Prof. Dr. Bekir TOPALOGLU 1936 yılında Trabzon / Çaykara'da doğdu. İlköğrenimini orada bitirdikten sonra 1959 yılında İstanbul İmam-Hatip Okulunu, 1963'te de İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü':nü bitirdi. Bir · süre İmam-Hatip Okulu'nda öğretmenlik yaptıktan sonra mezun olduğu enstitüde kelam asistanı oldu, 1971 yılında bu alanın öğretmenliğine atandı. Enstitülerin İlahiyat fakültesine dönüştürülmesinden sonra 1983 yılında doktor, 1986'da doçent, l9S8'de İslam Felsefesi ve 1993'te Kelam alanında profesör unvanını aldı. Ekim 2002 yılında emekliye ayrılan Topaloğlu TDV İslam Ansiklopedisindeki görevinin yanı sıra İmam Maturidi'nin Te'vil.itü'l-Kur'an adlı tefsir kitabının edisyon kritiği ve tercümesi çalışmalarını da sürdürmektedir. / Merhum dedem ve hocam Muhammed Hanefi Kutluoğlu'nun ruhuna ithaf .. VEDA. HUTBESİ· (Bu hutbe, M.S. 632 yılında Hz. Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem- tarafından yüz bin'i aşkın müslümana irad edilmiştir. Resul-i Ekrem Allah'a hamd ve senadan sonra şöy­ le buyurdular:) Ey İnsanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğim. İNSANLAR! Bu arife gününüz, bu hac ayınız ve bu Mek­ ke şehriniz nasıl hürmete değer şeylerse canlarınız, malları­ nız, namuslarınız da aynı şekilde hürmete şayandır, her türlü tecavüzden korunmuştur. Ashabım! Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bu günkü her hal ve hareketinizden sorguya çekileceksiniz. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse burada bulunup da işitenden daha iyi anlayarak muhafaza etmiş olur. ASHABIM! Kimin.yanında bir emanetvarsa onu sahibine versin! Faizin her çeşidi kaldın]):nıştır. ayağımın altındadır. Lakin borcunuzun aslını vermeniz gereklidir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasak­ lanIJ:1ıştır. Cahiliyyetten kalına. bu çirkin acl�!iıı lı�r tiirliişü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım faiz ıie Abdülmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir. ' ASHABIM! Cahiliyet devrinde güdülen kan davaları da ta-"" mamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdülmut­ talib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın davasıdır. insanlar! Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyetini kurma gücünü ebedi surette kaybetmiştir. Fakat siz, bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğnüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun �decektir. Dininizi koru­ mak için bunlardan da sakınınız! İNSANLAR! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu husus­ ta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Tanrı emaneti olarak aldınız, onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin ka­ dınlar üzerindeki hakkınız, onların, aile yuvasını ,hoşlanmadı­ ğınız hiç bir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığı­ nız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, müeyyide kullanarak engel olabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizde­ ki hakları, dine ve geleneğe uygun olarak, her türlü :yiyim. ve giyimlerini temin etmenizdir. Mü'minler! Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunu­ zu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'an'dır. Mü'minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslü"­ man müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kar­ deştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz et­ m�k başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile ken­ disi vermiş olsun. ASHABIM! Kendinize de zulmetmeyiniz. Kendinizin de üzerinizde hakkı vardır. İNSANLAR! Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin nikahında doğmuşsa ona aittir. Zina edenin ço- '" YENİ BASKI İÇİN İslamda Kadın kitabımın ilk baskısından bu yana otuz yıl geçmiş .bulunmaktadır. Yazarının ilk kalem denemesini oluştu­ ran eser nerede ise her yıl basılacak kadar rağbet görmüş ve birçok okuyucu kitlesinin ilgisini çekmiştir. Özellikle ilk yayımlandığı yıllarda kitabı öven ve yeren mektuplar aldım. Eser, genellikle Kitab ve Sünnet'te yer alan deliller ile İslam alimlerinin yorumları ve uzmanların tesbitle­ rine dayandığından, onun, bilinmeyen birçok hususu aydınlat­ tığı ifade ediliyordu. Bunun yanında bazı mektuplar, kitapta kadına aşırı haklar tanındığından şikayet ediyor, bir kısım da haklarının kısıtlandığı yolunda eleştiriler yapıyordu. Türkiye'de kadın konusunun sosyal hayat gündeminin önemli maddelerinden birini oluşturduğu son on yıl içinde ise problem daha geniş boyutlar kazanmıştır. Medyanın alabildiği­ ne güçlendiği, gelişip yayıldığı ve etkinliğini artırdığı günü­ müz Türkiyesi'nde konu her gün canlılığını korumakta, bu ara­ da İslam'ın kadına bakışı tartışılmaktadır. Kadın problemleri­ nin tartışılmasına özen gösterilmesinin birçok tabii yönleri var­ dır elbet. Ancak gözardı eqilmemesi gereken önemli bir nokta­ ya da değinmek yerinde olacaktır. Son yıllarına ulaştığımız yirminci asrın ikinci yarısı İslam ülkelerinin uyanış dönemi olmuştur. Bu dönemde müslüinan milletlerin özellikle gençleri ve kadınları, yabancıların siyasi ve kültürel baskılarını hissetmiş, ekonomik sömürünün sıkıntı­ larını da bizzat yaşamışlardır. Bu uyanış, şüphe yok ki baskı merkezlerinin ve sömürü odaklarının hoşuna gitmemiştir. Buna bir de son yılların demir perde gerisinde meydana gelen çökü­ şün doğurduğu yeni oluşumları eklemek lazımdır. Dünyanın büyük bir kısmını etkileyen bu realite karşısın­ da, "dinlerarası-milletlerarası diyalog" sloganının sıkça kulla­ nılmasına rağmen ortaya çıkan gerilim maalesef hafifletileme­ miştir. Başka bir deyişle baskıcı ve sömürücü kesimler yeni dünya realitesini bir türlü kabul edememiş ve içlerine sindire­ memiştir. Kanaatimce "islam'ın kadın anlayışı"na karşı son yıl­ larda ortaya çıkan eleştirilerin bir kısmı gerçeği arayışın sami­ mi tepkileri ise bir kısmı da bu hazımsızlığın ürünüdür. İs­ lam'ın kadın telakkisine yöneltilen eleştirilerin, masu'ı:n bir öğ­ rencinin, bir hemşire veya memurenin başındaki türbana kadar uzanan eylemlerin ardında islamıyet'e karşı, onun da ardında müslüman varlığına karşı bir tavır vardır. Bu tavır bilinçli de bilinçsiz de olabilmektedir. Elinizdeki kitaba karşı, yayimlanmasından yirmi beş yıl sonra yaylım ateşi niteliğinde bir hareket organize edilmiştir: Ankara'daki bir haber ajansı tarafından hazırlanan ve İstan­ bul'un belli başlı gazetelerine gönderilen bir kurgu-yazı yüksek trajlı iki gazetenin 18 Aralık 1990 tarilıli nüshalarında yayım. lanmıştı. Birinin baş manşet yaptığı yazıda İslam'da Kadın ki­ tabının çeşitli bölümlerinde yer alan cümleler kendi fikıi bağ­ lantılarından koparılarak amaçladıkları manalar dışında bir gö­ rünüme büründürülmüştü. Aslında o günlerde ne kitapla ne de yazarıyla ilgili güncel bir konu mevcut değildi. N� var ki döne­ min hükümeti, sağlaiıf temellere dayanan Türk ailesini devlet himayesine alacak çalışmalar yürütmekte ve bunun için de aile şurası çerçevesinde tesbitler yaptırmaktaydı. Söz konusu organizasyon, ilk hücumunu izleyen bir kaç günsüresince yayınlarını Sürdürmeye çalışmış, bir kısım siya­ setçi ile bazı beyanat heveslilerinden beyanlar almayı başar­ mıştı. Belli bir merkezden yönetildiği kesin olan yayın hareke- tinde şahsım, kitabım ve "şeriat" adı altında İslamiyet eleştiril­ mekte, ahlak