. Koroner akım rezervi, koroner anjiyografi laboratuarında digital subraction veya intrakoroner doppler teknikleri ile ölçülebilir(54). Sol ventrikül(LV) kateterizasyonu LV basıncının istirahatte, egzersizde veya farmakolojik ajanlar sonrası ölçülmesine imkan verir. Sol ventrikülografi duvar hareketlerinin, görsel olarak değerlendirilmesine imkan verir. Sistolik ve diyastolik ventrikuler volüm ve ejeksiyon fraksiyonu hesaplanabilir. Koroner anjiyografi ile sol ventriktilografinin dikkatli korelasyonu canlı miyokardı besleyen stenotik ve by-pass'a uygun damarların saptanmasını sağlar. Sol ventrikül fonksiyonları ayrıca, atriyal pacing, farmakolojik ajan veya egzersizle stres yaratılarak değerlendirilebilir. Revaskülarizasyon sonrası fonksiyonunda düzelme olabilecek sol ventrikül segmentleri nitrat, katekolamin ile veya 15 ekstrasistolik vuru sonrası kontraktilite kuvvetlendirilerek belirlenebilir(55-57). Eşlik eden kapak hastalığı saptanabilir. Daha önce cerrahi geçirmiş hastalarda greft açıklığı ve natif arterlerin durumu belirlenebilir. Konjenital kalp hastalığı olan hastalarda koroner arter anatomi belirlenerek cerrahi tamir planlanmasına yardımcı olabilir(58). Koroner Anjiyografi İndikasyonları(ACC/AHA,1999 Koroner Anjiyografi Kılavuzu) Class I 1. Asemptomatik veya Kararlı Angina Pectoris: Medikal tedaviye karşın CCS sınıf III-IV angina, invaziv olmayan testlerde yüksek risk grubuna girenler, başarılı resüsitasyon sonucu dönen ani kardiyak ölüm olguları ile birlikte sürekli monomorfik ventriküler taşikardi veya süreksiz polimorfik ventriküler taşikardi. 2. Kararsız Angina Pectoris: Medikal tedaviye dirençli prognoz açısından orta veya yüksek risk grubundaki hastalar başlangıç tedavisinden sonra stabilize olan yüksek veya orta riskli hastalar, şüpheli prinzmetal angina. 3. Miyokard İnfarktüsü Sonrası: Spontan veya minimal eforla indüklenen iskemi, persistan hemodinamik bozukluk, mekanik komplikasyon gelişen olgular (Ventriküler septal rüptür, akut mitral yetersizliği, gerçek ya da yalancı anevrizma) 4. Postrevaskülerizasyon İskemi: Perkütan koroner girişim(PKG) sonrası akut veya subakut tromboz şüphesi olanlar PKG sonrası ilk 9 ayda yineleyen anginası olanlar veya noninvaziv testlerde yüksek risk saptanan hastalar. 5. Nonspesifik Göğüs Ağrısı: Noninvaziv testlerde yüksek risk grubuna giren hastalar. 16 Class IIa 1. Asemptomatik veya Kararlı Angina: Sınıf III-IV anginanın medikal tedavi ile sınıf I-II’ye gerilemesi, invaziv olamayan testlerde kötüleşme, risk stratifikasyonu açısından yüksek risk taşıyan anginalı hastalar, medikal tedaviyi tolere edemeyen sınıf I-II’li hastalar 2. Miyokard İnfarktüsü Sonrası: Koroner emboli, arterit, travma, metabolik hastalık veya koroner spazma bağlı olduğu düşünülen miyokard infarktüsü LVEF<%40, kalp yetmezliği gelişenler, malign ventriküler aritmisi olanlar, PKG veya koroner aorta bypass greft (ACBG) öyküsü olanlar. 3. Postrevaskülerizasyon İskemi: ACBG sonrası 12 ay içinde rekürren semptomatik iskemi, ilaçla rekürren anginaları kontrol edilemeyenler, ACBG sonrası invaziv olamayan testlerde yüksek risk grubuna girenler. Class IIb 1. Asemptomatik veya Stabil Angina Pectoris: Sınıf I-II anginası olan ancak invaziv olmayan testlerde yüksek risk grubuna girmeyen olgular, invaziv olmayan testlerde düşük risk grubuna giren veya koroner arter hastalığı bulunmayan ancak ikiden fazla risk faktörü bulunan Asemptomatik erkek veya postmenapozal kadınlar. 2. Kararsız Angina Pectoris: İnvaziv olmayan testlerde yüksek risk grubuna giren hastalar. 3. Miyokard İnfarktüsü Sonrası: İnfact ile ilişkili arterde oklüzyon kuşkusu olan hastalarda gecikmiş PKG için risk stratifikasyonu yapılmadan sol ana koroner lezyonu veya üç damar hastalığını saptamak için, Q dalgası olmayan tüm 17 miyokard İnfarktüsü olguları, devam eden iskemi olmaksızın antiaritmik tedaviye dirençli ventriküler aritmisi. 4. Postrevaskülerizasyon İskemi: PKG sonrası invaziv olmayan testlerde yüksek risk grubuna girmeyen asemptomatik hastalarda ilk ayda resteroz kuşkusu olanlar, postoperatif bir yıl sonra invaziv olmayan testlerde yüksek risk grubuna girmeyen rekürren anginası olanlar, ACBG sonrası invaziv olmayan testlerde bozukluk saptanan asemptomatik hastalar. 5. Nonspesifik Göğüs Ağrısı: Noninvaziv testlerde anormal veya kuşkulu bulguları angina Pectoris nedeniyle sık hastaneye yatırılan hastalar. Class III 1. Asemptomatik veya Stabil Angina Pectoris: Revaskülarizasyon istemeyen anginalı hastalar, revaskülarizasyona uygun olmayan ve revazkülarizasyonun yaşam kalitesini iyileştirmeyeceği düşünülen hastalar, koroner arter hastalığı tarama testi olarak, ACBG sonrası invaziv olmayan testlerde iskemi kanıtı olmayan hastalar, fluoroskopide veya BT’de koroner kalsifikasyon saptanan hastalar 2. Kararsız Angina: Son 5 yıl içinde yapılan koroner anjiografi normal olan ve objektif iskemi kanıtı olmadan kararsız karakterde rekürren göğüste rahatsızlık tarif eden olgular, revaskülarizasyona uygun olmayan hastalar. 3. Miyokard İnfarktüsü Sonrası: Revaskülarizasyonu kabul etmeyen hastalar 4. Postrevaskülarizasyon İskemi: ACBG sonrası revaskülarizasyona uygun olmayan asemptomatik hastalar, PKG veya ACBG sonrası rutin koroner anjiyografi. 18 Kontrindikasyonlar: Mutlak Kontrindikasyonlar: Akli dengesi yerinde olar erişkin hastanın işlemi kabul etmemesi, koroner anjiyografi konusunda deneyimli bir kardiyologun olmaması ve uygunsuz laboratuar koşulları (ACC/AHA kılavuzlarına göre koroner anjiyografide deneyimli sayılabilmek için laboratuarların yılda >300, hekimin ise yılda >150 vaka yapıyor olması gerekmektedir). Rölatif Kontrindikasyonlar: Kontrol edilemeyen ventriküler irritabilite (VT, VF), düzeltilmemiş hipokalemi, digital toksisitesi, ateşli hastalık, dekompanse kalp yetersizliği, kontrol altına alınamayan hipertansiyon, protrombin zamanının >18sn, kontrast ajana karşı ciddi alerji, ciddi böbrek yetersizliği ve/veya anüri, gebelik (özellikle ilk 3 ay), yaşam süresini kısaltan kalp dışı hastalıklar, aktif gastrointestinal kanama. Koroner Anjiyografi Teknikleri: Sones 1948 yılında selektif koroner anjiyografinin güvenli ve güvenilir bir metodunu geliştirdiğinde, koroner anjiyografinin modem cağını açmış oldu. Ricketts ve Abrams'in 1962'deki raporlarına göre 1953'te Seldinger tarafından geliştirilen perkütan arteryel kateterizasyon koroner arterleri incelemek için ilk kez kullanılmıştır(58). Kateterlerin modifikasyonu 1967 yılında Amplatz ve ark. (59) ve Judkins (47) tarafından yapılmıştır. Judkins tekniğinde önceden şekillenmiş 3 katetere ihtiyaç vardır: her koroner arter için bir kateter ve LV enjeksiyonu için pigtail kateteri. Koroner Anjiyografinin Yorumu: Bir zamanlar sadece kateter uzmanlarını ve cerrahları ilgilendiren koroner anjiyografi yorumları şimdilerde hastaları hakkında karar vermek isteyen tüm kardiyologların ilgi alanı olmaktadır. Koroner anatominin değişken olması sebebiyle filmi seyreden kişinin tüm LV epikardiyal yüzeylerinin ve septumun yeterli derecede beslendiğini ve arada boşluk olmaması gerektiğine dikkat etmesi gerekir. Eğer arada boş bir alan varsa tıkalı bir arterin varlığı 19 düşünülmelidir. Bir defada bir koroner arter görüntülenmeli ve American Heart Association tarafından tavsiye edilen arteryel segmentler arasındaki ayrım yapılmalıdır (Şek 1). Üstüste gelen veya görüntüden çıkan bu bölümler başka açıdan kontrol edilmeli ve gizli lezyon gözden kaçırılmamalıdır. Birkaç kişinin anjiyografiyi değerlendirmesi faydalıdır. Her segment görüntülendikçe sistematik skorlama ve kayıt alma sistemi tutarlı olmak açısından gereklidir. Hiç bir segment gözden kaçırılmamalıdır. ŞEKİL 1. Koroner dolaşım şeması. Her arteryel segment tüm görüntülerde dikkatle incelenmeli ve darlık derecesine karar verilmeli. 