Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi yayınıdır ISSN 1309-9213 EKİM - KASIM 2012 ÇOCUKLARDA KBB HASTALIKLARI Pediatrik Rinosinüzitler Kalıtımsal İşitme Kayıpları Çocuklarda Tıkayıcı Uyku Apnesi Koklear İmplant Çocuklardaki İşitme Kayıpları ve İşitme Cihazı Uygulamaları Çocuklarda Konuşma Bozuklukları Op. Dr. Mahmut ARVENT ile Söyleşi Tıpta Bilgisayar ve İnternet Resim Dosyas› - K›z›m ve ben Geçmifli Silmeyi Onayla Geçmiflini ve tüm an›lar›n› silmek istedi¤inizden emin misiniz ? 1 1 FORMÜLÜ: Her film tablet, 5 mg ve 10 mg donepezil hidroklorür ve boyar madde olarak sar› demiroksit ve titanyum dioksit içerir. FARMAKOLOJ‹K ÖZELL‹KLER‹: Donepezil hidroklorür, beyindeki bafll›ca kolinesteraz olan asetilkolinesteraz›n spesifik ve reversibl bir inhibitörüdür. END‹KASYONLARI: Doenza, hafiften orta dereceye Alzheimer tipi demans› olan hastalar›n semptomatik tedavisinde endikedir. KONTREND‹KASYONLARI: Doenza, donepezil hidroklorür, piperidin türevleri veya formülasyonda kullan›lan yard›mc› maddelerin herhangi birine karfl› afl›r› duyarl›l›€› bulunan hastalarda kontrendikedir. Doenza’n›n hamilelikte kullan›lmas› kontrendikedir. UYARILAR/ÖNLEMLER: Donepezil bir kolinesteraz inhibitörü olarak anestezi s›ras›nda süksinilkolin tipi kas gevflemesini fazlalaflt›rabilir. Kolinesteraz inhibitörlerinin farmakolojik özellikleri nedeniyle, kalp at›fl h›z› üzerinde bradikardi gibi vagotonik etkileri bulunabilir. Ülser hikayesi olan veya ayn› zamanl› nonsteroidal antiinflamatuvar ilaç (NSA‹‹) kullanan hastalar gibi, ülser geliflme riski artm›fl hastalar semptomlara karfl› izlenmelidir. Donepezil farmakolojik özellikleri sonucu diyare, bulant› ve kusmaya sebep olabilir. Donepezil hidroklorür ile yap›lan klinik çal›flmalarda gözlenmemifl olmakla birlikte kolinomimetikler mesane ç›k›fl›nda obstrüksiyona neden olabilmektedirler. Kolinomimetiklerin jeneralize konvülsiyona neden olma potansiyeline sahip olduklar› düflünülür. Ancak konvülsiyon Alzheimer hastal›€›n›n bir belirtisi de olabilir. Kolinesteraz inhibitörleri kolinomimetik etkileri nedeniyle ast›m veya obstruktif akci€er hastal›€› hikayesi olan hastalara dikkatle uygulanmal›d›r. Donepezil hidroklorür, di€er asetilkolinesteraz inhibitörleri ve kolinerjik sistemin agonistleri veya antagonistleriyle birlikte verilmemelidir. GEBEL‹K KATEGOR‹S‹: C. Donepezilin hamilelerde kullan›m›na dair yeterli klinik bilgi bulunmad›€›ndan hamilelik döneminde kullan›lmamal›d›r. Donepezil hidroklorür’ün insan sütüne kar›fl›p kar›flmad›€› bilinmemektedir ve emziren kad›nlar üzerinde yap›lm›fl bir çal›flma yoktur. Bu nedenle Donepezil emziren anneler taraf›ndan kullan›lmamal›d›r. YAN ETK‹LER/ADVERS ETK‹LER: Donepezil kullan›m›na ba€l› olarak görülen en yayg›n advers etkiler; bulant›, diyare, uykusuzluk, kusma, kas kramplar›, yorgunluk ve anoreksidir. BEKLENMEYEN B‹R ETK‹ GÖRÜLDÜ⁄ÜNDE DOKTORUNUZA BAfiVURUNUZ. ‹LAÇ ETK‹LEfi‹MLER‹: Yap›lan in-vitro çal›flmalara göre CYP 3A4 ve daha düflük düzeyde CYP 2D6, donepezilin metabolize edilmesinde rol oynarlar. Yap›lan in-vitro etkileflim çal›flmalar›na göre s›ras›yla CYP 3A4 ve 2D6 inhibitörleri olan, ketokonazol ve kinidin, donepezil metabolizasyonunu inhibe ederler. Bu nedenle, bunlar ve itrakonazol ve eritromisin gibi di€er CYP3A4 inhibitörleri ve fluoksetin gibi CYP2D6 inhibitörleri donepezil metabolizasyonunu inhibe edebilirler. Ayr›ca, donepezilin süksinilkolin, di€er sinir ve adele bloke edici ajanlar veya kolinerjik agonistler ya da kardiyak ileti sistemi üzerinde etkisi olan beta-bloker ajanlar gibi ilaçlarla birlikte al›nmas› sonucu, sinerjik aktivite oluflmas› potansiyeli vard›r. KULLANIM fiEKL‹ VE DOZ: Doktor taraf›ndan baflka flekilde önerilmedi€i takdirde; Doenza geceleri yatmadan hemen önce oral yolla al›n›r. Yap›lan kontrollü klinik çal›flmalarda etkili oldu€u ispatlanan donepezil dozlar› günde bir defa al›nan 5 mg ve 10 mg’d›r. 5 mg/gün dozu, tedaviye verilecek erken klinik cevaplar›n elde edilmesi ve kararl› konsantrasyonlar›n sa€lanmas› amac›yla 4-6 hafta süreyle uygulanmal›d›r. Günlük 5 mg dozunun 4-6 hafta süreyle uygulanmas›n› takiben doz günde bir defa 10 mg’a ç›kar›labilir. Önerilen maksimum günlük doz 10 mg’d›r. 10 mg/gün’ün üzerindeki dozlar klinik çal›flmalarda araflt›r›lmam›flt›r. SAKLAMA KOfiULLARI: 25˚C’nin alt›ndaki oda s›cakl›€›nda saklanmal›d›r. T‹CAR‹ TAKD‹M fiEKL‹, AMBALAJ MUHTEVASI ve SATIfi F‹YATI: Doenza 5 mg 14 film tabletlik blister ambalajlarda 39.26 TL (KASIM 2011), Doenza 10 mg 28 film tabletlik blister ambalajlarda 106.41 TL (fiUBAT 2012), Doenza 10 mg 90 film tabletlik blister ambalajlarda 322.73 TL (MART 2012) Ruhsat Tarihi - No: Doenza 5 mg ruhsat tarihi 09.05.2005 ve ruhsat no: 205/74, Doenza 10 mg ruhsat tarihi 01.08.2006 ve ruhsat no: 208/58, Ruhsat Sahibi: SANOVEL ‹LAÇ SAN. ve T‹C. A.fi. Büyükdere Cad. 34398 Maslak-‹STANBUL Üretim Yeri: SANOVEL ‹LAÇ SAN. VE T‹C. A.fi. Çanta 34580 Silivri/‹ST. Prospektüs Onay Tarihi: Doenza 5 mg - 13.05.2005 Doenza 10 mg - 02.08.2006 YASAL KATEGOR‹: Reçete ile sat›l›r. Daha genifl bilgi için lütfen firmam›za baflvurunuz. SANOVEL ‹LAÇ SAN. ve T‹C. A.fi. Büyükdere Cad. Dereboyu Sok. Za€ra ‹fl Merkezi, C Blok 34398 Maslak-‹STANBUL Tel: (0212) 285 26 70 (10 hat) Fax: (0212) 285 01 81 http://www.sanovel.com.tr 1 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 Referans: 1. Doenza® prospektüs bilgisi. SANOVEL ‹LAÇ SAN. ve T‹C. A.fi. Büyükdere Cad. Dereboyu Sok. Za¤ra ‹fl Merkezi, C Blok PK: 34398 Maslak-‹STANBUL Tel: (0212) 285 26 70 • Fax: (0212) 276 93 84 • www.sanovel.com SANO-DNZ/‹LN 12-01 KÜNYE www.numunesaglik.com Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi yayınıdır Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Adına Yayın Kurulu Başkanı Prof. Dr. Nurullah ZENGİN (Hastane Yöneticisi) Genel Yayın Yönetmeni Prof. Dr. Serdar GÜLER Yayın Kurulu Prof. Dr. Hürrem BODUR Prof. Dr. Erol GÖKA Doç. Dr. Fatih DEDE Doç. Dr. Ferda ARTÜZ Doç. Dr. Özlem EVREN KEMER Doç. Dr. Müge ÖZCAN Doç. Dr. Adem ÖZKARA Doç. Dr. İrfan PEKSOY Doç. Dr. Çınar YASTI Op. Dr. Yıldız ÖZDEMİR İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Aysun Yayıncılık Matbaacılık Reklam İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti. adına Aysun PALALI KÖKTAŞ Genel Yayın Koordinatörü Cumali KÖKTAŞ Hukuk Danışmanı Av. Behiye ALKOÇ Yönetim Merkezi Mahatma Gandi Caddesi No: 105/3 GOP - Çankaya - ANKARA Tel: 0312 436 44 00 Fax: 0312 447 54 59 iletisim@numunesaglik.com www.numunesaglik.com Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 Numune Sağlık Dergisi Sayı: 10 ISSN 1309-9213 Ekim - Kasım 2012 Bilimsel Danışma Kurulu 1.ABAYLI Ekrem 2.AK Fikri 3.ALLI Nuran 4.ALTIPARMAK Emin 5.ATAN Ali 6.AVŞAR Fatih 7.AYDOĞDU Sinan 8.BALABAN Neriman 9.BELEN Ahmet Deniz 10.BİÇİMOĞLU Ali 11.BODUR (ÇOLAKOĞLU) Hatice 12.CENGİZ Ömer 13.ÇAKIR Bekir 14.COŞKUN Faruk 15.ÇETİNKAYA Mesut 16.DEDE Doğan 17.DERE Hacı Hüseyin 18.DİKMEN Bayazit 19.DİLBAZ Nesrin 20.DOKUZOĞUZ (KUT) Başak 21.ERDOĞAN Bülent 22.ERYILMAZ Adil 23.ESKİOĞLU Erdal 24.GÖĞÜŞ Nermin 25.GÖKA Erol 26.GÜÇTEKİN Ali 27.GÜL Ülker 28.GÜLER Serdar 29.GÜNEL Uğur 30.GÜVENER Engin 31.HASIRİPİ Hikmet 32.HENGİRMEN Süleyman 33.KAMA Nuri Aydın 34.KARAASLAN Yaşar 35.KARADEMİR Mehmet Alp 36.KOCA Yüksel 37.KOÇ Mahmut 38.KOPARAL Salih Suha 39.KULAÇOĞLU Sezer 40.KURAL Gülcan 41.MEMİŞ Ali 42.ODABAŞ Ali Rıza 43.ÖZBAKIR Şenay 44.ÖZDEM Cafer 45.ÖZET Gülsüm Gülistan 46.ÖZKARA Adem 47.ÖZMEN Mehmet Mahir 48.PEKSOY İrfan 49.SAKINCI Ünal 50.SARAÇOĞLU Ömer Ferit 51.SEÇKİN (ERARSLAN) Selda 52.TABAK Abdullah Yalçın 53.TÜMÖZ Mehmet Ali 54.TÜMÖZ Mübeccel 55.UÇANER Ahmet 56.UĞURLU Mehmet 57.ULUSOY Feridun Vasfi 58.ÜNAL Adnan 59.YILDIRIMKAYA Mustafa Metin 60.YÜKSEL Enis (İsimler soyadlara göre alfabetik olarak sıralanmıştır.) Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tel: 0312 508 40 00 www.anh.gov.tr Numune Sağlık Dergisi Basın Meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir. Ücretsizdir. Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ise reklam verene aittir. Yayınlanan makale ve haberler kaynak belirtilmek suretiyle alıntı yapılabilir. Tasarım AVEC reklam organizasyon www.avecreklam.com Baskı: MRK Baskı ve Tanıtım Ltd. Şti. OSB 1254. Sokak D:2 Ostim Yenimahalle-Ankara Baskı Tarihi:30. 11. 2012 2 PROF. DR. NURULLAH ZENGİN BAŞYAZI Sağlik Sisteminde Yeni Dönem: Kamu Hastane Birlikleri Yaklaşık bir yıl önce Kanun Hükmünde Kararname ile belirlenen ve sağlık çalışanları gündemine giren Kamu Hastaneleri Birlikleri uygulamasına Kasım ayı başı itibari ile geçildi. Bu süre içinde konunun hem tıp hem de tıp dışı çevrelerde detayları ile tartışıldığına şahit olduk. Bütün bu değerlendirmeler ışığında konu ile ilgili tüm tarafların katılabileceği iki temel tespitin yapılabileceğini düşünüyorum. Birinci tespit yeni dönemin ülkemizdeki sağlık uygulamaları ve hizmet sunumunu etkileyecek önemli değişiklikleri içerdiğidir. Yapılan değişikliklerin yüzeysel ve şekilden ibaret olduğu düşünülmemelidir. Yeni görev alanları ve tanımlamaların ötesinde yönetim anlayışında değişikliklerin yapıldığı gerçektir. Diğer temel tespit ise, bu düzeyde önemli değişiklikleri mecbur kılacak şartların bulunmadığıdır. Gerçekten, ülkemizde vatandaşlar arasında sağlık hizmetlerinden memnuniyetin hiç olmadığı kadar yüksek olduğu bir dönemde, böylesine köklü değişikliğin neden yapıldığı sorusu tüm kesimlerce en sık sorulan soruların başında gelmektedir. Açıkçası bu sorulara verilen cevaplar, yapılan yorumlar konuya ilgili kesimlerce farklı farklı olmaktadır. İlgili kanun metninin yürürlüğe girmesi öncesi uzun süre kamuoyunda tartışıldığı bir gerçektir. Ayrıca ilk taslak metninden oldukça farklı hükümlerle yasalaşmıştır. Taslak ile ilgili yapılan değerlendirme ve eleştirilerin önemli ölçüde dikkate alındığı anlaşılmaktadır. Bütün bunlara rağmen yeni dönemin başta yöneticilerin sözleşmeli statüye geçmeleri ve aynı yerleşim birimindeki yataklı sağlık birimlerinin birbirleri ile doğrudan ilişki kurabilecek şekilde yapılandırılmaları olmak üzere pek çok yeniliği içerdiği de ortadadır. Geçmiş dönemde aynı şehirde benzer hizmetleri veren ve başta satın alma olmak üzere pek çok idari işi aynı şekilde yapan sağlık kurumlarının birbirlerinden bağımsız çalıştıkları bir gerçekti. Yıllar içerisinde bu kurumların işbirliği yapmaları adına pek çok adım zaten atılmıştı. Yeni dönem ile birlikte bu ve bu kurumların rol, insan gücü ve imkan paylaşımları doğrudan ve daha ileri düzeyde olabilecektir. Bunun başarabilmesi hizmet niteliğini artıracak, insan gücü dağılımı dengesizliğini gidermek adına fırsatlar ortaya çıkaracaktır. Köklü değişimlerin ne getirip ne götürdüğü erken dönemde anlaşılamayabilir. On yıllarca devam etmiş yapılanma ve yönetim anlayışında yapılacak değişikliklerin bazı zorlukları içeren bir geçiş dönemini yaşatması mümkündür. Bu nedenle başta yönetici kesimler olmak üzere anlayışla ve sabırla olaylara yaklaşmak gerekecektir. Başlangıçta tahmin edilemeyecek pek çok problem uygulama sırasında farkedilebilir. Bu problemlerin zamanında ve doğru algılanabilmeleri ve doğru çözümlerin üretilmesi açıkçası yeni dönemin yönetim becerisi olarak kendine gösterecektir. Ülkemizde uygulamaya geçilen bu yeni dönemin hem sağlık hizmeti alan vatandaşlarımıza, hem de bu hizmeti sunan sağlık çalışanlarımıza daha iyiyi getirmesini diliyor, yaklaşan yeni yılınızı kutluyorum. 3 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 İÇİNDEKİLER KÜNYE................................................................. 02 12 BAŞYAZI..............................................................03 EDİTÖRDEN........................................................ 07 BU SAYININ EDİTÖRÜ........................................08 18 YAZI İŞLERİ’NDEN..............................................09 PEDİATRİK RİNOSİNÜZİTLER.............................12 ÇOCUKLARDA EFFÜZYONLU OTİTİS MEDİA VE VENTİLASYON TÜPÜ UYGULAMA............................18 24 ÇOCUKLUK ÇAĞINDA AKUT OTİTİS MEDİA...... 22 KALITIMSAL İŞİTME KAYIPLARI........................ 24 ÇOCUKLARDAKİ İŞİTME KAYIPLARI VE İŞİTME CİHAZI UYGULAMALARI....................................30 34 KOKLEAR İMPLANT............................................ 34 ÇOCUKLARDA TIKAYICI UYKU APNESİ SENDROMU........................................................38 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 4 İÇİNDEKİLER TONSİLLEKTOMİ VE ADENOİDEKTOMİ: KİME, NE ZAMAN?........................................................44 44 ÇOCUKLARDA KONUŞMA BOZUKLUKLARI.....48 TIPTA BİLGİSAYAR VE İNTERNET....................... 54 GEZMEDEN, GÖRMEDEN KARADENİZ YAYLALARININ GÜZELLİĞİNİ BİLEMEZSİNİZ.... 62 62 OP. DR. MAHMUT ARVENT İLE SÖYLEŞİ...........64 AYURVEDA KADİM YAŞAM BİLGELİĞİ..............66 DERİ BAKIMI VE UYGULAMADA HATALI YAKLAŞIMLA...................................................... 70 HİPERBARİK OKSİJEN TEDAVİSİ VE PRİMER TEDAVİ OLDUĞU HASTALIKLA.......................... 72 72 GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TAKI.......................... 76 78 EVDE KEDİ KÖPEK BESLEMEK ÇOCUKLARIMIZ İÇİN TEHLİKELİ Mİ?............................................. 78 OYUN NUMUNE.................................................80 5 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 6 PROF. DR. SERDAR GÜLER EDİTÖRDEN Ve Kış Geldi Bu yıl ülkemiz kışın girdiği aylarda da baharı yaşamaya devam etti. Ancak, havanın soğumaya başlaması üst solunum yolu enfeksiyonlarını da artırmaya yetti. Bu enfeksiyonların en çok etkilediği yaş gruplarından birisi çocuklardır. Şu anda elinizde bulunan sayıda da çocuklarda kulak burun boğaz hastalıklarını işliyoruz. Ana konu editörümüz Doç. Dr. Müge Özcan diğer editörlerimiz gibi muhteşem bir çalışma yaparak konuyu detaylarıyla irdelemeyi başardı. Hayatımızın olmazsa olmaz parçası haline gelen bilgisayar ve internet özellikle tıpta yoğun bir şekilde kullanılmakta. Son 10 yılda hastanelerde otomasyon sistemlerinin mecburi kullanılmaya başlanması bilgisayar kullanılmasının artışında etkili oldu. Bir diğer önemli faktör ise tıbbın olmazsa olmazı olan sürekli eğitim. Çok değil, 15-20 yıl önce bir literatüre ulaşmak için öncelikle bunun yayınlandığı dergiye abone olan bir kütüphane tespit etmeniz, sonra buraya gidip o sayıyı şansınız varsa bulabilmeniz ve fotokopisini çektirmeniz gerekiyordu; şimdi ise pek çok yerde kurumsal abonelikler ile internetten birkaç dakika içinde evinizden veya hastanenizden yazı önünüze geliyor, üstelik kağıt harcamadan. Tıpta bilgisayar ve internetin pek çok ayrıntısını Dr. Ömer Hızlı’nın yazısında bulacaksınız. Hastanemizin yeniliklerinden hiperbarik oksijen tedavisi kronik yara bakımı başta olmak üzere pek çok hastalıkta hastalarımıza daha iyi hizmet sunmamızı sağlayan bir gelişme oldu. Konuyu Sualtı Hekimliği ve hiperbarik Tedavi uzmanımız Dr. Hayriye Mutlu’nun yazısında bulabilirsiniz. Takılar hayatımızın olduğu kadar dergimizin de önemli bir parçası haline geldi. Sağlık çalışanları da herkes gibi takıyı sevdiği gibi evcil hayvanlara da çok ilgi gösteriyor. Çok merak edilen evde kedi-köpek beslemenin çocuklara etkisini bilimsel olarak özetleyen bir yazımızda mevcut. Ayurveda ise kadim yaşam bilgeliği olarak tanıtılıyor. Bilgisayar önemli ama bir yeri gezip görmek daha keyifli; hele ki burası Karadeniz yaylaları ise. Kısacası bu sayımızda da dolu dolu bir dergi çıkartmaya çalıştık. Takdir sizlerin. Saygılarımla… 7 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 BU SAYININ EDİTÖRÜ DOÇ. DR. MÜGE ÖZCAN Çocuklarda KBB Hastalıkları Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Kliniği, Ankara Numune Hastanesi’nin en köklü kliniklerinden birisidir ve 1927 yılında kurulmuştur. Branşımız gereği yoğun bir poliklinik ve ameliyat programımız, erişkinlerin yanı sıra çok sayıda bebek ve çocuk hastamız var. Malum, çocuklarımız bizim geleceğimiz. O nedenle, bu sayının konusunu “Çocuklarda Kulak Burun Boğaz Hastalıkları” olarak belirledik. Çocuklar, branşımızın beş duyudan üçü olan işitme, koklama ve tat almayı içermesi açısından, bizim için çok önemli. Bu duyulardan özellikle işitme, gelişim sürecinde çok önemli yer tutuyor; çünkü işitme olmadan konuşma olmaz, öğrenme süreci de çok zorlaşır. Doğuştan işitme kaybı olan çocuklara erken tanı koyup hemen rehabilitasyona başlamak, sonradan ortaya çıkan işitme kayıplarında da erken tanı ve tedavi, çocuklarımızın konuşma ve sosyal gelişimi açısından çok önemli. Doğuştan olan işitme kayıplarında eskiden çocuğun işitmediğini fark etmek bazen bir yılı aşabiliyordu. Hastanemiz Kulak Burun Boğaz ve Odyoloji Bölümlerinin büyük desteğini alan Ulusal Yenidoğan İşitme Tarama Programı sayesinde, bebekler doğduktan sonra daha hastaneden çıkmadan işitme taramaları yapılıyor ve riskli bebekler belirleniyor. Bu bebekler hemen Kulak Burun Boğaz Kliniklerine yönlendirilerek erken işitme cihazı takmaları sağlanıyor. Gerekenlere daha sonra koklear implant uygulanıyor. Çocuklarda işitme kayıpları, işitme cihazı uygulamaları ve koklear implant ile ilgili makaleleri ilerideki sayfalarımızda bulabilirsiniz. Hastanemiz koklear implant uygulayan ve implant takılan çocukların ameliyat sonrası eğitimlerini kendi Odyoloji Merkezinde verebilen bir merkez. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 Çocukluk çağında sık görülen Kulak Burun Boğaz hastalıkları olan efüzyonlu otitler, akut otitler ve rinosinüzitleri de konularımız arasına koyduk. Bütün bu hastalıklar çocuklarımızın yaşam kalitesini azaltır, gelişmelerini olumsuz yönde etkiler, duymayı etkileyenler yukarıda da bahsettiğim gibi konuşma ve öğrenme sürecini geciktirir. Teknolojilerin hızla ilerlediği çağımızda, bu hastalıkların hepsini başarılı bir şekilde tedavi edebiliyoruz. Tabii ki ilk amacımız medikal tedavi. Ancak medikal tedavinin yetersiz kaldığı durumlarda ameliyat yapabiliyoruz. İşte “Çocuklarda efüzyonlu otitis media ve ventilasyon tüpü uygulaması”, “Tonsillektomi ve adenoidektomi: Kime ne zaman?” ve “Çocuk rinosinüzitleri” konulu makalelerimiz kimlere operasyon önerdiğimizi ve hangi durumlarda ameliyat yapmayı tercih ettiğimizi açıklıyor. Erişkinlerdeki uyku apnesi medyada da çok yer bulduğu için artık toplumda iyi biliniyor. Ama çocuklarda da uyku apnesi olabiliyor ve bu konuda pek farkındalık yok. Bu sayımızda, çocuklarda uyku apnesini ele alarak, konuya dikkat çekmek istedik. Bir diğer konumuz da çocuklardaki konuşma bozuklukları ve tedavisi. Konuşma bozukluğu olan çocuklar arkadaşları tarafında alay konusu olabiliyor ve psikolojik sorunlar yaşayabiliyorlar. Odyoloji uzmanları bu konuda bizlere tedavi imkanı sunuyor. Medikal makalelerimizin yanında bilgisayar ve internetle, geziyle, hayvanlarla ve diğer birçok konuyla ilgili makalelerimizi de derginin ileriki sayfalarında bulabileceksiniz. Umarım bu sayı çocuklarla ilgili sorularınıza yanıt bulabileceğiniz, yararlanabileceğiniz ve en önemlisi zevkle okuyacağınız bir sayı olur. Sağlıkla, mutlulukla kalın… 8 AYSUN PALALI KÖKTAŞ YAZI İŞLERİ’NDEN Kadına Yönelik Şiddetin Panzehiri: Annelerin Bilinçlendirilmesi Ülkemizde 3.sayfa gazete haberi olarak nitelendirilen, kadınların ve çocukların mağdur olduğu aile dramlarını yansıtan haberler maalesef hala yoğun olarak kendine yer bulabilmektedir. Kadınlara uygulanan şiddet ve sonrasında yaşanan sosyal yaralar hatta ölüm haberleri ile sık sık karşılaşıyor olmak günümüz insanın kabul edebileceği bir gerçeklik olmaktan uzaktır. Her şeyden önce bir insan olarak, bu şiddeti kınıyor ve toplum olarak acilen el birliği ile çözüm üretmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda her bireye düşen sorumluluklar, çözüm modelleri olduğunu kabul edersek, ideala ulaşmak o kadar kolay olabilir. Kadına yönelik şiddetin yer yer görmezden gelindiği halde hala hayatımızda bu yoğunlukta var olması, toplumumuzda bu anlamda ciddi bir sorunun olduğunu kabul etmemizi gerektirmektedir. Şiddete başvuranların sosyo-ekonomik açıdan ciddi bir analizini gerektiren bu sorun, birçok nedene dayandırılabilir: Şiddet uygulayanın psikolojik durumu, çocukluk çağında yetiştiği ortam, aldığı eğitim, yaşadığı aile-çevre baskısı, gelenekler vb. gibi.. Kadına yönelik şiddetin altında yatan en önemli nedenin, şiddet uygulayan kişinin çocukluğunda gizli olduğunu düşünmekteyim. Şiddeti çözüm olarak gören kişinin 0-18 yaş arasında çocuğun yetiştiği sosyal ortamı inceleyecek olursak; ebeveynlerin aile içindeki birbirlerine karşı tutumları (rol model olma), ergenlik çağında çocuğun edindiği arkadaş çevresi, ilk ve orta öğretimdeki eğitim ve arkadaş çevresi bireylerin kişilik yapısının oluşumunda oldukça önemlidir. 9 Buradan şu çıkarımı yapabiliriz; başta kadına şiddet olmak üzere her türlü şiddetin (psikolojik sorunlu bireyleri bunların dışında tuttuğumuzda), ya da iyi-doğru davranışın özünde 0-18 yaş aralığında şekillendiğini, olgunlaştığını kabul edebiliriz. Çocukluktan çıkıp yetişkin birer birey olan bu kişilerin birçoğu bulunduğu ortamdan gördüğü, öğrendiği şeyleri alarak sonrasında kendi yaşantısını buna göre şekillendirmektedir. Bu nedenle bu dönemin çok önemli olduğunu düşünmekteyim. Ve bu süreçte en etkili olacak kişilerin de yine kadınların yani annelerimizin olacağını düşünmekteyim. Şiddetin her türünü engellemek istiyorsak, önce anneleri bireysel gelişim ve bilinçlendirme eğitimleri ile belli bir olgunluğa getirmekle işe başlamalıyız. Özellikle bizim gibi aile kavramının önemini yitirmemiş toplumlarda, çocuklar en azından 18 yaşına kadar aileleri ile beraber yaşar ve çocuğun sorumluluğunun büyük bir bölümünü (öz bakım da dahil) anneler üstlenir. Ve çocukların genelinde bu süreçte anneye karşı aşırı bir düşkünlük eğilimi görülür. İşte anne burada çocuğa verilmesi gerekenleri doğru verebilir ve ilişki kuracağı yakın çevresinde çocuğun iyi ile kötüyü ayırabilme özelliğini kazandırabilir ise bu çocukların büyük bir çoğunluğu toplumda daha bilinçli bireyler olarak yer alırlar. Böylelikle de şiddetin zamanla azalması ve en sonunda sıfırlanması söz konusu olabilir. Çocuk merkezli KBB Hastalıklarının daha yoğun işlendiği dergimizin bu sayısında, son günlerde kadına yönelik şiddete dikkatinizi çekmek istedim. Son söz; öncelik annelerin bilinçlendirilmesi ve bireysel gelişimleri olmalıdır… Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 10 11 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 DOÇ. DR. KÜRŞAT MURAT ÖZCAN ANEAH K.B.B. Kliniği Pediatrik Rinosinüzitler Pediyatrik rinosinüzit nedir? Rinit ve sinüzit sıklıkla beraber olduğu veya birbirini takip ettiği için sinüzit terimi yerine rinosinüzit terimi daha doğrudur. Son yıllarda tüm dünyada yaygın olarak rinosinüzit terimi kullanılmaktadır. Rinosinüsitler en sık görülen sağlık problemlerinden biridir. En sık doktora başvuru nedenlerinden olan rinosinüzitler, fiziksel, emosyonel ve fonksiyonel kayıplara neden olmaktadır. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 Pediatrik rinosinüzit, çocuklarda yüzde ağrı veya basınç hissi, anterior veya posteriora akıntı, koku kaybı semptomlarından bir veya daha fazlasının olması ile birlikte burun tıkanıklığı ile karakterize burun paranazal sinüslerin inflamasyonu olarak tanımlanabilir. çocuklardaki burun akıntılarının daha çok rinit veya adenoid hipertrofisine bağlı olduğu düşüncesi yaygındır. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalar uzun süreli burun şikayeti olan küçük çocuklarda, burun ile birlikte sinüs mukozalarının da olaya katıldığını göstermiştir. Maksiler sinüs doğumda 7x3x7 mm boyutlarında iken 6 yaşına kadar yavaş yavaş büyür. Yenidoğanda 2-3 etmoid hücre bilateral olarak varken, çocukluk çağı boyunca kompleks bir büyüme paterni ile son halini alır. Sfenoid Paranazal sinüslerin çocuklardaki gelişimi Paranazal sinüslerin küçük çocuklarda tam gelişmemiş olması nedeniyle 12 sinüs yenidoğanda yaklaşık 2x4 mm boyutlarında mevcuttur. Frontal sinüs yeni doğanda henüz oluşmamıştır. Çocuklukta anterior etmoid hücrelerin kraniuma doğru gelişimi ile oluşur. sonlanması ve araların en az 10 gün olması gerekmektedir. 3- Kronik rinosinüzit: Çocukta 12 haftadan uzun süren, düşük dereceli semptomların olduğu, şiddetli olmayan sinüs enfeksiyonu varlığı olarak tanımlanmıştır. Çocuk rinosinüzitleri ile ilgili yapılan epidemiyolojik çalışmalarda; rinosinüzitin 6-8 yaşından sonra görülme sıklığının düştüğü, sonbahar ve kış aylarında daha sık görüldüğü ve kreşte bakılan çocuklarda evde kalan çocuklara göre daha sık olduğu ortaya konmuştur. Pediatrik rinosinüzitte en sık görülen iki bakteri Streptokokus pnömonia ve Hemofilus influenzadır. Vakaların % 60’ında özellikle akut ve rekürren akut rinosinüzitlerde bu iki mikroorganizmaya sık rastlanır. Moraxella kataralis sık görülen diğer bir bakteridir ve %85 beta laktamaz pozitiftir. Rinosinüzit nasıl olur? Rinosinüzitlerde görülen en sık neden viral üst solunum yolu enfeksiyonudur. Nazal mukozada ödem, osteomeatal komplekste tıkanıklık, sinüs drenaj bozukluğu, hipooksijenizasyon ve silier fonksiyon bozukluğu oluşur. Bakteriyel enfeksiyon gelişimi için uygun ortam meydana gelir. Çocuklarda viral üst solunum yolu enfeksiyonları erişkinlere göre daha sık görülür. Etyopatogenezde rol oynayan diğer faktörler arasında; kistik fibrozis, allerji, primer silier diskinezi, obstrüksiyona neden olan anatomik varyasyonlar, koanal atrezi, adenoid hipertrofisi, yabancı cisim, antrokoanal polipler, tümörler sayılabilir. Semptomlar Çocuklarda rinosinüzitte görülen semptomlar: 1- Burun akıntısı 2-Öksürük 3- Ateş 4- Ağrı 5- Burun tıkanıklığı 6- Ağız solunumu 7- Kulak şikayetleri 10 günden uzun süre devam eden nezle veya nezlede beklenenden daha ciddi semptomlar (yüksek ateş, pürülan burun akıntısı, periorbital ödem, ağrı gibi) varsa rinosinüzit akla gelmelidir. Muayene Küçük çocuklarda burun muayenesi zordur. Nazal tipi hafif kaldırarak değerlendirilmeye çalışılır. Otoskop yardımı ile burun içi değerlendirilmesi de sık kullanılır. Sarı – yeşil burun akıntısı, nazal mukozada hiperemi, farenks mukozasında hiperemi, tonsil hiperrofisi, boyunda lenf nodlarında büyüme ve hassasiyet görülebilir. Büyük tolere edebilen çocuklarda pediatrik rijit veya fleksible endoskoplarla muayene hem sinüziti değerlendirmede hem de eşlik eden polip, yabancı cisim, tümör veya septum deviasyonunu tespit etmede çok yararlıdır. Laboratuar Mikrobiyolojik inceleme genellikle gerekli değildir. İmmün yetmezliği olan, süpüratif komplikasyon olan, medikal tedaviye rağmen düzelme olmayan, toksik bir tablosu olan çocuklarda mikrobiyolojik örnek alınmalıdır. Pediatrik rinosinüzit sınıflandırması 1- Akut Rinosinüzit: Sinüslerde genellikle viral enfeksiyon olarak başlayan semptomların 12 haftadan önce tam olarak kaybolmasıdır. Akut rinosinüzitler şiddetli ve şiddetli olmayan olarak iki alt gruba ayrılmıştır. Pürülan burun akıntısı, periorbital ödem, yüksek ateş olan hastalar şiddetli gruba alınmıştır. Semptomların 5 günden sonra kötüleştiği, 10 günden uzun süren, 30 günden önce düzelen hastalık akut bakteriyel rinosinüzit olarak tanımlanmıştır. 