http://www.rovag.org/ 5. Ulusal Vakalar ile Romatoloji Eğitimi Sempozyumu 12-14 Mart 2015 Hilton Hotel, Kayseri TAM METİN BİLDİRİ KİTABI TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 1 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu ORGANİZASYON SEKRETERYASI Dr. Hıfzı Özcan Cd. Gül Sk. Günyap Park Evleri C Blok, D:2, Ataşehir, İstanbul Tel : 0 216 573 1836 Faks : 0 216 573 8318 www.devent.com.tr GRAFİK TASARIM ve UYGULAMA BAYT Bilimsel Araştırmalar Basın Yayın ve Tanıtım Ltd. Şti. Ziya Gökalp Cad. 30/31, Kızılay, Ankara Tel. 0312 431 3062 Faks 0312 431 3602 www.bayt.com.tr BASKI Miki Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. İvedik Organize Sanayi Bölgesi, 560 Sk. No:27, Yenimahalle, Ankara Tel. 0312 394 1863 Faks 0312 395 23 49 www.mikimatbaasi.com 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i İÇİNDEKİLER TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 4 ORGANİZASYON, DANIŞMA VE BİLİMSEL KURULLAR 5 BİLİMSEL PROGRAM 8 HEMŞİRELİK PROGRAMI 9 BİLDİRİ KURULU 11 SÖZLÜ BİLDİRİLER 37 POSTER BİLDİRİLER 243 YAZAR DİZİNİ 3 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu ORGANİZASYON, DANIŞMA VE BİLİMSEL KURUL ORGANİZASYON KOMİTESİ Sempozyum Başkanı : Prof. Dr. Servet Akar Genel Sekreterler : Prof. Dr. Ahmet Mesut Onat, Doç. Dr. Süleyman Serdar Koca Bilimsel Sekreterya : Doç. Dr. Sibel Zehra Aydın, Doç. Dr. İsmail Sarı ROMATOLOJİ VAKA EĞİTİM GRUBU (ROVAG) DANIŞMA ve BİLİMSEL KURULU Prof. Dr. Servet Akar (Kâtip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı) Prof. Dr. Pamir Atagündüz (Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı) Doç. Dr. Sibel Zehra Aydın (Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı) Doç. Dr. Merih Birlik (Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı) Prof. Dr. Ayşe Çefle (Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı) Prof. Dr. Veli Çobankara (Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı) Doç. Dr. Ediz Dalkılıç (Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı) Doç. Dr. Erkan Demirkaya (Gülhane Askeri Tıp Akademisi Romatoloji Bilim Dalı) Prof. Dr. Haner Direskeneli (Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı) Prof. Dr. Hakan Erdem (Gülhane Askeri Tıp Akademisi Romatoloji Bilim Dalı) Prof. Dr. Sevil Kamalı (İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı) Doç. Dr. Umut Kalyoncu (Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı) Doç. Dr. Ömer Karadağ (Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı) Doç. Dr. Timuçin Kaşifoğlu (Osman Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı) Doç. Dr. Bünyamin Kısacık (Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı) Prof. Dr. Ahmet Mesut Onat (Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı) Prof. Dr. Mehmet Akif Öztürk (Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı) Prof. Dr. Ömer Nuri Pamuk (Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı) Doç. Dr. İsmail Sarı (Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı) Prof. Dr. Mehmet Sayarlıoğlu (Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı) Prof. Dr. Soner Şenel (Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı) Prof. Dr. Ercan Tunç (Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı) http://www.rovag.org/ 4 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i BİLİMSEL PROGRAM 12 MART 2015, PERŞEMBE ROMATOLOJİDE DİREKT GRAFİ İLE AYIRICI TANI-1 08:00-08:30 Program Tanıtımı Konuşmacı: Dr. Salih Özgöçmen 08:30-09:15 Direkt Grafide Anatomi; Hatırlamam Gereken İpuçları Konuşmacı: Dr. Gökhan Keser 09:15-09:45 Klinisyenler İçin Direkt Grafi İpuçları Konuşmacı: Dr. Ali Balcı 09:45-10:15 10:15-11:00 ARA Romatolojik Hastalıkların Ayırıcı Tanısında El Grafisi Konuşmacılar: Dr. Servet Akar, Dr. Ali Balcı 11:00-11:45 Romatolojik Hastalıkların Ayırıcı Tanısında Diz Grafisi Konuşmacılar: Dr. Sibel Zehra Aydın, Dr. Ali Balcı 11:45-12:00 20:00-20:45 KURS KAPANIŞ AÇILIŞ VE ÖDÜL TÖRENİ Konuşmacı: Dr. Servet Akar - Sempozyum Başkanı Bildiri Ödülleri 20:45-21:15 ROMATOLOJİ’DE YİRMİ YILIN ÖZETİ; BİRLİKTE ve BERABER Konuşmacılar: Dr. Ali İhsan Ertenli, Dr. Sedat Kiraz 21:15-21:45 METOTREKSATIN ÖYKÜSÜ Konuşmacı: Dr. Ahmet Gül 21:45-24:00 TULİP TOPLANTISI TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 5 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu BİLİMSEL PROGRAM 13 MART 2015, CUMA 08:00-08:45 VAKA 1 - KLİNİKOPATOLOJİK KONFERANS Vaka Sunucusu: Dr. Mehmet Sayarlıoğlu Tartışmacılar: Dr. Ahmet Gül, Dr. Gökhan Keser, Dr. Canan Albayrak, Dr. Mehmet Kaya 08:45-09:30 VAKA 2 - EL AĞRISI İLE GELEN 35 YAŞINDA BAYAN Vaka Sunucusu: Dr. Bünyamin Kısacık Tartışmacılar: Dr. İzzet Fresko, Dr. İsmail Şimsek 09:30-10:00 POSTER OLGU TARTIŞMALARI Tartışmacılar: Dr. Süleyman Özbek, Dr. Ayse Çefle 10:00-10:45 VAKA 3 - KLİNİKOPATOLOJİK KONFERANS Vaka Sunucusu: Dr. Umut Kalyoncu Tartışmacılar: Dr. Vedat Hamuryudan, Dr. Ömer Karadağ, Dr. Kemal Kösemehmetoğlu 10:45-11:30 VAKA 4 - DİZİ VE AYAK BİLEĞİ AĞRIYAN 26 YAŞINDAKİ ERKEK Vaka Sunucusu: Dr. Sibel Zehra Aydın Tartışmacılar: Dr. Nurullah Akkoç, Dr. Pamir Atagündüz 11:30-12:15 UYDU SEMPOZYUMU Konu Başlığı: Geçmişten Günümüze Romatoid Artrit & Spondiloartropati Oturum Başkanı: Dr. Sedat Kiraz Konuşmacı: Dr. Ahmet Gül 12:15-13:30 ÖĞLE YEMEĞİ 13:30-14:15 VAKA 5 - KALBİM CANIMI YAKARMI? Vaka Sunucusu: Dr. Burak Sait Erer Tartışmacılar: Dr. Lale Öcal, Dr. Şule Apraş Bilgen 14:15-15:00 VAKA 6 - KASLARIM BENİ TAŞIMIYOR Vaka Sunucusu: Dr. Gonca Karabulut Tartışmacılar: Dr. Ender Terzioğlu, Dr. Ahmet Mesut Onat 15:00-15:30 POSTER OLGU TARTIŞMALARI Tartışmacılar: Dr. Salih Pay, Dr. Refik Ali Sarı 15:30-16:15 UYDU SEMPOZYUMU Konu Başlığı: RA’da Yeni Bir Dönem : Tofasitinib Oturum Başkanı: Dr. Sedat Kiraz Konuşmacılar: Dr. Ender Terzioğlu, Sedat Kiraz 16:15-17:00 VAKA 7 - ATEŞ VE EKLEM AĞRISI OLAN GENÇ BAYAN Vaka Sunucusu: Dr. Ömer Nuri Pamuk Tartışmacılar: Dr. Sedat Kiraz, Dr. Yaşar Karaaslan 17:00-17:45 VAKA 8 - BİR ŞEYLER TAM OTURMUYOR Vaka Sunucusu: Dr. Timuçin Kaşifoğlu Tartışmacılar: Dr. Mehmet Akif Öztürk, Dr. Veli Yazısız 17:45–18:15 6 AKILCI İLAÇ KULLANIMI Konuşmacı: Dr. Veli Yazısız TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i BİLİMSEL PROGRAM 14 MART 2015, CUMARTESİ 07:30-08:45 KAHVALTILI OTURUM Konu Başlığı: Vakalarla Sertolizumab Pegol Oturum Başkanı: Prof. Dr. Salih Pay Konuşmacılar: 1. Vaka: Dr. Ediz Dalkılıç 2. Vaka: Dr. Umut Kalyoncu 3. Vaka: Dr. Ayşe Cefle 4. Vaka: Dr. Kenan Aksu 08:45-09:30 VAKA 9 - ATEŞİMİN AİLEMLE İLGİSİ VAR MI? Vaka Sunucusu: Dr. Abdurrahman Tufan Tartışmacılar: Dr. Eren Erken, Dr. Fatoş Önen 09:30-10:15 POSTER OLGU TARTIŞMALARI Tartışmacılar: Dr. Necati Çakır, Dr. Veli Çobankara 10:15-11:00 UYDU SEMPOZYUMU Konu Başlığı: RA Tedavisinde ACTEMRA’nın yeri ve önemi Oturum Başkanı: Dr. Sevil Kamalı Konuşmacı: Dr. Kenan Aksu 11:00-11:45 VAKA 10 - AĞZIM YARALIYDI BİR DE DİZİM OLMASAYDI Vaka Sunucusu: Dr. Neslihan Yılmaz Tartışmacılar: Dr. Hasan Yazıcı, Dr. Gülen Hatemi 11:45 - 12:30 VAKA 11 - DAMARLARIMA NE OLDU? Vaka Sunucusu: Dr. Sevil Kamalı Tartışmacılar: Dr. Haner Direskeneli, Dr. Kenan Aksu TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 7 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu HEMŞİRELİK SEMPOZYUMU PROGRAMI 13 MART 2015, CUMA 08:30-09:35 VAKA 1 - BELİMDEKİ AĞRI İLE UYUMAK MÜMKÜN MÜ? Vaka Sunucusu: Dr. Dilek Solmaz Tartışmacılar: Dr. Servet Akar, Dr. Soner Şenel, Dr. Yeliz Akkuş 09:35-10:25 VAKA 2 - ELLERİMİN AĞRISI NE ANLAMA GELİYOR? Vaka Sunucusu: Dr. Ayten Yazıcı Tartışmacılar: Dr. Merih Birlik, Hem. Dilşen Çevirgen, Dr. Yasemin Tokem 10:25-10:45 10:45-11:35 VAKA 3 - EKLEMLERİM İÇİN NE YAPACAGIZ? Vaka Sunucusu: Dr. Mustafa Özmen Tartışmacılar: Dr. Zeynep Aşlar, Dr. Emine Kıyak 11:35-12:25 VAKA 4 - İLAÇLAR KÂR ETMİYOR Vaka Sunucusu: Dr. Arif Kaya Tartışmacılar: Dr. Şenol Kobak, Hem. Deniz Delikkaya 12:25-13:45 ÖĞLE YEMEĞİ 13:45-14:35 VAKA 5 - ROMATOİD ARTRİT İÇİN BAŞKA NELER VAR? Vaka Sunucusu: Dr. Salim Dönmez Tartışmacılar: Dr. Bünyamin Kısacık, Dr. Süleyman Serdar Koca 14:35-15:25 VAKA 6 - DAMARLARIM İLTİHAPLANABİLİR Mİ? Vaka Sunucusu: Dr. Sedat Yılmaz Tartışmacılar: Dr. Ömer Nuri Pamuk, Dr. Hakan Erdem 15:35-15:45 8 ARA ARA 15:45-16:35 VAKA 7 - HASTAYIM, GEBE KALABİLİR MİYİM? Vaka Sunucusu: Dr. Metin Özgen Tartışmacılar: Dr. Mehmet Soy, Dr. Ercan Tunç, Dr. Fatma İlknur Çınar 16:35-17:30 VAKA 8 - BENİM VE YAKINLARIMIN BİRAZ BİLGİYE İHTİYACIMIZ VAR Vaka Sunucusu: Dr. Yavuz Pehlivan Tartışmacılar: Dr. Gülay Kınıklı, Dr. Seda Pehlivan, Dr. Serap Korkmaz TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i BİLDİRİ KURULU Bildiri Kurulu Başkanı: Prof. Dr. Mehmet Sayarlıoğlu Bilimsel Sekreterya: Doç. Dr. Sibel Zehra Aydın, Doç. Dr. İsmail Sarı Bildiri Kurulu Dr. Servet Akar Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Şule Apraş Bilgen Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Pamir Atagündüz Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Ali Berkant Avcı Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Sibel Zehra Aydın Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Merih Birlik Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Ayşe Çefle Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Veli Çobankara Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Haner Direskeneli Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Gülen Hatemi İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Vedat İnal Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Umut Kalyoncu Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Gonca Karabulut Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Ömer Karadağ Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Timuçin Kaşifoğlu Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Gökhan Keser Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Bünyamin Kısacık Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Süleyman Serdar Koca Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Ahmet Mesut Onat Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Zeynep Özbalkan Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Metin Özgen Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Romatoloji Bilim Dalı Dr. Mehmet Akif Öztürk Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Ömer Nuri Pamuk Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Salih Pay Gülhane Askeri Tıp Akademisi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Yavuz Pehlivan Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. İsmail Sarı Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Mehmet Sayarlıoğlu On Dokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Mehmet Şahin Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Soner Şenel Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Abdurrahman Tufan Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Dr. Sema Yılmaz Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı Değerlendirme: Her bildiri, randomize olarak o bildiride adı geçmeyen iki bağımsız hakeme gönderildi. Ödül alan bildiriler hakem değerlendirmeleri sonucunda elde edilen puanlara göre belirlendi. *İsimler soyadına göre sıralanmıştır. http://www.rovag.org/ TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 9 http://www.rovag.org/ 5. Ulusal Vakalar ile Romatoloji Eğitimi Sempozyumu Sözlü Bildiriler Ödül Alan Bildiriler [PT-01] Yüksek Ateş, Artrit ve Gövdede Döküntü ile Başvuran Hasta Yusuf Dürmüş1, Ömer Nuri Pamuk2, Gülsüm Emel Pamuk3 1 Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Edirne Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Edirne 3 Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Edirne 2 [PT-02] Sistemik Başlangıçlı Jüvenil İdiyopatik Artrit ve Akut-Subakut Kalp Yetmezliği Abdulsamet Erden1, Levent Kılıç2, Umut Kalyoncu1 1 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara Ankara Yenimahalle Devlet Hastanesi, Romatoloji Bölümü, Ankara 2 [PT-03] Etanersept ile Renal Tüberküloz Gelişen Aktif Ankilozan Spondilit Olgusunda Tedavi Yaklaşımı Gülsen Özen, Pamir Atagündüz, Nevsun İnanç, Haner Direskeneli Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, İstanbul Tüm bildiriler o bildiride adı geçmeyen iki bağımsız hakeme gönderilmiştir. Bildiriler; 1- Bilimsel değeri, 2- Ön tanı, ayırıcı tanı ve tartışmadaki yeterlilik, 3- Belirlenen bildiri formatına uygunluk, kriterleri göz önüne alınarak değerlendirilmiş ve en yüksek puanı alan 3 bildiri ödül alan bildiri olarak seçilmiştir. 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PT-01] Yüksek Ateş, Artrit ve Gövdede Döküntü ile Başvuran Hasta Yusuf Dürmüş1, Ömer Nuri Pamuk2, Gülsüm Emel Pamuk3 1 Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Edirne Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Edirne 3 Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Edirne 2 Başvuru yakınması: 39°C’ye kadar yükselen ateş, döküntü, eklem hareketlerinde kısıtlılık Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Bilinen tip 2 diabetes mellitus ve hipertansiyon dışında kronik hastalık öyküsü olmayan 62 yaşında erkek hasta son 3 haftadır olan 39°C’ye kadar yükselen daha sonra gün içinde kendiliğinden düşen ateş, döküntü, eklem hareketlerinde kısıtlılık nedeniyle tarafımıza başvurdu. Hastanın fizik muayenesinde vücut ısısı: 38,1°C, sağ aksiller 1,5 cm ve sağ inguinal 2 cm çaplarında lenfadenopati, torakal ve lomber bölgede pembegül kurusu renginde ortalama 1 cm çapında multipl makulopapüler döküntü, bilateral diz ve dirsekte hareket kısıtlığına neden olan artrit saptandı.Tetkiklerinde hemoglobin:11,6 g/dl, hematokrit: %34, MCV:84 fL lökosit: 22840/mm3, notrofil: 21400/mm3, lenfosit: 710/mm3 (900-3200), trombosit: 430000 U/L, açlık kan sekeri:244 mg/dl, ALT:119 U/L, AST: 81 U/L, eritrosit sedimentasyon hızı: 120 mm/saat, CRP:16,6 mg/dl, ferritin: 1650 ng/mL (10-290) idi. ANA 1/100 dilusyonda, sitoplazmik, membranöz paternli pozitif geldi. RF, anti-CCP, ANA, anti-DNA, ANCA, ENA profili, anti- Scl70, anti-sentromer negatif bulundu. Batın ultrasonografisi ve toraks tomografisi normal sınırlarda izlendi. Yüzeyel yumuşak doku ultrasonografisinde; sağ aksiller 1,5 cm ve sağ inguinal 2 cm lenfadenopati izlendi. Kan, idrar, balgam ve eklem sıvısı kültürlerinde üreme olmadı. Balgamda aside rezistan basil 3 kez negatif saptandı. İnfeksiyöz belirteçler (HBsAg, anti-HBs, antİ-HCV, anti-HIV, Wright, Rose-Bengal, antiEBV IgM, anti-CMV IgM, anti-Toksoplazma IgM) negatif izlendi. Ateşli olduğu dönemlerde vücutta pembe-gül kurusu renginde 1-2 cm çapında makülopapuler döküntüler izlenen hastanın ekokardiyografisinde vejetasyon veya abse görülmedi. Diz ve omuz eklem grafilerinde erozyon veya başka patoloji izlenmedi. Ön tanılar:1- İnfektif endokardit 2- Bakteriyel hastalıklar 3- Romatoid artrit 4- Erişkin başlangıçlı Still hastalığı Ayırıcı tanı: Ateş ve döküntü ile başvuran kişilerde öncelikle morbidite ve mortalitesi yüksek olan hastalıklardan TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI infektif endokardit ekarte edilmelidir. Genelde protez kapaklı veya kalp anomalisi olan hastalarda görülür. Tanı için iki majör kriter olan ekokardiyografide vejetasyonabse saptanması ve/veya kan kültüründe endokardit etyolojisinde yer alan bakterilerin (özellikle S.viridans ve S.aureus) üretilmesi gereklidir. Hastamızda iki majör kriter de negatif olduğundan infektif endokardit tanısından uzaklaşılmıştır. Altı haftadan kısa süren artritlerde özellikle ateş de eşlik ediyorsa bakteriyel etkenler (septik artrit) akılda bulundurulmalıdır. Hastanın alınan kan ve eklem sıvısı örneğinde üreme olmaması ekstra-artiküler bulgular (döküntü-lenfadenopati) olması ön planda septik artrit düşündürtmemektedir. Romatoid artrit her ne kadar kronik artritlerin en sık nedeni olsa da akut poliartritlerin de ayırıcı tanıda akılda bulundurulması gerekmektedir. El bileklerinde artrit olmaması, RF ve anti-CCP nin negatif olması, ateşin ve lenfadenopatinin eşlik etmesi RA tanısını dışlamamakla birlikte ikinci plana atmaktadır. Tanıya götüren bulgular: Hastamız mevcut olan artrit, >38°C ateş, nötrofilik lökositoz, gülkurusu makülopapüller döküntü ve ferritin yüksekliği ile erişkin başlangıçlı Still hastalığı tanısı konuldu. 500 mg plulse metilprednizolon yapıldı. Ardından 48 mg/gün metilprednizolon, indometazin 50 mg/gün, hidroksiklorokin 200 mg/gün tablet, metotreksat 10 mg/hafta tedavisine başlandı. Takiplerinde ikinci haftadan itibaren şikayetleri gerileyen ve ateşi düşen hastanın steroid dozu 24 mg/güne düşülerek poliklinik kontrolü önerildi. Mevcut tedavisine devam eden hasta tedavinin 4. ayında tekrar 39°C ateş, bir haftadır olan öksürük ve balgamla kliniğimize başvurdu. Artrit ve döküntüsü yoktu. Fizik muayenesinde bilateral akciğer bazallerde ve orta hatta ral mevcuttu. Lenfadenopatileri aynı boyutta sebat eden hastada diğer sistem muayenelerinde patoloji yoktu. Tetkiklerinde hemoglobin:11,8 g/dl MCV:88 fL, lokosit: 8800/mm3, notrofil:7800/mm3, lenfosit: 290/mm3 (900-3200), trombosit:265000 UL, açlık kan sekeri:182 mg/dl, eritrosit sedimentasyon hızı:68 mm/saat, CRP:62,1 mg/dl olarak sonuçlandı. Akciğer grafisinde: sağ tarafta daha fazla olmak üzere bilateral yama tarzı infiltrasyon, multilober tutulum izlendi. Hasta toplum kökenli pnomoni olarak 13 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu değerlendirilip seftriakson 2x1 gram/gün intravenoz ve klaritromisin günde 2x500 mg/gün tablet başlandı. Kan ve idrar kültürlerinde üreme olmadı. Balgam kültüründe gram pozitif dallanmış basil, çok seyrek epitel görüldü. Balgamda nocardia izole edildi ancak alt tiplendirme yapılamadı. Nocardiozisin beyin tutulumu acısından çekilen kranyal MR’da: Sol lateral ventrikül korpus posterior bölüm lateral komşuluğunda subependimal lokalizasyonda yaklaşık 7 mm çapında ovoid lezyon saptandı. Sistemik nocardia infeksiyonu düşünülerek seftriakson ve klaritromisin tedavisi kesildi ve meropenem 3*2 gram intravenoz ve trimetoprim-sulfometaksazol(160/800) 2x3 tablet başlandı. Tedavinin ikinci haftasından itibaren öksürük ve balgam şikayetleri azalarak kayboldu. Meropenem ve trimetoprim-sulfometaksazol tedavisi bir aya tamamlandı. İkinci aydan itibaren trimetoprim-sulfometaksazol, trimetoprim dozuna göre 10 mg/kg dan 6 aya tamamlandı. Altıncı ayın sonunda çekilen posteroanterior akciğer grafisinde ve ESH, CRP normal saptandı Tedavisine hidroksiklorokin 200 mg/gün, metotreksat 10 mg/hafta, metilprednizolon 8 mg/gün ile devam edildi. suçlanan etyoloji: immünsuprese konaktır. Bunun dışında organ transplantasyonu yapılmış hastalar, HIV enfeksiyonu olan hastalar, uzun süre kortikosteroid kullanan hastalar, altta yatan kronik akciğer hastalığı olan hastalar, lenfopenik hastalar ve diabetes mellituslu hastalar nocardia gelişimi için risk altındadır(1-3). Erişkin başlangıçlı Still hastalığı; 16 yaşından sonra tanı alan ateş, artrit, lenfadenopati, organomegali ve somon rengi-gülkurusu renginde makülopapüler döküntü ile prezente olan birçok organı etkileyen romatolojik bir hastalıktır. En sık laboratuvar bulgusu nötrofilik lökositoz ve ferritin yüksekliğidir. Tedavisinde romatoid artrit tedavisinde etkili olan DMARD (hastalığı modifiye edici ajanlar) kullanılır. Metotreksat ve metilprednizolon kullanan romatolojik hastalarda nocardia gibi fırsatçı enfeksiyonlar nadir de olsa bildirilmiştir. Hastamızda literatürde taranan risk faktörlerinden; uzun süre steroid kullanımı, DM ve lenfopeni mevcuttur. Tartışma: Nocardia gram pozitif, dallanan, aerobik aktinomiçes türü bir bakteridir ve sıklıkla fırsatçı infeksiyon yapar. Sıklığı toplumlara göre değişmektedir ve genelde vaka bazlı gösterilmiştir. Yapılan çalışmalarda en sık Sonuç ve anahtar mesaj: Uzun dönem yüksek doz steroid tedavisi alan erişkin Still hastalarında pnömoni etyolojisinde nocardia enfeksiyonu akılda bulundurulmalıdır. Tanı: Erişkin başlangıçlı Still hastalığı ve sistemik nocardiozis Anahtar Kelimeler: Kortikosteroid, nokardiyoz, Still hastalığı Kaynaklar 1. 2. Mieko Yamagata, Koichi Hirose, Kei Ikeda. ve ark. Clinical Characteristics of Nocardia Infection in Patients with Rheumatic Diseases. Clin Dev Immunol. 2013;2013:818654 Mari B1, Montón C, Mariscal D, ve ark. Pulmonary nocardiosis: clinical experience in ten cases. Respiration. 2001;68:382-8. 3. Tada Y1, Fukuoka M, Mitamura M, ve ark. Nocardiosis in adult-onset Still’s disease and vasculitis syndrome. Am J Med Sci. 2008 ;336:77-80. 14 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PT-02] Sistemik Başlangıçlı Jüvenil İdiyopatik Artrit ve Akut-Subakut Kalp Yetmezliği Abdulsamet Erden1, Levent Kılıç2, Umut Kalyoncu1 1 2 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara Ankara Yenimahalle Devlet Hastanesi, Romatoloji Bölümü, Ankara Başvuru yakınması: Nefes Darlığı Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: 37 yaşında kadın hasta, romatoloji polikliniğinde ilk olarak Ağustos 1995 tarihinde görüldü. Hastanın 1990 yılında başlayan alt ve üst ekstremiteyi etkileyen artrit bulguları eşliğinde deri döküntüleri, 40 dereceye ulaşan ateşleri olduğu öğrenildi. Eklem şikayetleri yaklaşık 4 yıl kadar devam etmiş, sadece NSAİ ilaç kullanmış, sonrasında gittiği bir doktor tarafından 30-40 mg/ gün oral kortikosteroid tedavisi verilmiş. Kortikosteroid aldığı dönemde şikayetleri azalmış ancak doz azaltıldığında eklem şikayetleri tekrar ediyormuş. Ateş ve döküntü şikayetleri ilk 6 ayda belirgin olmuş, daha sonraları ateşi olmamış. Hastanın romatoloji polikliniğine ilk başvurusu sırasında el bilekleri, el parmakları, dizleri, kalçası ve omuzlarında ağrı ve şişlik şikayetleri varmış. İlk değerlendirmesinde eritrosit sedimantasyon hızı 62 mm/saat, CRP 2.5 mg/dl, hemoglobin 8.6 gr/dl, oto-antikorları negatif, abdominal ultrasonografi (USG)’de hepatosplenomegali vardı. Hastada jüvenil idiyopatik artrit düşünülerek metotreksat 10-15 mg/hafta, klorokin 200mg/gün, prednisolon 10-15 mg/gün dozunda başlandı. Kliniğimizde düzenli olarak takipte olan hastanın, devam eden hastalık aktivitesi nedeniyle, şubat 2003 tarihinde almakta olduğu metotreksat ve hidroksiklorokin tedavisine leflunomid 20mg/gün eklendi. Kortikosteroid dozu 5 mg/gün ve altında kullanıldı. Bu dönemdeki değerlendirmede her iki kalça koksafemoral eklemlerinde daralma ve hasar olduğu görüldü. 2005 yılında total kalça protezi (TKP) ameliyatları yapıldı. Hasta Mart 2009 yılına kadar tedavisini düzenli bir şekilde aldığı öğrenildi, Mart 2009 tarihli en son tedavisi hidroksiklorokin 400 mg/gün, metotreksat 15 mg/hafta, leflunomid 20 mg/gün ve metilprednisolon 2 mg/gündü. Mart 2009 tarihinde öksürük, nefes darlığı, çarpıntı şikayetleriyle kliniğimize tekrar başvurdu. Bilinen kardiyak problemi olmayan hastanın fizik muayenesinde ortopne ve dispnesi vardı, kalp sesleri derinden geliyordu, S3 gallo, mitral ve triküspit odaklarda 2.-3. derece pansistolik üfürüm saptandı. Akciğer orta zonlara kadar solunum TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI sesleri alınamıyordu. Sağ üst kadranda hafif bir hassasiyet ve hepatojugüler reflüsü vardı. Pre-tibial 1-2 pozitif ödemi saptandı. Bu dönemde hastanın aktif eklem bulgusu yoktu. Laboratuvar testlerinde lökosit 12,800/mm3, hemoglobin 12,8 gr/dl, trombosit 302,000/mm3, böbrek fonksiyon testleri ve tam idrar tahlili normal sınırlarda, ALT 669 U/l, AST 178 U/L, eritrosit sedimentasyon hızı 9 mm/ saat, C-reaktif protein 0.46 mg/dl, oto antikorları (ANA, ds-DNA, ENA, ANCA) negatif, anti-kardiyolipin ve anti-fosfolipid antikorları negatif, tiroid fonksiyon testleri normal sınırlarda, viral testlerinde (rubella, borrelia, toxoplazma, kızamık, CMV, HBV, HCV, HIV ve EBV) yönlendirici bulgu saptanmadı. BNP testi 684 pg/ml (0-100) olarak bulundu. İdrarda protein atılımı yoktu. Akciğer grafisinde masif plevral effüzyon saptandı. Elektrokardiyografi (EKG)’de sinüs taşikardisi dışında bulgusu yoktu. Transtorasik ekokardiyografi (EKO)’da ejeksiyon fraksiyonu (EF) global olarak %40, sağ boşluklar geniş, 3.derece triküspit yetmezliği (TY), 3-4.derece mitral yetmezliği (MY) saptandı. Pulmoner arteriyel basıncı (PAB) 50 mm/Hg olarak ölçüldü. Kardiyoloji uzmanının EKO yorumu azalmış sol ventrikül sistolik fonksiyonları ve restriktif tipte bozulmuş sol ventrikül diyastolik fonksiyon bozukluğu şeklindeydi. Ön tanılar: 1- Sistemik Başlangıçlı Jüvenil İdiyopatik Artrit’e bağlı Kalp Yetmezliği 2- viral enfeksiyonlara bağlı myokardit 3- Akut romatizmal ateş (ARA) alevlenmesi 4Pulmoner tromboemboli (PTE) 5- İlaç toksisitesine bağlı akut myokardit tablosu Ayırıcı tanı ve tanıya götüren bulgular: Dispneik bulgularından dolayı hastaya boşaltıcı torasentez yapıldı. Hastanın nefes darlığı bulgularında bu girişim sonrası kısmi düzelme görüldü. Torasentez sıvısı transuda karakterindeydi. Takiben akciğer BT’sinde sağda plevral effüzyon dışında akciğer parankimini ilgilendiren önemli bir patoloji saptanmadı. Ancak triküspit yetmezliği düşündürecek şekilde vena kava inferiorda ve hepatik venlerde kontrast madde tutulumu saptandı. Pulmoner arterin major dallarında emboli ile uyumlu görünüm görülmedi. 15 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Hastanın semptomatik kalp yetmezliğine yönelik olarak diüretik, beta blokör ve angiotensin konverting enzim inhibitörü tedavisi başlandı. Bir hafta sonra yapılan kontrol EKO’sunda EF global olarak %20-25 olarak saptandı. Her iki kalçada TKP olması nedeniyle; protezlerin MR uyumlu olup olmadığından emin olunamadığı için kardiyak MR değerlendirilmesi yapılmadı. Hastaya sağ kalp kateterizasyonu yapıldı. Pulmoner kapiller wedge basıncı 20 mm/Hg, PAB: 35/12 (25) mm/HG, sağ ventrikül 35/16 mm/HG olarak saptandı, kardiyolojik olarak restriktif kardiyomyopati ile uyumlu olmadığı düşünüldü. kan sayımı ve biyokimyasında anlamlı değişiklik yoktu. Akut faz yanıtları normaldi. BNP’si 1047 (0-100) pg/ ml olarak saptandı. Önceki myokardit öyküsü de hesaba katılarak pulse steroid ve 1 mg/kg oral steroid tekrar başlandı. Hızlı klinik yanıt alındı, 15 gün içerisinde semptomlarında belirgin düzelme olduğu görüldü. 1 ay içerisinde tama yakın düzelme oldu, BNP 78 pg/ml’ye geriledi. Kasım 2014 tarihli son kontrolünde almakta olduğu DMARD’ların (metotreksat, leflunomid) yanı sıra 8 mg/ gün oral steroid ile hasta kardiyak açıdan remisyondaydı, BNP düzeyi < 10 pg/ml olarak saptandı. Hastaya yapılan endomiyokardiyal biyopsi sonucunda miyokard dokusunda fibrozis, belirgin hücre infiltrasyonu veya amiloidoz saptanmadı. Tanı: Sistemik başlangıçlı jüvenil idiyopatik artrit’e bağlı kalp yetmezliği Bu aşamada hastanın klinik bulguların kötüleşmesi ve yapılan tetkiklerde etyolojiye yönelik bulgu saptanamaması nedeniyle miyokardit tablosunun JRA ile ilişkili olabileceği düşünülerek hastaya pulse steroid ve 1 mg/ kg dozdan kortikosteroid tedavisi başlandı. Almakta olduğu metotreksat ve leflunomid tedavisine devam edildi. Hidroksiklorokin tedavisine ara verildi. İlk uygulanan pulse steroid tedavisinden sonra hastanın klinik bulgularında hızlı bir düzelme olmaya başladı, ilk hafta içerisinde ortopne ve dispnesi düzeldi, 1 ay içerisinde periferik ödemi tamamen kayboldu. 1. ay sonunda EF %40’a yükseldi, BNP düzeyi 27 pg/ml kadar geriledi. 6 ay sonra yapılan kontrol EKO’sunda EF: %57, PAB:20-25 mm/HG, 1-2° MY, normal sol ventrikül sistolik fonksiyonları olarak değerlendirildi. Kortikosteroid dozu 6 ay içerisinde azaltılarak 5 mg/gün dozuna inildi. Ekim 2010 tarihinde yapılan EKO’da EF %68, 2° MY, PAB 25-30 mm/Hg olarak saptandı. Mart 2014 tarihinde 3 haftadır devam eden bacaklarda şişlik, nefes darlığı ve hafif çarpıntı şikayeti ile hasta yeniden başvurdu. 2010 yılından beri steroid tedavisi kullanmamaktaydı. Önceki öykü dikkate alınarak tekrar hospitalize edildi. Tekrarlanan EKO’sunda EF: %25, 2-3° MY, PAB: 35 mm/Hg, global hipokinetik olarak raporlandı. Hastanın 8 ay önceki ön-arka akciğer grafisinde kalp normal büyüklükte olduğu saptandı. Ancak yeni çekilen ön-arka akciğer grafisinde kardiyotorasik oranın artmış olduğu görüldü. Bu dönemde protezlerinin MR uyumlu olduğu öğrenildi ve kardiyak MR istendi. Kardiyak MR’da sol ventrikül fonksiyonunda ileri derecede bozulma (EF %20 civarında), bazal kesimde, septumda midventriküler hatlarda akinezi, midventriküler apekse dek hipoplazi izlendi. Lateral ve anterior duvarda tüm kesimlerde hipokinezi vardı. Orta-belirgin düzeyde mitral yetmezlik vardı. Dinamik serilerde subendokardiyal kontrastlanma gecikmesi mikrovasküler tutulum açısından anlamlı bulunduğu belirtildi, fibrosis saptanmadı. Hastanın laboratuar incelemesinde tekrarlanan viral testler, otoantikorları, tam 16 Tartışma: Jüvenil idiyopatik artrit ( JİA), multisistemik, kronik sinovitle karakterize, inflamatuvar bir hastalıktır. Hastalık ilişkili endokardit, aortit, koroner vaskülit, perikardit, miyokardit şeklinde semptomatik kardiyak tutulumlar tanımlanmıştır. Perikardit en sık ve iyi seyirli kardiyak tutulum şeklidir. Endokardiyum ve miyokardiyum daha nadir tutulur, ancak ciddi seyirlidir. Miyokardiyal tutulum kötü prognoz göstergesidir. Hayatı tehdit eden kalp yetmezliği ve aritmilere neden olabilir. Hastalar remisyonda iken, yıllar sonra ciddi miyokardit tablosu ile seyreden hastalık alevlenmeleri ile başvurabilirler. Bu vaka sunumunda 12 yaşından beri sistemik başlangıçlı JİA olan, 18 yaşından beri düzenli DMARD ve/veya steroid tedavisi kullanana, bilateral TKP yapılması gereken kronik eroziv artritli bir vaka tartışılmıştır. DMARD tedavisiyle uzun süredir eklem bulguları remisyonda olan hastanın ilk şikayetlerinden 19 yıl sonra akut kalp yetmezliği tablosu ile başvurmuştur. Semptomatik sol-sağ kalp yetmezliği bulunan, ejeksiyon fraksiyonu haftalar içerisinde %20’lere kadar gerileyen bu hastada laboratuar değerlendirilmesi, kalp kataterizasyonu ve miyokard biyopsileri sonucunda etyolojik bir neden bulunamaması üzerine yüksek doz kortikosteroid tedavisi başlanmıştır. Bu tedaviyle günler içerisinde klinik ve laboratuar bulguları tam olarak düzelen hasta ilk kardiyak atağından 5 yıl sonra benzer ikinci kalp yetmezliği atağını geçirmiştir. Yine benzer şekilde kortikosteroid ile remisyona giren hasta düşük doz kortikosteroid, metotreksat ve leflunomid tedavisiyle halen remisyonda olarak izlenmektedir. Sistemik başlangıçlı JIA hastalarında remisyondan yıllar sonra hastalık aktivasyonu akut miyokardit ile prezante olan vakalar bildirilmiştir. Nitekim, Cavallasca JA ve ark. remisyondan yıllar sonra (21yıl, 7 yıl), ilk prezantasyonu akut miyokardit olan hastalık aktivasyonu ile başvuran iki vaka bildirmişlerdir. Sonuç ve anahtar mesaj: İmmün kökenli olan hastalıklarda her ne kadar sistemik inflamasyon ve ateroskleroza bağlı kardiyak bulgular olabilmekle birlikte, immün sistemin kalp dokusunu hedef olarak belirlediği hastalıklar TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i da olabilir. Bu vakada sunulduğu gibi sistemik başlangıçlı JİA ve/veya erişkin Still hastalığı bu tabloyu oluşturabilecek hastalıklardan birisidir. Sistemik Lupus Eritematozus (SLE), vaskülitler, miyozitlerde de benzer şekilde klinik prezantasyon görülebilir. Benzer başvuru şekilleri viral enfeksiyonlardan sonra ve ilaç toksisitesine bağlı da gelişebilmektedir. Bu nedenle özellikle klinik bulguları hızlı bir şekilde kötüleşen hastalarda, ki bu hastalar tedavi edilmez ise çoğu zaman mortal seyretmektedir, tanısal tüm yöntemler hızlıca uygulanmalıdır. Viral testler, kardiyak MR, kalp kateterizasyonu ve gerekli durumlarda miyokard biyopsisi yapılmalıdır. Hastamızda olduğu gibi miyokardit bulguları saptandığında kortikosteroid ve diğer immün süpresif ilaçlar (metotraksat, IL-1 reseptor antagonistleri, TNF- blokerleri) ve IVIG tedavisi uygulanabilir. Anahtar Kelimeler: Jüvenil idiyopatik artrit, kalp yetmezliği, miyokardit Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. Hayward K and Wallace CA. Recent developments in anti-rheumatic drugs in pediatrics: treatment of juvenile idiopathic arthritis. Arthritis research & therapy. 2009;11:216. Oguz D, Ocal B, Ertan U, Narin H, Karademir S and Senocak F. Left ventricular diastolic functions in juvenile rheumatoid arthritis. Pediatric cardiology. 2000;21:374-7. Koca B, Kasapcopur O, Bakari S, ve ark. QT dispersion and cardiac involvement in patients with juvenile idiopathic arthritis. Rheumatology international. 2012; 32:3137-42. Cavallasca JA, Vigliano CA, Perandones CE and Tate GA. Myocarditis as a form of relapse in two patients with adult Still’s disease. Rheumatology international. 2010;30:1095-7. Gerfaud-Valentin M, Seve P, Iwaz J, ve ark. Myocarditis in adult-onset still disease. Medicine. 2014;93:280-9 TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 17 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PT-03] Etanersept ile Renal Tüberküloz Gelişen Aktif Ankilozan Spondilit Olgusunda Tedavi Yaklaşımı Gülsen Özen, Pamir Atagündüz, Nevsun İnanç, Haner Direskeneli Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, İstanbul Başvuru yakınması: 28 yaşında, erkek hasta, bel ve kalça ağrısı ile başvurdu. Hikaye, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Sekiz yıldır istirahatte artan, 1 saat sabah tutukluğuna yol açan bel ağrısı olan hasta son 1 senedir artan bilateral kalça ağrısı ile 2008’de kliniğimize başvurdu. Başvurusunda sağ kalça eklem hareketleri tüm yönlere minimal kısıtlı ve ağrılı, Schöber 4 cm, göğüs ekspansiyonu 4 cm idi. Sakroiliak grafisinde bilateral evre-3 sakroiliitis ve bilateral kalça eklem aralığında daralma mevcuttu. Vertebra grafilerinde sindesmofit ya da köprüleşme izlenmedi. Yapılan laboratuar incelemelerinde akut faz reaktanları yüksek (ESH=75mm/s, CRP=45mg/L), HLA- B27 pozitif idi. Mevcut bulgular ile hastaya ankilozan spondilit (AS) tanısı konuldu. Yapılan değerlendirmesinde ekstraartiküler tutulum düşündüren bulgu yoktu. Başlangıçta nonsteroidal anti-inflamatuar ilaçlarla (NSAİİ) ile birlikte kalça eklem tutulumu da olması nedeniyle sülfasalazin (SSZ) tedavisi başlandı. Bu tedaviye yeterli yanıt alınamaması üzerine tedavisine metotreksat (MTX) eklendi. Bu tedavi altında kısmı yanıt alınan hastanın kalça hareketlerinin kısıtlanması ve ağrısının tam baskılanamaması nedeni ile 2010’da tümör nekrozis faktör- inhibitör (TNFi) tedavisi başlanması planlandı. Kamyon şoförü olarak çalışan, daha önceden kendisinde ya da ailesinde tüberkülozis (TB) tanıları olmayan hastanın tüberkülin cilt testi (TCT) 3 mm idi. Akciğer grafisinde sekel değişiklik gözlenmeyen, bilinen başka TB teması olmayan hastaya izoniazid profilaksisi olmaksızın etanersept (ETN) tedavisi başlandı. Bu tedaviden belirgin fayda gören hastanın SSZ ve MTX tedavileri kesildi. İzlemde ETN tedavisinin 2. yılında (2012) öncekilerden farklı olan bel ve yan ağrısı gelişti. Akut fazları tekrar yükselen hastanın eşlik eden hematürisi de bulunmaktaydı. Yapılan renal-üriner görüntülemelerinde özellik yoktu. İdrar incelemelerinde ise idrar kültüründe üreme olmazken bakılan ARB pozitif saptandı. Renal TB düşünülen hastada pulmoner TB bulgusu saptanmadı. Gönderilen Quantiferon TB-Gold tüp testi pozitifti. Renal TB düşünülen hastanın ETN tedavisi kesilerek 4’lü anti-TB tedavi başlandı. Tedavi sürerken hastanın idrarda Mycobacterium tuberculosis üremesi de gösterildi. Dirençli bir suş olarak değerlendirilmeyerek 18 Enfeksiyon Hastalıkları’nın da düzenli takibinde 2 ay 4’lü anti-TB’nin ardından 2’li anti-TB ile tedavi toplam 9 ayda sonlandırıldı. Anti-TB tedavisi aldığı dönemde yan ağrısı olmayan hastanın aralıklı inflamatuar bel ağrısı nedeniyle NSAİİ kullanımı dışında tedavi ihtiyacı olmadı. Anti-TB bitiminde hala hematürisi devam eden hastanın idrardaki tüm mikrobiyolojik incelemeleri negatifti. Hematüri, renal ultrasonografide (US) böbrekte gözlenen çok sayıda taşa bağlandı. Anti-TB tedavi sonrası NSAİİ dışında ilaç kullanmayan hastanın 3 ay sonra yeniden belde ve kalçada ağrıları ortaya çıktı. Hastaya bu aşamada (Şubat 2014) yeniden SSZ ve MTX kombinasyonu ve NSAİİ başlandı. Bu tedaviden başlangıçta kısmi yanıt alınsa da hastanın ağrıları giderek arttı. Sağ kalça üzerine basamaz ve ağrıları nedeniyle günlük işlerini dahi yapamaz hale geldi. Hastanın son değerlendirmesinde (Aralık 2014) muayenesi şöyleydi: Lomber lordoz azalmış, torakal kifoz artmış, Schöber: 3 cm, göğüs ekspansiyonu:3 cm, servikal ekstansiyon: 40°, fleksiyon: 30°, rotasyon: 30°, sağ kalça hareketleri tüm yönlere ağrılı ve kısıtlı, BASDAI 8, BASFI 8,1 idi. Laboratuar incelemelerinde ise ESH=53 mm/s, CRP=109 mg/L ve idrarda eritrosit 229/hpf (önceki inceleme normal) saptandı. Pelvis grafisinde bilateral evre-4 sakroiliitis ve sağ kalçada ekleminde ileri derecede destrüksiyon ve her iki kalça eklem aralığında daralma mevcuttu (Resim 1). Resim 1. Pelvis AP grafide bilateral evre 4 sakroiliitis ve sağ kalça ekleminde ileri derecede destrüksiyon, her iki kalça eklem aralığında daralma TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Tanı: Kalça eklem tutulumu olan ağır aktif AS Bu hastada başka neler yapılmalı? Son değerlendirmesinden önceki incelemelerde hematürisi olmayan ve tedavi seçenekleri içerisinde biyolojik tedavi de yer alan hastanın hematüri incelemesi, olası renal/pulmoner TB dışlanması yapılması planlandı. Renalüriner sistem US, idrar piyojen kültürü ve TB kültürü, idrar ARB tetkikleri istendi. Akciğer görüntülemesi yapıldı ve Quantiferon tekrar edildi. Kalçada ve aksiyel iskelette aktif inflamasyonu olmakla birlikte sağ kalçadaki ileri destrüksiyon nedeniyle protez açısından değerlendirilmek üzere Ortopedi görüşü alındı. Bu aşamada tedavi yaklaşımı ne olmalı? Aktif TB dışlanması halinde aktif durumda olan bu AS hastasında tedavi modifikasyonu gerekmektedir. Fakat ETN tedavisi altında renal TB gelişimi olan hastada nasıl bir tedavi seçilmesi gerektiği ve hangisinin daha güvenli olacağına dair net kanıtlar yoktur. Mevcut durumda seçilebilecek tedavi seçenekleri arasında şunlar yer almaktadır: 1. Sağ kalçaya cerrahi ve NSAİİ, SSZ, MTX tedavisine devam edilmesi 2. NSAİİ, SSZ, MTX tedavisine düşükorta doz kortikosteroid eklenmesi 3. ETN dışı bir TNFi başlanması 4. Yeniden ETN başlanması. Bu tedavi seçenekleri içerisinde yer alan biyolojik tedavilerin seçilmesi durumunda yeni birkaç soru da gündeme gelmektedir. Bu hastada yeniden TNFi başlanacak ise Quantiferon bakmak ne kadar gereklidir? Çıkacak Quantiferon sonucu nasıl yorumlanmalıdır? Pozitif ise ne düşündürür? Aktif enfeksiyon mu? Yetersiz tedavi mi? Re-enfeksiyon ve latent TB mi? Geçirilmiş TB’ye bağlı kalıcı pozitiflik mi? Bu hastaya INH profilaksisi gerekli midir? Quantiferon sonucu INH profilaksi kararını etkiler mi? Bu hasta nasıl izlenmelidir? Bu konularda kanıt düzeyi yüksek veriler olmamakla birlikte klavuzlar ve mevcut literatür eşliğinde tartışılacaktır. Bu hastaya ne tedavi verildi? Bu hastanın yapılan incelemelerinde idrar piyojen kültürü ve ARB (3 kez) sonuçları negatifti Renal- üriner sistem US’de bilateral böbreklerde en büyüğü 13mm olan çok sayıda taşlar ve sağ üreter alt uçta 8 mm çapında taş saptandı. Akciğer görüntülemesinde özellik yoktu. Bakılan Quantiferon sonucu “Belirsiz” olarak geldi. Aktif TB düşünülmeyen hastaya yeniden ETN tedavisi başlanması planlandı. INH profilaksisi başlanmadı. Bu dönemde idrar M. tuberculosis kültür sonucu da negatif olarak çıktı. Ortopedik değerlendirmesi sonucunda protez cerrahisi için yeni tedavinin etkisinin beklenmesi planlandı. ETN tedavisinin 1. ayında olan hastanın sağ kalçadaki ağrısı ve akut faz reaktanları gerilemiş olup izlemi devam etmektedir. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Tartışma: TNFi tedaviler 2000’li yılların başında kullanıma girmiş olup inflamatuar artritlerin tedavisinde oldukça etkilidirler. Fakat kullanımlarının yaygınlaşması ile birlikte ciddi enfeksiyonlar ve TB reaktivasyonu gibi istenmeyen etkilerinin de olduğu gözlenmiştir. TNF granülom oluşumunda ve M. tuberculosis’in sınırlanmasında önemli bir sitokin olması nedeniyle TNFi ajanlar TB gelişimi için riskli tedavilerdir. TNFi tedavi ile TB gelişim relatif riski 1,6-25,1 kat artmış olup bu risk klinik duruma ve kullanılan TNFi türüne göre farklılık göstermektedir (1,2). Romatoid artrit (RA), AS ve psoriatik artritte yapılan randomize kontrollü çalışmalarda (RKÇ) ortaya çıkan TB oranları şöyledir: İnfliksimabın 16 RKÇ’sindeki 4590 hastanın 10’unda (%0,21), adalimumabın 21 RKÇ’sindeki 7009 hastanın 9’unda (%0,12) ve ETN’nin 26 RKÇ’sindeki 7741 hastanın 4’ünde (%0,05). Gelişen toplam 23 TB vakasının 19’u da RA hastalarında gözlenmiştir (3). Her ne kadar RKÇ’lerde TB gelişiminin azaldığı belirtilse de ulusal kütük ve pazarlama-sonrası sürveyans verileri bunu desteklememektedir (3). RKÇ’lerdekine benzer olarak ulusal kütük verilerli de ETN’in TB riskinin diğer monoklonal antikor TNFi’lerinden 3-4 kat daha düşük olduğunu göstermektedir (3). TNFi tedavi ile gelişen TB’nin büyük çoğunluğu latent enfeksiyonun reaktivasyonuna bağlıdır. Bu nedenle TNFi ile TB gelişimini önlemek için latent TB’nin taranması ve tedavi edilmesi önerilmektedir. Tarama şekli ve hangi durumlarda profilaksi verileceğine dair çok sayıda ulusal klavuz yayınlanmıştır. Ülkemizde ilk klavuz 2002’de Türkiye Romatoloji Derneği tarafından yayınlanmış olup bu klavuzda TB profilaksisi daha önce TB geçirmiş olanlara, TCT ya da booster >= 10mm, akciğer TB olan bir hastayla son 1 yıl içinde yakın temas içinde olanlara ve TNFi ile birlikte >15mg/gün prednizolon kullanım ihtiyacı olanlara önerilmiştir. Fakat 2005’te yapılan güncelleme sonrasında TCT sınırı 5mm’ye çekilmiş, akciğer grafisinde TB sekeli olanlara ya da TB açısından yüksek riskli kişilere de TB profilaksisi gerekli olduğu önerilmiştir. Bunun yanında, daha önceden TB geçirmiş olmak profilaksi gerekliliğinden çıkarılmıştır. Diğer ülkelerin ulusal kılavuzlarında da önceden geçirilmiş TB yeterli tedavi edilmiş ise ya da TB öyküsü 1970’den önce değilse TB profilaksisi önerilmemektedir. Yeterli kanıt olmamakla birlikte yine bu kılavuzlar “uzman görüşü”ne göre aktif TB varlığında 2-9 ay arasında değişen tedaviler sonrası TNFi tedavi verilebileceğini belirtmektedir. Fakat daha önce yeterli TB tedavisi almış bir hastanın TNFi tedavi altında TB açısından izlemi konusunda görüş bildirilmemiştir. TCT BCG aşısı ve geçirilmiş TB enfeksiyonundan etkilenmekte olup, bu konuda daha avantajlı görünen Quantiferon testinin, daha önceden TB geçirmiş hastalara yeniden TNFi tedavi başlamadan önce aktif TB ya da yetersiz tedavi şüphesi yoksa bakılmasını destekleyen 19 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu bir kanıt literatürde bulunmamaktadır. Öyle ki kültür ve Quantiferon(+) TB hastalarının prospektif izlendiği çalışmalarda tedavi sonunda Quantiferon negatifleşme oranı %58-70 arasında bildirilmiştir (4). Her ne kadar Quantiferon negatifleşmeyen hastaların bir kısmında yetersiz tedavi sebep olsa da böyle bir şüphe yoksa TB geçirmiş hastaların Quantiferon testlerinin pozitif kalabileceği unutulmamalıdır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre son 4 yılda hala yılda 15.000 civarında yeni TB vakasının görüldüğü ülkemizde, 2005 yılında güncellenen kılavuzda ise aktif TB olan hastada TNFi tedavi zamanlaması ya da geçirilmiş TB öyküsü olan fakat yüksek TB prevalensi nedeniyle re-enfeksiyon riskinin bulunduğu hastada izlem konusunda bir öneri bulunmamaktadır. Ulusal kütük verilerinde biyolojikler ile TB gelişimi oranları ve TB gelişimi ile ilgili bazı riskler tanımlansa da hala literatürde TB geçirmiş ve hatta TB gelişimi TNFi tedavi altında olan hastalarda yeniden TNFi tedavi deneyimini ve sonuçlarını içeren bir çalışma bulunmamaktadır. TB prevalansı ve dolayısıyla re-enfeksiyon riskinin daha düşük olduğu ülkelerin kılavuzları TB geçirmiş hastalar yeterli tedavi edilmiş ise TNFi ile TB gelişim riskinin çok düşük olduğunu belirtse de TB-prevalen ülkeler için TNFi tedavi altında TB geçirmiş hastalarda izlem konusunda yardımcı olacak verilere ihtiyaç vardır. Bu konuda tek veri Avrupa Solunum Topluluğu TBNET klinik araştırma işbirliğinin görüşüne dayanmakta olup TB geçirmiş kişilerde TB re-enfeksiyon riski yüksek ise profilaksi açısından değerlendirilebileceği önerilmektedir (5). Sonuç ve anahtar mesaj: En düşük riske sahip olduğu gösterilmiş ETN dahil TNFi tedavilerin TB riskini genel popülasyona göre belirgin olarak artırmaktadır ve bu nedenle profilaktik önlemlere uyulması gerekmektedir. TNFi tedavi altında TB gelişen hastalarda yeterli tedavi verildikten sonra hastalık aktif ise güncel kılavuzlar eşliğinde Quantiferon bakılmaksızın ve profilaksi verilmeksizin TNFi başlanabilir. Fakat bu önerilerin kanıt düzeyinin “uzman görüşü” şeklinde olduğu ve ülkemizdeki TB sıklığı da göz önüne alınarak bu hastaların dikkatli izlenmesi gerektiği unutulmamalıdır. Anahtar Kelimeler: Tüberküloz, tümör nekroz faktör-alfa Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 20 Askling J, Fored CM, Brandt L, ve ark. Risk and case characteristics of tuberculosis in rheumatoid arthritis associated with tumor necrosis factor antagonists in Sweden. Arthritis Rheum 2005;52:1986–1992. Dixon WG, Hyrich KL, Watson KD, ve ark. Drug-specific risk of tuberculosis in patients with rheumatoid arthritis treated with anti-TNF therapy: results from the British Society for Rheumatology Biologics Register (BSRBR). Ann Rheum Dis 2010;69:522-8. Cantini F, Niccoli L, Goletti D. Adalimumab, etanercept, infliximab, and the risk of tuberculosis: data from clinical trials, national registries, and postmarketing surveillance. J Rheumatol Suppl. 2014;91:47-55. Komiya K, Ariga H, Nagai H, ve ark. Reversion rates of QuantiFERON-TB Gold are related to pre-treatment IFN-gamma levels. J Infect. 2011;63:48-53. Solovic I, Sester M, Gomez-Reino JJ, ve ark. The risk of tuberculosis related to tumour necrosis factor antagonist therapies: a TBNET consensus statement. Eur Respir J 2010;36:1185-206. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PT-04] Ankilozan Spondilitli Hastada Adalimumab Tedavisine Bağlı Gelişen Eozinofili Nurdan Oruçoğlu, Bilge Efe, Ata Bora Ayna, Lale Altan İnceoğlu Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, Bursa Başvuru yakınması: Elli dört yaşında erkek hastanın son birkaç aydır ara sıra olan çarpıntı şikayetleri ile başvurduğu dış merkezde yapılan tetkiklerinde eozinofili saptanmış. Eozinofilinin kullanmakta olduğu ilaca bağlı olabileceği söylenen hasta tarafımıza başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: 20 yıl önce modifiye New York kriterlerine göre ankilozan spondilit tanısı alan hasta NSAİİ’lere rağmen hastalığın klinik ve laboratuar olarak aktif seyretmesi nedeniyle 2008’den beri adalimumab kullanmaktaydı. Hastada önceden bilinen astım ve allerji öyküsü yoktu. Sistem sorgusunda birkaç aydır ara sıra çarpıntı şikayetleri mevcuttu. Ateş yüksekliği, öksürük, balgam, karın ağrısı, ishal, B semptomları, nöropati bulguları yoktu. Özgeçmişinde inguinal herni operasyonu mevcut. Adalimumab dışında sürekli kullandığı başka ilaç yok. Alkol, sigara alışkanlığı yok. Fizik muayenede genel durumu iyi, kan basıncı 110/70, nabız 72/dk, vücut ısısı 36,7 derece idi. Ciltte döküntüsü yoktu. Lenfadenopati saptanmadı. Solunum sistemi ve kardiyovasküler sistem muayeneleri normaldi. Batın rahat, hepatosplenomegalisi yoktu. Nörolojik muayenesi normaldi, nöropati bulgusu yoktu. Lökosit 6310/ μL, nötrofil: %65.4, lenfosit %34.5, eozinofil: 1270/ μL (0-700), eozinofil yüzdesi %20.1 (0-7), hemoglobin: 15,7 g/dL, hematokrit: %46.4, MCV: 86.8 fL, trombosit: 229000/ μL, ESR: 6 mm/saat, C-reaktif protein: 0,3 mg/dL, glukoz:67 mg/dL, kreatinin: 0,85 mg/dL, AST: 15 IU/L, kalsiyum: 9,5 mg/dL, tam idrar tetkikinde protein negatif, her sahada 3 eritrosit, 1 lökosit. Ön tanılar: 1- Allerjik patolojiler, 2- Parazitik enfeksiyonlar, 3- İlaç hipersensitivitesi, 4- Maligniteler, 4- Eozinofilik granülomatöz polianjitis (EGPA) Ayırıcı tanı: Hiperozinofiliye neden olan sebepler arasında astım ve atopik hastalıklar mevcuttur. Atopik dermatit, ürtiker varlığı ve astım öyküsü eozinofilisi olan hastalarda sorgulanmalıdır. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Birçok parazitik enfeksiyonda eozinofili görülebilir. Helmintik enfeksiyonlarda sıklıkla anlamlı eozinofili görülmekle birlikte, kistlerle karakterize parazitik enfeksiyonlarda da hafif düzeyde eozinofili saptanabilir. Özellikle lenfoma ve lösemi gibi hematolojik maligniteler ve bazı solid kanserlerde eozinofili gözlenebilir. Eozinofili saptanan olgularda dikkatli bir fizik muayene ve uygun taramalar ile malignitelerin dışlanması önemlidir. İlaçlar eozinofilinin en sık nedenlerinden biridir. Hastaların kullandığı ilaçların sorgulanması önemlidir. Penisilin, sefalosporinler, NSAİİ ajanlar, anti-konvülzanlar, nitrofurantoin eozinofiliye sıklıkla neden olan ilaçlardır. Genellikle ilacın kesilmesi ile geriler. Eozinofilik granülomatöz polianjitis, astım, akciğerde infiltrasyon, damar dışı granülomlar ve eozinofili ile karakterize, küçük-orta çapta damarları tutan ANCA ilişkili nekrotizan bir vaskülittir. Sıklıkla deri, akciğer ve periferik sinir sistemi tutulumu ile prezente olur ve hastalarda genellikle astım ve rinit hikayesi mevcuttur. Tanıya götüren bulgular: İmmünglobulin G, A ve M düzeyleri normal sınırlarda, Total IgE: 1626 (normal aralık: 0-87), protein elektroforezinde patoloji yok, ANA: 1/100 end point, ANCA profili negatif, tümör belirteçleri negatif, amip ve ekinokok İHA negatifti. Fekal parazit taramasında parazit ve parazit yumurtasına rastlanmadı. Abdominal ultrasonda patoloji saptanmadı. Toraks BT’de her iki akciğerde amfizem, sağ akciğer apikal düzeyde olasılıkla sekel değişiklikler ve mediastinal yapılarda bu düzeye doğru hafif deviasyon izlendi. Tartışma: Anti- TNF ajanların kullanıma girmesi ile birçok kronik romatizmal hastalığın tedavisinde önemli ilerleme sağlanmıştır. Anti-TNF ajanların ürün monografında bilinen ve pazarlama sonrası elde edilen verilere göre hematolojik sistem üzerindeki olası yan etkileri arasında sitopeniler yer almakta fakat eozinofili bulunmamaktadır. Ancak FDA ve sosyal medyadan edinilen yan etki bildirimlerimden derlenen eHealthMe veritabanında, Ocak 2015 itibari ile, Adalimumab tedavisi almakta iken yan etki bildirilen 135,988 hastadan 77’sinde eozinofili 21 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu bildirilmiştir (%0.06). Etanercept ile yan etki bildiren 174,963 hastadan 61’inde (%0.03), Golimumabla yan etki bildiren 2,758 hastadan 1’inde (%0.04) ve İnfliksimab ile yan etki bildirilen 85,085 hastadan 57’sinde (%0,07) eozinofili bildirilmiştir. Yine literatürde anti-TNF tedavisi altında gelişen eozinofili olguları mevcuttur. Malisiewicz ve arkadaşları psöriazisli 3 hastada anti-TNF tedavisi sırasında (2’si adalimumab, 1’i etanercept ile) izole eozinofili bildirmiştir (1). Vester ve arkadaşları Akrodermatitis conutinua Hallopeau tanısıyla Adalimumab tedavisi sırasında bir hastada geçici eozinofili gözlemişlerdir (2). Yine Bessissow ve arkadaşları Crohn hastalığı nedeniyle infliksimab tedavisi altında eozinofili gelişen bir olgu rapor etmişlerdir. Hastanın tedavisi kesildikten sonra eozinofil seviyeleri normale dönmüş ancak sonrasında adalimumaba geçilen hastada tedavinin ilk dozu ile eozinofili tekrarlamıştır (3). İlaca bağlı eozinofili klinik olarak genellikle asemptomatik olsa da eozinofil derive nörotoksin, eozinofilik katyonik protein, eozinofil peroksidaz ve eozinofil major basic protein gibi toksik granül proteinlerinin salınımına bağlı ciddi organ hasarından sorumlu olabileceği belirtilmiştir. Anti-TNF ajanlardan da özellikle adalimumabın eozinofil apoptozisini etkileyebileceği öne sürülmüştür (4). Anti-TNF ajanların eozinofiliye yol açma mekanizması net olarak tanımlanmamış olmakla beraber bazı olası hipotezler öne sürülmüştür. IgE antikorlarının gelişimine bağlı ilaç hipersensitivitesi ve takiben eozinofilinin gelişmesinden kaynaklanabileceği öne sürülmüştür. (4) Bessisiow ve ark’ı da eozinofilinin anti-TNF tedavisine karşı gelişen aşırı Th2 yanıtını yansıttığını öne sürmüşlerdir (3). Vester ve ark’ı ise bu durumun düşük dozdan veya bir/çeşit tolereans/taşiflaksiye bağlı olabileceğini öne sürmüşlerdir (2). Tanı: Anti-TNF ilişkili eozinofili Hastamızda paraziter enfeksiyonlar ve maligniteye ilişkin tarama testlerinde patoloji saptanmamıştır. Vaskülit düşündüren öykü, fizik muayene ve laboratuar bulgular olmaması nedeniyle EGPA düşünülmemiştir. Yine hastada astım ve atopik dermatit gibi allerjik durumlar mevcut değildi. Hastanın total IgE seviyelerinin yüksek olması ve eozinofiliye neden olabilecek diğer tanıların dışlanması ile ilaca bağlı eozinofili düşünülen hastanın anti-TNF tedavisi kesildi. Takibinde eozinofil sayısı 970/ μL, eozinofil yüzdesi %14.7’ye geriledi. Hastanın ilaçsız izlemi devam etmektedir. Sonuç ve anahtar mesaj: Eozinofili, anti-TNF ajanların nadir ve genellikle asemptomatik bir yan etkisi olmasına rağmen uzamış eozinofili ciddi organ hasarı ile sonuçlanabileceğinden erken tanınması önemlidir. Bu durum ilacın kesilmesini gerektirebileceğinden imkan dahilinde ise ilaca spesifik IgE antikor düzeylerinin bakılması bu tip vakalarda tanıyı netleştirmede daha yararlı olabilir. Anahtar Kelimeler: Anti-TNF, eozinofili Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 22 Malisiewicz B, Murer C, Pachlopnic SJ, ve ark. Eosinophilia during psoriasis treatment with TNF antagonists, Dermatology 2011;223: 311-315 Vester K,Rüger RD, Harth W, ve ark. Transient blood eosinophilia during treatment with Adalimumab, Letters to Editor, Journal of the European Academy of Dermatology and Venereology 2011;26: 923-28 Bessissow T, Renard M, Hoffman I, ve ark. Review article: non-malignant haematological complications of anti-tumour necrosis factor alpha therapy. Aliment Pharmacol Ther. 2012;36:312-23 Gudelli GM, Tenti S, Fioravanti A. Severe eosinophilia during anti-tumor necrosis factor-alpha theraphy for psoriatic arthritis, Indian J Dermatol Venereol Leprol 2014;80:187-9 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PT-05] Sistemik Lupus Eritematosus ve Lupus Nefriti Hastasında Psikoz: Üremik Sendrom mu? Lupus Psikozu mu? Lütfi Akyol1, Coşkun Kaya2, Yener Gün3, Metin Özgen1, Mehmet Sayarlıoğlu1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Nefroloji Bilim Dalı, Samsun 3 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Samsun 2 Başvuru yakınması: Sistemik Lupus Eritematosus (SLE) ve Lupus nefriti (LN) tanısı ile takip edilen 48 yaşında kadın hasta, etrafındakileri tanıyamama ve tutarsız davranışlarda bulunma şikayeti ile başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Hastamızın ilk başvurusunda halsizlik, yorgunluk el bileklerinde ağrı şikayeti vardı. Fizik muayene de cilt-konjiktivalar soluktu, saçlarda yaygın skar bırakmayan alopesi vardı. Laboratuar parametrelerinde; WBC:4 (3.9-11.7 bin/uL), lenfosit: 0.6 (1.3-3.6 bin/uL) hemoglobin: 6.5 (12-15 gr/dL), hematokrit: 18.5 (34-45 %), trombosit: 210 (172-440 bin/uL) idi. LDH: 832 (0-480 u/L), direk coombs:+, sedimantasyon: 132 (0-20 mm/ saat), ANA: 1/3200 granüler boyanma, Anti ds DNA: 200 (negatif <12 ıU/mL, düşük pozitif:12-18 ıU/ mL pozitif>18 ıU/mL). C3: 0.4 (0.8-2 g/L) ve C4: 0.05 (0.1-0.5 g/L) düşüktü. Aktif idrar sedimenti vardı. 24 saatlik idrarda 0.8 gr/gün protenürisi olan hastaya renal biyopsi yapıldı. Renal patoloji lupus nefriti Class IV A ve tübülointerstisyel nefrit olarak değerlendirildi. Kemik iliği biyopsi de hematopoetik seride belirgin proliferasyon, megakaryositer seride displazi bulguları vardı. Mevcut bulgularla hastaya Sistemik Lupus Eritematosus (SLE) ve Lupus nefriti (LN) tanısı konuldu. Hastaya 3 gün 1 gr, pulse steroid tedavisi sonrası metilprednizolon 1x32 mg/gün, siklofosfamid 1gr/ay tedavisi başlandı. 10. kür siklofosfamid tedavisi sonrası hastanın değerlendirilmesinde, idrar çıkışının azalması, böbrek fonksiyon testlerinin progresif bozulması, akciğer ve yaygın ödemi olması nedeniyle hasta hemodiyalize (HD) alınmaya başlandı. Haftada 3 gün rutin HD’e girerken tedavinin 17. gününde sabah saatlerinde mood değişikliği, saldırgan ve tutarsız davranışlarının başlaması üzerine hasta servise yatırıldı. İlerleyen saatlerde şuur bozukluğu gelişti. Anlamsız konuşmalar vardı, yer-zaman-kişi oryantasyonu yoktu. Hasta ile kooperasyon kurulamıyordu ve basit emirlere uymuyordu. Görsel ve işitsel hallusinasyonları vardı. Nörolojik olarak değerlendirilmesinde şuur konfü, yer, zaman, kişi oryantasyonu bozuk. Basit -kompleks dikkat bozuk, IR+/+, pupiller izokorik, göz küreleri orta hatta, her yöne göz hareketleri serbest, fasial asimetri yoktu. Motor muayenede TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI lateralizan bulgu yoktu, duyu muayenesine koopere olamadı. Sereballar muayenede dismetri yoktu, disdiadokokinezi muayenesine koopere olmadı. Laboratuar parametrelerinde WBC: 1.58 (3.9-11.7 bin/uL), lenfosit: 0.09 (1.3-3,6 bin/uL) Hgb: 10.3 (12-15 gr/dL), plt:190 (172440 bin/uL), kreatinin: 2.1 (0.4-1.4 mg/dL), K: 3.6 (3.5-5.5 mEq/L) idi. Kan gazında metabolik-respitauvar değerler normaldi. C3: 0.367 (0.8-2 g/L), C4<0.05 (0.1-0.5 g/L), Anti ds DNA: 200 (negatif<12 ıU/mL, düşük pozitif: 1218 ıU/ mL pozitif>18 ıU/mL) idi. Ön tanılar: 1- Üremik Sendrom, 2-İntrakranial malignite-enfeksiyon, 3- SLE’ye bağlı psikoz Ayırıcı tanı: Hastamız SLE- Lupus nefritine bağlı kronik böbrek yetmezliği (KBY) tanısıyla haftada üç gün hemodiyalize girmekte olduğu için mevcut tabloda ilk planda akla kronik zeminde akut alevlenmeye bağlı gelişen üremik sendrom akla gelmektedir. Ancak hastanın muayenesinde hipervolemi bulgularının olmayışı (dinlemekle akciğerlerde ral olmayışı, boyun venöz dolgunluğu olmayışı, pretibial ödem olmayışı, tansiyonların normal olması), elektrolit imbalansının olmaması, kan gazında metabolik ve respiratuvar parametrelerin normal olması bu tanıdan uzaklaştırmaktadır. İntrakraniyal malignite ve enfeksiyon tanılarını dışlamak için kraniyal görüntüleme ve beyin omurilik sıvısı (BOS) incelemesi gerekmektedir. Hastamızın SLE tanısıyla takip edilmesi, üremik sendroma neden olacak metabolik parametrelerinin normal olması, SLE aktivasyonunu düşündüren Anti-ds DNA yüksekliği, C3-C4 düşüklüğü, lökopeni-lenfopeni olması ve hastanın mevcut kişi-zaman oryantasyon bozukluğu, hallüsinasyonları, nörolojik defisit bulgusunun olmaması lupus psikozunu düşündürmektedir. Ancak kraniyal görüntüleme ile diğer patolojilerin dışlanması gerekmektedir. Tanıya götüren bulgular: Hastanın yapılan kranial MR görüntülemesinde; Supratentoral kesitlerde, diffüz serebral belirgin atrofi ile uyumlu sulkus ve fissürlerde genişleme, üç ve lateral ventrikül kalibrasyonunda artış dikkati çekti. Korpus kallozum ince olarak izlendi. 23 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Hasta rutin HD’e girdiği ve kreatinin değerleri aynı düzeyde seyrettiğinden, elektrolit imbalansı olmadığından, kan gazı değerlendirmesinde metabolik ve solunumsal parametreleri normal olduğundan hastanın mevcut psikiyatrik tablosu metabolik değişikliklere bağlanmadı. Hastanın mevcut kliniği lupus aktivasyonuna bağlı lupus psikozu olarak değerlendirildi. Hastaya 500 mg/gün İ.V pulse metilprednisolon ve haloperidol tedavisi 5 gün verildi. Serviste yalnız kalan hastanın yakınlarına ulaşıldı ve sosyal destek istendi. Tedavinin 7. gününde hastanın kooperasyonu ve oryantasyonu düzeldi, hallusinasyonları kayboldu. Tartışma: SLE santral ve periferik sinir sistemi de dahil olmak üzere pekçok sistemi tutan otoimmün bir hastalıktır. Nöropsikiyatrik SLE (NP-SLE) depresyon, mani, konversiyon reaksiyonu, psikoz, epileptik nöbet, paralizi, gibi ruhsal ve nörolojik belirtilere yol açabilir (1). Psikoz, delüzyon veya halüsinasyonlarla karakterizedir. Kortikosteroide bağlı olarak (1 mg/kg ve üzeri dozlarda) %10 ve Anti-ribozomal P antikorlarına bağlı olarak görülebilir (2). SLE’li olguların %17-71’inin yaşamlarının bir döneminde nöropsikiyatrik bulgular görülmektedir ve bu belirtilerin genellikle tanıdan sonraki ilk yıl içinde ortaya çıkması beklenmektedir (3). Bu vakada da tanıdan sonraki ilk yıl içinde semptomlar ortaya çıkmıştır. Nöropsikiyatrik lupus tanısı koyabilmek için hastanın bu tabloya yol açabilecek bir ilaç kullanmaması ve metabolik parametrelerinin normal olması gerekmektedir (4). Bu vakada şuur değişikliğine neden olabilecek herhangi bir metabolik olay veya ilaç kullanımı yoktu. NP-SLE’li olgularda beyin görüntüleme tekniklerinden özellikle manyetik rezonans görüntüleme ve beyin SPECT’i tanı koymada değerli bilgiler vermektedir (5). Bu vakada da NP-SLE ile ilgili olabilecek kranial MR bulguları vardı. Tablonun akut başlangıçlı olması, şizofreniye özgü düşünce içeriğinin olmayışı, hallüsinasyon ve delüzyonların olması, tabloyu açıklayacak metabolik bozukluk ve ilaç kullanımının olmaması, nörolojik muayenede lateralizan bulgu olmayışı, kraniyal görüntülemede malignite veya enfeksiyonu düşündürecek bulgu olmayışı nedeniyle bir süre önce lupus tanısı alıp tedavi gören olgu “SLE’ye bağlı psikotik bozukluk” olarak değerlendirildi. Tanı: Sistemik Lupus Eritematosus ile ilişkili psikoz Sonuç ve anahtar mesaj: Burada sunulan vakada da olduğu gibi NP-SLE tanısı önemli bir sorun olmaktadır ve klinikte kullanılabilir daha kesin tanı yöntemlerine ihtiyaç vardır. Hasta ve yakınlarının hastalığın seyri ve tedavi programı konusunda kültür seviyesine uygun olarak aydınlatılması yararlı olacaktır, tedaviye uyum bozukluklarının ve psikiyatrik tabloların zamanında müdahaleyle giderilmesi ve antipsikotik tedavinin psikoz tablosunun düzelmesinden sonra azaltılarak kesilmesi, immünosüpresif tedavinin belirlenen süreye kadar devam edilmesi gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: SLE, lupus nefrit, lupus psikoz Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 24 Steup-Beekman GM, Zirkzee EJ, Cohen D ve ark. Neuropsychiatric manifestations in patients with systemic lupus erythematosus: epidemiology and radiology pointing to an immune-mediated cause. Annals of the rheumatic diseases. 2013;72 Suppl 2:ii76-9. Bertsias GK, Ioannidis JP, Aringer M ve ark. EULAR recommendations for the management of systemic lupus erythematosus with neuropsychiatric manifestations: report of a task force of the EULAR standing committee for clinical affairs. Annals of the rheumatic diseases. 2010;69:2074-82. Meszaros ZS, Perl A, Faraone SV. Psychiatric symptoms in systemic lupus erythematosus: a systematic review. The Journal of clinical psychiatry. 2012;73:993-1001. Tan EM, Cohen AS, Fries JF ve ark. The 1982 revised criteria for the classification of systemic lupus erythematosus. Arthritis and rheumatism. 1982;25:1271-7. Sibbitt WL, Jr., Sibbitt RR, Griffey RH ve ark. Magnetic resonance and computed tomographic imaging in the evaluation of acute neuropsychiatric disease in systemic lupus erythematosus. Annals of the rheumatic diseases. 1989;48:1014-22. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PT-06] Still Hastalığının En Gürültülü Tablolarından Biri: Makrofaj Aktivasyon Sendromu Cihan Uysal1, Lütfi Akyol2, Canan Albayrak3, Metin Özgen2, Mehmet Sayarlıoğlu2 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Samsun 3 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Samsun 2 Başvuru yakınması: 18 yaşında kadın hasta ateş, eklemlerde şişlik, ağrı ve döküntü yakınmalarıyla başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Hastamız bir yıl önce (17 yaşında) ateş, bisitopeni, patolojik lenfadenopati (LAP) ve hepatosplenomegali nedeniyle tetkik edilmiş ve hemofagositik sendrom tanısı konmuş. Hastaya o dönem siklosporin, steroid, anakinra ve plazmaferez tedavileri uygulanmış. Yapılan aksiler LAP biyopsisinde yoğun histiyosit infiltrasyonu izlenmiş, etyolojik bir neden saptanamamış. Hasta tarafımıza romatolojik değerlendirme amacıyla konsulte edildi. Fizik muayenesinde genel durum iyi, vital bulgular stabildi, ateş 36.7°C idi, skleralar doğaldı, boyunda ağrılı LAP vardı, kalp ve solunum sesleri doğaldı, batın rahattı, organomegali yoktu. Romatolojik değerlendirmede diz, dirsek, el ve ayak bileği eklemlerinde şişlik ve ağrı mevcuttu. Hastanın gövdesinde, kol ve bacaklarında basmakla solan makulopapüler döküntüleri mevcuttu. Laboratuar bulgularında; WBC: 5170 /μL (390011700), Nötrofil: 3800 /μL (1900-7900), Hemoglobin: 12,3 g/dl (12-15), Trombosit: 258 bin/μL (170-440), Kalsiyum: 9,6 mg/dl (8,6-10), CPK: 25 U/l (35-195), AST: 22 U/l (8-46), ALT: 7 U/l (0-35), Bilirubin: 0,3 mg/ dl (0,1-1,5), Albumin: 4,7 g/dl (3,5-5), BUN: 7 mg/dl (524), Kreatinin: 0,4 mg/dl (0,4-1,4), Ürik Asit: 2,3 mg/dl (2,8-8), Ferritin: 429 ng/ml (15-200), Sedimentasyon: 31 mm/h (0-20), CRP: 39 mg/L (<3), ANA: negatif, CCP testi: Negatif, RF: Negatif. P-A akciğer grafi: normaldi. Ön tanılar: 1- Enfeksiyon, 2- Malignite, 3- İnflamatuar romatolojik hastalık Ayırıcı tanı: Hastamızın öncesine ait hemofagositik sendrom hikayesi mevcuttur. Bu nedenle uzun süre hastanede yatmış ve yoğun immunsupressif tedavi uygulanmıştır. Hastamızda öncesine ait hemofagositik sendrom, ateş, LAP, hepatosplenomegali olması ve başvurusunda saptanan artrit ve deri döküntülerinin varlığı öncelikle şu hastalıkları aklımıza getirmektedir. Enfeksiyon: Hastadaki ateş, döküntü ve eklem ağrısı şikayetleri çeşitli enfektif durumlara işaret edebilir. Özellikle viral enfeksiyonların seyrinde bu bulgular, yaygın rastlanan semptomlardır. Yine hepatosplenomegali, TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI LAP, ateş ve eklem ağrısı, bruselloz ve tüberküloz gibi kronik enfektif durumlarda karşımıza çıkabilir. Ayrıca mevcut olan immunsupresif durum da enfeksiyon gelişmesi için predispozandır. Özellikle ateşin olması etyolojik olarak enfeksiyonun dışlanmasını gerektirmektedir. Malignite: Hastadaki patolojik LAP mevcut olması, hemofagositik sendromun malignitelere sekonder olabilme ihtimali nedeniyle malign hastalıkları göz önünde tutmalıyız. Ayrıca ateş, lenfoma gibi hastalıkların bir bulgusu olabilir. İnflamatuar romatolojik hastalık: Artrit birçok romatolojik hastalığın esas bulgusu olabilir. Farklı hastalıklarda karşımıza farklı tutulum şekilleriyle ortaya çıkabilir. Yine eşlik eden ateş de inflamatuar hastalıkların seyrinde olabilir ve özellikle FMF, Still hastalığı, SLE ve Kawasaki hastalığında seyrinde sık rastlanılır. Cilt döküntüleri de artrit gibi çok farklı romatolojik hastalıkta farklı tarzda ortaya çıkabilir. Tanıya götüren bulgular: Hastanın ateş tariflemesi, artrit bulguları olması, kollarında pempe renkli ve kaşıntısız makulopapuler tarzda döküntü olması, ANA / RF negatif olması ve öncesine ait hemofagositik sendromun olması nedeniyle ön planda Still hastalığı düşünüldü. Hastanın Romatoloji servisine yatışı yapıldı ve 60 mg/gün parenteral metilprednizolon tedavisi başlandı. Steroid tedavisi sonrası takibinde eklem ağrıları gerilemesine rağmen tedavinin 4. gününden itibaren 39°C ve üzeri dirençli ateşi olmaya başladı. Boğaz ağrısı olan hastanın muayenesinde hiperemik orofarenks dışında ateş odağı saptanmadı. Hasta enfeksiyon hastalıklarına konsulte edilerek nonspesifik antibiyotik tedavisi başlandı. Hastanın ateşli dönemlerinde alınan kan, idrar ve boğaz kültüründe üreme olmadı. Hastanın dirençli ateşinin devam etmesi, kan tablosunda lökopeni ve trombositopeni gelişmesi üzerine hematoloji bölümüne konsülte edildi. Yatışının 10. gününde sedimentasyon: 39 mm/h (0-20), ferritin: 9000 ng/ml (15200), WBC:2850 /μL (3900-11000), Hgb: 10.3 g/dl (12-15), trombosit: 57 bin/μL, AST: 168 U/l (6-45), ALT: 109 U/l (0-35), bilirubin: 0,5 mg/dl (0.1-1.5), fibrinojen: 4.2 g/dl 25 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Resim 1. Kemik iliği sellüler, miyeloid seri her aşamada aktif, makrofaj sayısı artmış, hemofagositoz mevcut (ok işareti) (2-4), trigliserid: 275 mg/dl (<150). Hastaya kemik iliği aspirasyonu yapıldı ve yaygın hemofagositik hücreler izlenildi (Resim 1). Hastaya yapılan batın ultrasonografik incelemesinde yeni gelişen hepatosplenomegali saptandı. Hasta Makrofaj aktivasyon sendromu (MAS) kabul edilerek, hematoloji bölümünce metilprednizolon 30mg/kg/ gün, siklosporin 2x75mg ve günlük plazmaferez önerildi. Hastaya 6 gün boyunca pulse steroid ve plazmaferez yapıldı. Fakat hastanın klinik bulgularının halen aktif olması, hematolojik tutulumun daha da derinleşmesi üzerine tekrar hematoloji ile görüşüldü ve HLH-94 (Vinkristin, siklofosfamid, prednison) tedavi protokolü başlandı. Hastanın WBC sayısı 100 /μL, trombosit sayısı 6 bin/μL düzeylerine kadar düştü. G-CSF (filgrastim 30/mIU/gün) başlanıldı. Hastaya aralıklı olarak eritrosit ve trombosit süspansiyonu replasmanı yapıldı. Takibinde hastanın burun tıkanıklığı olması nedeniyle yapılan nazal muayenesinde nekrotik lezyonlar, mantar hifaları izlenildi. Cerrahi debridman yapıldı ve alınan örneklerde anjioinvaziv fungal enfeksiyon gözlendi. Mukormukozis nedeniyle hastaya enfeksiyon hastalıkları tarafınca parenteral antifungal tedavi başlandı. HLH-94 tedavisi sonrası hastanın klinik ve laboratuar bulguları normale döndü ve idame tedavisi metilprednizolon, tocilizumab 320mg/ay ve siklosporin 1x100mg/gün olarak düzenlendi. Tartışma: Still hastalığı nadir görülen sistemik inflamatuar bir hastalıktır. Klasik triadı; ani yükselen ateş, özellikle ateşli dönemde görülen somon rengi makulopapüler cilt döküntüsü ve eklem ağrısıdır (1). Hastalık genellikle genç insanları etkiler, hastaların %75’inin ortaya çıkış yaşı 16-35 yaş arasındadır (2). Etyolojisi hala tam olarak bilinmemektedir. Tıpkı reaktif artritteki gibi çeşitli enfektif ajanların hastalığı tetiklediği düşünülmektedir (2). Son dönemde 26 sitokin üretimindeki değişimin hastalığın patofizyolojisinde önemli olduğu düşünülmektedir. Tedavi edilmeyen hastaların kan ve dokularında Th1 lenfosit kökenli sitokinlerin predominant olduğu gösterilmiştir (3). Hastalığın tanısı klinik yaklaşım üzerinedir. Laboratuvar bulguları arasında ANA ve RF testlerinin pozitif olması beklenmez. Sedimentasyon ve CRP yüksekliği beklenir (4). Çoğu hastanın tam kan sayımında lökositoz ve kronik hastalık anemisi gözlemlenir. Serum ferritin düzeyleri hastalığın tanısında ve aktivasyonunda kullanılmaktadır. Artan serum ferritin düzeyleri sitokin değişimi ile ilişkilidir ve genellikle düzeyi 1000 ng/ml üzerindedir. Ayrıca serum glikolize ferritin oranın <%20 olması daha spesifik bir belirteç olarak değerlendirilmektedir (5). Still hastalığın tanısında sıklıkla Yamaguchi kriterleri kullanılmaktadır ve en az ikisi major olmak üzere 5 kriter tanı koydurur (Tablo 1). Hastamızda major kriterlerden; eklem ağrısı, döküntü mevcuttu. Minör kriterlerden ise ANA/RF negatifliği, boğaz ağrısı, LAP mevcuttu ve tanı için yeterliydi. MAS romatolojik hastalıkların seyrinde görülen hayatı tehdit edebilen bir komplikasyondur. Still hastalığı da MAS’ın görüldüğü hastalıklardan birisidir. Hemofagositik sendromun yada diğer ismiyle hemofagositik lenfohistiyositozisin (HLH) sekonder bir formu olarak değerlendirilir. Önemli klinik ve laboratuar bulguları; düşmeyen ateş, splenomegali, karaciğer yetmezliği, en az iki seride sitopeni, hipertrigliseridemi, hipofibrinojenemi, ferritin yüksekliğidir. Tedavisi hızlı başlanmalıdır, steroid ile siklosporine iyi yanıt verir (7). Patogenezinde aşırı aktive olmuş makrofaj ve T lenfositlere bağlı gelişen sistemik bir sitokin maruziyeti vardır. Tanısında kemik iliği, BOS veya lenf nodlarında hemofagositozun gösterilmesi gerekmektedir. Tedavide primer hastalığın tedavisi ve gerekirse HLH-94 / HLH-2004 tedavi protokolleri kullanılmaktadır. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Tablo 1. Yamaguchi tanı kriterleri Major Kriterler Minör Kriterler 39°C üzeri ateş Boğaz ağrısı Nötrofil hakimiyetinde lökositoz Lenfadenopati / splenomegali Tipik döküntü KCFT bozukluğu Eklem ağrısı (2 haftadır süren) RF ile ANA negatif olması Bizim hastamızda Still hastalığının tedavisi esnasında artrit kliniğinde gerileme olmasına rağmen dirençli ateş ortaya çıkmıştı. Ateşli dönemlerde alınan kültürlerde üreme olmaması bizi enfektif bir durumdan uzaklaştırdı. Ayrıca yeni gelişen hepatosplenomegali, karaciğer fonksiyon testlerinde bozukluk, hipertrigliseridemi, trombositopeni ve lökopeni vardı. Serum ferritin düzeyleri giderek yükselmişti. Klinik şüphe ile yapılan kemik iliği aspirasyonunda hemofagositozun gösterilmesi tanımızı doğrulamaktaydı. Ayrıca kemik iliği aspirasyonu ile hematolojik malignite ekarte edilmiş oldu. Tanı: Still hastalığı ve makrofaj aktivasyon sendromu Sonuç ve anahtar mesaj: Biz Still hastalığı ve diğer romatolojik hastalıkların seyrinde karşılaşılabilecek en ciddi durumlardan biri olan sekonder hemofagositik sendromun bir sebebi olarak makrofaj aktivasyon sendromunu sunmak istedik. HLH mortalitesinin yüksek olması nedeniyle erken tanı ve doğru tedavi oldukça önemlidir. Özellikle Still hastalığı seyrinde de görülen dirençli ateş, ferritin yüksekliği; MAS ile benzer bulgular olarak dikkat çeker ve ayrımının yapılması oldukça önemlidir. Still hastalığının seyri sırasında gelişebilen lökopeni, trombositopeni, karaciğer fonksiyon testlerindeki bozukluk dikkatle izlenmelidir. Anahtar Kelimeler: Still hastalığı, Makrofaj aktivasyon sendromu Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 6. Akkara Veetil BM, Yee AH, Warrington KJ, ve ark. «Aseptic meningitis in adult onset Still›s disease». Rheumatol Int 2012;32:4031–4. Van de Putte L B, Wouters J M. Adult-onset Still›s disease. Baillieres Clin Rheumatol 1991;5:263–275. Chen D Y, Lan J L, Lin F J, ve ark. Predominance of Th1 cytokine in peripheral blood and pathological tissues of patients with active untreated adult onset Still›s disease. Ann Rheum Dis 2004;63:1300-6. Wouters JM, van de Putte LB. Q J Med. 1986;61:1055-65. Fautrel B. Ferritin levels in adult Still›s disease: any sugar? Joint Bone Spine 2002;69:355–357. Yamaguchi M, Ohta A, Tsunematsu T, ve ark. Preliminary criteria for classification of adult Still›s disease. J Rheumatol 1992. 19424–430.430 7. Tavares AC, Ferreira GA, Guimarães LJ, ve ark. Rev Bras Reumatol. 2014;S0482-5004(14)00153-3. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 27 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PT-07] Ankilozan Spondilit Tanılı KML Hastasında Ortaya Çıkan Gut Artriti Atalay Doğru1, Ahmet Ali Usta2, Emine Güçhan Alanoğlu3, Şevket Ercan Tunç1, Mehmet Şahin1 1 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Isparta 3 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Isparta 2 Başvuru yakınması: 62 yaşında erkek hasta, sağ dizde 2 gündür olan şişlik, ısı artışı, ağrı şikayeti ile başvurdu Hikaye-Fizik muayene: 30 yıl önce bel ağrısı, sabah tutukluğu şikayeti ile başvurusu sırasında Ankilozan spondilit (AS) tanısı konup nonsteroid anti inflamatuar ilaç (NSAİİ) tedavisi verilen hastanın 2 gündür olan sol dizde şişlik, ısı artışı ve ağrı şikayeti başlamış. Son bir yıldır ayaklarda şişlik, hareketle artan nefes darlığı tarif eden hastanın 3-4 kez olan sol ayak baş parmakta kızarıklık, şişlik, ağrı şikayeti olmuş. Ağrı kesici tedavi ile 2 günde şikayetleri gerilemiş. Bir yıl önce halsizlik, karın sol üst kadranda ağrı nedeniyle tetkikleri sırasında kronik myeloid lösemi (KML)tanısı konulup imatinib 400 mg/gün tedavisi başlanmış. Hastanın fizik muayenesinde bilateral akciğer alt loblarda krepitan raller, sağ dizde ısı artışı, hareket kısıtlılığı, aktif artrit, pretibial 2+/2+ ödem saptandı. Schöber testi 4 cm, her iki bacakta FABERE, FADIR testleri ve sakroiliak kompresyon testi ağrısız olarak saptandı. Sol el 2.parmak DIP eklem üzerinde ve sol kulak kepçesinde ciltten kabarık nodüler lezyonlar saptandı. Laboratuar-Görüntüleme: Lökosit: 8900 103/μL, hemoglogin: 13,7 g/dl, MCV: 65,9 fL, trombosit: 121000 103/μL, tam idrar tetkiki: 3+ protein, 24 saat idrarda protein 3,2 gr/gün, Eritrosit sedimantasyon hızı(ESR): 8 mm/saat, CRP:28 mg/l, kreatinin:2,8 mg/dl, AST:18 U/L, ALT:16 U/L, Albümin:2,8 g/dl, Potasyum:5,1 mmol/l, Kalsiyum:7,8 mg/dl, Fosfor:4 mg/dl, Ürik Asit:12,1 mg/dl, HLA B27:Pozitif, Romatoid faktör:12 IU/L, olarak saptandı. Sakroiliak(SİE) Grafi: Bilateral grade 3-4 sakroiliit, direkt AP diz grafisi: her iki dizde medial yüzde eklem aralığında daralma, batın USG:splenomegali (154 mm), böbrek boyutları normal, böbrek parankim ekojenitesinde grade 2 artış, ekokardiyografi:diyastolik disfonksiyon, ejeksiyon fraksiyonu %40, restriktif kardiyomiyopati ile uyumlu olarak saptandı. Klinik seyir: Hasta sağ dizde akut artrit ile başvurdu. Hastanın 30 yıl önce AS tanısı olması nedeniyle periferik tutulum, septik artrit, kristal artropatisi ayrıcı tanısı amaçlı diz ponksiyonu yapıldı. Hücre sayımı, kristal inceleme ve kültür gönderildi. Kültürde üreme olmayan 28 hastanın kristal bakısı pozitif olarak saptandı. Tekrarlayan 1. Metatarsofalangial (MTF) eklem artriti tarifleyen hastanın direkt bakıda iğne şeklinde ürat kristalleri saptanıp gut artriti tanısı konuldu. Hastanın renal fonksiyonlarında bozukluk olması nedeniyle NSAİİ tercih edilmedi. Kolşisin dozu renal doz olarak azaltıldı ve 0,5 mg/gün olarak başlandı. Tedaviye metilprednizolon 16 mg/ gün ve buz uygulama eklendi. Hastanın gut artriti atağı 3 gün içersinde yatıştı. Hastanın atak sonrası allopürinol ilk hafta 150 mg/gün sonra 300 mg/gün olarak tedavi başlandı ve pürinden fakir diyet düzenlendi. Şikayetleri geçen hastanın steroid dozu azaltılarak kesildi. 30 yıl önce AS tanısı konulan hastanın BASDAi skoru 2.8, klinik ve laboratuar bulgularının aktif olmaması nedeniyle ek tedavi düşünülmedi. Hastanın takip sürecinde KML açısından da hasta remisyonda izleniyordu. Hastanın kreatinin yüksekliği, idrar tetkikinde izole proteinüri olması ve ekokardiyografi bulguları ile muhtemel kardiyak tutulum olabileceği düşünülerek amiloidoz ön tanısı ile rektum biyopsisi yapıldı. Amiloid pozitif olarak rapor edildi. AS’e bağlı sekonder amiloidoz olarak düşünüldü. Renal USG de böbrek boyutları normal, böbrek parankim ekojenitesi grade 2 artış olarak rapor edildi. Hastanın tedavisine ramipril 5mg/gün, atorvastatin 20mg/gün ve furosemid 40 mg gün aşırı eklendi. Hastanın 1 yıllık takiplerinde renal fonksiyonları kötüleşti ve hemodiyaliz ihtiyacı gelişti. Hastanın kolşisin dozu 0,5 mg/gün aşırı, allopürinol 150 mg/ gün olarak azaltıldı. Hastaya AS açısından aksiyel tutulum ön planda olması, klinik ve laboratuvar verilerinin bu açıdan remisyonda seyretmesi ve ek hastalıkları (KML, KBY, KKY) olması nedeniyle diğer hastalık modifiye edici ajanlar ve anti TNF tedavi düşünülmedi. Ön tanılarımız: 1- Spondiloartropati (SpA) –periferik eklem tutulumu,2- Amiloidozis, 3- Enfeksiyöz nedenler (reaktif artrit, septik artrit, Tüberküloz, Brucelloz v.s), 4Gut-psödogut,5- Romatoid artrit Ayrıcı tanılar: Periferik tutulumlu SpA sıklıkla inflamatuar bel ağrısı ile birliktelik göstermektedir ve monoartiküler seyir gösterebilir. Daha çok omuz, kalça gibi büyük eklem tutulumu ile gitmektedir. Hastada entezit, daktilit, TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Resim 1. Sağ dizde artrit, sol el 2.parmakta tofüs Resim 2. Bilateral grade 3-4 sakroiliit psöriasis, inflamatuar barsak hastalığı saptanmadı. Hasta mevcut bulgular ile AS periferik tutulum olabilir fakat sinoviyal sıvı direkt bakı bulgularında iğne şeklinde kristal varlığı bizi bu tanıdan uzaklaştırdı. Hastanın sinoviyal sıvı hücre sayımı 50000 altında olması ve kültürlerde üreme olmaması ile septik artrit dışlandı. Amiloid artropatisi nadir rastlanan bir hastalıktır. AL amiloidoz seyrinde %0,1-6 oranında görüldüğü bildirilmektedir. Genellikle simetriktir ve eklemler hassasiyet ve sabah tutukluğu minimal düzeydedir. %60 hastada eklem çevresinde ve ekstansör yüzde subkutan nodüller eşlik etmektedir. Direkt grafide jukstaartiküler kist oluşumu, eklem aralığında genişleme ve yumuşak dokuda infiltrasyon görülmektedir. Hastamızda bu bulgular olmaması nedeniyle amiloid artropatisi dışlanmıştır. Tüberküloz (Tbc) artriti sonrasında metafiz ve epifizde kemik erozyonları görülür. Erken dönemde sarkoid artriti, romatoid artrit, fungal artrit ile karışabilir. Enfeksiyonun ilerlemesinin radyolojik görünümü tipiktir. Metafizde büyük osteolitik lezyonlar TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI görülür. Bunlar epifize kadar uzanır ve eklem kıkırdağını da kapsar. Çoğu vakada korteks kalınlaşması görülür. Hastamızın kronik böbrek hastalığı, kalp yetmezliği olması nedeniyle Tbc ayrıcı tanımızda yer almaktadır. Fakat mevcut eklem bulguları ile geri planda düşünülmektedir. Kristal artropatiler monoartiküler seyir göstermektedir. Psödogut hastalığı eklemde kalsiyum pirofosfat dihidrat (CPPD) kristallerinin birikmesi ile karakterize bir hastalıktır. Asemptomatik radyografik kalsinozisten akut artrite kadar değişik klinik tabloları içerir. Gutun aksine kadınlarda sıktır. Birçok metabolik hastalığın seyrinde görülebilir. Sinoviyal sıvıda rhomboid şekilde kristal birikimi mevcuttur. Hastamızın kristal incelemesinde iğne şeklinde kristaller saptanmıştır. Bu nedenle psödogut tanısından uzaklaşıldı. Romatoid artrit (RA) nadir olarak büyük eklemlerde, monoartiküler olarak başlayabilir. Fakat hastanın klinik ve laboratuar olarak 2010 ACR/EULAR tanı kriterlerini doldurmaması ile RA tanısından uzaklaşıldı. Tanıya götüren bulgular: Sinoviyal sıvı direkt bakısında iğne şeklinde kristaller görülmesi, ürik asit yüksekliği, SİE grafide grade 3-4 sakroiliit, HLA B27 pozitifliği, renal biyopside amiloidoz ile uyumlu bulgular saptanması Tartışma: AS ve gut hastalığı iki ayrı romatolojik hastalıktır ve aynı olguda beraber görülebilirler. Ancak literatürde AS ve gut birlikteliği nadiren bildirilmiştir. Gut artriti erişkinde görülen en sık inflamatuar artrittir. Akut gut artritinde olayı başlatan mekanizma kesin olarak bilinmemekle birlikte, ürik asit kristallerinin eklemdeki yumuşak dokularda depolandığı, lokal travma veya metabolik değişiklikler ile bu kristallerin sinovyal sıvıya taşındığı ve akut inflamatuar değişikliklere sebep olduğu düşünülmektedir. Ürik asit yapımının arttığı ve atılımının azaldığı hastalıklar Gut artriti için risk faktörleridir. KML hastalarında lökosit sayısında yükseklik, dehidratasyon, 29 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu hücre katabolizmasının artması hiperürisemiye neden olmaktadır. Literatürde gut artriti atağı ile başvuran ve KML tanısı konulan vakalar bildirilmektedir. Hastamızda risk faktörü olarak ürik asit yapımının arttığı hematolojik bir hastalık ve atılımının azaldığı böbrek yetmezliği bulunmaktadır. Sekonder amiloidoz (AA) AS hastalığında nadir görülen, amiloid fibrillerinin birçok organda birikmesi sonucu oluşan bir komplikasyondur. Serum amiloid A bir akut faz reaktanıdır ve çözülmeyen bir formda organlarda birikmektedir. Genetik olarak duyarlı ve aile hikayesi olan bireylerde daha sık rastlanmaktadır. Hastalar halsizlik, ellerde-ayaklarda uyuşma, ishal, kemik ağrısı gibi şikayetlerle başvurabilirler. Son dönem böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği, intestinal perforasyon veya gastrointestinal kanama gibi yüksek mortalite ve morbidite nedenidir. Böbrekler sekonder amiloidozda en çok etkilenen organlardır. Proteinüri amiloid nefropatinin en yaygın presentasyon şeklidir. Yüksek proteinüri miktarı, düşük albumin düzeyi veya yüksek kreatinin düzeyi kötü prognostik faktörlerdir. Tanı için renal, yağ dokusu, gastrointestinal, rektal, diş eti biyopsi yapılabilir. AS seyrinde klinik amiloidoz nadir seyretmesine rağmen literatürde subklinik vakaların %7 civarında olduğu bildirilmektedir. Romatoid artrit, juvenil idiopatik artrit seyrine göre daha az görülmektedir. Yakın döneme kadar inflamatuar hastalıklar seyrinde gelişen amiloidoz için yeterli bir tedavi mevcut değildi. TNF ve Interlökin 6 (IL-6) yı hedef alan tedaviler sonrası sistemik inflamasyonun baskılandığı ve SAA düzeylerinin ve amiloid birikiminin azaldığı bilinmektedir. Literatürde anti TNF tedavi ile renal fonksiyonları düzelen ve proteinüri miktarı azalan birçok vaka bildirilmektedir. Erken başlanan anti TNF tedavi ile tek başına AS semptomları kontrol altına alınmamakta aynı zamanda amiloidoz gelişimi de azaltılmaktadır. Tanı: Ankilozan spondilit, Gut artriti, sekonder amiloidozis ve amiloidoza bağlı kronik böbrek yetmezliği ve kardiyomiyopati, kronik miyelositer lösemi Sonuç ve anahtar mesaj: AS gibi kronik romatolojik hastalıklar seyrinde periferik artrit olduğunda diğer nedenler akılda bulundurulmalı ve hastalar bu açıdan dikkatlice sorgulanmalıdır. Anahtar Kelimeler: Amiloidoz, Gut artriti, hiperürisemi Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 30 Singh G, Kumari N, Aggarwal A, ve ark. Prevalence of subclinical amyloidosis in ankylosing spondylitis.J Rheumatol. 2007;34:371-3. Rodríguez-Muguruza S, Martínez-Morillo M, Holgado S, ve ark. Amyloidosis complicating spondyloarthropathies: Analysis of 15 cases. Med Clin (Barc). 2014: S0025-7753(14)696-4 Pavithran K, Thomas M. Chronic myeloid leukemia presenting as gout. Clin Rheumatol. 2001;20:288-9 Yilmaz H, Kocabas H, Erkin G. The effect of etanercept on a case of amyloidosis secondary to ankylosing spondylitis: results of 2-year followup. Acta Reumatol Port. 2013;38:299-301. Kobak S, Oksel F, Kabasakal Y, ve ark. Ankylosing spondylitis-related secondary amyloidosis responded well to etanercept: a report of three patients. Clin Rheumatol. 2007;26:2191-4. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PT-08] Gadolinyum Maruziyeti Olmadan Gelişen Nefrojenik Sistemik Fibroz Olgusu Mustafa Özmen1, Osman Şahin2, Murat Ermete3, Dilek Solmaz4, Servet Akar1 1 Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Romatoloji Kliniği, İzmir Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nefroloji Kliniği, Rize 3 Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, İzmir 4 Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bölümü, Tekirdağ 2 Başvuru yakınması: 34 yaşında erkek olgu, ellerindeki ciltte sertleşme ve kalınlaşma yakınması ile başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: 25 yaşındayken etyolojisi belirlenemeyen kronik böbrek yetmezliği (KBY) tanısı alan olgu, tanı aldığı zamandan beri kronik hemodiyaliz programındaymış. İlk defa 3 yıl önce sağ elinde ciltte sertleşme ve kalınlaşma yakınması başlamış. Benzer yakınmaları 1 yıl önce de sol elinde başlamış. Yakınmaları özellikle el parmaklarındaymış. Son zamanlarda bu yakınmalarından dolayı ellerini kullanamaz olmuş ve nefroloji hekimi tarafından romatoloji kliniğine yönlendirilmiş. Hastanın fizik muayenesinde yaşamsal bulguları (ateş, tansiyon, solunum ve nabız) normal sınırlardaydı. Hasta kaşektik görünümlüydü (BMI: 18 kg/m2). Solunum, kardiyovasküler sistem ve göz bulguları olağandı. Cilt bakısında, özellikle uçlarda olmak üzere el parmaklarında sertlik ve kalınlaşma vardı (resim 1). Bu kalınlaşmalar yer yer cilaltı nodül oluşturma eğilimindeydi. El parmak hareketleri buna bağlı kısıtlıydı ve fleksiyon kontraktürü oluşmuştu. Özellikle alt ekstremitede yaygın eritematöz subkutan nodüller vardı fakat ayak parmaklarında değişiklik yoktu. Hastanın sistem sorgulamasında başta Raynaud fenomeni, eklem şişliği, sabah tutukluğu ve nefes darlığı olmak üzere bir özellik yoktu. Rutin tetkiklerinde (hemogram ve biyokimyasal) kreatinin yüksekliği dışında bir anormallik yoktu. Antinükleer antikoru (ANA), antisentromer, anti-Scl-70 ve romatoid faktör negatif tespit edildi. İki yönlü el grafisinde bir patoloji izlenmedi. Ön tanılar: 1- Skleroderma, 2- Skleromiksödem, 3Eozinofilik Fasiit, 4- Nefrojenik Sistemik Fibroz Ayırıcı tanı: 1- Skleroderma: Olguda Raynaud fenomeni yoktu. El parmakları dışında ciltte sertlik yoktu. ANA negatifti. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Tırnak dibi kapilleroskopisi yapıldı ve skleroderma paterni lehine bir bulgu izlenmedi. Çekilen tomografide akciğerde bir tutulum saptanmadı. Solunum fonksiyon testleri ve karbonmonoksit difüzyon kapasitesi normal sınırlardaydı. Yapılan ekokardiyografide ejeksiyon fraksiyonu ve pulmoner arter basıncı normal sınırlardaydı. Bu bulgular, büyük oranda sklerodermadan uzaklaştırıyordu. 2- Skleromiksödem: Olgunun baş derisi korunmuştu. İmmunglobulin değerleri normal sınırlardaydı ve bir monoklonal gamopati tespit edilmedi. Bu bulgular skleromiksödeme uymuyordu. 3- Eozinofilik fasiit: Fizik muayenede oluk belirtisi saptanmadı. Olgumuzun özellikle el parmak cildinde tutulum vardı. Oysa eozinofilik fasiitte eller genelde korunmuştur. Periferik kanda eozinofili yoktu. Bu nedenlerle eozinofilik fasiit tanısı uzak ihtimal duruyordu. 4- Nefrojenik Sistemik Fibroz (NSF): KBY tanılı bir olguda ciltte sertlik ve kalınlaşma olduğunda ve özellikle gadolinyum maruziyeti varsa NSF ilk akla gelmesi gereken hastalıklardandır. Günümüzde gereksiz pek çok manyetik rezonans görüntüleme (MRG) yapıldığını düşünürsek bu olguda bu durumun olma ihtimali çok yüksekti. Bu nedenle olgunun daha önce MRG, dolayısıyla gadolinyum maruziyeti, açısından araştırıldı. Fakat gerek hastanın kendisinden gerekse sosyal güvenlik kurumu ve hastane kayıtlarından öğrenildiğine göre bugüne kadar hastaya bir MRG yapılmamış ve gadolinyum verilmemişti. Bugüne kadar bildirilen olguların %95’inden fazlasında gadolinyum maruziyeti söz konusudur. Sadece birkaç olguda gadolinyum maruziyeti olmadan NSF geliştiği bildirilmiştir. Bu olgularda damarsal girişimlerin veya endotel hasarın sorumlu olduğu düşünülmüştür. Bu aşamada her ne kadar gadolinyum maruziyeti olmasa da NSF’u dışlamak mümkün değildir. Tanıya götüren bulgular: Özgeçmişinde 4 kez arterivenöz fistül operasyonu geçirdiği öğrenildi. Bunların ayrınıtısı şu şekildeydi; KBY tanısı konulduğu zaman sol el bileğinde fistül açılmış. 2 yıl sonra bu 31 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Resim 1. Olgunun özellikle el parmaklarındaki cildinde kalınlaşma ve sertleşme Resim 2. İmmünohistokimyasal CD34 boyası ile damar duvarlarında ve derma iğsi hücrelerde diffüz pozitiflik (HE x200) fistül çalışmayınca sağ elbileğinde 2. fistül açılmış. 5 yıl kullanıldıktan sonra bu fistül de çalışmamış. Önce sol önkolda, bu hiç çalışmayınca sonra sağ dirsekte fistül açılmış fakat bu da sadece 6 ay çalışmış. Bunun üzerine 2 yıl önce sol subklavien kalıcı kateter takılmış ve o günden beri hemodiyalize buradan alınıyormuş. NSF’da damarsal girişimlerin etyolojide rol oynayabileceği düşünülerek olguya NSF öntanısı ile el parmağından cilt biyopsisi yapıldı. Biyopside CD34 boyama pozitif tespit edildi ve tüm klinik ve laboratuvar bulguların ışığında NSF tanısı konuldu (resim 2). gadolinyuma bağlı NSF gelişimini kolaylaştırabilmektedir. Gadolinyum maruziyeti olmadan gelişen çok az sayıda olgu bildirilmiş ve bunlarda damarsal girişimler ve endotel hasarı sorumlu tutulmuştur. Bizim olgumuzda gadolinyum maruziyeti olmadan NSF gelişmiştir. Özellikle üst ekstremite damarlarına yönelik girişimlerin olması ve cilt sertliğinin en azından bugün için sadece ellerde gelişmiş olması damarsal girişimlerin etiyolojideki rolünü desteklemektedir. Tartışma: NSF, sadece böbrek yetmezlikli olgularda görülen ve fibroz yapan bir hastalıktır (1). İki esas özelliği vardır; ekstremite ve gövde cildinde kalınlaşma ve sertleşme ve CD34 pozitif fibrositlerle ilişkili dermisin belirgin genişleme ve fibrozu. Yaş, cinsiyet, ırk, böbrek hastalığın sebebi veya böbrek yetmezliğinin süresi NSF açısından önemli değildir. Fakat periton diyalizi uygulanan hastaların hemodiyaliz uygulananlara göre daha çok risk altında olduğu bildirilmiştir. Retrospektif çalışmalarda 1997den önce rastlanılmayan ve son 18 yılın hastalığı kabul edilen bu hastalığın, ileri dönem böbrek yetmezliği olan hastalarda yeni bir ilaç, enfeksiyon ajanı veya toksine maruziyet sonucu olduğu düşünülmektedir. Özellikle gadolinyum en çok suçlanan ajandır. Bugüne kadar bildirilen olguların %95’inden fazlasında gadolinyum sorumlu tutulmaktadır. Diğer taraftan gadolinyum maruziyeti olan KBY olgularının %2.5-5’inde NSF geliştiği bildirilmiştir. Etiyopatogenez henüz kesin anlaşılamamıştır. Serbest gadolinyum dokular için oldukça toksik olduğu için şelatlar şeklinde kullanılmaktadır. Sağlıklı kişilerde bu şelatlar hiç değişikliğe uğramadan atılabilmektedir. Böbrek yetmezliğinde ise atılımındaki gecikmeden dolayı gadolinyumun serbestleşerek dokularda hasara yol açtığı ve hastalığı başlattığı kabul edilmektedir. Enfeksiyon, damarsal girişim varlığı 32 Klinik, gadolinyum maruziyetinden ortalama 2 ile 4 hafta sonra başlamaktadır. Tüm hastalarda cilt tutulurken bazı hastalarda sistemik tutulum olmaktadır. Cilt tutulumunda tipik olarak simetrik, bilateral fibrotik endure papül, plak veya subkutan nodül görülür. Bunlar eritematöz olabilir. İlk olarak ayak bileği, bacaklar, ayak ve ellerde başlar ve sonra proksimale doğru ilerler. Zamanla sklerodaktili gelişebilir. Sistemik tutulumda ise kas, akciğer, kalp gibi organlar etkilenebilmektedir. Bazı olgularda sklerada sarı asemptomatik plaklar görülebilmektedir. Artrit beklenen bir bulgu değildir. Tanı histopatolojik olarak konulur. Derin insizyonel veya punch biyopsi önerilir. Artmış sayıda CD34+ fibrositlerin görülmesi tipiktir. Gadolinyum ile temasın sorgulanması kuşkusuz tanıda önemlidir. NSF’a özel bir laboratuvar bulgusu yoktur. Kronik inflamasyon bulguları izlenebilir. Ayrıcı tanıda ciltte sertlik yapan skleroderma, skleromiksödem ve eozinofilik fasiit akla gelmelidir. Kanıtlanmış kesin tedavisi yoktur. Bu nedenle en önemli nokta KBY hastalarında gadolinyumun mutlak gerekli olmadıkça kullanılmamasıdır. Zaten Son birkaç yıldır KBY hastalarında gadolinyum kullanımında alınan önlemler sayesinde yeni NSF olgularında ciddi azalma olmuştur. Klinik seyir sırasında böbrek yetmezliğinde düzelme olan veya böbrek nakli yapılmış olan olgularda NSF’de iyileşmeler bildirilmekle beraber genelde yüz güldürücü TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i sonuçlar alınamamakta, bazı hastalarda çok kısa sürede tekerlekli sandalye kullanacak kadar agresif seyretmekte ve hatta ölüme neden olabilmektedir. Tedavi olarak öncelikle özellikle sertliğe bağlı kontraktür gelişmemesine yönelik fizyoterapi önemlidir. Fotokemoterapi, ultraviole A fototerapisi, plazmaferez uygulanan ve bazı olgularda başarılı olduğu bildirilen tedavi yöntemleridir. Kortikosteroidler faydasız bulunmuştur. Tanı: Nefrojenik Sistemik Fibroz Sonuç ve anahtar mesaj: KBY olan bir hastada cilt sertliği geliştiğinde, gadolinyum maruziyeti olmasa bile NSF mutlaka akla gelmelidir. Anahtar Kelimeler: Gadolinyum, nefrojenik sistemik fibroz, damarsal girişim, skleroderma Kaynaklar 1. Miskulin D, Rudnick MR, Cowper SE. Nephrogenic systemic fibrosis / nephrogenic fibrosing dermopathy in advanced renal failure. Uptodate 2015, www.uptodate.com TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 33 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PT-09] SLE ve Seronegatif Katastrofik Antifosfolipid Sendromu Olgusu Selime Ermurat1, Ayşe Nur Tufan1, Belkıs Nihan Coşkun1, Şirin Zelal Tırnova2, Hüseyin Ediz Dalkılıç1 1 2 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Bursa Başvuru yakınması: İdrar yapamama, halsizlik, sağ bacakta şişlik Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: 27 yaşında erkek hasta, birkaç gündür idrar yapamama,halsizlik, sağ bacakta şişlik yakınması ile acil servise başvurdu. Hastanın bilinen bir hastalık öyküsü ve ilaç kullanımı yoktu. Acil servise başvurusunda genel durumu orta ve şuuru açıktı. Ateş.36.8 derece, nabız 112/ dk, tansiyon 110/60 mmHg idi. Solunum sesleri doğaldı. Suprapubik bölgede hassasiyeti vardı. Organomegali saptanmadı. Sağ bacak şiş ve kızarıktı ve Homans testi (+)’ti. Hastanın laboratuarında; kan şekeri:93 mg/dl, üre:33 mg/dl, kreatinin:0.67 mg/dl, direkt bilirubin:0.59 mg/dl, AST:IU/L 25, ALT:13IU/L, laktat dehidrogenaz 611, Wbc.16.200 /uL, Neu:13.300 /uL, Hb:4.5 g/dl MCV:101, Plt:82.000 /uL INR:1.1, sedimentasyon:2/h, CRP:0.87 mg/ dl d-dimer:17 idi. Tam idrar tetkikinde dansite 1013, protein eser ve mikroskobik analizde eritrosit 5 idi. Lökositoz ve bisitopenisi olan hastanın periferik yaymasında eritrositer seride malroovalositoz vardı. Her alanda 8-10 trombosit ve tromboanizositoz izlendi, blastik ya da atipik hücre yoktu. Hastanın direk coombs testi (+) idi. Ön tanılar: 1- İdiyopatik immun trombositopeni 2- Otoimmun hemolitik anemi 3- Evans sendromu 4- Herediter tromboz 5- Paroksismal nokturnal hemoglobinüri 6- Kroik miyeloid lösemi 7- TTP/HÜS 8- Antifosfolipid sendromu 9- Sistemik lupus eritematozis Ayırıcı tanı: 1- İdiyopatik Immun trombositopeni (İİT): İdiyopatik Immun trombositopeni, trombositlerin antikorlar veya immun kompleksler ile opsonize olup dalak başta olmak üzere retikuloendotelyal organlarda parçalanması sonucu meydana gelir. İİT’de anemi ve tromboz görülmesi beklenmez. Bu nedenle İİT tek başına bu klinik tabloyu açıklamaz. 2- Otoimmun hemolitik anemi: Coombs (+)’liği, anemisi ve LDH yüksekliği olan hastaya ayırıcı tanıda otoimmun hemolitik anemi düşünülmelidir. Fakat eşlik eden 34 trombositopeni ve tromboz tek başına otoimmun hemolitik anemi ile açıklanamaz. 3- Evans sendromu: Otoimmum trombositopeni ve otoimmun hemolitik aneminin bir arada bulunduğu Evans sendromu da ön tanılar arasında düşünülmelidir. Fakat Evans sendromunda tromboz gelişmesi beklenmez. 4- Herediter tromboz: Bilinen bir hastalığı ve risk faktörü olmayan genç bir hastada mutlaka herediter tromboz nedenleri dışlanmalıdır. Genetik testler mutlaka yapılmalıdır. 5- Paroksismal nokturnal hemoglobinüri (PNH): PNH, eritrositlerin kompleman sistemi tarafından parçalanmaya duyarlı hale geldiği edinsel genetik bir bozukluktır. Hastalarda hemoliz atakları, pansitopeni, tromboemboli görülebilir. Kesin tanı için akım sitometri testi yapılmalıdır, ayırıcı tanıda düşünülmelidir. 6- Kronik miyeloid lösemi (KML): Lökositoz, anemi, trombositopeni, splenomegalisi olan hastada ön tanıda KML de düşünülmelidir. Fakat hastanın yaşı, eşlik eden trombozunun olması KML ile uyumlu değildir. 7- TTP/HÜS: Ateş, trombositopeni, mikroanjiyopatik hemolitik anemi, nörolojik ve renal bozukluklardan oluşan TTP/HÜS de ayırıcı tanılardan olmalıdır. Fakat bu hastada direk coombs testi (+)’tir ve eşlik eden tromboz da TTP/HÜS ile uyumlu değildir. 8- Antifosfolipid sendromu (AFS): AFS, arteryel/ venöz tromboz ve gebelik morbiditesi ile seyreden ve antifosfolipid antikorlarına sekonder gelişen otoimmun sistemik bir hastalıktır. Genç bir hastada tromboz görüldüğünde mutlaka düşünülmelidir. 