T.C SAĞLIK BAKANLIĞI DR. LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE

advertisement
T.C
SAĞLIK BAKANLIĞI
DR. LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
AİLE HEKİMLİĞİ KOORDİNATÖRLÜĞÜ
Koordinatör Şef: Doç. Dr. Orhan ÜNAL
METABOLİK SENDROMLU HASTALARDA
SESSİZ İSKEMİ TANISINDA
UZAMIŞ QT İNTERVALİNİN DEĞERİ
Uzmanlık Tezi
Dr. Tolga DENER
Tez danışmanı: Uzm. Dr. İsmet TAMER
İstanbul-2009
TEŞEKKÜR
Uzmanlık eğitimim süresince yetişmemde büyük emekleri geçen, bilgi, yetenek ve
deneyimleri ile rehberlik eden değerli hocalarım Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim Araştırma
Hastanesi Aile Hekimliği Koordinatörü ve 1. Kadın Hastalıkları ve Doğum Klinik Şefi
sayın Doç. Dr. Orhan Ünal’a, eski koordinatörümüz sayın Prof. Dr. Ayça Vitrinel’e, 3.
Genel Cerrahi Klinik Şefi sayın Doç. Necmi Kurt’a, 2. Kadın Hastalıkları ve Doğum Klinik
Şefi sayın Doç. Dr. M.Cem Turan’a, 2. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Klinik Şefi sayın
Doç. Dr. Gülnur Tokuç’a, 1. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Klinik Şefi sayın Uzm. Dr.
Yasemin Akın’a, 2. Dahiliye Klinik Şefi sayın Prof. Dr. Mustafa Yaylacı’ya, Haydarpaşa
Numune Eğitim Araştırma Hastanesi Psikiyatri Klinik Şefi Sayın Uzm. Dr. Mecit
Çalışkan’a, asistanlığım süresince beraber çalıştığım tüm klinik şef yardımcılarımıza, baş
asistanlarımıza, uzmanlarımıza, asistan ve hemşire arkadaşlarıma, ve özellikle daima
desteğini hep yanımda hissettiğim sabrını, bilgisini esirgemeyen tez danışmanım sayın
Uzm. Dr. İsmet Tamer’e, uzmanlık eğitimimin her basamağında desteklerini esirgemeyen
sayın Doç. Dr. Mehmet Sargın, Doç. Dr. Ekrem Orbay, Doç. Dr. Reşat Dabak’a ve son
olarakta sadece tıp eğitimim süresince değil, hayatımın her anında bana destek olan ve
hayatıma anlam katan ailem ve arkadaşlarıma en içten teşekkürlerimi sunarım.
Dr. Tolga DENER
İstanbul-2009
2
İÇİNDEKİLER
TEŞEKKÜR
2
İÇİNDEKİLER
3
GİRİŞ VE AMAÇ
4
GENEL BİLGİLER
I- Metabolik Sendrom
6
II- Koroner Arter Hastalığı
28
III- EKG’de QT Aralığı
58
MATERYAL METOD
64
BULGULAR
67
TARTIŞMA
76
SONUÇ
80
ÖZET
81
İNGİLİZCE ÖZET
82
KAYNAKLAR
83
3
GİRİŞ VE AMAÇ
Günümüzde Amerika Birleşik Devletleri’nde NCEP ATP III (National Cholesterol
Education Program, Adult Treatment Panel III)’te tanımlanan kriterlere göre metabolik
sendrom tanısı alan birey oranı yaklaşık % 25 olarak tahmin edilmektedir, erkek ve
kadınlarda benzer oranlarda görüldüğü gösterilmiştir. Ülkemizde yapılan iki önemli
çalışmada ise NCEP kılavuzunun önerdiği kriterlerin uygulanması yoluyla Türkiye’de
metabolik sendromun 30 yaş ve üstü nüfusun üçte birinden fazlasında bulunduğu ve yaşın
artmasıyla her iki cinsiyette de metabolik sendrom görülme oranının arttığı görülmüştür.
Metabolik sendrom bugün için proinflamatuvar ve pro-trombotik bir hastalık süreci olarak
da tanımlanmaktadır. Metabolik sendromdaki ana hemostatik anormallik, plazminojen
aktivatör inhibitör (PAI – 1) seviyelerinde artış ile ilişkili azalmış fibrinolizistir ve bir dizi
multifaktöryel mekanizma bu sürece eşlik etmektedir. Tüm bu mekanizmalar neticesinde
pıhtılaşmaya eğilim artmakta ve akut koroner sendrom gibi olumsuz hadiseleri tetikleyen
aterosklerotik sürecin tehlikeli basamağı olan aterotromboza eğilim, belirgin şekilde
artmaktadır.
Çalışmalar, metabolik sendromun Türkiye’deki koroner kalp hastası olgularının yarısından
sorumlu olduğunu, bu oranın erkeklerde % 42’yi, kadınlarda ise % 64’ü bulduğunu
göstermektedir.
Metabolik
sendromlu
hastalarda,
koroner
kalp
hastalığı
tanısında
istirahat
elektrokardiyogramı (EKG), egzersiz EKG’si, miyokard perfüzyon sintigrafisi ve koroner
anjiografi sayılabilirse de bunlar içerisinde her zaman ve her yerde bulunabilen istirahat
EKG’si, özellikle hiperglisemi komponentine bağlı olarak azalan sensitivite ve spesifitesi
nedeniyle, koroner kalp hastalığı tanısında çok da yararlı olamamakta; diğer yöntemler
asemptomatik hasta populasyonunda her zaman ulaşılabilir ve/veya maliyet-etkin
4
yöntemler olamadıkları için birinci basamak sağlık kurumlarında çok da tercih
edilmemektedirler.
EKG’de QT aralığı ventriküler miyokardın elektriksel aktivasyon ve istirahat sürelerini
verir; kalp hızı ile ters orantılı olarak değişir. Uzamış QT intervali ventriküler
repolarizasyon anomalilerinin basit bir göstergesi olarak sayılır. QT intervalinde uzama
sağlıklı bireylerde ani ölüm ve düşük sağ kalım oranları ile ilişkilidir. Koroner arter
hastalığı olan hastalarda QT intervalinde uzamanın yüksek prevalans gösterdiği ve yüksek
mortalite ile ilişkili olduğu öne sürülmektedir. QT intervalinde uzama ve QT
dispersiyonunda artma diyabetli, hipertansif ve obez hastalarda artmış ani kardiyak ölüm
insidansı ile de ilişkilidir.
Bu çalışmada, metabolik sendrom kriterlerine uyan, fakat koroner arter hastalığı kliniği ya
da semptomları olmayan hastalarda, istirahat EKG’si üzerinden hesaplanan uzamış QT
intervalinin, altta yatan koroner arter hastalığı varlığını göstermedeki etkinliğinin
araştırılması hedeflenmiştir.
5
GENEL BİLGİLER
METABOLİK SENDROM
TARİHSEL SÜREÇ
Metabolik sendrom ilk defa 1923 yılında İsveçli hekim Eskil Kylin tarafından bazı
bireylerde hipertansiyon, hiperglisemi ve hiperürisemi beraberliğinin fark edilmesiyle tarif
edilmiştir. 1940’larda Vague, abdominal obezite ve yağ dağılımının diyabet ve diğer
bozukluklarla ilişkisini tanımlamıştır (1). 1965 yılında Avogaro ve Crepaldi hipertansiyon,
hiperglisemi ve obeziteyi kapsayan bir sendromdan bahsetmişlerdir (2). 1970’li yılların
sonunda bir grup Alman araştırıcı tarafından ilk kez; hipertansiyon, hiperlipidemi ve
diabetes mellitusun sıklıkla bir arada bulunması nedeniyle metabolik sendrom terimi
kullanılmıştır (3). 1988 yılında Gerald M Reaven insülinle uyarılmış glukoz uptake’ine
direnç, glukoz intoleransı, hiperinsülinemi, artmış VLDL, azalmış HDL-kolesterol
düzeyleri ve hipertansiyondan oluşan, beraberinde iskemik kalp hastalığı riskinin
yükseldiği bulgular bütününe “Sendrom X” adını vermiştir (4). Yalnız Gerald M Reaven
sendrom X tablosunun içine obezite ve obezite tiplerini almamıştır.
İlerleyen zamanlarda Sendrom X tablosu içine abdominal obezite eklenerek “Sendrom X
Plus” adı verilmiştir. Vücut üst yarısı şişmanlığı, hipertrigliseridemi, glukoz intoleransı ve
hipertansiyon birlikteliği, kardiyovasküler riski arttırması nedeniyle “deadly quartet”
(ölümcül dörtlü) olarak adlandırılırken, insülin direnci buzdağının yüzeyde görünen kısmı
olan şişmanlık, diyabet, hipertrigliseridemi, HDL kolesterol düşüklüğü, hipertansiyon ve
ateroskleroz birlikteliği “deadly pentat” (ölümcül beşli); bunlara ilave olarak yine
kardiyovasküler risk faktörü olması sebebiyle eritrositoz ve ürik asit yüksekliğinin
eklenmesi deadly sextet, hatta deadly orchestra (ölümcül orkestra) olarak isimlendirilmiştir
(5).
6
1998 yılında WHO sendrom için tek tip bir isimlendirmenin uygun olacağını vurgulamış ve
metabolik sendrom olarak isimlendirilmesini önermiştir (6).
Günümüzde metabolik sendrom veya insülin direnci sendromu farklı organizasyonlar
tarafından farklı tanımlamaları bulunmaktadır.
7
METABOLİK SENDROM TANI KRİTERLERİ
World Health Organization ( WHO) Tanı Kriterleri
WHO İnsülin direnci ve/veya bozulmuş açlık glukozu veya glukoz intoleransı veya Tip 2
DM temel şart olup aşağıdaki kriterlerden 2 veya daha fazlasının varlığı ile metabolik
sendrom tanısı konulur. Bunlar:
o Abdominal obezite: Bel /kalça oranı erkeklerde >0,9, kadınlarda 0,85 ve/ veya
vücut kitle indeksi (VKİ)>30 kg/m²
o Kan basıncı: Sistolik kan basıncının 140 mm/Hg veya üstü olması ve/veya
diastolik 90mm/Hg veya üstü olması veya antihipertansif ilaç kullanması.
o Lipid: Trigliserid düzeyinin 150 mg/dl veya üstü olması ve/veya HDL-kolesterol
seviyesinin erkeklerde <30 mg/dl, kadınlarda <35 mg/dl olması.
o Mikroalbuminüri: Üriner albumin /kreatinin oranının 30 mg/g veya üstü olması
(7).
European Group for the Study of Insulin Resistance (EGIR) Metabolik Sendrom
Tanı Kriterleri
EGIR diyabetik olmayan bireylerde, insülin direnci veya hiperinsülinemi şart olup
aşağıdaki kriterlerden en az ikisinin olmasıyla metabolik sendrom tanısı konulur. Bunlar:
o Santral obezite: Bel çevresinin erkeklerde 94 cm veya üstü, kadınlarda 80 cm veya
üstü olması.
o Kan basıncı: Sistolik kan basıncının 140 mm/Hg veya üstü, diyastolik kan
basıncının 90 mm/Hg veya üstü olması veya antihipertansif tedavi alması.
o Lipid: Trigliserid düzeyinin 177 mg/dl’nin üstünde olması veya HDL-kolesterol
seviyesinin 40mg/dl’nin altında olması veya dislipidemi için tedavi alması.
8
o Hiperglisemi: Açlık plazma glukoz seviyesinin 110 mg/dl veya yüksek olması (8).
NCEP-ATP III Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri
NCEP-ATP III aşağıdaki tanı kriterlerinden üç veya daha fazlasının bulunmasıyla
metabolik sendrom tanısı konulur. Bunlar:
o Abdominal obezite: Bel çevresinin erkeklerde 102 cm’nin üstü, kadınlarda 88
cm’nin üstü olması.
o Kan basıncı: Sistolik kan basıncının 130 mm/Hg veya üstü, diyastolik kan
basıncının 85 mm/Hg veya üstü olması veya antihipertansif tedavi alması.
o Lipid: Trigliserid düzeyinin 150 mg/dl veya üstü olması veya trigliserid için tedavi
alması veya HDL-kolesterol düzeyinin erkeklerde 40 mg/dl’nin altı, kadınlarda 50
mg/dl’nin altı olması veya düşük HDL- kolesterol için tedavi alması.
o Hiperglisemi: Açlık plazma glukoz seviyesinin 110 mg/dl veya yüksek olması (9).
American College of Endocrinology (AACE) Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri
AACE yüksek riskli bireylerde; VKİ >25 kg/m² veya bel çevresinin erkeklerde 102 cm
veya üstü, kadınlarda 88 cm veya üstünün olmasıyla beraber aşağıdaki kriterlerden en az
ikisinin olmasıyla metabolik sendrom tanısı konulur. Bunlar:
o Kan basıncı: Sistolik kan basıncının 130 mm/Hg veya üstü, diyastolik kan
basıncının 85 mm/Hg veya üstü olması.
o Lipid: Trigliserid düzeyinin 150 mg/dl’nin üstünde olması veya HDL-kolesterol
düzeyinin erkelerde 40 mg/dl’nin altı, kadınlarda 50 mg/dl’nin altı olması.
o Hiperglisemi: Açlık plazma glukozunun 110 mg/dl veya üstü; tokluk ikinci saat
glukoz seviyesinin 140 mg/dl veya üstü olması (10).
9
International Diabetes Federation (IDF) Metabolik Sendrom Tanı Kriterleri
IDF tanı kriterlerinde santral obeziteyi etnik olarak belirlemiştir. Bunlar:
o Avrupalı bireylerde bel çevresi erkeklerde 94 cm ve üstü, kadınlarda 80 cm ve üstü
olması.
o Güney Asyalılarda (Çin, Malay ve Hindistan populasyonuna dayanarak) bel çevresi
erkeklerde 90 cm ve üstü, kadınlarda 80 cm ve üstü olması.
o Japonlarda bel çevresi erkelerde 85 cm ve üstü, kadınlarda 90 cm ve üstü olması.
o Etnik Güney ve Orta Amerikalılarda daha spesifik bilgi elde edilene kadar Güney
Asya önerileri kullanılacak.
o Sahara altı Afrikalılarda, daha spesifik bilgi elde edilene kadar Avrupa önerileri
kullanılacak.
o Doğu Akdeniz ve Ortadoğu (Arap) populasyonlarında, daha spesifik bilgi elde
edilene kadar Avrupa önerileri kullanılacak.
Bu kriteri sağlayan bireylerde aşağıdaki kriterlerden ikisinin bulunmasıyla metabolik
sendrom tanısı konulur. Bunlar:
o Kan basıncı: Sistolik kan basıncının 130 mg/dl veya üstü, diyastolik kan basıncının
85 mg/dl veya üstü olması veya antihipertansif ilaç kullanması.
o Lipid: Trigliserid düzeyinin 150 mg/dl veya üstü olması veya yüksek trigliserid için
tedavi alması veya HDL-kolesterol düzeyinin erkeklerde 40 mg/dl’nin altı,
kadınlarda 50 mg/dl’nin altı olması veya düşük HDL-kolesterol düzeyi için tedavi
alması.
o Hiperglisemi: Açlık plazma glukozunun 100 mg/dl veya üstü olması veya tip 2
diabetes mellitus tanısı olmak (11).
10
METABOLİK SENDROM EPİDEMİYOLOJİSİ
Metabolik sendrom tanı kriterlerinin farklı organizasyonlar tarafından farklı kıstasların
kullanılması yüzünden genel bir prevelans değeri vermek mümkün olmamaktadır. NCEP
ATP III’te tanımlanan kriterlere göre metabolik sendrom tanısı alan birey oranı yaklaşık %
25 olarak tahmin edilmektedir, erkek ve kadınlarda benzer oranlarda görüldüğü
gösterilmiştir (12). Onat ve arkadaşlarının yapmış olduğu TEKHARF çalışmasında yeni
NCEP kılavuzunun önerdiği kriterlerin uygulanması yoluyla Türkiye’de metabolik
sendromun 30 yaş ve üstü nüfusun % 37’sinde yani 9,1 milyon yetişkinde bulunduğu
tahmin edilmektedir. Aynı çalışmada metabolik sendromun Türkiye’deki koroner kalp
hastası olgularının yarısından sorumlu olduğu, bu oranın erkeklerde % 42, kadınlarda % 64
olduğu da belirtilmiştir (13). METSAR araştırmacıları tarafından 2004 yılında tamamlanan
ve 2005 yılında İstanbul’da yapılan 2.Metabolik Sendrom Sempozyumunda sonuçları
açıklanan 4264 kişinin tarandığı METSAR çalışmasının sonuçlarına göre, ülkemizde
erişkinlerde metabolik sendrom görülme sıklığı % 33,9 olarak tespit edilmiş ve yaşın
artmasıyla her iki cinsiyette de metabolik sendrom görülme oranının arttığı görülmüştür
(14).
11
METABOLİK SENDROMUN KOMPONENTLERİ
Obezite
Vücuttaki yağ oranının anormal artışına obezite denir. Obezitenin değerlendirilmesinde
beden kitle indeksi (BKİ) kullanılmaktadır. BKİ, kg cinsinden vücut ağırlığının, boyun
metre cinsinden karesine bölünmesiyle bulunur. WHO’ya göre VKİ’si 25-29,9 kg/m² arası
fazla kilolu, 30-34,9 kg/m² arası 1.derece obez, 35-39,9kg/m² arası 2.derece obez, 40 kg/m²
ve üzeri 3.derece (morbid obez), 50 kg/m² üzeri ise 4.derece obez (süper obez) olarak
sınıflandırılır (15). Abdominal adipozite ile obezitenin metabolik ve kardiyovasküler
komplikasyonları arasında güçlü bir ilişkinin olması nedeniyle BKİ ile bel çevresi
ölçümünün vücut yağ dağılımının belirlenmesi için gerektiği öne sürülmüştür (16).
Epidemiyolojik çalışmalarda insanlarda yağ depolanma biçiminin iki türlü olduğu
belirtilmiştir. Yağ, kalçalarda veya batının içinde bulunabilir. Yağ kalçada lokalize ise
kadın tipi şişmanlık, (jinekoid, armut tipi şişmanlık); batında lokalize ise erkek tip
şişmanlık (android, santral tip şişmanlık) ifadesi kullanılır. Kalça yağı metabolik olarak
oldukça inaktifdir. Batın içi yağ metabolik olarak çok aktiftir, Aktif olan batın içi yağ
dokusundan serbest yağ asidi (FFA), açığa çıkar, FFA’leri, portal sistem ile karaciğere
ulaşır. Karaciğerde yüksek serbest yağ asidi varlığı insulin rezistansına ve feed back
mekanizma ile hiperinsülinemiye yol açar. Obezite insulin direncini arttırmaktadır ve
böylece vücutta dolaşan insulin düzeyleri de artmaktadır. Bel çevresinin erkekte >102 cm,
kadında >88 cm olması tip 2 diabetes mellitus (DM), hipertansiyon (HT), dislipidemi ve
kardiyovasküler hastalıklar için yüksek risk göstergesidir (17). Bel çevresini ölçmek için
iliak tepenin ilk sınırlarının düzeylerinde abdomen ölçülür. Ölçüm normal nefes verme
sonunda yapılır ve şeritle ölçümde, hasta belirgin bir sıkıştırma olmadan rahat nefes
alabilmelidir. Obezite ve metabolik sendrom prevelansı birbirine paralel artış göstermiştir.
12
NHANES III verilerine göre normal ağırlıkta olanlarda metabolik sendrom sıklığı % 5 iken
obez grupta metabolik sendrom sıklığı % 60 saptanmıştır (18). Abdominal obeziteyle tip 2
DM, HT, kardiyovasküler hastalıklar, dislipidemi arasında bulunan iyi bilinen ilişki
yanında obezite kas-iskelet hastalıkları, venöz tromboembolik olaylar, uyku apne sendromu
ve çeşitli kanser tiplerinde sıklık artışına neden olması dikkat çekicidir.
Dislipidemi
Metabolik sendrom tanı kriterleri içinde dislipideminin önemli bir yeri vardır ve koroner
kalp hastalık riski ile yakından ilişkilidir. Abdominal obezite aterojenik dislipideminin
önemli bileşenlerinden bir tanesidir (19). Abdominal yağ birikimi nedeniyle lipid
metabolizmasında bozukluklar izlenmektedir. Bu bozukluklar, serum trigliserid (TG)
seviyelerinde yükselme, küçük yoğunluklu düşük dansiteli lipoprotein (sdLDL)
partiküllerinde artma ve yüksek dansiteli lipoprotein kolesterol (HDL-K) düzeylerinde
azalma ile karakterizedir. Metabolik sendromlu hastalarda daha detaylı bir analiz, artık
(remnant) lipoproteinlerinde, apolipoprotein B ve küçük HDL partiküllerinde artma gibi
diğer lipoprotein bozukluklarını da göstermektedir (20). Serum trigliserid ve sdLDL
partiküllerinde yükselme ve HDL-K seviyelerinde azalma aterojenik lipoprotein fenotipi
veya kısaca “lipid triadı” olarak adlandırılmaktadır ve koroner arter hastalığı riskinde
önemli derecede artışla ilişkilidir (21). Aterojenik dislipidemi, izole LDL-K yüksekliğinden
daha sık olarak görülmektedir ve metabolik sendromun diğer bütün klinik bulgularından
daha önce ortaya çıkmaktadır (22).