2- Rekürren Akut Rinosinüzit: Çocuklarda hastanın asemptomatik olduğu aralarla bölünmüş rinosinüzit atakları olarak tanımlanmıştır. Rekürren akut rinosinüzit denebilmesi için, atakların 30 günden önce 13 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 Rinosinüzit tanısı için herhangi bir görüntüleme yöntemine ihtiyaç yoktur. Komplikasyon olan veya cerrahi düşünülen hastalara paranazal bilgisayarlı tomografi istenmelidir. Rekürren akut rinosinüzit veya kronik rinosinüziti olan hastalarda ek incelemeler yapmak gerekir. Alerji varlığının araştırılması, immün yetmezlik araştırılması, kistik fibrozis, primer silier diskinezi, gastro-özofageal reflü, mekanik obstrüksiyon nedenleri araştırılmalıdır. TEDAVİ 1- Medikal Tedavi 2- Cerrahi tedavi 1- Medikal tedavi: A- Antimikrobiyal tedavi B- Ek medikal tedaviler olarak iki gruba ayrılabilir. A- Antimikrobiyal tedavi: Akut rinosinüzitte her hastaya antibiyotik tedavisi vermek gerekli değildir. Akut rinosinüzit şiddetli olmayan grubunda ise yani burun akıntısı (herhangi bir karakterde olabilir), burun tıkanıklığı, baş veya yüz ağrısı düşük derecelerde olan ve yüksek ateş olmayan hastalara antibiyotik tedavisi önerilmez. Bu grupta olup astım, kronik bronşit veya akut otitis media varsa antibiyotik önerilebilir. Bu hastalarda ilk seçenek antibiyotik oral amoksisilin olmalıdır. 72 saatte klinik düzelme olmazsa rezistan mikroorganizmalara etkin antibiyotiklere geçilmeldir. Akut rinosinüzit şiddetli grupta olan hastalar yani pürülan burun akıntısı, burun tıkanıklığı, perioribital ödemi, yüz ve baş ağrısı olan ve ateşi 39 C° üzerinde olan hastalara antibiyotik başlanmalıdır. Bu hastalarda betalaktamaz enzim aktivitesine rezistan olan amoksisilin + klavulanat veya sefuroksim aksetil gibi ikinci jenerasyon sefalosporinler kullanılmalıdır. Bu gruptaki çocuklarda toksik tablo varsa antibiyotik tedavisinin parenteral verilmesi tercih edilmelidir. Orbital veya intrakraniyal komplikasyon olan hastalarda da parenteral antibiyotik tedavisi başlanmalıdır. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 hipertrofik olması durumunda veya rinosinüzit için enfeksiyon odağı olduğu düşünüldüğünde adenoidektomi yapılabilir. Adenoidektominin rinosinüzit tedavisine katkısı tartışmalıdır. Kronik rinosinüziti olan her çocuğa antibiyotik verilmesi endikasyonu yoktur. Eğer sık akut alevlenmeler geçiriyor ise antibiyotik verilir. Beraberinde sistemik bir hastalık varsa sistemik hastalık için verilen tedavi ile birlikte 2-6 hafta oral antibiyotik verilir. Hastanın cevabı yavaş olursa 3 aya kadar tedavi süresi uzatılabilir. Endoskopik sinüs cerrahisi: Kesin endikasyonlar: 1- Masif nazal polipozis nedeniyle veya kistik fibroziste lateral duvar medializasyonu nedeniyle tam nazal obstrüksiyon. 2- Orbital abse 3- İntrakranial komplikasyon 4- Antrokoanal polip (Resim 1) 5- Mukosel veya mukopiyosel B- Ek medikal tedaviler: Dekonjestanlar: Topikal olanlar tercih edilmelidir. Sistemik dekonjestanlar yan etkiler ve kontrendikasyonlar nedeniyle tercih edilmemelidir. Topikal olarak ksilometazolin veya oksimetazolin gibi alfa-2 agonistleri kullanılabilir. Pediatrik konsantrasyonlarda ve kısa sürelerde kullanmaya dikkat etmek gerekir. 6- Fungal sinüzit Mukolitikler: Bilimsel olarak sinüzitteki etkinlikleri kanıtlanmamıştır. Koyu sekresyonu olan çocuklarda guaifenesin veya asetil sistein kullanılabilir. Analjezik antipiretikler: Ateş veya ağrı şikayeti olanlarda kullanılabilir. Antihistaminikler: Sinüzitte etkinlikleri yoktur. Sinüzitle beraber allerji olduğu düşünülüyorsa verilebilir. Düşük yan etki insidansı nedeniyle yeni jenerasyon antihistaminikler tercih edilmelidir. Resim 1: Hastamızda endoskopik cerrahi ile çıkarılan antrokoanal polip. Topikal steroidler: Beraberinde allerji olduğu düşünülüyorsa verilebilir. Sistemik emilimi en düşük olan Mometazon veya Flutikazon tercih edilebilir. Muhtemel endikasyon: Kronik rinosinüzit olan hasta optimal maksimal medikal tedaviye rağmen sık akut atak geçirmeye devam ediyorsa, devamlı medikal tedavi uygulamaya alternatif olarak endoskopik Nazal yıkama: Sıklıkla izotonik solüsyonlar damla, sprey veya lavaj şeklinde değişik formlarda uygulanabilir. Uygulama şekli, çocuğun uyum sağlayabilmesine ve doktorun tercihine göre belirlenir. Sekresyonları burundan uzaklaştırarak ve dekonjesyon sağlayarak etkisini gösterir. İzotonik solüsyon yerine hipertonik solüsyon tercih edilebilir. Hipertonik ve izotonik soüsyonların hangisinin etkinliğinin daha üstün olduğu lietratürde tartışmalıdır. Kişisel deneyime göre tercih yapılmalıdır. Resim 2: Medikal tedaviye rağmen sık atak geçiren hastamızda paranazal CT’de osteomeatal bölgede tıkanıklık ve maksiler sinüs mukozasında hipertrofi. 2- Cerrahi Tedavi: Adenoidektomi: Burundan nefes almayı engelleyecek derecede 14 sinüs cerrahisi uygulanabilir.(Resim 2) Çocuklarda geniş cerrahiler yerine minimal invaziv cerrahiler tercih edilmelidir. Rinosinüzit komplikasyonları: İntrakranial komplikasyonlar: Enfeksiyon lokal olarak doğal açıklıklardan veya zayıf noktalardan direk yayılabileceği gibi venöz veya lenfatik kanallar yoluyla da yayılabilir. Subdural abse, epidural abse, serebral abse, menenjit görülebilir. Resim 3: Pott’s puffy tümörü nedeniyle kliniğimize başvuran hastanın görünümü. Pott’s Puffy tümörü: Frontal sinüsteki enfeksiyonun subperiosteal abse oluşturduktan sonra alın cildine kadar uzanmasıdır (Resim 3,4,5,6). Resim 5: Pott’s puffy tümörü olan hastanın CT görüntüsü. Orbital komplikasyonlar: Preseptal sellülit, orbital sellülit, subperiosteal abse, orbital abse, kavernöz sinüs trombozudur. Rinosinüzit komplikasyonları adölesanlarda daha sık görülür. Agresif medikal ve genellikle cerrahi tedavi endikasyonu vardır. Resim 4: Pott’s puffy tümörü olan hastanın MR görüntüsü. 15 Resim 6: Pott’s puffy tümörü olan hastanın tedavi sonrası görüntüsü. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 16 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 SOMATULINE AUTOGEL-12-08 17 PROF. DR. ASIM ASLAN Celal Bayar Üniv. Tıp Fak. K.B.B. Hastalıkları A.D. Çocuklarda Effüzyonlu Otitis Media ve Ventilasyon Tüpü Uygulamaları Efüzyonlu otitis media nedir? 1) Seröz otitis media Kimlerde ve ne sıklıkta görülür? Efüzyonlu otitis media (EOM) ateş, kulak ağrısı gibi akut bir enfeksiyon bulgu ve belirtileri bulunmaksızın sağlam bir kulak zarı gerisinde orta kulak boşluğunda sıvı birikimi olarak tanımlanabilir. Orta kulak boşluğunda meydana gelen sıvının niteliğine göre EOM şöyle sınıflanabilir: a) Akut seröz otitis media b) Kronik seröz otitis media c) Mukoid otitis media Günümüzde hastalık tüm dünyada sosyoekonomik farklılık gözetmeksizin yaygın olarak görülmektedir. Ülkemizde yapılan tarama çalışmalarında hastalığın görülme sıklığının %6-11 arasında değişmekte olduğu tespit edilmiştir. Ancak EOM genellikle gizli kalabilen bir problem Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 2) Pürülan otitis media 18 olduğundan gerçek görülme sıklığının bildirilenden daha yüksek olduğu düşünülmektedir. EOM’nın gizli kalabilen bir problem olması şu sebeplerle açıklanabilir: değiştirebilir. Sonuç olarak orta kulaktaki efüzyon gelişimi temelde inflamatuvar nedenlere bağlıdır. Semptomların silik olması, 1) Östaki tüpü disfonksiyonu Fizik muayene bulgularının silik olması, 2) ÜSYE ve Akut otitis media, Sadece fizik muayene ile yetinilmesi ve tanısal araçların yeterince kullanılmaması 3) Alerji, A Bu patofizyolojik değişikliklere yol açabilecek faktörler ise şunlardır: 4) Siliyer yetmezlik, Tanısal araçların kesin sonuç vermemesi, 5) Adenoid vejetasyon EOM oluşumu: 6) Laringofaringeal reflü EOM, östaki tüpü disfonksiyonuna bağlı olarak ortaya çıkabileceği gibi akut otitis media sonrası bir inflamatuar yanıt olarak da karşımıza çıkabilir. B TANI: Klinik bulgular: EOM’nın genel semptomları kulakta dolgunluk, işitme kaybı, tinnitus ve aralıklı iğne batar tarzda ağrıdır. Bilindiği üzere kulak zarının titreşebilmesi için orta kulak boşluğunda bir miktar hava olması gerekir. Bu hava Östaki tüpü aracılığı ile nazofarenksten orta kulağa geçen havadır. Östaki tüpü gün içinde çiğneme, yutkunma gibi hareketler esnasında açılarak bu hava geçişini temin eder. Östaki tüpünün çeşitli patolojik faktörlerle açılamaması sonucunda orta kulağa nazofarenksten hava geçişi olmaz. Orta kulakta hapsolmuş hava ile orta kulak mukozası arasında sürekli ve karşılıklı gaz değişimi olması sebebiyle orta kulaktaki hava basıncında bir süre sonra azalma olur. Bu durum esnek olan kulak zarında içe doğru bir çekilmeye neden olur. Bu esnada orta kulak mukozasından orta kulak boşluğuna sıvı geçişiyle bu basınç farkı dengelenmeye çalışılır. İşte EOM’da meydana gelen seröz sıvının oluşumu için en eski ve genel kabul gören görüş budur. Muayene bulguları: Hastalığın seyrine göre değişik otoskopik bulgular izlenebilir. Timpan membran mat ve vaskülarizasyonu artmış olabileceği gibi (Şekil 1A) timpan membran gerisinde seröz sıvıya bağlı hava-sıvı seviyesi izlenebilir (Şekil 1B) yada mukoid sıvıya bağlı hava-sıvı seviyesi görülebilir (Şekil 1C). C Odyometrik ve timpanometrik inceleme; Odyometrik ve timpanometirk incelemeler tanıya katkıda bulunan testlerdir. Odyometride çoğunlukla iletim tipi işitme kaybı saptanır. Timpanometride ise azalmış komplians değerinin varlığı tipiktir. TEDAVİ: A) Konservatif Tedavi EOM’da tedavinin birinci basamağını orta kulağın havalandırılmasını kolaylaştırmaya yönelik yöntemler oluşturmaktadır. Sakız çiğneme, politzerizasyon, Valsalva ve Toynbee manevraları bunlar arasında sayılablir. Son yıllarda yapılan çalışmalar EOM tanısı alan hastaların önemli bir kısmında sadece izlem yapılmasının bile yeterli olduğunu göstermiştir. Bu nedenle çok ileri işitme kaybı olmayan hastalar, tek taraflı olgular ve ilkbahar ve yaza giren hastalarda izleme yapılması yeterli olabilir. Ancak EOM’da mukoid sekresyon gelişimi de olmaktadır. Normalde orta kulak mukozası tarafından sürekli mukus salgılanmaktadır. Bu mukus mukosiliyer aktivite sayesinde Östaki tüpü aracılığıyla Nazofarenkse doğru taşınır. Bu mukosiliyer aktivite bakterilerin nazofarenksten orta kulağa geçişini engeller. Eğer bu savunma mekanizmsaı bozulacak olursa orta kulak mukozası salgıladığı mukus içeriğini immünglobulinler, lizozim, laktoferrin ve kompleman elemanları içerecek şekilde 19 ŞEKİL 1. EOM’da otoskopik muayene bulguları. B) Medikal Tedavi EOM’da kullanılan ilaçlar, EOM’da izole edlen ajanların eradike edilmesi ve Östaki tüpü ile orta kulak mukozasındaki inflamasyonu azaltarak orta kulağın havalanmasının sağlanmasını hedef almaktadır. Bu amaçla antibiyotikler, sistemik veya intranazal dekonjestanlar, antihistaminikler, mukolitikler, NSAİ, Steroid ve lökotrien antagonistleri kullanılabilmektedir. C) Cerrahi Tedavi EOM’nın cerrahi tedavisinde seçenekler miringotomi (kulak zarına kesi yapılması), kulak zarı üzerine ventilasyon tüpü takılması ve mastoidektomidir. Bunlar Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 arasında en sık uygulananı ilk ikisi olup mastoidektomi son derece nadir olgularda uygulanan bir işlemdir. Ventilasyon tüpü takmanın amaçları şunlardır: 1) Orta kulağın havalanmasını sağlamak, 2) Orta kulağın gaz konsantrasyonunu normale döndürmek, 3) Orta kulağın basıncını normale döndürmek. Ancak ventilasyon tüplerinin bu yararlı etkilerinin yanı sıra bazı potansiyel zararları da mevcuttur: kalarak havalanmayı sağlaması için dizayn edilmiş olan ventilasyon tüpleri atıldığında kulak zarında kalıcı perforasyon kalma ihtimali daha yüksektir. Ventilasyon tüpünün cerrahi olarak en az potansiyel olarak komplikasyon gelişme riski olduğu kabul edilen timpan membranın ön-alt kadranına (Şekil 3, A-D) takılması tercih edilir. ŞEKİL 5. Ventilasyon tüpünün görünümü. Ventilasyon tüpü takmanın ilk aşaması miringotomi yapılmasıdır (Şekil Ventilasyon tüpü uygulamasının komplikasyonları; VT uygulamasının komplikasyonları erken, geç ve tüp atıldıktan sonra görülen olmak üzere 3 grupta toplanabilir: 1) Nazofarenksten orta kulağa mukus ve bakteri reflüsü, 2) Dış ortamdan dış kulak kanalı yoluyla orta kulağa patojen geçişi. A) Erken komplikasyonlar $ kulak akıntısı, $ tüpün atılması $ tüpün orta kulağa düşmesi $ işitme kaybı Günümüzde EOM’da ventilasyon tüpü uygulamasının yapıldığı durumlar şöyle özetlenebilir: 1) 30 dB üzerinde işitme kaybı olması, 2) Sensörinöral işitme kaybı olması, 3) Konuşmada gecikme olması, 4) Bilateral efüzyon olması, 5) Kışa mevsimine giriş, ŞEKİL 3. Timpan membranın kadranları B) Geç komplikasyonlar $ tüpün tıkanması $ polip / granülasyon dokusu oluşumu $ kronik süpüratif otitis media gelişimi $ miringoskleroz 4A). Sonra yapılan kseden aspiratör geçirilerek orta kulaktaki sıvı aspire edilir (Şekil 4B) Ondan sonra da ventilasyon tüpü timpan membran üzerine konur (Şekil4C). C) Tüp atıldıktan sonraki komplikasyonlar $ timpan membran perforasyonu, $ timpan membranda atrofi, retraksiyon, $ timpanoskleroz, $ işitme kaybı, $ kolesteatom 6) Timpan membranda retraksiyon gelişmiş olması, 7) Tekrarlayan akut otitis media atakları olması. Ventilasyon tüpleri (Şekil 2) yapıldıkları materyal, dizayn ve iç çaplarına göre değişkenlik gösterir. İdeal olarak yerleştirildikten sonra kendiliğinden atılması ve kulak zarındaki uygulama yerinde perforasyon kalmaması istenir. Ancak daha uzun kulak zarında ŞEKİL 4. Ventilasyon tüpü uygulanması. ŞEKİL 2. Ventilasyon tüplerine örnekler; Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 20 21 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 DOÇ.DR. SAMET ÖZLÜGEDİK ANEAH K.B.B. Kliniği Çocukluk Çağında Akut Otitis Media Otitis media, kulak zarı arkasındaki orta kulak boşluğunun effüzyonla birlikte olan iltihabıdır. Akut otitis media da bu iltihablı duruma ağrı, ateş, huzursuzluk, iştahsızlık, işitme kaybı ve kusma gibi akut semptomların eşlik ettiği ilk 3 haftalık sürece verilen isimdir. Neden gelişir? borusunun kısa, düz ve nazofarinksteki sekresyonun orta kulağa reflü şeklinde kaçmasına uygun olması ya da yarık damak gibi anatomik durumlar sayılabilir. Allerji, cinsiyet, ırk ve hastanın immünolojik durumu da diğer bireysel faktörler arasında yer alır. Akut otitis media gelişiminde dış etken olarak da çok sayıda risk faktörü tanımlanmıştır. Anne sütü ile beslenmeme, yılın ilkbahar ve kış ayları, kötü sosyoekonomik durum ve çocuğun anaokuluna gitmesi, anne ya da babanın sigara kullanmaları ve çocuğun sigara dumanına maruz kalması bu dış etkenler arasında sayılabilir. Hastalığın etiyopatogenezinde gerek çocuğun kendisinden gerekse de çevresinden kaynaklanan çok sayıda etken rol oynamaktadır. İntrinsik faktörler arasında çocuklardaki östaki Akut otitis media sıklığı nedir? Akut otitis media çocukluk yaş grubunda sık gözlenen bir klinik tablodur ve bir çalışmaya göre akut hastalık nedeni ile doktora başvuran çocukların yarısında bu tanı konmaktadır. Çocukların %62'si 1 yaşına kadar bir kez akut otitis media atağı geçirmekte ve %17'sinde de bu atak üç veya daha fazla kere geçirilmektedir. İltihaplanmaya neden olan mikroplar orta kulağa östaki tüpü ile genizden ulaşır. Çocuklarda, özellikle 6 ay- 2 yaş arası, başka bir risk faktörü olmasa da anatomik olarak östaki tüpleri erişkindekine göre daha kısa ve yatay olduğu için, burun veya boğazdaki mikroplar kolayca orta kulağa kadar ilerleyebilmektedir. Ayrıca bağışıklık sistemi henüz yeni gelişmekte olduğundan, sık sık üst solunum yolu enfeksiyonu geçirirler, bu da orta kulak enfeksiyonuna zemin hazırlar. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 Akut otitis medialı çocuğun şikayetleri nelerdir? Hangi bakteriler sorumludur? Akut otitis media semptomları yaş grubuna göre farklılık gösterir. Büyük çocuklar kulak ağrısı, ateş, işitme kaybı şikayetlerini ifade edebilirler. Bebeklerde ise huzursuzluk, uyku düzensizliği veya iştahsızlık orta kulak iltihabının belirtisi olabilir. Bu belirtiler, bir hafta öncesinden başlayabilen, burun akıntısı ve öksürük gibi orta kulak iltihabına eşlik eden üst solunum yolu enfeksiyonu belirtileriyle birlikte bulunabilir. Muayenede genellikle kızarık, bombe kulak zarı görülür (Resim 1). Şiddetli orta kulak iltihaplarında 22 Komplike olmamış akut otitis medianın tedavisi ampiriktir. Yani komplikasyon gelişmemiş akut otitis medialı hastalarda etkenin bakteriyel olduğu kabul edilerek antibiyotik tedavisi uygulanır. Bununla birlikte antibiyotik kullanımı konusunda farklı görüşler de vardır. Çünkü akut otitis media aynı zamanda kendini sınırlayan bir hastalıktır. Klinik iyileşme oranı, antibiyotik verilenlerde %95 iken, S. pneumoniae’ye bağlı akut otitis mediaların %20’si, H. influenzae’ye bağlı olanları %50’si, M. catarrhalis’e bağlı olanların ise %75'i kendiliğinden iyileşir. Kendiliğinden iyileşme oranı, iki yaşından büyüklerde daha yüksektir. Bu nedenle özellikle 2 yaş üzerinde, hastalığın çok şiddetli olmadığı, semptomlarının ilerlemediği ve yakın gözlem yapılabilecek hastalarda sadece ağrı kontrolü ile yakın takip, bir tedavi seçeneği olabilir. Altı aydan küçük çocuklarda akut otitis media tanısı kesin değilse bile, ilk tanı sırasında antibiyotik başlanmalıdır. Resim 1. Akut otitis mediada kızarık, bombe kulak zarı. kulak zarı delinebilir ve kulak akıntısı görülebilir. Kulak akıntısı ile iltihabın boşalması sonucunda genellikle kulak ağrısı azalır ve ateş düşer. Kulak zarındaki delik de çoğunlukla kendiliğinden kapanır. Akut otitis medianın sık rastlanan bakteriyel etkenleri Streptococcus pneumoniae (%40-50), tiplendirilemeyen Haemophilus influenzae (%30-40) ve Moraxella catarrhalis’tir (%10-15). Son yıllarda akut otitis medianın bakteriyel patojenlerin virüsler tarafından nazofarinksten orta kulağa yayılmalarının kolaylaştırıldığı bir ko-enfeksiyon olduğu görüşü yaygınlık kazanmaktadır. Bakteriyel akut otitis medialı hastaların orta kulak sıvılarının %40’ında virüs de tespit edilmiştir. üzerindeki çocuklarda 5-7, diğerlerinde 10 gün boyunca) olmalıdır. Oral verilemeyen çocuklarda tek doz seftriakson (50 mg/ kg IM × 1 doz, maksimum 1 g) verilebilir. Penisilin alerjisi anafilaksi veya ürtiker şeklinde görülmüşse makrolidler (azitromisin veya klaritromisin) veya klindamisin kullanılabilir. Klinik tabloda 48-72 saat içinde bir düzelme yoksa hasta tekrar değerlendirilir; antibiyotiksiz izleniyorsa amoksisilin başlanır, amoksisilin almaktaysa ikinci sıra ilaçlara, yüksek dozaj amoksisilin/ klavulonat, sefdinir, sefpodoksim, sefuroksim, azitromisin, klaritromisine geçilir. Hastalığın devamı durumunda ya da beraberinde fasiyal paralizi ve/veya vertigo gelişirse parasentez yapılarak pürülan materyal dışarı alınmalıdır. Komplikasyonsuz akut otitis medialı çocuklarda tedavinin başında ilk seçilecek antibiyotik, yüksek doz amoksisilin (80-90 mg/kg/gün, iki doza bölünerek; semptomları hafif, altı yaşın Günümüzde, S. pneumoniae'lerin %50'si, tiplendirilemeyen H. influenzae suşlarının üçte birinden fazlası ve M. catarrhalis suşlarının tamamına yakını beta-laktam antibiyotiklere dirençlidir. S. pneumoniae'deki penisilin direncini kırmak için hastaya daha yüksek dozlarda penisilin vermek yeterlidir. Penisiline dirençli S. pneumoniae'ler yüksek dozajda verilen amoksisiline ve amoksisilin-klavulonata, sefuroksime, seftriyaksona duyarlıdır. Tedavi Tedavide öncelik, kulak ağrısının giderilmesidir. Hasta çocuk ağrısını sözel, kulağını çekiştirmesiyle veya ağlamasıyla ifade edebilir. Tedavide parasetamol veya ibuprofen kullanılır. Lokal sıcak uygulamalar geçici olarak ağrıyı azaltabilir. 23 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 OP.DR. OĞUZHAN KUM ANEAH K.B.B. Kliniği Kalıtımsal İşitme Kayıpları Çocukluk çağı sensörinöral işitme kayıplarını kalıtımsal ve kalıtımsal olmayan nedenler şeklinde inceleyebiliriz. Kalıtımsal nedenler doğumsal veya sonradan olabileceği gibi kalıtımsal olmayan nedenler de doğumsal veya sonradan olabilir. Doğumsal terimi, bozukluğun doğumda mevcut olduğunu gösterir, etyolojisi ile ilgili bilgi vermez. Kalıtımsal (herediter) terimi ise bozukluğun daha önceki kuşaklardan DNA, genler ve/veya kromozomlar aracılığıyla geçtiğini belirtir. Bu terim incelenen durumun kromozom veya genlerin kontrolü altında olduğunu belirtir. Kalıtımsal İşitme Kayıpları Doğumsal işitme kayıplarının %60'tan fazlasının genetik faktörlere bağlı olduğu düşünülmektedir. Kalıtımsal işitme kayıplarının yaklaşık %70'i sendromik olmayan, geri kalan %30' u ise diğer anomalilerle beraber görülen sendromik işitme kayıplarıdır. Prelingual sendromik olmayan iştme kayıplarının %75'i otozomal resesif, %10-20'si otozomal dominant, %2-3'ü X'e bağlı %1'den azı ise mitokondriyal geçişlidir. Sendromik olmayan işitme kaybı aşırı derecede heterojen bir durumdur. İşitme kaybına yol açan 40'ın üzerinde gen lokalize edilmiştir ve yaklaşık 100300 genin işitme kaybından sorumlu olduğu düşünülmektedir. Doğumsal işitme kayıplarının büyük bir kısmına tek bir gendeki defektin neden olduğu ve çoğunlukla resesif geçiş gösterdiği belirtilmektedir. Kalıtımsal işitme kaybına ilişkin, 22 otozomal dominant (DFNA), 25 otozomal Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 24 resesif (DFNB), 8 X'e bağlı (DFN) ve 2 mitokondriyal denin spesifik kromozomal bölgesindeki yeri tanımlanmıştır. Genetik işitme kayıpları çoğunlukla çift taraflıdır, ancak tek taraflı konjenital işitme kayıplarıda vardır. İşitme kayıpları giderek artıyorsa bu dominant karakterli bir gen ile geçtiğinin işareti olabilir. Resesif karakterli genlerle geçen işitme kayıpları ise sabit kalır. Genetik işitme kayıpları iki şekilde ortaya çıkabilir: gözlenmiştir.Dolayısıyla resesif sendromik olmayan işitme kaybı olanların bir kısmında da başlangıçta işitsel nöropati olabilir.Audiogram şekli çok değişkendir,her şekilde gözlenebilir,orta ileri derecede kayıplı izlenimi verebilir. a) Böbrek hastalıkları ile birlikte görülen işitme kaybı Otozomal Dominant Geçişli Kalıtımsal İşitme Kayıpları Alport Sendromu: Bu sendrom ilerleyici böbrek hastalığı ve sensörinöral işitme kaybıyla karakterizedir. Görme sisteminde de miyopa yol açan değişiklikler vardır. İşitme, erken çocukluk döneminde normalken, 10'lu yaşlarda yüksek frekanslarda kayıp başlar. X'e bağlı dominant, otozomal dominant ve otozomal resesif geçişli olarak görülebilir. Otozomal dominant geçişli kalıtımsal işitme kayıpları geş dönemde başlayıp, ilerleyici bir seyir izler. İlerleme paterni ailenin diğer üyelerine benzer. Alçak frekanslarda işitmenin normal olduğu, yüksek frekanslara doğru işitme kaybının arttığı ve presbiakuzideki gibi odyogram konfigürasyonu görülür. İşitme kaybının miktarı resesife oranla daha azdır, orta,ileri veya çok ileri derecede işitme kayıpları görülebilir.Pek çok dominant geçişli işitme kaybında, postlingual dönemde kayıp başladığından, bu çocuklarda konuşma daha iyidir. $ Sensörinöral işitme kaybı (SNİK) tek belirti olabilir $ SNİK bir sendromun parçası olabilir. SNİK'in bir sendromun parçası olduğu aşağı yukarı 100 genetik sendrom bilinmektedir. Bu sendromlarda kraniofasial anomaliler, servikal anomaliler, iskelet anomalileri, doku anomalileri, göz, nörolojik, renal, metabolik, kardiyovasküler ve diğer anomaliler söz konusudur. X'e Bağlı Sendromik Olmayan İşitme Kayıpları Tek başına sadece SNİK olan vakaların %75-80'i otozomal resesif genlerle, %18-20'dominant genlerle ve geri kalanları ise X'e bağlı ve kromozomal bozukluklarla ortaya çıkar. Bunlar otozomal dominant veya resesif sendromik olmayan kalıtımsal işitme kayıplarına ve sendromik X'e bağlı işitme kayıplarına göre daha seyrek görülür. İşitme kaybı daha çok prelingual dönemde başlar, stabildir, nadiren ilerleme gösterir;hafif derece ile çok ileri derece arasında geniş bir aralıkta,ancak sıklıkla çok ileri derece kayıp şeklinde gözlenir. İşitme kaybı tüm frekansları kapsar. Otozomal Resesif Geçişli Kalıtımsal işitme Kayıpları Otozomal resesif geçişte doğumsal, ileri-çok ileri derecede sensörinöral işitme kaybı görülmekte ve kayıp, tüm frekansları etkilemektedir. Nadiren DFNB 8'de olduğu gibi 10-12 yaşlarında geç dönemde başlayan, 4-5 sene içinde çok ileri derecede kayba kadar ilerleyen işitme kayıpları da görülmektedir. Kalıtımsal Sendromik İşitme Kayıpları İşitme kaybı, görme, pigment veya iskelet bozuklukları gibi diğer klinik semptomlarla birlikte ve onların bir parçası şeklinde görülüyorsa, sendromik olarak adlandırılır. İşitme kaybı, etraflıca tanımlanmış yüzlerce tek gen ve kompleks genetik sendromların ana bileşenlerinden biridir. Otozomal Resesif İşitsel Nöropati Otozomal resesif işitsel nöropatisi olan bebekler genelde çok ileri derecede işitme kaybı bulguları gösterir. İşitsel beyin sapı yanıtları ve akustik refleksleri olmadığı halde,belirgin yüksek amplitüdlü otoakustik emisyonları vardır. Bunlarda ayrıca elektrokokleografide pozitif bulgular elde edilir. Uzun süreli çalışmalarda, büyümeyle birlikte,orta kulak hastalığı ve efüzyon olmadığı halde otoakustik emisyonların kaybolduğu Sendromik işitme kayıplarına, birden fazla organın normal yapısal gelişiminde rol oynayan genlerin mutasyonu yol açar. Kalıtımsal işitme kayıplarının yaklaşık %30'u sendromiktir. 