kurallarına aykırı ifadeler kullanılmaktaydı. İleri sürülen görüşlerin gerçekle bağdaşmadığını dile getiren cevap niteliğindeki yazılı açıklamalarım özel olarak, noter yoluyla ve mahlçemenin aldığı tekzip kararı şeklinde sorumlulara gönde­ rildiği halde mevzuat boşluklarından yararlanarak yayımlan­ mamıştır. Nihayet iki gazete ve bir dergi aleyhine açılan mane­ vi tazminat davalarında davalılar mahkum edilmiş ve bu mah­ kumiyetler Yargıtay'ca da onaylanmıştı(*). İslô.m'da Kadın kitabının otuz yıl sonra yapılan yeni bas­ kısı münasebetiyle bir hususa daha değinmeyi gerekli görmek­ teyim. Kadının aile içinde ve toplum hayatındaki konumunu içeren nasların yorumunda, ortaya çıkan problemlerin çözü­ münde içinde bulunulan dönemin ve coğrafyanın az çok etkili olduğunu kabul etmelidir. Dün de bugün de İslam bilginleri­ nin, fakihlerin ve ahlakçıların önem verdiği bir husus var: fit­ neye sebebiyet vermemek veya fitneyi bertaraf etmek. Sına­ mak anlamına gelen "fitne", kişinin sahip olacağı imkanlar ve eline geçirebileceği fırsatlar karşısında dürüst davranıp davran­ mayacağınıri belirlenmesi amacıyla bir nevi sınanması demek­ tir. Genellikle din adamları, bir imtihan alanı olarak kabul et­ tikleri dünya hayatında, başarısızlığa düşmemesi için kişiye yöneltilecek soruların, yani sunulacak fırsatların az ve hafif ol­ masını tercih etmişler ve "fitneye mahal vermemek için" imkanların kısıtlanması, başka bir deyişle yasakların konulma­ sı yöntemini tercih etmişlerdir. Şüphe yok ki yasak gelince öz. gürlük gider. Cinsiyet duygusu h�r insan yapısının derinlikle­ rinde mevcut olmakla birli1.'te çevrenin, eğitimin, geleneklerin . ve yaygın kabuıierin de bu duygu üzerinde önemli derecede et* Hürriyet ve Meydan gazetelerinin başlattığı yayın hareketine daha sonra Milliyet ve "Güneş gazeteleri ile Limon Dergisi katılmıştır. Hürriyet ga­ zetesiyle ilgili mahkeme kararı kitabın sonuna eklenmiştir. kileri vardır. Bu faktörlerin müsbet yönde geliştiği çevrelerde yasakların hafiflemesi mümkün olabilmektedir. Yeter ki sami­ miyet ve dürüstlük ilkeleri hakim olsun. Kadın konusunun bu kadar önem taşıdığı günümüzde yü­ rütülecek çalışmaların çok yönlü olacağı şüphesizdir. Bunlar arasında benim eserim problemin naslara dayalı dini yönüne ışık tutmayı ve geniş okuyucu kitlelerine hitap etmeyi amaçla­ mıştır. Eserin bu yeni baskısı dil, üslup, ifade ve kısmen muh­ teva bakımından gözden geçirilmiştir. İleriki baskılarda daha doyurucu bir eserin vücut bulması dileğiyle, .. Bağlarbaşı - İstanbul Ocak 1995 Prof.Dr. Bekir Topaloğlu ÖNSÖZ Son bir kaç asırdan beri dünyamızın manzarası tamamen değiş� miştir. Eskiden bahis konusu edilmeyen veya zihinleri pek az meşgul eden nice meseleler var ki bugün dünyanın en önemli ve karmaşık konuları haline gelmiştir. Bu problemlerin çözümü için çeşitli din ve sistemlerfikirlerini ortaya koymakta ve zihniyetlerine uygun tahliller yapmaktadırlar. İşte üzerinde durulan mühim mevzulardan biri de kadın problemidir. Kadın ve kadın hakları konusunda ilkin Batıda, haklı olarak, bir mücadele açılmıştır. Avrupa'da insan hakları ve diğer kıymetler sahasında ulaşılan fikrf tekamül ölçüsünde bu mevzu için bir çok şeyler söylenmiş ve yazılmıştır. Şark-İslam memleketlerinde ise -İslam'ın kadına tanıdığı hak­ lar nazar-ı itibara alınmadan- bazı hususlarda yanlış ve eksik tatbi­ katın doğurduğu haksızlıklar İslam'a mal edilmiş ve Avrupa'dakine benzer bir mücadeleye girişilmiştir. Aslında İslam memleketlerinde durum Avrupa'ya nisbetle farklı idi. Fakat Avrupa'daki her cereyanı taklit etme hastalığı aradaki bu farkı görmeye mani oluyordu. Bugün de kadın problemi