13
Hipertansiyon
Metabolik sendromda sistolik kan basıncının 130 mm/Hg ve üstü olması ve/veya diyastolik
kan basıncının 85 mm/Hg ve üstü olması veya antihipertansif ilaç kullanması yüksek kan
basıncı olarak kabul edilmektedir (23). Burada klasik hipertansiyon tanımlaması olan
140/90 mm/Hg ve üstünün kabul edilmemesi metabolik sendromlu hastaların yüksek
kardiyovasküler riske sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Metabolik sendromlu
hastaların % 85’inden fazlasında kriter olarak kabul edilen kan basıncı düzeylerine göre
hipertansiyon mevcuttur (24). Ülkemizde hipertansif hastalarda metabolik sendrom sıklığı
% 65 gibi çok yüksek bir oranda bulunmuştur (25). Metabolik sendromda hipertansiyonun
sık görülmesi bir çoğu birbiriyle bağlantılı çok sayıda faktörle ilgilidir. Bunlar:
• Obezite
• İnsülin direnci
• Sempatik
• Oksidatif stres
• Endotel disfonksiyonu
• Renin- anjiyotensin –aldesteron sisteminin aktivasyonu
• İnflamtuar mediyatörlerde artış
• Obstrüktif uyku apnesidir (26).
Gerek hipertansiyonun ve gerekse metabolik sendromun prevalansı, artan yaşla birlikte
artıyorsa da çocuk ve ergenlerde obezite ve tip 2 DM sıklığındaki artışla beraber
hipertansiyon ve metabolik sendroma giderek daha sık rastlanmaktadır.
Metabolik sendromlu hipertansif hastalarda tansiyon tipine baktığımızda yaklaşık yarısının
izole sistolik HT, dörtte birinde izole diyastolik hipertansiyon ve beşte birinde hem sistolik
hemde diyastolik hipertansiyona rastlanmaktadır (27). Yalnız metabolik sendromda izole
diyastolik hipertansiyon görülme eğilimi yüksek olması dikkati çekmektedir. İzole sistolik
14
hipertansiyonda
büyük
arterlerin
katılığı
(arteriel
stiffness),
izole
diyastolik
hipertansiyonda periferik damar direncinde artış ön plandadır. Vücut kitle indeksinde artış
diyastolik hipertansiyon riskini sistolik hipertansiyon riskine kıyasla iki kat daha fazla
arttırmaktadır (28).
İnsülin direnci
Metabolik sendromuun tanımlanmasında insülin direncinin önemli bir yeri vardır hatta
metabolik sendroma EGIR (Avrupa insülin direnci çalışma grubu) insülin direncinin
sendromun major sebebi olduğunu ve tanı için insülin direncinin veya hiperinsülineminin
zorunlu kriter olduğunu belirtmiş ve “insülin direnci sendromu” isminin kullanılmasını
önermiştir. AACE (Amerikan Klinik Endokrinologlar Birliği ) metabolik risk faktörlerinin
primer sebebi olarak, insülin direnci üzerine odaklanmış ve EGIR’e benzer olarak “insülin
direnci sendromu” teriminin kullanılmasını önermiştir (29).
Metabolik sendrom etiyolojisi tam olarak aydınlatılmamışsa da potansiyel üç faktör öne
çıkmaktadır. Bunlar:
•
İnsülin direnci
•
Obezite
•
Belirli bağımsız faktörler (yaş, proinflamatuar durum, hormonal değişiklikler).
Bu yüzden insülin direnci metabolik sendrom etiyolojisinde önemlidir (30).
İnsülin direnci, normal konsantrasyondaki insülinin normalden daha az biyolojik yanıt
oluşturması durumudur ya da insülinin metabolik etkilerine karşı direnç durumu olarak da
adlandırılabilir.
İnsülinin esas fonksiyonu, enerji homeostazisini kontrol etmektir. insülin, bu görevini
yaparken üç temel hedef doku olan; karaciğer, yağ ve kas dokusunda etkinlik gösterir.
Vücutta metabolik olarak etkisi endojen olarak üretilen glukozun baskılanması, periferik
15
glukoz tutulumunun ve glukoneogenezin uyarılması, yağ dokusundaki lipolizin
baskılanmasıdır. İnsülin karaciğerde glukoneogenezi ve glikojenolizi inhibe ederek hepatik
glukoz üretimini baskılar. Kas dokusunda ve yağ dokusunda ise etkisini glukozu bu
dokulara taşıyarak burada glikojen sentezi veya enerji üretmek üzere okside olmasını sağlar
(31).
İnsülin direnci toplumda sık rastlanan yaygın bir fenomendir. İnsülin direnci kavramı ilk
kez 1936’da Himswortth tarafından gündeme getirilmiştir. Vücutta insülin direnci
geliştiğinde hepatik glukoz supresyonu bozulur. Kas ve yağ dokusunda da insülin aracılı
olan glukoz uptake’i azalır. İnsülin direnci, başta Tip 2 diabetes meIlitus olmak üzere Tip 1
DM, hipertansiyon ve metabolik sendrom gibi hastalıkların patogenezinde rol
oynamaktadır. Beslenme bozuklugu ve aktivite azlığı gibi çevresel faktörler de periferik
insülin direncinin gelişiminde etkilidir. Bu durumda oluşan insülin direncini karşılayacak
ve normal biyolojik yanıtı sağlamak için pankreas tarafından insülin salınımı artar böylece
metabolik durum kompanse edilir. İlk başlarda normoglisemi sağlanırken insülin seviyeleri
normallere göre yükselme olur böylece hiperinsülinemi gelişir. Artmış insülin miktarı, bir
müddet daha bozulmus insülin yanıtının olusturdugu açığı kapatır. Fakat insülin direnci
giderek artar. Bu kısır döngü klinik olarak Tip 2 DM gelişimi ile sonuçlanır. İlk yıllarda
insülin direnci için hücre yüzeyindeki insülin reseptörlerinin sayısında veya aktivitesinde
azalma sonucu oluşan nispeten basit bir fenomen olarak düşünülmüştü. Yıllar içinde sadece
hücre düzeyinde fonksiyon bozuklugu ile degil, aynı zamanda insülin uyarısına ve glukoz
tutulumundaki degişime cevap vermekten sorumlu hücre içi moleküler mekanizmaların da
önemli rolü olduğu anlaşılmıştır. Bu durum tip 2 diabetes mellitusun doğal sürecinde rol
oynayan anahtar patojenik parametredir. İnsülin direnci varlığı beta hücre disfonksiyonu
gelişinceye kadar sürdürülen kompanzatuar bir hiperinsülinemiye neden olur. Beta hücre
16
disfonksiyonu geliştiğinde ise artan insülin direncine kompanzatuar yanıt da yetersiz hale
gelir ve tip 2 diabetes mellitus tanısı koyduran hiperglisemi düzeylerine ulaşılmış olunur.
İnsülin direnci her ne kadar insüline duyarlı dokularda (kas ve yağ dokusu) insülinle
indüklenen glukoz transportundaki bozulma olarak tanımlanabilirse de yol açtığı klinik
sonuçlarıyla ateroskleroz ve endotel disfonksiyonuna da neden olmaktadır (32).
İnsülin direncinin anatomo-patolojik sınıflaması
A. İskelet kasında insülin direnci: Kas gibi periferik dokular insülin direncinin primer
yeridir. Yapılan bir çok çalışmada da tip 2 DM’lü hastalarda insülin ile uyarılmış glikoz
kullanımında defektin en fazla olduğu yerin iskelet kası olduğu gösterilmiştir (33). İskelet
kasında insüline bağlı glikoz kullanımında defekt tip 2 diyabetikler dışında nondiyabetiklerde de görülmektedir (34).
B. Yağ dokusunda insülin direnci : Yağ dokusundaki hormon sensitif lipaz, trigliseridleri
esterleşmemiş yağ asidi (NEFA) ve gliserola parçalar. Bu işlem normalde insülin
tarafından inhibe edilir. Bu yüzden yağ dokusundaki lipolizis insüline çok hassastır. Tip 2
DM ve şişmanlıkta ise insülinin antilipolitik bu etkisine karşı direnç gelişmektedir (35).
Bundan dolayı insülin direnci veya insülin eksikliği hormon sensetif lipazın aktivitesinde
artışa yol açarak NEFA salınmasını artırır (36).
C. Karaciğerde insülin direnci: Genel olarak, tip 2 DM de, karaciğerin de insülin etkisine
dirençli olduğu kabul edilmektedir. Bu hastalarda açlık hiperglisemisinin tamamının
karaciğer glukoz yapımındaki artışa bağlı olduğu kabul edilmektedir. Karaciğerden glikoz
yapımı glikojenolizis ve glikoneogenez yolu ile olur. Hepatik glukoneogenezdeki artışın
kesin mekanizması bilinmemekle beraber hiperglukagonemi ve laktat, alanin ve gliserol
17
gibi glikoneojenik prekürsörlerin artışı söz konusudur. Alkol dışı yağlı karaciğer
hastalığının patogenezinde insülin direnci birincil rol oynadığı düşünülmektedir (37).
İnsülin direncini klinik olarak sabit glukoz yüklemesinden sonra glukoz ve insülin
eğrilerinin analizi ile de tahmin edilebilir. Glukoz dağılımı, pankreatik insülin yanıtı,
insülin salınımı ve glukoz alımının insüline duyarlı ve bağımsız bileşenleri ile ilgili
parametreleri saptamak için matematik modelleme gerekir. Bergman'ın intravenöz glukoz
tolerans testinin sık örneklenmesi temeline dayanan "minimal modeli" en sık kullanılan
modeldir. İnsülin duyarlılığının en basit ölçümü diyabetik olmayan bireylerde açlık
durumunda veya oral glukoz yüklemesinden 1-2 saat sonra plazma insülin düzeylerinin
spot ölçümleridir. Fakat tek başına plazma insülini, insülin duyarlılığı ve direnci ile ilgili
yalnızca kabaca bir ölçüm sağlar. Bu büyük epidemiyolojik çalışmalar için yeterli olsa da
bireylerin klinik değerlendirmesi için önerilmez (38). Bu yaklaşımın düzeltilmiş bir formu
Matthews ve arkadaşları tarafından önerildiği üzere açlık insülin ve glukozunun ürünlerini
insülin direncinin değerlendirildiği homeostatik modellerinin (HOMA IR) bir parçası
olarak kullanılır. Tam formül şöyledir:
HOMA IR = açlık insülin (mU/L) x açlık glukoz (mmol/L) / 22.5
HOMA IR belirlenmesi kolay ve taramalarda ve boylamsal çalışmalarda sıklıkla
kullanılırken, insülinle uyarılmış durumda glukoz metabolizmasını tahmin etmek için
insülin ve glukozun açlık durumunda ölçümlerine dayanma dezavantajına sahiptir (39).
18
Diabetes Mellitus
Diabetes mellitus insülin eksikliğinden, insülinin etkisinin bozulmasından veya her
ikisinden kaynaklanan hiperglisemi ile seyreden bir grup metabolik ve endokrinolojik
bozukluktur. Diyabet tüm dünyada yaygın olarak görülmekte olup obezite ve tip 2
diyabetin insidansında süregelen global artışlar ile epidemik oranlara erişmektedir. Dünya
çapında 200 milyon kişi diyabetiktir ve bu sayı önümüzdeki 30 yıl içinde büyük olasılıkla
iki katına çıkacaktır. Ek olarak diyabetik olmayanlar ile karşılaştırıldığında, diyabetiklerde
başlıca koroner kalp hastalığının (KKH) sonucunda olmak üzere morbidite ve mortalite
oranları önemli derecede artmıştır. Bu nedenle topluma potansiyel maliyetleri çok
yüksektir. Semptomatik aterosklerotik hastalığı olmayan diyabetikler, koroner arter
hastalığı olup diyabetik olmayanlara benzer oranda önemli kardiyovasküler olaylar
geçirirler. Gerçekten de, diyabetin kötü prognozu olan bir kardiyovasküler hastalığın
olağandışı bir şiddetli formu sayılabileceği gerçeği giderek belirginleşmektedir. Bu
durumun farkına varılmasıyla, yakın dönemdeki kılavuzlar diyabetik hastalardaki
kardiyovasüler risk faktörlerinin ilaç tedavisini, bilinen koroner arter hastalığı olan
bireylerdeki gibi değerlendirmesini önermektedir. Sağlık giderlerinin en azından % 10’u
doğrudan veya dolaylı olarak diyabet ile ilişkilidir ve arteriyel hastalıkların obezite ve
insülin direncinin etkisi altında sıklıkla diyabetin başlangıcından önce görülmesi nedeniyle
bu oran muhtemelen olduğundan düşüktür (40). Diyabetli kişilerde diğer metabolik
sendrom faktörlerinin bir arada bulunması gelecekte aterosklerotik kardiyovasküler hastalık
gelişimi için daha yüksek bir risk ifade etmektedir (41).
19
Diabetes mellitus tanı kriterleri
1. Diyabet semptomları ve/veya buna ek herhangi bir zamanda alınmış plazma
glukozunun 200 mg/dl ve üstü (11,1 mmol/L) olması.
2. Açlık plazma glukozunun 126 mg/dl ve üstü (7 mmol/L) ( açlık: Hiç bir kalori alımı
olmadan en az 8 saatlik süre ) olması.
3. OGTT sırasında 2. saat plazma glukozunun 200 mg/dl ve üstü (11,1 mmol/L)
olması. (OGTT WHO tanımına göre aç olarak suda eritilmiş 75 gr. anhidroz glukoz
yapılmalıdır).
Diğer metabolik risk faktörleri ile karşılaştırıldığında, bozulmuş açlık glukozu (açlık
glukozu 100 ile 125 mg/dL) diyabet açısından en yüksek prediktif gücü taşımaktadır. Yakın
ilişkili bir ölçüt bozulmuş glukoz toleransı olup, standart oral glukoz tolerans testi (OGTT)
sırasında gözlenen 2. saat plazma glukozunun ≥140 mg/dL ve <200 mg/dL olarak
tanımlanmaktadır. ADA, bozulmuş açlık glukozu ya da bozulmuş glukoz toleransı olan
kişilere uygulanmak üzere “prediabet” terimini kullanıma sunmuştur. Bazı araştırmacılar
OGTT’yi, bozulmuş glukoz toleransını ya da gizli diyabeti saptamak için metabolik
sendromu bulunan normoglisemik kişiler için önermektedir. Rutin uygulamada OGTT
gereksinimini kısmen azaltmak üzere ADA son zamanlarda bozulmuş açlık glukozu eşik
değerini 110 mg/dL’den 100 mg/dL’ye düşürmüştür. Açlık glukoz değeri 100 ile 110
mg/dL aralığında olan kişilerde artık bozulmuş açlık glukozu bulunduğu söylenmektedir.
Bu durumda ki kişiler OGTT ile incelenirse bozulmuş glukoz toleransı bulunduğu
görülecektir. Yine de OGTT diabet gelişimi için yükselmiş risk taşıyor gibi görünen
normoglisemik kişilerde bir seçenek gibi görünmektedir. Aslında, bozulmuş açlık glukozu
olan kişilerde OGTT yapılması tip 2 DM olan bazı kişileri erken ayırt edecektir (42).
20
Metabolik Sendrom ve İnflamasyon
Gözlemler fizyolojik koşullarda insülinin antiinflamatuar etkili bir hormon olduğunu ortaya
koymaktadır. İnsülinin inflamsyona aracılık eden nükleer faktör kapa B (NF-kB) ,aktivite
edici protein-1 (AP-1) gibi birçok proinflamatuar transkripsiyon faktörünü baskıladığı
gösterilmiştir (43). İnsülin direncine bağlı olarak insülinin antiinflamatuar etkinliğinin
azalması proinflamatuar transkripsiyon faktörlerinin aktivasyonuna ve bunlarla ilişkili
genlerin ekspresyonlarında artışa neden olmaktadır. Bu yüzden metabolik sendromun
patofizyolojisinde önemli rolü olan insülin direncine bağlı inflamasyonla anlamlı bir ilşkisi
vardır. İnflamasyonun aterosklerozun fizyopatolojisinde çok önemli rol oynadığı iyi bilinen
bir gerçektir.
Metabolik Sendrom ve Aterotrombotik Süreçle İlişkili İnflamatuar Markırlar
Plazminojen Aktivatör İnhibitör -1 (PAI-1)
PAI-1 plazminojeni plazmine çeviren plazminojen aktivatörünü inhibe ederek trombüs
formasyonunu, inflamasyonu ve aterosklerozu artırır. Adipoz doku PAI-1’in sentezlendiği
en önemli dokudur. PAI-1 ekspresyonu özellikle tip 2 diyabetiklerde ve obezlerde belirgin
derecede artmıştır (44). PAI-1 düzeylerindeki artış koroner arter hastalığı ve miyokard
infarktüsü gelişimi ile yakından ilişkilidir.
Anjiyotensinojen
Anjiyotensinojenin
primer
kaynağı
karaciğer
olsada
adipoz
doku
önemli
bir
anjiyotensinojen kaynağıdır. Tip 2 diyabetiklerde ve obezlerde serum anjiyotensinojen
düzeyleri artmıştır (45). Renin aktivitesi sonucu anjiyotensinojenden oluşan anjiyotensin
21
güçlü bir vazokonstrüktör olmasının yanında inflamasyon ve atereoskleroz gelişiminden de
sorumludur. Angiotensin aynı zamanda insülin sinyal iletisini de engellemektedir (46).
Metabolik Sendrom ve Aterotromboz
Aterotromboz ateroskleroz zemininde gelişen tromboz olarak tanımlanabilir. Aterotromboz
akut koroner sendrom, serebrovasküler olay ve periferik arter hastalıklarının etiyolojisinde
rol alan önemli bir durumdur. Aterotromboz Dünya üzerinde en sık ölümlere yol açan
hastalıkların (iskemik kalp hastalıkları, serebrovasküler hastalıklar) nedenidir. Ateroskleroz
endotel fonksiyonun bozukluğu ile başlar (47). Endotel fonksiyonu sigara, hipertansiyon,
diabetes mellitus, dislipidemi gibi oksidatif strese neden olan durumlarla bozulur.
Bugüne kadar yapılmış çalışmalarda metabolik sendromlu hastalarda hem infarktüs hem de
inme gelişiminin artmış olduğu gösterilmiştir. Metabolik sendrom tanı kriterleri aynı
zamanda aterosklerotik kalp hastalığı için de her biri bağımsız risk faktörüdür (48).
22
Tablo 1. Proinflamatuar ve antiinflamatuar sitokinlerin metabolik sendromlu bireylerdeki
düzeyleri ve etkileri
Sitokinler
Metabolik sendromdaki düzeyleri
Etkileri
TNF- α
Artar
İnsülin direncini artırır
IL-6
Artar
İnsülin direncini artırır
CRP
Artar
Proinflamatuar, aterojenik etki
IL-1
Artar
Proinflamatuar etki
IL-8
Artar
Proaterojenik etki
Rezistin
Artar
Proinflamatuar etki
PAI-1
Artar
Proaterojenik etki
Adiponektin
Azalır
Anti- inflamatuar etki
IL-10
Azalır
Anti- inflamatuar etki
23
Metabolik Sendromda Tedavi
Metabolik sendrom tedavisi birçok komponenti içeren tek bir spesifik tedavisi olmayan bir
kardiyovasküler risk faktörleri kümesidir. Hastalarda sendromun kompenentlerinin her biri
ayrı ayrı ele alınıp tedavi planlanmalıdır. Yaşam şeklinin düzenlenmesi metabolik sendrom
tedavisinde ilk basamaktır. Bu tedavi hastalık patogenezini hedeflediği gibi ekonomik
yönden de en az masraflı olanıdır (49). Bunlar sırasıyla;
• Kilo kaybının sağlanması:
VKİ yüksek olan metabolik sendromlu hastalarda tedavi için ilk yapılması gereken durum
kilo verilmesinin sağlanmasıdır. Kilo kaybı insülin direncini ve tip 2 diyabete progresyonu
önlemektedir (50). Kilo kaybının lipid profili üzerinde olduğu gibi diğer tüm metabolik
sendrom bileşenleri (tansiyon yüksekliği, inflamasyon) üzerinde de olumlu etkileri vardır
(51). Kilo kaybı için genel yaklaşım davranışsal değişiklik sağlamak suretiyle kalori
alımını azaltılması ve fiziksel aktivitenin artırılmasıdır. İlk hedef 6-12 aylık periyotta vücut
toplam ağırlığının % 7-10 civarında azaltılmasıdır (52). Bu hedef için günlük kalori
tüketiminde 500-1000 kalorilik bir azaltma gerekmektedir (51).