25 İşitme kaybı, böbrek bozuklukları ile yakından ilişkilidir. Ototoksisite ve böbrek bozuklukları ilişkisi uzun zamandan beri bilinmektedir. b) Göz bozukluğu ile birlikte giden sendromlar Usher Sendromu: Çok ileri derecede sensorinöral işitme kaybı olan çocuklarda Usher sendromu ensı görülen nedenlerden biridir, %3-10 oranında görülür ve otozomal resesif geçişlidir. İki major bulgusu retinitis pigmentosa ve sensorinöral işitme kaybıdır. c) Deri ve eklerini tutan bozukluklarla giden işitme kayıpları Deri, tırnaklar, saç, saçlı deri ve ter bezlerinin bozuklukları ile birlikte görülen sensörinöral işitme kayıplarıdır. En sık görüleni Waardenburg sendromudur. Waardenburg Sendromu: Doğumsal işitme bozukluklarının %2-5'inde görülür.4 tip Waardenburg sendromu tanımlanmıştır. Tip 1'de her zaman dystopia canthorum(gözlerin iç köşeleri arasındaki mesafenin artması) varken, tip 2'de bu özellik görülmez. Tip 1 ve tip 2'de değişken olarak gözlenen diğer özellikler, genişlemiş burun kökü, kaşların medial kısmında hiperplazidir. İç kulağı konjenital olarak gelişmemiş bir olgunun temporal kemik tomografisi. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 Olguların %20-40'ında beyaz perçem vardır veya saçlarda erken grileşme görülür; deride muhtelif pigmenter değişiklikler vardır. Göz renginde anormallik, heterokromia (iki ayrı göz rengi) ya da mavi iris içinde kahverengi bölmeler veya tam tersi görülebilir. Waardenburg sendromlularda işitmede varyasyonlar gözlenir. Okülokutanöz albinizm ve doğumsal sensorinöral işitme kaybı (Tietz-Smith Sendromu) Saç ve deride albinizm, mavi iris, normal vestibüler bulgular ve çok ileri derecede işitme kaybı ile karakterizedir. Otozomal dominant geçişlidir. Piebaldizm: Pigmenter özellikler Waardenburg sendromundakilere benzer. Bazı ailelerde megakolon görülmüştür. İşitme kaybı doğumsal ve değişkendir. Mental retardasyon görülme oranı %80'dir. Bu hastalığa yol açan gen 4 no'lu kromozom üzerindedir ve otozomal dominant geçişlidir. d) Kraniofasial bozukluklarla birlikte görülen işitme kayıpları Dış ve orta kulak baş ve yüzdeki diğer yapıların geliştiği aynı dokulardan köken alır. Embryonik dönemde normal dokular gelişirken oluşan değişimler hem Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 kraniofasial bozukluklara hemde işitme bozukluklarına yol açar. dudaklar açık burun delikleri, alçak burun köprüsü, geniş burun ucu, eklemlerde kısıtlılık, iskelet, eklem ve kardiyak bozukluklar görülür. İşitme kaybı iletim tipi, mikst veya sensorinöral değişkendir ve sıklıkla hafif derecededir. Branchio-Oto-Renal Sendrom: Otozomal dominant geçişlidir. Preaurikuler pit'ler, kepçe malformasyonları, orta ve iç kulakta yapısal defektler, brankial fistül ve kistler, böbrek anomalileri ile birlikte görülen bir sendrom'dur. Pendred Sendromu: Guatr'la birlikte görülen işitme kaybıdır. Guatr, diyet bozukluğu veya metabolik bozukluğa bağlı olarak tiroid bezinin büyümesidir. Pendred sendromlu çocuklarda sıklıkla doğumsal, simetrik, sensörinöral işitme kaybı görülür. Kayıp derecesi hafif ile çok ileri derece arasında değişir. Yüksek frekanslarda kayıp daha fazladır. Digeorge Sendromu: Timus veya parotis bezlerinin yokluğu, kardiyovasküler bozukluklar, kraniofasial anomaliler, orta ve iç kulaktaki gelişimsel bozukluklarla karakterizedir. e) Metabolik/Endokrin bozukluklarla birlikte bulunan işitme kayıpları f) İskelet sistemi bozuklukları ile birlikte görülen işitme kayıpları Metabolik ve endokrin bozukluklar büyüme ve gelişmeyi etkilediklerinden özellikle bebeklik döneminde büyük önem taşır. Cohen ve Gorlin iskelet sistemi bozuklukları ile birlikte görülen birçok sendrom tanımlamışlardır. Mukopolisakkaridozlar: Mukopolisakkaritlerin(MPS) parçalanmasını sağlayan muhtelif lizozomal enzimlerin bozukluğu MPS'ye yol açar. Klinik ve biyokimyasal özelliklerine göre 7 tip MPS tanımlanmıştır. 1. Ektrodaktili-Ektodermal DisplaziClefting Sendromu 2. Stickler Sendromu g) Sinir sistemi bozuklukları ile birlikte bulunan işitme kaybı İlerleyici nörodejeneratif hastalıkların pek çoğunda sensorinöral işitme kaybı görülür. Kaba yüz görünümü, kısa boy, hepatosplenomegali, mental retardasyon, gelişme geriliği, dolgun 26 h) Otozomal dominant işitsel nöropati İşitsel nöropatiler klinik ve genetik olarak heterojen işitme bozukluklarıdır. Nöral fonksiyon bozukluğu ile birlikte, kokleadaki dış tüylü hücrelerin normal fonksiyonu ile karakterizedir. Hastalarda anormal BERA buna karşılık normal amplitüdlü otoakustik emisyon ve koklear mikrofonikler vardır. Bu da hasarın olasılıkla nöral kökenli olduğunu dış tüylü hücreler ve endokoklear potansiyelin etkilenmediğini gösterir. Hastaların esas yakınması gürültü olduğunda söyleneni anlamamadır. var olan sensoryel epitel kalıntılarından yararlanmaya çalışılır. Bu da amplifikasyon ve dudaktan okumadır. retraksiyonlar, timpanosklerozlar en fazla 60 dB'e kadar işitme kayıplarını açıklayabilir. Scheibe aplazisi: Kemik labirent tamamiyle ve zar labirent ancak üst kısımlarıyla oluşmuştur. Fakat korti organı gelişmesi defektlidir. Tektorial membran ve Reissner membranı kollabedir. Bu tip bozukluğa JervellLange-Nielsen sendromu, Refsum, USHER ve bazı Waardenburg sendromlarında rastlanabilir. İşitmenin Muayenesi: İşitmenin belirlenmesinde yaş önemli bir faktördür. Bu nedenle 5 yaşına kadar olan çocuklarda işitmenin belirlenmesinde kullanılan metotlardan öncellikle söz edilecektir. Alexander aplazisi: Koklear kanalın gelişmesinde bozukluk vardır. Bu nedenle korti organı ve ganglion hücreleri gelişmesine yansır. Yüksek frekanslarda kayıpla kendini gösterir. Alçak frekanslardaki işitmeyi kullanarak rehabilitasyon olanağı araştırılır. İç Kulak Gelişme Bozuklukları Koklea gebeliğin 9. haftasından başlayarak gelişmesini tamamlar. Normal gelişmenin durması (agenesis) ya da aberrant gelişme (disgenesis) iç kulak yapılarında bazı defektlerin ortaya çıkmasına neden olur. Bunun sonucundada işitme kayıpları meydana gelir. Genişlemiş vestibuler aquaduct: Bu vakalarda erkenden gelişen SNİK'te birliktedir. İşitme kaybı ve hastalık iki taraflıdır, birlikte baş dönmeside bulunabilir. Bu gibi vakalarda kese cerrahisi denenmiştir fakat faydası olmadığı görüşü hakimdir. Konjenital işitme kayıplı çocukların yaklaşık %20'sinde görüntüleme teknikleri ile iç kulak gelişme bozuklukları saptanabilir. İşitme %65 olguda iki taraflı geri kalanlarında ise tek taraflı olarak sensorinöral kayıp gösterir. Bu anomaliler: Mondini aplazisi: Kokleanın bazal tur'u tam olarak gelişmiştir. Fakat diğer turlarda skalalar arası septum bulunmaz. Otozomal dominant geçişlidir, tek yada çift taraflı olabilir. Çocuklarda işitmenin belirlenmesinde iki önemli yöntem vardır: 1- Subjektif Metodlar Davranış odyometrisi, oyun odyometrisi ve konvansiyonel odyometri A- ANAMNEZ Empedans odyometri, BERA gibi objektif metodları içerir. İşitmenin belirlenmesinde bu iki metodu birbirine karşı düşünmek yanlıştır. Çocuğun yaşı, zeka durumu, kooperasyonu metotların seçiminde önemli yer tutar. Bir metotla saptanmış olan işitme kaybının diğer metotla doğrulanması diğer bulgunun değerini arttırır. B- FİZİK MUAYENE Kulak zarının otoskopik muayenesinde genellikle pek fazla bilgi sağlanmaz. Saptanabilen akut otitler, SOM ve 27 Yenidoğanların sese karşı reaksiyonları refleks bir olaydır ve sesin şiddeti ile orantılıdır. Sesin alınıp alınmadığı hakkında kabaca bir bilgi verir. 2- Objektif Metodlar Doğum sırasındaki asfiksiler, anoksiler, gerek iç kulakta kanamalar yaparak gerekes işitme çekirdeklerinde harabiyet yaparak işitme kayıplarına neden olabilirler. Pendred sendromu, Waardenburg sendromu, Treacher-Collins sendromu, Wildervaank sendromlarında bu anomali sendromun bir parçası olarak bulunur. Mümkün olduğu kadar erken Doğumdan 28. güne kadar olan çocuklar bu gruba sokulurlar. Çocukların sese karşı verdiği reaksiyonları MORO refleksi, aural-palpebral refleks, arousal ya da cessation refleksleri ile araştırılır. TANI İnfantlarda saptanmış SNİK'lerin aşağı yukarı yarısı genetik nedenlere bağlıdır. Irsi olarak geçen işitme kayıplarının %75-88'i resesif karakterdedir. Ancak %10'unun dominant karakterli olduğu saptanmıştır. Geri kalan miktar ise X-linked resesif karakterli işitme kayıplarıdır. Irsi işitme kayıpları genellikle doğumda vardır. Ancak farkına varılması çoğunlukla beslenme çağında mümkündür. Dominant karakterli ırsi sağırlıklar gittikçe kötüleşir. Resesif karakterli olanlarda ise işitme aynen kalır. Michel aplazisi: Temporal kemiğin petroz parçası tüm olarak gelişmemiştir. Otozomal dominant geçişlidir. Tanı görüntüle teknikleri ile konur ancak menenjit geçiren çocuklarda da koklea tüm olarak kemikleştiği için tanı zorlaşır. Bunlarda koklea hiç oluşmadığı için yada kemikle tüm koklea kapandığı için koklear implant uygulanmasındanda istenen sonuç alınamaz. Bu tip çocuklarda vibrotaktil cihazlarla ya da dudaktan okuma ile eğitim sağlanır. Yenidoğanlar C- GÖRÜNTÜLEME TEKNİKLERİ Temporal kemik CT'leri kokleanın gelişmesi ve geniş vestibüler akuaduktus üzerine bilgi verir. Koklea turlarının gelişme bozukluğuna bağlı bazı SNİK vakaları bu yolla tanınabilir. Ayrıca okul çağı ve süt çocuğu çağında geçirilen kafa travmalarında temporal kemik kırıklarını da gösterebilir. MR, posterior fossa ve beyin sapı lezyonları üstüne bilgi verebilir. Tüm bu araştırmalara rağmen olguların yaklaşık yarısında tanı koymak mümkün olmaz. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 28 PRX-1207 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 29 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 UZM. ODY. HASAN ŞAHİN ANEAH K.B.B. Kliniği, Odyoloji, Ses ve Konuşma Bozuklukları Uzm. Çocuklardaki İşitme Kayıpları ve İşitme Cihazı Uygulamaları İşitmenin konuşma üzerine etkisi nedir? Ses, dış kulak yolundan geçerek kulak zarı üzerinde basınç etkisi ile titreşim oluşturur, bu titreşim kulak zarından orta kulak kemikçikleri vasıtası ile iç kulağa aktarılır. Mekanik enerji buradaki sinir hücrelerinde elektrik enerjisine dönüştürülür ve işitme siniri yoluyla beyne iletilerek işitme gerçekleşmiş olur. İnsanlar arası iletişimde en fazla kullanılan araç konuşmadır. Bebekler konuşmayı çevrelerinde konuşulanları duyarak öğrenirler. Normal konuşma gelişimi normal işitme ile mümkün olabilmektedir. İşitme kayıpları ise bebeklerin konuşmayı öğrenmesini dolayısı ile dili öğrenmesini engellerler. Kaybın derecesi arttıkça konuşma üzerine olan etkisi artar ve giderek anlaşılabilirliği azalırken belli seviyedeki kayıplardan sonra konuşma kendiliğinden öğrenilemez. Bebeklerin konuşma ve dil gelişimi, yaşamın ilk yıllarında oldukça hızlı gelişir. Altı aylık bebek, konuşma sesine çevresindeki diğer seslere göre daha fazla ilgi göstermektedir. Bebek 18 aylık olduğunda ise artık basit cümleler oluşturabilmektedir. Erken bebeklik döneminde bebeğin normal işitmeye sahip olması, konuşma ve dil gelişiminin yanı sıra sosyal, duygusal ve zihinsel gelişimi açısından da son derece önem taşımaktadır. Bu nedenle konjenital anomaliler arasında sık görülen işitme kaybının erken dönemde fark Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 30 edilememesi, işitme engelli çocuğun konuşma ve dil becerisinde gerilik, akademik performansında zayıflık, kişisel ve sosyal uyumsuzluk, duygusal sıkıntılar gibi insanı yaşam boyu etkileyen engellilik durumuna yol açar. sıklığı 3:1000 civarındadır. İşitme kayıplarının hayatın ilk 3 ayı içinde tespit edilmesi ve en geç 6 aylık olana kadar uygun yöntemle işitmenin sağlanması kritiktir. İşitme kayıpları ne zaman ortaya çıkabilir? İşitme kaybı; bireyin sahip olduğu işitme duyarlılığının onun gelişim, uyum ve özellikle de iletişim becerilerini kazanmasına engel olma durumu olarak tanımlanabilmektedir. Çok hafif dereceden çok ileri dereceye kadar farklı düzeylerde olabilen işitme kaybı, duyusal yoksunluk ile birlikte, öğrenme problemine dönüşen iletişim becerisinin bozulmasına da neden olmaktadır. Genellikle yenidoğanlarda 1:1000 ile 6:1000 oranında işitme kaybı olduğu kabul edilmektedir. Sağlıklı yenidoğanların 1:1000 ile 3:1000’ünde, yoğun bakım ünitesinde tedavi gören bebeklerin %2 ile %4’ünde her iki kulakta belirgin işitme kaybına rastlanmaktadır. Konjenital işitme kayıpları insidansı ülkelere göre farklılık göstermektedir. Bu değerler, Amerika Birleşik Devletleri’nde 1:1500, İsveç’te 1:2000, İsrail’de 1:800, Türkiye’de ise yenidoğan işitme kaybı İşitme kaybı prenatal, natal ve postnatal olmak üzere yasamın üç farklı döneminde ortaya çıkabilir. 1- Prenatal (doğum öncesi) Dönem: Bu dönem annenin hamileliği sırasında geçirilen işitme kaybı risk faktörlerini kapsar. Bu dönemdeki risk faktörlerini; 31 f- Annenin hamileliği sırasında kaza, düşme vb. travma geçirmesi oluşturmaktadır. 2- Perinatal (doğum anı) Dönem: Bu dönem doğum sırasında meydana gelen işitme kaybı risk faktörlerini kapsar. Bu dönemdeki risk faktörleri şunları kapsar: a- Düşük doğum kilosu (1500 gr dan az) b- Kan uyuşmazlığı c- Doğum sırasında bebeğin oksijensiz kalması d- Doğum sırasında kafa travması geçirmesi (forceps, vakum kullanılması vb.) e- Kan değişimi olması a- Genetik yatkınlık b- Annenin hamileliği sırasında ototoksik ilaç kullanması c- Annenin hamileliği sırasında kızamık, kabakulak gibi ateşli hastalıklar geçirmesi d- Annenin hamileliği sırasında X-Ray ısınlarına maruz kalması a- Çocuğun geçirdiği hastalıklar (kabakulak, menenjit vb.) e-Annenin sistemik bir hastalığının olması b- Çocuğun havale geçirmesi 3- Postnatal (doğum sonrası) Dönem: Bu dönem doğumdan sonra çocuğa ilişkin işitme kaybı risk faktörleri kapsar. Bu dönemdeki risk faktörleri; Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 c- Çocuğun ototoksik ilaç kullanması d- Çocuğun kafa travması geçirmesi e- Çocuğun kulak enfeksiyonu geçirmesi f- Çocuğun genetik bozukluğunun olması g- Çocuğun kraniofasiyal anomalisinin olması h- Çocuğun yüksek şiddette gürültüye maruz kalması ı- İdiyopatik nedenler Bunların yanı sıra işitme kaybı, konuşmayı kazanma dönemine göre üç farklı bölümde incelenebilir: Bunlar şu şekilde özetlenebilir. 1- Prelingual işitme kaybı; doğuştan ya da konuşmaya başlamadan önce meydana gelen işitme kaybıdır. 2- Perilingual işitme kaybı; çocuk konuşmaya başlamış fakat lisan gelişimini tamamlamadan meydana gelen işitme kaybıdır. 3- Postlingual işitme kaybı; konuşma gelişimi tamamlandıktan sonra oluşan işitme kaybıdır. İşitme kaybı tipleri nelerdir? İşitme kaybı tiplerini 5 temel grupta ele almak mümkündür. 1- İletim tipi işitme kayıpları: Dış ve orta kulak fonksiyonlarının bozulması sonucu ortaya çıkan işitme kayıplarıdır. Genellikle tıbbi ve cerrahi olarak tedavi edilebilir. Tedavinin başarısız olduğu durumlarda işitme cihazına gerek duyulur. Atrezik kulak, buşon, stenoz, yabancı cisim, eksternal otit, kulak zarı hastalıkları, orta kulak hastalıkları ve östaki kanalı hastalıkları iletim tipi işitme kaybına neden olabilmektedir. 2- Sensorinöral işitme kayıpları: İç kulakta veya iç kulaktan santral işitme merkezine kadar olan işitsel yolda meydana gelen bozulmalar sonucunda ortaya çıkan işitme kayıplarıdır. Meniere sendromu, akustik travma, kafa travması, ototoksik ilaçlar, viral enfeksiyonlar, Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 çocuk için, dil ve konuşma öğreniminin gerçekleşeceği en önemli zaman dilimi kaybedilebilir. İşitme kaybının hayatın mümkün olan en erken döneminde fark edilmesi gerektiği konusunda genel bir yaklaşım vardır. Böylelikle tedavi sürecinde gelişmekte olan duyusal sistemlerin esnekliğinden maksimum yarar sağlanabilir ve çocuk normal sosyal gelişme şansına sahip olabilir. vestibuler schwannoma (beyinsapı tümörü) vb patolojiler sensorinöral tip işitme kayıplarının en sık görülen nedenlerindendir. 3- Mikst tip işitme kayıpları: iletim ve sensorinöral patolojilerin aynı kulakta oluşması sonucunda gözlenen işitme kayıplarıdır. Genellikle orta kulağın müzmin iltihapları bu tip işitme kaybından sorumludur. Doğuştan olmayıp çocukluk döneminde meydana gelen işitme kayıpları ne kadar erken dönemde meydana gelirse, çocuğun gelişimini o derece olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle problem ne kadar erken dönemde tanımlanır ve gereken tedavi ve rehabilitasyon programlarına dahil edilirse, bu olumsuz etkiler en aza indirgenebilmektedir. Bu nedenle gerek ebeveynler gerekse bu konuda çalışan sağlık personeli işitme kaybı olduğunda çocuğun gelişimini dikkatle gözlemeli ve detaylı değerlendirme yaparak kulak burun boğaz muayenesini takiben odyoloji, işitme ve konuşma bozuklukları ve rehabilitasyon alanında çalışan yetkili kurum ve kişilere yönlendirilmeleri gerekmektedir. İşitme kaybının hayatın mümkün olan en erken döneminde fark edilmesi gerektiği konusunda genel bir yaklaşım vardır. Böylelikle tedavi sürecinde gelişmekte olan duyusal sistemlerin esnekliğinden maksimum yarar sağlanabilir ve çocuk normal sosyal gelişme şansına sahip olabilmektedir. İşitme engelli çocuk için çevresindeki nesneler ve bireyler yalnızca görüntü olarak anlamlı olduğundan soyut düşünce gelişememektedir. Sözel iletişim kuramayan çocuğun bilgi alış verişi kısıtlı olmakta, yeterli uyarı alamadığı için zihinsel gelişimi gerilemekte, yaratıcılığı azalmakta ve eğitim yaşamında başarısız olmaktadır. İşitme engelli çocuk, duygu ve isteklerini ifade edemediği için hırçınlaşmakta, çevreyle iletişim kuramamakta, içine kapanmakta ve sosyal uyumsuzluk göstermektedir. 4- Fonksiyonel işitme kayıpları: Organik kökeni olmayan, emosyonel ya da çıkar sağlamaya dayalı isitme kayıplarıdır. 5- Santral işitme kayıpları: Genel olarak koklear çekirdekler ve isitsel korteks arasında farklı etyolojik faktörlerin santral isitme sisteminin etkilenmesi sonucunda görülen işitme bozukluklarıdır. Ses şiddeti desibel (dB) birimi ile ifade edilmektedir. İşitme kaybı dereceleri şu şekildedir: 0-15 dB Normal işitme 16-25 dB Çok hafif derece işitme kaybı 26-40 dB Hafif derece işitme kaybı 41-55 dB Hafif-orta derece işitme kaybı 56-70 dB Orta derece işitme kaybı 71-90 dB İleri derece işitme kaybı 90 dB ve üzeri Çok ileri işitme kaybı İşitme kaybı olanlarda erken rehabilitasyon neden önemlidir? Yaşamın ilk yılı işitme yolları boyunca beynin farklı bölgelerindeki sinir hücreleri olgunlaşır işitsel uyaranlara paralel olarak beyindeki sinir hücreleri ve işitme ile ilgili bölgeler arasında çok sayıda yeni sinir bağlantıları oluşur. İşitsel uyaranların duyulmaması bu nörolojik gelişimi de bozar, kaybın yerine konmasında gecikme ise geri dönüşü zor problemlere neden olabilir. Bu nedenle işitme kaybının mümkün olan en erken zamanda saptanması ve uygun yöntem ile işitmenin dolayısı ile konuşma ve lisanın doğru gelişimi sağlanmalıdır. Dil ve konuşma gelişimi için en önemli dönemin genellikle hayatın ilk 3 yılı olduğu kabul edilmektedir. Bu neden ile erken tanılanmaması halinde işitme kaybı olan pek çok bebek ve küçük İşitme cihazı kullanımının yararları İşitme kaybı saptanan çocuk kaybının derecesine göre seçilen işitme cihazı ile mevcut işitme kapasitesini 32 kullanabilmektedir. İnsanların konuşma becerisini kazandığı 3 ay- 6 yaş arası dönemde konuşma becerisini geliştirebilmektedir. Tanı ne denli erken konup rehabilitasyona başlanırsa konuşma ve lisan gelişimi o denli normale yakın olarak gelişmekte bu da çocuğun sosyal, duygusal, bilişsel ve akademik gelişimi üzerine olumlu etki etmektedir. Bozuklukları Uzmanları ile Aileler ve Eğitimciler arasında uyumlu bir çalışmanın olması gerekmektedir. İşitme kaybı şikayeti veya şüphesi ile KBB’ye başvuran hastalara ilk olarak kulak muayenesi (otoskopik muayane) yapılır ve daha sonra gerekli olan işitme ve konuşma testlerin yapılması için odyoloji ünitesine gönderilir. Burada odyogram, timpanogram OAE ve ABR testlerinden uygun görülenler hastalara uygulanır ve bu şekilde hastanın kulak kepçesinden santral işitme sistemine kadar olan bölgeler hakkında bilgi sahibi olunur.İşitme kaybının varlığı durumunda bu kaybın nereden kaynaklandığı mutlaka belirtilmelidir. Ülkemizde her yıl yaklaşık 1.300.000 çocuk dünyaya gelmektedir. Konjenital işitme kaybı insidansını dünya ortalaması olarak kabul etsek bile nüfusumuza her yıl en az 1300 yenidoğan işitme kayıplı olarak katılmaktadır. Bizdeki verilere göre bu sayı yılda 2500-3000 işitme kayıplı yenidoğandır. Çocuklar 4-5 yaş civarına geldiklerinde bu sayı beş misline ulaşmaktadır. Nüfus artış hızının yüksek olduğu ülkemizde bu durum önemli çocuk sağlığı sorunları arasındadır. Bebekler işitme cihazı kullanmaya ne zaman başlamalıdır? İşitme cihazı kullanması gereken bebeklere altı aylık iken işitme cihazı uygulandığında dil ve konuşma gelişimleri, daha geç yaşta cihaz kullanmaya başlayan bebeklere göre daha iyi gelişmektedir. Erken tanı ve erken işitme cihazının kullanılması ile işitme engelli çocukların dil gelişimlerinin ve buna bağlı olarak akademik başarılarının artması konusundaki görüşler, evrensel boyutta işitme taraması yöntemlerinin oluşturulmasını sağlamıştır. İşitme tarama programı Sağlık Bakanlığının yürüttüğü işitme tarama programı sayesinde yenidoğan bebeklerin tamamına yakınına işitme taraması yapılamaktadır. Bu testlerden kalan bebekler ile televizyonu yakından izleyen, söylenileni birkaç kez tekrar ettiren, arkadan seslenildiğinde dönüp bakmayan, okul başarısında düşüş olan ve yukarıda bahsettiğim yaşamın üç ayrı döneminde ortaya çıkan risk faktörlerinden bir veya bir kaçının varlığı olan çocuklar uzman kişiler tarafından değerlendirilmelidir. Bu noktada Kadın Doğum, Çocuk Hastalıkları, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları, İşitme Konuşma İşitme cihazları, teknolojinin gelişmesi ile birlikte hem teknik özellik hem de estetik ve kullanım kolaylığı açısından çok ilerleme kaydetmiştir. Eski tip analog 33 cihazların yerini sesin her parametresinde oynama ve ayarlama imkanı sunarak daha doğal bir sese imkan tanıyan dijital cihazlar almıştır. Hastanın ihtiyacına uygun olarak hava yolu ile işitmeyi sağlayan kulak içi ve kulak arkası işitme cihazlarının yanı sıra kemik yolu ile işitmeyi sağlayan gözlük tip ve baş bandı ile kullanılan işitme cihazları da vardır. Eğer hastada işitme cihazından fayda göremeyecek kadar bir işitme kaybının varlığı halinde halk arasında biyonik kulak olarak ta adlandırılan Koklear implant uygulaması yapılmaktadır.Bu cihazlar normal işitme cihazları gibi bir kulak kalıbı vasıtası ile kulağa takılan işitme cihazlarından farklı olarak dış parçasının yanında ameliyatla iç kulağa yerleştirilen bir iç parçası vardır. Koklear implantların çalışma prensibi normal işitme cihazlarının yaptığı gibi dışarıdan gelen sesleri toplayıp gçlendirerek dış kulak yoluna vermekten ziyade dışarıda gelen sesleri alarak elektrik enerjisine çevirerek direkt olarak işitme sinirine vermektir. Böylece bir anlamda işlevini yitiren iç kulağın yerini almış olur. Sonuç olarak işitme kayıplı çocukların sahip oldukları işitme kaybı özellikle konuşma ve lisan gelişimini etkiler. Bunun yanı sıra çocuğun sosyal, duygusal ve zihinsel gelişimi de değişik derecelerde etkilenmektedir. Etkilenmenin şiddeti işitme kaybının derecesine paralel artmaktadır. Bu nedenle işitme kaybı olan bebeklerde en kısa zamanda düzeltici önlemler alınmalıdır. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 DOÇ. DR. ALİ TİTİZ Ekol K.B.B. Hastanesi Koklear İmplant İşitme kaybına bağlı olarak gelişen sorunların çözümü, bireyin toplumsal yaşama güçlü bir şekilde katılımını sağlamakta ve yaşam kalitesini arttırmaktadır. Bu sorunun çözümünde, bireyin sahip olduğu işitme kaybı düzeyine bağlı olarak çeşitli seçenekler karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde, bu seçenekler arasında en dikkat çekici uygulamalardan biri de koklear implant ile işitmenin sağlanabilmesidir. Koklear implant nedir? Koklear implant, işitme cihazlarından az veya hiç yarar sağlayamayan ileri ve çok ileri derecede sensörinöral (sinirsel) işitme kaybı olanlara yardımcı olmak için tasarlanmış elektronik bir aygıttır. Bir Koklear İmplant sistemi iki kısımdan meydana gelir. Bunlar; ameliyat ile yerleştirilen implant parçasının oluşturduğu iç kısım ile konuşma işlemcisi, kontrol ünitesi (mikrofon, hassasiyet ve ses ayar kontrolü), pil yuvası ve aktarıcı mıknatısı içeren dış kısımdır (kulak arkasına takılır). Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 Koklear implantın çalışma şekline baktığımızda; sesler, dış parçadaki mikrofon tarafından alınır ve elektriksel sinyallere dönüştürülür. Dış seslerin oluşturduğu sinyaller konuşma işlemcisine ulaşır ve burada kodlanır (özel biçimde şifrelenmiş elektriksel uyarımlar). Uyarımlar aktarıcıya yollanır ve buradan radyo dalgaları vasıtasıyla deriden geçip implant'a ulaşır. İmplantın, koklea'da bulunan elektrotlarına bir dizi elektriksel uyarım kurgusu yollanır. Elektriksel olarak direkt uyarılan işitme siniri uyarımları alır ve beyindeki üst merkezlere yollar. Beyin bu sinyalleri ses olarak algılar. için gereklidir. Bu değerlendirmeler özel implant merkezi olan kurumlarda, pek çok aşamayı içerecek şekilde multidisipliner bir ekip tarafından gerçekleştirilir. Koklear implant ekibi içerisinde hangi branşlar yer alır? Bu ekip içerisinde aşağıdaki branşlar yer almaktadır; 1. Otolog (Kulak Burun Boğaz Uzmanı); Medikal değerlendirme (işitme kaybı sebeplerinin araştırılması ve genel sağlık durumunun değerlendirilmesi) ve koklear implant cerrahisinin uygulayıcısı, 2. Odyolog; İşitmenin değerlendirilmesi, konuşma işlemcisinin programlanması ve takip, Doğuştan veya sonradan sensörinöral (sinirsel) işitme kaybına uğrayan çocuklar veya yetişkinler, koklear implant’ tan her iki kulak içinde etkin bir biçimde yarar sağlayabilir. Tabii ki bu sistemin uygulanmasından ne kadar yarar sağlanacağını kesin tahmin etmek mümkün olmamakla birlikte çeşitli değerlendirmeler uygulamanın başarısı 3. Eğitim odyoloğu; Ameliyat öncesi ve sonrası konuşma ile lisan değerlendirilmesi ve ameliyat sonrası konuşma eğitiminin düzenlenmesi, 4. Psikolog; Psikolojik değerlendirme ve aile desteği, 34 5. Radyolog; Ameliyat öncesi, bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans ile radyolojik değerlendirme, eğitim programlarını takip edebilecek karalılıkta olması, f. İşitme cihazı ile yapılan uygun konuşma testlerinde ve rehabilitasyon programında yeterli performansı göstermesi 6. Nörolog, Göz Hastalıkları Uzmanı ve Psikiatri Uzmanı; İmplant adaylarında karşılaşılan özel durumlarda destek için ekibe dahil olan uzmanlık dalları (burada adı geçmeyen diğer uzmanlık dalları ile de her zaman irtibat kurulabilir) g. Uygulamanın kesin olarak yapılamayacağı tıbbi sorunların olmaması, Genel olarak bu koşulları sağlayan adaylarda, 5 yaşından önce tercihen 3 yaştan önce koklear implant uygulaması yapılırsa çalışmalar implant başarısının en yüksek olduğunu göstermektedir. Ne kadar uzun süre ileri derecede işitme kaybı ile yaşanmışsa, implant'tan yarar elde etme de o kadar azalacaktır. Kimler koklear implant kullanmalıdır? Koklear implant’ ın kimlere uygulanabileceği konusundaki genel kriterlere bakacak olursak; 1. Çocuklar için; a. Bilateral ileri veya çok ileri derecede sensörinöral işitme kaybı, 2. Erişkinler için; a. Bilateral çok ileri derecede sensörinöral işitme kaybı ( Saf ses hava yolu ve kemik yolu işitme eşikleri; 1000, 2000, 3000 ve 4000 Hz’ lerdeki ortalama eşiklerin 90 dB’den daha kötü olması ve işitme cihazı ile konuşmayı ayırt etme skorunun %30’un altında olması ), b. Hastanın işitme cihazı ile ses deneyiminin olması, c. İştme cihazından çok az veya hiç yararlanmaması (hasta en az 3 ila 6 ay izlenmeli), d. Alilenin iyi motive ve beklentilerinin gerçekçi olması, b. Çocuklar için olan genel kriterler erişkinler içinde geçerlidir, e. Ailenin ameliyat öncesi ve sonrası 35 Çocuklarda olduğu gibi lisan yaşı ile kronolojik yaş arasındaki fark 3-4 yaş üzerinde ve işitme cihazı deneyimi olmamış ise implant uygulaması başarısı büyük ölçüde azalmaktadır. Koklear implant kimlere uygulanmamalıdır? Uygun hastaların belirlenmesinde yukarıdaki kriterlerin içinde niçin koklear implant’ ın uygun olmayacağının cevabının da verilmesi gereklidir. Koklear implant sistemleri dünyanın her yerinde binlerce insan tarafından başarıyla kullanılmasına rağmen bazı özel durumlar koklear implant'ı birey için uygun kılmayabilir. Bu özel durumların bazıları şunlardır: 1. İşitme "çok iyidir"; İyi ayarlanmış bir işitme cihazı bir kişiye yeterli konuşma ve anlama kapasitesi sağlıyorsa (dudak okuma yardımı ile bile olsa) bu seçenek koklear implant'tan daha iyidir, 2. Çok uzun süre ileri derecede işitme kaybı; eğer işitsel sinir hiç veya çok uzun zamandır uyarılmadıysa, ses bilgilerinin beyine yeterli biçimde iletilmesi mümkün olmayabilir, Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 3. İşitme kaybının ana nedeni koklea değildir; İşitme kaybının nedeni iç kulak ile ilgili değilse koklear implant yarar sağlayamaz, 4. Ameliyatın başarısız olma olasılığı; eğer koklea, elektrotları alamayacak kadar kötü durumda veya işitsel sinir hasarlı veya mevcut değilse standart Koklear İmplant'ın yarar sağlaması olanaksızdır, 5. Tıbbi olarak uygunsuzluk; hasta anestezi ve ameliyata dayanabilecek kadar sağlıklı olmalıdır. Ayrıca hasta ameliyat sonrası programlara uyacak ve cihazın dış parçalarını takacak koşullarda olmalıdır. 