1,2.sol ana koroner arter, 3, 5, 7, 9.sol anterior desandan koroner arter, 6, 8.diagonal dallar, 4.majör septal perforan dal, 10, 14, 16.atrioventrikuler olukta sikumfleks koroner arter, 11.ramus intermedius, 12, 13, 15.obtuse marjinal dallar, 17.sıkumfleks koroner arterin posterior desandan dalı,, 18, 19, 21, 23.atrioventrikuler olukta sağ koroner arter, 20.sağ koroner arterin büyük sağ ventriküler dalı, 22.sağ koroner arterin posterior desandan dalı, 24.sağ koroner arterin sol ventriküler dalı. Anjiyografik Açılar Film kayıtları tüm koroner arterler uzunlukları boyunca görülebilecek ve lezyonlar saptanabilecek şekilde bir kaç projeksiyonda yapılmaktadır. Bu görüntüleri sağlayan yeni kuşak x-ışını ekipmanı koroner anjiyografide devrim yaratmıştır. Birçok laboratuarda, sol koroner arter 20 için standart görüntüler frontal, 30 derece RAO, 45 derece LAO; 30 derece kranyal angülasyonlu 30 derece RAO; 15 derece kaudal angüilasyonla 30 derece RAO’dur. Başka açılar çakışan damarları ayırt etmek veya problemli bir alana yönelmek için kullanılabilir. Sağ koroner arter genellikle sağ ve sol oblik projeksiyonda değerlendirilir ve sagital angülasyonlu görüntülerde sıkça proksimal posterior desandan arteri değerlendirmek için faydalıdır. Sagital angülasyonlu görüntüler LV duvar hareketlerini, mitral kapak hareketlerini ve LV çıkış yolunu daha iyi değerlendirmeyi sağlar. Sol Koroner Arter Sol koroner arterin ostiumu sinotübüler bileşkenin yakınındaki sol valsalva sinüsünden orijin alır. Sol ana koroner genellikle sola ve hafifçe öne yönelir. Değişen bir mesafe sonrasında neredeyse dik açıyla sirkumfleks arteri verir ve düz bir çizgide anterior desandan arter olarak devam eder(Şek 2). ŞEKİL 2. Sol koroner sistemin anatomisi, sağ oblik görüntü. Sol orifis ve sol ana koroner arter en iyi doğrudan frontal görüntüde veya LAO veya RAO görüntüde veya 30 derece kranyal angülasyonla LAO görüntüde izlenir. Diagonal arter 21 sirkumfleks ve anterior desandan arter arasında 3.bir dal olarak çıkabilir veya anterior desandan arterden ayrılarak sol ventrikülün anterolateral serbest duvarına doğru uzanır. RAO görüntüde diagonal dallar yanda görülür ancak anterior desandan arter ile çakışma orijini kapatmaktadır(Şek 2). LAO görüntü bu iki arteri biraz ayırmaktadır. Ancak bu arterler sıklıkla horizontal olarak yönelmeleri nedeniyle kısalma meydana gelir. LAO veya RAO rotasyon ile kranyal angülasyon proksimal anterior desandan ve diagonal dallarının ayrımında faydalıdır. Anterior desandan arter interventrikuler olukta apekse doğru ilerlerken neredeyse dik açılarla müsküler septumun derinliklerine uzanan septal perforan arterleri verir. Birinci septal perforator birinci diagonalden önce veya sonra ortaya çıkabilir ve genellikle en büyük septal arterdir. Septal damarlar daha düz olmaları ve epikardiyal arterlerin sistolde bükülmelerine karşın kardiyak hareketle az hareket etmeleri nedeniyle epikardiyal arterlerden ayrılırlar. Sol arterior desandan arter genellikle apeks etrafında devam eder, ancak nadir olarak uzun posterior desandan arter varlığında apeksten önce sonlanabilir. Anterior desandan arterler nadir olarak superiora yönelmediği sürece -ki o zaman kaudal angulasyonlu LAO veya lateral görüntüden faydalanılır- en iyi RAO görüntü ve kranyal angülasyon yapılmış sağ oblik görüntüde ortaya çıkar. Sirkumfleks koroner arter LAD'den dik açıyla ayrıldıktan sonra atrioventrikuler (AV) olukta yol alır, bu yol değişken olabilir. Arter lateralden posterolaterale kadar LV serbest duvarını kateden bir veya daha fazla büyük obtüs marjinal dallara ayrılarak sonlanabilir veya intraventriküler olukta büyük bir arter olarak ilerler. Yüzde 10-15 olguda genellikle sağ koroner arterden orijin alan posterior desandan arteri verebilir. Sirkumfleks arter majör posterior desandan arteri verdiğinde dominant sirkumfleks arter olarak nitelendirilir. AV olukta sirkumfleks arter en iyi LAO görüntüde görülür, fakat cerrahi olarak daha önemli marjinal dallar RAO görüntüde en iyi görünür. Zaman zaman sirkumfleks arterdeki proksimal stenozlar, 22 karaciğer tarafından sol omuza süperiora doğru bakıyormuş hissi veren 15 derece kaudal angulasyonlu RAO görüntüde görülür. Sağ Koroner Arter Sağ koroner arter orifisi normalde sağ valsalva sinüsü içinde yer alır. Sinotubüler bileşke yakınında yüksekte veya üstünde olabilir, mid sinüste veya zaman zaman aort kapak yanında aşağıda yer alır. Arter genellikle aort kapak seviyesinden yukarıya yönelir ve sağ AV olukta posterior LV duvarına ulaşmak için ilerler ( Şek. 3) bu yolda birçok damar ortaya çıkar. Konal ve sinüs nod dalları ilk önce ayrılır, onları daha küçük RV dalları takip eder. Kalbin keskin açı yapan sınırında (Acute margin) genellikle sağ ventrikule doğru uzanan büyük bir dal görülür. ŞEKİL 3. Sağ koroner sistemin anatomisi Bazı durumlarda bu interventriküler septumun apikal bölümünü besler bu nedenle önem kazanır. Posterior desandan arter genellikle sağ koroner arter kalbin "crux" (intraventriküler ve intra atriyal septa) bölgesine ulaşmadan ayrılır. Posterior desandan arter sağ koroner arterden dik açıda ayrılır ve posterior interventriküler olukta yol alarak septumun bazal ve posterior üçte bir bölgesine perforan dallar verir. Major porterior desandan dalı veren sağ koroner arter, dominant sağ koroner arter olarak adlandırılmıştır. Posterior desandan arter genellikle apekse ulaşmadan sonlanır fakat daha önceden bahsedildiği gibi kısa anterior desandan arter varlığında apeks 23 etrafında kıvrılabilir. Posterior desandan arteri verdikten sonra, sağ koroner crux'ta intramiyokardiyal olarak AV nod arteri verir ve ters bir U şeklinde tekrar yüzeye döner. Sağ koroner arterin LV dalları değişkendir ve büyük bir sirkumfleksin posterolateral dallarının beslediği alanı kaplayabilir. Sağ koroner arterin proksimal kısmı RAO ve LAO görüntülerde iyi görülür. Horizantal orientasyonu nedeniyle posteriyor desandan arter RAO görüntüde iyi görülür ancak LAO görüntüde kısa kesilir bu da kranyal angülasyonla düzeltilebilir. Patolojik incelemeler sadece transvers düzlemde standart oblik görüntüler kullanıldığı taktirde posterior desandan arterin çıkış noktasındaki lezyonların atlanabileceğini göstermiştir. Darlıkların Derecelendirilmesi Laboratuarımızda, her bir arteryel segmenti analiz eden bir sistem kullanılmakta ve darlığın derecesi % olarak ifade edilmektedir (total oklüzyon - %100). Sineanjiyografilerin ölçümü programlanabilir, dijital ölçüm sistemi ile yapılmaktadır. Ölçüm için diyastol sonu en ciddi darlığı gösteren kare seçilir. Bu metod gözlemciye bağlı değişkenleri ortadan kaldırmıştır. Kesitsel alandaki azalma fizyolojik önem taşırken çap darlığı American Heart Association koroner arter darlıklarını derecelendirirken çap metodu kullanılması önerisi ile uyumludur(61). Çapta % 50 darlık kesitsel alanda % 75 lik bir azalma ve çapta %75 lik bir azalma alanda %90 lık bir azalmaya eşittir. Darlık derecelendirilmesinde hangi metodun kullanıldığının bildirilmesi büyük önem taşır. Cerrahi olarak anlamlı olan darlıklar açısından, çapta % 40 dan fazla azalmaya neden olan veya % 75 den fazla kesitsel alanda azalmaya neden olan darlıkların miyokardiyal iskemi yaratabileceği kabul edilmiştir. Seri halinde ve uzun olan darlıkların ek önemi vardır. Koroner arter darlıklarını bilgisayar aracılığı ile kantitatif olarak hesaplayan sistemler klinik çalışmalar için kullanılırken rutin klinik koroner anjiyografi için kullanımları artmaktadır(62). Klinik olarak genellikle kenar tanıma algoritimleri uygulanmaktadır. 24 Koroner Anjiyografinin Riskleri Her invazif girişimde olduğu gibi koroner anjiyografi uygulanan hastalar içinde sınırlı riskler söz konusudur. Bu riskin büyüklüğü işlem öncesi bazı faktörlerden etkilendiği gibi (anjiyografi uzmanlarının becerisi, klinik semptomların stabilitesi) büyük oranda sol ventrikülografi ve anjiyografide saptanan ve hastalığın yaygınlığı tarafından belirlenir(48,63,64-70). Majör komplikasyonlar iki tiptedir: Lokal arteryel komplikasyonlar arteryel oklüzyon veya stenoz, hematom ve psodoanevrizma, AV fistül ve nöropati(büyük hematomun femoral sinire basısı sonucu oluşur, 24 saatte düzelir)'yi kapsar. Ponksiyon yerine bağlı olarak retroperitoneal kanamalar görülebilir. Diğer ve ölümcül olan grupta ise tromboembolik olaylar, miyokard infarktusüi kolesterol embolisi ve akut iskemiye bağlı miyokardiyal disfonksiyon yer alır. Tromboemboli daha çok multipl kateter ve kılavuz tel değişimine bağlı gelişir. Burada kateter üzerindeki trombus materyali ponksiyon bölgesine takılır ve sonraki takılan kateterle yerinden oynar. Bazı laboratuardaki sistemik heparinizasyon tromboembolik komplikasyonları azaltmıştır. Kontrast ajana bağlı ürtiker gibi minor allerjik reaksiyonlar sıkca gorülür ancak anafilaktik ve pirojenik reaksiyonlar oldukca nadirdir. Kontrast ajana bağlı nefropati gelişme riski de vardır. Hastanın maruz kaldığı radyasyon 20 ile 45 rem arasındadır ve birden fazla işlem gerekmediği taktirde düşük bir risk teşkil eder. Tablo 2. Koroner Anjiyografinin Komplikasyonları CASSa SCAIb,1990-199569 197965 198368 0.0001 <her yıl Ölüm 0.0020 0.0007 <0.001 her yıl Miyokard infaktüsü 0.0025 0.0027 <0.0001 her yıl Serabral enboli 0.0020 0.0003 <0.001 her yıl Arteryel fonksiyonlar 0.0020 0.0080 _ Ventrikül fibrilasyonu 0.0020 0.0063 0.0003 (1995’te 0.002) a Koroner Arter Cerrahi çalışması. Koroner Anjiyografi ve Girişimleri Derneği. b 25 Hemodinamik Veri: Kardiyak kateterizasyon prosedürünün hemodinamik komponenti basınç ölçümleri, akım ölçümleri (örneğin; Kardiyak debi, şant