• Diyet:
Kişinin günlük enerji alımı haftada 0,5 – 1 kg ağırlık kaybını sağlayacak şekilde
azaltılmalıdır. Yalnız hastaya verilecek enerji miktarının bazal metabolizmanın altında
olmamasına dikkat edilmelidir. Çok düşük kalorili diyetlerle, başlangıçta kilo verilir, fakat
bu diyetler yaşam tarzı değişikliği oluşturamadığı gibi, bırakıldığında çok hızlı kilo alımına
neden olur. Enerji yoğunluğunun (kalori/gram) düşük olduğu besinler kilo kaybına destek
olur. Günlük alınan enerjinin % 15’i protein , % 25-35’i yağ, % 45-55’i karbonhidratlardan
24
alınmalıdır. Besinlerde düşük glisemik indeks içeren beslenmenin daha çok kilo kaybı ile
sonuçlandığı bildirilmiştir (53). Lifli gıdaların tüketimi arttırılmalıdır. Lifli gıda tüketiminin
arttırılması insülin duyarlılığını da arttırmaktadır. Sigara içen metabolik sendromlu
bireyler, sigaranın bırakılması için mutlaka desteklenmelidir. Genel bilgilerimiz dahilinde
beslenme önerileri kişileştirilmeli ve hastanın sosyokültürel durumları ve genel
alışkanlıkları da göz önünde tutulmalıdır (49).
• Fiziksel aktivite:
Düzenli egzersiz kilo kaybını indükler, insülin duyarlılığını arttırır ve diyabet gelişimini
önler (54). Günümüzde uluslararası kılavuzlar metabolik sendromlu bireylerde pratik,
düzenli ve orta düzeyde egzersizi ( >30 dk /gün ) önermektedir. Kritik koroner iskemi ve
fonksiyonel kapasiteyi kısıtlayan kalp yetmezliği durumlarında egzersiz önerilmeden önce
olgu kardiyolog ile konsülte edilmeli ve kardiyolog denetiminde egzersiz programı gözden
geçirilmelidir (55).
Hipertansiyon Tedavisi:
Hipertansiyon, kardiyovasküler hastalıklar için bağımsız major risk faktörüdür. Metabolik
sendromlu hastaların yaklaşık % 85’inde hipertansiyon mevcuttur. Metabolik sendromlu
hastalarda hipertansiyon için hazırlanmış özel bir uluslararası kılavuz mevcut değildir. Tüm
metabolik sendrom komponentlerinde olduğu gibi hipertansiyondada ilk basamak yaşam
şeklinin değişikliği tuz alımı kısıtlanması ve diyet içeriğinin meyve sebze, düşük yağ
içerikli süt ürünlerinden zengin olması önerilmelidir. Farmakolojik tedavide JNC-7
kılavuzu önerileri kullanılmalıdır. Metabolik sendromlu bireylerde ACE inhibitörleri ve
25
ARB iyi birer tedavi seçeneğidir. Ancak hedef kan basıncı değerlerinin sağlanamadığı
hastalarda kombinasyon tedavileri gecikmeden başlanmalıdır (56).
Dislipideminin Medikal Tedavisi:
Metabolik sendromlu hastalarda görülen dislipidemi ön planda trigliserid düzeylerinde artış
ve HDL-kolesterol düzeylerinde azalma ile karakterizedir. Apolipoprotein B düzeylerinin
artışı, LDL-kolesterol partikül büyüklüğünün azalması şeklinde aterojenik dislipidemi
bulguları da eşlik edebilir. LDL yüksekliği metabolik sendromda tedavinin birincil
hedefidir. LDL hedefleri mutlak risk tahminlerine dayanmaktadır. Serum trigliserid
düzeylerinin ≥ 200 mg/dl olduğu aterojenik dislipidemi, LDL hedefine erişildikten sonra
tedavinin yeni hedefi olmaktadır. Statinler, kolesterol biyosentezinde hız kısıtlayıcı
basamak olan 3-hidroksi-3-metil glutaril koenzim A (HMG CoA) redüktazı yarışmalı
olarak inhibe etmek yoluyla LDL kolesterol düzeylerini düşürürler. Ezetimibe ve safra asit
sekestranları diğer LDL düşürücü ilaçlardır. HDL kolesterol seviyelerini yükseltmek ve
trigliserid seviylerini düşürmek için fibratlar ve nikotinik asit kulanılır. Trigliseridler ≥500
mg/dl olduğunda trigliserid düşürücü ilaçlar akut pankreatit gelişimini önlemek için dikkate
alınmalıdır. HDL dışı (non-HDL) hedeflere ulaşmak için <500 mg/dl trigliseridlerde,
trigliserid düşürücü ilaçlar LDL düşürücü tedavi ile birlikte yararlı olabilmektedir. Statinler
metabolik
sendromlu
hastalarda
aterosklerotik
kardiyovasküler
hastalık
riskini
azaltmaktadırlar. İkincisi, trigliserid düşürücü bir ilaç LDL düşürücü tedaviye
eklenebilmektedir. Hem fibratlar hem de nikotinik asit HDL dışındakileri (non-HDL)
azaltmaktadır. Bu ilaçların metabolik sendrom ve tip 2 diabetes mellituslu hastalarda
aterosklerotik kardiyovasküler hastalık riskini azalttığı bildirilmiştir. Bu nedenle, bir fibrat
ya da nikotinik asitin LDL düşürücü tedavi ile birlikte kullanılması uygun bir seçenektir.
Hem fibratlar hem de nikotinik asit HDL’nin yanısıra trigliseridleri ve küçük LDL
26
partiküllerini azaltmaktadır. Eğer LDL düşürülmesi için bir statin kullanılmışsa, fenofibrat
gemfibrozile göre tercih edilebilir gibi görünmektedir. Çünkü ciddi miyopati riski statinler
ile kombinasyon halindeki fenofibrat için daha düşük gibidir. Nikotinik asit ile tedavi
edilen bozulmuş açlık glukozu, bozulmuş glukoz toleransı ya da diyabeti bulunan hastalar
hipergliseminin kötüleşmesi açısından dikkatli izlem gerektirmektedirler. Düşük dozlarda
nikotinik asit bu riski azaltmaktadır (57).
İnsülin Direnci ve Diyabetin tedavisi:
Tip 2 diyabet ve metabolik sendromda ortak olarak insülin direnci bulunmaktadır ve tedavi,
insülin
direncini
hedeflemelidir.
İnsülin
direncinin
tedavisinde
yaşam
tarzı
değişikliklerinden sonra ilk tercih, insülin duyarlılığını arttıran ve aynı zamanda beta hücre
fonksiyonlarını koruyan metformindir. İnsülin duyarlılığını arttırabilen diğer ilaç
tiazolidindionlardır. Bir alfa glikozidaz inhibitörü olan akarboz, özellikle tokluk
hiperglisemisi üzerinde etkili bir oral antidiyabetik olup tokluk kan şekeri hedeflerinin
sağlanmadığı tip 2 diyabetli metabolik sendromlu hastalarda bir alternatif tedavi şeklidir.
Diyabetik metabolik sendromlu hastalarda bir diğer tercih edilecek ilaç grubu da
inkretinlerdir. İnsülin sekretogogları olan sulfonilüreler ve kısa etkili sekretegoglar
(glinidler) ve insülin tedavisi hastanın kliniğine göre tercih edilir (58).
Protrombotik ve Proinflamatuar Tedavi:
Metabolik sendromlu hastalarda protrombotik ve proinflamatuar faktörlerin yüksek
bulunması yüzünden koroner arter hastalığı olan, diyabetik veya Framingham risk
skorlamasına göre 10 yıllık koroner arter hastalığı riski %20’nin üzerinde olan hastalara
düşük doz asetilsalisilk asit önerilmektedir. (51)
27
KORONER ARTER HASTALIĞI
Koroner kalp hastalığı gelişmiş batılı ülkelerde gerek mortalite gerekse morbidite nedeni
olarak ilk sırada yer alan bir hastalıktır. Gelişmiş Batı ülkelerinde bütün ölümlerin en az
yarısı kardiyovasküler hastalıklara ve bunların dörtte üçü de aterosklerotik koroner arter
hastalığına bağlıdır. Genel olarak görülme sıklığı erkeklerde kadınlardan daha fazladır
(4:1). Kırk yaşından önce koroner arter hastalığı görülme oranı 8:1; 40-60 yaş arası 4:1 ve
70 yaş sonrasında 1:1’dir. Erkeklerde en çok 50-60, kadınlarda ise 60-70 yaş grubunda
rastlanılmaktadır. Ülkemizde de ateroskleroz ve neden olduğu hastalıklar bakımından, öbür
ülkelerden farklı değildir ve kalp hastalıkları ölüm nedenlerinin başında gelmektedir (59).
Koroner kalp hastalığı klinik olarak ortaya çıktıktan sonra uygulanan tıbbi, cerrahi ve
girişimsel tedavi yöntemleri belirli olup yüksek bir maliyet getirmektedir. Koroner
ateroskleroz önemli ölçüde önlenebilen veya geciktirilebilen bir hastalıktır.
Epidemiyoloji
Dünya genelinde ölüme sebebiyet veren durumlar içinde en yüksek oran iskemik kalp
hastalıkları ve serebrovasküler hastalıklardır. Koroner kalp hastalığı Avrupa ülkelerinde 45
yaşın üzerindeki erkeklerde ve 65 yaşın üzerindeki kadınlarda 1. sıradaki ölüm nedeni
olarak yer almaktadır (60). Doğu Avrupa ülkelerinde batının 5 katına kadar varabilen bir
sıklıkla karşılaşılmakta olup yine batıda mortalite düşmesine karşılık doğuda yükselme
eğilimindedir. Türk Kardiyoloji Derneği tarafından 1990 yılından bu yana yürütülen
TEKHARF çalışmasının 10 yıllık izlem verilerine göre, Türkiye’de yaklaşık 2 milyon
kişide koroner arter hastalığı bulunduğu tahmin edilmektedir (59). Koroner kalp
hastalığının ülkemizde yıllık mortalitesi binde 5.1, kadınlarda ise 3.3’tür. Bu sayılar
ülkemizi Avrupa ülkeleri arasında en yüksek sıralara oturtmaktadır. Yine resmi veriler ve
28
TEKHARF verileri ortak değerlendirildiği zaman görülmektedir ki, ülkemizde tüm
ölümlerin %45’i kalp damar hastalıklarından, %36’sı kalp hastalıklarından, %32’si ise
koroner kalp hastalığından kaynaklanmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerden ziyade gelişmiş
ülkeler örneğine benzeyen bu olumsuz eğilim devam ettiği takdirde 2010 yılında halen 2
milyon civarında olan koroner kalp hastası sayısının 1.4 milyon artarak 3.4 milyon kişiye
varacağı öngörülmektedir. Türk toplumunda koroner ateroskleroz gelişiminde rol oynayan
en önemli risk faktörleri olarak sigara içimi, hipertansiyon, DM ve şişmanlık, trigliserid
yüksekliği ile bunlarla ilişkili olan HDL kolesterol düzeyi düşüklüğü ön plana çıkmaktadır.
Korunma çalışmalarında da bu risk faktörlerine öncelik verilmesi gerekmektedir (59).
Patogenez
Normal arter duvarı üç tabakadan oluşur. En iç, bir başka deyişle lümeni çevreleyen tabaka
intimadır. Tek sıra biçiminde dizilmiş endotel hücreleri, bunları destekleyen subendotelyal
matriks ve bazal membran intimayı oluşturur. Öbür memelilerden farklı olarak, insan
intimasında az sayıda düz kas hücresi de bulunmaktadır. Orta tabakaya media adı verilir.
Kollajen, elastik lifler ve glukozaminoglikanlardan oluşan bir matriks içinde konsantrik
olarak dizilmiş düz kas hücrelerinden oluşur. En dış tabaka ise adventisyadır. Gevşek bir
bağ dokusu yapısındaki bu tabaka, boyuna dizilmiş kollajen liflerden, vaza vazorumlardan
ve sinir uçlarından oluşur (61).
29
Tablo 2. Koroner arter hastalığı için risk faktörleri (62).
1.Müdahale edilebilen risk faktörleri:
•
•
•
•
•
•
•
Sigara
Dislipidemi
Yüksek kan basıncı
Diabetes mellitus
Obezite (abdominal)
Psikososyal stres
Sedanter yaşam
2. Müdahale edilemeyen risk faktörleri:
•
•
•
Aile hikayesi
Yaş
Erkek cinsiyet
Aterogenezde temel basamaklar:
Endotel disfonksiyonu: Endotel disfonksiyonu aterosklerozun patogenezindeki ilk temel
basamağı oluşturur (61). Endotel disfonksiyonu, okside LDL partiküllerinin endotele zarar
vermesiyle oluşur. Yüksek kolesterol düzeyi, endotelden serbest oksijen radikallerinin
salgılanmasına neden olur ki bunlar da NO’e bağlanarak aktivitesini bozarlar. NO yapım ve
salgılanmasının
azalması
sonucunda
trombosit
agregasyonu
kolaylaşır.
Sürekli
mikrotravma altında bulunan damar ağızları, çatallanma ve kıvrılma yerleri, endotel
fonksiyon bozukluğunun ilk görüldüğü damar kesimleridir.
LDL’nin oksidasyonu: Kronik hiperlipidemide dolaşımdaki düşük molekül ağırlıklı
lipoproteinler endotel hücreleri tarafından alınarak oksitlenir.
30
Köpük Hücre Oluşumu: makrofajlar, okside LDL partiküllerini fagosite edip parçalar ve
kolesterol esterleri biçiminde depo eder. Hücrenin kolesterol yüklenmesi, çöpçü reseptör
sayısında bir down regülasyona neden olmadığından, bu depolanma devam eder ve köpük
hücreleri oluşur. Makrofaj köpük hücreleri, TNF-α ve metalloproteinazlar gibi inflamatuar
sitokinler ve prokoagülan faktörler salgılar. Düz kas hücrelerinin üzerinde de çöpçü
reseptörler vardır. Bu hücreler de okside LDL’yi fagosite ederek köpük hücreleri oluşturur
(61).
Lipid çekirdeğinin (lipid core) oluşumu: Lezyon ilerledikçe hücre dışında da lipid
birikmeye başlar. Ekstrasellüler lipidin olası iki kaynağı vardır: dolaşımdaki LDL’nin
doğrudan doğruya intima tabakasındaki proteoglikanlara bağlanması ya da, köpük
hücrelerinin ölmesi sonucu depolanmış olan kolesterol esterlerinin açığa çıkması. Hücre
dışı lipidin çoğunluğunun bu ikinci yoldan kaynaklandığı kabul edilmektedir.
Fibröz başlık (fibrous cap) oluşumu: Olgunlaşmış aterom plağında lipid çekirdeğinin
üstü fibröz bir başlıkla örtülüdür. Fibröz başlık yoğunlukla düz kas hücreleri ve onların
ürettiği bağ dokusundan oluşur. Lipid çekirdek ve etrafındaki fibröz başlıktan oluşan
ilerlemiş lezyona fibroaterom adı verilir. Lipid çekirdek ve fibröz tabakanın lezyondaki
miktarı, plağın vulnerabilitesini (zedelenebilirliğini), bir başka deyişle, komplikasyon
gelişimine ne kadar açık olduğunu belirleyen esas etkendir. Şöyle ki, fibröz başlık ne kadar
kalınsa plak o kadar stabil, fibröz başlık ne kadar inceyse, yırtılmaya o kadar yatkın ve
dolayısıyla plak da komplikasyona o kadar açıktır (61).
Plak vaskülarizasyonu: Normal media damarsız bir yapıdır. Ancak intimal kalınlaşma
olduğunda, adventisya tabakasından lezyonun tabanına doğru yönelen yeni damarlanmalar
olur. Bu damarlarda yoğun biçimde adhezyon molekülü sunumu olduğu gösterilmiştir.
31
Büyük olasılıkla monositlerin lezyona girdikleri bir başka yol da yeni gelişen bu
damarlardır.
Aterosklerozun lezyonları:
Yağlı çizgi: Çocuklarda bile görülebilen ateroskleroz lezyonudur. Makroskopik olarak
bakıldığında damar lümeninde sarı alanlar olarak görülürler. Bu görünümü, endotel altında birikmiş
olan, içleri yağ damlacıkları ile dolu köpük hücreleri verir. Yağ çizgilerinin esas hücresel
elemanı içi yağ damlacıkları ile dolu köpük hücreleridir. Bir kez köpük hücresi oluştu mu,
bunun hangi hücreden kaynaklandığını söylemek güçtür. Ancak monoklonal antikorlar ile
yapılan çalışmalarda bunların çoğunluğunun makrofajlar olduğu, geri kalanının ise düz kas
hücreleri ve T lenfositlerden kaynaklandığı bilinmektedir.
Yaygın intima kalınlaşması: İntimada, bağ dokusu ile çevrelenmiş düz kas hücrelerinden
oluşan bir yapıdır. Tlenfositler, makrofajlar ve hücre dışı lipid birikintileri öbür
elemanlarıdır.
Fibröz plak: Ateroskleroz lezyonunun en ileri biçimidir. Makroskopik olarak beyaz
renklidir. Lümene doğru büyür ve lümeni kritik düzeyde daraltırsa klinik bulguların ortaya
çıkmasına neden olur. Mikroskopik olarak bu lezyonda da büyük miktarlarda düz kas
hücreleri, makrofajlar ve T-lenfositler bulunur. Fibröz başlığın hacminin bütün plağın
hacmine oranı, ya da daha basit bir deyişle kalınlığı, oluşacak klinik durumları belirlemede
en önde gelen etmendir (61).
32
Koroner kalp hastalığı klinik şekilleri
1-Kronik koroner sendromlar:
Sessiz İskemi: İskeminin en sık formlarından biridir ve çoğunlukla erken tanınamadığı
için tedavisi de gecikmektedir. İskemik kalp hastalığını gösteren belirtiler olmaksızın
iskeminin objektif bulgularının varlığı belirlenirse sessiz iskemi var demektir. Sessiz
iskeminin 3 tipi vardır:
Tip 1- Ciddi koroner arter hastalığı ve (+) efor testi olduğu halde herhangi bir kardiak
belirtisi bulunmayan hastalar bu tipe girer. Bu hastaların bir kısmı MI geçirirken bile
ağrı duymazlar.
Tip 2- MI geçirdikten sonra spontan veya egzersiz testi ile ağrısız iskemi bulguları olan
kişiler.
Tip 3- Genellikle kronik stabil angina, unstabil angina veya printzmetal angina gibi
bilinen şekillerde anginası olan hastalarda saptanan ve daha sık görülen sessiz iskemi
ataklarıdır.
Yapılan araştırmalarda erişkin orta yaşlı hastalarda belirtisiz koroner arter hastalığı
görülme sıklığı % 3-4 olarak bulunmuştur. MI sonrasında bu hastaların % 25- 50’sinde
sessiz iskemi geliştiği görülmüştür. Sessiz iskemi daha ağır koroner arter hastalığı ile ve
daha kötü prognozla ilişkilidir. Genelde ani ölüm riski bu hastalarda 2 kat fazladır.
Stabil Angina Pektoris: Stres veya egzersizle uyarılan, nitratlar veya istirahatle hızla
düzelen göğüs ağrısına angina pectoris denir. Ağrı veya stres testi esnasında iskeminin
33
EKG veya sintigrafik bulgularının saptanması, koroner angiografide majör koroner
arterlerde önemli daralma veya tıkanıklıkların görülmesiyle tanı konulur. Hastalar
genellikle anginayı ağrı olarak değil göğüste sıkışma ve basınç hissi, yanma veya
hazımsızlık olarak tanımlarlar. Yüzde 90 oranında sternum ortasından başlayan ve sola
genellikle de sol kola ve omuza yayılan ağrı şeklinde tarif ederler. Angina kısa sürelidir
ve rahatsızlık kalmadan tamamen geçebilir. Otuz dakikadan fazla süren ağrılar nadirdir
ve anstabil angina, infarktüs veya başka bir teşhisi düşündürmelidir.
Printzmetal Angina: Ortaya çıkaran faktörler bulunmaksızın oluşan göğüs ağrısı ve
EKG de ST segment elevasyonu ile karakterize klinik bir sendromdur. Genellikle 50
yaş altındaki bayanlarda ortaya çıkar ve sabahın erken saatlerinde uykudan uyandıktan
sonra oluşması karakteristiktir.
2- Akut koroner sendromlar:
Kararsız Anjina Pektoris: Son bir haftadır 15 dakikadan uzun süren istirahat anjinası,
son iki ay içerisinde başlayan ve sıradan aktivitede belirgin kısıtlama yapan (CCSC
Sınıf>3) anjina, önceki stabil paternde artış gösteren, daha sık, daha uzun süreli, son iki
ayda en az bir CCSC sınıf artışı (en az 3) gösteren anjina, ciddi egzersiz anjinası veya
son zamanlarda şiddeti artan egzersiz anjinası kararsız anjina pektoris olarak tanımlanır.
Anjina pectoris derecelendirmesinde sıkça başvurulan kılavuz Kanada Kardiovasküler
Cemiyeti (CCS) Anjina Pectoris Derecelendirmesidir:
Sınıf 1: Yürümek, merdiven çıkmak gibi sıradan fizik aktivite anginaya neden olmaz.
Anjina zorlu, hızlı ve uzun süreli aktivitelerde ortaya çıkar.