6. Uygun olmayan beklentiler; hastalar ve ailelerinin koklear implant sistemlerinin sağlayacağı yararlar konusunda gerçekçi beklentiler içinde olmaları çok önemlidir. 7. Aile veya eğiticilerin yetersiz desteği; koklear implant sistemin başarılı olması için ailenin veya hastaya bakanların desteği çok önemli bir faktördür. Özellikle çocuklarda bu tür destek yaşamsal önem taşır. İmplanttan nasıl yarar sağlanabilir? Koklear implant için uygun adayın belirlenmesi ile implanttan nasıl yarar sağlanacağını şu şekilde özetlenebilir; 1. Günlük sesleri işitme; neredeyse tüm kullanıcılar, çevresel sesleri duyma yeteneğine sahip olurlar ki, bu şekilde trafik, alarm veya siren gibi sesleri duyacaklarından daha güvenli olacaklardır, 2. Konuşmayı anlama; özellikle çocuklarda bu algılama zaman almaktadır. Bu şekilde bireyin günlük iletişimi kolaylaşmakta ve dudak okumaya gereksinim azalmakta hatta bazılarında ortadan kalkmaktadır, 3. Konuşma becerisi; kullanıcı kendi konuşmalarını ve başkalarının konuşmalarını işiterek kendi konuşmasını düzeltebilir. Bu şekilde müzik faaliyetlerini de içerebilen sosyal ve eğitsel faliyetlerde başarı şansını yakalayabilirler, 4. Telefon kullanımı; dudak okuma olmaksızın konuşmayı anlamaya başlayan kullanıcılar telefonla konuşma yeteneğini de kazanabilirler. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 Koklear implant ameliyatı nasıl yapılır, daha sonraki aşamalar nelerdir? Koklear İmplant sistemlerin kullanımı genellikle kolay olmasına karşın, bazı önlemler alınmalıdır; Her açıdan ameliyat için hazır olan aday için Koklear İmplant operasyonu genel anestezi altında yaklaşık 2-4 saat sürer. Koklear İmplant operasyonu riski diğer kulak operasyonları ile eş değerdedir. Kulak arkasındaki operasyon bölgesinde saç traş edilir. Kulak arkası kemikte implant için yer açılır. İç kulağa küçük delik açılır. Elektrot taşıyıcısı kokleaya (iç kulağa) sokulur. Elektrot taşıyıcısı ve implant paketi sabitlenir. Yara kapatılmadan önce elektrot fonksiyonu test edilir. Genellikle hastalar ayıldığında rahatsızlık duymaz. Ameliyat sonrası infeksiyon riski açısından koruyucu antibiyotik tedavisi verilir. Hastanın ihtiyacı olursa ağrı kesici verilebilir. Hastalar genellikle aynı gün içinde ayağa kalkarlar. Hastanede kalış süresi genellikle 3 ila 5 gün kadardır. a. Cihazın dış parçası daima kuru olmalı, b. Radyo dalgaları bazı kullanıcılar için geçici olarak sesin bozulmasına neden olabilir, c. Başa ciddi darbe etkisi yapabilecek boks ve benzeri sporlardan kaçınılmalı, d. Cihazın bozulması riski; herhangi teknik bir cihazda olduğu gibi, İmplant'ın da küçük bir bozulma riski vardır. Çok ender olarak görülmesine rağmen, böyle bir durumda, yeni bir cihaz ile değişim yapılmalı, 2. Düzenli tıbbi muayeneler; ameliyat sahası ve bireyin genel sağlık durumu düzenli olarak doktor tarafından kontrol edilir, 3. Konuşma işlemcisinin düzenli olarak tekrar programlanması; kullanıcılar işlemcinin yeniden programlanması için düzenli olarak takibe gelmelidir. Bu sayede odyolog implantın fonksiyonlarını kontrol edebilir. Odyolog küçük değişiklikler, iyileştirmeler yapabilir, böylece kullanıcı sistemden en büyük yararı sağlamaya devam eder, Konuşma işlemcisi operasyondan 3-6 hafta sonra takılır. Bu işlem odyolog tarafından yapılır. Her kullanıcı için özel olarak ayarlanır. Konuşma işlemcisinin programı sesin tınısı, gürlüğü ve zamanlama ayarlarını içermektedir. Bu ayarlama sırasında konuşma işlemcisi bilgisayara bağlanır. Bilgisayar, kontrol edilmiş seviyelerde sinyaller üretir. Kullanıcı için duyabileceği en az ses seviyesi (eşik seviyesi) ve en yüksek fakat rahatsız etmeyen ses seviyesi (en rahat seviyesi) belirlenir Kokleanın içindeki tüm elektrotlar için bu iki seviye ayrı ayrı saptanır. Bu bilgi kullanılarak bir program yaratılır. Bu program, sesleri bu iki seviyenin arasında yerleştirir. Böylece sesler duyulur, fakat hastayı rahatsız etmez. Takip eden seanslarda bu program tekrar ayarlanır. Takip sürecinde, kullanıcı ve ailesi koklear implant ekibi tarafından en büyük yararı sağlamak için düzenlenmiş takip programına mutlaka uymalıdır. Takip programı, kliniklere bağlı olmakla birlikte aşağıdakileri aşamaları kapsayabilir; 4. Konuşma ve dil terapisi; özellikle çocuklar için düzenli konuşma ve dil terapisi eğitim odyoloğu tarafından düzenlenir, 5. Çocuklar için eğitsel tavsiye ve destek; çocuklar, işitme engelliler ile çalışmaya yetkili eğitimci uzman ile düzenli bir bağlantı kurarlar. Bu şekilde çocuğun gelişimi kayıt altına alınmış olur. Sonuç olarak, ilk tek kanallı implantın takıldığı 1961’den bugüne koklear implant uygulanan hastalarda dikkat çekici sonuçlar alınacağını kimse tahmin edemezdi. Ülkemizde de 1987 yılında Eskişehir’ de Dr. Bekir Altay tarafından başlatılan ve 2005 yılından beri Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kulak Burun Boğaz Kliniklerinde de yoğun bir şekilde başarı ile yapılan koklear implant uygulamalarında ki gelişmelerin gelecek yıllarda artarak devam edeceği açıkça görülmektedir. 1. Yardım, tavsiye ve destek; yardım sadece teknik sorunlar için değil, genel sorunlar içinde sağlanmalıdır. Ekip koklear implant kullanıcıları ve aileleri için destek grupları hakkında bilgi verir. 36 37 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 DOÇ. DR. YAVUZ FUAT YILMAZ ANEAH K.B.B. Kliniği Çocuklarda Tıkayıcı Uyku Apnesi Sendromu İlk olarak 1836 yılında Charles Dickens’ın masal kitabında tanımladığı, 1918’de William Osler tarafından bu masaldaki tariflenen kişilere benzer, obez ve hipoventilasyonun eşlik ettiği hastalara “Pickwickian Sendromu” teriminin kullanılmasından ve 1916 da tıkayıcı uyku apnesi sendromu (Obstructive Sleep Apne Syndrome-OSAS) tanımlamasına kadar çok fazla gelişmelerin gözlenmediği bu hastalık grubunda, bu tarihten itibaren günümüze kadar tanımlamalarda ve hastalık gruplarında hızlı bir ilerleme kaydedilmeye başlanmıştır. Erişkinlerdeki OSAS tanımlamasından yaklaşık 10 yıl sonra Guilleminault, pediatrik OSAS terimini ortaya atarak yeni bir grubun varlığını göstermiştir Tedavi edilmeden kalırsa ciddi komplikasyonlara neden olabilen OSAS ve buna bağlı semptomlara çocukluk döneminde sık karşılaşılır. Tüm gelişmelere ve bilgi artımına rağmen günümüzde dahi tanı ve tedavi konusunda tam bir fikir birliği maalasef bulunmamaktadır. OSAS birçok hastalık tablosunun görülebildiği “Uyku Hastalıkları” yelpazesi içinde en sık görülen patolojidir. Bir ucunda basit horlamanın yer aldığı bu grubun diğer ucunda yüksek morbidite ve zaman zaman mortalite ve komplikasyonlarla seyreden OSAS bulunmaktadır. Son 2-3 on yılda, horlama ve uykuda nefes kesilmesi yakınmaları ile Kulak Burun Boğaz hekimlerine başvuran Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 38 hasta sayısı belirgin şekilde artmaktadır. Temelde erişkin hastalığı olarak bilinen OSAS, etyoloji, tanı ve tedavideki bazı farklılıkları ile çocukluk döneminde de sıklıkla görülebilir ve erişkinlerdeki gibi ciddi morbiditeye neden olabilir. konudaki araştırmaların ve tecrübelerin artması ve buna bağlı daha sık tanı konulması nedeniyle artmaya başladığı da bir gerçektir. Ayrıca OSAS’ ta tedavi seçeneği olan adenotonsillektomi sayılarının azalması da göreceli olarak insidansının artışına sebep olabilmektedir. Epidemiyoloji Pediatrik OSAS yeni doğanlardan adölesanlara kadar her yaşta görülebilir. Epidemiyolojik açıdan yetişkinlerde sıklıkla erkek populasyonda sık görülmesine rağmen pediatrik OSAS her iki cinste de eşit sıklıkta görülmektedir. Ancak yakın zamana kadar ilgi görmemesi nedeniyle yetişkinlerdeki kadar kesin ve net rakamlarla sıklığı belirlenmemiştir. Aynı zamanda tanı kriterleride yetişkinlerdeki gibi kesin hatlarıyla belirtilememektedir. Yine de genel olarak pediatrik yaş grubunda populasyonun %10’nun horladığı ve yine bu populasyonda %1-3 oranında OSAS olduğu ve 4-7 yaşları arasında pik yaptığı bilinmektedir. Son yıllarda pediatrik OSAS tanısının bu Fizyopatoloji Üst hava yollarının açıklığı ve dolayısıyla genişliği, üst solunum yollarını açmaya çalışan (iskelet sistemi ve bunu çevreleyen kasların tonusu) ve kapatmaya çalışan (yapısal özellikler yanında özellikle inspirasyondaki negatif basınç) mekanizmaların birbirlerine olan üstünlüklerine bağlıdır. Bu iki sistem arasındaki fark transmural basınç olarak ifade edilir. Bu farkın pozitif artışları üst solunum yollarının genişliğini sağlayan yegane güç olarak bilinmektedir. Bunlara ek olarak fizyopatolojide iki önemli fizik kuralı da bilinmelidir. Bernoullı Prensibi: Bir pasajdan geçen 39 hava, pasajın kenarlarına negatif basınç (vakum) etkisi yapar. Boşluk ne kadar daralırsa bu etkide o kadar artar. Venturı Etkisi: Pasaja giren hava akımı hızı, pasajın daralmasıyla akselere olarak artar. Dar pasajdan (daralmış üst solunum yolları) geçen hava venturi etkisine göre daha hızlıdır ve hızlı hava akımı Bernoulli prensibine göre de çeperde daha fazla negatif basınca sebep olur. Tüm bu kurallara göre bir kısır döngü ortaya çıkar. Sonuçta apne ve hipopneler artarak devam eder. Apneyi takiben kanda O2 basıncı düşer, CO2 basıncı yükselir ve pH düşer. Bu gelişmeler santral sinir sistemi kemoreseptörlerini uyararak, kişinin apneden kurtulması için refleks olarak uyanmasına, tekrar kasların tonusunun artmasına ve negatif basıncı yenerek kollabe bölgenin açılmasına neden olur. Dolayısı ile hava akımı tekrar başlar, apne ortadan kalkar ve O2 basıncı yükselir, CO2 basıncı düşer ve pH yükselir. Kişi tekrar uykuya dalar. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 Bu şekilde uykuya dalma, apne, uyanma periyotları uyku boyunca devam eder. Fizyopatolojik reaksiyonlar bunlarla sınırlı kalmayıp, sistemik sorunlara yol açabilen gelişmeler de olabilir. Bunun sonucunda; açıklanamayan ani gece ölümleri, pulmoner hipertansiyon, sağ kalp yetmezliği, polisitemi, gün boyu uyuklama hali, kişilik ve davranış bozuklukları ve huzursuz uyku görülebilir. Erişkinlerde OSAS’ın ölümcül bir hastalık olabileceği iyi bilinmesine rağmen, çocuklarda bu konu da çok net değildir. Çocuklarda OSAS’a bağlı ölüm, genellikle kraniyofasiyal veya nöromusküler hastalıkları olan çocuklarda perioperatif olarak görülmektedir. Ayrıca ani yenidoğan ölüm sendromu ile OSAS arasında ilişki olabileceği de zannedilmektedir. Etyoloji Teorik olarak burun ucundan glottik bölgeye, hatta yenidoğanda subglottik bölgeye kadar olan üst solunum yolunu daraltan tüm OSAS’da üst havayolu kollaps bölgesi hemen daima farenksdedir. Ancak kollaps bölgesi kişiden kişiye değişebileceği gibi, aynı kişide de zaman zaman değişiklik gösterebilir. Ayrıca vücut ve başın pozisyonu, uykunun evresi ve kas tonusundaki değişikliklere bağlı olarak da kollaps bölgesi değişebilir. Kollaps bölgesine göre üst havayolu 3 tipe ayrılarak sınıflandırılır. Tip I – üst farengeal (velofarengeal - palatal) bölge, Hikaye Erişkilerden farklı olarak major ve minör yakınmalar yerine, gündüz ve gece yakınmaları olarak iki ana gurupta incelenmesi pediatrik OSAS için daha uygundur. Özellikle gece yakınmaları çok belirgindir ve aileler bu yakınmalarla çocuğunu hekime getirir. Gündüz yakınmaları ise hastalığın ilk dönemlerinde belirgin değildir ve sıklıkla ebeveynler tarafından belirtilmez, ancak sorgulandığında ortaya çıkar. Unutulmamalıdır ki tüm bu yakınmalar üst solunum yolu enfeksiyonları esnasında da ortaya çıkabilir ya da var olan yakınmaların şiddeti artabilir. Yakınmalar içinde en tipik olanı gece horlamaları ve uykuda apne nöbetleridir. Horlama, üst farengeal bölgenin yumuşak damak, uvula ve lateral duvarı gibi titreşebilen bölümlerinde, basınç Tip II– üst-alt farengeal bölge (kombine), Tip III – alt farengeal (retrolingual) bölge. Üst havayolunun en dar bölümü velofarenks düzeyinde üst farenks seviyesidir. Bu nedenle bu alan kollapsa en duyarlı bölgedir ve palatal tıkanıklık tek başına veya diğer bölgelerdeki kollaps ile birlikte OSAS’lı hastaların %5080’inde görülür. Pediatrik OSAS’da etyolojik nedenler 4 ana başlıkta toplanabilir: 1. Anatomik nedenler, $ Yumuşak doku ve 2. Kraniyofasiyal sendromlar, $ İskelet sistemi patolojileri OSAS’a neden olabilir 3. Nöromusküler nedenler, Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 Pediatrik OSAS’da en sık görülen neden adenotonsiller hipertrofidir. Ancak adenoid ve/veya tonsil boyutunun da her zaman OSAS varlığı veya şiddeti ile ilişkili olmadığı, adenoid ve tonsilin mutlak boyutundan çok bu yapıların göreceli olarak farengeal boşluğa göre oranının daha anlamlı olduğu unutulmamalıdır. 4. Diğer nedenler 40 değişikliği ve hava akımının kısıtlanması sonucunda oluşan türbülansa bağlı çıkan sestir. Horlama şiddeti ve OSAS şiddeti arasında bir ilişki olmamasına rağmen, her OSAS’lı çocuk horlar. Ancak her horlayan çocukta OSAS olmayabilir. Erişkinlerde çok tipik olan horlamaların apne atakları ile kesilmesine, çocuklarda tipik olarak saptanmayabilir. erişkinlerdekine zıt olarak yaşıtlarına göre daha az gelişmişlerdir ve zayıf -cılız görünümdedirler. Tanı OSAS’ lı çocukların tanısında, tüm OSAS’lı hastalarda olduğu gibi, hikaye ve fizik muayeneden sonra kullanılan altın standart yöntem polisomnografidir (PSG). Çocukların en az 4 saatlik bir uyku süresince monitörize edilmesi ve bu işlem için çoğunlukla çocuk ve ebeveynin bir geceyi hastanede geçirmesi gerekmektedir. PSG imkanının her hastanede olmaması, bulunduğu merkezlerde de test için gönderilen hasta sayısının fazla olması ve maliyetinin yüksek olması gibi olumsuz şartlar nedeniyle yerine bazı yeni tetkikler konulmaya çalışılsa da hala daha üstün bir tanı aracı tanımlanamamıştır. Yine erişkinlerde sıklıkla saptanan gündüzleri aşırı uyuklama hali de, pediatrik OSAS’da belirgin olmayabilir. Bu nedenle erişkinlerin günboyu aşırı uyuklama halinin değerlendirilmesinde önemli bir yer tutan “Epworth Uyuklama Ölçeği (Epworth Sleepiness Scale)”nin pediatrik OSAS değerlendirilmesinde pek yeri yoktur. Buna karşılık pediatrik OSAS’da düşük okul performansı, davranış bozuklukları, hiperaktivite, hırçınlık, çabuk yorulma ve gelişmebüyüme geriliği ön plandadır. OSAS nedeni ile adenoidektomi ve/veya tonsillektomi uygulanan çocuklarda operasyon sonrası ağırlık ve vücut kitle indekslerinde artma olduğunu saptayan birçok çalışma mevcuttur. Diğer önemeli semptomlar sık sık uykudan uyanma, huzursuz uyku, kabus görme, enürezis, terleme, sabah uykudan dinlenemeden uyanma ve uykuda yürüme sayılabilir. Tedavi OSAS’ta esas tedavi, sebep olan patolojinin ortadan kaldırılması ya da bu patolojinin sebep olduğu daralmaların eksternal kuvvetlerle bir şekilde üstesinden gelinmesidir. Çocuklarda OSAS’a sebep olan en sık patolojilerin (%95) adenotonsiller hipertrofi olması ve diğer sebepleri de göz önüne alınca, tama yakınının cerrahi ile düzeltilebilir olması nedeniyle, en sık tedavi yöntemi cerrahidir. Bu cerrahi yöntemler içindede en sık uygulananı adenotonsillektomilerdir. OSAS’ta tanı yöntemleri ve hekim tecrübelerinin son yıllarda artması nedeniyle OSAS endikasyonuyla ile yapılan adenotonsillektomi sayılarında gittikçe artmaktadır. Diğer anatomik sebeblerden (koanal atresi, septum deviasyonları, konka hipertrofileri…..) cerrahi ile düzeltilmesi mümkün olanlar içinde spesifik patolojilerin ortadan kaldırılması tedavide yeterlidir. Özellikle şiddetli kraniofasial anomalilerin eşlik ettiği bazı hastalarda trakeotomi de nadiren gerekli olabilmektedir. Yetişkinlerde sık kullanılmasına rağmen, çocuklarda eğer çok şiddetli düzeltilemeyecek anatomik patolojiler söz konusu değilse pozitif havayolu tedavisine gerek duyulmamaktadır. Fizik Muuayene Bu hastalara mutlaka ve ayrıntılı olarak tam bir kulak burun boğaz ve baş-boyun muayenesi yanında sistemik muayene de yapılmalıdır. Kulak burun boğaz ve başboyun muayenesinde kraniyofasiyal, orofasiyal ve maksillofasiyal bulgular dikkatle incelenmelidir. Genellikle OSAS’a neden olan patolojinin lokalize olduğu yer olmasından dolayı orofarenks muayenesi özenle yapılmalı ve tonsil boyutu değerlendirilmelidir. Başta adenoid vejetasyon olmak üzere, kronik burun tıkanıklığı yapan durumlarda ortaya çıkan “adenoid yüz” en sık saptanan bir diğer muayene bulgusudur. Ayrıca kardiyak ve pulmoner fonksiyonlar eğer şüphe ediliyorsa mutlaka incelenmeli, beraberinde fizik ve mental gelişim değerlendirilmelidir. Fiziki olarak 41 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 42 Merck Serono Onkoloji 43 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 DOÇ.DR.AYŞE İRİZ ANEAH K.B.B. Kliniği Tonsillektomi ve Adenoidektomi: Kime, Ne Zaman? Adenoidler burnun gerisindeki nazofarenkse (geniz) yerleşen lenfoid dokudur. Tonsiller (bademcikler) ise boğazın her iki yanında yerleşen iki adet lenfoid dokudur. Azalma göstermekle beraber adenotonsillektomi, toplumda yapılan en sık kulak burun boğaz operasyonu olarak yerini korumaktadır. Adenotonsillektomi için karar verilirken çocuğun en yakın gözlemcisi olan ebeveyn öyküsü titizlikle alınmalı ve her hasta ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Cerrahi endikasyon için adenotonsiller hastalıklar, temel anatomi ve fizyolojiyi, Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 klinik bulguları ve güncel tıbbi tedavileri çok iyi bilinmelidir. Bu bilgiler ayrıca cerrahi için doğru hasta seçimi, girişim zamanının ve cerrahi teknikler ile komplikasyonlarının yönlendirilmesinde de çok gereklidir. içinde koloniler oluşturulur. Antijenik uyarım sonucu erken ve geç çocukluk döneminde büyümeleri devam eder. Birçok kişide puberte ve erken yetişkinlik döneminde regresyona uğrar. Tonsildeki kriptlerden farklı olarak adenoid dokusu invagine olmuş derin mukozal kıvrımlardan meydana gelmiştir. Ayrıca total eksizyona olanak verecek bir fibroz kapsülü bulunmamaktadır. Anatomi: Adenoid vejetasyon; Farengeal tonsil olarak da bilinen adenoid vejetasyon dokusu nazofarenks posterior duvarında trianguler olarak yerleşmiş bir lenfoid doku kitlesidir. Doğumda bulunur ve hemen bakteriler tarafından Tonsilla palatina: Orofarenksin lateral duvarında yer almış ovoid şekilli lenfoid kitlelerdir. 44 Farengeal kaslar ön ve arka plikaları oluşturur. Alt ucu lingual tonsil dokusu ile dil köküne doğru uzanım gösterebilmektedir. Tonsillerin ve adenoidlerin afferent lenfatikleri yoktur ve diğer lenf notlarından farklı olarak sadece efferent lenf yolları bulunmaktadır. Tonsil dokusunda çok katlı epitel ile örtülü, makroskopik 10 ila 30 kripta adı verilen invaginasyonlar bulunmaktadır. Kripta epiteli, altındaki lenfoid dokuya antijeni ulaştıran mikroporlar ile özelleşmiş kompleks bir hücre sisteminden (M-hücreleri ile antijen-işlemci hücreler) oluşmaktadır. Vücudun lenf bezlerinden farklı olarak, bu dokularda afferent lenf drenajı yoktur. Bu nedenle tonsil ve adenoidin özelleşmiş epiteli, antijenin tutulması ve immunolojik işlem işin son derece önemli bir yapıdır. tonsillerde operasyon önerilmelidir. Büyük tonsiller son yıllarda tonsillektomi endikasyonları arasında ilk sırada yer almaktadır. Hava yolunda darlığa neden olan tonsiller büyümüş adenoidlerde olduğu gibi horlama ve uyku apnesine sebep olmaktadır. Bu durumun çocukta büyüme gelişme geriliği ve konsantrasyon bozukluğu başta olmak üzere birçok olumsuz etkisi vardır. Asimetrik büyümüş tonsiller: Asimetrik büyüme tonsilde maligniteyi düşündürüyorsa tonsillektomi yapılmalıdır. Durdurulamayan tonsil kanaması: Herhangi bir nedenle oluşan ve diğer yöntemlerle durdurulamayan tonsil kanamalarında tonsillektomi yapılır. Tonsillektomiyi hangi durumlarda önermiyoruz? Başlıca tonsillektomi endikasyonları: Kanama yatkınlığı: Kanamaya meyilli hastalarda kan tablosunu düzeltmeden tonsillektomiyi önermiyoruz. İmmünolojideki gelişmelere parelel olarak kesin olmamakla birlikte tonsil dokusunun vücut bağışıklık sistemine katkısı 3-6 yaşa kadardır. Bu güne kadar olan bilgiler ışığında, endikasyonu varsa yapılacak tonsillektomi operasyonu bağışıklık sisteminde önemli bir problem yaratmayacağı söylenebilir. Akut tonsillit: Tonsilde akut infeksiyon varlığında yapılan tonsillektomi sonrası kanama riski yüksektir. Bu yüzden akut infeksiyon düzeldikten sonra tonsillektomi yapıyoruz. adlandırılan geniz eti operasyonu aşağıdaki durumlarda yapılır. Bazı çocuklarda bunların bir kaçı birlikte olabilir. Adenoidin akut ve kronik enfeksiyonları çoğunlukla diğer üst solunum yolu enfeksiyonları ile bir aradadır veya onlar ile karışabilir. Akut adenoidit: Pürülan rinore, burun tıkanıklığı, ateş, sık olarak otitis media görülür. Akut enfeksiyon ile birlikte olan horlama enfeksiyonun düzelmesi ile kaybolur. Üst solunum yolları enfeksiyonu ile bakteriyel rinosinüzitten ayrılması son derece zordur. Rekürren akut adenoidit: 6 ay içinde birbirinden ayrı dörtten fazla akut adenoidit atağını tarif eder. Rekürren akut sinuzitten ayrılması oldukça zordur ve radyolojik inceleme gerekir. Kronik adenoidit: Sürekli burun akıntısı, nefesin kokması, postnazal akıntı, kronik konjesyon ile karekterli bir tablodur. Benzer semptomlar kronik sinuzitte de olduğundan ikisinin ayrılması zorluk İlaç kullanımı: Aspirin ve oral antikoagulan ilaçları kullanan hastalar 1 hafta önceden ilaçları kesilerek tonsillektomi yapılabilir. Tekrarlayan ve kronik enfeksiyonlar: Eskiden tonsillektomilerin en sık nedeni olarak belirtilirdi. 