akımları, stenotik açıklıktan geçen akım, geri akımlar ve koroner kan akımı) ve vasküler direncin hesaplanmasına odaklanmıştır. Basit olarak, damar içi kan akımı, Ohm’s kanununu ile açıklandığı üzere damar içi basınç farklı ve vasküler direnç tarafından belirlenir. Ohm’s kanunu: Q=∆P/R Basınç Ölçümleri: Basınç dalga biçimlerinin hatasız kaydı ve bu dalga biçimlerinden elde edilen fizyolojik verilerin doğru yorumlanması kardiyak kateterizasyonun başlıca amacıdır. Basınç dalgası kalp kası kasılması ile oluşan dönemsel etkidir ve dalga amplitüdü ve süresi çeşitli mekanik ve fizyolojik parametrelerden etkilenir. Belirli bir kalp boşluğunun basınç dalga formu kasılan boşluğun gücü ve çevresindeki yapılar, kalbin ardışık odaları, perikard, akciğerler ve damarlardan etkilenir. Kalp hızının fizyolojik değişkenleri ve solunum siklusuda basınç dalga formunu etkiler. Kardiyak siklusun bileşenlerini anlama, kateterizasyon laboratuarında elde edilen hemodinamik verinin doğru yorumlanmasında temeldir. Basınç Ölçüm Sistemleri: Sıvı-Dolu Sistemler: İntravasküler basınç ölçümleri tipik olarak bir basınç transdüserine bağlı içi sıvı dolu sistemler aracılığı ile yapılır. Basınç dalgası kateter ucundan transdüsere kateter içindeki sıvı kolonu aracılığı ile iletilir. Basınç dalgası transdüser içindeki diyafram veya teli 26 uyarır. Böylelikle enerji basınç büyüklüğü ile orantılı olarak elektriksel uyarıya dönüşür. Bu uyarı amplifiye edilerek bir analog sinyale çevrilir(71). Basınç tsransdüseri bilinen bir basınca göre kalibre edilmeli, sıfır referansı kalp kateterizasyonu işleminin başında belirlenmelidir. Transdüseri sıfırlamak için transdüser atriyum seviyesine (göğüs duvarı orta seviye) getirilmelidir. Transdüser bir manifolda bağlı ve işlem sırasında değişken pozisyonlarda ise, ikinci bir sıvı dolu sistem transdüsere bağlanmalı ve göğüs duvarının orta düzeyinde tutulmalıdır. Transdüser ile kateter arasındaki mesafe ne kadar kısa tutulabilinirse basınç ölçümü o kadar güvenilir olacaktır. İşlem esnasında bazı oynamalar olabileceğinden kalibrasyon ve sıfırlama işlemleri kapak gradiyenti ölçümleri öncesinde tekrarlanmalıdır. Basınç trasesindeki bozulma veya kaymalar durumlarında sistem hava kabarcıklarının varlığı veya gevşek bağlantı olasılıkları yönünden kontrol edilmelidir(71). Hemodinamik basınç değerlendirmelerinde hatalı ölçümler kateter ucunun hareketine kalp duvarlarına dayanmasına, kalp kasına ve kapaklarına ait yapılarla tıkanması veya ince olması durumunda akım hızının artışına bağlı olabilmektedir. Operatör bu hata kaynakları konusunda dikkatli olmalı, klinik ve hemodinamik bulgulardaki uyumsuzluklar durumunda sistem kontrol edilmeli ve ölçümler tekrarlanmalıdır. Mikromanometre kateterleri: Ucunda basınç transdüserleri bulunan kateterlerin kullanımı ölçüm hatalarının büyük bölümünü azaltmıştır. Ancak bu tür kateter maliyeti önemli ölçüde arttırdığı gibi kalibrasyonu ve kullanımları ek zaman kaybına neden olmaktadır. Hareket artefaktı daha az ve basınç trasesi daha düzgün olan bu tip kateterlerde sıvı-dolu kateter sistemlerinde gözlenen 30–40 milisaniyelik gecikmeler olmamaktadır. Ticari olarak kullanımda olan bazı mikromanometre sistemleri hem ucunda ham de yanlarında delikler olduğundan tel üzerinden yerleştirilmeye ve anjiyografi yapmaya imkan sağlamaktadır. Kateter 27 ventriküler boşluk içinde ve kapakçık yapıları ortasında doğru gradiyent ölçümleri için uygun olan kısa mesafe ile birbirinden ayrılmış iki transdusere sahiptir. Mikromanometre sistemleri şu amaçları araştırmak için kullanılır: • Ventriküler basınç yükselme oranını (dP/dt)değerlendirmek, • Duvar gerilimini değerlendirmek, • Ventriküler basınç azalma hızını ölçmek (-dP/dt ), • Gevşeme zamanı sabiti ve • Ventriküler basınç – hacim arası ilişkiyi değerlendirmek. Yukarıda belirtilen avantajların yanı sıra, mikromanometre sistemleri maliyeti, çabuk deforme olması, işlem zamanının uzaması gibi birkaç farklı dezavantaja sahiptir. Bununla beraber bu sistemlerin sıfır seviyesi basınç kateteri içindeki sıvı dolu lümene sıfırladıktan sonra sürüklenebilir. Dalga Traseleri: Normal basınç dalga traselerini anlamak kesin patolojik koşullarla karakterize anormallikleri anlamak için gereklidir. Kardiak boşluklarda ve büyük damarlardaki normal basınç değerleri tablo 3’de listelenmiştir. Bir kalp boşluğunun basıncı, içine sıvı dönüşünün olması ya da kalp boşluğunun kasılması sonrası yükselir, kalp boşluğundan sıvı atılması ya da boşluğun gevşemesi sonrası düşer. Bu kuralın bir istisnası ventriküler diyastolik dolumun erken fazıdır ki bu durumda ventrikül içindeki kan hacminin artmasına karşın mitral kapağın açılmasını takiben ventrikülün gevşemesinin aktif olarak devam etmesi nedeniyle ventrikül içi basınç azalmayı sürdürür(72). Normal basınç dalga biçimleri şekil 4’te gösterilmiştir. 28 Tablo 3. Kalp Boşlukları ve Büyük Damarların Normal Basınç Traseleri Basıçlar Ortalama (mmhg) Sağ atriyum a dalgası v dalgası ortalama Sağ ventrikül Tepe sistolik Diyastol sonu Pulmoner arter Tepe sistolik Diyastol sonu ortalama Pulmoner kapiller köşe basıncı ortalaması Sol atriyum a dalgası v dalgası ortalama Sol ventrikül Tepe sistolik Diyastol sonu Merkezi aorta Tepe sistolik Diyastol sonu ortalama Basınç Aralığı (mmhg) 6 5 3 2-7 2-7 1-5 25 4 15-30 1-7 25 9 15 15-30 4-12 9-19 9 4-12 10 12 8 4-16 6-21 2-12 130 8 90-140 5-12 130 70 85 90-140 60-90 70-105 Şekil 4. Sağ ve sol kalp kateterizasyonunda kaydedilen basınç traseleri (Pepine C, Hill JA, Lambert CR(eds): Diagnostic and therapeutic Cardiac Catheterization. 3rd ed.Baltimore, Williams &Wilkins, 1998.) 29 Atriyum Basıncı: Sağ atriyal basınç trasesi 3 pozitif dalga içerir: a, c ve v traseleri. Bunlardan a dalgası atriyal sistol dalgası olup ve EKG’de P dalgasını izler. a dalgasının büyüklüğü atriyumun kasılması ve sağ ventrikül doluş direnci ile ilişkilidir. Bu dalgayı atriyal gevşeme ve sağ ventrikül kasılması ile triküspit kapağın aşağı çekilmesini temsil eden x inişi izler. Bu iniş c dalgası ile kesilir ki c dalgasını oluşturan kapalı triküspit kapağın sağ atriyuma protrüzyonudur. Atriyum içi basınç pasif atriyal doluşu takip eden x inişinden sonra yükselir. Atriyum basıncı sağ ventrikülün sistolünü temsil eden v dalgası ile birlikte tepe noktasına ulaşır. V dalgası yüksekliği atriyal komplians ve periferden atriyuma dönen kan miktarı ile bağlantılıdır. Sağ atriyal v dalgası genellikle a dalgasından daha küçüktür. V dalgasını triküspit kapağın açılması ve sağ ventriküle sağ atriyumun boşalmasını gösteren y inişi izler. Solunum sırasında nefes alırken intratorasik basınç azalması ile birlikte sağ atriyal basınç azalır. Nefes verme sırasında ise, intratorasik basınç yükselmesi ile birlikte sağ atriyal basınç yükselir. Mekanik ventilasyona bağlı hastada bu solunumsal değişiklikler tersine döner. Sol atriyum basınç trasesi sağ atriyumunkine benzerdir. Ancak basıçlar sağ kalbe kıyasla daha yüksektir. Sol atriyum sağ atriyumla karşılaştırıldığında genellikle v dalgası a dalgasından daha yüksektir. Bu farklılık sol atriyumun arkadan pulmoner venlerce zorlanması ile oluşur. Halbuki IVC ve SVC sağ atriyumun kolaylıkla dekomprese olmasını sağlar. Sol atriyal v dalgasının tepe noktası sol atriyal kompliansı en doğru şekilde yansıtır. Pulmoner Kapiller Köşe (Wedge) Basıncı: Pulmoner kapiller köşe (wedge) basıncı trasesi sol atriyum basınç trasesi ile benzerdir. Ancak basıncın akciğerler aracılığı ile iletilmesinin bir sonucu olarak daha küçük ve gecikmiştir. 