halledilmiş değildir. Bu konuda şark­ ta ve garpta bir çok şeyler söylenmekte ve yazılmaktadır. Bu önemli ve hayatı meselede İslam'ın görüşünü derli toplu ve objektif bir şekil­ de belirten Türkçe bir eser mevcut değildir. İslam namına pek az bil­ giye sahip bulunan ve bildikleri şeyleri de garbın tarafsız olmaktan uzak eserlerinden elde edebilen bugünün münevver gençleri, İs­ lam'da kadıiı hakları konusunda hakika.tı bulmak için güçlük çek­ mektedirler. İşte, muhterem okuyucu, elinizde gördüğünüz şu kitap bu ihti­ yacı karşılayacak eserlere bir başlangıç olmak üzere kaleme alın­ mıştır. Eserin asıl mevzuu "İslam'ın kadını telakki tarzı ve ona tanı­ dığı haklar"dır. Bunun yanında, İslam'ın doğuşuna kadar Arabistan yarımadasında ve dünyanın diğer yerlerinde kadının durumu özellik­ le fiz. Peygamber ve Hulef&-i Raşidfn devrinde kadınlık ile günümü­ zün şark ve garp memleketlerinde kadın problemi konularına da za­ man zaman temas edilmiştir. Mevzu işlenirken, İslam'dan önceki ilahı dinlerin "Kitab-ı Mu­ kaddes"inden yer yer nakiller yapılmıştır. Böylelikle hem mukayese imkanı elde edilmiş, hem. de İslam memleketlerindeki "kadın proble­ mi" üzerine ağır tenkitleri ve büyük tesirleri bulunan Batılıların din· kitaplarında mevcut, mevzuumuzun mühim noktalarına dair hükümleri görme imkanı hasıl olmuştur. "Hakikatı insanların ölçüleriyle değil, insanları .hakikatın ölçü­ sü ile tanı." prensibine uyarak, mevzuu işlerken, İslfJm'ın ana kay­ nq,kları olan Kur'an'a ve Sünnet'e istinat ettik; Kur'an-ı Kerfm'de ka­ dınla alakalı bütün. ayetleri tesbit ederek ve yine kadınla ilgili hadis­ leri tarayarak İslô.m'ın bu konudaki görüşünü bir kül olarak aksettir­ meğe çalıştık. Kitap ve Sünnet'teki konu ile ilgili deliller üzerinde İs­ lam hukukçularının görüşlerini ve bu delillerden çıkardıkları hüküm· leri naklederken hak mezheplerin hepsini nazarı itibara aldık ve delil bakımından kuvvetli görünen�eri tercih ettik: Çeşitli meseleler üzerinde yapılan izah, tefsir ve tercihlerde mesnetsiz, şahsı görüşlerden daima kaçınılmış ve. ilmf tarafsızlığın muhafazasına elden geldiği kadar dikkat edilmiştir. Kitapta geçen ayet mealleri için merhum hocamız Hasan Basri Çantay!ın "Kur'an-ı Hakfm ve Meô.l-i Kerfm" adlı eseri tercih edil­ miştir.* Kaynak olarak geçen eserlerin isimleri notlarla kısa olarak . alınmış,· tam-ünvanlar- ·eserin-sonunda gösterilmiştir... ···· Kitabın yazılışında ilmf ve dinf hakikatların ortaya çıkarılma­ sından başka hiç bir gaye güdülmediği gibi Ehl-i Sünnet'in dışında bir iddiaya da yer verilmemiştir. Kitabın ihtiva ettiği bir çok girift meselede tatbik edilen hal ve izah tarzı ve diğer hususlar için iyi ni­ yetle yapılacak tenkit ve ikazlara şimdiden şükranla mukabele ede­ riz. "Rabbimiz! Bize zevcflerimizden ve nesillerimizden gözlerimi­ zin bebeği olacak iyi insanlar ihsan et. Bizi fenalıktan sakınanlara rehber eti" Bekir TOPALOÖLU * Bu baskıda aynı eser esas alınmakla birlikte zaman zaman ifade deği­ şikliklerine gidilmiştir. • • GiRiŞ I YARATILIŞ BAKIMINDAN KADIN "Hiç bir günahkar diğerinin günah yü­ künü çekmez. İnsan ancak kendi yaptı­ ğının karşılığını bulur." (en-Necm, 53/38-39) KİTAB-I MUKADDESE GÖRE KADININ YARATILIŞI Kitab-ı Mukaddes'e 1 göre Havva anamızın yaratılışı şöyle olmuştur: "Ve Rab Allah A.dem'e ağır bir uyku getirdi ve uyudu ve onun eğe kemilderin4en birini alarak yerini et ile doldurdu 2• Ve Rab Allah A.dem'den aldığı eğe kemiğinden bir kadın yara­ tıp onu A.dem'e getirdi. Ve Adem: şimdi bu, kemiklerimden ke­ mik ve etimden ettir; bu, insandan alındığı için ona "nisa" ismı verilsin, dedi"3. 