9- Sistemik lupus eritematoz: SLE, deri, eklem, böbrekler, akciğer, sinir sistemi, seröz membranlar ve kan hücrelerini tutan sistemik, kronik, inflamatuar bir hastalıktır. SLE’de anemi, coombs (+)liği, trombositopeni ve AFS’a eşlik eden tromboz görülebilir. Bu nedenle ayırıcı tanıda yer almalıdır. Tanıya götüren bulgular: Otoimmun hemolitik anemi ve trombositopeni (Evans sendromu) ön tanısı ile hastaya 1gr/ gün metilprednisolon başlandı. Derin ven trombozu açısından yapılan alt extremite doppler usg’de, sağ ana femoral ven, yüzeyel femoral ven, popliteal ven ve v.saphena magnada trombüs saptandı. Hastaya heparin infüzyonu başlandı. Acil trombolitik tedavi planlanmasına rağmen trombositopenisi TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i nedeniyle yapılamadı. Bacakta dolaşım bozukluğu, derin ven trombozu’na sekonder iskemik büller ve crp yüksekliği gelişmesi üzerine meropenem 2x1 gr ve vancomisin 2x1 gr başlandı. Hastanın sağ bacağında gangren gelişmesinden dolayı ortopedi kliniği tarafından acil diz altı amputasyon yapıldı. Hastanın ampute edilen bacağındaki venlerde histopatolojik olarak da tromboz saptandı. Operasyon sonrası karın ağrısı, gaz-gayta çıkışında azalma şikayetleri gelişen hastaya ileus ön tanısı ile batın BT çekildi. BT’sinde splenik vende tromboze görünüm ve dalakta iskemiye bağlı hipoperfüzyon ile uyumlu dansite azalması ve yer yer enfarkt ile uyumlu alanlar izlendi. Karaciğer boyutu 20 cm ve dalak boyutu 13 cm şeklinde olup artmıştı. Sağ common iliak ven, internal ve eksternal iliak venlerde, femoral vene dek devam eden tromboze görünüm, batın duvarında subkutan doku planlarında yaygın ödem izlendi. Çekilen batın bt anjiyografide; splenik vende tromboz ve dalakta iskemi-enfarkt ile uyumlu bulgular izlendi, abdominal aorta ve ana dalları açıktı. Heparin infüzyonuna devam edildi. Anemi, trombositopeni ve genç yaş tromboz etyolojisi araştırılan hastanın ANA sonucu 1/320(+) geldi. ANA alt gruplarından ribosomal-P ve anti-ds DNA 293 IU/ml (+) idi. C3 64,5 mg/dl, C4 17,7 mg/dl saptandı. Antikardiyolipin antikor Ig G/M(-) ve Beta 2 glikoprotein Ig G/M(-) iken, lupus antikoagülanı 1.21 ile sınırda (+) idi. Faktör II, faktör V leden, MTHFR gen mutasyonu saptanmadı. Baş ağrısı tarifleyen ve ribosomal p’si (+) olan hastanın kranial MRG’ı çekildi. Kranial MRG’da her iki frontalde supraventriküler derin beyaz cevher ve subkortikal alanda milimetrik boyutlu, hiperintens bir-iki adet lezyon izlendi. Tartışma: AFS, arteryel/ venöz tromboz ve gebelik morbiditesi ile seyreden ve antifosfolipid antikorlarına sekonder gelişen otoimmun sistemik bir hastalıktır. AFL antikorlar, organizmada bulunan çeşitli negatif yüklü fosfolipid bağlayan proteinlere karşı gelişen heterojen bir otoantikor grubudur. AFL antikor prevelansı %1-5, AFAS insidansı; 5/100.000, AFS prevelansı; 40-50/100.000, kastastrofik AFS prevelansı; <%1’dır. Primer AFS, herhangi bir hastalığa bağlı olmayan; sekonder AFS ise SLE, enfeksiyon, kanser, ilaç, diğer otoimmun hastalıklar gibi nedenler varlığında gelişen AFS’tır. En sık neden sekonder AFS nedeni SLE’dir. Antifosfolipid antikoruna bağlı klinik bulgular asemptomatikten katastrofik (multiorgan trombozu) AFS’e kadar geniş bir spektrum sergiler. Katastrofik AFS, >=3 organ trombozu ve genellikle akut trombotik mikroanjiyopati ile seyreden, nadir (tüm AFS hastalarinin <%1’i) fakat hayatı tehdit eden (mortalite %30-50) bir AFS tipidir. Kastastrofik AFS sınıflama kriterlerine göre; >3 organ, doku ya da sistemin tutulması, klinik bulguların eş zamanlı ya da 1 haftadan daha az sürede gelişmesi, en az bir organ/dokuda küçük damar tıkanıklığının histopatolojik olarak doğrulanması ya da antifosfolipid antikorunun varlığının laboratuvar tarafından doğrulanması gerekir. Tüm kriterler karşılanıyorsa kesin KAFS’tır. Sadece iki organ, sistem ve/veya dokunun katılımı dışında kriterlerin hepsinin bulunması, katastrofik AFS’ten önce aFL varlığı hiç test edilmemiş hastanın erken ölümünden dolayı altı hafta aralıklı laboratuvar doğrulaması olmadan diğer kriterlerin hepsinin bulunması, histopatolojik doğrulanma dışında tüm kriterlerin sağlanması, antikoagülan tedavisine rağmen üçüncü bir olayın bir haftadan fazla fakat bir aydan az bir zamanda gelişmesi varlığında muhtemel KASF’tan bahsedilir. Israrla AFS düşünülen fakat aFL antikorları negatif olan hastalarda seronegatif AFS düşünmek gerekir. Klasik AFS gibi, seronegatif AFS’ta da multi-organ yetmezliğe ilerleyen progresif seyir ve KAFS gelişebilir. Bizim vakamızda da SLE tanısı konmuş olup, 1 hafta içinde 3’ten büyük doku ve sistemde tromboz gelişmesi ve bunun histopatolojik olarak doğrulanmsı nedeniyle katastrofik AFS düşünülmüştür. AFS’a özel antikorların negatif saptanması nedeniyle hasta Seronegatif katastrofik AFS tanısı almıştır. Tanı: SLE ve seronegatif katastrofik antifosfolipid sendromu Sonuç ve anahtar mesaj: SLE, AFS ‘in en sık görülen nedenidir. Israrla AFS düşünülüyor ama antikor pozitifliği saptanmıyor ise seronegatif AFS olabileceği düşünülmelidir. Seronegatif AFS, katastrofik AFS şeklinde de prezente olabilir. Mortal seyreden bu durumda tedavi mutlaka acil ve hızlı yapılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Seronegatif AFS, Katastrofik AFS, SLE Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. Costedoat-Chalumeau N, Chastre J, Piette JC. Catastrophic antiphospholipid syndrome. Rev Med Interne. 2012;33 Suppl 1:S21-4. Rafik R, Hachimi MA, Hommadi A, ve ark. Ischaemic stroke and multi-organ failures during catastrophic antiphospholipid syndrome. Ann Fr Anesth Reanim. 2010;29:595-6. Asherson RA. The primary, secondary, catastrophic, and seronegative variants of the antiphospholipid syndrome: a personal history long in the making. Semin Thromb Hemost. 2008;34:227-35. Tektonidou MG, Sotsiou F, Moutsopoulos HM. Antiphospholipid syndrome (APS) nephropathy in catastrophic, primary, and systemic lupuserythematosus-related APS. J Rheumatol. 2008;35:1983-8. Nayfe R, Uthman I, Aoun J, ve ark. Seronegative antiphospholipid syndrome. Rheumatology (Oxford). 2013;52:1358-67. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 35 http://www.rovag.org/ 5. Ulusal Vakalar ile Romatoloji Eğitimi Sempozyumu Poster Bildiriler 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-001] Vaskülit Şüphesi ile Başvuran bir Akut Miyeloid Lösemi Olgusu Lütfi Akyol1, Canan Albayrak2, Engin Kut3, Metin Özgen1, Mehmet Sayarlıoğlu1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Samsun 3 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Onkoloji Bilim Dalı, Samsun 2 Başvuru yakınması: 17 yaşında erkek hasta; halsizlik, yorgunluk, iştahsızlık, karın ağrısı şikayeti ile başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Karın ağrısı 20 gün önce başlamış ve ağrı özellikle karın sol tarafta olan, gün içerisinde aralıklarla artıp azalan, bıçak saplanır karakterde imiş. Karın ağrısıyla birlikte bulantısı oluyormuş ama kusması hiç olmamış. Karın ağrısı çok şiddetli olduğu için her seferinde acile başvurarak tedavi almak durumunda kalıyormuş. Hastanın ara ara ateş yüksekliği oluyormuş. Öksürük, balgam ve idrarda yanma olmamış. Hastanın daha önce bilinen bir kronik hastalığı yokmuş. Fizik muayenede genel durumu orta olan hastanın subfebril ateşi vardı, hemodinamisi stabil idi. Sağda kostovertebral açı hassasiyeti pozitifliği vardı. Hastanın başvuru anındaki yapılan laboratuvar incelemeleri tablo 1’de gösterilmektedir. Ön tanılar: 1- Enfeksiyon 2- Akut Karın 3- Malignite 4Ailevi Akdeniz ateşi (FMF) Ayırıcı tanı: Enfeksiyonlara bağlı olarak halsizlik, yorgunluk, iştahsızlık, ateş ve karın ağrısı gibi şikayetler görülebilmektedir. Hastamızın temel yakınması karın ağrısı ve ara ara olan ateş yüksekliğidir. Üst ve alt solunum yolu enfeksiyonlarında, gastroenteritlerde, üriner sistem enfeksiyonlarında, ateş ve karın ağrısı şikayeti olabilmektedir. Ancak şu anki bulgularla hastamız öksürük, balgam, yutma güçlüğü tariflemediği için üst ve alt solunum yolları enfeksiyonları, idrarda yanma, sık idrara çıkma tariflemediği için üriner sistem enfeksiyonları, ishal, kanlı dışkılama tariflemediği için gastroenteritler ön planda düşünülmemektedir ama kesin tanı için laboratuar ve radyolojik görüntülemeler gerekmektedir. Akut karın, aniden meydana gelen karın ağrısının peritonit, perforasyon, obstrüksiyon, hemoraji, nekroz veya intraabdominal organların rüptürü gibi nedenlerle ortaya çıkan abdominal patolojilerini kapsar. Akut ve kronik karın ağrıları sınıflandırılırken 12 hafta gibi bir zaman kullanılmaktadır ama bunun sınırları net değildir. Hastamızın karın ağrısı 20 gündür vardı, çok şiddetli idi, belli dönemlerde ateş eşlik ediyordu ama hemodinamisi başvuru anında normaldi. Hastamızda sol hipokondriyak bölgede ağrı vardı. Akciğer ve kalp ile ilgili ek şikayeti olmadığından öncelikli TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI olarak dalak ve böbreği ilgilendiren patolojiler ön plana çıkmaktaydı. Halsizlik, yorgunluk, iştahsızlık gibi konstitusyonel semptomlar birçok hastalık gibi malignitelerde de görülebilir. Sol hipokondriyak ağrı ve genel durumu bozmayan ateş yüksekliği solid tümörler, myelodisplazi, lösemi, lenfoma veya myeloma gibi malignitelere bağlı olarak görülebilmektedir. Ancak bu tanılar için laboratuar ve görüntüleme yöntemleri olmadan tahminde bulunmak bu aşamada zor olacaktır. Ailevi Akdeniz Ateşi (FMF), tekrarlayan ateşle birlikte olan serozit atakları ile karakterlidir. FMF’li hastaların çoğunun ilk atağı erken çocukluk döneminde başlar. Serozit nedeniyle hastada şiddetli ağrı görülmektedir. Tekrarlayan karın ağrısı genellikle hastalığın başlıca görünme şeklidir. Karın ağrısı, başlangıçta lokalize iken sonrasında daha yaygın bir alanda olan, ilk gün daha şiddetli sonraki günlerde şiddeti giderek azalan, 3-4 gün süren ve sonrasında kendiliğinden düzelen, ateşin eşlik ettiği bir ağrıdır. Oysaki bizim hastamızın karın ağrısı yaklaşık 20 gündür devam etmektedir. Hem karakteri hem de süresi FMF ile uyumlu değildir. Hastamızın dönem dönem ateşi oluyormuş ancak ateşi tipik bir FMF kliniğine eşlik etmemektedir. Ağrının sürekli karakterde olması FMF kliniği ile uyumsuzdur. Tanıya götüren bulgular: Yapılan tetkiklerde; tüm abdomen ultrasonografi: Normal, üst endoskopi: Normaldi. Batın bilgisayarlı tomografi: Dalak tamamen iskemik, sol böbrekte renal arter distali izlenmemekte ve kollaterallerle kanlanmakta, sol böbrekte %40 iskemi mevcut idi. Transtorasik Elektrokardiyografi (EKO): ‘Sol ventrikül ejeksiyon fraksiyon (EF): %53-77. Mitral kapak anterior leaflet kalınlaşmış, leaftlerle ilişkili vejetasyonla uyumlu olabilecek kitle imajı izlendi’ şeklinde raporlandı. Hastanın ateşi, EKO’da vejetasyon şüphesi, renal ve splenik infarktları olması nedeniyle kliniğinin enfektif endokardit (EE) ile uyumlu olabileceği düşünülerek kan kültürleri alındı ve hastaya vankomisin, seftriakson, clexane ve 60 mg/gün metilprednisolon tedavisi başlandı. Hastada akut karın yapacak bir patoloji saptanmadı ama şiddetli karın ağrıları nedeniyle iskemik dalak için kardiyovasküler cerrahi (KVC) bölümü tarafından operasyon planlandı. Antibiyotik tedavisi altında ateşleri devam eden, dalakta ve sol böbrekte infarkt alanları bulunan, 39 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu kreatinin seviyesinde hafif yükseklik olan hasta sistemik vaskülitler açısından değerlendirildi. Hastanın laboratuarında P-ANCA ve C-ANCA tetkikleri negatif idi. Üst ve alt solunum yollarına ait yakınması yoktu, idrar sedimenti aktif değildi, proteinüri, hematüri yoktu, periferik yaymasında eozinofili yoktu, vaskülit düşündürecek cilt bulguları yoktu ve yapılan abdominal aortografi+süperior mesenterik anjiografi incelemesi: ‘Abdominal aortanın her iki ana iliak arterin, internal ve eksternal iliak arterlerin inceleme dahilindeki proksimal kesimlerinin açık ve normal kalibrasyonda olduğu, sağ renal arter ve dallarının açık ve normal kalibrasyonda olduğu izlendi. Sol renal arter başlangıç kesiminden itibaren izlenmedi. Çöliak turunkusun orjinden itibaren proksimal 6-7 mm’lik kesiminin açık olduğu, distal kesiminin açık olmadığı görüldü. Splenik arterde dolum izlenmedi. Açık olarak izlenen arterlerde (abdominal aortografi, sağ renal arter ve süperior mezenterik arter) vaskülitle uyumlu darlık, kontur düzensizliği dikkati çekmedi’ şeklinde raporlandı. Mevcut bulgularla hastada sistemik bir vaskülit düşünülmedi. EE kliniğinin netleştirilmesi için yapılan transözofageal EKO: ‘Aort kapağın sağ koroner küspis ile ilişkili aort içerisine doğru uzanım gösteren 11 mm olarak ölçülen hiperekoik kitle lezyonu izlendi. Bu kitle dışında aort kapağın ventrikül yüzünde vejetasyon trombüs izlenmedi. Aort kapak fonksiyonları normaldi. Mitral kapakta vejetasyon kitle trombüs vb. oluşum izlenmedi’ şeklinde raporlandı. Hastanın takiplerinde karaciğer ve böbrek fonksiyonlarında progresif bir bozulma başladı. Lökosit ve trombosit sayısı düştü. Hematoloji tarafından değerlendirilen hastada EE’nin mevcut kliniği açıklayamayacağı belirtilerek hastaya kemik iliği aspirasyonu önerildi. Kemik iliği aspirasyonun mikroskopik incelemesinde, silme blast görüldü, çok sayıda, bol granülleri olan m2-m3 tipinde blastlar vardı. Tartışma: Vaskülitler, birden fazla organda infarkt veya trombüs, karın ağrısı ve yapısal semptomlar ile seyredebilmektedir. Küçük ve orta çaplı arterlerin nekrotizan arteriti olan poliarteritis nodoza (PAN), antinötrofilik sitoplazma antikor (ANCA) ilişkili değildir. Hastalarda genelde ateş, iştahsızlık, kilo kaybı ve yaygın ağrı konstitusyonel semptomlarla birlikte böbrek ve bağırsak gibi organ tutulumu da görülebilmektedir (1). PAN hastalarında klinikte daha çok alt ekstremitede olan periferik nöropati, purpura, livedo retikularis, parmak distallerinde iskemik değişiklik gibi cilt lezyonları, artrit veya artralji gibi kas iskelet semptomları görülmekte iken hastamızda olan böbrek, dalak infarktı, böbrek fonksiyon bozukluğu, karın ağrısı, ateş ve kostitusyonel semptomlar PAN’ı ayırıcı tanılar arasında akla getirmektedir. Ancak anjiografi de PAN ile uyumlu bulgular tespit edilememiştir. Yine küçük ve orta çaplı damarları tutan nekrotizan bir vaskülit olan mikroskopik polianjit (MPA), daha çok ileri yaşta 40 görülmektedir. Çoğu hastada ateş, kilo kaybı, miyalji gibi konstitusyonel semptomların olduğu bir prodromal dönem 2 yıla kadar uzayabilmektedir. Çoğu vakada (%90 a kadar) renal tutulum görülebilmekte ama daha çok glomerüler tutulum şeklinde olmaktadır. İdrarda eritrosit, lökosit silendirleri ve proteinüri sıklıkla görülmektedir (2). Hastamızda proteinüri ve aktif idrar sedimenti yoktu. MPA hastalarında sıklıkla görülen purpurik cilt döküntüsünün, akciğer semptomlarının, nöropatik yakınmaların olmaması bu tanıdan bizi uzaklaştırmaktadır. Yine MPA’da hastaların önemli bir kısmında myeloperoksidaza (MPO) karşı oluşan ANCA pozitifliği görülür. Hastamızda ANCA negatif idi. Granülomatöz Polianjitis (GPA)(Wegener Granülomatozu): Granülomatöz inflamasyon, doku nekrozu ve küçük-orta boy damarlarda nekrotizan vaskülit ile karakterize multiorgan tutulumu yapan bir sistemik hastalıktır. Özellikle üst solunum yollarını, akciğerleri ve böbrekleri tutma eğilimindedir. Genellikle 40-50 yaş arasında görülmektedir. Tanıda proteinaz-3’e (PR3) karşı oluşan ANCA pozitifliği önemlidir. Renal hastalık tanı anında %20’den az olsa da, hastaların %80’inde hastalık sürecinde bu komplikasyon görülebilmektedir. Renal hastalık hızlı ilerleyen glomerülonefrit şeklinde kendini göstermektedir (3). Hastamızın Üst ve alt solunum yollarına ait yakınmalarının olmaması idrar sedimentinin aktif olmaması, proteinüri, hematüri olmaması, ANCA negatif olması GPA aleyhinedir. Churg-Strauss Sendromu, pulmoner ve sistemik küçük damar vasküliti, damar dışı granülomalar ve hipereozinofili ile karakterizedir, alerjik rinit ve astım olan kişilerde görülür. Myeloperoksidaza (MPO) karşı oluşan ANCA yaklaşık %50 hastada pozitif olarak saptanmaktadır. Renal tutulum %16-49 hastada görülmekte ve fokal segmental glomerülonefrit şeklinde seyretmektedir (4). Hastamızın yaşının genç olması, solunum yollarına ait şikayetlerinin ve astım öyküsünün olmaması, periferik yaymasında eozinofilinin olmaması, aktif idrar sedimentinin olmaması Churg-Strauss tanısından uzaklaştırmaktadır. Henoch-Schönlein purpurası, Küçük damarlarda IgA ‘dan zengin immun komplekslerin birikiminin görüldüğü vaskülittir. Hastalar kliniğe daha çok trombosit sayısının normal olduğu özellikle kalça ve alt ekstremitede görülen palpable purpura, kolik tarzında karın ağrısı ve artrit ile başvurmaktadır (5). Hastamızda palpable purpura, artrit olmayışı, trombosit sayısının düşük olması, idrarda glomerülonefriti destekleyecek aktif sediment, proteinüri, hematüri olmaması Henochschönlein purpurası tanısından uzaklaştırmaktadır. AML matur hücrelere diferansiasyon kapasitesi azalmış myeloid prekursor hücrelerin klonal proliferasyonu ile karakterize bir hastalıktır. Sonuç olarak lösemik blastlar veya immatur formlar kemik iliğinde, periferal kanda ve sıklıkla diğer dokularda birikir bu yüzden matur granülositlerin, plateletlerin ve normal eritrositlerin üretimi TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Tablo 1. Hastanın başvuru anındaki yapılan laboratuvar incelemeleri Parametre Bulgular Normal değerler Tam kan sayımı Beyaz küre, x1000/μL 2.19 4-10 Hemoglobin, g/dL 11.3 13.5-17.5 72 150-350 1.48 0.7-1.3 Aspartat transaminaz, U/L 41 5-34 Alanin transaminaz, U/L 65 0-55 Total protein, g/dL 6.4 6-7.8 Albumin, g/dL 3.7 3.5-5.5 Eritrosit sedimantasyon hızı, mm/saat 30 0-20 C-reaktif protein, mg/L 57 0-3.5 Romatoid faktör, IU/L <9 0-30 Antinükleer antikor (ANA) Negatif Negatif ENA Panel Negatif Negatif Trombosit, x1000/μL Kan biyokimyası Kreatinin, mg/dL P-ANCA (MPO) 1 Negatif<5 U/ml<pozitif C-ANCA(PR-3) 1.1 Negatif<5 U/ml<pozitif Negatif Negatif Anti Kardiyolipin IgM 1.7 Negatif<7 U/ml<pozitif Anti Kardiyolipin IgG 2.1 Negatif<7 U/ml<pozitif Lupus Antikoagülan çeşitli oranlarda azalır. Eğer ateş varsa genellikle enfeksiyonla ilişkilidir ve enfeksiyon odağı olabilecek alanlar hemen araştırılmalı ve nötropeni (<1000 nötrofil/microL) varsa hemen geniş spektrumlu antibiyotik başlanmalıdır. Hastaların küçük bir kısmında ateş sadece altta yatan lösemi ile ilişkilidir, uygun kemoterapi ile düşer ve en sık akut promyelositik lösemi de görülür. Periferik yayma analizinde sıklıkla çeşitli şiddetde normokrom normositik bir anemi görülür. Hastaların yaklaşık %75’inde platelet sayısı 100x10 9/L altındadır. %25-40 hastada lökosit sayısı 5x10 9 altındadır. Hastaların çoğunda sirkülasyonda myeloblastlar vardır ve periferik yaymada tesbit edilebilir. Hastaların çoğunda periferal kan veya kemik iliği aspirasyonun flow sitometrisi ile surface antijenlerinin özelliklerine göre dolaşımdaki blastlar sınıflandırabilir. Bizim hastamızda kemik iliği aspirasyonu incelemesi: Silme blast mevcuttu, bol granülleri olan m2-m3 tipinde blastlar vardı, Akut Myeloid Lösemi (AML)-M3 ile uyumlu olarak değerlendirildi. Flowsitometrik incelemede AML-M3 ile uyumlu idi. Tanı: Akut miyeloid lösemi (M3) Sonuç ve anahtar mesaj: Vaskülitler, maligniteler ve enfektif endokardit benzer klinik bulgular ile prezente olabilmektedir. Özellikle başvuru anında laboratuvarda pansitopenisi olan, multiple organ enfarktları gelişmiş ve geniş spektrumlu antibiyotik tedavisine cevap vermeyen ateşin eşlik ettiği vakalarda AML ön tanılar arasında düşünülmelidir. Anahtar Kelimeler: Akut myeloid lösemi, vaskülit Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. Guillevin L, Lhote F, Gherardi R. Polyarteritis nodosa, microscopic polyangiitis, and Churg-Strauss syndrome: clinical aspects, neurologic manifestations, and treatment. Neurologic Clinics 1997;15:865-86. Guillevin L, Durand-Gasselin B, Cevallos R, ve ark. Microscopic polyangiitis: clinical and laboratory findings in eighty-five patients. Arthritis and rheumatism. 1999;42:421-30. Hoffman GS. Wegener’s granulomatosis. Current Opinion in Rheumatology. 1993;5:11-7. Guillevin L, Lhote F, Gayraud M, ve ark. Prognostic factors in polyarteritis nodosa and Churg-Strauss syndrome. A prospective study in 342 patients. Medicine. 1996;75:17-28. Rigante D, Candelli M, Federico G, ve ark. Predictive factors of renal involvement or relapsing disease in children with Henoch-Schonlein purpura. Rheumatology international. 2005;25:45-8. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 41 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-002] Romatoid Artrit’in Klinik ve Laboratuar Bulguları ile Başvuran bir Granülomatoz Polianjitis Olgusu Lütfi Akyol1, Coşkun Kaya2, Seher Kır3, Metin Özgen1, Mehmet Sayarlıoğlu1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı Romatoloji Bilim Dalı, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Nefroloji Bilim Dalı, Samsun 3 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Samsun 2 Başvuru yakınması: 37 yaşında erkek hasta; halsizlik, yorgunluk, iştahsızlık, el, el bileği, diz, ayak, ayak bileği eklemlerinde ağrı ve hareket kısıtlılığı şikayeti ile başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Eklem şikayetleri 3 ay önce başlamış ve giderek günlük aktivitelerini yapamaz hale gelmiş. Özellikle sabahları yaklaşık 2 saat ellerini rahat hareket ettiremiyormuş ve dizlerindeki, ayak bileklerindeki ağrıdan dolayı yürümekte zorlanıyormuş. Ağrı kesici ilaç kullanınca şikayetlerinde belirgin azalması oluyormuş, bu nedenle son zamanlarda yoğun bir şekilde ağrı kesici ilaç kullanmış. Daha önce bilinen bir hastalığı yokmuş. Hastanın fizik muayenesinde genel durumu iyi idi, vital bulguları normaldi, el bileği, MKF ve PİF lerde simetrik artrit vardı. Laboratuar bulgularında WBC:16.9X 103/μL (4-10) hemoglobin:12.7 gr/dl (13.5-17.5), BUN:49 mg/dl (5-24), kreatinin:3.2 mg/dl (0.7-1.3), total protein:5.9 gr/ dl (6-7.8), albümin:2.5 gr/dl (3.5-5.5), Eritrosit sedimantasyon hızı (ESR):108 mm/saat (0-20), C-reaktif protein (CRP): 198 mg/L (0-3.5), RF:237 IU/ml (negatif<9), CCP<7 U/mL (negatif<7), Tam otomatik idrar tetkikinde (TİT) protein:negatif, eritrosit:15 (0-3/HPF) idi. Ön tanılar: 1- Romatoid Artrit, 2- SLE, 3-Vaskülit Ayırıcı tanı: Romatoid artrit (RA) inflamatuvar poliartrit ile karakterize, sistemik otoimmun bir hastalıktır. RA’nın en belirgin özelliği el ve ayaklardaki küçük eklemlerde hassasiyet ve simetrik sinovial effüzyondur. Tipik olarak eklem ve kemik erozyonları, deformite ve destrüksiyonlara yol açar. Hastalar 30 dakikayı aşan sabah tutukluğundan şikayetçidirler. RA hastalarının yaklaşık olarak %80’inde kanda IgG molekülünün Fc bölgesine karşı oluşan IgM tipindeki antikor olan romatoid faktör (RF) bulunur. Ancak RF’nin Sjögren sendromu (%70-80), sistemik lupus eritematozus (%20-30), sağlıklı bireyler (%5-10) ve diğer birçok hastalıkta pozitif olabileceğini unutmamak gerekir. Hastamızın 6 haftadan uzun süren, simetrik el ve ayak eklemlerindeki şikayetleri, bir saati geçen sabah tutukluğunun olması ve yapısal semptomları romatoid artriti düşündürmektedir. Sistemik lupus eritematozus (SLE) etiyolojisi bilinmeyen, değişken klinik ve laboratuvar 42 bulguları olan inflamatuvar multisistem bir hastalıktır. SLE’de eklem tutulumu genellikle elin küçük eklemleri, el bilekleri ve diz tutulumu şeklindedir. Çoğu olguda simetriktir ancak asimetrik poliartriküler tutulumunda sık görüldüğü unutulmamalıdır. Özellikle yumuşak dokudaki şişlik effüzyonla birlikte minimal olma eğilimindedir. RA’nın aksine eroziv ve yıkıcı değildir. Hastamızın yapısal semptomları ve eklem yakınmaları SLE ile ilşkili olabilir. Erkek olması ve cilt lezyonlarının olmaması daha çok SLE aleyhinedir ancak tanı için ek klinik ve laboratuvar tetkiklerine ihtiyaç vardır. Vaskülitlerin seyri esnasında çeşitli eklem tutulumu tipleri ortaya çıkabilir örneğin orta damar vasküliti olan poliarteritis nodosada özellikle hastalığın erken döneminde %20 olguda asimetrik, epizodik, deformite bırakmayan alt ekstremite büyük eklemleri tutan artrit izlenebilir. ANCA ilişkili vaskülitlerin Granülomatöz Polianjitis (GPA), mikroskopik polianjitis (MPA), Churg-Strauss sendromu (CSS)) %60’ında kas iskelet semptomları görülür. Artraljiler artritten daha yaygındır. Tipik eklem tutulumu alt ekstremite büyük eklemlerinde migratuar paternde oligoartrit şeklindedir ama poliartrit de görülebilir. WG’de hastalığın yaklaşık üçte birinde RF pozitifliği olduğu için başlangıçta romatoid artrit ile karışabilmektedir. Küçük damar vaskülitlerinden Henoch-Schönlein purpurasında da genellikle alt ekstremite büyük eklemlerinde migratuar artrit yapabilmektedir. Hastamızın yaklaşık 3 aydır her iki el, el bileği ve ayak, ayak bileği tutulmuş olması simetrik ve poliartiküler bir eklem hastalığı ile karşı karşıya olduğumuzu düşündürür. Hastamızın yaşı, cinsiyeti ve eklem tutulum paterni ile mevcut bulgularla sistemik vaskülitler de ayırıcı tanılar içerisinde yer almalıdır. Ayrıca kreatinin yüksekliği de böbrek tutulumunun bir bulgusu olabilir. Tanıya götüren bulgular: Hastanın kronik eklem yakınması, simetrik, inflamatuar poliartrit olması ve laboratuvarında RF pozitif olması nedeniyle RA tanısı konuldu. Hastanın kreatinin, ALT ve ALP yüksekliği vardı. Daha önce bilinen hipertansiyon, diyabet öyküsü yoktu. Özellikle son bir ayda yoğun non steroid anti inflamatuvar ilaç (NSAİİ) ve bitkisel ilaç kullanım öyküsü vardı. Hastanın kreatinin yüksekliği için bakılan ultrasonografide böbrek TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Resim1a. Endokapiller proliferasyonun eşlik etmediği fibrinoid nekroz içeren glomerül (x400 büyütme, HE) Resim 1b. Bazı glomerüller normal (allta) iken bazılarında fibrinoid nekroz ve sellüler kresent gelişimi mevcut (kresent Bowman kapsül rüptürüne neden olmuştur) (x200 büyütme, HE) boyutları normaldi, postrenal bir patoloji saptanmadı. Böbrek boyutlarının normal olması, böbrek fonksiyonlarını bozacak daha önce bilinen sistemik bir hastalığının olmaması, hastanın dehidrate görünümü, proteinürisinin olmaması, idrar sedimentinin normal olması, son zamanlarda yoğun NSAİİ ve bitkisel ilaç kullanım öyküsü olması ile kreatinin yüksekliği, interstisyel nefrite bağlı akut böbrek yetmezliği (ABY) olarak değerlendirildi. Karaciğer fonksiyon testlerindeki yükseklik ise son bir ayda kullandığı, NSAİİ ve bitkisel ilaçlardan dolayı oluşan toksik hepatite bağlandı. Hastanın kreatinin değerleri hidrasyonla en son 1.8 mg/dL’ye kadar geriledi. Hastaya romatoid artrit tanısı ile 40 mg/gün metilprednisolon 12 gün verildi, hidrosiklorokin 200 mg/gün ve sülfasalazin 5 gün 500 mg/gün sonrasında 1000 mg/gün olacak şekilde başlandı. Kreatinin yüksekliği nedeniyle methotrexate başlanmadı. Eklem şikayetleri belirgin gerileyen, sedimantasyon 56 mm/saat’e, CRP 46 mg/L’ye düşen hasta ayaktan takip edilmek üzere metilprednisolon 32 mg/ gün, sülfasalazin 1000 mg/gün ve hidroksiklorokin 500 mg/gün ile taburcu edildi. Taburcu olduktan 10 gün sonra hasta 40 derece ateş ve yaygın eklem ağrısı ile tekrar başvurdu. Fizik muayenede aktif artrit yoktu. Hastada ateşe neden olabilecek enfeksiyöz veya malign bir odak saptanamadı. Enfektif endokardit açısından yapılan transtorasik ekokardiyografi (EKO) normaldi. Başvuru anındaki BUN:39 mg/dl, kreatinin:2.04 mg/dl, total protein:5.1 gr/ dl, albumin:2.0 gr/dl, ESR:128 mm/saat, CRP:151 mg/L, spot idrarda 100 eritrosit, 100 mg/dl protein ve 24 saatlik idarda 1.1 gr/gün protenüri vardı. Hastada yeni ortaya çıkan protenüri ve eskiye göre artış gösteren hematüri, renal fonksiyonlarda bozukluğun, akut faz reaktanlarında yüksekliğin devam etmesi nedeniyle vaskülit ve buna bağlı bir glomürolonefrit ön tanısıyla yapılan, immunfloresans İncelemede c-ANCA:+++ (1/100), p-ANCA: negatif, enzim immunoassay (EIA) incelemede p-ANCA: 0.1 U/ml (negatıf <5 U/ml <pozitif), c-ANCA: 11 U/ml (negatif<5 U/ ml< pozitif) olarak tespit edildi. ANCA ilişkili vaskülitin böbrek tutulumu açısından yapılan renal biyopsi: Toplam 10 adet glomerül mevcut olup 1 adet glomerülde global skleroz izlenmiştir. Glomerüllerde genel olarak kapiller lümenler açık olup endokapiller proliferasyon mevcut değildir. 6 adet glomerülde fibrinoid nekroz ve buna bağlı gelişmiş segmental sellüler kresent ve podosit proliferasyonu saptanmıştır. Kristal viole ve Kongo Red ile amiloid birikimi saptanmamıştır. İmmunflloresan mikroskopik değerlendirmede IgG, IgA, IgM, C3 ve C1q boyanma saptanmamıştır (Resim 1a,1b) şeklinde raporlandı. Hastamızda kuvvetli c-ANCA pozitifliği, idrar sedimenti, renal patoloji bulguları, eklem bulguları ile GPA tanısı konuldu. Metilprednisolon 500 mg/gün 4 gün pulse tedavi sonrası 1 mg/kg/gun dozunda oral prednizolona devam edildi. Siklofosfamid ayda bir kez 1 gr intravenoz yolla uygulanmaya başlandı. Takiplerinde ateşi olmadı. Siklofosfamid tedavisinden 2 gün sonra hastanın sağ el ve ayak üstünde önce hipoestezi sonrasında güç kaybı gelişti. Elektromyografi bulguları, sağda siyatik sinirin peroneal kısmının total aksonal lezyonu ve sağ median sinirin total aksonal lezyonu ile uyumlu idi. Hastaya Mononöritis Multiplex tanısı konuldu. Hastanın siklofosfamid tedavisini uzun dönemde kullanmak istememesi ve tedavi altında iken gelişen komplikasyon nedeniyle rituximab tedavisine geçildi. Rituximab intravenöz yoldan 14 gün ara ile 1000 mg olacak şekilde uygulandı. Hastanın elinde ve ayağındaki güç kaybı azalmakla birlikte devam etmektedir, böbrek fonksiyonları tamamen normale dönmüştür. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Tartışma: Vaskülitler çok çeşitli klinik belirtileri olan idiopatik sistemik hastalıklardır. Sistemik vaskülitlerin 7 tipinin sınıflama kriterleri 1990 yılında American College of Rheumatology (ACR) tarafından yapılmıştır. GPA için sınıflama kriterleri Tablo 1’de gösterilmiştir. GPA etiyolojisi 43 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Tablo 1. American College of Rheumatology, Granülomatöz Polianjitis (Wegener) Sınıflama Kriterleri Kriter Tanım Nazal veya oral inflamasyon Ağrılı veya ağrısız oral ülser,veya kanlı veya pürülanlı nazal akıntı Anormal göğüs radyografisi Göğüs radyografisinde nodül, yer değiştirmeyen infiltrasyon veya kavite varlığı Üriner sediment Mikrohematüri(>5 eritrosit her büyük alanda) Biyopside granülamatöz inflamasyon Perivasküler veya ekstravasküler alanda arter duvarında granülamatöz inflamasyon gösteren histolojik değişiklikler bilinmeyen küçük-orta boy damarlarda farklı derecelerde vaskülit ile karakterize birçok organ tutulumu yapan sistemik bir hastalıktır. Sinüzit, rinit ve otit hastaların 3/4 ünde görülür. Akciğer tutulumunda bilateral parenkimal nodül, kavitasyon veya alveoler hemoraji izlenebilir. Bizim hastamızda akciğerlerde ve üst solunum yollarında patoloji yoktu. Kas iskelet sistemi bulguları %60-70 oranında görülür. Genelde non eroziv ve deformite bırakmayan monoartrit ve poliartrit şeklinde olur. Hastaların yaklaşık %70’inde görülen artralji genellikle alt ekstremitede ve büyük eklemleri etkiler. Literatürde RA gibi el bilekleri metakarpafalangial, proksimal inter falangial, ayak bileği ve dizlerde erozif tarzda poliartrit vaka sunumları mevcuttur (1,2). Bizim hastamızda da RA’ya benzer el ve ayak eklemlerinde tutululum vardı. Hızlı ilerleyen glomerülonefrit 1/3 hastada görülür. Bobrek biyopsisi bulguları coğu zaman ANCA ilişkili vaskulitleri birbirinden ayırt etmede yetersiz kalabilir. Ancak SLE ve amiloidozdan ayırmada yardımcıdır. Ayrıca bobrek biyopsisinde kronik hastalık bulgularının olup olmaması hastalığı ne kadar agresif tedavi edeceğinize karar vermede yardımcıdır (3). Mononöritis multıpleks vücudun farklı bölgelerinde eş zamanlı veya belli bir zaman aralığında birden fazla spinal veya kranial sinirin farklı etyolojilere bağlı olarak tutulumunu gösteren bir sinir sistemi hastalığıdır. Karakteristik olarak akut bir sinir hasarı görülür ve çoğu kez şiddetli bir ağrıyla beraber izlenir. Alt ekstremite tutulumu daha sıktır, siyatik sinir en sık etkilenen sinir ve çoğunlukla asimetrik tutulum olur. Bizim hastamızda da üstte median sinir altta siyatik sinirin peroneal dalında etkilenme olmuştu. Hastada sağ el ve ayakta güç kaybı gelişti. GPA’ya klinik ve laboratuvar olarak benzeyen durumlar çok olduğu için histolojik tanı yapılması gerekmektedir. Tanısal olarak en değerli biyopsi akciğer parankim lezyonlarının acık biyopsisidir. Bobrek biyopsisi bulguları coğu zaman ANCA ilişkili vaskulitleri birbirinden ayırt etmede yetersiz kalabilir bu vakalar diğer klinik bulgularla birlikte değerlendirilmelidir. GPA’nın induksiyon tedavisinde en sık kullanılan ajanlar kortikosteroidler (KS) ve siklofosfamiddir (CYP) (4). Son yıllara kadar şiddetli vakalarda remisyon indüksiyon tedavisinde ilk seçenek CYP iken rituximab (RTX) da alternatif tedavi olarak kullanılmaya başlandı. Özellikle dirençli veya tekrarlayan vakalarda, CYP için kontrendikasyon varsa ve/ veya hasta infertilite gibi risklerden dolayı ilacı kullanmak istemiyorsa RTX akla gelmelidir. Bizim hastamıza da RTX intravenöz yoldan 14 gün ara ile 1000 mg, 6 ayda bir kez olacak şekilde planlandı. Tanı: Granülomatöz Polianjitis, Mononöritis Multiplex Sonuç ve anahtar mesaj: Kronik, simetrik, inflamatuar poliartrit yakınması ile başvuran ve laboratuvarında RF pozitif olan hastalarda, özellikle tabloya böbrek fonksiyon bozukluğu, proteinüri, hematüri ve sistemik bulgular eşlik ediyorsa GPA akla gelmelidir. GPA tanısı konulduktan sonra hastada özellikle asimetrik, ağrı ve güç kaybı gelişirse mononöritis multiplex düşünülmelidir. Anahtar Kelimeler: Granülamatöz polianjitis, mononöritis multiplex Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 44 Hoffman GS, ve ark.; “Wegener Granulomatosis: An Analysis of 158 Patients.” Annals of Internal Medicine; V.116; No.6; 3/15/92; P:488-495. Ter Borg EJ, ve ark. Erosive polyarthritis as Presenting Manifestation of Wegener’s Granulomatosıs Clincal Rheumatology 1995,14,N5 551-553. Rodriguez W, Hanania N, Guy E, ve ark. Pulmonary-renal syndromes in the intensive Care unit. Crit Care Clin. 2002 ;18:881-95. Haubitz M, Schellong S, Gobel U. ve ark. Intravenous pulse administration of cyclophosphamide versus daily oral treatment in patients with antineutrophil cytoplasmic antibody-associated vasculitis and renal involvement: a prospective, randomized study. Arthritis Rheum. 1998;41:1835-44. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-003] Sistemik Lupus Eritematozus Tanısıyla Takip Edilen Hastada Gelişen IgA Nefropatisi Mehmet Emin Enecik1, Zeynep Ozbalkan1, Sevinç Sandıkçı1, Ahmet Omma1, Yaşar Karaaslan2 1 2 Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Romatoloji Kliniği, Ankara Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Çorum Başvuru yakınması: Sağ el bileğinde şişlik, saç dökülmesi, yüzde kızarıklık, yaygın halsizlik şikayetleri ile polikliniğe başvuran 25 yaşındaki kadın hasta. sertliği olmasıdır. Genellikle tutukluk hareket ettikçe düzelen karakterdedir. RF ve CCP; RA da genel olarak pozitif otoantikorlardır. Öykü, fizik muayene, laboratuar: Hastamız ev hanımı ve evli, 2 çocuğu var. Son 2 aydır el eklemleri, el bilekleri ve omuzlarda ağrı, sağ el bileğinde şişlik halsizlik, yüzde kızarıklık şikayetleri ile polikliniğe başvurdu. 3 gün önce sağ el bileği şişmiş. Hastanın özellikle sabahları bir saat süren tutukluk yakınmaları mevcut. Hastanın eklem agrıları son 2 aydır başlayıp beraberinde halsizlik ve yüzde kızarıklık şikayeti de eşlik ediyormuş. Kızarıklık; burun kökünden yanaklara doğru oluyormuş. Sigara kullanıyor, alkol kullanımı yok. Ailesinde romatizmal hastalık öyküsü yok. Hastada RF ve CCP negatiftir ayrıca hastada görülen malar raş ve fotosensitivite RA da beklediğimiz bulgular değildir. Mevcut bulgular RA yı düşündürmese de tam olarak ekarte ettirmez. Genel durumu iyi. Kan basıncı 110/ 70 mmHg, nabız: 76/ dk/ritmik, Ateş: 36°C solunum sistemi, kardiyovasküler sistem, gastrointestinal sistem, nörolojik sitem muayneleri normal. Hastanın burun kökünden yanaklara doğru yayılan eritemi mevcut. Sağ el bileğinde aktif sinoviti mevcut. Sol el bileği hassas. Her 2 el bileği fleksiyonu agrılı. Hastanın o dönemde yapılan laboratuar tetkiklerinde: ANA 4+ Homojen, çift sarmallı DNA ya karşı antikor (anti ds- DNA) pozitif, C3 ve C4 düşük, anti kardiolipin antikorlar (ACA) negatif, idrar sedimenti; lokosit: 32, eritrosit:10, tam idrar tetkikinde; idrarda protein eser, idrar prot/kreatin oranı: 0.6, RF ve anti-CCP negatif, AST, ALT, BUN, kreatin, Albumin normal bulunmuş. HBs Ag, antiHCV, anti-HBs, anti HBc-IGM negatif bulunmuş. Ön tanılar: 1- Romatoid artrit 2- Sistemik lupus eritematozus 3- Spondiloartritler 4- Viral artrit Ayırıcı tanı: Romatoid artrit: RA nedeni tam olarak bilinmeyen, kronik, sistemik ve periferik eklemleri etkileyen simetrik inflamatuar poliartrittir. Kadınlarda erkeklerden 2-3 kat daha fazla oranda görülüp en sık görülme yaşı 35-50 civarındadır. Sıklıkla el ve ayakların küçük eklemleri etkilenir ve tutulum genellikle simetriktir. RA’nın karakteristik özelliklerinden biri de 1 saatten fazla süren sabah TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Spondiloartritler: Spondiloartritler (SpA); omurga, eklemler, tendonlar, ligamentler ve çevresindeki yapıların inflamasyonu ile karakterize bir grup hastalıktan oluşur. SpA gurubu hastalıklar içerisinde; ankilozan spondilit, psoriyatik artrit, reaktif artrit, enterik artrit ve sınıflandırılamayan SpA vardır. Bu hastalıkların temel ortak özelliği; aksiyel iskelet tutulumu olmakla birlikte eklem tutulum şekli ve sistemik bulgular açısından birbirinden farklılık gösterir. Psöriyazisi olan hastalarda %5-30 oranında psoriyatik artrit gelişmektedir. Hastaların %10-15’inde deri döküntülerinden önce artrit bulguları ortaya çıkmaktadır. Entezit, daktilit, tekrarlayıcı ön üveit ve periferik artrit gibi SpA gurubu hastalıkların ortak özelliklerinin yanısıra spondilit formunda inflamatuar bel ağrısı tipiktir. psoriyatik artrit (PsA) el eklemlerini etkileyebilir ve bu yönü ile hastamızın eklem bulguları benzerlik gösterebilir. Ankilozan spondilit hastalarının ¼‘ü periferik artrit ile başvurabilmektedir. Fakat SpA’lerde bahsi geçen asimetrik oligoartrit, hemen daima alt extremite büyük eklemlerini ilgilendirmektedir. Hastamızın yakınmaları arasında inflamatuar bel ağrısı veya gluteal agrıdan bahsedilmemektedir. ANA ve anti-dsDNA pozitifliği, el eklemlerinin tutulmuş olması SpA‘yı ön planda düşünmemizi engelleyecek bulgulardır. Viral artrit: Viral artritler genellikle virusun prodromal evresinde oluşur. Yaygın olarak simetrik küçük eklem tutulumu yapsada farklı prezentasyonlar görülebilir. Parvovirüs B19 ani başlayan poliartiküler artitlerin %12’sinden sorumludur. Genç erişkinlerde ve çocuklarda daha sıktır. Viral artritlerin %10-14‘ünden Hepatit A virüsü sorumludur. Akut dönem sırasında artralji ve deri raşı görülebilir. Hepatit B, Hepatit C viüsleride viral artritlerin %20 – 25‘inden sorumludur. Sık karşılaşılan virüslerden 45 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu EBV de üsye sonrası poliartrit, döküntü, artralji ile karşımıza çıkabilir. Yukarda bahsedilen hastanın genç yaşta bayan olması, yakınmalarının son 2 aydır başlaması, beraberinde yapısal semptomların eşlik etmesi viral artrit olasılığını düşündürmektedir. Ancak ANA ve anti-dsDNA pozitifliği, malar raş, C3, C4 düşüklüğü bizi viral artrit tanısından uzaklaştırır. Sistemik lupus eritamatozus: SLE çeşitli klinik ve immünolojik bulguları olan, birçok organ ve sistemi etkileyebilen otoimmün bir hastalıktır (1). Hastalık esas olarak deri, eklemler, böbrek, kan hücreleri ve sinir sistemini etkiler. Daha çok 20-45 yaş arası doğurganlık çağındaki kadınları etkiler. SLE’li hastalarda en sık başvuru yakınması; yapısal semptomlar (halsizlik, yorgunluk, kilo kaybı), eklem ağrısı ve deri bulgularıdır (2,3). Ateş ve yapısal semptomlar aktif lupusun bir belirtisi olabilir. SLE ‘de eklem tutulumu simetrik non- eroziv, deformite yapmayan karakterdedir. Artrit genellikle PIF, MCF, el bileği ve diz tutulumu şeklindedir. Hastamızın mevcut bulguları değerlendirildiğinde fotosensitivite, malar raş, artrit, ANA ve anti-dsDNA pozitifliği SLE tanı kriterlerini karşılar niteliktedir. Klinik seyir ve tedavi: 6 aydır Sistemik lupus eritematosus tanısıyla takip edilen hasta 16 mg/gün steroid, Hidroksiklorokin 200 mg 2x1, lansoprazol 30 mg 1x1 tedavileri alırken son 1 haftadır ciltte yaygın ürtikeryal döküntü, el MKF’lerde şişlik, halsizlik şikayeti ile başvurdu. Yapılan tetkiklerinde; 24 saatlik idrarda 1084 mg/gün proteinüri, tam idrar tetkikinde; protein eser ve hematürisi mevcuttu. Ayrıca anti-dsDNA pozitif, C3 ve C4 düşüktü. Serum Ig A, G, M düzeyleri normaldi. Yapılan cilt biopsisi diskoid lupus ile uyumlu geldi. Yapılan böbrek biyopsi sonucu; immunfloresan incelemeye alınan doku örneğinde 3 adet glomerül mevcut olup, IgA ile mezengial ince granüler 3+, C3 ile mezengial ince granüler 2+ boyanma vardır. IgM, IgG ve C1q ile boyanma saptanmamıştır. Sonuç: “IgA NEFROPATİSİ” lehine immünfloresan bulgular’’ olarak yorumlandı. Hastanın mevcut tedavisine İmuran eklendi fakat 1 ay sonra kontrole geldiğinde imuranı tolere edememiş ve proteinürisi 2.6 gr/gün’ e yükselmişti. Hasta tedaviye dirençli kabul edilerek 3 gün 1 gr pulse steroid ve sonrasında 1gr Endoxan ıv tedavisi aldı. Sonrasında sinoviti geriledi, ağrıları azaldı. Takiplerinde stabil seyretmekte. Tanı: Sistemik lupus eritematozus ve İgA nefropatisi Tartışma: İmmünglobülin A (IgA) nefropatisinin en sık görülen glomerüler hastalık olduğu düşünülmektedir. Klasik olarak mezangiumda IgA birikimi ile birlikte asemptomatik mikroskobik hematüri veya tekrarlayan makroskobik hematüri atakları ile karakterizedir ancak glomerüler hastalık klinik sendromlarının tümü ile 46 seyredebilir (4). Sıklıkla idyopatik olmakla beraber, çeşitli hastalıklara bağlı sekonder IgA nefropatisi gelişebilir. IgA nefropatisi tanısı immünflöresan mikroskobide IgG ve IgM’ye göre daha belirgin mezangial IgA birikimlerinin gösterilmesi ile konulur. IgA birikimine daha az şiddette IgM (%80-85), IgG (%60) ve C3 (%90-100) birikimleri eşlik eder (5). Hastaların yaklaşık %40-50’sinde bir üst solunum yolu veya daha seyrek olarak gastrointestinal veya üriner infeksiyondan 1-3 gün sonra ortaya çıkan makroskobik hematüri atakları şekilde klinik seyir görülür. Klinik ve laboratuvar kanıtlar HenochSchölein purpurası ile IgA nefropatisi arasında yakın benzerlikler olduğunu düşündürmektedir. Böbrekte aynı ışık ve immünflörsan mikroskobi bulgularına yol açan Henoch-Schönlein purpurası IgA nefropatisinin sistemik formu olarak da düşünülebilir. IgA nefropatisi nisbeten benign seyirli bir hastalıktır ve hastaların çoğunda renal fonksiyon dekadlar boyunca normal kalır. Ancak 20 yıllık izlemde olguların %15-40’ında son dönem böbrek yetmezliğine yavaş progresyon görülür. IgA nefropatisi için tanı koydurucu spesifik bir serolojik test yoktur. Hastaların yaklaşık yarısında serum IgA düzeyinde hafif-orta derecede artış gözlenir ancak bunun tanısal bir değeri yoktur. Ayrıca serum IgA düzeyi ile hastalığın klinik seyri arasında herhangi bir ilişki yoktur. İgA nefropatisinin nedenleri: 1- Primer IgA nefropatisi 2- Sekonder IgA nefropatisİ • Henoch-Schönlein purpurası • Seronegatif spondiloartropati • Ankilozan spondilit • Sistemik Lupu Eritematosus • Reiter sendromu • Celiac hastalığı • Sikka sendromu • Enfeksiyonlar(HIC, toxoplazmozis) IgA nefropatisi klinik karakterisitik özellikleri bakımından SLE ile benzerlik göstermektedir. Son yıllarda yayınlanan bir vaka örneğinde; 22 yaşında lupus nefriti ile izlenen Japon bir hastada lupus kliniği ve serolojisi olmaksızın renal alevlenme görülmüş, yapılan Böbrek biopsi sonucu IgA nefropatisi olarak rapor edilmiş renal remisyon ACE inhibitörleri ile sağlanmıştır. Bu vaka; Lupus nefritinin IgA nefropatisine dönüşebileceği sonucunu gösterdi. 2011 yılında yayımlanmış bir çalışmada; SLE ve Haşimato tiroiditi ile takip edilen hastaların böbrek biopsilerinin bir kısımı IgA nefropatisi ile uyumlu gelmiş bu da otoimmün hastalıkların bir arada olabileceğini göstermiştir. 2014 yılında Çin’de yayımlanan bir çalışmada; SLE ve IgA nefropatisi olan hastalar genetik benzerlik yönünden TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Resim 1. İF; IgA ile mezengial ince granüler 3+ boyanma Resim 2. Hastanın yanaklarında malar eritem görülüyor Tablo 1. Hastanın labaratuar bulguları Lökosit, /mm3 Nötrofil, /mm3 Lenfosit, /mm3 Hemoglobin, g/dl MCV, fL Trombosit, /mm3 Sedimantasyon, mm/saat CRP, mg/dL Romatoid faktör, mg/dL Anti-CCP, mg/dL Kreatinin, mg/dL ALT, U/L AST, U/L Total protein, g/dL Albümin, g/dL Antinükleer antikor( IFA) Anti-dsDNA C3, g/L C4, g/L aPTT Anti-Scl70, U/mL Anti-SSA (Ro) Anti-SSB (La) Anti-RNP Antikardiyolipin IgG Antikardiyolipin IgM 24 saatlik idrarda protein (mg) idrar kreatinini, mg/dl Kreatinin klirensi, ml/dk TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Bulgular Normal değerler 6900 4700 1700 13.9 81 211000 26 18 Negatif 18.51 0.7 22 19 6.2 4.2 4+Homojen >300 36 7 Normal Negatif Negatif Negatif Negatif 6.11 1.03 1084 34.4 119 4000-10000 3700-8000 1000-5000 13.5-17.5 80.7-95.5 150000-400000 <20 (0,2-5) Negatif 0-25 0.5-1.3 <45 <47 5.8-8.2 3.4-4.8 0-16 88-201 16-38 0-12 0-15 0-150 30-125 47 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu araştırılmış, IgA nefropatisi ve SLE arasında tek nükleotid polimorfizimi olduğu belirlenmiştir. Sonuç ve anahtar mesaj: IgA nefropatisi otoimmün komponenti olan bir hastalıktır. İmmün kökenli hastalıklar arasında genetik yönden benzerlikler olup bir arada bulunabilirler. Bu vakada da otoimmün komponentli iki hastalığın birarada bulunabileceği örneği gözlenmiştir. Anahtar Kelimeler: SLE, Lupus, Ig A nefropatisi Kaynaklar 1. 2. 3 4. 5. 48 Abbas AK. Diseases of Immunity. In Kumar V, Abbas AK, Fausta N (eds). Robbins and Cotran Pathologic Basis of Disease. 7th ed. Philadelphia, Elsevier; 2004. p.193-267. Hahn BH. Systemic Lupus Erythematosus. In: Fauci AS, Braunwald E, Isselbacher KJ, Wilson JD (eds). Harrison’s Principles of Internal Medicine. 14th ed. Singapore, McGraw-Hill; 1998. p.1875-1880. Reda M, Baigelman W. Pleural effusion in systemic lupus erythematosus. Acta Cytol 1980;24:553–557. Levy M, Berger J. Worldwide perspective of IgA nephropathy. Am J Kidney Dis 1988;12:340-47. Russel MW, Mestecky J, Julain BA, ve ark.: IgA-associated renal diseases: Antibodies to environmental antigens in sera and deposition of immunoglobulins and antigens in glomeruli. JClin Immunol. 1986;6:74-86. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-004] Cilt Lezyonları ile Tanı Konulan bir Nörosarkoidoz Olgusu Lütfi Akyol1, Aygül Güzel2, Seher Kır3, Metin Özgen1, Mehmet Sayarlıoğlu1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Samsun 3 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Samsun 2 Başvuru yakınması: 50 yaşında kadın hasta bir yıldır her iki yanağı ve burun bölgesinde, beş aydır sağ kolunda olan kızarıklık, morluk, başağrısı ve bir kez bayılma şikayeti ile başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Hastanın cilt lezyonları ve başağrısı yaklaşık bir yıldır varmış, bir ay öncesinde birkez yaklaşık 10 dakika süren bayılması olmuş. Hastanın laboratuvarında tam kan sayımı: normal, eritrosit sedimantasyon (ESR) hızı: 41 mm/saat(0-20), C-reaktif protein (CRP): normal, Ca: 10.5 mg/dl (8.6-10) idi. Karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri normaldi. Ön tanılar: 1- Sistemik Lupus Eritematozus (SLE) 2- Sarkoidoz Ayırıcı tanı: Hastanın her iki yanakta ve burun bölgesinde kızarıklığının ve nörolojik şikayetlerinin olması ön planda hem cilt hemde santral sinir sistemi (SSS) tutulumu yapan SLE gibi hastalıkları akla getirmektedir. Hastanın yaşının ileri olması SLE aleyhinedir ama geç başlangıçlı SLE açısından hasta değerlendirilmelidir. Hastamızda SLE’nin diğer klinik bulgularının olmayışı, lökopeni, lenfopeni, proteinüri ve hemolitik anemi gibi laboratuar bulgularının olmayışı, SLE ile ilşkili otoantikorların negatif olması nedeniyle SLE tanısı düşünülmedi. Sarkoidozda %25 oranında cilt tutulumu, %5-15 oranında SSS tutulumu izlenebilmektedir. Özellikle yüzde sarkoidoz için tipik lupus perniyo görünümü görülmektedir. Kesin tanı için laboratuar, görüntüleme ve patolojik değerlendirme gereklidir. Tanıya götüren bulgular: Hastanın yüzündeki ve sağ kolundaki lezyondan biyopsi yapıldı. Patolojik incelemede; epitel altında, yüzeyel ve derin dermiste, çevrelerinde lenfositlerin gözlenmediği, merkezlerinde nekroz içermeyen epiteloid histiyositlerden kurulu granülom yapıları gözlendi. Granülomlar non-kazaeifiye, çıplak granülomlar olması nedeniyle sarkoidoz olarak değerlendirildi (Resim 1). Başağrısı ve bir kez yaklaşık bir saat süren bayılması olan hastanın nörolojik muayenesi normaldi. Bilgisayarlı beyin tomografide; supratentoryal kesitlerde her iki frontal lobda subkortikal ve derin beyaz TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI cevherde yaygın hipodens ödem alanları mevcuttu. Her iki frontal lob anterior inferior kesiminde en geniş aksiyel çapı 37x20 mm ölçülen kontrastlanan kitle lezyonu görüldü. Beyin magnetik rezonans görüntülemede; bilateral frontal mesafede en kalın yerinde 12 mm’ye ulaşan T1 hipointens, T2 hiperintens parasagittal mesafede leptomenengeal tutulum izlendi. Kontrast madde sonrası yoğun kontrastlanan dural ve leptomenengeal kitle lezyonu vardı. Bası etkisine sekonder ödem ile uyumlu görüntüler izlendi (Resim 2). Elektroensefalografi, frontal bölgelerde hafif derecede aktif epileptiform anomalinin varlığını gösterdi. Toraks bilgisayarlı tomografide; her iki aksiller ve tüm mediastende, en büyüğü 19 mm kalınlığa ulaşan çok sayıda lenf nodları vardı, sağ apikal posterior panasiner infiltrasyon, sol superior bazal segment seviyesinde milimetrik nodüler plevral kalınlaşmalar izlendi. Batın bilgisayarlı tomografide; karaciğer 160 mm vertikal uzunlukta, intraabdominal çok sayıda büyükleri sol eksternal iliak grupta 18x14 mm, sağ eksternal iliak grupta 26x13 mm boyutlarında patolojik boyut ve görünümde lenf nodları mevcuttu. Tartışma: Sarkoidoz; sebebi bilinmeyen, akciğerleri, lenf nodlarını, deri ve sinir sistemini tutan granülamatöz multisistemik bir hastalıktır. Sarkoidoz sıklığı yaşam boyu 25-35 yaş ile 45-55 yaş arasında iki dönemde artış gösterirken tüm yaşlarda kadınlarda biraz daha sık görülmektedir. Tanı için klinik ve radyolojik bulgular varlığında bir veya daha fazla dokunun histopatolojik incelemesinde kazeifiye olmayan granülomların görülmesi ve diğer granülom yapan nedenlerin dışlanması gerekmektedir (1). Vakaların %25’inde cilt tutulumu görülmektedir (2). Kutanöz sarkoidozun cilt lezyonları nonspesifik lezyonlar ve kronik hastalıkta daha sık görülen ve kötü prognozla birlikte olan makülopapüler, nodüler, plaklar, infiltre skarlar, lupus pernio ve eritroderma gibi spesifik lezyonlarla karakterize spesifik lezyonlardır (3). Bizim hastamızda bir yıl önce alnında başlayan sonra her iki yanağa ve burna yayılan ve sağ kolunda son beş ayda ortaya çıkan kızarıklık morluk şikayeti vardı. Yüzündeki lezyonlar lupus pernio olarak değerlendirildi. Sinir sisteminin klinik tutulumu yaklaşık %5–15 vakada izlenmektedir(4). Bu hastaların en yaygın klinik semptomları özellikle yedinci 49 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Resim 1. Epitel altında,yüzeyel ve derin dermiste, çevrelerinde lenfositlerin gözlenmediği, merkezlerinde nekroz içermeyen epiteloid histiyositlerden kurulu granülom (x200 büyütme, HE) Resim 2. Bilateral frontal mesafede en kalın yerinde 12 mm T2 hiperintens parasagittal mesafede leptomenengeal yoğun kontrastlanan kitle lezyonu kranial siniri tutan kranial nöropatilerdir (50–75%). Diğer bulgular fasial paralizi, aseptik menenjit, hidrosefali, endokrinopati, ensefalopati, intrakranial kitle ve myopati olarak sıralanabilir. Literatürde sarkoidoza bağlı intrakranial kitle lezyonu olan vaka az sayıda bildirilmiştir. Ortega ve arkadaşları intrakranial tutulum olan dört nörosarkoidoz vakası bildirmişlerdir. Hastaların MR bulguları hipotalamusu tutan bir lezyon, beyin parankiminde kitle, leptomeningeal tutulum ve fokal beyaz cevher lezyonu şeklinde şeklinde sınıflandırılmıştır (5). Bizim hastamızda, her iki frontal, dural ve leptomenengeal bölgede yoğun kontrastlanan kitle lezyonu tutulumu mevcuttu. Kutanöz sarkoidozdaki lezyonların çoğu tedaviye dirençlidir ve genelde tedavi sonrası tekrarlama eğilimindedir. Topikal steroidler lokal lezyonlarda kullanılmasına rağmen doku içine penetrasyonu iyi değildir. Multiple ve progresif lezyonlarda steroid, metotreksat, hidroksiklorokin gibi sistemik tedaviler kullanılabilir. Bizim hastamız da steroid tedavisi sonrası metotreksat ve hidroksiklorokin ile takip edilmektedir. Sonuç ve anahtar mesaj: Başvuru anındaki bulgusu beyinde kitle şeklinde olan nörosarkoidoz ve kutanöz sarkoidoz birlikteliği çok nadir görülen bir durumdur. Literatürde bununla ilgili birkaç vaka bildirilmiştir. Bizim hastamız öncelikli olarak tipik cilt lezyonları ile başvurdu. Thorax ve batın BT görüntülerinde izlenen lenfoadenopatiler,akciğerlerde nodüler plevral kalınlaşmalar, kalsiyum yüksekliği tanı koymada yardımcı oldu ve cilt biyopsi ile kesin tanısı konuldu. Akciğerdeki lezyonlar sarkoiduzun akciğer tutulumu ile uyumlu idi. Nörolojik şikayetleri olması üzerine çekilen kraniyal görüntülemelerde kitle tespit edilmesi ve bu görüntülerin de sarkoidozun kranial tutulumuyla uyumlu olması üzerine nörosarkoidoz tanısı konuldu. Sistemik tutulum bulguları olmadan sadece kranial kitle ile başvursaydı kesin tanı için kitleden biyopsi yapmak gerecekti. Bu vaka kutanöz sarkoidoz tanısı konulan hastalarda sistemik değerlendirmenin tam yapılması gerektiğini ve özellikle nörolojik yakınmalar varsa nörosarkoidozun ayırıcı tanılar arasında düşünülmesi gerektiğini göstermiştir. Tanı: Kutanöz sarkoidoz ve nörosarkoidoz Anahtar Kelimeler: Kutanöz sarkoidoz, Nörosarkoidoz Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 50 Culver DA. Sarcoidosis. Immunology and allergy clinics of North America. 2012;32:487-511. Chong WS, Tan HH, Tan SH. Cutaneous sarcoidosis in Asians: a report of 25 patients from Singapore. Clinical and experimental dermatology. 2005;30:120-4. Chudomirova K, Velichkova L, Anavi B ve ark. Recurrent sarcoidosis in skin scars accompanying systemic sarcoidosis. Journal of the European Academy of Dermatology and Venereology: JEADV. 2003;17:360-1. Stern BJ, Krumholz A, Johns C ve ark. Sarcoidosis and its neurological manifestations. Archives of neurology. 1985;42:909-17. Ortega MD, Tintore M, Montalban X ve ark. [Intracranial involvement in neurosarcoidosis: a report of 4 cases as initial manifestation of the disease]. Revista de neurologia. 1999;28:491-4. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i PP-005] Bilateral Sakroiliit ve Bilateral Panüveit Birlikteliği: Bruselloz mu? Spondilit mi? Lütfi Akyol1, Adem Gül2, İlkay Bozkurt3, Metin Özgen1, Mehmet Sayarlıoğlu1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı Romatoloji Bilim Dalı, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, Samsun 3 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı, Samsun 2 Başvuru yakınması: 28 yaşında kadın hasta, sırt, bel, kalça ağrısı ve görme kaybı şikayeti ile başvurdu olabilir ama görüntüleme ile tanının desteklenmesi daha doğru olacaktır. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Yaklaşık 6 yıldır sırt, bel ve kalça ağrısı şikayeti varmış. Özellikle sabah uyandığında bel ve kalça bölgesinde bir saati geçen, hareket ettikçe azalan ağrı ve hareket kısıtlılığı oluyormuş. Ağrı kesici ilaç aldığı zaman şikayetleri belirgin derecede azalıyormuş. Gece bel ve kalça ağrısı ile uyandığı dönemler oluyormuş. Eklemlerinde şişlik, kızarıklık, ısı artışı olmamış. Son dönemlerde halsizlik, yorgunluk ve iştahsızlık şikayetleri geçmişe göre artmış. Hastaya iltihaplı romatizma olduğu söylenerek birçok ismini bilmediği ağrı kesici ilaçlar ve sülfasalazin verilmiş. Hasta bu ilaçları düzensiz şekilde kullanmış. Yaklaşık 5 yıldır görme bulanıklığı şikayeti varmış, son birkaç aydır sıklığı ve şiddeti giderek artmış ve görmesinin tamamen kaybolması üzerine hasta göz hastalıkları bölümüne başvurmuş. Yapılan değerlendirmede şiddetli panüveit saptanan hasta romatojik açıdan değerlendirildi (Resim 1). Hastanın sorgulamasında altı yıldır olan inflamatuvar karakterde bel ağrısı şikayeti vardı. Daha önce bilinen bir hastalığı yoktu. Fizik muayenede periferik artrit yoktu. FABERE/FADIR testleri ve sakroiliak eklem kompresyon testi pozitif idi. Laboratuvar tetkiklerinde hemoglobin:10.6 gr/dl (12-17), ESR=66 mm/saat (0-20), CRP=62 mg/L (0-3.5), kalsiyum seviyesi normaldi. Tanıya götüren bulgular: Sakroiliak eklem grafide bilateral grade 2 sakroiliit vardı. Sakroiliak MR’da bilateral sakroiliak elem mesafesi eşit görünümdeydi ancak bilateral eklem her iki tarafında eklem yüzlerinde düzensizlik, kortikal erezyon, iliak kanatlarda ise belirgin subkondral skleroz artımı dikkati çekti (Resim 2). Hastaya inflamatuvar bel ağrısı, akut faz reaktanlarında yükseklik ve sakroiliak grafi ve MR bulgularıyla ankilozan spondilit tanısı konuldu. Ancak ankilozan spondilit daha çok anterior üveite neden olduğu için panüveite neden olabilecek diğer nedenlerin dışlanması için tetkiklere devam edildi. Hastanın anamnezi tekrar sorgulandığında pastörize edilmemiş süt ve süt ürünleri tükettiği öğrenildi. Bunun üzerine yapılan tetkiklerde Brusella Rose Bengal testi pozitif, Brusella coombs testi:1/640 titrede pozitif saptandı. Hastaya Bruselloz tanısı konularak streptomisin ve doksisiklin tedavisi başlandı. Antibiyotik tedavisi 8 haftaya tamamlanarak kesildi. Tedavi sonrası bel ve kalça ağrısı tamamen düzeldi. Ancak görme bozukluğu azalmakla beraber devam etmektedir. Ön tanılar: 1- Ankilozan Spondilit, 2- Behçet hastalığı, 3- İnflamatuvar bağırsak hastalıkları 4.Granülamatöz Hastalıklar 5- Enfeksiyon hastalıkları Ayırıcı tanı: Behçet hastalığı açısından, oral aft, genital ülser, cilt lezyonu (papülopüstüler lezyon, eritema nodozum, yüzeyel tromboflebit vs.) yoktu, paterji testi negatif idi, granülamatöz hastalıklar açısından bakılan serum kalsiyum ve 24 saatlik idrarda kalsiyum seviyesi normaldi, akciğer grafisi normaldi, cilt lezyonu yoktu, PPD testi negatif idi, hepatit markerları negatif idi. İnflamatuar bağırsak hastalıkları açısından hastanın ishal şikayeti yoktu, gaitada gizli kan, parazit ve C.difficile toksini negatif idi. Hastanın inflamatuar karakterde bel ağrısı vardı, akut faz reaktanları yüksekti. Hastamız Ankilozan spondilit TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Tartışma: Bruselloz, birçok doku ve organı tutabilen intraselüler fakültatif bir bakteri olan Brusellanın sistemik infeksiyonudur. Brusella, gelişmiş ülkelerde az sıklıkta görülürken gelişmekte olan endemik ülkelerde ve bu ülkelere seyahat edenlerde ciddi bir problemdir. İnsanlardaki enfeksiyon brusella ile kontamine çiğ et ve pastörize edilmemiş süt ürünlerinin tüketilmesiyle ortaya çıkar (1). Bizim hastamızda da pastörize edilmemiş süt ve süt ürünleri tüketim hikayesi vardı. Brusella, atipik seyirli birçok enfeksiyonu taklit edebilir. Özellikle kas iskelet tutulumunun olduğu durumlarda hasta hikayesi, serolojik testleri ve görüntüleme teknikleriyle dikkatli bir şekilde değerlendirilmelidir. Osteoartriküler hastalık hastaların %10-85’inde görülür ve en yaygın görülen komplikasyondur. Kemik ve eklem lezyonları artrit, bursit, tenosiovit, sakroiliit, spondilit, ve osteomiyelittir. İskelet sisteminin tutulum tipi brusellanın tipine ve hastanın yaşına bağlıdır. Sakroiliit ve periferik artrit çocuk ve genç yaş grubunda 51 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Resim 1. İris lense 360 derece yapışmış (posterior sineşi), lens üzerinde iris pigmentleri (geçirilmiş üveit ataklarına sekonder), lenste katarakt gelişimi (kronik üveit?) Resim 2. Bilateral eklem yüzlerinde düzensizlik, kortikal erezyon, iliak kanatlarda ise belirgin subkondral skleroz artımı görülürken spondilit daha çok yaşlılarda ortaya çıkmaktadır. Brusella sakroiliit, kas-iskelet sistemini tutan brusella enfeksiyonunda %0-72 oranında bildirilmiştir. Sakroiliitin tanısında, kemik iliği ödemi ve periartrikuler tutulumun değerlendirilmesinde özellikle hastalığın erken döneminde MRG tercih edilmelidir. Kronik dönemde de subkondral skleroz, eklemde erozyon ve ankiloz izlenebilir. Bizim hastamızda da MRG’de bilateral her eklem yüzlerinde düzensizlik, kortikal erezyon, iliak kanatlarda ise belirgin subkondral skleroz artımı vardı. Bruselloz çeşitli oranlarda oküler bulgularla ortaya çıkabilmektedir. Güngür ve arkadaşlarının çalışmasında brusellozisli 147 hastanın 38’inde (%26) oküler bulgu bildirilmiş ve bunların %4.1 oranında anteror üveit, %0.7 oranında posterior üveit bildirilmiştir (2). Puig Solanes ve arkadaşları (3) 413 hastanın hastanın 60’ında (14.5%) oküler bulgu saptamışlardır. Rolando ve arkadaşları 12 oküler bruselloz vakasının etiyolojik sınıflamasında 6 (%50) panüveit, 2 (%16.7) posterior üveit, 3(%25) interrmediate üveit ve 1(%8.3) anterior üveit bildirmişlerdir (4). Bir başka çalışmada da 52 oküler bruselloz hastasının 21’inde (%40) posterior üveit, 9’unda (%17) panüveit,8’inde de (%15) hastada da anterior ve intermediate üveit bildirilmiştir (5). Tanı: Bruselloz ilişkili sakroiliit ve üveit Sonuç ve anahtar mesaj: Üveit tanısı konulan hastalarda özellikle endemik bölgelerde Bruselloz açısından dikkatli olunmalı ve hastanın pastörize edilmemiş gıda tüketimi sorgulanmalıdır. Brusellozda hasta sistemik tutulum açısından değerlendirilmeli, hastanın tedavi ve takipleri buna göre yapılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Bruselloz, sakroiliit, üveit Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 52 Sathyanarayanan V, Razak A, Saravu K ve ark. Clinical profile of brucellosis from a tertiary care center in southern India. Asian Pacific journal of tropical medicine. 2011;4:397-400. Gungur K, Bekir NA, Namiduru M. Ocular complications associated with brucellosis in an endemic area. European journal of ophthalmology. 2002;12:232-7. Puig Solanes M, Heatley J, Arenas F ve ark. Ocular complications in brucellosis. American journal of ophthalmology. 1953;36:675-89. Rolando I, Vilchez G, Olarte L ve ark. Brucellar uveitis: intraocular fluids and biopsy studies. International journal of infectious diseases: IJID: official publication of the International Society for Infectious Diseases. 2009;13:e206-11. Rolando I, Olarte L, Vilchez G ve ark. Ocular manifestations associated with brucellosis: a 26-year experience in Peru. Clinical infectious diseases: an official publication of the Infectious Diseases Society of America. 2008;46:1338-45. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-006] Başvurusunda Serebral Venöz Sinüs Trombozu ve İntrakardiyak Trombüs Birlikteliği Olan 19 Yaşında Behcet Hastası Lütfi Akyol1, Metin Çoksevim2, Kerim Aslan3, Metin Özgen1, Mehmet Sayarlıoğlu1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı Romatoloji Bilim Dalı, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Samsun 3 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Samsun 2 Başvuru yakınması: Başağrısı, görme bulanıklığı yakınmaları ile başvuran 19 yaşında erkek hasta. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Yaklaşık bir yıldır olan enseden başlayıp bütün başına doğru yayılan ağrı şikayeti varmış. Başağrısı uyumakla azalıyormuş, ışıktan ve sesten etkilenmiyormuş. Dönem dönem görme bulanıklığı ve görmede azalma şikayeti oluyormuş. Hastanın laboratuvar değerlerinde WBC:12.8(3.7-9.7 103 /Ul), hemoglobin:10.1 (13-17 gr/dl), platelet sayısı:484 (179-373 103 /Ul), sedimantasyon:107 (0-10 mm/saat), c-reaktif protein (CRP):58.5 (0-3 mg/L) idi. Ön tanılar: 1-Takayasu arteriti, 2-Malignite, 3- Enfeksiyon Ayırıcı tanı: Hastamızdaki pozitif bulgular, bir yıldır olan başağrısı, görme bulanıklığı, laboratuvarda lökositoz, anemi, trombositoz ve akut faz reaktanlarında (AFR) özellikle ESH’de belirgin yükseklik olmasıdır. Takayasu arteriti (TA), genellikle 40 yaş altı bayanlarda görülen inflamatuvar bir hastalıktır. Vasküler inflamasyon fazında görülen kladikasyo,nabızlarda azalma veya kaybolma, vasküler üfürüm, kollar arasındaki sistolik kan basıncı farkının 10 mmHg üzerinde olması gibi vasküler iskemik semptomlar hastalığınn en önemli tanısal fizik muayene bulgularıdır. Hastalığın aktif döneminde ESH yüksekliği, hafif derecede normokrom normositer anemi ve lökositoz görülebilir. Bizim hastamızda fizik muayenede tarif edilen bulgular yoktu. Laboratuvar bulguları TA ile uyumlu ama non spesifik bulgular, kesin tanı için aort ve dallarının anjiografik incelemesi gerekir. Hastamızda var olan başağrısı, anemi ve AFR yüksekliği sistemik veya intrakraniyal bir malignite veya enfeksiyona bağlı olabilir. Mevcut bulgularla bu tanılar ekarte edilemez, görüntüleme ve beyin omurilik sıvısı (BOS) incelemesi gerekmektedir. Tanıya götüren bulgular: Hastanın muayenesinde bilateral papil ödemi saptandı. İntrakraniyal hipertansiyon tanısıyla hastaya asetazolamid 250 mg tedavisi başlandı. Yaklaşık 1 hafta sonra şikayetlerinde gerileme olmaması üzerine hastaya lomber ponksiyon (LP) yapıldı. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Beyin omurilik sıvısı (BOS) açılış basıncı 26 mmHg (0-15 mmHg) olarak ölçüldü. BOS protein:normal, lenfosit:50/ mm3, BOS kültürde üreme yoktu. BOS incelemesinde, HSV, CMV, TBC PCR (-) olarak geldi. Hastadan boşaltıcı ponksiyon ile 30 cc BOS boşaltıldı ve BOS kapanış basıncı 10 mmHg olarak ölçüldü. Hastanın intrakraniyal hipertansiyon etiyolojisine yönelik çekilen beyin diffüzyon MR incelemesinde Superior sagittal sinüste daha iyi ayırt edilebilen transvers ve sağda sigmoid sinüste izlenen T2 hiperintens T1 izointens FLAİR sekanslarda ise hafif hiperintens olarak izlenen kontrast madde sonrası yoğun kontratslanma ve yer yer içerisinde geçişe müsade eden kronik trombüs izlendi (Resim 1). Beyin anjiografi normaldi Hastada sinüs ven trombozu etiyoljisine yönelik olarak yapılan hematolojik testler normaldi. Trombofiliye neden olacak bir patoloji saptanmadı. Romatolojik sorgulamasında hasta çocukluğundan beri yaklaşık ayda bir kez olan oral aft tarifliyordu. Birkaç kez de genital bölgede yara olduğunu ve beyaz bir iz bırakarak iyileştiğini belirtti. Sırtında ve yüzünde belli dönemlerde sivilceleri oluyormuş ve özellikle dizlerinde ve ayak bileklerinde ağrı, şişlik kızarıklık olup geçiyormuş. Hastanın muayenesinde genital ülser skarı izlendi, periferik artrit yoktu. Göz muayenesinde posterior üveit saptandı, paterji testi negatif idi. Hastaya tekrarlayan oral aft, genital ülser öyküsü, üveit, papülopüstüler lezyon ve vasküler lezyonları ile Behcet hastalığı ve santral sinir sistemi (SSS) tutulumu (nörobehçet) tanısı konuldu. Ek venöz tutulum yeri açısından bakılan portal ven doppler USG:normaldi, hepatik venler açıktı. Transtorasik ekokardiyografide(EKO);Hastada sağ ventrikül içinde sağ ventrikül septal duvara yapışık, semimobil 21*17mm boyutunda trombüs izlendi (Resim 2). Hastaya 3 gün 500 mg/gün pulse steroid tedavisi sonrası 1 mg/kg dozunda steroid tedavisi ve 15 günde bir 500 mg olacak şekilde siklofosfamid tedavisi başlandı. Tartışma: Behçet hastalığı tekrarlayan oral aft ve genital ülser, oküler hastalık,deri lezyonları, nörolojik hastalık, vasküler hastalık ve artrit gibi sistemik bulgularla karakterizedir. Etiyolojisi bilinmemektedir ve tanısı klinik bulgularla konulmaktadır. Nörolojik tutulum ve kardiyak trombüs diğer sistem tutulumlarına göre daha nadir 53 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu A B C D Resim 1. Aksiyel T2 Ağırlıklı (a) ve koronal Fluid attenuation inversion recovery MR görüntülemelerde süperior sagittal sinüs (beyaz ok) ve sol transvers sinüste (ok başı) sinyal void normal akımın olmadığı yüksek sinyalli trombus izlendi. Aksiyel ve sagittal T2 Ağırlıklı (c,d) MR görüntülemelerde sol transvers sinüste (beyaz ok) trombus izlendi. kraniyal hipertansiyonun en sık nedenidir ve hastalar genelde başağrısı ile kliniğe başvururlar (3). Bizim hastamızında başvuru şikayeti başağrısı idi ve intra kraniyal hipertansiyonu vardı. Behçet hastalığında nörolojik tutulumun prognozu, tutulum tipine göre değişmektedir, dural sinüs trombozu ve diğer non-parankimal lezyonlarda hastalığın tekrarlama riski, sakatlık ve erken ölüm riski parankimal lezyonlara daha düşüktür. Resim 2. Sağ ventrikülde, interventriküler septuma fikse, semimobil, yaklaşık 20x19mm boyutunda,kitle imajı (trombüs) görülmesine rağmen önemli motalite ve morbidite nedenidir. Nörolojik tutulum hastaların %5’inden az bir kısmında görülmektedir (1). Bir çalışmada Nöro-Behçet hastalarının başlangıçta 2/3’ü motor semptomlarla, %40’ı kognitif ve davranışsal değişikliklerle başvururken temel başvuru şikayeti başağrısı olarak bildirilmiştir (2). Behçet hastalığı Orta Doğu ülkelerinde serebral ven trombozunun en sık nedenidir. Serebral ven trombozu da intra 54 Behçet hastalığında vasküler tutulum sıklığı %7.7 ile %43 arasında değişmektedir. En sık görülen bulgu trombozdur. Genellikle arteryel tromboz, venöz trombozdan sonra ortaya çıkar. Vasküler hastalık sık olmasına rağmen kardiyak tutulum nadirdir. Klinik serilerde %1 ile %5 arasında değişen oranlarda bildirilmiştir. Behçet hastalığında en sık intrakardiyak trombüs görülmektedir. İntrakardiyak trombüs, derin verin trombozu, vena cava trombozu, pulmoner anevrizma gibi diğer vasküler tutulum şekilleriyle ilişkili bulunmuştur ve nadiren hastalığın başlangıç bulgusu olmaktadır. Tanısında transtorasik ve transözefagial ekokardiyografi görüntülemesi yeterlidir. Kitle genellikle heterojen ve ekojenik karakterde, atriumdan daha çok venrikülde ve sağ tarafta izlenmektedir (4). Bizim hastamızda da trombüs sağ ventrikülde idi. Behçet hastalığına bağlı intrakardiyak trombüsün tedavi edilip TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i edilmemesiyle ilgili bir fikir birliği yoktur. Tedavinin amacı altta yatan hastalığın kontrol altına alınması ve trombüsün rezolüsyonudur. Antikoagulan veya antitrombotik ajan kullanılacaksa pulmoner arter anevrizma-özellikle bilateral veya büyük anevrizma- açısından dikkatli olunmalıdır. Çünkü bu ajanların kullanımı tedavisi zor masif hemoptiziye neden olabilir. Kardiyak trombüs çok büyükse, tedavi altında iken tekrarlıyorsa veya kalp yetmezliğine neden oluyorsa cerrahi operasyon yapılabilir (5). Bizim hastamıza da 3 gün 500 mg/gün pulse steroid tedavisi sonrası 1 mg/kg dozunda idame steroid tedavisi, 15 günde bir 500 mg olacak şekilde siklofosfamid tedavisi ve antikoagulan (warfarin) tedavisi (hedef INR 2-3 olacak şekilde) başlandı. Birinci ayındaki kontrolünde kardiyak trombüste 1 cm gerileme izlendi. Sonuç ve anahtar mesaj: Behçet hastalığı birçok sistemde tromboz ile seyredebilmektedir. Serebral ven trombozu ve intrakardiyak tromboz Behçet hastalığının en önemli komplikasyonlarındandır ve literatüre bakıldığında birlikte görülme sıklığı çok azdır. Tanı konulamayan vakalarda serebral ven trombozu ve intrakraniyal hipertansiyona bağlı kalıcı motor fonksiyon bozukluğu, sağ ventrikül trombüsüne bağlı pulmoner emboli gelişebilir. Bu yüzden erken tanı ile altta yatan hastalığın tedavisi çok önemlidir. Serebral ven trombozu tanısı konulan hastalarda Behçet hastalığı ayırıcı tanılar arasında düşünülmeli ve kardiyak tutulum açısından erken dönemde ekokardiyografi yapılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Behçet hastalığı, sinus ven trombozu, intrakardiyak trombüs Tanı: Behçet Hastalığı, transvers ve sigmoid sinüs trombozu, intrakardiyak trombüs Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. Akman-Demir G, Serdaroglu P, Tasci B. Clinical patterns of neurological involvement in Behcet’s disease: evaluation of 200 patients. The NeuroBehcet Study Group. Brain: a journal of neurology. 1999;122:2171-82. Lo Monaco A, La Corte R, Caniatti L ve ark. Neurological involvement in North Italian patients with Behcet disease. Rheumatology international. 2006;26:1113-9. Leiba M, Seligsohn U, Sidi Y ve ark. Thrombophilic factors are not the leading cause of thrombosis in Behcet’s disease. Annals of the rheumatic diseases. 2004;63:1445-9. Wechsler B, Du LT, Kieffer E. [Cardiovascular manifestations of Behcet’s disease]. Annales de medecine interne. 1999;150:542-54. Darie C, Knezinsky M, Demolombe-Rague S ve ark. Cardiac pseudotumor revealing Behcet’s disease. La Revue de medecine interne / fondee par la Societe nationale francaise de medecine interne. 2005;26:420-4. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 55 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-007] Heterotopik Ossifikasyon (Myozitis Ossifikans Progressiva)’un Eklem Bulguları Romatizmal Hastalıklarla Karışır mı? Gülşen Işıklı1, Lütfi Akyol2, Sibel Uçak Semirgin3, Metin Özgen2, Mehmet Sayarlıoğlu2 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Samsun 3 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Samsun 2 Başvuru yakınması: El, dirsek, omuz, diz, temporomandibular eklemlerinde şişlik ve ağrı, kalça eklemindeki ağrı ve hareket kısıtlılığı, spontan veya travma ile kolay morarma, tüm vücutta kaşıntı Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: 47 yaşında kadın hastanın 1,5 yıl önce el, dirsek, omuz, diz, temporomandibular eklemlerinde şişlik ve ağrı, spontan veya travma ile kolay morarma, tüm vücutta kaşıntı şikayeti ile başlamış. Hastaya romatoid artrit tanısı ile metotrexat 15 mg/hf, hidrosiklorokin 400 mg/ gün, sülfasalazin 2 gr/gün, Prednizolon 10 mg/gün başlanmış. Hasta ilaçları düzenli şekilde kullanmasına rağmen 1.5 yıllık süreçte eklem ağrıları ve hareket kısıtlılığı giderek artmış. Son bir yılda özellikle kalça eklemindeki ağrı ve hareket kısıtlılığından dolayı yürümekte zorlanmaya başlamış. Hastanın fizik muayenesinde el bileği, MKF, PİF eklemlerinde, dirsek, omuz, diz eklemlerinde hareket kısıtlılığı, şişlik ve hassasiyet vardı. Laboratuvar parametrelerinde; WBC:7800 /uL (3900-11700), lenfosit:1290 / uL (1300/3600), hemoglobin:11,2 gr/dL (12-15), Htc:35,2 %(34,8-45), MCV:104 fL(78,5-96,4), trombosit:194000/ uL (172000-440000), Kalsiyum:10,5 mg/dl (8,6-10), GGT: 126 U/L (5-36), ALP:106 U/L (35-104), sedimantasyon:18 mm/saat(0-20), CRP: <3,3 mg/L (0-3,5), RF: Negatif, CCP: Negatif, ANA: Negatif, ENA panel: Negatif idi. Ön tanılar: Romatoid artrit, Seronegatif artrit, Osteoartrit Ayırıcı tanı: El bileği, MKF, PİF eklemlerinde, dirsek, omuz, diz eklemlerinde hareket kısıtlılığı, şişlik ve hassasiyet olması romatoid artrit açısından anlamlı olmakla birlikte, verilen 1,5 yıllık DMARD tedavisine hiç cevap alınamaması, akut faz reaktanlarının (AFR) normal olması, RF ve CCP negatifliği,İnflamatuvar karakterde ağrısının olmaması,inflamatuar bir artrit (RA veya seronegatif artrit gibi) tanısından uzaklaştırmaktadır. Ancak görüntüleme olmadığı için mevcut bulgular tanı için yetersizdir. Mevcut bulgular osteoartriti akla getirmektedir. Tanı için görüntüleme yöntemlerine ihtiyaç vardır. Tanıya götüren bulgular: Ekimozları nedeniyle yapılan hematolojik değerlendirmesinde periferik yaymasında 56 atipik hücre yoktu, trombosit sayısı 200 bin/Ul idi. Faktör 8 ve von willebraund faktör normaldi. Hastaya seronegatif RA ön tanısıyla 40 mg/gün metilprednizolon iv başlandı. Diz ekleminde ağrı ve şişlik şikayeti olduğu ve fleksiyon kontraktürü olması nedeniyle çekilen diz MR da iç menisküste dejenerasyon, eklemde özellikle suprapatellar bursada sıvı artımı, eklem sıvısı içerisinde hipointens artiküler görünümler, sinovyada kalınlaşma, femur medial kondilde ödem, popliteal bölge medialde 22x52x44 mm boyutunda Baker kisti ve bu kistin hemen üst kesiminde 2,5x2 cm boyutunda kistik görünüm (ganglion kisti) vardı. Hastanın kollarında, sırtında, her iki kalçasında cilt altı noduler lezyonları ve 1.5 yıldır olan yaygın kaşıntı şikayeti vardı. Hastanın direkt grafilerinde yaygın osteoblastik aktivite artışının olduğu nodüler görünümler olduğu için kemik dansitometre ve kemik sintigrafisi istendi. Kemik dansitometre Lomber total t skoru:0.7 femur boyun: -2.2 olarak raporlandı. Ancak femur boynunda atipik bir ossifikasyon izlendi. Tüm Vücut Tarama ve Bölgesel SPECT/BT Çalışmasında her iki kalça eklemi çevresinde, gluetal bölgede, her iki omuz eklemi çevresinde yumuşak dokuda heterojen tarzda ve simetrik kemik maddesi tutulumu; her iki diz eklemi, her iki dirsek ve her iki ayak bileği eklemlerinde dejeneratif/inflamatuar değişiklikler ile uyumlu olacak şekilde osteoblastik aktivite artışı; diz eklemi çevresinde ve her iki skapula medial kenar alt ve orta kesim komşulukta yumuşak dokuda kemik maddesi tutulumu olduğu ve tarif edilen alanlarda heterotopik ossifikasyon ile uyumlu simetrik kemik maddesi tutulum odakları olduğu raporlandı. Temporomandibular eklem MR da iki taraflı eklem mesafesinde minimal sıvı artışı ve eklem yüzlerinde düzensizlik izlendi. Hastanın muayenesinde eklemlerinde hareket kısıtlılığı ve hafif şişlik vardı ama ısı artışı yoktu. Direk grafilerde eklemlerde erozyon izlenmedi. Akut faz reaktanları normaldi. Hasta 1.5 yıldır ile metotrexat 15 mg/hf, hidrosiklorokin 400 mg/gün, sülfasalazin 2 gr/gün, Prednizolon 10 mg/ gün tedavisi almasına rağmen şikayetlerinde progresyon vardı. Hastanın eklem bulguları dejeneratif değişiklikler olarak değerlendirildi. İnflamatuvar artrit düşünülmedi ve DMARD tedavileri kesildi. Hasta klinik, direk grafi ve SPECT/BT görüntüleri ile heterotopik Ossifikasyon olarak TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Resim1. Tüm Vücut Tarama ve Bölgesel SPECT/ BT Çalışması; her iki kalça eklemi çevresinde, gluetal bölgede (quadratus femoris) heterotopik ossifikasyon ile uyumlu simetrik kemik maddesi tutulum odakları. değerlendirildi. Hasta NSAİİ ve fizyoterapi tedavisi ile takip edilmektedir. Tartışma: Heterotopik ossifikasyon normalde ossifikasyon olmaması gereken bir dokuda yeni kemik oluşumu ile karakterizedir. Trabeküler kemik oluşumu içeren bu gerçek kemikleşme olayı basit kalsiyum çökmesi olan doku kalsifikasyonları ile karıştırılmamalıdır. Histolojik incelemeler gerçek osteoblastik aktivite ve kemik formasyonunun olduğunu göstermiştir (1). Akut dönemde eritem, şişlik, ısı artışı görülür ve oluşum süreci boyunca şiddetli ağrıya neden olabilir (2). Ağrının yanı sıra gelişebilecek hareket kısıtlılığı ve sinir sıkışması da yaşam kalitesinin bozulmasına neden olur (3). Bu vakada el, dirsek, omuz, diz eklemlerinde hareket kısıtlılığı, şişlik ve ağrı şikayetleri vardı. Genel olarak travma (kas dokusunda direkt travma, yanık, kırıklar, cerrahi vb.) hastalığın insidansını arttırmaktadır (4). Heterotopik ossifikasyon genel olarak nörojenik, travmatik heterotopik ossifikasyon ve myozitis ossifikans progresiva olarak üç grupta incelenir. Nörojenik kaynaklı olanda srebrovasküler olaylar, omurilik yaralanmaları, beyin tümörleri, enfeksiyonlar, multiple skleroz, TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI spastisite, immobilizasyon risk faktörüdür. Travmatik kaynaklıda genellikle travma sonrası 1-4 ay sonra görülmektedir. Myozitis ossifikans progressiva ise otozomal dominant geçişli nadir bir hastalıktır. Bizim hastamız nörojenik bir etiyoloji saptanmadı ve travma öyküsü yoktu. Hastamız myozitis ossifikans progressiva olarak kabul edildi. Tanıda radyolojik incelemeler ve laboratuvar yardımcı olabilir. Travma sonrası kalsiyum düşüklüğü ardından alkalen fosfaaz (ALP) yüksekliği görülmektedir. Yirmi dört saatlik idrarda PGE2 düzey artışı erken tanıda anlamlıdır. Kesin tanı için görüntüleme gereklidir. Direkt grafi ve kemik sintigrafisi anlamlı olmakla birlikte ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme de yardımcı olmaktadır (5). Bu vakada da direkt grafi görüntüleri tanı açısıdan şüphelendirmiş ve kemik sintigrafi kesin tanıyı koydurmuştur. Tedavide etkilenen eklemin hareket açıklığının korunması, medikal tedavi (NSAİ ilaçlar) radyoterapi, ileri fonksiyon kısıtlılığı olan eklemlerde matür kemik dokunun cerrahisi yer alır. Bu olguda tedavi olarak NSAİ ilaç kullanılmış ve fizik tedaviye yönlendirilmiştir. 57 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Resim 2. Tüm Vücut Tarama ve Bölgesel SPECT/ BT Çalışması; posterior femoral kas yapılarında, heterotopik ossifikasyon ile uyumlu simetrik kemik maddesi tutulum odakları Tanı: Heterotopik Ossifikasyon Sonuç ve anahtar mesaj: Burada inflamatuar artrit kliniği ile karışan bir heterotopik ossifikasyon olgusu sunulmuştur. Heterotopik ossifikasyon özellikle RA ve ankilozan spondilit gibi bir çok inflamatuvar hastalık ile karışabilmektedir. Doğru tanı ile hastanın gereksiz ilaç kullanımının önüne geçmek mümkündür. Anahtar Kelimeler: Heterotopik Ossifikasyon, Myozitis Ossifikans Progressiva Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 58 Mayadağlı A, Bulut G, Ekici K. Heterotopik ossifikasyon ve tedavi yaklaşımı. 2012;23:49-55 Cipriano CA1, Pill SG, Keenan MA. Heterotopic ossification following traumatic brain injury and spinal cord injury. J Am Acad Orthop Surg. 2009;17:689-97. Şahin E, Peker Ö. Medulla spinalis yaralanmalarında osteoporoz ve heterotopik ossifikasyon. Türkiye Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Dergisi, 2010; 56 (Supplement 2) 75–80.tr Pignolo RJ, Shore EM, Kaplan FS. Fibrodysplasia ossificans progressiva: diagnosis, management, and therapeutic horizons. Pediatr Endocrinol Rev. 2013;10 Suppl 2:437-48. Tyler P, Saifuddin A. The imaging of myositis ossificans. Semin Musculoskelet Radiol. 2010;14:201-16. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-008] Ayrı bir Neden mi? Sonuç mu? Süheyla Uzun Kaya1, Ayşe Kevser Demir1, Faruk Kutlutürk2 1 2 Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Endokrinoloji Bilim Dalı, Tokat Başvuru yakınması: Halsizlik, adet görememe, boy kısalığı, karın ağrısı Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: İlk menarş yaşı 16 olan hasta bir yıl düzenli adet kanamaları ardından bir yıl amenore olması üzerine hekime başvurmuştu. Poliklinik başvurusunda karın ağrılarının da olduğunu ve bu ağrıların neredeyse kendini bildi bileli var olduğunu, ağrılara ateşin eşlik ettiğini, adet gördüğü dönemlerde de dismenore semptomunun olduğunu ifade etmişti. Ayrıca eklem ağrıları ve plöretik vasıflı göğüs ağrısı da olmaktaydı. Bu nedenle dış merkezde bir romatoloji ünitesine yönlendirilmiş ve klinik bulguları Ailevi Akdeniz Ateşi semptomlarıyla örtüşen hastanın yapılan gen analizinde M694V homozigot pozitif olarak tespit edilmişti. Fizik muayenesinde boy uzunluğu 145 cm, vücut ağırlığı 36 kg, (BMI: 17 kg/ m2), genel durumu iyi, bilinç açık oryente, koopore, vital bulguları stabil ve normal değerlerde, ek patolojik bulgu yoktu. Ayrıca boy kısalığı, kilo alamamaktan adet düzensizliğinden yakınmaktaydı. FSH: 61 mIU/ml, LH: 14.3 mIU/ml olup yüksekti. Hemogram, inflamatuvar belirteçler, 24 saatlik idrarda protein düzeyi, FT4, TSH ve Prolaktin düzeyleri normaldi. Hastanın bakılan total kolesterol düzeyi: 58 mg/dl, LDL: 11 mg/dl trigliserit: 74 mg/ dl olup düşük idi. Özgeçmişinde anne baba arasında birinci derece akrabalık olan hastamızın iki ablasından birinde M694V heterozigot pozitif olup, diğer ablasının kızında da klinik olarak FMF mevcuttu. Ailede hiç kimsede büyüme gelişme geriliği ve prematür overyen yetmezlik yoktu. Ön tanılar: 1- Ailevi Akdeniz Ateşi, 2- Hipotiroidizm, 3- Prematür ovaryen yetmezlik, 4- Mozaik Turner sendromu, 5- Prolaktinoma, 6- Hipolipidemi Ayırıcı tanı: Amenore ile gelen bir hastada ilk olarak primer sekonder amenore olup olmadığıdır. Bir yıl düzenli menstrüel siklus yaşayan sonrasında kanaması kesilen hastada öncelikle sekonder amenore düşünülerek gebelik, hiperprolaktinoma, hipotiroidi, poliksitik over sendromu, aşırı egzersiz, stres, kemoterapi ya da radyoterapi, gebelik, Sheean ve Asherman sendromları düşünülür. Hastada anamnez ve fizik muayene ile egzersiz, stres, Sheean ve Asherman sendromları dışlanmıştı. Kemoterapi ve radyoterapi öyküsü yoktu. Gebelik TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI testi negatifti. Prolaktin düzeyi ile tiroid hormon düzeyleri normaldi. Mozaik Turner Sendromu için periferik kandan yapılan FISH analiz testi sonucunda; “500 metafaz plağı ve interfaz hücresinin üçünde X kromozomuna ait tek, 497 hücrede ise X kromozomuna ait iki sinyal izlenmiş ve test mozaik Turner tanısını desteklememektedir” şeklinde raporlanmıştı. Kadın doğum polikliniği tarafından hastaya hormon replasman tedavisi başlanmıştı. Neredeyse doğduğundan beri olan karın ağrısı ve ateş atakları FMF düşündürten hastanın bakılan MEFV gen analizi homozigot M694V pozitif idi. Hastaya kolşisin başlanmasıyla birlikte ağrı ve ateş atakları azalmıştı. Tanıya götüren bulgular: Yaklaşık 16 yaşında ilk menarş olan ve bir yıl düzenli menstrüel siklus ardından sekonder amenore yaşayan hastanın yapılan sitogenetik test sonucuna göre mozaik Turner düşünülmemiştir. Bakılan hormon değerleriyle hipotiroidi ve prolaktinoma ve diğer hipofizer hastalıklar ekarte edilmişti. Hastanın bakılan total kolesterol düzeyi: 58 mg/dl, LDL: 11 mg/dl trigliserit: 74 mg/ dl olup düşük idi. Vit D düşük tespit edilmiş olup osteopeni mevcuttu (T skoru: -1.7). Yapılan pelvik ultrasonografi ve pelvik magnetik rezonans görüntüleme (MRG) tetkiklerinde bilateral atrofik over lehine yorumlanmıştı. MEFV gen analizinde M694V homozigot pozitifti. Tartışma: Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı tekrarlayan karın ağrısı ile seyreden ataklara ateşin eşlik edebildiği otoinflmatuvar hastalıklar grubundan bir hastalıktır. En sık görülen ve amiloidoz ve subklinik inflamasyonun devam ettiği gen mutasyonu ülkemizde de görülen en sık gen mutasyonu M694V dir. Sekonder amenore ya da geç menarş özellikle mozaik Turner sendromlu olgularında görülebilmektedir. Bu hastaların bir kısmı menarş olabilmekte hatta gebe kalabilmektedir. Bazı prematür overyen yetmezliklerin (FSH düzeyinin 40 yaşından önce yükselmesi) temelinde de mozaik Turner olgularının olduğu düşünülmektedir (1). Genetik testler ayırıcı tanıda yol gösterici olmaktadır. infertilite ya da erken menapoz sadece overyen, hipofizer ya da genetik hastalıklardan kaynaklanmayabilir. Ayrıca uzun yıllar süren inflamasyonun bazı vakalarda infertiliteye yol açtığı da bilinmektedir. FMF’te de reprodüktif sistem etkilenmektedir (2). Kolşisin tedavisi, başlanılmadan önce infertil olan 59 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu olguların bir kısmında gebeliğin oluşumuna ve sağlıklı bir gebelik sürecinin gelişimine katkıda bulunur. Hastamızda amenore, FMF tanısı konulduktan bir yıl önce başlamıştı. Eskiden iddia edilen, kolşisinin infertilite yapacağı ya da over üzerine olumsuz etkileri olduğu şeklindeki görüşler günümüzde kabul görmemektedir. Hastamızda LDL nin aşırı düşüklüğü karşısında düşünülmesi gereken lipid düşüklüğünün kanserler, infeksiyon hastalıkları gibi ciddi hastalıkların seyrinde görülebildiği ya da otozomal resesif kalıtılan abetalipoproteinemiler olabileceğidir. Bu olgular düşük LDL, Trigliserit düzeyleri ile seyretmekte ve yağda eriyen vitamin eksiklikleri gelişme gerilikleri ve nörolojik problemler görülmektedir. Hastamızda da mevcut LDL düşüklüğü otozomal resesif kalıtılan abetalipoproteinemi ya da hipolipoproteinemi ile ilişkili düşünülebilir. Tanı: Ailesel Akdeniz Ateşi Hastalığı, Hipolipidemi, prematür overyen yetmezlik Sonuç ve anahtar mesaj: Ailesel Akdeniz Ateşi hastalarında uzun süreli ve tedavi edilmemiş inflamasyonun infertiliteye katkısı olabileceği, diğer kalıtımsal hastalıkların da beraberinde görülebileceği düşünülmelidir. Anahtar Kelimeler: Ailesel Akdeniz ateşi, hipolipidemi, prematür overyen yetmezlik Kaynaklar 1. 2. 60 Pouresmaeili F., Fazeli Z. Premature ovarian failure: a critical condition in the reproductive potential with various genetic causes.Int J Fertil Steril. 2014;8:1-12. Epub 2014 Mar 9. Ben-Chetrit E, Levy M. Reproductive system in familial Mediterranean fever: An overview.Ann Rheum Dis. 2003;62:916-9. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-009] Testis ve Eklem Ağrısıyla Başvuran Olguda Kolay Fakat Şaşırtıcı Tanı Arif Hakan Önder Aksaray Devlet Hastanesi, İç Hastalıkları Bölümü, Aksaray Başvuru yakınması: 29 yaşında erkek hasta 3 haftadır sol dizinde ve son 10 gündür de testislerinde olan ağrı ve şişlik şikayeti ile başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Hasta eklem şikayetiyle fizik tedavi polikliniğinde yapılan tetkiklerde akut faz reaktanlarında yükseklik olması üzerine iç hastalıklarına yönlendirildi. Hastanın öyküsünde sadece sol diz ekleminde olan ağrı, şişlik şikayetiyle birlikte, testislerinde ağrı için gittiği üroloji polikliniğinde enfeksiyon nedeniyle antibiyotik tedavisi başlanmış. Hastanın öyküsünde son bir yıldır tekrarlayan oral ve skrotal bölgede olan, tekrarlayan, oral ve genital lezyonlar olduğunu belirtti. Ayrıca bu şikayetlerle iki defa acil servise gittiğini, 6 ay önce ilk acil başvurusunda serum takıldığını, başvurusundan bir ay sonra ortaya çıkan damar trasesine uygun şekilde tariflediği kızarıklık ve ısı artışı olduğu ve yine ikinci kez bir hafta önce ağrıları nedeniyle başvurduğu acil serviste yine serum takıldığı ve bir gün sonra iğnenin koluna girdiği yerde noktasal küçük kırmızı döküntüleri geliştiğini belirtti. Fizik muayenesinde tansiyonu 140/70, nabız 90/dk ritmik ateş 37.4 derece subfebril. Skrotumunda alt bölgede hassasiyet ve şişlik olup üst bölgede 1 cm çapında skar mevcuttu. Sol dizde muayenede efüzyon tespit edilmese de, aktif ve pasif hareketlerinde ağrı şikayeti mevcuttu. Bunun dışında fizik muayene bulguları olağandı. Hasta skrotal USG ile üroloji konsültasyonu istendi. Epididimit tanısı konuldu. Hastaya Paterji testi planlandı. En son aldığı antienflamatuar tedaviden 2 gün sonra sol on kol iç yüzüne paterji testi yapıldı. 48 saat sonra Paterji testi pozitif olarak saptandı. Laboratuvar testlerinde CRP:86 mg/ dl, sedimentasyon: 63 mm/saat, beyaz küre 14.000 mm3/ dl, Hb: 11.0 g/dl ve kronik hastalık anemisi ile uyumlu bulgular mevcuttu. Hastaya azotiprin ve prednizolon tedavileri başlandı. On gün sonraki kontrollerinde klinik ve laboratuvar düzelme saptandı. Ön tanılar: 1- Behçet hastalığı, 2- İnflamatuar artritler (spondilit, romatoid artrit vb) Tanıya götüren bulgular: Öyküde ilk acil başvurusundan bir ay sonra ortaya çıkan tromboflebit benzeri klinik ve ikinci basvuruşundan bir gün sonra ortaya çıkan serum yeri girişindeki paterji pozitifligi, tekrarlayan oral ve genital ülser bulguları Behçet hastalığını düşündürmektedir. Fizik muayenede saptanan skrotumdaki skar izleri Behçet hastalığını kuvvetle desteklemektedir. Ayrıca yapılan standart Paterji testi de pozitif saptanmıştır. Behçet hastalığında monoartiküler tutulumsıktır ve en sık etkilenen eklem diz eklemidir. Hastamızdakieklem bulgusu da bu nedenle Behçet hastalığı ile ilişkilendirilmiştir. Tartışma: ilk defa 1937 yılında bir Türk hekimi olan Hulusi Behçet tarafından teşhis edilen ve dolayısıyla uluslararası tıp camiasında Behçet hastalığı ya da Behçet sendromu olarak isimlendirilen hastalık; hem arterlerde hem de venlerde tutulum yapabilen, her çaptaki arterleri etkileyebilen bir vaskülit olarakkabul edilmektedir. Daha çok 30-40 yaşlarında ve erkeklerde görülür. Behçet hastalığı başta Türkiye olmak üzere Çin’e kadar uzanan ipek yolu üstündeki ülke insanlarında diğer ülkelere kıyasla daha sık sık rastlanmaktadır, fakat yine de dünyanın her yerinde Behçet hastalığı görülmektedir. Bu yüzden hastanın ırkına ve bulunduğu ülkeye bakılmaksızın Behçet hastalığı olasılığı mutlaka değerlendirilmelidir. Genellikle oral ve genital aftlarla tanı konulan bu hastalıkta epididimit ve eklem tutulumu gibi vakamızda da saptadığımız daha nadir tutulumlar da tespit edilebilir. Behçet hastalığında eritema nodozum, papülopüstüler lezyonlar, tromboz, tromboflebit, üveit gibi bulgular da sık görülen bulgulardandır. Tanı: Behçet Hastalığı Sonuç ve anahtar mesaj: Behçet hastalığı ikinci basamak bir devlet hastanesinde yapılacak fizik muayene ve öyküyle kolaylıkla tanısı konulabilecek bir hastalıktır. Behçet hastalığının tanısında klinik bulgular esastır, deri paterji testi tanıda en önemli yardımcımızdır. Anahtar Kelimeler: Behcet hastalığı, paterji, flebit, epididimit Kaynaklar 1. Melikgazi M. Behçet Hastalığı. Ilicin 2012;2567-2571 TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 61 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-010] Tekrarlayan Gode Bırakan Ödemli Seronegatif Simetrik Sinovit (RS3PE) Sendromu: Olgu Sunumu Ahmet Yıldırım, Servet Yolbaş, Barış Gündoğdu, Süleyman Serdar Koca Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Elazığ Başvuru yakınması: Altmış sekiz yaşındaki kadın olgu, bir yıldır her iki el ve ayak sırt bölgelerinde ödemden yakınıyordu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuvar bulguları: Öyküsünde, 20 yıldır tip II diabetes mellitus (DM), hipertansiyon (HT), tirotoksikoz ve görme kaybı mevcutmuş. Bir yıldır her iki el ve ayak sırt bölgelerinde ödem gelişmiş ve şişlikler basmakla iz bırakıyormuş. Uzun süredir her iki omuz bölgesinde ağrılar varmış. Zaman zaman ateş yakınması oluyormuş. Yakınmaları nedeniyle irbesartan 150 mg 1x1, indapamid 2.5 mg 1x1, propranolol 50 mg 1x1/2 ve propiltiourasil 50 mg 2x1 düzenli kullanıyormuş. Fizik bakıda konjunktivalar hafif soluk, troidde sağda 1x1 cm nodül palpe ediliyordu. Özellikle her iki elin dorsallerinde belirgin gode bırakan ödem dikkati çekiyordu (Resim 1). Laboratuvar analizlerinde hafif anemi ve ılımlı akut faz reaktan yüksekliği belirlendi (Tablo 1). Teleradyografide özellik saptanmadı. EKG’de önemli bir değişiklik yoktu. Troid USG’de sağ lobda 2x2 nodül saptandı. Tüm batın USG’de ise karaciğer, her iki böbrek, overler, mesane ve uterus normal olarak değerlendirildi. Beyin BT normal olarak raporlandı. Ön tanılarımız: 1- Konjestif kalp yetmezliği, 2- Böbrek hastalıkları, 3- Karaciğer yetmezliği, 4- Hipotroidi, 5Polimyalji romatika (PMR), 6- Romatoid artrit (RA) 7RS3PE (Tekrarlayıcı seronegatif, simetrik, sinovit ve gode bırakan ödem) sendromu. Ayırıcı tanı: Konjestif kalp yetmezliğinde kalbin pompa fonksiyonundaki yetersizlik nedeniyle, ödem beklenen bir durumdur. Ödem öncelikle alt ekstremitelerden başlar ve üst ekstremitelerde fazla fark edilmez. Olgumuzun yakınmaları ve fizik bakı bulguları ile telekardiyografi değerlendirmeleri kalp yetmezliğiyle uyumlu değildi. Böbrek fonksiyonlarındaki bozukluk, protein kaybına bağlı nefrotik sendrom veya glomerülonefrit durumlarında yaygın ödem beklenir. Olgumuzda tip II DM’nin de bulunması, diabetik nefropatiyi düşündürmüştür. Ancak bu durumda üre, kreatinin yüksekliği, hipoalbuminemi veya proteinüri gibi laboratuvardan zengin değişiklikler gözlenirdi. Oysa olgumuzda anılan laboratuvar değişiklikleri yoktu. Karaciğerde yetmezlik durumlarında protein sentezindeki anormallikler nedeniyle ödem gelişebilir. Bu durumda karaciğer fonksiyon testlerinin bozulması yanı sıra, bilirubin düzeylerinin yüksekliğine bağlı sarılık gözlenir. Olgumuzda karaciğer yetmezliğine ilişkin tablo yoktu. Olgumuzun hipertroidi nedeniyle propiltiourasil kullanması, doz aşımına bağlı olası bir hipotoidiyi düşündürebilir ve bu durumda ödem beklenir. Ancak oluşan ödemin gode bırakmaması ve hipotroidiye ait diğer klinik bulguların olması beklenirdi. Oysa olgumuzda troid fonksiyon testleri normaldi. PMR ve geç başlangıçlı RA ile RS3PE sendromu, kortikosteroid tedavisine yanıtın iyi olması nedeniyle karışabilmektedir. Ancak PMR’de gode bırakan ödem beklenmez ve olgumuzdaki ödemin natürü, RS3PE lehine yorumlanmıştır. RF ile anti sitruline peptid (anti-CCP)’nin negatif olması ve erozyonların olmayışı RA’dan uzaklaştırmıştır. Tanıya götüren bulgular: Ödemin lokalizasyonu, gode bırakması, RF ve anti-CCP negatifliği ile kortikosteroide iyi yanıt, RS3PE tanısına varmamıza neden olmuştur. Resim 1. Her iki elde gode bırakan ödem. 62 Tartışma: Tekrarlayan seronegatif simetrik sinovit sendromu (RS3PE), ilk kez 1985 yılında Mc Carty ve ark. tarafından tanımlanmıştır (1). Ani ortaya çıkan, simetrik ve sıklıkla el veya ayak bileği eklemlerini tutan sinovit, el veya ayak dorsal yüzünde ödem, parmaklarda fleksör tendinit ile seyreden bir sendromdur. Erkek-kadın oranı 4:1 şeklindedir ve genellikle yaşlı popülasyonu etkiler. Hastalığın etyolojisi tam olarak bilinmemektedir. Romatoid faktör (RF) yokluğu ve direkt radyografilerde TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i erozyon saptanmaması tipiktir. Kortikosteroid tedavisine iyi yanıt alınır ve sekelsiz iyileşme ile sonuçlanır (1,2). RS3PE’nin nadir görülmesi sıklıkla gözden kaçmasına ve gereksiz tedavilere neden olmaktadır. Unutulmaması gereken nokta, RS3PE’nin paraneoplastik sendromun öncü belirtisi olabileceğidir. Ferrao ve ark. RS3PE ile başvuran paraneoplastik olguların, erken tanı için şanslı olduklarını vurgulamışlardır (3). Bu açıdan RS3PE tanılı olguların olası malignensi bakımından incelenmesi ya da izleme alınması gerekmektedir (3-5). Olgumuz eşlik edebilecek bir neoplazi yönünden detaylı araştırılmış, ancak herhangi bir malignesi saptanmamıştır. Ancak bir süre klinik izlemin uygun olacağı düşünülmüştür ve takibe alınmıştır. Tanı: RS3PE sendromu Sonuç ve anahtar mesaj: RS3PE sendromu nadir görülen bir durumdur ve sıklıkla gözden kaçar. Bazen paraneoplastik sendromların öncü belirtisi olabileceğinden önemlidir ve klinik izlem önerilmelidir. Anahtar Kelimeler: RS3PE sendromu, seronegatif simetrik sinovit Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. McCarty DJ, O’Duffy JD, Pearson L, ve ark. Remitting seronegative symmetrical synovitis with pitting edema. RS3PE syndrome. JAMA 1985;254:2763-7. Serrano Ostoa B1, Alvarez Hernández E. Remmiting symmetric seronegative synovitis with pitting edema (RS3PE). Reumatol Clin. 2012;8:156-7. Ferrao C, Faria RM, Farrajota P, ve ark. Lucky to meet RS3PE. BMJ Case Rep 2013;7:2013. Medrano San Ildefonso M, Mauri Llerda JA. Remitting seronegative symmetrical synovitis with pitting edema (RS3PE): a paraneoplastic syndrome? A new case. Clin Exp Rheumatol. 