30 Bu geçikme yaklaşık 50–100 ms kadardır. X ve y inişi ile birlikte a ve v traseleri görülür. Fakat her zaman c dalgası görülmeyebilir. Normal koşullarda pulmoner sirkülasyonun düşük dirençli olmasının bir sonucu olarak pulmoner arter diyastolik basıncı ortalama pulmoner kapiller köşe basıncına eşittir. Bazı hastalıklarda (Hipoksemi, pulmoner emboli ve kronik pulmoner hipertansiyon) ve nadiren mitral kapak cerrahisi sonrası, pulmoner vasküler direnç yükselir. Bu durumda pulmoner kapiller köşe basıncı sol atriyum basıncının olduğunda daha yüksek olarak yorumlanmasına neden olabilmektedir. Bu durumda doğrudan sol atriyum basıncının ölçülmesi mitral gradiyentin daha doğru ölçülmesini sağlayacaktır(73,74). Ventriküler Basınç: Sağ ve sol ventrikül trasesi morfolojik olarak benzerdir. Başlıca farklılığı basınçların büyüklüğündendir. Sistol süresi, izovolümik kasılma ve gevşeme süresi sol ventrikülde sağa göre daha uzunken ejeksiyon süresi daha kısadır. Sağ ventrikül ve pulmoner arterler arasında küçük (5 mm Hg) sistolik gradiyent olabilir. Ventrikül doluş basıncı trasesinde ventrikülün önemli bir bölümünün doluşunu gerçekleştiren erken hızlı doluş dalgası, yavaş doluş dalgası ve atriyum sistoli oluşan a dalgası ile karakterizedir. Diastol sonu basıncı, izovolümik kasılmanın başlangıcı ile birlikte ventriküler basıncın artmaya başladığı nokta olan c noktasından ölçülür. C noktasının iyi tanımlanamadığı durumlarda ise, eş zamanlı EKG’deki R dalgasından cizilen düz çizginin ventrikül basınç trasesini kestiği nokta diyastol sonu basıncı olarak değerlendirilir. Büyük Damar Basınçları: Santral aort basıncı ve pulmoner arter basınç traseleri benzer olup sistolik dalga, insisura (semilunar kapakların kapanışını işaret eder) ve basıncın sistole kadar derece derece inişinden oluşur. Nabız basıncını, atım volümü ve arteriyal sistemin kompliansı belirler. Ortalama aort basıncı ise periferik direnci daha doğru yansıtır. Sistemik basınç dalgası aort boyunca yayıldıkca 31 sistolik dalga amplitüdü artar ve üçgen şeklini alır, diyastolik basınç ise, orta torasik aorta bölgesine gelinceye kadar azalır daha sonra artar. Bununla birlikte ortalama aort basıncı trasesi boyunca genellikle sabit kalır. Sadece periferde ortalama arter basıncı santral aort 5 mm Hg daha düşüktür. Santral sistolik aort basıncı ile periferik (Femoral, brakial ya da radial arterler) sistolik aort basıncı arasındaki farklılık genç hastalarda daha yüksektir(Vaskuler komplians artışı sonucu olarak). Proksimal aorta ve periferik arter arasındaki bu potansiyel farklılık, aort darlığı şüphesi olan hastalarda sol ventrikül ve sistemik arteryal sistem arasındaki tepe sistolik basınç gradiyenti yorumlanması ve ölçümü için dikkate alınmalıdır. Transvalvüler gradiyent olduğu zaman aort basıncı en doğru koroner arter seviyesinden ölçülür(75,76). Basınç Traselerinde Patolojik Değişiklikler: Anormal basınç traseleri spesifik patolojik durumlarda tanıya yardımcı olabilir. Tablo 4’de sık görülen patolojik traseler gösterilmiştir. Tablo 4. Patolojik Traseler: I. Sağ atriyal basınç traseleri: A.Düşük ortamala atriyal basınç 1. Hipovolemi 2. Transdüserin yanlış/uygunsuz sıfırlanması B.Yükselmiş ortalama atriyal basınç 1. İntravasküler volümün arttığı durumlar 2. Kapak hastalıklarına bağlı sağ ventrikül yetmezliği (Triküspit ve pulmoner stenoz ya da yetmezlik) 3. Myokardiyal hastalıklara bağlı sağ ventrikül yetmezliği (Sağ ventriküler iskemisi,kardiyomyopati) 4. Sol kalp yetmezliğine bağlı sağ ventrikül yetmezliği (mitral stenoz/yetmezlik, aortik stenoz/yetmezlik, kardiomyopati, iskemi) 5. Pulmoner vasküler rezistans artışına bağlı sağ ventrikül yetmezliği (Pulmoner emboli, kronik obstrüktif akçiğer hastalıkları, primer pulmoner hipertansiyon) 6. Tamponad fizyolojisinde perikardial effüzyon 7. Obstrüktif atriyal miksoma C.Yüksek a dalgası (ventriküler dolum artışı olmadan) 1. Triküspit stenozu 32 2. Ventriküler yetmezliğe bağlı ventriküler komplians azalması, pulmoner kapak stenozu ya da pulmoner hipertansiyonu D.Cannon a dalgası 1. Atriyal-ventriküler asenkroni (Triküspit kapak kapalı iken atriyal kontraksiyon, tam kalp bloğu süresince, prematür ventriküler kontraksiyon takibinde, ventriküler taşikardi süresince, ventriküler pacemaker ile) E. a dalgası izlenmemesi: 1. Atriyal fibrilasyon yada atriyal durma 2. Atriyal flutter F.Yüksek v dalgası 1. Triküspit yetmezliği 2. Sağ ventriküler kalp yetmezliği 3. Atriyal komplians azalması ( Restriktif myopati) G.a dalgası ile eş değerli v dalgası : 1. Tamponad 2. Konstriktif perikardial hastalıklar 3. Hipervolemi H. Belirgin x inişi 1. Tamponad 2. Atriyal kontraktilitesi korunmuş sağ ventriküler iskemi I. Belirgin y inişi : 1. Konstriktif perikardit 2. Restriktif myopati 3. Triküspit yetersizliği J. Belirgin olmayan x inişi : 1. Atriyal fibrilasyon 2. Sağ atriyal iskemi K. Belirgin olmayan y inişi: 1. Tamponad 2. Sağ ventriküler iskemi 3. Triküspit stenozu L. Özel durumlar 1. Kussmaul işareti (Sağ atriyal basınçta solunuma bağlı azalması ya da yükselme) Konstriktif perikardit, sağ ventriküler iskemi 2. Eşitlenme ( ≤5mm.Hg) ortalama sağ atriyal ventriküler diastolik , pulmoner arter diastolik, pulmoner kapiller wedge ve tamponadtaki perikardial basınçların eşitlenmesi 3. M yada W paternleri: Sağ ventriküler iskemi, perikardiyal konstrüksiyon, konjestif kalp yetmezliği 4. Sağ atriyal basıncın ventrikülizasyonu: Ciddi triküspit yetmezliği 5. Sawtooth (testere diş) paterni: Atriyal flutter 6. İntrakardiyak elektrokardiogram ve basınç kayıtları arası farklılıklar: Ebstein anomalisi II. Sol atriyal basınç / pulmoner kapiller köşe basınç traseleri: A. Düşük ortalama basınç 1. Hipovolemi 2. Uygunsuz / yanlış transdüser sıfırlanması B. Yüksek ortalama basınç : 1. İntravasküler volüm yüksekliği 33 2. Kapak hastalıklarına bağlı sol ventrikül yetersizliği ( Mitral yada aortik stenoz yada yetersizlik) 3. Myokardiyal hastalıklara bağlı sol ventrikül yetersizliği (İskemi yada kardiyomyopati) 4. Sistemik hipertansiyona bağlı sol ventrikül yetersizliği 5. Tamponad fizyolojisinde perikardial effüzyon 6. Obstrüktif atriyal miksoma C. Yüksek a dalgası (Ventriküler dolum artışı olmadan) 1. Mitral stenoz 2. Ventrikül yetersizliğine (ventriküler komplians azalması, aortik kapak stenozu yada sistemik hipertansiyon bağlı) D. Cannon a dalgası 1. Atriyal-ventriküler asenkroni (Mitral kapak kapalı iken atriyal kontraksiyon, tam kalp bloku süresince, pramatür ventriküler kontraksiyon takibinde, ventriküler taşikardi süresince, ventriküler pacemaker ile) E. a dalgası izlenmemesi : 1. Atriyal fibrilasyon yada atriyal durma 2. Atriyal flutter F.Yüksek v dalgası 1. Mitral yetersizliği 2. Sol ventriküler kalp yetmezliği 3. Ventriküler septal defekt G. a dalgası eş değerli v dalgası 1. Tamponad 2. Konstriktif perikardial hastalıklar 3. Hipervolemi H. Belirgin x inişi: 1. Tamponad I. Belirgin y inişi : 1. Konstriktif perikardit 2. Restriktif myopati 3. Mitral yetersizliği J. Belirgin olmayan x inişi : 1. Atriyal fibrilasyon 2. Atriyal iskemi K. Belirgin olmayan y inişi: 1. Tamponad 2. Ventriküler iskemi 3. Mitral stenoz L. Pulmoner kapiller köşe basıncın sol ventriküler diastol sonu basınca eşit olmaması: 1. 2. 3. 4. 5. 6. Mitral stenoz Sol atriyal miksoma Kor triatriatum Pulmoner venöz obstrüksiyon Ventriküler komplians azalması Plevral basınç artması 34 III. Pulmoner arter basınç traseleri: A.Yükselmiş sistolik basınç 1. Primer pulmoner hipertansiyon 2. Mitral stenoz ya da yetersizliği 3. Konjestif kalp yetmezliği 4. Restriktif myopati 5. Anlamlı soldan sağa şant 6. Pulmoner hastalıklar (Pulmoner emboli, hipoksemi, kronik obstrüktif pulmoner hastalıklar) B.Sistolik basınç azalması 1. Hipovolemi 2. Pulmoner arter stenozu 3. Subvalvüler yada supravalvüler stenoz 4. Ebstein anomalisi 5. Triküspit stenozu 6. Triküspit atrezisi C. Nabız basıncı azalması 1. Sağ kalp iskemisi 2. Sağ ventrikül infarktı 3. Pulmoner emboli 4. Tamponad D.Bifid pulmoner arter dalgası 1. Tersine dönmüş geniş sol atriyal v dalgası E. Pulmoner arter diastolik basıncının pulmoner kapiller köşe basıncından büyük olması 1. Pulmoner hastalıklar 2. Pulmoner emboli 3. Taşikardi IV.Ventriküler basınç traseleri: A.Sistolik basınç yükselmesi 1. Pulmoner yada sistemik hipertansiyon 2. Pulmoner kapak yada aort stenozu 3. Ventriküler outflow sahasında obstrüksiyon 4. Supravalvüler obstrüksiyon 5. Sağ ventriküler anlamlı basınç yükselmesi a. Atriyal septal defekt b.Ventriküler septal defekt 6. Pulmoner vasküler rezistans artışına neden olan faktörlerden dolayı sağ ventriküler basınç yükselmesi (Sağ atriyal basınç yükselten faktörlere bakınız) B. Sistolik basınçta azalma 1. Hipovolemi 2. Kardiojenik şok 3. Tamponad C. Diastol sonu basınç yükselmesi 1. Hipervolemi 2. Konjestif kalp yetmezliği 3. Komplians azalması 35 4. Hipertrofi 5. Tamponad 6. Yetersizliğe neden olan kapak hastalığı 7. Perikardial kontriksüyon D. Diastol sonu basınç azalması 1. Hipovolemi 2. Triküspit yada mitral stenoz E.a dalgası yokluğu yada azalması 1. Atriyal fibrilasyon yada flutter 2. Triküspit yada mitral stenoz 3. Ventriküler komplians arttığında triküspit yada mitral yetersizlik F.Diastolik basınç dalgasında plato yada çukur / meyil 1. Konstriktif perikardit 2. Restriktif myopati 3. Sağ ventrikül iskemi 4. Akut dilatasyon ile ilgili a. Triküspit yetersizliği b. Mitral yetersizliği G. Sol ventrikül diastol sonu basıncı sağ ventrikül diastol sonu basıncından büyük olması: 1. Rekstriktif myopati V. Aortik basınç traseleri : A. Sistolik basınç yükselmesi 1. Sistemik hipertansiyon 2. Arterioskleroz 3. Aort yetersizliği B. Sistolik basınç azalmas 1. Aort stenozu 2. Kalp yetmezliği 3. Hipovolemi C. Genişlemiş nabız basıncı 1. Sistemik hipertansiyon 2. Aort yetersizliği 3. Anlamlı patent ductus arteriosus 4. Valsalva anevrizması sinüsünün anlamlı rüptürü D. Nabız basıncında azalma 1. Tamponad 2. Konjestif kalp yetmezliği 3. Kardiojenik şok 4. Aort stenozu E. Pulsus bisferiens : 1. Aort yetersizliği 2. Obstriktif hipertrofik kardiomyopati F. Pulsus paradoxus : 1. Tamponad 2. Kronik obstriktif hava yolu hastalıkları 3. Pulmoner emboli G. Pulsus alternans : 36 1. Konjestif kalp yetmezliği 2. Kardiomyopati H. Pulsus parvus et tardus : 1. Aort stenozu I. Sivri ve kubbe ( Spike-and-dome) konfigürasyonu: 1. Obstriktif hipertrofik kardiomyopati Duvar Stresi: Kesitsel alan basınca maruz kaldığında birim başına düşen kuvvet arttığından stres gelişir. Laplace kanununa göre: Duvar gerilimi= Basınç x Yarı çap / 2 x Duvar kalınlığı Bu denklem iki noktayı vurgular. Birincisi daha büyük sol ventrikül, yarıçap ve duvar stresidir. İkincisi büyüyen sol ventrikülün geliştirdiği daha büyük basınç ve daha büyük duvar stresidir. Duvar gerilimi artışı iki mekanizmadan birine bağlıdır.