34
Sınıf 2: Sıradan fızık aktivitelerde hafif kısıtlama vardır. Hızlı yürüme yada merdiven
çıkmada, yokuş çıkarken yada yemeklerden sonra, soğukta, rüzgarlı havalarda yapılan
yürüyüş yada merdiven çıkarken, emosyonel stres varlığında ya da uyandıktan sonraki
birkaç saat içerisinde oluşur. Anjina iki bloktan fazla yürümekle ya da bir kattan daha
fazla merdiven çıkmakla ortaya çıkar.
Sınıf 3: Sıradan fizik aktivitede belirgin kısıtlama vardır. Anjina düz yolda bir iki blok
mesafede yürümekle ya da bir kat merdiven çıkmakla ortaya çıkar.
Sınıf 4: Semptomlar olmadan hiçbir iş yapamaz, anginal semptomlar istirahat halinde
de olabilir.
NSTEMI ( Q Dalgasız MI ) : Bu terim, AMI nün klinik belirtilerinin olduğu ve buna
myokard nekrozuna işaret eden enzim yüksekliklerinin eşlik ettiği, ancak EKG de
patolojik Q dalgalarının bulunmadığı AMI tipini tanımlamak için kullanılır.Nekrozun
subendokardial bölgede yer alması yani transmural olmaması, EKG de daha çok ST
segment ve T dalga değişikliklerine sebep olur Bu klinik durum için daha önceleri
kullanılmakta olan non-transmural veya subendokardial AMI gibi tanımlar yerine
bugün Q dalgasız MI (NSTEMI) deyimi tercih edilmektedir. NSTEMI tablosu,
trombüsün koroner arteri tamamına yakın tıkadığı, ancak kısa sürede kendiliğinden
veya tedavi ile çözüldüğü durumlarda oluşmaktadır. Otopside subendokardial nekroz
bulunmasına reğmen, koroner arterlerde tam tıkanma nadiren görülür.
STEMI (ST Segment Yükselmeli AKS): ST segment yüksekliği ile seyreden MI, ST
yüksekliği olmayıp, takibinde myokardiyal belirteçlerde artış görülen MI dan klinik,
tedavi, prognoz, morbidite ve mortalite yönünden belirgin farklılıklar göstermektedir.
35
ST yüksekliği ile seyreden MI da lezyon daha proksimal, myokard kaybı daha fazla ve
prognoz daha kötüdür. STEMI, sıklıkla koroner damarda kolleteral dolaşım ile telafi
edilmesi mümkün olmayan tam bir tıkanma sonucu görülmekte ve seyrinde tıkadığı
damarın beslediği alanda nekroz gelişmektedir. Hastaların en az % 30-35’i akut atak
esnasında kaybedilmektedir. AMI den sonra hayatta kalan hastaların yeni bir infarktüs
geçirme riski, normal riskten 8 kat daha fazladır ve % 50 den fazlası reinfarktüs ile
kaybedilmektedir (63).
Ani ölüm: Ani kalp ölümü için bir çok tanım sunulmuştur. En yaygın olarak kabul
edilmiş olanı Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan tanımlamadır: "altta yatan ya da
önceden varolan hastalığı olsun olmasın son olayın 6 saati içinde, travmatik olmayan,
beklenmedik şekilde gerçekleşen ölümdür". Eğer ölüme tanık olunmamışsa kişi son
durum öncesindeki son 24 saat içinde sağlıklı olarak gözlenmelidir. Epidemiyolojik
çalışmalar ani kalp ölümü ile KAH varlığı arasında güçlü bir bağ olduğunu
göstermiştir. Bir çalışmada hastane dışında cereyan eden ventrikül fibrilasyonu sonrası
canlandırılan %70’ten fazla hastada kardiyovasküler hastalık hikayesi vardır ve
%90’ından fazlasının en azından bir koroner arterinde belirgin daralma olduğu
bulunmuştur (64).
36
KORONER ARTER HASTALIĞI TANISINDA KULLANILAN YÖNTEMLER
İstirahat Elektrokardiyogramı
İstirahatta çekilen 12-derivasyonlu elektrokardiyogram emniyetli, ucuz ve her yerde
bulunabilen bir testtir. Test sessiz myokard infarktüsü (SMI)’nü gösteren tanısal Q
dalgalarını ortaya çıkarabilir. Framingham çalışmasının 30 yıllık izlem periyodunda EKG
ile tanı konan sessiz Mİ oranları erkeklerde % 28 ve kadınlarda % 35'tir. Duyarlılığı düşük
olmasına
rağmen,
sol
ventrikül
hipertrofisi
EKG
kriterlerinin
varlığı,
erişkin
popülasyonunda artmış sol ventrikül kitlesinin nispeten spesifik bir göstergesidir. Sol
ventrikül hipertrofisi kardiyovasküler komplikasyonlar için kötü prognozu gösteren bir
belirteçtir.
İstirahat Ekokardiyogramı
Ekokardiyogram; koroner kalp hastalığı şüphesi olan hastalarda emniyetli ve noninvazif
ultrasonik olarak geçekleştirilen bir kalp değerlendirmesidir. Kardiyovasküler risk için
güçlü bir öngörücü faktör olan sol ventrikül kasılma disfonksiyonu varlığına tanı koyabilir.
Gizli veya aşikar koroner kalp hastalığına sahip hastalarda, istirahat ekokardiyogram ile
çalışmada duvar hareket anormalliği saptanabilir ve bu da geçirilmiş MI veya koroner
arterin kanlanma alanında iskemi için tanı koydurucudur. Hipertansiyon veya
mikrovasküler hastalığa sekonder diğer kardiyomiyopati tipleri de ekokardiyogramda
görülebilir. Ayrıca, ekokardiyogram kapakçık fonksiyonları ve sağ ventrikül fonksiyonu
hakkında çok değerli bilgiler sağlar ve yine pulmoner arter basıncını doğru bir biçimde
tahmin edebilir.
37
Koroner Anjiyogram
Koroner anjiografi radyoopak kontrast madde enjeksiyonu sonrasında, koroner arterlerin
radyografik olarak görüntülenmesidir. Amacı; koroner anatomiyi, koroner arter hastalığının
yaygınlığını ve derecesini belirlemektir. Koroner anjiyografi koroner arter hastalığı güncel
uygulamalarda tanı, değerlendirme ve karar verme konusunda altın standart olma özelliğini
sürdürmektedir. Anjiyografi, noninvazif testlerde birden fazla damar hastalığı veya diğer
yüksek riskli bulgular sergileyen hastalarda önerilmektedir. Test öncesinde hastalık
olasılığının yüksek olduğunu düşündüren semptom ve belirtileri olan hastalara doğrudan
anjiyografi yapılmalıdır. Koroner anjiyografi düşük oranda böbrek yetersizliği, inme, MI,
damar yolu açılan bölgede hasar, kanama ve infeksiyon gibi yan etki insidansına sahiptir.
Egzersiz Elektrokardiyogram Testi
Tanı, prognoz ve fonksiyonel kapasiteyi değerlendirmedeki önemli katkısı nedeniyle
egzersiz testi kardiyovasküler tıptaki yerini korumaya devam etmektedir. Egzersiz testi
yapıldığında veriler testin objektiflerine göre değerlendirilmelidir. Klinik alanda egzersiz
testi ön planda tanı ve prognoz değerlendirilmesi amacıyla kullanılır (65).
Metodlar
American Heart Association, American Association of Cardiovascular and Pulmonary
Rehabilitation ve American College of Sports Medicine gibi organizasyonların 20 yılı aşan
çalışmaları tarayıp hazırladıkları rehberler metodlarda bütünlük sağlamıştır. Mümkün
olduğunca bu rehberlere uyulmalıdır. Güvenlik önlemleri, gerekli donanım, hasta hazırlığı,
test tipi ve protokolü seçimi, testi sonlandırma nedenleri ve test sonrası izlem egzersiz testi
öncesi belirlenmesi gereken konulardır.
38
Test Öncesi Hazırlık
Egzersiz testi icin hazırlıklar şunları içerir: Kişiye testten önce en az iki saat bir şey
yememesi, sigara içmemesi ve teste rahat kıyafet giyerek gelmesi söylenmelidir.
Kontrendikasyonları atlamamak için test öncesi kısa bir anamnez alınmalı ve fizik muayene
(özellikle sistolik üfürümleri değerlendirmek için) yapılmalıdır. Kullanılan ilaçlar özellikle
sorgulanmalı ve olası elektrolit bozuklukları düşünülmelidir. Nelerin kullanıldığını
saptamak için ilaç kutuları beraber getirilmelidir. Testin amacı değerlendirildikten sonra,
aniden kesilmeleri durumunda ani ölümler görülebileceği için ß-blokerler hekim kontrolü
altında ve tedricen kesilmelidir. Test öncesi hem yatar hem de ayakta 12-derivasyon
EKG’si gereklidir. İyi cilt hazırlığı biraz rahatsız edici olsa da iyi iletimin sağlanması ve
parazitin önlenmesi için gereklidir. Egzersiz elektrodlarının yerleşiminden kaynaklanan
farklılıklar kol elektrodlarının göğüse değil omuzlara konulması ve bazal EKG'nin yatarak
çekilmesiyle en aza indirilebilir. Bu şekilde ekstremite derivasyonları farklı konumda
çekilen EKG, test öncesi çekilen istirahat EKG'si gibi referans kabul edilebilir. Test öncesi
hiperventilasyon gerekli değildir. Gerek koroner arter hastalığı olan gerekse olmayanlarda
hiperventilasyonla ST-segment değişimleri görülür ya da görülmeyebilir. Yanlış pozitif
sonuçları azaltmada bu yöntemin faydalı olduğu artık düşünülmemektedir.
39
Tablo 3. Egzersiz Testi Kontrendikasyonları (65)
Mutlak Kontrendikasyonlar:
- Akut myokard infarktüsü (2 gün içinde)
- Daha önce medikal tedaviyle stabil edilmemiş kararsız angina
- Semptoma veya hemodinamik bozulmaya yol açan kontrol edilemeyen kardiyak
aritmiler
- Semptomatik ciddi aort stenozu
- Kontrol altında olmayan semptomatik kalp yetersizliği
- Akut pulmoner emboli ya da pulmoner infarktüs
- Akut myokardit veya perikardit
- Akut aort disseksiyonu
Göreceli Kontrendikasyonlar:
- Sol ana koroner arter stenozu
- Orta derece stenotik kapak hastalığı
- Elektrolit anormallikleri
- Şiddetli arteriyel hipertansiyon
- Taşiaritmi veya bradiaritmiler
- Hipertrofik kardiyomyopati ve diğer çıkış yolu obstrüksiyonuna yol açan nedenler
- Yeterli düzeyde egzersiz yapmaya mani mental veya fiziksel durumlar
- Yüksek derece atriyoventriküler blok
40
Egzersiz Testi Çeşitleri
Kardiyovasküler sistemde stres oluşturacak üç tip egzersiz vardır: İsometrik, dinamik ve
her ikisinin kombinasyonu. Kasın hareket etmeden kontraksiyonu (elin yumruk yapılıp
sıkılması gibi) olarak tanımlanan izometrik egzersiz vücudun oksijen sağlayabilme
kapasitesiyle orantısız şekilde sol ventrikül basınç yükünü arttırır (65).
Tablo 4. Egzersiz Testini Sonlandırma Endikasyonları.
Mutlak Endikasyonlar:
- Artan iş yüküne karşı sistolik kan basıncında düşme
- Yeni gelişen veya şiddeti artan anginal göğüs ağrısı
- Santral sinir sistemi semptomları (ataksi, baş dönmesi, presenkop)
- Perfüzyon bozukluğu belirtileri (solukluk veya siyanoz gibi)
- Ciddi aritmiler (multiform kompleksler, triplet ritmler gibi yüksek derece ventriküler
aritmiler)
- EKG veya sistolik kan basıncı takibinde teknik sorunlar
- Hastanın durmak istemesi
Göreceli Endikasyonlar
- ST segment sapması, kavşak depresyonu veya belirgin QRS aks kayması gibi ST veya QRS
değişiklikleri
- Artan göğüs sıkıntısı
- Yorgunluk, nefes alma zorluğu, wheesing, bacaklarda kramp veya intermitan kladikasyon
- Supraventriküler aritmileri içeren daha az ciddi aritmiler
- Ventriküler taşikardiden ayırımı yapılamayan yeni dal bloğu gelişmesi
41
EKG Yorumlanması
ST Analizi: ST-segment depresyonu, yeni büyük oranda kalbin göğüs boşluğundaki
yerleşimine bağlı olan, subendokardiyal iskeminin global bir göstergesidir. ST segment
depresyonu koroner arter lezyonlarının yerini göstermez. V5 anlamlı Stsegment
depresyonlarında başta gelen derivasyondur. Yalnız diğer segmentlerde olan depresyonlar
genellikle
istirahat
EKG’sindeki
Q-dalgası
oynamasından
kaynaklanır.
İnferiyor
derivasyonlarda (II, aVF) ST-segment depresyonu sıklıkla, PR segmentten başlayıp STsegment depresyonu, segment başlangıcına dek uzanabilen, atrial repolarizasyon dalgası
nedeniyledir. ST-segment depresyonu sadece bu derivasyonlarda görüldüğünde ve
diyagnostik Q dalgası da yoksa sıklıkla yanlış pozitif cevaptır. İstirahat döneminde görülen
ST-segment depresyonu ise genellikle yanlış pozitif değildir. Bu dönemdeki analizin
eklenmesi egzersiz testinin tanısal değerini arttırır (65).
İstirahat EKG'sinde geçirilmiş myokard infarktüsü bulgusu olan Q dalgaları varlığında STsegment elevasyonu olması duvar hareket bozukluğu nedeniyledir; Stsegment depresyonu
eşlik etmesi ise başka bir iskemik bölgeyi ya da resiprok değişiklikleri yansıtır. İstirahat
EKG normal olduğunda egzersizde saptanan ST-segment elevasyonu ise ciddi iskemiye
(spazm veya kritik lezyon) bağlıdır, eşlik eden ST-segment depresyonu ise resiproktur. Bu
tarz ST-segment elevasyonu sık değildir, çok aritmojeniktir ve sorumlu bölgeyi lokalize
eder. Egzersizde görülen ST-segment elevasyonu (Q dalgası üzerinde değil) ve ST-segment
depresyonunun her ikisi de iskemiyi gösterir. Fakat aralarında bariz fark vardır. Elevasyon
transmural iskemiye bağlıdır, aritmojeniktir, prevalansı % 0.1'dir ve spazm veya ciddi
lezyon olan arteri lokalize eder. Depresyon ise subendokardiyal iskemiye bağlıdır,
aritmojenik değildir, prevalansı % 5-50'dir, çok nadiren spazma bağlıdır ve lokalize etmez.
Standart anormal kriteri PR izoelektrik hattından 1 mm, eğer istirahatte depresyon varsa
42
daha çok, horizontal veya aşağı yönlü ST-segment depresyonu olmasıdır. Bilgisayar analizi
yorumlamaya yardımcı olabilir fakat artefaktlara yol açabileceği için işlenmemiş ilk veriler
ön planda tutulmalıdır. Bilgilerin çoğu V5 derivasyonundadır. Maksimum egzersiz ve
istirahatin 3.dakikası ST-segment depresyonunun değerlendirileceği en önemli yerlerdir.
EKG kaydı istirahatte 5 dakika ya da yeni gelişen değişiklikler düzelene kadar devam
etmelidir. Süreksiz ventriküler taşikardilere rutin treadmill testinde pek rastlanmaz
(prevalans< % 2), iyi tolere edilir ve prognozu altta yatan beraberindeki iskemi ve sol
ventrikül hasarı belirler.
Standart Egzersiz Testi Kullanımı İçin ACC/AHA Rehberi
Egzersiz testi için oluşturulan rehberlerin son baskısında, bu testin kadınlarda ve istirahat
EKG değişiklikleri olan bir çok hastada, görüntüleme teknikleri yerine ilk tercih olmaları
önerilmiştir (66). Aşağıdaki sınıflamada egzersiz testi endikasyonları özetlenmeye
çalışılmıştır:
Tablo 5. Egzersiz testi endikasyonları için AHA / ACC sınıflandırması
Sınıf I: Egzersiz testinin faydalı ve etkin olduğuna dair delil ve/veya ortak karar olan
durumlar
Sınıf II: Egzersiz testinin faydalı ve etkin olduğuna dair farklı delil ve/veya ortak karar
olan durumlar
Sınıf IIa: Delil/görüşlerin fayda/etkinlik tarafına ağır bastığı durumlar (muhtemelen
uygun)
Sınıf IIb: Delil/görüşlerin fayda/etkinlik lehine daha zayıf olduğu durumlar(uygun olabilir)
Sınıf III: Egzersiz testinin faydalı ve etkin olmadığına, bazı durumlarda zararlı
olabileceğine dair delil ve/veya ortak karar olan durumlar(uygun değil)
43
Egzersiz testi adaylarında stabil göğüs ağrısı, tıbbi tedavi ile stabilize edilmiş unstabil
göğüs ağrısı olan, myokard infarktüsü veya revaskülarizasyon sonrası hastalar olabilir.
Rehberde belirtilen endikasyonlar aşağıda özetlenmeye çalışılmıştır.
Koroner Arter Hastalığı Teşhisi Amacıyla
Tıkayıcı koroner arter hastalığı tanısı amacıyla kullanılması egzersiz testinin en sık
uygulama alanlarından biridir. Bu alandaki delillerin büyük kısmı göğüs ağrısı, koroner
arter hastalığına bağlı diğer semptom yada EKG bulguları olanlar da mantıken dahil
edilerek, olan hastalardan elde edilmiştir. Test öncesi yaş, cinsiyet ve semptomlar açısından
orta düzeyde koroner arter hastalığı olma olasılığı olan yetişkinlerde (tam sağ dal bloğu
veya 1 mm'den az istirahat ST-segment depresyonu olanlar dahil) uygulanması testin
uygun olduğu (sınıf I) durumdur. Testin olası tanısal değeri olan (sınıf IIa) bir durum
vazospastik anginası olan hastalardır. Test öncesi yaş, semptomlar ve cinsiyet açısından
koroner arter hastalığı olma ihtimali düşük veya yüksek olan hastalarda, digoksin alan ve
sol ventrikül hipertrofisi olan ve 1 mm'den az bazal ST-segment depresyonu olan
hastalarda testin etkinliği kanıt/görüşe daha az dayalıdır(sınıf IIb). Wolf- Parkinson-White
sendromu, sol dal bloğu, elektronik pacemaker yada 1 mm'den daha çok istirahat STsegment depresyonu olan hastalarda testin yapılması uygun değildir (Sınıf III). Tanısı zaten
belli olan geçirilmiş myokard infarktüsü olan, koroner anjiyografide ya da başka bir
girişimle anlamlı darlık saptanan hastalarda tanısal amaçlı egzersiz testi yapılmamalıdır.
İskemi ve risk değerlendirmesi amacıyla ise yapılabilir. Testin tanısal değeri test öncesi
orta derecede olasılığı olanlarda en yüksektir. Koroner arter hastalığı tanısı amacıyla
yapılan egzersiz testi en sık duyarlılık ve özgüllük olarak ifade edilir. Çalışma sonuçları
darlık derecesinin % 50 veya % 70 olarak değerlendirilmesine göre ayrılır. Koroner
anjiyografi ve egzersiz testi yapılan geçirilmiş myokard infarktüsü olmayan 11,691 hastayı
44
içeren 58 çalışmanın metaanalizinde geniş, bir duyarlılık ve özgüllük yelpazesi
saptanmıştır. Ortalama duyarlılık % 67 ve ortalama özgüllük % 72'dir. Göğüs ağrısı olan
hastalarda hem koroner anjiyografi hem de egzersiz testi yapılarak hazırlanma sürecinin
taraflı olmasından sakınılan çalışmalarda koroner arter hastalığı tanısı için l mm horizontal
veya aşağı yönlü ST-segment depresyonunun duyarlılık ve özgüllüğü yaklaşık % 50 ve %
90'dır. Egzersiz EKG'sinin gerçek tanısal değeri yüksek özgüllüğünde yatar, fakat klinik ve
hemodinamik değişkenlerin de tartılmasıyla duyarlılık arttırılabilir.
Asemptomatik Bireylerde Sessiz Koroner Arter Hastalığının Taranması
Egzersiz testi gibi bir tanı testi asemptomatik bireylerde koroner arter hastalığını taramak
için uygulanabilir. Daha önce belirtildiği gibi egzersiz testinin bu şekilde kullanıldığı 12
çalışma bulunmaktadır. Hastalar sessiz koroner arter hastalığı için egzersiz testi ile
taranmış ve 5-10 yıl takip edilmiştir. Tahmin edileceği üzere çalışmaların hedef son
noktalarına göre farklı sonuçlar elde edilmiştir. Hedef son nokta olarak angina alındığında
anormal egzersiz cevabı saptananların takibinde nonspesifik semptomların koroner arter
hastalığı olarak değerlendirilmesi olasıdır. Ölüm ve myokard infarktüsü gibi kesin son
noktaların planlanması bu durumdan sakınılmasını sağlar ve daha doğru olur. Son nokta
olarak ilk sekiz çalışmada angina, son dört çalışmada ise ölüm ve myokard infarktüsü kabul
edilmiştir. Duyarlılık % 50, özgüllük % 90, risk oranı 9, pozitif cevabı öngörme (pozitif
prediktif değer) orani % 25'tir. Yani anormal test sonucu olan her dört hastadan birinde
kardiyak olay gelişmektedir. Hatırlatılması uygun olan bir nokta bu olayların bir kısmının
koroner arter hastalığına bağlı olmayan ve doğru değerlendirilmeyen angina olduğudur.