2007;25:342. Sekhon L. Remitting seronegative symmetrical synovitis with pitting edema. JAAPA 2010;23:38-40. Tablo 1. Olguya ait laboratuvar sonuçları. Parametreler Bulgular Normal Değerler Hb 11.9 12.2-18.1 g/dl WBC 8.4 4.6-10.2 K/μL PLT 267 142-424 K/μL ESH 39 0-20 mm/h CRP 11.1 0-5 mg/L AKŞ 283 75-115 mg/dl Kreatinin 0.6 0.6-1.2 mg/dl ALT 17 5-40 U/L Total Protein 7.1 6.6-8.7 g/dl Albumin 4.0 3.5-5.3 g/dl Sodyum 138 135-145 mmol/L Potasyum 4.1 3.5-5.5 meq/L LDL 132 <130 mg/dl TG 142 40-180 mg/dl TSH 0.16 0.5-5.5 mIU/L sT3 2.4 1.57-4.71 pg/ml sT4 1.56 0.93-1.71 ng/dl RF 10.1 0-15 IU/ml Anti-CCP 2.3 0-20 U/ml ANA (Hep2) Negatif Negatif İdrar Proteini Negatif 40-150 mg/24 h PT-SEC 12.6 10-14 sn PT-INR 1.0 0.80-1.20 HBsAg 0.62 negatif<1>pozitif Anti-HCV 0.08 negatif<1>pozitif CEA 1.56 1-5 ng/ml Ca-15.3 8.0 0-30.4 IU/ml Ca-125 4.1 0-30.2 IU/ml Ca-19.9 3.6 0-33.4 IU/ml TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 63 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-011] Çene Altında Şişlik ve Döküntü ile Prezente Olan IgG4 İlişkili Hastalık Olgusu Özlem Özdemir Işık, Duygu Temiz Karadağ, Ayten Yazıcı, Ayşe Çefle Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Kocaeli Başvuru yakınması: 56 yaşında bayan hasta. Bacaklarında şişlik ve döküntüler, çene altında ve yanaklarda şişlik, sol üst göz kapağında şişlik yakınması ile başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: 15 yıldır aralıklı olarak özellikle yorgun olduğu dönemlerde, her iki alt ekstremitede tibia üzerinde pembe-mor renkli döküntüleri ve bacaklarda şişlik şikayeti olan hastanın bu döküntüleri vücuduna yayılmaktaymış. Dermatoloji tarafından yapılan cilt biyopsisi (2009) ürtikeryal vaskülit olarak raporlanmış. Hastanın multinodüler guatr nedeniyle subtotal tiroidektomi öyküsü olup, rezidü dokuda nodülleri olması nedeniyle endokrinoloji poliklinik takibindeymiş. Yaklaşık 1-2 yıldır her iki çene altında ve yanak hizasında şişlikleri olmaktaymış. Bu nedenle 2011 yılında submandibuler bez biyopsisi yapılmış ancak materyalin hiposellüler olması nedeniyle net değerlendirilememiş. Dönem dönem eritrosit sedimentasyon hızı (ESH) yüksekliği olan hastanın(2011 ESH:55 mm/h), sistem sorgusunda aralıklı artralji, ağız ve göz kuruluğu mevcut olup yakınmaları nedeniyle polikliniğe başvurdu. bulguları silik olduğu için, başvuru öncesinde kendisinin çektiği fotoğraf kullanılmıştır) saptandı. Yapılan tetkiklerinde ESH: 35 mm/h, C reaktif protein(CRP): 1.48 mg/dl, RF:37, Total protein/albumin:9,1/3 g/dl, globulin:6,1 g/dl, WBC: 4570/uL, Hgb:13,8 g/dl, Hct:41,1 Plt:248.000/uL idi. Böbrek fonksiyon testleri ve karaciğer fonksiyon testleri normaldi. Tam idrar tetkikinde ph:5 dansite:1013 protein:negatif eritrosit: negatif idi. ANA(-), ENA(-) olup bakılan IgG>3825(700-1600) mg/ dl, Total IgE:133(65.5) mg/dl olması üzerine istenen IgG alt tiplerinden IgG4:1980(0-125) mg/dl, IgG3:1200(0-120) mg/dl, IgG1:3180(200-1150)mg/dl, C3:69 mg/dl, C4: 10.9 mg/dl saptandı. Serum protein elektroforezinde gamma fraksiyonunda artış (%22.9) mevcuttu. TSH: 0.48 mIu/L, anti TG:40.1 IU/ml, anti TPO:115.2 IU/ml,antiTSHR(-) idi. PA akciğer grafisi normaldi. Boyun US’de submandibular gland boyutunda artış (sağ 39x21 mm, sol 51x22 mm), parankimde kabalaşma, bilateral parotis boyutunda artış(sağ 41x27 mm, sol 34x22 mm) ve tiroid Fizik muayenede bilateral retroaurikular 1 cm’lik, submandibuler 5 cm’lik mobil, hafif ağrılı kitleleri, tiroid sağ lobda 3x3 cm nodül, sol üst göz kapağında şişlik (Resim 1. Hastadan fotoğraflarının kullanılması için izin alınmıştır), bilateral bacaklarında tibia üzerinde ve ayak bileklerinde pembe-mor renkli purpurik döküntüleri (Resim 2. Hastanın poliklinik başvurusunda cilt Resim 1. Üst gözkapağındaki şişlikler 64 Resim 2. Her iki alt ekstremitedeki purpurik döküntüler TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i parankiminde multipl nodüller saptandı. Toraks BT’de sağ orta lob lateral segmentte 6 mm çaplı nodül, bilateral akciğer parankiminde üst loblarda ağırlıklı olmak üzere hafif amfizematöz değişiklikler izlendi. Batın BT’de bilateral böbrek boyutlarında hafif artış (14 cm), vertebralarda T8-T11-L2 seviyelerinde hemanjiom tespit edildi. BUT sağ: 3 sn sol:4 sn, schirmer: sağ-sol 5 mm olan hastanın minör tükrük bezi biyopsisinde yaygın mononükleer ağırlıklı yangısal infiltrasyon, glandüler atrofi saptandı. Ön tanılar: 1- Sjögren sendromu, 2- IgG4 ilişkili hastalık, 3- ANCA ilişkili vaskülit Ayırıcı tanı: Kuru gözü bulunan hastada, RF nin düşük titrede pozitif olması, ANA ve ENA profilinin normal olması, bilateral böbrek boyutlarında, submandibuar ve parotis gland boyutlarında artış olması, sol üst göz kapağı şişliği, IgG4 ve IgE yüksekliği nedeniyle Sjögren sendromundan uzaklaşıldı. Sistem sorgusunda vaskülit lehine ek özellik bulunmayan, renal ve akciğer patolojisi olmayan, ANCA negatif hastada vaskülit düşünülmedi. Tanıya götüren bulgular: Hastanın üst göz kapağı şişliği, parotis ve submandibuler bez boyutlarında artış olması, bilateral böbrek boyutlarında artış olması, kuru göz tespiti, hipergamaglobulinemi ve IgG4 yüksekliği olması, yapılan minör tükrük bezi biyopsisinde yaygın mononükleer ağırlıklı yangısal infiltrasyon saptanmasıyla olası IgG4 ilişkili hastalık tanısı konuldu (Hastanın minör tükrük bezi biyopsisi poliklinik başvurusu öncesinde yapıldığı için IgG4 ile boyanma yapılmamış). Hastaya IgG4 ilişkili hastalık tanısı ile prednol 24 mg /gün başlandı.3 hafta sonra kontrole çağrılan hastanın döküntüleri geçmiş, üst göz kapağı, çene altındaki ve yanaklardaki şişlikleri gerilemişti. Steroid dozu azaltılırken tedaviye Metotreksat 10mg/hafta eklendi. Kontrol ESH: 17 mm/h CRP: 0.41 mg/dl, Total protein/albumin:6.4/4,1 g/dl, IgG4:126 mg/ dl saptandı. Tartışma: IgG4 ilişkili hastalık son dekatta tanımlanmış bir hastalık grubudur. IgG4 pozitif yoğun lenfoplazmositik infiltrasyonlar, tutulan organlarda kitle ya da organın diffüz olarak genişlemesi, storiform paternde fibrozis ve serumda IgG4 yüksekliği gibi ortak özelliklere sahiptir (1). En sık etkilenen organlar pankreas, safra kanalı, safra kesesi, tükrük bezi, retroperitoneal bölge, böbrekler, akciğer ve prostattır (2). Tedavide genellikle steroid uygulanır, tedaviye sadece steroidle iyi yanıt alınması tanıyı desteklemektedir. Remisyon sağlandığında prednizolon yerine azatioprin, metotreksat veya mikofenolat mofetil kullanılabilir. Steroidlere rağmen remisyona girmeyen hastalarda tedavi Rituksimab ile yapılabilir (3). Rituksimab’ın etki mekanizması net olmasa da alınan sonuçlar olumludur (4). Cilt tutulumu kutanöz pseudolenfoma şeklinde görülebilmektedir (5). Bu olguda hastanın kliniği, laboratuar bulguları, minör tükrük bezi biyopsisi ile değerlendirildiğinde tanı kuvvetle muhtemel olarak düşünüldüğü ve poliklinik başvurusunda cilt bulguları silik olduğu için, cilt lezyonlarından tekrar biyopsi planlamadık. Olgumuzda streoide iyi cevap alındı, ancak steroid doz azaltımı sonrasında hastalık aktivasyonu görülebilmesi nedeniyle tedaviye metotreksat eklendi. Tanı: IgG4 ilişkili hastalık Sonuç ve anahtar mesaj: IgG4 ilişkili hastalık geniş spekturumu ile akılda tutulması gereken, özellikle lakrimal bez ve tükrük bezlerinin tutulumu ile Sjögren sendromu ile karışabileceğinden, ayırıcı tanıda düşünülmezse atlanabilecek bir hastalık olması nedeniyle olgu sunumu paylaşılmıştır. Anahtar Kelimeler: IgG4 ilişkili hastalık, Sjögren, vaskülit Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. Stone JH, Zen Y, Deshpande V. Igg4-related disease. N Engl J Med 2012;366:539-51. Pace C, Ward S. A rare case of Igg4-related sclerosing disease of the maxillary sinus associated with bone destruction. J Oral Maxillofac Surg 2010;68:2591-3 Ataç E, Seyahi E. IgG4 ile İlişkili Hastalıklar. Turkiye Klinikleri J Rheumatol-Special Topics 2014;7(1) Khosroshahi A, Bloch dB, Deshpande V ve ark. Rituximab therapy leads to rapid decline of serum Igg4 levels and prompt clinical improvement in IgG4-related systemic disease. Arthritis Rheum 2010;6 Cheuk W1, Lee KC, Chong LY ve ark. IgG4-related Sclerosing disease: a potential new etiology of cutaneous pseudolymphoma.Am J Surg Pathol. 2009;33:1713-9. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 65 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-012] Dirençli Ankilozan Spondilit Vakasında IL-1 Antagonisiti Deneyimi Pınar Çetin, İsmail Sarı, Servet Akar Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, İzmir Başvuru yakınması: Şiddetli bel,kalça ve boyun ağrısı yakınmaları ile başvuran 71 yaşında kadın hasta. Öykü ve fizik muayene: Ankilozan Spondilit (AS) tanılı bayan hasta 3 aydır devam eden şiddetli bel, kalça ve boyun ağrısı nedeni ile başvurdu. 20 yıl önce hastaya inflamatuar bel ağrısı yakınması ve pelvis grafisinde bilateral grade 4 sakroiliiti saptanması üzerine AS tanısı konulmuş. Hastaya ilk olarak 2007 yılında NSAİD tedavisine dirençli hastalık nedeni ile infiliksimab tedavisi başlanmış olup infüzyon sırasında allerjik reaksiyon gelişmesi üzerine bu tedavi kesilmiştir. 2008 yılında adalimumab başlanan hastada 2010 yılında 4.6 gr/gün proteinüri saptanmış yapılan böbrek biyopsisinin mebranöz nefropati uyumlu olması üzerine siklosporin ve kortikosteroid tedavisi başlanmış ve adalimumab tedavisi kesilmiştir. BASDAI skoru yüksek seyreden hastada 2011 yılında etanercept tedavisine geçilmiş fakat yanıt alınamamıştır. Hastanın yeni BASDAI skoru 7.1 olup bel ve boyun hareketlerinde ileri derecede kısıtlılık mevcuttur. Tartışma: AS aksiyel iskeleti tutan spondilartrit grubu (SpA) hastalıklar içinde bulunan ilerleyici romatizmal bir hastalıkdır. Hastalığın temel tedavisi olan non-steroid anti inflamatuar ilaçlara (NSAİD) dirençli hastalarda TNFinhibitor (TNF-i) tedaviler kullanılabilmekle birlikte bu grup ilaçlarla da yan etki geliştiren veya etkisizlik nedeni ile tedaviye devam edilmeyen bir hasta grubu da bulunmaktadır. Anakinra recombinant bir IL-1 reseptör antagonistidir. Bazı hasta serilerinde AS hastalarında hastalık aktivitesini kontrol alabileceği gösterilmiştir (1). 2012 haziran ayında hastalık aktivasyonu olan hastaya anakinra tedavisi başlanmış, hastanın başlangıç, üçüncü, altıncı ay ve birinci yıldaki aktivite parametreleri tablo-1 de gösterilmiştir. Hasta halen anakinra tedavisi ile izlenmektedir. Tanı: Ankilozan Spondilit alevlenme dönemi Sonuç ve anahtar mesaj: Dirençli AS hastalarında tedavi seçenekleri kısıtlıdır. Özellikle TNFi tedavi etkisizlik ve yan etki nedeni ile kesilen hastalarda alternatif bir tedavi edici ajan bulunmamaktadır. IL-1 inflamasyonda temel rol oynayan bir sitokindir. AS hastalarında polimorf nüveli lökositlerden artmış IL-1b salınımı gösterilmiştir ve doku düzeyinde sitokinin arttığına dair çalışmalar bulunmaktadır. Yine de AS hastalarında ilacın etkinliği tartışmalıdır ve literatürde birbiri ile çelişen çalışmalar bulunmaktadır. Sonuç olarak ilacın etkinliğini gösterecek daha fazla sayıda randomize kontrollu çalışmaya ihtiyaç duyulmasına karşın TNFi tedavilere dirençli veya bu tedavileri almaları kontrendike olan hastalarda anti-IL 1 ajanlar uygun bir alternatif olabilir. Anahtar Kelimeler: Ankilozan spondilit, Anakinra Kaynaklar 1. Tan AL, Marzo-ortega H, O’Conner P, Fraser A, Emery P ve ark. Efficacy of anakinra in active ankylosing spondylitis: a clinical and magnetic resonance imaging study. Ann Rheum Dis 2004;63:1041–5. Tablo 1. Hastanın başlangıç, üçüncü, altıncı ay ve birinci yıldaki aktivite parametreleri Başlangıç 3. ay 6.ay 12.ay VAS global 6.5 0.7 0.8 3.4 VAS ağrı 6.7 4.4 4.8 4.8 CRP g/L 13 1 3 4 BASDAI 7.1 3.2 1.7 3.5 BASFI 9.8 8.8 8.2 6.0 ASDAS CRP 4.2 0.5 1.6 2.5 66 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-013] Ankilozan Spondilitli Hastada Üveit Dışı Oftalmolojik Bulgu Yüksel Maraş Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi, Ankara Başvuru yakınması: 48 yaşında ankilozan spondilit tanısı ile takipli erkek hasta 1 ay önce polikliniğimize sağ gözde kızarıklık ağrı şişlik ve görme azalması yakınması ile polikliniğimize başvurdu. Ayırıcı tanı ve tartışma: Yapılan laboratuvar tetkiklerinde tam kan sayımı tiroid fonksiyon testleri c ANCA, p ANCA, ANA, biokimya, sedimantasyon, CRP, hepatid markerları, AntiTPO, Anti tiroglobulin normaldi. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Daha önce başvurduğu merkez tarafından topikal antibiotik tedavisini kullanmasına rağmen şikayetleri gerilememişti. Ankilozan spondilit tanısı 8 yıldır mevcuttu. Başvuru anında herhangi bir eklem yakınması ve hastalık aktivasyonu düşündürecek bulgusu mevcut değildi. Göz muayenesinde görme keskinliğinde sağ gözde azalmanın yanısıra biomikroskopik muayenesinde yoğun kemozis, korneada yoğun punktad boyanma gözlendi. Çekilen orbita manyetik rezonansta “sağ göz arkasında süperior rektus kası çevresinde yaklaşık 21x15 mm ebatlı IV-GAD DTPA enjeksiyonu sonrasında yoğunkontrast tutan heterojen sinyal alanı izlenmektedir ve bu görünüm enflamatuvar psödo tümör lehine değerlendirilmiştir” diye raporlandığı saptanmıştır. Hastada ön üveit ihtimali tanısı ile göz polikliniğinden konsültasyon istendi. Bu bulgular ile ön tanılarımızın önemli bir bölümü dışlandı. Orbital psödo tümör orbitada herhangi bir yapıyı tutabilen inflamatuvar bir olaydır. Semptomlar basıya enflamasyona ve infiltrasyona bağlı olarak değişim gösterebilir. Tanısı diğer nedenlerin ekarte edilmesi ile konulur. Nadiren atipik vakalarda biyopsi gerekebilmektedir. Steroid tedavisine oldukça iyi yanıt verebilmekle birlikte dirençli olgularda siklofosfamid, metotreksat, siklosporin de gerekebilmektedir. Tanı: Psödotümör orbita Sonuç ve anahtar mesaj: Ankilozan spondilitte genellikle görülen oftalmik tutulum ön üveit şeklindedir. Bizim vakamızda olağan tutulum dışında psödotümör orbita birlikteliği gözlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Ankilozan spondilit, psödotümör orbita Ön tanılar: 1- Lenfoma 2- Graves hastalığı 3- Wegener granülomatozisi 4- Enfeksiyonlar 5- Vaskülit 6- Amiloidozis 7- Psödotümör orbita Kaynaklar 1. 2. Garrity JA, Henderson JW, Cameron JD. Inflammatory Orbital Pseudotumors. In: Garrity JA, Henderson JW, Cameron JD, editors. Henderson’s orbital tumors. 4th ed. Philadelphia: Lippincott Williams and Wilkins; 2007. pp. 343-60. Paris GL, Waltuch GF, Egbert PR. Treatment of refractory orbital pseudotumors with pulsed chemotherapy. Ophthal Plast Reconstr Surg 1990; 6: 96-101. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 67 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-014] Granulomatoz Hepatit’li Hastada Sarkoidoz Tanısı Gezmiş Kimyon, Orhan Zengin, Nergiz Hüseynova, Bünyamin Kısacık, Ahmet Mesut Onat Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Gaziantep Başvuru yakınması: 35 yaş, erkek hasta. Halsizlik ve kilo kaybı yakınması ile başvurdu. kısa öykü, fizik muayene ve laboratuar bulguları: Bilinen bir hastalığı olmayan hastanın 2 yıldır halsizlik ve kilo kaybı (son 1 yılda istemsiz 10 kg vermiş) yakınması var. 2 kez ayak bileği etrafında ağrılı döküntüleri olmuş ve kendiliğinden düzelmiş. Hastanın fizik muayenesinde vital bulguları stabil, karaciğer kot altından 4 cm ele geliyor, traube kapalı ve dalak 1-2 cm ele geliyor. Ayak bileği etrafında 2 cm’lik hiperpigmente döküntüsü var. Hastanın yapılan testlerinde ESR:30 mm/h, CRP: 12 (0-5) mg/L, Hemogram ve TİT normal, biyokimya değerlerinden AST:45 (5-40), ALT:62 (5-41), ALP:359 (40-129), GGT:260 (10-71), Total Protein:9,81 (6,4-8,3), Globulin:5,59 (2,93,1) idi. IgG:29 (7-16), IgM:3,1 (0,4-2,3), IgA:5,1 (0,7-4) ve hepatit testleri negatif idi. Batın USG’de hepatomegali (16,5 cm), splenomegali (17 cm), Batın BT’de karaciğer ve dalak normalden büyük ve periportal bölgede konglomerasyon gösteren lenf nodları saptandı. Torax BT’de paratrakeal ve perikarinal 1- 1,5 cm çapında LAP’ları vardı. Boyun USG’de milimetrik lenf nodları dışında anlamlı patoloji yoktu. Hastanın başka bir merkezde çekilen batın MR’da karaciğer büyük ve heterojen, dalakta büyük ve infiltratif tarzda lezyonlar ve periportal multiple konglomere LAP’lar saptanmış. Ön tanılar: 1- Lenfoma veya diğer malignite, 2- Tüberküloz ve viral enfeksiyonlar, 3- Sarkoidoz, 4- Karaciğer’in diğer infiltratif hastalıkları Ayırıcı tanı: Yakınmaları spontan düzelme ve alevlenmelerle seyreden hastanın Hematoloji bölümünde periferik yayması normal olarak değerlendirilmiş ve hastaya önerilen LAP biyopsisini kabul etmemiş. Viral testleri, brucella aglutinasyon ve balgamda ARB negatif saptandı. Gastroenteroloji’de kronik karaciğer hastalığı ön tanısıyla gastroskopi yapılmış ve normal saptanmış. Romatolojik testlerden RF, ANA, SSA, cANCAve pANCA negatif idi. Karaciğer biyopsisi nonkazefikasyon nekrozu gösteren granulomatoz hepatit ile uyumlu bulgular olarak yorumlandı. ACE düzeyi 247 olarak saptanan hastaya Sarkoidoz tanısıyla azotiyopürin, hidroksklorokin ve steroid başlandı. Hastanın yakınmasız olarak izlemi devam etmektedir. Tanıya götüren bulgular: Hastanın göğüs ve batın için yaygın LAP’larının olması, karaciğer biyopsisinde nonkazefiye granulomların saptanması, öyküde eritema nodosum olması ve yüksek serum ACE düzeyi ile hastaya Sarkoidoz tanısı kondu. Tartışma: Sarkoidoz etiyolojisi bilinmeyen sistemik granulomatöz bir hastalıktır. Sıklıkla hiler adenopati ve intertisyel akciğer hastalığı yapar. Akciğer, göz, deri, abdominal organlar, santral sinir sistemi, kemik ve eklemler tutulumun olduğu yerlerdendir. Histopatolojik olarak nonkazefiye granulomlar saptanır. Sarkoidozda karaciğer tutulumu sık değildir ve granulomatoz hepatit şeklinde olabilir. Bu hastalar fibrozis, portal hipertansiyon ve siroz açısından takip edilmelidir. Eritema nodosum, artrit, üveit gibi bulguların saptanması Sarkoidoz tanısının konmasında yardımcı olabilir. Tanı: Sarkoidoz Sonuç ve anahtar mesaj: Yaygın LAP’ları olan ve granulomatoz hepatit saptanan hastalarda ayırıcı tanıda Sarkoidoz düşünülmelidir. Anahtar Kelimeler: Granulomatöz Hepatit, Sarkoidoz Kaynaklar 1. 2. 68 Kalkan IH, Kalkan IK, Tüzün D ve ark. Sarcoidosis with granulomatous hepatitis and autoimmune endocrine involvement. Ann Acad Med Singapore. 2008;37:977-8. Nunes H, Bouvry D, Soler P ve ark. Sarcoidosis.Orphanet J Rare Dis. 2007;2:46 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-015] Yaygın Vücut Ağrısı ile Başvuran ANCA İlişkili Hızlı İlerleyen Glomerulonefrit Vakası Duygu Bayır1, Tuncay Koç1, Emrah Barışan1, Sonat Pınar Kara1, Dilek Solmaz2 1 2 Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Tekirdağ Başvuru yakınması: 51 yaşında kadın hasta; yaygın vücut ağrısı ve iştahsızlık yakınmaları ile başvurdu. 5- Hemolitik üremik sendrom (HÜS)/Trombotik trombositopenik purpura (TTP), 6- Amiloidoz Öykü, fizik muayene, laboratuar: Hastanın son bir aydır artan halsizlik, yaygın vücut ağrısı, iştahsızlık şikayetlerine öksürük ve ateş yüksekliğinin de eklenmesi sebebi ile başvurduğu hastanede onbeş gün süre ile akciğer enfeksiyonu ön tanısı ile izlenmiş. Yatışı sırasında seftriaksona ek olarak tenoksikam ve deksametazon tedavisi uygulanmış. Taburculuk sonrasında, iştahsızlık ve vücut ağrılarında artış olan ve bu dönemde dört kilo kaybı olan hasta tarafımıza başvurdu. Yapılan sistem sorgulamasında mevcut başvuru yakınmalarına ek olarak artraljileri de vardı. Ateşinin devam etmediğini ifade eden hastanın tetkikleri planlandı. Ayırıcı tanı: Hastanın öykü, muayene ve laboratuar bulguları birlikte değerlendirildiğinde, öncelikle ön tanılar arasında olan Multiple Myelomdan; albumın/globulın oranında tersine dönme olmaması, protein elektroforezinin normal olması, grafilerinde litik lezyonlarının olmaması nedeniyle uzaklaşıldı. Lupustan ANA’nın negatif olması, kompleman düzeylerinin normal olması fizik muayene ve öyküsünde lupus kriterlerini karşılayacak diğer bulguların olmaması sebebiyle uzaklaşıldı. HÜS/ TTP‘de olası öncü bir enfeksiyonuna sekonder böbrek fonksiyonlarında bozulma olmasına rağmen, hastamızda trombositopeni ve hemoliz bulgularının ve nörolojik semptomlarının olmaması nedeni ile bu tanılardan da uzaklaşıldı. Fizik muayene: Genel durumu orta-kötü; Bilinç açık,oryante, koopere, ateş:36,8 derece, nabız: 82/dk, solunum sayısı: 32/dk, TA:140/80 mmHg. Solunum sistemi: Sol Akciğerde bazalde raller mevcut, ronküs yok, Ekstremite muayenesi: PTÖ: +/+, Artrit yok,her iki dizde krepitasyon var, el bileklerinde hassasiyet var. Özgeçmiş: 2008 yılında saptanan mediastinal lenf nodlarından yapılan eksizyonu sonucunda tüberküloz lenfadeniti tanısı almış olduğu ve dokuz ay süre ile anti tüberküloz tedavisi uygulanmış olduğu öğrenildi. Kreatin değeri: 14 mg/dl olan ve akut faz yanıtında yükseklik tespit edilen hastanın böbrek yetmezliği etyolojisi araştırılmak üzere servise yatışı yapıldı. Diğer laboratuar bulguları tablo’da özetlenmiştir. Yatışı sonrasında onbeş gün önce yatmış olduğu hastanedeki laboratuvar değerlerine ulaşıldı. Yatışında 1,03 mg/dl olan kreatininin taburculuk öncesi 2,04 mg/dl olarak saptanmış olduğu görüldü. Kan gazında metobolik asidozu olan hasta diyalize alındı. Hastada akut böbrek yetmezliği etiyolojisine yönelik aşağıdaki ön tanılar düşünüldü. Ön tanılar: 1- Hızlı İlerleyen Glomerulonefrit, 2-ANCA ilişkili vaskulitler, 3- SLE, 4- Multiple Myelom, TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Tanıya götüren bulgular: Renal USG: Sağ böbrek boyutu 125*52 mm, Sol böbrek boyutu 139*58 mm, parankimal kalınlıkları tabi olup, ekojeniteleri sağda grade 2-3, solda grade 2 renal parankimal hastalık ile uyumlu olarak artmış ve amiloidoz tutulumunu düşündürür nitelikteydi. Mevcut bulgularla hastadan böbrek biyopsisi yapılması planlandı. Biyopsi sonucunda toplam 16 adet glomerul değerlendirildi. Tüm glomerüllerde bazal membranlar normal görünümdeydi. Mezengıal alanlarda genel olarak artış izlendi ve tüm bu glomerüllerde az sayıda lenfosit ve seyrek notrofil lökosit infiltrasyonu görüldü. Bowman aralığında glomerüllerin 5 tanesinde fibroselüler 8 tanesinde ise selüler cresent görüldü. Segmentel veya global skleroz görülmedi. Küçük ve büyük damar yapıları normal görünümdeydi. Amiloid birikimi izlenmedi. Immunfloresan mikroskopi: Ig A, Ig G,Ig M, C3, Fibrinojen ve C1q ile her birinde 1-2 glomerul izlenen kesitlerde birikim görülmedi. Biyopsi Tanısı, Kresentik glomerulonefrit olarak değerlendirildi. Bu bulgularla tekrar ön tanılarımıza baktığımızda; Sistemik AA amiloidoza en sık neden olan enfeksiyonun tüberkuloz olduğu düşünüldüğünde, olgumuzda 69 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Tablo 1. Primer Kresentik Glomerulonefritlerin Sınıflandırılması TİP 1 Anti- glomeruler bazal membran hastalığı (Goodpasture Sendromu) TİP 2 Immun komplex hastalığı TİP 3 Pauci - immun tip (Genellikle ANCA pozitif) TİP 4 Tip 1 ve Tip 3 kombinasyonu TİP 5 ANCA negatif pauci-immun renal vaskulit Resim 1. PA Akciğer grafisi - Üremik Akciğer Bulguları geçirilmiş Tbc öyküsü olması ve renal USG de amiloidoz tutulumunu düşündürür nitelikte ekojenite artımı olması nedeniyle Amiloidoz ayırıcı tanılarımız arasına girmişti. Ancak renal biyopsi sonucunda amiloid birikim izlenmeyen hastamızda ayırıcı tanılarımız arasında bulunan amiloidozisten uzaklaştık. Ayrıca kreatinin seviyesinin çok hızlı yükselmesi de amiloidoz lehine bir bulgu değildi. Kresentik glomerulnefrit alt tiplerini gözden geçirdiğimizde hastamızda PR3 ANCA pozitiflği olmasına rağmen; ağız veya burunda inflamasyon bulgularının olmaması, radyografide nodül veya kavitelerin bulunmaması, arter yada perivaskuler alanda granülamatoz iltihap bulgularının bulunmaması nedeniyle Wegener Granülamatozis (Granülamatöz Polianjitis) tanısını netleştiremedik. Yine de hastanın PR3 ANCA’sının pozitif olması ve biyopsi bulguları sınırlı tutulumlu granülomatöz polianjiiti düşündürmektedir. Astım, eozinofili, paranasal sinus anormallikleri olmaması sebebiyle Churgh-Strauss (Alerjik Granülamatöz ve Anjitis) sendromundan uzaklaştık. Neticede hastamıza klinik ve renal biyopsi bulguları eşliğinde pauci -ımmun tip kresentik glomerulonefrit tanısı koyduk. Sonrasında pulse steroıd tedavisi ve plazmaferez uyguladığımız hastanın kreatin değeri gerilemiş olup ımmunsupresif tedavi altında takibi devam etmektedir. 70 Tanı: Paucı-immun tip kresentik glomerulonefrit Tartışma: Hızlı seyirli ve prognozunun zamanında tedavi edilmediği takdirde iyi olmaması nedeniyle kresentik glomerülonefritte hasara yol açan immunopatogenetik mekanizmaların anlaşılması önemlidir. Kresentik glomerulonefrit gelişimi için Th1 hücrelerinin nefritojenik bir immun cevabı başlatması ve sürdürmesinin Th1’in indüklediği lenfokinlerin ve proinflamatuar monokinlerin artışının, adezyon moleküllerinin, kemokinlerin ve Fc reseptörlerinin tutulumunun gerekli olduğunu göstermektedir. RPGN’li olgularda mikroskopik histopatolojik incelemelerde anti GBM aracılıklı olgularda lineer tarzda immunglobulın birikimi (%20), ve immun komplex aracılıklı olgularda granüler tarzda immunglobulin ve kompleman birikimi (%30-40) görülmektedir. ANCA birliktelikli glomerülonefritlerde ise tutulan glomerullerde immun birikim nadirdir veya hiç gözükmemektedir. (Pauci-immun %40-50) RPGN, ortalama 50 yaşlarında ve erkeklerde sıktır ve genellikle sinsi başlangıçlıdır. İnsidansi 1 milyon kişide yılda 7 olgu olarak tahmin edilmektedir. Ödem, hipertansiyon ve idrar miktarında azalma yaygındır. Bazı hastalarda başlangıç akut glomerulonefrite benzer şekilde akut olabildiği gibi, özellikle sistemik inflamatuar TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Tablo: Laboratuar Sonuçları hastalıklarla ilgili olanlarda bazen halsizlik, ateş, gece terlemeleri ve artralji gibi belirtiler görülebilir. İdrar analizinde dismorfik eritrositüri, eritrosit silendirüri ve genellikle değişken derecelerde proteinüri izlenir. RPGN‘in akut interstisyel nefrit, bilateral renal ven trombozu, akut tubuler nekroz, nefrotik sendroma akut böbrek yetmezliğinin eklenmesi, trombotik mikroangıopatiler, akut aterosklerotik renal yetmezlik ve diffuz proliferatif GN gibi benzer şekilde böbrek fonksiyonlarında hızlı bozulmayla seyreden hastalıklardan ayrımı çoğunlukla biyopsiyle mümkün olabilir. Sonuç ve anahtar mesaj: Sonuç olarak daha öncesine ait bilinen böbrek hastalığı öyküsü olmayan, yeni tespit edilmiş böbrek fonksiyon kaybı olan hastalarda hızlı ilerleyici glomerulonefrit ayırıcı tanılar içinde yer almalıdır. Ayrıca akut böbrek yetmezliği tablosunda bir hastanın yalnızca genel vücut ağrısı gibi non spesifik semptomları olabileceği de göz önünde tutulmalıdır. Erken tanı ve tedavinin hastaların bozulmuş böbrek fonksiyonlarını düzeltebileceği unutulmamalıdır. Etyolojiye göre en uygun tedavi seçeneğine karar verilmesi mümkün olacağından böyle olgularda renal biyopsiden kaçınılmamalıdır. Anahtar Kelimeler: Akut böbrek yetmezliği, kresentik glomerulonefrit Kaynaklar 1. 2. 3. Jindal KK. Management of idiopathic crescentic and diffuse proliferative glomerulonephritis: evidence-based recommendations. Kidney Int 1999; 55(suppl.70): 33-40. Vural A. Kresentik glomer¸lonefrit. Ark N, Sungur C, ed. Primer Glomerüler Hastalıklar. İstanbul: Format Matbaacılık, 1998: 85-90. Andrassy K, Kuster S, Waldherr R ve ark. Rapidly progressive glomerulonephritis: analysis of prevalance and clinical course. Nephron 1991, 59: 206-12. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 71 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-016] Nadir bir Sakroiliit Nedeni: Sarkoidozis Atalay Doğru1, Ahmet Ali Usta2, Sevil Derya Eryılmaz2, Mehmet Şahin1, Şevket Ercan Tunç1 1 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Isparta 2 Başvuru yakınması: 30 yaşında erkek hasta, her iki bacak ön yüzde dokunmakla hassas, 2-3 adet kırmızı şişlik, sağ kalçada ağrı, bir saatten uzun süren sabah tutukluğu Hikaye-Fizik muayene: 1 haftadır her iki bacak ön yüzde kırmızı şişlik şikayeti ile Dermatoloji polikliniğine başvuran, eritema nodozum saptanan hasta inflamatuar bel ağrısı olması üzerine Romatoloji bölümüne konsülte edildi. Bir saatten uzun süren sabah tutukluğu, non steroid antiinflamatuar ilaçlar (NSAİİ) ile şikayetlerinde azalma tanımlayan hastanın hikayesinde entezit, daktilit, psöriazis, ishal, romatolojik aile hikayesi saptanmadı. Üç ay önce sol gözde 3-4 gün süren, kendiliğinden gerileyen kızarıklık ve bulanık görme şikayeti olmuş. Fizik muayenede sağ sakroiliak kompresyon testi ağrılı, sağ tarafta FABERE ve FADIR ağrılı, Schöber 4 cm, bilateral pretibial bölgede 3-4 adet eritema nodozum ve alın bölgesinde 2-3 cm lik hiperpigmente alan saptandı. BASDAI: 6,4 olarak hesaplandı. Laboratuar-Görüntüleme: Kan sayımı ve biokimya tetkiklerinde patolojik bulguya rastlanmadı. Eritrosit sedimantasyon hızı (ESH) 54 mm/s, CRP 26 mg/L, romatoid faktör 38 IU/ml idi. Brucella aglütinasyon testi negatif idi. PA AC grafide parankim normal, bilateral hiler dolgunluk saptandı. Çekilen sakroiliak grafide sağ sakroiliak eklemde (SİE) düzensizlik ve daralma tespit edildi. Klinik seyir: Hastanın alnındaki hiperpigmente alanı Dermatoloji tarafından değerlendirildi ve cilt biyopsisi yapıldı. Üç ay önce gözde kızarıklık, bulanık görme şikayeti olan hastanın Göz Hastalıkları değerlendirilmesinde aktif üveit bulgusu yoktu, geçirilmiş ön üveit skarı saptandı. Tek taraflı sakroiliit düşünülen hastaya SİE MR ve HLA B27 istendi. Hikayede psöriazis, inflamatuar barsak hastalığı, yakın zamanda geçirilmiş enfeksiyon saptanmadı. SİE MR da sağ sakroiliak eklemde aktif sakroiliit, kemik iliği ödemi saptandı. HLA B27 negatif olarak tespit edildi. PA AC grafide bilateral hiler dolgunluk saptanan hastaya Toraks BT istendi. Toraks BT de mediastende büyüğü sol alt paratrekeal alanda 36x21 mm boyutunda çok sayıda lenfadenopati saptandı. Cilt biyopsisi nonkazeifiye granülomatoz iltihap olarak yorumlandı. Anjiotensin dönüştürücü enzim düzeyi (ACE) 48 U/L (N< 35 U/L), PPD negatif, serum kalsiyum 9,8 mg/dl olarak saptandı. 72 Hastada cilt bulguları (eritema nodozum, lupus pernio) ve akciğer bulguları ile sarkoidoz tanısı düşünüldü ve Göğüs Hastalıkları ile de konsülte edilerek metilprednizolon 40 mg/gün, sulfasalazin 2000 mg/gün ve diklofenak 150 mg/gün önerildi. Hastanın 1. ay kontrolünde BASDAI:2.3, sabah tutukluğu< 30 dakika, ESH: 23 mm/s, CRP 3,6 mg/L ve cilt lezyonlarında gerileme saptandı. Ön tanılarımız: 1- Ankilozan spondilit, 2- İnflamatuar barsak hastalığı (enteropatik artrit), 3- Reaktif artrit, 4- Psöriatik artrit, 5- Behçet hastalığı, 6- Brucella, 7Tüberküloz, 8- Sarkoidoz Ayrıcı tanılar: E.N+geçirilmiş ön üveit+tek taraflı sakroiliit saptanan hastanın ülseratif kolit/Crohn hastalığını destekleyen ishal, karın ağrısı, kilo kaybı, hematokezya hikayesi olmaması nedeniyle inflamatuar barsak hastalığı düşünülmedi. Hastanın hikayesin de yakın zamanda geçirilmiş idrar yolu, gastrointestinal, solunum yolu enfeksiyonu olmaması nedeni ile reaktif artrit tanısından uzaklaşıldı. Behçet hastalığına yönelik eritema nodozum ve üveit olmasına rağmen tekrarlayan oral aft, genital ülser saptanmadı. Ankilozan spondilit tanısından genellikle bilateral simetrik sakroiliit yapması, %90 üzerinde HLA B27 pozitifliği, eritema nodozum sık rastlanmaması ile uzaklaşıldı. Brucella tek taraflı sakroiliit, üveit, eritema nodozum ayrıcı tanısında düşülmesi gereken bir hastalıktır. Fakat hastada bakılan Brucella testi negatif olarak tespit edildi. Tüberküloz benzer klinik tablolar oluşturmasına rağmen ön planda akciğer parankimini tutan ve klinik bulgular (gece terlemesi, ateş, kilo kaybı, hemoptiziv.s) ile kendini gösteren kazeifiye granülomatoz bir enfeksiyon olması ve hastamızda PPD testinin negatif saptanması nedeniyle dışlandı. Hastanın cilt döküntülerinin, tırnak değişikliklerinin olmaması, ailede ve kendisinde psöriazis hikayesi bulunmaması, daktilit olmaması ile psöriatik artrit tanısından uzaklaşıldı. Tanıya götüren bulgular: Ciltte eritema nodozum, lupus pernio olması, cilt biyopsisinde nonkazeifiye granülomatoz iltihap saptanması, Toraks BT’de mediastende çok sayıda LAP olması, geçirilmiş ön üveit skarı ile Sarkoidoz tanısı konuldu. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Resim 1. Mediastende büyüğü sol alt paratrekeal alanda 36x21 mm boyutunda çok sayıda lenfadenopati Resim 2. Sağ sakroiliak eklemde kemik iliği ödemi, aktif sakroiliit Tartışma: Sarkoidoz primer romatolojik hastalıkları taklit eden bir hastalıktır. İki değişik formda eklem tutulumu görülmektedir. Akut, migratuar, simetrik artrit ile giden formu sık görülürken, kronik, tekrarlayan, eroziv formu daha az rastlanmaktadır. Sarkoidoz akut artriti özellikle mart-temmuz aylarında ortaya çıkmaktadır. Genellikle büyük eklemler tutulmaktadır ve ayak bilekleri en sık tutulan eklemdir. Benign gidişlidir, birkaç hafta içerisinde büyük bir kısmı kendini sınırlar. Sarkoidozda sakroiliak eklem tutulum sıklığı %6-14 oranında bildirilmektedir. Normal popülasyona göre sakroiliit görülme sıklığı sarkoidozlu hastalarda artmıştır. Literatürde başlangıç belirtisi olarak sakroiliit ile başvuran vakalar bildirilmiştir fakat nadir görülmektedir. Tedavide steroid ve steroid olmayan antiinflamatuar ajanlar kullanılmaktadır. neden olmakta, duyarlı bireylerde bakteriye yanıt olarak reaktif artrit gelişmekte ve sakroiliit oluştuğu düşünülmektedir. Erb ve ark. çalışmasında spondiloartropati ile sarkoidozun ilişkili olduğu ve HLA B27 pozitifliği ile spondiloartropati riskinde artış olduğu vurgulanmaktadır. Löfgren sendromu eritema nodozum, hiler lenfadenopati, migratuar artrit/poliartralji ve ateş ile karakterize genellikle kadın hastalarda görülen bir hastalıktır. Ayak bileği ve diz en sık tutulan eklemlerdir ve tutulan eklemde efüzyon fazla olmaz. Artrit bulguları 4-6 hafta içersinde spontan olarak geriler. Hastamızda E.N, hilar LAP olması nedeniyle Löfgren sendromu ayrıcı tanıda akılda bulundurulmalıdır fakat Löfgren sendromlu hastalarda sakroiliit bildirilmemiştir. Sakroiliit eşlik eden olgularda tüberküloz öncelikle düşünülmelidir. Spondiloartropati etiyolojisi tam olarak bilinmemektedir fakat muhtemel bakteriyel orijinli antijenler tarafından tetiklenen immünolojik reaksiyon olarak düşünülmektedir. Mikobakteri, yersinia, camplobakter, salmonella, shigella en sık suçlanan organizmalardır. Benzer şekilde sarkoidoz etiyolojisi de tam olarak aydınlatılamamıştır ve kronik bakteriyel enfeksiyonların başlattığı düşünülmektedir. Mikobakteri tipleri dışında başka bakteri tanımlanmamıştır. Kronik bakteriyel enfeksiyonlar sarkoidoza Tanı: Sarkoidoz Sonuç ve anahtar mesaj: Sarkoidoz primer romatolojik hastalıkları taklit edebilen bir hastalıktır. Spondiloartropati hastalarının ayırıcı tanısında sarkoidoz akılda bulundurulmalı ve hastalar bu yönde sorgulanmalı ve araştırılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Sarkoidoz, sakroiliit, eritema nodozum Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. Kobak S, Sever F, Ince O ve ark. The prevalence of sacroiliitis and spondyloarthritis in patients with sarcoidosis. Int J Rheumatol. 2014;2014:289454 Erb N, Cushley MJ, Kassimos DG ve ark. An assessment of back pain and the prevalence of sacroiliitis in sarcoidosis. Chest. 2005;127:192-6. Kobak S, Sever F, Sivrikoz O ve ark. Coexistence of Ankylosing Spondylitis and Löfgren’s Syndrome. Case Rep Rheumatol. 2014;2014:747698 Briongos-Figuero LS, Ruiz-de-Temiño Á, Pérez-Castrillón JL. Sarcoidosis and sacroiliitis, a case report. Rheumatol Int. 2012;32:2949-50 Kötter I, Dürk H, Saal JG. Sacroiliitis in sarcoidosis: case reports and review of the literature. Clin Rheumatol. 1995;14:695-700. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 73 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-017] Bağ Dokusu Hastalığına Benzeyen Cilt Bulguları ile Başvuran Olgu Senem Tekeoğlu, Vedat İnal, Gonca Karabulut, Hayriye Koçanaoğulları Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, İzmir Başvuru yakınması: Halsizlik, yorgunluk, kilo kaybı, dilde büyüme, ağız içinde yaralar, eklem ağrıları, parmaklarda uyuşukluk yakınmaları ile başvuran 60 yaşında kadın hasta. Öykü, fizik muayene, laboratuar: Daha önceden bilinen kronik bir rahatsızlığı olmayan hastanın yaklaşık son 15 yıllık zaman içerisinde fark ettiği el parmak uçlarında ciltte sertleşme, gerginleşme ve parmaklarda incelme; son 4-5 senedir özellikle soğukla temas ettiğinde ellerinde sararma olmaktaymış. Son 6 ay içerisinde halsizlik, yorgunluk, yaklaşık 7-8 kg kilo kaybı, eklem ağrıları, yüz cildinde özellikle alt çene bölgesinde daha belirgin sertleşme ve gerginleşme, dilinde büyüme, ayda birkaç tekrarlayan dilde ağrılı oral aftlar, ağız kuruluğu gelişmiş. Dış merkezde Kulak Burun Boğaz kliniğine başvuran hasta tarafımıza yönlendirilmiş. Romatolojik sorgusunda fotosensitivite, malar raş, saç dökülmesi, göz kuruluğu, artrit yok. Genel sistem sorgulamasında 2 kat merdiven çıkarken nefes darlığı mevcut, diğer sistemler normal. Fizik muayenede yüzünde özellikle çene bölgesinde ciltte gerginleşme gözlemlendi. Dil kızarık ve büyük, dil kenarlarında 2 adet minör aft mevcut. El parmaklarında, özellikle parmak uçlarında ciltte gerginlik ve pulpaların incelmiş olduğu görüldü. Kan basıncı 120/80 mmHg, Nabız:80/dk, 1 pozitif pretibial ödem saptandı. Ekspiryum hafif uzun olan hastada ral-ronküs saptanmadı. Batın muayenesinde defans, rebound, hassasiyet yoktu; mid-klaviküler hatta 1 cm hepatomegali palpe edildi; traube alanı kapalı bulunan hastada, dalak palpe edilemedi. Periferik lenfadenopati saptanmadı. Laboratuvar bulguları: Hastanın laboratuvar bulguları tabloda sunulmuştur. Ön tanılar: 1- Diffüz kütanöz sistemik skleroz, 2- Sınırlı kütanöz sistemik skleroz, 3- Farklılaşmamış bağ dokusu hastalığı, 4- Hipotiroidi, 5- Immünglobulin (Ig) hafif zincir (AL) amiloidoz Ayırıcı tanı: Hastanın ek tetkiklerinde anti-nükleer antikor (ANA) ve ekstrakte edilebilir nükleer antijen antikorları (Anti-ENA) negatifti. Schirmer ve Break up Time (BUT) 74 testleri normal sınırlarda saptandı. Kapilleroskopisinde patolojik bulgu saptanmadı. Romatoid Faktör ve AntiCCP değerleri negatif olan hastanın el grafisinde osteolysis bulgusu veya eklem yüzlerinde erozyon görülmedi. Akciğer filmi, ekokardiyografi, solunum fonksiyon testi ve karbon monoksit difüzyon testi normal sınırlarda saptandı. Batın ultrasonografisinde hepatosplenomegali saptandı. Maksillofasiyal magnetik rezonans görüntülemesinde (MRG) mandibula korpusu ön yüzündeki yumuşak dokuda inflamasyon ile uyumlu kalınlaşma rapor edildi. Hasta Kulak Burun Boğaz Kliniği ile konsülte edildi. Mandibula ön yüzdeki inflame yumuşak dokudan, dudak iç yüzden girilerek biyopsi alındı. Biyopsi sonucu AL amiloidoz olarak bildirildi. Hastadan daha sonra alınan kemik iliği aspirasyon ve biyopsisi multipl miyelom (MM) ve AL amiloidoz ile uyumlu saptandı. Tanıya götüren bulgular: Muayenede parmak uçlarında ciltte gerginleşme, sertleşme, pulpada erozyon; yüzünde özellikle alt çene bölgesinde ciltte gerginleşme bulguları olan hastanın tetkiklerinde akut faz testleri yüksek saptandı. İnflamatuar romatolojik patolojiler açısından anamnezinde ek bulguya rastlanmadı. Bağ dokusu hastalığını destekleyecek serolojik tetkikler negatifti. Konstitüsyonel sempomlar, anemi, hipoalbüminemi, proteinüri, hiperkalsemisi olan 60 yaşındaki hastanın protein elektroforezinde hipogammaglobülinemisi mevcuttu. Mandibula ön yüzündeki yumuşak doku MRG’de inflammasyon ile uyumlu saptandı. Tanı açısından yapılan yumuşak doku biyopsisi ve sonrasında kemik iliği aspirasyon ve biyopsileri ile hastaya MM ve AL amiloidoz tanıları konuldu. Tartışma: AL amiloidoz monoklonal Ig hafif zincir birikimi ile karakterizedir; MM, diğer plazma hücre hastalıkları ve B hücre lenfoproliferatif hastalıklarına eşlik edebilir. Klinik bulguları arasında konstitüsyonel semptomlar (halsizlik, kilo kaybı); nefrotik sendrom; restriktif kardiyomiyopati; periferal nöropati (sensöral/motor nöropati, otonom nöropati); hepatomegali, splenomegali; makroglosi; eklemlerde amiloid birikimine bağlı artropati; periorbital purpura (Rakun gözü); subkutan yağlı doku infiltrasyonu ve tırnak distrofisi bulunur (1). Hastamızda bu klinik tablolardan konstitüsyonel bulgular, proteinüri, TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Tablo 1. Laboratuvar Verileri Parametreler Sonuçlar Referans aralığı Lökosit 6240 μL 4500-11.000 μL Hemoglobin 11.2 g/dL 11.7-16.0 g/dL MCV 86.1 fL 81-101 fL Trombosit 276.000 μL 150.000-450.000 μL AKŞ 90 mg/dL 70-100 mg/dl AST 22 U/L < 31 U/L ALT 12 U/L < 34 U/L Üre 29 mg/dL 10-50 mg/dL Kreatinin 0.7 mg/dL 0.6-1.1 mg/dL Na 142 mEq/L 136-145 mEq/L K 4.4 mEq/L 3.5-5.0mEq/L Ca 10.6 mg/dL 8.6-10.2 mg/dL Total protein 5.3 g/dL 6.4-8.3 g/dL Albümin 3.4 g/dL 3.5-5.2 g/dL Globülin 1.9 g/dL 2.5-3.5 g/dL ESH 42 mm/h < 30 mm/h CRP 5.68 mg/dL 0-0.5 mg/dL 24 saatlik idrarda protein 480 mg/gün 10-150 mg/gün TSH 5.04 μIU/ml 0.35-5.50 μIU/ml hepatosplenomegali, makroglosi, parmaklarda uyuşma, alt çenede ciltte gerginlik (subkutan yağlı doku amiloid infiltrasyonu) ve tırnak distrofisi mevcuttu. Laboratuvar incelemelerinde ise biyopsi materyalinde amiloid’in Kongo kırmızısı ile polarize ışık altında yeşil renk vermesi tanı koydurucudur. Amiloid’in tipi yapılan immünhistokimyasal inceleme ile belirlenir. AL amiloidoz tanısı organ tutulumu, AL tipi amiloid varlığı ve monoklonal plazma hücre hastalığı birlikteliğinde konulur. Bizim hastamızda yumuşak doku ve kemik iliği biyopsileri ile primer amiloidoz ve multipl miyelom tanıları konuldu. Literatürde miyelom tanısının AL amiloidoz ile eş zamanlı veya birkaç ay kadar sonra konulduğu bildirilmiştir (2). Dolayısıyla AL amiloidoz vakalarında, bizim hastamızda da görüldüğü üzere her zaman serum/idrar protein elektroforezi tek başına yol gösterici olmamaktadır. Şüphe edilen hastalarda serum ve idrar immünfiksasyon testi ve serum serbest hafif zincir testleri daha kullanışlıdır. Romatoloji pratiğinde, klasik bağ dokusu hastalıklarının tipik cilt tutulumunu taklit eden hastalıklarla karşılaşabiliriz. Bu hastalıklardan belki de mortalitesi en yüksek olanları, AL amiloidoz ile prezente olabilen MM vakalarıdır. Tanı: Multipl miyelom ve AL amiloidoz Sonuç ve anahtar mesaj: Bağ dokusu hastalıklarını taklit eden cilt tutulumları diğer sistemik hastalıklarda da görülebilir. Anahtar Kelimeler: AL amiloidoz, sistemik hastalıklarda cilt tutulumu Kaynaklar 1. 2. Guidelines Working Group of UK Myeloma Forum, British Commitee for Standards in Haematology, British Society for Haematology. Guideline on the diagnosis and management of AL amyloidosis. Br J Haematol 2004; 125:681. Rajkumar SV. Multiple myeloma: 2011 update on diagnosis, risk stratificatin, and management. Am J Hematol 2011;86:57. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 75 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-018] Sistemik Lupus Eritematozus Tanılı Hastada Bilateral El Bilek Ağrısı Fatma Tuncer, Hayriye Koçanaoğulları, Gonca Karabulut, Vedat İnal Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, İzmir Başvuru yakınması: 21 yıldır sistemik lupus eritematozus (SLE) tanılı 53 yaşındaki kadın hasta her iki el bileğinde ağrı nedeniyle başvurdu. Öykü ve fizik muayene: 21 yıl önce artrit, deri lezyonları yakınmalarıyla dış merkezde SLE tanısı alan hasta 15 yıl metil prednizolon, pentoksifilin, asetilsalisilik asit tedavileriyle takip edilmiş. Cilt lezyonlarının devam etmesi üzerine farklı bir dış merkezde tedavisine antimalaryal ve azatioprin eklenmiş. Kısa süreli azatioprin kullanımı sonucu ortaya çıkan lökopeni nedeniyle ilaç bırakılmış. Antimalaryal 2 yıl kullanıldıktan sonra görme alanında patoloji saptandığı için kesilmiş. Renal tutuluş (tip-3 lupus nefriti) ve dirençli cilt lezyonları nedeniyle Kasım 2006- Haziran 2007 tarihleri arasında siklofosfamid tedavisi almış. Metil prednizolon değişik dozlarda kesintisiz kullanılmış. Mart 2007’de kalça ağrısı nedeniyle çekilen kalça manyetik rezonans görüntülemede (MRG) sağ femur başında evre 5 avasküler nekroz, sol femur başında evre 3 avasküler nekroz saptanmış. Bunun üzerine metil prednizolon dozu 16mg/gün’den 12 mg/gün’e düşülmüş. Sekonder Antifosfolipid Sendrom yönünden istenen antikardiolipin antikorları, 2 glikoprotein antikorları negatif saptanmış. Kalçaya yönelik operasyon planlanan hasta SLE ilişkili aktivasyon nedeniyle kliniğimize yönlendirildi. 2007 yılından beri kliniğimiz tarafından düzenli olarak izlenmektedir. Siklofosfamide yanıtsız olarak değerlendirildiğinden Sağlık Bakanlığından aldığımız onay ile 2007 ve 2008 yıllarında 2 kür rituksimab tedavisi uygulandı. Rituksimab tedavisine yanıt alınan hasta kalça operasyonu için ortopediye yönlendirildi. Sağ kalçaya protez konuldu. 4 yıl kadar metil prednizolon 4 mg/gün ile herhangi bir yakınması olmayan hastanın 2012 yılında yaygın ağrı yakınması üzerine çekilen direkt grafilerinde ek olarak sol humerus başında avasküler nekroz bulguları ve dorsolomber vertebralarda çoklu yükseklik kayıpları gözlendi. Son başvurusunda el bileklerinde ağrı tarifleyen hasta tetkik amaçlı yatırıldı. Tedavi olarak metil prednizolon 2 mg/gün, asetilsalisilik asit 100 mg, risedronik asit 76 kullanmaktaydı. Hastanın genel durumu iyi, bilinci açık, koopere, oryanteydi. Lokomotor sistem bakısında her iki el bileği hareketleri ağrılı sol kalça hareketleri kısıtlı idi. Laboratuarında rutin biyokimya, hemogram, idrar tetkiki normal sınırlardaydı. SLE açısından klinik ve laboratuar olarak stabildi. Antikardiolipin antikorları, 2 glikoprotein antikorları tekrar negatif saptandı. Ön tanılarımız: 1- Avasküler nekroz(AVN) 2- Karpal tünel sendromu 3- Tendinit ve bursitler 4- Malignite 5- DeQuervain hastalığı 6- Travma Ayırıcı tanı: Hasta travma öyküsü tariflememekteydi. De Quervain hastalığı sıklıkla kombine kavrama hareketlerin tekrarlanması sonucu gelişen sinovyal sıvıdaki basının artmasına bağlı parmaklarda ağrı ve şişlikle karakterizedir. Buna bağlı başparmak hareketlerinde kısıtlılık ortaya çıkar. Hastamızda De Quervain Hastalığının tanısında kullanılan Finkelstein testi negatifti. Maligniteyi düşündürecek yakınma, öykü, fizik bakı bulgusu ve laboratuar patolojisi saptanmadı. Tendinitler tekrarlayan hareketler, romatoid artrit, psöriatik artrit gibi inflamatuar artritler nedeniyle oluşabileceği gibi idiopatik olarak da meydana gelebilir. Tutulan tendona göre klinik tablo değişir. Lokalize ağrı ve hassasiyet yanında şişlik de eşlik edebilir. Tenosinovit bazen eklemin artriti ile karışabilir. Karpal tünel sendromunda geceleri artan parestezi ve ağrılar başparmak, işaret parmağı, orta parmak ve proksimale yayılabilir, genellikle yatar pozisyonda gelişir ve hastayı uykudan uyandırır. Hastanın ağrı tipi buna uymamaktaydı ve phalen testi negatifti. Eklemler üzerinde enfeksiyöz bir durumu düşündürecek ısı artışı, kızarıklık yoktu. Geçmiş yıllarda her iki femur başı ve sol humerusta avasküler nekroz öyküsü olan hastada el bilek yakınmalarının nedeni yine avasküler nekroza bağlı olabileceğidüşünüldü. Hastanın direkt grafisinde her iki radius distal metafizinde sklerotik TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Tablo 1. Prednizolon Doz Şeması Düşük doz <7,5 mg /gün prednizolon veya eşdeğeri Orta doz 7,5-30 mg/gün prednizolon veya eşdeğeri Yüksek doz 30-100mg/gün prednizolon veya eşdeğeri Çok yüksek doz >100 mg /gün Pulse uygulama dozu >250 mg/gün prednizolon veya eşdeğeri/ bir veya birkaç gün verilmesi dansite değişiklikleri izlendi. AVN yönünden MRG istendi. Hastanın MRG’nde her iki ön kolda radius ve ulna distalinde ve her iki ulna proksimalinde kesitlere kısmen dahil humerus epikondilleri düzeyinde avasküler nekroz alanları izlendi. Ağrılarına yönelik olarak tramadol 37.5mg + parasetamol 325mg 3x1 eklendi. Tanıya götüren ipuçları: 1. Travma öyküsünün olmaması 2. Eklemler üzerinde inflamasyon bulgularının olmaması 3. Hastanın SLE tanısı olması ve kronik steroid kullanımı 4. Öncesinde AVN öyküsünün bulunması Tartışma: SLE kronik bir immünkompleks hastalığıdır. AVN, SLE’nin iyi bilinen ancak erken dönemde bulgu vermemesi nedeni ile genellikle geç tanı konulan bir komplikasyonudur. Avasküler osteonekroz SLE’li hastalarda tedavi komplikasyonu olarak görülebileceği gibi, antifosfolipid antikor (AFA) pozitifliği ile birlikte hastalığın bir komponenti olarak da görülebilir. Steroid tedavisi ve antifosfolipid antikor pozitifliği SLE’li hastalarda AVN gelişiminde majör risk faktörü kabul edilmektedir. Steroid tedavisi SLE’de osteonekroz gelişiminde majör risk faktörü kabul edilirken, antifosfolipid antikor pozitifliği ile osteonekroz ilişkisi yönünden literatürde farklı görüşler yer almaktadır. Hastamızda AFA açısından birkaç kez tekrarlanan antikardiolipin antikorları, 2 glikoprotein antikorları negatifti. SLE’de antikardiolipin antikor prevalansı değişik serilerde %22-54 oranında bildirilmiştir. Antikardiolipin antikorların osteonekroz patogenezindeki rolü tam belli olmamakla birlikte, trombotik vaskülopati gelişiminde rol oynadığı düşünülmektedir. Antikardiolipin antikorların osteonekrozda yüksek prevalansta görülmesi, bu antikorların trombotik potansiyeli ve osteonekroz gelişimi arasında önemli bir ilişki olduğunu düşündürmüştür. Steroidler bir teoriye göre kemikteki tamiri modifiye ederek, bir başka teoriye göre ise kemik iliğinde yağ dokusunda artışa neden olup, femur başındaki damarları sıkıştırarak osteonekroza neden olmaktadır. Doz ve süre arttıkça risk artmakla birlikte, kısa süreli steroid alanlarda ve intra-artiküler enjeksiyon yapılanlarda da görülebilmektedir. Bolus dozlarda risk artışı yoktur. Kesintisiz tedavide kümülatif doz olarak 2000 mg prednizon, eşik değeri oluşturur. SLE’de AVN gelişiminde kortikosteroid kullanımı yanında hastalık aktivitesinin de önemli rol oynadığı bildirilmektedir. Genç erkek hastalarda AVN riski daha yüksektir. Genellikle çok sayıda tutulumun birlikte gözlenmesi patogenezinde sistemik faktörlerin rol oynadığını düşündürmektedir. Oral ülser, Raynaud fenomeni, plörezi, kutanöz vaskülit, otoimmün tiroidit, periferal nöropati, Sjögren sendromu ile birlikteliği olan SLE’lilerde AVN daha sık gözlenmektedir. En sık etkilenen femur başı subkondral bölgesi olup, humerus başı, medial femoral kondül, bilek eklemi, el ve ayakların küçük eklemleri de tutulabilir. Sonuç ve anahtar mesaj: Avasküler nekroz SLE’nin iyi bilinen ancak erken dönemde bulgu vermemesi nedeniyle genellikle geç tanı konulan bir komplikasyonudur. Steroid tedavisi SLE’li hastalarda AVN gelişiminde majör risk faktörü kabul edilmektedir. Eklem ağrısı ile başvuran SLE’li hastalarda steroid kullanımı da varsa osteonekroz mutlaka akla gelmelidir. Anahtar Kelimeler: Avasküler nekroz, el bileği ağrısı, SLE Kaynaklar 1. 2. 3. 4. LaPorte DM, Mont MA, Mohan V, ve ark. Multifocal osteonecrosis. J Rheumatol 1998;25:1968-74. Michael AM, Glueck CJ. Risk factors for osteonecrosis in SLE. J Rheumatol 1997;24:654-62. Mok MY, Farewell VT, Isenberg DA. Risk factors for avascular necrosis of bone in patients with systemic lupus erythematosus: is there a role for antiphospholipid antibodies? Ann Rheum Dis 2000;59:462-7. Sayarlıoglu M, Yuzbasioglu N, Inanc M, ve ark. Risk factors for avascular bone necrosis in patients with systemic lupus erythematosus. Rheumatol Int 2012; 32:177-82 TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 77 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-019] Granülomatöz Polianjiit ve Ankilozan Spondilit Birlikteliği Nergiz Huseynova, Gezmiş Kimyon, Orhan Zengin, Bünyamin Kısacık, Ahmet Mesut Onat Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakultesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Gaziantep Başvuru yakınması: 56 yaşında, çiftçi, erkek hasta. Göğüs ağrısı, öksürük, balgam, ateş, burun tıkanıklığı ve bel ağrısı ile başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: 2-3 ay önce başlayan göğüs ağrısı, son 1 aydır artan öksürük, balgam, yüksek ateş ve burun tıkanıklığı nedeni ile polikliniğimize başvuran hastanın yaklaşık 25 yıldır inflamatuar tarzda bel ağrısı mevcuttu. Önceden bilinen bir hastalığı olmayan ve zaman zaman nonsteroid anti-inflamatuar ilaçlar kullanan hastanın fizik muayenede astenik görünümde ve kifotik duruşu vardı. Ateş 38,6 C, burun mukozası hiperemik ve akıntılı, her iki akciğerde yer yer ralleri vardı. Yapılan tetkiklerinde Wbc 16700, Hgb 10.6, Eritrosit sedimantasyon hızı 46mm/h, CRP 218 mg/L, glukoz 145 mg/dl, tam idrar testinde +1 protein ve +2 eritrosit mevcuttu. PA akciğer grafisinde bilateral infiltratif görünüm ve toraks BT’de bilateral akciğerlerde santral ve orta lobda daha belirgin olmak üzere yama tarzında yer yer birleşme eğiliminde olan kavitasyon izlenimi veren infiltrasyon konsolidasyon alanları saptandı. Batın USG normal idi. Sakroiliak grafide bilateral evre 3 sakroileit mevcuttu. Paranazal sinüs BT’de sağ ve sol maksiller sinüste septasyonlar gösteren mukozal kalınlaşma ve yumuşak doku dansiteli alanlar saptandı. Ön tanılar: 1- Pnömoni, 2- Tüberküloz, 3- İnfektif Endokardit, 4- Ankilozan Spondilit (AS), 5- Vaskülit Ayırıcı tanı: Balgam gram boyama, balgam kültürü, balgamda ARB, kan kültürü, idrar kültürü, viral belirteçler negatif idi. Daha önceden de geniş spektrumlu antibiyotik kullanan hastanın ateşi devam etti. Ekokardiyografi normaldi ve infektif endokardit ve kalp yetmezliği yoktu. Brucella aglütinasyon negatif olan hastanın 25 yıldır inflamatuar bel ağrısı vardı ve HLA B27 pozitif saptandı. ANA, dsDNA, C3,C4 negatif idi. cANCA pozitif olarak saptandı. Hasta istemediği için biyopsi yapılamadı. Granülomatöz polianjit (GPA) ve AS düşünülen hastaya pulse steroid ve siklofosfamid başlandı. Steroid sonrası hastanın semptomları ve akut faz değerleri düzeldi. Tanıya götüren bulgular: Hem üst hem de alt solunum yollarının tutulumu, akciğerde kaviter görünümde lezyonların olması, böbrek tutulumunun olması ve cANCA pozitifliği ile GPA (Wegener Granülomatozis) ve 40 yaşından önce başlayan inflamatuar bel ağrısı, bilateral evre 3 sakroileit ve HLA B27 pozitifliği ile AS tanısı kondu. Tartışma: AS spondiloartrit grubu hastalıkların prototipi olup, başlıca sakroiliak eklem, omurga ve büyük eklemleri ilgilendiren, çoğunlukla 40 yaşından önce başlayan, HLA B27 ile ilişkili kronik, inflamatuar bir hastalıktır. GPA ise, başlıca alt ve üst solunum yolları ve böbrek tutulumu ile kendini gösteren, küçük ve orta çaplı damarların etkilendiği, ANCA ile ilişkili, nekrotizan granulomatoz bir vaskülittir. AS ve GPA birbirinden farklı iki hastalık olup birliktelikleri aşikar değildir. Biz burada bu nadir birlikteliği sunmak istedik. Tanı: Granulomatöz Polianjit ve Ankilozan Spondilit Sonuç ve anahtar mesaj: Pulmoner ve böbrek tutulumu olan ve nedeni bilinmeyen ateş, akciğerde kaviter lezyonu olan hastalarda granulomatöz polianjit ayırıcı tanıda düşünülmelidir. Anahtar Kelimeler: Granülomatöz polianjiit, ankilozan spondilit Kaynaklar 1. 2. 78 Raychaudhuri SP, Deodhar A. The classification and diagnostic criteria of ankylosing spondylitis. J Autoimmun. 2014;48-49:128-33. Lutalo PM, D’Cruz DP. Diagnosis and classification of granulomatosis with polyangiitis (aka Wegener’s granulomatosis). J Autoimmun. 2014;4849:94-8. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-020] Granulomatöz Polianjiitisli Hastalarda Uygun Vakalarda Rektum Kanseri Tedavisinde Endoskopik Mukozal Rezeksiyon Güvenli bir Prosedür Olabilir: Bir Olgu Sunumu Zeynep Zehra Gümüş1, Fatih Aslan2, Mehmet Polat3, Nazmiye Baş Tomaş4, Servet Akar1 1 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji Kliniği, İzmir 3 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nefroloji Kliniği, İzmir 4 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Romatoloji Kliniği, İzmir 2 Başvuru yakınması: 68 yaşındaki erkek hasta ateş, öksürük, balgam ve diyare nedeni ile acil servise başvurdu. Tanı: Granülomatöz polianjiit Kısa anamnez, fizik muayene, laboratuar bulguları: Bilinen bir hastalığı olmayan hasta ateş, öksürük, balgam ve diyare nedeni ile acil servise başvurdu. Ayrıca hasta diplopi ve sağ gözde yeni gelişen pitozisten yakınmakta idi. Fizik muayenesinde semer burun ve akciğerde dinlemekle yaygın raller tespit edildi. Yapılan incelemelerde kreatinin: 16,1 mg/dL, kan üre azotu: 106 mg/dL, eritrosit edimentasyon hızı: 113 mm/saat, c-ANCA pozitif olarak bulundu. Toraks BT’sinde her iki akciğerin santral parankim alanlarında yaygın buzlu cam tarzında dansite artışı, sağ üst lob ve orta lobda hava bronkogramları içeren yaygın yamasal alveolar dansiteler ve sol üst lobta da daha az sayıda fokal odaklar tarzında yamasal alveolar dansiteler mevcuttu. Bulgular bilateral pnömonik infiltrasyon ile uyumlu olarak değerlendirildi. Yapılan böbrek biyopsisinde 15 glomerülden 5 tanesinde global skleroz izlendi. Geriye kalan 10 glomerülde nekrotizan-kresentrik glomerülonefrit, bir kaç glomerülde Bowman kapsül rüptürü izlendi. Mevcut bulgular ile hastaya granülomatöz polianjiit (GPA) tanısı konuldu. Klinik seyir ve tedavi: Hastanın ishal yakınması devam ettiği için olası GİS tutulumu düşünülerek immünospresif tedavi öncesinde rektosigmoideskopi yapıldı. Mukoza normal görünümde olup rektum orta bölümde 15 mm büyüklüğünde olan flat polip endoskopik olarak eksize edildi. Patolojik incelemesinde intramukozal adenokarsinom olduğu görülen hasta erken evre rektum kanseri kabul edildi. Aynı bölgeye olası kalıntı malign doku açısından EMR yapıldı. EMR ile rezeke edilen bölgenin patolojik incelemesinde rektum intramukozal tubuler adenokarsinomu tekrar doğrulandı. Cerrahi sınırları salim olan ve muskularis mukozaya invazyonu olmayan hastanın erken evre rektum kanseri açısından kür olduğu kabul edildi. Senkronize GİS malignitesi açısından hastaya total kolonoskopi ve endoskopi yapıldı. Mide antrumdan 2 ve ileumdan 1 adet polip daha eksize edildi. Mideden eksize edilen poliplerin patolojik incelemesi hiperplastik olarak raporlandı. İleumdan alınan polipin histopatolojik incelemesindeyse tübulovillöz adenom ve fokal şiddetli displazi odağı izlendi. Polip sapı salim olduğundan premalign olan bu lezyonun ileri tedavisi Resim 1. Kolonoskopi ile görülen rektumdaki flat polip Resim 2. EMR sonrası rektum mukozası TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 79 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu planlanmadı. Takibinde haftada 3 gün hemodiyaliz desteği almakta olup akciğer, orbita ve sinüs tutulumlarını baskılamak amaçlı metilprednizolon 44 mg ve aylık 1000 mg siklofosfamid ile tedavi edilmekteydi. Hastanın kontrol kolonoskopik incelemesinde mukozal iyileşmenin tam ve normal olduğu ve kürün devam ettiği görülerek düzenli kolonoskopi kontrolleri planlandı. Ancak hasta diyaliz seansı sonrası ani gelişen intrakranial hemoraji ile kaybedildi. Tartışma ve sonuçlar: Bu bildiride, eş zamanlı olarak GPA ve rektumda intramukozal adenokarsinom tanısı alan ve EMR ile başarılı şekilde tedavi edilen bir olgu sunulmuştur. Endoskopik mukozal rezeksiyon (EMR), gastrointestinal traktın (GIS) 20 mm’den daha küçük yüzeysel tümörlerinin rezeksiyonunda uygulanan güvenilir bir yöntemdir (1). Kolorektal kanser insidans ve prevalansının son yıllarda artmasıyla birlikte, endoskopik rezeksiyon işlemleri, iyi seçilmiş kolorektal kanserli olgularda ilk tedavi seçeneği olmuştur (1). Granülomatöz polianjiitis (GPA), nadir ve malignitelerin eşlik edebildiği bir vaskülittir. Ancak GPA olgularında maligniteler, genellikle siklofosfamid gibi ajanlarla tedavi sonrası görülmektedir (2). Literatürde GPA mesane, skuamöz hücreli cilt kanseri ve lenfoma gibi birçok malignite ile ilişkilendirilmiştir. Ancak bu yayınlardaki hastaların tamamında anti-TNF alfa veya siklofosfamid sonrasında tedaviye sekonder malignite geliştiği görülmektedir (3). Bizim olgumuzda ise henüz herhangi bir tedavi almamışken rastlantısal olarak intramukozal rektum adenokarsinomu saptanmıştır. Tümörün 15 mm boyutta ve yüzeysel olması nedeni ile hasta EMR için uygun görülmüştür. Anahtar mesaj: Bu olgu GPA gibi tedavisi immunsupresyona ve sekonder malignitelere yol açan bir hastalıkta da, dikkatle seçilmiş vakalarda, EMR’nin güvenilir bir tedavi seçeneği olabileceğini göstermiştir. Anahtar Kelimeler: Granülomatosis polianjiitis, rektum, kanser, endoskopik mukozal rezeksiyon Kaynaklar 1. 2. 3. 80 Wang J, Zhang XH, Ge J, ve ark. Endoscopic submucosal dissection vs endoscopic mucosal resection for colorectal tumors: A meta-analysis. World J Gastroenterol 2014;20: 8282-8287 Stone JH, Holbrook JT, Marriott MA, ve ark. Solid malignancies among patients in the Wegener’s Granulomatosis Etanercept Trial. Arthritis Rheum 2006;54:1608-18. Knight A, Askling J, Ekbom A. Cancer incidence in a population-based cohort of patients with Wegener’s granulomatosis. Int J Cancer 2002;100:82-5. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-021] Nefrotik Düzeyde Proteinüri Saptanan Poliarteritis Nodoza Hastası Duygu Temiz Karadağ, Özlem Özdemir Işık, Ayten Yazıcı, Ayşe Cefle Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, İzmit Başvuru yakınması: Sağ üst ekstremitede güçsüzlük, düşük el, ani gelişen karın ağrısı yakınmaları ile başvuran 24 yaşında erkek hasta. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Şubat 2014’te ateş yüksekliği ve yaklaşık 3 hafta sonra ani başlayan karın ağrısı nedeniyle bir merkeze başvurmuş. Tetkiklerinde lökositoz (15.600/mm3); abdominal ultrasonografide sağ böbrek pelvikalisiyel yapısı ve sağ üreter proksimalinde dilatasyon saptanmış. Üroloji polikliniğine gitmesi önerilen hasta birkaç gün sonra sağ elde aniden ortaya çıkan ağrı ve güçsüzlük şikayetleriyle tekrar başvurmuş. Burada yapılan tetkiklerinde lökosit 14.200/mL, hemoglobin 13.1 g/dl, hematokrit %39, nötrofil 10.600/mm3, HBsAg negatif, TİT’de 16-18 lökosit ve 7-8 eritrosit saptanmış. Karaciğer ve böbrek fonksiyonları normal bulunmuş. Kranial MR normal ve servikal MR’da C5-7’de disk protrüzyonu saptanmış. Karın ağrısının devam etmesi üzerine tekrar çekilen abdominal US’de sağ böbrek renal pelvis ön-arka çapında artış (14 mm) görülmüş. Hasta sağ üst ekstremitede ağrı ve güçsüzlük yakınmalarının artması üzerine hastanemizin nöroloji polikliniğine başvurmuş. EMG’de sağ ulnar sinir duysal amplitüdünde ve motor yanıtında ileri derecede azalma görülürken, radial ve median sinir motor yanıtı alınamamış. Sağda brakial pleksusun üst trunkusunun ılımlı, orta ve alt trunkusunun ağır etkilendiği; solda medial kordun ılımlı etkilendiği brakial trunkus lezyonu saptanarak Gabapentin (2x300 mg/gün) başlanmış. Tedaviyle şikayetleri gerilemeyen hasta her iki alt ekstremitede yeni ortaya çıkan güçsüzlük nedeniyle nöroloji polikliniğine tekrar başvurmuş. Tedavisine metilprednizolon (64 mg/gün) eklenmesiyle kendini daha iyi hissetmeye başlamış ancak 3 gün sonra ani başlayan karın ağrısı nedeniyle hastanemizin acil servisine başvurmuş. Tetkiklerinde AKŞ 155 mg/dl, BUN 49 mg/dl, AST/ALT 109/78U/L, T.Prot /alb 6.3/2.6 mg/dl, lökosit 23.900/mL, nötrofil 17.900 /mL, hemoglobin 9.66 g/dl, hematokrit %28,1, plt 877.000/mL, ESH 60 mm/sa, CRP 13.55 mg/dl, TİT’de 146 eritrosit, 100 mg/dl protein saptanmış. Batın BT’de sağ perirenal ve retroperitoneal alanda, karaciğer TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI inferiorundan başlayıp pelvise dek uzanan en kalın yerinde 6 cm’ye ulaşan hematom izlenmiş. Bilateral böbrek parankiminde hiperdens nodüler kontrast tutan alanlar olasılıkla arteriyal küçük damar anevrizmaları ile uyumlu olarak rapor edilmiş.Hasta üroloji servisine yatırılmış. Ön tanılar: 1-Servikal vertebra basısı, 2- Travma, 3- Vaskülit Ayırıcı tanıya götüren bulgular: Renal anjiyografide renal arterler açık, bilateral renal arter segmental dallarında en büyüğü 7mm çapa ulaşan multiple anevrizmalar izlenmiş. Hasta renal arter dallarında mikroanevrizmalar olması üzerine PAN ön tanısı ile tarafımıza konsülte edildi. Hastanın ilk değerlendirmesinde yaklaşık 2 aydır yüksek ateşi, son 1 ayda 12 kg kaybı, üroloji servisinde yatışı sırasında yeni saptanan hipertansiyonu (TA:140/90 mmHg), sağ üst ekstremitede düşük eli olduğu tespit edildi. Özgeçmiş ve soygeçmişinde özellik yoktu ve 10 paket yıl sigara kullanımı vardı. Fizik muayenede kaşektik görünüm, sağ üst ekstremitede düşük el, sağda belirgin olmak üzere her iki üst ekstremitede parestezi, sağ elde tenar atrofi ve sağda kostovertebral açı hassasiyeti saptandı. Hasta yaklaşık 1 haftadır Prednol 64 mg/gün, Neruda 2x300 mg/gün tedavilerini almaktaydı. Tetkiklerinde AST/ALT 94/71 U/L, ESH 74 mm/sa, CRP 8,6 mg/dl, lökosit 12.700 /mL, nötrofil 10.600 /mL, Hemoglobin 11.6 g/dl, HBsAg (-) anti HBS (-), anti HCV (-) anti HIV (-); TİT bulanık görünümde, protein 300 mg/dl, eritrosit 249/HPF; 24 saatlik idrarda kreatinin klirensi 134 ml/dk, protein 3799 mg/ gün, albümin 1838 mg/gün ve ANCA negatif saptandı. Perirenal hematom ve mikroanevrizmalar nedeniyle böbrek biyopsisi yapılamadı. Kilo kaybı, ateş, polinöropati, hipertansiyon ve renal arter segmental dallarında anevrizmaların olması nedeniyle PAN tanısı konulan hastaya 30 Nisan 2014’te Siklofosfamid 1g/gün, Prednol pulse 1 gr (3 gün) ve ardından Prednol 60 mg/ gün idame tedavisi ile antihipertansif tedavi başlandı. Yatışı sırasında yapılan EKO normal ve FMF mutasyonu negatif bulundu. Rektal biyopside amiloid saptanmadı. Sağ böbrekteki hidronefroz nedeniyle Üroloji bölümü ile konsülte edildi ve pig-tail kateter takıldı. Tedavi sonrasında sağ el hareketleri düzelmeye başladı, tansiyonu 81 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Resim 1. Renal anjiyografide renal arter segmental dallarında mikroanevrizmalar Resim 2. Batın BT’de sağ böbrek etrafındaki hemoraji düştü, ateşi olmadı. Tedaviden 1 hafta sonra AST/ALT 15/14 U/L, CRP 0.02 mg/dl, ESH 2 mm/sa, Hemoglobin 13.5, TİT’de 466 eritrosit, 13 lökosit, 100 mg/dl protein ve 24 saatlik idrarda proteinüri 1555 mg/gün saptandı. Kontrol Batın US’de hematomun gerilediği görüldü (en kalın yerinde 44 mm). 4 kür Siklofosfamid sonrası kontrolünde 24 saatlik idrarda protein 455 mg/güne saptandı ve sağ eldeki güçsüzlük geriledi. Siklofosfamid tedavisi 6 küre tamamlandı. hematüri ve hafif-orta derecede proteinüriye yol açabilir (2-3). PAN’da genellikle nefrotik düzeyde proteinüri beklenmez ancak, yüksek proteinüri tesbit edilen vakalarda PAN ve FMF birlikteliği nedeniyle amiloidoz göz önünde bulundurulmalıdır. PAN’nın FMF hastalarındaki prevalans (6/100,000) ve insidansı (0.7/100,000) genel populasyondan yüksektir (4). Ayrıca, PAN ve perirenal hemoraji olan hasta verileri analiz edildiğinde, %11.0 oranında FMF’in eşlik ettiği bildirilmiştir (5). Tartışma: Sunduğumuz olgu ACR 1990 sınıflama kriterleri ve Chapel Hill Consensus Conference 2012 isimlendirme kriterlerine göre PAN özellklerini karşılamaktadır. PAN, başlıca orta çaplı damarları tutan sistemik nekrotizan bir vaskülittir (1). Diğer sistemik vaskülitlerden farklı olarak HBV, HCV, HIV, CMV veya Parvovirus B19 gibi tetikleyen bir etken olabilir. ANCA negatiftir ve glomerulonefrit beklenmez. PAN’ın böbrek tutulumunda hipertansiyon, renal infarktlar ve perirenal hematom görülebilir. Böbrek fonksiyonları genelde korunmuştur. Renal infarktlar klinik olarak sessiz olabileceği gibi Tanı: Poliarteritis Nodoza Sonuç ve anahtar mesaj: FMF mutasyonu, HBV ve ANCA negatif tespit edilen olgumuz, masif proteinüriyi açıklayabilecek altta yatan bir başka etyoloji olmaması ve proteinürinin immunsüpresif tedavi ile gerilemesi nedeniyle sunulmuştur. Ancak ülkemizde FMF sıklığının yüksek olması nedeniyle PAN ve perirenal hemoraji olan vakalarda FMF varlığı da araştırılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Poliarteritis nodoza, proteinüri Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 82 Jennette JC, Falk RJ, Bacon PA, ve ark. 2012 Revised international Chapel Hill consensus conference nomenclature of vasculitides. Pagnoux C, Seror R, Henegar C, ve ark. French Vasculitis Study Group. Clinical features and outcomes in 348 patients with polyarteritis nodosa: a systematic retrospective study of patients diagnosed between 1963 and 2005 and entered into the French Vasculitis Study Group Database. Arthritis Rheum 2010;62:616-26. Lhote F, Cohen P, Guillevin L. Polyarteritis nodosa, microscopic polyangiitis and Churg-Strauss syndrome. Lupus 1998;7:238-58. Livneh A. Diagnostic and treatment concerns in Glikson M, Familial Mediterranean Fever. Bailliere’s Clin Rheumatol 2000;14:477–498 Bihorac A, Ozener C, Koc M, ve ark. Perirenal haematoma as the presenting feature of polyarteritis nodosa: one more case from Turkey. Nephrol Dial Transplant 1998;13:812–813 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-022] Bruselloz ile İlişkili Dissemine Intravasküler Hemoliz ve Kapiller Leak Sendromu: Literatür Taraması ile Birlikte Samet Alkan1, Orhan Zengin2, Ali Kalem1, Gezmiş Kimyon2, Bünyamin Kısacık2 1 2 Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Gaziantep Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: 2 hafta önce dış merkeze halsizlik ateş nedeniyle başvurduğu Wright tüp Aglünitasyon testi 1/80 geldiği ve doksisiklin 2*100 mg ve streptomisin başlandığı öğrenildi. Brucelloz tedavisinin beşinci gününde gelişen genel durum bozukluğu, şuurda değişiklik, el parmaklarında simetrik artralji nedeniyle merkezimize romatolojik bir patoloji düşünülerek sevk edildi. Fizik muayenesinde ateş 38,3 ºC, kan basıncı 110/70mmHg. Kan tetkiklerinde Hemoglobin:11g/dl Hematokrit:33,6 Platelet:41000/ mm3, Beyaz küre: 12000/mm3 Nötrofil:11000/mm3 Lenfosit:600/mm3, Üre:113mg/dl, Kreatinin:3,2mg/ dl, Aspartat amino transferaz (AST):259u/L, alanin amino transferaz (ALT):29u/L, Alkalin fosfataz (ALP):166u/L, Gama Glutamil Transferaz (GGT):78 u/L, Total bilurubin:0,4md/dl, kreatin kinase (CK):1055 u/L, laktat dehidrogenaz (LDH):3691 u/L, eritrosit sedimentasyon hızı 6mm/h, C-reactive protein (CRP):221mg/L, prokalsitonin:6,9ng/mL saptandı. batın ultrasonografisinde asit saptandı. INR si uzamış, Trombosit değeri düşük, APTT uzamış, D-Dimer düzeyi yuksek, ve fibrinojen düzeyi düşük olan hasta DIC ve kapiller leak sendromu olarak kabul edildi. Hasta invaziv mekanik ventilasyon desteğine alındı. Kemik iliği biyopsi ve aspirasyonu yapıldı. Kemik iliği normal olarak değerlendirildi. İzlemde INR normal seviyeye geldi, CK, LDH, CRP, üre, ve kreatinin değerleri geriledi. Extube edilen hastanın kemik iliği ve kan kültürlerinde üreme olmadı. Ancak 1 hafta sonra yeniden ateş, solunum sıkıntısı gelişen hastanın genel durumu bozuldu. 1 hafta sonra kültürde üreme görülmeden sekonder pulmoner infeksiyon nedeniyle eksitus gelişti. Ön tanılar: 1- Bruselloz ve diğer olası enfeksiyöz nedenler 2- Primer vaskülit 3- Miyozitler 4- Sistemik Lupus Eritematoz 5- Hematolojik malignite Hematolojik tutulum brusellozda musculoskeletal tutulumdan sonra en sık görülen klinik tablodur. Hematolojik olarak bruselloz sıklık sırasına göre anemi, trombositopeni, lökopeni, pansitopeni, febril nötropeni, Thrombotic thrombocytopenic purpura (TTP) ve DIC yapabilmektedir (4). DIC hemostatik dengenin bozularak pıhtılaşma sisteminin damar ağı içerisinde fibrin oluşmasına yol açacak şekilde yaygın olarak uyarılması halidir. Yaygın koagulasyon sonucunda şiddetli kanama komplikasyonlarıda ortaya çıkabilir. Ayırıcı tanı: Hastanın periferik yaymasında lökositoz ve trombositoz dışında patolojik bulgu yoktu. Direct ve İndirect coombs negatif olarak saptandı. Tüm Romatolojik markerları (PANCA, cANCA, ENA, CCP, Romatoid faktör, Anti-dsDNA, Anti-Kardiyolipin, ANA) negatif olarak saptandı. Viral hepatit markerları A, B, C, E, toxoplasmoz, enfeksiyöz mononükleoz, herpes simplex virus, influenza, sitomegalo virüs ve HIV virus, malarya için periferik yayma, salmonella aglütinasyon testi ve tuberkulin testi negatif saptandı. Tanıya götüren bulgular : Wright tüp Aglünitasyon testi 1/640 olarak saptandı, siprofloksasin ve seftriakson başlandı. Hastanın izlemde ateşleri devam etti INR (1,84) uzamış olarak, APTT (56sn) uzamış, fibrinojen(37 mg/dL) düşük ve D-Dimer(>30ug/mL) yüksek olarak saptandı. İzleminde hematemezi, hipotansiyon ve hipoksi gelişen hasta yoğun bakım ünitesine alındı. Akciğer grafisinde yaygın opasitesi, pretibial ödemi ve TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Tartışma: Brucellaya bağlı DIC ve kapiller leak sendromu gelişen bir vakamızı sunduk. Brucella bir çok komplikasyona neden olabilmekle birlikte hematolojik komplikasyonlar morbidite ve mortalite açısından büyük önem arz etmektedir. DIC güçlü endotoksin salgılayan bakterilerin neden olduğu septisemilerle birlikteliği sıktır. Ancak bruselloz ile birlikte bildirilmiş vaka sayısı çok azdır. Ingilizce literaturde bildirilmiş 6 bruselloz ilişkili DIC vakası mevcuttur (TABLO 1). (5-10) Karsen H ve ark. tarafından bildirilmiş vakada DIC kliniğine kapiller leak sendromu eşlik etmiştir ve antibiyoterapiye rağmen ölüm ile sonuçlanmıştır. 3 vakaya endokardit eşlik etmiştir (5,8,9). 1 vaka ise çoçukluk çağında meydana gelmiştir. (6) Scheyer ve ark. tarafından bildirilmiş vaka 2. Trimesterda bir gebede gelişmiştir. Sunulan vakaların kültüründe en sık olarak Brucella melitensis üremiştir. Bizim vakamızda üreme 83 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Tablo 1. Literatürden Bruselloz ilişkili DIC vakaları Vaka 1 (5) Yaş/Cinsiyet 69/m Tedavi Rifampicin ve doxycycline 3/m Klinik DIC ve Kapiller Leak DIC 2 (6) 3 (7) 55/f DIC Rifampicin ve doxycycline 4 (8) * DIC 5 (9) * DIC tetracycline, trimethoprimsulphamethoxazole ve amikacin sulphate TetracyclineStreptomycin 6 (10) * DIC ve Septik Şok DIC ve Kapiller Leak 7 24/f * * Meropenem, levofloksasin Wrigt Agglunition test 1/640 Endokardit + Sonuç Exitus 1/1280 * * 1/640 - Live * + Live Brucella abortus * * * Live * * Live Üreme yok 1/640 - Exitus Kültür Brucella spp Brucella melitensis Brucella melitensis * *:Ulaşılamayan veri +:Pozitif -:Negatif olmamış tanı Wright tüp aglünitasyon testi (1/640) ile konulmuştur. Kan kültüründe üreme olmaması hastanın tarafımıza gelmeden 1 hafta antibiyoterapi kullanmasıyla ilişkilendirilebilir. Brucella DIC dışında diğer hematolojik komplikasyonlara da neden olabilir. Literatürde brusellozun yol açtığı hematolojik komplikayonlarla ilgili veriler çoğunlukla olgu serileri ve sunumlarına dayanmakta ve daha çok hematolojik labaratuar bulgularındaki anormallikleri içermektedir. Bunlar içerisinde en sık olanı anemi, trombositopeni ve lökopenidir. Bunlar genel olarak ağır bir klinik tablo ile seyretmez. Olgu serilerinde anemi sıklığı %30-75 arasında değişmektedir. Brusellozda lökosit sayısı anomalilikleri içinde en sık karşılaşılan lökopeni ve rölatif lenfositozdur. trombositopeni genelde izole trombositopeni şeklindedir. Genellikle trombositopeni asemptomatik olup yalnızca labaratuarda saptanabileceği gibi TTP veya ciddi trombositopeniye de neden olabilir. Literatürde vaka sunumu ve serileri şeklinde sunulmuş çok sayıda TTP olgusu mevcuttur. (11) DIC sepsis, travma, kanser, obstetrik patolojiler gibi birçok klinik duruma sekonder gelişebilir. Sepsis ilişkili DIC te en sık saptanabilen neden gram negatif veya pozitif bakteriyel enfeksiyonlardır (12,13). Tanı: Bruselloza sekonder DIC ve Kapiller Leak Sendromu Sonuç ve anahtar mesaj: Bruselloz farklı klinik tablolar ile romatolojik hastalıklar dahil bir çok hastalığı taklit etmektedir. DIC hematolojik acil tablolardan biridir. Etiyoloji olarak Brucella akılda tutulmalıdır.Anahtar Kelimeler: Bruselloz, rabdomiyoliz, Kapiller Leak Sendromu, DIC Anahtar Kelimeler: Bruselloz, rabdomiyoliz, kapiller leak sendromu, DIC Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 84 Pappas G, Panagopoulou P, Christou L, ve ark. Brucella as a biologicalweapon. Cell Mol Life Sci. 2006;63:2229 Bosilkovski M, Krteva L, Dimzova M, ve ark. Human brucellosis in Macedonia - 10 years of clinicalexperience in endemicregion. CroatMed J. 2010;51:327. Wada H, Thachil J, DiNisio M, ve ark. Guidancefordiagnosisandtreatment of DIC fromharmonization of therecommendationsfromthreeguide lines. Journal of ThrombosisandHaemostasis. Volume 11, Issue 4, pages 761–767, April 2013. Şebnem ÇALIK, Ayşe Deniz GÖKENGİN, ve ark. Human brucellosis in Turkey: a review of theliteraturebetween 1990 and 2009. Turk J MedSci 2011;41:549-555. Karsen H, Koruk ST, Calisur C, ve ark. A case of brucellosis complicated with fatal capillary leak syndrome. Bratisl Lek Listy 2012;113:511–51 Akbayram S, Dogan M, Akgun C, ve ark. Disseminatedintravascularcoagulation in a case of brucellosis. Clin Appl Thromb Hemost. 2011;17:E10-2. Turunc T, Demiroglu YZ, Kizilkilic E, ve ark. A case of disseminated intravascular coagulation caused by Brucella melitensis. J ThrombThrombolysis. 2008;26:71-3. al-Mudallal DS, Mousa AR, Marafie AA, ve ark. Apyrexic Brucella melitensis aortic valve endocarditis. Trop GeogrMed. 1989;41:372-6. Almér LO, ve ark. A case of brucellosis complicated by endocarditis and disseminated intravascular coagulation. ActaMedScand. 1985;217:139-40. Schreyer P, Caspi E, Leiba Y, ve ark. Brucella septicemia in pregnancy. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol. 1980;10:99-107. Sevinc A, Buyukberber N, Camci C, ve ark. Thrombocytopenia in brucellosis: case report and literatüre review. J NatlMedAssoc. 2005;97:290-3. Thijs LG, de Boer JP, de Groot MC, ve ark.Coagulation disorders in septicshock. Intensive Care Med. 1993;19 Suppl 1:S8. Gando S, Kameue T, Nanzaki S, ve ark. Disseminated intravascular coagulation is a frequent complication of systemic inflammatory response syndrome. Thromb Haemost. 1996;75:224. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-023] Bacaklarda ve Ayaklarda Şişlik, Eklemlerde Ağrı ve Ateş Yüksekliği ile Başvuran Olgu Asude Uzdu1, Gonca Karabulut2, Hayriye Koçanaoğulları2, Hüseyin Guliyev3, Vedat İnal2 1 Ege Üniversitesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, İzmir Ege Üniversitesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, İzmir 3 Ege Üniversitesi Radyoloji Anabilim Dalı, İzmir 2 Başvuru yakınması: Bacaklarda ve ayaklarda şişlik ağrı, ateş yüksekliği yakınmaları ile başvuran 56 yaşında kadın hasta. Kısa öykü ve fizik muayene: Yaklaşık 3 ay önce başlayan her iki bacak ve ayakta şişlik ve ağrı, ellerde ağrı ve hareket kısıtlılığı, gece terlemesi ve halsizlik yorgunluk güçsüzlük şikayetleriyle dış merkeze başvurmuş. Bacaklarda şişlik nedeniyle istenen alt ekstremite Doppler ultrasonografide damarsal patoloji gözlenmemiş. El sırtında renk değişiklikleri ve akut faz yanıtı yüksekliğinin eklenmesi üzerine tarafımıza yönlendirilen hasta yatırıldı. Sistem sorgulamasında: Yüksek ateş (3-4 günde bir, 38°C), terleme, kilo kaybı (2 ayda 7kg), halsizlik, yorgunluk, baş ağrısı (2 aydır gerilim tipi), öksürük (20 gündür sabahları post nazal akıntı nedeniyle), artralji (3 aydır gezici karakterde ayak parmakları, el parmakları, el bileği, dirseklerde) vardı. Çenede kladikasyo ve artrit tanımlamadı.Kardiovasküler, pulmoner sistem ve batın muayenesi olağandı. Lokomotor sistem bakısında bilateral dirsekler, ayak ve el bilekleri metakarpofalangeal (MKF) eklemleri palpasyona duyarlıydı, ısı artışı kızarıklık ve şişlik yoktu. Bilateral metakarp ve proksimal falanks dorsumlarında hipopigmente alanlar ve ayak tırnaklarında hiperkeratotik lezyonlar (tineapedis?) mevcuttu. Her iki ayak sırtında ve tibia ön yüzünde gode bırakan ödem gözlendi. Labaratuar bulguları: ESH:119mm/saat, CRP:16,55mg/ dL, ALP:125U/L, lökosit: 6260 Hb:8.2g/dL, Hct:28.1, Trombosit:309000 ANA negatif saptandı Ön tanılar: 1- Dermatomiyozit 2- Polimyaljia Romatika (PMR) 3- Enfeksiyon 4- MaligniteAyırıcı Tanı: Hastanın 50 yaş üstü olması, proksimal kas güçsüzlüğü tariflemesi, ESH yüksekliğinin olması, eşlik eden eklem ağrılarının olması PMR tanısını düşündürdü. Sistem sorgulamasında baş ağrısının bulunması nedeniyle PMR ile birlikte görülebilen dev hücreli arterit açısından değerlendirildi ve temporal arter Doppler US istendi, ancak oklüzyon saptanmadı. Bilateral metakarp ve proksimal falanks dorsumlarında hipopigmente skuamlı lezyonları TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI olan hastada dermatomiyozit açısından kas enzimleri istendi. Kas enzimlerinde yükseklik olmaması, manuel kas testinde belirgin güçsüzlük olmaması nedeni ile dermatomiyozit tanısı dışlandı. Bacaklarda şişlik yakınması nedeni ile dış merkezde yapılan dopler USG normaldi. ESH yüksekliği ile beraber anemisi de olan hastadan kemik iliği kökenli malignite? multipl miyelom? açısından periferik yayma (PY), protein elektroforezi (PE) istendi. PY: Erit: rulo anizositoz, Trom: N, dev trombosit, Lök: %4 monosit %16 lenfosit %80 PNL, nötrofillerde hiperpigmentasyon gözlendi. PE’nin akut inflamasyonla uyumlu olması ve immünfiksasyon elektroforezinde monoklonal gammapati saptanmaması üzerine miyelom dışlandı. Ateş yüksekliğine neden olabilecek bakteriyel ve viral enfeksiyon araştırılması için istenen periferik kan ve idrar kültürleri, viral serolojide patoloji saptanmaması üzerine enfeksiyon dışlandı. Bağ doku hastalığını (BDH) düşündüren cilt bulguları dışında bulgusu olmayan, ateş yüksekliğini açıklayan enfeksiyon odağı bulunamayan ve PAAG’de sağ hilusta dolgunluk gözlenen hastadan malignite açısından istenen tüm vücut BT “mediastende multipl birçoğu nekrotik LAP’ların varlığı ve sağ akciğerde kitlesel lezyonun varlığı, primerinin öncelikle akciğer CA olduğu düşünülmüştür. Karaciğerde multıple metastazlar ile uyumlu görünüm mevcuttur. Histopatolojik tanı önerilir. Bilateral akciğer parankiminde interstisyel fibrozis bulguları” olarak raporlandı (resim 1,2) Hasta Göğüs Hastalıkları Kliniğine yönlendirildi. Tanıya götüren ipuçları: 1. ESH yüksekliğini ve ateşi açıklayan enfeksiyon odağı ve BDH bulgularının olmaması 2. 2 ayda 7 kg kayıp 3. Akciğer grafisinde hilusta dolgunluk Tanı: Akciğer malignitesi Tartışma: Hastanın 50 yaş üzeri olması, kas güçsüzlüğü tariflemesi ve sedimentasyon yüksekliğinin olması ilk olarak PMR tanısını akla getirmiştir. Ancak hastaya PMR tanısı konulmadan önce diğer ESH yüksekliği yapan nedenler dışlanmalıdır. Bu sebeple Kİ kökenli maligniteler 85 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Resim 1. Sağ hilusta dolgunluk, sağ diyafragma medialinde düzensizlik Resim 2. Sağ akciğer posterior bazal segmentte plevraya geniş tabanlı oturan boyutu yaklaşık 4.4x4.3 cm olan ve çevre plevrada kalınlaşmaya neden olan içerisinde hipodens alanlar da barındıran (hipodens alanlar öncelikle nekroz lehine yorumlanmıştır) solid kitlesel lezyon ve MM açısından PY, PE istendi. Monoklonal gammapati saptanmaması üzerine MM dışlandı. Ateş yüksekliği ve ESH yüksekliği yapabilecek diğer bir neden bakteriyel ve viral enfeksiyonlardır. Bu sebeple hastadan ateş olduğu sırada periferik kan ve idrar kültürü, serolojik testler, PAAG ve batın içi abse açısından batın USG istendi. Ancak enfeksiyon odağını açıklayacak bulguya rastlanmadı; kültürlerde üreme olmadı, PAAG’de belirgin infiltrasyon gözlenmedi, batın USG’de patoloji saptanmadı. PAAG’nde sağ hilusta dolgunluk olması üzerine mediastinel LAP ve malignite açısından tüm vücut BT tetkiki istendi. BT’de karaciğer metastazlı primer akciğer Ca düşündürten görünüm saptanması üzerine hasta Göğüs Hastalıkları Kliniğine yönlendirildi. Sonuç ve anahtar mesaj: İnflamatuar romatolojik patolojiyi düşündüren bulgularla gelen hastaların ayırıcı tanısında malignite de yer almalıdır Anahtar Kelimeler: Bağ dokusu hastalığı, malignite Kaynaklar 1. 86 Lundberg I. Polymyositis, dermatomyositis, inflammatory diseases of muscle and myopathies Bijlsma JW (editör) EULAR Compendium on Rheumatic Diseases. Italy, Deniz Matbaası, 2009; 297-313. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-024] Aseptik Menenjit ile Prensente Olan Primer Sjögren Sendromu Olgusu Mustafa Ferhat Öksüz, Ayşenur Tufan, Selime Ermurat, Ediz Dalkılıç, Yavuz Pehlivan Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı Romatoloji Bilim Dalı, Bursa Başvuru yakınması: 38 yaşında kadın hasta üç gündür olan ateş yüksekliği, baş ağrısı, bulantı, kusma yakınmaları ile başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Daha önce bilinen sistemik hastalığı olmayan ve ilaç kullanım öyküsü olamayan kadın hasta acil servise üç gündür olan ateş yüksekliği, baş ağrısı, bulantı, kusma şikayeti ile başvurdu. Fizik muayenesinde tansiyol arteriyel 110/70 mm/Hg, nabız/dakika: 96, ateş: 38,9 derece idi. Kalp akciğer sesleri doğal batın rahat rebaund defans organomegali ve lenfadenomegali saptanmadı. Nörolojik muayenesinde şuur açık, oryante, koopere, Işık refkelsi+/+, göz hareketleri serbest, fasial asimetri yok, kranial saha intakt, kas gücü tam, duyu defisiti yok, DTR canlı, solda babinski kaçak mevcut,serebellar testler doğal, ense sertliği pozitif, Brudzinski ve Kernig şüpheli positif olarak saptandı. Çekilen kontrastlı kraniyal tomografide akut enfarkt ya da kanama saptanmadı. Acil serviste subaraknoid kanam ve menejit ekartasyonu için lomber ponksiyon yapıldı. Lomber ponksiyonda hiç eritrosit saptanmadı lökosit sayısı 280/ mm3 idi. Subaraknoid kanama ekarte edilen hasta enfeksiyon hastalıklarınca viral menenjit, aseptik menenjit ön tanılarıyla yatışı yapılan hastanın yapılan laboratuvar tetkiklerinde; lökosit: 5.33X103/μL, nötrofil: %72.7, lenfosit: %17.7 Hemoglobin: 12.2/dL, Trombosit: 199 X103/μL, Glukoz: 75mg/dL, Kreatinin: 0.7mg/dL, AST: 22U/L, ALT: 9 U/L, eritrosit sedimentasyon hızı: 46mm/h, c-reaktif protein:2mg/dL, HbsAg,anti-HBs, anti-HCV, anti-HIV, RPR-VDRL, HIV, Brucella aglütinasyon, Salmonella, CMV IgG, IgM, EBV IgG, IgM, Herpes IgG, IgM: negatif idi. ANA 1/320 pozitif (E.P) profilde: Jo-1, SS-A, Ro-52 pozitif saptandı. Romatoloji konsültasyonu ile değerlendirilen hastanın sorgulamasında 3-4 aydır belirginleşen ağız kuruluğu gözlerde kum çakıl batma hissi ve el ve ayaklarda eldiven çorap tarzında olan uyuşmaları olduğu öğrenildi. Ön tanılar: 1- Sjögren sendromu 2- Lenfoma 3Menenjit (bakteriyel, viral, tüberküloz) Toraks, abdomen ve pelvik tomografide lenadenomegali, kitle, infiltrasyon saptanmadı. Hastanın solunum semptomatolojisi de yoktu. PPD testi 6mm olan hastada quantiferon negatif idi. BOS’un bakteriyel AARB incelemesinde ve gram boyamasında özellik saptanmadı. Kraniyal MR’da özellik saptanmadı. Hastanın başağrısı ve ateş yüksekliği antibiyoterapiye yanıt vermedi. Tanıya götüren bulgular: Ağız kuruluğu mevcuttu. Göz muayenesinde kuru göz saptandı. Schirmer testi bilateral pozitifti. ANA 1/320 pozitif (E.P) profilde: Jo-1,SS-A, Ro 52 pozitif idi. Yapılan minör tükrük bezi biyopsisinde her biri 50 ve daha fazla lenfosit infiltrasyonu içeren iki adet lenfoid agregat izlendi. Hasta mevcut bulgularla primer Sjögren sendromu olarak kabül edildi. Hastanın nörolojik bulguları sjögren sendromu ile ilişkili aseptik menejit olarak değerlendirildi. 3 gün 500 mg metil prednizolon ve sonrasında 1000 mg/ay dozunda siklofosfamid başlandı. Tedaviye dıramatik yanıt alındı. Takip ve tedavisi devam etmektedir. Tartışma: Sjögren sendromu, ekzokrin bezleri tutan yavaş seyirli, kronik, otoimmün, sistemik bir hastalıktır. Sjögren sendromunda nörolojik tutulum hastaların yaklaşık %20- 25’inde görülür. Nörolojik tutulumun %87’si periferik sinir sistemi, %13’ü santral sinir sistemi tutulumu şeklindedir (1,2). Aseptik menejit farklı serilerde 1-2 oranında görülebilmektedir (1). Nörolojik semptomlarla başvuran bayan hastaların ayırıcı tanısında sjögren sendromu mutlaka ye almalıdır. Tanı: Primer Sjögren sendromu (aseptik menejit ile presente olan) Sonuç ve anahtar mesaj: Sjögren sendromu ile ilişkili santral sinir sistemi komplikasyonlarının %50 ‘sinden fazlası sjögren sendromu tanısından önce görülmektedir. Bu durum nörolojik semptomları olan genç bayan hastaların sjögren sendromu için mutlaka değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır (3). Anahtar Kelimeler: Sjögren sendromu, aseptik menejit Ayırıcı tanı : Hastanın sorgulamasında, kilo kaybı, uzun süreli ateş yüksekliği, gece terlemesi yoktu. Ayrıca fizik muayenesinde periferik lenfadenomegali saptanmadı. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 87 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Kaynaklar 1. 2. 3. 88 Sophie D, Jérôme S, Anne-Laure F, ve ark. Neurologic Manifestations in Primary Sjogren Syndrome: A Study of 82 Patients. Medicine(Baltimore) 2004;83:280-91. Andonopoulos AP, Lagos G, Drosos AA, ve ark. Neurologic involvement in primary Sjögren’s syndrome: a preliminary report. J Autoimmun 1989;2:485-8. Moreira I, Teixeira F, Martins Silva A, ve ark. Frequent involvement of central nervous system in primary Sjögren syndrome. Rheumatol Int. 2014 Jul 24. [baskıda] TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-025] Sklerodermatöz Yüz: Psödoskleroderma veya Sistemik Sklerozisin Nadir Tutulumu Zeynep Zehra Gümüş1, Gerçek Can2, Emine Figen Tarhan3, Alev Vayni3, Servet Akar1 1 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi, Romatoloji Bilim Dalı, İzmir 3 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Romatoloji Kliniği, İzmir 2 Başvuru yakınması: Bilinen hastalığı veya ilaç kullanım öyküsü olmayan 52 yaşındaki erkek hasta yaklaşık 1 yıldan bu yana yüzde kaşıntı, yüz cildinde gerginlik ve kuruma yakınmalarıyla romatoloji polikliniğine başvurdu. Öykü, fizik muayene, laboratuar: Hasta Raynaud fenomeni tanımlamıyordu ve öyküsünde bağ doku hastalığı ile uyumlu bulgu saptanmadı. Fizik muayenede yüz ve saçlı deride gerginlik, yüzde telenjiektaziler ve yaygın milia olduğu görüldü. Ayrıca her iki göz kapağı da belirgin şekilde gergin ve hareket açıklığı azalmıştı. Üst ve alt ekstremitelerde hiperpigmentasyon dışında değişiklik yoktu. Rodnan skoru yalnızca yüzdeki tutulumu nedeni ile 3 puan olarak hesaplandı. Otoantikorları negatif olan hastanın öncelikli yakınması sklerodermatöz yüz olduğu için psödoskleroderma kliniği yapan hastalıklar için ayırıcı tanıya gidildi. İlk olarak yüz bulgularına ilave milia nedeni ile porfiria kutanea tarda düşünülerek idrar ve kan örnekleri porfiria açısından tarandı ancak negatif bulundu. Texier hastalığı için vitamin K1 injeksiyonu öyküsü, graft versus host için organ nakil öyküsü yoktu. Tiroid fonksiyon testleri normal sınırlarda idi. Yüz cildinden yapılan biyopside eozinofilik infiltrasyon veya amiloid birikimi görülmedi. Metabolizma hastalıkları, hasta ileri yaşta olduğundan ve spor intoleransı veya hepatosplenomegalisi olmadığından dışlandı. Skleroderma benzeri Resim 1. Kapilleroskopide tortiozite artışı ve dev kapillerler TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI yüz yapabilecek ayırıcı tanıya giren bir hastalık saptanamayan hastanın kapilleroskopisinde tortiozitede artışı ile birlikte dev kapillerler ve yer yer kanama alanları görüldü (şekil 1 ve 2). Hasta yüz, saçlı deri ve göz kapağı tutulumları ile sistemik sklerozis olarak kabul edildi. Yapılan ileri incelemelerde iç organ tutulumu saptanmadı. Hastanın göz kapağı gerginliği steroid tedavisi altında giderek ilerlemekte olduğundan morbiditesini engellemek amaçlı aylık siklofosfamid 1000 mg şeklinde tedavisi planlandı. Tanı: Sistemik skleroz Tartışma: Sistemik sklerozis vaskülopati, inflamasyon ve fibrosis ile seyreden cilt tutulumu yanında iç organları da etkileyebilen, göreceli nadir görülen otoimmun bir hastalıktır (1). Santral sinir sistemi, kemik, izole göz kapağı tutulumu ise sistemik skleroziste çok ender olarak görüldüğünden diğer hastalıklardan ayrımı önem arzetmektedir. Bu bildiride sistemik sklerozise bağlı ön planda bilateral göz kapağı tutulumu olan bir olgu bildirilmektedir. Sistemik sklerozisin en sık orbita tutulumu keratokonjuktivitis sikka ve gözkapağı cildinde değişiklik olup retinal mikrovasküler anormallikler, katarakt ve glokom azalan sıklıkta görülebilir (1). Göz kapağı cildinde değişiklikler diffüz tip sistemik skleroziste görülmekte olup Resim 2. Kapilleroskopide kanama alanları ve tortiozite artışı 89 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu ekstremitelerde cilt değişikliği olmadan izole yüz ve göz kapağı tutulumu oldukça nadirdir (2). Sonuç ve anahtar mesaj: Sistemik sklerozis hemen her organı tutabilse de izole göz kapağı ve yüz gibi nadir tutulumlarda öncelikle ayırıcı tanıya giren diğer hastalıklar akla gelmeli ve psödosklerodermadan ayrımı yapılmalıdır. Anahtar Kelimeler: sistemik skleroz, psödoskleroderma, orbita tutulumu, göz kapağı Kaynaklar 1. 2. 90 Waszczykowska A, Goś R, Waszczykowska E, ve ark. Prevalence of ocular manifestations in systemic sclerosis patients. Arch Med Sci. 2013;9:1107–1113. Gomes BAF, Santhiago MR, Magalhães P, ve ark. Ocular findings in patients with systemic sclerosis. 2011;66:379–385. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-026] Olası İzotretinoin ile İlişkili Eritema Nodosum; bir Olgu Sunumu Zeynep Zehra Gümüş1, Emine Figen Tarhan2, Gerçek Can3, Mustafa Özmen2, Servet Akar1 1 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Romatoloji Kliniği, İzmir 3 Dokuz Eylül Üniversitesi, Romatoloji Bilim Dalı, İzmir 2 Başvuru yakınması: Akne fulminans nedeni ile 4 aydır izotretinoin kullanmakta olan ve eritema nodosum gelişen 23 yaşında kadın hasta. Öykü, fizik muayene, laboratuar: Bilinen bir hastalığı olmayan ve izotretinoin dışında ilaç kullanım öyküsü olmayan hastanın, 1 ay önce sağ ayak bileğinde olup geçen ve sonrasında sol alt ekstremite arka yüzde ve sağ dizde tekrarlayan kızarık, endure, hassas ve deriden kabarık lezyon nedeni ile başvurduğu dermatoloji polikliniğinden tarafımıza refere edildi. Akne fulminans tanısı ile izotretinoini kullanan hastanın öyküsünde tekrarlayan oral aft, genital ülser, diyare, ateş, kilo kaybı, üveit, artrit veya artralji yoktu. Yakın zamanda geçirilmiş herhangi bir enfeksiyon tanımlamadı. Daha önce kullandığı ilaçlarla benzer bir yan etki oluşmamış. Fizik muayenede batında kitle, servikal, aksiller ve inguinal lenfadenopati saptanmadı. Nabızlar perifere kadar açık ve normal idi. Hastaya paterji testi yapıldı negatif bulundu. Laboratuar tetkiklerinde akut faz reaktanları normal sınırlarda, romatoid faktör, anti-nükleer antikor ve anti-streptolizin-O negatif bulundu. Çekilen akciğer grafisinde hiler lenfadenopati yoktu. İncelemeler sırasında eritema nodosum (EN) etiyolojisinde düşünülen Behçet hastalığı, inflamatuar barsak hastalıkları veya diğer romatolojik hastalıklar açısından herhangi bir belirti veya bulgu saptanmadı. Hastanın geçirilmiş infeksiyonu bulunmamakta ve izotretinoin dışında oral kontraseptif ya da herhangi başka bir ilaç kullanımı yoktu. Bunun üzerine ilacı kesildi ve hastanın eritema nodosumu iki hafta içerisinde iyileşti. Hastanın tedavisinin tamamlanmış olması ve yeniden EN gelişmesi endişesi ile ilaç kullanmak istememiştir. Bu nedenle izotretinoin ile EN arasındaki ilişki olası düzeyde kalmış ve kesinleştirilememiştir. Naranjo algoritmine göre hastanın skoru 6 olup olgumuz izotretinoine bağlı muhtemel bir yan etki olarak değerlendirilmiştir. Tartışma: Eritema nodosum, gecikmiş tip hipersensivite reaksiyonu olduğu düşünülen ve kadınlarda erkeklere göre yaklaşık 6 kat daha sık gözlenen bir septal pannikülittir. Etiyolojisinde viral, bakteriyel, protozoal ve fungal infeksiyonlar, çeşitli ilaçlar, maligniteler ile sarkoidoz, Crohn, ülseratif kolit, Behçet, Sweet sendromu, Takayasu arteriti gibi kronik inflamatuar hastalıklar mevcut olmakla birlikte hastaların %32-72’sinde altta yatan bir durum veya etken saptanamayabilir (1). İlaçlardan sulfonamidler başta antibiyotikler ve oral kontraseptifler en sık etiyolojik ajanlar olup literatürde retinoik asit türevlerinden izotretinoine bağlı eritema nodosum geliştiği bildirilen az sayıda olgu vardır. Eritema nodosum, çok çeşitli etiyolojik faktörlere bağlı olup ilaçlara sekonder gözlenmesi nadir değildir. Ancak literatürde retinoik asit türevlerine bağlı eritema nodosum, 10 olgudan az bildirilmiş olup oldukça nadir gözlenmektedir (2,3). İngilizce literatürde retinoik asit Resim 1. Sol alt ekstremite posteromedial yüzde eritema nodosum. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 91 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu türevlerinden izotretinoine bağlı toplam 3 olgu, tretinoine (ATRA) bağlı toplam 6 olgu bildirilmiş olup izotretinoinle daha az olgu bildirilmiştir (2,3). Bu olguda etiyolojide diğer nedenler dışlanmış ve izotretinoin dışında altta yatan başka bir ajan bulunamamıştır. Tanı: Olası izotretinoin ile ilişkili eritema nodozum Sonuç ve anahtar mesaj: Bu olgu eritema nodosum ile başvuran hastalarda yalnızca sık kullanılan ilaçların değil tüm ilaç öyküsünün dikkatlice alınmasının önemli olabileceğini düşündürtmektedir. Anahtar Kelimeler: Eritema nodosum, izotretinoin, akne fulminans Kaynaklar 1. 2. 3. 92 Öz A, Aydoğan K, Adım Ş ve ark. Eritema Nodozum Epidemiyolojisi: Beş Yıllık Retrospektif Çalışma. Turk J Dermatol 2012; 6: 87-90. Kelett JK, Beck MH, Chalmers RJG. Erythema nodosum and circulating immune complexes in acne fulminans after treatment with isotretinoin. British Medical Journal 1985;290:S:820. Taguchi A, Takahashi T, Harima Y. All-trans retinoic acid-induced erythema nodosum in acute promyelocytic leukemia. Rinsho Ketsueki. 2005;46:202-5. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-027] Romatoid Artrit Tanılı Hastada Nadir bir Nedeni Bilinmeyen Ateş Nedeni Olan Leishmaniasis: Olgu Sunumu Zeynep Zehra Gümüş1, Mustafa Özmen2, Bahriye Payzın3, Füsun Özdemirkıran3, Servet Akar1 1 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Romatoloji Kliniği, İzmir 3 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Birimi, İzmir 2 Başvuru yakınması: Romatoid artrit ve diabetes mellitus tanılarıyla takipli, metotreksat ve leflunomid ile tedavi edilen 59 yaşındaki erkek hasta yaklaşık 3 aydır ara ara olan ve nedeni belirlenemeyen ateş, 20 kg kilo kaybı ve halsizlik yakınması ile polikliniğimize başvurdu. Öykü, fizik muayene, laboratuar: Hastanın öyküsünde öksürük, balgam, dizüri, diyare gibi bir infeksiyon belirti veya bulgusu yoktu. Hasta, hayvan teması tanımlamıyordu. Fizik muayenede 38,3 derece üzeri ateş ve her iki el bileğinde artriti olan hastanın tiroid hassasiyeti, lenfadenopati veya hepatosplenomegalisi (HSM) yoktu. Dinlemekle solunum ve kalp sesleri olağandı. Yapılan laboratuar incelemelerinde beyaz küre: 1.300/mm³, nötrofil: 300/mm³, Hb: 8,3 g/dL, trombosit: 64.000/mikroL ile pansitopenisi olduğu görüldü. Akut faz reaktanlarından ESH: 64 mm/saat, CRP: 9,5 mg/dL (N: 0-1), prokalsitonin: 9,3 ng/mL, ferritin: 51.342 ng/mL bulundu. ALT/AST: 409/165 U/L, alkalen fosfataz: 161 U/L, GGT: 510 U/L, LDH>1995 U/L olup total bilirubin, böbrek fonksiyon testleri, kan şekeri, elektrolitleri, tiroid fonksiyon testleri ve idrar incelemesi normaldi. Çekilen akciğer grafisinde pnömonik infiltrasyon veya tüberküloz ile uyumlu görünüm saptanmadı. Resim 1. Kemik iliğinde artmış eritropoez ve fagositik histiositlerin sitoplazmalarında leishmania donovani cisimcikleri. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Klinik seyir ve ayırıcı tanı: Üç haftadan uzun süreli 38,3 derece üzeri ateş ve nötropenisi olan hasta, nedeni bilinmeyen ateş (NBA) kabul edilerek nötropenik ateş protokolüne uygun geniş spektrumlu antibiyoterapi başlandı. Pansitopenisi nedeni ile metotreksat ve leflunomid kesilerek metilprednizolon 10 mg ile tedaviye devam edildi. Enfeksiyon odağı açısından istenen tetkiklerde kan ve idrar kültürlerinde üremesi olmadı. TORCH paneli, brusella, HBsAg, HCV, HIV, CMV ve galaktomannan antijeni testleri negatif bulundu. RF ve ANA negatif olup anti sentromer B pozitifti. Raynaud fenomeni de tarifleyen hastaya yapılan kapilleroskopide skleroderma spektrumunda olan hastalıklarla ilgili bir bulgu gözlenmedi. Sikka semptomları olan hastaya yapılan dudak biyopsisi olağan olarak bulundu ve hasta Sjögren hastalığı için tanı kriterlerini karşılamıyordu. Ferritin değeri 2.000 üzeri olup hiperferritinemisi olan hastanın alkol kullanımı, sık kan transfüzyonu veya ailede karaciğer hastalığı öyküsü yoktu. Görüntüleme tetkiklerinde karaciğer kontürleri olağan olup Kayser Fleischer halkası olmayan hastada hemakromatosis, Wilson hastalığı ve NASH dışlandı. Akut hepatit açısından hepatit belirteçleri negatif olup porfiria kutanea tarda açısından güneşte kalmakla kırmızı idrar veya spesifik cilt lezyonları yoktu. B semptomları olan hastanın toraks ve abdomen BT incelemelerinde Resim 2. Kemik iliği incelemesinde histiosit içinde fagosite edilmiş intrasitoplazmik leishmania donovani cisimleri. 93 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu infeksiyon, hematolojik veya solid organ malignitesine dair özellik saptanmadı. Malignite tetkik için çalışılan protein elektroforezinde poliklonal gammopati bulundu. Transtorasik ekokardiyografisinde infektif endokardit lehine bulgu yoktu. Öykü ve fizik muayene bulguları ile SLE kriterlerini karşılamıyordu. Erişkin başlangıçlı Still hastalığı açısından ateş, artrit, bozulmuş karaciğer fonksiyon testleri varlığı ile ANA ve RF negatifliği vardı ancak LAP, HSM veya boğaz ağrısı yoktu. Meropenem, daptomisin ve kaspofungine rağmen ateşi devam eden, pansitopenisi derinleşen ve hiperferritinemisi olan hastadan hemofagositik sendrom düşünülerek kemik iliği aspirasyonu yapıldı. Artmış fagositik histositlerin içinde çok sayıda leishmania donovani cisimcikleri izlendi. Visseral leishmania tanısı ile hastaya amfoterisin B başlandı. Takibinde hastanın ateşi olmadı ve 1 hafta içerisinde pansitopenisi düzelerek karaciğer fonksiyon testleri normal değerlere geriledi. Tanı: Leishmaniazis, hemofagositik sendrom Tartışma: Nedeni bilinmeyen ateş (NBA), ayırıcı tanısı yapılırken geniş bilgi birikimi gerektiren bir sağlık sorunudur. En sık nedenler sırasıyla infeksiyonlar, bağ doku hastalıkları ve malignitelerdir (1). Ülkemizde özellikle tüberküloz ve bruselloz ilk akla gelmesi gereken infeksiyöz nedenler olup daha nadir nedenlerde hastaların tanı almaları gecikmekte ve maliyet artmaktadır. Bu bildiride, NBA nedeni ile tetkik edilen ve visseral leishmania tanısı almış bir hasta sunulmaktadır. Sonuçlar ve anahtar mesaj: NBA etiyolojisinde 200’den fazla neden mevcut olup büyük çoğunluğunu infeksiyonlar oluşturur. Ülkemizde en sık tüberküloz, bruselloz, infektif endokardit ve abseler görülmektedir (1). Dünyada bazı ülkelerde endemik olarak görülse de (2) ülkemizde leishmaniasis nadir olarak görülmektedir. Romatoid artritli olgumuzda olduğu gibi immunsupresif ajanlarla tedavi edilen olguların NBA ayırıcı tanısında hiperferritinemi ve pansitopeni olduğunda hemofagositik sendrom ve olası etiyolojik etken olarak leishmaniasis akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Romatoid artrit, nedeni bilinmeyen ateş, leishmaniasis, hemofagositik sendrom Kaynaklar 1. 2. 94 Kaya T, Tamer A. Nedeni Bilinmeyen Ateş. Sakaryamj 2014;4:104-108 Mkada-Driss I, Lahmadi R, Chakroun AS. Screening and characterization of RAPD markers in viscerotropic Leishmania parasites. PLoS One. 2014:14;9:e109773. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-028] Granülomatöz Polianjiitis ile Birlikte Meningeal Tutulum: Nadir bir Olgu Zeynep Zehra Gümüş1, Mustafa Fazıl Gelal2, Mustafa Özmen3, Esra Tezcan3, Servet Akar1 1 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, İzmir 3 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Romatoloji Kliniği, İzmir 2 Başvuru yakınması: İntermittan artrit atakları nedeni ile 11 yıldır izlenen 52 yaşındaki erkek hasta sağ kulakta ani işitme kaybı ve periferik vertigo yakınmasıyla kulak burun boğaz polikliniğine başvurmuş ve ileri inceleme amaçlı servise yatırılmış. Öykü, fizikmuayene ve laboratuar: Fizik muayenesinde anterior rinoskopide bilateral pürülan sekresyon, sağ lateral malleolde nekrotik ülserasyon ve her iki elde hemorajik ve püstüler maküller olduğu görülmüş. Janeway lezyonlarını andırdığı için transtorasik ve transözofageal EKO yapılıp infektif endokardit dışlanmış. Yapılan tetkiklerinde sensörinöral tipte işitme kaybı olduğu tespit edilen hastanın çekilen kranial ve kulak MR görüntülemelerinde posterior fossada tüm dural katmanlarda, supratentorial bölgede, orta kranial fossa tabanı ve falks serebri düzeyinde kalınlaşma ve kontrastlanma artışı, sol maksiller ve frontal sinüslerde mukozal kalınlaşma tespit edilmiştir. MR incelemesinde orbital tutulumu olduğu da görülen olgunun görme kaybı gibi herhangi bir görsel Resim 1. Postkontrast 3D T1 aksiyal kesitte posterior fossa ve hemisferik durada yaygın kalınlaşma ve patolojik kontrastlanma izlenmektedir. Dural tutulum bilateral parasellar alana, ayrıca solda intraorbital ekstrakonal mesafeye uzanmaktadır. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI yakınması yoktu. Bunun üzerine hasta nörolojik tutulumla seyreden hastalıklar açısından nöroloji kliniğine nakil verilmiş. Takibinde granülomatöz polianjiitis açısından kliniğimize konsulte edilen hastanın otoantikorlarından ANA 1/320 homojen pozitif, ENA paneli negatif, antiCCP ve RF>200 IU/mL gibi yüksek titrede pozitif, c-ANCA 1/100 dilüsyonda pozitif bulundu. Tam idrar tetkikinde hematüri veya lökositüri yoktu. Akciğer grafisinde kaviter lezyonları toraks BT ile de doğrulanan hastaya, c-ANCA pozitifliği, akciğer tutulumu ve nazal inflamasyon bulguları ile GPA tanısı kondu. Azatiopirin 50 mg 1x1 ve metilprednizolon 3 gün 500 mg pulse aldıktan sonra idame dozu olarak 64 mg başlandı. Takibinde hasta tedaviye uyum göstermemiş ve GPA aktivasyonu olmuştur. Bu nedenle hastaya 2 kür 500 mg siklofosfamid ve bu kürden 1 yıl sonra 2. nüks için 3 kür 500 mg siklofosfamid daha verilmiştir. Sonrasında azatiopirin ve metil-prednolle takip edilen hasta yaklaşık 6 ay önce fonofobi, fotofobi, tüm baş çevresinde zonklayıcı tarzda ağrı yakınmaları ile başvurmuş olup MR görüntülemede eski MR incelemeleri ile Resim 2. Postkontrast T1 ağırlıklı koronal kesitte yaygın pakimeningeal tutulum yanı sıra leptomeningeal kontrastlanma izlenmektedir. 95 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu benzer dural kalınlaşma dışında ek patoloji saptanmadı. Yapılan LP benign sitoloji olarak raporlanan hastaya pakimenenjit tanısı kondu. Hasta şu anda 3. nüks nedeni ile 1 gram siklofosfamid tedavisi almaya devam etmektedir. Tartışma: Granülomatöz polianjiitis (GPA), orta ve küçük çaplı damarların nekrotizan vasküliti olup en sık alt ve üst solunum yolları ile böbrekleri tutar (1). Bu ender görülen hastalığın santral sinir sistemi (SSS) tutulumu oldukça nadir olup yapılan çeşitli çalışmalarda sıklığı %2-8 olarak bildirilmiştir (2,3,4). GPA’nın sinir sistemi tutulumu olguların %50’ sine kadarında görülmekte olup en sık periferik nöropati şeklinde karşımıza çıkar ve SSS tutulumu oldukça nadirdir (2). Kendini kranial sinir tutulumları, konvulziyon, eksternal oftalmopleji ve serebrit şeklinde gösterebilir (3). Tanı: Granülomatöz polianjiit, orbita ve duramater tutulumu Sonuç ve anahtar mesaj: Olgumuzda SSS tutulumu nedeni ile işitme kaybı ve pakimenenjit görülmüş olup nörolojik bulgulara ek olarak pürülan nazal akıntı, akut böbrek hasarı, hemoptizi gibi bulgular varlığında GPA başta olmak üzere sistemik vaskülitler akla gelmelidir. Anahtar Kelimeler: Granülomatöz polianjiitis, santral sinir sistemi, pakimenenjit, duramater Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 96 Tarzi R, Pusey CD. Current and future prospects in the management of granulomatosis with polyangiitis (Wegener’s granulomatosis). Ther Clin Risk Manag. 2014;10:279–293. Albayram S, Kızılkılıç O, Adaletli İ, ve ark. MR Imaging Findings of Spinal Dural Involvement with Wegener Granulomatosis. AJNR 2002; 23: 1603-1606. Nishino H1, Rubino FA, DeRemee RA, ve ark. Neurological involvement in Wegener’s granulomatosis: an analysis of 324 consecutive patients at the Mayo Clinic. Ann Neurol. 1993; 33:4-9. Hoffman GS, Kerr GS, Leavitt RY, ve ark. Wegener Granulomatosis: An Analysis of 158 Patients. Ann Intern Med. 1992; 15:116:488-98. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-029] Akut Karın ile Acil Servise Başvuran Polimiyozit Tanılı Olgu Hilal Heybeli1, Gonca Karabulut2, Hayriye Koçanaoğulları2, Vedat İnal2, Mümtaz Yılmaz3 1 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, İzmir 3 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Nefroloji Bilim Dalı, İzmir 2 Başvuru yakınması: Karın ağrısı, bulantı, kusma, ateş, sarı renkli sulu dışkılama yakınmaları ile başvuran 44 yaşında erkek hasta. Batın ultrasonografisinde batın içi serbest sıvı yoktu. Karaciğer ve safra yolları ve safra kesesi normaldi, perikolesistik sıvı yoktu. Kısa öykü, fizik muayene, laboratuar: Hastamız dış merkezde bir yıl önce polimiyozit tanısı konmuş, akciğer ve böbrek tutulumu nedeniyle steroid tedavisi uygulanarak takip edilmekteymiş. Hastanın son iki aydır ara ara olan yaygın karın ağrısı, 39-40°C’yi bulan ateşi mevcutmuş. Hasta bu nedenle sık sık acil servise başvurmuş. Hastanın abdomen tomografisi; “solda sıvama tarzında plevral efüzyon, sol alt lob atelektazileri, sağ parakolik ve periçekal minimal inflamatuar değişiklikler mevcut olduğu, kitle veya serbest sıvı olmadığı, serbest hava yok şeklinde yorumlandı. Batın duvarında internal ve eksternal oblik kaslarda ve transvers abdominal kasta kalınlaşma ve inflamasyon görülüp komşuluğunda cilt altı inflamasyon saptandı, solid organlar normal olarak değerlendirildi. Sigmoid kolonda volvulus benzeri lokal ve umblikus seviyesine kadar yükselmiş hava distansiyonu, proksimalinde ve distalinde normal kolon ve rektum lümeni ile devamlılık gösterdiği saptandı. Dilate olan segment çevresindeki mezenterde herhangi bir rotasyon mevcut değildi. Lümen kendi ekseni etrafında katlanmış olabilir ve buna bağlı radyolojiye yansımış olabilir. Sigmid volvulus? kliniği ile birlikte değerlendirilmesi ve takibi önerilir” olarak radyoloji tarafından raporlandı. Hastanın hepatit serolojisi negatifti. Gönderilen idrar ve dışkı kültürlerinde herhangi bir üreme olmadı. Sserum protein elektroforezi akut inflamasyonla uyumlu olarak geldi. Acil servisimize başvurusunda tüm batına yayılan, nonsteroid anti inflamatuar ilaçlara rağmen geçmeyen karın ağrısı, bulantı kusması ve sarı renkli 2-3 kez dışkılaması mevcuttu. Hastanın kan basıncı 121/79mmHg, nabız: 120/ dk ateş: 36.3°C saptandı. Her iki akciğer solunuma eşit katılmaktaydı fakat sol bazalde solunum sesleri yoktu, sağ bazalde ise azalmıştı, ral-ronküs saptanmadı. Batın muayenesinde yaygın hassasiyet ve bir bölgeye lokalize olmayan defans ve rebound mevcuttu; hepatomegali yoktu, traube alanı açık bulunan hastada, dalak palpe edilemedi. Batın yan duvarlarda lokalize yumuşak doku şişliği ve sertlik fark edildi. Periferik lenfadenopati saptanmadı. Hastanın kas gücü alt ve üst ekstremite proksimal kaslarda azalmış olarak bulundu (4/5). Laboratuvar bulguları: Hastanın laboratuvar bulgularında patolojik olanlar; lökositi:16.990 μL, CK:1071 IU/L, albümin: 3.3g/dL, ESH: 31mm/saat, CRP: 30.25 mg/dl, spot idrar protein: 45 mg/dl, spot idrar protein/kreatinin: 1142.1 mg/g krea şeklinde sonuçlanmıştı. Ön tanılar: 1- Akut cerrahi batın, 2- Akut gastroenterit, 3- Polimiyozitin batın içi tutulumu Ayırıcı tanı: Hastanın ek tetkikleri yapıldı. Akciğer grafisinde sol kostofrenik sinüs kapalı, sağ sinüs küntleşmiş, sağ alt zonda lineer atelektatik bant saptandı. Solunum fonksiyon testi restriktif patern ile uyumluydu. Hastanın çekilen EKG’si; normal sinüs ritmindeydi. Ekokardiyografide ejeksiyon fraksiyonu normal, birinci derece triküspit ve mitral yetmezliği saptandı. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Karın ağrısı, akut faz reaktanlarının yüksek olması, bulantı kusma ve çekilen batın tomografisinde volvulus? olması nedeniyle akut batın gibi düşünülerek genel cerrahi kliniğine konsülte edildi. Hastanın oral alımı kapatılarak cerrahi batın gibi takip edilmesi ve gastroenterolojiye de danışılması önerildi. Hasta bunun üzerine gastroenterelojiye danışıldı ve hastaya kolonoskopi yapıldı. Kolonoskopisi normal olarak saptandı ve volvulus bulgusu saptanmadığı belirtildi. Hasta karın ağrısı, bulantı, kusma, ishal, akut faz reaktanlarının yüksek olması nedeniyle akut gastroenterit olabileceği düşünülerek enfeksiyon hastalıklarına danışıldı ve hastaya siprofloksasin ve metronidazol kombinasyonu önerildi. Hastanın izleminde akut faz yanıtlarının ve lökositozunun gerilediği ama karın ağrısının hafiflemediği ve opioid analjeziklere bile istenen yanıt alınamadığı görüldü. 97 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Hastaya polimiyozitin batın içi kas tutulumu yapmış olabileceği ön tanısıyla 500 mg/gün olmak üzere 3 gün pulse metilprednizolon tedavisi uygulandı, ardından idame olarak 60mg/gün prednizolon tedavisine geçildi. Hastanın günlük izleminde karın ağrısının geçtiği, ESH, lökosit değerlerinin düzeldiği görüldü. Tanıya götüren bulgular: Hastanın muayenesinde yüzünde pletore, batında defans rebound ve yaygın hassasiyet ve batın yan duvarlarında lokalize şişlik yumuşak doku şişliği ve sertliği saptandı. İnflamatuar romatolojik patolojiler açısından polimiyozit anamnezi ve ona bağlı kas güsüzlüğü harici ek bulguya rastlanmadı. Batın tomografisinde batın duvarında internal ve eksternal oblik kaslarda ve transvers abdominal kasta kalınlaşma ve inflamasyon görülüp komşuluğunda cilt altı inflamasyon görülmüştür. Akut batın gibi görünen bu durum pulse steroid tedavisi ve idame steroid tedavisinin düzenlenmesiyle gerilemiştir. Böylece hasta polimiyozitin sistemik tutulumu olması yanı sıra batın içi kas tutulumunun olduğu ve akut batın tablosuyla gelen polimiyozit olgusu olarak değerlendirilmiştir. Tartışma: Kas inflamasyonu ile karakterize hastalıklar ‘inflamatuar miyopatiler’ adı altında incelenir. İnflamatuar miyopatiler, kaslar veya birleşik dokularda; kasları destekleyen kan damarları gibi bölgelerde iltihabi yanıt oluşturan bir grup kas hastalığıdır. Polimiyozit (PM) idyopatik inflamatuar miyopatiler grubundandır. PM multisistem hastalıklardandır ve klinik bulgular açısından zengindir. Kas güçsüzlüğü en sık görülen, hastayı hekime götüren başlıca şikayettir (1,2). Polimiyozitin belirgin kas tutulumu gösterdiği bölgeler proksimal ekstremite, deltoid kas ve boyun fleksör çizgili kas bölgesidir. Batın içinde de çizgili kaslar bulunmasına rağmen, bu bölge sık olarak tutulum gösterdiği bölge olarak tanımlananlar arasında yoktur. Bu vaka için de ön planda polimiyozit atağı akla gelmemiş, ilk planda cerrahi akut batın nedenleriyle dahili olarak karın ağrısına yol açan diğer sebepler akla gelmiştir. İleri tetkik ve tedaviyle değerlendirildiğindeyse radyolojik bulgularla ve izleminde steroid tedavisine yanıt vermesiyle polimiyozitin internal abdominal, eksternal abdominal, oblik kas, transversus abdominis kaslarının çizgili kas olması sebebiyle bu kasların tutulduğu düşünülmüştür. Hasta tüm bulgular ışığında değerlendirilip tedaviden de yola çıkarak ekartasyonla polimiyozitin akut batın tablosuyla yansıması olarak değerlendirildi. Literatürü taradığımızda akut batın şeklinde polimiyozit atağıyla gelen ve bu şekilde klinik veren olguya rastlanmamıştır. Sadece juvenil dermatomyozitte tekrarlayan karın ağrısı atağıyla başvuran kız çocuğu olgusundan ve tekrarlayan karın ağrısı ataklarıyla başvuran dermatomiyozitli bir hastadan bahsedilmiştir (3,4). Akut batın şeklinde başvuran polimiyozit olgusu bildirimi yapılmamıştır Tanı: Polimiyozitin batın içi kas tutulumu ile gelen akut karın Sonuç ve anahtar mesaj: Akut batın ile gelen polimiyozit hastasında diğer nedenler dışlanırsa hastalığa bağlı kas tutulumu da olabileceği akla gelmelidir. Anahtar Kelimeler: Polimyozit, akut batın Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 98 Miller ML, TargoffIN,Shefner JM ve ark.Clinical manifestations and diagnosis of adult dermatomyositis and polymyositis. In: UpToDate, Basow, DS (Ed), UpToDate, Waltham, MA, 2010 Dalakas MC, Hohlfeld R. Polymyositis and dermatomyositis. Lancet 2003;362:971. Slaoui B, Souhail F, Aboussad A, Bougrine M. [Recurrent abdominal pain Revealing dermatomyositis]. Arch Pediatr. 1996;3:90-1. Stefanski JC, Shetty AK. Abdominal pain in a girl with juvenile dermatomyositis. Clin Pediatr (Phila). 1998;37:561-3. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-030] Yaygın Ödem ile Seyreden Dermatomiyozit: bir Olgu Sunumu ve Literatür Derlemesi Servet Yolbaş1, Ahmet Yıldırım1, Barış Gündoğdu1, Zülkif Bozgeyik2, Süleyman Serdar Koca1 1 2 Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Bilim Dalı, Elazığ Başvuru yakınması: 29 yaşında kadın hasta, 20 gündür olan kaslarda güçsüzlük, yüzde, üst ve alt ekstremitelerde şiddetli ödem ve yutma güçlüğü yakınmaları ile başvurdu. Fizik muayene, laboratuar: Başvurusunda vital bulguları; ateş 37.2 derece, kan basıncı 140/80 mmHg ve nabız 97 /dk idi. Hastanın fizik bakısında göz çevresi ve dudakları da içerecek şekilde yüzün tamamının şiş olduğu, periorbital heliotrop raş ve yine yüz bölgesinde fotosensitif eritem belirlendi. Bilateral alt ve üst ekstremitelerde proksimal kas gücü 3/5 olarak değerlendirildi. Hastanın laboratuar bulguları: hemoglobin 15.3, hematokrit: %46, lökosit:6630/m3, trombosit: 212.000/ m3, üre: 26 mg/dL, Kreatinin 0.7 mg/dL, total protein: 5.7 g/dL, albumin: 2.5 g/dL, AST: 956 U/L, ALT: 217 U/L, LDH: 1275 U/L, kreatin kinaz (CPK): 48070 U/L idi. Eritrosit sedimentasyon hızı: 45 mm/saat C-reaktif protein 4.13 mg/L. ANA immünfloresan boyama ile negatif olarak saptandı. EMG: Miyopatik motor ünit potansiyel (MÜP)’ler izlendi. Alt ve üst extremite doppler ultrasonografide (USG) derin ven trombozu lehine bulgu saptanmadı. Proksimal kasların magnetik rezonans (MR) ile görüntülenmesinde ise kas yapılarda atrofik değişiklikler ile birlikte yaygın ödemli görünüm belirlendi (Şekil 1). Ancak, kuadriceps kasından yapılan biyopside miyozit lehine bir bulguya rastlanmadı. Klinik seyir: Bu bulgularla, yüksek olasılıklı dermatomiyozit olarak değerlendirilip, hastaya 3 gün 1000 mg pulse metil prednizolon (MP) verildi. Ancak, bu tedaviye yanıt alınamadı. Yaygın ödem sürmekte ve CPK düzeyi:71.130 U/L, AST:1672 U/L, ALT:536 U/L ve LDH 3913 U/L olarak kadar çıktı. CPK düzeylerinde azalma yoktu. Bu nedenle, hasta steroide dirençli DM olarak kabul edildi ve intravenöz immünglobülin (IVIG) 400 mg/kg/gün’den 5 gün süreyle verildi. IVIG tedavisi sonrası ödemleri azaldı, CPK düzeyleri gerilemeye başladı. Fizyoterapi ile de hasta günlük aktivitelerini yerine getirebilecek düzeye geldi. Hasta azotiprine 50 mg 2x1 ve MP 4mg 1x1 tedavisi ile remisyondadır ve düzenli takiplerine devam etmektedir. Tanı: Dermatomiyozit TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Tartışma: Dermatomiyozit (DM), immün sistem aracılığı ile oluşan, proksimal kas güçsüzlüğü ve tipik cilt bulguları ile seyreden bir bağ dokusu hastalığıdır. Prevalansı yaklaşık 1/100.000 iken kadın erkek oranı kabaca 2/1’dir. DM’de proksimal kas güçsüzlüğü ile birlikte Gottron papülleri, Heliotrop raş, şal ve V belirtisi gibi cilt bulguları vardır. Bunlarla birlikte kanserle yakın ilişki, damarlarda immün kompleks depolanması ve kompleman aracılı hasar mevcuttur. Tanı klinik bulgular, artmış kas enzimleri, spesifik otoantikorlar, anormal elektromiyelografi (EMG) bulguları ve kas biyopsi anormalliklerinin varlığına göre konulur. Ek olarak miyopati yapabilen diğer nedenlerin dışlanması önemlidir. Kreatin kinaz (CPK) başta olmak üzere kas enzimleri hemen her zaman yüksektir. Normalin üst sınırının 100 katından fazla olarak tanımlanan aşırı CPK yüksekliği nadir gözlenir. Semptomları 6 aydan uzun olması, aşırı kas güçsüzlüğü, akciğer tutulumu, kalp tutulumu, disfaji ve malignite varlığı kötü prognostik işaretlerdir. Ödem, interstisyel sıvı hacminin artarak şişliğe yol açmasıdır. Lokalize ödemde sadece bir bölgede sıvı artışı olurken, yaygın ödemde ise tüm vücutta interstisyel sıvı artışı olur. Sistemik ödemin klinik olarak gözle görünür hale gelmesi için interstisyel alanda en az 2.5 litre sıvı birikmesi gerekir. Kapillerler suya ve küçük solütlere karşı geçirgendir. Bu nedenle vücut sıvısı hücre içi, interstisyel alan ve intravasküler kompartmanlar arasında dinamik olarak hareket eder. Ödem gelişiminde artmış kapiller hidrostatik basınç, azalmış plazma onkotik basıncı, artmış kapiller geçirgenlik, lenfatik obstriksiyon ve azalmış onkotik basınç rol alır. Kronik inflamatuar bir hastalıkda immün mekanizmalar, kompleman sistemi ve artmış inflamasyon sonucu kapiller damar geçirgenliğinde bozulma meydana gelebilir. Ek olarak DM’de kas hücrelerinin yıkımına bağlı interstisyel alanda onkotik basınç artışı sonucu sıvı dengesi interstisyel alan lehine kayabilir. Bu şekilde ödem gelişebilir. DM’de periorbital lokalize ödem nispeten sık iken, yaygın sistemik ödem oldukça nadirdir ve olgu sunumları ile sınırlı bildirimler mevcuttur (Tablo 1). 99 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Resim 1. Hastamızın koronal STIR ve aksial yağ baskılı imajlarda tüm kas gruplarında atrofi ile birlikte yaygın atrofi dikkati çekmektedir. Tablo1. Yaygın ödem ile seyreden dermatomiyozit olgularının klinik ve laboratuar verileri Yaş (Yıl) Cinsiyet Süre (Hafta) Ödemli Bölgeler Disfaji Tedavi Sonuç 62 K 20 Üst ext, gövde var MP Düzelme Smyth (16) 27 K 4 Önkol yok MP, AZA Düzelma Gorelik (8) 31 E 2 Üst ve alt ext, npö var HCQ, IVIG Düzelme Yazar Nitsche A (9) Gorelik (8) 63 E 2 Sol Kol yok Non-spesifik Düzelme Mroué (10) 78 K 1 Üst ext yok MP Düzelme Werner (15) 40 E 56 Üst ve alt ext, gövde, npö var MP + IVIG Öldü Ito (11) 78 K 2 Üst ve alt ext, pö var MP Düzelme Düzelme Lee (14) 48 K 4 Generalize, npö var Puls MP (MP+ MTX tedavisi sonrası relaps, IVIG’e yanıtsız) Haroon (12) 61 K 1 Üst ve alt ext, gövde, yüz var IVIG (MP, AZA, MMF yanıtsız) Düzelme Chai (13) 62 E 8 Generalize, npö yok IVIG (MP+MTX yanıtsız) Düzelme Chai (13) 23 K 16 Generalize, npö yok IVIG (MP+MTX yanıtsız) Düzelme Chai (13) 38 K 12 Generalize, pö var IVIG (MP+MTX yanıtsız Düzelme Chai (13) 38 E - Üst ext, npö var IVIG +MTX ( 250 mg PR yanıtsız) Düzelme Jung (5) 52 K - Generalize (+Evans sendromu) var Yüksek doz KS + İST Düzelme Bizim olgumuz 29 K 3 Üst ve alt ext, yüz var IVIG (1 gr puls steroide yanıtsız) Düzelme K: kadın, E: erkek, Ext: ekstremite, pö: periorbital ödem, npö: periorbital ödem yok, MP: metil prednizolon ve eşdeğerleri, IVIG: intravenöz immünglobülin, MTX: methotreksate, AZA: azatiopürin, HCQ: hidroksiklorakin. DM’de periorbital ödem nispeten sık görülürken, extremitelerde veya anazarka tarzında ödem oldukça nadirdir. Ödem gode bırakan ve gode bırakmayan şekilde görülebilir. Bu ödemin etyoljisi tam aydınlanamamış olmakla birlikte perivasküler inflamasyon, kompleman sistem aktivasyonu, immün komplex birikimi ve endotel hasarından kaynaklanan artmış kapiller geçirgenliğin ödeme yol açabileceği düşünülmektedir. Ek olarak kas hücre yıkımı 100 sonucu intrasellüler makromolekiller komponentlerin interstisyel alana geçmesi de ödem gelişmesi için muhtemel patolojik mekanizmalardır. İnflamatuar myopatilerde cilt ve cilt altı dokularda ödemi saptamak, hastalık aktivitesini değerlendirmek, tedavi kararını vermek, kas biyopsisinin alınacağı bölgeyi tespit etmek ve tedaviye yanıtı değerlendirmek için MR kulanılabilmektedir. Ödemi tespit etmek için USG’de TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i kulanılmaktadır. Ayrıca extremitelerde ödem olan olgularda damar patolojilerini dışlamak için doppler USG, MR anjiografi veya venografi kulanılabilmektedir. DM’de başlangıç tedavisi tek başına steroid veya steroid ve methotreksate/azatiopürin kombinasyonudur. Hastaların yaklaşık %90’nı bu tedavilere yanıt verir. Dirençli vakalarda rituksimab, intravenöz immün globulin (IVIG), mikofenolat mofetil ve siklosporin gibi diğer immün süpresif tedaviler düşünülebilir. Hidroksiklorokin cilt bulgularının kontrolünde oldukça faydalı olmasına karşın, kas bulgularına etkisi yoktur. Literatürü taradığımızda yaygın cilt altı ödemle seyreden 14 olgu saptandı (Tablo 1). Ödemle seyreden DM’nin tedavisi için henüz bir klavuz yoktur. Daha önce yapılmış olan yayınlarda farklılık göstermektedir. Literatürde bir olgu non-spesifik destek tedavisi ile, üç olgu sadece steroid tedavisiyle ve bir olgu yüksek doz steroid ve immünsüpresif tedavi ile düzelmiş, 6 olgu ise diğer tedavilere yanıt vermemiş ve ancak IVIG tedavisi ile düzelmiştir. Bir olgu ise IVIG tedavisine yanıt vermezken, yüksek doz steroid tedavisine yanıt vermiştir. Solunum kasları tutulmuş olan olgu ise stroid ve IVIG tedavisi almış olasına karşın ölmüştür. Anazarka ve extremitelerde ödem ile seyreden hastaların bir çoğu ancak agresif immünosüpresif ve IVIG tedavileri ile düzelmektedir. Bizim olgunuzda puls steroid tedavisine yanıt vermemiş, ancak IVIG tedavisi ile dramatik olarak düzelmiştir. Olgumuz miyopati yapacak diğer nedenler açısından değerlendirildi ve yaygın ödeme neden olabilen böbrek yetmezliği, nefrotik sendrom, kalp yetmezliği, karaciğer yetmezliği, protein kaybettiren enteropati, malignite, hipotiroidi ve derin ven trombozu gibi nedenler dışlandı. Proksimal kas güçsüzlüğü, heliotropik raş, kas enzim yüksekliği ve tipik EMG bulguları olan olguya Bohan and Peter kriterlerine göre DM tanısı kondu. DM tedavisi ile DM kliniği ve labortuvar bulguları ile birlikte vücuttaki yaygın ödemde gerilediğinden yaygın ödem DM kliniği ile ilişkilendirildi. Sonuç ve anahtar mesaj: Sık olmamasına karşın ciddi ödem DM’ye eşlik edebilir ve konvansiyonel tedaviye dirençli olması durumunda IVIG etkin bir tedavi seçeneği olarak düşünülebilir. Anahtar Kelimeler: Dermatomiyozit, ödem, intravenöz immünglobülin Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. Miller FW. Ann Rheum Dis 2012;71:i82-5 Bohan A, ve ark. N Engl J Med 1975;292:344-7 Haroon M, ve ark. J Clin Rheumatol 2011;17:135-7. Chai Y, ve ark. Neuromuscul Disord 2011;21:439-42. Lee KH, ve ark. Rheumatol Int 2008;28:797-800. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 101 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-031] Ekstremitelerde Purpurik Lezyonlar; Nadir Görülen bir Hastalık Gonca Karabulut, Hayriye Koçanaoğulları, Vedat İnal Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim dalı, Romatoloji Bilim Dalı, İzmir Başvuru yakınması: 32 yaşındaki erkek hasta bacaklarda ve el parmaklarında mor-kahverenkli deri lezyonları yakınması ile başvurdu Öykü, fizik muayene, laboratyuar bulguları: Daha önceden bilinen kronik bir hastalığı olmayan 32 yaşında erkek hastada son 9 aydır, önce bacakların ön ve arka yüzlerinde başlayan ardından parmaklarda tırnak çevresine yayılan mor-kahverengi deri lezyonları olmaktaymış. Lezyonlarda zaman zaman hafif düzeyde kaşıntı da varmış. Bu nedenle aile hekimi tarafından romatoloji bölümüne yönlendirilmiş. Olgu romatoloji polikliniğinde görüldüğünde genel ve romatolojik sorgulaması normaldi. Özgeçmişinde kronik bir hastalık ve ilaç kullanım ve sigara öyküsü yoktu. Soygeçmişinde babada koroner arter hastalığı mevcuttu. Fizik muayenede; kan basıncı 110/70 mmHg, Nabız:80/ dk, akciğer, kalp ve batın muayenesi normal sınırlarda idi. Periferik lenfadenopati saptanmadı. Kas iskelet sistemi bakısında problem yoktu. Bilateral bacaklarda dize doğru yayılan deriden kabarık olmayan, düzensiz şekilli, basmakla solmayan, kırmızı, mor-kahverengi, yer yer sarı, bazılarının çevresinde kırmızı benekler içeren lezyonlar mevcuttu (Resim 1,2). Sağ el 4. ve 2. ve sol el 2. parmakta tırnak proksimalinde de benzer özellikte deri lezyonları vardı. Laboratuvar Bulguları: Hemogram, rutin idrar, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri akut faz yanıtları normal olarak bulundu. Ön tanılarımız: 1- Anti nötrofilik sitoplazmik antikor ilişkili vaskülitler 2- İnfeksiyonlar 3- Paraneoplastik vaskülit 4- İlaca bağlı gelişen vaskülit 5- Damar bütünlüğünü bozan nedenler (senil purpura, steroid fazlalığı, C vitamin eksikliği, travma) 6- Purpurik dermatoz (Schamberg hastalığı) 7- Waldenström hipergamaglobulinemik purpura 8- Koaagulasyon bozuklukları 9- Ehlers-Danlos sendromu gibi konnektif doku bozuklukları Ayırıcı tanı: Hastada tanımlanan lezyonları açıklayacak ilaç ve enfeksiyon öyküsü yoktu. Travma tariflemiyordu. Olgunun tam kan sayımı, periferik yayması, rutin kan biyokimyası, rutin idrar tetkiği, akut faz yanıtları, kanama ve pıhtılaşma testleri normal sınırlarda idi. Maligniteyi düşündüren semptom veya bulgusu yoktu. Akciğer 102 grafisi, batın ultrasonografisi normaldi. Nekrotizan vaskülit açısından sorgulaması normaldi. Allerji, kanlı burun akıntısı, nefes darlığı yoktu. Konnektif doku bozuklarını düşündürecek klinik bulgular yoktu. Hastanın tek yakınması yukarda tanımlanan deri lezyonları olduğundan bunun dışında semptom, bulgu ve laboratuar anormalliği olmadığından ayırıcı tanıda Schamberg hastalığı; purpurik dermatoz ön planda düşünüldü. Bacak arka yüzden lezyonlu deriden normal cildi de içerecek şekilde biyopsi alındı. Bacaktan alınan biyopside yüzeyel dermada daha çok perivasküler lenfositlerin egemen olduğu yangısal infiltrasyon, dermada kapiller dilatasyon, endotel prolifrasyonu ve eritrosit ekstravazazyonu saptandı. Histopatolojik bulgular, klinik bulgular ile değerlendirildiğinde Schamberg hastalığı olarak yorumlandı. Tanıya götüren bulgular: Öyküde ve fizik bakıda deri lezyonları dışında bulgu olmaması, deri lezyonlarının klinik görünümü, dağılımı ve kırmızı bibere benzer beneklenme göstermesi, laboratuar tetkiklerinin normal olması, biyopside yüzeyel dermada daha çok perivasküler lenfositlerin egemen olduğu yangısal infiltrasyon, dermada kapiller dilatasyon, endotel prolifrasyonu ve eritrosit ekstravazazyon gibi purpurik dermatozlarda görülebilecek bulguların olması Schamberg hastalığını düşündürdü. Tartışma: Purpura, eritrositlerin subkütan doku ve/veya deri içine ekstravazasyonu sonucu ortaya çıkan klinik bir bulgudur. Travma, infeksiyöz veya inflamatuvar değişiklikler, destek dokuların bütünlüğünün bozulması gibi nedenler, pıhtılaşma sisteminde herhangi bir patoloji olmadığı halde damar duvarından anormal kanamalara neden olur. Hasta öyküsü mutlaka purpurik lezyonların ne zaman başladığı, kanama tipi, travma, ilaç kullanımı, beslenme alışkanlıkları ve sistemik hastalık düşündüren semptom ve belirtilerin varlığı ile ilgili bilgileri içermelidir (1). Vasküler purpuralı bir hastada fizik muayene tek başına tanı koydurabilir. Örneğin, belirgin deri atrofisi ile birlikte önkollarda ve el sırtında çok sayıda mavimsi renkli ekimoz görülen yaşlı bir hastada senil purpura düşünülebilir; kalıtsal kollajen bozukluğu ile ortaya çıkan Ehlers-Danlos sendromunda hastanın derisi çekilmeye normal direnç gösteremez ve alttaki dokulardan kolayca TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Resim 1. Schamberg hastalığı ile uyumlu deri bulguları Resim 2. Schamberg hastalığı ile uyumlu deri bulguları ayrılabilir (1). Vasküler purpurada eritemden farklı olarak, derideki lezyon üzerine bir lamla basıldığı zaman purpurik renk solmaz. Sıklıkla mavi veya mor renkli olan başlangıç lezyonları zamanla yeşilimsi kahverengiye döner ve son olarak hemoglobinin bilirubine degradasyonuyla sarı renkli olur. Purpurik lezyonların değerlendirmesinde öncelikle lezyonun palpabl olup olmadığı, inflamasyon bulgularının ve lezyonun şekli önemlidir. Eritrositlerin ekstravazasyonu yanısıra fibrin birikimi, lokal ödem, hücresel infiltrasyon palpabl lezyonlara neden olabilir. Ağrı, eritem, ısı artışı ve lokalize ödem inflamasyonun göstergeleridir ve vaskülit veya immun kompleks bozukluğunu düşündürür. Purpurik lezyonun şekli de değerlendirmede önemlidir. İnflamasyon bulgusu olmadan ortaya çıkan retiniform purpurik lezyonlar küçük damar tıkaçlarını, retiniform ve inflamatuvar lezyonlar vasküliti destekler. Bizim olgumuzda deri lezyonları nonpalpabl ve noninflamatuar özellikteydi. Bu nedenle ayırıcı tanıda öncelikle yukarda sayılan hastalıklar düşünüldü. histopatolojik olarak küçük damar nekrotizan vaskülitine ve purpurik ilaç reaksiyonuna benzeyen bir hastalıktır. Sıklıkla alt ekstremitelerde, bazen de üst ekstremitelerin distallerinde yerleşen, değişik sayı ve büyüklükte, düzensiz şekilli, kahverengi maküllerle karakterli nadir görülen bir dermatozdur. Bu maküllerin çevresinde kırmızıbiber serpilmiş gibi bir görünüm vardır. Lezyonlar yavaş olarak proksimale doğru ilerler. Hastalık genel olarak semptomsuzdur ancak çok hafif kaşıntılı da olabilir. Hastalığın seyri kroniktir, aylar-yıllar boyunca devam edebilir veya kendiliğinden düzelebilir. Etiyolojisi bilinmemektedir. Hastalığın patogenetik temeli eritrosit ekstravazazyonu ile olan kronik kapilleritistir (2). Kesin tedavisi yoktur. Kolşisin, pentoksifilin denenen tedavi yöntemlerindendir(3). Schamberg hastalığı etiyolojisi bilinmeyen benign, genellikle asemptomatik, altta yatan sistemik bir hastalık veya ilaç kullanımı ile ilgisi olmayan ancak klinik ve Tanı: Schamberg Hastalığı Sonuç ve anahtar mesaj: Purpura kliniği ile gelen hastada ayrıntılı bir inceleme yapılmalı ve nadir görülen purpurik dermatozlar da akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Purpura, vaskülit, Schamberg hastalığı Kaynaklar 1. 2. 3. Hillman RS, Ault KA, Leporrier M ve ark. Vascular purpura. Hematology in Clinical Practice, Fifth ed. The McGraw-Hill Company 2011;356-363. Şendur N, Karaman G, Şavk E ve ark. Schamberg Hastalığı. ADU Tıp Fakültesi Dergisi: 2000;35-37. Alpay K, Bahadır S, Yıldız K ve ark. Schamberg Hastalığı (Olgu) İdiopatik Progresif Pigmente Purpurik Dermatoz. T Klin Dermatoloji: 1993;12-15. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 103 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-032] Tocilizumab Tedavisi Altında Gelişen Hemofagositik Sendrom Belkıs Nihan Coşkun, Ayşe Nur Tufan, Selime Ermurat, Ediz Dalkılıç, Yavuz Pehlivan Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Bursa Başvuru yakınması: 37 yaşında kadın hasta, ateş ve halsizlik yakınmaları ile başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene, başlangıç laboratuvar değerleri: Hastamız Bursa’da yaşıyor, ev hanımı. Hasta dönem dönem 39C’yi geçen ateş yüksekliği ve döküntü, artrit ve artraljisinin olması ve lökosit, ferritin, LDH yüksekliği olması, RF, CCP, ANA değerlerinin negatif gelmesi üzerine Erişkin Still Hastalığı tanısı kondu. Steroid olmayan anti inflamatuar ilaçlar, steroid, hidroksiklorokin, metotreksat, infliksimab, etanercept, ritüksimab tedavileri aldı. Mayıs 2013’te Tosilizumab 480 mg ayda bir olarak intravenöz uygulanmaya başlandı. Onuncu tosiluzumab infüzyonunu almak için başvurduğunda hastanın 2 gündür 38,5C yi geçen ateş yüksekliği, halsizliği, boğaz ağrısı mevcuttu. Fizik muayenesinde tonsillerde hiperemi ve bir adet kript görüldü. Solunum sistemi ve gastrointestinal sistem muayenesinde özellik saptanmadı. Laboratuvar tetkiklerinde; lökosit:2500 K/μL, nötrofil:1050 K/μL, hemoglobin:9,5 g/dL, trombosit:185.000 K/μL saptandı. Hastaya amoksisilin klavulonik asit ve ciprofloksasin tedavisi verildi. Bir hafta sonra kontrole geldiğinde şikayetleri düzelen hastanın lökosit:72.800 K/μL, nötrofil: 64.400 K/μL, %12 çomak, hemoglobin:9,1 g/dL, trombosit: 193.000 K/μL, sedimantasyon:57/h, CRP:12 mg/dL (<0.5), prokalsitonin:6.9 ng/ml (<0.5) saptandı. Periferik kan yaymasında; eritrositer seri hipokrom, mikrositerdi, lökosit formülünde %48 parçalı, %12 çomak, %2 eozinofil, %11 lenfosit, %5 monosit, %16 miyelosit, %6 metamiyelosit görüldü. Trombosit sayı ve kümeleşmesi normaldi. Ön tanılar: 1- Enfeksiyon, 2- Malignite, 3- Hastalık aktivasyonu Ayırıcı tanı: Enfeksiyon, inflamasyon, stres (fizik, emosyonel, ağır egzersiz), solid tümörler nötrofilik lökositozun ayırıcı tanısında düşünülmelidir. Periferik yayma değerlendirilerek lökositoz tanısı doğrulanmalı ve yalancı lökositoz ekarte edilmelidir. Periferik yayma ile artan lökosit alt grubu ve maturasyonu belirlenmelidir. Enfeksiyon, inflamasyon ve malign hastalıkları ekarte etmek için ayrıntılı fizik muayene yapılmalıdır. Bu hastalıkların varlığına ait bulgular: Ateş, hipotansiyon, şok, taşikardi, hipotermi (ağır sepsis), abse veya herhangi bir bölgede enfeksiyon varlığı, abdominal hassasiyet, pulmoner konsolidasyon 104 veya plevral efüzyon bulgusu, eklemlerde şişlik, kızarıklık, hassasiyet, hepatosplenomegani ve lenfadenopatidir. Nötrofili ile anemi birlikteliği nonspesifik bulgu olup enfeksiyon, inflamasyon, hemoliz ve malignite gibi pek çok durumda görülebilir. Kemik iliği aspirasyonunun lökoeritroblastik tablo, immatur hücrelerin (blast ve metamyelositten genç hücreler) periferde izlenmesi dışında lökositoz değerlendirilmesinde yardımı azdır. Bu durumlarda kemik iliği biyopsisi de yapılmalıdır. Ayrıca mantar ve mikobakteri kültürü yapılmalıdır. Biyopsi ile granülom tesbit edildiğinde mantar için daha ayrıntılı arama yapılmalıdır. Eğer periferik yayma ile lösemi veya myeloproliferatif hastalık düşünülürse, belirgin splenomegali varsa kemik iliği biyopsisi hemen yapılmalıdır. Sola kayma ve lökositoz pek çok akut bakteriyel enfeksiyonda görülür. Pnömokok ve Stafilokok enfeksiyonlarında lökosit sayısı çok yükselebilir. Ancak ağır enfeksiyonlar kemik iliği deposunu boşaltarak nötrofiliden çok nötropeniye yol açabilir. Enfeksiyon ve inflamasyonda nötrofillerde toksik granulasyon, Döhle cisimciği ve sitoplazmik vakuoller bulunabilir. Tanıya götüren bulgular: Yatışında hastaya ampirik piperasilin tazobaktam tedavisi başlandı. Genel durumda kötüleşme, uykuya eğilim, yüklenme bulguları saptandı. Albümin değerinin 1.9 saptanması üzerine diüretik ve albümin infüzyonu başlandı. Sepsis düşünülerek hastaya kolistin ve flukonazol tedavileri başlandı. Hastada pansitopeni gelişti. Kemik iliği aspirasyonu granülositer seri aktivasyonu gösteren normosellüler aspirat ve hipersellüler imprinti (Myeloid/Eritroid=10) olarak rapor edildi. Genel durumunda kötüleşme, sitopenide derinleşme, LDH yüksekliği, hemostaz testlerinde bozulma, sedimantasyon ve CRP değerlerinde düşme sebebiyle hastada hemofagositik sendrom düşünüldü. Beş gün süreyle intravenöz pulse metilprednisolon verildi. İdamede 1 mg/kg/gün dozunda devam edildi. Ayrıca 25 gr/gün intravenöz immünglobülin tedavisi 5 gün verildi. Genel durumu düzelen hastanın kontrol değerleri lökosit:4800 K/μL, hemoglobin: 11 mg/dL, trombosit:124000 K/μL, sedimantasyon:35 mm/h, CRP:3.3 mg/dL olarak saptandı. Hastaya anakinra tedavisi başlandı. Tartışma: Erişkin Still Hastalığı (ESH); ateş, artralji/artrit, deri döküntüsü, nötrofilik lökositoz ve birçok organ TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i tutulumu ile karakterize multisistemik inflamatuar bir hastalıktır. Jüvenil idiopatik artritin ( JIA) sistemik formunun erişkinde görülen şeklidir. Makrofaj Aktivasyon Sendromu (MAS), hemofagositik sendrom, hemofagositoz ve hemofagositik lenfohistiyozis olarak da adlandırılır. ESH’ın seyri sırasında gelişebilen, akut ateş, hepatosplenomegali, lenfadenopati, pansitopeni, serumda yüksek ferritin düzeyleriyle birlikte, trigliserit ve karaciğer fonksiyon testlerinde yükseklik ve histolojik olarak kemik iliğinde histiyositler tarafından hemafagositozun görüldüğü nadir ama fatal bir komplikasyondur. Otoimmün hastalıklarda MAS epidemiyolojisi konusunda halen belirsizlik bulunmaktadır. En fazla klinik bilgi sistemik JIA (sJIA) hastalarında bulunmakta ve bu hastalarda MAS’ın %7 ila %13 oranda bulunduğu bildirilmektedir. Bir sJIA serisinde kemik iliğinde subklinik MAS kanıtı >%50 oranında tespit edilmiştir. MAS ile ilişkisi bildirilen diğer otoimmün hastalıklar; dermatomiyozit, Kawasaki hastalığı, SLE, ESH, ankilozan spondilit, sarkoidoz, inflamatuvar bağırsak hastalığı, entezit ilişkili artrit, tanımlanmamış otoimmün hastalıklar, poliartiküler JIAdır. Otoimmünitenin diğer formlarında olduğu gibi, romatolojik hastalığı olan pek çok kişide hemofagositik sendrom için standart bir tanı ve tedavi yöntemi henüz yoktur. Mevcut tedavi seçenekleri (vaka serileri ve bireysel deneyimlere göre): kortikosteroidler, intravenöz immünglobülin, siklosporin, etanercept, anakinra, etoposid, plazmaferez, antitimosit globülin, abatasept, naproksen ve splenektomidir. Tanı: Hemofagositik sendrom Sonuç ve anahtar mesaj: Zemindeki hastalığın klinik özellikleri ile örtüşmeler söz konusu olduğundan romatolojik hastalığı olanlarda yeni başlayan hemofagositik sendromun tanınabilmesi için şüphe yüksek tutulmalıdır. Hemofagositik sendrom zaten immunosupresif tedavi altında olan bu hastalarda kolaylıkla ciddi infeksiyon ve sepsis ile karıştırılabilir. Anahtar Kelimeler: Hemofagositik sendrom, erişkin Still hastalığı, tocilizumab Kaynaklar 1. 2. 3. Behrens EM ve ark. Occult macrophage activation syndrome in patients with systemic juvenile idiopathic arthritis. J Rheumatol 2007; 34:1133– 1138. Arlet JB ve ark. Reactive haemophagocytic syndrome in adult-onset Still’s disease: a report of six patients and a review of the literatüre. Ann Rheum Dis. 2006;65(12):1596-601. Gerfaud-Valentin M ve ark. Pathophysiology, subtypes, and treatments of adult-onset Still’s disease: An update. Rev Med Interne. 2014 Nov 5. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 105 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-033] Periferik Arterlerde MTHFR Gen Mutasyonu ile İlişkili Tromboz Saptanmış bir Romatoid Artrit Olgusu Servet Yolbaş1, Ahmet Yıldırım1, Zülkif Bozgeyik2, Burak Uz3, Süleyman Serdar Koca1 1 Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Bilim Dalı, Elazığ 3 Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Elazığ 2 Başvuru yakınması: 46 yaşında kadın hasta, romatoid artrit (RA) tanısıyla takip edilirken takibinde tromboz gelişti. Öykü, fizik muayene, laboratuar, görüntüleme: Beş yıl önce el küçük eklemleri, el bilekleri, dirsek, diz ve ayak bileğinde ağrı ve şişlik şikayetleri üzerine yapılmış olan tetkiklerinde eritrosit sedimentasyon hızı, c-reaktif protein ve romatoid faktör yüksek saptandı. Hastaya RA tanısı konularak metotreksate (MTX) 15 mg/hf, sülfasalazin 2 gr/gün ve metil-prednizolon (MP) 4 mg/ gün başlandı. Üç yıl önce her iki alt ekstremitede ağrı ve solukluk şikayeti olması üzerine periferik anjiografi yapıldı. Sağ tibioperoneal arter çıkışından itibaren tıkalı izlendi, oklüzyondan sonra gelişen kollaterallerle peroneal ve posterior tibial arterde doluş gözlendi. Sağ yüzeyel femoral arter çıkışından itibaren tıkalıydı, yüzeyel ve derin femoral arterlerde trombus tespit edildi. Popliteal arter proksimal segmenti açık, distali tıkalı olarak saptanmış. Tibioperoneal trakt ve anterior tibial arter çıkımından itibaren oklude olarak tespit edildi. Gelişen kollaterallerle posterior tibial arter dolmaktaydı (Şekil1). Olguya silostazol 100 mg 2x1 ve asetil salisilik asit 300 mg 1x1 başlanıldı. RA kliniği aktif olduğu için MTX tedavisi kesildi ve leflunomid 20 mg 1x1, hidroksiklorokin 200 mg 2x1 ve MP 16 mg 1x1 tedavisi başlanıldı. Ayrıca hastanda MTHFR geninde homozigot mutasyon saptandı. Bu amaçla tedaviye warfarin 5 mg 1x1 eklendi. Tartışma: Romatoid artrit (RA) hastalarında, genel populasyona göre, kardiyovasküler hastalık (KVH) sıklığı ve buna bağlı erken mortalite riski artmıştır. RA hastalarında konvansiyonel risk risk faktörleri ve inflamatuar mekanizmalar aracılığı ile erken ateroskleroz riski artmıştır. Sistemik inflamasyon TNF- ve IL-1 gibi sitokinler aracılığı ile prokuagülan maddeleri artırarak, antikuagulanları azaltarak ve fibrinoliz mekanizmalarını inhibe ederek tromboz eğilimini artırır. Tromboz gelişiminde rol alan faktörler Virchow triadı olarak adlandırılır ve damar duvarı, kan akımı ve kanın kendisindeki anormallikleri içerir. Trombofili venoz tromboemboli (VTE) için önemli bir risk faktörü olduğu gösterilmişken, trombofilinin arteriyal trombotik 106 olaylarındaki rolü daha az tanımlanmıştır. Arteryal tromboz daha çok aterosklerotik lezyonları içeren damar duvar anormallikleri sonucu geliştiğine inanılmaktadır. Normal kuagülasyon süreci pıhtı formasyonunu sınırlayan bir çok inhibitor faktörün kontrolu altındadır. Böylece hasarlanan damar duvarında trombozun aşırı genişlemesi engellenmiş olur. Kuagulasyon faktörlerinden birinin prokuagulan aktivitesi arttığında veya doğal antikuagulan inhibitörin birinin aktivitesi azaldığında bu hasas denge bozulur ve tromboz formasyonuna yol açar. Bu durum doğal inhibitör faktörlerin (antithrombin eksikliği, Protein C eksikliği, Protein S eksikliği, faktör V Leiden ve protrombin G20210A mutasyonu) kalıtsal yokluğu ve bazı koagülasyon faktörlerinin kazanılmış fonksiyonel mutasyonlarının (hiperhomositeinemi, artmış fibrinojen seviyesi, artmış faktör VIII seviyesi, artmış faktör IX seviyesi, ve artmış faktör XI seviyesi) aktarılması sonucu ortaya çıkar. Kalıtsal antithrombin, protein C ve protein S eksikliği nadir görülen durumlar olmasına karşın VTE için güçlü risk faktörleridir; fakat bunların arteriyal tromboz ile olan ilişkilileri çok az veya yoktur. Bunlar sıklıkla 50 yaş altı hastalarda geleneksel ateroskleroz risk faktörlerinin yokluğunda taranmalıdır. İnflamatuar romatizmal hastalıklarda, immün sistem aktivasyonunun prokuagulan durumlarla olan ilişkisi gittikçe daha güçlü bir şekilde gösterilmektedir. Endotelyal hücre ve platelet aktivasyonu, kan akımı, değişik koagülasyon faktörlerin ekspresyonu/aktivasyonu ve bozulmuş fibrinilozis inflamatuar romatizmal hastalıklardaki artmış VTE’nin gelişiminde temel patofizyolojik mekanizmalardır. Ayrıca trombin, fibrinojen, kuagulasyon faktör VIII ve fibrinolitik sistem faktörleri gibi hemostatik sistemin değişik komponentleri, inflamatuar sürecin mediatörleri ve dolayısıyla inflamatuar kontrol ile ilişkisini gösterilmiştir. MTHFR metil döngüsünün hız sınırlandırıcı bir enzimdir. Bu MTHFR geni tarafından kodlanmaktadır. Bu gendeki polimorfizmler MTHFR eksikliği ile ilişkilidir. MTHFR geninde birçok polimorfizm vardır. Fakat bunlardan ikisinin (677 ve 1298) klinik önemi saptanmıştır. Bu genin folat ve homosistein metabolizması TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Resim 1. Derin femoral arterde doluş izlenmedi (tromboze) Resim 2. Gelişen kollaterallerle posterior tibial arter dolmaktadır üzerine etkileri vardır. Yapılmış olan bir metaanalizde MTHFR 677TT genotipinin venoz tromboz riskini %20 artırdığı görülmüştür. Diğer taraftan bu genotip ile miyokart infarktüsü arasında ilişki saptanmamış, fakat stroke ile orta düzeyde bir ilişkisi tespit edilmiştir. Literatürde RA hastalarında MTHFR geni ile KVH’ler arasında ilişki gösterilmiştir. Fakat bu gen ile periferik arter trombozu beraberliğine literatürde rastlanılmamıştır. Burada RA tanısı ile tedavi almakta iken periferik arterlerde tromboz gelişmiş ve MTHFR gen mutasyonu homozigot olarak saptanmış bir sunulmaktdır. Romatizmal inflamatuar hastalıklar mobiliteyi azaltıklarından ve inflamatuar mekanizmalar aracılığı ile kuagubilite riskini artırırlar. Sistemik inflamasyon TNF- ve IL-1 gibi sitokinler aracılığı ile prokuagülan maddeleri artırarak, antikuagulanları azaltarak ve fibrinoliz mekanizmalarını inhibe ederek tromboz eğilimini artırır. Ek olarak inflamasyon damarlarda endotel disfonksiyonuna yol açarak tromboz için tetikleyici olabilmektedir. RA hastalarında, genel populasyona göre, kardiyovasküler hastalık sıklığı ve buna bağlı erken mortalite riski artmıştır. Benzer şekilde RA hastalarında, non-RA hastalarına göre, VTE insidansı % 40 civarında artmıştır. Ayrıca bir başka çalışmada yatış verilen otoimmün hastalıklarda pulmoner emboli riski 6 kat artmış olarak saptanmış. Buna karşın serebrovasküler olaylar ve periferal vasküler hastalık görülme sıklığı açısından gruplar arasında anlamlı bir fark saptanmamış. RA hastalarında MTHFR 677 ve 1298 gen polimorfizimin endotel disfonksiyonunu artırdığı ve kardiyovasküler hastalık için risk artışına yol açtığı gösterilmiş. Bizim olgumuzda RA tanısı ile tedavi almakta iken periferik arterlerde tromboz gelişmişti. Yapılan tetkiklerinde MTHFR gen mutasyonu homozigot olarak saptanmıştı. Literatürü taradığımızda bu klinik ile başvuran ilk hasta idi. Daha önce yapılmış olan bir çalışmada MTHFR C677T ve A1298C polimorfizmlerinin RA hastalarında MTX toksisityesiyle ilişkili olduğu gösterilmiş. RA’da methotreksat veya anti-TNF kulanılmasının inlamatuar süreci baskıladığı ve arteriyal komplikasyon riskini azalttığı gösterilmiş. Yükselmiş homosistein seviyesi, trombotik olaylar için risk oluşturan, endotel disfonksiyonu, platelet aktivasyonu ve tromboz oluşumu gibi bir çok olayın ortaya çıkmasını uyarmaktadır. MTHFR C677T gen mutasyonu arteriyal tromboz için risk oluşturan hiperhomosisteineminin en sık genetik sebebidir. Tanı: Romatoid artrit, tromboz, herediter trombofili, MTHFR gen mutasyonu Sonuç ve anahtar mesaj: RA gibi kronik inflamatuar hastalıklarda konvansiyonel risk faktörü yokluğunda periferik arterde tromboz saptanması durumunda MTHFR gen analizini de içeren herediter trombofili için taranmasında fayda olabilir. Anahtar Kelimeler: Romatoid artrit, arteriyal tromboz, herediter trombofili, MTHFR gen mutasyonu Kaynaklar 1- Bacani AK, ve ark. Arthritis Rheum. 2012;64;53–61. 2- Boekholdt SM, ve ark. Semin Thromb Hemost 2007;33:588–96. 3- Previtali E, ve ark. Blood Transfus 2011;9:120-38 4- Kim RJ, ve ark. Am Heart J. 2003;146:948-57. 5- Song GG, ve ark. Clin Rheumatol. 2014;33:1715-24. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 107 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-034] Perikardiyal Effüzyon Olan bir Sistemik Skleroz Olgusunda Ritüksimab Kulanımı Servet Yolbaş1, Ahmet Yıldırım1, Zülkif Bozgeyik2, Mustafa Necati Dağlı3, Süleyman Serdar Koca1 1 Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Romatoloji Bilim Dalı, Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Bilim Dalı, Elazığ 3 Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Bilim Dalı, Elazığ 2 Başvuru yakınması: Sistemik skleroz tanısıyla takip edilen 49 yaşında kadın hastada perikardiyal efüzyon gelişti. Öykü, fizik muayene, laboratuar: 1994 yılında tipik yüz görüntüsü, ciltte serleşme, Raynaud fenomeni (RF), skerodaktili ve ANA ile anti-scl70 pozitifliği üzerine SSc tanısı konmuş. Aynı yıl RF için dış merkezde sempatektomi yapılmış. Takiplerinde interstisyel akciğer hastalığı ve pulmoner HT tespit edilmiş. Olguya intravenöz siklofosfamid (CyP) tedavisi yapılmış. Ayrıca muhtelif zamanlarda methotreksat (MTX), kolşisin, azatiopurin (AZA), D-penisilamin, metil prednizolon (MP), bosentan, asetilsalisilik asit (ASA) ve risedronik asit tedavileri almış. 2005 yılında yutma güçlüğü olan olgunun özefagus motilite sintigrafisinde transit oranı uzamış olarak gözlenmiş. Tanı sonrası tekrarlayan digital ülserleri olan olgu muhtelif zamanlarda bir çok kez intravenöz iloprost tedavisi almış. 2007 yıllında anemisi olan olgunun yapılan tetkiklerinde endometrium adenokanser saptandı. Total abdominal histerektomi + billateral salpingooferektomi (TAH+BSO) operasyonu olmuş. Post-op 2 kez ileus olan olguda barsaklarda iskemi gelistiğinden parsiyel barsak rezeksiyonu A yapıldı. Şubat 2011’de anemi saptanan hastanın tetkiklerinde malignite saptanmadı. 3 ünite eritrosit süspansiyonu ve perenteral demir tedavisi verildi. Mayıs 2012’de efor dispnesi gelişmesi üzerine çekilen toraks BT’de yaygın perikardiyal mai ve sağ ventriküle hafif bası saptandı (Şekil 1) ve steroid dozu artırıldı. Kontrol ekokardiyografilerinde perikardiyal maide gerileme olmayan hastaya intravenöz immünglobülin (IVIG) tedavisi yapıldı. PPD 2mm olan ve perikardiyosentezi kabul etmeyen olguya Haziran 2012’de ritüksimab (RTX) tedavisi başlandı. Tedavi ile perikardiyal maide gerileme saptandı ve sağ ventrikül bası bulgusu kayboldu. Ekim 2013’te sağ dizinde şişlik ve pürülan akıntılı açık yarası olması üzerine çekilen diz MR’de femur lateral kondilde kemik enfarktı ve bu alan çevresinde kontrastlanma izlendi ve osteomyelit lehine yorumlandı (Şekil 2). Alınan yara kültüründe psödomanas auriginoza üredi. Hastaya piperasilin/tazobactam tedavisi başlandı. Antibiyoterapi sonrasında kliniğinde düzelme olmaması nedeniyle piperasilin/tazobactam stoplanıp, imapenem 4x500 İV başlandı. Hastanın yara yerinde akıntı gerileyerek kayboldu ve akut faz yanıtı geriledi. Tedavi 21 güne B Resim 1. Koronal kesit kontrastlı toraks BT ve aksial kontrastlı toraks BT kesitlerinde yaygın perikardial effüzyon olup sağ atriuma bası yaptığı görülmektedir. 108 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i A B Resim 2. A: Sagital T1 ağırlıklı alt ekstremite MR’da sağ femur distalinde epifizometafizer düzeyde heterojen osteomyelite ait değişiklikler gözlenmektedir. B: Kontrastlı T1 ağırlıklı yağ baskılı alt ekstremite MR imajında osteomiyelit ve yeryer periferal ağırlıklı kontrastlanan fokal bse formasyonları gözlenmektedir. tamamlanarak stoplandı. Hasta kliniğimizde takiplerine devam etmektedir. Tartışma: SSc, ciltte ve iç organlarda yaygın fibrozis ve vasküler lezyonlar ile karakterize kronik otoimmün bir hastalıktır. Nadir bir hastalık olup toplumdaki prevalansı 100.000’de 3-24 arasında değişmektedir. Cilt tutulum genişliğine göre yüz, diz ve dirsek distalini etkileyen sınırlı SSc (sSSc) ve ek olarak gövde, diz ve dirsek proksimalini etkileyen diffüz SSc (dSSc) olarak iki ana gruba ayrılır. dSSc grubunda interstisyel akciğer hastalığı, renal kriz, pulmoner hipertansiyon, kalp ve gastrointesinal sistem gibi iç organ tutulumları daha sık görülür. SSc’de kardiyovasküler etkilenme oldukça yaygın iken, hastaların yaklaşık %20’si klinik bulgu verir. Kardiyak tutulum dSSc formunda sSSc formunun 3 katıdır. Kardiyak tutulumun spesifik bir tedavisi yoktur. Bunun dışında genellikle tedavi organ tutulumuna göre şekillenir. Sistemik hipertansiyon ve pulmoner HT’nun agresif tedavisi kardiyak tutulumun ilerlemesini geciktirir. Semptomatik sol kalp yetmezliği varlığında ACE inhibitörleri (ACEI), kalsiyum kanal blokerleri (KKB), beta blokerler ve diüretik tedavi yapılabilimektedir. Hastanın kalp yetmezliğinde hızlı bozulma varsa veya troponin yüksekliği ile seyreden miyokardit varsa agresif immünsüpresif tedavi önerilmektedir. SSc’de kardiyak bulgular vasküler tutulum ve fibrozis sonucu bozulmuş kardiyak mikrosirkülasyon ve miyokardiyal disfonksiyon sonucu oluşur. Kalbin tüm katmanlarını etkileyebilir. Bunun sonucu perikardiyal effüzyon, aritmi, iletim defektleri, kapak hastalıkları, miyokardiyal iskemi, miyokrdiyal hipertrofi, diastolik disfonksiyon ve kalp yetmezliğine yol açabilir. SSc’deki kardiyak tutulum TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI sıklıkla subklinik ve sinsi seyir gösterirken, belirgin kardiyak semptom gelişenlerde klinik kötüleşme ve mortalite riski oldukça yüksektir. Kardiyak tutulum varlığında mortalite yaklaşık 3 kat artmakta ve yıllık %1-2 ölüm olmaktadır. SSc hastalarında perikardiyal effüzyon %11.9 olarak gözlenir. SSc’de perikardiyal effüzyon sıklıkla asemptomatik iken, kalp fonksiyonlarını bozan perikardiyal effüzyon varlığında, acil perikardiyosentez yapılarak, mayinin enfeksiyon ve malignite ayırıcı tanısı yönünden değerlendirilmesi gereklidir. Effüzyon SSc aktivitesi ile ilişkilendirilmişse steroid dozunun artırılması ve immünsüpresif tedavi düşünülmelidir. Ritüximab, B-hücre deplesyonu yapan, CD20’ye karşı geliştirilmiş bir monoklonal antikordur. RTX, romatoid artrit, lupus nefriti ve vaskülit gibi bir çok romatizmal inflamatuar hastalık tedavisinde etkin olarak kulanılmaktadır. B hücrelerin SSc patogenezinde önemli rol aldığı bilinmektedir. Daha önce yapılmış deneysel çalışmalarda ve olgu sunumlarında RTX’in cilt fibrozu ve interstisyel akciğer hastalığın tedavisinde faydalı olduğu gösterilmiştir. Ancak Literatürde SSc’ye bağlı semptomatik perikardiyal effüzyon için RTX uygulanan başka olguya rastlanmadı. Bizim hastamızda sol kalbe bası yapan perikardiyal effüzyon vardı. Hastamız perikardiyosentez yapılmasını kabul etmedi. Hastanın steroid dozu artırıldı. Perikardiyal effüzyon gerilemeyince IVIG tedavisi verildi. Tedaviye yanıt alınamayınca, geçmişte malignite öyküsü de göz önünde bulundurularak, CyP değil, RTX tedavisi yapıldı. Hastanın perikardiyal effüzyonundaki gerileme ve klinik iyileşme gözlendi. Ancak 109 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu tedavi sonrası osteomyelit komplikasyonu gözlendi ve bu durum, RTX tedavisi ile ilişkili olabilir. Tanı: Sistemik skleroz + Malignite + Perikardiyal efüzyon; Ritüksimab ile tedavisi Sonuç ve anahtar mesaj: SSc hastalarında konvansiyonel tedaviye dirençli semptomatik perikardiyal effüzyon varlığında RTX bir tedavi seçeneği olarak düşünülebilir. Anahtar Kelimeler: Sistemik skleroz, perikardiyal effüzyon, rituksimab Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 110 Varga J. Bull NYU Hosp Jt Dis 2008;66:198-202. Kahan A, ve ark. Rheumatology 2009;48:iii45–iii48 Meune C, ve ark. Archives Arch Cardiovasc Dis 2010;103:46-52. Imazio M, ve ark. Eur Heart J 2013;34:1186-97. Moazedi-Fuerst FC, ve ark. Scand J Rheumatol 2014;43:257–8. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-035] 56 Yaşında Sistemik Lupus Eritematozus Tanılı Baş Ağrısı Şikayeti ile Başvuran Hasta Mehmet Ali Balcı1, Fatih Sarıtaş1, Mehmet Şevki Uyanık2, Muhammed Maden2, Salim Dönmez1 1 2 Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Romatoloji Bilim Dalı, Edirne Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Hematoloji Bilim Dalı, Edirne Başvuru yakınması: 56 yaşındaki kadın hasta, son zamanlarda baş ağrılarının olması, son bir aydır yürümede güçlük çekmesi yakınmaları ile başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Bilinen diyabet, hipertansiyon, sistemik lupus eritematozus, CABG tanıları mevcut. Yapılan fizik muayenesinde; genel durum iyi, tansiyon arteryel: 120/80mmhg, nabız: 80/dk. Nörolojik muayenede; hasta sağ elini kullanıyor, bilinç açık, koopere, oryante, gks=15, pupillalar izokorik, ir:+/+, glob hareketleri doğal, fasiyal asimetri yok, distiokinezi (-/-), dismetri (-/-), motor muayenede sağ 4/5 hemiparetik, duyu muayenesinde defisit saptanmadı, tdr: e/f, sfinkter kontrol kusuru yok, hasta yürüyüşü normal tespit edildi. Labaratuar tetkiklerinde; açlık kan şekeri: 218, üre: 40, kreatinin: 0,74, ALT: 23, AST: 12, sedimantasyon: 23, CRP: 1.33, lökosit: 1.49, lenfosit: 0.24, hemoglobin: 10.1, trombosit: 161000, ANA:1/1280 homojen patern: pozitif, ENA: negatif, anti-ds DNA: negatif, idrarda proteinüri: yok, hematüri: yok. Antifosfolipit IGG: 1,7, Anti-fosfolipit IGM: 4,6, Anti-beta-2 glikoprotein IGG: 1,1, Anti-Beta-2 glikoprotein IGM: 1,2 olarak tespit edildi. Tartışma: Baş ağrısının etyolojisinde en sık migren, gerilim-tipi başağrısı, küme başağrısı, kraniyal ya da servikal damarsal bozukluklara bağlanan başağrısı, madde (kullanımı) ya da kesilmesine bağlanan başağrısı, enfeksiyona bağlanan başağrısı (sinir sistemi veya sistemik) ve kraniyel tümör ya da kitleler sekonder baş ağrısı olarak sıralanmaktadır (1). Hastamızın anamnezinde migren, gerilim-tipi başağrısı, küme başağrısı tariflemiyordu, madde kullanım yada tespit edilen bir enfeksiyon odağı yoktu. Hastamızda yeni başlayan ve nörolojik defisit ile seyreden bir baş ağrısı vardı. Hastamıza etyoloji tetkik amaçlı çekilen kraniyel MR’da tümoral oluşum tespit edildi. Hasta beyin cerrahisine konsülte edildi. Operasyon kararı alındı. Durumu ailesine anlatıldı, yakınları ve kendisi işlemi kabul etmesi üzerine anestezi preop tetkikleri yaptırıldı. Hasta beyin cerrahisi kliniğine devir edildi. Hastamızda ayırıcı tanı amaçlı operasyona alındı ve çıkarılan kitlenin patolojisi diffuz büyük B hücreli lenfoma olarak saptandı. Ön tanılar: 1- Migren, gerilimtipi başağrısı, küme başağrısı, kraniyal ya da servikal damarsal bozukluklara bağlanan başağrısı, madde (kullanımı) ya da kesilmesine bağlanan başağrısı 2- Enfeksiyona bağlanan başağrısı (sinir sistemi veya sistemik) 3- Kraniyal tümör ya da kitlelere sekonder baş ağrısı. Tanıya götüren bulgular: Yapılan fizik muayenesinde motor muayenede sağ 4/5 hemiparetik saptandı. Çekilen kraniyel MR’ı sol paryetal lobda korteks-derin ak madde uzanımli, border ve içeriği hemorajik, yaygın vazojenik ödem ve subfalsin shift oluşturan, post kontarst imajlarda dural ve ak maddeye bakan yüzeyinde zamanla artan periferal irregüler kontrastlanma gösteren, diffüzyon ağirlikli görüntülerde mikst sinyal özelliğinde, yaklaşik 47x57 mm boyutlarında tümefaktif lezyon görülmekte olup çevresinde vazojenik ödem ile birlikte değerlendirildiğinde hemorajik tümör ile uyumlu olabilir (gliosarkom?, soliter metastaz?) şeklinde raporlandı. Resim 1. Kraniyel MR’ da izlenen 47x57 mm boyutlarında lezyon TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 111 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Tanı: Diffüz büyük B hücreli lenfoma Sonuç ve anahtar mesaj: Baş ağrısı ile başvuran lupus hastalarında santral sinir sistemi lenfomaları nadir görülmektedir. Erken tanı ve tedavi hastaların prognozunda önemli olduğu için ayırıcı tanıda akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Sistemik lupus eritematozus, baş ağrısı, diffüz büyük B hücreli lenfoma Kaynaklar 1. 112 Baş ağrısı çalışma grubu. Başağrısı tanı ve tedavi rehberi. 2011 güncellenmiş şekli TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-036] Oral Aft, Üveit ve Karın Ağrısı ile Başvuran Erkek Hasta Ali Şahin1, Abdullah İlhan2, İlknur Koç Olcaş2, Doğan Seven2, Damla Culha3 1 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Sivas 3 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, Sivas 2 Başvuru yakınması: 24 yaşında erkek hasta, bir yıldır var olan ve şiddeti son iki aydır artan bulanık görme şikayeti ile başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuvar bulguları: Yapılan sorgulamada hastanın yaklaşık 4 yıldır, ayda 2-3 kez ortaya çıkan ağrılı oral aftları ve yılda 1-2 kez ortaya çıkan ağrılı genital ülserleri oluyormuş. Aynı dönemde hastanın gözlerde kızarıklık şikayeti de mevcutmuş. Hastaya ismini bilmediği damla, ağızdaki yaraları için gargara verilmiş. Şikayetleri geçici olarak gerilemiş. Hasta ciltte döküntü, kızarıklık tariflemiyordu. Eklemlerde şişlik, kızarıklık olmuyormuş. İnşaat işçisi olan hastanın dönem dönem bel ağrısı oluyormuş, fakat sabah tutukluğu olmuyormuş. Hastanın yine aynı dönemde yılda 3-4 kez ortaya çıkan baş ağrıları oluyormuş. Geçirilmiş damar tıkanıklığı öyküsü yoktu, eritema nodozum ve aktif artriti yoktu, artraljileri (her iki diz, sağ ayak bileği) vardı. Sakroiliak hassasiyeti mevcuttu. Hastada karın sağ üst tarafında belirgin aralıklı künt ağrı tarifliyordu. Tam kan sayımı; beyaz küre 9460/UL, hemoglobin: 14.8 gr/dl, trombosit: 233.000/uL, CRP:6.4 (0-8) mg/L, ESH: 15 mm/h. idi. Ön tanılar: 1- Behçet hastalığı 2- Ailesel Akdeniz ateşi 3- Malignite (paraneoplastik) 4- Spondiloartropatiler: Ankilozan spondilit, psöriyatik artrit, enteropatik artrit vb. Ayrıntılı anamnez, fizik muayene, laboratuar bulguları: Kendisi ve ailesinde psöriasis olmadığı, inflamatuvar barsak hastalığı öykü ve kliniğinin olmadığı öğrenildi. Ağız, göz kuruluğu yoktu. Raynaud fenomeni ve öyküsü yoktu, eşlik eden başka kronik hastalık ve sigara öyküsü yoktu. Hastada yapılan paterji testi negatifti. Akciğer grafisinde özellik yoktu. Sakroiliak grafide sağda belirigin, bilateral düzensiz olması üzerine sakroiliak MR istendi. Sakroiliak MR da hafif skleroz dışında, sakroiliit lehine bulgu saptanmadı. Hastanın göz muayenesinde sağ retinal okluziv vaskülit ve sol posterior üveit ile uyumlu bulgular saptandı (Resim 1). TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Hastanın yapılan görüntülemede abdomen USG ve abdomen BT’de (Resim 1) karaciğer (KC) boyutu 172 mm, KC kubbede yerleşimli yaklaşık 7x6 cm boyutta lobule konturlu multiseptalı posterior akustik güçlenme veren anekoik kistik lezyon izlendi (kist hidatik). Baş ağrısı tarifleyen hastaya beyin MR çekildi fakat normal olarak değerlendirildi. Paranazal sinüs grafisinde de sinüzit lehine bulgu saptanmadı. Tam kan sayımı; beyaz küre 14.400/uL (metilprednizolon alırken), hemoglobin: 16 gr/dl, trombosit: 256.000/uL, AST: 33 IU/L, ALT: 66 IU/L (ilaca bağlı olabileceği düşünüldü) ve böbrek fonksiyonları normaldi. CRP: 1 (0-8) mg/L, ESH: 5 mm/h idi. CK’sı normaldi, LDH: 252 (N) idi. RF negatif, CCP: 0.85 (0-17) gelen hastada, HBV, HCV, HIV negatifti. ANA (-), ANA profili ve antidsDNA negatifti. c-ANCA ve p-ANCA negatif. Ferritin: 57 (normal), prokalsitonin normaldi. TSH normal. İdrarda proteinüri, hematüri ve lökosit saptanmadı. Brusella negatif. IgG, IgA, IgM ve C3,C4 normaldi. Ayırıcı tanı, tanıya götüren bulgular ve tanı için ipuçları: Hastanın öyküsünde 4 yıldır var olan, yılda 3 den fazla tekrarlayan oral aft ve genital ülserleri mevcuttu, tipik göz bulguları tanıda önemli bir bulgu idi (Resim 1). Abdominal USG ve BT (Resim 1) de kist hidatik ile uyumlu görünüm ve kanda kist hidatik için indirekt hemaglutinasyon (IHAT) testi 1/160 gelmesi önemli idi. Tedavi ve klinik seyir: Hastaya moksifloksasin damla 3x1, prednizolon %1.5ml damla 24x1, sikloplejin 4x1 damla başlandı. Hastaya kolşisin, metilprednizolon, indometazin, azatiyopirin ve siklosporin başlandı. Takiplerinde ALT:157 IU/L, AST:118 IU/L olan hastada azatyopirin ve indometazin kesildi, kolşisin dozu azaltıldı. Kist hidatik için albendozal 4x200 mg/gün başlandı. KCFT düzeyi normale geldiği görüldü. Özellikle siklosporin ve steroid ile göz bulguları (solda belirgin) gerileyen hastaya albendazol (4 hafta ardından 2 hafta ara şeklinde 3 kür) devamı ve cerrahi kist eksizyonu planlandı. Tartışma: Behçet hastalığı (BH), ipek yolu üzerinde olan ülkemizde 20-421/100.000 yetişkin birey sıklığında görülmektedir (1). Mukokutanöz bulgular (oral aft, genital ülserler, eritema nodozum benzeri nodüler lezyonlar, pozitif paterji testi gibi) yanı sıra özellikle genç erkeklerde 113 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu A B C D Resim 1. Sağ retinal okluziv vaskülit ve sol posterior üveit (A, B, C). Abdominal BT’de karaciğerde multiseptalı kist hidatiğe bağlı kist (D). daha sık ve daha şiddetli gördüğümüz göz tutulum hastaların yaklaşık %50’inde gözlenen bir bulgudur (1). Teknik imkanlara ve oftalmologa gerek kalmayan hipopiyonlu ön üveitler dışında, posterior ve/veya panüveit ve retinal vaskülitler görülebilmektedir. BH’na spesifik tipik göz dibi bulguları (Resim 1), hasta anamnezi ve etnik kökeni ile BH tanısında çoğu kez zorluk yaşanmaz. Fakat BH tanısı konan hastada takipte karın ağrısının karekteri, lokalizasyonu önemlidir. En sık tutulan ileoçekal bölge lezyonlar çoğu zaman inflamatuvar barsak hastalıkları ile karıştırılabilmektedir. Fakat BH hastasında karın ağrısının hastalık dışındaki diğer nedenlerini de düşünmek zorundayız. Burada BH ye eşlik eden kist hidatik nadir de olsa karşılaşabileceğimiz (2,3) bir durum olabilir. Bu durumda önemli problemler immünsüpresif tedaviler şekli ve süresi, karaciğerdeki kist hidatiğe bağlı olabilecek etkilenimler (enzim yükseklikleri gibi), antiprotozoal tedavi ve süresi, cerrahi ve post-operatif süreçlerdir. Tanı: Behçet hastalığı, kist hidatik Sonuç ve anahtar Mesaj: BH özellikle erkek hastalarda daha agresif ve daha çok morbiditelerle, sekellerle seyretmektedir. Kullanılacak olan tedaviyi direkt etkilemesi nedeniyle BH’da karın ağrısının diğer nadir nedenlerini de düşünmekte fayda vardır. Anahtar Kelimeler: Behçet hastalığı, karın ağrısı, kist hidatik, üveit Kaynaklar 1. 2. 3. 114 Yurdakul S, Hamuryudan V, Yazıcı H. Behçet syndrome. In: Hochberg, Silman, Smolen, Weinblatt, Weismann, editors. Rheumatology, 6th edition, Philadelphia: Elsevier Mosby; 2015;(2):1328-1333. Erdem FH, Karatay S, Melikoğlu ME, Şenel K. The Unusual Cause of Abdominal Pain in a Patient with Coexistence of Behçet’s Disease and Familial Mediterranean Fever: Cyst Hydatid Disease: Case Report. Turkiye Klinikleri J Med Sci 2011;31:268-73. Sarmadian H, Dalvandi M, Ghasemikhan R, ve ark. Cerebral hydrated disease in a patient with behcet’s syndrome: a case report. İranian south medical journal 2011;14:61-64. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-037] Nadir Görülen bir Artrit Nedeni: Okronozis Gerçek Can, Berrin Zengin, Fatoş Önen, Nurullah Akkoç, Merih Birlik Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, İzmir Başvuru yakınması: 46 yaşında erkek hasta yaygın eklem ağrısı, boyun-sırt-bel-kalçada ağrı ve tutukluk yakınmaları ile başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Hastanın eklem yakınmaları onbeş yıldır mevcuttu. Sabah öğlene dek süren tutukluğu vardı. Psöriazis, üveit, inflamatuar barsak hastalığı, oral aft, öncül enfeksiyon, spondilartrit aile öyküsü tanımlamıyordu. Fizik muayenesinede: Bilateral omuzlar, dirsekler, dizler, metakarpofalengeal-proksimal ve distal interfalangeal eklemlerde artriti mevcuttu. Kalça ve omuz hareketleri ileri derecede kısıtlıydı. Hastanın laboratuar değerleri tablo 1’de özetlenmiştir. Ön tanılar: 1- İnflamatuar spondiloartropati 2- Okronozis ile ilişkili artrit Ayırıcı tanı ve tanıya götüren bulgular: Kronik poliartrit ve aksiyel semptomları olan hastanın yapılan pelvis ve lumbosakral vertebra direkt grafi görüntülemesinde intervertebral disk mesafelerinde daralma ve belirgin kalsifikasyon, sakroiliak eklemlerde skleroz ve daralma tespit edildi. Sakroiliak manyetik rezonans görüntüleme (MRG)’sinde sol sakroiliak eklem inferiorda intramedullar alandan başlayıp kortekse devamlılık gösteren lezyon tespit edildi. Homogentisik asidin dokularda birikimi sonucu klinik triad oluşur: 1) Doğumdan itibaren homogentisik asidüri, 2) 3-4. Dekadda başlayan okronozis, 3) Sıklıkla 4. dekadda başlayan dejeneratif okronotik artropati. Kardiyovasküler ve üriner sistem tutulumu ise daha nadir görülür (1). Klinik olarak ortaya çıkışı, 3.-4. dekadda başlar; sklera, kornea, konjunktiva ve timpanik membranda pigment birikimi olur (2). Olgumuzda da idrarda koyulaşma çocukluk yaş grubunda başlamış ancak klinik bulgular kırklı yaşlarda ortaya Tablo 1. Laboratuar Bulguları ESR: 65 mm/h Glikoz:139 mg/dl CRP: 127 mg/dl kreat 0,83 mg/dl Hgb: 12,5 g/dl ast:10 U/L Hct: 38,7 alt:9 U/L Plt: 299000 μl CK:15 U/L WBC: 21700 μl T.prot:7,5 g/dl PNL: %90,2 Alb:4,05 g/dl Lenf: %4,6 Kalsiyum 9, mg/dl Rutin idrar: Protein (-) RBC: 4 (her sahada) Fosfor 3,3 mg/dl Diz eklem ponksiyonundan gönderilen eklem sıvısında lökosit sayısı 7000 bulundu; inflamatuar özellikte olduğu belirlendi. Hastanın HLA-B27’si negatif saptandı. Hastanın kulak heliksinde ve sklerada, ellerde cilt üzerinde kahverengi-siyah pigmentasyon mevcuttu. Çocukluk döneminden beri idrar renginde koyulaşması olan hastanın yedi yıl önce Okronozis tanısı aldığı öğrenildi. Bekletilen idrarın spontan olarak koyulaşıp siyah renge dönüştüğü tekrar gözlemlendi. Tartışma: Alkaptonüri; homogentisik ait oksidaz enzim eksikliğine bağlı gelişen nadir görülen otozomal resesif metabolik bir hastalıktır. Alkaptonüri pek çok sistemi etkileyebildiği gibi muskuloskeletal sistemle ilgili olarak omurgada ve periferik eklemlerde dejeneratif değişikliklere neden olur. Alkaptonüri 1/250.000-1.000.000 sıklığında görülür. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Resim 1. Hastanın kulak kıkırdağında mavi-siyah pigmentasyon 115 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Benzer şekilde bizim hastamızda da hem aksiyel hem periferik eklem tutulumu biradadır; lomber vertebralarda yaygın disk kalsifikasyonu mevcuttur. Okronotik spondilozda aksiyal tutulum radyolojik olarak ankilozan spondiliti taklit etse de ankilozan spondilitte görülen ince, vertikal sindesmofitlerin, ciddi apofizyal faset eklem tutulumunun, sakroiliak eklem erozyonu ve füzyonunun bulunmayışı ile ayrılır (4). Hastamızda ince sindesmofit, bambu kamışı omurga görünümü yoktur. Sakroiliak eklemde yaygın erozyonlardan ziyade tanımlanan litik lezyonun, okronozisteki kemik yıkımının artışıyla ilişkili olduğu düşünülmüş olup, literatürde bu tip litik lezyonlar bildirilmiştir (5). Literatür incelendiğinde ankilozan spondilit ve okronozis birlikteliği de HLA B27 varlığına dayanılarak açıklanmaya çalışılmıştır. Alkaptonüri ile HLA B-27’nin olası ilişkisi raporlanmış ve HLA B-27-pozitif hastaların daha ciddi aksiyal tutulum gösterdikleri bildirilmiştir (6). Ancak sadece HLA B-27’nin varlığına dayalı olarak iki durumu ayırdetmenin uygun bir yaklaşım olup olmadığı tartışmalıdır. Resim 2. İnvertertebral disk aralıklarında kalsifikasyon çıkmıştır. Pigment birikimi kulaklarda, ellerde cilt üzerinde, sklerada gözlenmiştir (Resim 1). Homogentisik asit ve metabolitleri hem aksiyal iskeleti hem de periferik eklemleri etkiler. Okronotik spondilozda semptomlar sıklıkla lomber bölgede ortaya çıkar. Lomber lordozda düzleşme, spinal mobilitede azalma, intervertebral disk mesafesinde daralma, disklerde kalsifikasyon görülür (3). İntervertebral disk kalsifikasyonu okronozisli hastalarda omurganın en karakteristik anomalisidir ve bizim olgumuzda da saptanmıştır (Resim 2). Okronoziste eklem kıkırdağının kırılganlığı ve fragmantasyonu sonucu nonspesifik sinovit gelişebilir. Periferik eklemlerden en sık diz ve kalça etkilenir. Hastaların %50’sinde diz ekleminde effüzyon raporlanmıştır (7). Bizim olgumuzda diz ve kalça ile birlikte el küçük eklem tutulumu olması dikkat çekicidir. Tanı: Okronozis ilişkili artrit ve spondilartropati Sonuç ve anahtar mesaj: Ankilozan spondilite benzer klinik gösteren durumlarda okronozis gibi metabolik dejeneratif hastalıklar ayırıcı tanıda yeralmalıdır. Erken tanı bu hastaların uzun dönem yaşam kalitesini arttırmak için önemli olabilir Anahtar Kelimeler: Okronozis, Artrit, Spondilartropti Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 116 Fisher AA, Davis MW. Alkaptonuric ochronosis with aortic valve and joint replacements and femoral fracture: a case report and literature review. Clin Med Res 2004;2:209-15. Borman P, Bodur H, Cılız D. Ochronotic arthropathy. Rheumatol Int 2002; 21: 205-209. Lequesne M Rapidly progressing destructive diseases of the hip. Ann Radiol (Paris).1993;36:62-4. Weinberg KA. The coexistance of ochronosis and ankylosing spondylitis. J Rheumatol 1991; 18:1264-1265 Hamdi N, Cooke TD, Hassan B. Ochronotic arthropthy:case report and review of the literature.Int Orthop 1999; 23: 122-125 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-038] Parmaktaki Ülserler Parafin Yanığı mı? Şerife Mehlika Kuşkonmaz, Abdurrahman Tufan, Mehmet Akif Öztürk Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara Başvuru yakınması: 40 yaşında erkek hasta, her iki bacakta ve ayaklarda ağrı şikâyeti ile kliniğimize başvurdu. İdrarda dismorfik eritrositler ve eritrosit silendirleri gözlendi. Öykü, fizik muayene, laboratuar: Öyküsünden, şikâyetlerinin yaklaşık 3 ay önce soğuk algınlığını takiben, ellerde, ayak bileklerinde ve dizlerde ağrı ve 30 dakika süren sabah tutukluğu ile başladığı öğrenildi. Dış merkezde yapılan tahlillerde eritrosit sedimentasyon hızı (ESH): 31mm/saat, CRP 57mg/L, RF 47U/ml, ANA (-) ve antiCCP (-) bulunmuş. İdrar tetkiki yapılmamış. Hastaya RA tanısıyla metil-prednizolon, hidroksiklorokin ve metotreksat tedavisi başlanmış. Ellerine sıcak parafin banyosu uygulanmış. Hastanın el eklemlerindeki ağrı hafiflemiş. Bacak ve ayak ağrıları devam ettiği için kliniğimize geldi. Hasta son 3 ayda 16 kg verdiğini söyledi. Öksürük, ateş, burun akıntısı şikâyeti yoktu. Raynaud fenomeni tarif etmedi. Hastanın aile öyküsünden iki kardeşinin RA tanısıyla izlenmekte olduğu öğrenildi. Endokardit şüphesi ile istenen ekokardiyografi normal geldi. Hepatit belirteçleri ve HIV antijeni negatif olan hastadan c-ANCA testi istendi. c-ANCA 2+ bulundu. Hastada, aktif idrar sedimenti, dijital ülserler ve c-ANCA pozitifliğiyle beraber granülomatöz polianjitis (GP) (Wegener Granülomatozu) düşünüldü. Tedavisi, metilprednizolon + siklofosfamid olarak düzenlendi. Yapılan fizik muayenede metatarsofalengeal eklemlerde duyarlılık ve sol ayak bileğinde duyarlılık ve ısı artışı saptandı. Sağ el parmaklarında iskemik siyanoz ve tırnak diplerinde nekrotik lezyonlar gözlendi. Hasta bu lezyonların bir aydır olduğunu ve doktorunun bu ülserleri parafin banyosuna bağladığını söyledi (Resim 1-2). Laboratuvar testlerinde: ESH 31 mm/saat, CRP: 1,78mg/L (normal<0,5) Hb: 14,4g/dL, beyaz küre 11320/mm3 serum kreatinin:0,95mg/dl bulundu. Tam idrar tetkikinde eser miktarda protein saptandı. İdrar mikroskobisinde beyaz küre 14/hpf, kırmızı küre 27/hpf olarak bildirildi. Resim 1. Parmakta ülserler TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Tanı: Granülomatöz polianjiit Tartışma: Granülomatöz polianjitis (GP), küçük ve orta çaplı damarları etkileyen, genellikle cANCA ilişkili nekrotizan bir vaskülittir. Kliniği, solunum yolları ve böbrek tutulumu ile karakterizedir (1). Bu bildiride; önce eklem ağrıları ve romatoid faktör (RF) pozitifliği ile romatoid artrit (RA) tanısı alan ama daha sonra parmaklarında çıkan iskemik lezyonlar ve aktif idrar sedimentinin saptanmasıyla GP olduğu anlaşılan bir olgu sunulmuştur. GP olgularında tipik klinik bulgular solunum yollarıyla ilişkili olsa da- çoğu romatolojik hastalıkta olduğu gibiözgül olmayan belirtiler ön plana çıkabilir ve tanıda zorluk yaratabilir. Kilo kaybı, iştahsızlık, artalji, miyalji gibi belirtiler hastaların yaklaşık %50’sinde görülür (1). GP olgularının %10-50’sinde mukokütanöz lezyonlar bildirilmiştir. Bu lezyonlar purpura, nekrotik ülserler veya piyoderma gangrenozum şeklinde olabilir (2). Gangrenöz Resim 2. Tırnak dibinde ülserler 117 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu parmak lezyonları enfektif endokarditin lezyonlarıyla karışabilir (3). Dijital iskemi aktif hastalığa eşlik edebilir, ya da immünsupresif tedavi altında ortaya çıkabilir (4). GP hastalarının yaklaşık %75’inde böbrek tutulumu görülür (5) ve mikroskobik hematüri ve proteinüriye yol açar. Bizim olgumuzda tanı sırasında idrar tetkikine bakılmamış olması, nekrotizan vaskülit tanısının gözden kaçırılmasına neden olmuş ve klinik seyir sırasında ortaya çıkan dijital ülserler de yanlış olarak parafin yanığı şeklinde değerlendirilmiştir. Sonuç ve anahtar mesaj: İnflamatuvar hastalıkların çoğunda artralji ve miyalji gibi şüpheli klinik bulgular vardır. Romatoid faktör romatoid artrite spesifik bir test olmayıp artrit ile seyreden bir çok romatolojik durumda da pozitif bulunabilir. Ayrıntılı öykü ve fizik muayeneye ek olarak temel laboratuvar testlerinin eksiksiz istenmesi tanıyı, tedaviyi ve prognozu tamamen değiştirebilir. Bu nedenle hastaların romatolojik değerlendirilmesinde idrar tetkiki mutlaka istenmelidir. Anahtar Kelimeler: Wegener granülomatozu, granülomatöz polianjiitis, romatoid artrit Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 118 Comarmond C, Cacoub P. Granulomatosis with polyangiitis (Wegener): Clinical aspects and treatment. Autoimmun Rev 2014;13:1121-1125 Tarzi RM, Pusey CD. Current and future prospects in the management of granulomatosis with polyangiitis (Wegener’sgranulomatosis) Ther Clin Risk Manag 2014;10:279-93 Anthony DD, Askari AD, Wolpaw T, ve ark. Wegener granulomatosis simulating bacterial endocarditis. Arch Intern Med 1999;159:1807-10 Avcin T, Singh-Grewal D, Silverman ED, ve ark. Severe digital ischaemia in a child with Wegener’s granulomatosis. Scand J Rheumatol. 2007;36:78-80 Hoffman GS, Kerr GS, Leavitt RY, ve ark. Wegener granulomatosis: an analysis of 158 patients. Ann Intern Med 1992;116:488–498 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-039] Ankilozan Spondilit Seyrinde Gelişen Takayasu Arteriti Şerife Mehlika Kuşkonmaz, Gonca Erbaş, Abdurrahman Tufan, Mehmet Akif Öztürk Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara Olgu 1: Başvuru yakınması: Sekiz yıldır AS tanısıyla dış merkezde izlenmekte olan 40 yaşında kadın hasta takip için kliniğimize başvurdu. Belde bir saatten uzun süren tutukluk, topuklarda, ayak bileklerinde, dizlerde ve omuzlarda ağrı şikayeti vardı. Öykü, fizik muayene, laboratuar: İki kez üveit geçirmiş olan hasta aralıklı olarak salazoprin kullanmış ve bırakmıştı. Fizik muayenede bel omurlarında hareket kısıtlılığı, sağ ayak 1. interfalengeal eklemde artrit bulguları ve sol dizde ödem saptandı. Başvurusunda eritrosit sedimantasyon hızı (ESH): 74 mm/saat ve CRP: 62,77mg/L idi. Sakroiliak eklem grafisinde sağda evre III tutulum gözlendi ve salazoprin tedavisi önerildi. İki ay sonraki kontrolünde eklem şikayetleri belirgin olarak azalmış olan hasta daha sonra iki yıl takibe gelmedi. Hasta tekrar başvurduğunda; ilaçları kullanmadığı, iki yıl içinde iki defa üveit atağı geçirdiği, sol kol ağrısı şikayetinin olduğu öğrenildi. Fizik muayenede sinovit bulgusu yoktu. Kan sayımında Hb: 9,9mg/L’ydi. ESH 71mm/saat, CRP: 80,2mg/L bulundu. Çekilen toraoabdominal BT: “arkus aortada ve supraaortik dallar proksimal kesimine uzanan ve sağ subklavien arter proksimaline uzanan diffüz duvar kalınlaşması ve duvar kontrast tutulumu” (Resim 1) olarak rapor edildi. Transtorasik ekokardiyografide patolojik bulgu saptanmadı. Bu bulgularla hastada Takayasu arteriti düşünülerek prednizolon ve metotreksat tedavisi verildi. İki ay sonra bakılan ESH: 21mm/saat, CRP: 2,67mg/L bulundu. Hasta halen aktif eklem yakınması veya bulgusu olmaksızın izlenmektedir. 119mm/saat, CRP: 174mg/L Hb: 8,9g/dL, Ferritin: 183 ng/ml, Brucella Agglütinasyon testi negatif idi. Hastanın fizik muayenesinde kalkaneal hassasiyet dışında bulgu yoktu. SakroiliakMR’da“her iki sakroiliak eklemde kronik sakroiliit ile uyumlu bulgu” rapor edildi. Hastanın nefes darlığı şikayeti olduğundan ve toraks BT de akciğerlerde erken interstisyel akciğer hastalığı bulguları saptandığından salazoprin tedavisi kesilerek prednizolon verildi. Bu tedaviyle CRP: 1,5mg/L’ye kadar düştü. Prednizolon dozunun azaltılmasıyla beraber CRP tekrar yükseldi. Hastanın eklem ağrısı, ateşi yoktu. Yapılan fizik ve laboratuvar incelemede, enfeksiyon odağı saptanmadı. Prednizolon tedricen azaltılarak 1mg/gün dozuna inildi. Hasta 7 ay sonra tekrar kontrole geldiğinde, bir aydır her iki kolunda ağrı ve çabuk yorulma şikâyeti olduğunu belirtti. Fizik muayenede bilateral radiyal ve unlar nabızlar alınamadı. Alt ekstremite nabızları alınıyordu. Dinlemekle bilateral subklaviyen arterler üzerinde üfürüm duyuldu. ESH: 93mm/saat, CRP: 89,9mg/L bulundu. Toraks BT anjiorafi: “sağ subklaviyen arter, her iki ana karotid arter, çıkan aorta, inen aorta proksimalinde, inen aortun supra ve infrarenal segmentlerinde, en kalın yerinde 5.5 mm ölçülen difüz duvar kalınlaşması. Bilateral ana pulmoner arterlerde diffüz duvar kalınlaşması” şeklinde rapor edildi (Resim 2). Hastada bu bulgularla Takayasu arteriti düşünülerek tedavisi Prednizolon + Azatiyopirin kombinasyonuna Olgu 2: Başvuru yakınması: 38 yaşında kadın hasta, iki yıldır devam eden bel ağrısı ve sabah 15 dakika süren belde tutulma yakınması ile başvurdu. Öykü, fizik muayene, laboratuar: Bu şikâyetlerle dış merkezde değerlendirilen ve HLA B27 pozitifliği saptanan hastaya AS tanısıyla meloksikam verilmiş. Hastanın ağrıları hafiflemiş. Ancak kontrollerde akut faz reaktanlarının yüksek olduğu söylenmiş. Dosyadan öğrenilen ESH: TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Resim 1. Kontrastlı tomografide aortik ark seviyesinde diffüz duvar kalınlaşması (siyah ok uçları) 119 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu değiştirildi. Bir ay sonraki kontrolde kol ağrısı geçmişti. ESH:54mm/saat CRP:20,3mg/L olarak ölçüldü. Hasta halen bu tedaviyle izlenmektedir. Tartışma: Ankilozan spondilit (AS), aksiyal iskelet sistemini tutan, entezit ve sinovitle karakterize, kronik ilerleyici bir enflamatuvar hastalıktır. AS düşük oranda hastada, daha çok aort kökünü tutan ve aort yetmezliği ile sonuçlanan aortite neden olabilir (1). Takayasu arteriti (TA) aorta ile birlikte aortanın ana dallarını da etkileyen ve damar duvarında inflamasyon, duvar kalınlaşması ve zamanla stenoza yol açan bir vaskülittir. AS seyrinde gelişen aortit iyi bilinse de, AS seyrinde TA gelişmesi çok nadirdir ve literatürde az sayıda olgu sunumu şeklinde bildirilmiştir (2). Bu yazıda, AS tanısıyla izlenmekteyken TA’nın tabloya eklendiği iki olgu sunulmuştur. Takayasu arteriti, genellikle hayatın ikinci ve üçüncü dekadında görülen, aorta ve ana dallarını ve pulmoner arterleri tutan bir büyük damar vaskülitidir. Sinsi bir hastalıktır, birçok kişide uzun süre bulgu vermez. Bazen hastalar kliniğe halsizlik gibi genel belirtilerle veya karotidini, ekstremitelerde kladikasyo gibi yakınmalarla gelebilir. Fizik muayenede, ekstremiteler arası kan basıncı ve nabız farkı veya vasküler üfürüm saptanabilir. Arteriyel lezyonlar arter duvarının tüm tabakalarını tutar (panarterit). Lezyonları çoğunlukla stenotiktir ama anevrizmatik dilatasyonlar da gözlenebilir (3). Yakın zamanda hem AS hem de TA olan dördü erkek 6 olgudan oluşan bir seri yayınlanmıştır. Bu olguların hepsinde öncelikle AS kliniği ortaya çıkmış, 3-20 yıl sonra TA tanısı tabloya eklenmiştir. Olguların dördünde HLA B 27 pozitif ikisinde negatiftir. Tüm olgularda TA kliniğine enflamatuvar belirteçlerin yüksekliği eşlik etmektedir (4). Bizim olgularımızın ikisi de kadındı, birinde HLAB27 pozitifti diğerinde ise bakılmamıştı. Sözü edilen olgu serisindeki olgulara benzer şekilde, bizim olgularımız da önce AS tanısı almış, daha sonra TA bulguları göstermişlerdir. Ankilozan spondilitin kardiyovasküler tutulumu aortit ve aort yetmezliğine yol açabilirken, aortik arkusu ve ana dalları etkilememektedir. Araştırmalar, uzun süren Resim 2. Kontrastlı tomografide sağ pulmoner arterde diffüz duvar kalınlaşması (siyah ok uçları) ve enflamasyonun kontrol altına alınamadığı AS olgularında kardiyovasküler komplikasyonların daha sık görüldüğünü göstermektedir (1). Ancak bizim olgularımız ve literatürde bildirilen başka hastalar, TA’nin AS’in erken kabul edilebilecek evrelerine de gelişebileceğini göstermektedir. Bu kadar az sayıda hasta ile AS ve TA arasında patogenetik ilişki olduğunu iddia etmek mümkün görünmemektedir. Ancak AS dışındaki spondiloartropatilerle (SpA) TA veya abdominal aortit birlikteliği de literatürde giderek artan sayıda bildirilmektedir (5). SpA da ortak patogenetik sürecin benzer klinik bulgulara yol açtığına ilişkin hipotez doğrultusunda, farklı (SpA) hastalarında aort kökü ötesinde aorta tutulumu, veya TA klinik ve radyolojik bulgularının gelişiminin de SpA’nın bir manifestasyonu olarak değerlendirilebileceğini düşünmekteyiz. Tanı: Ankilozan spondilit ve Takayasu arteriti birlikteliği Sonuç ve anahtar mesaj: Uygun tedavi ile eklem bulguları kontrol alındığı halde enflamatuvar belirteçlerinde düzelme olmayan, periferik nabızları veya ekstremite kan basıncı ölçümleri arasında uyumsuzluk olan AS hastalarında Takayasu arteriti akla gelmeli ve gerekli görüntülemeler yapılmalıdır. Klinik bulguları sistemik etkilerinden farklı seyreden SpA olgularında aortit gelişebileceğini romatologların akılda tutması önerilir. Anahtar Kelimeler: Ankilozan spondilit, Takayasu arteriti, vaskülit Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 120 Lautermann D, Braun J. Ankylosing spondylitis–cardiac manifestations. Clin Exp Rheumatol 2002;(6 Suppl 28):S11–5 Acar B, Yalcinkaya F, Oztürk B ve ark. Sero negative spondyloarthropathy associated with Takayasu’s arteritis in a child. Clin Exp Rheumatol. 2005;23:278-9 de Souza AW, de Carvalho JF. Diagnostic and classification criteria of Takayasu arteritis. J Autoimmun. 2014;48-49:79-83 Gan FY, Fei YY, Li MT, ve ark. The characteristics of patients having ankylosing spondylitis associated withTakayasu’s arteritis. Clin Rheumatol. 2014;33:355-8 Grewal GS, Leipsic J, Klinkhoff AV. Abdominal aortitis in HLA-B27+ spondyloarthritis: Case report with 5-year follow-up and literature review. Semin Arthritis Rheum. 2014;44:305-8 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-040] Adalimumab Tedavisi Sırasında Ortaya Çıkan Vaskülopati Ali Taylan1, Emin Taşkıran2 1 2 Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Romatoloji Ünitesi, İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Başvuru yakınması: Sağ diz altında kırmızı döküntü yakınması ile başvuran 48 yaşında erkek hasta. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Yaklaşık 20 yıl önce Ankilozan Spondilit (AS) tanısı ile NSAİİ kullanan hastaya 8 yıl önce infliximab tedavisi başlanmış ve aralıklarla devam edilmiş. Ancak yıllar içinde hasta kullandığı ilacın eskisi kadar etkili olmadığını ve derialtı yapılan bir formu tercih ettiğini söyleyince adalimumab tedavisine geçildi. Bu tedavi başlandıktan 6 hafta sonra hasta sağ diz altı bölgede ağrısız ve kaşıntısız kırmızı döküntü şikâyeti ile başvurdu. Dermatoloji konsültasyonun da alerjik reaksiyon düşünülen ve anti histaminik tedavi önerilen lezyon, 2 haftadan sonra gri bir renk aldıktan sonra yavaşça kayboldu. Bu arada adalimumab tedavisi kesilip insizyonel deri biyopsisi yapıldı. Lezyon iki gün içerinde anti-histaminik tedaviye rağmen sebat edince, kısa süreli düşük doz steroid tedavisi verildi ve deri lezyonu kaybolduktan 2 hafta sonra hasta etanercept ile tedavi edilmeye devam edildi. Mevcut tedavi sırasında herhangi bir yan etki rapor edilmedi. Vital bulgular normal sınırlarda, hafif kifozu ve eklem muayene bulguları AS ile uyumlu olan hastanın sağ ön pretibial bölgesinde 3*3 cm çapında ciltten hafif kabarık, menekşe kırmızı renkte lezyon mevcut (Resim 1). Sakroiliyak eklem grafisi: Evre 3-4 sakroileit, Biyopsi raporu: Damar endotelinin hasar görmediği, perivasküler mononükleer hücrelerin hâkim olduğu vaskülopati (Resim 2). Ön tanılar: 1- İlaca bağlı alerjik döküntü. 2- Psoriasis. 3- AS te eşlik eden primer vaskülitler. 4- İlaçla ilgili vaskülopati. Tanıya götüren bulgular: 1. İlaca bağlı alerjik döküntü: İlaç kullanımı sırasında ortaya çıkan döküntülerde ilk akla gelen tanıdır. Bu vakada döküntünün kaşıntısız ve anti-histaminik tedavilere rağmen haftalarca sebat etmesi bu tanıdan uzaklaştırmaktadır. 2 Psoriasis: Özellikle adalimumab ve infliximab tedavisi sırasında rapor edilmiş olgu bildirimleri vardır (1). Genelllikle tedavi kesildikten sonra kendiliğinden geçer. Deri lezyonunun özellikleri ve biyopsi sonucu bu vakada ayırt ettiricidir. ESH: 34mm/saat, CRP: 2.4mg/dl, Hb: 11gr, Lökosit: 11000, Creat: 1,1, HLAB27(+), ANA: 1/320 homojen, 3. AS te eşlik eden primer vaskülitler: AS te eşlik eden derinin lökositoklastik vasküliti vaka bildirimleri vardır (2). Bu hastada damar duvarının patolojik olarak hasarsız olması vaskülit yerine vaskülopati terimini ön plana çıkarmaktadır. Resim 1. Sağ ön pretibial bölgede 3x3 cm çapında ciltten hafif kabarık, menekşe kırmızı renkte lezyon Resim 2. Damar endotelinin hasar görmediği, perivasküler mononükleer hücrelerin hâkim olduğu vaskülopati TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 121 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu 4. İlaçla ilgili vaskülopati: Bu vakadaki patolojik tanıdır. Alerjik deri döküntülerinin kaşıntılı ve ilk birkaç gün içerisinde önce sönmesi ve kaybolmaya başlaması beklenir. Bu vakada ilacın kesilmesi ve gerekirse kısa süreli steroid tedavisi ile vaskülopatinin düzelmesi beklenir. Tartışma: Alerjik deri döküntüleri anti tnf- tedavileri sırasında en sık döküntü sebebidir. Ancak sık olmayan sebeplerinde akılda tutulması gerekir. Adalimumab tedavsi sırasında ortya çıkan psoriatik deri döküntüleri bu vakada ayırıcı tanıda yer almalıdır (1). Literatürde anti tnf- tedavileri sırasında vaskülit, en fazla deriye sınırlı, ele gelen purpura şeklinde ve çoğunlukla infliximab tedavisi sırasında rapor edilmiştir. Böbrek, sinirler ve iç organ tutulumları ise daha nadirdir (3). Neden olan ilacın kesilmesi ve tutulum ciddiyetine göre steroid tedavisi verilmesinde genel bir uzlaşma olmasına rağmen bundan sonraki adımlarla ilgili görüş birliği yoktur. Tanı: Adalimumab ile ilişkili vaskülit Sonuç ve anahtar mesaj: Deriye sınırlı vaskülopati sonrası farklı mekanizmalarla etkiyen başka bir anti TNF- etkili ilacın kullanılması ve çoklu vaka bildirimleriyle sonuçların paylaşılması bundan sonraki adımlar için yol gösterici olacaktır. Anahtar Kelimeler: Adalimumab, vaskülit Kaynaklar 1. 2. 3. 122 Sauder MB1, Glassman SJ.Palmoplantar subcorneal pustular dermatosis following adalimumab therapy for rheumatoid arthritis. Int J Dermatol. 2013 May;52(5):624-8. Kobak S, Yilmaz H, Karaarslan A, ve ark. Leukocytoclastic vasculitis in a patient with ankylosing spondylitis.Case Rep Rheumatol. 2014 Srivastava MD1, Alexander F, Tuthill RJ.Immunology of cutaneous vasculitis associated with both etanercept and infliximab.Scand J Immunol. 2005;61:329-36. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-041] Sistemik Lupus Eritematozuslu bir Olguda Angioödem Tuğba Başoğlu Tüylü1, Tuncay Koç2, Duygu Bayır2, Emrah Barışan2, Dilek Solmaz3 1 T.C. Burdur Bucak Devlet Hastanesi, Burdur Namık Kemal Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Tekirdağ, İzmir 3 Namık Kemal Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Tekirdağ 2 Başvuru yakınması: 23 yaşında kadın hasta sağ göz kapağında şişlik yakınması ile başvurdu. Anamnez, fizik muayene, laboratuar bulguları: Doğumdan üç ay sonra başlayan özellikle el eklemlerinde ağrı ve şişlik yakınması ile altı ay önce polikliniğe başvurdu. Sorgulamasında bir saati aşan sabah tutukluğu ve yakınmalarının hareketle azaldığı öğrenildi. Fotosensitivite ve malar raş da tarifleyen hastanın fizik muayenesinde bilateral metokarpofalengeal eklemlerinde artrit tespit edildi. Ön planda klinik olarak SLE düşünülen hastanın yapılan tetkiklerine ANA 1/10000 homojen pozitif tespit edildi. Komplemen düzeyleri düşük olan hastanın anti ds DNA pozitifliği olmasına karşın aktif idrar sedimenti ve proteinürisi tespit edilmedi. Hasta SLE tanısı ile takibe alındı ve düşük doz steroid ile hidroksiklorakin (HCQ)başlandı. Steroid kesilerek sadece HCQ ile izlenen hastanın bulguları kontrol altına alındı. Başvuru sabahı dakikalar içerisinde oluşan sağ göz kapağına şişlik oluşmuş (Resim). Kaşıntı tariflemeyen hasta poliklinikte değerlendirildi. Özgeçmiş ve soygeçmiş: Özellik yok Laboratuar: hastanın sonuçları tabloda özetlenmiştir. Ön tanılar: 1. SLE aktivasyonu ile ilişkili angioödem veya ürtiker atağı 2. Herediter veya kazanılmış angioödem Ayırıcı tanı: Angioödem kendini sınırlayan, lokalize subkutanöz (veya submukozal) ekstravazsyon sonucunda sıvının interstisyel dokulara geçmesi ile oluşur. İzole olabileceği gibi ürtiker ile ilişkili veya anaflaksinin bir komponenti olabilir. SLE’li hastaların %4-13’ünde ürtiker raporlanmıştır. Yine SLE’de hastalık aktivitesi ve kompleman seviyesi düşüklüğü ile ilişkili olarak angioödem tabloları da bildirilmiştir. Angioödem ürtiker ile birlikte olabilir ancak bizim hastamızda ürtiker (kaşıntı ve makuler döküntüler gibi) bulguları eşlik etmediğinden ön planda tek başına anjioödem düşünüldü. Angioödem alt tiplerine bakıldığında mast hücre aracılı ve bradikinin aracılı olmak üzere iki ana alt tip tanımlanmıştır. Bradikinin aracılı angioödem de ACE veya ARB ilişkili ve C1 inhibitör eksiliği ile ilişkili olarak ayrılabilir. C1 inhibitör eksikliği ile ilişkili olarak herediter ve kazanılmış formlar Fizik muayene: Sağ göz kapağında şişlik ve kızarıklık dışında ek bulgu tespit edilmedi. Tablo 1. Laboratuar sonuçları Parametre Bulgular Normal değerler Beyaz küre, x103/μL 2.9 4-10 Hemoglobin, g/dL 10.9 13.5-17.5 202 150-350 Trombosit, x103/μL ANA Anti-ds DNA U/ml 1/10000 homojen 1185 0-200 C3 mg/dl 58 90-180 C4 mg/dl 5 10-40 0.5 0.7-1.3 7 5-34 Kreatinin, mg/dL Aspartat transaminaz, U/L Alanin transaminaz, U/L 16 0-55 Alkalen fosfataz, U/L 110 40-150 8 6-7.8 Albumin, g/dL 4.5 3.5-5.5 Eritrosit sedimantasyon hızı, mm/saat 34 0-15 C-reaktif protein, md/L 0.8 0-5.0 Total protein, g/dL TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 123 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Bizim hastamızda SLE aktivasyonu ile ilişkili başka bir bulgu olmaması nedeni ile SLE ilişkili tablo düşünülmedi. Başlangıç yaşı ve aile öyküsü olmaması nedeni ile öncelikle herediter formdan uzaklaşıldı. Kompleman düşüklüğü ile ilşkili kazanılmış angioödem veya HCQ ile ilişkili tablolar ön planda düşünüldü. C4 düzeyinin düşüklüğü atak sırasında da gösterilen hastada C1q inhibitör düzeyleri bakılmadı. Kullandığı tek ilaç olan HCQ ile ilişkili olarak oluşan angioödem durumu da dışlanamadı. Bu durumda hastada HCQ kesildi. Steroid tedavisi verildi ve aktivasyon açısından yakından izleme alındı. Tanı: Kazanılmış angioödem (ilaç veya hipokomplemantemi ile ilişkili) Resim 1. Göz çevresindeki ödem tanımlanmıştır. Özellikle kazanılmış formalarının SLE ile ilişkilisi bildirilmiştir. Çeşitili ilaçlarla tanımlanmış angioödem tabloları vardır. Sık olarak görülmemekle birlikte HCQ ile 7646 hastalık bir seride bu oran %0.24 olarak bildirilmiştir. Genellikle 50 yaş üzeri ve çoğunlukla kadınlarda tanımlanmış ve hastaların hepsinde ilaç başlanmasında sonraki altı ay içerisinde tablo gelişmiştir. Çoğunluğunu SLE hastaları oluşturmaktadır. Sonuç ve anahtar mesaj: SLE hastalarında angioödem karşılaşılabilen ve nadiren de olsa ciddi tablolara yol açabilir. Bu durumda öncelikle hastalık aktivasyonu gözden geçirilmelidir. Aktivasyon düşünülmediğinde en sık olarak kompleman ile ilişkili tablolar bildirilmiştir. Bu hasta grubunda sık olarak kullandığımız HCQ’nin de böyle bir tabloya yol açabileceği akılda bulundurulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Angioödem, SLE Kaynaklar 1. 2. 124 Ko CH, Ng J, Kumar S, ve ark. Life-threatening angioedema in a patient with systemic lupus. Clin Rheumatol. 2006;25:917-8. Lahiri M, Lim AY. Angioedema and systemic lupus erythematosus--a complementary association? Ann Acad Med Singapore. 2007;36:142-5. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-042] Behçet Hastalığı: Trombüs ve Ateş Sema Yılmaz, Mehmet Alper Karaman, Serpil Ergülü Eşmen Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Konya Başvuru yakınması: Ateş, titreme, bacaklarda şişlik ve ağrı. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: 2001 yılında dış merkezde Behçet hastalığı tanısı konulan, 2006’da yine başka bir merkezde nörobehçet tanısı alan hasta ateş, titreme, bacaklarda şişlik ve ağrı şikayeti ile dermatoloji bölümüne başvurmuş. Hasta kolşisin 1.5 mg/gün ve azatiopirin 100 mg/gün kullanmaktaymış. Yüksek ateş, titreme, terleme şikayetleri ve sedimentasyon (52 m/sa), CRP (64 mg/L) yüksekliği olan hasta takip ve tedavi amaçlı enfeksiyon hastalıklarına yatırılarak ampirik intravenöz antibiyotik tedavisi almış. Diğer laboratuvar tetkikleri normal sınırlarda imiş. Kültürlerinde üreme olmayan ve antibiyotik tedavisine rağmen 38 dereceyi geçen ateşleri olan hasta bölümümüze konsülte edilerek romatoloji servisine yatırıldı. Hastanın fizik muayenesinde sağ 2. molar diş üzerinde pürülan akıntı izlendi. Palpasyonda maksillada fluktuasyon alındı. Ayrıca her iki alt ekstremitede orta düzeyde pretibial ödem tespit edildi. Hastanın diğer sistemik ve romatolojik muayeneleri olağandı. Ön tanılar: 1- Diş absesi, 2- Venöz yetmezlik, venöz trombüs, 3- Kalp yetmezliği, kalp kapak hastalığı, 4Nefropati, 5- Karaciğer yetmezliği, 6- Lenfanjit, 7- Karın içi kitle. Ayırıcı tanı: Hastanın dikkatli fizik muayenesi açıkça bir maksiller apse varlığını göstermektedir ve ateş, sedimentasyon ve CRP yüksekliği çok büyük olasılıkla buna bağlıdır. Pretibial ödem ayırıcı tanısı oldukça fazla alt başlık içerebilir. Bu hastada kalp hastalığı semptomlarının olmaması, fizik bakıda kardiyak üfürüm olmaması, laboratuvarda karaciğer, böbrek fonksiyon testleri ve albümin düzeyinin normal olması akla damarsal patolojiyi getirmektedir. Tanıya götüren bulgular: Ateş, sedimentasyon ve CRP yüksekliği, fizik muayenede fluktuasyon veren maksiler şişlik maksiller apse tanısına götürmektedir. Hastanın kontrastlı abdomen tomografisinde karaciğer 195 mm ile normalden büyük, paraaortik ve parakaval birkaç adet 1 cm’i geçmeyen lenf nodu yanında, görüntüleme alanı içinde vena kava inferior distal kesimde oklüzyona sebep olan trombüs şüphesi mevcuttu. Ayrıca damarsal patoloji şüphesiyle yapılan alt ekstremite doppler ultrasonda her iki iliak ven distalinde rekanalize trombüs, proksimal kesimde ve vena kava inferior izlenebilen kesimlerde total oklüzyona sebep olan trombüs izlendi. Tartışma: Bu hastada antibiyoterapi tamamlandıktan sonra pulse siklofosfamid ve steroid tedavisi sonrası oral 1 mg/kg prednizolon tedavisi planlandı ve anevrizma ekarte edildikten sonra tromboza yönelik antikoagülan tedavi başlandı. İmmünsüpresif kullanan romatoloji bölümü hastalarında ateş ve akut faz reaktanları yüksekliğine dikkatle yaklaşılması gerekmektedir. Öncelikle akla gelen enfeksiyon şüphesine karşı titiz bir sistemik fizik muayene ve olası tüm enfeksiyon odaklarının gözden geçirilmesi önemlidir. Bu hastada olduğu gibi derin ven trombozu Behçet hastalığında sık görülebilen önemli bir patolojidir. Her büyüklükte ven tutulabilir. Hastaların %20-40’ında yüzeyel tromboflebit ve/veya derin ven trombozu görülür (1). Kendi başına, ateş etyolojisinde bulunabilir. Behçet hastalığında venöz trombotik bulguların sıklığına rağmen, trombüs inflamasyonlu venöz damara sıkıca yapışmış olduğundan tromboembolizm riski azdır. Behçet hastalığında venöz tutulum, arteriyal tutulumdan fazladır (2). Tanı: Maksiller apse, derin ven trombozu. Sonuç ve anahtar mesaj: İmmünsüpresif kullanan hastalarda ateş etyolojisi araştırırken, sistemik fizik muayenenin dikkatli ve tüm olası odakları içerecek şekilde yapılması büyük önem taşır. Behçet hastalarında venöz tromboz riski ve semptomları her zaman akılda bulundurulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Behçet hastalığı, trombüs, ateş Kaynaklar 1. 2. Lie JT. Vasculer involvement in Behçet’s disease arterial and vennus and all size. J Rheumatol 1992;19:34. Zeynep Özbalkan, Şule Apraş Bilgen, Behçet hastalığı, Hacettepe Tıp Dergisi, 2006;37:14- 20 TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 125 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-043] Romatoid Artrit Tanılı bir Spondilodiskit Vakası Mehmet Alper Karaman1, Alparslan Ali İzki2, Mehmet Aydoğmuş3, Sema Yılmaz1 1 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Konya Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, Konya 3 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, Konya 2 Başvuru yakınması: Romatoid artrit tanısı ile takipli 45 yaş kadın hasta şiddetli bel ağrısı ile acil servise başvurduktan sonra takip ve tedavi amacı ile romatoloji servisine yatırıldı. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Hasta şiddetli ağrı nedeni ile yürüyememekte idi. Hastanın sistemik muayenesinde patoloji saptamadı Romatolojik muayenede kalça hareketleri ağrı dolayısı ile kısıtlı idi. Fabere, fadır, düz bacak kaldırma testi solda fazla olmak üzere bilateral (+) idi. Palpasyonda ciddi L3-L4 hassasiyeti mevcuttu. Kan tetkiklerinde Wbc:12 K/ uL, Hgb:9,78 g/dL, Plt:478 K/uL, MCV:84,6 fL, Ne:%75,1, sedimentasyon: 95 m/h, CRP: 200 mg/L saptandı. Biyokimyasal tetkikleri ve rutin idrar tahlili normal sınırlarda idi. Ön tanılar: 1- Lomber diskopati ile birlikte enfeksiyon, 2- Bruselloz, tüberküloz veya diğer enfeksiyöz orijinli spondilodiskit, 3- Tümör, 4- Travma. Ayırıcı tanı: Yürüme güçlüğü olan hastada ilk akla gelen disk patolojisi ile birlikte immünsüpresif kullanımı da olması sebebiyle sistemik bir enfeksiyon varlığıdır. Laboratuvar bulguları enfeksiyonu desteklemekle birlikte fizik muayenede bel omurları dışında odak bulunmaması lokal bir enfeksiyonu düşündürmektedir. Hastada travma öyküsü mevcut değildir. Görüntülemede tümör lehine bulgu yoktur. Lomber MR tetkikinde L3-L5 düzeyinde sol parasantral alanda vertebra korpus arkasında, intravenöz kontrast madde sonrası kontrast tutan koleksiyon, epidural koleksiyonla uyumlu olarak saptandı. Ayrıca kesit alanına giren alanlarda solda iliopsoas medial komşuluğunda abse formasyonunu destekler koleksiyon ve L4-L5 disk mesafesi düzeyinde spondilodiskiti destekler kontrastlanma görüldü. Tanıya götüren bulgular: Şiddetli inflamatuar bel ağrısı, lökosit, sedimentasyon ve CRP yüksekliği, lomber MR bulguları. Tartışma: Hastada immünsüpresif ilaçlar kesilmiş ve IV antibiyotik tedavisi için enfeksiyon hastalıklarına devri gerçekleşmiştir. Bir ay intravenöz meropenem ve daptomisin tedavisi uygulandıktan sonra kontrol lomber MR tetkikinde bir önceki tetkike göre yukarda tariflenen bulgularda belirgin regresyon izlendi. CRP:26 mg/L düzeyine gerileyen hasta oral siprofloksasin ve rifampisin ile taburcu edilerek kontrole çağrıldı. Spondilodiskit alt ve üst vertebra platoları ve intervertebral diskte inflamasyonla karakterizedir. Temel bulgu inflamatuar bel ağrısıdır. Diğer sistemik enfeksiyonlar, maligniteler, romatizmal hastalıklar gibi immün sistemin baskılandığı durumlara sıklıkla eşlik eder (1). Sık olarak psoas apsesi ve epidural apse komplikasyonu şeklinde görülür. %40-60 stafilokoklara bağlı gelişir. Diğer önemli sebepler streptokoklar, tüberküloz ve bruselloz sayılabilir. Enfeksiyöz spondilodiskitin temel tedavisi antibiyotiklerdir. Nörolojik defisit hallerinde cerrahi müdahale gerekebilir (1,2) Tanı: Enfeksiyöz spondilodiskit. Sonuç ve anahtar mesaj: İnflamatuar bel ağrısı ve yüksek akut faz yanıtı varlığında enfeksiyöz patoloji olasılığı akılda bulunmalı ve dikkatle değerlendirilmelidir. Anahtar Kelimeler: Bel ağrısı, spondilodiskit Kaynaklar 1. 2. 126 Alpaslan Şenköylü, Necdet S. Altun, Omurga enfeksiyonları, TOTBİD Dergisi 2011;10:289-295. Doruk ve ark., Hemodializ Hastasında Diskite Bağlı Parapleji, FTR Bil Der 2012;15: 57-60 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-044] Metotreksat Toksisitesi Mehmet Alper Karaman1, Mehmet Aydoğmuş2, Alparslan Ali İzki3, Sema Yılmaz1 1 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, Konya 3 Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, Konya 2 Başvuru yakınması: Ateş, bulantı, kusma, kanlı ishal, yutma güçlüğü, vücutta döküntü yakınmaları ile başvuran 32 yaşında kadın hasta. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Beş ay önce gebe iken dış merkezde romatoid artrit tanısı konulmuş. Daha sonra romatoloji polikliniğimize takip için başvuran hastaya metotreksat 15mg/hafta, sülfasalazin 2 gr/gün ve hidroksiklorokin 400 mg/gün başlanmış. İlaç kullanım detayları yazılı ve sözlü olarak kendisine bildirilmiş. 6 gün sonra hasta ateş, bulantı, kusma, kanlı ishal, yutma güçlüğü ve vücutta döküntü şikayetleri ile acile başvurdu. Anamnezde metotreksatı haftalık yerine günlük kullandığı öğrenilen hasta, metotreksat toksisitesi ön tanısı ile yatırıldı. Vital bulgularında kan basıncı 100/60mmHg, nabız 90/dk, vücut sıcaklığı 38,3C idi. Sistemik muayenesinde dudaklarda hemorajik kurutlar, ağızda ve dilde erode ve hemorajik alanlarla birlikte görülen psödomembranöz plaklar, sırtta belirgin olmak üzere gövdede eritemli makülopapüler lezyonlar dışında patoloji saptanmadı. Laboratuvar bulgularında lökosit 1,21 K/uL, Ne:%44,7, Ne:0,542 K/uL, Hb: 9,05 g/dL, Plt: 53,6 K/uL, CRP:115 mg/dL, 62 m/h, periferik yaymada pansitopeni ile tüm serilerde azalma, ALT:6 u/L, AST:9 u/L, kreatinin: 0,63 mg/dL, B12: 197 pg/mL, folik asit: 10,54 ng/mL düzeylerinde, rutin idrar tetkikinde mikroskopik hematüri mevcuttu, dışkıda yoğun eritrosit ve E. Histolitika antijen (+) idi. Kan, idrar ve boğaz kültürlerinde üreme olmadı. Ön tanılar: 1- İlaç toksisitesi, 2- Sistemik enfeksiyon, 3Hematolojik malignite. Ayırıcı tanı: Hastadaki pansitopeni tablosu, ateş, kanama, oral fungal plaklar akla hematolojik malignite, ağır sistemik enfeksiyon gibi durumları getirebilmesine karşın, öyküde yüksek doz metotreksat kullanımı olması, metotreksat toksisitesi tanısını kolaylaştırmaktadır. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Tanıya götüren bulgular: Öyküde yüksek doz metotreksat kullanımı, oral ülserler, fungal plaklar, stomatit, bulantı ve kusma gibi yüksek doz metotreksat alımına bağlı gelişen klinik bulgular, laboratuvarda pansitopeninin olması. Tartışma: Hematolojiye konsülte edilen hastaya 15 mg subkutan folinik asit başlandı. Pansitopenide derinleşme olması üzerine kan ürünleri ve antibiyotik ile destek sağlanırken neupogen 1x30mU başlandı. Yatışının 5. gününde kan değerleri yükselişe geçen ve stabil seyreden hasta 9. günde kan tablosu tamamen düzelmiş olarak, iyilik haliyle taburcu edildi. Kemik iliği baskılanması metotreksatın en ciddi yan etkilerinden biridir. Metotreksat’a bağlı pansitopeni açısından risk faktörleri olan dehidratasyon, yüksek ortalama eritrosit volümü (MCV) düzeyi, hipoalbüminemi, haftalık yerine günlük MTX alımı, renal yetmezlik, düşük folat düzeyi, folik asit almama, ileri yaş, enfeksiyon, multipl sayıda ilaç kullanımı gibi durumlarda MTX alan RA’lı hastaların takibinde, hematolojik toksisite gelişimi daha sık olmaktadır (1,2,3). İlacın kesilmesi, ilk 24 saatte folinik asit başlanması ve destek tedavisi, temel yaklaşımı oluşturur (4). Hastaların ilaçları doğru şekilde kullanmaması hastanın eğitim düzeyi, hastada psikolojik faktörlere bağlı olarak sormaya çekinme, yanlış tarif edilmesi veya hiç tarif edilmemesi ve hastanın kasten aşırı veya eksik doz alması gibi durumlara bağlı olabilir. Hastaya, özellikle birtakım kullanım ayrıcalıkları bulunan ilaçlar yazılırken sayılan faktörlere yönelik hassasiyet gösterilmelidir. Tanı: Metotreksat toksisitesi Sonuç ve anahtar mesaj: Klinik pratikte kullanılan ilaçların yan etkilerinin ve her zaman toksisite olasılığının olduğunun bilinmesi ve müdahale yeteneklerinin kazanılması önemlidir. Anahtar Kelimeler: Metotreksat, toksisite 127 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 128 Lim AYN, Gaffney K, Scott DGI. Methotrexate-induced pancytopenia: serious and under-reported? Our experience of 25 cases 5 years. Rheumatology 2005;44:1051-5. Weinblatt ME. Toxicity of low dose methotrexate in rheumatoid arthritis. J Rheumatol 1985;12:35-9. Altındağ Ö, Küçükoğlu B. Intoxication due to high dose methotrexate in a patient with rheumatoid arthritis: a case report. Turk J Rheumatol 2011;26:58-60 Ackland SP, Schilsky RL High-dose methotrexate: a critical reappraisal. J Clin Oncol 1987;5: 2017-2031 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-045] Monoartrit ile Gelen Tedaviye Dirençli Hasta Özgül Soysal Gündüz1, Nesibe Özenler2, Olcay Nalbant3 1 Manisa Devlet Hastanesi, Romatoloji Bölümü, Manisa Manisa Devlet Hastanesi, Radyoloji Bölümü, Manisa 3 Manisa Devlet Hastanesi, Patoloji Bölümü, Manisa 2 Başvuru yakınması: 32 yaşında kadın hasta, sağ dizde ağrı ve şişlik, inflamatuvar bel ağrısı, şikayetleri ile romatoloji polikliniğine başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: 2 yıldır bilateral dizlerde, ayak bileklerinde ve topuklarda ağrı ile istirahatte artan bel ağrısı olan hastaya daha önce lomber disk hernisi tanısı konularak ara ara nonsteroid anti-inflamatuvar (NSAID) tedavi verilmiş. Hasta NSAID ile %60-70 oranında rahatlarken 2 aydır şikayetlerinde artma olmuş. 1 ay önce sağ dizde şişlik ve ağrı şikayeti başlamış. Sabah tutukluğu bel ve ayaklarda 30 dk kadar sürüyormuş. Şişlik öncesi üst solunum yolu, idrar yolu veya gastrointestinal sistem enfeksiyonu geçirmemiş. Hasta karın ağrısı, plöretik göğüs ağrısı ve ateş yüksekliği atakları tariflemedi. Ailede romatizmal hastalık, kendisinde yada ailesinde psöriazis ve inflamatuvar barsak hastalığı öyküsü yoktu. Fizik muayenede sağ diz şiş, hassas ve sağda FABERE pozitif, sağda aşil tendon hassasiyeti saptandı. Diğer eklemlerde şişlik, hassasiyet yoktu. Döküntü, oral ve genital aft, üveit, ağız ve göz kuruluğu bulguları saptanmadı. Başvuru sırasında laboratuvar tetkikleri tablo 1’de gösterilmiştir. Ön tanılar: Monoartritle gelen bir hastada olası tanılar: 1- Septik artrit, 2- Kristale bağlı artritler, 3- Akut travmatik monoartrit, 4- Diz ekleminin internal düzensizliği, 5- Eklem içine akut kanama, 6- Ailesel Akdeniz Ateşi, 7- Palindromik romatizma, 8- Seronegatif spondiloartropatiler Ayırıcı tanı: Öyküsünde travma ve kanama diyatezi olmaması nedeni ile akut travmatik monoartrit ve eklem içine kanama düşünülmedi. Hastada öncelikle septik artriti ekarte etmek için 3 cc kadar sinoviyal sıvı örneği alınabildi. Sıvının incelemesinde çoğu polimorf olmak üzere lökosit sayısı 8 bin/mm3 bulundu. Gram boyamada mikroorganizma tespit edilmedi, kültürde üreme olmadı. Hastanın kronik bir hastalığı olmaması, genç olması, immünsüpresif ilaç ve IV ilaç kullanımının, enfeksiyon odağının, penetre travma ve eklem girişim öyküsünün de olmaması nedeni ile septik artrit düşünülmedi. Akut gut artritinde semptomların genelde 3-5 gün sürmesi, fizik muayenede inflamasyon bulgularının daha şiddetli olması ve de sinoviyal sıvı analizinde kristal saptanmaması nedeniyle kristal artritler dışlandı. Tanıya götüren bulgular: Alt ekstremite periferik eklemlerdeki artrit spondiloartropati grubu hastalıklarda görülebilir. Bu hastalıklarda monoartrit başlangıç bulgusu olabilir. Bu hastada 2 yıldır inflamatuvar bel ağrısı Tablo 1. Başvuru sırasındaki laboratuvar tetkikleri WBC 8,7 103/uL (4.5-10.5) HGB 11,6 gr/dl (11-14) PLT 330 103/uL (140-400) Glukoz 87 mg/dl (74-118) Üre 17 mg/dl (15-50) Kreatinin 0,5 mg/dl (0.5-1.1) AST 17 IU/L (15-41) ALT 19 IU/L (10-40) 3,7 mg/dl (2.3-6.1) Ürik Asit Brucella Aglütinasyon Testi Anti CCP ANA negatif <7 U/ML (0-17) 1/80 pozitif granüler patern CRP 5.8 mg/L (0-5) RF <20 IU/ML (0-30) Sedimentasyon 33 mm/saat (1-30) TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 129 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Resim 1. Sağ diz MRG kontrastlı sagital kesitlerde eklem aralığında post kontrast incelemelerde homojen ılımlı kontrastlanma gösteren solid lezyon da mevcuttu. Hastanın çekilen sakroiliak eklem grafisinde radyografik sakroiliit saptanmadı. Lomber ve servikal vertebra grafilerinde lordozda azalma dışında patolojik bulgu yoktu. Lateral topuk grafisinde sağda kalkaneus posteriorunda aşil tendon yapışma yerinde hiperosteotik değişiklikler mevcuttu. Diz grafileri normal saptandı. Ancak kronik inflamatuvar bel ağrısı tarif etmesi nedeniyle sakroiliak eklem manyetik rezonans görüntüleme (MRG) yapılan hastada MR sakroiliit görülmedi. Artrit, entezit ve inflamatuvar bel ağrısı nedeni ile ASAS’a göre periferik spondilortrit tanısı (1) konan hastaya diklofenak sodyum 75mg/gün, sülfosalazin 2gr/gün tedavisine başlandı. Dizdeki artrit varlığı nedeni ile intraartiküler steroid enjeksiyonu yapıldı. 2 ay sonra yapılan kontrolünde bel ağrısı azalmış ancak diz ağrısı ve dizdeki şişlik devam etmekteydi. Bu arada hasta şişlik şikayetinin devam etmesi nedeni ile 1 ay kadar önce başka bir sağlık merkezinde ortopedi polikliniğine başvurmuş, hastada sağ diz MRG yapılmıştı. MRG raporu sağ dizde pannus oluşumu izlendiği şeklindeydi. Ancak MRG’nin görüntüleri elde edilemedi. Hastanın tedavisine metotreksat 10 mg/hafta ve metilprednizolon 4 mg/gün oral eklendi. 2 ay sonraki diğer kontrolünde diz eklemindeki şikayetin devam etmesi üzerine hastanın daha önce dış merkezde çekilmiş MRG görüntüleri merkezimizde tekrar değerlendirildi. Değerlendirmede anterior çapraz bağ anterior komşuluğundan başlayıp patellofemoral eklem mesafesinde anteriora uzanım gösteren hoffman yağ yastığı posterioruna uzanan T1 A hipointens, T2 A hipointens 3.0X1.5 cm boyutunda solid lezyon olarak raporlandı. Pigmente villonodüler sinovit nodüler formu ayırıcı tanısı açısından kontrastlı MRG önerildi. Yapılan kontrastlı MRG’de post kontrast incelemelerde homojen ılımlı kontrastlanma mevcuttu. GRE sekansta hemosiderin içermediğinden pigmente villonodüler lezyon ayırıcı tanısından uzaklaşıldı (Resim 1). Ortopedi konsültasyonu sonucunda operasyon önerilmesi üzerine hastanın kullanmış olduğu Mtx, steroid ve 130 SSZ kesilerek kitle eksize edildi. 3x2,5x2 cm ölçüsünde üzeri memranöz zar ile çevrili sarı-gri renkli kitle patolojik olarak incelendi. Yapılan immunohistokimyasal boyamalar sonucunda kitle tendon kılıfının dev hücreli tümörü olarak raporlandı (Resim 2). Tartışma: Tendon kılıfının dev hücreli tümörü (TKDHT), tendon kılıfının sinoviyal hücrelerinden köken alan, yavaş ve sıklıkla semptomsuz büyüyen ekstremite yerleşimli beningn bir lezyondur. Histolojik olarak başlıca histiyosit benzeri köpüksü hücreleri ve hemosiderin yüklü makrofajlar içerir. Kadınlarda daha sık olmak üzere genellikle 30-50 yaş arasında görülür. Etyolojisi tam olarak bilinmemektedir ancak travmanın bu tümörün oluşumuna neden olduğuna ilişkin yayınlar bulunmaktadır (2). Sinovyal membrandan köken alan bu tümör, sıklıkla el ve ayak parmaklannın palmar yüzünde olmak üzere, el bileği, dirsek, ayak parmakları, ayak bileği, nadir olarak diz, kalça ve omurgada da görülebilmektedir. Bazen diğer benign ve malign yumuşak doku tümörleri ile karışabilmektedir. TKDHT’de tipik vakaları klinikopatolojik tanımak çok zor değildir. Makroskobik olarak konvansiyonel parmak tümörleri iyi sınırlı multinodüler, subkutanöz ağrısız kitle oluştururlar ve yavaş büyürler. Diğer yandan büyük eklemlerde bulunanların tanısı preoperatif olarak bazen zor olabilir. Çünkü intraartiküler yumuşak doku kitlesi oluşturana kadar semptomlar nonspesifiktir. Parmaklardaki tümörler sınırlı büyürler, komşu kemiği, tendon ve deriyi sıkıştırırlar. Büyük eklemlerin tümörleri daha az dirençle karşılaştıkları için geniş sahalara yayılırlar. Bundan dolayı omuz ve diz gibi daha büyük eklemlerde oluşan büyük eklem grubu nodülleri sonuç olarak mikroskobik görüntüleri ve villöz projeksiyonlar hariç pigmente villonodüler sinovit (PVS)’e benzer. Kesin tanı ancak patolojik olarak konulabilmekle kitlenin preoperatif değerlendirilmesinde MRG en değerli görüntüleme yöntemidir. Primer tedavisi cerrahi olup, rekürrens oranı %10-20 dir (3). TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i A B C D Bu hastada ilk başvuru sırasında dizdeki şişliğe ek olarak spondiloartrit semptomları olması ve muhtemel dizdeki tümöral lezyona reaksiyonel hafif bir sıvı artışı olması nedeniyle artrit düşünüldü. Bu nedenle eklem MRG gereği duyulmadı. Üstelik daha sonra başka bir merkezde çekilen MRG raporu da artriti desteklemekteydi. Ancak hastanın dizindeki şişlik antiromatizmal tedavi ile gerilemediğinde tekrar görüntüleme gereği duyuldu ve sonuçta mevcut şişliğin bir artrit değil tümöre bağlı olduğu görüldü. Bu nedenle özellikle monoartrit ile gelen hastalarda dikkatli ayırıcı tanı yapılmalı. Bu arada bir romatolog olarak görüntüleme yöntemlerini kullanarak tedavi kararı verirken yalnız radyoloji raporlarına bağlı kalmak yerine görüntüleri bir klinisyen olarak yorumlayabilmeli, Resim 2. Mikroskopik incelemede sinovia komşuluğunda fibröz bantlarla bölünmüş ve nodül yapılarından oluşan lezyon izlendi. Lezyon genellikle epiteloid yer yer iğsi hücrelerden oluşmakta idi. Hücre tabakaları arasında histiosit kümeleri ve dev hücreler ile fokal alanlarda hemosiderin pigmenti gözlendi. İmmünohistokimyasal incelemede lezyonu oluşturan hücreler CD68 ile diffüz pozitif; S-100 ve düz kas aktini negatif bulundu. Ki-67 proliferasyon indeksi % 6 oranında pozitif saptandı. A: Epiteloidiğsi hücreler ve dev hücreler, HE X100, B: Epiteloid hücreler ve dev hücreler, HEx200, C: CD 68, x100, D: Ki-67, x100 gerekirse kas iskelet sistemi radyolojisine hakim radyoloji uzmanları ile hasta tekrar konsülte edilmeli. Bu arada hasta halen kronik inflamatuvar bel ağrısı, ayak bileklerinde artralji ve entezis bulguları nedeni ile NSAID ile SpA açısından takip edilmekte. Tanı: Tendon kılıfının dev hücreli tümörü Sonuç ve anahtar mesaj: Özellikle tek eklemde şişlik şikayeti ile gelen ve artrit tedavisine cevap vermeyen vakalarda kas iskelet sistemi tümörleri de ayırıcı tanıda düşünülmeli, MRG başta olmak üzere ileri görüntüleme yöntemlerine başvurulmalı. Anahtar Kelimeler: Monoartrit, spondiloartrit, tendon kılıfının dev hücreli tümörü Kaynaklar 1. 2. 3. Rudwaleit M, van der Heijde D, Landewe R, ve ark. The Assessment of SpondyloArthritis International Society classification criteria for peripheral spondyloarthritis and for spondyloarthritis in general. Ann Rheum Dis 2011;70:25–31. Marcia F. Blacksin DH, Meera H,ve ark. Superficial Soft-Tissue Masses of the Extremities RadioGraphics 2006; 26:1289-1304. Jelinek JS, Kransdorf MJ, Shmookler BM, ve ark. Giant cell tumor of the tendon sheath: MR findings in nine cases. AJR Am J Roentgenol 1994; 162:919-922. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 131 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-046] Monoartritle Prezente Olan Lenfomatoid Granülomatoz Vakası Handan Yarkan1, Orhan Küçükşahin2, Gülşah Kaygusuz3, Işınsu Kuzu3 1 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, İzmir Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara 3 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Ankara 2 Başvuru yakınması: Sol dizde ağrı, şişlik, hareket kısıtlılığı ve kızarıklık Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: 79 yaşında kadın hasta 2 aydır sol dizdeki ağrı, şişlik, hareket kısıtlılığı ve kızarıklık şikayetleri ile başvurdu. Öncesinde bilinen bir hastalığı, travma, cerrahi, başka eklemde artrit, gut veya spondiloartrit öyküsü yoktu. Şikayetleri ağrı ve şişlikle başlayıp zaman içinde hareket kısıtlılığı gelişmiş, ardından şişlik üzerinde kızarıklıkla başlayıp nekrotik yaraya dönüşen bir lezyon oluşmuştu. Başvurusundan önce kullandığı steroid olmayan antiinflamatuar ilaçlarla yanıt sağlanamamıştı. Hastanın sorgulamasında ateş, döküntü, başka eklem tutulumu ve fizik muayane ile birlikte değerlendirildiğinde sistemik başka organ tutulumu ipucu yoktu. Fizik muayenede sol diz şiş, hassas, aktif ve pasif hareketleri kısıtlı ve diz üzerinde 1x1 cm’lik nekrotik yara mevcuttu. İzlemde nekrotik alan birbiriyle birleşen 2 parça halinde düzensiz sınırlı 3x7cm boyuta ulaştı (Resim 1a). Başvurusunda hemogram, elektrolitler, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri, ürik asit, tam idrar tetkiki, romatoid faktör, CCP, antinükleer antikor(ANA), antinötrofilik stoplazmik antikor(ANCA) ve komplemanlar normal saptandı. Eritrosit sedimentasyon hızı(ESR) 42mm/s (0-25) ve C-reaktif protein(CRP) 30(0-3) idi. A B Ön tanılar: 1- Septik/enfeksiyöz artrit, 2- Reaktif artrit, 3- Gut, 4- Vaskülit, 5- Amiloidoz, 6- Sarkoidoz, 7- Depo hastalıkları, 8- Sinoviyal maligniteler Ayırıcı tanı ve tanıya götüren bulgular: Hastanın sinovial sıvı örneklemesinde ARB, kültür, tüberküloz kültürü negatifti, kristal izlenmedi. Sinoviyal sıvı hücre sayımında lenfosit hakim lökositoz izlendi (25.000-40.000). Nekrotik yara yeri kültüründe üreme olmadı. Viral değerlendirmede hepatitler, HIV; CMV ve EBV Ig M negatif ve EBV IgG pozitif saptandı. Diz MR’ında difüz nodüler sinoviyal kalınlaşma, T1A’da hipointens, T2A’da hiperintens ve postkontrast serilerde femur anterolateral ve periferinde ve yumuşak dokuda nodüler kontrast tutulumu izlendi (Resim 1 b,c,d). Hastaya sinoviyal biyopsi yapıldı ve patolojisi “evre 3 lenfomatoid granülomatoz” uyumlu saptandı. Histolojik olarak, sinoviyumda infarkt benzeri nekrozla ilişkili granülom yapısına benzer hücresel agregatlar (Resim 2 a,b), damar duvarlarında atipik hücreler (Resim 2c), atipik immunoblastik veya sentroblastik hücrelerden oluşan lenfosit ve histiositlerle karışabilen hücresel agregatlar izlendi (Resim 2d). Yapılan immunhistokimyasal çalışmada atipik hücreler CD45, CD20ve CD30 kuvvetli pozitif iken dağınık olarak EBV/LMP1 pozitif hücreler izlendi (Resim 3e-h). EBV kodlanmış RNA (EBER) formalinle fiske parafin örneklerde gösterildi. İn situ hibridizasyonla EBV pozitif hücreler gösterildi (>50/ C D Resim 1. A: Biyopsi sonrası sol dizdeki ödem, nekroz, B,C,D: Sol diz MRI (koronal-sagital-transvers kesitler) 132 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i A B C D E F G H İ Resim 2. A-D: Nekroz benzeri enfarkta neden olan atipik hücrelerle çevrili damar duvarları. E-H: (H&E, x25, x200, x400, x1000) İ: Atipik hücreler immün histokimya ile CD 45, CD20,CD 30 ve EBV/LMP ekspresyonu ve in situ hibridizasyonla EBER pozitifli hpf) (Resim 3i). Polimeraz zincir reaksiyonu ile poliklonal immunglobulin ağır zincir gen rearanjmanı saptandı ve bu neoplastik hücre sayısının neoplastik olmayan hücrelere göre daha az olmasına bağlandı. Hastaya evre 3 lenfomatoid granülomatoz(LG) tanısı kondu. Hastalığın sistemik tutulumunu değerlendirmek üzere torako-abdomino-pelvik bilgisayarlı tomografi ve kemik iliği biyopsisi yapıldı ancak lenfadenopati-organomegali veya kemik iliği tutulumunu destekleyen LG kanıtı herhangi bir bulgu izlenmedi. Hasta amputasyonu ve immunsupresif tedaviyi kabul etmedi. İmmobil olan hastanın izlemde oral alım bozukluğu, dekübit ülseri ve üriner enfeksiyonu gelişti ve semptomların başlamasından 3 ay sonra sepsis nedeniyle ex oldu. Tartışma: Bu olgu kronik monoartritle prezente olması ve izlemde cilt nekrozu gelişmesi nedeniyle ayırıcı tanıda öncelikle enfeksiyöz artritler ve vaskülit, düşük olasılıkla da gut artriti düşünüldü. Enfeksiyöz artrit ön tanısı ile yapılan sinovial örneklemede tüberküloz, fungal ve brucella dahil herhangi bir üreme izlenmedi. Sinoviyal sıvı analizinde lenfosit hakim lökositoz olması da tipik bakteriyel nedenli enfeksiyöz nedenlerden uzaklaştırdı. Sinoviyal örneklemede kristal izlenmemesi, grafide kristal depozisyonu olmaması nedeniyle kristal artropatiden uzaklaşıldı. Kronik monoartrit nedenlerinden amiloidoz, depo hastalıkları, sarkoidoz açısından hiçbir sistemik bulgusu yoktu. Geç başlangıçlı romatoid artrit açısından seroloji negatifti ve başka eklem tutulumu olmadı. Ciltte TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI nekroz olması nedeniyle vaskülit düşünülen hastada başka sistemik bulgu izlenmedi, ANA, ANCA ve Rf negatif saptandı. Vaskülit ön tanısı ve kronik monoartrit nedeninin mevcut laboratuar ve görüntüleme yöntemleri ile aydınlatılamaması nedeniyle sinoviyal biyopsi yapıldı ve LG tanısı konuldu. LG, Epstein Barr virus(EBV) ilişkili sistemik anjiodestrüktif lenfoproliferatif bir hastalıktır. Sistemik çoklu organ tutulumları ile seyreder; akciğer tutulumu hastaların %90’ından fazlasında görülürken, deri tutulumu %25-50, böbrek tutulumu %32, sinir sistemi tutulumu %20-30, karaciğer, eklem ve kas tutulumu ise oldukça nadir görülür. Dünya Sağlık Örgütü(DSÖ) sınıflamasına göre LG, malin potansiyeli belirsiz B hücre proliferasyonu alt grubunda yer almaktadır (1). Yavaş seyirli olabileceği gibi, agresif büyük hücreli lenfomaya progrese olabilir. LG ayırıcı tanısında Wegener granülomatozu ve diğer malin lenfomalar yer alır. Enfeksiyoz durumları, vaskülitleri, metastatik hastalıkları taklit ederek tanıda gecikmelere neden olabilir. LG’da akciğer en sık tutulan organdır. Akciğerde nodül, kavite, infiltrasyon, plevral kalınlaşma ve konsolidasyon yapabilir. En sık ekstrapulmoner tutulum bölgesi deri ve sinir sistemidir. Dağınık nodüler oluşumlar en sık gözlenen deri tutulumudur. Makülopapüler eritem, maküler eritem ve anüler infiltre lezyonlar da bildirilmiştir. Artralji hastaların %6-20’sinde bildirilmiştir ancak artrit sık değildir (2). Pulmoner tutulum sonrasında ortaya çıkan artrit vakaları bildirilmiştir (3,4). Pulmoner tutulum öncesi 133 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu artritle başvuran birkaç vaka bildirilmiştir (5). Eklem tutulumu bildirilen vakalarda romatoid artrit benzeri poliartrit tanımlanmış, bildirilen 4 vakanın hiçbirinde rf pozitifliği veya erozyon izlenmemiştir. Tanı: Lenfomatoid granülomatoz Sonuç ve anahtar mesaj: Biz bu olguda, sıklıkla pulmoner semptomlarla başlayan LG hastalığının pulmoner semptom olmadan kronik monoartritle prezente olabileceğini tanımladık. Monoartrit sistemik hastalıklarda tek başına nadir görülse de, altı haftayı geçen bir periyotta monoartritli bir hastada teşhis konulamamış ise, sinovyal biyopsi düşünülmeli. Anahtar Kelimeler: Lenfomatoid granülomatoz, kronik monoartrit Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 134 Pittaluga S, Wilson WH, Jaffe ES. World Health Organization Classification of Tumours of Haematopoietic and Lymphoid Tissues, IARC Press, Lyon 2008. Katzenstein AL, Carrington CB, Liebow AA. Lymphomatoid granulomatosis: a clinicopathologic study of 152 cases. Cancer 1979; 43:360. Bergin C, Stein HB, Boyko W, ve ark. Lymphomatoid granulomatosis presenting as polyarthritis. J Rheumatol. 1984;11:537-9. Clarke F, Crook P, McDonagh J. Lymphomatoid granulomatosis, an unusual cause of inflammatory arthritis). J Rheumatol. 1994;21:774-5. Vikas Agarwal, Amita Aggarwal, Lily Pal, ve ark. Arthritis in lymphomatoid granulomatosis: Report of a case and review of literature Indian J Med Sci. 2004;58:67-71. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-047] Libman-Sacks Endokarditi ve Nefrotik Sendrom ile Başvuran Sistemik Lupus Eritematozus Olgusu Şenol Kobak1, Işık Erdoğan2, Hüseyin Semiz1, Banu Sarsık3 1 Şifa Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, İzmir Şifa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İzmir 3 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, İzmir 2 Başvuru yakınması: 36 yaşında bayan hasta, hamileliğin son aylarında başlayan ve doğumdan sonra da devam eden ateş yüksekliği, her iki el bilek, MKF, PİF eklemlerde ağrı, şişlik ve hareket kısıtlığı şikayetleri yanı sıra, alopesi, ağız yaraları ve alt ekstremite pretibial bölgede ödem nedeniyle, Romatoloji polikliniğine yönlendirildi. Kısa anamnez, fizik muayene, laboratuar bulguları: Yapılan sorgulamasında alopesi, artrit, artralji, Raynaud fenomeni, oral aft şikayetleri mevcuttu. Fizik muayenesinde her iki el bilek, MKF, PİF eklemlerde artrit, Raynaud fenomenin solukluk fazı, alopesi, ağız içinde yaygın aftları mevcuttu. Akciğer muayenesinde her iki bazalde solunum seslerinde azalma, kardiyak muayenesinde ise aort kapak odağında şiddetli üfürüm tespit edildi. Laboratuvar tetkiklerde CRP: 5,1 mg/dl (0-0,5 mg/dl), sedimentasyon: 76 mm/saat (0-20), Hb: 9.2 gr/dl(10,8-14,9), Plt: 208000/ uL (150000-400000/uL), WBC: 4300/uL(3040-9640/ uL), kreatinin: 0,7 mg/dl (0,5-0,9 mg/dl), üre: 19,7 mg/ dL (0-38 mg/dl) sodyum: 132 mmol/L(136-145 mmol/L), potasyum: 4 mmol/L (3,5-5,1 mmol/L), kalsiyum: 8,6 mg/dl(8,6-10,2 mg/dl), ALT: 10 U/L(0-31 U/L), AST: 21 U/L(0-32 U/L), albumin: 2,3 g/dl (3,4-4,8 g/dl), T4: 1,09 ng/dl (0.93-1,7 ng/dl), TSH: 1,61 ng/dl (0,27-4,2 ng/dl). Gönderilen kan ve idrar kültür-antibiyogram normal geldi, üreme olmadı. 24 saatlik idrarda protein: 5768,4 mg/ gün(28-140 mg/gün). Çekilen abdomen USG’de az miktarda serbest sıvı yanısıra bilateral plevral effüzyon izlendi. Çekilen toraks HRCT’de her iki hemitoraksta kalınlığı ~2 cm ulaşan, sağda fissüre uzanan plevral effüzyon saptandı. Kardiyoloji konsultasyonu yapıldı, çekilen TTE ve TEE ekokardiyografisinde aort kapakta, sol ve nonkoroner kusp ile ilişkili, en büyük gözlendiği hali ile 8x9 mm boyutlarinda ölçülen yuvarlak, düzgün kontürlü, homojen yapıda, vejetasyon ile uyumlu olduğu düşünülen kitle mevcut (Resim 1) (klinik bulgulara göre Libman Sacks endokarditi ile uyumlu). Böbrek biopsisi yapıldı, difüz proliferative GN saptandı, İF boyamalarında immunoglobulin ve kompleman birikimleri yoktu. Tanı: SLE, Libman Sachs endokardirti, lupus nefriti Tedavi ve klinik seyir: Klinik, laboratuvar, radyolojik ve histopatolojik bulgular ışığında hastaya SLE, LibmanSacks endokardit, lupus nefrit tanıları ile 1mg/kg/gün kortikosteroid, Hydroxychloroquine 400mg/gün ve pulse siklofosfamid 1g/ay başlandı. Fakat siklofosfamidi tolere edememesi sebebiyle, azatioprin 150mg/gün başlandı. Klinik takiplerinde 2.ayın sonunda yapılan ekokardiyografisinde vejetasyonların tamamen kaybolduğu görüldü. Toraks BT çekildi, normal olarak rapor edildi. Kontrol BFT normal idi, 24h idrarda protein ise 2105,03 Serolojik tetkiklerde p-ANCA: pozitif, c-ANCA: negatif, Brucella: negatif, Hepatit markerlari: negatif, ANA: 1/10000 homojen+nukleolar pozitif, anti-CCP: 3.86 ru/ ml (0-5 ru/ml), C3: 0.28 g/l (0,9-1,8 g/l), C4: 0,06 g/l (0,10,4 g/l), RF: 28 iu/ml (0-14), IgG (serum): 13,35 g/l(7-16 g/l), IgA (serum): 405 mg/dl, IgM (serum): 72 mg/dl(40230 mg/dl), Direkt Coombs: +++, dsDNA: +++ (yüksek pozitif), SS-A: ++ (yüksek pozitif), SS-B: ++ (yüksek pozitif), Ro-52: ++ (yüksek pozitif), Histonlar: ++ (yüksek pozitif), Nükleozom: ++ (yüksek pozitif), AMA-M2: + (sınır pozitif), Lupus Antikoagülani: 39,1 sn (31-44 sn), RPR: negatif, Anti-kardiolipin IgM: 2 u/ml (0-12 u/ml), Antikardiolipin IgG: 3,2 u/ml (0-12 u/ml). Resim 1. TEE ekokardiyografide aort kapakta vejetan kitle TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 135 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu mg/gün (28-140 mg/gün) kadar geriledi. Tedavinin 8.ayında başvurduğunda şikayetleri yoktu, genel durumu iyi, fizik muayene bulguları normal olarak değerlendirildi. Laboratuvar tetkiklerde 24h idrarda protein: 521,6 mg/gün (28-140), kronik hastalık anemisi dışında normal olarak tespit edildi. Genel durumu iyi olan hastanın poliklinik takipleri devam etmektedir. Tartışma: Bu bildiride Libman-Sacks endokarditi, lupus nefriti bulguları ile başlayan SLE olgusunu sunduk. Libman-Sacks endokardit, infektif olmayan verrükoz vejetasyonlarla karakterizedir ve SLE’in en önemli kapak lezyonudur. SLE’de herhangi bir kapak tutulabilir, ancak en sık tutulan mitral kapaktır. Böbrek tutuluşu, SLE’li hastalarda en önemli mortalite sebeplerden birisidir. İlginç olarak bizim vakamızda, ACR tanı kriterlerine gore SLE tanısı almış olmasına ragmen, yapılan böbrek biopsisinde immunfloresan görüntülerinde immune kompleks ve kompleman birikimi görülememiş olması. Yine yaygın vejetasyonların tespit edilmesi, olası bir enfektif endokardit açısından araştırılmış olup, gönderilen kan ve idrar KAB üreme olmamıştır. Nitekim verilen kortikosteroid tedavisi ile hastanın klinik, laboratuvar ve ekokardiyografik bulguların kaybolması, Libman-Sacks endokarditini destekler niteliktedir. Anahtar mesaj: Libman Sachs endokarditi aktif lupusun klinik bulguları ile bir araya geldiğinde bakteriyel endokarditi taklit edebilir. SLE’nin başlangıç bulguları arasında kalp ve böbrek tutulumunun da olabileceği akılda bulundurulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Libman-Sacks endokarditi, nefrotik sendrom, SLE Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 136 Moyssakis I, Tektonidou MG, Vasilliou VA, ve ark. Libman-Sacks endocarditis in systemic lupus erythematosus: prevalence, associations, and evolution. Am J Med.2007;120:636–42. Roldan CA, Shively BK, Crawford MH. An echocardiographic study of valvular heart disease associated with systemic lupus erythematosus. N Engl J Med. 1996;335:1424–30. Ansari A, Larson PH, Bates HD. Cardiovascular manifestations of systemic lupus erythematosus: current perspective. ProgCardiovasc Dis. 1985;27:421–34. Lee JL, Naguwa SM, Cheema GS, ve ark. Revisiting Libman-Sacks endocarditis: a historical review and update. Clin Rev Allergy Immunol. 2009;36:126–30. Lehman TJ, Palmeri ST, Hastings C, ve ark. Bacterial endocarditis complicating systemic lupus erythematosus. J Rheumatol. 1983;10:655–8. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-048] Etanersept Kullanımı Sonrası Gelişen Üveit Olgusu Barış Gündoğdu1, Servet Yolbaş2, Ahmet Yıldırım2, Süleyman Serdar Koca2 1 2 Mardin Devlet Hastanesi, Romatoloji Kliniği, Mardin Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Elazığ Başvuru yakınması: Her iki gözde ağrı, kızarıklık, bulanık görme ve ışığa karşı hassasiyet yakınmaları ile başvuran 35 yaşında kadın hasta. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuvar bulguları: Beş yıldır ankilozan spondilit (AS) tanısıyla izlenen olgu başvuru öncesine kadar sülfasalazin tb 2x2, naproksen tb 1x1 kullanmaktaymış. Olgunun şikayetleri geçmeyince sülfasalazin yerine etanersept (ETA) 1x1/ hafta s.c başlanmış. ETA tedavisinin ikinci ayında ortaya çıkan her iki gözde ağrı, kızarıklık, bulanık görme ve ışığa karşı hassasiyet şikayetleri ile olgu romatoloji polikliniğine başvurdu (Resim 1). Fizik bakıda tüm yönlerde aksiyel hareketler ve FABERE/FADIR bilateral kısıtlı; sakroiliyak eklem (SİE) kompresyon testi ağrılı saptandı. Başvurusundan birkaç ay önce çekilen SİE MR’de ise kronik zeminde bilateral aktif sakroiliit tespit edilmiş (Resim 2). Romatoloji polikliniği başvurusunda yapılan tetkiklerde tam idrar tetkiki: normal, sedimantasyon: 29 mm/saat, lökosit: 6,25 x103/μL, Hb: 12,5 g/dL, trombosit: 351 x103/μL, CRP: 0,54 mg/dL, Glu: 78 mg/dL, ALT: 20 U/, kreatinin: 0,74 mg/dL tespit edildi. Göz hastalıkları konsültasyonunda her iki gözde aktif panüveit saptandı. Olguda ETA kesildi ve yerine adalimumab (ADA) 1x1/iki haftada bir s.c başlandı. Üveit bulguları düzelen ve bel ağrısı büyük ölçüde azalan olgunun kontrol tetkikleri normal sınırlarda belirlendi. Resim 1. Her iki gözde panüveit TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Ön tanılar: 1- AS’ye bağlı üveit, 2- Behçet üveiti, 3Enfeksiyöz üveit, 4- İlaç kaynaklı üveit, 5- Sarkoidoz üveiti Ayırıcı tanı: Öyküde periferik eklem ağrısı, oral-genital ülser, eritema nodosum benzeri lezyonlar, ateş, öksürük, dispne, ishal, kilo kaybı, gece terlemesi, göz travması ve cerrahi girişim yoktu. Çekilen PA AC grafisi ise doğal olarak değerlendirildi. Bu nedenle Behçet hastalığı, tüberküloz, sarkoidoz gibi hastalıklar ekarte edildi. Serolojik tetkikler ile üveite neden olabilecek diğer olası enfeksiyöz etkenler (HİV, CMV vb.) dışlandı. Ayrıca, sıklıkla ön üveit nedeni olan sülfonamidler, rifabutin, cidofovir ve pamidronat gibi sistemik ilaçları kullanım öyküsü de yoktu. Tanıya götüren bulgular: 1- AS’nin klasik göz tutulumunun aksine olguda bilateral panüveit saptanması 2- Üveit bulgularının ETA’nın kesilmesi ile düzelmesi Tartışma: Üveit, AS hastalarının %20-30’unda saptanan en sık görülen eklem dışı bulgulardan biridir. Burada sunulan olgunun aksine genellikle AS’de tek taraflı, akut anterior üveit görülür. Üveit, ağrı, fotofobi, hiperlakrimasyon ve bulanık görme ile karakterize “akut kırmızı göz” nedenlerinden biridir. Genellikle üveit hiçbir sekel bırakmadan üç ay içinde iyileşir. Bununla beraber spondiloartrit hastalarında nüksler sık görülür. Ayrıca üveit şiddetli seyredebilir ve diğer gözde de ortaya çıkabilir. Yine, HLA-B27 pozitifliği ile üveit arasındaki bağlantının iyi bilinmesine karşın olgumuzda HLA-B27 testi negatif saptanmıştır. Resim 2. Sakroiliyak eklem (SİE) MR, Coronal STIR. Bilateral SİE’de skleroz, erozyon ve subkondral kemik iliği ödemi 137 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Literatürde AS eklem bulguları bir anti-TNF- ajan ile kontrol edilirken özellikle ETA tedavisi sırasında yeni başlangıçlı üveit veya üveit atakları bildirilmiştir (1). ETA ile ilişkili üveit ile ilgili öne sürülen bir teoride çözünebilir reseptör ETA, TNF- ile bağlandığı zaman bu molekülün eliminasyonunu önler ve böylece göz yapıları içinde yarı ömrünü uzatır (2). Ek olarak, literatürde AS hastalarında ETA ile de novo üveitin genetik yatkınlığının etkisi vurgulanmıştır (3). bildirilmiştir (5). Bu çalışmaya göre önceden üveit öyküsü olmayan ve ilk defa ADA tedavisi alan AS hastaları ilk kez ETA tedavisi alanlar ile karşılaştırıldığında üveit gelişme riski anlamlı derecede ADA grubunda düşük saptanmıştır. Dolayısıyla, literatür ile uyumlu olarak bu olguda da ETA kesilip yerine ADA başlandı. Klinik takiplerinde olgunun üveit ve AS bulguları geriledi. Üveit tedavisinde öncelikle topikal glukokortikoidler, midriyatik ve sikloplejik ilaçlar kullanılır. Bazen posterior segment tutulumu, sık nüks ve kronik hastalık durumlarında immünosüpresanlara ihtiyaç vardır ki bunun için metotreksat kullanılabilir. İmnünosüpresanlara dirençli üveit olgularında ve posterior segment tutulumunda anti-TNF- tedavisi de etkilidir (4). Ek olarak, anti-TNF- tedavisine başlanan AS hastalarında üveit gelişme riskinin karşılaştırıldığı geniş bir veritabanı analizi çalışması Sonuç ve anahtar mesaj: Anti-TNF- tedavisinin hem AS hem de AS’nin eklem dışı bulgularından üveit tedavisinde önemli bir yeri vardır. Ancak, bazen paradoksal etki veya tedaviye yetersiz yanıt olarak üveit gelişebilir. Özellikle ailesel yatkınlığı ve/veya tedavi öncesi üveit öyküsü olan olgularda ETA ile bu risk biraz daha yüksektir. Bu nedenle hastalara anti-TNF- ajan başlanırken kişisel risk faktörlerine göre tedavi bireyselleştirilmelidir. Tanı: Etanersept ile ilişkili üveit Anahtar Kelimeler: Ankilozan spondilit, etanersept, üveit Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 138 Lim LL, Fraunfelder FW, Rosenbaum JT. Do tumor necrosis factor inhibitors cause uveitis? A registry-based study. Arthritis Rheum. 2007;56:32483252. Raffeiner B, Ometto F, Bernardi L, Botsios C, Punzi L. Inefficacy or paradoxical effect? Uveitis in ankylosing spondylitis treated with etanercept. Case Rep Med. 2014;2014:471319. Killian M, Touraine R, Amouzougan A, Thomas T, Marotte H, ve ark. Impact of genetic predisposition of de novo uveitis with etanercept in ankylosing spondylitis. Ann Rheum Dis. 2014-206776. Levy-Clarke G, Nussenblatt R. Does anti-TNF therapy decrease the incidence of anterior uveitis in patients with ankylosing spondylitis? Nat Clin Pract Rheumatol. 2006;2:72-73. Wendling D, Joshi A, Reilly P, ve ark. Comparing the risk of developing uveitis in patients initiating anti-tumor necrosis factor therapy for ankylosing spondylitis: an analysis of a large US claims database. Curr Med Res Opin. 2014;30:2515-2521. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-049] CREST ve Sjögren Sendromu Çakışması Olan bir Olgumuzda Hidroksiklorokinin Nadir bir Yan Etkisi: Hiperpigmentasyon Burcu Meryem Atak1, Atalay Doğru2, Başak Filiz3, Ali Murat Ceyhan3, Mehmet Şahin2 1 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Isparta 3 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dermatoloji Anabilim Dalı, Isparta 2 Başvuru yakınması: 53 yaşında kadın hasta tüm vücutta yaygın ağrı, ellerde ve ayaklarda uyuşma ve üşüme hissi ile başvurdu. Kısa öykü ve fizik muayane: Yaklaşık 10 yıldır olan her iki elde soğukla birlikte artan beyazlaşma ve morarma şikayeti mevcut. Son 4 yıldır ara ara el ve ayaklarda uyuşma, hissizlik şikayetlerine ek olarak her iki el bileği ve dirsek, sol diz ve sol ayak bileğinde ağrı şikayeti eşlik ediyor. Ağız ve göz kuruluğu tarif eden hastanın fizik muayenesinde; yüzde 5-6 adet telenjiektazi, bilateral el ve parmaklarda sklerotik görünüm, sol el 3. parmakta yüzeyel 1 mm’lik ülser, sağ el birinci parmakta orta-sert kıvamlı, ağrısız, mobil, sarı-beyaz renkli nodül tespit edildi. Laboratuar ve görüntüleme: Hastanın biyokimyasında patolojik bulgu saptanmadı. Hemogramda normositik anemi tespit edildi (Hb: 10 g/dl, MCV: 85 fL). CRP: 3.6 mg/ dl, sedimantasyon: 46 mm/s tespit edildi. ANA sentomer boyanma örneğinde pozitif (4+), Anti SS-A pozitif (1+), RO 52 recombinant pozitif (1+), CENP pozitif (2+). PA akciğer grafisinde patoloji saptanmadı. Ekokardiyografide PAB: 20 mmHg olarak tespit edildi. Hastanın yapılan endoskopisinde Antral gastrit ve AÖS gevşekliği mevcuttu. Anti mitokondriyal antikor (AMA): negatif, sT3: 3.18, sT4: 0.77, TSH: 1.94, anti TG: 16.46, anti TPO: 12.84 olarak saptandı. Klinik seyir: Hastanın ANA sentromer pozitifliği, Raynaud fenomeni, telenjiektazi, dijital ülseri olması nedeniyle sistemik skleroz sınırlı tip (CREST sendromu) olarak tanısı konuldu. Raynaud tedavisi olarak asetil salisilik asit, pentoksifilin, nifedipin tedavisi başlanıldı. Hastanın CENP ve SS-A pozitifliği olması nedeniyle olası Sjögren sendromu çakışması olabileceğine yönelik göz konsültasyonu istendi. Schirmer testi her iki gözde 5 mm’nin altında tespit edildi. Hastaya tükrük bezi biyopsisi yapıldı. Tükrük bezi biyopsisinde lenfositik infiltrasyon 2 fokus olarak saptandı. Hastanın tanısı CREST sendromu + Sjögren sendromu olarak düşünüldü ve tedavisine hidroksiklorokin ilave edildi. 1 yıldır takipsiz olan hidroksiklorokin ve sadece asetilsalisilik asit tedavisi alan hasta her iki el ve ayakta renk değişikliği ile başvurdu. Cilt muayenesinde bilateral ön kolda dirsek distalinden el TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI sırtına proksimal interfalangeal eklemlere kadar uzanan ve ayakta belirgin olan diffüz hiperpigmentasyon tespit edilen hastanın bulgularının ön planda hidroksiklorokine (HCQ) bağlı olabileceği düşünüldü. Almakta olduğu HCQ tedavisi kesildi. Bu başvurusundaki muayenesinde yine sağ el birinci parmakta orta-sert kıvamlı, ağrısız, mobil, sarı-beyaz renkli nodül saptandı. Cilt biyopsisi yapıldı. Kalsinozis cutis ile uyumlu olarak tespit edildi. Hastanın bu başvurusunda eklem şikayetleri ön planda olması nedeni ile Raynaud tedavisine ek olarak metotreksat 12.5 mg/hafta ilave edildi. Hastanın şikayetlerine gerileme tespit edildi. iki aylık takiplerinde cilt bulgularında ilk başvurusundaki hiperpigmantasyonunda azalma izlendi. Ön tanılar: 1- Akantozis nigrigans 2- Hemakromatozis 3- Hidroksiklorokin kullanımına bağlı hiperpigmentasyon 4- Sistemik sklerozise bağlı cilt bulguları 5- Addison hastalığı 6- Hipertiroidiye bağlı hiperpigmentasyon Ayırıcı tanı: Sentromer pozitifliği, Raynaud fenomeni, telenjiektazi, dijital ülseri olan hastanın bilinen bir insülin direnci olmadığından dolayı akantozis nigrigans düşünülmedi. Hastada terleme, titreme, kilo kaybı gibi hipertiroidizm bulguları bulunmamakla birlikte tiroid hormonlarının normal olması Hipertiroidiye bağlı sekonder hiperpigmentasyon tanısından uzaklaştırdı. Resim 1. Sağ el 1. ve 2. parmakta kalsifikasyon 139 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu karakterizedir, sınırlı sistemik tutulumundan dolayı sistemik skleroderma tipleri içinde en iyi prognozlu olanıdır. Akıyama ve arkadaşları yaptıkları çalışmada CREST sendromunu bu 5 semptomdan en az 3’ünü içeren form olarak tanımlamışlar, yalnızca %17 oranında hastanın 5 semptomu birden içerdiğini belirtmişlerdir. Bizim hastamızda da Raynaud fenomeni, sklerodaktili, kalsinozis ve telenjiektazi olmak üzere 4 semptom ile karakterize edilmiştir. CREST sendromlu hastaların ilk başlangıç semptomu genellikle Raynaud fenomenidir. Raynaud fenomeni diffuz tipte aylar içinde, lokalize tipte ise uzun bir zaman periyodunda (5-20 sene) gelişir. Kutanöz bulgular sıklıkla daha sonra ortaya çıkar. Raynaud fenomeni deri sklerozu olan hastaların tamamında görülür. Sınırlı sklerodermada görülen Raynaud fenomeni oldukça şiddetli seyir gösterir, çok sayıda dijital ülser hatta dijital gangrenler gelişebilir. Hastamızda da ilk başvuru şikayeti el-ayaklarda uyuşma ve üşümeydi. Resim 2. Ellerde ve ayaklarda hiperpigmentasyon Demir yükünü gösterecek tarama testleri normal gelmesi üzerine de hemakromatozis düşünülmedi. Addison hastalığından hastada herhangi bir elektrolit imbalansı, halsizlik, güçsüzlük, kilo kaybı, hipotansiyon gibi semptomlar gelişmediğinden ayırıcı tanıda uzaklaşıldı. Primer hastalık tanımızda da hiperpigmente-hipopigmente cilt bulgularının olabileceği bilinmekle birlikte öncesinde bu belirtilerin olmaması, belirgin diffüz olması ve ilaç kullanımı sonrası gelişmesi, ilaç kesimi sonrası kısmen gerilemesi primer hastalığından ziyade kullandığı medikasyona ait bir yan etki olabileceğini düşündürdü. Tanıya götüren bulgular: Hastanın tedavisinde hidroksiklorokinin kesilmesinden sonraki takiplerde 2 ay içerisinde cilt bulgularında ilk başvurusundaki hiperpigmentasyonunda azalmanın gözlenmesi. Tartışma: Sistemik skleroz, karakteristik kütanöz manifestasyonları olan bir multisistem hastalığıdır. Yüksek mortalite ve beraberindeki şiddetli morbidite tanıyı önemli kılmaktadır. Sistemik sklerozu sklerodermanın lokalize formlarından ayırmak önemlidir. Sistemik sklerozun geniş bir hastalık spektrumu vardır, fakat 2 major alt grup tanımlanmıştır: diffüz kutanöz (dcSSc) ve sınırlı kutanöz (lcSSc) skleroderma. Bunlar primer olarak deri tutulumunun derecesi ve yaygınlığı ile ayırt edilir. CREST sendromu; kalsinozis kutis, Raynaud fenomeni, özefageal dismotilite, sklerodaktili ve telenjiektazi ile 140 Distrofik kalsifikasyon (kalsinozis kutis) sıklıkla (%25) parmaklarda (özellikle terminal falanksların palmar yüzlerinde), ön kolun ekstansör yüzeylerinde, daha az oranda ise kemik çıkıntılarda, diz ve dirsek etrafında, ayak dorsumunda, tendonlarda, yumuşak dokularda görülebilir. Parmaklar gibi travmaya açık bölgelerde yüzeyel nodüller ve plaklar gelişebilir. Bunlar zamanla ülserleşebilir ve sekonder enfeksiyonlara neden olabilir. Bizim hastamızda son başvurusunda sol el birinci parmakta orta-sert kıvamlı, ağrısız, mobil, sarı-beyaz renkli nodül saptandı. Cilt biyopsisi yapıldı. Kalsinozis cutis ile uyumlu olarak tepit edildi. Telenjiektazi hastaların %75’inde görülür. Hastamızın yüzünde 5-6 adet telenjiektazi mevcuttu. CREST sendromu bizim olgumuzda olduğu gibi Sjögren sendromu ile de birliktelik gösterebilir. Sjögren ve CREST sendromu birlikteliği %17-29 oranında görülür. Ayrıca Sjögren sendromunun romatoid artrit, SLE, miks konnektif doku hastalığı, primer biliyer siroz, otoimmün tiroidit ile birlikteliği olabilir. Hastamızda başka bir otoimmün hastalık bulgusu yoktu. Sklerodermada görülen cilt bulguları, erken dönemde ödem, kalınlaşma, dermal atrofi, telenjiektazi, ülserasyon, hiper-hipopigmentasyon, kalsifikasyon, pulpa atrofisi, deri eklerinin kaybıdır. Hiperpigmentasyon özellikle yüzde olmakla birlikte gövde ve ekstemitelerde belirgin diffüz bir yapıda gözlenir. Akkiz hiperpigmentasyon vakalarının %10-20’sini ilaçlara bağlı gelişen hiperpigmentasyonlar oluşturur. Patogenez sebep olan ilaca bağlı değişir. Klorokin ve hidroksiklorokin gibi antimalaryal ilaçlar özellikle yüzde ve pretibial bölgede mavi-siyah pigmentasyon yapar. HCQ kullanımına bağlı hiperpigmentasyon %25 oranında görülmekle birlikte tipik olarak bilateral TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i olmaktadır. Hiperpigmentasyon tedavinin yaklaşık 4. ayından itibaren başlar ve ilacın kesilmesinden sonra hiperpigmentasyonda azalma gözlenir. Hastamızda ilaç kullanımı sonrası başlaması ve bilateral olarak ortaya çıkması lezyonun HCQ kullanımına bağlı olabileceğini düşündürmektedir. Patofizyolojisi tam açıklanamamakla birlikte invitro ve invivo yapılan çalışmalar antimalaryal ilaçların melanine bağlandığını göstermiştir. Ancak oluşturduğu deri hiperpigmentasyonunun mekanizması henüz bilinmemektedir. Tanı: CREST+Sjögren Overlap sendromu, Hidroksiklorokin kullanımına bağlı gelişen hiperpigmentasyon. Sonuç ve anahtar mesaj: Hiperpigmentasyon gelişen hastalarda mutlaka ilaç kullanımı sorgulanmalı ve özellikle hidroksiklorokin kullanan hastalarda ilaca bağlı hiperpigmentasyon gelişebileceği unutulmamalıdır. Anahtar Kelimeler: Hidroksiklorokin, hiperpigmentasyon, skleroderma, Sjögren sendromu Kaynaklar 1. 2. 3. 4. Skare T, Ribeiro CF, Souza FH, ve ark. Antimalarial cutaneous side effects: a study in 209 users. Cutan Ocul Toxicol 2011;30:45 Sahin M, Saritas Ü, Ozkan N, ve ark. A case of primary biliary cirrhosis, CRESTand Sjögren’s syndrome overlap presented with severe esophageal variceal bleeding. SDÜ Tıp Fak Derg 2007;14:38-42. Akiyama Y, Tanaka M, Takeishi M, ve ark. Clinical, serological and genetic study in patients with CREST syndrome. Intern Med 2000;39:451-6. Silver RM. D. Systemic Sclerosis. In: Demis J, editor. Clinical Dermatology, 1sted Philadelphia: Lippincott; 1997. p.1-16. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 141 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-050] Pitozis ile Seyreden bir Nörobehçet Olgusu Seher Kır1, Lütfi Akyol2, Metin Özgen2,, Hediye Pınar Günbey3, Mehmet Sayarlıoğlu2 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Samsun 3 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Samsun 2 Başvuru yakınması: 25 yaşında erkek hasta, son 3 gündür olan baş ağrısı, baş dönmesi, çift görme, sağ göz kapağında düşme ve konuşmada bozulma şikayeti ile başvurdu. çok BH ve nörolojik komplikasyonlarına doğru yönlendirmektedir. Mevcut klinik semptom ve bulgular ayırıcı tanıda MS’i de düşünmemizi gerektirmektedir. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Hastaya yaklaşık bir yıl önce Mardin’de, ağız ve genital bölgede yaralar çıkması nedeniyle başvurduğu dermatoloji doktoru tarafından Behçet hastalığı (BH) tanısı konulmuş ve kolşisin 2x0.5mg başlanmış. Hasta son 1 yıl içinde kolşisini düzensiz bir şekilde kullanmış ve dönem dönem ağız yaraları çıkıyormuş. Hastanın son 3 gündür baş ağrısı, baş dönmesi, çift görme, sağ göz kapağında düşme ve konuşmada bozulma şikayetleri başlamış. Son 2 gündür yutma zorluğu ve yürümede zorlanma da şikayetlerine eklenmiş. Başağrısı alın bölgesinden başlayıp bütün başa yayılıyormuş ve şiddetli karakterdeymiş. Daha önce tromboflebit, derin ven trombozu ve nöbet geçirme öyküsü olmayan hastanın laboratuar tetkiklerinde tam kan sayımı: normal, eritrosit sedimantasyon (ESH) hızı: 22 mm/saat(0-20), C-reaktif protein (CRP):55 mg/L (0-3.5), WBC:11,41, INR:1.13 idi. Karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri, elektrolit değerleri, tiroid fonksiyon testleri normaldi. Çalışmalar NB ve MS karşılaştırıldığında; MS’in kadın hastada daha sık görüldüğünü ve yine MS’de serebrospinal sıvıda Ig G seviyesinin yüksek olduğunu ve lenfositlerin baskın olduğunu göstermektedir. Ayırıcı tanıda beyin MR’da eğer lezyon saptanırsa lezyonun karakteri önemli bir yer tutmaktadır. Akut evrede lezyonlar T1’de izo-hipointens, T2’de ve FLAIR (fluid attenuated inversion recovery)’de hiperintens olarak izlenir. NB’de akut lezyonların yerleşimi beyin sapında daha sıktır ve diensefalon/ bazal gangliaya kadar uzanır, MS’de ise lezyonlar daha çok periventriküler yerleşimlidir (1,2). Ön tanılar: 1- Serebrovasküler Olay (SVO), 2- Nörobehçet (NB), 3-Multiple Skleroz (MS) Ayırıcı tanı: Hastanın akut başlayan başağrısı, baş dönmesi, çift görme, sağ göz kapağında düşme ve konuşmada bozulma gibi nörolojik şikayetlerinin olması ilk önce akla bir serebrovasküler olayı getirmektedir. Hastanın genç olması ve altta yatan BH’nın olması ise bizi daha Tanıya götüren bulgular: Hastanın nörolojik muayenesinde sağ gözde pitozis (Resim 1) ve 3. Kranial sinir paralizisi mevcuttu. Işık refleksi bilateral intaktı ve papilödem yoktu. Solda silik fasiyal paralizi ve hemihipoestezi mevcuttu. Solda dismetri ve disdiadokinezi mevcuttu. Derin tendon refleksleri normoaktif, plantar yanıtlar bilateral fleksordü. Hastaya kontrastlı beyin+diffüzyon MR çekildi ve korono radiata ve sentrum semiovale düzleminde korono radiata düzleminden sağ internal kapsül ön ve arka bacağı kaudat nukleus, talamus boyunca mezensefalon düzeyinde bilateral serebral sağ serebral pedinküle ponsa ve ve sağ superior serebellar pedinküle uzanım gösteren T1 izo-hafif hipointens, T2\FLAİR’de hiperintens (Resim 2 a,b,c), İVKM sonrası talamus ve mezensefalon sağ serebral pedinkül Resim 1. Sağ gözde tek taraflı pitozis izlenmekte. 142 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i A B C D Resim 2. A-D: Sağ internal kapsül ön ve arka bacağı, kaudat nukleus ve talamusa; mezensefalon düzeyinde sağda daha fazla olmak üzere bilateral serebral pedinküle, ponsa ve sağ superior serebellar pedinküle uzanım gösteren T2 ağırlıklı aksiyel (a) sagittal (b) ve FLAIR koronal (c) imajlarda hiperintens lezyon izlendi. İVKM sonrası talamus ve mezensefalon sağ serebral pedinkül düzeyinde lezyonda periferal yamalı tarzda kontrastlanma (d) izlendi. düzeyinde periferal yamalı kontrastlanma gösteren lezyon (Resim 2d) izlendi. BH ön tanısı ile takip edilen hastada lezyon NB tutulumu ile uyumlu olabilir şeklinde yorumlandı. Tanımlanan lezyonda diffüzyonda; DAG’de izo-hafif hiperintens ADC’de hafif hiperintens diffüzyon sinyal özellikleri görüldü. Sentrum semiovale ve korono radiata düzleminde bilateral fronto parietal subkortikal beyaz cevherde T2\FLAİR hiperintens İVKM sonrası kontrastlanmayan milimetrik beyaz cevher lezyonları izlendi. Vaskülitik lezyonlar olabilir şeklinde raporlandı. Alt ekstremite ve toraks BT anjio anevrizma ve trombüs varlığını dışlamak için istendi ve normal olarak raporlandı. Yaklaşık 2-3 ay önce üveit atağı tarifleyen hastanın göz muayenesinde aktif üveit saptanmadı. Paterji testi yapıldı ve negatif geldi. Tüberküloz PCR, ANA ve alt grupları negatif olarak saptandı. Tartışma: Behçet Hastalığı etiyolojisi bilinmeyen kronik, relapslarla seyreden inflammatuar bir hastalıktır. Tekrarlayan oral aftlar, genital ülserler, üveit ve çeşitli cilt tutulumları ile karakterizedir. Major patolojik özelliği vaskülit olmasıdır. Neredeyse vücuttaki tüm organların tutulumu görülebilir. Santral sinir sistemi (SSS) tutulumu daha nadir görülse de ağır maluliyete ve mortaliteye yol TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI açabilmesi nedeniyle ciddi bir komplikasyondur (3). SSS tutulumu %2.2-50 olarak değişen oranlarda bildirilmiştir ve erken başlangıçlı BH olan erkeklerde daha sıktır (1,4). Klinik olarak kranial sinir felçleri, serebellar ataksi ve kortikospinal yol bulguları izlenir. NB parankimal ya da nonparankimal tutulum olabilir. Parankimal tutulum daha sıktır (%82) ve lezyonlar sıklıkla beyin sapı, diensefalon, bazal ganglion ve internal kapsül yerleşimlidir. Kitle benzeri lezyonlar NB’in nadir bir formudur ve literatürde 13 adet vaka bildirilmiştir (4). Fasiküler okülomotor sinir tutulumu ve pitozis de nadir olarak BH’de görülebilir (3,5). Nonparankimal tutulum (Nörovasküler Behçet Hastalığı), dural sinüs trombozu, arterial tromboz ve anevrizmaları içerir. Her iki tutulum birden nadiren aynı kişide görülebilir (2). Hastanın paterji testinin negatif gelmiş olması BH tanısını ekarte etmemektedir. Hastanın oral-genital ülser ve üveit atağı öyküleri BH tanısı için yeterlidir. Beyin MR bulguları NB tanısını desteklemektedir. 3. Kranial sinir tutulumu, çekilen MR’ın ince kesit olmaması nedeniyle gösterilememiştir fakat klinik olarak tek taraflı pitoz varlığı bunu desteklemektedir. Hastada kötü prognostik faktörler; genç yaşta başlangıç, senede ikiden fazla atak, başlangıçta dizartri, serebellar semptomlar ve motor semptomların olmasıdır. Tek 143 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu atak olması ve başlangıçta baş ağrısının olması daha iyi prognoz göstergeleridir (1). Akut NB atağında intravenöz pulse metilprednisolon (1gr/gün) en sık kabul gören ilk tedavi seçeneğidir. İdame tedavide ise kabul edilmiş belli bir protokol olmasa da bazı yazarlar hayat boyu kolşisin (1-2 mg/gün), aspirin ve düşük doz kortikosteroid tedavisini önermektedir. Bunun dışında yayınlanmış NB vakalarında ise idame tedavi olarak genellikle azatioprin ya da siklofosfamid gibi bir immünsüpresif ilaç tercih edilmiştir ve hastaların yaklaşık % 83 kadarında dramatik bir düzelme sağlanmıştır. Azotioprinin düşük yan etki profili ise idame tedavide iyi bir seçenek olmasına yol açmaktadır (1,4). Ayrıca metotreksatın hem serebrospinal sıvıda IL-6 azalmasına hem de nöropsikiyatrik bulguların seyrinde iyileşmeye yol açtığı gösterilmiştir (1). Hastamıza ilk olarak intravenöz 1 gr pulse kortikosteroid tedavisi başlandı ve 7 gün boyunca devam edildi. Hastanın kötü prognostik göstergelerinin olması nedeniyle de sonrasında siklofosfamid tedavisi planlandı. Literatürde pitozisi olan az sayıda Behçet vakası bildirilmiştir. Ayrıca parankimal tutulumun kitlesel lezyonlar şeklinde olması da nadirdir ve literatürde 13 vaka bildirilmiştir. BH tanısı olan ya da BH klinik bulguları olan hastaların dışında hastalar direkt olarak NB semptom ve bulguları ile de karşımıza çıkabilmektedir. Tanı: Behçet hastalığı, SSS parankimi tutulumu, 3. Kraniyal sinir tutulumu Sonuç ve anahtar mesaj: Santral sinir sistemi tutulumu, BH’nın önemli komplikasyonlarından biridir. Hastada pitozis olması 3. Kranial sinir tutulumunu göstermektedir ve oldukça nadir görülür. Anahtar Kelimeler: Behçet, nörobehçet, pitozis, santral sinir sistemi Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 144 Diri E, Espinoza LR. Neuro-Behcet’s syndrome: differential diagnosis and management. Curr Rheumatol Rep 2006; 8:317–22. Borhani Haghighi A, Pourmand R, Nikseresht AR. Neuro-Behçet’s Disease. A review. The Neurologist. 2005; 11:80-89. Matsui T, Ishida T, Tono T, ve ark. An attack of acute neuro-Behçet’s disease during the course of chronic progressive neuro-Behçet’s disease: report of two cases. Mod Rheumatol 2010;20:621–626 Bilge NŞY, Şaylısoy S, Kaşifoglu T, ve ark. Mass-like lesions as a rare form of neuro-Behçet’s disease: A case report and review of the literature. Eur J Rheum, 2014;1:34-8. Saribas O, Aydin-Kirkali P, Erdem E, ve ark. Fascicular oculomotor nevre palsy in neuro-Behcet’s disease. J Clin Neuroophthalmol 1991;11:300-5. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-051] Romatoid Artritte Leflunomide Bağlı Dissemine Herpes Zoster İnfeksiyon Olgusu Selçuk Dağdelen1, Barış Gündoğdu2 1 2 Mardin Devlet Hastanesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Kliniği, Mardin Mardin Devlet Hastanesi, Romatoloji Kliniği, Mardin Başvuru yakınması: 42 yaşında kadın hasta; el bileklerinde, el küçük eklemlerde ağrı-şişlik, sol aksiller bölge ve ön kol fleksör deri yüzeyinde yanık benzeri kızarıklıkkaşıntı, sol yan göğüs ağrısı. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Bir yıldır seronegatif romatoid artrit (RA) tanısı ile fizik tedavi ve rehabilitasyon polikliniğinden takipli 42 yaşında kadın olgu, sülfasalazin (SSZ) tb 2x2, hidroksiklorin (HCQ) tb 2x1, leflunomid (LEF) tb 20 mg 1x1, prednizolon tb 1x1 kullanıyormuş. İki ay önce sol aksiller bölgeden başlayıp sol ön kol fleksör yüzeye ilerleyen deride kızarıklık ve kaşıntı yakınmaları başlamış (Resim 1). Olgunun her iki el bileği, el küçük eklemlerde ağrı şikayetleri de varmış. Fizik bakıda metakarpofalangeal, proksimal interfalangeal eklemlerde aktif artrit saptandı. Aynı dönemde hastada sol aksiller bölgede ve sol ön koldaki eritemli, veziküllü aktif lezyon için dermatoloji ile konsülte edildi. Lezyonlar herpes zoster infeksiyonu ile uyumlu olarak değerlendirildi. Poliklinik başvurusunda yapılan tetkiklerde tam idrar tetkiki: normal, sedimantasyon: 52 mm/saat, CRP: 15.88 mg/L, lökosit: 7.7 x103/ μL, Hb: 12.8 g/dL, trombosit: 250 x103/μL, AST: 20 U/L ALT: 41 U/L, üre: 23.54 mg/dl, ürik asit: 6.4 mg/dl kreatinin: 0,74 mg/dL, vitamin D: 10.86 ng/ml tespit edildi. Olgunun hepatit belirteçleri negatif saptandı. Sol pektoral bölgede ağrı nedeniyle çekilen EKG normal sınırlardaydı; ancak yapılan transtorasik EKO’da sol ventrikül hipertrofisi, grade 1 diyastolik disfonksiyon tespit edildi. Zona tedavisi için öncelikle LEF kesildi; antiviral tedavi ile birlikte pregabalin başlandı. Yaklaşık 6 hafta sonra deri lezyonları geriledi. Ön tanılar: 1- Romatoid vaskülit 2- Granülomatöz dermatit 3- Nötrofilik dermatoz Ayırıcı tanı: Olguda ülseratif-nekrotik, purpurik lezyonlar görülmediğinden ve erken dönem seronegatif RA tanısı nedeniyle romatoid vaskülit dışlandı. Ayrıca olguda kord-benzeri eritematöz mor plaklar veya papüler lezyonlar olmadığından granülomatöz dermatit tanısından uzaklaşıldı. Ek olarak, klinik takiplerde olguda ateş olmaması ve tam kan sayımında nötrofili ile birlikte inspeksiyonda papülopüstüler, ülseratif cilt lezyonlarının tespit edilmemesi nedeniyle nötrofilik dermatozlar düşünülmedi. Tanıya götüren bulgular: 1- Eritemli zeminde veziküler erüpsiyonların saptanması, 2- Deri bulgularından önce dermatomal dağılım gösteren hiperestezi ve ağrı olması Resim 1. Sol aksiller bölgede dissemine herpes zoster lezyonları TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Tartışma: Herpes zoster ya da zona kraniyal sinirlerde veya dorsal kök ganglionlarında latent olarak kalan varisella-zoster virüsün reaktivasyonu ile ortaya çıkan ve yaygın görülen bir deri hastalığıdır. Genellikle hastalık veziküler erüpsiyonun bir dermatomal dağılımı olarak ortaya çıkar ve önemli bir morbiditeye neden olur. Dissemine herpes zoster infeksiyonunda mortalite oranı ise %5-15 arasında değişmektedir. Herpes zoster, sıklıkla hücre-aracılı immüniteyi deprese eden immünsupresan ajanlarla tedavi, immünsupresif hastalıklar, HIV, malignansi, transplant-ilişkili klinik tablolarda ortaya çıkabilir. RA hastalarında herpes zoster infeksiyonlarının toplam oranı genel popülasyona göre daha yüksek olup hastalığı modifiye edici anti-romatizmal ilaçlar (geleneksel DMARD’lar) veya biyolojik ajanları kullanan olgularda 145 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu artmış zona riski mevcuttur (1). Tek başına DMARD kullanan hastalara göre glukortikoidlerle (GK) kombinasyon tedavisi daha fazla infeksiyon riski ile ilişkilidir (2). RA’da herpes zoster insidansı ve yıllara göre infeksiyon gelişme oranında artışla ilgili yapılan popülasyon temelli kohort çalışmasında son yıllarda bu infeksiyonun normal popülasyona göre yükselen bir eğilim ve RA hastalık şiddeti ile korelasyon gösterdiği bildirilmiştir (3). Bu çalışmada risk oranı sırasıyla en fazla GK’larda, HCQ ve LEF gibi DMARD’larda iken biyolojik ajanlar ve metotreksatta bu oran daha düşük bulunmuştur. Literatür ile uyumlu olarak burada sunulan olgu da şiddetli aktif RA kliniği nedeniyle HCQ, LEF ve GK tedavisi alırken dissemine herpes zoster infeksiyonu gelişmiştir. Bir başka çalışmada LEF, prednizon gibi ilaçların herpes zoster gelişimi için risk faktörleri olduğu vurgulanmıştır (4). Diğer bir klinik çalışmada ise RA hastalarında LEF kullanımına bağlı ciddi infeksiyonlar gösterilmiştir (5). Ayrıca, bu olgu sunumunda anamnezde mevcut olmayan diyabet, ileri yaş, yüksek doz GK kullanımı gibi risk faktörlerine aynı çalışmada da değinilmiştir. Tanı: Leflunomide bağlı dissemine herpes zoster infeksiyonu Sonuç ve anahtar mesaj: Sonuç olarak, şiddetli seyreden aktif RA ve LEF gibi immünsupresif ilaçlar dissemine herpes zoster infeksiyon riskini arttırmaktadır. Bu klinik tabloda infeksiyon tedavisi ile beraber immünsupresif ilaçların kesilmesi uygundur; çünkü RA’lı immünkompromize hastalarda hepatit, ensefalit ve pnömoni gibi ciddi komplikasyonlar görülebilir. Anahtar Kelimeler: Herpes zoster infeksiyonu, leflunomid, romatoid artrit Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 146 Smitten AL, Choi HK, Hochberg MC, ve ark. The risk of herpes zoster in patients with rheumatoid arthritis in the United States and the United Kingdom. Arthritis Rheum 2007;57:1431– 1438. Strangfeld A, Listing J, Herzer P, ve ark. Risk of herpes zoster in patients with rheumatoid arthritis treated with anti-TNF- agents. JAMA 2009;301:737– 744. Veetil BM, Myasoedova E, Matteson EL, ve ark. Incidence and time trends of herpes zoster in rheumatoid arthritis: a population-based cohort study. Arthritis Care Res. 2013;65:854-861. Wolfe F, Michaud K, Chakravarty EF. Rates and predictors of herpes zoster in patients with rheumatoid arthritis and non-inflammatory musculoskeletal disorders. Rheumatology (Oxford) 2006;45:1370 –1375. Yoo HG, Yu HM, Jun JB, ve ark. Risk factors of severe infections in patients with rheumatoid arthritis treated with leflunomide. J Rheumatol. 2007;34:2201-2203. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-052] Romatoid Artrit ve Churg-Strauss Vasküliti Birlikteliği Şenol Kobak1, Ahmet Karaarslan2, Yasin Göksu1 1 Şifa Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, İzmir Şifa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi Bilim Dalı, İzmir 2 Başvuru yakınması: 59 yaşında kadın hasta, el bileği, MKF, PİF eklemlerinde ağrı, şişlik, sabah tutukluğu ve hareket kısıtlığı şikayetlerine ek olarak nefes darlığı, öksürük ve deri döküntüsü şikayetleri ile romatoloji polikliniğimize başvurdu. RA ve Churg-Strauss tanısı konuldu ve metil-prednizolon 1mg/kg/gün ve metotreksat (MTX) 15 mg/hafta başlandı. Tedavinin 3. ayında yapılan kontrolünde klinik, laboratuar ve radyolojik olarak belirgin regresyon olduğunu gözlendi. Klinik takipleri devam etmektedir. Öykü, fizik muayene, laboratuar, görüntüleme: Sorgulamasında 2 yıldan beri romatoid artrit tanısı ile takipte olduğunu ve metil-prednizolon 4 mg/gün ve sulfasalazine 2 g/gün kullandığını belirtti. Özgeçmişinde 15 yıldan beri astım bronşiale ve multinodüler guatr mevcuttu. Yapılan fizik muayenesinde vücudunda kaşıntılı eritematöz deri lezyonları, multinodüler guatr, her iki akciğer bazallerde krepitan ralleri mevcut. Lokomotor sistem muayenesinde her iki el bilekte sinovit, MKF ve PİF eklemlerde hassasiyet ve hareket kısıtlığı saptandı. Tanı: Romatoid artrit ve Churg Strauss vasküliti birlikteliği Tartışma: Romatoid artrit, etiyolojisi bilinmeyen, bir kronik, inflamatuvar, destrüktif bir hastalıktır. ChurgStrauss vaskuliti, kronik allerji zemininde akciğerde yama tarzında infiltrasyonların yanısıra deri, sinir sistemi de tutabilen bir küçük çaplı damar vaskülitidir. Bu hastalıkların birlikte görülmesi nadir bir durumdur. Laboratuvar tetkiklerde KCFT, BFT ve rutin idrar normal olarak bulundu. Hemogramda kronik hastalık anemisi yanı sıra eozinofili saptandı. Akut faz reaktanları bakıldı; CRP: 2,07 mg/dl (normal 0-0,5 mg/dl), ESH: 42 mm/saat (normal 0-20 mm/saat) olarak saptandı. Tiroid fonksiyon testleri normal idi. Serolojik testlerde; ANA: negatif, ENA profil: negatif, RF: 202 iu/ml(normal 0-14 iu/ml), anti-CCP antikor: 57,91 ru/ ml(normal 0-5), serum IgE: 1092 IU/ml( normal 0 –100 IU/ ml), pANCA: pozitif, komplemanlar normal olarak saptandı. Çekilen toraks BT’de bilateral bazaller kesimlerde yoğunluk kazanan subplevral interstisyel markinglerde belirginleşme, yer yer septal kalınlaşma alanları mevcuttur. Ayrıca her iki akciğerde yama tarzında infiltratif özellikli dansite değişiklikleri gözlenmekteydi (Resim 1). Göğüs hastalıkları konsultasyon sonucu bronkoskopi ve BAL yapıldı, benign olarak rapor edildi. Solunum fonksiyon testlerinde hafif restriktif patern olarak değerlendirildi. Ekokardiyografisi normal olarak rapor edildi. Dermatoloji konsultasyonu yapıldı, sönmekte olan lezyonlar olduğu için biyopsi yapılmadı. Klinik, laboratuar ve radyolojik bulgular ışığında Resim 1. Toraks BT’de her iki akciğerde yama tarzında infiltratif özellikli dansite değişiklikleri Sonuç ve anahtar mesaj: Astım hikayesi olan bir olguda yeni gelişen eozinofili, akciğer semptomlarında şiddetlenme ve deri döküntüsü varlığında Churg-Strauss vasküliti düşünülmelidir. RA tanısı ile takipte olan bir hastada gelişen akciğer bulguları, hastalığın akciğer tutuluşunun yanısıra, başka nedenler açısından da (enfeksiyon, malignite, vaskülit) ekarte edilmesi gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Romatoid artrit, Churg-Strauss vasküliti Kaynaklar 1. 2. 3. Churg J, Strauss L. Allergic granulomatosis, allergic angiitis and periarteritis nodosa. Am J Pathol 1951;27:277–301. Chumbley LC, Harrison EG, De Remee RA. Allergic granulomatosis and angiitis (Churg–Strauss syndrome). Report and analysis of 30 cases. Mayo Clinic Proc 1977;52:477–84. Lanham JG, Elkon KB, Pusey CD, ve ark. Systemic vasculitis with asthma and eosinophilia: a clinical approach to the Churg–Strauss syndrome. Medicine (Baltimore)1984;63:65–8 TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 147 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-053] Psöriyatik Artrit ve Sistemik Skleroz Birlikteliği Şenol Kobak Şifa Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, İzmir Başvuru yakınması: 54 yaşında bayan hasta, yaklaşık bir yıldan beri el parmak eklemlerinde ağrı, renk değişikliği ve sabah tutukluğunun yanısıra halsizlik ve efor dispnesi şikayetleri ile Romatoloji polikliniğimize başvurdu. Anamnez, fizik muayene, laboratuar: Hastanın özgeçmişinde psöriatik artrit mevcut. Fizik muayenesinde el parmaklarda renk değişikliği, el bilek, MKF, PİF eklemlerde hassasiyet mevcut. Diğer sistemik muayenesi normal olarak bulundu. Psöriazis ile ilgili deri lezyonları yoktu. Laboratuvar tetkiklerinde; Karaciğer-böbrek fonksiyon testleri ve idrar tetkiki normal olarak saptandı. CRP: 0,51 mg/dl(normal 0-0,5 mg/dl), ESH: 14 mm/ saat(normal 0-20mm/saat) olarak saptandı. Serolojik testlerde RF: 36 iu/ml(normal 0-14 iu/ml), ANA: 1:320 homojen, granüler, nükleolar patern, antiScl-70: Pozitif, anti-CCP: 4,2 ru/ml (normal 0-5 ru/ml), komplemanlar(C3,C4) normal olarak tespit edildi. Çekilen toraks HRCT’de bilateral parakardiyak bant tarzında fibrotik opasiteler ve peribronşial kalınlaşmalar, sol akciğer üst lobda majör fissür tabanlı nonspesifik görünümlü 4 mm boyutunda nodül izlendi. Göğüs hastalıkları uzmanı ile görüşüldü, takip önerildi. Çekilen transtorasik ekokardiyografisinde hafif pulmoner hipertansiyon izlendi. Hastaya klinik ve laboratuar veriler eşliğinde skleroderma tanısı konuldu. Hastaya 200mg/gün hidroksiklorokin, 4mg/gün metil-prednizolon, methotrexate 10mg/hafta başlandı. Klinik takiplerinde şikayetlerinin gerilediği izlendi. Genel durumu iyi olan hastanın poliklinik takipleri devam etmektedir. Tanı: Psöriyatik artrit ve sistemik skleroz Tartışma: Psoriatik artrit, spondilartropati grubuna ait, bir kronik, inflamatuvar hastalıktır. Sistemik skleroz, deri sertliği yanısıra sistemik tutuluşu yapabilen, bir bağ doku hastalığı’dır. Her iki hastalığın aynı anda görülmesi oldukça nadirdir. Bu bildiride, Raynaud fenomeni ile başvuran psoriatik artritli ve sistemik sklerozlu hasta sunulmuştur. Sonuç ve anahtar mesaj: Bugünkü bilgilerimiz ışığında sistemik skleroz ve psöriyatik artritin aynı hastada görülmesi ortak etiopatogenezden daha çok, tesadüfi bir rastlantıyı düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: Psöriyatik artrit, sistemik skleroz Kaynaklar 1. 2. 3. 148 Korotkii NG, Sharanova GI, Udzhukhu V, Antonova NA, Panchenko MA. A case of severe form of psoriasis and systemic scleroderma. Vestn Dermatol Venerol. 1984;5:48-9. Khamaganova IV. Association of scleroderma and psoriasis. Vestn Dermatol Venerol. 1986;6:66-8. Yamamoto T, Katayama I, Nishioka K. A rare association of systemic sclerosis with psoriasis vulgaris. J Dermatol. 2000;27:346-9. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-054] Psöriatik Artritli Hastada Liposklerozan Miksofibröz Tümör Şenol Kobak1, Ahmet Karaarslan2 1 Şifa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Romatoloji Bilim Dalı, İzmir Şifa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi Bilim Dalı, İzmir 2 Başvuru yakınması: 42 yaşında erkek hasta, her iki dizde ağrı, şişlik, hareket kısıtlılığı yanısıra bel ve sırt ağrısı şikayetleri ile Romatoloji polikliniğimize başvurdu. Öykü, fizik muayene, laboratuar: Özgeçmişinde yaklaşık 10 yıldan beri psöriazis tanısı mevcut. Yapılan fizik muayenesinde her iki dizde artrit, hareket kısıtlılığı ve krepitasyonlar, her iki ayak bilekte hareket kısıtlılığı ve hassasiyet, her iyi ayak tibia bölgelerinde deri lezyonları, her iki ayak tırnaklarında lezyonlar, her iki Fabere/Fadır testi pozitif, sağ dirsekte kontraktür ve hareket kısıtlılığı mevcut. Yapılan laboratuvar tetkiklerde; CRP:2.03 mg/dl(0-0,5 mg/ dl), sedimentasyon:61mm/saat (0-20), Hb:12,5gr/dl (10,814,9), WBC:8300/uL (3040-9640/uL), kreatinin:0,77mg/dl (0,5-0,9 mg/dl), üre:36mg/dl (0-38mg/dl), ALT:54U/L(0-31 U/L), AST:48U/L (0-32 U/L), albumin:36g/dl (3,4-4,8g/ dl), TSH: 1.44ng/dl (0,27-4,2 ng/dl), RF: 20iu/ml (0-14 iu/ ml), anti-CCP: 1.446ru/ml (pozitif >5ru/ml), serum amiloid A:106mg/dl (< 0.50 mg/dl), rutin idrar tetkiki normal. Hepatit markırları negatif olarak saptandı. Çekilen tüm batın USG normal olarak saptandı. Çekilen lateral kalkaneus grafisinde, solda kalkaneus tabanında epin formasyonu saptandı. Sakroiliak eklem grafisinde, her iki tarafta sakroiliak eklemlerde süperiorda daralma, hafif sklerotik değişiklikler saptandı. Çekilen diz eklem grafisinde, sağda femur proksimal diafizinde medullada, alt ucu görüntü alanına girmediğinden takip edilemeyen, komşu kortekste destrüksüyona neden olmayan geniş bir sklerotik alan saptandı. Çekilen kruris grafisinde, tibia proksimal diafizde 1,5 cm boyutlarında ekspansiyona yol açan dansite heterojen hiperdens lezyon izlenmektedir. Korteks bütünlüğü tabiidir. Ayrıca diz eklemine bakan kemik yüzeylerinde skleroz artışı dikkati çekmektedir. Çekilen kruris, diz eklem MR’nda, tibia proksimal diafizde intramedüller yerleşimli 97 x 28 mm boyutlarında T1 A’da heterojen hipo, T2 A’da heterojen hiperintens kistik nekrotik alanlar içeren ekspansil kitle lezyonu izlenmektedir. Süperio-lateralde küçük bir alanda kitle tibia korteksini destrükte etmiştir. İV kontrast madde sonrasında kitlede minimal kontrast tutulumu izlenmektedir. Kitlenin yumuşak doku tutulumu saptanmamıştır. Ayrıca her iki dizde femur ve tibial yüzlerde lateral ve medial kompartmanı birlikte tutan yaygın kortikal düzensizlik ve yaygın dejenerasyon alanları izlenmektedir. Ortopedi TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI konsültasyonu yapıldı. Yapılan kemik biyopsisi liposkleroze miksofibröz tümörü saptandı. Sekonder amiloidoz açısından yapılan rektum biopside amiloid birikimi saptanmadı. Hastaya metil-prednizolon 4mg/gün, metotrexat (MTX) 10mg/hafta, folbiol 5mg/hafta başlandı. Klinik takiplerinde hastanın şikayetlerinde gerileme gözlendi. Hastanın poliklinik takipleri devam etmektedir. Tanı: Psöriyatik artrit ve liposkleroze miksofibröz tümörü Tartışma ve sonuç: Psöriatik artrit (PsA), spondilartropati grubuna ait bir kronik, inflamatuvar hastalıktır. Beş farklı patern tutuluşları ile karakterize olup, destruksiyon ve sakatlılığa sebep olabilir. Liposkleroze miksofibröz tümör, genelde uzun kemikleri tutan bir benign tümördur. Bu bildiride PsA tanısı ile takipte olan hastada, liposkleroze miksofibröz tümör gelişimi rapor ettik. PsA eroziv ve destruktif seyreden bir inflamatuvar hastalıktır. Kemik destruksiyonu ile seyreden bazı kemik tümörleri ile birlikteliği bildirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Psöriatik artrit, liposklerozan miksofibröz tümör Resim 1. Kruris BT’de tibia proksimal diafizde intramedüller yerleşimli ekspandil kitle 149 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Kaynaklar 1. 2. 150 Costello P, Bresnihan B, O’Farrelly C, Ve ark. Predominance of CD8+ T lymphocytes in psoriatic arthritis. J Rheumatol 1999, 26:1117-1124. Snowden JA, Heaton DC: Development of psoriasis after syngeneic bone marrow transplant from psoriatic donor: further evidence for adoptive autoimmunity. Br J Dermatol 1997, 137:130-132. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-055] Ankilozan Spondilit, İgA Yetmezliği ve Çölyak Hastalığı Birlikteliği Şenol Kobak1, Ahmet Karaarslan2 1 Şifa Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, İzmir Şifa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi Bilim Dalı, İzmir 2 Başvuru yakınması: 20 yaşındaki erkek hasta; diz ve bel ağrısı, bir saatten fazla süren sabah tutukluğu ve hareket kısıtlığı şikayetleri ile Romatoloji polikliniğimize başvurdu. Öykü, fizik muayene, laboratuar: Özgeçmişinde çocukluk yaşında tespit edilen Çölyak hastalığı mevcut. Yapılan fizik muayenesinde bilateral Fabere/Fadır pozitifliği, her iki diz eklemlerde ve topuklarda hassasiyet mevcuttu. Diğer sistem muayeneleri normal idi. Yapılan laboratuvar tetkiklerde; Karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri, Hemogram ve idrar tetkikleri normal olarak tespit edildi. Akut faz reaktanları; CRP: 0,06 mg/dl(normal 0-0.5mg/dl), ESH: 5 mm/saat (normal 0-20 mm/saat). Serolojik testlerde; Brucella aglutinasyon testleri negatif, ANA, Anti-CCP ve RF negatif olarak saptandı. HLA-B27 pozitif idi. Serum immunoglobulinler bakıldı; IgA: 1 mg/ dl (normal 61 - 348 mg/dl), IgM: 154 mg/dl (normal 23 259 mg/dl), İgG: 18,14 mg/dl (normal 5,49 - 15,84 mg/dl) olarak saptandı. Çekilen sakroilik eklem grafi ve MR’da bilateral sakroiliit saptandı. Akciğer grafisi normal idi. Hastaya klinik, laboratuar ve radyolojik veriler eşliğinde ankilozan spondilit, Çölyak hastalığı ve İgA yetmezliği tanıları konuldu. NSAİİ başlandı. Ayrıca immunoloji hekimine yönlendirildi. Genel durumu iyi olan hastanın poliklinik takipleri devam etmektedir. Tanı: Ankilozan spondilit, İgA yetmezliği, Çölyak hastalığı Tartışma: Ankilozan spondilit (AS), öncelikle sakroiliak eklem tutuluşu yapan, spondilartropatilerin bir prototipidir. İgA, insan sekresyonların en önemli immunoglobulinidir. İgA yetmezliği kısmi ve tam olup, görülen en sık immün yetmezliktir. Çoğu hasta asemptomatiktir. Sıklıkla tekrarlayan sinopülmoner ve gastrointestinal enfeksiyonlarla prezante olur. İgA yetmezliği ile farklı hastalıklar birlikteliği bildirilmiştir. Bu bildiride, Ankilozan Spondilit, İgA yetmezliği ve Çölyak hastalığı birlikteliğini rapor ettik. Literatürde, AS ve İgA yetmezliği ilişkisi çelişkilidir. Bazı olgularda ağır hastalık, periferik artrit ve kötü prognoz ile ilişkili bulunurken, bazı olgularda iyi prognoz tespit edilmiştir. Resim 1. SİE MR’da aktif sakroiliit Sonuç ve anahtar mesaj: AS ve Çölyak hastalığı birlikte ile ilgili vakalar da bildirilmiştir. Her iki hastalığın birlikte olması, ortak bir patogenezden ziyade, rastlantısal bir olay olması muhtemeldir. Anahtar Kelimeler: Ankilozan spondilit, İgA yetmezliği, Çölyak hastalığı Kaynaklar 1. 2. Herrero-Beaumont G, Armas JB, Elswood J,ve ark. Selective IgA deficiency and spondyloarthropathy: a distinct disease? Ann Rheum Dis. 1990;49:636–637. Macrae IF, Wright V. Measurement of back movement. Ann Rheum Dis. 196;28:584–589. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 151 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-056] Romatoid Artritli bir Olguda Lenfödem Atalay Doğru1, Hüseyin Şencan2, Burcu Meryem Atak2, Şevket Ercan Tunç1, Mehmet Şahin1 1 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Isparta 2 Başvuru yakınması: 56 yaşında bayan hasta, sol el üzerinde şişlik şikayeti ile başvurdu. Hikaye-Fizik muayene: 5 yıl önce her iki el ve el bileğinde simetrik poliartrit, romatoid faktör (RF) pozitifliği, akut faz reaktanlarında yükseklik ile romatoid artrit (RA) tanısı konulan hasta son 1-2 aydır olan sol el sırtında ve falankslarda yaygın şişlik şikayeti ile başvurdu. Methotreksat (Mtx) 15 mg/hafta, hidroksiklorokin 200 mg/gün, folik asit 5 mg/hafta tedavisi kullanmaktaydı. Hastanın fizik muayenesinde hassas ve şiş eklemi yoktu (metakarpofalangeal eklemde sıkma testi ağrısız). Sol el dorsalinde diffüz, gode bırakan, ağrısız, kızarıklığın eşlik etmediği ödem saptandı. Başka bir vücut bölgesinde ödem tespit edilmedi. Aksiller lenfadenopati (LAP), memede kitle saptanmadı. Laboratuar-Görüntüleme: Beş yıl önce RA tanısı konulan hastanın hemogram ve biokimyası (kreatinin:0,9 mg/dl, AST:24 U/L, ALT:28 U/L, Total protein:7,0 g/dl, Albumin:4,1 g/dl) normal olarak saptandı. Anti CCP 228 pozitif(N:0-8), RF 440 IU/ml (N<20 IU/ml), ANA negatif, Eritrosit sedimantasyon hızı(ESH) 29 mm/s, CRP 3,6 mg/l, tam idrar tetkikinde protein negatif idi. Üst ekstremite venöz sistem ve arteriyel doppler USG incelemesinde derin ven trombozu, venöz veya arteriyel bir patoloji saptanmadı. Sol el üzerinde cilt altı dokuda lenfödem ile uyumlu görüntü tespit edildi. Aksiller USG ve mamografi de patolojik bulgu izlenmedi. Klinik seyir: RA nedeniyle takipli hastanın aktivasyon olmaması nedeniyle mevcut tedavisine devam edildi. Ödem etiyolojisine yönelik venöz sistemde patoloji saptanmadı. Lokalize lenfödem olabileceği ve RA ile ilişkili olabileceği düşünüldü. Kalp Damar cerrahisi bölümü ile konsülte edildi. Hastaya kol çorabı ve kompresyon bandajı, lenf masajı, enfeksiyonlara karşı koruyucu önlemler, soğuk uygulama ve egzersiz önerildi. Bu önlemlerin uygulanmasına rağmen el üstü ödeminde azalma saptanmadı. Hastaya 0,5 mg/kg/gün dozunda metilprednizolon tedavisi başlandı. Tedavi ile ödemde gerileme olmadı ve steroid dozu azaltılarak 2 mg/gün e düşüldü. Takiplerde hasta her iki elde poliartrit, 1 saatten uzun süren sabah tutukluğu ile başvurdu. DAS 28 5,6 olarak hesaplandı. Hastanın bulantı şikayeti olması nedeniyle Mtx dozu 152 artırılamadı, leflunomid 20 mg/gün ve metilprednizolon 16 mg/gün tedaviye eklendi. Steroid azaltma şeması verildi ve 1 ayda kesildi. Hastanın takiplerde remisyona girmemesi üzerine anti TNF tedavi planlandı. Adalimumab subkutan yolla 14 günde bir kez 40 mg olmak üzere tedavi başlandı. Anti TNF tedavi ile hastanın eklem şikayetlerinde belirgin düzelme saptandı fakat sol el dorsalindeki ödemde değişiklik olmadı. Anti TNF kullanımının 6. ayında rutin kontrolleri sırasında endometrium kanseri tanısı konuldu. Hastanın taramasında metastaz ve/ veya lenf nodu tutulumu tespit edilmedi. Anti TNF tedavi kesildi. Hastaya total histerektomi+bilateralsalpingoooferektomi operasyonu uygulandı. Hastanın daha sonraki kontrollerinde eldeki yakınmalarının devam ettiği gözlendi. Ön tanılar: 1- RS3PE sendromu, 2- Kompleks bölgesel ağrı sendromu, 3- Venöz tromboemboli, 4- Venöz yetmezlik, 5- Bağ dokusu hastalıklarına bağlı ödem, 6Selülit, 7- Lenfödem. Ayrıcı tanı: RS3PE sendromu tekrarlayıcı, seronegatif, simetrik, el-ayak dorsal yüzde gode bırakan ödem ile giden bir hastalıktır. Hastamızda RF pozitifliği olması, tek taraflı gode bırakan ödem olması ve steroid yanıtının olmaması ile RS3PE sendromu dışlanmıştır. Kompleks bölgesel ağrı sendromunda cilt-ciltaltı dokuda ödem olmasına ek olarak şiddetli ağrı, kan akımı ve terleme anormallikleri, aktif ve pasif harekette bozukluk, subkutan dokuda trofik değişiklikler gibi bulgularında eşlik etmesi beklenmektedir. Bu nedenle kompleks bölgesel ağrı sendromu tanısından uzaklaşılmıştır. Venöz tromboemboli ve venöz yetmezlikler genellikle alt ekstremitede görülmesine rağmen nadir olarak üst ekstremitede görülebilmektedir. Hastaya yapılan üst ekstremite venöz sistem dopplerinde tromboemboli veya venöz yetmezlik bulgusu saptanmaması nedeniyle bu tanı dışlandı. Selülit cilt ve ciltaltı dokunun bakteriyel enfeksiyonudur. Isı artışı, kızarıklık, ağrı ve şişlik selülit için olması gereken bulgulardır. Hastamızda ısı artışı, kızarıklık ve ağrı şikayeti olmaması nedeniyle selülit tanısı dışlanmıştır. Lenfödem lenfatik sıvının hücreler arası dokuda birikerek, genellikle kollarda ve bacaklarda, şişkinlik oluşturmasıdır. Lenfödem kanser basısı ve/ veya metastazı, cerrahi sonrası, radyoterapi sonrası, enfeksiyon veya travma sonrası gelişebilir. Hastanın fizik TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Resim 1. Resim 2. muayenesinde ve görüntülemelerinde kanser bulgusu, özellikle meme kanserini düşündürecek bulgu saptanmadı. Hastanın hikayesinde aksiller bölgeye radyoterapi, cerrahi uygulama, travma tespit edilmedi. Bağ dokusu hastalıklarından özellikle sistemik skleroz ve miks bağ doku hastalığının seyrinde üst ekstremitede ödem görülebilir. Hastada ANA negatif olması ve diğer bağ dokusu hastalıkları tanı kriterlerini dolduracak bulgu olmaması nedeniyle bu tanı dışlandı. ile lenfödem sıklığı ve düzeyi arasında ilişki gösterilememiştir. Doppler USG, USG, MRI, Lenfosintigrafi tanıda yardımcı görüntüleme yöntemleridir. Lenfosintigrafi ile lenfoid sistemdeki obstruksiyon gösterilebilir. Lenfödem tedavisi genellikle semptomatik tedavi ile sınırlıdır. Altta yatan RA ya yönelik tedavi genellikle lenfödem tedavisi için etkisizdir. Romatoid lenfödem tedavisinde kompresyon bandajı, lenf masajı, diüretikler, enfeksiyonlara karşı koruyucu önlemler, soğuk uygulama ve egzersiz önerilmektedir. Fakat etkili bir tedavi değildir. Anti TNF tedaviler artiküler şikayetleri baskılamada etkili olmasına rağmen lenfödem üzerine etkinliği kısıtlıdır. Literatürde Anti TNF ve lenfödem tedavisi ile sınırlı sayıda vaka bildirimi mevcuttur. RA ya bağlı lenfödem için etanercept kullanılan bir vakada lenfödem düzeyinde tedavi ile dramatik düzelme izlenmiştir. PsA lı bir vakada adalimumab kullanımı sonrası lenfödem miktarında azalma tespit edilmiştir. Anti TNF tedavinin lenfatik damarlardaki inflamasyonu azaltarak etki ettiği düşünülmektedir. Fakat hastamızda 6 ay anti TNF tedavi kullanılmasına rağmen lenfödem miktarında azalma saptanmamıştır. Tanıya götüren bulgular: Hastanın altta yatan RA hastalığının olması ve diğer üst ekstremitede ödem yapan nedenlerin dışlanması Tartışma: Lenfödem konjenital lenfatik anormallik (primer) ve lenfatik sistem hastalıkları sonrası kazanılmış (sekonder) olarak 2 gruba ayrılır. Üst ekstremite lenfödemi genellikle kanser, özellikle meme kanseri ve melanoma, cerrahi ve radyoterapi sonrasında görülmektedir. Romatolojik hastalıklar seyrinde görülen lenfödem nadir olarak rastlanmaktadır. Romatolojik hastalıklarla lenfödemi ilişkilendirmek zordur. Öncelikle tromboflebit, alerjik reaksiyon, selülit, pannikülit dışlanmalıdır. Genellikle RA ve psöriatik artrit (PsA) ile birlikte görülmektedir. RA seyrinde lenfödem nadir olarak ortaya çıkmakta ve genellikle üst ekstremitede ve tek taraflı olarak yerleşmektedir. Fakat literatürde alt ekstremite yerleşimli ve bilateral olan vakalar bildirilmiştir. RA’da oluşan lenfödem mekanizması tam olarak bilinmemektedir. İnflamatuar sinovit sonrası lenfatiklerde fibrozis gelişmesi, fibrin yıkım ürünleri tarafından lenfatik kanalların drenajının bozulması, kapiller geçirgenlikte artış etiyolojide suçlanmaktadır. Hastalık aktivasyonu, RF pozitifliği Tanı: Romatoid artrit varlığında lenfödemSonuç ve Sonuç ve anahtar mesaj: Romatoid artrit takibinde nadir olarak lenfödem görülebilmektedir. Diğer nedenleri dışlanması sonrası lenfödem romatolojik hastalığa bağlanabilir. Tedavi konservatif yaklaşımlardan oluşmaktadır. Anti TNF tedavinin lenfödemde yararını söyleyebilmek için uzun dönem, büyük hasta serilerinin olduğu çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: Romatoid artrit, lenfödem Kaynaklar 1. 2. 3. 4. Eyigor S, Karapolat H, Kirazli Y. Efficacy of etanercept and complete decongestive physical therapy in bilateral lower-limb lymphoedema associated with rheumatoid arthritis: a case report. AdvTher. 2008;25:23-8 Joos E, Bourgeois P, Famaey JP. Lymphatic disorders in rheumatoid arthritis. Semin Arthritis Rheum. 1993;22:392-8. Minari C, Cecconami L, Fioravanti A, Montemerani M, Scola C, Marcolongo R. Lymphoedema of the limbs in rheumatoid arthritis. ClinRheumatol. 1994;13:464-9. Nagai Y, Aoyama K, Endo Y, Ishikawa O. Lymphedema of the extremities developed as the initial manifestation of rheumatoid arthritis. Eur J Dermatol. 2007;17:175-6 TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 153 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-057] Gastrointestinal Sistem Kanaması ile Acil Servise Başvuran 40 Yaşında Sistemik Lupus Eritematozus Tanılı Hasta Ahmet Küçükarda1, Mehmet Ali Balcı2, Fatih Sarıtaş2, Salim Dönmez2, Ömer Nuri Pamuk2 1 Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Edirne Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Edirne 2 Başvuru yakınması: Karın ağrısı, karında şişlik, bulantı, kusma, ishal, ateş, eklem ağrısı ve siyah renkli dışkılama yakınmaları ile başvuran 40 yaşında kadın hasta. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Dört yıl önce halsizlik şikayeti nedeni ile yapılan değerlendirmesinde malar raş, artrit, oral ülserlerinin olması ve yapılan tetkiklerinde ANA (+), AntiDNA (+), lenfopeni ve trombositopenisi olması nedeniyle SLE tanısı almış. Takipleri sırasında idrar protein atılımı 6.5 gr/ gün olması ve trombositopenisinin derinleşmesi nedeniyle 6 kez 1000 mg siklofosfamid tedavisi uygulanmış. İdame tedavide azatiopirin, prednizolon ve hidroksiklorokin verilen hasta 3 gün önce ateş yüksekliği, eklem ağrıları, bulantısı, kusması, karın alt kadranlarda ağrısı ve ishali başlamış. Dış merkezde hastaneye başvuran hastanın karında şişlik ve rektal tuşesinde melena saptanması üzerine akut batın, gastrointestinal sistem kanaması ön tanıları ile tarafımıza sevk edilmiş. Gelişinde vital bulguları 38.1 derece ateşi dışında stabil olan hastanın fizik muayenesinde belirgin malar raşı, oral aftı, bilateral yaygın pretibial ödemi ve el bileklerinde artriti vardı. Akciğer bazalde solunum sesleri azalmıştı. Kalp sesleri dinlemekle derinden geliyordu. Batın distandü, dinlemekle barsak sesleri azalmış, palpasyon ile alt kadranlar hassastı. Defans ve rebound yoktu. Göbek altı seviyede assiti mevcuttu. Rektal tuşesinde cıvık melenası vardı. Yapılan ilk laboratuar incelemesinde üre: 105 mg/dl, kreatinin: 0.8 mg/dl, crp:1.25 gr/dl, ESR: 103 mm/s, hb: 6.5 gr/dl, trombosit sayısı: 30.000, lökosit sayısı: 11.000, lenfosit sayısı: 600, amilaz: 40 u/lt, lipaz: 56 u/lt bulundu. Hasta ileri tetkik ve tedavi amaçlı servise yatışı yapıldı. Ön tanılar: 1- Peptik ülser perforasyonu, 2- Barsak obstrüksiyonu, 3- Barsak pseudo-obstruksiyonu, 4Gastrointestinal sistem malignitesi, 5- Peritonit, akut mezenter iskemi, mezenterik vaskülit yada trombüs. Ayırıcı tanı: Olgumuz mevcut şikayetleri ile değerlendirildiğinde ön planda akut batın bulguları ve gastrointestinal sistem kanaması ile başvurmuştur. Mevcut SLE tanısı nedeni ile öncesinde steroid ve NSAİ kullanımı olan hastada ilk planda peptik ülsere bağlı kanama ve ülserin komplike 154 olmasına bağlı perforasyon tablosu düşünülebilir. Lupus tanılı hastada yine medikasyonlara bağlı yada primer hastalığın tutulumuna bağlı barsak obstrüksiyonları, mesenterik vaskulit yada trombüs, peritonit beklenen hastalıklar arasındadır. Ayrıca tüm gastrointestinal kanamalı hastalarda olduğu gibi gastrointestinal maligniteler mutlaka aklımıza gelmelidir. Tanıya götüren bulgular: Hastanın akciğer grafisinde bilateral plevral effüzyonu, kardiyak imajda çadır bulgusu, ayakta direk batın grafisinde yer yer ince barsak tipi hava sıvı seviyeleri izlendi. Diafram altı serbest havası yoktu. Batın ultrasonografisinde hepatomegali ve yaygın assit dışında bulgu izlenmedi. Mesenterik sisteminde trombüs yoktu. Hasta genel cerrahi kliniği ile konsulte edildikten sonra çekilen batın tomografisinde; mesenterik damarlarda tarak bulgusu (comb sign), tüm ince barsak ve kolonik anslarda yaygın duvar kalınlık artışları- hedef bulgusu (target sign)- görüldü (Resim 1). Yer yer sıvı seviyelenmeleri mevcuttu. Batın içi serbest sıvısı olup perforasyon bulgusu yoktu. Gastroskopisinde kanama odağı yoktu. Mide ve ince barsak mukozası soluk izlendi. Hasta genel cerrahi ile tekrar konsülte edildi. Acil cerrahi müdehale önerilmedi. Ateşi olan hastanın kan, idrar ve dışkı kültürleri alındı. Üremesi olmadı. Assit örneklemesinde %60 lenfosit hakimiyetinde 48 hücre görüldü, bakteri üremedi. Hastanın tipik radyolojisi ve hastalık aktivasyon bulguları olması nedeniyle SLE gastrointestinal tutulumu; mezenterik vaskulit olduğu düşünüldü. Oral alımı kesilerek barsakları istirahate alındı. Proton pompa inhibitörü infüzyonu ve ampirik olarak metronidazol intravenöz olarak uygulandı. Hastaya 3 gün 500 mg pulse metil-prednizolon tedavisi uygulandıktan sonra klinik ve laboratuar olarak dramatik yanıt alındı. Takibinde ateşi olmayan, karın ağrısı geçen, şişliği gerileyen, melenası olmayan hasta oral steroid tedavisine geçilerek taburcu edildi. Tartışma: Gastrointestinal sistem kanamaları; hayatı tehtid eden, dakikalar içinde hastanın kaybına neden olabilen, medikal, endoskopik yada cerrahi yöntemler ile acil olarak tedavi edildiğinde şifa ile sonuçlanan klinik tablolardır. Üst gastrointestinal sistemde kanamanın en sık sebepleri; peptik ülser, gastrit, özefajit, portal hipertansif TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Resim 1. SLE mezenterik vaskulitli hastanın batın tomografisi. Solda: tarak bulgusu (comb sign), sağda: hedef bulgusu (target sign). varisler yer alır. Kliniğinde daha çok hematemez ve melena ile prezente olur. Alt gastrointestinal sistemde ise en sık sebepler; divertiküller, anjiodisplaziler ve maligniteler olup, kliniğinde hematokezya ile karşılaşılır. Gastrointestinal sistem kanamalarında birçok hasta medikal ve endoskopik olarak tedavi edilebilmektedir. Beraberinde akut batın kliniği ile prezente olan hastalarda daha çok komplike olmuş peptik ülser, barsak obstrüksiyonları, barsak pseudo-obstruksiyonları, akut mezenter iskemi gibi klinik tablolar akla gelmelidir. Bu gibi durumlarda medikal yada endoskopik tedavilerden çok, hastanın cerrahi müdehale ile desteklenmesi gerekebilir (1,2). Bizim olgumuzda ön planda melena şikayeti nedeniyle üst gastrointestinal sistem kanaması olarak değerlendirldi. Fakat yapılan gastroskopik incelemesinde aktif kanama odağı bulunamadı. Hastamız ayrıca akut batın bulgularıda olduğundan acil cerrahi müdehale gerekliliği açısından da genel cerrahi kliniği ile de değerlendirldi. Fakat perforasyon bulgusu olmadığı ve ciddi barsak iskemisi henüz gelişmediği için medikal tedavi ile takip edilmdi. Gastrointestinal sistem SLE de sıklıkla etkilenir ancak bu durum hastalık aktivitesinden çok kullanılan tedavilerin yan etkileri şeklindedir. Hastalığa bağlı tutulum %25-40 oranındadır. Disfaji, dispepsi ve peptik ülser daha çok kullanılan ilaçlara bağlı gelişmekte olup %11-50 oranında daha sık gözlenirken; peritonit, protein kaybettiren enteropati, kolit ve mezenterik vaskülit alevlenme dönemlerinde olur ve çok daha nadir görülür. Mezenterik vaskulit; akut batın ve gastrointetinal sistem kanama bulguları ile ortaya çıkan ve hayatı tehtid eden bir durum olup; lupuslu hastalarda %1-2 oranında görülür. Tanısında klinik aktivasyon bulgularının yanında radyolojik olarak tipik mezenter tutulum bulguları olması anlamlıdır. Bu radyolojik bulgular arasında; mezenterik damarlarda tarak bulgusu (comb sign), tutulan barsak segmentlerinde duvar kalınlık artışının meydana getirdiği hedef bulgusu (target sign) yer almaktadır. Bizim olgumuzda klinik ve laboratuar olarak lupus aktivasyon bulguları olan, radyolojik olarak ta desteklenmiş mesenter iskemi bulguları tespit edilmiş bir hasta olup SLE gastrointestinal tutulumu; mezenterik vaskülit tanısı aldı. Cerrahi müdehale gerektirecek düzeyde barsak iskemisi olmayan hasta; barsak dinlendirilmesi, metronidazol tedavisi ve pulse steroide dramatik yanıt verdi. Tanı: SLE gastrointestinal tutulumu; mesenterik vaskulit Sonuç ve anahtar mesaj: Akut batın, gastointestinal sistem kanaması bulguları ile başvuran hastalarda özellikle öncesinde SLE tanısı da mevcut ise klinik tablonun SLE nin gastrointestinal tutulumu, mezenterik vaskülit olabileceği unutulmamalıdır. Anahtar Kelimeler: gastrointestinal kanama, mezenterik vaskulit, sistemik lupus eritematozus Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. Barkun AN, Bardou M, Kuipers EJ, ve ark. International consensus recommendations on the management of patients with nonvariceal upper gastrointestinal bleeding. Ann Intern Med 2010; 152:101. Zuccaro G Jr. Management of the adult patient with acute lower gastrointestinal bleeding. American College of Gastroenterology. Practice Parameters Committee. Am J Gastroenterol 1998; 93:1202. Tian XP, Zhang X. Gastrointestinal involvement in systemic lupus erythematosus: insight into pathogenesis, diagnosis and treatment. World J Gastroenterol 2010; 16:2971. Hoffman BI, Katz WA. The gastrointestinal manifestations of systemic lupus erythematosus: a review of the literature. Semin Arthritis Rheum 1980; 9:237. Hiraishi H, Konishi T, Ota S, ve ark. Massive gastrointestinal hemorrhage in systemic lupus erythematosus: successful treatment with corticosteroid pulse therapy. Am J Gastroenterol 1999; 94:3349. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 155 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-058] Görme Kaybı Gelişen Granulomatöz Polianjit: Yaygın Sinüs Tutulumu Olan Olgularda Akla Gelmesi Gereken bir Antite Ceren Demirel1, Zeynep Zehra Gümüş2, Mustafa Fazıl Gelal3, Burak Demirel2, Servet Akar2 1 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, İzmir İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir 3 İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, İzmir 2 Başvuru yakınması: Granülomatöz polianjiit (GPA) dışında bilinen ek hastalığı olmayan 50 yaşında erkek hasta, görme kaybı gelişmesi üzerine polikliniğimize başvurdu. Öykü, fizik muayene, laboratuar: 2009 yılında üst ve alt solunum yolu tutulumları ile GPA tanısı almış. Tedaviye uyumsuz olmasına rağmen hasta siklofosfamid ve rituksimab tedavilerini tamamlamayarak yaklaşık 2 yıl izlem dışı kalmış. Her iki gözde kızarıklık ve sulanma, nazal pürülan akıntı, öksürük, yeşil renkli balgam ve her iki akciğerde yaygın raller mevcuttu. Toraks BT incelemesinde bilateral yaygın pnömonik infiltrasyonlar ve parapnömonik effüzyonlar vardı. Toplum kökenli pnömoni ve GPA aktivasyonu düşünülerek tedavi başlandı. Hastanın antibiyoterapi ile nazal pürülan akıntısı ve pnömonisi geriledi. Görme kaybı tarif eden hastanın göz bakısında ışık refleksi bilateral olağan ve pupiller normoizokorikti. Konjüge göz hareketleri ile horizontal eksende bilateral dışa bakış kısıtlılığı ve vertikal eksende yukarıya bakış kısıtlılığı olan hastanın orbita MR görüntülemesi yapıldı. Bilateral optik sinirler boyunca tutulum ile uyumlu sinyal değişiklikleri, sol orbitada optik sinir inferiorunun medial rektus ve inferior rektus kasları arasında inflame olduğu görüldü. Nazal kavite morfolojisi bozulmuş olup yaygın ve şiddetli sinüs destrüksiyonu ile frontal ve sfenoid sinüs mukozasında granulomatöz sürecin devam ettiği görüldü. Klinik seyir ve tedavi: Orbita tutulumu nedeni ile görme kaybı geliştiği belirlenen hastanın tedavisi 3 gün 1000 mg metilprednizolon sonrası mikofenolat mofetil olarak planlandı. Ancak bu esnada 2 kez pulse siklofosfamid tedavisi uygulandı. Hastanın immunsupresif tedavi sonrasında göz hareketlerinde olumlu progresyon ve görme kaybında regresyon gözlendi. Tartışma: Granülomatöz polianjit (GPA) orta ve küçük çaplı damarları nekrotizan, granülomatöz vasıfta tutan bir vaskülit olup sıklıkla üst ve alt solunum yolları ile böbrekleri etkiler. Hastalık sıkça okuler lezyona yol açmaktadır ve başlıca tutulum şekilleri arasında konjuktivit, episklerit, sklerit, keratit, retinal vaskülit sayılabilir (2). Ancak orbital kitle GPA olgularında %5 ve altında sıklıkta bildirilmektedir ve olguların 2/3’ünde tek taraflı etkilenme söz konusudur. Orbital kitle lezyonu gelişmiş olguların daha dirençli seyir gösterdikleri ve önemli ölçüde lokal hasara neden olabildikleri gösterilmiştir (3). Burada, şiddetli sinüs harabiyeti ve bilateral dirençli orbita tutulumu nedeni ile görme kaybı gelişmiş bir GPA olgusu bildirilmiştir. Orbitada kitle GPA hastalarında %5’ ten daha az sıklıkta görülmekte olup çoğunlukla şiddetli paranazal tutulumla birlikte seyretmektedir (3). Yapılan bir çalışmada sistemik immunsupresif tedaviye %41 olgunun refrakter olduğu bildirilmiştir. Olguların ancak %24’ünde yanıt A Resim 1. A T2 ağırlıklı aksiyal kesitte sağ optik sinirde yüksek sinyalli tutulum izlenmiştir. 