1. Kerim'den önceki ilahi kitaplardan "Eski Ahid"e yahudiler inanır. Hıristiyanların din kitabı ise onunla birlikte "Yeni Ahid"dir. Bu ikisi­ ne "Kitab-ı Mukaddes" denmektedir. 2. Bundan beş yüz sene evveline kadar Avrupalılar, Eski A�id'in bu sö­ züne bakarak erkeğin kaburga kemiklerini kadınınkinden bir eksik sanıyor­ lardı. Belçika'Iı Anderson Vasabius, kadın ve erkek kaburga kemiklerinin eşit olduğunu ortaya koyunca herkes şaşırmıştı. 3. Tekvin, 2/21-23. (Kitab-ı Mukaddes'ten alınan kısımlar: kitap ismi, bap/ayet numarası olarak gösterilmiştir.) 19 kadının maddi bakımdan eğe kemiğinden yaratıldığına dair açık bir ifade yoktur.6 Bu hadis kadının yaratılıştan asabi ve geçim­ siz olduğunu, erkeğin isteklerine tamamıyla boyun eğmeyeceği­ ni temsil eder. Bundan dolayı ona nezaketle muamele etmek, onu olduğu gibi kabul ederek incitmemek gerekir. Nitekim Buhari'nin diğer rivayetinde bu husus açıkça görülmektedir. Yi­ ne Hz. Peygamber buyurur: "Kadın eğe kemiği gibidir. Eğer onu doğrultmaya kalkışırsan kırarsın. Bunu yapmaz da mes'ut bir ha­ yat yaşamak istersen o eğriliği ile beraber faydalanırsın" 7• Diğer bilginlere göre bu tür hadisler, kadının, eğe kemiğin­ den yaratıldığını açıkça ifade etmektedir. Nitekim yukarıda ge­ çen ayet-i kerime de bunu göstermektedir 8 . Bu ayetin tefsirinde müfessirler, Kitab-ı Mukaddes'deki ifadelere benzer nakiller ya­ parlar. Fakat Taberi'de İbn-i İshak'dan gelen rivayet bu hususu tamamen aydınlatmaktadır. Buna göre Hz. Havva'nın yaratılışı­ na dair İslam kaynaklarında görülen Kitab-ı Mukaddes'inkine benzer ifadeler ehl-i kitabın Tevrat okuyanlarından ve diğer alimlerinden işitilmiştir, bu izahlar onların kanaatıdır. İşin haki­ katını ancak Allah bilir9 . Kadının, Hz. Adem'in yaratıldığı çamurdan 10 değil de onun eğe kemiğinden yaratıldığını kabul etsek bile bunun ne şekilde olduğuna dair sağlam bilgimiz yoktur. Bu konuda ne Kur'an-ı Kerim'de ne hadısde, Kitab-ı Mukaddes'te olduğu gibi, beşeri hesaplar ve ifadeler mevcut değildir. Kur'an-ı Kerim'de cennetteki "memnu' ağaç" kıssası anlatı­ lırken ifadeler tesniye, yani iki kişiye aittir. Şeytan Adem ile Havva'nın her ikisine vesvese vermiş, onları caydırmış ve mem6. Ayni', Umdetü'l-karf, VII, 314. 7. Buharı, Nikah, 79. 8. M. Ali es-Sayis, Tefsfru tıyati'l-alıkam, II, 18. 9. Taberi', Ctimiıı'l-beytın, IV, 150. 10. el-En'am, 6/2. 21 nu' ağaçtan yedirmiştir. Hatta "Taha" suresinde (20/116-122) asıl muhatap ve sorumlu kişi olarak Hz. .Adem gösterilir. Zira Allah'ın emir ve yasaklarını doğrudan alıp öğrenen odur. Hav­ va'ya da yaptıracak olan oydu. Yalnız Hz. Peygamber'in bir ha­ disi, bu işte Havva'nın da özel bir gayreti bulunduğunu gösterir: "İsrailoğulları olmasaydı yemek ekşimez, et kokmazdı. Havva da olmasa hiç bir kadın kocasına hıyanet etmezdi"11 . Hz . .Adem ile Havva'ya vesvese veren yılan değil şeytan­ dır. Fahreddin er-Razı tefsirinde yılan hikayesini reddeder12• İlk ebeveynin bu hatasını İslam dini pek müsamaha ile kar­ şılar. Kitab-ı Mukaddes'te ifade edildiği ve hıristiyanİıkta uzun · uzun felsefesi yapıldığı gibi bu, insanlık için affedilmeyen bir günah, bir leke değildir. Evet, .Adem hata etmiştir, fakat Rabbi­ ne tevbe etti. "O da tevbesini kabul etti. Çünkü O, sadece O, tev­ beyi kabul eden ve en çok esirgeyendir"13. Hz. Peygamber şöyle buyurur: "Adem ile Môsa (muhteme­ len ruhlar aleminde) münakaşa ettiler. Môsa dedi ki: Ey Adem! Sen babamızsın. Bizi mahrum ve perişan ettin, cennetten çıkar­ dın. Adem de ona dedi ki: Sen de Môsa'sın, Allah seni kelamına muhatap etmekle üstün kıldı, kendi eliyle sana kitap yazdı. Allah beni yaratmadan kırk yıl önce üzerime yazdığı bir hususta beni nasıl