Son dört çalışma çok daha büyük çalışmalardır ve son noktalar kesin objektif olaylardır.
Testin hassasiyeti yiizde 25, özgüllüğü % 90, risk oranı 4, pozitif cevabı öngörme oranı ise
sadece % 5 bulunmuştur. Bu test sonucu anormal çıkan her 20 vakadan sadece birinde
45
kardiyak olay görülecek demektir. Bu sınırlı öngörü kapasitesi nedeniyle asemptomatik
kişilerde tarama yapılması önerilmez. Aksi halde birçok gereksiz ileri tetkik yapılacaktır.
Risk faktörlerinin tartılarak test öncesi olasılık değerinin artırılmaya çalışılması yanlış
pozitif sonuçları azaltamamıştır. Teorik olarak bir risk faktorü skoru kullanılarak bu tarz bir
yaklaşımda bulunulabilir. Angina gibi daha yumuşak son noktaların kabul edilmesi testin
duyarlılık ve öngörü tahmin değerini arttırır. Test sonuçlarının kimseye gösterilmemesi ile
bundan sakınılabilir, fakat etik olmaz. Göğüs ağrısı olan asemptomatik bireylerin bir
kısmının anginasının sahiden de koroner arter hastalığına bağlı olduğu göz önüne alınırsa
katı veya katı ve yumuşak son noktaların alındığı çalışmalarda duyarlılığın % 25 ile 50
arasında olması gerekir. Girişimsel çalışmalar açısından yumuşak son noktalar çok uygun
olmakla birlikte tanı amaçlı çalışmalarda önemli tahmin hatalarına yol açarlar. Tarama
testlerinde popülasyon seçimiyle ilgili düşünülmesi gereken başka kriteler de vardır.
Birincisi, popülasyon tamamen asemptomatik olmalı ve toplumu yansıtacak rastgele
seçilmiş, bir popülasyon olmalıdır. Genellikle uç noktaları; en sağlıklı ve sağlıkları
açısından kişisel endişeleri olan (ör: aile öyküsü, kabul etmek istemedikleri semptomlar)
oluşturdukları için gönüllüler tecih edilmez. Gönüllüler biraz yanıltıcı olurlar.
Eldeki verilere göre prevelansın düşük olduğu populasyonlarda önemli boyutlarda yanlış
pozitif sonuçlar görülmektedir. Bu nedenle bilinen koroner arter hastalığı olmayan
asemptomatik bireylerde egzersiz testi açısından sınıf I endikasyon yoktur
Çok sayıda risk faktörü olanlara, ağır egzersiz yapmayı planlayan, özellikle sedanter, 40
yaş üzerindeki erkek, 50 yaşın üzerindeki kadınlara, etkilenmeleri durumunda toplum
sağlığına tehdit oluşturabilecek işlerde çalışanlara yada başka hastalıklar (ör: kronik böbrek
hastalığı) nedeniyle koroner arter hastalığı riski yüksek olanlara kesin kanıta dayalı
46
olmamakla beraber egzersiz testi yapılabilir (sınıf IIb). Asemptomatik erkek ve kadınlarda
rutin tarama testi yapılması söz konusu değildir (sınıf III).
Diğer Tanı Testleriyle Karşılaştırma
Testin özelliklerini belirlemede standart egzersiz testinin kullanılması uygun olur. Testin
yapılması için gerekli ekipman ve personele ulaşmak kolaydır. Egzersiz testi ekipmanı
göreceli olarak ucuzdur, tamamen değiştirilmesi veya ileri versiyona çevrilmesi önemli bir
sorun değildir. Test doktor ofisinde yapılabilir. Enjeksiyon ve radyasyona maruz kalması
söz konusu değildir. Tanıya yönelik öykü alma ve fizik muayenenin bir uzantısı olarak
kabul edilebilir. Aynı zamanda fizik kapasite ve yaşam kalitesinin ne kadar kısıtlandığını
göstermesi yanında bir major risk faktörünün değiştirilmesi (fiziksel aktivite yokluğu) ve
rehabilitasyon açısından ilk adım olabilir. Bazı yeni yöntemlerin ST-segment analizi
yapılmasına engel teşkil eden istirahat EKG değişikliklerinin (1 mm'den fazla ST-segment
depresyonu, sol dal bloğu, Wolf- Parkinson-White sendromu) olduğu durumlarda koroner
arter hastalığı tanısını koyma ve iskemiyi lokalize edebilme avantajları vardır. Egzersiz
yerine uygulanabilen yöntemlerle hastanın egzersiz yapması gerekliliği ortadan kalkar ve
özellikle yürüyemeyecek hastalarda önem arzeder. Yeni teknolojik yöntemlerin tanısal
yetileri daha iyi olmakla beraber özellikle skorlarda egzersiz testinde ST segmentinden
başka şeyler de kullanıldığında bu durum geçerli olmayabilir. Testin değerledirilmesi
Feinstein ve Guyatt'in kritik analizleri ile oldukça gelişmiştir. Birkaç araştırmacı bu
rehberler ve metaanalizleri de kullanarak mevcut testlerin anjiyografik koroner arter
hastalığı tanısı koydurabilecek özellikleri konusunda ortak bir görüşe varmıştır. Listedeki
teknikler
arasında
elektron-beam
bilgisayarlı
tomografi
(EBBT),
koroner
arter
kalsifikasyonunu kantitatif olarak ölçebilen bir radyografik teknik bulunmaktadır. Nükleer
perfüzyon görüntüleme hem daha önce yaygın olan talyum radyografik görüntülerini hem
47
de talyum ve diğer ajanların emisyonlarının bilgisayarla iyileştirildiği daha modern singlefoton -emisyon bilgisayarlı tomografiyi (SPECT) içermektedir. Duyarlılık ve özgüllük
arasında ters orantılı bir ilişki olduğu ve seçilen normal/anormal sınırına göre değiştikleri
için öngörme yeteneği (prediktif değer) (doğru bir şekilde normal/anormal ayırımı
yapılabilmiş, olan hastaların yüzdesi) testleri karşılaştırmada daha uygun bir ölçüt
olacaktır. Mesela egzersiz testi ve EBBT'nin duyarlılık ve özgüllüğü neredeyse zıtken
testlerin öngörme yetenekleri aynı olabilir. Bu testlerin normal/anormal sınırının
değiştirilmesi ile (örneğin: ST segment depresyonu miktarını azaltmak veya kalsiyum
skorunu yükseltmek) testlerin duyarlılık ve özgüllüğü benzer olacaktır. Öngörme yeteneği
100 testten doğru olarak sınıflanan birey sayısı olarak yorumlanabileceğine göre, basitçe
öngörme yeteneği değerlerinin birbirinden çıkarılmasıyla bir testte diğer teste göre ne kadar
hastanın daha çok doğru sınıflandırıldığı anlaşılabilir. Fakat bu durumda prevalansı % 50,
prediktif değer (+) %25 uygun tanı testiyle orta derecede olası (öngörme yeteneği), olan bir
hastalığın araştırıldığı kabul edilir. Egzersizle yapılmayan stres testleri oldukça yararlıdır.
Tanıya yönelik çalışmalarda tanı zaten konmuş olduğu için daha önce myokard infarktüsü
geçirmiş olanlar dışlanmalıdır.
Egzersiz Testi Skorları
ST segment depresyonu yanında ek verilerin araştırıldığı egzersiz testi çalışmaları gözden
geçirilerek bu şekilde testin daha iyi değerlendirilebileceği görülmüştür . Son yayınlarda
Duke prognostik skoru tanıya yönelik olarak genişletilmiş ve bazı denklemlerin kullanıldığı
bir ortak yaklaşımla skorlar diğer populasyonlara daha iyi uygulanabilir hale gelmiştir.
48
Risk Değerlendirilmesi ve Prognoz
Risk belirlenmesi ve myokard infarktüsü sonrası standart egzersiz testinin diğer iki
uygulama alanıdır. Birlikte yaşamı tehdit edici ve/veya revaskülarizasyona engel teşkil
eden komorbid durumların bulunması durumunda test yapılmamalıdır (sınıf III). Egzersiz
EKG'nin ikinci major yapılma nedeni semptomları olan ya da koroner arter hastalığı
öyküsü olanlarda risk değerlendirilmesi ve prognozun belirlenmesi amacıyla yapılmasıdır.
Bu amaçlı uygun endikasyonun olduğu (sınıf I) durumlar; ilk kez araştırılan hastalar veya
bilinen ya da şüpheli koroner arter hastalığı olanların klinik durumlarında belirgin değişme
olmasıdır. Egzersiz testi digoksin kullananlarda ve istirahat EKG'si anormal olanlarda
prognoz saptama amacıyla yapılabilir ancak bu konudaki yararlılığı çok açık değildir (sınıf
IIb). Preeksitasyon , ventrikül pace ritmi, 1 mm'den fazla ST-segment depresyonu ve sol
dal bloğu olanlarda da egzersiz testi prognoz ( özellikle egzersiz kapasitesi) açısından
yapılabilir, fakat iskemiyi saptamak için kullanılamaz. Tedaviyi yönlendirmek amacıyla
periyodik takibi yapılan stabil hastalarda da test yapılabilir. Duke treadmill skoru major
prognostik faktörlerden ikisini birleştirmektedir (örn.: egzersiz kapasitesi ve egzersize bağlı
iskemi) ve şiddetle önerilmektedir.
49
Miyokard Perfüzyon Sintigrafisi
Miyokard perfüzyon sintigrafisi miyokardı besleyen kan akımının dağılımının intravenöz
olarak uygulanan bir radyofarmasötik ile gösterilmesini sağlar. Perfüzyon görüntülemesi
iskemi veya skar ile ilişkili olan göreli veya mutlak azalmış miyokardiyal kan akımı olan
alanları belirlemede yararlıdır. Perfüzyonun göreli bölgesel dağılımı kardıyovasküler stres,
istirahat veya her iki durumda da incelenebilir. Perfüzyon görüntüleri miyokardda tutulan
ve belli bir zaman aralığında miyokardda kalan radyofarmasötikleri kullanarak planar,
SPECT veya PET teknikleri ile elde edilebilir. Bu şekilde elde edilen veriler görsel ve/veya
kantitatif teknikler ile analiz edilir. Miyokard perfüzyon sintigrafisinde 99mTc ile işaretli
katyonik kompleksler veya 20i Tl veya pozitron yayan radyofarmasötikler kullanılabilir.
Obstrüktif koroner arter hastalığı(KAH) veya anormal koroner vazoreaktiviteye bağlı ciddi
koroner arter darlığı olan hastalarda düşük düzeyde perfüze olan alanda azalmış
radyofarmasötik konsantrasyonu görülür. Eger bu bölgelerde perfüzyon radyofarmasötik
stres sırasında enjekte edildiginde istirahattekine göre daha az ise bu durum olasılıkla
iskemiye bağlıdır. Eğer bu bölgelerdeki azalmış perfüzyon istirahat halinde yapılan
enjeksiyonda da değişmiyorsa lezyon muhtemelen skara aittir (67).
Başlıca endikasyonlar:
1. Miyokardiyal iskemi veya skarın varlığı, lokalizasyonu, yaygınlığı ve şiddetinin
değerlendirilmesi.
2. Anjiyografideki koroner stenozun bölgesel perfüzyona etkisinin değerlendirilmesi.
3. Miyokard canlılığının değerlendirilmesi ve revaskülarizasyon sonrası fonksiyonel
düzelmenin ön görülmesi.
50
4. Miyokard infarktüsü sonrasi ve nonkardiyak cerrahi öncesi risk ve prognoz
değerlendirilmesi.
5. Koroner revaskülarizasyon işlemleri, yasam tarzı değişikliği ve tıbbi tedavinin
etkinliğinin izlenmesi.
6. İskemik kardiyomiyopatinin idiyopatik olandan ayırt edilmesi.
7. Akut göğüs ağrısı sendromlarında koroner ve koroner dışı nedenlerin ayırt edilmesi.
Hasta hazırlığı ve stres protokolleri:
Uygulanacak stres testi hakkında sözlü ve/veya yazılı olarak hastaya ön bilgi verilmelidir.
Kardiyovasküler tıbbi öykü ve bazal vital bulguları da içeren kardiyorespiratuar muayene
stres çalışmalanndan önce elde edilmelidir. Tıbbi öyküde dikkat edilmesi
gereken özgül alanlar şunlan içerir; tetkik endikasyonu, kullanılan ilaçlar, semptomlar,
kardiyak risk faktörleri ve önceki tanısal veya tedaviye yönelik işlemler. Akut iskemi,
aritmi veya ileti bozukluklarını (ör. Sol dal bloğu) belirlemek için önce 12 derivasyonlu
EKG değerlendirilir. İnsülin alan diyabetik hastalar tetkik günü diyet ve insülin dozajının
optimizasyonu için vaka bazında değerlendirilmelidir. Acil yaşam destek ekipmanları ve
ilaçlar stres testinin uygulandığı ünitede bulunmalıdır. Stres testi sırasında ve test
sonlandırılırken hekim ve bir yardımcı sağlık personeli bulunmalıdır. Test sırasında belirli
aralıklarla hasta şikayetleri yönünden sorgulanmalıdır.
A. İstirahatte enjeksiyon sonrası miyokard perfüzyon görüntülemesi
Bu test genellikle miyokard canlılığının araştırılması için uygulandığından perfüzyon
görüntülernesi öncesinde ilaçların kesilmesi gerekmez. Hastanın aç olması tercih edilir.
Radyofarmasötik uygulaması için iyi bir i.v. yol gerekir. İmplante edilmiş radyoopak
objeler (metal, silikon vb) gibi potansiyel atenüasyon faktörlerinin bulunup bulunmadığına
51
dikkat edilmelidir. Ciddi koroner hastalığı olduğu bilinen vakalarda canlılık araştırılan
bölgenin perfüzyonunun arttırılması amacıyla istirahat enjeksiyonundan yaklaşık 3 dakika
önce sublingual nitrogliserin verilebilir.
B. Egzersiz stres testi ve miyokard perfüzyon görüntülemesi
Stres çalışmasından önce en az 4 saatlık açlık gerekir. Sürekli hasta monitorizasyonu
ile aşamalı egzersiz stres genelde treadmill (yürüme bandı) veya bisiklet ergometrede
uygulanır. Egzersiz testi, hastanın yaşına göre saptanan maksimum kalp hızının %85 ve
fazlasına ulaşınca veya semptom sınırlı olmalıdir. Genelde stres çalısmasına alınan
hastalar testten en az 48 saat öncesinden itibaren hemodinamik ve klinik olarak stabil
olmalıdir. Tıbbi olarak kontrendikasyon yoksa tanısal çalışmalar için egzersize yanıt
olarak kalp hızı ve kan basıncını etkileyebilecek kalsiyum kanal blokeri veya beta bloker
gibi ilaçlar 24-48 saat önceden kesilmelidir (kullanılan ilaçların yarılanma süresi dikkate
alınarak kesilme süresi belirlenebilir). Stres sırasında radyofarmasotikin uygulanabilmesi
için güvenli bir i.v. yol sağlanmalıdır. Hastalar uygun giysi ve ayakkabı giymelidirler.
Egzersiz stres testi için mutlak kontraendikasyonlar:
- Yeni anjina atağı (48 saat> ), kararsız anjina veya konjestif kalp yetmezliği.
- Yeni geçirilmiş miyokard infarktüsü (2-4 gün içinde).
- Kontrolsüz sistemik (sistolik>220, diyastolik >120) hipertansiyon.
- Ciddi pulmoner hipertansiyon.
- Tedavi edilmemiş hayatı tehdit eden aritmiler.
- Dekompanse konjestif kalp yetmezliği.
- İleri derece AV blok (pacemaker 'sız).
- Akut miyokardit veya perikardit.
52
Egzersiz stres testi için göreceli kontraendikasyonlar:
- Ciddi mitral veya aort darlığı.
- Ciddi obstrüktif kardiyomyopati.
- Akut sistemik hastalık.
Nörolojik hastalık, ortopedik hastalık, artritik hastalık, ciddi pulmoner hastalık, periferal
vasküler hastalık, ciddi kondisyon bozukluğu veya egzersiz protokolüne uyum
sağlayarnama gibi egzersizi bozabilecek durumlar olguya göre değerlendirilmelidir.
C. Farmakolojik stres testi ve miyokard perfüzyon görüntülemesi
Çesitli nedenlerle egzersiz yapamayan hastalara (ör. ciddi pulmoner hastalık, artrit,
amputasyon, nörolojik hastalık vb.) koroner hiperemi olusturan veya kardiyak iş yükünü
arttıran ilaçlar ile farmakolojik stres uygulanabilir.
1.Koroner vazodilatör ajanlar:
Koroner hiperemi yaratmak için dipiridamol, adenozin gibi vazodilatör stres ajanları
uygulanabilir. Koroner hiperemiyi bozabilecek kafein içeren içecekler ve metilksantin
içeren ilaçlar farmakolojik stres göriintülemesinden en az 12 saat önce kesilmelidir. Uzun
etkili metilksantin preparatları etki süreleri dikkate alınarak kesilmelidir. Subdiyafragmatik
radyofarmasötik tutulumunu ve vazodilatörlerle ilişkili semptomları en aza indirmek için
mümkünse hastalara aynı zamanda düsük düzeyde egzersiz yaptırılabilir. Vazodilatör
olarak dipiridamol veriliyorsa radyofarmasötik uygulamasını takiben yan etkilerini ortadan
kaldırmak için aminofilin (veya kafeinli bir içecek) verilebilir. Kisa Etki süresine sahip
olması nedeniyle adenozin için böyle bir uygulama gerekmez.
53
Vazodilatör ajanlar ile farmakolojik stres testi için mutlak kontraendikasyonlar egzersiz
stres testi için olanlara ek olarak şu şekilde sıralanabilir:
- Bronkospazm, pulmoner hastalık (astım veya pulmoner hipertansiyon) öyküsü olan, ciddi
pulmoner hastalık nedeniyle önceden entübe olmuş hastalar.
- Sistemik hipotansiyon (sistolik<90) veya ciddi ortostatik hipotansiyon.
- Ciddi mitral kapak hastalığı ve dipiridamol veya adenozine önceden duyarlılığı olan
hastalar.
- Bronkospazmı kontrol etmek için metilksantin içeren ilaç kullanan hastalar.
- İleri derecede (2. veya 3.) AV blok veya hasta sinüs sendromu olan hastalar.
- Son 48 saat içinde geçirilmiş miyokard infarktüsü veya kararsız anjina atağı.
Vazodilatör ajanlar ile farmakolojik stres testi için göreceli kontraendikasyonlar egzersiz
stres testi için olanlara ek olarak şu şekilde sıralanabilir:
- Ciddi aort stenozu.
- Ciddi obstrüktif kardiyomiyopati.
- Ciddi sinüs bradikardisi (kalp hızı < 40 atımldk).
2. Ino/kronotropik adrenerjik ajanlar:
Ino/kronotropik adrenerjik ajanlar (ör. dobutamin, arbutamin) myokardiyal oksijen
ihtiyacını ve iş yükünü arttırmak için uygulanabilir. Dobutamin veya arbutaminin
adrenerjik uyarıcı etkisine yanıt olarak ortaya çıkan pozitif kronotropiyi azaltabilecek
ilaçlar (ör. beta blokerler) not edilmeli ve mümkünse prosedürden 24-48 saat önce
kesilmelidir (kullanılan ilaçların yarılanması dikkate alınarak kesilme süresi belirlenebilir).
Bazi hastalarda dobutamine kalp hızı yanıtını arttırmak için atropin uygulanabilir.
Ino/kronotropik adrenerjik ajanlar ile farmakolojik stres testi için kontraendikasyonlar stres
testi için olanlar ile aynı olup, kararsız anjinali ve obstrüktif veya hipertrofik
54
kardiyomiyopatili hastalarda ve akut infarkt sonrası erken dönemde bu ajanların
kullanımında dikkatli olunmalıdır.
Radyofarmasötikler:
Miyokard perfüzyon görüntülemesinde kullanılan radyofarmasötikler 201Talyum, 99mTc
MIBI ve 99mTc-Tetrofosmindir.
Görüntüleme:
1. Planar görüntüleme
Görüntüler en az 3 standart projeksiyonda alınmalıdır. Bunlar, anterior, sol anterior oblik
ve sol lateral görüntülerdir. Abdominal atenüasyonu azaltmak için tercihen sağ lateral
dekübitüs görüntüsü ve kalbin normal yerleşimi dışında olduğu durumlarda ilave
görüntüler alınabilir. Görüntülemede düşük enerjili genel amaçlı (LEGP) veya düşük
enerjili yüksek çözünürlüklü (LEHR) kolimatörler kullanilabilir. Görüntüleme sırasında
kolimatör hastanın göğüs duvarına mümkün olan en yakın mesafede olmalıdır. Kalp,
UFOV'un %35-50'sini kaplayacak şekilde görüntü alanına yerleştirilmelidir. Geniş görüş
açılı gamma kamera kullanılıyor ise büyültme teknikleri uygulanabilir. Hasta stres ve
istirahat görüntüleri karşılaştırılabilir bir şekilde konumlandırılmalıdır. Tanısal değeri olan
görüntüler elde edilmesi için her bir pozisyonda en az 600000 (tercihen 1000000) sayım
alınmalıdır.