156 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i B C Resim 2. B,C: Yağ baskılı postkontrast T1 koronal ve aksiyal kesitlerde paranazal sinüsler ve nazal kavitede hastalığa bağlı doku kaybı, kavitenin duvarlarında (sarı ok) solda belirgin olmak üzere her iki orbitada (turuncu ok) inflamasyonu temsil eden kontrast tutulumu izlenmektedir. alınabildiği ve bunların da ancak 1/3’ünün tam yanıt gösterdiklerinden bahsedilmiştir (3). Sonuçlar ve anahtar mesaj: GPA seyrinde tespit edilen orbital kitleler dirençli karakterleri ve önemli hastalık yüküne neden olabildiklerinden erken tanı ve tedavisi morbiditeyi azaltabilir. Bu tip lezyonların daha şiddetli nazal ve sinüs hastalığı olanlarda görülüyor olması nedeniyle hastamız gibi şiddetli üst solunum yolu hastalığı olan olgularda orbital kitle olasılığı ve uygun tarama stratejilerinin göz önüne alınması gerektiğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: Granülomatöz polianjitis, orbita, paranazal tutulum, görme kaybı Kaynaklar 1. 2. 3. Vischio JA, McCrary CT. Orbital Wegener’s granulomatosis: a case report and review of the literature. Clin Rheumatol 2008; 27:1333–1336. Pakrou N, Selva D, Leibovitch I. Wegener’s Granulomatosis: Ophthalmic Manifestations and Management. Semin Arthritis Rheum 2006;35:284-292. Julia U. Holle, Christopher Voigt, Marcus Both ve ark. Orbital masses in granulomatosis with polyangiitis are associated with a refractory course and a high burden of local damage. Rheumatology 2013;52:875882. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 157 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-059] Anti-TNF Kullanmayan bir Romatoid Artrit Olgusunda Eş Zamanlı CMV Pnömonisi ve Akciğer Tüberkülozu Akif Doğan1, Belkıs Nihan Coşkun2, Mustafa Ferhat Öksüz2, Yavuz Pehlivan2, Hüseyin Ediz Dalkılıç2 1 2 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Bursa Başvuru yakınması: Kilo kaybı, nefes darlığı, öksürük, koyu renkli balgam çıkarma ve yüksek ateş yakınmaları ile başvuran 75 yaşında erkek hasta. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: asta uzun süredir olan kilo kaybı, 1 aydır olan ve progresif artan nefes darlığı, öksürük, koyu renkli balgam çıkarma ve ara ara olan yüksek ateş şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Daha öncesinde bakteriyel pnömoni tanısı ile oral 500 mg/gün levofloksasin kullandığı şikayetlerinin azaldığı ancak sonra tekrarladığı öğrenildi. Fizik muayenede ateş:38,7 C, nabız:110/dk, tansiyon: 110/70 mmHg ve pulseoksimetre ile oda havasında SO2: %94 bulundu. Muayenesinde genel durumu orta-kötü, GKS 15 idi. Akciğerlerinde dinlemekle bilateral yaygın raller mevcuttu, deri muayenesinde siyanoz, döküntü yoktu, oral aft-ülser yoktu; eklem muayenesinde aktif artrit yoktu. Özgeçmişinde 2 sene önce romatoid artrit (RA) tanısı aldığı bu hastalık için 10 mg/hafta subkutan metotreksat, 5 mg/gün oral prednizolon, 200 mg/gün oral hidroksiklorokin, 10 mg/hafta oral folik asit kullanmakta olduğu ve 20 senedir hipertansiyon nedeniyle 80 mg/gün oral losartan kullandığı öğrenildi. Soygeçmişinde özellik yoktu. Sigara ya da alkol kullanmıyordu. Laboratuvar tetkiklerinde; beyaz küre: 4.16 K/μL, hemoglobin:9,28 g/dl, trombosit: 99,600 K/uL, CRP: 15,5 mg/dL, prokalsitonin: 0,2 ng/mL, serum kreatinin 2,1 mg/dL, albumin 2,1 mg/ dL saptandı; diğer biyokimyasal parametreleri normal sınırlarda idi. Periferik kan yaymasında lökositer seride minör displastik değişikler mevcut idi. Eritrositer seri hipokrom-mikrositer ve trombositlerin sıklık ve kümeleşmesi azalmış idi. PA akciğer grafisinde parankimde bilateral, üst zonlarda daha belirgin olmak üzere heterojen infiltrasyon alanları görüldü. Ön tanılar: 1- Malignite 2- RA’ya bağlı interstisyel fibrozis 3- Metoreksata bağlı hipersensitivite pnömonisi 4Bakteriyal-viral pnömoni 5- Tüberküloz. Ayırıcı tanı:Hastanın yaşı ve kilo kaybı göz önüne alındığında ilk akla gelen tanı malignite idi ancak tümör belirteçlerinin normal düzeylerde olması, torako-abdominal bilgisayarlı tomografide (BT), gastroskopi ve 158 kolonoskopide malignite lehine bulgu olmaması nedeniyle malignite tanısından uzaklaşıldı. Pansitopenisi olan hasta Multiple Miyelom (MM) ve diğer hematolojik maligniteler yönünden tetkik edildi. Protein elektroforezinde M spike olmaması, kalsiyum değerlerinin normal olması ve takibinde kreatinin değerlerinin normale dönmesi bizleri MM tanısından uzaklaştırdı. Takiplerinde sitopenileri düzelen ve kan yaymasında blast, atipik hücre olmayan hastada hematolojik malignite tanısında uzaklaşılarak kemik iliği biyopsisine gerek duyulmadı. RA’ya bağlı interstisyel fibrozis; erkeklerde, uzun süreli hastalığı olan, seropozitif ve sigara içen grupta daha sık görülür. Bizim hastamızda hastalık süresinin kısa olması ve eklem şikayetlerinden 2 sene sonra akciğer bulguları ortaya çıkmış olması ve enfeksiyon lehine daha güçlü kanıtların olması nedeniyle bu tanıdan da uzaklaşıldı. Metotreksata bağlı hipersensitivite pnömonisi bir-iki haftadan uzun süreli spesifik olmayan ateş, titreme, öksürük ve dispne şeklinde tedavinin ilk yılı içinde görülür. Fizik muayenede periferik siyanoz ve raller saptanabilir. Eşlik eden cilt döküntüsü ve hastaların yarısında eozinofili saptanır. Bizim olgumuzda eozinofili ve döküntü yoktu, metotreksat kullanımının ikinci yılında tablo ortaya çıkmıştı ve az önce de belirtildiği gibi enfeksiyon tablosu daha ön planda olduğu için metotreksata bağlı hipersensitivite pnömonisi tanısından uzaklaşıldı. Tanıya götüren bulgular: Toraks BT’de akciğerlerde bilateral, özellikle sağ üst lobda buzlu cam dansitesinde lezyonlar izlenmesi üzerine hasta olası enfeksiyöz ve malign nedenlerin ekartasyonu için göğüs hastalıkları ile konsülte edildi ve bronkoskopi yapıldı. Bronkoskopi sonucunda kronik enfeksiyon ile uyumlu bulgular izlendi. Alınan bronkoalveoler lavajın nonspesifik kültüründe üreme olmadı, sitolojisi benign nitelikteydi. Tüberküloz için alınan örneklerde PCR laboratuvarında ARB görülmesi üzerine hastaya tüberküloz tanısı kondu. Ayrıca kan Sitomegalovirüs (Cytomegalovirus, CMV) DNA düzeyi 414 copy/ml gelen hastaya eş zamanlı CMV pnömonisi tanısı konuldu. Hastaya Gansiklovir ve 4’lü anti-tüberküloz tedavileri başlandı. Yakın klinik takibe alınan hastada düzenli enfeksiyon belirteçleri ve PA akciğer grafisi kontrolleri yapıldı. Tedaviye klinik, laboratuvar ve radyolojik TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Resim 1. Akciğer tomografisinde bilateral özellikle sağ üst lobda buzlu cam dansitesinde lezyonlar Resim 2. PA akciğer grafisinde parankimde bilateral, üst zonlarda daha belirgin olmak üzere heterojen infiltrasyon alanları yanıt alınan hastanın tedavisi göğüs hastalıkları ve enfeksiyon hastalıkları ile birlikte devam etmektedir. oldukça iyi additif etki sağladığı gösterilmiştir. Kötü prognoz kriteri taşıyan olgularda, tek bir temel ilaca direnç varlığında, diğer tedavi stratejileri ile zaman kaybetmeden “biyolojik” temel etkili ilaçlara başvurulması önemli bir güncel yaklaşımdır. Temel etkili ilaçları farklı tedavi stratejileri ile kullanan ancak dirençli olgularda “ikinci basamak” tedavide yer alan ilaçlar, anti-TNF’dır. Latent tüberkülozun (TB) reaktivasyonu anti-TNF ilaçların en korkulan ve en bilinen yan etkisidir. Bu nedenle ülkemiz için latent TB’nin nispeten sık olduğu ülkelerde latetnt TB taraması anti-TNF tedaviye başlamadan önce yapılması ve gerekli görülen olgularda profilaksi verilmesi konusunda fikir birliği mevcuttur. Metotreksat kullanan olgularda böbrek işlev bozukluğu, ileri yaş ve hipoalbuminemi başta pansitopeni olmak üzere değişik organlarda toksik etkilerin ortaya çıktığı gözlenmiştir. Metotreksatın immün cevapta tolerans geliştirebildiği ve Pneumocystis Jerovici ve CMV gibi fırsatçı enfeksiyonlara sebep olabildiği gösterilmiştir. Tartışma: RA tedavisinde antiinflamatuar, immünmodülatuar ve kimi zaman da immünsüoresif ilaçlara başvurulur. Uluslar arası standart tedavi rehberi olarak EULAR/2010 RA tedavi önerileri uyarınca RA’da temel tedavi stratejileri belirlenmiştir. RA’da güncel tedavi yaklaşımı, Artrit başlangıcında, haftalar aylar içerisinde temel etkili ilaçların başlanmasıdır. Temel etkili ilaçlar başlıca hidroksiklorokin (HCQ), metotreksat (MTX), sülfasalazin (SZP) ve leflunomid (LEF)dir. RA’da “birinci basamak” tedaviyi HCQ, MTX, SZP ve LEF oluşturmaktadır. MTX’in yan etki, intolerans nedeniyle verilmemesi dışında RA’lı olguların tamamına tanı konulur konulmaz başlanması önerilmektedir. MTX önceleri kanser tedavisinde kullanılırken, 1950’lilerde psöriazisde etkili olduğu görülmüş ve 1970’de psöriazis için kullanılmaya başlanmıştır. Yaklaşık 30 yıldır da RA tedavisinde kullanılmaktadır. Günümüzde RA tedavisinde altın standart olup, diğer romatolojik hastalıkların tedavisinde de, özellikle steroid kullanımında doz indirimine yardımcı olması nedeniyle tercih edilmektedir. Metotreksat, RA’lı hastalarda yalnızca klinik ve laboratuvar iyileşme değil, eklem hasarını önleyici etkisi de vardır. RA tedavisinde birinci basamakta, tek başına veya diğer hastalık modifiye edici (DMARD) grubu ilaçlarla kombine olarak kullanılmaktadır. Daha sonra geliştirilen TNF-alfa inhibitörleri (anti-TNF) dahil diğer biyolojik ajanların etkinlik çalışmalarında kontrol grubu olmuş ve bu ajanlarla kombine kullanımlarıyla da Tanı: CMV pnömonisi ve akciğer tüberkülozu birlikteliği, Sonuç ve anahtar mesaj: RA tanısı ile takip edilen olgularda özellikle anti-TNF ilaç kullanan hastalarda tüberkülöz gelişme riski artmıştır ancak bu ilaçları kullanmayan hastalarda da tüberküloz gelişebileceği akılda tutulmalıdır. Aynı zamanda atipik vakalarda CMV pnömonisi akıldan çıkarılmamalıdır. Anahtar Kelimeler: Romatoid artrit, CMV, tüberküloz Kaynaklar 1. 2. 3. Kremer JM, Maini RN, Romain PL: Major side effect of low-dose methotreksate. Uptodate 2009 17.1 version Saag KG, Teng GG, Patkar NM, ve ark. American College of Rheumatology 2008 recommendations for the use of nonbiologic and biologic disease-modifying antirheumatic drugs in rheumatoid arthritis. Arthritis Rheum. 2008;15;59:762-84. Smolen JS, Landewé R, Breedveld FC, ve ark. EULAR recommendations for the management of rheumatoid arthritis with synthetic and biological disease-modifying antirheumatic drugs. Ann Rheum Dis. 2010;69:964-75. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 159 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-060] Rituksimab Kullanımı Sonrası Zona Hastalığı Gelişen Olgu Kevser Nihal Aykaç, Ahmet Yıldırım, Servet Yolbaş, Zühal Ömercikoğlu, Süleyman Serdar Koca Fırat Üniveristesi Tıp Fakültesi, İç hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Elazığ Başvuru yakınması: 39 yaşında kadın olgu, sırtta sağ torako-lomber bölgede 15x17 cm lik alanda eritematöz zemin üzerinde papüloveziküler döküntüler ve ağrı yakınmaları ile başvurdu. Kısa anamnez, fizik muayene ve laboratuar bulguları: Hasta yaklaşık 2.5 yıl önce, kliniğimizde SLE tanısı almıştı. Bu amaçla, azatioprin, hidroksiklorokin ve metilprednizolon başlandı. Klinik aktivitenin devam etmesi nedeniyle azatioprin yerine mikofenolat mofetil (MMF)’e geçildi. MMF tedavisi sırasında proteinüri tespit edilmesi üzerine yapılan böbrek biyopsisinde klas IV lupus nefriti saptandı. Hastaya 6 kür siklofosfamid intravenöz (iv) uygulandı. Proteinürisi devam eden hastaya rituksimab tedavisi planlandı. On dört gün ara ile 1 g rituksimab iv uygulandı. Hastada iki gün sonra göğüs ve sırt ağrısı başladı. Fizik bakıda, sırtta sağ torako-lomber bölgede 15x17 cm lik alanda eritematöz zemin üzerinde papüloveziküler döküntüler izlendi (Resim 1). Laboratuar tetkiklerinde; hemoglobin 7.9(g/ dl), MCV 86 fl, lökosit 4600 mm3, trombosit 102 bin/mm3, eritrosit sedimantasyon hızı (ESH) 70 mm/saat, C-reaktif protein (CRP) 3.94 mg/dl, üre 118 mg/dl, kreatinin 2.8 mg/dl, albümin 3.2 mg/dl, anti-nükleer antikor (ANA) pozitif (homojen patern, +++), anti-dsDNA >200 IU/ml ve spot idrarda protein/kreatinin oranı 5.3 idi. Tartışma: Sistemik lupus eritematoz (SLE) patolojik otoantikor oluşumu ile karakterize otoimmün bir hastalıktır. Hemen hemen tüm sistemleri tutabilir ve birbirinden çok farklı klinik yüzlerle ortaya çıkabilir. Kadınlarda 9 kat daha sık görülür. En sık 15-40 yaşları arasında rastlanır. Kesin tedavisi yoktur ama tüm bulgularıyla etkili biçimde mücadele edilebilir. İmmünsüpresif ilaçların daha rasyonel kullanılması ve hastalığın daha iyi tanınması dolayısıyla mortalite ve morbiditede önemli azalmalar olmuştur. Rituksimab B lenfositlerdeki CD20 reseptörlerine karşı doğrudan etkili, kimerik, monoklonal bir antikordur. Konvansiyonel tedaviye dirençli lupus nefriti olan hastalarda kullanımı öngörülmektedir. Rituksimab kullanan hastalarda enfeksiyonlar ve enfestasyonlar karşılaşılabilen yan etkilerdir. İlk dozu izleyen 24-48 saatte başlayan ve 6-9 aya kadar uzayabilen periferik B hücre deplesyonu 160 yapar. Rituksimab tedavisi sırasında infeksiyon oranı %30 olup; bakteriyel enfeksiyonlar %19, viral enfeksiyonlar %10, fungal enfeksiyon %1 ve sepsis %1’dir. Sistemik lupus eritematozda nefrit mortaliteyi arttıran en önemli sebeplerdendir. Rituksimab 30 yılı aşkın süredir non-Hodgkin lenfoma tedavisinde kullanılmaktadır. Son yıllarda, romatid artritin tedavisinde de geniş kullanım alanı bulmuştur. İki büyük randomize kontrollü çalışmada, rituksimab primer sonlanım hedefleri tutturulamadığı için, SLE ve lupus nefriti tedavisi için geri ödeme kurumlarından henüz kullanım onayı alamamıştır. Ancak, SLE ve lupus nefritinde etkinliği de çok sayıda çalışmada ortaya konulmuştur ve dirençli renal tutulumda rituksimab etkin tedavi seçeneklerinden biridir. Herpes zoster (zona hastalığı), varisella zoster virüsünün sebep olduğu ve daha önce su çiçeği geçirmiş kişilerde görülen, vücudun tek tarafında deride su toplamış ağrılı kabartılarla seyreden bir hastalıktır. Su çiçeği (Varisella) sonrası virüs sinir hücrelerine yerleşip hiçbir belirti vermeksizin yıllarca inaktif kalabilir. Bağışıklık sistemindeki zayıflık veya bozuklukla yerleştiği hücrelerden ayrılıp dermatomlar boyunca ilerleyerek sinir bölgesindeki deride zona hastalığına yol açabilir. Hastaların %90’ından fazlası immünkompramizedir veya immünsüpresif kullanıyordur. SLE’de herpes zoster riskinin yaklaşık 10 kat arttığı ortaya konulmuştur. Ek olarak, ilerleyen yaş veya kötü fonksiyonel kapasitesi olanlarda risk daha da yüksektir. Resim 1. Sırtta eritemli zeminde yer yer veziküllerin eşlik ettiği deri lezyonu TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Rituksimab gibi biyolojik anti-romatizmal ilaçların kullanımı sırasında risk daha fazla olmaktadır. Tanı: SLE tedavisinde rituksimab kullanımı sırasında gelişen Zona enfeksiyonu Sonuç ve anahtar mesaj: SLE başta olmak üzere inflamatuar hastalıklarda ve rituksimab kullanılan hastalarda zona hastalığı konusunda dikkatli olunmalıdır. Herpes zoster aşısı geliştirilmiş çeşitli ülkelerde kullanılmaktadır. Ancak, aşının canlı aşı olması nedeniyle immünsüpresif kullananlarda yapılması riskli olabilir. Diğer taraftan, SLE’de immün yanıtlar hasarlı olduğu için yeterli antikor yanıtı oluşturamayabilir. Anahtar Kelimeler: sistemik lupus eritematoz, rituksimab, Zona hastalığı Kaynaklar 1. 2. 3. 4. Looney RJ, Anolik JH, Campbell D. B cell depletion as a novel treatment for systemic lupus erythematosus: a phase I/II dose escalation trial of rituximab. Arthritis Rheum, 2004; 50:2580-9. Podolskaya A, Stadermann M, Pilkington C, ve ark. B cell depletion therapy for 19 patients with refractory systemic lupus erythematosus. Arch Dis Child. 2008;93:401-6. Yun H, Xie F, Delzell E, ve ark. Risks of Herpes Zoster in Patients with Rheumatoid Arthritis According to Biologic Disease Modifying Therapy. Arthritis Care Res (Hoboken). 2014 (baskıda). Failla V, Jacques J, Castronovo C, ve ark. Herpes zoster in patients treated with biologicals. Dermatology. 2012;224:251-6. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 161 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-061] Bilateral Parotit ile Başvuran Sjögren Sendromu Tanılı Olgu Zühal Ömercikoğlu1, Gökhan Artaş2, Servet Yolbaş1, Ahmet Yıldırım1, Süleyman Serdar Koca1 1 Fırat Üniveristesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Elazığ Fırat Üniveristesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Elazığ 2 Başvuru yakınması: 73 yaşında kadın hasta, üç aydır devam eden ve giderek artan kulak altlarında şişlik, ağız ve göz kuruluğu yakınmaları ile başvurdu. Kısa anamnez, fizik muayene, laboratuar bulguları: 20 yıldır hipertansiyon (HT) tanısı mevcutmuş. Düzenli olarak irbesartan, karvedilol ve asetilsalisilik asit kullanıyormuş. Fizik bakıda, parotis bezlerinde bilateral şişlik (Resim 1) ve hassasiyet saptandı. Rütin laboratuvar parametreleri sonuçları normal sınırlardaydı (hemoglobin 12.4 g/dl, lökosit sayısı 5600 mm3, eritrosit sedimantasyon hızı 24 mm/saat, C-reaktif protein 3.45 mg/dl, açlık kan şekeri 78 mg/dl, kreatinin 0.5 mg/dl, alanin aminotransferaz 40 mg/dl, total protein 6.6 mg/dl ve albümin 3.5 mg/dl). Hepatit B yüzey antijeni (HbsAg), anti-hepatit C antikoru ve anti-HIV antikoru negatifti. Tanıya götüren ipuçları: Anti-Ro ve anti-La antikorları negatif; anti-nükleer antikor ise pozitifti (1/3200 titrede ++++). Parotis bezini değerlendirmek üzere yapılan yüzeyel doku ultrasonografisinde her iki taraf parotis ve submandibular bezler içerisinde (en büyüğü 9X6 mm boyutlu olmak üzere) çok sayıda lenf nodu izlendi. Tüm batın ve toraks bilgisayarlı tomografi (BT)’sinde subkarinal alanda 10X12 mm boyutlu; pankreas başı ve paraaortik alanda büyüğü 2X1.1 cm boyutlu lenf nodları izlendi. Hastaya parotis bezi ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB) yapıldı. Histopatolojik incelemesinde, periduktal ve interstisyel mononükleer hücre infiltrasyonu gözlendi. Ön tanılar: 1-Süpüratif parotit, 2-Neoplaziler, 3-Sarkoidoz, 4-HIV enfeksiyonu, 5-Sjögren sendromu Ayırıcı tanı: Parotis bezinde şişlik yakınması ile başvuran hastada süpüratif parotit, neoplaziler, sarkoidoz, HIV enfeksiyonu ve Sjögren sendromu ön tanılardır. Hastamızda ateş, lökositoz ve yüksek akut faz reaktan düzeyleri olmadığı için süpüratif parotit düşünülmedi. Yakınmalarının akut başlangıçlı olması ve şişliğin bilateral olması nedeniyle primer neoplazilerden ve B semptomlarının olmaması nedeniyle lenfoma tanısıdan uzaklaşıldı. Sarkoidozda semptomlar daha çok tutulan organa göre değişmekle beraber, akciğer tutulumu ve nefes darlığı daha çok beklenir. Hastamızın solunum problemlerinin olmaması ve toraks BT’sinde hiler lenf nodları saptanmaması nedeniyle sarkoidozdan uzaklaşıldı. HIV enfeksiyonu erken döneminde lenfadenopatiler olabilmektedir ancak, hastamızda şüpheli temas öyküsü yoktu ve antiHIV testi negatifti. Bilateral parotis bezi şişliği, ağız ve göz kuruluğu ve yapılan parotis İİAB histolojik incelemesi sonucunda Sjögren sendromu tanıda düşünüldü ve yapılan minör tükürük bezi biyopsisinde sialoadenit (Chisholm grade 3) tespit edildi (Resim 2). Tanı: Sjögren sendromu Tartışma: Sjögren sendromu, ekzokrin bezlerinin lenfositik infiltrasyonu ile karakterize, yavaş gidişli kronik otoimmün bir hastalıktır. Etyolojisi tam olarak bilinmemektedir. Sıklığı %0,5-1 kadardır. Sıklığı ilerleyen yaşla artar. Kadınlarda daha sıktır. Ağız kuruması (kserostomi) ve gözyaşı azalması (kerato-konjonktivitis sicca) en sık belirtileridir. Hastalarda %60 artralji-artrit, %40 Raynaud sendromu, %20 lenfadenopati, %20 akciğer tutulumu, %15 böbrek tutulumu ve %10 karaciğer tutulumu izlenir. Sjögren sendromu primer ve sekonder olarak iki gruba ayrılır. Sjögren sendromu ile ilişkili olan hastalıklar ile birlikte ise hastalığın adı sekonder Sjögren sendromu aksi halde ise primer Sjögren sendromudur. Parotis bezinin kabakulağı andırır şekilde şişmesi daha çok primer Sjögrende görülür. Resim 1. Parotiste bilateral şişlik 162 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Resim 2. İki odakta periduktal ve interstisyel mononükleer hücre infiltrasyonu (HEx100) Primer Sjögren sendromunda lenfoma gelişme riski normal topluma göre 44 kat artmıştır. Parotis bezi şişlikleri etiyolojisinde Sjögren sendromu düşünülmelidir. Diğer taraftan, primer Sjögren sendromu kabul ettiğimiz hastalarda dahi lenfoma olasılığı akılda tutulmalıdır. Sürekli şiş parotis bezi, purpura, periferal nöropati, vaskülit, lökopeni ve düşük C4 düzeyi lenfoma için risk faktörleri olarak kabul edilmiştir. Sonuç ve anahtar mesaj: parotis bezi şişliği ile başvuran hastalarda Sjögren sendromu’nun varlığı mutlaka araştırılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Bilateral parotit, Sjögren sendromu Kaynaklar 1. 2. 3. Chen S, Paul BC, Myssiorek D. An algorithm approach to diagnosing bilateral parotid enlargement. Otolaryngol Head Neck Surg 2013;148:732-9. Moutsopoulos HM. Sjögren’s syndrome: a forty-year scientific journey. J Autoimmun. 2014;51:1-9. Bichile T, Petri M. Incidence of lymphoma associated with underlying lupus:lessons learned from observational studies. Curr Opin Rheumatol. 2014;26:111-7. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 163 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-062] Baş Ağrısı ile Başvuran 20 Yaşında Sitemik Lupus Eritematozus Tanılı Hasta Kübra Saçar Kübüç1, Mehmet Ali Balcı2, Ömer Nuri Pamuk2 1 Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Edirne Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Edirne 2 Başvuru yakınması: 20 yaşında hasta baş ağrısı yakınması ile başvurdu. ensefalopati sendromu (PRES) ile uyumlu olabilir şeklinde raporlandı. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: 2 yıl önce nefroloji servisine 1.5 gr/gün proteinürisi ve vücutta yaygın ödemi olması nedeniyle yatırılmış. Fizik muayenesinde malar raş, asit ve bilateral pretibial ödemi, burun ve kulaklarda livedoid görünüm olan hastada bakılan ANA 1/100 dilüsyonda ++ homojen paternli, p-ANCA: +, MPO ANCA:+, ENA profili (-) Anti ds-DNA (-), C3: 63 mg/dl (90-180), C4: 5.9 mg/dl (10-40) Wbc: 3690 hb: 10.5 plt: 182000 lym:510 Sedimentasyon: 106 mm/sa, CRP: 4 olması üzerine hasta SLE tanısı alarak romatoloji takibine alınmış. Pulse steroid, 6 kür siklofosfamid, pulse steroid sonrası oral metil-prednisolon, hidroksiklorokin, azatiopirin, tedavileri verilmiş. Hasta şiddetli baş ağrısı ve tansiyon yüksekliği (TA: 180/110 ) ile başvurdu. Yapılan fizik muayenesinde; Bilinç açık, oryante, koopere, TA: 180/110 mmHg, nbz: 80/dk, nörolojik muayenede özellik yok. Yüzde malar raş mevcut. Pretibial ödem -/- Göz dibi: Papil ödem bulgusu yok. Yapılan laboratuar tetkiklerinde WBC: 3230, Hb: 16 gr/ dl, Lym: 830, Plt: 237000. Üre: 28 mg/dl kre:0.6 mg/dl, sedim: 2 mm/h, CRP: 0,3 mg/dl, 24 saatlik idrarda kreatinin klerensi: 110 ml/dk, total protein atılımı: 5.4 gr/gün, C3: 104 mg/dl, C4: 21,5 mg/dl (10 - 40), Antifosfolipid antikorları (-). Hasta radyoloji ve nöroloji bölümleri ile değerlendirilip PRES kabul edildi. PRES için risk faktörü kabul edilen lupus nefriti olması, hipertansif seyretmesi ve immünsupresif ajan kullanımı hikayesi ile birlikte baş ağrısıyla başvurusunda çekilen MR görüntülemelerinde mevcut olan özellikler sonucunda hastamız PRES tanısı almıştır. Tartışma: Posterior reversible ensefalopati sendromu nadir görülen bir sendrom olmakla birlikte, klinik özellikler ve manyetik rezonans görüntüleme sonuçlarıyla tanı koyulabilmektedir. Net patofizyolojisi bilinmemekle birlikte yüksek sistolik kan basıncına bağlı olarak gelişen vazojenik ödem patofizyolojide çoğunlukla kabul alan teoridir (1). PRES ‘in en çok görülen başvuru şikayetleri baş ağrısı, görme bozuklukları ve nöbettir. PRES, SLE’li hastalarda her zaman görülebilir. Ancak yaygın olarak risk faktörleri hipertansiyon, böbrek tutulumu ve immün süpresif ajan kullanımı (siklosporin) olarak belirtilmektedir (2,3). Literatürde PRES tanısı almış bir çok SLE’li vaka bildirilmiştir (4). Bizim hastamızda da PRES için risk faktörü kabul edilen lupus nefriti olması, hipertansif Ön tanılar: 1- Lupus vaskülitik serebral tutulumu, 2Tromboz, 3- Hipertansif ensefalopati, 4- Hipoglisemi, 5Metabolik bozukluklar Ayırıcı tanı ve tanıya götüren bulgular: Hastada göz dibi muayenesinde papil ödem bulgusu yok. Metabolik bozukluk yok. Çekilen kraniyal MR; sol serebellar hemisferde T2AS-FALIR hiperintens belirsiz sınırlı fokal sinyal değişimleri izlenmektedir. Bilateral bazal ganglionlarda T2AS-FLAIR’de izlenen sinyal artımlarında artış ile sağ putamen superiorunda lakün görünümü mevcuttur. Sağ temporal lobda subkortikal ak maddede vazojenik ödem ile uyumlu sinyal değişimleri izlenmektedir. SLE tanılı hastada immün süpresif tedavi hikayesi varlığında sağ temporal lobda tanımlanan bulgular posterior reversible 164 Resim 1. MR görüntüsü TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i seyretmesi ve immünsupresif ajan kullanımı hikayesi ile birlikte baş ağrısıyla başvurusunda çekilen MR görüntülemelerinde mevcut olan özellikler sonucunda hastamız PRES tanısı almıştır. Hastada pulse steroid sonrası klinik şikayetler gerilemiş ancak radyolojik düzelme görülmemiştir. Tanı: Posterior reversible ensefalopati sendromu Sonuç ve anahtar mesaj: PRES sendromunda, erken tanı konup tedavi edilebilirse klinik ve radyolojik olarak tam ya da tama yakın düzelme sağlanabilir. Romatolojik hastalığı olan, böbrek tutulumu, hipertansiyon ve immünsupresif ajan kullanımı öyküsü olan hastalarda baş ağrısı, görme bozukluğu ve nöbet gibi durumlarda PRES ayırıcı tanıda yerini almalıdır. Anahtar Kelimeler: Baş ağrısı, posterior reversible ensefalopati sendromu, SLE Kaynaklar 1. 2. 3. 4. Bartynski WS. Posterior reversible encephalopathy syndrome, part 2: Controversies surrounding pathophysiology of vasogenic edema. AJNR Am J Neuroradiol 2008; 29: 1043–1049. Rahman A, Isenberg DA. Systemic lupus erythematosus.N Engl J Med 2008;358:929-939. Kur JK, Esdaile JM. Posterior reversible encephalopathy syndrome--an underrecognized manifestation of systemic lupus erythematosus. J Rheumatol. 2006;33:2178-83. Philip B, Limaye S, Thanakrishnan G, ve ark. Posterior Reversible Encephalopathy Syndrome (PRES) as an Initial Presentation of Systemic Lupus Erythematosus (SLE). J Clin Case Rep 2012;2:144. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 165 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-063] Metotreksat Kullanımına İkincil Pansitopeni ve İmmunglobulin Tedavisi ile Trombositopeninin Düzelmesi Fatih Kurnaz1, Emel Yiğit Karakaş2, Fehmi Kaş2, Osman Yüksekyayla2, Turgay Ulaş2 1 Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Şanlıurfa Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Şanlıurfa 2 Başvuru yakınması: Yetmiş beş yaşında kadın hasta ateş, bulantı, ağzını açamama, ağız içinde iltihaplı yaralar, yemek yememe şikâyetleri ile hastanemize başvurdu. Kısa anamnez, fizik muayene ve laboratuar bulguları: Hastanın daha önceden romatoid artrit tanısı aldığını, 1 hafta öncesinde hastaya haftada 10 mg metotreksat (MTX) önerilmesine rağmen günde 10 mg MTX aldığını ve beraberinde çeşitli nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar kullandığı öğrenildi. Muayanesinde kan basıncı: 120/70 mmHg, nabız 110/dk, ateş 39,0°C, solunum sayısı 22/dk idi. Deri ve konjuktivalar soluk görünümde, ağız mukozasında yaygın fungal plaklar vardı. Laboratuvar incelemesinde beyaz küre: 0,48 10e3/uL, nötrofil: 0,011 10e3/uL, hemoglobin 8,6 g/dl, Htc %28,3, trombosit 6.000/mm³ olarak bulundu. Vitamin B12 normal fakat folik asit seviyeleri 2,94 ng/ml olarak (N>5,38) düşük bulundu. Periferik yaymasında; hipokromik normositer anemi, az sayıda parçalı ve birkaç tane olgun lenfosit saptanırken, atipik hücre ve trombosit kümeleri tespit edilmedi. Diğer laboratuvar incelemesi normal saptandı. Batın ultrasonografisinde de hepatomegali, splenomegali ve lenfadenopati bulunmadı. Bu bulgularla MTX’a bağlı pansitopeni ve febril notropeni kabul edilen hastanın MTX’ı kesildi, febril nötropeniye uygun antibiyotik folik asit tablet 2x1 ve koloni uyarıcı faktör başlandı. Takipte tedavinin 1. haftasında hastanın lökosit ve hemoglobin düzeyleri normal sınırlarda görüldü. Fakat günlük trombosit desteğine rağmen hastanın trombosit değerleri 10. Günde 10.000/mm3 altında seyretti. Hastada immün nedenli trombositopeni olabileceği düşünülerek hastaya 0,5 gr/kg IVIG tedavisi (1 gün) ve beraberinde 1mg/kg steroid başlandı. Hastanın trombosit düzeyleri 1. günde 50000/mm3 üzerine çıktı ve takip eden günlerde değerlerinde tekrardan düşme görülmedi. Enfeksiyon bulguları gerileyen, kliniği düzelen ve transfüzyon ihtiyacı kalmayan hasta tedavisi düzenlenerek poliklinik kontrolüne gelmek üzere taburcu edildi. Tanı: Yüksek doz MTX kullanımıile ilişkili pansitopeni, immun trombositopeni (?) Tartışma: Metotreksat (MTX) çeşitli malignite ve kronik inflamatuvar hastalıkların tedavisinde kullanılan antiproliferatif bir folik asit antagonistidir. Romatoid artrit tedavisinde uzun süreli metotreksat kullanımı oldukça etkili ve güvenlidir. Ancak, nadiren pansitopeni ile kemik iliği baskılanması, mukoza dokularında inflamasyon ve nekrotik değişiklikler, karaciğer hücresi nekrozu ve hepatik siroz, akciğer fibrozu ve böbrek fonksiyon bozuklukları gibi şiddetli yan etkilere neden olabilmektedir (1,2). Metotreksat genellikle iyi tolere edilirse de beklenmeyen ve hayatı tehdit edebilecek entoksikasyona neden olabilir. Romatoid artrit tanısı konulmuş olan bir hastada yüksek ateş, şiddetli bulantı, kusma, karın ağrısı, ishal veya oral ülserler görüldüğünde metotreksat entoksikasyonu akla gelmelidir. Genellikle ilacın kesilmesi, koloni uyarıcı faktör, folinik asit ve destek tedavisi ile hastaların çoğunda 1. haftada düzelme görülmektedir. Birinci hafta sonrasında trombositopenisi devam eden hastalarda immun kaynaklı nedenler düşünülmeli IVIG ve steroid tedavileri seçeneklerimiz arasında olmalıdır. Sonuç ve anahtar mesaj: Metotreksat genellikle iyi tolere edilirse de beklenmeyen ve hayatı tehdit edebilecek entoksikasyona neden olabilir. Romatoid artrit tanısı konulmuş olan bir hastada yüksek ateş, şiddetli bulantı, kusma, karın ağrısı, ishal veya oral ülserler görüldüğünde metotreksat entoksikasyonu akla gelmelidir. Anahtar Kelimeler: Romatoid artrit, pansitopeni, immun tedavi Kaynaklar 1. 2. 166 Yoon KH, Ng SC. Early onset methotrexate-induced pancytopenia and response to G-CSF: a report of two cases. J Clin Rheumatol. 2001;7:17-20. McEwen J, Purcell PM, Hill RL, ve ark. The incidence of pancytopenia in patients taking leflunomide alone or with methotrexate. Pharmacoepidemiol Drug Saf 2007;16:65-73. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-064] Sınırlı Tutulumlu Granülamatöz Polianjiit Seval Pehlevan, Osman Yazıcılar Fatih Üniversitesi, Tıp Fakültesi Hastanesi, Romatoloji Bölümü, İstanbul Başvuru yakınması: Elli dokuz yaşında erkek hasta, yaklaşık 1 hafta önce başlayan her iki ayak bileklerinde ve sağ el 4. ve 5. sol el 4. PIF de ağrı, şişlik ve hareket kısıtlığı ile polikliniğine başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Hastanın 3 aydır sağ kulakta işitme kaybı, akıntı ve ağrı şikâyeti var, birçok antibiyotik kullanmasına rağmen şikâyetleri halen devam ediyor. Bir ay önce kronik seröz otitis media tanısı konulmuş ve 1 ay önce de sağ kulağa tüp takılmış. Hastada sağ kulak da iletim tipi işitme kaybı gelişmiş. Özgeçmişinde özellik yoktu. Sürekli kullandığı ilaç, sigara ve alkol kullanma alışkanlığı yoktu. Fizik muayenede genel durum iyi, kan basıncı 130/80 mmHg, nabız sayısı 88 /dakika idi. her iki ayak bileklerinde sağ el 4. ve 5., sol el 4. PIF ağrı ve şişlik saptandı. Sol kalça hareketleri çok ağrılı ve kısıtlıydı. Kardiovasküler sistem, solunum sistemi ve batın muayenesi normaldi. Cilt döküntüsü yoktu, nöroloji muayenesinde özellik yoktu. Laboratuvar: Beyaz küre:7800/μL, Hemoglobin:12,4 gr/dl, MCV:83fL, trombosit:350 000/ μL, eritrosit sedimantasyon hızı:43 mm/sa, C-reaktif protein:5.92 mg/ dl, AST:10U/L, ALT:16U/L, kreatinin:0,8mg/dl, Romatoid faktör: negatif, antiCCP: negatif, ANA: negatif, HBsAg: negatif, Anti-HBs: negatif, Anti HCV: negatif, anti HIV:negatif, brucella ve salmonella agglutinasyonu negatif, c-ANCA >100 (+), PR3 (+), p-ANCA (-), MPO (-) di. İdrar incelemesinde; dansite:1013, protein (-), eritrosit ve lökosit yok ve 24 saatlik idrarda 43 mg protein saptandı. Akciğer grafisi ve toraks bilgisayarlı tomografisi normaldi. Ön tanılar: 1. Akut viral poliartrit, 2. Reaktif artrit, 3. Erken Romatoid artrit, 4-sistemik romatolojik hastalıklar Tanıya götüren bulgular: Kronik otiits media, akut poliartrit ve yüksek titrede c-ANCA pozitifliği olan hastaya sınırlı tutulumlu granülomatöz polianjiitis tanısı konuldu Tartışma: Hastaya prednol 40 mg 1x1/2 gün yapıldıktan sonra, oral prednizolon 15 mg/g ve methotreaxate 10 mg/hafta ve folbiol 5 mg 1x1/hafta ve nüks önlemek amaçlı trimetoprim-sulfametaksazol tb 1x1 başlandı. On gün sonra eklem bulguları tamamen kayboldu, sağ kulak ağrısı azaldı. Hastanın sterod dozu yaklaşık 4 ayda yavaşça doz azaltılarak 5 mg/güne düşüldü, methotrexate ise yaklaşık 2 aydır 20 mg/hafta da dozunda devam ediyor. Tedavinin üçüncü haftasında akut faz değerleri normale geldi, birinci ayın sonunda da c-ANCA negatifleşti. İlaçlara bağlı herhangi bir yan etki gelişmedi. Hasta halen mevcut tedaviye devam etmektedir. Tanı: Sınırlı tutulumlu granülomatöz polianjiit Sonuç ve anahtar mesaj:Akut poliartrit ile başvuran hastalarda kronik bir infeksiyon varlığında, etyolojik nedenler arasında vaskülit de akla getirilmelidir. Anahtar Kelimeler: Sınırlı tutulumlu granülomatöz polianjiit, kronik otitis media akut poliartrit Kaynaklar 1. Ono N, Yoshihiro K, Oryoji D, ve ark. Four cases of MPO-ANCA-positive vasculitis with otitis media, and review of the literatüre. Mod Rheumatol. 2013;23:554-63. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 167 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-065] Kolşisine Yanıt Vermeyen bir Ailevi Akdeniz Ateşi Olgusu Şerife Mehlika Kuşkonmaz, Abdurrahman Tufan, Mehmet Akif Öztürk Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara Başvuru yakınması: 20 yaşında erkek hasta bir haftadır süren karın ağrısı şikâyetiyle kliniğimize başvurdu. Öykü, fizik muayene, laboratuar: Hastanın öyküsünden karın ağrısının 5 yıldır ataklar halinde devam ettiği, ataklara kimi zaman 38˚C ateşin eşlik ettiği, eklem ağrısının olmadığı öğrenildi. Dış merkezde ailesel Akdeniz ateşi (AAA) mutasyon analizi iki defa yapılmış ve negatif bulunmuş. Hastaya AAA tanısıyla kolşisin 3x1 başlanmış. Tedaviye rağmen karın ağrısı atakları aynı sıklıkta devam etmekteymiş. Hastanın özgeçmişinden, 16 yaşında apendektomi olduğu öğrenildi. Hastanın ailesinde AAA yoktu. Hastanın fizik muayenesinde sol alt kadran hassasiyeti dışında özellik yoktu. Laboratuvar bulgularından; eritrosit sedimentasyon hızı (ESH):32mm/saat CRP:187mg/L bulundu. Klinik seyir ve tanı: Kolşisin tedavisi kesildi. AAA gen mutasyon analizinin negatif olması ve kolşisinden yarar görmemiş olması nedeniyle hastada enflamatuvar bağırsak hastalığı olabileceği düşünüldü. Kolonoskopi sonucu Crohn hastalığı ile uyumlu olarak rapor edildi. Hasta halen gastroenteroloji bölümü tarafından takip edilmektedir. Tanı: Crohn hastalığı Tartışma: Ailevi Akdeniz ateşi (AAA) monogenik olarak kalıtılan ve Akdeniz kıyılarında yaşayan etnik gruplarda daha sık görülen bir otoinflamatuvar hastalıktır. Hastalık düzensiz ve kısa süreli ataklar halinde gelen ateş ve serozitle seyreder (1). Atakların önlenmesi ve sekonder amiloidoz riskini azaltılmasında kolşisin tedavisi kullanılır. Crohn Hastalığı (CH) ve AAA, ateş ve karın ağrısı gibi ortak klinik özellikler gösterdiklerinden karışabilirler. Ayrıca, araştırmalar AAA hastalarında Crohn hastalığı sıklığının, genel popülasyona göre daha yüksek olduğunu göstermektedir (2). Bu durum Crohn hastalığına yatkınlığı etkileyen NOD2 geni ile MEFV geninin aynı kromozom üzerinde yer almasıyla ilgili olabilir. AAA MEFV gen mutasyonu sonucu oluşmaktadır (3). AAA olgularının %95’i kolşisin tedavisine tam ya da kısmi yanıt verirler (4,5). Bizim hastamızın kolşisine yanıtının olmayışı ağrını tipik AAA atağından daha uzun sürüşü, benzer kliniğe yol açabilecek diğer hastalıkların araştırılmasını gerektirmiş ve sonuçta Crohn hastalığı tanısına ulaşılmıştır. Sonuç ve anahtar mesaj: Crohn hastalığı AAA ile beraber görülebilir ya da iki hastalığın klinik bulgularındaki benzerlik yanlış tanıya yol açabilir. Kolşisin tedavisine yanıt vermeyen ve MEFV gen mutasyon analizi negatif olan AAA hastalarında Crohn hastalığı akla gelmelidir. Anahtar Kelimeler: Ailevi Akdeniz ateşi, Crohn hastalığı, kolşisin Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 168 Padeh S, Berkun Y. Auto-inflammatory fever syndromes. Rheum Dis Clin North Am 2007;33:585–623 Fidder HH, Chowers Y, Lidar M, ve ark. Crohn’s disease in patients with familial Mediterranean fever. Medicine (Baltimore). 2002;81:411-6 Fidder H, Chowers Y, Ackerman Z, ve ark. The familial Mediterranean fever (MEVF) gene as a modifier of Crohn’s disease. Am J Gastroenterol. 2005;100:338–343 Zemer D, LivnehA, DanonYL, ve ark. Long-term colchicine treatment in children with familial Mediterranean fever. ArthritisRheum1991;34:973–7. Ben-Chetrit E,AamarS. About colchicine compliance, resistance and virulence. Clin Exp Rheumatol 2009;27(2Suppl.53):S1–3 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-066] Ailevi Akdeniz Ateşi Tanısıyla İzlenen Olguda Terminal İleum Perforasyonu Şerife Mehlika Kuşkonmaz, Abdurrahman Tufan, Mehmet Arhan, Mehmet İbiş, Mehmet Akif Öztürk Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara Başvuru yakınması: 33 yaşında kadın hasta iki aydır sürekli olan karın ağrısı bulantı kusma halsizlik şikâyetiyle kliniğimize başvurdu. Öykü, fizik muayene, laboratuar: Hastanın ishal kabızlık ya da kanlı dışkılama şikâyeti yoktu. Hasta iki ayda 6 kg kaybettiğini söyledi. Hastanın öyküsünden 6 yıldır ayda bir defa olan 5-6 gün süren karın ağrısı diz ve bacak ağrısı ve yüksek ateş şikâyetinin olduğu, bacak ön yüzünden ağrılı kırmızı kabartılar oluştuğu, bu şikâyetlerin adet dönemlerinde arttığı ve kendiliğinden geçtiği öğrenildi. Altı yıl önce bu nedenle başvurduğu merkezde Ailevi Akdeniz ateşi (AAA)tansıyla hastaya kolşisin verilmiş. AAA gen mutasyon analizi negatif bulunmuş. Doz artışına karşın kolşisinden yarar görmeyen hastanın tedavisine diklofenak eklenmiş. Hasta bu ilaçları kullanmaktayken barsak perforasyonu olmuş ve opere edilmiş. Bir yıl önce kolşisin altında mutlak nötrofil sayısı 600 e düştüğü için ilaç kesilmiş. Hematolojik değerlendirmeler yapılmış, malignite bulunmamış. Fİlgrastim ile tedavi edilmiş. Karın ağrısı için bir ay önce çekilen abdominal bilgisayarlı tomografide (BT): hepatosplenomegali, terminal ileum düzeyinde düzensiz konturlu asimetik duvar kalınlaşması ve komşu mezenterde yaygın inflamatuvar dansite artışları ve lenfadenopatiler (Crohn hastalığı?) rapor edilmiş. Fakat kolonoskopide çekumdan öteye geçilememiş. Hastanın ailesinde AAA ile izlenen kimse yoktu. Hastanın fizik muayenesinde batında yaygın hassasiyet ve karaciğer ve dalak büyüklüğü dışında özellik yoktu. Kolşisin kesildi. Acil serviste izlenen ve Genel Cerrahiye danışılan hasta karın ağrısının hafiflemesi üzerine taburcu edildi. Ancak üç gün sonra karın ağrısıyla tekrar başvurduğunda terminal ileumda perforasyon olduğu saptanarak acil operasyona alındı ve geçici kolostomi açıldı. Patoloji sonucu Crohn hastalığı ile uyumlu olarak rapor edildi. Uygun antibiyotik tedavisinin ardından şikâyetleri azalan hasta steroid tedavisi ve azatiyopirinle taburcu edildi. Hasta halen gastroenteroloji tarafından takip edilmektedir. Tanı: Crohn hastalığı TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Tartışma: Ailevi Akdeniz ateşi (AAA) ataklar halinde seyreden ateş karın ağrısı ve serozitin tipik olduğu otoinflamatuvar bir hastalıktır (1). Monogenik olarak kalıtılan bu hastalıktan kromozom 16 üzerinde bulunan MEFV geni mutasyonları sorumlu tutulmaktadır. Atakların önlenmesi ve sekonder amiloidoz riskini azaltılmasında kolşisin tedavisi kullanılır. Bu bildiride AAA tanısıyla takip edilirken ileum perforasyonu gelişen ve Crohn Hastalığı tanısı alan bir olgu sunulmuştur. Crohn hastalığının klinik özellikleri AAA ile benzerlik gösterir. Ayrıca, araştırmalar AAA hastalarında Crohn hastalığı sıklığının, genel popülasyona göre daha yüksek olduğunu göstermektedir (2). Crohn hastalarının büyük çoğunluğu hayatlarında en az bir kez abdominal cerrahi geçirmektedirler Bunun nedeni çoğunlukla fistül ve intestinal darlıktır fakat hastaların %50-60’ında eş zamanlı perforasyon da saptanmaktadır (3). AAA Akdeniz kıyılarında yaşayan etnik grupları etkileyen bir inflamatuvar hastalıktır. Hastalık çoğunlukla çocukluk çağında başlar. Ataklar üç günden uzun sürmez. Hastanın tipik etnik gruplardan birinden olması ve aile öyksünün olması tanıyı destekler. Olgularının %95’i kolşisin tedavisine tam ya da kısmi yanıt verirler (4). Bizim hastamızda, barsak perforasyonu öyküsü, AAA gen mutasyonunu negatif oluşu, uzun süren ve kolşisine yanıtı olmayan atipik atakların varlığı ve abdominal BT’de ileum duvar kalınlaşması ve lenfadenopatilerin rapor edilmiş olması Crohn hastalığını düşündürmüştür. Sonuç ve anahtar mesaj: Crohn hastalığı ve AAA karın ağrısı ve ateş gibi benzer klinik bulgulara sahip olduklarında ayırt edilmeleri güçtür. Uygun tedavi edilmediğinde Crohn Hastalığı terminal ileum perforasyonu gibi hayatı tehdit edici akut tablolara yol açabilir. Bu nedenle tedaviye yanıtsız olan AAA hastalarında ayırıcı tanıda Crohn hastalığı mutlaka araştırılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Ailevi Akdeniz ateşi, Crohn hastalığı, terminal ileit 169 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 170 Padeh S, Berkun Y. Auto-inflammatory fever syndromes. Rheum Dis Clin North Am 2007;33:585–623 Fidder HH, Chowers Y, Lidar M, ve ark. Crohn’s disease in patients with familial Mediterranean fever. Medicine (Baltimore) 2002;81:411-6 Sampietro GM, Casiraghi S, Foschi D. Perforating Crohn’s disease: conservative and surgical treatment. Dig Dis. 2013;31:218-21). Ben-Chetrit E, AamarS. About colchicine compliance, resistance and virulence. Clin Exp Rheumatol 2009;27(2Suppl.53):S1–3 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-067] El Parmaklarında, Dizde Şişlik, Omuzda Ağrı ve Proteinüri ile Başvuran Hasta Yusuf Dürmüş1, Ömer Nuri Pamuk2, Gülsüm Emel Pamuk3, Muhammet Maden3 1 Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Edirne Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Edirne 3 Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Edirne 2 Başvuru yakınması:Ellerde şişlik, el parmaklarında yaralar, sol dizde şişlik, omuzlarda agrı, yutma güçlüğü, sık idrara çıkma Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: 2-3 yıldan beri ellerinde şişlik ve omuzlarında agrı şikayeti olan 62 yaşında kadın hastanın son 1 yıl içinde ellerindeki şişlikler giderek artmış. Son bir aydır bu şikayetlere ellerde yara, yutma güçlüğü ve sık idrara çıkma eklenen hasta tarafımıza başvurdu. Hastanın özgeçmişinde kronik hastalık veya ameliyat öyküsü yoktu. Fizik muayenesinde; sol elde metakarpafalangeal eklemde ve sol dizde artrit, omuzda artralji, deride skleroz ve sklerodaktili, sol el 2. ve 3. parmakta ülser, oral aft, dilde yara ve ellerde bilateral 2. ve 3. parmakta uyuşma dışında patoloji saptanmadı. Hastanın hemogramında hemoglobin: 10.5 g/dl, MCV:94, lökosit:12100 mm3, nötrofil:1400/ mm3, trombosit:177000/mm3 saptandı. Biyokimyasında üre:131 mg/dl, kreatin:2.8 mg/dl dışında normal saptandı. RF, anti-CCP, ANA, Anti-DNA, ANCA, ENA, AntiScl70, Anti-sentromer antikoru negatif saptandı. Eritrosit sedimantasyon hızı: 80 mm/saat, CRP:0.15 mg/dl idi. HBsAg: pozitif, anti-HBc total: pozitif, anti-HBe: pozitif, HBV-DNA:700 kopya olarak ölçüldü. Alınan diz eklem sıvısında 240 hücre (%90 parçalı) sayıldı. Aside dirençli basil üremesi olmadı. Kan, idrar, balgam,eklem sıvısı kültürlerinde üreme olmadı. Toraks HRCT normal olarak değerlendirildi. Yapılan gastroskopide: pangastrit ve antral erozyonlar izlendi. Rektoskopisinde patoloji izlenmeyen hastadan rektum biyopsisi alındı. Ellerde uyuşma nedeniyle yapılan elektromiyografisinde, bilateral median ve peroneal sinir noropatisi (karpal tünel sendromu) ile uyumluydu. Sık idrara çıkma şikayeti olan hastaya yapılan renal ultrasonografide: Bilateral böbrek boyutları küçülmüş ve grade 3 ekojenitesi artışı vardı. 24 saatlik idrarda kreatin klirensi: 21.75 ml/dakika, proteinüri: 1600 mg/gün saptandı. Dermatoloji tarafından parmaktaki lezyonlar impetigo olarak değerlendirilip tedavisi düzenlendi. Raynaud fenomenı saptanmadı. Göz muayenesinde patoloji saptanmadı. Paterji testi negatifti. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Ön tanılar: 1- Romatoid Artrit 2- Skleroderma 3- Behçet Hastalığı Ayırıcı tanı: Romatoid artrit özellikle uzun zamandır olan kronik artitlerde ilk planda düşünülmesi gereken poliartritle giden otoimmun bir hastalıktır. En sık simetrik olarak el eklemlerini tutar. Tipik olarak tuttuğu eklemde erozyon ve deformite yapar. Hastamızda simetrik eklem tutulumunun olmaması, RF, anti-CCP ve CRP’nin negatif olması ön planda romatodi artrit düşündürmemektedir. Hastada ANA ve ENA profilinin negatif olması, endoskopide ve HRCT de sklerodermal patern olmaması, el deki lezyonların dermatoloji tarafından impetigoya bağlanması, Raynaud fenomeninin olmaması skleroderma ihtimalini azaltmaktadır. Behçet hastalığı: tekrarlayan oral aft şikayetine ek olarak, tekrarlayan genital ülser, göz lezyonları, cilt lezyonları, eklem lezyonları, vaskülit ve paterji testi pozitifliği ile giden multisistemik bir hastalıktır. Tanı için olmazsa olmaz tekrarlayan oral afttır. 1991 de revize edilen kriterlere göre oral afta ek olarak diğer 4 kriterden (tekrarlayan genital ülser, göz lezyonları, cilt lezyonları ve paterji testi pozitifliği) ikisinin olması ile tanı alır. Oral aft ve eklem bulguları ile gelen hastada akılda bulundurulması gerekse de hastamızda oral aftın tekrarlayan karakterde olmaması, genital aft olmaması, göz muayenesinin ve Paterji testinin negatif olması Behçet hastalığı tanısını dışlamaktadır. Tanıya götüren bulgular: Hastadan alınan rektum biyopsisinde Kongo red+ amiloid fibriller görüldü. AL antikoru ile yapılan immunohistokimyasal boyamada tutulum olduğu görüldü. Serum protein elektroferezinde gamma bandında artış saptandı. Serumda bakılan IgG:652 mg/dl (700-1600) IgM:16 mg/dl (40-230) IgA:17 mg/dl (70-400), Kappa: 15 mg/dl (170-370), Lambda: 805 mg/dl (90-210) saptandı. İncelenen periferik yaymasında hipokrom normositer hücreler dışında patoloji saptanmadı. 24 saatlik idrarda lambda atılımı 12600 mg/gün saptandı. İdrar immunfiksasyonda monoklonal lambda bandı görüldü. Kemik iliği aspirasyonunda %15 plazma hücresi sayıldı. Kemik iliği biyopsisinde CD138 ve lambda ile kuvvetli pozitif boyanan, kappa ile negatif boyanan 171 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu plazmosit infiltrasyonu saptandı. Hasta hafif zincir lambda tipi multipl myelom(MM) olarak değerledirilip hematoloji servisine devredildi. Bir kür dekzametazon tedavisi alan hasta, ileri tedaviyi kabul etmeyerek kendi isteğiyle taburcu edildi. 1. Alınan rektum biyopsisinde Kongo red+ AL hafif zincir tipi amiloid fibriller görülmesi 2. Kanda ve idrarda lambda hafif zincirinin artmış olarak saptanması 3.öKemik iliği incelenmesinde >%10 plazma hüzrelerinin tespit edilmesi 4. RF, AntiCCP, CRP negatif kronik asimetrik artrit olması tanıda bize yardımcı olmuştur. Tartışma: Amiloidoz farklı dokularda fibrillerin birikmesine bağlı oluşan bir depo hastalığıdır. Primer (AL birikimi), sekonder (serum amiloid A birikimi), herediter ve undetermine olarak 4 farklı gruba ayrılır. Toplumlar arası sıklığı ve etyolojisi değişmekle birlikte amiloidozun en sık nedeni multipl myelomdur. Multipl myelom plazma hücre hastalığıdır ve %1-2 sıklıkla görülür. MM hafif zincir atılımı ile ilişkili primer amiloidozdan sorumludur. Sekonder amiloidozun en sık nedeni romatoid artrittir. Ancak endemik bölgelerde ailevi Akdeniz ateşi(FMF) etyolojide ilk sırada yer alır. Tanı en sık rektum biyopsisi, karın cildi biyopsisi ve böbrek biyopsisinin patolojik incelenmesi ile konulur. Tipik olarak Kongo red boyamada floresans verir. Alt tipleri için özel boyama gerekir. Böbrek tutulumu ve infeksiyonlar mortalitenin en önemli sebebidir. Amiloid artropati hafif zincir amiloid fibrillerinin eklem aralığında birikmesi ile oluşur. Multipl myelomlu hastalarda nadir bir klinik prezentasyondur. Yapılan çalışmalarda sıklığı değişmektedir. Mohammad reza ve arkadaslarının yaptığı çalışmaya göre (1) 311 myelom lu hastanın 11 inde saptanmışken, Nagaraj ve arkadaşlarının (2) yaptığı çalışmada 630 multipl myelomlu hastada 6 vaka saptanmıştır. Genellikle kadınlarda görülür. Poliartrit, oligoartrit veya monoartrit kliniği ile gelebilir. En sık tutulan eklemler omuz, diz, el küçük eklemleridir. %30 hastada eklem bulguları myelom kliniğinden önce ortaya çıkabilir, bu yüzden hastaların 1/3’ü yanlışlıkla RA diye tanı alır (3) Multipl myelomun primer tedavisi yapılınca genelde artropati de düzelir. Önemi bilinmeyen monoklonal gamopati ilişkili olanlar DMARD(hastalığı modifiye edici ajanlar) tedavisi ile, multipl myelom ilişkili olanlar ise bortezomib içeren kemoterapi protokolleri ile tedavi edilir (2). Tosilizumab’ın (IL 6 blokaji yapan monoklonal antikoru) hem RA ilişkili atritlerde, hem de multipl myelom ilişkili artropatilerde etkili olduğu gösteren çalışmalar mevcuttur (4). Tanı: Multipl miyelom ve miyeloma bağlı amiloid artropati, Sonuç ve anahtar mesaj: Kronik poliartritle gelen romatolojik markerları negatif hastalarda amiloid artropati akılda bulundurulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Kronik poliartrit, multipl miyelom, amiloid artropati Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 172 Fautrel B, Fermand JP, Sibilia J, ve ark. Amyloid arthropathy in the course of multiple myeloma. J Rheumatol. 2002;29:1473-81. Srinivasulu N, Sharma V, Samant R..Monoclonal gammopathies presenting as inflammatory arthritis: uncommon but important--a case series. Int J Rheum Dis. 2012;15:336-9. Elsaman AM, Radwan AR, Akmatov MK, ve ark. Amyloid arthropathy associated with multiple myeloma: a systematic analysis of 101 reported cases. Semin Arthritis Rheum. 2013 ;43:405-12. Matsuyama Y, Nagashima T, Honne K, ve ark. Successful treatment of a patient with rheumatoid arthritis and IgA- multiple myeloma with tocilizumab. Intern Med. 2011;50:639-42. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-068] Ailesel Akdeniz Ateşi ile Poliarteritis Nodosa Birlikteliği Hakan Demir1, Özlem Aslan2, Ömer Faruk Akgül1, Betül Kızıldağ3, Gözde Yıldırım Çetin4 1 Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Kahramanmaraş Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, Kahramanmaraş 3 Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Kahramanmaraş 4 Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Kahramanmaraş 2 Başvuru yakınması: 38 yaşında ailesel Akdeniz ateşi (AAA) ile takip edilen kadın hasta karın ağrısı şikayeti ile romatoloji polikliniğine başvurdu. Ön tanılar: 1-Poliarteritis Nodosa (PAN) 2-Ailesel Akdeniz Ateşi (AAA) 3-AAA ile PAN birlikteliği 4-Takayasu arteriti (TA) Kısa anamnez, fizik muayene ve laboratuar bulguları: Yaklaşık bir yıl önce 3-4 gün süren ve ayda 3-4 defa olan karın ağrısı atakları şikayeti olması üzerine dış merkeze başvurmuş. Atak sırasında hastanın ateşi 38°C ölçülmüş. Hastaya AAA tanısı konularak kolsişin tb 3x1 başlanmış. Karın ağrısı nedeniyle hastanemiz romatoloji bölümüne başvuran hastanın anamnezinde karın ağrısı ataklarının sıklığının son zamanlarda arttığı saptanmış. Hasta karın ağrısının göbek çevresinden başladığını ve bıçak saplanır tarzda olduğunu belirtti. Karın ağrısına bulantı ve bazen kusma eşlik ediyormuş. Karın ağrısı yemekle ilişkisizmiş ve atak sırasında kabızlığı oluyormuş. Atağın başlangıcında ağrı hafif, sonra şiddetleniyormuş. Ağrı kesici ilaçlardan kısmen fayda görüyormuş. Hasta kendini sürekli halsiz ve yorgun hissediyormuş. Hareketle kol ve bacaklarında ağrısı olmuyormuş. Yemek yeme alışkanlığı değişmemesine rağmen son 2 ayda 6 kilo vermiş. Hastanın fizik muayenesinde sol kol tansiyonu 125/75 mmHg, sağ kol tansiyonu 120/70 mmHg, ateşi 37.5C, her iki radyal ve ulnar arter nabızları alınıyordu. Oskültasyonda her iki karotis ve subkalaviyan arterde üfürüm duyulmadı. Karın muayenesinde yaygın hassasiyeti mevcuttu. Defans ve rebound yoktu. Diğer sistem muayeneleri doğaldı. Ayırıcı tanı: Hastanın ekstremitelerde kladikasyo tarif etmemesi, brakial arter nabzının normal olması, kollar arasında sistolik kan basıncında 10 mmHg’dan fazla fark olmaması ve subklavian arter veya aort üzerinde üfürüm duyulmaması nedeniyle Takayasu arteriti dışlandı. Hastanın kolşisinden fayda görmesi, tekrarlayan ateşli ataklarının olması ve birinci derece yakınlarında hastalık öyküsü olması nedeniyle AAA tanısı doğrulandı. Hasta Tel-Hashomer tanı kriterlerini karşılıyordu. Hastanın çekilen kontrastlı abdomen BT’de orta çaplı arter tutulumunun olması, konstitüsyonel semptomlarının olması ve 2 ayda 4 kg dan daha fazla kilo kaybının olması nedeniyle hastada poliarteritis nodosa düşünüldü. Özgeçmiş: Tiroidektomi, soygeçmiş: Birinci derece yakınlarında AAA öyküsü Hastanın laboratuar incelemesinde; Cr: 0.67 mg/ dl, AST:45 u/l, ALT:61 u/l, WBC:8.25 k/ul, Hb:12.8 g/dl, Plt:209 k/ul, Sedimentasyon:11 mm/h, CRP:3.4 mg/dl, ALP:48 u/l, Total bilirubin:0,4 mg/dl, Direkt bilirubin:0,1 mg/dl, GGT:14 u/l, Sodyum:139 meq/l, Potasyum:4,1 meq/l, Amilaz:78 u/l, Lipaz: 38 u/l, HbsAG negatif, AntiHCV negatif, Tam idrar tetkiki normal saptandı. Hastaya çekilen IV kontrastlı abdomen bilgisayarlı tomografi(BT): Çölyak trunkus ve devam eden hepatik ve sol gastrik arterlerin ~3.5x4 cm’lik proksimal segmentlerinde çepeçevre duvar kalınlaşması olarak rapor edildi. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Tanıya götüren ipuçları: 1- Karın ağrısı atakları 2- BT’de orta çaplı damar tutulumunun saptanması 3- Nedeni açıklanamayan kilo kaybı 4- Konstitüsyonel semptomlar Tanı: Ailesel Akdeniz Ateşi ve Poliarteritis Nodosa Birlikteliği Tartışma: Ailevi Akdeniz ateşi (AAA) tekrarlayan ve kendi kendini sınırlayan ateş, peritonit, artrit, plörit ve erizipel benzeri deri lezyonları ile karakterize, otozomal ressesif bir hastalıktır. Ülkemizde yaklaşık 1/1000 oranında görülmektedir. Ateş ve karın ağrısı ile seyreden tipik AAA atağı bir-üç gün sürer ve ataklar arasında hasta tümüyle iyidir. Poliarteritis nodoza (PAN) orta ve küçük çap damarları etkileyen primer sistemik nekrotizan vaskülittir. Avrupa ve Amerika’da sıklığı milyonda 2.4-4.6 arasında bildirilmiştir. Patoloji bulguları küçük ve orta çaplı damarların özellikle dallanma (bifurkasyon) bölgelerinde tüm damar duvarını tutar. Damar duvarı hasarına bağlı mikroanevrizma formasyonu görülür. Lezyon fokal ve segmental olduğu için, aktif veya iyileşmiş ya da iyileşmekte olan damar lezyonlarının sağlam damar bölgeleri ile birlikte oluşu PAN için karakteristik bulgudur. Klinik belirtiler geniş bir spektrumda, heterojen ve multisistemiktir. Hastalık sıklıkla nedeni bilinmeyen bir ateş tablosu ile karşımıza çıkar. PAN, akut başlangıçlı hayatı tehdit 173 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Resim 1. Çölyak arterde çepeçevre duvar kalınlaşması Resim 2. Hepatik ve sol gastrik arterin ~3.5x4cm’lik proksimal segmentlerinde çepeçevre duvar kalınlaşması eden ilerleyici fulminan bir tablo ile kendini gösterebildiği gibi subklinik bir seyir de gösterebilir. Ateş, iştahsızlık, kilo kaybı, kas ve eklem ağrıları gibi genel semptomlar sıktır ve birlikte etkilenen organ/doku hasarına veya fonksiyon bozukluğuna bağlı semptomlar görülür. Türk AAA çalışma grubu verilerine göre, AAA hastalarında genel populasyona göre artmış PAN (%0.9) sıklığı saptanmıştır. PAN ve Ailesel Akdeniz Ateşi ataklarının klinik ve laboratuvar bulguları benzerlik göstermektedir. Her iki hastalık da ateş ve karın ağrısı ile karakterize olduğundan, AAA’lı hastalarda PAN tanısının konması güç olabilir. Bu olguda anamnez ve radyolojik görüntülemede orta çaplı arter tutulumunun saptanması hastaya FMF-PAN birlikteliği tanısının konulmasını desteklemiştir. Ancak AAA başlangıç yaşının 37 olması (30 yaşından sonra başlangıç çok nadirdir) ve altta karın ağrısı-ateş yapabilecek PAN gibi bir hastalığının olması nedeniyle tanının tekrar tekrar kontrol edilmesinde yarar vardır. Sonuç ve anahtar mesaj: AAA seyri sırasında PAN sıklığı normal popülasyona göre artmıştır. AAA hastalarında, izah edilemeyen ve devamlılık gösteren yapısal semptomların varlığında PAN akla gelmelidir. Anahtar Kelimeler: Ailevi Akdeniz ateşi, poliarteritis nodosa Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 6. 174 Livhen A, Lengevitz P, Zewer D, ve ark. Criteria for the diagnosis of FMF. Arthritis Rheumatol 1997;40:1879-85. Lightfoot RW Jr, Michel BA, Bloch DA, ve ark. The American College of Rheumatology 1990 criteria for the classification of polyarteritis nodosa. Arthritis Rheum 1990;33:1088-93 Ozdogan H, Arisoy N, Kasapcopur O, ve ark. Vasculitis in familial Mediterranean fever. J Rheumatol 1997;24: 323-327. Jenette JC, Fallk RJ, Andrassy K, ve ark. Nomenclature of systemic vasculitides.Proposal of an international consensus conference.Arthritis Rheum 1994;37:187-92. Hernandes-Rodriguez J, Molloy ES,Hoffman GS. Single -organ vasculitis.Curr Opin Rheumatol 2008;20:40-46. Özen S, Ben-Chetrit E, Bakkaloğlu A, ve ark. Polyarteritis nodosa in patient with FMF: A concomitant disease or feature of FMF?. Seminars in Arthritis and Rheumatism 2001;30:281-287. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-069] Sistemik Lupus Eritematozus ve Ankilozan Spondilit Birlikteliği: Nadir Görülen bir Olgu Emine Figen Tarhan, Servet Akar, Nazmiye Baş Tomaş Katip Çelebi Üniversitesi, İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Romatoloji Kliniği, İzmir Başvuru yakınması: 55 yaşında erkek hasta, tüm vücutta yaygın döküntü, el eklemlerinde şişlik, boyunda, bel ve sırtta ağrı yakınması ile başvurdu. Kısa anamnez, fizik muayene ve laboratuar bulguları: 10 yaşında iken ayak bileklerinde, dizlerde şişlik ve istirahat ile artan, egzersizle azalan özellikte bel ağrısı yakınmaları başlamış. 48 yaşına kadar semptomları ara ara devam etmesine rağmen tedavi olmadığını ifade ediyor. 7 yıl önce gittiği hekim tarafından romatizma denilmiş ve sulfasalazin 2000 mgr/gün ve nonsteroid antienflamatuar tedavi başlanmış. Bir yıl kullandıktan sonra tedaviyi bırakmış. El eklemlerinde, dizlerde şişlik, bel, boyun ağrıları devam etmiş, 3-4 yıldan bu yana oluşan ve son 1 yıldır artan deride döküntü nedeniyle 2015 ocak ayında dermatoloji kliniğine yatırılmış. Laboratuar tetkiklerinde Hgb: 11.9 g/dL(11-16), WBC:3,5/μL(4-10), PLT:75.000, kreatinin 0,86 mgr/ dL (0,7-1.3), eritrosit sedimentasyon hızı: 81mm/saat, C-reaktif protein: 7,37mg/dL (0,001-0,82), ANA: 1/320 granüler, RF: Negatif, CCP: Negatif, idrarda protein ++ Ön tanılar: 1- Sistemik lupus eritematoz, 2- Sjögren sendromu, 3- Vaskülitler, 4- İlaca bağlı deri döküntüsü, 5- Psöriatik artrit, 6- Still hastalığı, 7- Ankilozan spondilit Ayırıcı tanı: Sistemik lupus eritematoz genellikle genç kadınlarda görülen sistemik tutulum ile seyreden otoimmun bir hastalıktır. Deri lezyonları, ateş, artrit, böbrek vb birçok sistem tutulumuna neden olabilir. Deri tutulumu akut, subakut ve kronik kutanöz lupus olarak sınıflandırılır. Bazı lezyonlar yerinde skar bırakarak iyileşir. Genellikle PİF, MKF, el bilek ve diz eklemleri tutulur ve deformite bırakmayan özelliğindedir. Still Hastalığı(sistemik başlangıçlı jüvenil romatoid artrit) ateş, artralji, artrit, boğaz ağrısı, deri döküntüsü semptomlarına sebep olan birçok sistemi tutan bir hastalıktır. Döküntüler genellikle gövdede ve ateş ile birlikte ortaya çıkar ve geriler. Tanı diğer hastalıkların (Malignite, enfeksiyon, otoimmun hastalıklar…) dışlanması ile konulur. Ferritin yüksekliği eşlik edebilir. Psöriatik Artrit sıklıkla 40-50 yaşlarında ortaya çıkan psöriazis’in eşlik ettiği spondiartrit grubu hastalıktır. Psöriazis, artrit’den önce, beraber veya sonra ortaya çıkabilir. Sakroiliak eklemler ve vertebralarda da tutulum yapabilir. Eklemlerin ligaman ve tendon kılıfları etkilenirse psöriazis için tipik bir bulgu olan sosis parmak gelişir. Sjögren sendromu özellikle gözyaşı ve tükrük bezleri olmak üzere ekzokrin bezlerin lenfositik infiltrasyonu ile karekterize sistemik otoimmun bir hastalıktır. El bileği MKF, PİF eklemlerinde artralji, artrit ile seyredebilir. En sık cilt bulgusu deride akuöz komponenti eksikliğine bağlı ciltte kuruluk sonucu oluşan kaşıntı, kseroderma ve hiperpigmentasyondur. Annuler eritem ve purpura görülebilir. Vaskülitler küçük ve orta çaplı damar vaskülitlerinde purpura, nodül, livedo retikülaris, peteşi şeklinde cilt lezyonları görülebilir. Artrit semptomu da vaskülitlere eşlik edebilir. İlaca bağlı deri döküntüsü genellikle morbiliform ve egzantematöz tarzdadır. Kaşıntılı olabilir. En ciddi seyreden Steven Johnson sendromudur. Artralji ve myalji eşlik edebilir. Ankilozan Spondilit omurga sakroiliak eklemleri ve periferik eklemleri tutan sistemik inflamatuar romatizmal hastalıktır. Resim 1. Büllöz deri lezyonları TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 175 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Karaciğer fonksiyon testleri, serum protein, kreatinin fosfokinaz değerleri olağan, pANCA ve cANCA negatif. Deri biopsisi; Lupus bant testi pozitif. Direk pelvis grafisi bilateral evre 4 sakroiliit (Resim 2) mevcut. Hastaya bu bulguları ile AS ve SLE tanısı konuldu. Sulfasalazin 2000 mgr/ gün, hidroksiklorokin 400 mgr/gün metil-prednozolon 8 mgr/gün başlanıyor. Amiloidoz, lupus böbrek tutulumu ön tanıları ile böbrek biopsisi planlandı. Tanı: Ankilozan spondilit ve sistemik lupus eritematozus Resim 2. Pelvis grafisi: Bilateral grade 4 sakroiliit. Özellikle inflamatuar bel ağrısı ile karekterize eklem dışı bulgulara da (üveit, kalp, akciğer, gastrointestinal sistem, böbrek) sebep olabilen spondiloartrit grubunun prototipi olan hastalıktır. Hasta dermatoloji kliniğinde yatarken romatoloji hekiminin muayenesinde Raynaud, alopesi, genital ülser, ağız ve göz kuruluğu saptanmadı. Oral aft, fotosensivite vardı. Torakal kifoz artmış, lomber lordoz azalmış, kalça ve dizde fleksiyon, boyun hareketleri kısıtlı, el küçük eklemlerinde artrit, tüm vücutta yaygın büllöz özellikte döküntü saptanmış (Resim 1). Laboratuar tetkikleri; SSA +++, Ro-52 +++, Ribozomal P pozitif, C3: 65.7(90180), C4:8.91(10-40), idrarda protein 540 mgr/24 saat. Tartışma: Ankilozan spondilit (AS) sakroiliit ve spondilite bağlı inflamatuar özellikte bel ağrısı semptomu ile karakterize spondiartritlerin protipi olan bir hastalıktır. Sistemik lupus eritematoz(SLE), deri, akciğer, sinir sistemi, böbrek gibi sistemik tutulum ile seyreden otoimmun romatizmal hastalıktır. Olgumuz AS için Assesment in Ankylosıng Spondylitis(ASAS) kriterlerini, SLE için Systemic Lupus International Collaborating Clinics (SLICC) kriterlerini karşılamaktadır(1,2). Sistemik lupus eritematoz ve Ankilozan Spondilit birlikteliği nadirdir. Literatürde sadece 9 olgu bildirilmiştir (3). Bu olguların bizim olgumuzda olduğu gibi sadece 3 tanesi erkek olgudur. Sonuç ve anahtar mesaj: Otoimmün bir hastalık olan SLE, otoinflamatuar bir hastalık olan AS ile nadirde olsa birlikte olabilir. Anahtar Kelimeler: Ankilozan Spondilit, Sistemik Lupus Eritematoz Kaynaklar 1. 2. 3. 176 Rudwaleit M, Landewe R, van der Heijde D,ve ark. The development of Assessment of Spondyloarthritis International Society classification criteria for axial spondyloarthritis (part I): classification of paper patients by expert opinion including uncertainty appraisal. Ann Rheum Dis 2009;68:770-6. Petri M, Orbai AM, Alarcón GS, ve ark. Derivation and validation of the Systemic Lupus International Collaborating Clinics classification criteria for systemic lupus erythematosus. Arthritis Rheum 2012;64:2677-86. Tarhan F, Argın M, Can G, ve ark. Coexistence of systemic lupus erythematosus and ankylosing pondylitis: another case report and review of the literature. Eur J Rheum 2014;1: 39-43. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-070] Mononöritis Multipleks ile Prezente Olan Churg Strauss Sendrom’lu bir Olgu Çiğdem Mengüş Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç hastalıkları Anabilim Dalı, Edirne Başvuru yakınması: El 1-2 ve 3. parmakta, sol kolda ve ayaklarda uyuşma, ayaklarda düşüklük ve yürüyememe yakınmalarıyla başvuran 59 yaşında erkek hasta. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Üç yıldır astım tanısı mevcut olan hasta temmuz 2014’te önce sağ el 1-2 ve 3. parmakta, sonrasında sol kolda ve ayaklarda uyuşma, ayaklarda düşüklük ve yürüyememe şikayeti ile nöroloji tarafından takip edilmiş. Hastaya yapılan EMG’de multifokal motor nöropati ile uyumlu bulgular izlenmiş. Yapılan laboratuvar tetkiklerinde Lökosit: 53.700, hemoglobin: 13.8 gr/dl, trombosit: 308000, eozinofil: 38.100 (%70.9), sedimentasyon: 74 mm/h, CRP:13.9 mg/dl, ANA (-), p-ANCA: 1/10 dilüsyonda +++, mpo-ANCA: 1/10 dilüsyonda +++ olarak tespit edilmiş. El ve ayaklarda uyuşma, güç kaybı, düşük ayak tablosu, astım hikayesi, PA akciğer grafisinde pulmoner infiltratlar, tetkikerinde eozinofili, p-ANCA/mpo-ANCA pozitifliği saptanan hasta Churg Strauss sendromu (CSS) tanısıyla romatoloji kliniğine devralındı. Yapılan fizik muayenesinde saçlı deri ve bacaklarda purpurik cilt lezyonları, bilateral akciğerlerde yer yer ronkus saptandı. Sağ elini kullanan hastanın bilinci açık, konuşması akıcı, anlama(+), isimlendirme(+), tekrarlama (+). Motor muayenede her iki üst ekstremitede kas gücü proximalde 5/5, distalde 4/5; her iki alt ekstremite proksimal ve distalde 5/5, ayak dorsifleksiyonu yok (düşük ayak). Aşil derin tendon refleksi bilateral hipoaktif. Diğer derin tendon refleksleri bilateral normoaktif. Duyu muayenesi doğaldı, diğer sistem muayenelerinde patoloji saptanmadı. Ayırıcı tanılar: 1- Poliarteritis nodaza (PAN), 2- Sistemik lupus eritematozus (SLE), 3- Romatoid artrit (RA), 4Diyabetes mellitus (DM). Mononöritis mültipleksin (MNM) en sık nedenleri arasında SLE, RA gibi bağ doku hastalıkları, PAN ve DM yer almaktadır. Bizim vakamızın DM öyküsü mevcut değildi, açlık ve tokluk kan şekeri normal değerlerde saptandı. Hastamızın artriti mevcut olmadığından, RF ve anti-CCP negatif saptandığından RA düşünülmemiştir. PAN için 1990 ACR Klasifikasyon Kriterlerine göre <4kg kilo kaybı, livedo retikülaris, testiküler ağrı ve hassasiyet, travma, infeksiyon veya başka nedenle açıklanamayan testislerde TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI ağrı ve duyarlılık, kas ağrısı, güçsüzlük ve bacaklarda hassasiyet, mononöropati veya polinöropati, >90 mmHg diyastolik kan basıncı, BUN ve kreatinin yükselmesi, hepatit B virüs, arteriografik anormallikler (çölyak veya renal anjiografide ateroskleroz, fibromusküler displazi veya başka bir nedenle açıklanamayan anevrizma veya tıkanma), küçük-orta çaplı arter biyopsisinde arter duvarında granülosit veya granülosit + mononükleer lökositlerin bulunduğu histolojik değişikliklerin olması gerekmektedir. SLE sıklıkla kadınlarda görülmekte ve 20-30 yaşlarında başlamaktadır. SLE tanısı koyabilmek için 11 sınıflama kriterinden en az 4 tanesinin pozitif olması gerekir. Bunlar malar döküntü, diskoid döküntü, fotosensitivite, oral ülser veya nazofarenkste ülserasyon, noneroziv artrit, serozit (plörit ya da perikardit), renal bozukluk, nörolojik bozukluk, hematolojik bozukluk, İmmünolojik bozukluk ve pozitif antinükleer antikordur. Bizim vakamız SLE ve PAN klasifikasyon kriterlerine göre değerlendirildiğinde SLE ve PAN tanıları dışlanmıştır. Tanıya götüren bulgular: Astım hikayesi, eozinofil: 38100 (%70.9), p-ANCA: 1/10 dilüsyonda +++, mpoANCA: 1/10 dilüsyonda +++, EMG’de multifokal motor nöropati, PA akciğer grafisinde pulmoner infiltratlar. Purpurik cilt lezyonları mevcut olan hastaya yapılan punch biyopside fibrinojen yüzeyel plexus damarlarında +/+++ lineer (+), C3, IgG, IgA, IgM birikimi izlenmedi. Lökositoklastik vaskülit, fokal interfaz reaksiyon bulguları saptandı. Hastaya 1 gr pulse steroid yapıldı, daha sonra metilprednisolone 0,5 mg/kg/gün ve azatiopirin 50 mg 2x1 ile devam edildi. FTR kliniğine konsülte edilerek rehabilitasyon egzersizleri ve 2x150 mg gabapentin başlandı. Tedaviyle hastanın lökositöz, sedimentasyon, CRP değerleri geriledi. Hasta taburculuk sonrasında 1 aylık periyotlarla poliklinikte takip edildi. Hastanın takiplerinde prednol dozu kademeli olarak azaltıldı. Tedavinin 1. Ayından sonra hasta yardımcı aparatlarla yürüyüp, günlük işlerini yapabilir duruma geldi. Tartışma: CSS küçük ve orta büyüklükteki arterler, kapillerler, ven ve venülleri tutan, akciğerler başta olmak üzere multipl organların etkilendiği nekrotizan özellikte sistemik bir vaskülittir. Tanısı için 1990’da Amerikan romatoloji derneği tarafından bildirilen 6 kriterden 4 veya 177 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu PA akciğer grafisi daha fazlasının olması şart koşulmaktadır. Bu kriterler bronşial astım, tam kan sayımında eozinofil oranının %10 veya üzerinde olması, multipl mononöropati veya polinöropati, akciğer grafisinde pulmoner infiltratların görülmesi, paranazal sinüs patolojisi, ve biyopsi ile damar cidarı dışında eozinofilinin gösterilmesi olarak özetlenmiştir. Periferal nörolojik tutulum olguların %75’inde görülmektedir. Nörolojik tutulum; MNM, simetrik ya da asimetrik polinöropati şeklinde olabilir. MNM şeklinde periferik sinir sistemi etkilenmesi hastaların çoğunluğunda bulunur. Hastaların yaklaşık %80’inde eozinofil sayısı >1000/mm3 seviyesindedir. p-ANCA churg strauss sendromunda pozitif bulunabilir. Lökosit sayısının çok yüksek olduğu durumlarda hasta hematolojik maligniteler açısından da değerlendirilmelidir. Tanı: Churg-strauss sendromu Sonuç ve anahtar mesaj: MNM kliniği ile karşımıza gelen hastalarda CSS da akla gelmelidir. Resim 1. Sağ akciğer apikalde ve alt zon periferde infiltrasyon Anahtar Kelimeler: Churg Strauss sendromu, mononöritis multipleks, vaskülit Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 178 Michel BA. Classification of vasculitis. Curr Opin Rheumatol 1992;4:3-8css Masi AT, Hunder GG, Lie JT, ve ark. The American College of Rheumatology 1990 criteria for the classification of churg-strauss syndrome. Arth Rheum 1993;33:1094-1100 Solans R, Bosch JA, Perez-Bocanegra C, ve ark. Churg–Strauss syndrome: outcome and long term follow-up of 32 patients. Rheumatology 2001;40:763–71 Çelik Y, Kızıltan G, Yaldıran A, ve ark. Development of mononeuritis multiplex in a patient with bronchial asthma: Churg-Strauss syndrome. Cerrahpaşa J Med 2000:31 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-071] Reaktif Artritli bir Olgu Sunumu Muhammet Murat Çelik1, Ebru Çelik2, Yusuf Önlen3, Hasan Gökçe4, Vedat Uruç5 1 Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Deri ve Zührevi Hastalıklar Anabilim Dalı, Hatay 3 Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı, Hatay 4 Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Hatay 5 Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, Hatay 2 Başvuru yakınması: 22 yaşında erkek hasta sol dizde ağrı, şişlik ve kızarıklık yakınmaları ile başvurdu. Anamnez, fizik muayene ve laboratuar bulguları: Polikliniğimize başvurmadan yaklaşık iki hafta önce sağ ayak dış malleol bölgesinde ağrı, şişlik, kızarıklık ve ayak sırtında yer yer kızarıklık yakınmasıyla Dermatoloji polikliniğine başvurmuş. Topikal tedavi, oral amoksisilin klavulanik asit ve etodolak tedavisi başlanmış. Bundan birkaç gün sonra hastanın sol ayak 4. ve 5. parmağında ağrı, şişlik, kızarıklık gelişmiş. Bulgular tedaviye rağmen tam düzelmeyip üzerine sol dizde yürümeyi zorlaştıracak derecede ağrı, aşırı şişlik ve kızarıklık eklenmesi nedeni ile hasta polikliniğimize başvurdu. Hastanın öyküsü detaylandırıldığında, daha önce bilinen herhangi hastalığının bulunmadığı, ailesinde romatolojik bir hastalığın olmadığı, ancak yaklaşık bir ay önce şüpheli cinsel ilişkisinin olduğu öğrenildi. Hastanın cinsel ilişkiden yaklaşık 10 gün sonra ara ara kendiliğinden gelen bulanık renkte penil akıntısı olmaya başlamış. Son bir iki gündür de penis baş kısmında ağrısız yara oluşmuş. Ayrıca hasta, şikayetlerin başlamasından bu yana halsizlik, iştahsızlık, ara ara hafif ateş ve her iki gözde kızarıklık yakınmalarının olduğunu ve kendisine konjonktivit tanısıyla topikal tedavi başlandığını bildirdi. Fizik muayene: Hastanın sistemik muayenesinde; ateş 37.50C, nabız 84/dk, kan basıncı 110/70 mmHg olarak ölçüldü. Kas iskelet sistemi muayenesinde; her iki ayak dorsalinde yer yer kızarıklık ve hafif şişlik izlenmekteydi. Sol ayak 4.,5. parmak ile sağ ayak dış malleolde hafif şişlik, eritem ve sağ ayakta hareketle artan ağrı bulunmaktaydı. Ayrıca hastanın sol diz ekleminde ağrı, kızarıklık, şişlik, ısı artışı ve hareket kısıtlılığı vardı (Resim 1). Bilateral konjonktival hiperemi mevcuttu (Resim 2). Peniste üretral meatus çevresi eritemli ve ödemli görünümde olup glans penis üzerinde ağrısız, yüzeyel ülsere lezyon izlenmekteydi. Bunun dışında diğer sistemlerle ilgili patolojik bir bulguya rastlanmadı. Lenfadenopati saptanmadı. Başlangıç laboratuar bulguları: Hb=15gr/dL, 3 Lökosit=11500/mm , Trombosit=160000/mm3 olarak ölçüldü. Glukoz=96 mg/dL, BUN=11 mg/dL, Kreatinin=0.7 TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI mg/dL, Sodyum=143mEq/L, Potasyum=4.3mEq/L, AST=35 U/L, ALT=45 U/L, Alkalen Fosfataz=77 IU/L, Kalsiyum=9.8 mg/dL, Fosfor=3.2 mg/dL, Total Protein= 7.8 g/dL, Albümin=3 g/dL, Ürik Asit=3.8 mg/dL, CK=162 U/L, LDH=150 U/L, ESH=66 mm/sat, CRP=94 mg/L, Fibrinojen=580 mg/dL, RF=11.5 IU/mL olarak ölçüldü. TSH=2.4 IU/mL, VDRL=Negatif, ANA=Negatif, HBsAg=Negatif, Anti-HCV=Negatif, Anti-HIV=Negatif saptandı. C3 ve C4 düzeyleri normaldi. Periferik yaymada hafif parçalı hakimiyeti vardı. İdrar tetkikinde hafif piyüri ve hematüri mevcut olup bakteri görülmedi. Aerop ve anaerop idrar kültürü örneklerinde üreme yoktu. Gaita tetkiki normaldi. Üretral akıntı analizinde; parçalı hakimiyetinin yanı sıra, gram (-) basil ve gram(+) kok bulunduğu gözlendi. Bunun üzerine yapılan aerop ve anaerop üretral akıntı kültürlerinde üreme saptanmadı. Sinoviyal sıvı pürülan görünümde olup analizinde; hücre sayımında 9200/mm3 lökosit mevcuttu. Mikroskobik incelemede parçalı hakimiyeti mevcut olup bakteri görülmedi. Aerop ve anaerop sinoviyal sıvı kültürlerinde üreme olmadı. Ehrlich-Ziehl-Neelsen boyalı mikroskobik incelemede ARB negatifti. Polarize ışık mikroskobunda kristal saptanmadı. Sinoviyal sıvının glukoz düzeyi normaldi. Sinoviyal sıvı ve üretral akıntı analizleri tekrarlanarak doğrulandı. EKG ve Ekokardiyografi incelemesi normaldi. Ön tanılar: 1- Reaktif Artrit 2- Septik Artrit 3- Kristal Artropati 4- Seronegatif Artritler 5- Ailesel Akdeniz Ateşi 6- Akut Romatizmal Ateş 7- SAPHO Sendromu 8- Behçet Hastalığı Tanıya götüren bulgular: Öyküde; sağ ayak dış malleol bölgesinde, sol ayak 4. ve 5. parmağında ağrı, şişlik, kızarıklık gelişmesi ve bu şikayetlerin üzerine sol dizde yürümeyi zorlaştıracak derecede ağrı, aşırı şişlik ve kızarıklık eklenmesi şeklinde artritin aditif (eklenen) özellik göstermesi. Şüpheli cinsel ilişki ile ara ara kendiliğinden gelen bulanık renkte penil akıntı, halsizlik, iştahsızlık, hafif ateş ve her iki gözde kızarıklık yakınmalarının olması. Fizik muayenede; her iki ayak dorsalinde yer yer kızarıklık, 179 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Tablo 1. Reaktif Artrit Klasifikasyon Kriterleri Majör Kriterler: 1) Artrit (takip eden bulgulardan 2 veya 3’ünün varlığı ile) - Asimetrik - Monoartrit veya oligoartrit - Alt ekstremite tutulumu 2) Önceden başlayan semptomatik enfeksiyon (takip eden bulgulardan 1 veya 2’sinin varlığı) - Enterit (artritin başlamasında en az 1 gün olmak üzere 3 gün ile 6 hafta öncesinden diyare varlığı) - Üretrit (artritin başlamasında en az 1 gün olmak üzere 3 gün ile 6 hafta öncesinden dizüri veya akıntı varlığı) Minör Kriterler: Takip eden kriterlerden en az birinin varlığı 1) Tetikleyici enfeksiyon kanıtı: - Pozitif idrar ligaz reaksiyonu veya Klamidya trakomatis için üretral/servikal sürüntü - Reaktif artritli ilişkili enterik patojenlerin pozitif dışkı kültürü 2) Persistan sinoviyal sıvı enfeksiyonu (pozitif immünohistoloji veya Klamidya PCR çalışması) Reaktif Artrit Tanımı: Kesin Reaktif Artrit: Her iki majör kriter ve ilgili bir minör kriter Olası Reaktif Artrit: 1) İlgili minör kriter bulunmaksızın her iki majör kriter veya 2) Bir majör kriter ve 1 veya daha fazla minör kriter. Dışlama Kriteri: Akut artritin diğer nedenleri sol ayak 4.,5. falanksta eritem, şişlik (daktilit) ile sağ ayak dış malleolde eritem, hafif şişlik ve sağ ayakta hareketle artan ağrının bulunması (artrit). Sol diz ekleminde kızarıklık, şişlik, ısı artışı ve hareket kısıtlılığının olması (artrit). Ayrıca ekstra artiküler olarak; bilateral konjonktival hiperemi, üretral meatus çevresinde eritem, ödem, penil akıntı ve glans peniste ağrısız, yüzeyel ülsere lezyon (Balanitis Circinata) bulunması. Laboratuvar bulgularında; Lökosit=11500/mm3, ESH=66 mm/sat, CRP=94 mg/L, Fibrinojen=580 mg/dL, RF=11.5 IU/mL, VDRL=Negatif, ANA=Negatif, C3 ve C4 düzeylerinin normal olması. Periferik yaymada hafif parçalı hakimiyeti varlığı, idrarda steril piyüri ve hafif hematüri olması. Üretral akıntının incelenmesinde, parçalı hakimiyetinin yanı sıra, gram (-) basil ve gram (+) kok bulunması. Sinoviyal sıvıda; 9200/mm3 lökosit saptanması, mikroskobik incelemede bakteri görülmeyip, parçalı hakimiyetinin olması. Aerop ve anaerop sinoviyal sıvı kültürlerinde üreme olmaması. Sinoviyal sıvıda ARB’nin negatif, glukoz düzeyinin normal olması, kristal gözükmemesi. Ayrıca, sinoviyal histopatolojik incelemede, inflamatuar bulguların söz konusu olması tanıyı destekleyen kanıtlardır. Tanı: Reaktif artrit Tartışma: Reaktif artrit sıklıkla genitoüriner veya gastrointestinal sistem enfeksiyonunu takiben gelişen steril inflamatuar artrit olarak tanımlanabilir (1,2). Bu hastalık seronegatif spondiloartropatiler başlığı altında geçen ve artritle seyreden bir grup hastalığın üyesidir (1). Hastalığın tahmini prevalansı 40/100.000 civarındadır. Hastalık primer olarak 20-40 yaş arası genç yetişkin bireyleri etkiler (3). Reaktif artritli hastaların yaklaşık %1-15’inde genetik yatkınlık vardır (4). Hastalığın patogenezi tam olarak açıklanamamıştır. Ancak son zamanlarda patojenin intrasellüler persistansının immün reaksiyon oluşturarak artrite yol açtığı düşünülmektedir. Tipik olarak hastalığı tetikleyen patojenler; Klamidya, Salmonella, Yersinia, Shigella ve Campylobacter’dir (3). Bu sendromda klasik olarak üretra, 180 konjonktiva ve sinoviya ile ilişkili semptomlar triad oluşturur. Ancak hastaların önemli bir kısmı üretrit, konjonktivit ve artrit triadı ile her zaman karşımıza gelmez. Reaktif artrit tanısını koyabilmemizi sağlayan kriterler mevcuttur, fakat mevcut veriler yeni kriterlerin geliştirilmesi gerektiğini işaret etmektedir. Klasik triad semptomlarına dayanarak hastalığın tanısının konması epidemiyolojik ve prospektif çalışmaların yapılmasını zorlaştırmaktadır (1). Yaklaşık 2-4 hafta önce mevcut olan infeksiyon sonrası özellikle büyük eklemlerde gelişen akut oligoartiküler artrit önemli bir klinik bulgudur (2). Entezit, bursit, tenosinovit, sakroileit ve daktilit eşlik edebilir. Beraberinde ekstra artiküler semptomlar gözlenir (3,4). Ekstra artiküler bulgular arasında konjonktivit sıklıkla bulunur. Eritema nodozum, keratoderma blenorajika ve balanitis sirsinata gibi deri lezyonları bulunur (2). Hastaların %10’unda ve özellikle de uzamış hastalıkta kardiyak bulgular (aort regürjitasyonu, kardiyak ritim bozukluğu, perikardit) gelişebilir (4). Uluslararası tanı kriterleri üzerinde henüz tam bir uzlaşı sağlanmamıştır. Bundan dolayı hastalığın teşhisi büyük oranda klinik bulgulara, tıbbi öyküye ve tetikleyici patojenin saptanması esasına dayanır (2,3). Halen uygulamada olan ACR tanı kriterleri diyagnostik kriterleri oluşturmaktadır (Tablo 1) (5). Reaktif artrit tanısını koymada spesifik laboratuvar testleri yoktur. ESH ve CRP düzeyleri genellikle yüksektir. Sinoviyal sıvıda lökosit sayımı >2000/mm3’dir (2). Ancak, kan veya sinoviyal sıvı mikrobiyal testleri negatiftir (4). İdrar analizinde artmış sayıda lökosit, hematüri ve hafif proteinüri akut dönemde yaygın görülen bulgulardır (2). Bizim olgumuzda alt ekstremitede asimetrik oligoartrit ve üretrit bulgularının varlığı şeklinde majör tanı kriterleri mevcuttu. Hastamızın üretral akıntısında Gram(-) basil ve Gram(+) kok görüldü. Ancak hasta kliniğimize başvurmadan önce sistemik antibiyotik tedavisi aldığından üretral akıntıda aerop ve anaerop kültürlerde üreme saptanamadı. Bundan dolayı minör kriterler arasında yer TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Resim 1. Sol diz eklemi artriti alan tetikleyici infeksiyon kanıtı sağlanamadı ve persistan sinoviyal infeksiyon kanıtı olan Klamidya PCR çalışması yapılamadı. Reaktif artritin klasifikasyon kriterlerinde yer almayan ancak hastalığın tanısını destekleyen ekstraartiküler bulgulardan konjonktivit ve balanitis sirsinata mevcuttu. Yine reaktif artriti destekler şekilde sinoviyal sıvı örneklerinde bakteri olm aksızın lökosit artışı vardı. Aerop/anaerop kültürlerde üreme olmadı. Bulgular steril inflamatuar artrit varlığını desteklemekteydi. Reaktif artritli olguların yaklaşık %20 ’sinde hastalık kendini sınırlar ve kronikleşir. Hastalığın tedavisinde çeşitli terapötik seçenekler söz konusudur. Ekstraartiküler infeksiyonlar antibiyotiklerle tedavi edilmelidir (3). Bakteriyel infeksiyonların tedavisinde genellikle azitromisin, tetrasiklin veya bunların kombinasyonu kullanılır (4). Kronik olgularda persistan intraartiküler patojenin eradikasyonu için uzun süreli antibiyotik kullanımı son zamanların araştırma konusudur (3). Artrit belirtilerinin tedavisinde NSAİ ajan ve intraartiküler glukokortikoid uygulanması etkili bir tedavidir (4). Uzamış ve kronik reaktif artritin tedavisi steroid, sülfasalazin veya metotreksat gibi immünmodülatör ilaçlarla yapılır (3,4). Olgumuzun öyküsünde şüpheli cinsel ilişki mevcut olup bize başvurmadan önce Amoksisilin klavulanik asit tedavisi almış, ancak dizdeki artrit bulguları şiddetlenmişti. Hastaya tarafımızca Doksisiklin 200 mg/gün, Seftriakson 1 g/gün, İndometazin 150 mg/gün başlandı. On gün süreyle tedaviye devam edildi. Bu arada tedaviye rağmen Resim 2. Konjonktivit dizde düzelme olmayıp 3 kez sinoviyal sıvı boşaltıldı. İntraartiküler glukokortikoid enjeksiyonu uygulandı. Dizdeki şişliği devam eden hastaya sinoviektomi yapıldı. Tüm bu tedavilere rağmen dizdeki şişliği gerilemeyen ve ESH ile CRP düzeyleri yükselen hastanın mevcut antibiyoterapisi stoplanıp Meropenem 3 gr/gün, Teikoplanin 400 mg/gün başlandı. Bu tedavive 1 ay süreyle devam edildi. Klinik ve laboratuvar bulguları düzelen hasta İndometazin 50 mg/gün verilerek, periyodik kontrolü önerilerek taburcu edildi. Hastamızda, literatürde (4) genel olarak kullanılması önerilen antibiyoterapiye yanıt alınamadığından, üretral akıntıda Gram(-) basil ve Gram(+) kok saptandığından antibiyotik tedavisi değiştirilmiştir. Literatürde de hastalık ile ilgili çeşitli tedavi stratejilerinin geliştirilmesine yönelik çalışmaların devam ettiği bildirilmektedir (1). Sonuç ve anahtar mesaj: Reaktif artritin toplumdaki sıklığının düşük olduğu bilinmektedir. Bu nedenle, özellikle genitoüriner veya gastrointestinal enfeksiyon sonrası artrit kliniğiyle başvuran ve buna ekstra-artiküler bulguların eşlik ettiği olgularda tanıda reaktif artritin hatırlanması gerektiği vurgulanmak üzere sunulmak istenmiştir. Bunun yanı sıra reaktif artritin kronikleşebileceği ve nadiren de olsa kardiyak bulguların gelişebileceği unutulmamalıdır. Bundan dolayı, reaktif artrit tanısını almış olan hastaların uzunca bir süre tedavi altında kalmaları sağlanmalı ve periyodik takipleri ihmal edilmemelidir. Anahtar Kelimeler: Reaktif artrit, steril inflamatuar artrit Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. Carter JD, Hudson AP. Reactive arthritis: clinical aspects and medical management. Rheum Dis Clin North Am. 2009;35:21-44. Hannu T. Reactive arthritis. Best Pract Res Clin Rheumatol. 2011;25:347-357. Brzank M, Wollenhaupt J. Infection-induced reactive arthritis: etiopathogenesis, clinical spectrum, therapy. Z Rheumatol. 2013;72:977-985. Selmi C, Gershwin ME. Diagnosis and classification of reactive arthritis. Autoimmun Rev. 2014;13:546-549. Braun J, Kingsley G, van der Heijde D, ve ark. On the difficulties of establishing a consensus on the definition of and diagnostic investigations for reactive arthritis. Results and discussion of a questionnaire prepared for the 4th International Workshop on Reactive Arthritis, Berlin, Germany, July 3-6, 1999. Journal of Rheumatology 2000;27:2185–2192. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 181 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-072] Pulmoner-Renal Sendromlardan Biri Olarak Sistemik Lupus Eritematozus Ertuğrul Çağrı Bölek1, Deniz Can Güven1, Abdulsamet Erden2, Umut Kalyoncu2, Levent Kılıç3 1 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara 3 Ankara Yenimahalle Devlet Hastanesi, Romatoloji Bölümü, Ankara 2 Başvuru yakınması: Nefes darlığı Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Yaklaşık 14 aydır Sistemik Lupus Eritematozus (SLE) tanısı mevcut olan 19 yaşındaki kadın hasta; acil servise son bir kaç gündür başlayıp, artış gösteren solunum sıkıntısı şikayeti ile başvurdu. Hastanın ilk başvurusunda (2013 yılında) eklem şikayetleri, sitopeni, antikor pozitifliği ve malar raş ile tanı aldıktan sonra merkezimizde metil-prednizolon ve hidroksiklorakin ile idame tedavi planı şeması çizilmiş olmasına rağmen poliklinik kontrollerine gelmemiş ve ilaçlarını keserek çeşitli bitkisel tedaviler kullanmış. Son bir kaç aydır eklem şikayetleri olması üzerine başvurduğu bir merkezde deflazakort ve kolşisin olarak tedavisi tekrar planlanan hasta, ilaçlarını düzenli kullanmıyormuş. Son 2-3 gündür öksürüğü ve öksürükle beraber ağzına kan gelmesi şikayeti olan hastanın ateşi olmamış. Karın ağrısı, melena ve hematokezya tariflemeyen hastanın fizik muayenesinde bilateral akciğer orta zonlarda minimal ralleri ve malar raş dışında pozitif bulgusu yoktu. Romatolojik sorgulamasında artralji, fotosensitivite ve raynaud fenomeni tarifliyordu. Çekilen akciğer grafisinde santral kısımlarda daha belirgin, bilateral yaygın infiltrasyonları izlendi (Resim 1). Tetkiklerinde; hemoglobin: 5gr/dL, lökosit: 5.000, platelet: Resim 1. Hastanın Acil Başvurusunda çekilen PA akciğer grafisi. Santral kısımlarda daha belirgin, bilateral yaygın infiltrasyonlar 182 149.000, kreatinin: 4,22, Kan Üre Azotu (BUN): 52,5, BNP: 8148 (0-100) pg/ml olarak geldi. Gönderilen tam idrar tetkikinde; protein, 40-50 eritrosit ve lökosit mevcut olduğu izlendi. Dispnesi artan, 2lt/dk nazal oksijen ile saturasyonları %92-94 civarında olan hasta İç Hastalıkları Yoğun Bakım Ünitesi’ne kabul edildi. Ekokardiyografi ile yapılan değerlendirmesinde; ejeksiyon fraksiyonu: 54, pulmoner arter basıncı: 55-60 mmHg, 3-4. derece mitral yetmezliği, 1-2. derece triküspit yetmezliği mevcut olduğu, transözefageal ekokardiyografi ile ayrıntılı kardiyak değerlendirilmesinde ise 3. Derece mitral yetmezliğinin mevcut olduğu, SLE tutulumu ile uyumlu olabilecek kapak kalınlaşmasının (Libmann-Sacks Endokarditi) mevcut olduğu, vejetasyon izlenmediği öğrenildi. Ön tanılar: 1- SLE’ye bağlı diffüz alveolar hemoraji ve böbrek tutulumu, 2- Pnömoni, 3- Wegener Granulamatozisi ve Good-Pasture Sendromu başta olmak üzere Pulmoner-Renal Sendrom yapan diğer romatolojik ve vaskülitik hastalıklar, 4- Kardiyojenik pulmoner ödem (Mitral yetmezlik, Kalp Yetmezliği vb.), 5- Akut böbrek yetmezliğine bağlı pulmoner ödem, 6- AntiFosfolipid Sendromu (SLE’ye sekonder) bağlı Pulmoner Tromboemboli (PTE) ve Renal arter veya ven trombozu Tanıya götüren bulgular: Hastanın C-reaktif protein (CRP):9,43 (0-0,8) mg/dL, anti-nükleer antikor (ANA): 1/320, anti-double stranded DNA Antikoru (Anti-dsDNA):>400, C3 Kompleman:46,1 mg/dL, C4 Kompleman: 6,27 mg/dL, anti-fosfolipit antikorları negatif olarak geldi. Çekilen kontrastsız toraks bilgisayarlı tomografisinde (Hastanın akut böbrek hasarı bulguları mevcut olduğu için kontrast madde verilmemiştir.); “santral yerleşimli peribronkovasküler kalınlaşma ile birlikte intraalveolar lokalizasyonda olduğu düşünülen yaygın dansite artışı, bilateral plevral efüzyon” olarak raporlandı (Resim 2). Radyolojik görünüm daha çok pulmoner hemoraji düşündürmekle beraber düzenli olmasa da immunosupresif ilaç kullanımı mevcudiyeti ile beraber değerlendirildiğinde, Pnömosistis Carinii pnömonisi ve viral pnömoniler başta olmak üzere enfeksiyon hastalıkları ekarte edilemediğinden kültürleri TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Resim 2. Kontrastsız toraks BT. Pulmoner hemoraji ile uyumlu görünüm alındıktan sonra hastaya meropenem, klaritromisin, trimetoprim-sulfometaksazol, oseltamivir başlandı. Hastanın yatış sonrası birkaç saat içinde oksijen ihtiyacı ve dispnesi artış göstermesi üzerine hasta entübe edilerek sedatize olarak izlendi. Entübasyon sonrası aspirasyonunda sekresyonlarının kanlı olduğu görüldü. Ön planda SLE’ye bağlı pulmoner-renal sendrom düşünülen hastada ilk dozu acil olmak üzere ilk 3 gün boyunca 1000 mg Pulse metil-prednizolon tedavisi başlandı, eritrosit süspansiyonu ile Hb replasmanı yapıldı. Hastanın elektrolit bozukluklukları ve idrar çıkışında azalma olması üzerine hemodiyalize alındı. Plazma exchange tedavisi ilk 10 gün boyunca her gün, sonrasında gün aşırı 6 seans planlanarak yapıldı. Hastaya yatışının 3. 18. ve 25. günlerinde hastaya 500 mg pulse siklofosfamid ve mesna tedavisi verildi. Pulse kortikosteroid tedavisi yatışının 7. 17. ve 24. günlerinde tekrar edildi. İdame kortikosteroid tedavisi metilprednizolon günlük 60 mg dozundan başlanmak üzere planlandı. Yatışının 2. gününde ekstübe edilen hastanın izleminde tedrici olarak oksijen ihtiyacı ve solunum sıkıntısı azaldı. Akciğer grafilerinde bilateral infiltrasyonlarında azalma olduğu izlendi. Takiplerinde anüri gelişmiş olan hastanın tedavi sonrası idrar çıkışı 500 ml’ye kadar ulaştı. Mitral yetmezliği için SLE’ye bağlı akut durumu tedavi edildikten sonra cerrahi için değerlendirilmesi planlandı. Hastanın hala İç hastalıkları servisi’nde tetkik ve tedavilerine devam edilmektedir. Tartışma: Pulmoner-Renal sendromlar (PRS); diffüz alveolar hemoraji (DAH) ile eş zamanlı olarak seyreden glomerulonefrit kaynaklı bir böbrek tutulumunu beraber ifade eden genellikle otoimmün etiyolojiye sahip klinik bir antitedir 1. ANCA assosiye vaskülitler ve PRS’nin prototipi olarak kabul edilen Good-Pasture Sendromu’na göre daha düşük sıklıkta SLE neden olduğu PRS’ye rastlanmaktadır. PRS nedenlerinden biri olan SLE çoğunlukla doğurganlık çağındaki kadınları etkileyen, multisistem tutulumlara neden olabilen, kronik, alevlenmelerle seyreden etiyolojisi tam olarak bilinmeyen inflamatuvar bir TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI hastalıktır2. Hastaların hemen hemen tamamında ANA (+)’dir. Anti dsDNA (+)’liği hastalığa daha spesifik olarak tanımlanmıştır ve böbrek tutulumunda daha belirgin olmak üzere hastalık tutulumu, sıklıkla aktivasyonu ile korele olarak izlenmiştir2. SLE hastalarının yarısında yakınında değişik düzeylerde böbrek tutulumlarına rastlanmaktadır. Böbrek tutulumu sıklıkla kötü prognostik olarak kabul edilmektedir. Pulmoner hastalık SLE hastalarında çoğunlukla plevral tutulum şeklinde, plöritik göğüs ağrısı ile genellikle hastalığın başında kendini gösterir. Diffüz alveolar hemoraji (DAH) ise hastaların %0,8-5 gibi çok daha az kısmında, takiplerde gelişen bir klinik tablo olup, akut başlangıçlı, hızlı seyreden solunum sıkıntısına hemoptizi ve hemoglobin düşüşü eşlik etmesi halinde DAH hızla düşünülüp, acil olarak tedavisinin verilmesi gerekmektedir. SLE’de kardiyak tutulum genellikle perikardit şeklinde olup, asemptomatik olarak seyredebilir. Buna göre daha az görülen tutulum şekli ise spesifik olan Libmann-Sacks Endokarditidir. Sıklıkla mitral kapak tutulumu ile ön plana çıkan bu klinikte genellikle tutulan kapakta kalınlaşma ile birlikte, fonksiyon kaybı olarak çoğu hastada regürjitasyon görülmektedir. Hastamızda ateş ve balgam olmaması pnömoni gibi enfeksiyöz durumları ön planda düşündürmese de radyolojik görünüm ve müphem immunosupresif öyküsü nedeniyle dışlanamamakta olup tedavisi de akut dönemde verilmiştir. Nitekim sonrasında kültür sonuçları negatif olarak gelmiştir. Böbrek ve akciğer beraber tutulumunu izah edebilecek diğer Pulmoner-Renal Sendrom etiyolojileri genelikle tanıyı akut başlangıçlı benzeri tablolar ile alırlar. SLE’de ise bu çeşit pulmoner hastalık bu vakada olduğu gibi tanıdan sonra hastalık izleminde gelişmektedir. Ayrıca hastanın yatıştan önceki bulgularını akut tablosu ile beraberce açıklayan, daha spesifik olan ve alevlenme ile derecesi artan anti-dsDNA pozitifliği SLE ihtimalini daha kuvvetlendirmektedir. SLE’ye sekonder de gelişebilecek bir antifosfolipid sendromun neden olabileceği PTE ve bilateral renal arteriyel veya venöz yerleşimli trombozlar da benzer şikayetlere neden olabilseler de akciğerde infiltratif görünüme neden olmayacakları gibi, hastamızda mevcut olmayan ani başlangıçlı göğüs ağrısı gibi semptomları da beraberinde getirecektir. Böbrek şikayetleri de genellike trombozun bilateral olma ihtimalinin zayıf olması, venöz ise ani başlangıçlı böğür ağrısı, hematüri, arteriyel ise ani gelişen anüri kliniği olmaması nedeniyle açıklanamayacaktır. Kaldı ki hastadan gönderilmiş olan anti-fosfolipid antikorları da negatif olarak gelmiştir. Hastanın kardiyak tablosu tek başına böbrek tablosunu açıklamayacağı gibi bu denli ani gelişip hızlı ilerleyen akciğer bulgularının izah etmekte de zayıf kalacaktır. Aynı şekilde kalp ya da böbrek yetmezliğine sekonder gelişebilecek bir akciğer hastalığında görülecek radyolojik tutulumları bu hastadaki infiltrasyonlardan genellikle ayırt edilecektir. Hastanın daha önce kreatinin yüksekliği olmaması, 183 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu anti-dsDNA pozitifliği, kompleman düşüklüğü böbrek tulumunun nadir görülmediği mevcut SLE tanısı ile hastanın TİT bulguları, oligürisi ve kreatinin yüksekliği açıklanabilir. Anürik sürece kadar ilerleyen hastada immunosupresif tedavi ve plazma exchange tedavisi ile hastalık patogenezinde etkili olduğu bilinen antikorların ortadan kaldırılması sonrasında idrar çıkışının başlaması, diyaliz sıklığı ve ihtiyacının azalması, pulmoner bulgularının gerilemesi bu düşüncemizi desteklemiştir. Tanı: SLE’ye bağlı diffüz alveolar hemoraji ve böbrek tutulumu Sonuç ve anahtar mesaj: SLE, etiyolojideki diğer romatolojik hastalıklara göre daha az sıklıkta pulmoner-renal sendroma neden olmaktadır. Diğer hastalıklarda olduğu gibi akut başlangıcı, hızlı seyri ve yüksek mortalitesi nedeniyle erken teşhisi ve genellikle olası infeksiyöz etkenler için ampirik tedavi ile beraber pulse steroid gibi immunosupresif tedavilerin ivedilikle başlanması hayat kurtarıcı olabilmektedir. Anahtar Kelimeler: Diffüz alveoler hemoraji, pulmoner-renal sendrom, SLE Kaynaklar 1. 2. 184 West S., Arulkumaran N., Ind P ve ark. Pulmonary-renal syndrome: a life threatening but treatable condition, Postgrad Med J 2013 89: 274-283 Bertsias G. Cervera R, Boumpas D. ve ark., Systemic Lupus Erythematosus: Pathogenesis and Clinical Features, EULAR TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-073] Hepatit B Taşıyıcısı Dirençli Romatoid Artrit Hastasında Abatacept Uygulaması Olgu Sunumu Hamit Küçük1, Berna Göker1, Berivan Bitik2, Rıdvan Mercan3, Duygu Tecer4 1 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara Ankara Eğitim Araştırma Hastanesi, Ankara 3 Antakya Devlet Hastenesi, Hatay 4 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara 2 Başvuru yakınması: 54 yaşında kadın hasta, 1996 yılında romatoid tanısı (RA) tanısı almış. 2001 yılına kadar başka bir romatoloji merkezinde sulfasalazin 2x2/gün, prednizolon 5 mg/gün tedavisi uygulanmış. Metotreksatı bulantı nedeni ile tolere edememiş. 2001- 2005 yılları arasında takiplerine gelmeyen hastanın 2005 yılında yapılan kontrolünde HBs Ag pozitif tesbit edilmiş. Tedavisi Leflunomid 1x20 mg/gün, sulfasalazin 2x2 /gün, prednizolon 5 mg/gün olarak değiştirilmiş. Eklem şikayetleri artarak devam eden hasta 2012 yılından itibaren takipleri için polikliniğimize başvurdu. Başvuru anında yapılan fizik muayenede her iki el bileği aktif olup sol el bileğinde şişlik ve hassasiyet daha belirgindi. Sol el bileğine yapılan lokal steroid tedavisine yanıt alınamadı. Leflunomid 1x20 mg, prednol 4 mg, hidroksiklorokin 2x200 mg Lamuvudin 1x100 mg kullanan hastanın tedaviye yanıt alınamadığı için altın tedavisi başlandı. Yaklaşık 1 yıl diğer tadavilerine ek olarak altın kullanmasına rağmen el bileklerindeki aktivasyon devam etti. Labaratuvar bulguları: sedim 51mm/st, crp 10.5 mg/L, ALT:25 U/L, AST 30 U/L, kreatinin 0.49mg/dl, anti HBs Ag negatif, HBs Ag pozitif, Anti HBe pozitif, HBe Ag negatif, anti HBc İgM negatif, anti HBc ıgG pozitif, anti HDV negatif, HBV DNA negatifti. El bileği MR da sol el bileğinde sinovyal kalınlaşma izlenen hastaya biyolojik ajan tedavisi planlandığından, gastroenteroloji tarafından Lamuvudin tedavisi tenofovir ile değiştirildi. Hastaya Abatacept 1x750 mg IV ayda bir başlandı. Üç ay bu tedaviyi alan hasta 3 aylık tedavi sonrası değerlendirmede el bileğindeki hassasiyet devam etmekte, sol el bileğinde 3x2 cm çapında kistik kitle olan hasta eklem ultrasonografide sağ el bileğinde sinovyal hipertrofi, sol el bileği aktif snovit ve septalı kist izlendi. Sedim 51mm/st, CRP 10.5 mg/L olan hastanın Abatacept tedavisi sonlandırıldı. Tedavi sonrası labaratuvar testleri: ALT 25U/L, alb 3.76g/dl, kreatinin. 