kınarsın? Bi�ylece Adem, Môsa'yı susturdu"14. İlk insanın hatası üzerinden hıristiyanların kötümser davra­ nışları karşısında. müslümanlar tamamen başka türlü düşünürler. ' 11. Buharı, Enbiya, 1. Ayni (VIT, 314) şöyle der: Katacie'den rivayet edildi ki, kudret helvasiyle yelve kuşu İsrailoğullanna her gün, sabah vaktin­ den güneş doğuncaya kadar kar gibi düşerdi. Onlar da o gün yetecek kadar alırlardı. Yalnız Cuma günü hem o gün için hem de Cumartesi için alıyorlardı. Bundan fazlasını biriktirirlerse, fazlalık bozulurdu. İşte onların bu biriktirme hareketi yemeklerin zamanla bozulmasına sebep olmuştur. 12. Meflltfhu'l-gayb, IV, 15-16, 13. el-Bakara, 2/37. 22 Şöyle ki Adem'in cennetten çıkarılıp yeryüzüne indirilmesi bir nimet. olmuştur. Yeryüzü bundan dolayı "lanet"e uğramamış, bilakis insan nesli ile imar edilmiştir. Nice ·medeniyetlere sahne olmuş, nice peygamberi sırtında gezdirmiş, içinde muhafaza et­ miştir. Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyu­ rur: "Üzerinde güneşin doğduğu en hayırlı gün cuma günüdür. Zi­ ra Adem o gün yaratılmış, o gün cennete konulmuş ve o gün ora­ dan çıkarılmıştır. Kıyamet de cuma günü kopacaktır" 15. Şeyh Ebü'l-Hasan eş-Şazeli şöyle der: "Ne şerefli ma'sıyet ki sahibini halifelik (Allah'ın emirlerini yeryüzünde icra ve infaz memuri­ yeti) makamına yükseltmiş ve kıyamete kadar geleceklere tev­ beyi öğretmiştir." Bu sözden maksat günahın kendisini değil, onun neticelendirdiği tevbe ve Allah'a dönüş halini övmektir 16• İslam dini ilk kadın Havva validemize ayn bir suç isnat et­ mediği gibi ilk ebeveynin işlediği hatanın evlatlarına, müteakip . nesillere intikalini de reddeder. Kur'an'da geçmiş peygamberler­ den ve ümmetlerden bahsedildikten .sonra şöyle buyurulur:. "Onlar birer ümmetti, gelip geçti. O ümmetlerin yaptıkları kendi­ lerinin, sizin yaptıklarınız da sizindir ve siz onların işlemiş olduklarından sorumlu olacak değilsiniz11 I7. 14. Müslim, Kader, 13. 15. Müslim, Cum'a, 17-18. 16. Manastırlı, Risale-i Hamfdiyye Tercemesi (zeyli), IV, 516. 17. el-Bakara, 2/134, 141. 23 il KADIN - ERKEK EŞİTLİGİ "Şüphe yok ki kadınlar erkeklerin dengi, benzeri ve bir eşidir." (Hadfs-i şerif) TARİHTE KADIN İslam'ın doğuşuna kadar (M.S. VII. yüzyıl) dünyanın çeşit­ li ülkelerinde kadının durumuna kısaca bir göz atalım. Eski Hind'de: Eski Hind hukukuna göre kadın evlenme, miras ve diğer alanlarda hiç bir hakka sahip değildir. Kadın kötü eğilimlere, zayıf karaktere ve fena bir ahlaka sahip olduğundan "Manu" ka­ nunu onu, çocukluğunda babasına, gençliğinde kocasına, koca­ sının vefatından sonra da oğluna veya kocanın akrabasından bir erkeğe bağlı olmaya mecbur etmiştir 1. Veda'larda kadın kasır­ gadan, ölümden, zehirden ve yılandan daha kötü bir mahluk olarak tasvir edilir. Budizm'in kurucusu Buda önceleri kadını dinine kabul et­ miyordu. Pek yakın dostu olan amcazadesi Anenda kendisine 1. Dr. Ahmet Şelebı, Mukarenetü'l-edyô.n - Edyô.ııü'l-Hind, s. 72. 24 "Kadınlara nasıl muamele edelim?" diye sorunca, "Onlara hiç bakmıyacaksın!" cevabını vermiş. - Fakat bakmaya mecbur kalırsak? - Onlarla konuşmıyacaksın? - Konuşmaya mecbur kalırsak? - O takdirde onlardan son derece sakınmalısın! Anenda kadınları himaye ederdi. Onun ısrariyle Buda, bir çok tereddütlerden sonra kadınları dinine kabul etmiş, fakat bu­ nun Budist toplumu için çok tehlikeli olduğunu söylemişti. Bir defasında Anenda'ya "Kadını dine kabul etmeseydik Budizm saf bir şekilde uzun asırlar devam ederdi. Fakat artık kadın ara­ mıza girdikten sonra bu dinin uzun yaşıyabileceğini sanmıyo­ rum." demiştir2• Babil'de: Babil hükümdarı Hamurabi (M.