2. SPECT görüntüleme
Kullanılan gamma kameranın teknik özelliklerine göre, görüntüler 180 veya 360 derecelik
yörünge kullanılarak elde edilebilir. Her iki kol görüntü alanından uzaklaştırılmalıdır.
Görüntülerne genellikle supin, gerekli olduğunda pron pozisyonda yapılır. Atenüasyona
bağlı artefaktları azaltmak için atenüasyon düzeltmesi kullanılabilir. Akciğer tutulumunu
55
değerlendirmek ve akciğer kalp oranını hesaplamak için ek planar anterior görüntü
alınabilir.
Görüntüleme planar, SPECT veya her iki tekniğin birleşimi şeklinde uygulanabilir.
Egzersiz miyokard perfüzyon görüntülemesinin koroner arter hastalığı tanısında
kullanımı
Çalışmalarda planar talyum-201 sintigrafisinin KAH tanısında kalitatif analizle duyarlılığı
ortalama %83, özgüllüğü %88 civarında bildirilmektedir. Kantitatif analizle duyarlılık
%90, özgüllük %80 civarındadır. Sestamibi kullanılarak planar yöntemle yapılan
çalışmalarda da MPS'nin KAH tanısında talyum-201 ile elde edilene benzer duyarlılık ve
özgüllüğe sahip olduğu gösterilmiştir. Talyum-201 ile SPECT uygulanmasıyla başlangıçta
kalitatif değerlendirmeyle planar yönteme göre duyarlılıkta artış (%83 e karşılık %89),
özgüllükte düşme (%88 e karşılık %78) saptanmıştır. Planar yöntemde olduğu gibi SPECT
yöntemiyle sestamibi uygulanan çalışmalarda da talyum-201 ile yapılana benzer tanı
değerleri elde edilmiştir (21-25). SPECT yöntemiyle ilgili deneyimlerin artışı, artefaktların
tanınmasıyla sonraki çalışmalarda özgüllükte de artış görülmüştür. Buna karşılık SPECT
yönteminin özgüllüğü hep %90'ın altında kalmaktadır. Bunun nedeni çalışmalardaki hasta
seçimidir. SPECT pozitif bulunan hastaların koroner anjiyografiye gönderilip negatif
bulunanlara anjiyografi uygulanmaması çalışmalardaki gerçek negatif perfüzyon sintigrafili
hasta sayısının azlığına, bu da özgüllük düşmesine yol açmaktadır. Bayes teoremine göre
incelenen populasyonda test öncesi hastalık olasılığı MPS'nin tanı değerini etkilemektedir.
Test öncesi hastalık olasılığı yüksek olan; örneğin tipik angina tanımlayan, egzersiz EKG'si
pozitif bulunmuş kişilere MPS uygulandığında testin pozitif bulunması veya test öncesi
hastalık olasılığı çok düşük olan, örneğin; atipik angina tanımlayan, egzersiz EKG'si
negatif genç kişilerde MPS'nin normal bulunması tanıya önemli katkı sağlamazken, test
56
öncesi hastalık olasılığı orta derecede olan (%30-60) kişilere MPS uygulanmasıyla önemli
tanısal katkı sağlanacaktır (67).
Bu bilgilerin ışığında MPS tanısal amaçlı olarak aşağıdaki endikasyonlarla kullanıldığında
en önemli katkı sağlanacaktır:
a) Atipik anginalı, egzersiz EKG'si pozitif bulunan kişiler
b) Tipik anginalı, egzersiz EKG'si negatif bulunan kişiler
c) İstirahatte EKG değişiklikleri (dal bloku, WPW, sol ventrikül hipertrofisi ve yüklenmesi,
digital gibi bazı ilaçların kullanımı) nedeniyle egzersiz EKG yorum problemleri olanlar
(67).
57
EKG’de QT aralığı
EKG’de QT aralığı ventriküler depolarizasyonu ve repolarizasyonu için geçen toplam
süreyi yansıtır. Ventriküler depolarizasyonunu yansıtan QRS kompleksinin başlangıcından
ventriküler repolarizasyonu yansıtan T dalgasının bitimine kadar olan sürenin ölçümüyle
belirlenir.
Şekil 1. EKG’de QT aralığının şematik görünümü.
Normal QT aralığı değerleri yaş,cinsiyet ve kalp hızıyla değişkenlik gösterir.
Kalp hızı ile ters orantılı olarak değişir. Kalbin hızlanması QT aralığının kısalmasına neden
olurken,
bradikardi QT uzamasına neden olur. Bu nedenle QT süresinin beklenen
değerlerde olduğunu veya anormal olarak uzadığını söylemek için kalp hızı mutlaka
hesaplanmalıdır.
58
Kalp hızına göre düzeltilmiş QT aralığı, QT uzaklığı (sn) ‘nin RR aralığı (sn) ‘nin
kareköküne bölünmesiyle hesaplanır (68).
Düzeltilmiş QT (corrected QT: QTc), kalp hızı dikkate alınarak hesaplanmış bir değerdir
ve en sık olarak 1918 yılında tanımlanan Bazett formülü ile hesaplanır. Düzeltilmiş QT
aralığının en üst sınırı 0.44 sn ‘den uzun olmamalıdır. Doğum sonrası ilk 6 aylık dönemde
0.49 saniyeye kadar uzama olabilir. QT’yi ölçmek için en iyi derivasyon DII’dir. İlaç
tedavisi almamış, genetik olarak saptanmış herediter UQTS’li hastaların büyük
çoğunluğunda QTc 440 milisaniye (ms)’nin üstündedir. Sağlıklı kontrollerde QTc 440-465
ms düzeyindedir. Bu değerler temel olarak alınırsa ilaç tedavisi almayan hastalarda 420
ms’nin altındaki QTc değerleri kesinlikle normal, 420-440 ms arasındaki değerler sınırda,
440 ms üzerindeki QTc değerleri ise yüksek olarak kabul edilir. Ancak genetik olarak
UQTS saptanan hastaların %12’sinde QTc değerlerinin 420-440 ms arasında olduğu da
dikkate alınmalıdır (69).
Tablo 6. Düzeltilmiş QT’yi kısaltan nedenler (70).
• Hiperkalsemi
• Dijital etkisi
59
Tablo 7. Düzeltilmiş QT’yi uzatan nedenler (70).
•
•
•
•
•
•
Hipokalsemi
Miyokardit
Kardiyomiyopatiler
Uzun QT sendromu
Kafa travması
İlaçlar
Antiaritmik ilaçlar
o Sınıf IA
o Kinidin, disopiramid, prokainamid
o Sınıf III
o Sotalol, amiodaron, butilid, almokalant, defotilid
o Sınıf IV
o Bepridil
Antibiyotikler
o Eritromisin, klaritromisin, klindamisin, trimetoprim-sülfametoksazol,
o grepafloksasin, sparfloksasin, moksifloksasin, gatifloksasin,
o levofloksasin, amantadin, pentamidin, flukonazol, ketokonazol,
o klorokin, kinin, halofantrin
Antiviral
o Foskarnet
Antineoplastik
o Tamoksifen, arsenik trioksid
Antimigren
o Sumatriptan, zolmitriptan, naratriptan
Antihipertansif
o İsradipin, nikardipin
Antihistaminikler
o Terfenadin, astemizol
Antidepresanlar
o Desimipramin, nortriptilin, amitriptilin, doksepin, fluoksetin, pimozid,
o imipramin, sertralin
Nöroleptikler
o Klorpromazin, haloperidol, droperidol, pimozid, tioridazin, sertindo,
o risperidon, ziprasidon, ketapin
Kolinerjikler
o Sisaprid
Diğer ilaçlar
o Sildenafil, karbamazepin, probukol, oktreotid, amrinon, milrinon
60
Uzamış QT Patofizyolojisi
Uzamış QT aralığının altında yatan temel elektrofizyolojik mekanizma, repolarizasyon
sürecinden sorumlu olan bazı akımların yokluğu veya blokajıdır. QT aralığının uzunluğu,
öncelikle gecikmiş rektifiye edici ventriküler potasyum akımı tarafından kontrol
edilmektedir ve bu akımın hızlı komponentinin (Ikr) bazı ilaçlarca blokajı yaşamı tehdit
eden TdP tipi aritmilerin (polimorfik ventriküler taşikardiler) en önemli sebebi olarak
gösterilmektedir (71). Hipopotasemi, hipomagnezemi ve hipokalsemi gibi elektrolit
bozuklukları; kinidin, disopiramid, sotalol ve amiodaron gibi antiaritmik ajanlar QT
intervalini uzatarak bu aritmiye neden olabilir (72).
Uzun QT Sendromu
Ani kardiyak ölümler veya senkopla beraber gözlenen uzun QT sendromu (UQTS)
idiyopatik, iyatrojenik veya konjenital (herediter UQTS) sebeplerle ortaya çıkan kardiyak
repolarizasyon
bozukluğudur.
UQTS’nin
herediter
formu
potasyum
kanallarının
oluşumundan sorumlu genlerdeki mutasyon ile ilişkilidir. İyatrojenik form ise daha çok
ilaçlara ve elektrolit dengesizliğine bağlıdır. UQTS ventriküler aritmiler için bir risk
faktörüdür. Gözlenen aritmiler elektrokardiyografi (EKG)’de aks değişikliğiyle birlikte
seyreden, polimorfik ventriküler taşikardi niteliğinde, yüksek ölüm oranına sahip “torsade
de pointes (twisting of the points; TdP)” türü aritmilerdir (73). QT’yi uzatan antiaritmik
ilaçlarla tedavide %1-8 oranında gözlenen TdP, öncelikle antiaritmik ilaç ile sinüs ritmine
dönüşte veya sinüs ritmi esnasında QT aralığının uzaması sonrasında gözlenmektedir.
61
Akkiz Uzun QT Aralığı
Birçok ilaç QT süresini uzatıp TdP’yi tetikleyebilir. En iyi bilinenleri sınıf III antiaritmik
ilaçlar olmasına rağmen nonkardiyak ilaçlar da QT aralığını uzatabilir. Bu ilaçlar bazıları
yüksek plazma seviyelerinde potasyum kanallarını bloke etmektedir. Birden fazla QT
uzamasına neden olan ilaçların birlikte kullanımı durumunda da aritmi olasılığı artmaktadır
(70).
Koroner Arter Hastalığı ve Metabolik Sendromu Olan Hastalarda QT Süresi ve
Yayılımı
Uzamış QT intervali ventriküler repolarizasyon anomalilerinin basit bir göstergesi olarak
sayılır.
QT
intervalindeki
değişkenliklerinin
repolarizasyon
sürecindeki
bölgesel
farklılıkları yansıttığı öne sürülür. QT intervalinde uzama sağlıklı bireylerde ani ölüm ve
düşük sağ kalım oranları ile ilişkilidir. Koroner arter hastalığı olan hastalarda QT
intervalinde uzama yüksek prevalans göstermektedir ve yüksek mortalite ile ilişkilidir. QT
intervalinde uzama ve QT dispersiyonunda artma diyabetli, hipertansif ve obez hastalarda
artmış ani kardiyak ölüm insidansı ile ilişkilidir.
QT Dispersiyonu
On iki derivasyonlu standart elektrokardiyografide (EKG) derivasyonlar arası QT
değiskenliği
QT
dispersiyonu
(QTd)
olarak
tanımlanmakta
ve
ventriküler
repolarizasyondaki bölgesel değiskenliği yansıttığı kabul edilmektedir (74). QT
dispersiyonu 12 derivasyonlu EKG trasesinde ölçülen en uzun QT mesafesinden en kısa
QT mesafesinin çıkartılması ile hesaplanır. Bazett formülü kullanılarak kalp hızına göre
düzeltilmis QT dispersiyonu (QTcd) hesaplanır. QT dispersiyonu artısı ventriküler aritmiler
62
için elektrofizyolojik zemin olusturarak ani ölüm riskini artırmaktadır. Kalp yetmezliği,
uzun QT sendromu, mitral kapak prolapsusu, akut miyokard infarktüsü ve hipertansiyon
gibi hastalıklarda QT dispersiyonunun arttığı bildirilmistir. Ayrıca iskemik hastalarda
koroner anjiyoplastinin (PTCA) artmıs QT dispersiyonunu azalttığı tespit edilmistir.
Miyokardda iskemi oluşturan hastalıkların ATP’ye bağlı repolarizasyon akımı ve dışarı
doğru geçici akımı aktivite ederek aksiyon potansiyeli süresini kısalttığı, buna bağlı olarak
QTd’nun arttığı gösterilmiştir (75).
63
MATERYAL VE METOD
İstanbul Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği
Poliklinikleri’ne Aralık – 2008 ile Nisan – 2009 arasında, koroner arter hastalığı ya da
diyabet ile ilişkili şikayetler dışında sebeplerle başvuran ve bilinen koroner kalp hastalığı,
periferik damar hastalığı, angina pectoris ya da geçirilmiş miyokard enfarktüsü gibi akut
veya kronik koroner sendrom hikayesi bulunmayan; bilinen kalp yetmezliği, böbrek
yetersizliği ve benzeri kronik sistemik hastalıkları ya da egzersiz elektrokardiyogramını ve
miyokard perfüzyon sintigrafisini çektirmeye engel herhangi bir başka hastalığı / fiziksel
engeli ya da ilaç kullanım hikayesi olmayan;
istirahat elektrokardiyogramında QT
mesafesinde değişikliğe neden olabilecek herhangi bir elektrolit bozukluğu ya da ilaç
kullanımı
hikayesi
bulunmayan
yetişkin
hastalar
arasından;
istirahat
elektrokardiyogramında herhangi bir iskemik değişikliğe rastlanmayan ve kendilerine
çalışma hakkında bilgilendirme yapıldıktan sonra gönüllü olarak katılmayı kabul eden,
abdominal obezite görünümü ve biyokimyasal parametreleri metabolik sendromu
doğrulayan ardışık 250 hasta (172 kadın ve 78 erkek) çalışmaya dahil edildi.
Hastaların yaş ortalamaları 49.71±7.9 yıl idi. Hastaların, dislipidemi, hipertansiyon, sigara
alışkanlığı ve ailelerinde kardiyovasküler hastalık açılarından anamnezleri alınarak tam
fizik muayeneleri yapıldı. Metabolik sendrom tanısında, NCEP – ATP III 2005 yılı
metabolik sendrom tanı kriterleri esas alındı. Boy, kilo ve abdominal obezite açısından bel
çevresi ölçümleri gerçekleştirilerek vücut kitle indeksleri hesaplandı. Bel çevresi,
erkeklerde 102 cm ve üzerinde, kadınlarda ise 88 cm ve üzerinde bulunduğunda abdominal
obezite pozitif kabul edildi. Beş dakika istirahat sonrasında hastaların kan basınçları
ölçülerek 130 / 85 mmHg ve üzeri ölçümler ile antihipertansif ilaç kullanmakta olan olgular
hipertansif olarak kaydedildiler.
64
En az 8 saatlik açlık sonrasında sabah alınan kan örneklerinde, glukoz, total kolesterol,
trigliserid, LDL kolesterol, HDL kolesterol, üre, kreatinin, ürik asid, ALT, AST, glikolize
hemoglobin (HbA1c), insülin düzeyi, C-reaktif protein (CRP) düzeyi, TSH ve 18
parametreli hemogram tetkikleri bakıldı. Her hastada ayrıca tam idrar tahlili, yanı sıra spot
idrarda mikroalbumin / kreatinin oranı ve standart önerilen kahvaltı sonrası 2. saat tokluk
kan glukoz düzeyleri bakıldı. Açlık kan glukozu ≥ 100 mg/dl veya diyabet tedavisi alıyor
olması, trigliserid düzeyi ≥ 150 mg/dl veya trigliserid için tedavi alıyor olması, HDL
kolesterol seviyesinin erkeklerde 40 mg/dl’nin, kadınlarda 50 mg/dl’nin altında ya da
antilipid tedavi alıyor olması, metabolik sendrom için pozitif bulgu olarak kabul edildiler.
Tüm hastalarda standart 12 derivasyonlu istirahat elektrokardiyogramı çekilerek iskemik
bulgular arandı, DII derivasyonu üzerinden QT mesafeleri ölçüldü ve Bazett formülü esas
alınarak, kalp hızına göre düzeltilmiş QT değerleri hesaplandı. Düzeltilmiş QT değeri 0.44
saniye
ve
üzerinde
ise
“uzamış
QT”
olarak
değerlendirildi.
İstirahat
elektrokardiyogramlarının hiçbirinde iskemik değişikliğe rastlanmadı.
Hastalara, istirahat EKG’sini takiben, Bruce protokolüne göre egzersiz elektrokardiyogramı
uygulandı. Test öncesi hastalar bilgilendirilerek, test sonucunu etkileyebilecek herhangi bir
ilaç kullanımının, test öncesi 48 saatte kullanılması önlendi. Egzersiz testi sırasında,
maksimum kalp hızının yaş ile uyumlu değerlerin % 35’inin üzerine çıkması, EKG’de 2
mm veya daha fazla depresyon görülmesi, hastanın ciddi göğüs ağrısı tariflemesi, aritmi
gelişmesi, hipertansiyon (≥ 240 / 120 mmHg) veya ciddi hipotansiyon (kontrol değerlerine
göre 30 mmHg veya daha fazla düşüş) oluşması hallerinde testin sonlandırılması
öngörüldü.
65
Egzersiz elektrokardiyogram testi pozitif saptanan tüm hastalara, farklı bir günde miyokard
perfüzyon sintigrafisi yapıldı. Bu test için efor bandında hastalara Modifiye Bruce
protokolü ile fizyolojik stres testi uygulanarak, % 74 – 9.9 Mets efor düzeyinde intravenöz
(i.v.) Tc – 99m MIBI enjeksiyonu yapıldı. Dinlenme periyodu sırasında da hastaya i.v. Tc –
99m MIBI enjeksiyonu yapılarak, bekleme sonrası istirahat miyokard perfüzyon
görüntüleri alındı. Ardından stres miyokard perfüzyon görüntüleri alındı. Ayrıca EKG
eşliğinde GATED data kaydı yapıldı. Bilgisayar sisteminde görüntüler işlenerek miyokard
perfüzyonu ve duvar hareketleri değerlendirildi.
Elde edilen verilerin nümerik ve kategorik olarak ayrılmasından sonra, bulgular ortalama ±
SD şeklinde sunularak istatistiksel hesaplamalar SPSS for Windows 15.0 yazılımı ile
gerçekleştirildi. Kategorik verilerin dağılımı yüzde olarak ifade edildi. İstatistik
hesaplamalarda ki-kare, Student’s t testi, Pearson korelasyon ve lojistik regresyon analizleri
kullanıldı. İstatistiksel olarak 0.05’ten küçük olan “p” değerleri anlamlı olarak kabul edildi.
66
BULGULAR
İstanbul Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği
Poliklinikleri’ne Aralık – 2008 ile Nisan – 2009 arasında, koroner arter hastalığı ya da
diyabet ile ilişkili şikayetler dışında sebeplerle başvuran ve abdominal obezite görünümü
ile biyokimyasal parametreleri açısından metabolik sendrom tanısı alan 250 hasta cinsiyet,
yaş gruplarına göre sınıflandırılmışlardır.
Çalışmaya katılan hastaların 172’si kadın (% 68.8; ortalama yaş: 51.44±8.2) ve 78’i (%
31.2; ortalama yaş: 47.99±7.79) erkektir. En genç hasta 28 yaşında ve en yaşlı hasta 68
yaşında olup yaş gruplarına göre dağılım tablo 8’de verilmiştir.
Tablo 8. Olguların cinsiyet ve yaş gruplarına göre dağılımı.
Yaş grupları
Toplam Olgu Sayısı
Kadın
Erkek
p
(yıl)
n (%)
n (%)
n (%)
değeri
25 – 34
8 (3.2)
6 (3.48)
2 (2.57)
< 0.01
35 – 44
44 (17.6)
38 (22.09)
6 (7.69)
< 0.001
45 – 54
120 (48.0)
84 (48.85)
36 (46.16)
< 0.001
55 – 64
72 (28.8)
41 (23.84)
31 (39.74)
*NS
6 (2.4)
3 (1.74)
3 (3.84)
*NS
250 (100.0)
172 (100.0)
78 (100.0)
< 0.001
65 ve üzeri
Toplam
*NS: İstatistiksel olarak fark yok.
67
Hem kadınlarda hem de erkeklerde olguların büyük çoğunluğunun 45 – 54 yaş grubunda
toplandığı, 55 yaş üstünde metabolik sendromun cinsiyete göre farklılık göstermediği, fakat
65 yaş üzeri olgular hariç tutulmak üzere, tüm yaş gruplarında metabolik sendromun
kadınlarda istatistiksel olarak belirgin şekilde daha fazla saptandığı görülmektedir.