39-40 dereceye varan yüksek ateş, kızarık ve kıriptik tonsillit, boğaz ağrısı ve servikal lenfadenopati ile seyreden tonsil enfeksiyonunun bir yılda 7, ardı ardına iki yılda 5, veya ardı ardına 3 yılda her yıl 3’er kez olması tonsillektomi endikasyonudur. Polio epidemilerindede tonsillektomi önerilmez. Uyku apnesine yol açan büyük tonsiller dışında tonsillektomi genellikle 3 yaş ve üzerinde önerilir. Adenoidektomi: Kronik tonsillitte ise sürekli boğaz ağrısı, servikal ağrılı lenfadenopati, ağız kokusu ve tonsil taşı bulunabilir. Farengeal tonsil olarak bilinen adenoid dokusu genizde yer alan ve doğumda bulunmakla beraber tekrarlayan enfeksiyonlar ile büyüyebilen bir lenfoid dokudur. Çoğunlukla puberte ve erken erişkinlik döneminde regresyona uğrar (küçülür). Adenoidektomi olarak Difteri taşıyıcılığı, tedaviye yanıtsız streptekok taşıyıcılığı, peritonsiller abse ve tekrarlayan otitis media diğer endikasyonları oluşturur. Tonsil enfeksiyonlarının hepsi tonsillektominin relatif endikasyonları arasındadır ve uzun süreli hasta takibi veya ciddi bir aile öyküsü alınarak yapılmalıdır. Büyük tonsiller: Solunum, yutma ve konuşmayı etkileyecek kadar büyük 45 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 gösterir. Sinuzit ile birlikte görülse de otitis media daha çok kronik adenoiditte görülen bir durumdur. Adenoidektomi endikasyonları Aşırı derecede büyümüş geniz eti: Bu durum ağız solunumu, horlama ve uyku apne (uyku sırasında nefesin durması) gibi belirtilere yol açar. Kronik hipoksi çocukta anormal yüz ve diş gelişimine ve konsantrasyon azlığına yol açabilir. Ağız açık duruş, uzamış ve düzleşmiş orta yüz bölgesi, göz altında siyah halkalar "adenoid yüz" görünümünü oluşturur. Bu durum özellikle çocuklarda okul başarısını etkiler. Benze şikayetler tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonlarında ve alerjik rinosinüzitlerde de olmaktadır. Bu nedenle geniz eti ameliyatlarında karar mutlaka aile ile birlikte verilmelidir. Çünkü en iyi gözlemci ailedir. Büyümüş adenoid dokusu ayrıca ‘’nazolali’’ denilen nazale konuşma bozukluğuna yol açabilir. Adenoid dokusunun büyüklüğü genellikle fizik muayenede anterior ve posterior rinoskopi ve fleksibl fiberoptik bakı ile kolaylıkla değerlendirilebilir. Obstrüksiyon için tipik bulgu ve Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 kendiliğinden küçülme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle operasyon kararı hastanın muayene bulgular, kliniği ve aile öyküsü ile beraber hasta bazında verilmelidir. Nitekim çok büyük adenoid dokusunun yol açtığı büyüme, gelişme geriliği ve öğrenme problemleri kalıcı olabilmektedir. semptomların varlığında lateral kraniyal radyografi gereksizdir. Östaki tüpü tıkanıklığına bağlı orta kulak hastalıkları: Orta kulak havalanmasını ve temizlenmesini sağlayan östaki tüpü genizde adenoid dokusuna yakın olduğu için büyük adenoid dokusu tüp ağzını tıkayabilmektedir. Bu durum tekrarlayan orta kulak enfeksiyonuna ve seröz otitis media dediğimiz orta kulakta sıvı birikmesine neden olur. Belirtileri kulak ağrısı ve işitme azlığıdır. Tedaviye yanıt vermeyen seröz otitis media hastalarında kulak zarına tüp takılması yanında adenoidektomi endikasyonu da vardır. Adenoidektomiyi hangi durumlarda önermiyoruz? Yarık damak dudak ve Down sendromlu çocuklarda dikkatli muayene ve inceleme yapılması gerekir. Adenoid cerrahisinin düşünüldüğü her hastada damak mutlaka çok iyi bir şekilde değerlendirilmelidir. Gizli veya belirgin submukozal damak yarığı adenoid hiperplazisi ile maskelenebilir. Bu çocuklara yapılan adenoidektomi sonrası “velofarengeal yetmezlik” (seslerin ve yiyeceklerin genize kaçması) gelişebilir, konuşma ve yutma etkilenebilir. Yine tonsillektomide olduğu gibi kanama yatkınlığı olanlarda dikkatli davranılmalıdır. Ayrıca adenotonsillektomi operasyonu sırasında servikal vertebra problemi olan hastalarda, hiperekstansiyondan dolayı dikkatli olunmalıdır. Adenoidlerin neden olduğu tekrarlayan veya kronik sinüs infeksiyonları: Aynen kulak probleminde olduğu gibi büyümüş veya infekte adenoidler sekresyonların burunda birikmesine veya tekrarlayan sinüs infeksiyonlarına neden olabilir. Bir çok cerrah çocukluk çağı ciddi sinüzitlerin tedavisinde birinci basamak tedavi olarak adenoidektomiyi tercih etmektedir. Ameliyat olmadan beklenebilir mi? Halk arasında geniz eti olarak bilinen adenoid dokusu 10 yaşından sonra 46 Ebixa® 10 mg Film Tablet, Ebixa® 5 mg/basış Oral Solüsyon: Her bir film tablet 8,31 mg memantine eşdeğer 10 mg memantin hidroklorür ihtiva eder. Pompaya her bir basışta 0,5 ml (0.5 g)’sinde; 5 mg memantin hidroklorür (4,16 mg memantine eşdeğer) içeren çözelti akar. Memantin; voltajbağımlı, orta afiniteli ve kompetitif olmayan bir N-metil-Daspartat (NMDA) reseptör antagonistidir. Endikasyonları: Orta ve şiddetli evre Alzheimer hastalığı tedavisinde kullanılır. Pozoloji ve uygulama şekli: Önerilen idame dozu günde 20 mg’dır. Yan etki riskini azaltmak için, idame dozuna ilk üç hafta boyunca, haftada 5 mg’lık artışlarla şu şekilde ulaşılmalıdır: Tedaviye 5 mg’lık günlük dozla başlanır (yarım tablet/1 basış) ve bir hafta devam edilir. İkinci hafta günde 10 mg (günde bir kez bir tablet/2 basış) ve üçüncü hafta günde 15 mg (günde bir kez bir buçuk tablet/3 basış) kullanılır. Dördüncü haftadan itibaren tedaviye, günde 20 mg’lık (günde 1 kez 2 tablet/4 basış) önerilen idame dozu ile devam edilir. Kontrendikasyonları: Etkin madde veya yardımcı maddelerden herhangi birine karşı aşırı duyarlılığı olan hastalarda kontrendikedir. Uyarılar/Önlemler: Epilepsisi, geçmişinde konvülsiyon öyküsü veya epilepsiye eğilimi olan hastalarda dikkatli olunmalıdır. Amantadin, ketamin veya dekstrometorfan gibi NMDA antagonistleri ile birlikte kullanımından kaçınılmalıdır. İdrar pH’sını yükselten faktörler (etten, vejeteryan diyete geçiş, alkalizan mide tamponlarının çok miktarda alınması, renal tübüler asidoz veya proteus bakterisine bağlı ciddi üriner sistem enfeksiyonları) var ise memantinin renal eliminasyon hızı, 7-9 faktör azalabileceğinden, hastanın dikkatli izlenmesi gerekebilir. Sınırlı veri mevcut olduğundan, yakın tarihte geçirilmiş miyokard enfarktüsü, kompanse edilmemiş Referans: 1. Ebixa® KÜB (MMSE<20 olan Alzheimer hastalarında). 2. Jones RW et al. Safety and tolerability of once-daily versus twice-daily memantine: a randomised, double-blind study Etkindir.1 Günde tek doz kullanılır.1 Kullanım kolaylığı sağlar.2 Klinik kötüleşmeyi yavaşlatır.3 konjestif kalp yetmezliği (NYHA endeks III-IV) veya kontrol altında olmayan hipertansiyonlu hastalar yakın gözlem altında bulundurulmalıdır. Ebixa® 10 mg film tabletler, yardımcı madde olarak laktoz içerir. Ebixa Oral Solüsyon sorbitol içerir. Galaktoz intoleransı, laktaz yetmezliği veya glikoz-galaktoz malabsorpsiyonu gibi seyrek görülen kalıtsal sorunları olan hastalar bu ilacı almamalıdır. Ebixa® oral solüsyon, sorbitol içerir. Nadir kalıtımsal fruktoz intolerans problemi olan hastaların bu ilacı kullanmamaları gerekir. İlaç etkileşimleri ve diğer etkileşimler: Memantinin etki şekli sebebiyle; L-dopa, dopaminerjik agonistler ve antikolinerjiklerin etkileri, memantin gibi NMDA antagonistleri ile birlikte kullanıldığında artabilir. Barbitüratların ve nöroleptiklerin etkilerini azaltabilir. Memantinin antispazmodik ajanlar, dantrolen veya baklofen ile birlikte kullanımı; etkilerini modifiye edebilir ve doz ayarlaması gerektirebilir. Farmakotoksik psikoz riski nedeni ile memantinin amantadin, ketamin ve dekstrometorfan ile birlikte kullanımından kaçınılmalıdır. Memantin ve fenitoinin kombine kullanımının olası riskine ilişkin yayınlanmış bir tane vaka raporu bulunmaktadır. Amantadin ile aynı renal katyonik nakil sistemini kullanan simetidin, ranitidin, prokainamid, kinidin, kinin ve nikotin de muhtemel olarak memantin ile etkileşip, plazma düzeyinde artış riski oluşturabilir. Memantin, hidroklorotiazid (HCT) veya HCT’li herhangi bir kombinasyon ile birlikte kullanılırsa, HCT serum seviyesinde azalma muhtemeldir. Oral antikoagülanlarla birlikte tedavi edilen hastalar için protrombin zamanının veya INR’nin yakından izlenmesi tavsiye edilmektedir. Karbonik anhidraz inhibitörleri ve sodyum bikarbonat ile kullanımında klerens düşebilir. Memantin ile gliburid/ metformin kombinasyonu, donezepil veya galantamin arasında anlamlı bir ilaç etkileşimi gözlenmemiştir. Gebelik ve laktasyon: Gebelik kategorisi “C” dir. Memantin kesinlikle gerekli olmadıkça gebelikte kullanılmamalıdır. Memantin kullanan kadınlar emzirmemelidir. İstenmeyen etkiler: Hafif, orta ve şiddetli demansta yapılan klinik çalışmalarda memantin ile görülen advers olayların toplam insidans oranı plasebo ile görülenlerden farklılık göstermemiştir; advers olaylar genellikle hafif ve orta şiddettedir. Memantin grubunda plasebo grubundan daha yüksek insidans ile en sık oluşan advers olaylar: sersemlik hali, baş ağrısı, kabızlık, uyuklama hali ve hipertansiyon. Doz aşımı: Doz aşımı durumunda, tedavi semptomatik olmalıdır. Raf ömrü: Ebixa® tablet ve oral solüsyon için 24 aydır. Oral solüsyon açıldıktan sonra 3 ay içinde tüketilmelidir. Saklama koşulları: Ebixa® tablet ve oral solüsyon 30°C’nin altında, oda sıcaklığında saklanmalıdır. Pompası takılmış şişe, mutlaka dikey durumda tutulmalı ve taşınmalıdır. Ticari takdim şekli ve ambalaj muhtevası: Kutuda, PP/AI blisterde 100 film tablet ve kutuda 100 g çözelti içeren kahverengi cam şişede. Ruhsat sahibinin isim ve adresi: Lundbeck İlaç Tic. Ltd. Şti. Rüzgarlıbahçe Mahallesi, Cumhuriyet Caddesi, No. 22 Gülsan Plaza, Kat:1 Kavacık, 34892, İstanbul. Ruhsat tarihi ve numarası: Tablet; 27.10.2003, 114/96, Solüsyon; 27.10.2003, 114/95. Perakende satış fiyatı: 10 mg 100 tablet 162.61 TL (25.04.2012), 5 mg/basış Oral Solüsyon 184.79 TL (18.11.2011). KÜB Onaylanma tarihi: Ebixa® 10 mg film tablet, 15.05.2012, Ebixa® 5 mg/basış oral solüsyon 15.05.2012. Daha fazla bilgi için firmamıza başvurunuz. Hazırlama ve güncellenme tarihi: Aralık 2011. REÇETE İLE SATILIR. GERİ ÖDEMESİ MEVCUTTUR. in moderate to severe Alzheimer’s disease. Int symptoms in patients with moderate to severe J Geriatr Psychiatry 2007; 22: 258–262. a3. Alzheimer’s disease. Dement Geriatr Cogn Disord Wilkinson 47 D, et al. Analysis of the effect of 2007; 24: 138-145. Numune Sağlık Dergisi memantine in reducing the worsening of clinical Lundbeck İlaç Tic. Ltd. Şti. Rüzgarlıbahçe Mahallesi Cumhuriyet Caddesi No. 22 Gülsan Plaza Kat: 1 Kavacık 34892 İstanbul Tel: 0 216 538 96 00 Faks: 0 216 538 96 39 www.lundbeck.com.tr www.alzheimer.gen.tr EKİM - KASIM 2012 EBX-2012-D2-07 (Haziran 2012) Ebixa® Pompalı Solüsyon 1x4 Basış BANU ERGÜNAL KÖSE Klinik Dilbilimci Dil ve Konuşma Bozuklukları Uzm. Çocuklarda Konuşma Bozuklukları Dil problemleri nelerdir? – İşitme engeli gibi duyusal kayıplar, nörolojik problemler, otizm, mental retardasyon, davranış Bozuklukları, genetik problemler, dikkat eksikliği, yapısal bozukluk, gelişim geriliği, serebral palsi, metabolizma veya sendrom kaynaklı olarak da gözlemlenebilir. Çocukların dil gelişimini etkileyecek çeşitli faktörler vardır. Genelde birden çok olumsuz etkinin bir araya gelmesi, dil ve konuşma bozukluklarına sebep olur. Dil gelişim problemleri ve sonradan edinilmiş dil problemlerine farklı yaklaşmak gerekir. Dünyaya konuşmayı öğrenmeye hazır bir şekilde geliriz. Daha doğmadan anadilimizin ritmik yapısını öğreniriz ve beynimizin konuşma merkezleri dil Dil gelişim problemleri izole olarak sadece lisan seviyesinde görülebilir, veya ikincil olarak; Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 48 yapısını ve dil kurallarını öğrenmeye ve hafızalamaya hazır bir şekilde başlarız hayata. Dil çok zor görünse de –okulda yabancı dil öğrenirken nasıl zorlandığımızı düşünürsek– çocuklar ana dillerini çok hızlı ve kısa sürede öğrenir. Sağlıklı bir dil gelişiminde çocuklar: $ 8-10 ay: İlk anlamalar ve ilk tepkiler $ 10-13 ay: İlk kelimeler $ 18-20 ay: Kelime dağarcığında büyük artış $ 20-24 ay: İlk kısa cümleler problemler artikülasyon problemleridir. Çocuğun ana diline ait seslere eksik veya yanlış üretmesidir. Eğer işitme kaybı, nörolojik bir problem veya yapısal bir problem söz konusu değilse, artikülasyon zorlukların iki belirgin sebebi olabilir. gerektirir. Çoğu zaman terapi öncesi çevresel düzenlemeler, aile eğitimi ve kreş gibi yönlendirmeler, tablonun hafiflemesini sağlayabilirken, bazı çocukların mutlaka terapiye ihtiyaçları oluyor. 1. Çocuk henüz o sesi üretmek için gereken teknik hareketleri henüz keşfetmemiş veya yanlış edinmiş olabilir, dil dudak pozisyonu, fonaszyon ayarını henüz tamamlamamış olabilir (fonetik bozukluk). Gramer bozuklukları kelime veya cümle düzeyinde görülebilir. Çocuklar fiil eklerini, bağlaçları, çoğul eklerini ve benzerlerini kullanmakta zorlanabilirler, ekleri eksik veya yanlış kullanabilirler. Çocuklar kelime dağarcıklarını geliştirebilse dahi, kelimeleri fonksiyonel bir şekilde birleştirip cümle seviyesine çıkaramayabilirler. Gramer bozuklukları alıcı dilde de problemli olabilir. Bu durumlarda çocuklar ifadenin içerdiği bütün kelimeleri anlarken, gramer bilgisi içeren kısımlarda zorlanacaktır, örneğin çocuk sadece ‘TOP’ ve ‘AT’ kelimelerini algılayabileceği için, 2. Çocuk ses kurallarını henüz edinmemiş, yanlış veya eksik edinmiş olabilir. Ses sistemi ve kuralları ile ilgili olan problemler fonolojik problem olarak categorize edilirler. $ 24-: Gramer bilgilerini edinirler. Her çocukta bu gelişim izlenilemiyor. Çocuklar çeşitli sebeplerden dolayı dil gelişiminde güçlükler yaşayabilirler. Çocukluk afazisi, yetişkinlerde olduğu gibi, postlingual dönemden edinilmiştir (travma, tümör, inme, epilepsi veya menenjit gibi sebeplerden dolayı). Leksikal gelişim problemlerinde çocuğun kelime dağarcığının yaşı ile uyumlu olmadığı gözlemlenir. Çocuk isteklerini ve ihtiyaçlarını daha çok işaretlerle veya göstererek ifade eder. Çocuklar kelimeleri söylemeden, istediklerini işaret ederek daha kolay bir yol seçmiş gibi görünürken, aslında kendilerini ifade edememenin çaresizliğini çok yoğun hissederler, özellikle işaret ile çözüm bulamadıkları ortamlarda hırçınlaşırlar ve hedef kelimeyi söylemeye zorlanınca kendilerini sözel iletişime kapatabilirler. Bu durumlarda dil gelişim problemlerine davranış problemleri de eklenir ve tablo ağırlaşır. Dil ve konuşma güçlüklerinin belirtileri nelerdir? Dil ve konuşma güçlüklerinin belirtileri, kısıtlı söz dağarcığı, yeni kavramlar öğrenmekte zorluk olarak görülebilir. Çocuklar sözel iletişime karşı dirençli olabilirler, az konuşur ve sıkça anlaşılmaz sözcükler kullanırlar. Gün içerisinde isteklerini ve ihtiyaçlarını anlatmakta zorluk çekerler ve bundan dolayı isteklerini konuşmaktan çok işaret ederek ve göstererek ifade etmeye meyilli olabilirler. Bu çocuklar çevreye, özellikle yeni girdikleri ortamlara uyum sağlamakta zorlanabilirler, arkadaşlarıyla veya kardeşleriyle oynamaktansa, yalnız oynamayı tercih edebilirler ve yutkunma, yutma, çiğneme ve salya kontrolü ile güçlük yaşayabilirler. Çocuklar kısıtlı kelime sayısı ile iletişim kurarken, mevcut repertuarlarının fonksiyonelleştirmede zorlanıyor olabilirler, bütün hayvanlara ‘havhav’ demek gibi genellemeler yapabilirler ve özellikle soyut kavramlarda zorlanabilirler. İfade edici dilde gözlemlenen problem belirtileri, alıcı dil seviyesinde de gözlemlenebilir. Dil gelişim testleri ile çocukların her iki alanda değerlendirip, yaşları ile uyumluluğunu ölçer. Alıcı dil problemleri çok daha ağır bir tablo sergiler. Değerlendirmelerde çocuğun ifade edici dil seviyesi normun hafif altında seyretmesi çok endişe yaratmazken, alıcı dil becerilerinin yaşıyla uyumlu olmaması mutlaka destek Bu çocuklar dil öğrenimine genelde gecikmiş olarak başlarlar, yaşıtlarının kısa cümleler kurmaya başladığı yaşlarda ilk sözcüklerini söylemeye başlarlar. Konuşma problemlerinin sınıflandırılması Dil ve konuşma problemleri çeşitli gruplara ayrılırlar, en sık görülen 49 ‘Topu at’, ‘Topu atalım’, ‘Topu atsın’, ‘Topu attı’ cümlelerinin farklarını anlamayacaktır ve aynı cümleler olarak algılayacaktır. Gramer bozuklukları lisanın her sistemine yayılabileceğinden, ses dizimi problemleri şeklindede görülebilir. Ses bozuklukları ile birlikte görülen söz dizimi problemleri, çocukların anlaşılırlığının kaybolmasına neden olur. Konuştukları kişiler kendilerine anlamadıklarından, çocukların sözel iletişim için gereken motivasyonları kısa zaman içinde kaybolur ve dil ve konuşma bozukluklarına, iletişim bozuklukları da eklenir. Pragmatik bozukluklar, çocuğun iletişim kurallarını bilmemesi şeklinde görülür. Günlük konuşma ritüelleri ‘Nasılsın?’ / ‘İyiym.’, ‘Günaydın’ / ‘Günaydın’, ‘Güle güle’/ ‘Hoşçakal’ çocuğun anlamadığı kurallardır, bunları uygulayamadığı gibi, kendisine soru sorulduğunda, bunun cevaplanması gerektiğibi kavrayamaz veya cevabın Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 nasıl olacağını bilemez. Sıkça ekolali gözlemlenir, çocuk ona sorulan soruya aynı soru ile cevap verir: ‘Nasılsın?’/’Nasılsın!’. Pragmatik kurallar bebekliğin erken evrelerinde öğrenilmeye başlar, daha agucuk dönemlerinde, çocuğun annesine oyun için seslenirken, annesine karnı acıktığı için seslenmesi (bağırması) farklıdır, oyun içinde annesinin konuşmalarına eşlik etmesi, birşeyler söyleme sırasının ona geldiğin anlaması bu pragmatik kuralların, iletişimin ne kadar temel yapıtaşları olduklarını gösterir. Daha büyük yaşlarda gözlemlenip tanımlana bilen iletişim bozuklukları, bu dönemlerde kendilerini gösterdikleri olur, çocukların monoton ağlamaları, annenin sözel oyunlarına eşlik etmemeleri gibi belirtilere en erken dönemlerde dikkat edilmelidir. Pragmatik kuralları, sonradan edinilmiş dil bozukluklarında karşı dirençlidirler ve çocuklar bu kurallara hala hakim olduklarından dolayı, mevcut durumdan daha ılımlı bir tablo sergileyebilirler ve aileleri yanıltabilirler. ‘Her dediğimizi anlıyor’ ifadesi çok dikkatli algılanmalıdır. Çocuklar verilen komutları görsel ip uçlarından faydalanarak yerine getiriyor olabilir. Eğer çocukta bunların hiçbiri olmamasına rağmen dil öğreniminde problem yaşanıyorsa, yani çocuğun 12-18 ay arası sözcük dağarcı 20 civarına ulaşmamışsa ve 24-36 ay arası ilk iki kelimelik cümleleri kurmaya başlamamışsa ve özellikle gramer ekleriyle zorlanıyorsa sebebi spesifik dil problemi olabilir. Bu çocukların zeka seviyesi normal düzeydedir ve söylenilenleri anlamakta genelde sorun yaşamazlar. Kekemelik erken başlar, genelde 2-5 yaş arasında. Bu çocuğun gelişiminde her şeyin çok hızlı olduğu dönemde, 20 çocuktan biri kekeler. Konuşurken bir yandan konuştuklarımızı kontrol ederiz. Nefesimizden, dil ve dudak hareketlerimizden bir sesin veya kelimenin yanlış çıkacağını anlarız, düzeltiriz ve öyle devam ederiz. [s] sesini söyleyememe, roratizm, [r] sesini söyleyememe, ve [k] sesini söyleyemektir. Artikülasyon bozukluğun sebebi belirlenerek, çocuğun yaşı ve dil gelişimi ile olan uyumluluk değerlendirilip terapi önerilebilinir. Çocuklar gelişim seviyelerine göre ve belli bir hireyaşik sıraya göre ses envanterlerin geliştirirler. Bu sebepten terapi planlamadan once, problemlerin mutlaka yaş ve gelişim ile uyumlulukları değerlendirilmelidir. Çok erken başlanan tedaviler sonuç vermez ve çocuğun tepki geliştirmesini sağlar, geç kalınmış durumlarda, çocuğun konuşma alışkanlıklarını düzeltmek zorlaşır. Eğer ek bir problem mevcut değilse ve çocuk terapiye uyum sağlarsa, artikülasyon bozuklukları en hızlı düzelme gösteren alanlardandır. Bu kontrol mekanizması doğuştan olan bir mekanizma değildir. Zamanla öğrenilir. Çocuklarda söylediklerini kontrol ederler. Onların yöntemi daha farklı: söylediklerini dinleyerek değerlendirirler. Bu daha yavaş bir yöntemdir ama çocuklar bunu kullanırken zorlanmazlar ve konuşmaları yavaşlamaz. Diğer kontrol mekanizması geliştikçe, çocuk onu kullanmaya başlar ve bir dönem (bu çocuktan çocuğa değişir) iki yöntemi birden kullanır. Bu çok zor bir dönemdir. Bazen kötü telefon bağlantılarında insan kendi sesinin yankısını duyup konuşmakta zorlanır ya, buna benzer bir durum çocukların yaşadıkları. Bu şartlar altında çocuğun kekelemesi veya heyecanlı bir şeyler anlatırken (bu yaşlarda her şey önemli ve heyecanlıdır) takılması ve sıkça ‘eh’, ‘şey’ gibi boşluk doldurucular kullanması normaldir. Aynı dönemde çocukların dünya algılamalarında büyük gelişmeler olur ve çocuğun oral-motor gelişimi, söylemek ve sormak istediklerine Akıcı Konuşma Bozukluklarında iki grup vardır: Kekemelik ve Takifemi. Kekemelik istemdışı tekrarlar, duraklamalar ve uzatmalar şeklinde görülür. Kekelerken vücut kasılır, kekeleyen kesik ve düzensiz nefes alır, duruşunda değişiklik olur, stres yaşar ve bundan dolayı terler ve yüzü kızarır. Bunlar etkili ve güzel konuşmanın tam tersi olduğundan ve heyecan ve stres kekemeliği tetiklediğinden, kekemeler stresli ve zor ortamlardan kaçmaya meyillilerdir. Buna çevrelerinden gelen negatif tepkilerde eklenirse, kekeleyen insanlar çoğu zaman yalnızlığa kaçarlar. Dil sisteminde problem olmaksızın görülen konuşma bozukluları Dil sisteminde problem olmaksızın görülen konuşma bozukluları iki büyük gruba ayrılırlar: Ses üretim problemleri ve Akıcı konuşma problemleri. Artikülasyon problemleri, bir sesi dil kurallarının gerektiği şekilde telaffuz edememe olarak görülür. En sık karşılanan problemler sigmatizm, Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 50 anlaşılma güçlükleri çekerler. Kronik ses kısıklıkları çoğu zaman enfeksiyon ile başlar, bu süre içinde çocuklar seslerini koruma altına almak amaçlı yanlış davranışlar geliştirebilirler. Yanlış solunum alışkanlıkları, hiperton konuşmalara sebep olur ve tahribatı daha da arttırır. yetişmekte zorlanır, ve bu durum takılmaların daha da artmasına sebep olur. Çocuklar çevrelerinin verdikleri tepkilerden dolayı konuşurken stres yaşayabilir. Çocuğun 1000 sözcükten 50 tanesini kekeleyerek söylemesi ailelerini korkutmasın. Fakat bu durum bir kaç ay içinde düzelmezse ve çocuk heceleri (ba-ba-bana) veya harfleri (b-bb-bana) tekrarlamaya veya uzatmaya devam ederse, çocuk konuşmaktan hoşlanmamaya başlarsa, konuşurken hareketlerinde değişiklikler olursa, nefes alışı zorlaşır veya değişirse ve mimikleri gerginleşirse mutlaka bir uzmana gösterilmelidir! İşitmek sadece dil ve konuşma edinimi için değil, çocuğun bütün gelişimini etkiler. Dil, sosyal ve zihinsel beceriler, çocuğun etrafını nasıl anladığına bağlı olarak gelişir. Duyusal herhangi bir kayıp bu gelişim süreçlerinde gecikmelere sebep olur. İşitme kaybı dil gelişimini olumsuz etkileyen en belirgin faktörlerden biridir. İşitme kaybını erken dönemde fark etmek aileler için zor olabilir. Progresif işitme kayıplarında yeni doğan taramalarından geçmiş çocuklarda geç fark edilebilir. Ancak çocuğun konuşmayı öğrenmesi için duyması yeterli değildir, duyduğu sesleri ayırt etmesi ve anlaması gerekir. Konuşmayı öğrenmek için, konuşmaya ait olan sesleri çevre seslerinden farklı algılaması ve tanıması gerekir. Bunun için dilin ses yapısı, ritmik özellikleri ve tonlamaları öğrenilmelidir. İşitme kaybı olmayan çocukla bu bilgileri daha anne karnında öğrenirken, işitme kayıplı çocuklar ancak işitmeleri sağlandıktan sonra işitme eğitimiyle birlikte öğrenebiliyorlar. İşitme kaybının seviyesine, süresine ve teknik destekle sağlanabilen kazanca bağlı olarak çocukların işitsel rehabilitasyonu sağlanmalı ve eğitimle desteklenmelidir. Terapi sırasında çocuklara oyun ortamında konuşma terapisinin yanı sıra özgüven ve stresli durumlarda daha rahat davranmaları da öğretiliyor. Takifemi tablo olarak kekemeliğe çok benzer, ancak hızlı konuşmaktan kaynaklanır. Takifemi tedaviye son derece dirençlidir ve uzun sürer. Kişi konuşma esnasında gittikçe hızlandığın, girişi yavaş ve kontrollü yapabilmiş olmasına rağmen, bu kontrolü konuşma ilerledikçe kaybettiğini fark etmez. Terapinin kendisine de çok anlam veremez ve çoğu zaman hatayı kendini yeterince titiz dinlemeyen çevreyi suçlar. Çocuklarda ses bozuklukları yapısal olarak, yanlış kullanımdan dolayı edinilmiş veya yaralanmalar sonucu (asitli madde içerek) ortaya çıkar ve çocukluk yaşında zor tedavi edilir. Fonksiyonel ses bozuklukları, organik bir problem olmaksızın, ses performansında düşüklük (ses şiddetini ayarlayamama, çabuk yorulma, kısılma, çatallanma) olarak görülür ve davranışsal hatalar devam ederse, kalıcı tahribatlara yol açabilir. Çocuklar çoğu zaman konuşurken acıma, yanma ve kaşınmalardan şikâyetçi olurlar ve sürekli öksürme ve boğazlarını temizleme ihtiyacını duyduklarını anlatırlar, ancak bu öksürmelerle seslerini daha da fazla yıpratırlar. Çocuklar seslerinin şiddetini ve tonunu ayarlamakta zorluk çekerler ve bağırmaya meyillilerdir. Şarkı söylerken zorlanırlar ve kısık seslerinden olayı 51 İşitme kaybında dil edinim problemlerinin yanı sıra, arikülasyon problemleri ve ses ayarlama problemleri görülebilir. Santral dil ve konuşma bozuklukları Afazi, postlingual edinilir. Afaziler beyindeki lisan alanları Wernicke, Broca ve asosiyatif bölgelerin hasar görnesi sonrası meydana gelen lisan kaybıdır. Lezyonların yerine ve büyüklüğüne göre değişen sendromlar akıcı ve akıcı olmayan afaziler olarak ikiye ayrılırlar. Akıcı afazilerde hastalar konuşma güçlüğü belirtileri göstermezler, normal ses melodisi ve cümle vurgularıyla konuşurlar, fiil eklerin kullanırlar ama anlaşılırlık ve doğru anlamlı kelime seçimi problemleri yaşarlar. Cümle içinde konu değiştirir ve konuşmayı bitirme problemleri yaşarlar. Problem farkındalıkları çok düşüktür veya hiç yoktur ve çoğu zaman karşı tarafın onları neden anlamadığına anlam vefremzler. Akıcı olmayan afazilerde motor problemler, kelime hatırlama güçlükleri, otomatik onuşmalar ve gramer bozuklukları görülür. Hastanın problem farkındalığı vardır ve afazilerine depresyon ve sosyal izolasyon ekleme riski yaşarlar. Afazilerin en ağır formu Global Afazi’de, hastanın hem alıcı hem ifade edici dil alanını etkiler, motor güçlükler ve otomatik konuşmalar sık görülen problemlerdir. Lisan problemleri yazı dilinide etkilerler. Afazi terapileri uzun vadeli planlamalıdır ve bütün aileden desteğe ihtiyaç vardır. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 İnkretinleri artırır 1 Fizyolojik kontrol sağlar 1 Yaygın şekilde reçetelenen diğer ajanlarla kombinasyonda JANUVIA® geniş bir yelpazedeki tip 2 diyabetli hastalarda glukoz düzeylerinde anlamlı azalmalar sağlar Klinik çalışmalarda,1 •Fizyolojiketkimekanizmasıyla belirginHbA1cazalmasısağlar. •Genelliklekiloüzerineetkisi nötrdürvehipoglisemiriski düşüktür. Reçetelemeden önce lütfen Kısa Ürün Bilgisini okuyunuz. JANUVIA® 100 mg, 28 Tablet KISA ÜRÜN BİLGİSİ - FORMÜL: Her film tablet sitagliptin 100 mg (128.5 mg sitagliptin fosfat monohidrat olarak) içerir. ENDİKASYONLAR: Januvia® Tip II diyabet hastalarında diyet ve egzersizle birlikte; metforminin tek başına yeterli glisemik kontrolü sağlayamadığı durumda metforminle kombine olarak, maksimal tolere edilebilir dozda sülfonilürenin tek başına yeterli olmadığı durumda, metforminin kontrendike olduğu durumlarda sülfonilüre ile kombine kullanımda, ikili sülfonilüre + metformin tedavisinin yeterli glisemik kontrolü sağlayamadığı durumlarda sülfonilüre ve metformin ile birlikte, insülinin stabil dozajı ile yeterli glisemik kontrol sağlanamadığında insüline ilave tedavi (metformin ile birlikte veya metformin olmaksızın) olarak kullanımı için endikedir. KULLANIM ŞEKLİ VE DOZU: Günde tek doz 100 mg olarak yiyeceklerle birlikte veya açken uygulanır. Metformin dozu korunmalı ve sitagliptin eş zamanlı verilmelidir. Sülfonilüre ile kombine olarak kullanıldığında, hipoglisemi riskini azaltmak için sülfonilürenin dozu düşürülebilir. İSTENMEYEN ETKİLER: İki yıla kadar devam eden 11 klinik çalışmada, 3200’den fazla hasta tek başına veya metformin veya bir sülfonilüre (metformin ile birlikte veya hariç) veya bir PPARγ ajanı (metformin ile birlikte veya hariç), insülin (metformin ile birlikte veya hariç) ile kombine olarak günde bir kez sitagliptin 100 mg almıştır. Bu çalışmalardan 9’unun birleştirildiği bir analizde, ilaca bağlı olduğu kabul edilen istenmeyen olaylar nedeniyle tedaviyi bırakma oranı günde 100 mg ile %0.8 ve diğer tedavilerde %1.5’di. Sitagliptin ile tedavi edilen hastalarda, kontrolle tedavi edilen hastalara göre daha sık (>%0.2 ve fark >1 hasta) ortaya çıkan, ilaca bağlı olduğu kabul edilmiş istenmeyen reaksiyon bildirilmemiştir. İstenmeyen olaylara ek olarak, ilaçla nedensel ilişkiden bağımsız olarak bildirilen ve sitagliptin ile tedavi edilen hastaların en az %5’inde ve daha yaygın olarak ortaya çıkan istenmeyen olaylar üst solunum yolu enfeksiyonu ve nazofarenjittir. Sitagliptin ve metformin kombinasyonu ile tedavi edilen hastalarda oluşan ilaca bağlı olduğu düşünülen istenmeyen reaksiyonların toplam sıklığı tek başına metformin alanlarla karşılaştırılabilir (her biri %14.0) olup ve tek başına kullanılan sitagliptinden (%6.7) daha fazla bulunmuştur. Sitagliptin ile monoterapi ve metformin ile beraber kombine tedavi yapılan klinik çalışmalarda, kombine tedavi yapılan hastalarda oluşan hipoglisemi oranı, plasebo alan hastalarda oluşan hipoglisemi oranıyla benzer bulunmuştur. İlaçla nedensel ilişkiden bağımsız olarak bildirilen ve sitagliptin ile tedavi edilen hastalarda daha sık görülen (%5 düzeyine ulaşmayan ancak kontrol grubuna göre sitagliptin ile >%0.5 daha yüksek sıklıkla ortaya çıkan) istenmeyen olaylar osteoartrit ve ekstremite ağrısıdır. UYARILAR/ÖNLEMLER: Tip I diyabetli hastalarda veya diyabetik ketoasidozu olan hastaların tedavisinde kullanılmamalıdır. Sitagliptin ile monoterapi ve hipoglisemiye sebep olup olmadığı bilinmeyen (ör. metformin) ajanlarla beraber kombine tedavide, oluşan hipoglisemi oranı, plasebo alan hastalarda oluşan hipoglisemi oranıyla benzer bulunmuştur. Sitagliptin, sülfonilüre ile yapılan tedaviye eklendiğinde, hipogliseminin sıklığı plasebo grubuna göre daha fazla olarak bulunmuştur. Bu nedenle hipoglisemi riskini azaltmak için daha düşük dozda sülfonilüre kullanımı düşünülmelidir. Orta dereceli veya şiddetli böbrek yetmezliği olan hastalarda deneyim sınırlı olduğundan bu hastalar sitagliptin ile tedavi edilmemelidir. Sitagliptin ile tedavi edilen hastalarda pazarlama sonrası ciddi hipersensitivite reaksiyonları bildirilmiştir. Bu reaksiyonlar anaflaksi, anjiyoödem ve Stevens-Johnson sendromu dahil eksfoliyatif deri reaksiyonlarıdır. Sitagliptin kullanan hastalarda pazarlama sonrası hemorajik ve nekrotizan formları da içeren akut pankreatit olguları bildirilmiştir. Bu nedenle ilacın başlanması ve dozunun artırılması durumlarında hastaların akut pankreatit gelişimi yönünden dikkatle değerlendirilmesi gerekir. İLAÇ ETKİLEŞİMİ: Klinik verilerde sitagliptin ile birlikte uygulanan ilaçların klinik olarak anlamlı etkileşim oluşturma riskinin düşük olduğu belirtilmektedir. In vitro veriler sitagliptinin CYP450 izoenzimlerini inhibe etmediğini ve indüklemediğini göstermiştir. KONTRENDİKASYONLAR: Sitagliptin bileşimindeki maddelerden herhangi birine karşı aşırı duyarlılığı olanlarda kontrendikedir. ÖZEL POPÜLASYONLARDA KULLANIM: Gebelikte Kullanım: Gebelik kategorisi C’dir. JANUVIA®’nın gebe kadınlarda kullanımına ilişkin yeterli veri mevcut değildir. JANUVIA® laktasyon döneminde kullanılmamalıdır. Çocuklarda Kullanım: 18 yaşından küçük çocuklarda sitagliptinin etkililik ve güvenliliğine dair yeterli bilgi bulunmamaktadır. Yaşlılarda Kullanım: Yaşa bağlı doz ayarlamasına gerek yoktur. 