Ö. 2123-2081) tarafından çıkarılan ve Hamurabi Kanunları diye şöhret bulan kanunda aile hakları bakımından oldukça müsait maddeler vardır. Kanun tek kadınla evlenmeyi esas tuttuğu halde odalık bulundurmayı ve bazı hallerde birden fazla kadınla evlenmeyi de kabul etmiştir.. Bununla beraber Ha.rnurabi Kanunlarının kendi toplumunda ge­ reği gibi tatbik edilip yaşandığı da şüphelidir. İsrail Hukukunda: İsrail hukukunda ailede erkek mutlak hakimdir. Yahudi kızları babalarının evlerinde bile hizmetçi gibidirler. Baba onla­ rı satabilir. Boşama hakkı keyfi bir surette kocaya aittir. Kızlar ancak başka bir varis bulunmadığı takdirde babalarının mirasın­ dan pay alabilirler. 2. Aynı eser, s. 175. 25 İran'da: Sasani devletinde kız kardeşle evlenmek caizdi. Hatta bu, teşvik edilirdi. Kan hısımlığının, kız kardeş ve annelerin saygıya değer bir hususiyetleri yoktu. \ Eski Yunan ve Roma'da: Kadın Eski Yunan ve Roma'da da hiç bir hakka sahip de­ ğildi. Evlenmenin en önemli amacı zevkini tatmin etmek, erkek çocuk elde etmek, evde mal-mülk üzerine bir bekçi ve hizmetçi getirmekti. Isparta'da doğurtkan olan kadın kocasından başka kimselerle de münasebette bulunmaya zorlanırdı3. Eflatun'a gö­ re: "Kadın elden ele orta malı olarak gezmeli" imiş. Aristo: "Kadın yaratılışta yarı kalmış bir erkektir." der. Eski Çin'de: Çinlilerde kadın insan sayılmaz, ona ad bile takılmazdı. Kadın, bir, iki, üç ... diye sayı ile çağrılırdı. Erkek çocuklar mak­ bul sayılır, fakat kız çocuklar domuz diye anılırdı. İngiltere'de: M.S. V. asırdan XI. asra kadat kocalar karılarını satabilir­ lerdi. İlk günahın işlenmesine sebep olan ve böylece insanlığın felaketini hazırlayanın bir kadın (Havva validemiz) olduğuna inanan.karamsar hıristiyan milletler kadına dalına bir "şeytan" nazariyle bakmışlardır. İngiltere'de kadın murdar bir malılfilc sa­ yıldığından -incil'e el süremezdi. Bu statü ancak kral Vill. Han'." ri'nin (1509-1547) devrinde parlamentodan çıkan bir kararla kaldırılabilmiştir. Bu karara göre kadınlar İncil okuyabileceklerdi4. 3. Neda Armaner, H'!dislere Göre Kadının Sosyal Durumuna Umumi · Bir Bakış, İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1961;-sy;·9;-sd33; 4. M. Raif Ogan, İslam Hukuku, s. 71. 26 Arabistan'da: İslam'ın doğuşu sıralarında Arabistan yarımadasında kadın adeta erkeğin şehvetini tatmin vasıtası sayılırdı. Evlenme, aile kurma ve boşanma düzeninden, miras hakkından mahrumdu. İnanmak, vicdan hürriyeti, izzet-i nefis... gibi manevi değerler­ de de kadın erkekten çok aşağı kabul edilirdi. Kız çocuk ailede maddi bakımdan yük, manevi yönden de bir ar ve utanma vesilesi sayılırdı. Aile idaresinde sonsuz hakla­ ra sahip bulunan baba, kızını öldürmekte bir mahzur görmezdi, hem de diri diri toprağa gömerek... İSL.AM'IN GERÇEKLEŞTİRDİGİ İNKILAP Yapılan kısa açıklamalardan anlaşıldığı üzere İslamiyet'in doğuşuna: kadar kadın hemen hemen bütün dünyada önemsene­ cek hiç bir hakka sahip değildi. Hatta kadının insan olup olma­ dığı hususu, düşünürler ve kanun koyucular arasında tartışılan bir konuydu. İşte İslam dini mağdur olan kadının imdadına yetişti. Ka­ dın-erkek bütün insanların, soyu-sopu ne olursa olsun bütün be­ şeriyetin yaratılışta eşit olduğunu ilan etti: "Ey insanlar, biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi, sırf birbirinizle tanışmanız için büyük büyük cemiyetlere, küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki Allah nezdinde en şerefliniz takvaca en ileride olanı­ nızdır" 5. ,"Ey insanlar, sizi bir tek candan yaratan, ondan da yine onun zevcesini vücuda getiren ve ikisinden bir çok erkekler ve ka­ dınlar türeten Rabbinizden korkun11 6. 5. el-Hucurat, 49/13. ·6. en-Nisa, 4/1. 