0.48mg/dl, sedim 31 mm/st, CRP 22mg/L, anti HDV negatif, HBV-DNA negatifti. Hastaya başka bir biyolojik tedavi önerildi. Hasta biyolojik tedavileri riskleri nedeni ile almak istemediğini belirtti. Leflunomid 1x20 mg, hidroksiklorokin 2x200 mg, metil-prednizolon 4 mg tedavisi ile sol el bileği dışındaki eklemleri kontrol altında olup sol el bileği sinovektomi amacıyla ortopedi bölümüne yönlendirildi. Tanı: Hepatit B taşıyıcısı Romatoid artritli hasta, Abatacept tedavisi Tartışma ve sonuç: Romatoid artrit(RA) anti TNF ve biyolojik tedavi edici ajanların kullanılmaya başlanmasından sonra tedavi seçeneklerinin arttığı ve hastalığı kontrol altına almanın kolaylaştığı kronik iltihabi bir hastalıktır. Bununla birlikte karaciğer fonksiyon bozukluğu olanlarda ve hepatit hastalarında tedavi seçenekleri azalmaktadır. Hepatit B taşıyıcılarında biyolojik ajanların kullanımı ile ilgili bilgiler halen sınırlıdır (1). Bizim olgumuzda antiviral tedavi eşliğinde abatacept uygulaması yapılmış olup ilaca bağlı herhangi bir yan etki izlenmemiştir. Abatacept kullanımı esnasında hastanın hepatitinde bir alevlenme olmamış, karaciğer enzimleri ve HBV DNA takipleri normal olarak izlenmiştir, fakat beklenen tedavi yanıtı tam olarak alınamamıştır. Anahtar Kelimeler: Romatoid artrit, Hepatit B, Abatacept Kaynaklar 1. Selmi C, Ceribelli A, Naguwa SM, ve ark. Safety issues and concerns of new immunomodulators in rheumatology. Expert Opin Drug Saf. 2014 Dec 18:1-11 (baskıda). TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 185 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-074] Sjögren Hastalığında Silendir Nefropatisi Olgu Sunumu Hamit Küçük1, Berna Göker1, Abdurrahman Tufan1, Berivan Bitik2, Rıdvan Mercan3 1 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara 3 Antakya Devlet Hastanesi, Hatay 2 Başvuru yakınması: Bulantı, kusma, böğür ağrısı, halsizlik yakınmaları ile başvuran 63 yaşındaki kadın hasta. ise 1’in üzerinde olduğundan, sedim değeri çok yüksek olduğundan prerenal ABY’den uzaklaşılmıştır. Kısa öykü ve başlangıç labaratuvar bulguları: Daha önce bilinen bir hastalığı olmayan hastanın 20 gün önce bulantı ve kusma şikayeti başlamış. İki gün süren ishal şikayeti olmuş, sonrasında kendiliğinden gerilemiş. Halsizlik yakınması giderek artan hastanın son bir haftadır her iki böğürde hafif ağrısı ve idrar yaparken yanması oluyormuş. Pollaküri, hematüri ve noktüri olmamış, son 20 gün içinde 4 kg kaybetmiş. Acil serviste bakılan kreatinin 6.2 mg/dl, Potasyum 3.88 mmol/L, BUN: 78.7, fosfor 4.13, ürik asit 5.1, PH 7.21, HCO3 12.9 mmol/L, sedimentasyon 95, procalcitonin 0.1, Hb 9.34, plt 380 000, wbc:14.43 2. Akut pyelonefrit; hastanın böğür ağrısı ve dizüri şikayetinin olması, akut faz yanıtlarının yüksek olması pyelonefriti düşündürse de, ateş öyküsünün olmaması, idrar incelemesinde lökosit yada bakteri izlenmemesi ve prokalsitonin değerinin fazla yükselmemesi nedeniyle kolaylıkla ekarte edilebilir. Ön tanılar: 1- Prerenal akut böbrek yetmezliği 2- Akut pyelonefrit 3- Analjezik nefropatisi 4- KBH zemininde akut böbrek yetmezliği 5- Akut interstisyel nefrit 6- Kronik tubulointerstisyel nefrit 7- Akut glomerulonefrit 8- Nefrolitiyasis ve Post renal obstrüktüf nefropati Ayırıcı tanılar: 1. Prerenal akut böbrek yetmezliği (ABY); yeterli sıvı alımının olmadığı, kusma ishal yoluyla yada uygunsuz diüretik kullanımı, yanık, 3. boşluk kaçakları gibi başka bir şekilde volüm defisiti gelişmesi ve hastanın yeterli sıvı alamadığı durumlarda gelişir. Böbrek yetmezliğinin sık nedenlerindendir. Bizim hastamızda da bulantı ve kusma öyküsü ve kısa sürelide olsa bir ishal öyküsü olması nedeni ile ayırıcı tanıda ilk akla gelmesi gereken hastalıklardan birisidir. Hastanın kilo kaybının olması ve 20 gündür kusmaya bağlı volüm açığı gelişebileceği düşünülse de hasta yapılan sorgulamada günde 1-2 kez kustuğunu ve su içmesinde bir sorun olmadığını söylüyor, ayrıca diüretik kulanım öyküsü yok, laboratuvar testlerinde prerenal ABY’de BUN/kreatinin 20’nin üzerinde, fraksiyone sodyum extrasyonu 1’in altında olması gerekirken BUN/kreatinin: 12, fraksiyone sodyum extrasyonu 186 3. Analjezik nefropatisi; hastanın öyküsünde ilaç kullanımı olmadığı için ilaca bağlı olan nefropatiler dışlanmıştır. 4. KBH zemininde gelişen ABH; kronik böbrek hastalığı ile stabil izlenen, diyalize girmeyen hastalar araya giren enfeksiyon yada dehidratasyonu tetikleyen başka bir durum sonrası kreatinin ve BUN’da yükselme olabilmekte sağlıklı kişilere göre böbrek daha hızlı bozulabilmektedir. Hastanın öyküsünde diyabet ve hipertansiyonunun olmaması, şikayetlerinin kısa süre önce başlaması, 2 yıl önceki kreatinin değerlerinin normal olması ve böbrek boyutlarının normal olması bizi bu tanıdan uzaklaştırmıştır. 5. Akut interstisyel nefrit; ilaçlara bağlı olabilen çoğunlukla penisilin kullanımı sonrası gelişen kreatinin yüksekliği ile giden, ateş, cilt döküntülerinin, eozinofili ve idrarda lökosit silendiri olan bir tablodur. Hastanın ateş ve döküntüsü olmasa da acil şartlarında bu tanıyı tam olarak dışlamak çok zordur. 6. Kronik tubuleinterstisyel nefrit (TİN); Hastada akılda tutulması gereken hastalıklardan birisi de tubulleri etkileyen diğer hastalılardır obstrüksiyona bağlı, orak hücreli anemide, malign hastalıklarda, multiple miyelomda, viral ve fungal enfeksiyonlarda, vaskülitlerde, medüller sünger böbrek, Alport sendromu ve polikistik böbrek hastalığı kronik TİN’e yol açabilmektedir. Hastanın ileri yaş olması sedim değerinin 95 olması özellikle multiple miyelom başta olmak üzere diğer maligniteler mutlaka dışlanmalı maligniteye sekonder kronik TIN ayırıcı tanıda yer alır. Ürik asit nefropatisi benzer şekilde klinik tablolara yol açabilmektedir, yine romatolojik hastalıklara sekonder gelişebilen tubuler hastalıklarda akılda tutulmalıdır. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i 7. Akut glomerulonefrit; hastada yeni gelişmiş bir glomerulonefrit benzer şekilde kreatinin yüksekliğine sebep olsa da idrar testinde hiç protein kaçağı olmaması, hematüri olmaması, glomerüler patolojilerden bizi uzaklaştırmaktadır. Yine de idrar sedimentasyonunun çok iyi incelenip silendir bakılması ve 24 saatlik idrar protein bakılması faydalı olacaktır. ANCA ilişkili vaskülitlerde de kresentrik glomerülonefrite yol açarak akut böbrek yetmezliğine yol açabilir. Beraberinde hemoptizi olmaması, sinüzit olmaması, hematüri ve proteinürinin olmaması ile kolaylıkla ekarte edilebilir. 8. Nefrolitiyasis ve postrenal böbrek yetmezliği; böğür ağrısının olması bulantı kusma olması başlangıçta nefrolitiyazisle örtüşse de hematüri olmaması ve DÜSG’de bir patoloji izlenmemesi, yapılan USG’de üreterde dilatasyon olmaması ile kolaylıkla ekarte edilebilir. Tanıya götüren bulgular: Öykü: Hastada diyabetes mellitus ve hipertansiyonun olmaması önemlidir, ilaç kulanım öyküsü olmaması, KBH ve 2 yıl önceki kreatinin değerinin normal olması KBH ve ilaç ilişkili böbrek hastalıklarından bizi uzaklaştırmıştır. Fizik muayenede cilt döküntüsü olmaması, tansiyonunun normal seyretmesi ilave başka bulgunun olmaması önemlidir. Laboratuvar: Hasta nefroloji servisine ATİN tanısı ile yatırılmış olup, idrar mikroskopisinde eritrosit yada lökosit silendiri izlenmedi. 24 saatlik idrar tetkikinde 110 mg/ gün protein izlenen hastanın yapılan renal usg ve doplerde böbrek boyutları normal ve renal kan akımı normal olarak izlendi. Vaskülit ön tanısı ile gönderilen cANCA negatif, pANCA negatif, ANA 2 pozitif ince granüler boyanma izlendi. ENA paneli negatif, olarak geldi. Hastaya renal biyopsi yapıldı. Romatolojik hastalıklar açısından konsülte edilen hastanın Schirmer testi 2mm/2mm olması üzerine hastaya minör tükrük bezi biyopsi yapıldı. Patoloji: Tükrük bezi biyopsisi fokus 2 Renal biyopsisi: Silendir nefropatisi gelen hastaya metil prednizolon 60 mg başlandı. Tanı: Sjögren hastalığı tubulointersitisyel nefrit Tartışma: Hastaya yattığı serviste 50 mg/gün steroid ve anti asidoz tedavi başlanmış, böbrek fonksiyonları hızla düzelen hastanın kreatinini 1.2 mg/dl ye kadar gerilemiş. Sonrasında steroid dozu hızla azaltılan hastanın 2 mg/ gün steroid kullanırken kreatinin değeri 2.29 mg/dl ye yükselmiş. Hastaya Sjögren hastalığı tubuler tutulum tanısı konularak tekrar 60 mg/kg steroid tedavisi başlandı. Kreatinin seviyesi bir hafta sonra 1.2 ye gerileyen hastaya hidroksiklorokin 2x200/gün ve azotiopirin tedavisi başlandı. Steroid dozu yavaş bir şekilde azaltıldı. Tedavinin 2. ayında antiasidoz ihtiyacı kalmadı. Kreatinin 1.11 mg/dl ye geriledi, steroid dozu 7.5 mg/güne düşüldü. Azotiopirin 2x50mg ve hidroksiklorokin 2x200mg tedavisine devam edildi. Sonuç ve anahtar mesaj: Sjögren hastalığının böbrek tutulumunda tubuler patolojilerle sık karşılaşılmaktadır. Tedavi planlanırken glomeruler tutulumun olup olmaması, birlikte RTA’nın görülmesi tedavimizi etkilemektedir. Anahtar Kelimeler: Sjögren, silendir nefropatisi Kaynaklar 1. Both T, Hoorn EJ, Zietse R, ve ark. Prevalence of distal renal tubular acidosis in primary Sjögren’s syndrome. Rheumatology (Oxford) 2014 [Baskıda]. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 187 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-075] Yutma Güçlüğü ile Prezente Olan ve Karaciğer Disfonksiyonu Öntanısıyla Tetkik Edilen Polimyozit Olgusu Emel Yiğit Karakaş, Yiğit Rastgeldi, Hüseyin Dursun, Ferzan Aydın, Turgay Ulaş Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Şanlıurfa Başvuru yakınması: 51 yaşında erkek hastanın 2 ay önce başlayan yutma güçlüğü nedeniyle gittiği poliklinikte karaciğer fonksiyon testleri yüksek tespit edilmiş. Hastaya nonspesifik tedavi verilmiş ve yüksek transaminaz düzeyleri nedeniyle primer KC hastalığı açısından tetkik edilmiş. Hastanın şikayetlerinin geçmemesi üzerine gastroenteroloji polikliniğimize yönlendirildi. hastamızda idiopatik inflamatuar miyopati düşündük. Dermatoloji ile konsulte edilen hastada dermatomyozit düşündürecek cilt bulgusuna rastlanmadı ve hastaya polimyozit tanısı konularak 1 mg/kg/gün metil prednizolon ve 50mg/gün azatiopirin tedavileri başlandı. Hastalığın ileri ayırıcı tanısı, takip ve tedavi amacıyla romatoloji kliniğine yönlendirildi. Öykü, fizik muayene, laboratuar: Polikliniğimizde yapılan sorgulamasında ayrıca son iki aydır olan proksimal kasları tutan güçsüzlüğü var imiş. Özgeçmişinde özellik yoktu. Fizik muayenede ateş: 36,5 ºC, TA:110/70 mmHg, nabız:88/dak, genel durum orta, bilinç açık idi. Laboratuar tetkiklerinde WBC:9.37/mm³ (nötrofil:%82, lenfosit:%12), Hgb:13,24 gr/dL, Hct:%41,64, MCV:82 fl, Plt: 312000/mm³, üre:25 mg/dL, kreatinin:0,5 mg/dL, AST:514 U/L, ALT: 366 U/L, CPK:17967 u/L, LDH: 1314 u/L, ALP:97 U/L, GGT:115 U/L, total bilirubin:0,44 mg/ dL, direk bilirubin:0,22 mg/dL, Na:142 meq/L, K:4,4 meq/L, C-reaktif protein: 3,1 mg/dL, PT:13,9 sn, INR:0,94, APTT:19 sn, Fe: 61 ug/dL, UIBC: 181 ug/dL, ferritin: 2318 ng/mL, TSH: 1,32 mlU/L idi. Brucella tetkikleri, HbsAg, Anti-HCV negatif geldi. Tanı: Polimiyozit Biz de polikliniğimize halsizlik ve güç kaybı şikayetiyle gelen bu hastada ayrıntılı anamnez, fizik muayene ve aldığımız rutin biokimya tetkiklerinde CPK, AST, ALT, LDH düzeyinin yüksek olması nedeniyle miyopati olabileceğini düşündük. Hastanın herhangi bir ilaç kullanım öyküsü yoktu. Ayırıcı tanı açısından tiroid hormon ve kortizol düzeylerini istedik. Normal sınırlar içindeydi. Üst gastrointestinal sistem endoskopisinde malignite lehine bulguya rastlanmadı. Yaptığımız EMG de otoimmün kaynaklı myopati düşündüren bulgular olması üzerine Sonuç ve anahtar mesaj: Polimiyozit çizgili kasların inflamasyonu ile karakterize, etiyolojisi bilinmeyen, akkiz ve kronik bir hastalıktır. Yutma güçlüğü yapması ve kas enzimlerinde yükseklik yapması nedeniyle hastalar çoğu zaman özofagus malign hastalıkları ve karaciğer hastalığı açısından tetkik edilirler (1-3). İdiopatik inflamatuar bir kas hastalığı olan polimiyozit olgularının % 89-100’ünde kas güçsüzlüğü görülür. Hasta sinsi, ilerleyici, ağrısız ve simetrik bir proksimal kas güçsüzlüğünden yakınır. Tutulan başlıca kaslar omuz, kalça ve boyun kaslarıdır. Arka farengeal ve özofagus üst 1/3 kaslarının tutulumuna bağlı olarak çiğnemede güçlük, disfoni, disfaji, nazal rerürjitasyon ve aspirasyon görülebilir (1-3). Nedeni ortaya konulamamış yutma güçlüğü ile seyreden olgularda hastalardan anamnez alırken kas güçsüzlüğü olabileceği de düşünülmeli ve polimiyozitinde göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Sonuç ve anahtar mesaj: Polimiyozit olgularının erken tanı konulması ve tedavinin erken başlanması hastalığın prognozu açısından son derece önemlidir. Anahtar Kelimeler: Polimiyozit, yutma güçlüğü, kas güçsüzlüğü Kaynaklar 1. 2. 3. 188 Lu X, Yang H, Shu X, ve ark. Factors predicting malignancy in patients with polymyositis and dermatomyostis: a systematic review and metaanalysis. PLoS One. 2014;9:e94128. Dobloug C, Garen T, Bitter H, ve ark. Prevalence and clinical characteristics of adult polymyositis and dermatomyositis; data from a large and unselected Norwegian cohort. Ann Rheum Dis 2014 (baskıda). Yeral M, Yüksel A, Sılanık A, ve ark. [Dermatomiyositis: a case report]. Istanbul Med J 2005;6:50-52. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-076] Anüler Eritem Gelişen Primer Sjögren Sendromlu bir Olgu Emine Duygu Ersözlü Bozkırlı1, Yasemin Yalçınkaya1, Mete Baba2 1 2 Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği, Romatoloji Bölümü, Adana Başkent Üniversitesi Adana Uygulama ve Araştırma Merkezi, Dermatoloji Anabilim Dalı, Adana Başvuru yakınması: 58 yaşında kadın hasta ağız kuruluğu, göz kuruluğu, tekrarlayan parotit atakları ve eklem ağrısı yakınmaları ile romatoloji polikliniğine başvurdu. Öykü, fizik muayene, laboratuar: Hastanın ağız ve göz kuruluğu son bir yıldır mevcuttu. Son 2 yılda toplamda 5 kez olmak üzere her iki parotis bezinde unilateral parotit atakları tarif etmekteydi. Artralji enflamatuvar vasıftaydı ve son 6 aydır özellikle el bilekleri ve metakarpofalangeal ve proksimal interfalangeal eklemlerde daha fazla olmakla beraber yaygın eklem ağrısı mevcuttu. Özgeçmişinde lomber diskopati ve safra kesesi operasyonu hariç özellik yoktu. Fizik muayenesinde patolojik bulgu saptanmadı. Göz muayenesinde bilateral Schirmer 4 mm saptandı. Yapılan ultrasonda bilateral parotis bezinde boyut artışı ve parankimde heterojenite mevcuttu. Laboratuvar incelemede tam kan sayımı ve CRP düzeyi normal sınırlarda, RF: 557 IU/ml(0-19), eritrosit sedimentasyon hızı 47 mm/h, ANA: 1/320 speckled pozitif, anti-SSA pozitif, anti-SSB negatif, anti-Sm/RNP negatif, anti-Scl-70 negatif, anti-Jo-1 negatif, anti-dsDNA ve c3, c4 normal sınırlarda saptandı. Tam idrar tetkiki normal olarak saptandı. Yapılan minor tükürük bezi biyopsisinin Sjögren sendromu ile uyumlu olması üzerine hastaya primer Sjögren sendromu tanısı konuldu. Tedavide hidroksiklorokin 2*200 mg po ve kuru göz için göz bölümü tarafından önerilen tedavi başlandı. İki yıl sorunsuz takip edilen hasta; gövdede daha fazla olmakla beraber bacakların proksimal kısımlarını da içerecek şekilde yaygın döküntü ve kaşıntı şikayeti ile başvurdu. Dermatoloji tarafından verilen steroidli kremlerden fayda görmemişti. Fizik muayenesinde gövdede ve ekstremite proksimalinde yaygın eritemli, squamlı papüller ve değişen boyutlarda anüler plaklar saptandı (Resim1). Laboratuvar bulguları normal sınırlardaydı. Dermatoloji tarafından tekrar değerlendirilen hastaya yapılan cilt biyopsisinde; epidermiste hiperkeratoz, parakeratoz, lenfosit ekzositozu, perivasküler lenfositler saptandı. Hastanın cilt lezyonları Sjögren sendromuna sekonder gelişen anüler eritem olarak değerlendirildi. Hastaya 15 mg/gün prednisolon po olarak başlandı. 15 gün sonra TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI lezyonlarda solma mevcuttu. Tedavisine devam edilen hastanın 2 hafta sonraki kontrolünde lezyonlarda hafif solmanın saptandığı ama lezyonların sebat ettiği ve hastanın kaşıntı şikayetinin devam ettiği saptandı. Tedavisine 2 mg/kg/gün azotiyopirin eklendi. 15 gün sonraki kontrolünde lezyonların belirgin olarak düzeldiği ve şikayetlerinin çok azaldığı tespit edildi (Resim 2). Tanı: Primer Sjögren sendromu, anüler eritem Tartışma: Sjögren Sendromu (SjS), egzokrin bezlerin, özellikle de tükürük ve gözyaşı bezlerinin, fokal lenfositik infiltrasyonu ile karakterize, etiyolojisi bilinmeyen, kronik otoimmün bir hastalıktır. SjS tek başına (primer) veya herhangi bir otoimmün romatizmal hastalık ile birlikte (sekonder) görülebilir. Genel toplumda sıklığı %0,5-2,7 arasında değişmektedir. Özellikle 40-50 yaşları arasında kadınlarda sık görülür ve K:E oranı değişen yayınlarda 9:1 ile 20:1 arasında raporlanmaktadır. Egzokrin salgı bezi hücrelerinin yüzeyinde bulunan bazı proteinler (SS-A gibi) ile bu proteinlere karşı oluşan antikorların etkileşimi sonucunda bu hücrelerde nekroz ve apoptoz olur. Açığa çıkan sitokinler lenfoproliferasyona yol açar (1). Hastalığın başlıca bulguları ağız ve göz kuruluğu (sikka kompleksi) olmakla birlikte diğer organ tutulumlarına ait bulgular da görülebilir. Sjögren sendromlu hastaların yaklaşık yarısında cilt bulguları gözlenmektedir. En sık olarak ciltte kuruluk Resim 1. 189 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu sendromuna sekonder gelişen anüler eritem Tip II olarak değerlendirildi. Bulguların subakut kutanöz lupus eritematozustan ayrımında SCLE’nin güneş gören yerlerde oluşması ve topical steroidlere hızlı yanıt vermesinden yararlanılabilir. Vakamızda da lezyonlar güneş görmeyen yerlerdeydi ve lokal steroide hiç yanıt vermemişti. AESS’nin nadiren epidermal atrofiye yol açması ama SCLE’de epidermal atrofinin sık görülmesi de ayrımda anahtar olarak kullanılabilir. Resim 2. gözlenmekte ve bunu vaskülit takip etmektedir. Vaskülit; purpura ve ürtikeryal bulgularla kendisini gösterir ve genellikle alt ekstremitede lokalizedir. Anüler eritem beyaz ırkta vakalar şeklinde tanımlanmış çok nadir bir cilt bulgusu olup Japon hastalarda daha sık görülmektedir. Üç klinik tipi mevcuttur. İzole halka tarzında lezyonlar olan ve yüksek sınırlı ve Sweet sendromunu taklit eden Tip I, subakut kutanöz lupus benzeri polisiklik eritem Tip II ve papüler böcek ısırığı benzeri eritem Tip 3 olarak tanımlanmıştır. Histolojik olarak perivasküler lenfosit infiltrasyonu saptanır. Literatürdeki Sjögren sendromu ile ilişkili 120 anüler eritemli vakanın tarandığı bir yayında hastaların % 75’inde hem anti-SSA hem de Anti-SSB pozitifliği saptandığı bildirilmiştir (2). Aynı yayında 120 hastanın 101’inin Tip I olduğu raporlanmıştır. 120 hastanın 113’ü Japon, 3’ü Koreli, 1’i Çinli, 1’i Myanmarlı ve 2’sinin Türk olduğu raporlanmıştır. Bizim vakamız muayene bulguları ve patoloji raporları göz önüne alındığında Sjögren AESS’nin tedavisinde belirlenmiş standartlar olmamakla beraber tüm Sjögren sendromuna sekonder cilt tutulumunda olduğu gibi oral ve topical steroidler birincil ilaç olarak tanımlanmıştır. Hidroksiklorokin de önerilen ilaçlardandır. En etkili steroid dozu 5-15 mg prednisolon olarak tanımlanmıştır fakat eğer rekürrens olursa steroid ihtiyacı artmaktadır. Topikal takrolimus kullanımının faydalı olduğuna dair yayınlarda mevcuttur. Hidroksiklorokin de önerilen tedaviler arasındadır. Hastamızda 400 mg gün hidroksiklorokin altında lezyonlar geliştiği için tedaviye ilk olarak steroid eklenmiş ve yeterli yanıt alınamayınca azotiyopürin ilave edilmiştir. Bu tedavilerle iyi yanıt alınan hastanın şikayetleri belirgin olarak düzelmiştir. Sonuç ve anahtar mesaj: Sjögren sendromlu hastalarda beyaz ırkta nadir de olsa anüler eritem gözlenebilen bir cilt bulgusudur. Tüm konnektif doku hastalıklarında olduğu gibi Primer Sjögren sendromlu hastalarda da cilt lezyonları önemsenmeli, cilt biyopsisi yapılarak doğru tanı almaları sağlanmalı ve biyopsi sonucuna göre tedavileri düzenlenmelidir. Anahtar Kelimeler: Anüler eritem, Sjögren Sendromu Kaynaklar 1. 2. 190 Fox RI. Sjögren’s syndrome. Lancet. 2005;366:321-31. Katayama I, Kotobuki Y, Kiyohara E, ve ark. Annular erythema associated with Sjögren’s syndrome: review of the literature on the management and clinical analysis of skin lesions. Mod Rheumatol 2010; 20:123-9. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-077] Hızlı Gelişen Akciğer Ve Böbrek Tutulumu: Yüklenme Mi? Enfeksiyon Mu? Vaskülit Mi? Cem Biçen, Garip Bekfilavioğlu, Coşkun Kaya, Melda Dilek, Hayriye Sayarlıoğlu Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Nefroloji Bilim Dalı, Samsun Başvuru yakınması: Halsizlik ve nefes darlığı olan 65 yaşında erkek hasta Kısa Öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Bilinen koroner arter hastalığı ve atrial fibrilasyon tanıları bulunan hastanın 15 gün önce halsizlik, öksürük, nefes darlığı yakınmaları başlamış. Mevcut yakınmaları nedeniyle dış merkezde tetkik edilen hastada anemi, sedimantasyon yüksekliği, kreatinin yüksekliği saptanmış. O dönemde çekilen akciğer tomografisinde bilateral plevral efüzyon tesbit edilmiş. Multipl myelom ön tanısıyla tetkik edilen hastanın takiplerinde nefes darlığının artması üzerine hasta fakültemiz acil servisine müracaat etmiş. Acil serviste yapılan değerlendirmede hastanın genel durumu orta, soluk ve dispneik görünümde, kalp aritmik, ek ses, üfürüm yok, her iki akciğer bazalinde ince krepitan ralleri mevcuttu. Göğüs hastalıklarınca yapılan değerlendirmede pnömoni düşünülüp meropenem ve levofloksasin tedavisi başlanmış, bronkoskopi planlanmış. İç hastalıkları bölümünce değerlendirilen hasta anemi, akut böbrek yetmezliği, multipl myelom ön tanılarıyla hematoloji servisine yatırılmış. Laboratuvar ve görüntüleme; idrar tetkikinde 30 mg/dl protein, 51 eritrosit saptandı. Eritrosit sedimantasyon hızı: 104mm/sa, CRP: 113, kreatinin: 5,9mg/dl, Ca: 8,6 mg/dl, K:5,5 m Eq/L, Na:131mEq/L, T.protein: 5,6gr/dl, Albumin: 2,1 gr/dl, WBC: 10,980, Hb: 8,5, PLT: 354000, levofloksasin ve meropenem kombine tedavisi başlandı. Multipl myelom düşünülürek yapılan tetkiklerde multipl miyelom ile uyumlu bulgular saptanmadı. Kreatinin düzeylerinde progresyonu olan ve idrar çıkışı azalan hastaya femoral katater takılarak hemodiyaliz tedavisi uygulandı, çekilen kontrol HRCT’de bilateral yaygın infiltrasyonu olan hastada (eski çekilen HRCT’e göre belirgin progresyon mevcuttu) reno-pulmoner sendrom düşünüldü. Tanıya götüren bulgular: Böbrek fonksiyon bozukluğuna eşlik eden akciğer tutulumu ve inflamatuar belirteçlerde yükseklik olması durumunda reno-pulmoner sendrom tanısı akla gelmeli ve pauci-immun vaskulitler öncelikli olarak düşünülmelidir. Akciğer ve böbrek biyopsisi, c-ANCA, p-ANCA düzeylerinin tayini ve boyanma paterni tanıda önemlidir. Kreatinin düzeylerinde progresyonu olan ve idrar çıkışı azalan hastaya femoral kateter takılarak hemodiyaliz tedavisi uygulandı, çekilen kontrol HRCT’de bilateral yaygın infiltrasyonu olan hastada (eski çekilen HRCT’e göre belirgin progresyon mevcuttu) göğüs hastalıkları ve radyoloji bölümlerince yapılan değerlendirmede pnömoni, volüm yüklenmesi, vaskülit ayrımı tam yapılamadı. Renopulmoner sendrom düşünüldü. Pauci-immün vaskulit düşünülerek p-ANCA, c-ANCA düzeyleri gönderildi, HRCT: Sağ akciğer bazalde ve sol lob posterior fissürde infiltrasyon saptandı. Arter kan gazında: PAO2: 74, PCO2: 18, HCO3: 10,2, saturasyon: %96, IgA: 2,4 mg/dl, IgG: 16,8 mg/dl, IgM: 0,5 mg/dl saptandı. Kemik iliği biyopsisinde plazma hücresi %5’in altında raporlandı. Ön tanılar: 1-Pnömoni, 2-Akut böbrek yetmezliği, 3-Multipl miyelom, 4-Reno-pulmoner sendrom Ayırıcı tanı: Bilateral plevral efüzyon, anemi, eritrosit sedimentasyon yüksekliği, kreatinin yüksekliği bulunan hastada pnömoni, akut böbrek yetmezliği (hastanın 15 gün önce bakılan kreatinin değeri: 1,4 mg/dl) ve multipl miyelom düşünüldü. Pnömoni nedeniyle hastaya Resim 1. Akciğer grafisi TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 191 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Resim 2. Yüksek rezolüsyonlu akciğer bilgisayarlı tomografisi (HRCT) Antibiyotik, pulse steroid 250 mg/gün, plazmaferez ve albumin replasmanı yapıldı. Tedavinin ikinci gününde ARDS gelişen hasta hastaneye yatışının üçüncü gününde vefat etti. Hastanın vefatından sonra p- ANCA +++ (formaline dirençli) olarak raporlandı. Tartışma: Hastada mevcut bulgular tek tek ele alındığında yeni gelişen hızlı seyirli böbrek yetmezliği, akciğerlerin bilateral yaygın tutulumun olması, inflamasyon belirteçlerinin yüksek olması, anemi ve aktif idrar sedimenti varlığı söz konusudur. Bu hastanın yönetiminde mutlaka multidisipliner yaklaşım gereklidir ve fakat tek taraflı bir bakış açısıyla hastalığı çözmek pek mümkün gibi gözükmemektedir (‘elinde bir tek çekici olan her şeyi çivi olarak görür’sözündeki yaklaşım gibi). Tıpta Occam Razor genellemesine göre hekim olanaklı olduğunca tüm belirti ve bulgular ne kadar farklı olursa olsun vakayı bir tek tanı ile açıklamaya çalışmalıdır (1). Hastadaki mevcut bulguların kesişme noktasından hareket etmek mantıksal olacaktır, böyle bir durumda pnömoni (özellikle atipik, sistemik ve agresif seyirli Legionella pnömonisi), akut böbrek yetmezliğine eşlik eden hipervolemi, multipl miyelom ve reno-pulmoner sendrom ayırıcı tanılar arasında yer alır (2). Bu olgumuzda yukarıda sayılan hastalıkların hepsi tek tek değerlendirilip ayırıcı tanıları yapılmış ve hastaya gerekli tedavisi verilmiştir. Hastanın takibinde hastalığın progrese olması nedeniyle seroloji sonuçları beklenmeden vaskülit tedavisi başlanmış ancak hasta tedavinin üçüncü gününde vefat etmiştir. Hastanın vefatından sonra p-ANCA +++ formalin dirençli olarak raporlanmıştır. Tanı: ANCA ilişkili vaskulit, reno-pulmoner sendrom Sonuç ve anahtar mesaj: Karmaşık semptom ve mutisistemik yakınmaları olan hastalarda sistemik seyirli vaskülitler tanıda mutlaka akla gelmelidir. Anahtar Kelimeler: Pnömoni, multipl myelom, reno-pulmoner sendrom, ANCA ilişkili vaskülit Kaynaklar 1. 2. 192 Nefroloji klinik olgu çözümleri 2011, yazar Menna Clatworthy, çeviri editörü Prof. Dr. Şehsuvar Ertürk, syf: 78,978-605-397-126-9 Kallenberg CG. Key advances in the clinical approach to ANCA-associated vasculitis. Nat Rev Rheumatol. 2014;10:484-93 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-078] Eritema Nodozumun Nadir bir Nedeni: Granülomatöz Mastit Soner Önem1, Lütfi Akyol2, Zafer Emer1, Metin Özgen2, Mehmet Sayarlıoğlu2 1 2 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Samsun Başvuru yakınması: Her iki ayak bileğinde ve bacaklarında kızarıklık, ağrı yakınmaları ile başvuran 31 yaşında kadın hasta. Kısa öykü, fizik muayene ve laboratuar bulguları: Dört hafta önce sağ ayak bileğinde, bir haftadır da sol ayak bileğinde kızarıklık ve ağrı şikayeti ile başvurdu. Dirsek, diz ve el bileklerinde ağrı yakınması vardı, ancak eklemlerde şişlik ve kızarıklık tanımlamıyordu. İnflamatuar bel ağrısı yoktu. Ateş öyküsü yoktu. Yedi ay önce sol memede kızarıklık ve şişlik yakınmasıyla genel cerrahi tarafınca değerlendirilmiş. Sol memeye yönelik ultrasonografi (USG) incelemesinde sol aksillada büyüğü 30x15 mm boyutlu, hilusu seçilebilen kalın korteksli reaksiyonel lenf nodu saptanmış. Sol meme areola çevresinde ölçülen en geniş boyutları 8x7 cm boyutlu geniş duktuslara doğru uzanım gösteren hiperekojen, yoğun ve heterojen içerikli net sınır vermeyen abse kavitesi ile uyumlu görünüm saptanmış. Abse nedeniyle drenaj yapılmış ve antibiyotik tedavisi sonrasında da biyopsi ile granülomatöz mastit tanısı konulan hastaya steroid tedavisi verilmiş. 3 ay önce sağ memede kızarıklık ve şişlik nedeniyle USG ile tekrar değerlendirilmiş. Sağ memenin orta iç kadranında yaklaşık 3 cm çaplı heterojen, hipoekoik, retroareolar bölgedeki duktuslara benzer ekoda ancak kaviteleşmemiş, abseleşmemiş, kitlemsi görünüm dikkati çekmiş (abseleşmemiş erken dönem granülamatöz mastit bulgusu?). Meme akıntısından alınan eksuda kültürü, ARB, mikobakteri kültürü, mantar kültüründe üreme olmamış. (0-35),kreatinin:0.59 mg/dl (0,4-1,40), idrar analizinde özellik yoktu. Sistem sorgulamasında oral aft mevcuttu. Ateşi, üveiti, fotosensitivesi, nefes darlığı, öksürüğü, artriti, ishali, genital ülseri, tromboz öyküsü, oral kontraseptif kullanımı yoktu. Ön tanılar: 1- Behçet Hastalığı, 2- Sarkoidoz, 3- Reaktif artrit, 4- İnflamatuar barsak hastalıları, 5- İlaçlar, 6Enfeksiyonlar, 7- Gebelik Ayırıcı tanı: Eritema nodozum etyolojisini belirlemek için yapılan değerlendirmelerde; hastanın hikayesinde kuru öksürüğü, nefes darlığı yoktu. Fizik muayenede periferik artrit yoktu. PA akciğer grafisi ve solunum fonksiyon testleri normaldi. HRCT’de lenfadenopati saptanmadı. Serum kalsiyum, ALP değeri normal sınırlardaydı ve RF negatifti ve PPD testi negatifti. Sarkoidoz tüberküloz hastalığı bulgusu yoktu. Behçet hastalığının prevelansının ülkemizde yüksek olmasından dolayı eritema nodozumun sık sebeblerinden biridir. Behçet hastalığı açısından değerlendirildiğinde tekrarlayan oral aft, genital ülser, üveit, artrit, akneiform lezyonlar, tromboz öyküsü yoktu. Paterji testi negatifti. İnflamatuar barsak hastalığı açısından hastada ishal atakları, eklemlerde şişlik, kızarıklık, karın ağrısı gibi semptomları yoktu. Gastroskopi ve kolonoskopi normaldi. Endoskopik biyopsilerde patoloji saptanmadı. MR enteroklizis de normaldi. Özgeçmiş: 10 yıl önce tiroid papiller kanseri nedeniyle opere olmuş, üç yıl önce nüks nedeniyle sol radikal boyun diseksiyonu yapılmış ve radyoaktif iyot tedavisi tedavisi almış. Levotiroksin ve kalsitrol kullanmaya devam ediyordu. Fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Sağ ayak bileği 10 cm yukarısında ve medialinde eritema nodozum (Resim 1), sol memede üst dış kadranda ülsere üzeri endurasyon gösteren akıntılı lezyonları mevcuttu (Resim 2). WBC:9600 bin/uL (3900-11700), hemoglobin:8,8 gr/dL (12-15), trombosit:540000 bin/uL (172000-440000), sedimantasyon:54 mm/saat(0-20), CRP:20 mg/L (0-3,5), RF: negatif, CCP: negatif, AST:12 u/l (8-46), ALT:6 u/L TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Resim 1. Sağ ayak bileği 10 cm yukarısında ve medialinde eritema nodozum 193 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Tartışma: Eritema nodozum en sık rastlanan pannikülit tipidir. Patogenezinde çeşitli antijenik uyaranların tetiklediği gecikmiş tipte aşırı duyarlılık reaksiyonu suçlanmaktadır. Eritema nodozum genellikle 2. ve 4. dekatta görülürken, 20-30 yaş arasında pik yapar. Kadınlarda 3-6 kat daha sık rastlanır. Klinik olarak pretibial alanlarda yerleşen bilateral ağrılı hassas nodüllerle karakterizedir. Üçaltı hafta sonunda skar bırakmadan spontan iyileşirler. Nadiren tibia yan yüzlerde, kollarda ve boyunda, hatta yüzde görülebilir. Bu alanlardaki lezyonlara genellikle bacak lezyonları eşlik eder. Resim 2. Sol memede üst dış kadranda ülsere, üzeri endurasyon gösteren akıntılı lezyon: Granülamatöz mastit İlaçlara bağlı eritema nodozum %20 oranında görülmektedir. Başlıca sorumlu tutulan ilaçlar oral kontraseptif ve sülfonamidlerdir. Hastamızda bu gruptan herhangi bir ilaç kullanmıyordu. Enfeksiyon eritema nodozum etyolojisinde sık rastlanan bir faktördür. En sık görülen streptokoksik farenjit; erişkinlerde %48, çocuklarda %44 oranında saptanır. ÜSYE dışında yersinia, viral hepatitler, idrar yolu enfeksiyonları, sistemik mikozların da eritema nodozum etyolojisinde rolü bulunmaktadır. Hastamızda geçirilmiş veya aktif bir enfeksiyon yoktu. Hepatit paneli negatifti. İdrar analizinde özellik yoktu. Alınan kültürlerde üreme olmamıştı. Eritema nodozum gebelikte %4.6 oranında görülmektedir. Lösemi, lenfoma gibi özellikle hematolojik malignitelere eşlik edebilir (1). Tanı: Granülomatöz mastit ile ilişkili eritema nodozum Granülomatöz mastit (GM), memenin etyolojisi çok iyi bilinmeyen nadir inflamatuar hastalıklarındandır. İyi huylu bir durum olmasına rağmen memenin habis tümörlerini taklit etme özellikleri ile beraber memede abse, sinüs oluşumu ve selülit gelişmesine neden olabilmektedir. Meme kanserini taklit etmesi nedeniyle de bu tanıyı dışlama amaçlı tekrarlayan kor veya insizyonel biyopsilere gereksinim duyulabilmektedir (2). Eritema nodozumun yaygın nedenleri arasında infeksiyonlar, ilaçlar, inflamutar bağırsak hastalıkları, sarkoidoz, behçet hastalığı,tüberküloz yer almaktadır. %32-72 oranında etyoloji belirlenemedeği için idiyopatik olarak kabul edilir. GM ve EN birlikteği sık olmasa da literatürde bildirilmektedir (3). Sonuç ve anahtar mesaj: Eritema nodozum benign veya malign karakterde birçok hastalıkla birlikte görülebilmektedir. Biz burada eritema nodozum tespit edilen hastalarda etiyolojik nedenler arasında çok nadir görülen granülomatöz mastitinde akılda tutulması gerektiğini vurgulamak istedik. Anahtar Kelimeler: Eritema nodozum, granülomatöz mastit Kaynaklar 1. 2. 3. 194 Arife Öz, Kenan Aydoğan, Şaduman Balaban. Eritema Nodozum Epidemiyolojisi: Beş Yıllık Retrospektif Çalışma Turk J Dermatol 2012;6:87-90 Alper Parlakgümüş, Sedat Yıldırım. İdyopatik granülomatözmastitte steroid tedavisi ile tıbbi izlem ve cerrahi tedavinin karşılaştırılması: Klinik deneyimimiz. Ulusal Cerrahi Dergisi 2012; 28:134-138 Cemal Bes, Mehmet Soy, Seref Vardi ve ark. Erythema nodosum associated with granulomatous mastitis: report of two cases Rheumatol Int 2010;30:1523–1525 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-079] Karaciğer Sirozu Olan Tip 1 Diyabet Hastasında Poliartertis Nodosa ve Yaygın Tromboz, Nadir bir Vaka Orhan Zengin1, Gezmiş Kimyon1, Nergiz Hüseynova1, Samet Alkan2, Ahmet Mesut Onat1 1 2 Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Romatoloji Bilim Dalı, Gaziantep Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep Başvuru yakınması: 41 yaşında erkek hasta, künt vasıfta şiddetli karın ağrısı iştahsızlık ve halsizlik şikayeti ile başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: 30 yıldır tip 1 diyabet ve 10 yıldır portal agenezi ve karaciğer sirozu tanılarıyla izlenen hasta yaygın karın ağrısı ile başvurdu. Yirmi gündür olan karın ağrısı aynı şiddette devam ediyormuş ve gıda alımı ile ilişkisizmiş. Ayrıca hastanın son zamanlarda iştahsızlık ve halsizlik şikayeti varmış. Fizik muayenede bitkin görümde olan hastanın konjüktivaları soluktu, batında hassasiyet vardı, defans, rebaund yoktu. Fizik muayenede başka patoloji saptanmadı. Tam kan sayımında hemoglobin 12,5 g/dl, platelet 165.000 mm3, beyaz küre 5700 mm3 olarak saptandı. C-Reaktif Protein (CRP) 128 mg/dl, sedim 40mm/saat, üre 26mg/dl, kreatinin 0.55 mg/dl, ürik asit 3.4 mg/dl, total protein 6.45 g/dl, albümin 3.5 g/dl, globülin 2.45 g/dl, kalsiyum 8.9 mg/dl, AST 15 u/L, ALT 25 u/L idi. Tam idrar tetkiki normaldi. Ön tanılar: 1- Mezenter iskemi 2- Maliniteler 2 adet anevrizma, sağ eksternal ilak ve obturatuar vende trombozla uyumlu dolma defekti izlendi (Resim 1). Hastada mevcut klinik ve laboratuar bulgularla poliarteritis nodosa (PAN) düşünüldü. Tanıya götüren bulgular: Hastanın karın ağrısına eşlik eden akut faz yüksekliği olması anjiyografide multiple anevrizmaları olması poliarteritis nodosa tanısı konulmasını sağlamıştır. Tartışma: PAN orta ve küçük çap damarları etkileyen primer sistemik nekrotizan vaskülittir. Ateş, iştahsızlık, kilo kaybı, kas ve eklem ağrıları gibi genel semptomlar sıktır ve birlikte etkilenen organ/doku hasarına veya fonksiyon bozukluğuna bağlı semptomlar görülür. Gastrointestinal sistem belirtileri genellikle diğer sistemik vaskülit belirtileri ile birliktedir. Karın ağrısı gastrointestinal tutulumun en önemli semptomudur ve tutulan organ yerleşimini yansıtır. Mezenter arterlerin inflamasyonuna bağlı yaygın karın ağrısı, bulantı kusma, pankreatit, kanlı/kansız diyare, barsak infarktüsü, kanama, perforasyon ve akut karın tablosu gelişebilir. Arteriografide özellikle renal, mezanterik ve hepatik arter dallarında 1-5 mm çapında sakküler veya fusiform mikroanevrizmalar (%30-60) ve arterlerde stenotik bulgular görülür. 3- Pankreatit 4- Enfeksiyöz hastalıklar 5- Vaskülitler Ayırıcı tanı: Hastada amilaz normal (59 u/L) olduğundan pankreatit ekarte edildi. Yapılan abdominal ultrasonografide karaciğer parankimi heterojen ve kaba, portal ven vizüalize edilemedi ve portal hilusta kavernöz transformasyon vardı. Abdominal tomografide splenik, hepatik arter, süperior mezenterik arterde mutiple anevrizmalar saptandı. Böylece maligniteden uzaklaşıldı ve ön planda vaskülit düşünüldü. P-ANCA ve C-ANCA negatif olarak raporlandı. Konvansiyonel anjiyografide çölyak trunkusta %90 üzeri darlık, splenik arterlerde 1.5 cm’e ulaşan multiple anevrizmatik dolum izlenmiş, süperior mezenterik arterde 3.5 cm’e ulaşan sakküler anevrizma ve çok sayıda anevrizmatik görünüm, sağ renal arterde TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Resim 1. Splenik, süperior mezenterik ve sağ renal arterde mutiple anevrizmalar 195 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Parankim içi mikroanevrizmalar PAN için patognomiktir. Mezenterik ve renal anevrizmaların birlikteliği PAN tanısını güçlendirir. PAN dışında multiple anevrizma formasyonu olan diğer durumlar (Wegener Granülomatozu, Churg-Strauss Sendromu, Behçet Hastalığı) akılda tutulmalıdır. Tanı: Poliarteritis nodoza Sonuç ve anahtar mesaj: Karın ağrısı ile başvuran hastalarda vakülitler ve PAN ayırıcı tanıda yer almalıdır. Anahtar Kelimeler: Karın ağrısı, anevrizma, poliarteritis nodosa Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 196 Jenette JC, Fallk RJ, Andrassy K, ve ark. Nomenclature of systemic vasculitides.Proposal of an international consensus conference. Arthritis Rheum 1994;37:187-92. Lie JT. Systemic and isolated vasculitis. A rational approach to classification and pathologic diagnosis.Pathol Annu 1989;24:25-114. Lightfoot RW Jr, Michel BA, ve ark. The American College of Rheumatology 1990 criteria for the classification of polyarteritis nodosa. Arthritis Rheum 1990;33 1088-93. Tokgöz G, Duman M, Düzgün N, ve ark. Periarteritis nodoza (Bir olgu nedeniyle) Ankara Tıp Bülteni 1983;5:311-316. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-080] Kalsiyum Pirofosfat Dihidrat (CPPD) Kristal Depo Hastalığı Olan Genç Kadın Hasta Fatih Karaarslan, Serap Seringeç Karabulut, Nergis Erdoğan İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Anabilim Dalı, İstanbul Başvuru yakınması: Yirmi iki yaşında, evli, çocuksuz, ev kadını hasta, Aralık 2009’da sırt, omuz ve dizlerde ağrı şikayetiyle başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuvar bulguları: İki üç yıldan beri sağ omuzunda, ayda birkaç kez, geceleri artan, bir hafta kadar süren ağrı ve 1-2 saat süren sabah tutukluğu, birkaç saat süren karın ağrısı ve ateş atakları da tarif etmekteydi. Anamnezinde dizlerinde, el ve ayak bileklerinde şişlik, kalçasında ağrı şikâyeti de olan hastanın sağ dizinden iki, sol dizi ve sol ayak bileğinden bir kez eklem sıvısı aspire edilmişti. Sistem sorgulamasında ağrılı dönemlerde nefes darlığı, çarpıntı, ağız kuruluğu, yılda birkaç kez oral aft, uyku bozukluğu, adet düzensizliği vardı. Sol gözünde 5-6 yıl önce bulanık görme şikâyeti olmuştu. Soy geçmişinde babasında iltihaplı romatizma ve ağabeyinde ankilozan spondilit olduğu söylenen bir romatizmal hastalık öyküsü vardı. Fizik muayene: TA: 125/80 mmHg, vücut yapısı normaldi. Sistemik muayenesinde patolojik bulgu saptanmadı. Lokomotor sistemde: Servikal ve lomber hareketleri her yönde 2-3 kısıtlı, bilateral FABERE 3+, FADIR 1+ kısıtlı, ağrılı, el-yer mesafesi: 35cm bulundu. Diğer periferik ve aksial eklem muayenesi normaldi. Laboratuvar bulguları ve tanıya yardımcı diğer tetkikler: Sedimentasyon (ESH): 26mm/saat, WBC: 9800/ mm3, Hgb: 11,8 g/dL, Hct: 34,2%, Plt: 351 000/mm3, AKŞ: 90 mg/dL, Kre: 0,5 mg/dL, Ürik asit: 3,2mg/dl AST: 17 U/L, ALT: 6U/L, CK: 49 U/L, Ca: 9,4mg/dL, P:3,6mg/ dl, ALP: 141mg/dl, GGT: 8 U/L LDH: 255mg/dL, PTH: 45pg/ml, FT4: 15,6 mIU/L, TSH: 2,13 mIU/L, Fe:31μg/dL, Ferritin: 29-49ng/ml, Potasyum: 3,9 mmol/L, Total ve direkt bilirubin düzeyleri normal, CRP: 5,1 mg/L, HbsAg, Antı Hbs ve Anti-HCV negatif bulundu. Tam idrar tahlilinde: Protein negatif, sedimentinde 2-3 lökosit mevcuttu. Tiroid USG’si “normal” bulunmuştu. Ailevi Akdeniz Ateşi (AAA) için yapılan araştırmada MEFV geninde mutasyon saptanmadı. Hasta HLA-B51 ve HLA-B27 doku gruplarını taşımıyordu. RF (Romatoid Faktör), Anti-CCP (Anti- Cyclic Citrullinated Peptide) ve ANA (AntiNükleer Antijen) testleri negatifti. Sakroilyak TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI MR’da bilateral sakroilyak eklemde daralma ve düzensizlikler, STIR incelemede aktif ödem ve inflamasyon lehine kanıt yoktu. Hasta infertilite tedavisi almakta olduğundan eklemlerin direkt grafileri çektirilemedi. Klinik tablo omurgayı ve periferik büyük eklemleri simetrik tutan bir poliartrit ve spondilit olması gerekçesiyle Seronegatif spondartropati (SpA) olarak değerlendirildi, non-steroidal antiromatizmal ilaç (NSAİİ) tedavisi verildi. 2010 yılı başlarında sağ ayak bileği, her iki dizde ileri derecede şişlikle başvuran hastanın sağ dizinden 45ml, sol dizinden 60ml sinovial sıvı aspire edildi, müsin pıhtısı 3+, hücre sayısı 5600/mm3 bulundu, kültürü steril kaldı. Hastada saptanan simetrik poliartrit tablosu ile RA düşünülerek metotreksat 15mg/hafta + prednizolon 10mg/g + Sülfasalazin 2000mg/g başlandı. İki ay sonra karaciğer enzimlerinde yükselme (AST:154 IU/L, ALT=253 IU/L) ve karın ağrısı, bulantı, kusma şikâyetleri üzerine ilaçları kesildi, hidroksiklorokin 200 mg/g + NSAİİ tedavisi başlandı. Eylül 2010’da sağ ve sonra sol dizde, Ekim 2010’da sağ dirsekte, sağ omuzda, el bileğinde, başparmağında ve sol ayak bileğinde şişlikler saptandı. Tutulan eklemlere lokal kortikosteroid enjeksiyonları uygulandı, tedavisine prednizolon (5mg/g) eklendi. Hasta gebelik isteği nedeniyle diğer tedavilerini bıraktı. Gebelik şüphesiyle Ocak 2012’de kortikosteroid de kesildi. Şubat 2012’de gebe kalan hastanın sağ diz, sol ayak bileğinde şişlikleri oldu, ilgili eklemlere lokal enjeksiyonlar yapıldı. Doğum sonrası dizlerde, sağ el başparmakta, sağ ayak bileğinde şişlikler oldu, dizlerden aspirasyon ve lokal intraartiküler kortikosteroid enjeksiyonları yapıldı. Eklem şikâyetlerinin artması üzerine Aralık 2012’de, prednizolon (5mg/g) ve sülfasalazin (2x1000mg/gün) başlandı ve hasta kısmen yararlandı. 2014’te dizlerde şişlik şikâyetiyle başvuran hastadan ilk kez radyolojik inceleme istenebildi. Grafilerinde diz eklemlerinde tibia ve femur hyalin kartilajlarında, simfizis pubiste, el bileği trianguler fibrokartilajında, kalça eklemleri labrumu ve femur hyalen kıkırdaklarında, omuz ekleminde humerus başı proksimalinde, akromioklaviküler eklemde, akromion ve klaviküla hyalen kıkırdaklarında Kalsiyum Pirofosfat Dihidrat 197 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Resim 1. AP Diz Grafisinde Lineer Kalsifikasyonlar Resim 2. AP kalça grafisinde simfizis pubiste ve kalça eklemleri labrumunda lineer kalsifikasyonlar (CPPD) artropatisi ile uyumlu belirgin lineer kalsifikasyonlar saptandı. (Resim 1, 2) bulgularında akut faz yanıtı olmayışı, RF ve Anti-CCP’nin negatif bulunması RA tanısından uzaklaştırmaktaydı. Ayırıcı tanılar: Hastanın karın ağrısı ve ateş ataklarıyla birlikte artritinin olması FMF kronik artriti düşündürmekteydi. Ancak hastanın artritlerinin poliartiküler olması, FMF genetik mutasyon analizinde mutant gen saptanmaması, ailesinde FMF hastalığı öyküsü bulunmaması FMF kronik artriti tanısını dışlamaktaydı. 1. Seronegatif spondartropati (SpA) a. Psöriatik artrit (PsA) b. İnflamatuar Barsak Hastalığı İlişkili SpA (İBH-SpA) 2. Seronegatif romatoid artrit (RA) 3. FMF kronik artriti 4. Sistemik Lupus Eritematozus (SLE) Omurgasındaki kısıtlanmalar, ayak bileği, diz ve kalça gibi alt ekstremite büyük eklemlerinde artrit atakları, göz şikâyeti, sakroileit yönünden kuşkulu MR bulgusu, ailede AS öyküsü ve HLA-B27 negatifliği ile ön planda AS dışında bir SpA (PsA, İBH- SpA) olarak değerlendirildi. Kendisinde ve ailesinde psöriazis ve inflamatuar barsak hastalığı olmayışı, omurgasında kısıtlanma bulgularına karşın HLA-B27 negatifliği bu tanıları dışlıyordu. Takiplerinde dirsek, el bileği gibi eklemlerinde de artrit atakları olması ve artritlerinin özellikle diz eklemlerinde kronik hal alması sonucunda bu tanıdan uzaklaşılarak seronegatif RA tanısı düşünüldü. Ancak, laboratuvar 198 Hastanın eklem bulguları, doğurganlık yaşında kadın olması SLE düşündürebilirdi ancak, malar ve diskoid raş, fotosensitivite, oral ülser ve diğer klinik bulgu saptanmaması, ANA testinin negatif olması SLE tanısından uzaklaştırmaktaydı. Doğum ve laktasyon sonrası çekilebilen direkt grafilerinde ön tanıların hiç birisine uymayan bir Kalsiyum Pirofosfat Dihidrat Artropatisi (CPPD) tablosu ile karşılaşıldı. Tanıya götüren bulgular: Uygun teknik donanım olmadığından sinovyal sıvıda CPPD kristalleri gösterilemedi. Direkt grafilerinde CPPD tanısı için gereken iki koşuldan birisi olan başta diz, el bileği ve simfizis pubis olmak üzere hyalen ve fibrokartilajda tipik lineer kalsifikasyonların TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i saptanması tanımızın CPPD kristal depo hastalığı olarak kesinleşmesini sağladı. saptanmamıştır. Bu gerekçelerle başta diyabet, hemokromatozis olmak üzere metabolik nedenler dışlanmıştır. Tartışma: CPPD kristal depo hastalığı CPPD kristallerinin artiküler dokuda, yaygın olarak fibrokartilaj ve hyalin kartilajda birikmesiyle oluşur (1). Kondrokalsinozisin en yaygın sebebidir ve en sık görülen 3. inflamatuar artrittir (1). Yaşlanma, osteoartrit, öncesinde eklem travması/hasarı, diyabet, hemokromatozis, primer hiperparatirpoidizm, hipofosfatezi, hipomagnezemi gibi metabolik hastalıklar ve ailesel yatkınlık tanımlanmış risk faktörleridir (1,2). Genç yaşta görülen CPPD kristal depo hastalığı ile ilgili literatürde olgu bildirileri yer almaktadır. Literatürdeki bir Japon olgu sunumunda 34 yaşında erkek hastada ailesel yada metabolik bir neden bulunmayıp idiyopatik CPPD kristal depo hastalığı olarak sunulmuştur (4). Bir başka olgu sunumunda 24 yaşında kadın hastada altta yatan herediter ve metabolik bir neden bulunamamış ve idiyopatik CPPD kristal depo hastalığı olarak bildirilmiştir (5). Ayrıca erken (3.-4. dekad) başlangıçlı poliartiküler, monogenik kalıtsal ailesel CPPD formu da tarif edilmiştir (2,3). İlk olarak Çek ailelerde tanımlanmasını takiben ailesel CPPD farklı etnik gruplarda ve dünyada birçok ülkede görülmüştür (3). Moleküler genetik çalışmalar, ailesel CPPD için iki farklı genetik lokasyon tanımlanmıştır: Birincisi (CCAL1) kromozom 8’in uzun kolunda (8q) bir mutasyonla ilgilidir ve ciddi OA ile ilişkilidir. İkincisi (CCAL2) kromozom 5 ‘in kısa kolundaki (5p) bir mutasyon sonucudur ve sorumlu gen ANKH (Ankylosis human gen) olarak tanımlanmıştır (2, 3). 1961’de McCarty ve arkadaşları dizlerinde akut sinovitleri ve kondrokalsinozisi olan hastaların dizlerinden alınan sinovyal sıvıda kalsiyum pirofosfat (CPP) kristallerini belirlediler ve bu kristaller için CPPD terimini tanımladılar (1). Bu kristal artropatisinin guta benzerliği psödogut olarak adlandırılmasına yol açmıştır. Daha sonraları diğer artrit formlarını taklit eden yeni vakalarla farklı sınıflandırmalar yapılmış, altı farklı klinik seyir tipi tarif edilmiştir: Psödogut (Tip A), Psödo-romatoid artrit (Tip B), Psödo-osteoartrit (Akut atak ile birlikte, Tip C), Psödoosteoartrit (İnflamasyonsuz, Tip D), Asemptomatik (Tip E), Psödo-nöropatik (Tip F) (1). Kronik CPPD kristal inflamatuar artritleri %89 mono/ oligoartiküler, %11 poliartikülerdir (1). Diz en yaygın tutulum hedefi olmakla birlikte radyokarpal, glenohumoral eklemler, dirsek, el bileğinde trianguler fibrokartilaj, intrinsik karpal ligamentler, kapsüllerin kalsifikasyonu, symfizis pubis ve kalça labrumu daha az sıklıkta tutulan bölgelerdir (1). CPPD diyabet, gut, hemokromatozis, primer hiperparatirpoidizm, hipofosfatezi, hipomagnezemi gibi çeşitli metabolik bozukluklarla birlikte görülebilmektedir (1). Hastamızda kan glukoz, kalsiyum, fosfor, ürik asit, PTH, potasyum, serum demir, total demir bağlama kapasitesi, ferritin düzeyi ve tiroid USG normal bulunmuş, sistemik muayenesinde hepatomegali Hastamızda çok erken başlangıçlı poliartiküler tipte CPPD tablosu görülmesi, aile anamnezinde baba ve ağabeyinde romatizmal hastalık olması ailesel tip poliartiküler CPPD olasılığını güçlendirmekte, aile üyelerinin incelenmesini gerektirmektedir. Tanı: CPPD kristal depo hastalığı (Ailesel?) Sonuç ve anahtar mesaj: CPPD kristal depo hastalığı sıklıkla ileri yaşta (>60 yaş) görülmekle birlikte nadiren genç yaşta da görülebildiği, genç yaş vakalarda altta yatan metabolik nedenlerin ve ailesel geçiş öyküsünün araştırılması gerektiği akılda bulunmalıdır. Anahtar Kelimeler: Artrit, kalsiyum pirofosfat dihidrat, kristal artropatisi Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. Zhang W, Doherty M, Bardin T, ve ark. European League Against Rheumatism recommendations for calcium pyrophosphate deposition. Part I: terminology and diagnosis Ann Rheum Dis 2011;70:563–570. Abhishek A, Doherty S, Maciewicz R, ve ark. The association between ANKH promoter polymorphism and chondrocalcinosis is independent of age and osteoarthritis: results of a case-control study. Arthritis Res Ther 2014;16:R25. Pascal Richette P, Bardin T, Doherty M. An update on the epidemiology of calcium pyrophosphate dihydrate crystal deposition disease Rheumatology 2009;48:711–715. Masanori H., Tomomi M., Hirotaka T. Idiopathic widespread calcium pyrophosphate dihydrate crystal deposition disease in a young patient Skeletal Radiol 2002;31:246–250. Hammoudeh M, Siam AR. Pseudogout in a young patient. Clin Rheumatol. 1998;17:242-5. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 199 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-081] Tekrarlayan Polikondrit; Nadir Görülen bir Vaka Ben Azir Hymabaccus1, Abdulsamet Erden1, Ömer Karadağ2, Umut Kalyoncu2 1 Hacettepe Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara 2 Başvuru yakınması: 45 yaşında erkek hasta, çiftçi. Göz hastalıklarında sklerit saptanan hasta romatoloji bilim dalına konsülte edildi. Kısa öykü, fizik muayene bulguları, laboratuar: Varikosel dışında bilinen hastalığı olmayan hasta Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne (HÜTF) başvurmadan yaklaşık 6 ay önce sağ kulak kepçesinde kızarıklık, şişlik ve ağrı şikayeti başlamış. Kulak kepçesinde akıntı olmamış ve işitme kaybı olmamış. Bu şikayetlerle mükerrer doktor başvurusu olan hasta çeşitli antibiyotikler ve topikal tedaviler kullanmış ancak herhangi fayda görmemiş. 1,5 ay önce hastanın sol gözünde batma, ışığa bakmakta zorlanma ve bulanık görme şikayetleri başlamış. Hastanın geceleri uykudan uyandıracak kadar sol göz çevresinde ve alnında ağrı, yanma yakınmaları mevcutmuş. Hastanın sol gözünün alt yarısında kızarıklık fark etmiş. HÜTF Göz hastalıkları bölümüne başvuran hastaya yapılan tetkikleri sonucunda sklerit saptanmış. Hasta Romatoloji bölümüne konsülte edildi. Hastanın bakılan anti nükleer antikor titresi 1/320 (Tipi: homojen, granüler ve nukleolar paternde. Sitoplazmik boyanma pozitif), Romatoid faktör negatif, C3 132 (normal), C4 17.6(normal), ANCA negatif, anti dsDNA 1.1, anti-fosfolipid antikoru IgM negatif, Anti-fosfolipid antikoru IgG negatif, anti-Beta2 glikoprotein IgM negatif, anti-Beta2 glikoprotein IgG negatif, eritrosit sedimentasyon hızı 6mm/sa (normal), CRP 2.03 (yüksek), IgA 271 (normal), IgM 146 (normal), IgG 1080 (normal), LDH 174 (normal), ferritin 195 (yüksek), haptoglobulin 205 (normal) olarak saptanmış. Hastanın sağ kulağında kızarıklık mevcutmuş ve muayenesinde kulak kıkırdağın normal sertliğini kaybetmiş ve daha yumuşak olarak palpe edildi. Hastanın kulak kıkırdağından biyopsi alındı ve patolojisi kartilaj içinde mononukleer iltihabı hücresel reaksiyonu, kondritle uyumlu bulgular olarak raporlandı. Tekrarlayan polikondrit (TP) tanısıyla hastaya 3 gün boyunca günlük 1000 mg metilprednizolon verildi. 3 gün pulse steroid tedavisi ile hastanın sol gözdeki kızarıklık geçmemesi üzerine tekrar Göz bölümüne konsülte edildi ve yapılan testler sonucunda episklerit saptandı. Pulse steroid tedavisine rağmen tam düzelmeyen hastaya siklofosfamid tedavisi verildi. 200 Siklofosfamid sonrasında hastanın göz inflamasyon bulguları ve kulaktaki kızarıklık ve ağrı şikayetinde belirgin iyileşme saptandı. Hastaya idame tedavi olarak 60 mg metil-prednizolon verildi ve takiplerinde steroid azaltma şeması planlandı. TP birçok proteoglikan içeren yapı (kalp kapakçıkları, iç kulak, trakea, damarlar) etkilendiği için tutulum saptanması için hastaya toraks bilgisayarlı tomografisi çekildi ve sentrilöbüler amfizem saptandı, trakea ve bronşiyal tutulumu görülmedi. Hastaya çekilen aorta ve ana dalları bilgisayarlı tomografi anjiyografisinde aorta ve ana iliak arterdeki görünüm aterosklerostik ile uyumlu ve yaşına göre aterosklerotik değişiklikler ileri düzeyde, sağ ana iliak arterde ve infrarenal abdominal aortada ülserasyon görünümü saptandı. İnsidental olarak sağ adrenal bezde1.3x1.6 cm nödüler lezyon görüldü. Hastaya transtorasik ekokardiyografi yapıldı ve ejeksiyon fraksiyon %61, eser mitral yetmezliği ve eser triküspüt yetmezliği saptandı. Hastaya yapılan testlerde bilateral minimal sensorinöral işitme kaybı saptandı. Steroid tedavi altında hastanın takip edilen plazma glukoz seviyesi yüksek seyretti. Hastaya insülin tedavisi başlandı. TP vakalarında miyelodisplastik sendrom riski arttığı biliniyor. Hastanın bakılan hemoglobin düzeyi 17 g/dl, lökosit ve platelet değerleri normal sınırlarda olduğu için ileri araştırma yapılmadı. Tartışma: Tekrarlayan Polikondrit (TP), kronik, epizodik kıkırdak yapıların iltihabı ile giden nadir görülen bir otoimmun sistemik hastalıktır. TP’de özellikle kulaklar, burun, eklem ve solunum yolu tutulumu ile karakterize bir durumdur. TP aynı zamanda gözlerde, kalp, kan damarları ve iç kulak gibi proteoglikandan zengin yapıları da etkiler (1). Her iki cinste eşit oranda görülen TP, çocukluk veya ileri yaşlarda da görülmesine karşın en sık 40-50 yaşlar arasında ortaya çıkar (2). Yıllık insidans yaklaşık milyonda 3.5 vaka olarak saptanmıştır. Hastalığın seyri sırasında en sık görülen tutulum kulağın kıkırdağı enflamasyonudur; tanı sırasında %20 vakada ve takip sırasında hastaların %90’unda görülür (2). Solunum yolu tutulumu kadınlarda daha sık ve hastalığın seyri boyunca hastaların %50’sinde görülür ve laryngotrakeobronchial tutulumu yaşamı tehdit eder ve TP’e bağlı tüm ölümlerin üçte birini oluşturur (2,3). Tekrarlayan polikondritin ikinci en sık görülen tutulumu; poliartralji ve/veya poliartrit TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i veya oligoartrittir; tutulum epizodik, asimetrik ve fibrokartilaj içeren tüm eklemler tutulabilir ve deformasyona yol açmaz. Göz tutulumu nadiren ilk belirti olarak karşımıza çıkar ancak TP hastalarının %60’sında gelişir. En sk görülen göz tutulumu tek taraflı episklerit ve/veya sklerittir. Daha az sıklıkta, konjunktivit, keratokonjunktivit sika, (nadiren ülserasyonlar) ile periferik keratit, üveit, retinal vaskülit, proptozis, kapak ödemi, keratokonus, retinopati, iridosiklitis ve iskemik optik nevrit görülebilir (1,2,4). TP olan bazı vakalarda miyelodisplastik sendrom gelişmektedir (2). Tekrarlayan polikondrit için spesifik bir laboratuvar testi yoktur. Klinik, muayene bulguları ve radyolojik görüntüleri tanı koymasında yardımcı olabilir. Patolojik olarak kesin tanı konulur. TP için sıklıkla Mc Adam ve ark. tarafından 1976’da belirlenen tanı kriterleri kullanılmaktadır (3). Tekrarlayan polikondrit için Mc Adam kriterleri: 1. Her iki aurikulada tekrarlayan kondrit, 2. Non-eroziv inflamatuvar artrit, 3. Burun kıkırdaklarında kondrit, 4. Konjonktivit, keratit, sklerit, episklerit ve/veya üveitin olduğu göz inflamasyonu, 5. Laringeal ve/veya trakeal kıkırdakların tutulduğu üst solunum yolunda kondrit, 6. Kohlear veya vestibüler disfonksiyon. Tekrarlayan polikondrit için modifiye Mc Adam kriterleri: 1. En az üç ya da daha fazla Mc Adam kriterinin bulunması veya 2. En az bir ya da daha fazla Mc Adam kriteri ve pozitif histopatoloji veya 3. En az iki farklı bölgede kondrit bulunması ve düşük doz steroidlere veya dapsona yanıt vermesi. Biz modifiye Mc Adam kriterlerini kullanarak hastamızın kulaktaki tekrarlayan kondriti, gözde sklerit ve episklerit ve kulak kıkırdak biyopsisi ile histopatolojik olarak kondriti varlığını gösterek hastaya TP tanısını koyduk. Günümüzde TP tedavisi hakkında çok az veri vardır ve standart bir tedavi rejimi bulunmamaktadır. Hastalık aktivitesi ve şiddetine göre tedavi ayarlanır. Glukokortikoid ilk tedavi seçeneğidir (5) ve çoğu hastada kronik olarak kullanılmaktadır. İmmünsüpresif ajanlar ise şiddetli solunum veya vasküler tutulumu olan hastalarda, steroid dirençli veya steroide bağımlı hastalarda tavsiye edilir. Tanı: Tekrarlayan polikondrit Sonuç ve anahtar mesaj: Tekrarlayan polikondrit nadir görülen bir hastalıktır, ancak bir çok sistemi etkilemesi nedeniyle hastalıkların ayırıcı tanısında akla gelmelidir. Anahtar Kelimeler: Tekrarlayan polikondrit, kondrit, sklerit Bu kriterlerden üç veya daha fazlasının olması tanı için gereklidir. 1979’da Damiani ve Levine, 1986’da Michet ve ark. Mc Adam kriterlerini modifiye etmişler. Buna göre; Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. Puéchal X, Terrier B, Mouthon L, ve ark. “Relapsing polychondritis.”. Joint, bone, spine: revue du rhumatisme 2014;81:118–24. Chopra R. “Relapsing Polychondritis”. Rheum Dis Clin N Am 2013;39:263–276. Cantarini L, Vitale A, Brizi MG, ve ark. “Diagnosis and classification of relapsing polychondritis.”. Journal of autoimmunity 2014;48-49: 53–9. McAdam LP, O’Hanlan MA, Bluestone R, ve ark. “Relapsing polychondritis: prospective study of 23 patients and a review of the literature.”. Medicine 1976;55:193–215. Puéchal X, Terrier B, Mouthon L, ve ark. Relapsing polychondritis. J Clin Diagn Res 2013;7:2976-7. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 201 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-082] Poliartertis Nodosa Hastasında Tosilizumab Kullanımı Sırasında Gelişen Eritema Nodozum Mustafa Seyyar1, Orhan Zengin2, Gezmiş Kimyon2, Burak Okyar1, Ahmet Mesut Onat2 1 Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Gaziantep 2 Başvuru yakınması: 24 yaşında bayan hasta her iki bacakta kızarıklık şişlik ve ağrı şikayetiyle başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Poliarteritis nodosa (PAN), kronik hepatit B tanılarıyla izlenen hastanın iki haftadır olan her iki bacakta kızarıklık şişlik ve ağrı şikayeti varmış. PAN için daha önce siklofosfamid alan hastanın tedavisi tosilizumab ile değiştirilmişti ve hasta 3 hafta önce ilk dozunu almıştı. Sistemik sorgulamasında halsizlik, yorgunluk, ağız kuruluğu ve fotosensivite vardı. Bilateral tibia ön yüzünde eritemli, ağrılı nodüller saptanan hastanın fizik muayenesinde başka özellik yoktu. Tetkiklerde Hb: 9.4 g/dl, beyaz küre: 4.870 mm3, platelet: 130.000 mm3, CRP:3.4 mg/dl, sedimantasyon: 3 mm/saat, üre: 26 mg/dl, kreatinin: 0.55 mg/dl, ürik asit: 3.4 mg/dl, total protein: 6.45 g/dl, albümin: 3.5 g/dl, globülin: 2.45 g/dl, kalsiyum: 8.9 mg/dl, AST:70 u/L, ALT:72 u/L idi. Tam idrar tetkikinde protein (++), eritrosit (++) saptandı. Akciğer grafisinde bir patoloji yoktu. Ön tanılar: 1-Enfeksiyöz nedenler 2-İlaçlar 3-Malign hastalıklar 4-İnflamatuar barsak hastalıkları 5-Tüberküloz 6-Sarkoidoz Ayırıcı tanı: Hastanın cilt lezyonları eritema nodozum olarak değerlendirildi. Herhangi bir enfeksiyon hikayesi olmayan hastanın PPD 3mm, balgamda ARB negatif, viral markerlar negatifti. Böylece enfeksiyöz nedenler dışlandı. Batın ve toraks tomografisi, üst endoskopi ve kolonoskopisi normal olduğundan malignite ve inflamatuar barsak hastalıkları ekarte edildi. Klinik ve laboratuar bulguları uyumlu olmadığıdan sarkoidoz düşünülmedi. Sonuç olarak hastada tedavisine yeni eklenen tosilizumaba bağlı eritema nodozum düşünüldü. Tanıya götüren bulgular : Bilateral bacaklarda eritemli, ağrılı nodüler lezyonlar, diğer nedenlerin anamnez, laboratuar, radyolojik bulgularla dışlanması. Tartışma: Eritema nodozum en sık görülen septal pannikülittir. Değişik antijenik uyaranlara karşı gecikmiş hipersensitivite cevabı olduğu kabul edilir. Eritema nodozum nedenleri arasında ilaçlar, enfeksiyonlar, sarkoidoz, tümörler ve inflamatuvar hastalıkların yer aldığı oldukça geniş bir spektruma sahip olmasına rağmen %32-72 oranında idiyopatiktir. Genellikle alt ekstremite ön yüzlerinde akut olarak başlayan simetrik, ağrılı, hassas, kırmızı-sıcak, 1-10 cm çapında, eritemli subkutan nodüller görülür. Hastalığın tanısında klinik bulgular genellikle yeterli olur, şüpheli olgularda biyopsi ile histolojik değerlendirme yapılabilir. Etyolojide en sık yer alan nedenler arasında ilaçlar da yer alır. Bunlar başlıca sülfonamidler, oral kontraseptifler, penisilin, salisilatlar, klorotiazidler, fenitoin, Hepatit B aşısı, isotretinoindir. Tosilizumab IL6’ya karşı geliştirilmiş olan insan monoklonal antikorudur. Hem membranöz hem de solubl IL-6 reseptörlerine bağlanmak için IL-6 ile yarışır. Romatoid artrit ve vaskülitlerde kullanılır. En sık yan etkileri allerjik reaksiyon, enfeksiyonlarda artış, burun akıntısı ve burun tıkanıklığıdır. Literaturde tosilizumabın cilt üzerine etkileri ile ilgili yeterli bilgi yoktur. Bizim hastamızda tosilizumab tedavi kesildi ve düşük doz steroidle cilt lezyonları geriledi. Hasta halen kliniğimizce takip edilmektedir. İdiyopatik ve postenfeksiyöznedenleri de tam ekarte etmek mümkün değildir. Tosilizumabın eritema nodosum ile ilişkisinin olup olmadığı konusu benzer vakaların bildirilmesi ile netlik kazanacaktır. Tanı: Tosilizumab ile ilişkili(?) eritema nodozum Sonuç ve anahtar mesaj: Eritema nodozum etyolojisinde ilaçlar önemli yer tutmaktadır, bu nedenle anemnezde ilaç alımı sorgulanmalıdır. Anahtar Kelimeler: Eritema nodozum, poliarteritis nodosa, tosilizumab Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 202 Schwartz RA, Nervi SJ: Erythema nodosum: a sign of systemic disease. Am Fam Physician 2007;75:695-700 Mert A, Ozaras R, Tabak F, ve ark. Erythema nodosum: an experience of 10 years. Scand J Infect Dis 2004;36:424-7 Sebba A. Tocilizumab: the first interleukin-6-receptor inhibitor. Am J Health Syst Pharm 2008;15:14138. Nishimoto N, Miyasaka N, Yamamoto K,ve ark. Long-term safety and efficacy of tocilizumab, an anti-IL-6 receptor monoclonal antibody, in monotherapy, in patients with rheumatoid arthritis (the STREAM study): evidence of safety and efficacy in a 5-year extension study. Ann Rheum Dis 2009;68:15804. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-083] Yineleyici Polikondrit ve Eşlik Eden Miyelodisplastik Sendromun Azasitidin ile Tedavisi Emre Bilgin1, Abdulsamet Erden2 1 2 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara Başvuru yakınması: Yineleyici polikondrit ve miyelodisplastik sendrom tanısıyla takipedilen 43 yaşındaki erkek hasta ateş yakınması ile başvurdu. Öykü, fizik muayene, laboratuar: Yaklaşık 14 yıl önce her iki kulağında ağrı nedeniyle hastaneye başvurmuş. Ayrıca birçok ekleminde ağrı ve şişlik, gözlerinde kızarıklık, trombofilebit öyküsü ve sabah tutukluğu mevcut imiş. Geçmişinde ağrısına yönelik steroid olmayan anti inflamatuar ilaç ve prednizolon kullanmış. Bu ilaçlarda ağrısında ciddi iyileşme olmuş. Laboratuar bulgularında anemi (Hb:11,3), artmış eritrosit sedimantasyon hızı (ESH:92 mm/saat) ve artmış serum C-reaktif protein seviyesi (CRP: 4.98), artmış total serum proteini (7,9 mg/dl) ve hafif proteiüniri (185 mg/gün) saptanmış. Diğer laboratuar parametreleri ise normal olarak saptanmış. Hastaya bütün bu bulgularla yineleyici polikondrit (YP) tanısı konulmuş ve 60 mg/gün prednizolon ve 100 mg/ dün azatiopirin başlanmış, steroid doz azaltma şeması verilerek hastanın 10 mg/gün idame doz alması sağlanmış. Tedavinin başlangıcından sonra hastanın şikayetleri neredeyse yok denecek seviyeye gerilemiş. 1 yıl sonra, güçsüzlük, nefes almada güçlük, gece terlemesi ve kilo kaybı şikayetleriyle tekrar hastaneye başvurmuş. Fizik muayenede hepatosplenogemali, taşikardi ve konjunktivalarda solukluk saptanmış. Laboratuar bulgularda pansitopeni, artmış CRP ve ESR düzeyleri saptanmış. Akciğer grafisi bilateral retikülonodüler infiltrasyonla uyumlu olarak bulunan hastada enfeksiyon taramaları yapılmış. Tüberküloz testleri negatif olarak saptanmış. Yapılan bronkoalveoler lavaj Pnömosistitis carinii (PCP) için pozitif olarak saptanması üzerine hasta PCP pnömonisi olarak kabul edilerek intravenöz prendizolon ve trimetoprim-sülfametaksazol başlanmış. Hastada saptanan hepatosplenomegali ve pansitopeni üzerine hastaya kemik iliği aspirasyonu ve biyopsisi yapılmış. Bu testin sonucu myelodisplastik sendrom (MDS) ile uyumlu olarak TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI raporlanmış. Hem MDS hem de YP tanılarına yönelik olarak intravenöz immünglobulin tedavisi planlanmış. Hastanın bu tedavi altında solunumsal şikayetleri azalırken eklem şişlikleri ve eklem ağrıları belirginleşmiş. Hastanın YP atağı geçirdiği düşünülerek oral steroid kullandığı esnada, 3 gün pulse steroid verilmiş, ardından oral steroid tedavisine devam edilmiş. O dönemde hastanın ışık duyarlılığı ortaya çıkmış, episklerit olarak değerlendirilmiş ve steroid olmayan anti inflamatuar ilaç tedavisi başlanmış. Hastaya ek olarak 6 kür, 04 gr/kg/ ay IVIG tedavisi verilmiş. Bu tedaviden 2 ay sonra, hasta tekrar ateş şikayetiyle hastaneye başvurmuş. Abdomen bilgisayarlı tomografisinde dalakta abse tespit edilmiş. Transösefagial ekokardiyografi normal olarak saptandı. Splenik abse drenajının ardından intravenöz antibiyotik tedavisiyle hastanın şikayetleri yok denecek kadar geriledi. Hastayı takip eden hematoloji bölümü önerisiyle hastaya MDS’ye yönelik 75 mg/m2 dozunda azasitidin başlandı. 3 yıllık takibinde hastanın YP semptomları tekrarlamadı ve kan parametrelerinde trombositopeni ve lökopeni saptanmadı. Tartışma: Yineleyici polikondrit (YP) kıkırdakların progresif destrüksiyonu ile karakterize, oldukça nadir, sistemik otoimmün bir hastalıktır. Kulaklar, burun, ve trakeobronşiyal yapılar gibi kıkırdak yapıların yanı sıra kardiyovasküler sistem, oküler ve iç kulağa ait bozukluklar bu hastalığın seyri sırasında görülebilir (1). Bu vakada YP tanısı olan bir hastada gelişen myelodisplastik sendrom ve hastanın yönetimi anlatılmıştır. YP tedavisi tutulum yerine göre düzenlenmektedir. Tutulum şekline göre steroid olmayan antiinflamatuar ilaçlar, dapson, kolşisin, kortikosteroidler, metotreksat, azatiopirin, siklofosfamid, intravenöz immünglobulin (İVİG) ve TNF-alfayı hedef alan biyolojik ilaçların kullanımıyla ilgili litaretür verileri bulunmaktadır (1). YP hematolojik maligniteler ile birlikte olabilir. Literatürde tedavide azasitidin kullanılan olgu mevcut değildir. Bu olgu, 203 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu azasitidin kullanımının YP ve ilişkili MDS tedavisinde kullanıldığı ilk vakadır. MDS tedavisi ile YP’nin semptom ve bulguları gerilemiştir. Tanı: Yineleyici polikondrit ve beraberinde miyelodisplastik sendrom Sonuç ve anahtar mesaj: YP hematolojik maligniteler ile birlikte görülebilir. Şüphelenilen vakalarda buna uygun araştırma yapılmalıdır. Birlikte olan hematolojik malignitenin tedavisi YP semptomlarında ve bulgularında da iyileşme sağlayabilir. Anahtar Kelimeler: Yineleyici polikondrit, Miyelodisplastik sendrom, azasitidin Kaynaklar 1. 204 Yineleyici polikondrit. Karadağ Ö. Turkiye Klinikleri Journal of Rheumatology Special Topics 2014; 7: 97-100. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-084] Artralji ve Ödem ile Prezente Olan bir Multiple Miyelom Vakası Nida Uyar1, Gezmiş Kimyon2, Orhan Zengin2, Hamit Yıldız1, Bünyamin Kısacık2 1 2 Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Gaziantep Başvuru yakınması: 59 yaşında bayan hasta, özellikle el eklemlerinde ve belinde olan yaygın eklem ağrısı ve tüm vücutta yaygın şişlik şikayeti ile başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Hastanın yaklaşık 1 yıldır olan eklem ağrıları varmış. Ağrı daha çok el eklemlerinde ve belindeymiş, sabah tutukluluğu yokmuş, ağrıları hareketle ilişkisizmiş. Hastaya başvurduğu merkezde antibiyoterapi ve diüretik başlanmış. Yakınmaları geçmeyen ve şişlik şikayeti artan hasta tarafımıza başvurmuş. Hastanın fizik muayenesinde omurga hareketleri ağrılı, bilateral el bilek hareketleri ağrılı kısıtlı şiş idi. Kızarıklık yoktu. Tüm vücutta yaygın gode bırakmayan anazarka tarzında ödem vardı. Hastanın tam kan sayımında hemoglobin 7,8 g/dl, platelet 468.000 mm3 beyaz küre 6000 mm3 olarak saptandı. C- reaktif protein 50 mg/dl, eritrosit sedimantasyon hızı 62mm/saat saptandı. Hastanın biyokimyasal parametrelerinde üre 79mg/dl, kreatinin 1.68 mg/dl, ürik asit 6.3 mg/dl, total protein 5.65 g/dl, albümin 3.2g/dl, globülin 2.45g/dl, LDH 424U/L, kalsiyum 10.9 mg/dl saptandı. Tam idrar tetkikinde eser proteinüri ve eser hematürisi vardı. 24 saatlik idrarda 3 gr/gün proteinüri saptandı. Ön tanılar: 1- Romatoid Artrit 2- Ankilozan Spondilit 3- Sistemik Lupus Eritromatozus 4- Amiloidoz 5Hematolojik malignite Ayırıcı tanı: Hastanın çekilen el bileği, lomber ve sakroiliak direkt grafileri normal olarak değerlendirildi. ANA, ds-DNA, RF ve tüm diğer otoantikorlar negatif olarak raporlandı. Hastanın klinik bulguları ve ağrının özellikleri de uyumsuz olduğundan hastada romatoid artrit, ankilozan spondilit, sistemik lupus eritromatozus düşünülmedi. Tiroid fonksiyon testleri ve ekokardiyografisi normal olan hastanın yaygın ödem nedenin amiloidoz olabileceği düşünüldü. Tam idrarda eser proteinüri olmasına rağmen 24 saatlik idrarda 3 gr proteinüri saptanması da amiloidozu desteklemekteydi. Bu nedenle cilt altı yağ dokusu biopsisi yapıldı. Yüksek globulin, kreatinin, sedimantasyon, C-reaktif protein ve LDH, sınırda kalsiyum değerleri ve olası amiloidoz nedeni ile hastaya kemik iliği aspirasyon ve biyopsisi yapıldı, flowsitometri, sitogenetik gönderildi. Hastanın cilt altı yağdokusu biyopsisi amiloidoz olarak raporlandı. Kemik iliği biyopsisi de multiple myelomla (MM) uyumlu olarak raporlandı. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Tanıya götüren bulgular: Yüksek akut fazlar, anemi, globulin yüksekliği, böbrek fonksiyon bozukluğu, 24 saatlik idrarda 3 gr/gün proteinürisi olması, sınırda yüksek kalsiyum değerleri ve ödem. Tartışma: MM, Non-hodgkin lenfomadan sonra görülen en yaygın hematolojik malignitedir. Tüm malignitelerin %1’lik kısmını ve kanserlerin sebep olduğu ölümlerinin %2’lik kısmını oluşturur (1). MM başlangıç olarak çok çeşitli semptomlarla prezente olabilir. MM bulguları genellikle dokularda ve eklemlerde hafif zincir amiloid (AL amiloid) birikimi sonucu meydana gelir. MM anemi, kemik ağrısı, artralji, serum kreatinin yüksekliği, halsizlik ve yorgunluk, hiperkalsemi, enfeksiyonlara yatkınlık ve kilo kaybı nadirde olsa parestezi, hepatomegali, splenomegali gibi bulgularla prezente olabilir. Kemik ağrıları ve artralji MM tanılı hastaların yaklaşık %60’ında bulunur (2). Ancak kemik ağrısı birçok nedene bağlı gelişebileceğinden bu hastalarda MM ilk etapta akla gelmemektedir. MM da morbiditenin ana nedeni kemik lezyonlarıdır ve kemiğe metastaz yapan kanserlerin aksine MM osteolitik lezyonları yeni kemik oluşumu gösteririr (3). Hastalarda ağrı daha çok boyun ve vertebralarda olurken nadirende olsa sadece extremitelerde de olabilir. Ağrılar hareketle artar pozisyonel olmadıkça geceleri olmaz. MM da eklem bulguları da hafif zincir amiloid birikimi sonrası meydana gelir. AL amiloidin sinovyal membranda birikimi, amiloid artropati olarak adlandırılan artritin nadir formunu oluşturur. MM ilişkili amiloid artropatili birçok olgu litaratürde bildirilmişdir (4). Amiloid artropati ile prezente olmuş 101 vakanın retrospektif tarandığı 2013 yılında yapılan bir çalışmada 63 vakada MM tanısından önce artrit meydana gelmiş, 33 vakanın romatoid artrit gibi başlangıçta yanlış tanı aldığı gösterilmiştir. 72 vakada poliartrit, 17 vakada oligoartrit, 3 vakada ise monoartrit tespit edilmiştir(5). Bizim sunduğumuz hasta da amiloidoz ve artralji ile prezente olan bir MM olgusudur. Tanı: Multiple Myelom ve AL tipi amiloidoz Sonuç ve anahtar mesaj: Eklem ağrısı veya artrit ile başvuran hastalarda romatolojik hastalıklar dışında MM ve diğer maligniteler her zaman ayırıcı tanı olarak akılda bulundurulmalıdır. Anahtar Kelimeler: Artralji, multiple myelom, proteinüri 205 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 206 Sakellariou VI1, Mavrogenis AF, Savvidou O, ve ark. Reconstruction of multiple myeloma lesions around the pelvis and acetabulum. 2014 Oct 19 (baskıda). Kyle RA, Gertz MA, Witzig TE, ve ark. Review of 1027 patients with newly diagnosed multiple myeloma. Mayo Clin Proc 2003;78:21. Vincent Rajkumar S. Multiple myeloma: 2014 Update on diagnosis, risk-stratification, and management. 2014;89:999-1009. Gordon DA, Pruzanski W, Ogryzlo MA, ve ark. Amyloid arthritis simulating rheumatoid disease in five patients with multiple myeloma. Am J Med. 1973;55:142–54 Elsaman AM1, Radwan AR, Akmatov MK, ve ark. Amyloid arthropathy associated with multiplemyeloma: Asystematic analysis of 101 reported cases 2013;405–412 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-085] Vaskulit Kliniği ile Prezente Olan iki Multiple Myelom Olgusu Murat Yiğit1, Arif Kaya1, Zeynep Dündar Ök2, Mehmet Mert2, Veli Çobankara1 1 2 Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Denizli Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Denizli Bu bildiride vaskulit kliniği ile prezente olan iki multiple myelom olgusu sunulmuştur. Vaka 1: Başvuru yakınması: Başka bir merkezde daha önce yapılmış cilt biyopsisi neticesinde nekrotizan kutanöz vaskülit tanısı ile takipli 64 yaşında bayan hasta, tüm ekstremitelerde, yüzde ve gluteal bölgelerde nekrotik cilt lezyonları ve genel durum bozukluğu ile bölümümüze başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve laboratuar bulguları: Hastanın gelişinde ateş, öksürük, balgam, iştahsızlık, denge bozukluğu ve kas güçsüzlüğü yakınmaları vardı. Muayenede sağ tarafta belirgin olmak üzere her iki akciğerde alt orta zonlarda raller ve alt ekstremitelerde daha belirgin olmak üzere kas kuvvetinde azalma mevcut idi. Vaskülit tanısı için daha önce steroid ve azotiopirin tedavisi almış olan hastanın tetkiklerinde lökopeni (WBC:2200/mm3), anemi (hb:11.4 g/dL) ve hiponatremi saptandı(Na:110 mmol/L). Eritrosit sedimentasyon hızı ve CRP düzeyleri yüksek olan hastanın ANA, ANA profili ve ANCA gibi testleri negatif saptandı. litik lezyonlar tespit edilmesi nedeniyle multiple miyelom açısından tetkik edildi. Serum immun elektroforez tetkikinde serum kappa düzeyinde minimal bir yükseklik mevcuttu (448 mg/dL). Kemik iliği aspirasyon ve biyopsisi multiple miyelom ile uyumlu saptandı ve hastaya hematoloji bölümü tarafından kemoterapi başlandı. Vaka 2: Başvuru yakınması: Dış merkezde vaskülit tanısıyla izlenen ve sağ ayak 3-4-5. parmakları ampute edilmiş olan 67 yaşında bayan hasta sağ ayak 2.ve sol ayak 4-5. parmak uçlarında iskemi olması nedeni ile başvurdu. Laboratuar ve görüntüleme: Tetkiklerinde anemi (11.3 g/dL) ve sedimantasyon yüksekliği ve CRP değerinde yükseklik mevcuttu (1.37 mg/dl). ANA, ANCA ve antifosfolipid antikorları ile HBV ve HCV için bakılan testler negatif idi. Toraks ve batın tomografilerinde kitle tespit edilmedi. Serum immunglobulin ve kappa değerlerinde yükseklik saptandı. İstenen serum ve idrar immunfiksasyon ve elektroforezde monoklonal pik izlenmesi nedeniyle kemik iliği aspirasyon ve biyopsisi yapıldı. Biyopsi Pnömoni düşünülerek antibiyoterapi başlandı ve hiponatremi için semptomatik tedavi verildi. Lökopeni nedeniyle azatiopirin kesildi ve 1 mg/kg metil-prednizon devam edildi. İncelemelerde hepatit markerleri ve kriyoglobulin düzeyi normal saptandı. Malignite araması için yapılan beyin bilgisayarlı tomografide kraniumda Resim 1. (1. Vaka) Başvuru sırasında nekrotik cilt lezyonları TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Resim 2. (2. Vaka) Başvuru sırasında parmak uçlarındaki iskemi 207 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu sonucunda hastaya multiple miyelom tanısı kondu ve kemoterapi başlandı. Tartışma: Malignite ilişkili vaskülit oldukça seyrek olan bir durumdur ve solid tümörlerden daha çok hematolojik malignitelerle birliktelik göstermektedir. İlişkili hematolojik maligniteler tipik olarak lenfoproliferatif hastalıklar olup nadiren myelodisplastik karakterde olabilmektedir. Diğer taraftan lenfoproliferatif hastalıklar ile ilişkili olarak sistemik vaskülitlerden ziyade nekrotizan veya lökositoklastik tipte vaskülitler görülmektedir. Kutanöz bulgular multipl myelomda nadir izlenir ve çok sayıda eritematöz viyole nodül ve plaklar şeklindedir. Vaskülit daha nadir izlenmektedir ve kötü prognozla ilişkilidir (1). Bir çalışmada 2357 hastanın sadece sekiz tanesinde izlenmiştir. Vaskülitin multipl miyelomda daha çok enfeksiyonlar veya kriyoglobulinemi gibi sekonder nedenlerle ilişkili olabileceği düşünülmektedir (2). Kanser ilişkili vaskülitlerde patojenik mekanizma çok iyi bilinmemektedir. Dolaşımdaki tümör hücrelerinin vasküler duvar invazyonuyla direkt olarak immün ve inflamatuar yanıtı başlatabilecekleri düşünülmektedir. Dolaylı olarak da tümöral immünkomplekslerin damar duvarında birikip nötrofil kemotaksisine yol açıp, sitokinler aracılığla hasarlanma gerçekleştirebileceği ortaya atılan teorilerden birisidir (3). Multipl miyelom patogenezinde etkili olan IL-6 ve lenfosit fonskiyon ilişkili antijen-1’in nötrofil kemotaksisini uyararak paraneoplastik vaskulit gelişimine katkısı olabileceği ön görülmektedir (2). Vaskulit kanser tanısından önce veya tanıdan uzun bir süre sonra gelişebilmektedir. Genel olarak vaskulitin prognozu altta yatan maligniteyle paralel seyretmektedir ve genellikle kanserin tedavisiyle eşlik eden vaskülitte de iyileşme izlenmektedir (4). Tanı: Paraneoplastik vaskülit (KML ile ilişkili) Sonuç ve anahtar mesaj: Malignitelerin ilk belirtisi olabilmesi nedeni ile paraneoplastik vaskülit bilinmesi ve akılda tutulması gereken bir konudur. Anahtar Kelimeler: paraneoplastik vaskülit, multiple myleoma Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 208 Luis Requena, Heinz Kutzner, Gabriele Palmedo ve ark. Cutaneous Involvement in Multiple Myeloma Clinicopathologic, Immunohistochemical, and Cytogenetic Study of 8 Cases. Arch Dermatol. 2003;139:475-86 Bayer-Garner, Smoller BR. Leukocytoclastic (small vessel) vasculitis in multiple myeloma. Clin Exp Dermatol. 2003;28:521-4. Naschitz JE. Rheumatic syndromes: clues to occult neoplasia. Curr Opin Rheumatol. 2001;13:62-6. Brenner S, Tamir E, Maharshak N, ve ark. Clinics in Dermatology 2001;19:290-7. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-086] Uzun Süre Ailesel Akdeniz Ateşi Kliniği ile Takip Edilen İnflamatuar Bağırsak Hastalığı Olgusu Murat Yiğit, Arif Kaya, Ergün Soysal, Mebüre Yiğit, Veli Çobankara Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Denizli Başvuru yakınması: 10 yıldır dış merkezde ailesel Akdeniz ateşi (AAA) tanısıyla izlenen 34 yaşında erkek hasta kolşisin tedavisine rağmen karın ağrısının sürekli devam etmesi, ateş ve kilo kaybının eşlik etmesi nedeniyle tarafımıza başvurdu. Öykü, fizik muayene, laboratuar: Hastanın karın ağrısının devam etmesi korkusuyla yemek yemediği, son birkaç ayda 7 kilo verdiği ve özellikle akşamları artan ateş yüksekliğinin olduğu öğrenildi. Hastanın hemogramında lökositoz, trombositoz ve anemi mevcuttu. Biyokimyasında CRP değerinde artış (18 mg /dl) ve hipoalbuminemi (3.1g/dl) saptandı. Hastanın karın ağrısı etiyolojisine yönelik görüntülemesi istendi. Abdominal BT’de mezenterik yerleşimli en büyüğü 2.5 cm çapa ulaşan çok sayıda lenfadenopati ve ince bağırsak anslarında en geniş yerinde 3.5 cm çapa ulaşan dilatasyonlar izlendi. Akabinde yapılan kolonoskopide inen kolonda yaygın aftöz lezyonlar izlendi ve biyopsi alındı. Biyopsi kronik şiddetli aktif kolit şeklinde sonuçlandı ve hastaya Crohn hastalığı tanısı konuldu. AAA için yapılan MEFV geni mutasyon analizinde mutasyon saptanmadı. Kolşisin tedavisi kesildi ve gastroenteroloji bölümünün görüşü alınarak metilprednizolon ve mesalazin başlandı. İzlemde akut faz yanıtı ve klinik semptomları gerileyen hasta remisyonda izlenmektedir. Tanı: Crohn hastalığı Tartışma: Ailesel akdeniz ateşi (AAA) ateş ve serozal inflamasyonla karakterize ataklarla seyreden otoinflamatuvar bir hastalıktır. Hastaların %60’ı ilk ataklarını 10 yaşından önce,%90 ‘ı 20 yaşından önce olmak üzere erken çocukluk evresinde geçirmektedir(1). Hastalığın klinik tanısı karakteristik semptomların varlığı yanında diğer hastalıkların dışlanması ve gerektiği durumlarda MEFV geni mutasyon analizi ile konulabilmektedir. Ancak hastalıkta en sık semptom olan ateş ve karın ağrısının ayırıcı tanısı yapmak ve kesin tanıyı koymak bazen zor olabilmektedir. Tanı sırasında AAA kliniğine benzeyen birçok hastalığın dışlanması gerekmektedir. Cerrahi aciller, herediter anjiödem, inflamatuar bağırsak hastalıkları, tekrarlayan kronik pankreatit atakları, abdominal epilepsi gibi hastalıklar ayırıcı tanıda düşünülebilecek hastalıklardır. Bununla birlikte kesin tanısı konulmayıp gözlem altında AAA tanısı ile izlenen hastalar olabilmektedir. Bizim vakamızda olduğu gibi inflamatuvar bağırsak hastalıkları da dikkatli bir gözlem ve takip yapılmazsa AAA kliniği ile karışabilmektedir. AAA hastalarının % 10 ila 20’sinde atak sırasında diyare görülebilmektedir (2). AAA ve Crohn hastalığının beraber olduğu nadir vakalar da bildirilmiştir (3,4) ancak kolşisine yanıt olmaması ve MEFV geni mutasyonu saptanamaması nedeni ile vakamızda AAA tanısından uzaklaşılmıştır. Sonuç ve anahtar mesaj: Kolşisine dirençli AAA hastaları olabilirse de, kolşisin direnci olan bu tip vakalarda AAA tanısı tekrar gözden geçirilmelidir. Anahtar Kelimeler: Ailevi Akdeniz ateşi, Chron hastalığı Kaynaklar 1. 2. 3. 4. Sohar E, Gafni J, Pras M, Heller H. Familial Mediterranean fever. A survey of 470 cases and review of the literatüre. Am J Med. 1967;43:227 Onen F. Familial Mediterranean fever. Rheumatol Int 2006;26:489–496. Fidder HH, Chowers Y, Lidar M, ve ark. Crohn disease in patients with familial Mediterranean fever. Medicine 2002, 81:411–416. Ghaffar TYA, Elsayed SM: Colchicine resistant FMF is not always true resistance. Egypt J Med Hum Genet 2011, 12:99–101. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 209 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-087] Akıntılı Lezyonu ve Bel Ağrısı Olan Tüberkülozlu Hasta Ömer Faruk Akgül1, Hakan Demir1, Hasan Basır1, Nurhan Atilla2, Gözde Yıldırım Çetin3 1 Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Kahramanmaraş Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kahramanmaraş 3 Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Kahramanmaraş 2 Başvuru yakınması: 64 yaşında erkek hasta, ellerde ve ayaklarda akıntılı lezyonlar ve bel ağrısı yakınmaları ile başvurdu. Kısa anamnez, başlangıç fizik muayene ve laboratuar bulguları: Yaklaşık 8 aydır sağ elde periartiküler bölgede başlayan şişlik ve kızarıklık sonrasında başlayan sarı-beyaz renkli akıntısı olmuş. Son iki aydır bel ağrısı şikayeti başlamış. Hasta ortopedi ve beyin cerrahisine başvurmuş. Hastaya çekilen lomber MRG’da L3’de kompresyon fraktürü, medullaya infiltrasyon ve L3-L4-L5’te diffüz bulginler ile disklerde dejenerasyon tespit edilmiş. Sol ayaktaki şişliği için çekilen MRG’de sol ayak dorsalinde cilt altı yumuşak dokuda ödematöz sinyal değişikliği saptanmış. Hastaya romatolojiye başvurması önerilmiş. Hasta ileri tetkik ve tedavi amacıyla yatırıldı. Özgeçmiş: Gastrit, sürekli kullandığı ilaç yok, alkol-sigara kullanım öyküsü yok. Soygeçmiş: Özellik yok. Laboratuar ve tanıya yardımcı diğer tetkikler: WBC: 8.200, Hb: 11.1, Plt: 560, BUN 12, Kre: 0.86, AST: 21, ALT: 16, Ca: 9.6, albümin: 4.2, Na-K: 134-5.2, ürik asit: 4.6, hepatit markerları: Negatif, sedimentasyon: 82mm/sa, CRP: 101, prokalsitonin: 0.1, Tam idrar tetkiki: Normal, INR 1.14, Brucella: Negatif. Balgam ve yara mikroskopisi-kültürü: Nadir lökositler, üreme yok. ARB: 1+ Cilt biyopsisi: Ülser ve granülom oluşumu içeren aktif iltihabi cilt biyopsisi Lomber BT: L2-3 vertebrada daha belirgin L4 vertebrada ise minimal düzeyde vertebra korpus yüksekliklerinde azalma, L2 ve L3 vertebra korpuslarında litik lezyon izlenmektedir. Paravertebral yumuşak dokuda sağda 1,5cm’ye varan diffüz kalınlaşma ve yumuşak doku içerisinde sınırları net seçilemeyen şüpheli milimetrik kalsifikasyonun izlendiği hipodens lezyon izlenmiştir. Ön tanılar: 1-Poliartiküler Gut 2-Tüberküloz 3-Malignite 4-Brucelloz Ayırıcı tanı: Gutun en sık görülen klinik bulgusu akut artrittir. Genelde başlangıçta tek eklem etkilenirken, 210 tekrarlayan ataklarda poliartiküler akut gut görülebilir. Ayak başparmağı metatarsofalangeal eklemi sık tutulursa da tarsal eklemler, ayak bileği ve diz de sık etkilenen eklemler arasındadır. Aşırı yemek, travma, cerrahi, aşırı alkol alımı, inme veya miyokard infarktüsü gibi durumlar akut gut artritini tetikleyebilir. Nadiren kendini hiç sinovit olmadan periartiküler tofüslerle gösterebilir. Gut daha sık olarak orta yaş üzeri erkek hastalarda görülmektedir. İlerleyen dönemlerde ayak ve el eklemlerinde biriken tofüsler akıntılı lezyonlara yol açabilirler. Ancak bizim hastamızın öyküsünde gut artritine benzer bir atağı öyküsü yoktu ve yapılan biyopside monosodyum ürat kristalleri görülmedi. Serum ürik asit seviyesi normaldi. Daha önceden bilinen ürik asit yüksekliği de yoktu. Ayrıca hastanın lomber bölgedeki lezyonlarını da gut ile izah etmek mümkün değildir. Malignite taraması açısından yapılan görüntüleme ve tetkiklerde patoloji saptanmadı. Brucelloz açısından yapılan tetkikleri negatif olarak geldi. Kemik ve eklem tüberkülozunda paravertebral soğuk abseler oluşabilir. Özellikle diz, kalça ve ayak bileği gibi büyük, yük taşıyan eklemleri tutar. Sinovyal sıvı ve doku biyopsilerinde granülomatoz inflamasyon bulunur ve üçte birden az hastada aside dirençli boyamada pozitiflik vardır. Tanıya götüren bulgular: 1-lomber vertebrelarda diskit+paravertebral abse formasyonu 2-cilt biyopsisinde tüberküloz düşündüren granülom oluşumu 3-yara ve balgamda 1+ aside rezistan boyama 4- HRCT’de milier tüberküloz ile uyumlu görünüm Tanı: Tüberküloz (pulmoner ve ekstrapulmoner) Tedavi ve klinik seyir: Akciğer grafinde belirgin olmayan retiküler tutulum ve HRCT ile milier tüberküloz tespit edilen hastamıza ‘milier tüberküloz ve kemik tüberkülozu’tanısı sonrası anti-tbc tedavisi başlandı. Anti-tbc tedavisi başlandıktan sonraki 1 hafta içerisinde hastanın akıntılı lezyonları geriledi ve bel ağrısı azaldı. Şuan hastanın tedavisi devam etmektedir. Tartışma: Kemik ve eklem tüberkülozunda patogenez hematojen odağın reaktivasyonu veya komşu paravertebral lenf düğümünden komşuluk yolu yayılımıyla TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Resim 1. Ayaktaki lezyon ilişkilidir. Çocuklarda spinal tüberküloz en sık üst torasik omurgada görülürken yetişkinlerde genellikle alt torasik ve üst lomber vertebralar tutulur. Lezyon vertebra gövdesinin ön üst veya alt köşesinden yavaşça ilerleyerek vertebra gövdesine ulaşır ve sonra intervertebral diski etkiler. İlerlemiş hastalıkta vertebra gövdesinin çökmesiyle kifoz oluşur. Kemik biyopsisi, sinoviyal sıvı veya abse aspirasyonu tanıyı doğrular. Bizim hastamızda da tutulum belirgin olarak L2-3’teydi ve diskit mevcuttu. İçerisinde milimetrik kalsifikasyonların izlendiği paravertebral apse mevcuttu. El ve ayak dorsalindeki akıntılı lezyonlarından Resim 2. Eldeki lezyon biyopsi ile tanı doğrulandı. Bu gibi kemik ve eklem tüberkülozlu hastalarda tanı geciktikçe periferik yani sinovyal yapışma noktalarında erozyonlar, periartiküler osteopeni ve sonuçta eklem aralığında daralma görülür. Anahtar mesaj: Tüberkülozun akciğer tutulumun yanısıra omurgada ve periferik dokularda da tutulum yapabileceği unutulmamalıdır. Anahtar Kelimeler: Tüberküloz, ekstrapulmoner tüberküloz, vertebra Kaynaklar 1. 2. 3. Choi HK ve ark.: Pathogenesis of gout. Ann intern Med 2005;143:499-516. Harrington JT: Mycobacterial and fungal arthritis. Curr Opin Rheumatol 1998;10:335 Tuli SM. General principles of osteoarticular tuberculosis. Clin Orthop Relat Res 2002; 398:11-9. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 211 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-088] Kalça Eklem Ağrısı ve Göğüs Ağrısı İle Başvuran Timus Karsinomlu Hasta Burak Okyar1, Orhan Zengin2, Nergiz Hüseynova2, Mustafa Seyyar1, Ahmet Mesut Onat2 1 Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Gaziantep 2 Başvuru yakınması: 20 yaşında erkek hasta, sol uyluk bölgesinde ağrı, göğüs orta kısmında ve dizlerde ağrı şikayeti ile başvurdu. Kısa öykü ve fizik muayene: Bilinen bir hastalığı olmayan hastanın iki aydır sol uyluk bölgesinde ağrı ve göğüs orta kısmında eforla değişmeyen basmakla artan, ağrısı mevcut. Hastanın sistemik sorgulamasında diz eklemlerinde hafif şişlik, sol sakroiliak eklem ağrı ve hareket kısıtlılığı mevcut. Fizik muayenesinde hepatomegali vardı kalça eklem hareketleri ağrılı ve kısıtlı idi. Hastanın tetkiklerinde hemoglobin: 11.1 g/dl, beyaz küre: 6.21 mm3, platelet: 375000 mm3, CRP: 55 mg/dl, sedimentasyon: 40/saat, T. protein: 8.9 g/ dl, albumin: 3.8 g/dl, globulin: 5.05 g/dl, LDH: 1395 u/L, AST: 123 u/L, ALT: 57 u/L, ALP: 299 u/L, GGT: 154 u/L, Na: 137 mmol/L, K: 5.05 mmol/L, Ca: 9.5 mg/dl, INR: 1.25 idi. Akciğer grafisinde hiler dolgunluk vardı. Ön tanılarımız: 1- Spondiloartropatiler 2- Enfeksiyöz sebepler 3- Malignite Ayırıcı tanı: Hastanın sakroiliak eklem grafisi normaldi. HLA B-27 ve otoantikorları negatifti. Brucella blokan antikoru negatif olduğundan brusellozis ekarte edildi. Total protein, globulin ve LDH yüksekliği olması, anemisi olması nedeniyle hematolojik malignite düşünüldü kemik iliği biyopsi ve aspirasyonu yapıldı. Kemik iliği biyopsisinde malign epitelyal tümör metastazı saptandı. Toraks-batın tomografisinde üst-ön mediastende bilateral aksiller, paratrakeal, prevasküler, karinal çok sayıda kongolemere patolojik lenf nodu ile uyumlu büyüğü 6.5x4.5 cm boyutunda lobule konturlu alanlar, karaciğerde santrali nekrotik, multiple metastazik hipodens kitlesel lezyonlar görüldü. Pozitron emisyon tomografide (PET) sonucunda ise hastanın sol asetabular kemik bölgesinde olmak üzere multiple hipermetabolik kemik lezyonları metastaz olarak değerlendirildi ve orta mediasten sol lateral bölümünde konglomere lenfoadenopati/timus ayırımı yapılamayan hipermetabolik lezyon görüldü. Karaciğer biyopsisi nonkeratinize squamöz hücreli karsinom olarak geldi ve ön tanıda timus karsinomu düşünüldü. Tanıya götüren bulgular: Hasta sol uyluk ağrısı ve göğüste basmakla artan ağrı şikayeti ile geldi. Ağrı şikayeti kısa zaman önce başlamış ve inflamatuar karekterde değildi. Tek taraflı ve çok şiddetli olması romatolojik hastalık dışı patolojileri düşündürdü. LDH yüksekliği, globulin artışı ve anemisi olması malignite düşündürdü. Tomografi, PET’de görüntülenen kitlesel lezyonlar ve karaciğer biyopsisi ile timus karsinomu tanısı konuldu. Tanı: Timus karsinomu Tartışma: Timik karsinom nadir görülen neoplazmlardır. Çeşitli alt tipleri mevcuttur. Keratinize squamoz hücreli, nonkeratinize squamoz hücreli, lenfoepitelyoma benzeri gibi çeşitli tipleri vardır. Timik karsinom nadir görülen neoplazmlardır. Çeşitli alt tipleri mevcuttur. Keratinize squamoz hücreli, nonkeratinize squamoz hücreli, lenfoepitelyoma benzeri gibi çeşitli tipleri vardır. tümmalignitelerde olduğu gibi hastalık başlangıcı farklı şekillerde olabilir. Bizim vakamız çeşitli eklem yakınmaları ile başvurmuş ve ardından timüs karsinomu tanısı konmuştur. Sonuç ve anahtar mesaj: Eklem ağrısı ile gelen hastalarda ağrının süresi, şiddeti lokalizasyonu ve karekteri sorgulanmalıdır. Laboratuar değerlerinde akut faz, globulin ve LDH yüksekliği, anemi olması ve kilo kaybı, genel durumda bozulma olan hastalarda malinite olabileceği unutulmamalıdır. Anahtar Kelimeler: Artralji, timus karsinomu Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 212 Wick MR. The mediastinum. In: Sternberg S (ed). Diagnostic surgical pathology, Vol. 1, Third ed. Philadelphia: Lippincott Williams & Wilkins, 1999: 1147-1208. Suster S, Moran CA. Primary thymic epithelial neoplasms: spectrum of differentiation and histological features. Semin diagl Pathol 1999; 16: 2-17 Okumura M, Miyoshi S, Takeuchi Y, ve ark. Clinical and functional significance of WHO classification on human thymic epithelial neoplasms. A study of 146 consecutive tumors. Am J Surg Pathol 2001; 25: 103-110 Shimosato Y, Mukai K. Tumors of the mediastinum. Atlas of tumors pathology, third series, fascicle 21. Washington, D.C: Armed Forces Institude of Pathology, 1997; 33: 247. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-089] Derin Ven Trombozu ile Seyreden bir Sarkoidoz Olgusu Levent Altıntop1, Seher Kır1, Lütfi Akyol2, Metin Özgen2, Mehmet Sayarlıoğlu2 1 2 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Samsun Başvuru yakınması: 40 yaşında erkek hasta, sağ bacakta ağrı, şişlik ve sıcaklık artışı ile başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: 2013 yılında halsizlik nedeniyle değerlendirilen hastada kalsiyum ve sedimentasyon yüksekliği saptanmış. Bunun üzerine çekilen toraks bilgisayarlı tomografide (BT) retikülonodüler görünüm, batın BT’de ise splenomegali, dalakta nodüler görünümler ve paraaortik lenfadenopati (LAP) saptanmış. Hastaya aynı operasyonda hemisplenektomi, karaciğer biyopsisi ve çölyak lenf nodlarından eksizyonel biyopsi yapılmış. Patoloji sonucu ‘non-kazeifiye granülomatöz iltihabi olay’olarak raporlanmış. Hastanın ölçülen serum anjiyotensin dönüştürücü enzim (ACE) düzeyi yüksek tespit edilmiş. Hasta sarkoidoz olarak degerlendirilmiş ve metilprednizolon tedavisi başlanmış. Metilprednizolon tedavisiyle LAP ve hiperkalsemi regresyon göstermiş. Hasta metilprednizolonu 7 ay kullanıp bırakmış. Eylül 2014’de sağ bacakta ve dizden aşağısında şişlik ve ağrı şikayetleriyle hasta tekrar değerlendirildi. Hastaya yapılan sağ alt extremite venöz dopplerde; ‘yüzeyel femoral vende boylu boyunca ayrıca popliteal venden trifurkasyon boyunca derin venöz yapıları içerisine alan akımı tamamen engelleyen heterojen ekoda yaygın subakut evre trombüs’izlendi. Daha önce tromboflebit ya da derin ven trombozu (DVT) öyküsü olmayan hastanın, trombüs eğilimi yapabilecek bilinen bir hastalığı yoktu. Hastanın sistem sorgusunda son 1-2 yıldır olan efor dispnesi ve son zamanlarda olan eklem ve bacak ağrısı dışında özellik yoktu. Fizik muayenesinde sağ bacakta ısı ve çap artışı mevcuttu ve sağda pretibial ödem (+) idi. Laboratuar tetkiklerinde tam kan sayımı: normal (wbc: 5100/μL, platelet: 301.000/μL hemoglobin: 14.1gr/dL), eritrosit sedimantasyon (ESH) hızı: 22 mm/saat (0-20), C-reaktif protein (CRP): 27,4 mg/L (0-3.5), kalsiyum: 10 mg/dL (8.6-10.0), ürik asit: 8.7 mg/dL (2.7-8.0), total protein: 7,7 gr/dL (68.5), albümin: 4,79 gr/dL (3.5-5.0) idi. Karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri, elektrolit değerleri, tiroid fonksiyon testleri normaldi. Ön tanılar: 1. Hiperkoagülabilite durumlarına bağlı DVT gelişimi, 2. Tromboz eğiliminin arttığı durumlar (Sarkoidoz ilişkili DVT gelişimi?) TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Ayırıcı tanı: Genç erkek hastada gelişmiş olan DVT’nin etiyolojisinin değerlendirilmesi hastanın takip ve tedavisi açısından önemlidir. Mevcut durumun değerlendirilmesinde öncelikli olarak hiperkoagülabiliteye yatkınlık durumlarının varlığı dışlanmalıdır. Bunlar arasında öncelikli olarak; 1. Primer (kalıtımsal) hiperkoagülabilite durumlarından olan antitrombin III, protein C, protein S eksiklikleri, aktive protein C (APC) rezistansı (%80 kadarında Faktör V Leiden mutasyonu mevcut), protrombin gen mutasyonu ve disfibrinojenemi, 2. Sekonder (edinilmiş) hiperkoagülabilite durumlarından olan antifosfolipid sendromu ve hastamızda bulunmayan postoperatif dönem, immobilizasyon, yaralanma, ileri yaş, altta yatan malignite, nefrotik sendrom gibi pek çok sayıda tromboz eğiliminin arttığı durum, 3. Miks hiperkoagülabilite durumlarından olan hiperhomosisteinemi bulunmaktadır. Tanıya götüren bulgular: Hastanın hiperkalsemi nedeniyle bakılan parathormon (PTH): 9.47 pg/mL (15-65), 25-OH Vitamin D3 – HPLC: 16,54 μg/L (30-80), eklem ağrısı nedeniyle bakılan RF: Negatif (< 9,94 IU/mL) ve CCP Testi: Negatif (<7 U/mL) idi. Behçet hastalığı açısından sorgulamasında tekrarlayan oral aft, genital ülser, papülopüstüler lezyon, eritema nodozum tariflemiyordu, paterji testi ve HLA B51-B52 negatif idi. Hastanın çekilen batın BT’de karaciğer parankim yapısında heterojenite olması ve hiperkoagülabilite ayırıcı tanısı nedeniyle bakılan hepatit markerları ve faktör 5 Leiden gen mutasyonu negatif olarak geldi. Hastaya ayırıcı tanı açısından yapılmış olan diğer tetkik sonuçları tablo 1’de gösterilmiştir. Tablo 1’de de görüldüğü üzere yapılan tetkiklerde hastamızda altta yatan sarkoidoz hastalığı dışında hiperkoagülabilite açısından risk faktörü saptanamamıştır. Ekokardiografi ve akciğer grafisi (Resim 1) normal sınırlardadır. Tartışma: Sarkoidoz, sebebi bilinmeyen sistemik granülomatöz bir hastalıktır. Her ne kadar en çok tutulan organ akciğerler olsa da vücudun herhangi bir kısmını tutabilir (1). Torasik tutulum hastaların %90 kadarında izlenir ve klinik seyri çok değişkendir. Yaklaşık olarak hastaların %60 kadarı asemptomatiktir (1,2). 213 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu iyi prognozludur. Kronik sarkoid artrit çok nadir görülür. Hiperkalsemi ve hiperkalsiüri artmış 1-hidroksilaz enzim aktivitesiyle ilişkilidir ve nefrolitiazis ve renal yetmezliğe yol açabilir. Sarkoidoz tanısı klinik bulgular, histolojik olarak non-kazeifiye granülomların varlığı ve diğer olası tanıların dışlanması ile konulur (1). Hastamızda tanı histolojik olarak konulmuştur. Resim 1. Hastanın akciğer grafisi: Normal olarak izlendi. Simetrik hiler LAP en sık torasik tutulum şeklidir. Hastamızın akciğer tutulumu retikülonodüler görünüm şeklindeydi. Cilt tutulumu yaklaşık %30 kadar izlenir ve çok değişken şekillerde karşımıza çıkabilir ve genelde tek odaktadır. Göz tutulumu yaklaşık %25 oranındadır ve kronik anterior üveit, akut anterior üveite göre daha sık izlenir (2). Hastamız da 2-3 ay önce bir üveit atağı geçirmiştir. Kardiak sarkoidoz klinik olarak %5 kadar saptanıyorsa da otopsi serilerinde bu oran %25 kadardır (1). Tanısında Pozitron Emisyon Tomografisi (PET) en sensitif testtir. Nörosarkoidoz klinik olarak %10, otopsi serilerinde %25 saptanmıştır. Sarkoidoz tüm sinir sisteminde tutulum yapabiliyor olsa da hastalar en sık kranial sinir tutulumu ile prezente olur (2). Karaciğer ve dalak tutulumunda hastalar genellikle asemptomatiktir. Karaciğer enzim yüksekliği <%35 hastada karşımıza çıkar, hastaların %50-65 kadarında ise karaciğer histolojik olarak tutulmuştur. Periferal LAP <%10 hastada saptanır. Akut sarkoid artrit genellikle hastalığın başlangıcında vardır ve Sarkoidoz ile tromboz ilişkisi net değildir fakat literatürde çeşitli vasküler yapılarda tromboz ile seyretmiş vaka bildirimleri mevcuttur. Bildirilmiş olan trombozlar daha çok aktif sarkoidoz tutulumu olan bölgelere yakın venöz sistemi tutmaktadır ve bası etkisiyle oluşan venöz staz ile açıklanmaya çalışılmıştır. Fakat bildirilen bazı vakalarda ise böyle bir ilişki ya da trombofilik bir durum saptanamamıştır (3,4), özellikle serebral venöz tromboz ile seyreden vakalar da bildirilmiştir (5). Yapılan diğer bir açıklama da bu trombotik sürecin sarkoidoz ile indüklenen granülamatöz bir flebit olabileceği şeklindedir. Bunun dışında pulmoner emboli ve yaygın arterial ve venöz trombozla seyreden vakalar da bildirilmiştir (3). Tanı: Sarkoidoz ile ilişkili(?) derin ven trombozu. Sonuç ve anahtar mesaj: Sonuç olarak bildirilmiş bu vakalar ışığında sarkoidozun henüz bulunamamış bir ya da daha fazla yol ile tromboza eğilimi arttırıyor olma ihtimali mevcuttur. Her hastanın ek faktörlerinin bulunuşu ve vaka sayısının kısıtlı olması nedeniyle net bir patogenez ortaya konamamıştır. Bu tür vakaların bildirilmesi sarkoidoz ve hiperkoagülabilite arasındaki ilişkinin varlığının netleştirilebilmesi adına faydalı olacaktır. Anahtar Kelimeler: Derin ven trombozu, hiperkoagülabilite, sarkoidoz Tablo 1. Hastanın laboratuar tetkik sonuçları. 214 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. Judson M.A. Sarcoidosis: clinical presentation, diagnosis, and treatment. Am J Med Sci, 2008; 335:26–33. Iannuzzi MC, Rybicki BA, Teirstein AS. Sarcoidosis. N Engl J Med, 2007; 357:2153–2165. Ungprasert P, Srivali N. “Is sarcoidosis a thrombophilic disorder?”. Annals of hematology. 2013; 92.12:1721-1722. McLaughlin AM, McNicholas WT. Sarcoidosis presenting as upper extremity venous thrombosis. Thorax, 2003; 58:552–554. Selvi A, Diakou M, Giannopoulos S, ve ark. Cerebral venous thrombosis in a patient with sarcoidosis. Int Med, 2009; 48:723–725. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 215 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-090] 42 Yaşında, Erkek Hasta, Bilateral Göz Kapaklarında Şişlik Şikayeti ile Başvurdu Levent Kılıç, Abdulsamet Erden, Umut Kalyoncu, Ömer Karadağ, İhsan Ertenli Hacettepe Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara Başvuru yakınması: 42 yaşında, erkek hasta, 6 yıldır devam eden göz kapaklarında şişlik yakınması ile başvurdu. Öykü, fizik muayene, laboratuar: 10 yıldır olan astım öyküsü ve değişik zamanlarda saptanmış kanda eozinofilisi saptanmış. Son 2 yıldır boyunda yaygın lenfadenopatileri (LAP) olduğu biliniyor. 