75 yaş ve üstü hastalarda sınırlı güvenlilik verisi bulunmaktadır. Bu hastalar yakından izlenmelidir. Böbrek Yetmezliği Olanlarda Kullanım: Hafif böbrek yetmezliği olan hastalarda (kreatin klerensi . 50 ml/dak) doz ayarlaması yapmaya gerek yoktur. Karaciğer Yetmezliği Olanlarda Kullanım: Hafif ve orta dereceli karaciğer yetmezliği olan hastalarda doz ayarlaması gerekmemektedir. Şiddetli karaciğer yetmezliği olan hastalarla yapılmış klinik çalışma bulunmamaktadır. ARAÇ VE MAKINE KULLANIMINA ETKISI: Araç ve makine kullanımına etkisi ile ilgili çalışma yapılmamıştır. Ancak araç ve makine kullanımı sırasında baş dönmesi ve uyku hali görülebileceği göz önünde bulundurulmalıdır. DOZAŞIMI: Sağlıklı bireylerde yapılan kontrollü klinik çalışmalarda, 800 mg’a kadar alınan sitagliptinin tek başına kullanımı genellikle iyi tolere edilmektedir. Aşırı doz alımında, bilinen genel yöntemlerle destekleyici tedaviler yapılmalıdır. SAKLAMA KOŞULLARI: 30°C’nin altındaki oda sıcaklığında ve çocukların göremeyeceği, erişemeyeceği yerlerde ve ambalajında saklayınız. RAF ÖMRÜ: 36 ay. İKAZLAR: Hekime danışılmadan kullanılmamalıdır. Çocukların ulaşamayacağı yerlerde ve ambalajında saklayınız. TİCARİ SUNUM ŞEKLİ VE AMBALAJ İÇERİĞİ: Kutuda 28 film kaplı tablet içeren PVDC blister ambalajlarda satılmaktadır. RUHSAT TARİHİ: 31.01.2008 RUHSAT NO: 124/1. RUHSAT SAHİBİ: Merck Sharp Dohme İlaçları Ltd. Şti. Büyükdere Cad. No: 127 Astoria Kuleleri B Blok Kat 8 34394 Esentepe İSTANBUL Tel : 0212 336 10 00 Faks : 0212 2152736 E-posta: msdturkeyinfo@merck. com.KDV dahil, perakende satış fiyatı: 95.12 TL (02.08.2010). TAM REÇETELEME BİLGİSİNİN EN SON GÜNCELLENME TARİHİ: 04.11.2011. KISA ÜRÜN BİLGİSİ HAZIRLANMA TARİHİ: Ocak 2012. Detaylı bilgi için kısa ürün bilgisine başvurunuz. •Genellikleiyitolereedilir. •Herzamangündetekdozdur. Referans: 1. JANUVIA® Kısa Ürün Bilgisi. COPYRIGHT© 2011, WHITEHOUSE MERCK SHARP DOHME İLAÇLARI LTD. ŞTİ. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 STATION, NJ, U.S.A. ADRESİNDE BULUNAN BÜYÜKDERE CD. ASTORIA KULELERİ MERCK & CO., INC.’NİN İŞTİRAKİ OLAN MERCK SHARP & DOHME CORP. TÜM HAKLARI SAKLIDIR 10–09 JAN-2008-W-1272306-J 03-Aug-2012-JAN-2010-TR-2810-J NO: 127 B BLOK KAT: 6-7-8-9-10-11-27 34394 ESENTEPE İSTANBUL TEL 0212 336 10 00 WEB www.msd.com.tr 52 53 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 OP. DR. ÖMER HIZLI Giresun A. İlhan Özdemir Devlet Hastanesi Tıpta Bilgisayar ve İnternet Bilgisayara Giriş Bilgisayarlar programlanarak her türlü işlemin yaptırılabileceği cihazlardır. Gelişen teknolojinin modern tıbba bir hediyesi olan bilgisayarlar tıp dünyası içerisinde birçok işlemi yaptırmak amacıyla programlanabildikleri gibi genel amaçlı kullanım için hazırlanmış bir bilgisayar donanımı ve bağlı olduğu bir internet ağı çağdaş tıp için vazgeçilmezdir. Bu nedenle öncelikle bilgisayarların yapısı hakkında bilgi sahibi olmak gereklidir. Bilgisayarda yapılacak işlemler bilgisayara bağlı olan cihazlarla sınırlıdır. Örneğin bilgisayarınıza bir yazıcı takmadan kağıda bir şeyler basmasını veya bir Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 Donanım ses kartı ve hoparlör takmadan müzik ziyafeti sunmasını bekleyemezsiniz. Ayrıca bu birimlerin çalışmasını sağlayacak programların da yüklü olması gerekmektedir. Aşağıda temel işlevlerini yerine getirebilen her bilgisayarda mutlaka olan donanım birimleri sıralanmıştır: İşlemci (Merkezi İşlem Birimi, MİB veya CPU): Bilgisayarın tüm diğer donanım birimlerini yönetir. Aynı zamanda bilgisayarda program komutlarının çalıştırıldığı ve tüm matematiksel ve mantıksal işlemlerin yapıldığı birimdir. Bilgisayarların yapısı iki kısımda ele alınır. Bunlar donanım ve yazılımdır. Donanım; bilgisayarın fiziksel kısımlarının bütünüdür. Mesela klavye, fare, monitör, ekran kartı birer donanım birimidir. Yazılım; bir bilgisayarda istediğimiz işlemleri yapmamızı sağlayan programlardır. Bir benzetme yapmak gerekirse, bir teyp kasetinin kendisine onun donanımı, kasetin içinde kayıtlı olan müzik parçasına ise onun yazılımı denebilir. Sabit Disk (Hard Disk): Bilgisayarda bulunan bütün yazılımların (yani işletim sistemi, program ve belgelerin) kayıtlı olduğu birimdir. Yani bilgisayarın hafızasıdır. Bu yazılımlar bilgisayar kapatılsa dahi, biz silmediğimiz sürece hard diskten silinmezler. 54 Ana Bellek (RAM): Bilgisayarda herhangi bir anda çalıştırılmakta olan yazılımların ve üzerinde çalışılan belgelerin kayıtlı tutulduğu birimdir. Bilgisayarı kapat komutu verildiğinde, bu belge ve programlar hard diske kaydedildikten sonra ana bellekten silinirler. Fare: Klavyenin benzeri işlev gören fakat ondan daha pratik kullanılabilen bir birimdir. Farenin ekranda görünen bir işaretçisi vardır; bu işaretçi biz fareyi hareket ettirdikçe hareket eder. Ekranda görülen nesnelerin üzerine farenin işaretçisini getirip sonra da farenin tuşlarına basarak istediğimiz işlemleri yapabiliriz. Bir programı çalıştırmak istediğimizde bilgisayar önce bu programın bir kopyasını hard diskten ana belleğe kopyalar ve programımız işlemci tarafından buradan komut komut alınıp işletilir. Bir programın yürütülen her bir adımına komut denir. Yani bir program aslında komutlar bütünü olarak adlandırılabilir. Anakart (Mainboard): İşlemci, ana bellek, ekran kartı gibi bir çok donanım biriminin üzerine monte edildiği ve bilgisayarın iskeleti sayılabilecek önemli bir birimdir. Disket Sürücü: Disketlere dosya kaydetmeye ve kayıtlı olanlara da ulaşmayı sağlayan birimlerdir. Monitör (Ekran): Bilgisayarda çalıştırılan programların sonuçlarını görmemizi sağlayan birimdir. Güç Kaynağı: Güç kaynağının görevi, elektrik prizinden gelen 220 voltluk AC elektriği bilgisayarın elektronik cihazlarının ihtiyacı olan 3-15 volt aralığındaki DC değerlere düşürmektir. Yani bir bakıma adaptörlük vazifesi yapmaktır. Ekran kartı: Ekrana yansıması istenen bilgilerin monitöre gönderilmesini sağlayan donanım birimidir. Klavye: Bilgisayara emirlerimizi tuşlarına basıp yazarak verebileceğimiz bir donanım birimidir. Kasa: Bilgisayardaki anakart, sabit disk, disket sürücü, CD sürücü gibi 55 donanımların üzerine monte edildiği koruyucu birimdir. Kasa bir bakıma bilgisayarın kaportası sayılır. Kart Çıkışları: Bilgisayara takılı olan kartların (ekran kartı gibi) çıkışları, bilgisayar kasasının arka kısmından görünür. Bu çıkışlara, o karta ait kablolar takılır. Örneğin ekran kartının kasa dışında kalan çıkışına, monitörden gelen görüntü kablosu takılır. Bağlantı Noktaları: Kasanın arka kısmında kart çıkışları haricinde, paralel port, seri port ve usb port olarak adlandırılan bağlantı noktaları da vardır. Bunlar doğrudan anakarta bağlıdır ve bilgisayara dışarıdan cihaz bağlanabilir. Örneğin Paralel porta yazıcı veya tarayıcı; seri portlara ise modem veya fare gibi cihazlar bağlanabilir. Günümüzde ise usb portu yaygın bir şekilde kullanılmaktadır ve paralel ve seri portların yerini almıştır. Çünkü hem onlardan çok daha hızlıdır hem de onlardan daha çok cihaz bağlamak mümkündür. Yeni bilgisayarlarda usb portları bilgisayar kasasının ön tarafında da bulunmaktadır. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 İsteğe Bağlı Donanım Birimleri CD: CD’lerin kapasitesi disketlerden yüzlerce kat fazladır ve daha güvenlidir. CD’lerin sadece fabrika ortamında kaydedilen ve üzerinde değişiklik yapılamayan (CD-ROM); bizim bir defalığına kaydedebildiğimiz ve bir daha silinmeyen (CD-R); ve disketler gibi defalarca kaydedip silinebilen (CD-RW) 3 türü bulunmaktadır. Yukarıdaki sayılan birimlerin dışında kalan donanım birimleri bilgisayara ihtiyaca göre takılan aksesuar sayılabilecek donanım birimleridir. Bunların olmaması bilgisayarın çalışmasına engel olmaz; fakat o donanım biriminin yokluğundan dolayı bilgisayara bazı şeyleri yaptıramayabiliriz. Bu donanım birimlerini inceleyelim: DVD: CD’lerin daha gelişmiş modelidir. Kapasiteleri CD’lerden 10-30 kat arası daha fazladır. CD’ler gibi kaydedilebilen modelleri vardır. Ses kartı: Bilgisayar kasasında eskiden beri basit sesler elde etmeyi sağlayan speaker adı verilen bir birim vardır. Kaliteli ses elde etmek içinse ayrı bir donanım birimine ihtiyaç vardır. Bunun için ses kartları kullanılır. Ses kartından elde edilen sesler bize hoparlörler vasıtasıyla ulaşır. Yazıcı (Printer) : Bilgisayarımızdaki dokümanların kağıda çıktılarını almamızı sağlayan birimlerdir. Kaliteli çıktı veren lazer (siyah) tipleri vardır. Daha çok bürolarda kullanılır. Lazerlere yakın performans sağlayan mürekkep püskürtmeli (renkli) modelleri ise daha çok evlerde kullanılır. Genelde muhasebecilerin kullandığı ve düşük kalite çıktı veren nokta vuruşlu tipleri de mevcuttur. CD Sürücü: CD’leri kullanmamızı sağlayan birimlerdir. CD’leri sadece okuyabilen ve hem okuyup hem yazabilen modelleri bulunmaktadır. DVD Sürücü: CD sürücülerin gelişmiş modelidir. DVD denilen ve CD’lere benzer birimleri kullanabilmeyi sağlar. DVD sürücüler CD’leri okuyabilir hatta bazı modelleri yazabilir, fakat CD sürücüler DVD’leri okuyamaz. Tarayıcı (Scanner): Yazıcının tersi işlev görürler. Kağıt üzerindeki resim, yazı gibi nesneleri bilgisayar ortamına aktarmayı sağlarlar. Çizici (Plotter): Mühendis ve mimarların kullandığı büyük ebatlardaki grafik ve çizimleri kağıda basmayı sağlayan cihazlardır. Bir bakıma özel yazıcılardır. Fax/Modem: Bilgisayarın fax işlevini görmesini ve aynı zamanda İnternete bağlanabilmesini sağlayan donanım birimidir. Bilgisayarın kasasına içeriden (dahili, kart gibi) ve dışarıdan (harici) takılabilen iki tipi mevcuttur. Yazılım Bilgisayarın donanımını harekete geçiren yazılımlardır. Bilgisayarda yüklü olan programlara genel olarak yazılım denir. Yazılımlar bilgisayarımızda hard disk, CD, DVD veya diskette kayıtlı olarak bulunur. Bilgisayardaki yazılımları önem sırasına göre anlatmaya çalışalım. TV ve Radyo Kartı: Bilgisayarlardan TV izlemeyi ve radyo dinlemeyi olanaklı kılan kartlardır. Ağ (Ethernet) kartı: Aynı odada veya aynı binada bulunan bilgisayarların, birbirinin program, yazıcı ve Internet gibi kaynaklarını paylaşmalarını sağlayan donanım birimidir. Ağ kartı bulunan bilgisayarlar birbirine ağ kablolarıyla bağlıdır. İşletim Sistemi: Bilgisayarın düğmesine basılıp açıldıktan sonra ilk önce ve kendiliğinden ana belleğe yüklenen ve bilgisayar kapanana kadar orada kalıp bilgisayarı yöneten yazılımdır. DOS, Windows ve Linux birer işletim sistemidir. Bir bilgisayarın sabit diskine işletim sistemi yüklenmediyse kesinlikle çalışmaz. Disket (Floppy Disk): Bir bilgisayardan diğerine program kopyalamak için içerisine dosya kaydedebileceğimiz veya hard diskimizdeki dosyalarımızın yedeklerini tutmamızı sağlayacak birimlerdir. Kapasiteleri düşüktür. Fazla güvenli değildirler. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 Programlar: Bir bilgisayarda istediğimiz işlemleri yapmamızı sağlayan 56 Bu birimler arasında dönüşüm yapılırken 1000’e bölme veya 1000’le çarpma işlemi yapılır. yazılımlardır. Örneğin hesap makinesi, çizim, oyun ve müzik programlarının her biri birer programdır. Programlar genelde disket veya CD’lere kayıtlı olarak satılırlar ve bunlardan bilgisayara yüklenirler. İsteyenler kendi programlarını kendileri yapabilirler. Program yapabilmek için programlama dilleri denen özel programlar mevcuttur. Programlama dillerine örnek olarak Visual Basic, Delphi, C, Pascal, QBasic vs. sayılabilir. Terabyte (TB) dan Kilobyte (KB) yönüne doğru dönüşüm yapılırken her bir adımda 1000’le çarpılır. Yani virgül sağa 3 basamak kayar. Örnek: 2 TB = 2000 GB. Kilobyte (KB) tan Terabyte (TB) yönüne doğru dönüşüm yapılırken her bir adımda 1000’e bölünür. Yani virgül sola 3 basamak kayar. Örnek: 200 MB = 0,2 GB. Belgeler (dokümanlar): Programlar sayesinde bizim oluşturduğumuz dosyalardır. Yazdığımız bir yazı veya çizdiğimiz bir resim bilgisayara kaydettiğimizde birer belge olur. Örnek 1: ‘Bartın MYO-2004’ ifadesi tırnaklar hariç 15 byte’tır. Örnek 2: Bir satırında ortalama 75 karakter, bir sayfasında ise ortalama 40 satır olduğu varsayılan bir kitabın, bir sayfasındaki yazılar ortalama olarak 75x40=3000 byte (3KB)’tır. (Resimler hariç, çünkü onlar çok yer kaplar.) Kapasite ve Hız Birimleri Bilgisayarları günlük hayatta kullanmamızın en önemli nedeni işlemleri hızlı yapmaları ve istenen bilgileri depolayabilmeleridir. Burada bilgisayarların kapasite ve hız birimlerinden bahsedilecektir. Örnek 3: 2,5 GB kaç KB yapar? 2,5 GB ==> 2,5 x 1000 = 2500 MB ==> 2500 x 1000 = 2 500 000 KB yapar. (virgül 6 basamak sağa kaydı) Kapasite Birimleri Hafıza Birimlerinin Kapasiteleri Bilgisayarın anlamlı en küçük kapasite birimi bit tir. Bir bit sadece 0 ve 1 değerlerini alabilir. Bu yüzden bilgisayar kullanıcıları için bir anlam ifade etmez. Bilgisayarda bizim için anlamlı en küçük kapasite birimi byte’dır. Bir byte sekiz adet bitin yan yana gelmesiyle oluşur. Bir disketin kapasitesi: 1440 KB’dir. Yani 1.440.000 byte’dır. Bu da bir sayfası yaklaşık olarak 3KB olan 480 sayfalık (resimsiz ve şekilsiz) bir kitap içine sığar demektir. Bir CD’nin kapasitesi 700 MB’dir. Bu yaklaşık olarak 480 disketin kapasitesine denktir. Yani içinde sadece yazı bulunan neredeyse 400-500 kitaptan oluşan küçük bir kütüphaneyi içine sığdırabiliriz. Bilgisayarda harf, rakam, noktalama işareti ve hatta boşluk bir karakter olarak ifade edilir. Her bir karakter bir byte’lık yer kaplar.Her karakterin bir byte karşılığı vardır. Örneğin A harfinin byte karşılığı 01000001, N harfinin karşılığı ise 01001110’dır vs. Hard disklerin kapasitesinde bir standart yoktur. Her geçen gün daha büyük kapasiteli hard diskler piyasaya çıkmaktadır. Günümüzde 20 GB ile 1,5 TB arası kapasiteli hard diskler vardır. Byte’ın Üst Katları: 1 Kilobyte (KB) = 1000 byte (Gerçekte 1024’tür. Kolaylık olsun diye yuvarlak 1000 yazılmıştır) Ana belleklerin (RAM’lerin) kapasitesi de byte ile ölçülür. Bunların da her geçen gün daha büyük kapasiteli olanları piyasaya çıkmaktadır. Günümüzde 64 MB ile 4 GB arası kapasiteli RAM’ler piyasada mevcuttur. 1 Megabyte (MB) = 1000 Kilobyte = 1 milyon byte 1 Gigabyte (GB) = 1000 Megabyte = 1 milyon Kilobyte = 1 milyar byte Bilgisayar ile ilgili kapasite ve hız birimleri yanında diğer pek çok ölçü ve tartı biriminin dönüşümü için http:// www.birimcevir.com/ sitesinden faydalanabilirsiniz. 1 Terabyte (TB) = 1000 Gigabyte = 1 milyon Megabyte = 1 milyar Kilobyte = 1 trilyon byte 57 Hız Birimleri Bilgisayarlarda hız saniyede yapılan işlem sayısı ile ölçülür. Hertz (Hz) ile ifade edilir. Bilgisayarın işlem yapan birimi işlemci (yaygın kullanılan işlemci Pentium’dur) olduğu için hızı Hz ile ifade edilir. Örneğin günümüzde 3 GHz civarında hıza sahip işlemciler vardır. 3 GHz (GigaHertz) demek saniyede yaklaşık 3 milyar işlem (komut) gerçekleştirebilir demektir. Hertz’in de byte’ın olduğu gibi üst katları (KHz, MHz, GHz vs) vardır. 1 KHz = 1000 Hz. Bir Bilgisayarın Çalışması Bir bilgisayar düğmesine basılıp açıldığında ilk önce anakart üzerinde bulunan BIOS (veya ROM bellek) adı verilen çip devreye girer. Bu çip öncelikle bilgisayarın donanımını test eden bir açılış testi (POST) yapar. Klavye, ekran kartı, RAM gibi birimler var mı, düzgün çalışıyor mu vs. Bir problem varsa yazıyla veya sesle uyarır. Yoksa hard diskten işletim sisteminin ana belleğe yüklenmesini temin eder ve bilgisayarın kontrolünü işletim sistemine devreder. Artık bilgisayar işletim sisteminin kontrolünde bizim kullanımımıza hazırdır. Bundan sonra klavye ve fare ile vereceğimiz komutları işletim sistemi algılar ve gerekli işlemleri ya kendisi yapar veya donanım birimlerine yaptırır. Örneğin bir programı klavye veya fare yardımı ile çalıştırmaya kalktığımızda, işletim sistemi bu programın hard diskte kayıtlı olduğu yeri bulur ve bir kopyasını ana belleğe kaydeder. Daha sonra programın komutlarını ana bellekten teker teker işlemciye gönderip işletilmesini sağlar. Sürücü, Dosya ve Klasör Kavramları Sürücü: Bilgisayarımızda yüklü olan yazılımlar sürücülerde kayıtlıdırlar. Örneğin hard disk, disket ve CD birer sürücüdür. Bilgisayarımızda sürücüler harflerle ifade edilir. Disket sürücü A: hard disk C: varsa ikinci hard disk D: ile ifade edilir. CD sürücü ise hard disk sürücülerden bir sonraki harf ile ifade edilir (D: veya E: gibi). Bazı bilgisayarlarda hard diskler iki bölüme ayrılarak da kullanılabilirler. Bu durumda hard diskin Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 her bir bölümü ayrı bir harf ile (yani ayrı bir hard diskmiş gibi) temsil edilir. Dosya: Yazılımlar sürücülerde dosya olarak kayıtlıdır. Dosya türleri aşağıda anlatılmıştır. Klasör: Sürücünün içerisinde kayıtlı olan dosyaların hepsi bir yerde tutulmaz. Dosyalar belirli kriterlerle farklı bölümlere yerleştirilir. Bu bölümlere klasör adı verilir. Bir programa (Word gibi) ait dosyalar genelde aynı klasör içerisinde bulunur. Kullanıcılar kendi dosyalarını istedikleri klasörde saklayabilirler. İsterlerse kendi klasörlerini de oluşturabilirler. Klasör oluşturmanın en kolay yolu, fare boş bir alanda iken farenin sağ tuşuna basıp çıkan menüden Yeni > Klasör seçeneğine tıklamaktır. Böylece bir klasör oluşturulmuş olur. İstenirse klasör üzerinde farenin sağ tuşuyla tıklanıp çıkan menüden Yeniden Adlandır seçeneği tıklandıktan sonra yeni bir isim verilebilir. Dosya Türleri Yardımcı programlar: Bazı programların alt fonksiyonlarını yerine getirebilmek için kullanılır. Kendi başlarına çalıştırılamazlar. Bazı yardımcı program uzantıları şunlardır: SYS, DLL, VXD, DRV, INF. Bilgisayarda her dosya, isim ve uzantıdan oluşan bir adla ve bir simge ile temsil edilir. Dosyanın isim ve uzantısı nokta ile ayrılır. Yandaki örnekte “ödevim. doc” dosyasının ismi “ödevim” uzantısı ise “doc” tur. Dosyaların türünü uzantısı belirler. Dosyanın uzantısına bağlı olarak simgesi de değişir. Yandaki dosya bir Word belgesidir. Simgesi de otomatikman Word belgesi simgesi olur. Programlar: Bilgisayara işlem yaptırabilen dosyalardır. Bilgisayarda her iş için ayrı bir program mevcuttur. Programları doğrudan çalıştırabiliriz. Programların uzantısı EXE veya COM olabilir. Belgeler: Bilgisayarımızdaki programlar sayesinde kendi oluşturmuş olduğumuz dosyalardır. Örneğin Word’de yazılan bir yazıyı veya Paint ile oluşturulan bir resmi kaydedersek bir belge oluşturmuş oluruz. Belgeleri bilgisayarda oluşturup, düzenleyebilmek için mutlaka ilgili programa ihtiyacımız vardır. Örneğin bir metin belgesi oluşturabilmek için Word, Wordpad veya Not Defteri gibi bir programa ihtiyacımız vardır. Sürücü, program veya belgelere istenilen bir konumdan daha hızlı ulaşmayı sağlayan 1-2 KB boyutlu dosyalara kısayol denir. Kısayollar genelde Masaüstü, Başlat Menüsü gibi kolayca ulaşılabilecek yerlere yerleştirilir. Kısayolların silinmesi veya adlarının değiştirilmesi asıl dosyaya zarar vermez. Örnek belge uzantıları ve açılabileceği programlar şöyledir: DOC: Word Belgesi; XLS: Excel Tablosu; PPT: PowerPoint Gösterisi; MDB: Access veritabanı; BMP: Paint Resmi; MP3: WinAmp müziği; PDF: Acrobat Reader dosyası; ZIP: Sıkıştırılmış Winzip dosyası; HTM: Internet Explorer sayfası. Sık kullanılan Word, Excel tarzı belgelerden boş bir tane oluşturmak için, fare ile boş bir yere sağ tıklanır, ve çıkan menüden Yeni > Microsoft Word Belgesi veya istenilen diğer bir doküman tıklanarak işlem bitirilir. Virüsler Virüsler aslında bilgisayarımıza dışarıdan disket, CD, veya internet yoluyla bulaşan ve genelde zarar vermek amacıyla üretilmiş programlardan başka bir şey değildir. Virüsler kötü amaçla yazıldıkları için, normal programlar gibi değildirler. Kendilerini gizleme ve çoğaltma gibi özellikleri vardır. Kendilerini genelde programların içine gizlerler. İçinde virüs gizli bir program çalıştırıldığında virüs de aktif hale gelir ve virüsün çeşidine göre kendisini disket ve hard diskteki başka programlara bulaştırır. Virüsler aynı bilgisayar ağındaki diğer bilgisayarlara da bulaşabilir. Virüsler için antivirüs programları mevcuttur. Bunlar bilgisayarımızda aktif olarak denetim yapar ve bir virüs tespit ettiğinde veya olağandışı bir şey olduğunda bizi uyarırlar. Her gün Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 58 zaman tasarrufu sağlanmıştır. Hasta kayıtlarının veritabanında tutulması da bilgisayar sistemleri ile sağlanmakta, gigabyte’larca hasta verisi güvenlikli harddisklerde saklı tutularak bir sonraki kontrolde hekim ve hastanın bilgisine sunulmaktadır. yeni virüsler piyasaya çıktığı için bazı yeni virüsleri antivirüs programımızın tespit edememesi doğaldır. Antivirüs programlarını internetten sürekli güncellemek gerekir. Buna rağmen bilgisayarınıza yine de virüs bulaşabilir. Bu yüzden virüslere karşı en emin yol başkasına ait disket ve CD’leri bilgisayarımızda kullanmamak ve internetten bilgisayarımıza rasgele program kopyalamamaktır. Disketleri virüslü olduğundan emin olunmayan bir bilgisayarda kullanmanız gerekirse mutlaka korumasının kapatılması (disket üzerindeki delik açık hale getirilir) gerekir. Tabii bu durumda diskete kayıt yapamazsınız. Teknolojinin bu kadar geliştiği bir dönemde bilgisayar kullanımı olmadan çağdaş bir tıp düşünülemese de bilgisayar kullanımının en önemli dezavantajı olan güvenlik sorununu gözardı etmemek gerekir. Bu konuda Dünya Tabipler Birliği 1973 yılında Bilgisayarların tıpta kullanımına ilişkin yayınladığı duyuru şöyledir: “Bilgisayarların Tıpta Kullanılışına İlişkin Duyuru WINDOWS Windows, günümüzde dünyada en yaygın kullanılan işletim sistemidir. Windows’un popülerliği, Windows için hazırlanmış programların çokluğundan kaynaklanıyor. Çünkü bir işletim sistemi için hazırlanmış bir program diğer bir işletim sisteminde çalışmaz. Günümüzde en çok Windows için program yazıldığından insanlar da onu tercih ediyorlar. Windows’u üstün yapan bir diğer özellik ise bilgisayara bağlı donanımları otomatik olarak tanıyabilme özelliğidir. Windows’un yaygın kullanımı 1990’lı yıllarda başlamıştır Windows’un birkaç senede bir yeni sürümü piyasaya çıkmaktadır. Yaygın kullanılan Windows sürümleri piyasa çıkış sıralarına göre şunlardır: Windows 95, NT, 98, ME, 2000 XP ve 2003. Bir programın geliştirilerek piyasaya sunulan her yeni şekline sürüm (versiyon) denir. 27’nci Dünya Tabipler Birliği Genel Kurulu (Ekim 1973, Münih-Almanya)’nda benimsenmiş ve 35’inci Dünya Tabipler Birliği Genel Kurulu (Ekim 1983, Venedikİtalya)’nda geliştirilmiş olan sonuç kararına dayanmaktadır. Dünya Tabipler Birliği, sağlık alanında, özellikle de hasta bakımı ve epidemiyolojide bilgisayarların ve elektronik bilgi işlemlerinin kullanılmasında gözlenen büyük gelişmeleri ve bunların sağladığı yararları dikkate almış olarak şunları önermektedir: “1- Ulusal tıp birlikleri ile ilgili bilgilerin kişiselliğini, güvenliğini ve gizliliğini sağlamak için olası bütün adımları atmalıdır. 2- Yürütülen bir bilimsel araştırma, idari denetleme, mali denetleme, program değerlendirme ya da benzeri bir çalışma için, hastalara ait ve gizli kalması gereken bilgiler verildiğinde ya da aktarıldığında, verilen bilgi doğrudan ya da dolaylı olarak kimlik içermedikçe, söz konusu araştırma, denetleme, değerlendirmenin raporuyla ya da başka herhangi bir yolla, herhangi bir hastanın kimliği şu ya da bu biçimde açığa vurulmadıkça, bu durum gizlilikten ayrılmaz anlamına gelmez. Tıpta Bilgisayar Kullanımı Günümüzde bilgisayarlar hastalıkların teşhis edilmesi, tedavilerin planlanması, hasta kayıtlarının tutulması ve otomasyonun sağlanması, laboratuar sonuçlarının analiz edilmesi ve hastane yönetimi gibi pek çok alanda kullanılabilmektedir. Klasik tanı yöntemlerinin yetersiz kaldığı durumlarda hekimlerin imdadına yetişen birçok görüntüleme ve tanı yöntemi artık bilgisayar eşliğinde sonuç vermektedir. Bilgisayar kullanımı ile maliyet azaltılmış, 3- Ulusal hekim birlikleri, elektronik bilgi işlemlerine ilişkin olarak, hastanın kişisellik, güvenlik ve gizlilik haklarını zedeleyebilecek ya da ortadan 59 kaldırabilecek bir yasa çıkarmaya yönelik herhangi bir çabaya karşı çıkmalıdır. Sosyal güvenlik numaralarının ve bilgilerinin yetkisiz bir biçimde kullanılmasına ya da değiştirilmesine karşı etkin koruyucu yöntemler, daha bu tip bilgiler bilgisayara yüklenmeden sağlanmalıdır. 