(Sol ventrikül büyüklüğü ya da ventrikül içi basınç) Çünkü gelişen büyük gerilim myofibrillerce büyük oranda ATP kullandırır ve myokardial oksijen tüketimini artırır. Kardiak hipertrofi, duvar kalınlığının duvar gerilimi üzerindeki etkilerini açıklar. Hipertrofi ile duvar kalınlığı artışı basınç artışını dengeler. Kompansatuvar hipertrofi fazı süresince duvar gerilimi değişmeden kalır(77). Preload – Afterload: Preload günümüzde diyastol sonundaki duvar stresi olarak tanımlanır. Maksimal dinlenmedeki sarkomer uzunluğudur. İn vivo koşullarda duvar stresi ölçümü zordur ve sol ventrikül kompleks anatomisi nedeniyle ihmal edilir. Preload indekslerinin yedek ölçümlerine sol ventrikül diastol sonu basıncı ya da boyutları (iki boyutlu ekokardiografik görüntüde majör ve minör eksen boyutları)dahil edilir. Afterload kontrakte myokard önündeki yüktür. Aynı zamanda sol ventrikül ejeksiyon süresindeki duvar gerilimidir. Afterload artışı, intraventriküler basınç artışı demektir. 37 Aortik İmpedans Arterial input impedans olarakta adlandırılır. Afterloadun ir doğru ölçümünü veren diğer bir parametredir. Aortik impedans aortik basıncın aortik anlık akıma bölümüdür. Bu yüzden her bir kontraksiyonda afterload indeksleri değişir. Yüksek arterial kan basıncı, aort stenozu, azalmış aortik komplians gibi aort akımını azaltan faktörler, impedansı dolayısıyla afterloadu arttırır. Sistol süresince aort kapağı açıldığında afterload artışı, duvar gerilimi artışı şeklinde ventriküle yansır. Sol ventrikül yetmezliğinde aortik impedans sadece periferal vasokonstrüksiyon etkisi ile değil ve aortik komplians azalmasıyla birlikte artar. Aortik impedansın klinik ölçümündeki problem, invaziv aletlerin gerekliliğidir. Örneğin transözefagial ekokardiografi kullanılarak aortik kapak tam açıldıktan sonra maksimal artmış aortik akım değerlendirilebilir. 38 MATERYAL ve METOD Çalışma metabolik sendromu bulunan 42 hasta, (grup 1, 16 erkek; ortalama yaş 54±5 yıl) ve yaşa göre eşleştirilmiş metabolik sendrom bulunmayan 40 olgu ile yapılmıştır (grup 2, 14 erkek; ortalama yaş 54±6 yıl). Tüm hastaların koroner arter hastalığı şüphesi nedeniyle anjiografileri yapılmış ancak anjiografileri normal çıkan olgular içinden gruplar seçilmiştir. Metabolik sendromlu olgularda angiografi endikasyonu tipik angina pektoris bulunması ve/veya miyokard iskemisi şüphesi görülen noninvazif tetkik sonucu üzerine konulmuştur. Kontrol grubu ise atipik göğüs ağrıları nedeniyle hastanemize elektif anjiografi için başvurmuş ve anjiografi sonuçları normal bulunmuş 40 olgudan oluşmaktadır. Tüm hastalardan çalışma için yazılı onam alınmış ve çalışma hastanemiz etik kurulu tarafından onaylanmıştır. Koroner arter hastalığı, kalp kapak hastalığı, sol ventrikül disfonksiyonu, atriyal fibrilasyon, kontrolsüz hipertansiyonu bulunanlar, hiperlipidemi nedeniyle tedavi görenler ve hikayesinde AMİ bulunan olgular çalışma kapsamına alınmamışlardır. Diyabetik hastalar ya kendi beyanları üzerine veya insulin, oral hipoglisemik ajan kullanımı söz konusu ise çalımaya alınmamış bunların dışında Amerikan Diyabet Assosyasyonu kriterlerine(78) göre diyabet tanısı sonradan konulmuş olanlarda çalışma dışında tutulmuştur. Metabolik Sendromda Diagnostik Kriterler Metabolik sendrom tanısı Enternasyonal Diyabet Federasyonunun bu konuda koymuş olduğu klinik tanım esas alınarak konulmuştur(79). Buna göre tanıda abdominal obesite (bel 39 çevresi erkeklerde >94cm, kadınlarda >80cm) ile birlikte aşağıda belirtilmiş olan kriterlerin en az ikisinin bulunması zorunluluğu vardır. 1.Yüksek Trigliserd seviyesi (≥150mg/dl) 2.Düşük HDL Kolestrol düzeyi (erkekte < 40mg/dl;kadında<50mg/dl) 3.Yüksek kan basıncı (Sistolik≥130mmHg veya Diyastolik≥85mmHg yada Antihipertansif ajan kulanımı mevcudiyeti) 4.Artmış AKŞ düzeyi (≥100mg/dl) Çalışmamıza ait kontrol grubu hastalarda bu kriterlerin 2 ve altı bulunmakta idi. Biokimyasal Analiz Kan örnekleri alınmadan önce hastalardan 12 saat öncesinden aç kalmaları istenmiştir. Serum Total Kolestrol ve trigliserid düzeylerinde ölçümünde komplet enzimatik teknik kullanılmıştır. HDL-kolestrol düzeyi ise Apo-B eki bulunan lipoproteinlerin klorür ihtiva etmeyen dextran sulfat ile çöktürme işlemini takiben değerlendirilmiştir. LDL-Kolestrol düzeyini değerlendirmek için ise Friedewald ve ark. tanımladığı teknik kullanılmıştır. Plazma glukoz düzeyi glucose oksidaz tekniği ile ölçülmüştür. (80) Anthropometric Ölçümler Boy, kilo ve bel çevresi standardize edilmiş protokol esas alınarak ölçülmüştür. Vücut kitle indexi kilogram cinsinden ağırlığın, metre cinsinden boy uzunluğunun karesine bölümünden elde edilmiştir (kg/m2). Bel çevresi ise karın rahat durumda iken belin en dar noktasından ölçülmüştür. 40 Hemodinamik Parametrelerin Ölçümü Hemodinamik ölçümler hasta yatar pozisyonda kardiak kateterizasyon yapımı esnasında değerlendirilmiştir. Aortik basınç sıvı - dolu sistem kullanılarak (pigtail kateter) asendan aortadan elde edilmiştir. Aorta sistolik ve diyastolik basınç traseleri 25mm/sn hızda hareket eden şerit üzerine çizdirilmiştir. Analiz amacıyla her hastadan ortalama bu şekilde 6-9 adet trase alınmış ve incelenmiştir. Aortik ortalama basıncı sistolik basıncın 1/3 ile diastolic basıncın 2/3 eklenerek elde edilmiştir. Aortik pulsatilite ( fraksiyonel nabız basıncı) aortik nabız basıncının ortalama basınca olan oranı olarak tanımlanmıştır. (81). İstatistiksel analiz Nümerik veriler ortalama±standart deviasyon, kategorik değişkenler ise yüzde şeklinde ifade edilmişlerdir. Kategorik veriler kikare testi ile incelenmiş olup nümerik verilerde unpaired t testi kullanılmıştır. Aortik nabız basıncı ve pulsatilite ile metabolik sendrom alt komponentleri arasında daha kapsamlı ilşkinin tesbiti amacıyla multiple regresyon analizinden yararlanılmıştır. Özellikle aortic nabız basıncı ve asendan aort pulsatilitesi; bel çevresi, vücut kütle endeksi, HDL, LDL ve Total kolesteroller, AKŞ, trigliserid düzeyi, sistolik ve diyastolik kan basınçların bütünü ile multiple regresyon analizine tabi tutulmuştur. 41 BULGULAR Her iki gruba ait genel klinik biyokimyasal ve antropometrik bilgiler tablo 5’de gösterilmiştir. etabolik sendrom bulunan grupta beklendiği üzere diğer gruba göre bel çevresi daha geniş, trigliserid düzeyleri, AKŞ’leri yüksek ve HDL-kolesterol değerleri daha düşüktür. Tablo 5. Hastaların temel klinik, biyokimyasal ve antropometrik bulguları Kontrol Grubu (n=40) Yaş(ort±yıl) Metabolik Sendrom Grubu (n=42) P değeri 54±6 54±5 14(35) 16(38) >0.05 >0.05 16(40) 19(45) >0.05 BMI(kg/m ) 25±2 30±3 <0.001 Bel çevresi (cm) 81±8 97±10 Total kolesterol(mg/dl) 187±19 194±15 <0.001 >0.05 LDL kolesterol(mg/dl) 108±21 115±19 >0.05 HDL kolesterol(mg/dl) 53±7 39±6 <0.001 128±18 199±29 <0.001 89±8 115±7 <0.001 1.2±0.5 4.0±0.8 <0.001 Erkek (%) Sigara kullanan (%) 2 Trigliserid (mg/dl) Glukoz(mg/dl) Metabolik sendrom komponent sayısı(mean±SD) BMI= Vücut kitle indeksi Metabolik sendrom komponentlerinin görülme oranları tablo 6’da verilmiştir. Tablo 6. Metabolik Sendrom Grubunda Komponentlerin Görülme Sıklığı n(%) Bel çevresi 42(100) >94cm (erkek) >80cm (kadın) Kan basıncı Sistolik≥130mmHg 38(90) Diyastolik≥85mmHg Açlık Kan Şekeri≥100mg/dl 35(83) Yüksek trigliserid düzeyi≥150 30(71) Düşük HDL kolesterol düzeyi 32(76) <40mg/dl(erkek) <50mg/dl(kadın) 42 Metabolik sendrom bulunan grupta sistolik ve diyastolik kan basınçları kontrol grubuna göre daha yüksek bulunmuştur. İki gruba ait Aortic nabız basıncı (MS:59±12 mmHg, Kontrol:43±10 mmHg, p<0.001) ile asendan aort pulsatilite (MS:0.54±0.10, Kontrol:0.48±0.10, p<0.001) değerlerine bakıldığında metabolik sendrom bulunan grupta her iki değerin yaş ile eşleştirilmiş kontrol grubuna kıyasla anlamlı derecede yüksek olduğu görülmektedir. (tablo 7). Tablo 7. Çalışma Grubunun Aortik Basınç Puan Ortalamaları Kontrol Grubu (n=40) Metabolik Sendrom Grubu (n=42) P değeri Sistolik basınç(mmHg) 118±7 148±15 <0.001 Diyastolik basınç(mmHg) 75±6 89±8 <0.001 Ortalama basınç(mmHg) 89±7 109±11 <0.001 Nabız basıncı(mmHg) 43±10 59±12 <0.001 0.48±0.10 0.54±10 <0.001 Asendan aorta pulsatilitesi Multiple regresyon analizi asendan aort pulsatilitesi ile AKŞ, bel çevresi ve sistolik kan basıncının her biri ile ayrı ayrı bağımsız ilişkinin olduğunu göstermektedir. (model R2=408, p<0.001) (tablo 8). Tablo 8. Multiple regression modelleri kullanılarak Asendan aort pulsatilitesi ile ilgili bağımsız değişkenlerin değerlendirilmesi(fractional pulse pressure) MS(-) MS (+) Coefficient p< Coefficient p< Açlık kan şekeri 0.034 0.02 Açlık kan şekeri 0.032 0.03 Sistolik kan basıncı 0.046 0.01 Sistolik kan basıncı 0.038 0.01 Bel çevresi 0.062 0.01 Bel çevresi 0.060 0.01 Metabolik sendrom 0.840 0.01 2 2 0.408 0.001 0.416 0.001 Model R Model R Sadece geriye yönelik aşamalı(kademeli) eleme sonrasında anlamlı bulunan değişkenler tabloda gösterilmiştir. 