2009 yılında dış merkezde değerlendirildiğinde; orbital manyetik rezonans görüntüleme (MRG) incelemesinde “her iki orbita süperior kadranda üst kapağa doğru uzanım gösteren, lakrimal bezden sınırları net olarak ayırt edilemeyen, yaygın yumuşak doku kalınlaşması ve kontrast madde tutulumu” saptanmış. Romatolojik sorgulamasında; 3 aydır devam eden ağız kuruluğu mevcuttu. Eklem ağrısı, halsizlik, saç dökülmesi, fotosensitivitesi, malar rash, oral ülser, genital ülser, göğüs ağrısı, ateş, nefes darlığı, kilo kaybı ve gece terlemesi yoktu. Fizik muayene: Bilateral göz kapaklarında şişlik, proptozisi vardı. Orofarenksi kuru ve dilaltında tükürük miktarı azalmıştı. Servikal bölgede 1-2 cm ele gelen mobil ağrısız LAP vardı. Ön tanılar: 1- Orbitanın inflamatuar hastalıkları 2Enfeksiyöz ve malin hastalıklar 3- Tiroid ile ilişkili oftalmopatiler 4- Granülomatöz hastalıklar 5- İdiyopatik Orbital İnflamasyon (Psödotümör) Ayırıcı tanı: Klinik ve radyolojik yorumda tariflenen bulgular spesifik olmamakla birlikte; ön planda orbitanın inflamatuvar hastalıklarını düşündürmektedir. Orbitanın inflamatuvar hastalıkları geniş bir hastalık grubunu; granülomatöz hastalıklar, sistemik vaskülitler [Granülomatöz poliangitis (GPA), eozinofilik granülomatöz poliangitis (EGPA)], sarkoidoz, diğer sistemik inflamatuvar hastalıklar (SLE,), orbital miyozit, tiroid oftalmopatisi (Grave’s hastalığı) ve idiyopatik orbital inflamasyon (psödotümör orbita), içerir. Ayrıca orbital inflamatuvar hastalıkların ayırıcı tanısında; bu bölgeyi etkileyebilecek enfeksiyonlar ve neoplaziler de yer alır. Enfeksiyöz ve malin hastalıklar: Enfeksiyöz ve malin hastalıklar şişlik ya da kitle şeklinde karşımıza çıkan 216 lezyonlarda ilk düşünmemiz gereken ön tanılardır. Agresif fungal enfeksiyonlar (mucor, rhizopus, aspergillus), komplike olmuş fungal sinüzite ikincil orbital enfeksiyon yapabilirler. Tüberküloz nadiren paranazal sinüslerden hematojen ya da direk invazyon yoluyla orbitayı tutsa da, çoğunlukla primer pulmoner tüberküloza ikincildir. Enfeksiyonlara ikincil orbital tutulumda, lezyonlar oldukça ağrılıdır ve kemik yapıda destrüksiyon yaparlar. Lokal ve sistemik inflamasyon bulguları belirgindir. İnvaziv fungal enfeksiyonlar ve tüberküloz daha çok kontrolsüz diyabet, kronik böbrek hastalığı ya da immünsüpresif olan hastalarda görülür. Ateş, halsizlik, kilo kaybı gibi konstistüyonel semptomlar eşlik eder. Orbital inflamatuvar kitlelerini ayırıcı tansında primer veya metastatik orbital kitleleri mutlaka düşünmek gerekir. Metastatik tümörler orbital lezyonların %1-12,5‘unu oluşturur. Bizim hastamızın semptom süresinin 6 yıl olması metastatik neoplazi tanısından oldukça uzaklaştırır. Ancak yavaş seyirli primer orbital tümörler sistemik bulgu ve semptom vermeyebilir. Erişkinlerde orbital tümörlerin en sık nedeni lenfoma olsa da, lenfoproliferatif hastalıklar orbital kitlelerin %6’sını oluşturur ve bunların %50’si lenfomadır. Lenfoproliferatif hastalıklar klinik ve radyolojik olarak orbital inflamatuvar hastalıkları taklit edebilirler. Orbital kitle ile gelen, ateş, halsizlik, kilo kaybı gibi B-semptomları olan hastalarda mutlaka lenfoma ekartasyonu gerekir. Tiroid ilişkili oftalmopatiler: Tiroid ilişkili oftalmopatiler orbital inflamatuvar hastalıkların erişkinde en sık (%60) nedenidir. Genelde bilateral ve sinsi başlangıçlı ve ağrısızdır. Hastalar hipertiroidi semptomları ile başvururlar. Ancak nadir olarak ötiroid ve unilateral hastalık olarak karşımıza gelebilir. Özellikle Grave’s hastalığında ekstra oküler kaslar etkilenir ve BT’de kaslarda tipik genişleme gözükür ancak tendonlar korunur. Göz kapaklarında retraksiyon, diğer orbital hastalıklardan ayırt edici en önemli muayene bulgusudur. Hastanın tiroid fonksiyon testlerinin ve Grave’s hastalığında yüksek sensitivite ve spesifiteye sahip thyrotropin-receptor antikorları (TRAb) bakılması gerekir. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Granülomatöz hastalıklar: GPA klasik olarak akciğer ve böbrekleri tutsa da orbital tutulum %50 oranında görülür. Limitli formunda sadece orbita ve sinüsler tutulabilir. Genellikle bilateraldir, üveit, sklerit, retinal vaskülit ve optik nöropati eşlik edebilir. Hastalık sıklıkla paranazal sinüslerden orbitaya doğru yayılır. Ağrı, oftalmopleji ve görme kaybına neden olabilir. Özelliklerle radyolojik olarak kemik yapının destrüksiyonu önemlidir. Proteinaz3’e kaşı oluşan c-ANCA GPA’lı hastaların %90’ında pozitiflik gösterse de, limitli hastalıkta bu oran (%30-40) daha düşüktür. GPA tanısı klinik bulgular eşliğinde klasik histopatolojik triadı olan; granülomatöz inflamasyon, nekroz, küçük arterler ve venlerde vaskülit bulgularına dayanır. EGPA nekrotizan vaskülit, eozinofilik doku infiltrasyonu, ektrasvaküler granülomlarla karakterizedir, hastalar sıklıkla geç yaşta ortaya çıkan astım ve eozinofili ile prezante olurlar. Hastalarda sistemik tutulum olur; akciğer, periferik nöropati, kardiyak tutulum ve renal tutulum gözlenebilir. EGPA’da orbital tutulum nadirdir. IgE yüksekliği ve p-ANCA pozitifliği tanıda yardımcıdır. EGPA tanısı klinik bulgular eşliğinde ekstravasküler granülomatöz inflamasyon, nekroz ve küçük arter, venlerde vaskülit bulgulara dayanır. Bizim hastamızda astım öyküsü, eozinofilisi olması EGPA ilk planda düşündürmektedir. Ancak ANCA ilişkili vaskülitler agresif ve daha çok akut seyirlidir. Sarkoidoz nedeni bilinmeyen non-kazefiye granülomlarla karakterize multisistemik, bir hastalıktır. Hastaların yarısında göz tutulumu, göz tutulumu olan hastaların %25’inde ve tüm sarkoidozların %10’unda orbital tutulum görülebilmektedir. Hasların %90’ında bilateral hiler LAP, akciğer parankimal tutulumu olur. Göz ya da orbitanın her bölümü etkilenebilir. Ancak göz, lakrimal bez, göz kapakları tutulumu olmadan sadece orbitada tutulum nadirdir. Sarkoidoz erişkinde detrüksiyonla giden orbital ya da sinüslerde kitle lezyonu yapabilir. İdiyopatik orbital inflamasyon (Psödotümör): Nongranülomatöz, inflamatuvar bir hastalıktır, altta yatan lokal ya da sistemik bir neden yoktur. Orbital hastalıkların %4,7- 6,3’ünü oluşturur. Enfeksiyon, malinite ve diğer orbital inflamatuvar hastalıkların ekarte edilmesi gerekir. Laboratuar: Tam kan sayımında 1100/mm3 eozinofilisi vardı. akut faz yanıtı normaldi. RF, ANA, ENA, tiroid otoantikorları, ANCA, ds-DNA, hepatit markerları sonuçları negatifti. Serum IgA, IgG, IgM, IgE, serum-idrar immünelektroforezi normaldi (Tablo 1). Tükürük bezi biyopsisi: Grade 0 Boyun USG: Sağ submandibuler alanda 18x8 mm, sağ anterior servikal zincirde 16x7, sol anterior servikal zincirde 10x5 ve sol submandibuler alanda 17x8 mm boyutunda birkaç adet büyümüş reaktif oldukları düşünülen lenf nodu vardır. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Toraks BT: Mediastinal ve hiler en büyüğü 2,5 cm ulaşan yaygın LAP vardı. Orbita MRG: Her iki orta süperior kadranında üst kapaklarına doğru uzanım gösteren yaygın yumuşak doku şişliği ve kontrast madde tutulumu dikkati çekmektedir. Ekstraoküler kas kalınlıkları, sinyal intensiteleri normaldir. Servikal lenf nodu biyopsisi: Kesitlerde eozinofil lökositler içeren fibroblastik-inflamatuar bir süreç dikkati çekmiştir. Lenf nodunun ortasındaki bir follikülü çevreleyen, palizatlanma gösteren multinükleer dev hücreler de içeren bir granülomatöz reaksiyon dikkati çekmiştir. Nekroz mevcut değildir. Bulguların reaktif bir süreci yansıttığı düşünülmüştür. (bx granülom yok, ARB, PAS ve Kongo red negatif (sırası ile; tbc, mantar ve amiloidoz için)). Vaka sunumu devamı: Hastanın akut faz reaktanları ve tam kan sayımı (eozinofili dışında) normal olması, kontistüsyonel semptomları olmaması, görüntülemelerde malinite ve enfeksiyon açısından ek bulgu olmaması ve lenf nodu biyopsisi malinite ve enfeksiyon açsından negatif olması, uzun süreli öyküsü olması nedeniyle enfeksiyöz ve malin nedenlerden uzaklaşıldı. Yine benzer nedenler, ANCA negatifliği ve histopatolojik örneklerde karakteristik bulgular olamaması nedeniyle vaskülit tansından da uzaklaşıldı. Hastanın görüntülemelerinde ektraoküler kas tutulumunun olmaması, ötiroid olması ve TRab negatif olması nedeniyle tiroid oftalmopatisi dışlandı. Sjögren serolojisi negatif olması ve minör tükürük bezi biyopsisi: grade 0 olmasından dolayı sjögren tanısı dışlandı. Hastanın otoimmün serolojisinin negatif olması ve diğer sistemlerin değerlendirmesinde sistemik bir inflamatuvar hastalık bulgusu olmaması nedeniyle; sistemik inflamatuvar hastalık tanısından uzaklaşıldı. Hastanın biyopsisinde non-kazefiye granülom görülmemesi, ACE düzeyinin normal olması, deri, göz ve diğer organ bulguların olmaması sarkoidoz tansını da geri plana attı. Hastanın. Serum IgG 1500 mg/dL ve bakılan serum IgG4 ise 486 mg/dL (0-125) saptanması üzerine IgG4- ilişkili hastalık (IgG4-İH) ön tanımız oldu. Hastanın göz kapağından biyopsi alınıp, IgG4 boyanması planlandı. Göz kapağı wedge biyopsi: Lakrimal bezler çevresinde kronik inflamatuvar hücreler ve perivasküler alanda yoğunlaşan lenfoid hücreler görülmektedir. Yer yer iğsi fibrozis alanları görülmeketedir. Yapılan immünohistokimyasal incelemede sözü edilen lenfoid infiltrat CD3 ve CD20 ile dağınık paternde boyanma göstermişlerdir. CD23 ile foliküler dendritik ağ belirginleşmiştir. Cyclin D1 negatif şeklinde raporlandı. Lenfoplazmasiter hücrelerde yoğun IgG4 boyanması gözlenmiştir Tanı: IgG4 - İlişkili hastalık ? Tartışma: IgG4-ilişkili hastalık (IgG4-İH) sistemik, immün aracılı fibroinflamatuvar bir hastalıktır. Beyin 217 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Tablo 1. Hastanın Laboratuar Bulguları Parametreler Bulgular Referans değerleri Lökosit (10^3/μL) 7,4 4,3 - 10,3 Hemoglobin (g/dL) 16,5 13,6 - 172 Eozinofil (10^3/μL) 1,1 0 - 0,5 Trombosit (10^3/μL) 189 156 - 373 Sedimantasyon (mm/h) 2 0 - 20 C-Reaktif Protein (mg/dL) 0,214 0 - 0,8 AST /ALT (U/L) 26 /86 <41 ALP/GGT (U/L) 78/54 <129/<61 Albümin (g/dL) 4,44 3,4 - 4,8 Globülin (g/dL) 1,91 1,5 - 4,6 Kalsiyum (mg/dL) 9,2 8,6 - 9,9 Fosfor (mg/dL) 4,43 2,7 - 4,5 Kreatinin mg/dL 0,85 0,7 - 0,12 1989 ng/mL 609 - 2366 496 U/L 240 - 480 162,50 mg/gün 0 - 80 Beta-2 Mikroglobulin ) LDH (laktat dehidrogenaz 24 Saatlik İdrar Protein Quantiferon Negatif Brucella aglütinasyonu Negatif IgA (mg/dL) 122 82-453 IgG (mg/dL) 1500 751-1560 IgM (mg/dL) 41,5 46-304 Total IgE (Ku/L) 171 ANA - SSA - SSB - ANCA (IFA) - TSH N TRab - parankimi hariç, vücuttaki pankreas, retroperiton, tükürük bezleri, akciğer, böbrek, lenf nodları ve diğer birçok organın tutulabildiği bildirilmiştir. 2001 yılında sklerozan pankreatitli (tip 1 otoimmün pankreatit) hastalarda serum IgG4 düzeyi yüksek saptanmıştır. 2003 yılında otoimmün pankreatitli olgularda, başka organ tutulumlarının da olduğu gösterilmiştir ve sistemik bir hastalık olduğu kanısı oluşmuştur. 2012 yılında uluslararası bir çalışma grubu IgG4-ilişkili hastalık (IgG4-İH) kavramını tanımlamıştır. IgG4-İH her organı etkileyebilir. En önemli karakteristik özelliği etkilenen organlarda IgG4 pozitif plazma hücre infiltrasyonudur. Aslında yeni bir hastalık değildir. “Mikulicz hastalığı”, “Küttner tümörü”, Riedel tiroiditi, Ormond hastalığı ve benzeri birçok hastalık IgG4 spektrumu içinde yer almaktadır. Epidemiyoloji hakkında yeterli bilgi olmasa da, vakaların çoğu japonyadan bildirilmiştir. Hastaların ortalama tanı yaşı 60’dır. Erkek/Kadın oranı 8:3 dür. En önemli klinik bulgusu malinite düşündüren şişliktir. IgG4-İH’da poliklonal IgG4 düzeyinde belirgin artış gösterilmiştir. 218 Özellikle multiorgan tutulumu olanlarda bu düzey daha da yüksektir. Serum akut faz reaktanlarında ise orta derecede yükseklik olabilmektedir. Bazı hastalarda serum IgE ve periferik eozinofili görülebilmektedir. ANA özellikle otoimmün pankreatitli hastaların yarısında pozitif olabilmektedir ancak, daha spesifik olan SSA ve SSB negatiftir. Haslarda ateş kilo kaybı gibi konstistüsyonel semptomlar nadiren görülür. Ancak astım, atopi ve egzama öyküsüne sıklıkla hastalarda rastlanır. Orbital tutulum kabaca iki şekilde kliniğe yansır; kronik sklerozan dakroadenit ve inflamatuvar orbital pseudotümör. Hastalarda sıklıkla beraberinde tükürük bezlerinde de tutulum olur. Orbital psödotümör daha çok kitle yapan lezyonlar oluşturur. Orbitanın tüm yapılarını etkileyebilir. Orbital tutulum özelilikle lakrimal bezleri hedef alır. Hastaların %50 sinde izole orbital tutulum görülebilir. Genellikle bilateraldir. Hastalar ağrısız göz kapaklarında şişlik şikayeti ile başvururlar. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Lenfadenopati IgG4-İH sıklıkla olur, ektranodal bulgulardan önce, sonra ya da birlikte ortaya çıkabilir. Generalize lenfadenopati ya da tutulan organa lokalize olabilir. Otoimmün pankreatitli hastaların %80’ında LAP raporlanmıştır. Generalize LAP bazen ilk başvuru şikayeti olabilir. LAP’in lokalizasyonu, ekstranodal hastalıkla paraleldir. Konstitüsyonel semptomların olmaması, poliklonal hipergamaglobulinemi, artmış. IgG4 düzeyi ve bazı durumlarda artmış IgE düzeyi ayırıcı tanı açısından yardımcıdır. IgG4-İH hastalarında lenf nodu biyopsileri sıklıkla reaktif foliküler hiperplazi olarak gelir. Histolojik olarak birçok alt patern tanımlansa da hepsindeki en önemli ortak patolojik özellik IgG4 plazma hücrelerinin varlığıdır Sonuç ve anahtar mesaj: IgG4-İH’ın histopatolojisi IgG4+ plazma hücrelerinden zengin lenfoplazmasitik infiltrasyon, iğsi fibrozis, obliteratif flebit ve hafif-orta düzeyde eozinofili ile karakterizedir. IgG4-İH tanısı klinik, laboratuar ve histopatolojik bulgularla konur ancak, hiçbiri tek başına patognomik değildir. Anahtar Kelimeler: IgG4 ilişkili hastalık, orbital psödotümör Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. Lutt JR, Lim LL, Phal PM, ve ark Orbital inflammatory disease. Semin Arthritis Rheum. 2008;37:207-22. Gordon LK. Orbital inflammatory disease: a diagnostic and therapeutic challenge. Eye (Lond). 2006;20:1196-206. Stone JH, Zen Y, Deshpande V. IgG4-RD. N Engl J Med 2012;366:539–51. Mahajan VS, Mattoo H, Deshpande V, ve ark. IgG4-related disease. Annu Rev Pathol. 2014;9:315-47. Carruthers MN, Khosroshahi A, Augustin T, ve ark. The diagnostic utility of serum IgG4 concentrations in IgG4-related disease. Ann Rheum Dis. 2015;74:14-8. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 219 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-091] Bilinç Bulanıklığı Nedeniyle Acil Servise Başvuran Kadın Hasta Ali Şahin1, Gökmen Asan2, Doğan Seven2, Meliha Bayram2, Ahmet Kerim Türesin2 1 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Sivas 2 Başvuru şikayeti: 21 yaşında kadın hasta acile iki gündür başlayan bilinç bulanıklığı ve çevresindekileri tanıyamama şikayetleri ile başvurmuş. Öykü, fizik muayene, laboratuar: Hasta acil servisten psikiyatri servisine deliryum ön tanısı ile yatırılmış. Yakınlarından alınan anamnezde ilaç öyküsü dışlanan ve elektrolitlerinde ve diğer tetkiklerinde paroblemi saptanmayan hastanın, takiplerinde idrar mikroskopisinde lökosit saptanması, ateşi olması üzerine Enfeksiyon Hastalıkları servisine devredilmiş. Hastanın ateşlerinin devam etmesi üzerine kan, idrar ve balgam kültürleri tekrar alınıp uygun profilaktik antibiyotik tedavisi başlanmış. Takiplerinde kliniği kötüleşen takipnesi, taşikardisi, konfüzyonu olan ve motor kaybı gelişen hasta Göğüs Hastalıkları ve Nörolojiye konsülte edilmiş. Göğüs hastalıkları açısından patoloji düşünülmemiş. Nöroloji tarafından muayene edilen ve beyin bilgisayarlı tomografi (BT) çekilen hastada etiyolojik neden saptanamamış. Daha sonra hastanın eski kayıtlarından ve yakınlarından alınan ayrıntılı anamnezden hastanın geçmişte sistemik lupus eritematozus (SLE) tanısı olduğu öğrenilince Romatoloji konsultasyonu istenmiş. Hasta görüldüğünde genel durumu orta-kötü, şuuru konfü, etrafındakileri tanıyamıyor, ağrılı uyaranlara yanıt alınabiliyordu, ateşi 39 derece devam ediyordu. Hastaya yaklaşık 6 ay önce SLE tanısı konulduğu, steroid ve hidroksiklorokin önerildiği fakat hastanın bu tedavileri hiç kullanmadığı öğrenildi. Hastaya SLE nörolojik tutulum olabileceği düşünülüp pulse steroid tedavisi önerildi. Tam kan sayımı; beyaz küre 7.730/μL, hemoglobin: 8.4 gr/dl, trombosit: 296.000/μL idi, karaciğer ve böbrek fonksiyonları normaldi. CRP: 21.3 (0-8) mg/L, ESH: 14 mm/h idi. CK’sı ve Tiroid fonksiyon testleri normaldi, LDH: 407 idi. Ferritin 1679 mg/dl, RF (-), CCP: N ve Brucella, HBV, HCV, HIV negatifti. ANA (+), anti-dsDNA (+++), ANA profilinde ise anti-Ro52-SS-A (++), nükleozom (+++) ve anti-ribozomal P protein (++) saptandı. c-ANCA ve p-ANCA (IFA) negatifti. Lupus antikoagulanı normal, antikardiyolipin antikorlar negatifti. Hastaın C3: 46.2 mg/dL (79-152), C4: 10.2 (16-38) mg/dl idi. Hastanın takibinde genel durumunun daha da kötüleşmesi üzerine yoğun bakım şartlarında takibe alındığı sıra pulse steroid uygulandı ve beyin MR çekildi. 220 Öyküsünde ateşi ve döküntüsü yok. Ön tanılar: 1- Serebrovasküler hastalık (tromboz, kanama vs) 2- İlaç kullanımı (toksikasyon, suicid amaçlı vs.) 3- Otoimmün romatizmal hastalıkların nörolojik tutulumu 4- Enfeksiyöz patoloji (viral, bakteryel menenjit veya ensefalit) Ayırıcı tanı ve tanı için ipuçları: Hastada daha önceden mevcut SLE tanısı, klinik bulguları ve özellikle laboratuarda anti-Ribozomal-P protein pozitifliği göz önüne alınarak nöro-psikiyatrik SLE tanısı konuldu. Bu durumda yine de öncelikle enfeksiyon, organik patolojiler (tromboz, kanama, kitle, bası etkisi vb.), metabolik ve elektrolit bozuklukları dışlanmalıdır. Tedavi ve klinik seyir: Hastanın çekilen beyin MR sonucu serebral beyaz cevherde özellikle supraventriküler düzeyde daha belirgin olmak üzere çok sayıda 2-20 mm arasında değişen yaygın kontrast tutmayan düzensiz gliotik odaklar (hipertansiyon, kronik migren ya da vaskülit zemini) olarak yorumlandı. Hastaya geniş spektrumlu ikili antibiyotik, antifungal tedavi başlandı ve beslenme, diğer destek tedavileri düzenlendi. Pulse steroid yanı sıra siklofosfamid verildi. Takibinde 7. Günde mekanik ventilatörden ayrılan hasta 14.günde romatoloji servisine devir alındı. Genel durumu stabil seyreden hasta steroid, hidroksiklorokine, kalsiyum-Vitanin D, asetilsalisilik asit, aylık siklofosfamid infüzyonu ve poliklinik kontrolü önerilerek salah ile taburcu edildi. Tanı: Nöropsikiyatrik lupus Tartışma: Sistemik Lupus Eritematozus (SLE), özellikle doğurganlık çağındaki genç bayanları etkileyen birden çok organ ve sistemi tutabilen, kompleks, otoimmün bir hastalıktır. SLE ‘de nörolojik tutulum kötü prognoz kriteri olarak bilinmektedir ve lupus nefriti, kardiyovasküler sistem tutulumu, enfeksiyonlar dışında bir diğer majör ölüm nedeni olarak düşünülmektedir. Nöropsikiyatrik SLE patogenezinde vasküler anormallikler, inflamatuvar mediyatörler ve sitokin aracılı doku hasarı, anti-ribozomal P protein gibi otoantikorlar suçlanmaktadır (1,2). SLE ‘de nörolojik ve psikiyatrik bulgular hasta tanı alamadan önce ya da hastalığın seyri sırasında görülebilmektedir (2). SLE’de görülen nöropsikiyatrik bulgular, bilişsel işlev TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i bozukluğu, baş ağrısı, psikoz ve duygu durum bozukluğu, nöbetler ve serebrovasküler hastalık gibi birçok hastalık ile karışabilir (1). Nöropsikiyatrik SLE (NPSLE) prevalansı % 21-95 gibi geniş bir aralıkta bildirilmiştir (4). Bunun nedeni NPSLE tanısındaki farklı kriterlerin baz alınması olarak vurgulanmıştır. Baş ağrısı NPSLE dışında ilaçlarla NSAID ve/veya diğer ilişkili olabilir. Psikoz, mood bozuklukları, anksiyete yine kortikosteroid, ilaç kötüye kullanımı, altta yatan şizofreni, depresyona bağlı olabilir (4). Psikoz ve depresyonun anti-ribozomal-P proteinle ilişkisi gösterilmiştir (4). NPSLE’de yine antifosfolipid antikorlar ve bunlarla ilişkili mikroanjiyopatik olaylar, arteryal veya venöz trombozlar ve serebral infarktlar önemlidir. Demiyelinizan hastalık, transvers miyelit, korea, nöropati, myastenia gravis, Guillian-Barre sendromu, akut konfuzyonel durum 8organik beyin sendromu), bilişsel bozukluklar diğer klinik NPSLE bulgularıdır. Tanıda diğer nedenlerin dışlanması (başta enfeksiyöz vb.) önemlidir. Tanısal amaçlı otoantikorlar (anti-NR2, antiribozomal-P protein, anti-NMO/ aquaporin, antifozfolipid), beyin-omurilik sıvısı (BOS) incelemesi, elektrofizyoloji (EEG vb), nöropsikolojik değerelendirme ve görüntüleme (MR, BT, MRA, MRS, MRI, PET, SPECT) teknikleri kullanılabilir. NPSLE tedavisinde ilk olarak enfeksiyon, hipertansiyon ve varsa diğer metabolik bozuklukları düzeltmek, anksiyolitik, antidepresanları başlamak, yüksek doz steroid, immünsüpresifler (azatiyoprin, siklofosfamid, mikofenolat mofetil vb.), rituksimab, antikoagulan tedavi, antiplatelet, antimalaryaller ve astatinler değişik kombinasyonlarla kullanılabilir (4). Yüksek doz steroid ve aylık siklofosfamid infüzyonlarının daha üstün olduğu bildirilmiştir (4). Fakat doğurganlık çağındaki bayanlar ve bu tedavinin 24 aya kadar uzayabileceği göz önüne alınıp diğer immünsüpresif seçenekleri ve rituksimabı gerektiğinde kullanmak daha akıllıca olabilir. Bizim bu vaka da olduğu gibi daha önce psikiyatri tarafından psikoz ve duygu durum bozukluğu tanıları ile izlenen hastalarda, özellikle genç kadın hastalarda NPSLE akla gelmelidir. Burada diğer önemli noktalar nörolojik tutulum açısından bize, erken dönemde ve hızlı, uygun tedavinin uygun zamanda (örneğin pulse steroid gibi) yapılması, hastaya diğer destek tedavilerin verilmesi (3,4) çok önemlidir. Aksi durumda SLE tanısı mevcut hastalarda nörolojik bulguların çeşitliliği nedeni ile nörolojik tutulum akla gelmez ise gereksiz zaman, iş gücü kaybı olması ve bazen de ölümle sonuçlanması kaçınılmazdır. Ayrıca vurgulanması gereken önemli bir konu lupus tanısı konulan hastanın tedavi ve takip konusunda eğitimi, romatoloji dışında diğer disiplinlerin lupus tedavisi, steroidin zamanında ve etkin kullanımı, antibiyoterapi profilaksisi gibi konularda işbirliğini ve koordinasyonu artırmaları gerektiğidir. Sonuç ve anahtar mesaj: SLE tanısı ile takip edilen hastalarda duygu-durum bozukluğu veya benzeri tablolar saptandığında nöropsikiyatrik lupus akla gelmelidir. Anahtar Kelimeler: Anti-ribozomal-P protein, nöro-psikiyatrik SLE Kaynaklar 1. 2. 3. 4. Shi ZR, Cao CX, Tan GZ, ve ark. The association of serum anti-ribosomal P antibody with clinical and serological disorders in systemic lupus erythematosus: a systematic review and meta-analysis. Lupus 2014 Nov 17. (Baskıda). Bravo-Zehnder M, Toledeo EM, Segovia-Miranda F, ve ark. Anti-ribosomal p protein autoantibodies from patients with neuropsychiatric lupus impair memory in mice. Arthritis rheumatol 2015;67:204-14. Pramanik B. Diagnosis of systemic lupus erythematosus in an unusual presentation: what a primary care physician shoud know. Curr Rheumatol Rev 2015. (baskıda). Hanly JG, Omisade A, Fisk JD. Treatment of neuropsychiatric lupus. In: Hochberg, Silman, Smolen, Weinblatt, Weismann, editors. Rheumatology, 6th edition, Philadelphia: Elsevier Mosby; 2015;(2):1107-1111. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 221 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-092] Nefes Darlığı, Ateş ve Akut Böbrek Yetmezliği ile Gelen Septik Hasta Hamit Yıldız1, Nergiz Hüseynova2, Gezmiş Kimyon2, Nida Uyar1, Bünyamin Kısacık2 1 Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Gaziantep 2 Başvuru yakınması: Bilinen herhangi bir hastalığı olmayan 17 yaşında kad hasta bir haftadır mevcut olan nefes darlığı ve şiddetli halsizlik ve ateş şikayetleri ile başvurdu. alanlar ve plevral yüzlerde düzensizlikler ve supraklaviküler, prevasküler, paratrakeal, sağ hiler ve bilateral aksiller santim sınırında lenf nodları izlendi (Reaim 2). Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Yaklaşık üç hafta önce gözlerde şişilik şikayeti başlamış. Hastaya başvurduğu merkezde proteinüri, plevral effüzyon olduğu ve romatizmal bir hastalıktan kaynaklandığı söylenerek azotiyopirin ve hidroksiklorokin başlanmış. Yakınmaları geçmeyen, progresif nefes darlığı ve ateşleri olması üzerine tarafımıza başvurmuş. Yapılan fizik muayenesinde ateşi 38,5°C, kan basıncı 150/100 mmHg, nabzı 124/dk, solunum sayısı 40/dk, oda havasında oksijen satürasyonu (Sa02) %63 olan vakanın solunum sistemi muayenesi dispenik ve takipneik olarak izlendi. Solunum sistemi oskültasyonunda sağ hemitoraksta insipatuvar raller duyulurken ve sol hemitoraksta orta zonlara kadar solunum sesleri oldukça azalmıştı. Kardiyovasküler muayenesinde kalp ritmik ve taşikardik saptandı. Ekstremite muayenesinde bilateral pretibial ödem +/+ olarak saptandı, diğer sistem muayeneleri olağan bulundu. Hasta yoğun bakım ünitesine yatırılarak takip edildi. Ön tanılar: 1- Primer vaskülit 2- Sistemik lupus eritematozus 3- Ampiyem Başvuru esnasında laboratuvar tetkiklerinde hemoglobin 5,5 gr/dL, hematokrit %19, lökosit sayısı 7790/mm3, trombosit sayısı 410.000/mm3, eritrosit sedimentasyon hızı 60 mm/saat, C reaktif protein (CRP) >200 mg/dL, prokalsitonin(Pct) 21,25 ng/mL, üre 130 mg/dL, kreatinin 2,71 mg/dL, albümin 2.8 g/dL, sodyum 133 mmol/L, potasyum 7,17 mmol/L, PT INR 1,25 olan olgunun diğer biyokimyasal değerleri normal olarak bulundu. Tam idrar incelemesinde pH: 5,5, lökosit esteraz +1, protein +3, eritrosit+ olarak saptandı. Hastanın alınan arteriyal kan gazı değerleri (AKG) pH:7,13, parsiyel oksijen basıncı (PaO2) 101 mmHg, parsiyel karbondioksit basıncı (PaCO2) 19,4 mmHg, bikarbonat düzeyi (HCO3) 8,3 ve SaO2 %92 olarak bulundu. Akciğer radyogramında sağda orta zonda, solda alt zondan orta zon apeksine kadar homojen opasite görüldü (Resim 1). Hastaya toraks bilgisayarlı tomografisi (BT) çekildi, sağda minimal plevral effüzyon ile solda plevral mesafede sıvı ve hava dansiteleri, her iki akciğerde yer yer infiltrasyon-buzlu cam dansiteli 222 Ayırıcı tanı ve tanıya götüren bulgular: Pnömoni nedeniyle yoğun bakım ünitesinde izlenen hastaya öncelikle noninvazif mekanik ventilasyon (NIV) tedavisi başlandı. Torasentezde ampiyem ile uyumlu bulgular, toraks tomografisinde hidropnömotoraks olan hastaya sol toraks tüpü takıldı. Sulbaktam/sefoperazon,vankomisin ve oseltamivir başlandı. Hipervolemi, hiperkalemi, saatlik idrar çıkışı azalmış olan ve elektrokardiyografisinde (EKG) T sivriliği saptanan hasta hemodiyalize alındı. Anemi ve taşikardi nedeniyle hastaya 3 ünite eritrosit süspansiyonu replasmanı yapıldı. Kan kültüründe Enterobacter Cloacae ve plevral mai kültüründe Acinetobacter Baumanii üredi. Tansiyonları düşük seyreden hastada sepsis düşünüldü, pozitif inotrop başlanarak antibiyoterapisi tekrar düzenlendi. ANA IFA (+++) homojen patern, anti-DSDNA: 104 U/mL, C3: 0.43, coombs testi pozitif, lenfosit 300 mm3, 800 mg/gün proteinüri olan hastaya sistemik lupus eritematozus (SLE) tanısı konuldu. Takip ve tedavisi devam ederken EKG’sinde V1-V6 derivasyonlarında ST segment elevasyonu saptanınca kardiyak enzim incelemesinde troponin T: 3,89 ng/mL kütle CK-MB: 127 ng/mL olarak saptanınca hasta akut miyokard infarktüsü olarak kabul Resim 1. Tedavi öncesi Toraks BT kesiti. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Resim 2. Yoğun bakıma yatış akciğer grafisi edilerek asetilsallisilik asit 300 mg/gün, klopidogrel 75 mg/gün (600 mg/gün yüklemenin ardından) ve düşük molekül ağırlıklı heparin 6000 ünite/gün tedavisine eklendi. Sonraki takiplerinde melenası olan hasta gastrointestinal kanama nedeniyle 4 ünite eritrosit replasmanı yapıldı. Genel durumu düzelen hasta normal servise alındı. Hasta yatışının 38. Gününde tedavisi düzenlenerek taburcu edildi. otoimmün karakterli, birçok organ ve sistemi tutan bir bağ dokusu hastalığıdır. Progresif ve hızlı bir gidiş az sayıda hastada görülür. Tipik hastalık tablosu başlangıçta hastaların az bir kısmında bulunur ve tanıyı kolaylaştırır. Hafif genel (konstitüsyonel) semptomlarla başvuran hastalarda tanıda gecikme olabilir. Klinik olarak genç yaş, alopesi, serozit, diskoid lupus varlığı SLE’u hatırlatan işaretler arasındadır. Lupusda seröz membranlardan plevra, perikard, seyrek olarak da periton inflamatuar bulgular gösterir. Plevra tutulumu hastaların %30-60’ında bulunur. Plöritik ağrı semptomuna rağmen, radyografik bulgu bulunmayabilir. Lupusta tüm ölümlerin %20-40’ı infeksiyon kaynaklıdır. İnfeksiyonlara hassasiyet; hastalık süresi aktivitesi, lökopeni, glukokortikoid (orta/yüksek doz) immünsüpresif kullanımı ve nefrit ile ilişkilidir. SLE tanılı hastalarda plevral efffuzyonların hastalık yanında sekonder nedenlerden kaynaklanabileceğini unutulmamalıdır. Tanı: SLE, pnömoni, ampiyem ve hidropnömotoraks Sonuç ve anahtar mesaj: SLE tanılı hastalarda plevral efffüzyonların hastalık aktivitesinin yanısıra hastalık dışı nedenlerden de kaynaklanabileceğini unutulmamalıdır. Anahtar Kelimeler: Ateş, nefes darlığı, SLE, ampiyem Tartışma: Sistemik lupus eritematozus (SLE), kronik, sebebi bilinmeyen, immünolojik bozukluklarla birlikte, Kaynaklar TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 223 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-093] Proksimal Kas Güçsüzlüğünün Nadir bir Nedeni: İmmün Nekrotizan Miyopati Deniz Can Güven1, Abdulsamet Erden2, Levent Kılıç3, Ömer Karadağ2 1 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara 3 Ankara Yenimahalle Devlet Hastanesi, Romatoloji Bölümü, Ankara 2 Başvuru yakınması: 44 yaşında erkek hasta; yutma güçlüğü, kol ve bacaklarda güçsüzlük yakınmaları ile başvurdu. Toksik myopati: Hastanın hikayesinde alkol, uyuşturucu, statinler gibi toksik myopati nedeni olabilecek etkenlerin görülmemesi bizi bu tanıdan uzaklaştırmıştır. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Bilinen dahili hastalığı olmayan 44 yaşında erkek hastanın Ağustos 2014’te göğüs ve sırtta döküntüleri çıkmış. İzleminde katı gıdalarla disfaji, üst ve alt ekstremitede kuvvetsizlik şikayeti başlamış. Eylül ayında istemsiz kilo kaybı başlayan hasta bir ayda yaklaşık 30 kilo kaybetmiş. Oturup kalkmada, merdiven inip çıkmada güçlüğü olan hastanın dış merkezde yapılan bakılan CK düzeyinin 4267 olması üzerine hasta hastanemize yönlendirilmiş. Hipotiroid myopati: Hastanın tiroid fonksiyon testlerinin (TFT) normal olması, hipotiroidi bulgularının olmaması bizi bu tanıdan uzaklaştırmıştır. Kabulünde yapılan muayenesinde sırt ve göğüs bölgesinde eritemli döküntüler mevcuttu. İnspeksiyonda alt ve üst ekstremitede proksimal kaslar atrofik görünümdeydi. Heliotrop döküntü, gottron papülü görülmeyen hastanın fizik muayenesinde aktif eklem bulgusu yoktu. Motor muayenesinde bilateral simetrik proksimal kas güçsüzlüğü görüldü. Üst ekstremite proksimal kas kuvvet bilateral 2/5, alt ekstremite proksimal kas kuvveti 3/5 olarak değerlendirildi. Hastanın öyküsünde alkol, uyuşturucu ve ilaç kullanımı yoktu. Hastanemizde gönderilen CK düzeyi 12378, LDH düzeyi 590 olarak ölçüldü. Sedimentasyonu 37 olan hastanın CRP’si 0,97’ydi. ALT ve AST yüksekliği görülen hastanın viral ve otoimmün hepatit serolojisi normaldi. TSH düzeyi normal olan hastanın ANA düzeyi 1/100 granüler (benekli) paternde pozitifti. ENA paneli negatif olarak raporlandı. Hastanın EMG’si yaygın aktif myopatik tutulum olarak değerlendirildi. Ön tanılar: 1- Dermatomyozit/ Polimyozit 2- Toksik myopati 3- Hipotiroid myopati 4- Paraneoplastik myopati 5- İmmün nekrotizan myopati Ayırıcı tanı: Dermatomyozit/Polimyozit: Hastanın mevcut tablosu inflamatuar myopatiler ile ilişkili olabilir. Dermatomyozit şüphesiyle cilt lezyonundan yapılan punch biyopsinin non-spesifik olduğu görülmüştür. ENA antikorlarının negatif olması, biyopside inflamasyon görülmemesi bizi bu tanılardan uzaklaştırmıştır. 224 Paraneoplastik myopati: Hastaya malignite taraması açısından toraks, abdomen ve boyun BT, üst ve alt endoskopi yapılmıştır. Kolon polibinin patolojisi tübüler adenom ile uyumludur. Hastaya konsey kararıyla PET-BT çekildikten sonra piriform sinüste görülen lezyondan alınan biyopside de benign bir lezyon olan skuamöz papillom görüldüğünden hastada paraneoplastik myopatiden uzaklaşılmıştır. İmmün nekrotizan myopati: Hastanın myotoksik ajan kullanımı olmaması, TFT’sinin normal olması, malignite taramasının normal olması ve biyopside görülen nekroz görülmesi, inflamasyon bulgusuna rastlanmaması hastanın immün nekrotizan myopati tanısını desteklemektedir. Hastaya lokal anestezi altında sağ biseps brakiiden biyopsi yapıldı. Biyopsi sonucu çok sayıda nekrotik lifin izlendiği aktif myopatik değişiklikler gösteren kas biyopsisi olarak raporlandı. Biyopsi örneğinde inflamasyon ve endomysial bağ dokusu artışı görülmedi. Döküntülerden yapılan cilt biyopsisi dermiste kollajende kabalaşma ve hafif şiddette perivasküler lenfositik infiltrasyon nonspesifik değişikliklerle uyumlu olarak raporlandı. Tedavi ve klinik seyir: Hastaya Hastaya 1 gr/gün pulse steroid verildikten sonra yutma güçlüğünde belirgin iyileşme görüldü. 60 mg/gün dozundan steroid dozuna devam edildi. Hastaya malignite taramaları kapsamında toraks, abdomen ve boyun BT, üst ve alt endoskopisi tetkikleri yapıldı. Üst endoskopide duodenit ve pangastrit, alt endoskopide kolon polibi görülen hastanın toraks BT’sinde infeksiyon uyumlu birkaç buzlu cam dansitesi dışında patolojik bulgu görülmedi. Kolon polibinin patolojisi tübüler adenom olarak raporlandı. Hastaya konsey kararı ile PET-BT çekildi. PET-BT’de sol akciğer alt lobda infeksiyon ile uyumlu milimetrik nodül, paraözefagial TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i alanda 11x12 mm lik lenf nodunda düşük düzey FDG tutulumu (SUV maks: 2.1) izlendi. Lezyonun değerlendirilmesi için hastaya çekilen nazofarinks MRG’de sol priform sinüste ariepigloddik katlantıya ve sol paraglottik alana hafif uzanımı bulunan mukozal yerleşimli kitle görüldü. Hasta kulak burun boğaz hastalıkları bölümünce değerlendirildi, direk laringoskopi altında biyopsi planlandı. Buradan yapılan biyopside skuamöz papillom görüldü. Hastaya immün nekrotizan myopati ön tanısıyla IVIG 0,4 gr/kg /gün dozundan başlandı. Hastaya 5 gün IVIG verildi. İzleminde hastanın CK değerleri 12378’den 1547’ye kadar geriledi. IVIG sonrası kas kuvvetinde iyileşme görülen hasta steroid azaltma şeması ve aylık IVIG planı ile taburcu edildi. 20 gün sonraki kontrol muayenesinde desteksiz oturup kalkabilen hastanın üst ve ekstremite proksimal kas gücünün 2/5’ten 4/5’e yükseldiği görüldü. Hastanın CK değeri 971 olarak ölçüldü. Poliklinik kontrollerine devam edilen hastaya siklofosfamid ve IVIG verilmesi, steroid azaltılmaya şemaya uygun olarak devam edilmesi planlandı. Tanıya götüren bulgular: Öyküde bağ dokusu hastalığı ve endokrinopati olmaması, fizik muayenede simetrik proksimal kas güçsüzlüğü olması, laboratuar değerlerinde ENA panelinin negatif olması ve kas biyopsisinde görülen nekroz bizi immün nekrotizan myopati tanısına götürmüştür. Tanı: İmmün nekrotizan myopati Tartışma: 1975 yılında Bohan ve Peter, idiyopatik inflamatuar myopatileri tanımlamıştır. Bu klasik tanımda polimyozit bilinmeyen bir nedene bağlı olan inflamatuar myopati, dermatomyozit ise bu tabloya tipik deri döküntüsünün eşlik etmesi olarak belirtilmiştir. Daha sonra araştırmacılar tarafından bu iki hastalığın farklı histolojik bulguları tanımlanmıştır. Bohan ve Peter’in araştırmalarından beri nekrozun belirgin olduğu, inflamasyonun ise minimal olduğu kas biyopsileri tanımlanmasına rağmen nekrotik myopatinin kanser ilişkili olduğu düşünülmüştür (1-3). İlk kez 2003 yılında Avrupa Nöromusküler Merkezinin tanımladığı sınıflandırma şemasında immün nekrotizan myopatiler kanserle ilişkili olmak zorunda olmayan ayrı bir klinik antite olarak tanımlanmıştır (4). Kas biyopsisinde nekrotizan myopati bulgusu spesifik bir bulgu olmayıp endokrinopatiler (hipotiroidi), statinler başta olmak üzere myotoksik ajanlara maruziyet, musküler distrofiler ve çeşitli otoimmün myopatilerde izlenebilir. Hastamızın statin ve diğer myotoksik ilaç kullanımı olmaması, alkolizmi olmaması, ailede ve kendinde daha önce kas güçsüzlüğü olmaması nedeniyle hastada öncelikli olarak immün myopati düşünüldü. Romatolojik sorgulaması ve fizik muayenesi ile bağ dokusu hastalığı düşündürmeyen hastanın skleroderma, anti-sentetaz sendromu ve dermatomyozit açısından gönderilen ENA paneli negatifti. Literatürde nekrotizan myopati tedavisine ilişkin bir konsensus olmamakla birlikte bildirilen tüm vakalarda steroid kullanıldığı görülmüştür. Hemen tüm vaka serilerinde steroid koruyucu bir ajanın tedaviye eklenmesinin gerekliliği üzerinde durulmuştur. Günümüzde nekrotizan myopati tedavisi ile ilişkili randomize kontrollü bir çalışma yoktur. Vakalarda sıklıkla 1 mg/kg prednizolon ile steroid koruyucu ajan olarak metotreksat kombinasyonu kullanılmıştır. Ciddi kas tutulumu ve disfaji olan vakalarda IVIG ve plazmaferez denendiği bildirilmiştir (5). Vakamızda IVIG ve steroid tedavisi ile hastanın disfajisi ve kas gücü kısa zamanda belirgin şekilde düzelmiştir. Sonuç ve anahtar mesaj: Proksimal simetrik myopati ile başvuran hastalarda myopati ayırıcı tanısında zamanla daha bilinen bir antite olan immün nekrotizan myopati akılda tutulmalıdır. Anahtar Kelimeler: İmmun nekrotizan myopati, kas biyopsisi, myopati, myozit Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. Mammen AL. Necrotizing myopathies: beyond statins. Curr Opin Rheumatol 2014, 26:679–683. Bohan A, Peter JB. Polymyositis and dermatomyositis (first of two parts). N Engl J Med 1975; 292:344–347. Bohan A, Peter JB. Polymyositis and dermatomyositis (second of two parts). N Engl J Med 1975; 292:403–407. Hoogendijk JE, Amato AA, Lecky BR, ve ark. 119th ENMC international workshop: Trial design in adult idiopathic inflammatory myopathies, with the exception of inclusion body myositis, 10–12 October 2003. Naarden, The Netherlands. Neuromuscul Disord 2004; 14:337–345. Allenbach Y, Benveniste O. Acquired necrotizing myopathies. Curr Opin Neurol 2013, 26:554–560. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 225 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-094] İntermitan Splenik Torsiyon: FMF Ayırıcı Tanısında Sık Görülmeyen bir Vaka Nurefşan Cihangiroğlu1, Başak Bostankolu1, Ceren Önal1, Hakan Taban1, Abdulsamet Erden2 1 Hacettepe Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi, İçHastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara 2 Başvuru yakınması: 18 yaşında kadın hasta, iki gündür devam eden, özellikle yemeklerden sonra ve hareketle artan sol üst kadrana lokalize karın ağrısı ve ishal yakınmaları ile başvurdu. Kısa anamnez, fizik muayene ve laboratuar bulguları: 2012 yılında ilk olarak 4-5 gün süren ateş, ishal, karın ağrısı ve kusması olmuş. Hastanın bundan 1 yıl sonra karın ağrısı tekrarlamış. Sonrasında hastanın yaklaşık 2 ayda bir karın ağrısı şikayeti devam etmiş. Artralji ve ateşin eşlik ettiği karın ağrıları olması nedeniyle FMF düşünülerek takip edilmeye başlanmış. Hastanın atak anında bakılan fibrinojen düzeyi 436 mg/dl, sonrasında 300 mg/ dl olarak saptanmış. MEFV gen mutasyonu negatif olarak neticelenmiş. Karın ağrısına yönelik yapılan abdominal USG’de patolojik bulguya rastlanmamış. 2 mg kolşisin altında takip edilmeye devam edilen hastanın şikayetlerinde azalma izlenmemiş. Hastanın Aralık 2014’te geldiği son kontrolünde 2 gündür devam eden özellikle yemeklerden sonra ve hareketle artan sol üst kadrana lokalize karın ağrısı ve ishali mevcuttu. Bu dönemde bakılan fibrinojen düzeyi 770 mg/dl olan hastanın yapılan fizik muayenesinde sol üst kadranda ciddi hassasiyet saptanması üzerine hasta poliklinik kontrolü esnasında acil servise yönlendirildi. Acil serviste yapılan abdominal USG sonucu “Dalak büyüklüğü ileri derecede artmış olup 18 cm ölçülmüştür. Yapılan doppler incelemede splenik hilusta yer alan arter ve ven splenik parankimde vasküler akım izlenmemiştir. Splenik arter oklüzyonu açısından değerlendirilmesi ve abdominal bilgisayarlı tomografi (BT) önerilir” şeklinde raporlandı. Çekilen abdomen BT’de dalak torsiyonu olduğu öğrenilen hasta genel cerrahi bölümüne konsulte edildi ve acil şartlarda opere edildi. Laparotomi yapıldı, dalak konjesyonu ve 3600 torsiyone olduğu görüldü. Splenorenal ligamentin olmadığı hastanın bağ dokusunun aşırı gevşek olduğu görüldü. Splenektomi, apendektomi, omentektomi yapıldı. Operasyon sonrası karın ağrısı şikayeti geçen hastanın almış olduğu kolşisin tedavisi kesildi, hasta tedavisiz izlenmeye başlandı. Tartışma: FMF kendini sınırlayan tekrarlayan ateş ve serozit atakları ile karakterize bir hastalıktır. En sık bulguları ateş ve peritonittir. Türk toplumunda FMF prevalansı 1/1073 olarak bildirilmiştir. Gezici dalak, splenik ligamentlerde laksite veya gelişim anomalilerine bağlı ortaya çıkan nadir bir antitedir. Vakalar asemptomatik, kronik intermitan karın ağrısı, intraabdominal palpabl kitle veya akut karın ile prezente olabilir. Tanı: İntermittan splenik torsiyon Sonuç ve anahtar mesaj: Bu olgu tekrarlayan karın ağrısı ayırıcı tanısında kronik intermittan splenik torsiyonun da akılda tutulması açısından önemlidir. Anahtar Kelimeler: FMF, splenik torsiyon, gezici dalak Kaynaklar 1. 2. 226 Savic S, Dickie LJ, Battellino M, ve ark. Familial Mediterranean fever related periodic fever syndromes/autoinflammatory diseases. Curr Opin Rheumatol 2012;24:103-12 Olasehinde O, Aderibigbe AS, Akinkuolie AA, ve ark. Torsion of wandering spleen,an unusual cause of acute abdomen, a report of two cases. Afr J Med Med Sci 2014;43:75-8. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-095] Behçet Hastalığı ve Ailesel Akdeniz Ateşi Birlikteliği Olan bir Vaka Bekir Torun1, Şükran Erten2 1 2 Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara Başvuru yakınması: 45 yaşında yaklaşık 30 yıldır BH tanısı ile takip edilen hasta yüksek ateş, karın ağrısı ve atralji/artrit şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Kısa öykü, fizik muayene ve başlangıç laboratuvar bulguları: Hastanın başvuru anında oral ülser, genital ülser üveit açısından görme ile ilgili bir şikayeti yoktu. Hastanın karın ağrısı yaklaşık 4 aydır aralıklı olarak devam etmekteydi. Hastanın karın ağrısı atakları 2 gün süren özellikle epigastrik bölgede olan künt tarzda defekasyon ile şiddeti değişmeyen özellikte oluyordu. Hastanın başvurusuna kadar 3 kez bu şekilde karın ağrısı atakları olmuş ve atak dönemleri dışında hiç şikayeti olmamıştı. Karın ağrısına eşlik eden 38 dereceyi bulan ateş yakınması oluyordu. Karın ağrısı olduğu dönemde sağ diz ekleminde artrit yakınması olmuştu. Hastanın karın ağrısı ataklarına yönelik ileri tetkik planlandı. WBC: 5900/dl, Hemoglobin: 12.3 g/dl, trombosit: 246000/dl, ESH: 56 mm/h, kreatinin: 0.8mg/dl, AST: 28 IU/L, ALT: 34 IU/L, ALP: 60 IU/L, 24 saatlik idrarda proteinüri saptanmadı. Ayakta direk batın grafisinde anormal bulgu saptanmadı. Yapılan endoskopisinde antral gastrit saptandı. Batın USG’de patoloji saptanmadı. Kolonoskopi normal kolon mukozası olarak raporlandı. Hastada AAA ön tanısı ile MEFV gen mutasyonu gönderildi: M694V/-olarak geldi. Hastanın almakta olduğu kolşisin dozu 1x1 den 3x1’e çıkıldı. Tedavi sonrası klinik rahatlama sağlandı. Ön tanılar: 1- Behcet hastalığı GIS tutulumu 2- Karın ağrısı ile giden diğer hastalıklar 3- Ailevi Akdeniz ateşi Tanıya götüren bulgular: Hastada periyodik karın ağrısı, ağrıya eşlik eden ateş ve kolşisin tedavisine yanıt olması üzerine hastaya AAA tanısı konuldu. Tartışma: Behçet hastalığı (BH) tekrarlayan oral, genital ülserler ve göz bulgularının yanı sıra kas-iskelet, nörolojik ve gastrointestinal sistem (GİS) tutulumları ile seyreden geniş dağılımlı bir vaskülittir. Altta yatan patoloji arter ve venleri içine alan iltihabi yanıttır. Hastalık zaman içerisinde kendi kendini sınırlasa da, körlükle sonuçlanabilen TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI posterior üveit, santral sinir sistemi (SSS) tutulumu, perforasyonla sonlanan gastrointestinal tutulum önemli morbidite ve mortalite nedenleri olarak ortaya çıkabilir (1). GİS tutulumunun sıklığı etkilenen popülasyona göre farklılık gösterir. Japonya’da BH olanların 1/3’ünde GİS tutulumu görülür. Ülkemizde ve Akdeniz ülkelerinde GIS tutulumu nadirdir. Klinik olarak semptomların geniş bir yelpazesi vardır; iştahsızlık, kolik tarzda karın ağrısı, zaman zaman kanlı ishal, kusma, bulantı, disfaji, şişkinlik hissi gibi yakınmalara neden olabilir. Tutulum en sık ilioçekal bölgede gelişir. İnflamasyon Crohn hastalığındaki gibi segmental mukozal inflamasyon ve ülsere lezyonlar şeklindedir. Histopatolojik olarak granülom oluşumu Crohn hastalığını BH’den ayırmada önemli bir bulgudur. BH’de GİS tutulumu ilioçekal bölgedeki ülserlerin perforasyon riski nedeniyle kötü prognostik bir faktördür (2). Ailevi Akdeniz ateşi (AAA), tekrarlayıcı, otozomal resesif geçişli bir otoinflamatuar hastalık olup, karın, göğüs ve eklem ağrılarına ateşin eşlik ettiği akut atak şeklindeki çeşitli serözit formlarıyla karakterizedir. Ailevi Akdeniz Ateşi Türkler, Yahudiler, Araplar ve Ermeniler’de sık olarak görülür. İlk FMF olguları bu etnik gruplarda tanımlanmıştır. Dünya literatüründe ilk kez 1908 yılında Janeway ve Mosenthal tekrarlayan ateş, abdominal ağrı ve lökositozu olan 16 yaşında Yahudi bir kız olgu yayınlamışlardır (3). Türkiye’de ise ilk FMF hastası ‘Garip Bir Karın Ağrısı Sendromu’ adı ile 1946 yılında Abrevaya Marmaralı tarafından bir erişkinde tanımlanmıştır (4). Ailevi Akdeniz Ateşi, esas olarak çocukluk çağı hastalığıdır ve hastaların %90’ında şikayetler 20 yaşından önce başlar. Karın ağrısı en sık görülen semptomlardan biridir. Klinik tablo ve laboratuar bulguları genellikle akut peritonit ile uyumludur. Biz bu sunumda BH ve AAA birlikteliği olan bir vakadan bahsettik. AAA ülkemizde yüksek prevelans ile görülebilen bir hastalıktır. 1998 yılında ise Özen ve arkadaşlarının yaptıkları prevalans çalışmasında ise daha önceden FMF tanısı alan hasta prevelansı 2.3/10.000, muhtemel FMF tanısı olan hastalarla beraber bu prevalans 9.3/10.000 olarak bildirilmiştir (5). Ülkemizdeki yayınlara baktığımızda ilk kez 1989 yılında İlhan ve arkadaşlan FMF ile PAN (poliartiritis 227 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu nodosa) birlikteliğini tanımlamışlardır (6). Sonrasında iki hastalığın birlikteliği ülkemizden yapılan birçok yayına konu olmuştur (7). PAN’ın dışında Henoch-schönlein purpurası da FMF’li Türk çocuklarında tanımlanmıştır (8). Vaskülit tablosu ile FMF atağı klinik ve laboratuvar bulguları yönünden benzerlik göstermesi nedeniyle vaskülitler hem ayırıcı tanıda düşünülmeli hem de birliktelik olabileceği unutulmamalıdır. BH gastrointestinal tutulum sık olmamakla birlikte tedavide önemli yer tutar. Hastalık oral bölgeden anüse kadar tüm gastrointestinal bölümü tutabilir. BH’de gastrointestinal tutulumu ilioçekal bölgedeki ülserlerin perforasyon riski nedeniyle kötü prognostik bir faktördür.BH tanısı ile takip edilen karın ağrısı, ateş ve eklem ağrısı şikayeti ile başvuran hastalarda AAA düşünülmesi gereken bir tanıdır. Karın ağrısı yakınması ile başvuran bir hastada BH gastrointestinal tutulumuna yönelik tetkik edilirken, AAA açısından de değerlendirilmelidir. Dünyada BH ve AAA beraber görüldüğü ile ilgili az sayıda olgu vardır (9,10). Tanı: Behçet hastalığı ve ailesel Akdeniz ateşi Sonuç ve anahtar mesaj: BH tanısı ile izlenen hastalarda karın ağrısı, ateş gibi şikayetler olduğunda özellikle yüksek riskli etnik gruplarda ayırıcı tanıda AAA da düşünülmelidir. Anahtar Kelimeler: Behcet hastalığı, ailesel Akdeniz ateşi Kaynaklar 1. 2. 3. Kaklamani VG, Vaiopoulos G, Kaklamanis G. Behcet’s disease. Semin Arthritis Rheum 1998; 27:197-217. Bayraktar Y, Ozaslan E, Van Thiel DH. Gastrointestinal manifestations of Behcet’s disease. J Clin Gastroenterol 2000;30:144-54. Janeway TC, Mosenthal HC. An unusual paroxysmal syndrome. Probably allied to recurrent vomiting, with a study of the nitrogen metabolism. Trans Assoc Am Phys 1908;23:504-18. 4. Abrevaya Marmaralı: Garip bir karın ağrısı sendromu. Türk Tip Cem Mec No:12, 1946. 5. Özen S, Karaarslan Y, Özdemir O, ve ark. Prevalence of juvenile chronic arthritis and Familial Mediterranean fever in Turkey: a field study. J Rheumatol 1998;25:2445-9. 6. İlhan İ, Tınaztepe K, Tmaztepe B. Poliartrin’s nodaza ve ailevi Akdeniz Ateşi. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları dergisi 1989;32:151-157. 7. Özen S, Saatçi Ü, Balkana F, ve ark. Familial Mediterranean fever and polyarteritis nodosa. Scand J Rheumatol 1992;21:312-313. 8. Özdoğan H, Ansoy N, Kasarçopur Ö. Vasculitis in Familial Mediterranean fever. J Rheumatol 1997;24:323-327. 9. Familial mediterranean fever in an Iranian patient with Behcet disease.Mobini M. Caspian J Intern Med. 2011;2:344-6. 10. Matsuda M, Nakamura A, Tsuchiya S, ve ark. Coexistence of familial Mediterranean fever and Behçet’s disease in a Japanese patient. Intern Med. 2006;45:799-800. 228 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-096] Eklem Ağrısı ile Başvuran Akciğer Kanseri Olgusu Hasan Göze1, Kübra Saçar Kübüç1, Mehmet Ali Balcı2, Salim Dönmez2 1 2 Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Edirne Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Romatoloji Bilim Dalı, Edirne Başvuru yakınması: 60 yaşında erkek hasta, 2 aydır var olan sabah tutukluluğunun eşlik etmediği, hareketle artan dinlenmekle azalan omuz ve ayak bileklerinde ağrı, aynı dönemde yaklaşık 5 kilo kaybı ve halsizlik nedeniyle başvurdu Kısa öykü ve fizik muayene, başlangıç laboratuar bulguları: Özgeçmisinde hipertansiyon ve tip 2 diyabetes mellitus tanıları olan hastanın soygeçmisinde özellik yoktu. Fizik muayenesinde kan basıncı 120/70 mm/Hg, nabız 86/dakika ve ateş: 37,2 derece idi. Her iki omuz ve ayak bileğinde hassasiyet, sol akciğer bazalde solunum sesleri azalması dışında diğer sistemik muayene bulguları normal saptandı. WBC: 8.440 /uL, Hb: 13,2 gr/dl, PLT: 203.000 u, LDH: 102 U/L, Sedimentasyon: 73 mm/ saat, CRP: 2,82 mg/dl, RF: <20 IU/m, Anti-ccp: <0.5, ANA: Negatif Ön tanılar: 1- Enfeksiyonlar, 2- İnflamatuar artrit (romatoid artrit, psöriatik artrit, sistemik lupus eritematozus, Sjögren sendromu, kristal artropatileri, spondiloartritler, polimiyaljia romatika, Behçet hastalığı vb), 3- Maligniteye sekonder artrit. Tanıya götüren bulgular, ayırıcı tanı: PA-akciğer grafisinde sol akciğer bazalde opasite artışı, toraks BT’de sol akciğer alt lob laterobazal ve linguler segmentte kostal plevra ile dar alanda taban oluşturan 48x52 mm boyutlarında heterojen nekrotik kitlesel lezyon, kitle çevresi buzlu cam yoğunluğunda konsolidasyon alanları izlendi. PET-CT çekildi artmış fdg tutulumu ön planda malign lezyon raporlanması üzerine, ince iğne aspirasyon biyopsisi yapıldı. Patoloji küçük hücreli dışı, ön planda berrak hücreli tip skuamöz hücreli karsinom olarak yorumlandı. Hastada tipik artrit ve sabah tutukluğunun olmaması, artraljinin daha çok ön planda olması, septik tablo olmayışı, yukarıda adı geçen romatizmal hastalıkların tipik bulgularının olmayışı ve romatolojik markerların negatif olması ile paraneoplastik eklem bulguları olarak değerlendirilmiştir. Tanı: Paraneoplastik eklem bulguları Tartışma: Malign hastalıklar icinde artritinde olduğu çok çeşitli kas-iskelet bulguları ile ilişkili bulunmuştur. Bazen bu bozukluklar hastalığın başlangıç bulgusu olabilir (1). TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Bunlar arasında hipertrofik osteoartropati, pulmoner osteoartropati, dermatomiyozit ve poliartropati en fazla tanimlananlardir. Refleks sempatik distrofinin bir varyantı olarak kabul edilen omuz-el sendromu ayrıca nadir de olsa malignite ile ilişkili bulunmuştur. Romatolojik paraneoplastik sendromlar içinde %42.5 ile en sık görülen bu sendromun genel populasyondaki sıklığı <1/1,000,000 dir. Akciğer, kolon, meme, over, mide, özafagus, orofarinks, lenfoproliferatif ve hematolojik kanserler ile görülebilir. Malignite gelişiminden 8-12 ay kadar önce oluşabilir (4,5). Önceleri; geç yaşta başlama, akut başlangıç, alt ekstremitelerde belirgin simetrik yada asimetrik eklem tutulumu, el ve el bilek eklemlerinin korunması, benign radyolojik değişiklikler, RF negatifliği tanımlanmış olsa da bulgular her zaman bu şekilde olmayabilir. Literatürde el-el bileği eklemlerinin simetrik tutulduğu vakalar da bulunmaktadır (1,2,3,4). Bizim hastamızda da simetrik eklem bulguları, akut faz reaktanlarındaki yükseklik, romatolojik markerların negatif olması ve eşlik eden semptom ve bulgular tanıya (paraneoplastik eklem bulguları) götürmüştür. Romatoid nodül yokluğu, spesifik olmayan sinovit, aile hikayesinin olmaması, hepatosplenomegali, lenfadenopati, özellikle tedavi bitiminde kalıcı olan yada beklenmeyen anemi ve konstitüsyonel semptomlar varlığında akla bu sendrom gelmelidir(1,2,3,4). Tanı genellikle dışlamaya dayanır. Ayırıcı tanı RA başta olmak üzere oldukça geniş spektrumludur. İki hastalık da haftalar ile aylar içerisinde ortaya çıkmakta, etkilenmiş eklemlerde hareket kısıtlılığı, sabah tutukluğu ve yumuşak doku şişliği, kronik inflamasyon ve hastalık ile uyumlu olarak anemi, yüksek sedimentasyon hızı ve CRP değerleri oluşturmaktadır. Hastanın altta yatan malign hastalığının tedavisi ve sonrasındaki eklem bulgularının seyri de tanımıza katkıda bulunacaktır. Romatizmal hastalıkların her zaman başlangıç klinik ve laboratuar bulgularının tipik olmayabileceğini, ilerleyen dönemlerde klinik ve laboratuar bulguların dikkatlice takibinin gerektiğini de hatırlatmakta yarar vardır. Sonuç ve anahtar mesaj: Malign hastalıklar, inflamatuar romatizmal hastalıkları taklid eden eklem bulguları ile başvurabilirler. Anahtar Kelimeler: Artrit, Artralji, Paraneoplastik sendrom, Akciğer Ca 229 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Resim 1. Akciğer Ca’nın P-A akciğer grafisi, bilgisayarlı tomografi ve PET görüntüsü Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 230 Mok CC, Kwan YK. Rheumatoid-like polyarthritis as a presenting feature of metastatic carcinoma: a case presentation and review of the literature. Clin Rheumatol 2003;22:353-354. Szekanecz Z, Szekanecz E, Bakó G, ve ark. Malignancies in autoimmune rheumatic diseases - a minireview. Gerontology 2011;57:3-10. Martorell EA, Murray PM, Peterson JJ, ve ark. Palmar fasciitis and arthritis syndrome associated with metastatic ovarian carcinoma: a report of four cases. J Hand Surg Am 2004;29:654-60. András C, Csiki Z, Ponyi A, ve ark. Paraneoplastic rheumatic syndromes. Rheumatol Int 2006;26:376-382. Rugienė R, Dadonienė J, Aleknavičius E, ve ark. Prevalence of paraneoplastic rheumatic syndromes and their antibody profile among patients with solid tumours. Clin Rheumatol 2011;30:373-380. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-097] Ellerde Renk Değişikliği, Öksürük, Balgam, Ciltte Renk Değişikliği Şikayetleri ile Tarafımıza Başvuran 43 Yaşında Bayan Hasta Fatih Sarıtaş, Mehmet Ali Balcı, Salim Dönmez, Ömer Nuri Pamuk Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, İçHastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Edirne Başvuru yakınması: 43 yaşında kadın hasta. Ellerde renk değişikliği, halsizlik, öksürük, ağız kuruluğu, ciltte renk değişikliği şikayetleriyle başvurdu. Fizik muayene ve başlangıç laboratuar bulguları: Yapılan fizik muayenesinde vital bulguları doğal, her iki akciğerde yaygın ralleri ve yüzünde telenjektazileri mevcut, diğer sistem muayeneleri doğal olarak saptandı. Yapılan laboratuar tetkiklerinde hgb:13.4 gr/dl, wbc: 5.700, plt 221.000, mcv: 85, üre: 28 mg/dl, kreatinin: 0.9 mg/dl, ESR 16 mm/h,CRP 0.3mg/dl saptandı. Ön tanılar: 1- Skleroderma, 2- SLE, 3- İdiyopatik pulmoner fibrozis, 4- Enfeksiyon Ayırıcı tanı: Hastamızın orta yaş kadın olması, telenjektazilerinin ve Raynaud fenomeninin olması sebebiyle ön planda bağ doku hastalığı düşünüldü. Akut faz reaktanlarının negatif olması ve etken saptanmaması nedeniyle mevcut durumunda enfeksiyondan uzaklaşıldı. Tanıya götüren bulgular: ANA pozitif, Anti sentromer pozitif saptandı. HRCT ‘de her iki akciğer üst loblarda sekel fibröz değişiklikler ve yaygın bronşiektazi tespit edildi. FVC %51 FEV1 %36 bulundu. Yapılan Ekokardiografide PAB 50 mm/hg bulundu. Hastanın takiplerinde sık sistemik enfeksiyon ve akciğer enfeksiyonu olması sebebiyle eşlik eden immun yetmezlik sendromu olabileceği düşünülerek immunglobulin düzeyleri kontrol edildi. Her 3 seri de düşük saptandı. Tartışma: Sistemik skleroz ve İAH birlikte sıklıkla görülmektedir. Fakat CREST sendromu PHT ile beraberdir ve İAH şeklinde tutulum sık değildir. Anti sentromer pozitif olan hastamızda öncelikle CREST sendromu düşünülmekle beraber, yaygın ralleri olması üzerine çekilen HRCT’de bağ doku hastalığı ile uyumlu olmayan yaygın bronşiektazi bulunmuştur. Öykü derinleştirildiğinde hastamızın sık tekrarlayan akciğer enfeksiyonları olduğu görüldü. Takibimiz altında da sık akciğer enfeksiyonu ve hastane yatışı gerektiren gastrointestinal sistem enfeksiyonu olan hastada, eşlik eden immun yetmezliği olabileceği düşünüldü. Otoimmun hastalıkların kendisi ve kullanılan immunsupresif ajanlar immunsupresyona neden olabilir. Böyle durumlarda eşlik eden immun yetmezlik varsa bu durum gözden kaçabilir. Bizim hastamız gibi ciddi bir immunsupresif tedavi almayan ve sık enfeksiyon geçiren bir hastada, beraberinde primer immun yetmezlik sendromu olabileceği akla getirilmelidir. Tanı: Skleroderma CVID Immunodeficiency) birlikteliği (Common Variable Tedavi ve klinik seyir: Mevcut laboratuar ve klinik bulgular eşliğinde hastaya Skleroderma+Bronşiektazi tanıları konuldu. Nifedipine, asetil salisilik asit, hidroksiklorokin ve bronkodilatör tedavi başlandı. İmmunglobulin düzeylerinin her 3 seride de düşük saptanması nedeni ile hastada Common Variable Immunodeficiency (CVID) düşünüldü. Yapılan flow sitometride B hücre sayısının ve olgun T hücre sayısının yetersiz olduğu gösterildi. Primer immun yetmezlik tanısıyla hastaya IVIG verilmeye başlandı. IVIG tedavisi altında hastanın enfeksiyonları seyrekleşti. Sonuç ve anahtar mesaj: Skleroderma kalp akciğer gibi ciddi organ tutulumuyla seyredebilen ve hayatı tehdit eden bir bağ dokusu hastalığıdır. Sık tekrarlayan enfeksiyonu olan olgularda diğer az görülen hastalıklar olan primer immun yetmezlikler akla gelmelidir. Anahtar Kelimeler: CVID, sistemik skleroz, primer immun yetmezlik Kaynaklar 1. 2. Rheumatology, Mark C. Hochberg fifth edition Paquin-Proulx D, Sandberg JK. Persistent Immune Activation in CVID and the Role of IVIg in Its Suppression. Front Immunol 2014. 16;5:637. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 231 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-098] Anti-sentetaz Sendromu Takibinde Gelişen Miliyer Tüberküloz Vakası Emre Yekedüz1, Abdulsamet Erden2, Levent Kılıç3 1 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara 3 Ankara Yenimahalle Devlet Hastanesi, Ankara 2 Başvuru yakınması: 43 yaşında, daha önce bilinen dahili hastalığı olmayan kadın hasta ilk kez el bileklerinde olan artralji, takibinde kas güçsüzlüğü olması ve günlük aktivitelerini yerine getirememe şikayetleriyle Nöroloji polikliniğine başvurmuş. Öykü, fizik muayene, laboratuar: Hastanın muayenesinde kas güçsüzlüğü olması nedeniyle yapılan EMG’sinde primer kas hastalığı (miyopati) ile uyumlu olabileceği rapor edilmiş. Kas gücü bilateral alt ve üst extremitede proksimal kaslarda 1/5 gücünde olan hastaya ayrıca eşlik eden solunum sıkıntısı olması üzerine çekilen Toraks BT’si interstitisyel akciğer tutulumu olarak raporlanmış. Miyoglobin; >4024 ng/mL, CK (Kreatin kinaz) total; 17594 U/L olarak gelen hasta Romatoloji bölümüne konsulte edilmiş. ANA:1/320 anti-dsDNA (-) olarak gelen hastanın Anti-Ro ve Anti-Jo-1 sentetaz antikoru pozitif olarak geldi. Hastanın kas biyopsisi dermatomiyozit ile uyumlu olarak değerlendirilerek hastaya anti-sentetaz sendromu tanısı konuldu. Hastaya solunum fonksiyon testi yapıldı. FEV1:%87, FVC:%92, FEV1/FVC:%81 olarak geldi. Multipl pulse steroid (1000 mg) ve siklofosfamid tedavisi verilen hastanın şikayetleri gerilememesi üzerine rituksimab tedavisine geçildi. Ateşi olan ve genel durum bozukluğu olan hastanın takiplerinde akciğer grafisi tüberküloz ile uyumlu olarak görüldü. Çekilen Toraks BT’de tüberküloz düşünülmeyen hastanın PPD ölçümü 12 mm olarak geldi. Abdomen BT’de “Karaciğer ve dalak parankiminde milimetrik hipoekoik nodüler görünümler (kandidaziyasis veya tüberküloz olabilir)” olarak gelmesi üzerine tüberküloz tanısıyla hastaya anti-tüberküloz tedavi başlandı. Ancak kandida enfeksiyonu ayırt edilemediğinden vorikonazol de tedaviye eklendi. Hastanın ALP (Alkalen fosfataz); 330 U/L, gamaglutamil transferaz (GGT); 645 U/L, ALT; 198 U/L, AST; 296 U/L olması nedeniyle başlangıçta etambutol 1500 mg, streptomisin 1000 mg, moksifloksasin 400 mg, sikloserin 750 mg total günlük dozlarla tedaviye başlandı. Ancak hastanın ARB’si de pozitif olması nedeniyle miliyer tüberkülozun kavernöz transformasyonu düşünüldü. Trombositopenisi ve nötropenisi nedeniyle yapılan kemik iliğinde de tüberkülozu 232 düşündüren granülamatöz lezyonlar görüldü. Karaciğer enzimlerinde düşme olan hastanın tedavisi izoniazid, streptomisin, etambutol, rifampisin olarak düzenlendi ve hastanın idame tedavisi aylık IVIG ve 30 mg/gün prednizolon olarak düzenlendi. Hastanın prednizolon’u her ay 5 mg azaltılması planlandı. Hastanın takiplerinde şikayetleri azaldı ve CK değeri 120 U/L’ye kadar geriledi. Antitüberküloz tedaviden de fayda gören hastanın kontrol abdomen BT sonucuna göre karaciğer ve dalaktaki hipoekoik görünümlü nodüllerin kaybolduğu görüldü. Ayrıca kas gücü bilateral alt ve üst extremitede proksimal kaslarda 4/5’e kas gücüne yükseldi. Tartışma: Anti-sentetaz sendromu antisentetaz antikor pozitifliği ve inflamatuar myopatinin eşlik ettiği otoimmün sistemik bir hastalıktır. İnflamatuar myopatinin yanı sıra ateş, artrit, interstisyel akciğer hastalığı ve Reynaud fenomeni de eşlik edebilmektedir. İnterstisyel akciğer hastalığı inflamatuar myopatilerde hastalığın prognozunu etkileyen önemli faktörlerdendir. En sık pozitifliği görülen antisentetaz antikoru olan Anti Jo-1 pozitif hastaların da yaklaşık % 86’sında interstisyel akciğer hastalığı eşlik edebilmektedir. Hastalığın tedavisinde çeşitli immünsüpresif tedaviler kullanılmakta olup nadir de olsa tüberküloz sıklığının özellikle immünsupresif tedavi alan hastalarda arttığı da bilinmektedir. Anti-sentetaz sendromunda özellikle akciğer tutulumunun prognostik değer taşıdığı bilinmektedir. Tanı: Antisentetaz sendromu ve miliyer tüberküloz Sonuç ve anahtar mesaj: İmmünsupresif tedavi alan hastalarda tüberküloz sıklığı artmakta olup intersitisyel akciğer hastalığına ek olarak tüberküloz varlığı hastalığın prognozunu daha da kötüleştirmektedir. Ayrıca tüberkülozun sadece akciğerde değil diğer organlarda da olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Böylece tüberkülozun erken tanısı ve etkin tedavisi sayesinde primer hastalığa yönelik elde edilen başarı oranları da artmış olacaktır. Anahtar Kelimeler: Anti-sentetaz sendromu, miliyer tüberküloz TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i Kaynaklar 1. 2. 3. 4. Elena Katzap & Maria-Louise Barilla-LaBarca & Galina Marder, Antisynthetase Syndrome, Curr Rheumatol Rep 2011;13:175–181 Richards TJ, Eggebeen A, Gibson K, ve ark. Characterization and peripheral blood biomarker assessment of anti-Jo-1 antibodypositive interstitial lung disease. Arthritis Rheum. 2009;60:2183–92 Kanneboyina Nagaraju and Ingrid E. Lundberg,Kelley’s Textbook of Rheumatology, 85, 1404-1430.e5 Goldman Lee, MD and Schafer Andrew I, MD, Goldman’s Cecil Medicine,24.th Edition,332,1939-1948. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI 233 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu [PP-099] Multipl Dev Tofüsleri Olan bir Gut Vakası Sevil Derya Eryılmaz1, Atalay Doğru2, Burcu Meryem Atak1, Şevket Ercan Tunç2, Mehmet Şahin2 1 2 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Isparta Başvuru yakınması: 73 yaşında erkek hasta, sağ ayak birinci parmakta şişlik, ısı artışı, ağrı şikayeti ile başvurdu Hikaye-Fizik muayene: 10 yıldır Tip 2 Diabet mellitus, hipertansiyon nedeniyle takipli hastanın 1 gün önce sağ ayak 1.parmakta şişlik, kızarıklık, ısı artışı ve ağrı şikayeti başlamış. Hastanın benzer şikayetleri yaklaşık 15 yıldır oluyormuş. 15 yıl önce ayak başparmağında şişlik nedeniyle başvurduğu doktor tarafından Gut artriti olduğu söylenmiş ve analjezik tedavi önerilmiş. Analjezik tedavi ile 2-3 gün içersinde atakları gerileyen hastanın bu atağında ağrı kesici tedavi ile şikayetleri azalmamış ve her iki ayakta şişlik eşlik etmiş. Hikayesinde 2 kez diz şişliği olan hastaya Ortopedi bölümü tarafından ponksiyon yapılmış. Hastanın muayenesinde her iki dirsekte yaklaşık 6-7 cm boyutunda kitle, bilateral malleolar bölgede yaklaşık 2-3 cm boyutunda kitle (Resim), her iki aşi ltendon üzerinde düzensizlik ve subkutan 1-2 cm, birkaç adet nodül, pretibial 2+/2+ ödem, sağ ayak 1. metatarsofarangeal eklemde ısı artışı, kızarıklık ve ağrı saptandı. 40 paket/yıl sigara anemnezi olan hastanın babasında Gut hastalığı hikayesi mevcuttu. Laboratuar-Görüntüleme: Hastanın hemogramı normal olarak saptandı. Biyokimya incelemesinde açlık kan şekeri 168 mg/dl, kreatinin:1,8 mg/dl, AST:18 U/L, ALT:16 U/L, Albümin: 3,8 g/dl, Potasyum:5,1 mmol/l, Kalsiyum:9,2 mg/dl, Ürik Asit: 10,2 mg/dl, Trigliserid:285 mg/dl, LDL: 148 mg/dl, Eritrosit sedimantasyon hızı (ESH):45 mm/saat, CRP:28 mg/l, Romatoid faktör:8 IU/L, Parathormon:156 pg/ml, Hemoglobin A1C(HbA1C) %7.8, tam idrar tetkiki:1+ protein, 24 saat idrarda protein 940 mg/gün olarak saptandı. Batın USG de böbrek boyutları normal, böbrek parankim ekojenitesinde grade 2 artış saptandı. Klinik seyir:15 yıl önce Gut hastalığı tanısı konulan ve takipsiz hastada akut gut artriti saptandı. Hastanın kronik böbrek hastalığı olması nedeniyle steroid olmayan anti inflamatuar ilaç (NSAİİ) tedavide tercih edilmedi. Hastaya kolşişin 1 gr/gün, metilprednizolon 8 mg/gün, buz uygulama önerildi. Hastanın şikayetleri 2 gün içerisinde geriledi ve steroid tedavisi kesildi. Hipertansiyon nedeniyle ramipril+hidroklorotiazid, Tip 2 diabetes mellitus nedeniyle gliklazid MR 30 mg/gün tedavisi kullanan 234 hastanın medikal tedavisi kesildi. Losartan 100 mg/gün, nateglinid 120 mg 3x1 ve rosuvastatin 20 mg/gün olarak tedavi değiştirildi. Atak dönemi sonrası hastaya allopürinol 150 mg/gün tedavi başlandı ve 1 hafta sonra 300 mg/gün olarak artırıldı. Hastanın dirseklerde ve ayak bileğinde dev tofüsleri olması nedeniyle cerrahi eksizyon açısından değerlendirildi. Fakat eklem hareketinde kısıtlılık yapmaması ve ayaktaki tofuslerin ayakkabı giymeye engel olamaması nedeniyle eksizyon yapılmadı. Böbrek taşı hikayesi olmayan hastanın USG’de nefrolithiazis veya renal tofüs saptanmadı. Hastanın göz dibi incelemesinde nonproliferatif evre diyabetik retinopati saptandı. Hastanın nefropatisi diyabetik nefropati olarak düşünüldü. Hastaya pürinden fakir diyabetik diyet düzenlendi. 2. ay kontrolünde kreatinin 1,7 mg/dl, ürik asit düzeyi 5,4 mg/dl, HbA1c %7,2 olarak saptandı. Ön tanılarımız: 1- Septik artrit 2- Selülit 3- Travma 4Palindromik romatizma 5- Osteoartrit 6- Gut artriti. Ayrıcı tanılar: Septik artrit tüm eklemlerde görülebilmesine rağmen sıklıkla diz, kalça ve ayak bileğinde görülmektedir. Septik artritli olgularda genellikle ateş yüksekliği, halsizlik, iştahsızlık, bulantı gibi sistemik şikayetler eşlik etmektedir. Günler içersinde eklem şikayetleri artmakta ve genel durum kötüleşmektedir. Hastamızda sistemik bulguların olmaması, daha öncesinde intermittan 1.MTF eklem artritinin olması nedeni ile septik artrit ön planda düşünülmemeştir. Selülit derinin ve cilt altı dokuların enfeksiyonudur. Cilt bütünlüğünün bozulduğu travma, tırnak batması ve mantar gibi nedenler ile selülit daha kolay gelişebilmektedir. Podagra ayağı selülit ile karışabilmektedir. Arada kalınan durumlarda ve selülit tedavisi ile şikayetleri gerilemeyen hastalarda eklem ponksiyonu yapılıp kristal gösterilmesi gerekmektedir. Hastamızda 1.MTF eklem etrafında kızaklığın sınırlı kalması ve tedavi ile şikayetlerinin gerilemesi nedeniyle selülit düşünülmemiştir. Hastanın hikayesinde ayak travması olmaması nedeniyle travmaya bağlı şişlik ekarte edildi. Palindromik romatizmada hastalık monoartrit şeklinde başlayabilir. Eklemlerde şişlik, kızarıklık ve şiddetli ağrı saatler içersinde kendini gösterir. Fakat zamanla poliartiküler tutulum gösterir ve eklem şikayetleri uzun dönemde geriler. Hastanın RF tetkiki negatif olması, zamanla monoartiküler tutulumun devam etmesi ve 1.MTF eklem tutulumu olması nedeniyle Palindromik TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i romatizma tanısı dışlandı. Osteoartrit(OA) ayakta en çok 1.MTF eklemi tutar. Hastanın hikayesi OA tanısında yol göstericidir. Hareketle şikayetlerin artması, istirahatle azalması, yıllar içersinde şikayetlerin artarak devam etmesi, akut faz reaktanlarının normal saptanması OA hastalarında görülen bulgulardır. Hastamızın hikayesi ve labaratuar bulguları OA uymaması nedeniyle bu tanıdan uzaklaşıldı. Tanıya götüren bulgular: Tekrarlayan 1. MTF eklemde artrit, eklem üzerinde kızarıklık olması, hiperürisemi, tofüs varlığı ile hastaya kronik tofüslü Gut tanısı konuldu. Tartışma: Hiperürisemi; renal atılım bozukluğu, fazla ürik asit üretimi, pürinden zengin besinlerin fazla alımı nedeniyle oluşabilir. Hiperürisemi gut hastalığı için gerekli bir predispozan faktördür ancak hiperürisemik hastaların çoğunda gut gelişmez. Hiperürisemi ve gut oluşumundaki değiştirilemez risk faktörleri; erkek cinsiyet, ileri yaş, etnik köken, multipl genetik mutasyonlar ve polimorfizmlerdir. Değiştirilebilir risk faktörleri; obezite, proteinden zengin beslenme, alkol, yüksek fruktoz ve sükroz içerikli beslenme, hipertansiyon, KBY,tiazid ve loop diüretik kullanımı, postmenopozal ve organ nakli alıcısı olmak, bazı ilaçlar (düşük doz aspirin veya siklosporin A), toksik maruziyet (örneğin kurşun). Gut hastalarının inflamasyon olmayan eklemlerinde de çoğunlukla kristal görülürken, hiperürisemisi olup gut hastalığı gelişmemiş bireylerde genellikle görülmez. Monosodyum ürat kristallerinin çözünürlüğü sıcaklık düştükçe azalır. Gut artritinin 1. MTF eklemde başlamasının ana nedeninin de bu olduğu düşünülmektedir. Tedavi almayan olgularda bile, akut gut atağı birkaç hafta içinde kendiliğinden geriler. Tofüs, granülamatöz inflamasyonla çevrelenmiş monosodyum ürat kristal depolarıdır. Genellikle proteoglikandan zengin dokularda bulunurlar (örneğin eklemler, kemik, kıkırdak, tendonlar ve cilt). Ancak sık olmamakla birlikte parankimal organlarda da bulunabilir. Tofüste akut inflamasyon bulguları nadiren görülebilir. Tofüsler ve gut artropatisi akut gut artriti görülmeyen eklemlerde gelişebilir. Gut hastalığının üç evresi vardır: Akut gut artriti, interval evre ve kronik artiküler ve tofüslü gut. Etkili ürat düşürücü tedavi tofüslü gut evresine ilerleme sıklığını azaltır. Akut atakla ilişkili birçok durum vardır. Akut atak tipik olarak monoartiküler, şiddetli inflamasyonla karakterizedir. Hastaların %20 ’sinden azında ilk atakta poliartrit görülür. Sonraki ataklarda poliartrit sıklığı artar. Tofüslü gut bağ dokuda kronik inflamatuar cevaba neden olan ürat kristallerinin birikimi ile karakterizedir. Tofüsler genellikle ağrılı ve hassas değildir. Asemptomatik periyotta; etkilenen eklem sıvısında ürat kristalleri, tedavi edilmemiş hastaların tümünde, tedavi edilen hastaların %70’inde saptanabilir. Kronik hiperüriseminin iki majör renal komplikasyonu vardır: Nefrolityazis ve kronik ürat nefropatisi. Gut hastalığı olanlarda böbrek fonksiyon bozukluğu sık görülür ancak genellikle beraberinde bulunan hipertansiyon, diyabet, obezite, ateroskleroz gibi diğer hastalıklarla ilişkilidir. Akut gut atağının tedavisinde hedef, ağrı ve fonksiyon bozukluğunun giderilmesidir. Akut gut atağında ürat düşürücü tedaviler etkisizdir ancak ürat düşürücü tedavi almakta olan hastalarda akut atak sırasında tedavi kesilmez. Akut atakta kontraendikasyon yoksa ilk tercih potent NSAİİ’lerdir (örn. Naproksen 500 mg 2x1 ya da indometazin 50 mg 3x1). Aspirinin serum ürat seviyelerindeki artış etkisinden dolayı genellikle kullanılmaz. NSAİİ’leri tolere edemeyen ya da kontrendikasyonu bulunan hastalarda düşük doz oral kolşisin kullanılır (ilk 24 saatte iki ya da üçe bölünmüş dozlarda 1.5-1.8 mg, atak hafifleyene kadar doz azaltılarak devam edilir). Oral tedavi alamayan, bir ya da iki eklemde artriti bulunan hastalarda enfeksiyöz durumlar ekarte edildikten sonra eklem içi glukokortikoid enjeksiyonu kullanılabilir. NSAİİ, kolşisin ve eklem içi glukokortikoid enjeksiyonunun kullanılamadığı hastalarda oral glukokortikoidler kullanılabilir. Bu tedavilere yanıt alınmayan ve sık atak geçiren hastalarda canakinumab ve anakinra gibi IL-1 antagonistleri kullanılabilir. Tanı: Kronik tofüslü Gut Sonuç ve Anahtar mesaj: Farmakolojik ve non farmakolojik tedavilerle Gut hastalığını kontrol altına almak ve komplikasyonları önlemek mümkündür. Resim 1. Her iki dirsekte yaklaşık 6-7 cm boyutunda kitle, bilateral malleolar bölgede yaklaşık 2-3 cm boyutunda kitle. TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Anahtar Kelimeler: Tofüs, gut, hiperürisemi 235 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Kaynaklar 1. 2. 3. 236 Khanna D, Fitzgerald JD, Khanna PP, ve ark. 2012 American College of Rheumatology guidelines for management of gout. Part 1: systematic nonpharmacologic and pharmacologic therapeutic approaches to hyperuricemia. Arthritis Care Res (Hoboken). 2012;64:1431-46 Araújo F, Cordeiro I, Ramiro S, ve ark. Outcomes assessed in trials of gout and accordance with OMERACT-proposed domains: a systematic literaturereview. Rheumatology (Oxford). 2014;13:424. Andrés M, Sivera F, Falzon L, ve ark. Treatment target and followup measures for patients with gout: a systematic literature review. J Rheumatol Suppl. 2014;92:55-62 TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-100] Ateş, Artralji ve Döküntüsü Olan 33 Yaşında Erkek Hasta Ali Şahin1, Doğan Seven2, Gökmen Asan2, Ertunç Kuruşçuoğlu2, Emre Urhan2 1 2 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları-Romatoloji Bilim Dalı, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Sivas Hastanın başvuru şikayeti: 33 yaşında erkek hasta halsizlik, yorgunluk, genel vücut ağrısı ve evde aralıklarla 39 dereceye varan ateş şikayetiyle başvurdu. Artrit/artralji ve döküntü tariflemeyen hastanın son 6 ayda 18 kg kilo kaybı olmuş. idi. IgG: 1530 mg/dL, IgA: 295 mg/dL, IgM:158 mg/dL. İdrarda hematüri ve proteinürisi yoktu. Prokalsitonin normaldi. Kan, idrar ve diğer kültürlerinde üreme olmadı. Hastanın serum protein elektroforezinde hafif gama yüksekliği vardı, beta-2 mikroglobulin normaldi. Öykü ve fizik muayene: Hastanın son iki haftadır ateşi oluyormuş (39 dereceyi bulan). Oral aft, genital ülser ve Raynaud fenomeni tariflemiyen hastanın ağız ve göz kuruluğu yokmuş. Bel ağrısı, topuklarda ağrısı yokmuş. Kısa süreli sabah tutukluğu oluyormuş (<30 dk). Görüntüleme: Akciğer grafisinde; retiküler görünümler dışında normal görünüyordu. Toraks BT’de patolojik bir bulgu yoktu. Abdomen BT’de karaciğer ve dalak boyutu normailin üst sınırındaydı. Transtorasik EKO’da tombus ve infektif endokardit lehine bulguya rastlanmadı. Göz muayenesinde vaskülit ve/veya üveit bulgusu yoktu. Öncesinde hasta hematoloji servisinde bisitopeni etiyolojisi nedeniyle takip edilmiş ve kemik iliği aspirasyon biyopsisi planlanmış, fakat yapılmamış. Takiplerinde ateşi düşmeyen bisitopenisi devam eden, karaciğer enzim yüksekliği olan hasta endemik bölgeden gelmesi üzerine Kırım Kongo Kanamalı Ateşi ön tanısıyla intaniye servisine devir edilmiş. İntaniye servisinde hastadan kan, idrar, balgam kültürü alınmış ve hastaya antibiyoterapi (levofloksasin) başlanmış. Daha sonra takibinde yanıt alınamayan hastanın antibiyoterapi spektrumu daha da genişletilmiş (vankomisin eklenmiş). Ateşleri devam eden hastanın hepatit markırları ve viral markırlar, brucella, atipik pnömoni paneli çalışılmış. Hastanın çalışılan tetkiklerinde anlamlı bulgu saptanmamış, Takibinde el ve ayak tabanlarında, sırtında ve kollarda maküler döküntüsü fark edilen hastaya dermatoloji ile konsulte edilerek cilt biyopsisi yapılmış. Hastanın sol bacağında olan şişlik ve kızarıklık nedeni ile çekilen alt extremite venöz dopler USG de derin ven trombozu saptanmış. Laboratuar: ESH: 59 mm/sa, CRP: 18.2 mg/L (0-8 mg/L), AKŞ: 92 mg/dl, Kre: 0.7 mg/dl, ALT: 259 IU/L, AST: 352U/L, LDH: 1275 U/L, CK: 1985U/L, ferritin: 4497,11 ng/mL, demir: 37mg/dl, demir bağlama kapasitesi: 205 mg/dl. C3: 74.5 mg/dl (79-152 mg/dL), C4: 19.2 (16-38 mg/dL), vitamin B12: 533 pg/ml, folik asit: 8.1 ng/ml, TSH: 1,86 mIU/ml, RF: negatif, CCP 1.7 U/mL (0-17). HBV, HCV ve HIV negatif, Brucella negatif. EBV-IGM negatif, parvovirüs B19 IgM: negatif, Rubella negatif, CMV negatif, HSV negatif, c-ANCA negatif, p-ANCA negatif, anti-dsDNA negatif, ANA profilinde ise Ro-52 (+++) TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Ateş odağına yönelik yapılan batın USG de karaciğer ve dalak normalin üst sınırında tespit edilmiş, başka herhangi bir patolojik bulguya rastlanmamış. Hasta yatışından yaklaşık 20 gün sonra yaygın vücut ağrısı, eklemlerde hassasiyet ve hareket kısıtlılığı, yürümekte zorlanma, ateş nedeniyle romatolojiye postenfeksiyoz artrit şüphesiyle konsulte edildi. Ön tanılar: 1- Vaskülit 2- Eşlik eden (overlap) veya sonradan gelişen başka bir bağ dokusu hastalığı 3- Erişkin Başlangıçlı Still Hastalığı 4- Malignite (paraneoplastik sendrom) 5- Ailesel Akdeniz ateşi (AAA) 6- Behçet hastalığı Ayırıcı tanı Hasta romatoloji servisine devir edildiğinde yakınlarını yardımı ile yürüyordu muayenesinde servikal bölgede en büyüğü 2x1 cm olan multiple lenfadenopatileri saptandı. Hastanın her iki üst ekstremite proksimalinde aralıklı oluşan ve solan maküler döküntü mevcuttu. Hastanın hematoloji ve intaniye servislerinde olan yüksek ateşi romatoloji servisinde de devam etti (39-40 dereceyi bulan). Özellikle ateşli dönemlerde gövde ve kollarda el ve ayak tabanlarında döküntüsü vardı. Hastanın diz ve dirsek eklemlerinde hassasiyet, hareket kısıtlılığı ve kas kuvvetinde azalma (biceps, triceps ve quadriceps) mevcuttu. Hastada AST, ALT, Ferritin ve sedimantasyon yüksekliği, hemoglobin, albumin düşük olarak ölçülmesi ve ANA ile RF negatifliği olması ön planda erişkin başlangıçlı Still hastalığını (EBSH) düşündürüyordu. Hastanın AAA açısından tipik atak ve aile öyküsü yoktu, MEFV gen mutasyonları negatifti. Behçet hastalığı açısından klinik ve laboratuar bulguları tanıyı desteklemiyordu. 237 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Tanı: Erişkin başlangıçlı Still hastalığı Tedavi ve klinik seyir: Hastaya metiprednizolon, başlandı, steroid ile dramatik yanıt alınan hastanın tedavisine hidroksiklorokin ve metotreksat ilave edildi. Takiplerinde ateşi olmadı, eklem ağrıları geriledi, mevcut tedavi ile hasta taburcu edildi ve takibe alındı. Tartışma: Erişkin başlangıçlı Still hastalığı (EBSH), yüksek ateş ve ateşe eşlik eden somon rengi döküntü, artralji/ artrit, lökositoz ve öncesinde var olan boğaz ağrısı, lenfadenopti, hepatosplenomegali, RF ve ANA negatifliği ile karekterize nadir görülen sistemik inflamatuar bir hastalıktır (1). Tanısında Yamaguchi kriterleri sıklıkla kullanılmaktdır, fakat esasen bir ekartasyon tansıdır. Yani enfeksiyon, malignite, bağ dokusu hastalıkları ve vaskülitik sendromların ekarte edilmesi gereklidir (2,5). Miyalji, lenf nodu veya dalak tutulumu, diz el ve ayak bileği tutulumu, karaciğer enzimlerinde, sedimantasyonda ve ferritinde yükselme, albumin seviyelerinde düşme ve hematolojik anormallikler ateş yüksekliğine eşlik eden ve ateş düşünce kaybolan pembe-somon renkli ortası soluk makulopapüler lezyonlar görülür. Hastamızda ANA negatif olmasına rağmen Ro-52 pozitifti. Serum S100A12 biyomarkırı ile EBSH hakkında ilişki olabileceğine dair çalışmalar mevcuttur (3). 222 Hasta ile yapılan geniş çaplı bir çalışmada Ro-52 pozitifliğinin dermatomiyozitin akciğer bulguları ile korelasyon gösterdiği tespit edilmiştir (4). Bu çalışmada ayrıca sıklıkla Sjögren sendromu ve SLE’de saptanan anti-Ro52 antikor pozitifliğinin anti-sentetaz sendromu (idiyopatik inflamatuvar kas hastalıkları) ile ilişkili olabileceği vurgulanmıştır (4). Bu açıdan bakıldığında hastamızda var olan bu antikor pozitifliği klinik bulguları döküntü, kas güçsüzlüğü, ateş açıklıyor olabilir. ESBH tedavisinde NSAID ve steroid (ilk sıra), metotrekast – hidroksiklorokin (ikinci sıra), makrofaj aktivasyon sendromu (hemofagositik sendromda) varlığında; siklosporin ve takrolimus, IVIG, plazma değişimi faydalı uygulamalardır. Üçüncü sıra ve refrakter durumlarda kullanılabilecek gelecek vadeden tedaviler ise anakinra, tosilizumab, rituksimab, abataseptdir (5). Anahtar mesaj: Günümüzde hala EBSH tanı ve tedavisinde çoğu zaman sıkıntı yaşamaktayız. Fakat yeni ve gelecek vadeden biyobelirteçler, hedefe yönelik tedaviler bu hastalığın tanı ve tedavisinde bize yardımcı olacaktır. Anahtar Kelimeler: Anti-Ro-52, Ateş, Döküntü, Erişkin başlangıçlı Still hastalığı Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 238 Jamilloux Y, Gerfaud-Valentin M, Martinon F, ve ark. Pathogenesis of adult-onset Still’s disease: new insights from the juvenile counterpart. Immunol Res. 2014 [Epub ahead of print] Vanderschueren S, Hermans F, De Munter P, ve ark. Adult-onset Still’s a diagnosis of exclusion. A nested case-control studyin patients with fever of unknown origin. Clin Exp Rheumatol 2012;30:514-9. Bae CB, Suh CH, An JM, ve ark. Serum S100A12 may be useful biomarker of disease activity in adult-onset Still’s disease. J Rheumatol 2014;41:2403-8. Cruellas MG, Viana Vdos S, Levy-Neto M, ve ark. Myositis-specific and myositis-associated autoanti-body profiles and their clinical associations in a large series of patients with polymyositis and dermatomyositis. Clinics (Sao Paulo) 2013;68:909-14. Alonso ER, Olive A. Adult-onset Still disease. In: Hochberg, Silman, Smolen, Weinblatt, Weismann, editors. Rheumatology, 6th edition, Philadelphia: Elsevier Mosby; 2015;(1):720-726. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-101] Deri Altında Sert Şişlikleri, Ellerde Soğukta Morarma ve Sertlik, Yutma Güçlüğü ve Yüzde Kızarıklığı Olan Hasta: Olgu Sunumu Ali Şahin1, İpek Eskiocak2, Doğan Seven2, Gökmen Asan2, Merve Çelik2 1 2 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Sivas Hastanın başvuru şikayeti: 51 yaşında kadın hasta yutma güçlüğü, gıdaların boğazda takılma hissi ve ağızına acı su gelmesi, boyun ve her iki yanakta olan kızarıklık, sol el baş parmakta, sol dizde ve sol dirsekte deri altında sert şişlikler, nodüler lezyonlar ve eklem ağrıları nedeniyle polikliniğimize başvurdu klinik bulgularına göre tedavi başlandı. Raynaud için asetilsalisilikasit, nifedipin, pentoksifilin; kalsinozis için kolşisin; özefagus dismotilitesi için motilite düzenleyici Öykü, fizik muayene, laboratuar: Hastanın anamnezinde yutma güçlüğü ve reflü şikayetinin 2 yıldır olduğu, yine 1.5-2 yıldır yüzünde, dirsek ve parmaklarındaki nodülleri mevcut hasta bu şikayet ile başvurduğu plastik cerrahi kliniğinde nodülerin bir kısmı eksize edilmiş. Hastanın özellikle soğukta artan ellerinde şişlik, kızarıklık ve morarma (Raynaud Fenomeni), Sklerodaktilisi (Resim1) mevcuttu. El PIF ve MKF’lerde, dizlerde ağrı, hareket kısıtlılığı vardı, belirgin sabah tutukluğu yoktu. Yüzünde özellikle yanaklarda olan yaygın kızarıklık ve boyundan göğüs kafesine uzanan eritemi (V tarzında), yüzde ve ellerde Telenjiektazileri mevcuttu. Hastanın laboratuvar incelemesinde tam kan sayımı ve biyokimyasal parametreleri normaldi. Burusella, HBV, HCV, HIV negatif saptanmış olup ANA (+) liği mevcuttu. ANA profili (anti-scl-70, anti-centromer, anti-Jo1 antikorları) negatifti. Resim 1. Hastanın boyundan göğüs ön duvarına uzanan V şeklinde eritem ve yer yer telenjiektaziler. Sol dizde ve baş parmağında cilt altı kalsinozis. Elde parmaklarda sertlik, şişlik, sklerodaktili. LDH: 242 U/L, CK: 120 U/L, kalsiyum: 9.9 mg/dL, fosfor: 3.2 mg/dL, ESH: 14 mm/h, CRP: 6 mg/L, vitamin D: 8.8 ng/ml, PTH: 28.7 pg/ml (N), TSH: N, Fibrinojen: 268 mg/ dl (N), C3: 112 mg/dl (N), C4: 38.2 mg/dl (N). TIT: idrarda hematüri, lokosit, proteinüri yoktu, 24 kalsiyum atılımı normal sınırlardaydı. Direkt grafide diz, dirsek, el parmaklarında Kalsinozis saptandı (Resim 2). Ön tanılar: 1- Polimiyozit, dermatomiyozit 2- Bağ dokusu hastalığı 3- CREST Sendromu 4- Malignite (paraneoplastik sendrom) Tanıya götüren bulgular ve klinik seyir: Mevcut bulgularla hastaya CREST (Kalsinozis, Raynaud fenomeni, Özefageal dismotilite, Sklerodaktili, Telenjiektazi) sendromu tanısı konuldu. Hastanın EKO, göz muyaenesi yapıldı ve diğer sistemik görüntülemeleri planlandı. Hastaya TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI Resim 2. Direkt grafilerde hastanın el, dirsek ve dizde cilt altı kalsifikasyona ait görünümler. 239 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu ajanlar başlandı. Eklem ve cilt problemleri için ise hidroksiklorokin başlandı. Hastanın mevcut şikayetleri tedavi sonrası önemli ölçüde geriledi. göre 3-5 kat daha fazla görülmektedir. Daha sıklıkla antisentromer antikor pozitif olsa da bizim hastada ANA (+), fakat antisentromer antikor negatifti. Tanı: CREST sendromu Hastalığın patogenezinde immün sistem aktivasyasyonu, fibroblast aktivasyonu, vasküler değişiklikler suçlanmaktadır, ancak kesin patogenezi bilinmemektedir. Hastalığın tedavisi semptoma yöneliktir. Kalsinozis tedavisinde bazen cerrahi eksizyon, yanı sıra kolşisin ve warfarinin etkili olduğu bildirilmiştir. Biz bura da nadir rastlanılan CREST vakasının klinik ve radyolojik görünümleri eşliğinde sunmak istedik. Tartışma ve sonuç: CREST limitli kutanöz Sistemik Sklerozun bir varyantı olarak ele alınabilir. Kutanöz Kalsifikasyon, Raynaud fenomeni, Özefageal dismotilite, Sklerodaktili ve Telenjiektazi olmak üzere 5 major bulgusu mevcuttur, tanısını koymak için bu 5 semptomdan en az üçünün saptanması gerekmektedir (1). Hastalığın sıklığı 10/1000000 civarında olup, kadınlarda erkeklere Anahtar Kelimeler: Kalsinozis, Raynaud, sistemik skleroz Kaynaklar 1. 240 Akiyama Y, Tanaka M, Takeishi M, ve ark. Clinical, serological and genetic study in patients with CREST syndrome. Intern Med 2000;39:451-6. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I 1 2 -1 4 M a rt 2 0 15 Hilt o n H o t el, K ays e r i [PP-102] Hemoptizi, Artrit, Böbrek Fonksiyon Bozukluğu ile Başvuran Romatoid Artrit Olgusu Ali Şahin1, Tunahan Uncu2, Burcu İrez2, Osman Bilge Kaya2, Gökhan Toksoylu2 1 2 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Sivas Başvuru yakınması: 60 yaşında kadın hasta nefes darlığı, ağızdan kan gelmesi, el eklemleri ve dizlerde ağrı şikayeti ile başvurdu. Öykü, fizik muayene: Yaklaşık 2 gündür ağızdan 1 çay bardağı kadar kan gelme öyküsü olan hastanın öncesinde herhangi bir kanama öyküsü ve akciğer problemi yoktu. Beraberinde öksürük, balgam şikayeti mevcuttu. Hastanın ateşi, gece terlemesi, kilo kaybı yoktu. Vücutta döküntü, kızarıklık, ağızda yara, genital ülseri yoktu. Ağızdan kanama 2 gündür ve öksürükle beraber geliyordu. Büyük abdestten renk değişikliği ve kanama yoktu. Ayrıca, hastanın derin sorgusunda yaklaşık 20 yıldır romatoid artrit (RA) tanısı ile takipli olduğu ve daha önce dış merkezde metotreksat, Sulfasalazin, hidroksiklorokin ve leflunomid kullandığı son olarak ise hastanın metil-prednizolon ve non-steroid antiinflamatuvar ilaç kullanım öyküsü olduğu öğrenildi. Özgeçmişinde hipertansiyonu mevcuttu. Başka hastalık öyküsü, geçirilmiş enfeksiyon, tüberküloz, Brucella ve sigara kullanımı yoktu. Ön tanılar: 1- Üst ve/veya alt solunum yolu enfeksiyonları: larenjit, bronşit, pnömoni vb. 2- Reflü, özefajit, gastrit vb. 3- Bronşektazi 4- Malignite (oral kavite, özefagus, solunum yolları ve/veya akciğer) 5- Otoimmün romatizmal hastalıklar: vaskülitler, sistemik lupus eritematozis, romatoid artrit, … Laboratuar ve görüntüleme: Genel durumu orta, bilinç açık oryante ve koopere idi. TA: 110/70 mmHg, Nb: 111/dk, vücut ısısı: 37.9 C idi. Akciğer muayenesinde iki taraflı solunum sesleri kaba, sağ orta ve bazalde ralleri ve yer yer ronküsleri vardı. Her iki el MKF’ler (sol 2,3 ve sağ 2-4) ve sağ el bileği hassastı, her iki diz hassastı. Sağ el bileğinde fleksiyon belirgin kısıtlıydı. Vücutta; gövde ve ekstremitelerde döküntü, renk değişikliği yoktu. Rektal tuşesi normal değerlendirildi. Tam kan sayımı; beyaz küre 17 bin/uL, hemoglobin: 8.8 gr/dl, trombosit: 390 bin/uL, üre: 48 kreatinin: 2.63 mg/fl, karaciğer fonksiyon testleri normaldi. TİT: proteinüri (++), eritrosit: 60, lökosit: 5 idi. 24 saatlik idrarda ise 1112 mg/gün proteinürisi vardı. CRP: 146 (0-8) mg/L, TAM METİN B İLDİR İ K İTA BI ESH:104 mm/h, CK ve LDH normal idi. RF: 436 IU/ml, CCP 300 (0-17) IU/ml. HBV, HCV, HIV negatifti. ANA (+), ANA profili ve anti-dsDNA negatifti, komplemanlar (C3, C4) normaldi. p-ANCA (+) fakat c- ANCA (-) olarak geldi. Her iki böbrek normal lokalizasyonda olup boyutları sağda 113x37 mm, solda 100x39 mm, ortalama parankim kalınlıkları sağda 10 mm, solda 12 mm plarak değerlendirildi. Böbreklerin bilateral konturları, parankim yapıları ve pelvikaliksiel sistemleri normaldi. Hastanın toraks BT’de ise trakea ve ana bronşlar açık, asenden aorta 38 mm olup normalden geniş, diğer mediastinal ana vasküler yapıların genişliği ve kalp toraks indeksi normaldi. Paratrakeal, prekarinal, subkarinal, aortikopulmoner pencerede büyüğü 1 cm çapta birkaç adet lenf nodu vardı. Her iki akciğerde sağda daha belirgin olmak üzere yaygın yamasal buzlu cam alanları ve yer yer bronşektazik değişiklikler izleniyordu (Resim 1). Bu görünüm radyoloji tarafından öncelikle viral pnömoni olarak yorumlandı. Fakat hastanın diğer çalışılan viral markıları negatifti. İki taraflı alt ekstremite arteryel ve venöz doppleri normaldi. Ekokardiyografisi normaldi. Göz tutulumu açısından göz ile konsülte edildi ve normal olarak değerlendirildi. Hastaya renal biyopsi yapıldı ve tübülointerstisyel nefrit olarak raporlandı. Ayırıcı tanıya götüren bulgular: Hemoptizi ile başvuran hastanın RF, CCP ve p-ANCA pozitifti. Önceden bilinen RA tanısı mevcuttu, son zamanlarda düzenli ve etkin DMARD tedavisi almıyordu. Bilateral, simetrik eklem bulguları vardı. Akciğer ve renal tutulumu olan hastanın klinik bulguları romatoid vaskülit ile uyumluydu. Nöropati bulgusu yoktu, eozinofilisi yoktu. Fakat böbrek biyopsisi tubulointerstisyel nefrit olarak değerlendirildi. Tanı: Romatoid artrit, romatoid vaskülit ve tubulointerstisyel nefrit. Tedavi ve klinik seyir: Hastaya pulse-steroid ardından, metilprednizolon 1 mg/kg/gün şeklinde uygulandı. Hemoptizi ve kreatin yüksekliği (takibinde 5.8’e kadar çıktı) nedeniyle beraberinde Plazmaexchange (plazmaferez, 241 5. U lusal Va ka l a r i l e Roma tol oj i Eği ti mi S emp ozyumu Resim 1. Hastanın toraks BT’de yaygın buzlu cam alanları, bronşiektazik değişiklikler. PF) yapıldı. Hastanın RA olması (hepatorenal sendrom nedeniyle) klinik ve laboratuar durumuda göz önüne alınıp, ritüksimab 1000 mg/gün (0. ve 15. günde) verildi. Takibinde genel durumu ve laboratuar parametreleri düzelen hasta ayaktan takibe alındı. Tartışma: Klinik pratikte en sık rastladığımız inflamatuvar romatizmal patoloji olarak tanımladığımız RA’da eklem dışında, yaklaşık % 40 sıklıkta tutulumlar görülebilmektedir. Solunum sistemi ve akciğerler yine RA’da en önemli hedef organ ve/veya sistemlerden biridir. Eklem dışı tutulumda önemli prediktif belirteçler ise sigara, erkek cinsiyet, şiddetli erozif eklem hastalığı, pozitif RF ve anti-CCP, subkutan nodüllerin (sıklıkla vaskülit ilişkili) varlığı olarak sayılabilir. Akciğer tutulumda ilave olarak var olan ko-morbid durumlar ve ilaçlarda dikkate alınmalıdır. Plörit, plevral effüzyon, nodüller, hava yolu obstrüksiyonu, göğüs duvarı ve solunum kasları tutulumu, pulmoner hipertansiyon, vaskülit, interstisyel akciğer hastalığı diğer tutulum özellikleridir. Usual interstisyel pnömoni, nonspesifik interstisyel pnömoni, bronşiolitis obliterans-organize pnömoni (BOOP), diffüz alveolar hasar, respiratuvar bronşiolit, desquamatif ve lenfositik interstisyel pnomoni diğer tutulum şekilleri olabilir. RA akciğer tutulumunda direk grafi çoğu zaman normal ve hassas değil, retikülonodüler patern, bazal opasiteler, groundglass, bal peteği, ileri evre PAH bulguları görülebilir. SFT, DLCO yapılmalıdır. HRCT asemptomatik hastalarda bile daha sensitif, bulgular değişken: retiküler, ground glas, bronşial duvar kalınlaşması, bronşial dilatasyon, konsolidasyon, mikronodüller, bal peteği görünümleri olabilir. BAL tanıda spesik bulgu vermez, öteki hastalıkları dışlamada: oportünistik enfeksiyonlar, ilaç reaksiyonları ve malignite. Selülarite artışı, nötrofil, eozinofil. Lenfosit varlığı iyi prognoz, tedaviye iyi yanıt ile ilişkilidir. Bazen nadir de olsa akciğer biyopsisi tanıda gerekebilir. Yine RA’lı hastalarda yapılan bir çalışmada, 90 (14 erkek, 76 kadın) hastada, hastalık süreleri ortalama 23 yıl ANCA pozitifliği incelenmiş (2) ve hastaların % 20’inde p-ANCA pozitifliği saptamışlar (2). ANCA pozitifliğinin hastalık aktivitesi ve yüksek inflamatuvar durumla ilişkili olduğunu göstermişlerdir (2). Bizim vakamızda renal biyopsinin tubulointerstisyel nefrit olarak gelmeside, bu durumun p-ANCA pozitif – ANCA ilişkili (eşlik edebilecek) bir durumdan ziyade ilaç ilişkili bir olay olabileceğini düşündürmektedir. Sonuç ve anahtar mesaj: Bizim hastamızda da 20 yıldır RA olması, RF ve CCP pozitifliği yanı sıra p-ANCA pozitifliği de RA’nın bu kadar agresif gidişatına katkı sağlamış olabilir. RA’da akciğer ve böbreklerin bu şekilde tutulduğu durumlarda plazmaferez ve rituksimab etkin tedavi seçenekleri olarak uygulanabilir. Anahtar Kelimeler: p-ANCA, pulmoner-renal sendrom, romatoid artrit Kaynaklar 1. 2. 242 Turesson C, Matteson EL. Extraarticular features of rheumatoid arthritis and systemic involvement. In: Hochberg, Silman, Smolen, Weinblatt, Weismann, editors. Rheumatology, 6th edition, Philadelphia: Elsevier Mosby; 2015;(1):712-719. Manolova I, Dantcheva M. Antineutrophil cytoplasmic antibodies in Bulgarian patients with rheumatoid arthritis: characterization and clinical associations. Rheumatol Int 2005;26:107-14. TA M M ET İ N B İ L D İ R İ Kİ TAB I http://www.rovag.org/ 5. Ulusal Vakalar ile Romatoloji Eğitimi Sempozyumu Yazar Dizini A D Akar, Servet 31, 66, 79, 89, 91, 93, 95, 156, 175 Akgül, Ömer Faruk 173, 210 Akkoç, Nurullah 115 Akyol, Lütfi 23, 25, 39, 42, 49, 53, 56, 142, 193, 213 Alanoğlu, Emine Güçhan 28 Albayrak, Canan 25, 39 Alkan, Samet 83, 195 Altıntop, Levent 213 Arhan, Mehmet 169 Artaş, Gökhan 162 Asan, Gökmen 220, 237, 239 Aslan, Fatih 79 Aslan, Kerim 53 Aslan, Özlem 173 Atagündüz, Pamir 18 Atak, Burcu Meryem 139, 152, 234 Atilla, Nurhan 210 Aydın, Ferzan 188 Aydoğmuş, Mehmet 126, 127 Aykaç, Kevser Nihal 160 Ayna, Ata Bora 21 Dağdelen, Selçuk 145 Dağlı, Mustafa Necati 108 Dalkılıç, Hüseyin Ediz 34, 87, 104, 158 Demir, Ayşe Kevser 59 Demirel, Burak 156 Demirel, Ceren 156 Demir, Hakan 173, 210 Dilek, Melda 191 Direskeneli, Haner 18 Doğan, Akif 158 Doğru, Atalay 28, 72, 139, 152, 234 Dönmez, Salim 111, 154, 229, 231 Dursun, Hüseyin 188 Dürmüş, Yusuf 13, 171 B Baba, Mete 189 Balcı, Mehmet Ali 111, 154, 164, 229, 231 Barışan, Emrah 69, 123 Basır, Hasan 210 Bayır, Duygu 69, 123 Bayram, Meliha 220 Bekfilavioğlu, Garip 191 Biçen, Cem 191 Bilgin, Emre 203 Birlik, Merih 115 Bitik, Berivan 185, 186 Bostankolu, Başak 226 Bozgeyik, Zülkif 99, 106, 108 Bozkırlı, Emine Duygu Ersözlü 189 Bölek, Ertuğrul Çağrı 182 C Cefle, Ayşe 81 Ceyhan, Ali Murat 139 Cihangiroğlu, Nurefşan 226 Coşkun, Belkıs Nihan 34, 104, 158 Culha, Damla 113 Can, Gerçek 89, 91, 115 Ç Çelik, Ebru 179 Çelik, Merve 239 Çelik, Muhammet Murat 179 Çetin, Gözde Yıldırım 173, 210 Çetin, Pınar 66 Çobankara, Veli 207, 209 Çefle, Ayşe 64 Çoksevim, Metin 53 E Efe, Bilge 21 Emer, Zafer 193 Enecik, Mehmet Emin 45 Erbaş, Gonca 119 Erden, Abdulsamet 15, 182, 200, 203, 216, 224, 226, 232 Erdoğan, Işık 135 Erdoğan, Nergis 197 Ermete, Murat 31 Ermurat, Selime 34, 87, 104 Ertenli, İhsan 216 Erten, Şükran 227 Eryılmaz, Sevil Derya 72, 234 Eskiocak, İpek 239 Eşmen, Serpil Ergülü 125 F Filiz, Başak 139 G Gelal, Mustafa Fazıl 95, 156 Gökçe, Hasan 179 Göker, Berna 185, 186 Göksu, Yasin 147 Göze, Hasan 229 Gümüş, Zeynep Zehra 79, 89, 91, 93, 95, 156 Günbey, Hediye Pınar 142 Gündoğdu, Barış 62, 99, 137, 145 Gündüz, Özgül Soysal 129 Gün, Yener 23 Güven, Deniz Can 182, 224 Güzel, Aygül 49 H Heybeli, Hilal 97 Hüseynova, Nergiz 68, 78, 195, 212, 222 Hymabaccus, Ben Azir 200 I Işıklı, Gülşen 56 Işık, Özlem Özdemir 64, 81 İbiş, Mehmet 169 İ O İlhan, Abdullah 113 İnal, Vedat 74, 76, 97, 102 İnanç, Nevsun 18 İnceoğlu, Lale Altan 21 İrez, Burcu 241 İzki, Alparslan Ali 126, 127 Okyar, Burak 202, 212 Olcaş, İlknur Koç 113 Oruçoğlu, Nurdan 21 Omma, Ahmet 45 Onat, Ahmet Mesut 68, 78, 195, 202, 212 Ozbalkan, Zeynep 45 K Ö Kalem, Ali 83 Kalyoncu, Umut 15, 182, 200, 216 Karaarslan, Ahmet 147, 149, 151 Karaarslan, Fatih 197 Karaaslan, Yaşar 45 Karabulut, Gonca 74, 76, 97, 102 Karabulut, Serap Seringeç 197 Karadağ, Duygu Temiz 64, 81 Karadağ, Ömer 200, 216, 224 Karakaş, Emel Yiğit 166, 188 Karaman, Mehmet Alper 125, 126, 127 Kara, Sonat Pınar 69 Kaş, Fehmi 166 Kaya, Arif 207, 209 Kaya, Coşkun 23, 42, 191 Kaya, Osman Bilge 241 Kaya, Süheyla Uzun 59 Kaygusuz, Gülşah 132 Kılıç, Levent 15, 182, 216, 224, 232 Kır, Seher 42, 49, 142, 213 Kısacık, Bünyamin 68, 78, 83, 205, 222 Kızıldağ, Betül 173 Kimyon, Gezmiş 68, 78, 83, 195, 202, 205, 222 Kobak, Şenol 135, 147, 148, 149, 151 Koca, Süleyman Serdar 62, 99, 106, 108, 137, 160, 162 Koçanaoğulları, Hayriye 74, 76, 97, 102 Koç, Tuncay 69, 123 Kurnaz, Fatih 166 Kuruşçuoğlu, Ertunç 237 Kuşkonmaz, Şerife Mehlika 117, 119, 168, 169 Kut, Engin 39 Kutlutürk, Faruk 59 Kuzu, Işınsu 132 Kübüç, Kübra Saçar 164, 229 Küçükarda, Ahmet 154 Küçük, Hamit 185, 186 Küçükşahin, Orhan 132 Ök, Zeynep Dündar 207 Öksüz, Mustafa Ferhat 87, 158 Ömercikoğlu, Zühal 160, 162 Önal, Ceren 226 Önder, Arif Hakan 61 Önem, Soner 193 Önen, Fatoş 115 Önlen, Yusuf 179 Özdemirkıran, Füsun 93 Özen, Gülsen 18 Özenler, Nesibe 129 Özgen, Metin 23, 25, 39, 42, 49, 53, 56, 142, 193, 213 Özmen, Mustafa 31, 91, 93, 95 Öztürk, Mehmet Akif 117, 119, 168, 169 M Maden, Muhammed 111, 171 Maraş, Yüksel 67 Mengüş, Çiğdem 177 Mercan, Rıdvan 185, 186 Mert, Mehmet 207 N Nalbant, Olcay 129 P Pamuk, Gülsüm Emel 13, 171 Pamuk, Ömer Nuri 13, 154, 164, 171, 231 Payzın, Bahriye 93 Pehlevan, Seval 167 Pehlivan, Yavuz 87, 104, 158 Polat, Mehmet 79 R Rastgeldi, Yiğit 188 S Sandıkçı, Sevinç 45 Sarsık, Banu 135 Sarıtaş, Fatih 111, 154, 231 Sarı, İsmail 66 Sayarlıoğlu, Hayriye 191 Sayarlıoğlu, Mehmet 23, 25, 39, 42, 49, 53, 56, 142, 193, 213 Semirgin, Sibel Uçak 56 Semiz, Hüseyin 135 Seven, Doğan 113, 220, 237, 239 Seyyar, Mustafa 202, 212 Solmaz, Dilek 31, 69, 123 Soysal, Ergün 209 Ş Şahin, Osman 31 Şahin, Ali 113, 220, 237, 239, 241 Şahin, Mehmet 28, 72, 139, 152, 234 Şencan, Hüseyin 152 T Taban, Hakan 226 Tarhan, Emine Figen 89, 91, 175 Taşkıran, Emin 121 Taylan, Ali 121 Tecer, Duygu 185 Tekeoğlu, Senem 74 Tezcan, Esra 95 Tırnova, Şirin Zelal 34 Toksoylu, Gökhan 241 Tomaş, Nazmiye Baş 79, 175 Torun, Bekir 227 Tufan, Abdurrahman 117, 119, 168, 169, 186 Tufan, Ayşe Nur 34, 87, 104 Tuncer, Fatma 76 Tunç, Şevket Ercan 28, 72, 152, 234 Türesin, Ahmet Kerim 220 Tüylü, Tuğba Başoğlu 123 U Ulaş, Turgay 166, 188 Urhan, Emre 237 Uruç, Vedat 179 Usta, Ahmet Ali 28, 72 Uyar, Nida 205, 222 Uysal, Cihan 25 Uz, Burak 106 Uncu, Tunahan 241 Uyanık, Mehmet Şevki 111 V Vayni, Alev 89 Y Yalçınkaya, Yasemin 189 Yarkan, Handan 132 Yazıcı, Ayten 64, 81 Yazıcılar, Osman 167 Yekedüz, Emre 232 Yıldırım, Ahmet 62, 99, 106, 108, 137, 160, 162 Yıldız, Hamit 205, 222 Yılmaz, Mümtaz 97 Yılmaz, Sema 125, 126, 127 Yiğit, Mebüre 209 Yiğit, Murat 207, 209 Yolbaş, Servet 62, 99, 106, 108, 137, 160, 162 Yüksekyayla, Osman 166 Z Zengin, Berrin 115 Zengin, Orhan 68, 78, 83, 195, 202, 205, 212 Notlar Notlar