4- Tıbbi veri bankaları, hiçbir zaman başka merkezi veri bankalarıyla ilişkili olmamalıdır.” Tıpta İnternet Kullanımı Bilgisayar başında geçirdiğimiz vaktin büyük çoğunluğuna internet kullanımı hakimdir. İnternetin yaygınlaşması, onu tıp dünyası için vazgeçilmez bir unsur haline getirmiş, artık sağlık çalışanları arasındaki haberleşmeler, interaktif çalışmalar ve yayınlar internet üzerinden sağlanmaya başlanmıştır. Artık bir tıp öğrencisi veya tıp doktoru, istediği bir makale, yayın veya dökümanı kütüphaneleri dolaşmaktansa faresini tıklayarak elde edebilmektedir. İnternetin yaygınlaşmasıyla beraber sağlık alanında da siteler artmaya başlamış ve yoğun internet kullanımı insanların sağlıkla ilgili bilgilere daha rahat ulaşmasını sağlamaktadır. Sağlık alanındaki sitelerdeki bilgilerin genellikle durağan bilgiler olması insanların interaktif iletişimden mahrum kalmaları nedeniyle sağlık durumlarıyla ilgili bir ön yargı oluşturmaktedır. İnternet sağlık açısından daha bilinçli bir toplum oluşumuna katkıda bulunsa dahi bu dezavantajı göz ardı etmemek gerekir. Zira bilgisayar kullanmasını bilen her insan arama motorlarına yazdıkları semptomlarla kendi kendilerine tanı koyarak doktor karşısına çıkmaktadır. Bununla beraber ülkemizdeki teknolojik altyapı insanların yeterli sağlık hizmetine nerede ve nasıl ulaşabilecekleri konusunda bilgi alabilmeleri için de son derece yeterlidir. Bu nedenle internet sağlık hizmetlerine ulaşmanın yanında yerinde sağlık hizmetinin alınmasının ardından bilinçlenme amaçlı kullanıldığında çok daha faydalı olacaktır. Şu an için interaktif olarak anamnezden tanıya hasta hekim ilişkisi sağlayan siteler Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 çok az olup bu sistemin yerleşebilmesi için bazı hukuki düzenlemeler gerekmektedir. Çünkü hastayı görmeden verilecek olan bir danışmanlık hizmeti hem hastayı hem de hizmeti vereni sıkıntıya sokabilir. Günümüzde sağlıkçı adı altında sağlık hizmeti verdiklerini söyleyerek doktorculuk oynayan şarlatanların hala var olduğu düşünüldüğünde bu hizmetin de şarlatanlığa dönüştürülmesi olasıdır. Yukarıda anlattıklarımız ışığında bu yazıda internetin sağlık alanında bilgiye ulaşma amacıyla kullanımına yönelik bilgiler verilecektir. İnternette herhangi bir bilgiye ulaşmak için en sık kullandığımız sitelerden biri www. google.com adresi ile ulaştığımız ünlü arama motoru google dır. Google rastgele yazdığımız her şeyi internetin geniş arşivinden bulup önümüze getirmektedir. Google Kullanımı Google bugün en basit sorgularda bile binlerce sonuç vermektedir. Kaliteli sitelere ulaşabilmek için sonuçları özelleştirmek gerekir. Tıpta araması yapılan herşey ileri derecede özellikli olduğundan google’ın akıllı kullanımı önem arz etmektedir. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 $ " ": en sık kullandığım özelliklerden biri. anahtar olarak yazdığımız kelime birden fazla ise ve kelimelerin yanyana aranmasını istiyorsak kelimeleri iki tırnak arasına almamız yeterli. kelime grubu aramalarına örnek: "konjestif kalp yetersizliği" $ istenmeyen kelimeler: arama sonucunda istemediğiniz bir kelime varsa önüne eksi koyarak arama sonucundan dışlayabilirsiniz. örnek: kronik otitis media - tomografi $ define: google bir sözlük gibi de kullanılabilir. bunun için tanımlanmasını istediğiniz kelime ya da kelimelerin önüne define: yazmak. örnek: define: allowance $ filetype: bu operatör ile google tarafından desteklenen dosya formatlarından herhangi birini seçerek arama yapabilirsiniz. mesela alerjik rinit ile ilgili bir e-kitap arıyorsanız filetype:pdf alerjik rinit MacWrite (mw) Microsoft Excel (xls) Microsoft PowerPoint (ppt) Microsoft Word (doc) Microsoft Works (wks, wps, wdb) Microsoft Write (wri) Rich Text Format (rtf) Shockwave Flash (swf) Text (ans, txt) site: Bu operatör ise aramaları belli siteler içinde yapmamızı sağlıyor. örnek: site: www.kbbder.org disseksiyon yazarak disseksiyon kelimesi geçen yerleri sadece kbbder üzerinde buluyor. $ OR : Google aksi belirtilmedikçe arama sonuçlarında girdiğiniz tüm anahtar kelimelerin olduğu sonuçları gösteriyor. eğer sonuçlarda girdiğiniz anahtarların hepsini görmek gibi bir isteğiniz yok ise araya büyük harflerle OR yazın. Bunun sonucunda google kelimelerin en az birinin olduğu sayfaları listeliyor. aynı anlamdaki kelimeler ile yapılan aramalarda kullanılabilir. $ cache: Bir web sayfasının google'ın belleğindeki versiyonunu görmek için cache: operatörünü kullanabilirsiniz. cache: ve sonra boşluk bırakmadan sayfanın adresini yazarak google'ın önbelleğindeki versiyonun $ $ $ $ $ $ $ $ $ $ filetype operatörü için google tarafından desteklenen fotmatlar: $ Adobe Portable Document Format (pdf) $ Adobe PostScript (ps) $ Lotus 1-2-3 (wk1, wk2, wk3, wk4, wk5, wki, wks, wku) $ Lotus WordPro (lwp) 60 $ $ $ $ $ $ $ tamamını sayfa içindeki metinlerden elde etmiyor. sayfa başlıkları, url'ler, grafiklerdeki alt metinler gibi çok sayıda kaynakta arama yapılıyor. allintext: operatörü ile anahtar kelimelerin sadece metin içerisinde aranmasını sağlayabilirsiniz. $ intext: Sadece kendisinden sonra gelen kelimeyi metin içinde arar. $ rphonebook: Türkiye için olmasa da google'ın tehlikeli görünen özelliklerinden biri. amerika'da yaşıyorsanız eğer ve adınızla yaşadığınız eyalet biliniyorsa herkes yaşadığınız yeri nokta gibi öğrenebilir. kullanılacak operatör rphonebook: :) örnek: rphonebook:ahmet new york çıkan sonuçlarda telefon bilgilerinin yanında adresler de veriliyor ve sağda map linkine tıkladığınızda ise kişinin yaşadığı nokta ekrana geliyor. seçeneklerden satellite sekmesine tıkladığınızda ise uydu görüntüleri sizlerle. görüntüsünü alabileceğiniz gibi adresten sonra boşluk bırakıp anahtar kelime yazarsanız ayrıca onların renklenmesini de sağlamış olursunuz. örnek: cache:www.google.com.tr google allinurl: Anahtarın tamamının url yani web adresi içinde aranmasını istiyorsanız kullanmanız gereken operatör allinurl: 'dir. arama kutucuğuna allinurl:kbbder tonsillit yazarsanız url içinde hem kbbder hem de tonsillit kelimeleri geçen sonuçlar çıkacaktır. inurl: Bu operatör ise allinurl: 'den farklı olarak girdiğiniz anahtarların tümünün değil sadece kendisinden sonra yazılanın url içinde olmasını yeterli buluyor. yani inurl:kbbder tonsillit yazarsanız url içinde kbbder ve sayfanın herhangi bir bölümünde tonsillit kelimesi geçen sonuçlar gelecektir. allinurl: ile aynı sonucu elde etmek için her kelimenin önüne inurl: yazmamız gerekir. örnek: inurl:kbbder inurl:tonsillit allintitle: kullanım şekli allinurl: operatörü ile aynıdır. tüm anahtarları sayfanın başlığında arar. örnek 1: allintitle:kbbder tonsillit intitle: Kullanım şekli inurl: operatörü ile aynıdır. kendisinden sonra yazılan anahtarı sayfanın başlığında arar. örnek 1: intitle:kbbder tonsillit örnek 2: intitle:kbbder tonsillit allinanchor: Bu operatör kendisinden sonra gelen bütün anahtar kelimelerin köprü metinlerinde aranmasını sağlar. örneğin farmakoloji adriamisin linkinde anchor farmakoloji ve adriamisin kelimeleridir. örnek arama: allinanchor:farmakoloji adriamisin inanchor: allinanchor: operatöründen farklı olarak sadece kendisinden sonra gelen kelimeyi köprü metini içinde arar. örnek: inanchor: farmakoloji adriamisin bu aramadan gelen sonuçlarda farmakoloji kelimesi köprü metninde olacaktır. adriamisin kelimesi ise sayfanın herhangi bir yerinde olabilir. allintext: Google çıkardığı sonuçların Google grup aramalarında geçerli operatörler $ author: Aramanızı bir yazara göre yapmak istiyorsanız iki farklı seçeneğiniz var. birinci yol author:'dan sonra yazarın mail adresini yazmaktır ki bu kesin olarak o kişiye ait yazıları verir. örneğin bir kişinin php konulu yazılarını arıyorsanız php author:isim@adres.com yazmanız yeterli olacaktır. ikinci yol ise author:'dan sonra isim yazmaktır. bunun sonucunda o konuda 61 yazan aynı isimdeki herkes listelenir. örnek: firefox author:ahmet aramasında firefox hakkındaki yazıları ahmet ismi ile sınırlandırdık. $ group: Bir konuyu sadece bir grup içinde yazılan yazılarda aramak istiyorsanız group: operatörünü kullanabilirsiniz. örnek: medical group:rhinology $ insubject: Son olarak da insubject: ile girdiğiniz anahtarların sadece konu başlıklarında aranmasını sağlayabilirsiniz. örnek: insubject: tiroid Tıpta bilimsel yayınların bir arada toplandığı ve ücretli olanların özetlerinin, ücretsiz olanların da tam metinlerinin sunulduğu yaygın kullanılan site www. pubmed.com adresiyle ulaştığımız pubmeddir. Pubmed ile bütün dünyada her konuda yayınlanmış bilisel yayınlar takip edilebilmekte, dergi abonelikleri varsa tam metinleri indirilebilmektedir. Bu nedenle pubmed bilimsel açıdan vazgeçilmez bir kaynaktır. Sağlık alanında tüm konularda en güncel bilgiye ders anlatımı şeklinde ulaşabileceğimiz www. uptodate.com sitesinin yaygın olarak kullanılamamasının sebebi ücretli bir üyelik sistemine sahip olmasıdır. Bu siteye hastanemizin üyeliği olması nedeniyle sağlık çalışanlarımız hastanemiz içerisinden girdiklerinde istedikleri konuda en güncel bilgilere ve anlatımlara referanslı olarak ulaşabilmektedirler. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 ARZU GEDİK AKGÜN Gezmeden, Görmeden Karadeniz Yaylalarının Güzelliğini Bilemezsiniz Memleketi Karadeniz olanlar ya da oradan akrabası, tanıdıkları olanlar bilirler. Karadeniz insanı, özellikle baharın ilk ışıklarıyla birlikte duramaz artık evinde. Memleketinin yeşil dağları, sisli yağmurlu ama bir o kadar da güzel havası, suları ve tabii yaylaları. bir deniz, bir yanımızda yeşilliklerle uyanıyoruz. Doğu Karadeniz’e Samsun’dan başlayarak adımımızı atıyoruz. İlk durağımız Ordu. Samsun kıyı şeridinden, yunusları görme umuduyla denizi dikkatli bir şekilde seyrederek, Ordu’ya varıyoruz. Temmuz ayının son günleri hayatımın en güzel anılarıyla dolu bir hafta geçirmeme sahne oldu. İki yakın arkadaşım ve oğlumla birlikte muhteşem bir Karadeniz yayla turuna çıktık. Acente olarak ise Ankara’da Karadeniz turu denilince akla ilk gelen isim olan Seyahat 53 Turizm’i seçtik. Kahvaltımızı Ordu’nun en güzel yeri olan Boztepe’de yapıyoruz. Rehberin gidilecek yerin tarihinden coğrafyasına, kültüründen yaşam tarzına kadar her konuda bilgi sahibi olması gereklidir. Biz bu konuda gerçekten çok şanslıydık. Rehberimiz Tuğrul, yola çıktığımız ilk andan itibaren tur boyunca bulunduğumuz bölgeyle ilgili tüm bilgileri edinmemizi sağladı. Çikalum Boztepe’ye yiyelum hamsi kuşi… Turumuzun ilk gününün sabahı bir yanımızda sabah güneşinin ilk ışıklarıyla parlayan masmavi ve tertemiz Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 yerimiz olan Zigana Yayla Tatil Köyü’ne doğru yola çıkıyoruz. Canlı bir tablo: Hamsiköy Konaklama yerimize varmadan sütlacıyla ünlü Trabzon Hamsiköy’e uğruyoruz. Köye uzaktan baktığınızda çok güzel yapılmış bir tabloyu seyrediyor hissi uyandırıyor. Köyün girişinde aracımızdan inerek yürüyerek köy içine iniyoruz. Karadeniz Yayla Turumuzun ilk gecesinde kaldığımız yer Zigana Yayla Tatil Köyü. Zigana Dağı’nın eteklerinde bungalow evlerden oluşan tamamen doğayla iç içe bir yer burası. Bir doğa mucizesi: Karaca Mağarası Yolculuğumuzun bu ilk yorgunluğunu burada attıktan sonra Gümüşhane Torul Mağarası’na doğru yola koyuluyoruz. Öğlen saatlerinde Giresun Tirebolu Harşit Vadisi’nden geçerek, Gümüşhane’nin girişindeki Karaca Mağarası’na varıyoruz. Usta şoförlerimiz ve anlattığı fıkralarla dikkatimizi dağıtan rehberimiz sayesinde bu zorlu yolculuk bir eğlenceye dönüşüyor. Ertesi gün temiz havanın etkisiyle olacak oldukça erken bir saatte uyanıyorum. Mis gibi bir hava, çiçekler üzerinde çiğ damlaları parlıyor. Sümela’da tarih ve doğa iç içe Bugünkü ilk durağımız Sümela Manastırı. Trabzon’un Maçka ilçesinin güneyindeki Mağarada bulunan tesislerde yöresel yemeklerden oluşan öğle yemeğimizi yedikten ve ünlü Kral Pestil ve Köme’den kömelerimizi aldıktan sonra temiz havayı içimize çekerek ilk konak 62 Karadağ’ın bir tepesine oyularak yapılan bu manastır görülmeye değer bir yapı. Sumela, Trabzon’a gidenlerin mutlaka gitmesi gereken bir yer. Dönüşte yorgunluğumuzu manastırın eteklerindeki tesislerde atıyoruz. İkizdere’ye oradan da 2200 m. yükseklikteki Anzer Yaylası’na çıkıyoruz. Atatürk’ün muhteşem köşkü Soğanlı Vadisi’nin görülmesinin ardından Yente Yaylası’nda yürüyüş için iniyoruz aracımızdan. Bu biraz uzun bir yürüyüş olacak. İlçeye 35 km. uzakta bulunan Anzer Yaylası Ballıköy Yaylası olarak da bilinir. Dünyaca ünlü Anzer Balı bu yaylada bulunan kovanlarda üretilir. Bir sonraki durağımız olan Trabzon Atatürk Köşkü’ne doğru yola koyuluyoruz. Akşama doğru Trabzon’un turizm merkezlerinden biri olan Uzungöl’e varıyoruz. Otelimiz İnan Kardeşler Tesisleri’ne yerleştikten sonra yorgunluğuma rağmen gün ışığını kaçırmadan yapacağım kısa bir tur için otelden ayrılıyorum. Rotamız önce Rize ardından Ayder olacak. Atatürk’ün çok kısa bir süre de olsa kalmış olduğu Köşk’te ona ait ve onun kullandığı eşyalar insanı etkilemiyor değil. Buradaki eşyalardan en önemlisi de şüphesiz üzerinde o zamanlarda çıkan bir ayaklanmanın Ata’mız tarafından çok önceden tahmin edilerek işaretlendiği bir harita. İkinci günkü konaklama yerimiz olan Sürmene’deki Zarha Mountain Resort’a doğru hareket ediyoruz.. Ayder’de sevdaluk Ayder’e doğru yola çıkıyoruz. Ayder’e gitmek için Çayeli Ardeşen üzerinden Fırtına Vadisi’ne giriş yapıyoruz. Ayder yoluna girdiğiniz andan itibaren Doğu Karadeniz’in kalbine geldiğinizi hissediyorsunuz. Türkiye’nin en güzel yaylaları bu bölgede bulunuyor. Yayla yollarında minibüslerle safari Ertesi gün bu nefes kesici güzelliklerden istemeye istemeye ayrılıyoruz. Önce Of’a gidip orada yayla yollarında daha rahat kullanılan safari yapacağımız minibüslere geçiyoruz. Oradan Rize, İkizdere ve nihayet Anzer Yaylası… Yaylaya çıkış, Kaçkar dağlarında “Vartevor” adıyla anılır. Bir yanımızda filmlere konu olan Fırtına Deresi bir yanımızda ormanlar önce Çamlıhemşin’e ardından Ayder Yaylası’na doğru yol alıyoruz. Kaplıcasıyla ünlü Ayder Yaylası Çamlıhemşin’in 19 km. güneydoğusunda bulunuyor. Buraya gelen turistlerin en büyük nedeni ise tabii En değerli balın yurdu: Anzer Dik yamaçlarda çay toplayan Karadenizlileri seyrederek, ince 63 ki kaplıca. Dünyanın üçüncü, Türkiye’nin ise ikinci en kaliteli kaplıca suyu olan Ayder Kaplıcaları’nda erkekler ve kadınlar için ayrı ayrı kullanım olanakları mevcut. Ertesi sabah öncekilere nazaran biraz daha zorlu bir tırmanışla Dobacelazena Gölü’ne gitmek için hazırlanıyoruz. Şunu da belirteyim, Karadeniz yaylarına tur düzenleyen her şirket bu göle yürüyüş gerçekleştirmiyor. Artık dönüş yoluna geçiyoruz. Karnımız da iyice doyduktan sonra Çamlıhemşin, Pazar, Çayeli, Rize, Trabzon güzergâhından son gecemizde konaklayacağımız Ordu’ya kadar uzun bir yol bekliyor bizi. Gezinin son günü Samsun’da Ulu Önder Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nı başlattığı Bandırma Vapuru’nun gezilmesi ve ünlü Samsun pidesini yenilmesinin ardından Ankara’ya dönüş yolumuz başlıyor. Tur içinde Karadeniz’e yerleşmeyi düşünenler bile artık var. Bizlere böyle keyifli, bilgilendirici, dinlendirici ve aynı tabii ki büyüleyici bir tur hazırladıkları için başta rehberimiz Tuğrul ve usta şoförlerimiz olmak üzere tüm Seyahat 53 Turizm çalışan ve yetkililerine kendim ve tüm tur arkadaşlarım adına teşekkür ediyorum. Başka bir Karadeniz turunda mutlaka görüşmek üzere… Haydi siz de! Karadeniz yaylaları sizleri bekliyor. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 DOÇ. DR. MÜGE ÖZCAN - DOÇ. DR. FERDA ARTÜZ Op. Dr. Mahmut ARVENT ile Söyleşi Bu sayıdaki konuğumuz Kulak Burun Boğaz Kliniği emekli Şef Yardımcısı Op. Dr. Mahmut Arvent. Sizler için, kendisiyle söyleştik. Bize kendinizden söz eder misiniz? 1940 yılında Afganistan’ın başkenti Kabil’de doğdum. İlkokulu sivil okulda okudum, ortaokul ve liseyi Kabil’deki askeri okulda okudum. Askeri liseden mezun olduktan sonra yasa gereği bir yıl Afganistan Kara Harp Okulu’nda okudum. Üniversite sınavlarına girdim ve Afganistan Kabil Tıp Fakültesi’ni askeri öğrenci olarak kazandım. Dokuz ay okuduktan sonra Afganistan – Türkiye anlaşması gereği, askeri öğrenciler arasından Türkiye’de okumak üzere seçildim. 21 Eylül 1959 günü Ankara’ya geldim ve Türkçe öğrenmeye başladım. 1961’de Ankara Üniversitesi Tıp Doktorluk mesleğini neden seçtiniz? Fakültesi’ne kaydoldum. 1969-1970 yıllarında mezun oldum. Yasa gereği, askeri öğrenci olduğum için, Gülhane Askeri Tıp Akademisi Plastik ve Çene Cerrahisi kliniğinde göreve başladım. Afganistan’ın dahili olaylarında bütün Afgan subaylarını geri çağırdılar. Ben ailemin izniyle Türk vatandaşlığına geçtim. Ortaokuldan beri doktorluğa hevesim vardı. İnsanları çok sevdiğim ve daha yakından hizmet verebilmek için doktor oldum. Mesleğimi çok seviyorum. Tekrar dünyaya gelsem yine doktor olurdum. Numune hastanesine geldiğinizde hastanemizin ve kliniğinizin koşulları nelerdi? Daha sonraki yıllarda neler değişti? 1972’de Ankara Numune Hastanesi Kulak Burun Boğaz Kliniğine asistan olmak için sınava girdim ve kazandım. 1973’te Türk vatandaşlığına kabul edildim ve asil kadroya geçtim. O tarihten emekli olduğum tarihe kadar Ankara Numune Hastanesi KBB Kliniğinde asistan, başasistan, şef yardımcısı ve şef vekili olarak çalıştım. 2005 yılı aralık ayında yaş gereği emekli oldum ve hemen ara vermeden Vakıflar Bankası Yardım Sandığı Vakfı Sağlık Merkezi’nde çalışmaya başladım. Emeklilikten iki yıl sonra muayenehanemi kapattım. Halen söz ettiğim merkezde görev yapmaktayım. Numune’de temelde Alman hocaların koyduğu prensipler dahilinde çalışırdık. O zaman hocalarımız tamamen Türk’tü. Birlik, beraberlik, dostluk bambaşkaydı. O zamanki teknik şartların hepsi klinikte vardı. Her geçen gün daha modern tababet yapmaya yol alıyorduk. Daha sonra tabii ki bu teknoloji daha da gelişti. Numune’de çalıştığım zaman içerisinde bütün seminerler, bilimsel toplantılar ve kongrelere istinasız iştirak ettim ve çok şeyler öğrendim. Numune hastanesinde yaşadığınız olaylardan sizi etkileyen birini bizimle paylaşır mısınız? Gerek Gülhane gerekse Numune’de çalıştığım müddetçe yabancı uyruklu bir şahıs olarak hiç sıkıntı çekmedim ve ayrımcılık görmedim. Genç meslektaşlarımıza vermek istediğiniz mesajlar nelerdir? Doktorluk mesleği çok özveri isteyen bir meslektir. Birinci şart insan sevgisidir. İnsanlar arasında hiç fark gözetmeksizin sabırla ve Allah’a inançla hizmet vermelerini tavsiye ederim. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 64 65 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 DR. ECZ. MÜGE KASIM PharmD (USA) Yükünç Sağlıklı Yaşam Merkezi, İstanbul AYURVEDA Kadim Yaşam Bilgeliği Sanskritçe "Yaşam Bilimi" anlamına gelen Ayurveda, kadim Hint bilgeliğine dayanan Hint Tıp sistemidir. Ayurveda'yı Veda biliminin tıbbi kısmı olarak da düşünebiliriz. Yazılı olarak elimize ulaşan bildiğimiz en eski tıp sistemi olan Ayurveda'nın 5,000 seneden daha eski bir döneme ait olduğu söylenmektedir. Kendi başına mükemmel bir tıp sistemi olduğu için bu sistemi alternatif veya tamamlayıcı tıp diye düşünmemek gerekir. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 Ayurveda yaşamın doğası, kapsamı ve amacı ile ilgilenir. Bunu yaparken de hem fiziksel hem de metafiziksel yönünü ele alır. Kişinin mikrokozmos olarak Evren'i, yani makrokozmosu temsil ettiğini söyler ve insanı bir bütün olarak ele alır. Amacı beden-ruh-akıl sağlığını koruyup, bozulduğunda şifalandırmak; koruyucu hekimliğe önem vererek hem hayatın süresini hem de kalitesini artırmaktır. tüm yaratılışı sarıp sarmalayan bedenakıl-ruh üçlüsü olarak tanımlar. Yaşamın amacının ise Yaradan'ı içsel ve dışsal olarak tanıyıp, O'nu günlük hayatımızda deneyimlemek olduğunu anlatır. Bu ilahi tıp sistemi binlerce senedir, yogiler ve Hint bilgeleri rişiler tarafından kalpten kalbe aktarılmış. MÖ 5. Yüzyılda Agnivesa tarafından yazılmış olan en eski klasik eser günümüze ulaşamamıştır. Günümüze ulaşan Ayurveda bilgileri ise MÖ 400 yılında büyük hekim Çarak Peki, yaşam nedir? Ayurveda, yaşamı Kâinatsal / Kozmik Bilinçte bulunan ve 66 kökeni bir doğa tıbbı olan Ayurveda'dır. Bize yaşamımızı doğamıza, yaratılışımıza uygun olarak nasıl yaşayacağımızı anlatır. Ayurveda'ya göre Kâinattaki her şey, öz-Türkçe'de sim diye adlandırılan, beş büyük elementten (pança maha bhūta) yapılmıştır. Bunlar sırasıyla eter/ bulun (ākaşā), hava (vāyu), ateş (agni), su (āpas) ve toprak (pruthivī)'dır. Bu 5 sim (element), normalde yaşamı desteklerler; ancak bozuldukları zaman hayatı tehlikeye sokabilirler. Sim kelimesinin bir diğer anlamı meleke ve melek demektir. Tasavvufta baş meleklere olarak da isimlendirilirler. tarafından sutralar (ayetler) halinde yazıya dökülmüş. Ayurveda'nın temelini oluşturan 6 kitap vardır. Bunlardan 3 tanesi "brhat trayi" yani "3 büyük yetkili kaynak" olarak adlandırılır. Çarak tarafından yazılan Çaraka Samhitā Ayurveda'nın 3 en önemli klasik eserinden biridir. 8400 civarında beyitten oluşur. Daha çok Dâhiliye (kayaçikitsa) üzerinedir. Diğer 2 önemli eser ise bir cerrah ermiş olan Nagarjuna tarafından yazılan ve cerrahinin temelini teşkil eden Şuşruta Samhitā, diğeri ise Vagbhat tarafından yazılan Aştanga Hridayam ve Aştanga Sangraha'dır. Dâhiliye ile ilgilidir; tedavilerde mineral ve metal kullanımını anlatır. Daha çok yaşamın fiziki boyutunu anlatır. Diğer 3 eser ise Şarngadhara Samhita, Bhava Prakaşa ve Madhava Nidanam'dır. Ayurveda tıbbında ilerlemek isteyenler için bu klasik kitaplar olmazsa olmazı teşkil ederler. Eter simi (elementi), şimdi unutulmuş olmakla birlikte, öz-Türkçemize "bulun" olarak isimlendirilir; her yerde bulunduğu için. Gizemli bir kelimedir. Evrendeki her şey onun içinde olduğu gibi o da her şeyin içindedir. Öz bilincin ilk dışa vuruluş şekli, ilk ifadelendirilişidir. Bulun deyince Ayurveda'nın modern tıp diye adlandırdığımız günümüz tıbbından en önemli farkı kişiyi bir bütün olarak ele alması; beden-akıl-ruh sağlığına önem vermesi; hastalıkların ana nedenlerini bularak şifalandırmaya gitmesi, semptom tedavisi uygulamamasıdır. Ayrıca tedaviler hep kişiye özeldir; herkese ayrı bir reçete verilir. Ayurveda'da hastalıkların 6 devresi vardır. Modern tıp teşhis koyduğu zaman hastalık artık 4. devresindedir. Bu tıp sisteminde kullanılan ana yöntemler, modern tıbbı da gerekli olduğunda doğru bir şekilde kullandığı halde, en az 5,000 senedir değişmeden günümüze gelmiştir. Özellikle beslenme konusunda günümüzde unutulmuş bilgileri içerir ve bu konuda modern tıptan çok daha başarılıdır. ilk aklımıza gelen her yeri kaplayış, uçsuz bucaksız boşluk, engelsizliktir. Bulun (eter) simi olmadan özgürlük ve aşk olmaz. Bu sim saydam, hafif, süzüg (subtle), yumuşak ve ölçülemezdir. Ayurveda'ya göre bulun (eter) içinde ruhsal enerjinin özünü taşır ve bu da nükleer enerji olarak ortaya çıkar. Tasavvufta Kadir-i Mutlak'a denk gelir. Hava elementi, yaşamın devam etmesini sağlayan ana hareket unsurudur. Elektrik enerjisi olarak ortaya çıkar. Yaşam enerjisi olarak bildiğimiz Prāna ise hava elementinin özünü temsil eder. Prāna hayati yaşam gücüdür ve her hücrede, her sistemde, her bedende bütün hareketler için zorunlu olarak bulunur. Tüm duyumsal uyarılar ve motor tepkiler prānanın süzüg (subtle) hareketi sebebiyle gerçekleşir. Hatta kalp, solunum sistemi, bağırsaklar ve diğer istem dışı hareketlerin hepsi hava elementinin özü olan prāna tarafından kontrol edilir. Bu sim hareketli, kuru, hafif, soğuk, sert ve süzüg (subtle)'dür. Tasavvufta baş melek Cebrail (as.)'a denk gelir. Ateş simi (element), dönüşümden sorumludur. Metabolik işlemlerle yiyeceklerin enerjiye dönüşmesi; beden ısısının ayarlanması; yiyeceklerin hazmı, emilimi ve özümlenmesi hep ateş siminin (element) kontrolündedir. Ayrıca anlayış, kavrayış ve seçicilik yine bu simin (element) yönetimi altındadır. Radyant yani ışıyan enerjidir ve bedende farkındalık ateşi olarak algılanır. Sıcak, keskin, hafif, kuru ve süzüg (subtle)'dır. Tasavvufta baş melek Azrail (as.)'a denk gelir. Su simi (element) kimyasal enerji ile ilgilidir. Su evrenin kimyasal çözücüsüdür ve tüm biyolojik işlevler onun kontrolü altındadır. Bedende tüm özümleme ve elektrolit dengesinden sorumludur. Su siminin (element)içinde tüm diğer simler (element) işlevlerini yerine getirirler. Bu sebeple su hayattır. Soğuk, sıvı, yumuşak, Batı tıbbında bugün karşımıza çıkan doğal tedavi çeşitlerinin çoğunun 67 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 yağlı / nemli ve kaygandır. Tasavvufta baş melek İsrafil (as.)'a denk gelir. Toprak simi (element) ise dünyasal yaşamımız için sağlam bir yapı oluşturur; sağlam, yoğun ve güvenilirdir. Dünyamızdaki tüm yaratılanları kucaklar; yiyecek verir ve barındırır. Tüm katı yapılanmalar; katı, sağlam ve yoğun dokular toprak siminden (element) oluşurlar. Mesela kemik, tırnak, diş, deri, saç. Toprak simi mekanik enerji ile ilişkilidir. Ağır, sabit, yoğun ve serttir. Tasavvufta baş melek Mikail (as.)'a denk gelir. AYURVEDA BRA-TÜRKÇE İBN-İ SİNA VATA Qara-agu Kara Safra (Agni) Agu Sarı Safra PİTTA Qan Kan KAPHA Qapa Balgam Ayurveda'nın temelini oluşturan bu 5 simin (element) miktarı ve oranları herkeste farklıdır. Bu oranlara göre de insanlar 3 yaşam enerjisi de diyebileceğimiz 3 beden ve zihin tipine, doşalara ayrılırlar: Vata, Pitta, Kapha. İbn-i Sina, Bra-Türkler (Uygurlardan önceki topluluk) ve bazı Ayurveda okulları 4'lü sistemi kullanmakla birlikte, 3'lü sistem daha yaygındır. Ayurveda, sindirimden sorumlu olan agniyi, Pitta doşasının içinde gösterir. Her bir doşa, 2 simden (element) yapılmıştır. Vata: Hava + Bulun (eter); Pitta: Ateş + Su; Kapha: Toprak + Su. Her insanda bu 3 yaşam enerjisi, Vata-PittaKapha, değişik oranlarda mevcuttur; buna prakruti adı verilir. Bunu kişinin fiziksel ve zihinsel yapısından tespit edebildiğimiz gibi, en doğru olarak nabız muayenesiyle anlayabiliriz. Bu 3 güç, bütün fizyolojik, psikolojik ve ruhsal fonksiyonlardan sorumludurlar. Bu 3 gücün hepsinin ayrıca 5 alt bölümü vardır ve hepsinin görevleri farklıdır. Vata doşa, solunum, dolaşım, sindirim, boşaltım, sinir sisteminin motor fonksiyonları, doğum, menstruasyon ve düşünceler gibi beden hareketlerinden sorumludur. Duygusal alanda yaratıcılık, Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 duru görü, esnek olma, uyum sağlama, korku, yalnızlık ve vesvese gibi kavramları kapsar. Pitta doşa, beden ve zihnimizdeki tüm dönüşümden sorumludur. Vücuttaki tüm metabolik işlevler, sindirim (enzimler), emilim, vücut ısısının dengelenmesi, zekâ fonksiyonları, anlama kabiliyeti, gözler, karaciğer, dalak ve bazı mide fonksiyonları onun yönetimi altındadır. Duygusal alanda tutkulu aşk, cesaret, atılım, kızgınlık, öfke, kibir ve kıskançlık gibi kavramlarla ilgilidir. Kapha doşasının özellikleri ise bağlılık, yapışma, birbirini tutma, bir arada tutmadır. Beden yapısı onun sorumluluğundadır. Kemikler, eklemler, eklem sıvısı, kaslar, yağ dokusu, akciğerler, tüm sıvılar ve bağışıklık sistemi onun yönetimindedir. Duygusal alanda sevgi, affetme, bağlılık, değişikliği sevmeme, tembellik, açgözlülük kavramlarıyla ilgilidir. Hastalığın oluşumunu çok ayrıntılı olarak anlatan bu kadim bilgelik, tedavi için çeşitli yöntemler önerir. Beslenme şekli; yaşam tarzı; bitki, maden/mineral kaynaklı formüller; marma (akupunktur, eşig noktaları tedavisi) ve arınma (pançakarma) bu tedavilerden en önemlileridir. Ayurveda ayrıca Yoga, Jyotiş (Hint astrolojisi) ve Vastu (Hint fengşuesi)'yu da, kardeş bilim dalları olarak tedavide kullanmaktadır. Günümüz modern tıbbının çok ileri olduğu yerler var, cerrahi teknikler ve acil müdahale gibi. Ancak bazı hastalıkları hâlâ anlamaktan çok uzak. İnsanlığın kadim bilgeliği ne zaman unuttuğu, onu nasıl yitirdiğini saptamak çok zor. Bilim "madde" kavramları içinde hapsolmuş, kaynağından kopmuş durumda. Ancak günümüzde, bilime, felsefeye ve ruha bir bütün olarak bakan yeni kuşak arayıcılar sayesinde insan bedeninin çoklu katmanlarını ve yaşamın sırlarını tekrar hatırlamaya başladık. Bu aşamada bizlere düşen görev, peşin fikirleri bir tarafa bırakıp, yaşamın anlamını kavramak ve bilginin aklın ve kalbin derinliklerine akmasına fırsat vermektir. Tasavvuf Üstadı Pir Vilayet İnayet Han'ın da dediği gibi: "Hayatın mânâsını kavrayabilen, kendi hayatının da gayesini anlar. Sadece dar bir çerçeveye sıkışmış olan akla imkânsız kelimesi anlamlı gelir; Yaradan'ı ve yaratılışı kavrayabilene ise kabul edilebilecek tek kavram her şeyin imkân dâhilinde olduğudur." Ayurveda'da bir diğer kavram ise tadlardır. İbn-i Sina 8 tadı tanımlar, Ayurveda'da ise 6 tad vardır. Bunlar tatlı, tuzlu, ekşi, acı, kekre ve buruk tadlarıdır. Tüm Ayurvedik farmakoloji tadlara dayanır. Her tad 2 simden (element)'den yapılmıştır ve dil üzerinde farklı yerleri vardır. Bu tadlar aynı zamanda organlarla da ilgilidir. Ayurveda'ya göre ancak 3 yaşam enerjisi (doşa), sindirim ateşi (agni), tüm dokular (dhatu), tüm atılım fonksiyonları (mala: ter, idrar, dışkı), beden-akıl-ruh ve 5-duyu dengede ise kişi sağlıklı sayılır. Çizim 1: Dil üzerinde tadlar ve organların yerleri. 