Tüm olgularda ortalama sistolik kan basıncı 150.69±24.08 mmHg ve ortalama diyastolik
kan basıncı 87.44±11.77 mmHg olarak bulunmuş olup olguların büyük çoğunluğunun (216
kişi, % 86.4) halihazırda en az bir antihipertansif ilaç ile tedavi almakta olduğu saptanmıştır
(Tablo 9).
Tablo 9. Olguların ortalama kan basıncı düzeyleri.
Kadın
Erkek
p
Ortalama Sistolik Kan Basıncı (mmHg)
154.72±24.14
141.36±21.31
< 0.05
Ortalama Diyastolik Kan Basıncı (mmHg)
87.16±11.21
88.07±13.03
*NS
*NS: İstatistiksel fark yok.
Kadın ve erkek metabolik sendromlu olgular arasında diyastolik kan basınçları açısından
fark görülmezken, kadınlarda sistolik kan basıncı ortalamaları erkek olgulara göre anlamlı
olarak daha yüksek bulunmuştur.
68
Olguların boy, kilo, vücut kitle indeksi ve bel çevresi ölçümleri açısından cinsiyete göre
dağılımları tablo 10’da sunulmuştur.
Tablo 10. Olguların boy, kilo, vücut kitle indeksi ve bel çevresi ölçümü ortalamalarının
cinsiyete göre dağılımları.
Kadın
Erkek
p
Boy (cm)
1.57±1.43
1.71±0.05
< 0.05
Kilo (kg)
84.47±14.69
91.56±15.43
< 0.05
VKİ (kg / m²)**
33.75±6.84
31.14±5.07
*NS
Bel çevresi (cm)
106.85±10.12
106.02±10.02
*NS
*NS: İstatistiksel fark yok; **VKİ: Vücut kitle indeksi.
Erkek ve kadın hastaların bel çevresi ölçümleri ve VKİ hesaplamaları arasında anlamlı fark
görülmezken, boy ve kilo ortalamaları arasında, genel topluma uyumlu bir fark
saptanmıştır.
Çalışmaya katılan hastaların açlık ve tokluk 2.saat glukoz değerleri ile açlık insülin düzeyi
ölçüm ortalamaları ve ortalama glikolize hemoglobin (HbAıc) düzeyleri tablo 11’de
verilmiştir.
69
Tablo 11. Olguların ortalama kan glukoz, glikolize hemoglobin ve insülin düzeyleri.
Kadın
Erkek
p
Açlık glukozu (mg/dl)
115.44±27.87
130.27±52.34
< 0.05
Tokluk 2.saat glukozu (mg/dl)
153.97±76.18
164.22±87.10
*NS
HbAıc (%)
6.22±0.90
6.65±1.68
*NS
Açlık insülin düzeyi (µU/ml)
16.43±7.24
19.62±4.42
*NS
*NS: İstatistiksel fark yok.
Kadın ve erkek hastalar arasında tokluk 2.saat kan glukoz düzeyi, ortalama HbAıc seviyesi
ve açlık insülin düzeyleri açısından istatistiksel fark saptanamazken; erkek hastaların
ortlama açlık kan glukoz düzeyleri, kadın olgulara göre anlamlı derecede daha yüksek
olarak bulundu.
Olguların yaklaşık üçte birinde (82 olgu, % 32.8) daha önceden diyabet tanısı konduğu ve
bunların % 84’ünün (69 kişi) diyabet tedavisine devam etmekte olduğu saptandı. Bu
hastaların tamamının tip 2 diyabetli oldukları belirlendi. Olgulardan ilaç kullanmayan 13
kişi (% 15.85), diyet ve evde kendi kendine kan şekeri ölçümü yaparak diyabetlerini takip
etmekte olduklarını, herhangi bir şikayetleri olmadığını ifade ettiler.
70
Hastaların
kan
lipid
profilleri
ortalama
değerleri
tablo
12’de
cinsiyete
göre
karşılaştırılmıştır.
Tablo 12. Olguların kan lipid profilleri ortalama değerleri.
Kadın
Erkek
p
Total kolesterol (mg/dl)
232.20±44.91
222.34±47.74
*NS
Trigliserid (mg/dl)
182.09±79.84
230.50±72.35
< 0.05
HDL (mg/dl)**
52.51±12.05
45.58±11.34
< 0.05
LDL (mg/dl)***
143.26±43.55
135.04±41.99
*NS
*NS: İstatistiksel fark yok. **HDL: Yüksek dansiteli lipoprotein kolesterol. ***LDL:
Düşük dansiteli lipoprotein kolesterol.
Kadın ve erkek hastalar arasında total ve LDL kolesterol ortalama değerleri açısından fark
saptanmazken, HDL ve trigliserid ortalama düzeyleri, kadın olgularda, erkeklere nazaran
anlamlı şekilde yüksek olarak bulundu. Hastaların yarıya yakınının (112 olgu, % 44.8) son
bir yıl içinde antilipid tedavi gördüğü ve/veya halen görmekte olduğu belirlendi.
71
İstirahat elektrokardiyogramından elde edilen ölçümlere göre olguların ortalama kalp hızı,
ortalama QT mesafeleri ve düzeltilmiş QT değerleri tablo 13’de sunulmuştur. Kadın ve
erkek olgular arasında, bu değerler benzer bulunmuştur.
Tablo 13. Olguların kalp hızı, QT mesafesi ve düzeltilmiş QT ortalama değerleri.
Kadın
Erkek
p
76
78
*NS
QT süresi (sn)
0.366±0.033
0.362±0.037
*NS
QTc** (sn)
0.423±0.035
0.411±0.038
*NS
Ortalama kalp hızı (atım/dk)
*NS: İstatistiksel fark yok. **QTc: Düzeltilmiş QT.
Toplam 250 hastadan 65’inde (% 26.0) düzeltilmiş QT süresi, üst sınır değer kabul edilen
0.440 saniyeden uzun bulunmuştur. Bu hastaların 24’ü (% 36.92) diyabet saptanan
metabolik sendromlu hastalardan; kalan 41 hasta (% 63.08) ise diyabetik olmayan
metabolik sendromlu hastalardan oluşmaktadır. Her iki gruptaki hastalar arasında, QTc
uzaması açısından anlamlı bir fark saptanmamıştır (p > 0.05, Tablo 14).
72
Tablo 14. Diyabetik ve non-diyabetik hastaların QTc uzaması açısından karşılaştırılması.
Diyabeti olmayan
Diyabeti bulunan
p
(n=168)
(n=82)
QTc > 0.44 sn
41 (% 24.40)
24 (% 29.26)
*NS
QTc** normal
127 (% 75.60)
58 (%70.74)
*NS
*NS: İstatistiksel fark yok. **QTc: Düzeltilmiş QT mesafesi.
İstirahat elektrokardiyogramında QTc süresi uzamış bulunan 65 hastanın 34’ü (% 52.31)
kadın ve 31’i (% 47.69) erkektir. Kadın ve erkek hastalar arasında QTc uzaması açısından
anlamlı fark bulunmamıştır (p > 0.05).
İstirahat elektrokardiyogramında QTc süresi uzamış bulunan 65 hastaya egzersiz stres testi
uygulanarak bulgular değerlendirildi. Bu hastalardan 36’sında (% 55.38) egzersiz stres
testi, iskemik kalp hastalığı açısından pozitif (sessiz iskemi pozitif) olarak saptandı.
Egzersiz stres testi iskemik kalp hastalığı lehine pozitif bulunan 36 hastanın 19’u (% 52.77)
kadın ve 17’si (% 47.23) erkek olup, her iki cins arasında anlamlı fark saptanmamıştır
(p>0.05).
İstirahat elektrokardiyogramında QTc süresi uzamış bulunan 65 hastaya, egzersiz stres
testinden bağımsız olarak, ayrıca çekilen miyokard perfüzyon sintigrafilerinde, 37 hastada
(% 56.92) sintigrafik olarak miyokard iskemisi lehine bulgular (sessiz iskemi) saptandı.
73
Miyokard perfüzyon sintigrafisinde sessiz iskemi saptanan 37 hastadan 20’si (% 54.05)
kadın ve 17’si (% 45.94) erkekti, her iki cins arasında sessiz iskemi pozitifliği açısından
anlamlı bir fark saptanmadı (p > 0.05).
İstirahat elektrokardiyogramında QTc uzaması saptanan, diyabeti olan ve olmayan
metabolik sendromlu hastalar, egzersiz stres testi ve miyokard perfüzyon sintigrafisindeki
sonuçlara göre karşılaştırıldıklarında, miyokard perfüzyon sintigrafisinde sessiz iskemi
saptanması açısından anlamlı fark bulunamazken, egzersiz stres testinde iskemi pozitifliği
açısından diyabetli hastalarda daha fazla sessiz iskemi saptandığı görülmektedir (Tablo 15).
Tablo 15. Diyabetik ve non-diyabetik hastalarda egzersiz stres testi ve miyokard perfüzyon
sintigrafisi sonuçlarının karşılaştırılması.
Non-diyabetik
hastalar
n (%)
Diyabetik
hastalar
n (%)
p
Egzersiz stres testi pozitif
22 (% 53.65)
14 (% 58.33)
<0.05
Miyokard perfüzyon sintigrafisinde
iskemi pozitif
23 (% 56.09)
14 (% 58.33)
*NS
41 (% 100)
24 (% 100)
Toplam uzamış QT hastası
*NS: İstatistiksel olarak anlamlı fark yok.
74
Yapılan korelasyon analizlerinde gerek diyabeti bulunmayan, gerekse diyabetik metabolik
sendromlu hastalardaki QTc uzaması ile açlık ve tokluk 2.saat kan glukoz düzeyleri ve
HbAıc yüzdeleri arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı (sırasıyla p değerleri: 0.296, 0.069,
0.099).
Bu hasta gruplarında, bulunan QTc uzaması ile uygulanan egzersiz stres testi ve miyokard
perfüzyon sintigrafisi arasında ise ayrı ayrı ileri derecede anlamlı pozitif bir korelasyon
tespit edildi (her ikisi için de ayrı ayrı p<0.001). Yapılan regresyon analizi de bu bulguları
destekler tarzda, QTc uzaması bulgusunun, miyokard perfüzyon sintigrafisi sonuçlarını
öngörebileceği yönünde kuvvetli bir ilişki olduğunu gösterdi (F=96.044, p<0.001).
75
TARTIŞMA
Kardiyovasküler hastalıklar, diyabetik olmayan bireylere göre % 200 – 400 kat artmış
vasküler hastalık riski taşıyan diyabetik bireylerde, major morbidite ve mortalite
nedenidirler (76, 77). Asemptomatik kardiyovasküler hastalıklı diyabetik bireylerin erken
tanısı, kardiyovasküler sebeplere bağlı morbidite ve mortaliteyi azaltabilirken; bu
hastalardaki kardiyovasküler hastalıklar, özellikle de koroner arter hastalıkları, göğüs ağrısı
gibi tipik semptomlarla kendini göstermediğinden, erken tanı koyarak hastalığı ortaya
çıkarmak o kadar da kolay olmamaktadır (78, 79).
Metabolik sendrom, ortak genetik ve çevresel ortamlarda gelişen, abdominal obezite,
aterojenik dislipidemi, glukoz intoleransı ve kan basıncı yüksekliği gibi kardiyo-metabolik
risk faktörlerinin bir arada bulunmasıyla karakterize bir tablodur ve bir klinik antite olarak
ele alınması, tip 2 diyabet ve aterosklerotik kardiyovasküler hastalık gelişimi için yüksek
riskli bireylerin tanımlanmasında ve ortak koruyucu yaklaşımların belirlenmesinde yarar
sağlayacaktır.
Metabolik sendrom bugün için proinflamatuvar ve pro-trombotik bir hastalık süreci olarak
da tanımlanmaktadır. Metabolik sendromdaki ana hemostatik anormallik, plazminojen
aktivatör inhibitör (PAI – 1) seviyelerinde artış ile ilişkili azalmış fibrinolizistir ve bir dizi
multifaktöryel mekanizma bu sürece eşlik etmektedir. Tüm bu mekanizmalar neticesinde
pıhtılaşmaya eğilim artmakta ve akut koroner sendrom gibi olumsuz hadiseleri tetikleyen
aterosklerotik sürecin tehlikeli basamağı olan aterotromboza eğilim, belirgin şekilde
artmaktadır (80).
Çalışmalar, metabolik sendromun Türkiye’deki koroner kalp hastası olgularının yarısından
sorumlu olduğunu, bu oranın erkeklerde %42’yi, kadınlarda ise %64’ü bulduğunu
76
göstermektedir (81). Metabolik sendromlu hastalarda, koroner kalp hastalığı tanısında
istirahat elektrokardiyogramı, egzersiz EKG’si, miyokard perfüzyon sintigrafisi ve koroner
anjiografi sayılabilirse de bunlar içerisinde her zaman ve her yerde bulunabilen istirahat
EKG’si, özellikle hiperglisemi komponentine bağlı olarak azalan sensitivite ve spesifitesi
nedeniyle, koroner kalp hastalığı tanısında çok da yararlı olamamakta; diğer yöntemler
asemptomatik hasta populasyonunda her zaman ulaşılabilir ve/veya maliyet-etkin
yöntemler olamadıkları için birinci basamak sağlık kurumlarında çok da tercih
edilmemektedirler.
EKG’de QT aralığı ventriküler miyokardın elektriksel aktivasyon ve istirahat sürelerini
verir; kalp hızı ile ters orantılı olarak değişir. Uzamış QT intervali ventriküler
repolarizasyon anomalilerinin basit bir göstergesi olarak sayılır. QT intervalinde uzama
sağlıklı bireylerde ani ölüm ve düşük sağ kalım oranları ile ilişkilidir. Koroner arter
hastalığı olan hastalarda QT intervalinde uzamanın yüksek prevalans gösterdiği ve yüksek
mortalite ile ilişkili olduğu öne sürülmektedir. QT intervalinde uzama ve QT
dispersiyonunda artma diyabetli, hipertansif ve obez hastalarda artmış ani kardiyak ölüm
insidansı ile de ilişkilidir (82, 83).
Çalışmamızda bu amaçla istirahat elektrokardiyogramından yapılan QT mesafesi ölçümleri
ve düzeltilmiş QT hesaplamaları sonucunda, metabolik sendromu bulunan 250 hastanın
65’inde (% 26.0) QTc uzamış olarak bulunmuştur. Kadın ve erkek hastalar arasında QTc
uzaması açısından fark bulunamamıştır. Elming ve ark.nın 30 – 60 yaş grubu asemptomatik
3455 kişiden oluşan randomize bir populasyonda yaptıkları çalışmada, sadece 313 olguda
(% 9.05) QTc uzaması saptanmıştır (83). Algra ve ark. ise çeşitli nedenlerle 24 saatlik
ambulatuvar EKG takibine aldıkları hastalarda, uzamış QTc mesafesini % 22.05 oranında
saptamışlar ve bu hastalarda, çalışmamızla uyumlu şekilde, cinsiyete bağlı bir fark
77
olmadığını görmüşlerdir (84). Bu durum, genel topluma göre, kardiyometabolik sorunları
olan kişilerde, QTc uzamasına daha yüksek oranda rastlandığını göstermektedir.
Whitsel ve ark.nın bilinen diyabeti olan hastalarda yaptıkları çalışmada, hastalar QT
intervali ölçümlerine göre gruplandırılmış ve hastaların % 54’ünde, QTc süresi 0.44 sn’nin
üzerinde tespit edilmiştir (85). Robillon ve ark. da diyabetli hastaların istirahat
elektrokardiyogramlarında QT dispersiyonu ve değişkenliğini, sağlıklı kontrollere göre ileri
derecede farklı bulmuşlardır (86). Bu çalışmada tip 1 ve tip 2 diyabetik hastalar arasında
QT uzaması açısından anlamlı fark bulunmadığı bildirilmiştir. Bizim çalışmamızda da
diyabeti bulunan hastalardan oluşan alt grupta, uzamış QTc varlığı, hastaların neredeyse
üçte birinde mevcuttu. Diyabeti olmayan metabolik sendromlu hastalarda ise hastaların
dörtte birinde QTc uzamış bulundu. Her iki çalışma da göstermektedir ki diyabet tablosu
yerleştikçe elektrofizyolojik bozuklukların bir göstergesi olan QTc uzaması da daha çok
görülmektedir.
Roukema ve ark., istirahat elektrokardiyogramında tespit ettikleri QTc uzamasını, hastalara
egzersiz stres testi uygulayarak test etmişler ve iskemik kalp hastalığı bulunan hastalarda,
sağlıklı kontrollere nazaran, hem istirahatte hem de egzersiz sonrasında daha uzun QTc
süresi bulunduğunu ve bunun iskemik kalp hastalığı ile ilişkili olabileceğini bildirmişlerdir
(87). Shah ve ark., göğüs ağrısı şikayeti ile başvuran infarktüs şüpheli hastalarda yaptıkları
çalışmada, göğüs ağrısının kardiyak olarak sınıflandırılamadığı durumlarda egzersiz testi
ile ileri tetkik edilen alt grupta, QTc uzamasının miyokarda iskemi, hatta infarktüsü
öngörebileceğini öne sürmüşlerdir (88). Bizim çalışmamızda da istirahatte QTc uzaması
bulunan hastaların yarısından fazlasında egzersiz stres testi iskemik kalp hastalığı açısından
pozitif ve anlamlı bulunmuştur. Bu durum, QTc uzamasının iskemi ile ilişkili olabileceğini
düşündürmektedir.
78
Çalışmamızda istirahatte QTc uzaması saptanan metabolik sendromlu olgulara, egzersiz
stres testi yanı sıra sessiz iskemiyi göstermek amacıyla miyokard perfüzyon sintigrafisi de
uygulanmıştır. Tsai ve ark. iskemik kalp hastalığı semptomları bulunmayan fakat metabolik
sendromu olan tip 2 diyabetik hastalarda, sessiz iskemi varlığını, egzersiz stres testi veya
miyokard perfüzyon sintigrafisi kullanarak araştırmışlar; 368 hastadan 148’inde (% 40)
koroner iskemi bulgularına rastlamışlardır (89). Sargın ve ark. da ülkemizde tip 2 diyabetli
hastalarda sessiz iskemi sıklığını % 12.4 olarak bildirmişlerdir, ancak egzersiz stres testi ile
elde ettikleri bu bulgularını koroner anjiogram ile doğrulama yoluna gitmişlerdir (90).
Bizim çalışmamız ise metabolik sendromlu, kardiyak yönden asemptomatik olan hastalarda
uzamış QTc saptanması üzerine hem egzersiz stres testi hem de miyokard perfüzyon
sintigrafisi uygulanan tek çalışma gibi görünmektedir. Çalışmamızda QTc uzaması bulunan
65 hastanın 37’sinde miyokard perfüzyon sintigrafisi ile sessiz iskemi pozitif bulunmuştur.
Diyabeti olan ve olmayan hastalar arasında iskemi pozitifliği açısından fark bulunmamış
olması, metabolik sendromun da en az diyabet kadar koroner arter hastalığına yol
açabileceğini düşündürmektedir. Bu bulgular ışığında, istirahat elektrokardiyogramında
QTc uzaması ile egzersiz stres testi ve/veya miyokard perfüzyon sintigrafisi ile saptanan
sessiz koroner iskemi arasında anlamlı bir ilişki var gibi gözükmektedir.
79
SONUÇ
Metabolik
sendromlu
hastalarda,
koroner
kalp
hastalığı
tanısında
istirahat
elektrokardiyogramı (EKG), egzersiz EKG’si, miyokard perfüzyon sintigrafisi ve koroner
anjiografi sayılabilirse de bunlar içerisinde her zaman ve her yerde bulunabilen istirahat
EKG’si, özellikle hiperglisemi komponentine bağlı olarak azalan sensitivite ve spesifitesi
nedeniyle, koroner kalp hastalığı tanısında çok da yararlı olamamakta; diğer yöntemler
asemptomatik hasta populasyonunda her zaman ulaşılabilir ve/veya maliyet-etkin
yöntemler olamadıkları için birinci basamak sağlık kurumlarında çok da tercih
edilmemektedirler.
EKG’de QT aralığı ventriküler miyokardın elektriksel aktivasyon ve istirahat sürelerini
verir; kalp hızı ile ters orantılı olarak değişir. Uzamış QT intervali ventriküler
repolarizasyon anomalilerinin basit bir göstergesi olarak sayılır. QT intervalinde uzama
sağlıklı bireylerde ani ölüm ve düşük sağ kalım oranları ile ilişkilidir. Koroner arter
hastalığı olan hastalarda QT intervalinde uzamanın yüksek prevalans gösterdiği ve yüksek
mortalite ile ilişkili olduğu öne sürülmektedir. QT intervalinde uzama ve QT
dispersiyonunda artma diyabetli, hipertansif ve obez hastalarda artmış ani kardiyak ölüm
insidansı ile de ilişkilidir. Bu durum, genel topluma göre, kardiyometabolik sorunları olan
kişilerde, QTc uzamasına daha yüksek oranda rastlandığını göstermektedir.