43 Aortik nabız basıncı ile AKŞ, bel çevresi ve sistolik kan basıncı arasında bağımsız ilişki bulunmaktadır (model R2=438, p<0.001) (table 9). Tablo 9. Multiple regression modelleri kullanılarak aortik nabız basıncı ile ilgili bağımsız değişkenlerin değerlendirilmesi MS(-) MS (+) Coefficient p< Coefficient p< Açlık kan şekeri 0.040 0.01 Açlık kan şekeri 0.036 0.02 Sistolik kan basıncı 0.044 0.01 Sistolik kan basıncı 0.042 0.01 Bel çevresi 0.068 0.01 Bel çevresi 0.062 0.01 Metabolik sendrom 0.780 0.01 2 2 0.438 0.001 0.446 0.001 Model R Model R Sadece geriye yönelik aşamalı(kademeli) eleme sonrasında anlamlı bulunan değişkenler tabloda gösterilmiştir. Model metabolik sendromun dahil edilmesi ile tekrar edildiğinde diğer model çalışmasında belirtilen parametreler ile asendan aort pulsatilitesi ve aortik nabız basıncı arasında mevcut olan bağımsız ilişkinin aynı şekilde devam ettiği ancak bunun yanında metabolik sendromun soyut bütünününde hem aortik nabız basıncı (p<0.01) hemde asendan aort pulsatilitesi (p<0.01) ile bağımsız ilişkisinin olduğu tesbit edilmiştir(tablo 4 ve 5). 44 TARTIŞMA Bu çalışmada başlıca şu sonuçlar ortaya çıkmıştır. 1. Gerek aortik nabız basıncı gerekse asendan aort pulsatilitesi metabolik sendrom grubunda yaş göre eşleştirilmiş kontrol grubuna göre oldukça yüksek bulunmuştur. 2. Anjiografik olarak koroner sistemin normal olduğu olgularda metabolik sendromu oluşturan ögelerin herbiri ayrı ele alınmış olmasına karşın, komponentlerin en az üçünün biraraya getirilmesi halinde de asendan aortik pulsatilite ve aort nabız basıncı ile metabolik sendrom arasında bağımsız ilişkinin bulunduğu gösterilmiştir. Günümüzde major arterlerdeki elastite kaybı ile kardiyovasküler olumsuz hadiseler arasında bağ olabileceği kanaati giderek kuvvet kazanmaktadır(4,5). Framingham Kardiyoloji çalışmasında 20 yılın üzerinde olan izleme sürecinde artmış nabız basıncı –ki bu büyük arter duvar sertliğinin bir göstergesidir- ile öncesinde klinik olarak koroner arter rahatsızlığı bulunmayan orta ve ileri yaş grubunda koroner arter hastalığı riskinin artmış olduğu gösterilmiştir.(82). Metabolik sendrom; atherosklerotik risk faktörler kümesidir ve artmış kardiyovasküler hadise (3) insidansı ile yakın ilişkisi bulunmaktadır. Metabolik sendromu oluşturan kriterlerin sayısı ile mortalite arasında lineer ilişki mevcuttur(83). Metabolik sendromun büyük arterlerdeki damar sertliği ile olan yakın ilişkisi, bu durumun kardiyovasküler sistem üzerindeki olumsuz etkisini açıklayabilecek mekanizma olabileceğini 45 düşündürmektedir. Gerçekte de hipertansiyon (8), hiperglisemi (9), visseral yağ dokusu (10) gibi metabolik sendromun bazı komponentleri ile aortik damar sertliği arasında ilişki bulunmaktadır. Bugüne kadar metabolik sendromun bütünü ile arteryel duvar sertliği arasındaki ilişkiyi araştıran çalışma fazla bulunmamaktadır. Diyabet şikayeti olmayan 180 sağlıklı orta yaş kadından oluşan grup üzerinde karotid arter distansibilitesi ile kimi metabolik sendrom komponentleri ve alt gruplarının bazıları arasında ilişki olduğu gösterilmiştir(11).Yakın zamanda yapılan çalışmalarda da metabolik sendrom ile aortik nabız dalgası arasında ki ilişki orta yaş japon erkekler üzerinde yapılan çalışmada(12), ayrıca karotid arter sertliği ile olan ilişkiside yaşlanma üzerine yapılan uzun süreçli Baltimore çalışmasında gösterilmiştir (13). Çalışma sonuçlarımız bu çalışma sonuçlarına benzer bulunmuştur. Ancak ilaveten şu hususlarda yer almaktadır. 1. Damar sertliğini ifade etmek amacıyla farklı bir parametreden yararlandık (Asendan aort pulsatilitesi).Bu durum hem PKG sonrası restenoz gelişmesinde hem de koroner arter hastalığı oluşmasında riski yükselten etkendir (6,7). 2. Çalışmamızda hem aortik nabız basıncı hem de asendan aorta pulsatilitesi metabolik sendrom grubunda daha yüksek bulunmuştur. Her grubun yaş olarak eşdeğer olmaları metabolik sendromun damar yaşlanmasını hızlandırdığını düşündürmektedir. 3. Metabolik sendrom bütününün aortik nabız basıncı ve asendan aort pulsatilitesi ile bağımsız olarak ilişkisinin gösterilmiş olması, aortik damar sertliğinin metabolik sendromda yaygın olarak görülen kardiyovasküler hadiselerin oluşumundaki muhtemel mekanizmalardan birisi olabileceğini düşündürmektedir 46 Gözlemlemiş olduğumuz aortik damar sertliği ile metabolik sendrom arasındaki ilişki için birtakım mekanizmalar düşünülebilir. İlk olarak bu sendromun büyük damarlar üzerinde oluşturduğu olumsuz etki kan basıncına olan etkisinden ileri gelebilir. Kan basıncı ve kan akımı damarda sirkumferansiyel duvar ve yüksek akım shear stresini belirleyen ve dolaysıyla damar duvar fonksiyonunu etkileyebilen en önemli faktördür(84,85). Bu çalışmada aortik pulsatilite ile sistolik kan basıncı arasında bağımsız istatistiksel ilişki bulundu. Glucose metabolizmasının bozulmuş olmasının damar matrix proteinlerinin glikasyonuna (86,87) ve oluşan bu maddelerin damar duvarında kollagen ve elastin lifleri üzerinde birikmesi ise damar elastitesinde kayba sebep olabilir(86). Çalışmamızda yapmış olduğumuz multipl regresyon analizinde AKŞ ile asendan aort pulsatilitesi arasında bağımsız ilişkinin varlığı gözlemlenmiştir. Bunların yanında viseral yağlanma, leptin ve benzeri peptidlerin salınımına neden olarak arteryel duvar hareketinde değişikliğe neden olmuş olabilir(88,89). Çalışmamızda bel çevresi ölçümü ile belirlenmiş olan visseral yağlanma ile asendan aort pulsatilitesi arasında ciddi bağımsız ilişki mevcutken, vücut kütle endeksi ile herhangibi bir ilişki saptanmamıştır. Bu da bize göstermektedir ki aort damar sertliği üzerinde total vücut yağlanmasının değil visseral yağlanmanın önemi vardır. Çalışma sonuçlarımız Schillaci ve ark. yapmış olduğu çalışma ile uyumludur.(90). Kan basıncının brakial arterden sifingomonometrik olarak ölçülmesi invaziv kateter ölçümü ile aynı hassaslıkta değilir (91,92). Fizyolojik olarak nabız basıncı santraldan perifere doğru gidildikçe artma gösterir;dolayısıyla invazif olarak elde edilmiş nabız basıncı değerleri 47 arteryel damar inelastitesine daha sağlıklı olarak yansıtacaktır.Ortalama kan basıncına oranla artmış olan nabız basıncı damar sertliği için tipik bulgudur. Bu çalışma için görebildiğimiz en önemli eksiklik bizce normal koroner arter tanımında angiografik değerlendirmenin esas alınmasıdır ki eksik bilgi verebilir dolayısıyla intravasküler ultrason kullanımı daha uygun olurdu. Sonuç olarak, bulgularımız göstermiştir ki anjiyografik olarak normal koroner arter yapısı olan olgularda metabolik sendromun öğeleri tek tek ele alındıklarında dahi, komponentlerin en az üçünün birarada değerlendirilmesi durumunda da metabolik sendrom ile asendan aort pulsatilitesi ve artmış aortik nabız basıncı arasında bağımsız ilişki bulunmaktadır. Bu da bize aortik damar sertliğinin metabolik sendromda artmış olan kardiyovasküler olay gelişimi mekanizmasında etkili olabileceğini düşündürür. İleride aortik damar sertliğini azaltmaya yönelik yapılacak girişim ve stratejilerin metabolik sendromun olumsuz kardiyovasküler etkisine ne ölçüde katkısı olacağına dair bir çalışma ile konunun genişletilmesi düşünülebilir. 