68 69 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 DR. MÜGE ÖZCAN Deri Bakımı ve Uygulamada Hatalı Yaklaşımlar Kişiler dermatalogları ancak hasta olduklarında başvuracakları hekimler olarak görmekte ve derilerinin bakımı ve sağlığı için başka yerlere başvurmaları gerektiğine inanmaktadırlar. Ancak kişisel günlük cilt bakımında neler yapılması gerektiği konusundaki doğru ve sağlıklı bilgi için, deriyi en iyi tanıyan ve dermatokozmetoloji konusunda eğitim Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 almış olan dermatologlara danışılması en uygun seçenektir. Daha alttaki derms tabakası da cildin görünümü açısından son derece önemli olup, cildin kalınlığını ve esnekliğini sağlar. Bu katmanda bulunan kollajen, elastin ve glikozaminoglikanların kaybı cildin yaşlanmasında önemli rol oynar. Canlı, yumuşak, elastik, kadifemsi bir cilt görünümü için derinin üst tabakası olan epidermisin fizyolojik ve mekanik bütünlüğünün devamının sağlanması, su ve sebum (yağ) dengelerinin normal olması gereklidir. Aksi takdirde cilt soluk, cansız ve kaba bir görünüm alacaktır. Deri bakımında öncelikle deri tipini tayin edip ona göre bakım prosedürünü uygulamak gerekir. 70 Normal Deri Yağı almak için kolonyalı temizleyici veya antiseptik özellikli ıslak mendil kullanmak ! Temizlemede sıcak su kullanmak, gözenekleri açıp derin temizlik amacıyla sık buhar banyosu yapmak ! Şiddetli ovuşturarak temizlik işlemini uygulamak Normal elastikiyete sahip, stratum korneum tabakasının normal su içeriği ve sebum sekresyonu olan deridir. Normal deri bakımından yapılması gereken fizyolojik ve mekanik bütünlüğün devamını sağlamak için uygun temizleme ürünleriyle temizlemek ve eksternal hasarlardan korumaktır. Bunun için uygun nemlendiriciler (su bazlı) ve güneşten koruyucu kremler kullanmak yeterlidir. Yukarıdaki uygulamalar, deriden su kaybını engelleyen seramid veya serebrosid gibi deri komponentlerini zedeler, yüzey gerilimini arttırarak epidermisi kurutur, irrite eder ve enflamasyona neden olur. Bunu engellemek için aşırı nemlendirici kullanımı ise yağlı deriyi daha komplex hale getirip akne ve seboreik dermatite yatkınlık sağlar. Normal Deri Bakımında Yapılan Hatalar: ! Gereksiz yere belli aralıklarla yapılan cilt bakımları ve buhar banyoları ! Haftalık soyucu asit içeren (peeling) maskeler ! Deterjan içeren sabunlarla aşırı temizlik ile sebum dengesini bozarak transepidermal su kaybına neden olunması ! Sigara ve yoğun kapatıcı makyaj kullanımı ! Uygun nemlendirici ve güneşten koruyucular kullanılmaması ! Yağlı cildi olduğunu düşünerek hafif su bazlı emülsiyonların ve güneşten koruyucuların kullanımını ihmal etmek. Kuru Deri Stratum korneum tabakasının bariyer fonksiyonunda azalma ve transepidermal su kaybında artma ile karakterizedir. Bu da korneosidlerin anormal deskuamasyonuna yol açar. Sonuçta cilt kuru ve pürüzlü olarak görülür. Yağlı Deri Bu deri tipi genellikle ergenlerde ve genç erişkinlerde görülür. Derinin kalınlaşmış ve artmış sebum sekresyonu nedeniyle yağlı, parlayan bir yüz görünümü vardır. Gözenekler genişlemiş olarak dikkat çeker. Kuru deri bakımında sert yıkamadan, sıcak su ve buhar banyolarından kaçınılmalıdır. Özellikle solar ultraviyole, soğuk, sıcak ve kimyasallardan korunmak gerekir. Temizlemede basit sabunlar kullanılmamalıdır. İdeal olarak krem ve losyon temizleyiciler tercih edilir. Gerekli nemin geri verilmesi amacıyla hidrasyon ürünlerinin kullanılması gerekir. Koruma için nemlendirici özellikli ve mineral içerikli fiziksel güneş koruyucular tercih edilir. Eksternal faktörlere karşı genellikle daha az duyarlılık gösterdiğinden diğer deri tiplerinden daha az yaşlanma riski mevcuttur. Daha az korunmaya ihtiyaç gösterir ve bakımı daha çok temizleyicileri içerir. Yüz yıkama ya hafif yağ içeriği olan bir sabun veya sinded ile gerçekleştirilebilir. Arkasından bol durulama gerekir. Önemli olan cildin tamamen yağını almadan, derideki aşırı sebumu azaltmaktır. Sebumun yoğun bir şekilde azaltılması sebase bezlerden sebum salınımını arttırabilir. Kuru Deri Bakımında Yapılan Hatalar: ! Sıcak suyla yıkamak ! Banyoda parfüm içeren banyo köpükleri ve sık kese kullanılması ! Nemlendirici etkisi olmayan temizleyiciler kullanılması ! İki banyo arasında doğal lipidlerin yeniden oluşabilmesi için belli bir Yağlı Deri Bakımında Yapılan Hatalar: Derinin yağlı ve parlak görünümünü azaltmak amacı ile: ! Gün içinde cildi sık yıkamak ve temizleyicileri iyi durulamamak. 71 sürenin geçmesini beklememek ve her banyo sonrası uygun nemlendirici kullanmamak ! Uygun nemlendiriciler kullanmamak; soğuk, sıcak ve rüzgara karşı önlem almamak ! Nemlendirici özellikte güneş koruyucu kullanmamak Hassas Deri Stratum korneum tabakasının bütünlüğünün bozulmasına bağlı bariyer fonksiyonunun azalması sonucu dış faktörleri ve uygulanan bazı maddelere karşı aşırı reaksiyon gösteren deri tipidir. Kaşıntı, kuruluk, yanma ve batma gibi subjektif semptomların yanı sıra deride eritem, ödem gibi inflamatuar yanıtlar gözlenebilir. Hassas deri bakımından uygun temizleme ürünleri ve nemlendiricilerin seçimi önem taşır. Sıradan sabunların kullanımından kaçınılmalı, deri pH’ına yakın ürünler tercih edilmelidir. Hidrasyon ürünleri olarak transepidermal su kaybını azaltıcı, parfüm ve katkı maddeleri içermeyen emülsiyonlar, cold kremler kullanılmalıdır. Güneşten koruyucu olarak kimyasal koruyuculardan çok fiziksel (mineral içeren) koruyucular tercih edilir. Hassas Deri Bakımında Yapılan Hatalar: ! Sıcak, soğuk ve rüzgar gibi iklimsel etkenlere karşı korunmamak ! Sıcak su ile yıkamak ve buhar banyoları yapmak ! Katkı ve parfüm içeren kozmetiklerin kullanımı ! Güneşten koruyucu seçiminde fiziksel koruyucular yerine kimyasal koruyucuların kullanımı Kişinin kendi cilt tipini iyi tanıyarak doğru bir cilt bakımı yapması, hem sağlıklı bir cilde kavuşmasına hem de cilt yaşlanmasını geciktirmek için gerekli önlemleri alması ve uygun ürünler kullanmasına yardımcı olacaktır. Bu bilincin yerleşmesinde ve dermokozmetik doğruların öğretilmesi konusunda biz dermatologlara önemli görevler düşmektedir. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 UZM. DR. HAYRİYE MUTLU ANEAH, Sualtı Hekimliği ve Hiperbarik Tıp Uzmanı Hiperbarik Oksijen Tedavisi ve Primer Tedavi Olduğu Hastalıklar Tarihçe Hiperbarik tıbbın başlangıç ve gelişimi Sualtı Hekimliği içinde yer alır. Sualtı Hekimliği ise dalgıçlığın geçmişi ile çok yakından ilişkilidir. Tarihi kayıtalar insanların çok eski tarihlerde ( MÖ 4500) nefes tutarak serbest dalış yaptığını göstermektedir. Ancak yüksek basıncın tedavi amaçlı kullanıldığı yıl 1662’dir. İngiltere’de bir din adamı olan Henshaw yüksek basınçlı havayı akut ve kronik hastalıklarda kullanmıştır. Tabi bu tarihlerde oksijen henüz keşfedilmemişti. Hiperbarik Oksijen Tedavisine (HBOT) giden yol 1774 yılında Priestley’in O2’yi keşfi ile açılmıştır. Oksijenin tıptaki kullanımı ile ilgili çeşitli araştırmalar Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 1913 yılına kadar sürmüştür ve ilk kez Almanya’da Dekompresyon Hastalığında (vurgun) Hiperbarik Oksijenin (HBO) ne kadar yaralı olabileceği fark edilmiş ancak uygulamaya geçilememiştir.HBO’nun tıptaki ilk kullanımı 1937’de Behnke ve Shaw’ın dekompresyon hastalarını tedavi etmesiyle başlamış. Çok çeşitli hastalıklarda denenmiş, hayvanlar üzerinde deneyler yapılmış. İlk kez 1960 yılında bir Karbonmonoksit toksikasyon olgusunu HBO ile tedavi eden İskoçyalı iki hekim G.Smith ve G.R. Sharp tarihe geçmişlerdir. Bu tarihten sonra bilimsel çalışmalar hız kazanmış, Amerika’da Undersea and Hyperbaric Medical Society (UHMS), Avrupa’daEuropean Underwater and Baromedical Society (EUBS) kurulmuş ve düzenledikleri toplantılarla HBO tedavisinin endikasyonları saptanıp standardizasyon sağlanmış, bilimsel temele dayalı araştırmalar hız kazanmıştır. Türkiye, 1979 yılından beri bu bilimsel çalışmalara katılmakta ve son yıllarda yönetim kurulu üyeliği gibi idari görevler de almaktadır. Ülkemizde Sualtı Hekimliğinin gelişimi 1976 yılında, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi bünyesinde başlatılmıştır. 1984 yılında kurulan Sualtı Hekimliği Bilim Dalı, 1989’da Anabilim Dalına dönüşmüş ve ülkemizin bu konudaki ilk tam donanımlı kliniği İstanbul Tıp Fakültesi’nde kurulmuştur. 72 Hiperbarik Oksijen Tedavisi (HBOT) nedir? 1. Plazmada çözünen oksijen miktarı artar HBOT bir basınç odasında tümüyle basınç altına alınan hastaya aralıklı olarak %100 oksijen solutmak suretiyle uygulanan bir medikal tedavi yöntemidir. HBOT 6000 den fazla çalışma ile desteklenmiş modern ve bilimsel bir tedavi yöntemidir. 2. Hipoksik dokuların oksijenasyonu sağlanır 3. Anaerobik bakterilerin üremesi durdurulur 4. Bazı antibiyotiklerle sinerjistik etki sağlanır HBOT nasıl uygulanır? 5. Vazokonstriksiyon sayesinde ödem azalır HBOT basınç odasında uzman doktor ve tıbbi personel gözetiminde yapılır. Basınç odası çelikten yapılmış, içerisine hava verilerek basınçlanabilen, içeride bulunan kişilere %100 oksijen soluma olanağı sağlayan, pencereleri (lumboz) ve hastaların oturmaları için rahat koltukları bulunan bir kabindir. HBOT seansı, olguya göre değişmekle birlikte genellikle 2 saat sürmektedir. Toplam seans sayısı mevcut hastalığa göre değişmektedir. 6. Karbonmonoksit ve siyanür zehirlenmesinde sitotoksik etkiyi önler 7. Yara bölgesinde lökosit aktivasyonu güçlenir 8. Yara bölgesinde yeni damar oluşumunu sağlar(angiogenezis) 9. Yara bölgesinde konnektif doku oluşumunu uyarır Hiperbarik Oksijen Tedavisinin Primer Tedavi Olduğu Hastalıklar: HBOT nasıl etki eder? HBOT sırasında hastaların plazmasında maksimum düzeyde oksijen çözünür ve dokulara giden oksijen miktarı artar. HBO tedavisiyle şu etkiler oluşur; HBOT; Dekompresyon Hastalığı, Arteriyel Gaz Embolisi ve ciddi Karbonmonoksit zehirlenmesinde 73 primer tedavi, diğer bazı hastalıklarda ise vazgeçilemeyecek derecede değerli veya opsiyonel olabilen, yardımcı tedavidir. Dekompresyon Hastalığı Dekompresyon Hastalığı(DH), dalgıçlar ve nadiren havacılarda görülen bir disbarik hastalık olup en önemli dalış hastalıklarındandır. Dalış sırasında vücut sıvı ve dokularında gaz kanunlarına uygun olarak çözünen asal gazın (Nitrojen, Helyum) hızlı ve yetersiz dekompresyon nedeniyle sıvı fazdan gaz fazına geçip serbestleşmesi ve kan ile dokularda kabarcık oluşturması sonucunda meydana gelir. Belirti ve bulgular: Kabarcıklar damar içindeveya dışında, hücre içinde veya dışında bulunabilir. Bu nedenle DH’nın belirti ve bulguları tuttuğu organ veya sisteme göre çeşitlilik gösterir. Gaz kabarcıkları bulundukları bölgede mekanik hasar veya harekete geçirdikleri ikincil biyokimyasal olaylarla zarar verirler. Mekanik etkiyle hücre içinde hücrenin ölümüne, damar içinde ise damarın tıkanmasına neden olurlar. Biyokimyasal etkileri ise bulundukları Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 yerde yabancı cisim olarak algılandıkları için pıhtılaşma sistemi aktive olur, kanın akışkanlığı da bozulacağı için tıkaçlar meydana gelir. Bütün bunların sonucunda yetersiz oksijenlenme ve etkilenen bölgede fonksiyon bozukluğu oluşur. Etkilenen bölge hayati öneme sahip ise ölümle sonuçlanır. DH teşhis edilen hastalara yapılması gerekenler: 1. Rezervuarlı maske ile %100 Oksijen 2. IV sıvı( İzotonik veya RL) 3. Foley sonda 4. Hemen Hiperbarik Oksijen Tedavi Merkezine transfer Arteriyel Gaz Embolisi İyatrojenik veya başka nedenlerle dolaşım sistemine gaz girmesi sonucunda meydana gelen bir durumdur. İstatistiklere göre dalışa bağlı ölümlerin birincil sebebidir. Venöz sistemde bulunan ve çapı 22 milimikrondan büyük kabarcıklar akciğerler tarafından tutulup filtre edilirler, ancak bu doğal filtrenin Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 kapasitesi aşıldığında pulmoner arter basıncı artar ve kabarcıklar arteriyel sisteme geçer. Normal şartlarda alveollerde büyük ve ani basınç değişiklikleri (derin inspiryum sonrası hapşırma, öksürme vs.) hasara neden olabilir, ancak bu durumlar hemen daima asemptomatiktir. Dalışa bağlı gaz embolisinde ise dalış sırasında akciğerlerin kompanse edemeyeceği basınç değişiklikleri oluştuğundan dolayı, dalgıcın satha çıkışı esnasında akciğer barotravması gelişir. Gelişen barotravmanın ardından pulmoner doku hasarı nedeniyle hava ya cilt altına, ya mediastinuma, ya plevral boşluğa(pnömotorax) ya da damar içine girer. Bundan sonraki fizyopatoloji Dekompresyon Hastalığınınki ile aynıdır, belirti ve bulguları kabarcıkların etkilediği bölgeye göredir. Arteriyel gaz embolisi acil bir durumdur ve primer tedavisi HBOT’dir. gibi hidrokarbonlu yakıtların tam olarak yanmaması sonucunda oluşur. Soğuk kış aylarında lodos estiğinde, yüksek binalarla çevrili şehirlerde az katlı binaların olduğu bölgelerde ve dağlarla çevrili vadilerde kurulmuş şehirlerde meydana gelir. Karbonmonoksit zehirlenmesi en sık gece saatlerinde oluşur, çünkü uykuda iken kişi CO zehirlenme belirtilerini algılayamaz. Karbonmonoksit Zehirlenmesi Klinik: Belirti ve bulgular non-spesifiktir; grip benzeri semptomlardan koma ve ölüme kadar uzanabilir. En sık görülenler minör semptomlardır. Doğalgaz zehirlenmesi CO zehirlenmesinden farklıdır, çünkü CO ihtiva etmez ve zehirleyici değildir. Doğalgaz sızıntısı olduğunda gaz odanın üst kısmında toplanır ve zehirlediği için değil, ortamın oksijenini azaltacağı için öldürür. CO’in hemoglobine(Hb) afinitesi yüksek olduğundan O2 ile kolayca yer değiştirir ve karboksihemoglobin(COHb) oluşur. Oksijenin dokulara transportu engellenir ve hipoksi meydana gelir. Karbonmonoksit(CO) kokusuz, renksiz, tatsız ve bundan dolayı fark edilmeden zehirleyen bir gazdır. Kömür ve petrol 74 Minör Semptomlar: Halsizlik, baş ağrısı, baş dönmesi, bulantı, kusma, yorgunluk, karın ağrısı, diyare Ayırıcı tanı: CO zehirlenmesi özellikle soğuk algınlığı, akut viral enfeksiyonlar ve besin zehirlenmesi ile sık karışır. 6. Yara iyileşmesinin geciktiği durumlar (diyabetik ve nondiyabetik) Majör Semptomlar: Efor dispnesi, göğüs ağrısı, palpitasyon, dikkat eksikliği, ajitasyon, halüsinasyon, depresyon, görsel bozukluklar, senkop, konvulziyon, fekal ve üriner inkontinans, hafıza kaybı, yürüme bozukluğu, letarji, konfüzyon, koma Tedavi: 8. Kronik osteomyelit 1. Hastanın CO bulunan ortamdan hızla uzaklaştırılması 9. Kafa kemikleri, sternum ve vertebraların akut osteomyelitleri 2. Rezervuarlı maske ile %100 O2 verilmesi 10.Ani görme kaybı (retinal arter oklüzyonu) 3. Gerekli ise HBOT uygulanması 11. Ani işitme kaybı Tanı: Anamnez önemlidir.COHb seviyesi %10 ve üzerindeyse tanı konulur. İstenecek tetkiklerve tedavide hastanın klinik durumu esastır. Hbot ve Genel Tebabet İçerisinde Uygulama Alanları: ! Hemogram ve rutin tetkikler ! BUN,kreatinin, elektrolitler ! İdrar tetkiki ! Kalp enzimleri ! Karaciğer fonksiyon testleri !EEG ! BT ve MR 75 13. Avasküler (aseptik) nekrozlar 14.Beyin absesi, anoksik ensefalopati 2. Hava ve gaz embolisi 15. Aşırı kan kaybı 3. Karbonmonoksit ve siyanid zehirlenmesi, akut duman inhalasyonu 16.Ayrıca mukormukozis, perine fistüllü Crohn hastalığı, purpura fulminans, termal yanıklar, protez ve implant enfeksiyonları, kaynama güçlüğü olan fraktürler gibi bazı hastalıklarda da kullanılmaktadır. 5. Crush yaralanmaları, kompartman sendromu ve diğer akut travmatik iskemiler ! Akciğer grafisi 12. Radyasyon nekrozları 1. Dekompresyon hastalığı (vurgun) 4. Yumuşak dokunun nekrotizan enfeksiyonları(derialtı, kas, fasya) !EKG 7. Tutması şüpheli deri flep ve greftleri Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 METIN COŞKUN Takı Sanatçısı Geçmişten Günümüze TAKI Takı, sözlük anlamı olarak en genel anlamıyla insanların süs amaçlı kullandıkları çeşitli eşyalardır. Takılar genelde bayanlarla özdeşleşmiş olmalarına karşın, çeşitli tarihi süreçlerde hemen hemen bütün insanlar için farklı anlamlar taşımış ve kullanılmışlardır. Erkeklerin ve çocukların da kendilerine uygun takıları oldukça yaygın bir biçimde kullandıkları görülmektedir. Takılara tarihi süreçte kullanıcıları tarafından çeşitli anlamlar yüklenmiş, aynı zamanda da takı birçok anlamı barındıran bir simge durumuna gelmiştir. Günümüzde de takının bir süs unsurundan farklı anlamlar taşıdığına tanık olmaktayız. Öyle ki; takı günümüzde bir yatırım aracı olmaktan, sanatta kullanılan bir materyal olmaya kadar oldukça geniş bir kullanım alanına sahiptir. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 Tarihte Takı zamanda küpeler kullanmıştır. Takıların geçmişte ne amaçla kullanıldıkları birçok kez gündeme gelmiş ve pek çok yorum yapılmıştır. Binlerce önce yıl öncesinden başlayıp, yaşadığımız güne kadar takılar ele alınıp incelendiğinde, her çağın tasarım yönünde kendine has özellikler sunmasına karşın, kuyumcuların çalışma yöntemlerinde ve aletlerinde pek farklılık olmamıştır. Tarihi gelişim içinde yaratılmış ve bugün bizlerin kültürel mirası olan takıların her biri, kuşkusuz büyük değer taşır. İnsanların bu alanda verdiği çabalar, tarih öncesinden günümüze, birbirini izleyen halkaların meydana getirdiği bir zincir gibi uzayıp gitmektedir. Tarihi süreç incelendiğinde, insanların, özelliklede kadınların yaşantısında önemli yeri olan takılar, maddi açıdan güven kaynağı, estetik açıdan ise mükemmel süs unsurları olmuşlardır. Süslenmek, güzel ve estetik görünmek isteği, her insanda çağlar boyunca az veya çok süregelmiştir. Geçmişten günümüze insanlar, kimi zaman yüzük, bilezik, kolye takmış, kimi İnsanların yazılı belgeler bırakmadan yaşadıkları tarih öncesi çağların en eskisi olan Paleolitik Çağda mağara yaşantısı içinde olan insan, doğada bulunan kemik, hayvan dişleri, deniz ve kara hayvanlarının kabukları ve çeşitli taşları toplayıp kolye şekline dönüştürerek ilk takıyı ortaya koymuştur. İnsanlık 76 tarihinde ilk üretime geçilen Neolitik Çağda, doğadan toplanan malzeme ile yapılan kolyelerde, sürtünmeye uygun olan yüzeyler parlatılmıştır. En eski düz halka bilezikler de sürtülerek parlatılmıştır. Böylece günümüzden yaklaşık on bin yıl önce, ilk kuyumculuk çalışmaları başlamıştır denilebilir. Kalkolitik Çağda taşın yanı sıra maden insan hayatına girer. İlk Tunç Çağında madenciliğe dayalı yaşam başlamıştır. Madenin insan hayatına girmesiyle, takılar gerek malzeme, gerek form yönünden zenginlik kazanır. Özellikle kolyelerde, altın ve küçük boncuklar son derece büyük bir uyum içinde sıralanmışlardır. Truva, Eskiyapar, Kültepe, Alacahöyük mezarlarında bulunan ilk Tunç Çağına ait takılar primitif takı kapsamına girmekle birlikte, malzeme-form ve işçilik düzeyi düşünüldüğünde gördükleri ilgiyi hak ettikleri bir gerçektir. Ne kadar eskilere uzandığı henüz kesin olarak bilinmeyen insan ve kültürün varoluşu, dört-beş milyar yılı aşkın bir jeolojik ön hazırlık devresini izler. Homoinoidlerin insanlaşma sürecinin ilk 77 bir milyar yıllık döneminde, sanat yapıtları olarak değerlendirilebilecek buluntulara henüz rastlanmamıştır. Gerçek anlamda sanat eseri denecek ilk buluntular, günümüzden 30 000 yıl kadar önce üst Paleolitik Dönemde mağara resimleri, küçük kadın yontuları ve takılar olarak ortaya çıkar. Paleolitik ve Mezolitik yerleşim alanlarından örnekleri çıkartılan ilk takılar, doğal biçimleriyle kullanılan taşlar, deniz ve kara yumuşakçalarının kabukları, fildişi, kemik ve boynuz gibi kolay işlenebilir, sert olmayan malzemelerden üretilmiştir. Tarihsel gelişim içinde takıların hem şekil hem de kullanım alanlarında sosyal ve ekonomik nedenlerle farklılıklar ortaya çıkmıştır. Günümüzde çağın gelişimine ayak uydurularak bilgisayar destekli tasarım kullanılmakta ve üretim yapılmaktadır, fakat bu endüstriyel bir çözümdür. Elde yapılan takılar her zaman endüstriyel ürünlerden daha değerlidir. Ülkemizde gün geçtikçe takı bir sanat dalı olarak kabul edilmeye ve ürünleri eser olma niteliği taşıyan birçok sanatçı yetişmeye başlamıştır. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 DOÇ. DR. MÜGE ÖZCAN - DOÇ. DR. FERDA ARTÜZ Evde Kedi Köpek Beslemek Çocuklarımız İçin Tehlikeli mi? Doktorlara, hele de hayvanlarla haşır neşirlerse hep sorulur: Çocuğum evde kedi - köpek beslemek istiyor ama ben korkuyorum. Çocuğumun sağlığı için tehlikeli mi? Alerji olur mu? Hastalanır mı? Yazarlar, ailesinde alerji hikayesi olmayanlarda, hamilelik ve doğumdan sonra evcil hayvanlarla ve özellikle köpeklerle karşılaşmanın alerjik hastalık gelişimini azalttığını görmüşler. 2012 yılı içinde yapılan iki araştırma, bu soruların yanıtlarını veriyor. Sevgili okurlar, demek ki genel kanının aksine, evdeki kedi-köpek çocuklarımız için zararlı değil, sağlık açısından tam aksine yararlı. Hayvan sevmenin psikolojik yararlarından daha bahsetmedik bile. Psikolojik olarak bizce en önemlisi, evcil hayvanların çocukların merhamet duygularını geliştirmeleri ve onların daha iyi, merhametli bireyler olmalarına yardım etmeleri. İlk araştırma Finlandiya’da, Kuopio Üniversitesinde, Dr. Bergroth ve arkadaşları tarafından yapılmış. Hamilelikten itibaren 397 çocuk takip edilmiş ve ilk yaşları içerisinde geçirdikleri solunum yolu enfeksiyonları izlenmiş. Yapılan çalışma sonucunda, evlerinde köpek ve kedi besleyen, hele hele bu hayvanlara dokunan bebeklerin daha az solunum yolu enfeksiyonu geçirdiği saptanmış. Yazarlar, kedilerle ve özellikle köpeklerle temas etmenin, yaşamın ilk yılında bulaşıcı solunum yolu enfeksiyonlarına karşı koruyucu olduğu sonucuna varmışlar. Parazitler açısından ise, düzenli olarak veterinerde parazit aşılarını yaptırdığınızda bu sorun da ortadan kalkıyor. Hepinize sağlıklı, mutlu günler dileriz… İkinci araştırma Dr. Lodge ve arkadaşları tarafından, Melbourne Üniversitesi, Avustralya’da yapılmış. Yazarlar, hamilelik süresince ve doğumdan sonra evcil hayvanlarla karşılaşmanın daha sonra gelişen astım ve alerjiyle ilişkisini araştırmışlar. Şehirde yaşayan toplam 6498 kadın hamilelikte izlenmiş, bebekler de doğduktan sonra alerjik hastalık gelişimi açısından takip edilmişler. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 78 79 Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 DOÇ. DR. KÜRŞAT MURAT ÖZCAN SUDOKU Tüm satır, sütun ve 3x3 karelerde 1’den 9’a kadar sayılar birer kez olacak şekilde boşlukları doldurunuz. 6 2 5 2 9 7 9 1 7 9 3 4 4 1 5 9 2 6 2 7 5 3 2 3 6 7 5 4 4 5 3 1 8 4 7 3 6 8 2 8 7 1 2 5 9 3 6 3 9 3 7 2 8 9 7 8 6 1 1 8 7 9 2 9 7 Kolay 1 1 5 8 4 2 8 3 1 9 2 7 2 5 1 4 6 9 6 6 3 7 9 2 7 6 9 1 Orta Zor D E R T İ F S E L S A K E L E T İ B A K Y A N K E SÖZCÜK AVI Sözcüklerin ortak ilk harflerini bulun. YUVARLAK MASA Bir toplantıda iş arkadaşları yuvarlak masa etrafında oturmaktadır. Kahve molası verilir. Kahve molası sonrası masaya oturduklarında herkesin sağlarındaki ve sollarındaki arkadaşlarının, moladan önceki iki kişiden tamamen farklı kişiler olduğunu görürler. Masada oturanların sayısı en az kaç olabilir? Cevaplar derginin bir sonraki sayısında verilecektir. Numune Sağlık Dergisi EKİM - KASIM 2012 80 ister yatırım için ister oturmak için Kalite ve estetiğin birleşimden oluşan yatırıma uygun yaşam alanları... Konutlarımız belirli sayıdadır. Arayın fiyat avantajlarını konuşalım... bizimkilere hayal gibi bir ev lazım Satış Ofisi: Süleyman Ayten Cad. No: 65 / B Natoyolu - ANKARA Tel: (0312) 365 52 90 w w w. t a s p a in s a a t. com AVEC 436 44 00 SATILIK DAİRELER