Asemptomatik koroner hastalığı bulunan metabolik sendromlu hastalarda, istirahat
elektrokardiyogramında QTc uzamasının; tespit etmesi kolay, sonuçları güvenilir,
ekonomik bir erken tanı metodu olarak kullanılabilir olduğu düşünülmektedir.
80
ÖZET
İstanbul Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği
Poliklinikleri’ne Aralık – 2008 ile Nisan – 2009 arasında, koroner arter hastalığı ya da
diyabet ile ilişkili şikayetler dışında sebeplerle başvuran ve metabolik sendrom kriterlerine
uyan 250 hastanın istirahat elektrokardiyogramında QT mesafesi ölçülerek, kalp hızına
göre düzeltilmiş QT (QTc) süresi uzamış olarak bulunan hastalarda (65 hasta, % 26.0),
egzersiz stres testi ve miyokarda perfüzyon sintigrafisi ile sessiz iskemi varlığı araştırılmış;
bu hastalarda uzamış QTc ile sessiz iskemi pozitifliği arasında olası ilişki incelenmiştir.
QTc uzamasına neden olan diğer sebepler uygun şekilde dışlandığında, asemptomatik
koroner
hastalığı
bulunan
metabolik
sendromlu
hastalarda,
istirahat
elektrokardiyogramında QTc uzamasının; sessiz iskemi varlığını araştırmada, tespit etmesi
kolay, sonuçları güvenilir, ekonomik bir erken tanı metodu olarak kullanılabilir olduğu
düşünülmektedir.
81
SUMMARY
This study was held at the outpatient clinics of the department of Family Medicine of
İstanbul Dr.Lutfi Kirdar Kartal Education and Research Hospital, between December 2008
and April 2009. The aim was to determine the effectivity and validity of QT prolongation
in resting electrocardiogram in diagnosing silent myocardial ischemia in asymptomatic
patients with metabolic syndrome. Corrected QT (QTc) prolongation was found in 65 (26.0
%) of 250 consecutive patients, randomly enrolled into the study. The patients with
prolonged QTc, also received both diagnostic exercise stres testing and myocardial
perfusion scintigraphy. Out of 65 patients, 36 in exercise stres testing and 37 in myocardial
perfusion scintigraphy, were found to have silent myocardial ischemia. These findings
suggest that QT prolongation may be useful in risk stratifying and is an economical and
valid tool for assessing silent coronary ischemia in asymptomatic patients with metabolic
syndrome.
82
KAYNAKLAR
1. Levine TB, Levine AB. Metabolic syndrome and cardiovascular disease. Elsevier
Inc., New York, NY. 2006, 145-177.
2. Kahn R, Buse J, Ferrannini E, The metabolic syndrome: time for a critical
appraisal: joint statement from the American Diabetes Association and the
European Association for the Study of Diabetes. Diabetes Care 2005; 28: 22892304.
3. Avogaro P, Crepaldi G. Essential Hyperlipidemia, obesity and diabetes.
Diabetologia 1965; 1: 137.
4. Haller H . epidemiology and associated risk factors of hyperlipoproteinemia . Z
Gesamte Inn Med 1977 ;32:124-128.
5. Reaven GM. Banting Lecture 1988. Role of insülin resistance in human disease.
Diabetes 1988;37:1595- 1607.
6. Özbey N, Orhan Y. Diabetes Mellitus. 2003; 69-70.
7. Alberti KG, Zimmet PZ. Definition, diagnosis and classification of diabetes
mellitus and its complications. 1. Diagnosis and classification of diabetes mellitus
provisional report of a WHO consultation. Diabet Med 1998; 15: 539-553.
8. Balkau B, Charles MA. Comment on the provisional report from the WHO
consultation. European Group for the study of Insulin Resistance (EGIR). Diabetes
Med 1999; 442-443.
83
9. National, Cholestrol Education Program (NCEP) Expert Panel on Detection,
Evaluation, and Treatment of High Blood Cholestrol in Adults (Adult Treatment
Panel III) Third Report of the National Cholestrol Education Program (NCEP)
Expert Panel on Detection, Evaluation, and Treatment of High Blood Cholestrol in
Adults (Adult treatment Panel III) final report. Circulation 2002; 106: 3143-3152.
10. Einhorn D, Reaven GM, Cobin RH, Ford E, Ganda OP, Handelsman Y, et al.
American College of Endocrinology position statement on the insülin resistance
syndrome. Endocr Pract 2003; 9: 237-252.
11. International Diabetes Federation worldwide definition of the metabolic syndrome.
Available at: http://www.idf.org/webdata/docs/IDF_Metasyndrom_Definition.pdf.
Erişim: 24 Nisan 2009.
12. Ford ES, Giles WH, Dietz WH. Prevalance of the metabolic syndrome among US
adults: findings from the third National Health and Nutrition Examination
Survey.JAMA 2002;287:356-359.
13. Onat A, Sansoy V. Halkımızda Koroner Hastalığın Başsuçlusu Metabolik Sendrom:
Sıklığı, Unsurları, Koroner Risk ile İlişkisi ve Yüksek Risk Kriterleri. Türk
Kardiyol Dern Araş 2002;30: 8–15.
14. Kozan Ö, Oğuz A, Abacı A, ve ark. Türkiye Metabaolik Sendrom Prevalans
Çalışması (METSAR) Sonuçları. II. Metabolik Sendrom Sempozyumu. İstanbul
Mart 2005.
84
15. Obesity: preventing and managing the global epidemic. Report of a World Health
Organization consultation on obesity, Genova, Switzerland, June 3-5, 1997.
16. National Institutes of Health. Clinical guidelines on the identification, evaluation
and treatment of owerweight and obesity in adults: the evidence report. Obes Res
1998; 6: 51-209.
17. Ito H, Nakasuga K, Ohshima A, et al. Detection of cardiovascular risk factors by
indices of obesity obtained from anthropometry and dual-energy x-ray
absorptiometry in Japanese individuals. Int J Obes Relat Metab Disord. 2003; 27:
232-237.
18. Ford ES, Giles W H, Dietz WH. Prevalance of the metabolic syndrome among US
adults: Finding from the Third National Health and Nutrition Examination Survey.
JAMA 2002; 287: 356-359.
19. Wyszynski DF, Waterworth DM, Barter PJ, et al. Relation between atherogenic
dyslipidemia and the Adult Treatment Program-III definition of metabolic
syndrome (Genetic Epidemiology of Metabolic Syndrome Project). Am J Cardiol
2005; 95: 194-8.
20. Grundy SM, Brewer HB, Jr., Cleeman JI, Smith SC, Jr., Lenfant C. Definition of
metabolic syndrome: report of the National Heart,Lung, and Blood instute/
American Heart Association conference on scientific issues related to definition.
Arterioscler Thromb Vasc Biol 2004; 24: 13-8.
85
21. Vinik Al. The metabolic basis of atherogenic dyslipidemia. Clin Cornerstone 2005;
7: 27-35.
22. Vega GL. Management of atherogenic dyslipidemia of metabolic syndrome:
evolving rationale for combined drug therapy. Endocrinol Metab Clin North Am
2004; 33: 525-44.
23. Executive Summary of the Third Report of the National Cholesterol Education
Program (NCEP) Expert Panel on Detection, Evaluation, and treatment of High
Blood Cholesterol in adults (Adult Treatment Panel III). Expert Panel on Detection,
Evaluation, and Treatment of High Blood Cholesterol in Adults. JAMA 2001; 285:
2486-2497.
24. Franklin SS, Barboza M, Pio JR, et al. Blood pressure categories, hypertensive
subtypes, and the metabolic syndrome. J Hypertens 2006; 24: 2009-2016.
25. Kabakci G, Koylan K, Kozan O, Buyukozturk K, Ilerigelen B; ICEBERG
Investigators. Evaluation of the metabolic syndrome in hypertensive patients:
results from ICEBERG Study. J Cardiometab syndr 2007; 3: 168-173.
26. Yanai H, Tomono T, Ito K, et al. The underlying mechanisms for devolopment of
hypertansion in the metabolic syndrome. Nutr J 2008; 7: 10.
27. Franklin SS, Barboza MG, Pio JR, Wong ND. Blood pressure categories,
hypertensive subtypes, and the metabolic syndrome. J Hypertens 2006; 24: 20092016.
86
28. Chirinos J. Obesity and hypertension patients in the United States population: The
Third National Health and Nutrition Examination Survey (NHANES III). J
Hypertens 2007; 9,S4:A53-A54.
29. Balkau B, Charles MA, Drivsholm T, Borch-Johnsn K, Wareham N, Yudkin JS, et
al. European Group for the Study of Insulin Resistance (EGIR). Frequency of the
WHO metabolic syndrome in European cohorts, and an alternative definition of an
insulin resistance syndrome. Diabetes Metab 2002; 28: 364-76.
30. Reaven GM:Banting lecture 1988: Role of insülin resistance in human disease.
Diabetes 1988; 37: 1595- 1607.
31. Meglasson MD , Matschinsky FM. Pancreatic islet glucose metabolism and
regulation of insülin secretion. Diabetes Metab Rev 1986; 2: 163-214.
32. Steinberg HO, Chaker H, leaming R , et al . Obesity/ insulin resistance is associated
with endothelial dysfunction: implications for the syndrome of insulin resistance. J
Clin Invest 1996; 97: 2601-2610.
33. Yki-Jarvinen H. Role of insulin resistance in the pathogenesis of NIDDM.
Diabetalogia 1995; 38: 1378-88.
34. Hollenbeck C, Reaven GM. Variations in insulin stimulated glucose uptake in
healthy individuals with normal glucose tolerance. J Clin Endocrinol Metab 1987;
64: 1169-73.
87
35. Groop LC, Bonadonna RC, Simonson DC, et al. Effect of insulin on oxidative and
non-oxidative pathways of free fatty acid metabolism in human obesity. Am J
Physiol 1992; 263: E79-84.
36. Howard BV. Lipoprotein metabolism in diabetes. Curr Opin Lipidol 1994; 5: 216220.
37. Pagona G, Pacini G, Musso G, Gambino R, Mecca F, Depetris N, et al.
Nonalcoholic steatohepatitis, insulin resistance, and metabolic syndrome: further
evidence for an etiologic association. Hepatology 2002; 35: 367-79.
38. Altuntaş Y. İnsülin direncinde tanı testleri.: Klinik Aktüel Tıp Metabolik sendrom
özel sayısı. İstanbul, Mayıs 2005: 12-18.
39. Matthews DR, Hosker JP, Rudenski AS, Naylor BA, Treacher DF, Turner RC:
Homeostasis model assesment: insulin resistance and beta-cell function from fasting
plasma glucose and insulin concentrations in man. Diabetologia 1985; 28: 412-419.
40. Khan M, Pelengaris S. Lipids and Diabetes, Current Medical Literature 2004; 1-5.
41. Alexander CM, Landsman PB, Teutsch SM, Haffner SM: Third National Health
and Nutrition Examination Survey (NHANES III); National Cholesterol Education
Program (NCEP). NCEP- defined metabolic syndrome, diabetes, and prevalence Of
coronary heart disease among NHANES III participants age 50 years and older.
Diabetes. 2003; 52: 1210–1214.
88
42. Yılmaz T. Diabetes mellitusun tanı kriterleri ve sınıflaması. YılmazT, Bahçeci M,
Büyükbeşe A (eds), Diabetes Mellitus’un Modern Tedavisi, birinci baskı, İstanbul,
Türkiye Diyabet Vakfı, 2003.
43. Dandona P, Aljada A, Mohanty P, Ghanim H, Hamouda W, Assian E, Ahmad S.
İnsulin inhibits intranuclear nuclear factor kappaB and stimulates IkappaB in
mononuclear cells in obese subjects: evidence for an anti-inflamatory effect? J Clin
Endocrinol Metab. 2001; 86: 3257-3265.
44. Ellessi MC, Peiretti F, Morange P, et al. Production of plasminogen activator
inhibitor 1 by human adipose tissue:possible link between visceral fat accumulation
and vascular disease. Diabetes 1997; 46: 860-867.
45. Karlsson C, Lindell K, Ottoson M, et al. Human adipose tissue expresses
angiotensinogen and enzymes required for its conversion to angiotensin II. J Clin
Endocrinol Metab 1998; 83: 3925-3929.
46. Hsueh WA, Law RE. Inulin signaling in the arterial wall. Am J Cardiol 1999; 84:
21-24.
47. Davignon J, Ganz P. Role of endothelial dysfunction in atherosclerosis. Circulation
2004; 109(23 Suppl 1): III27-32.
48. Yusuf S, Hawken S, Qunpuu S et al. Effect of potentially modifiable risk factors
associated with myokardial infarction in 52 countries (the INTER-HEART study):
case-control study. Lancet 2004; 364: 9438.
89
49. Giugliano D, Ceriello A &Esposito K. Are there spesific treatments for the
metabolic syndrome ? Am J Clin Nutr 2008; 87: 8-11.
50. Knowler WC, Barett-Connor E, Fowler SE, Hamman RF, Lachin JM, Walker EA,
Nathan DM. Reduction in the incidence of type 2 diabetes with lifestyle
intervention or metformin. N Eng J Med 2002; 346-403.
51. Suzuki T , Homma S. Treatment of hypertension and other cardiovascular risk
factors in patients with metabolic syndrome. Med Clin North Am 2007; 91: 12111223.
52. The Diabetes Prevention Program (DPP):description of lifestyle intervention.
Diabetes Care 2002;25:2165-2171.
53. Shai I, Jiang R, Manson JE, Stampfer MJ, Wilett WC, Colditz GA &Hu FB.
Ethnicity, obesity, and risk of type 2 diabetes in women: a 20-year follow up study.
Diabetes Care 2006;29:1585-1590.
54. Helmrich SP, Ragland DR, Leung RW& Paffenbarger RS, Jr. Physical activity and
reduced occurence of non-insulin- dependent diabetes mellitus. N Eng J Med
1991;325:147-152.
55. Thompson PD. Exercise and physical activity in the prevention and treatment of
atherosclerotic
cardiovascular
disease.
Arterioscler
Thromb
Vasc
Biol
2003;23:1319-1321.
90
56. Chobanian AV, Bakris GL, Black HR, Cushman WC, Green LA, Izzo JL, Jr. ,
Jones DW, Materson BJ, Oparil S, Wright JT, Jr. &Rocella EJ. The Seventh Report
of the joint National Commitee on Prevention, Detection, Evaluation, and treatment
of High blood Pressure: the JNC 7 report. Jama 2003;289:2560-2572.
57. Expert Panel on Detection, Evaluation, and Treatment of High Blood Cholesterol in
Adults. Executive Sumary of The Third Report of The National Cholesterol
Education Program (NCEP) Expert Panel on Detection , Evaluation, and Treatment
of High Blood Choleterol in Adults
(adult Treatment Panel III). JAMA
2001;285:2486-2497.
58. Standards of medical care in diabetes 2008. Diabetes Care 2008;31:Suppl 1 12-54.
59. Türkiye Kalp Raporu 2000, Turk Kardiyoloji Derneği, Yenilik Basımevi,İstanbul
2000, S.11-25.
60. Hu FB, Stampfer MJ, Haffner SF, et al. Elevated risk of cardiovascular disease
prior to clinical diagnosis of type 2 diabetes. Diabetes Care 2002; 25:1129-1134.
61. Kültürsay H. Koroner Kalp Hastalığı Primer ve Sekonder Korunma; Argos
Yayınları, İstanbul, s.31-61, 2001.
62. www.framinghamheartstudy.org (Erişim: 24 Nisan 2009).
63. Myocardial infarction redefined-a concensus document of the Joint European
Society of Cardiology / American Collage of Cardiology Commitee for the
Redefinition of Myocardial Infarction. J Am Cardiol 2000;36:959-69.
91
64. Lown B. Sudden cardiac death: The major challenge confronting contemporary
cardiology. Am. J. Cardiol. 43:313, 1979.
65. Fuster V, Alexander RW, O’Rourke RA. Hurst’s The Heart, 10th edition, McGraw
Hill, 1. Cilt, s.461-479, 2002.
66. Yang JC, Wesley RC, Froelicher VF. Ventricular Tachycardia during routine
exercise testing: risk and prognosis. Arch Internal Med; 151: 349-353, 1991.
67. Nuclear Cardiology Task Group: Turk J Nucl Med, 2001;Vol. 10:41-55.
68. Schwartz PJ,Moss AJ, Vincent GM, Crampton RS. Diagnostic criteria for the long
QT syndrome. An update. Circulation 1993; 88:782-4.
69. Allan WC, Timothy KW, Vincent GM, et al. Long QT syndrome in children: the
value of rate corrected QT interval and DNA analysis as screening tests in the
general population.J Med Screen 2001; 8:173-7.
70. Elming H, Sonne J, Lublin HK. The importance of the QT interval : a rewiew of the
literature. Acta psychiatr Scand 2003; 107:96-101.
71. Witchel HJ, Hancox JC . Familial and Acquired long QT syndrome and the cardiac
rapid delayed rectifier potassium current. Clin Exp Pharmacol P 2000; 27:753-66.
72. Stratman HG, Kenedy HL. Torsade de pointes associated with drugs and toxins:
recognition and managment. Am Heart J 1987; 113:1470-82.
92
73. Viskin S, Belhassen B. Polymorphic ventricular tachyarrhytmias in the absence of
organic hearth disease: classification, differential diagnosis, and implications for
therapy. Prog Cardiovasc Dis 1998; 41:17-34.
74. Higham PD, Campbell RWF. QT dispersion. Br Heart J1994; 71: 508-10.
75. Yeşilbursa D, Serdar A, Aydınlar A. Effect of successful coronary angioplasty and
stent implantation on QT dispersion. Coron Artery Dis 1999; 10: 335-7.
76. Kannel WB, McGee DL. Diabetes and cardiovascular disease. The Framingham
study. JAMA 1979; 241: 2035-38.
77. Stamler J, Vaccaro O, Neaton JD, Wentworth D. Diabetes, other risk factors, and
12-yr cardiovascular mortality for men screened in the Multiple Risk Factor
Intervention Trial. Diabetes Care 1993; 16: 434-44.
78. American Diabetes Association. Consensus development conference on the
diagnosis of coronary heart disease in people with diabetes. Diabetes Care 1998; 21:
1551-59.
79. Brun E, Nelson RG, Bennett PH, Imperatore G, Zoppini G, Verlato G, Muggeo M.
Verona Diabetes Study. Diabetes duration and cause-spesific mortality in the
Verona Diabetes Study. Diabetes Care 2000; 23: 1119-23.
80. Levine TB, Levine AB. Inflammation. In: Metabolic syndrome and cardiovascular
diseases. Türkçesi. Çeviri ed. Oğuz A, Sağlam H, Çoksert Kılıç D. Elsevier Inc.
2006, p.37-73.
93
81. Sansoy V. Türkiye’de obezite ve metabolik sendrom. In: Hatemi HH. Türkiye’de
diyabet ve metabolik sendrom epidemiyolojisi. 2005, Bayer AG, İstanbul, p.123-29.
82. The EURODIAB IDDM Complications Study Group. Prevalence of Q-T interval
dispersion in type 1 diabetes and its relation with cardiac ischemia. Diabetes Care
2002; 25: 702-707.
83. Elming H, Holm E, Torp-Pedersen C, Kober L, Kircshoff M, Malik M, Camm J.
The prognostic value of the QT interval and QT interval dispersion in all-cause and
cardiac mortality and morbidity in a population of Danish citizens. Eur Heart J
1998; 19: 1391-1400.
84. Algra A, Tijssen JGP, Roelandt JRTC, Pool J, Lubsen J. QTc prolongation
measured by standard 12-lead electrocardiography is an independent risk factor for
sudden death due to cardiac arrest. Circulation 1991; 83: 1888-94.
85. Whitsel EA, Boyko EJ, Rautaharju PM, Raghunathan TE, Lin D, Pearce RM,
Weinmann SA, Siscovick DS. Electrocardiographic QT interval prolongation and
risk of primary cardiac arrest in diabetic patients. Diabetes Care 2005; 28: 2045-47.
86. Robillon JF, Sadoul JL, Benmerabet S, Joly-Lemoine L, Fredenrich A, Canivet B.
Assessment of cardiac arrhythmic risk in diabetic patients using QT dispersion
abnormalities. Diabetes Metab (Paris) 1999; 25: 419-23.
87. Roukema G, Singh JP, Meijs M, Carvalho C, Hart G. Effect of exercise-induced
ischemia on QT interval dispersion. Am Heart J 1998; 135: 88-92.
94
88. Shah CP, Thakur RK, Reisdorff EJ, Lane E, Aufderheide TP, Hayes OW. QT
dispersion may be a useful adjunct for detection of myocardial infarction in the
chest pain center. Am Heart J 1998; 136: 496-8.
89. Tsai JCR, Chang DM, Chung FM, Wu JC, Shin SJ, Lee YJ. The associaton of silent
coronary artery disease and metabolic syndrome in Chinese with type 2 diabetes
mellitus. Rev Diab Studies 2004; 1: 18-28.
90. Sargın H, Ozışık M, Ozışık NC, Seven O, Orbay E, Gozu H, Sargın M, Tekce M,
Yayla A. The prevalence of silent ischemia in Turkish patients with type 2 diabetes
mellitus. Tohoku J Exp Med 2005; 205: 351-5.
95
Download