48 ÖZET Büyük arterlerde elastite, nabız basıncını(PP) belirleyen en önemli etmenlerdendir, PP ise gelecekte oluşabilecek koroner hadiselerin hazırlayıcıları arasındandır. Amaç: Bu çalışmada metabolik sendromun (MS) angiografik olarak normal koroner arterleri (NCA) bulunan olgularda aortik PP ve asendan aort pulsatilitesi (AP) üzerine olan etkisini irdeledik. Metod: Bu çalışmada MS (grup 1) bulunan 42 hasta ile bu grupla yaş ile eşlemiş olan 40 kişilik kontrol grubu (MS olmayan-grup 2) değerlendirilmiştir. Katılanların tümü NCA bulunan olgulardır. MS tanısı 2005 yılında yayınlanan international diyabet federasyonu kriterleri esas alınarak belirlenmiştir. Asendan AP ise nabız basıncının ortalama kan basıncına olan oranı olarak ele alınmıştır. Bulgular: Aortic PP (59+/-12 mmHg vs 43+/-10 mmHg, p<0.001) ve ascending AP (0.54+/0.10 vs 0.48+/-0.10, p<0.001) MS grubunda anlamlı şekide yüksekti. Multipl regresyon analizi, AP ile AKŞ, bel çevresi ve systolic kan basıncı (model R2=408, p<0.001) arasında istatistiksel olarak bağımsız ilişkilerin olduğunu saptamıştır. Bütününde MS, hem ascendan AP (p<0.01) hemde aortic PP (p<0.01) her ikisi ile bağımsız olarak etkileşim göstermektedir. Sonuç: NCA bulunan MS ile artmış aortik PP ve ascending AP arasında bağımsız ilişki bulunmaktadır. Bu sonuç, aortik duvar elastikiyeti kaybının MS olgularında artmış olan kardiyovasküler risk mekanizmaları arasında bulunabileceği varsayımını akla getirmektedir. Anahtar Kelimeler: metabolik sendrom, aortik nabız basıncı, asendan aorta pulsatilitesi 49 KAYNAKLAR 1. Wilson PWF, Kannel WB, Silbershatz H, et al. Clustering of metabolic factors and coronary heart disease. Arch Intern Med 1999;159:1104-1109 2. Grundy SM. Hypertriglyceridemia, insulin resistance, and the metabolic syndrome. Am J Cardiol 1999;83:25-29 3. Lakka HM, Laaksonen DE, Lakka TA, et al. The metabolic syndrome and total and cardiovascular disease mortality in middle-aged men. JAMA 2002;288: 2709-2716 4. Liao D, Arnett DK, Tyroler HA, et al. Arterial stiffness and the development of hypertension. The ARIC study. Hypertension 1999;34:201-206 5. Laurent S, Boutouyrie P, Asmar R, et al. Aortic stiffness is an independent predictor of all-cause and cardiovascular mortality in hypertensive patients. Hypertension 2001;37:1236-1241 6. Danchin N, Benetos A, Lopez-Sublet M, on behalf of the ESCAPP Investigators. Aortic pulse pressure is related to the presence and extent of coronary artery disease in men undergoing diagnostic coronary angiography: A multicenter study. Am J Hypertens 2004;17:129-133 7. Nakayama Y, Tisimura K, Yamashita N, Yoshimaru K, Hayashi T. Pulsatility of ascending aortic pressure waveform is a powerful predictor of restenosis after percutaneous transluminal coronary angioplasty. Circulation 2000;101:470-472 8. Benetos A, Laurent S, Asmar RG, Lacolley P. Large artery stiffness in hypertension. J Hypertens 1997;15(suppl):S89-S97 50 9. Brooks BA, Mdyneaux LM, Yue DK. Augmentation of central arterial pressure in Type 2 diyabetes. Diyabet Med 2001;18:374-380 10. Sutton–Tyrrell K, Newman A, Simonsick EM, et al. Aortic stiffness is associated with visceral adiposity in older adults enrolled in the study of health, aging and body composition. Hypertension 2001;38:429-433 11. van Popele NM, Westendorp IC, Bots ML, et al. Variables of the insulin resistance syndrome are associated with reduced arterial distensibility in healthy non-diyabetic middle-aged women. Diyabetologia 2000;43:665-672 12. Nakanishi N, Suzuki K, Tatara K. Clustered features of the metabolic syndrome and the risk for increased aortic pulse wave velocity in middle-aged Japanese men. Angiology 2003;54:551-559 13. Scuteri A, Najjar SS, Muller DC. Metabolic syndrome amplifies the age-associated increases in vascular thickness and stiffness. J Am Coll Cardiol 2004;43:1388-1395 14. Vague J: La Differanciation sexuelle, facteur determinant desformes de L' obesite. Pres Med 1947; 30: 330-340 15. Reaven GM, Banting lecture 1988: Role of insulin resistance in human disease. Diyabetes 1988; 37: 1595-1607 16. Alberti KG, Zimmet PZ et al. Definition, diagnosis and clasfication of diyabetes mellitus and its complication, part 1: Diagnosis and clasfication of diyabetes mellitus provisional of WHO consultation. Diyabet Med 1998; 15: 539-553 17. Balkau B, Charles MA. Comment on the provisional report from the WHO consultation. European group fort he study of Insulin Resistance(EGIR). Diyabet Med 1999; 442-443 51 18. National, Cholestrol Education Program(NCEP) Expert Panel on Detection, Evaluation, and Treatment of High Blood Cholestrol in Adults(Adult Treatment Panel III) Third Report of the National Cholestrol Education Program(NCEP) Expert Panel on Detection, Evaluation, and Treatment of High Blood Cholestrol in Adults(Adult treatment Panel III) final report. Circulation 2002; 106: 3143-3152 19. Altan Onat. Metabolik Sendrom: Hekimlerimiz için odak. In: Altan Onat et al. Türk Erişkinlerinde Kalp Sağlığı. Istanbul. Yelken Basim 2005. p. 104-110. 20. Jensen MD, Haymond MW et al. Influence of body fat distribition on free fatty acid metabolism in obesity. J Clin Invest 1989; 83: 1168-1173 21. Lee S, Jansen I et al. Intel-individual variation in abdominal subcutaneous and visceral adipose tissue: Influence of measurement site J Appi Physiol 2004; 97: 948-954 22. International Diyabetes Federation worldwide definition of the metabolic syndrome. Available at:http://www.idf.org/webdata/docs/IDF_Metasyndrom_Definition.pdf. Accessed August 24 2005 23. DeGraaf J, Hendriks JC at al. Identification of multiple dense LDL subfractions with enhanced susceptibility to in vitro oxidation among hypertriglyseridemicsubjects. Normalization after clofibrate treatment. Arterioscler Thromb 1993; 13: 712-719 24. Halle M, Ber A et al. Influence of mild to moderately elevated triglycerides on low density lipoprotein subtraction concentration and composition in healty men with low high density lipoprotein cholestrol levels. Atherosclerosis 1999; 143: 185-192 25. Kwiterovich PO Jr. Clinical relevance of the biochemical, metabolic, and genetic factors that influence low density lipoprotein heterogeneit. Am J Cardiol 2002; 90: 30 i-47i. 52 26. Tooke JE, Hannemann MM. Advers endothelial function and the insulin resistance syndrome. J Intern Med 2000; 247: 425-431 27. Kuroda S, Uzu T et al. Role of insulin resistance in the genesis of sodium sensitivity in essential hypertension. J Hum Hypertens 1999; 13: 257-262 28. Egan BM. Insulin resistance and the sympathetic nervous system. Curr Hypertens Rep 2003; 5: 247-254 29. Matsuzawa Y. Adipocytokines and metabolic syndrome. Semin Vase Med 2005;5: 34-39 30. Weisber SP, McCann D et al. Obesity is associated with macrophage accumulation in adipose tissue. J Clin Invest 2003; 112: 1796-1808 31. Ridker PM, Buring JE et al. C-reactive protein, the metabolic syndrome and risk of incident cardiovascular events: An 8 year follow up of 14719 initially healthy American women. Circulation 2003; 107: 391-397 32. Festa A, D, Asosnno R Jr et al. Chronic subclinical inflammation as part of the insulin resistance syndrome: The Ins-l.n Resistance Atherosclerosis Study(IRAS). Circulation 2000; 102:42-47 33. McLaughlin T, Abbasi F et al. Differentiation between obesity and insulin resistance in the association with C-reactive protein. Circulation 2002; 106: 2908-2912 34. Weyer C, Funahashi T et al. Hypoadiponectinemia in obesity and type 2 diyabetes: Close association with insulin resistance and Metab2001;86: 1930-1935 53 hyperinsulinemia. J Clin Endocrinol 35. Kazumi T, Kawaguchi A et al. Young men with high-normal blood pressure have lower serum adiponectin, smaller LDL size, and higher elevated heart rate than those with optimal blood pressure. Diyabetes Care 2002; 25: 971-976 36. Clinical Guidelines on the Idendification Evaluation, and Treatment of overweight and Obesity in Adults-the Evidence Report. National Institutes of Health. Obes Res 1998; 6(Suppl 2): 51S-209S 37. Grundy SM, Cleman JI et al. AHA/NHLBI Scientific Statement: Diagnosis and management of the Metabolic Syndrome. An American Heart Association/ National Heart, Lung, and Blood Institute Scientific Statement. Circulation 2005; 112 38. Genuth S, Albert! KG et al. Expert Commitee on the Diagnosis and Clasification of Diyabetes Mellitus. Follow-up report on the diagnosis of diyabetes mellitus. Diyabetes Care 2003;26:3160-3167 39. Einhom D, Reaven GM et al. American College of Endocrinology position statement on the insulin resistance syndrome. Endocr Pract 2003; 9: 237-252 40. VanPuijenbroek EP, Du Buf-VereijkenPW et al. Possible increased risk of rhabdomyolisis during concomittant use of simvastatin and gemfibrozil. J Intern Med 1996; 240: 403-404 41. Knowler WC, Barret-Connor E et al. Reduction in the incidence of type 2 diyabetes with lifestyle intervention or metformin. N Engi I Med 2002; 346: 393-403 42. Zimmet P, Shaw J et al. Preventing type 2 diyabetes and the dysmetabolic syndrome in the real world: A realistic view. Diyabet Med 2003; 20: 693-702 43. Standarts of medical care in diyabetes. Diyabetes Care 2004; 27: (Suppi I): S15-S35 54 44. Colwell JA. Antiplatelet agents for the prevention of cardiovascular disease in diyabetes mellitus. AM J Cardiovasc Drug 2004; 4: 87-106 45. Pepine CJ, Allen HD, Bashore TM, et al. ACC/AHA guidelines for cardiac catheterization laboratories. Circulation 1991; 84:2213-2247. 46. Bashore TM . State of the art of coronary angiography. J Invas Cardiol 1991; 3(suppl B):47B-59B. 47. Sones FM Jr, Shirey EK . Cine coronary arteriography. Mod Concepts Cardiovasc Dis 1962;31:735-738. 48. Conti ER. Coronary arteriography. Circulation 1977;55:227-237. 49. Nohara R, Kambara H, Murakami T, et al. Collateral function in early acute myocardial infarction. Am J Cardiol 1983,52:955-959. 50. Helfant RH, Vokonas PS, Gorlin R. Functional importance of the human coronary collateral circulation. New Engl J Med 1971;284:1277-1281. 51. Heupler FA Jr. Syndrome of symptomatic coronary arterial spasm with nearly normal coronary arteriograms. Am J Cardiol 1980;45:873-881. 52. Conti CR, Curry RC, Christie LG, Pepine CJ. Clinical use of provocative pharmacoangiography in patients with chest pain. Adv Cardiol 1979;26:44-54. 53. Waters DD, Szlachcic J, Bonan R. Comparative sensitivity of exercise, coldpressor and ergonovine testing in provoking attacks of variant angina in patients with active disease . Circulation 1983;67:310–315. 55 54. Donohue TJ, Kern MJ, Aguirre FV, et al. Assessing the hemodynamic significance of coronary artery stenoses: Analysis of translesional pressure-flow velocity relations in patients. J Am Coll Cardiol 1993;22:449–458. 55. Helfant RH, Pine R, Meister SG, et al. Nitroglycerin to unmask reversible asynergy: Correlation with post coronary bypass ventriculography. Circulation 1974;50:108–113. 56. Horn HR, Teichholz LE, Cohn PF, et al. Augmentation of left ventricular contraction pattern in coronary artery disease by inotropic catecholamine: The epinephrine ventriculogram. Circulation 1974;49:1063–1071. 57. Dyke SH, Cohn PF, Gorlin R, Sonnenblick EH. Detection of residual myocardial function in coronary artery disease using post extrasystolic potentiation. Circulation 1974;50:694–699. 58. Formanek A, Nath PH, Zollikofer C, Moller JH. Selective coronary arteriography in children. Circulation 1980;61:84–95. 59. Amplatz K. Formanek G, Stranger P, Wilson W. Mechanics of selective coronary artery catheterization via femoral approach.Radıology1967;89;1040–1047 60. JudkınsMP. Selectıve coronary angıoplasty: ı.A percutaneous transfemoral technıque. Radıology 1967;89;815-824 61. Austınwg, Edwards JE, Frye RL, et al Areportıng system on patients evaluated for coronary arter disease: Report of the ad hoc commitee for grading coronary arter disease, Counsil on Cardiovaskuler Surgery, American Heart Association. Circulation 1975;51(suppl 4):5-40 56 62. Hermiller JB, Cusma JT, Spero LA, et al. Quantitative and qualitative coronary angiographic analysis: Review of methods, utility and limitations. Cathet Cardiovasc Diagn1992;25:110–131. 63. Schoonmaker FW, King SB III. Coronary arteriography by the single catheter percutaneous femoral techniques: Experience with 6800 cases. Circulation 1974;50:735–740. 64. Abrams HL, Adams DF The complications of coronary arteriography (abstr) Circolation 1975;52(suppl 2):27. 65. Davis K,Kennedy JW, Kemp HG, et al Complication of coronary angiography from the Collaborative Study of Coronary Arter Surgery (CASS) .Circulation 1979;59.1105-1112 66. Johnsons LW, Lozner EC, Johnson S,et al. Coronary arteriographg 1984–1987:A report of the Regıstry of the Society for Cardiac Angıography and Intervention. 1.Result and complikations. Cathet Cardiovasc Diagn 1989;17:5–10 67. Devlin G, Lazam LM, Schwartz L.Current mortality rate of diagnostic cardiak catheterization: the importance of the main coronary artery disease and catheter induced trauma(abstract). Circulation 1995;92(suppl I):i–602 68. Gersh BJ, Kronmal RA, Frye RL, et al. Coronary arteriography and coronary bypass surgery: Mobbidity and mortality in patient ages 65 years or older: A report from the coronary artery surgery study. Circulation 1983;67:483–491 69. Krone RJ, Johnson L,Noto T.Five year trends in cardiac catheterization: A report from the Registry of the Society for Cardiac Angiography and İntervention. Cathet Cardiovasc Diagn 1996;39:31–35 57 70. Takaro T, Hultgren HN, Littmann D, Wright EC. An analsis of deaths occuring in association with coronary arteriography. Am Heart J1973;86587–597 71. Grossman W: Pressure measurement. In Grossman W, Baim DS (eds): Cardiac Catheterization, Angiography, and Intervention. 6th ed. Philadelphia, Lea& Febiger, 2000, p 139. 72. Ruzumna P, Gheorghiade M, Bonow RO: Mechanisms and management of heart failure due to diastolic dysfunction. Curr Opin Cardiol 11:269,1996. 73. Nishimura RA, Rihal CS, Tajik AJ, Holmes DR: Accurate measurements of the transmitral gradient in patients with mitral stenosis: A simultaneous catheterization and Doppler echocardiographic study. J Am Coll Cardioll 24:152,1994. 74. Hildick-Smith DJ, Walsh JT, Shapiro LM: Pulmonary capillary wedge pressure in mitral stenosis accurately reflects mean left atriyal pressure but overestimates transmitral gradient. Am J Cardiol 85:512,2000. 75. Schobel WA, Voelker W, Haase KK: Extent, determinants and clinical importance of pressure recovery in patients with aortic valve stenosis. Eur Heart J 20:1355,1999. 76. Niederberger J, Schima H, Maurer G, Baumgartner H: Importance of pressure recovery for the assessment of aortic stenosis by Doppler ultrasound. Circulation 94:1934,1996. 77. Esposito G, Rapacciuolo A, Prasad SVN, et al: Genetic alterations that inhibit in vivo pressure-overload hypertrophy prevent cardiac dysfunction despite increased wall stres. Circulation 105:85,2002. 58 78. The Expert Committee on the Diagnosis and Classification of Diabetes Mellitus. Report of the Expert Committee on the Diagnosis and Classification of Diabetes Mellitus. Diabetes Care 1997;20:1183-1197 79. Alberti KG, Zimmet P, Shaw J, the IDF Epidemiology Task Force Consensus Group: The metabolic syndrome: a new worldwide definition. Lancet 2005;366 :1059 –1062 80. Friedewald WT, Levy RI, Fredrickson DS. Estimation of the concentration of low density lipoprotein in plasma, without use of the preparative ultracentrifuge. Clin Chem 1972;18:499-502 81. Nakayama Y, Nakanishi N, Sugimachi M, et al. Characteristics of pulmonary artery pressure waveform for differentially diagnosing chronic pulmonary thromboembolism and primary pulmonary hypertension. J Am Coll Cardiol 1997;29:1311-1316 82. Franklin SS, Khan SA, Wong ND, Larson MG, Levy D. Is pulse pressure useful in predicting risk for coronary heart disease? The Framingham Heart Study. Circulation 1999; 100:354-360 83. Ford ES. The metabolic syndrome and mortality from cardiovascular disease and allcauses: findings from the National Health and Nutrition Examination Survey II Mortality Study. Atherosclerosis 2004; 173:309-314 84. Rubanyi GM, Freany ADK, Kauser K, Johns A, Harder DR. Mechanoreception by the endothelium: Mediators and mechanisms of pressure and flow-induced vascular response. Blood vessels 1990;27:246-257 85. Laurent S. Arterial wall hypertrophy and stiffness in essential hypertensive patients. Hypertension 1995;26:355-362 59 86. Lee AT, Cerami A. Role of glycation in aging. Ann NY Acad Sci 1992;663:63-70 87. Airaksinen KE, Salmela PI, Linnaluoto MK, et al. Diminished arterial elasticity in diabetes: Association with fluorescent advanced glycosylation end products in collagen. Cardiovasc Res 1993;27:942:942-945 88. Ciccone M, Vettor R, Pannacciullli N, et al. Plasma leptin is independently associated with intima-media thickness of the common carotid artery. Int J Obes Relat Metab Disord 2001;25:805-810 89. Singhal A, Farooqi IS, Cole TJ, et al. Influence of leptin on arterial distensibility: a novel link between obesity and cardovascular disease? Circulation 2002;106:1919-1924 90. Schillaci G, Pirro M, Vaudo G, et al. Metabolic syndrome is associated with aortic stiffness in untreated essential hypertension. Hypertension 2005;45:1078-1086 91. Vardan S, Smulyan H, Mookherjee S, Hill NE, Gens J, Willsey GA. Importance of intraarterial blood pressure measurement in the evaluation of a new antihypertensive agent and the need to define hypertension also by this method. Ann J Hypertens 1990;3:901-902 92. Smulyan H, Siddiqui DS, Carlson RJ, London GM, Safar ME. Clinical utility of aortic pulses and pressures calculated from applanated radial artery pulses. Hypertension 2003;42:150-155. 60