27 İslam'da kadının müstesna bir mevkii vardır. İslam'ın Pey­ gamberi, hak dini getirip insanlığa tebliğ etmeye başlayınca ona ilkin inanan insan bir kadındı. "Allah bana Hatice'den daha ha­ yırlı bir kadın vermemiştir. Bütün insanlar inanmazken o bana inanmıştı. Herkes beni tekzib ederken o beni tasdik etmiş, insan­ lar benden kaç?,rken o beni malı ile desteklemişti ve Allah bana, başka kadınlardan değil, ondan çocuk ihsan etmişti"?. Kadın aynı · zamanda ilk İslam şehididir. Aınmar'ın annesi Sümeyye Mek­ ke'de müslümanlığı ilk kabul edenlerden ve bu yüzden dayanıl­ maz işkencelere uğrayanlardandı. Kureyşliler kendisine, kocası Yasir'e ve oğlu Aınmar'a kızgın kumların üstünde demirden el­ biseler giydirirler ve yakıcı güneşe terkederlerdi. Resfilullah kendilerini görünce: IISabredin, Yasir ailesi! Varacağınız yer cen­ nettir." buyururlardı. Nihayet ihtiyar Sümeyye, Ebu Cehl'in süngüsü altında can vermiştir. İlk İslam şehidi! 8. Hz. Peygamber kadına. sevgi, saygı ve şefkat göstermenin nice örneklerini vermiştir. Buyururlar ki: "Bana dünyanızdan üç şey sevdirilmiştir: meşru olan her şeyin en güzel ve en temizi, ka­ dın ve en mutlu anım olan namaz"9. İslam'dan önce Araplar kadınlara pek sert davranırlardı. Ciddiyeti ve sertliğiyle tanınan Hz. Ömer'in bir hadisesi buna güzel bir örnek teşkil eder. Sa'd b. Ebi Vakkas anlatıyor: Ömer, bir gün Resfilullah'ın huzuruna girmek için izin istedi. O sırada Hz. Peygamber'in yanında ,Kureyş kadınları bulunuyordu. Onunla seslerini yükselterek konuşuyor, ona bir çok şeyler so­ ruyorlardı. Ömer'iıi sesini duyunca kalktılar, telaşla örtünmeye başladılar. İçeri _giren Ömer Resfilullah'ın güldüğünü görünce 275. 28 7. ,'.\hmed b. Hanbel, el-Müsned, VI, 117-8; İbn Hacer, el-İsiibe, IV, 8. İbn Hacer, el-İsiibe, IV, 327. 9. Mişkiitü'l-mesiibih, il, 669 . Ya Resftlallah, Allah seni neden güldürdü? diye sordu. Hz. Pey­ gamber: "Şunlara şaştım, yanımda oturuyorlardı, senin sesini işitince telaşla örtünmeye koştular." buyurdu. Hz. Ömer: Ya Resulullah, sen onların korkup çekinmelerine çok daha layıksın, dedi ve onlara dönerek: Ey kendi kendilerinin düşmanları, siz benden korkar da Resulullah'tan korkmazsınız ha! diye çıkıştı. Onlar, evet, dediler, sen Resulullah'a nisbetle pek sert ve katı yüreklisin. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Var­ lığım elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki şeytan bir vadiye yönelmiş seninle karşılaşmaya dursun, mutlaka başka bir vadiye döner, kaçar 1110• Uzun asırlar hıristiyanlık dünyası kadını murdar bir mahluk bilip ibadet yerlerine girmesine müsaade etmezken yu­ karıda hadisesini naklettiğimiz Hz. Ömer'i bir kadın, caminin , içinde irşad etmiş ve onu susturmuştur. İkinci halife Ömer bir­ gün Medine'de Resulullah'ın minberine çıkıp cemaate hutbe irad etmiş, hutbesinde müslümanlara, evlenirken mehri fazla vermemelerini söylemişti. Kadın cemaattan uzun boylu bir ha­ nım çıkıp: "Ey Ömer, bunu söylemeye hakkın yoktur." demiş ve Kur'an-ı Kerim ayetlerinden (en-Nisa, 4/20-21) delil göstermiş­ ti. Bunun üzerine halife: "Allah Allah! Kadın, Ömer'le tartışmış ve onu susturmuştur." diyerek sözünü geri almıştı11. Yanlış Adetler ve Batıl İnanışlar Kaldırılıyor: Kur'an-ı Kerim kız evladının katlini şiddetle men etmiştir: "Evlatlarınızı fakirlik korkusuyla öldürmeyin, onların da sizin de rızkını verecek olan biziz. Muhakkak ki onları öldürmek büyük bir suçtur" 12• Kızının harpte esir düşmesinden veya ileride biri­ ne zevce olmasından kendince ar duyan babayı Kur'an şiddetle 10. Buharı, Bed'ü'l-ha/k, 15. 11. İbn-i Kesir, Tefsirü'l-Kur'ani'l-azfm, II, 230. 12. el-İsra, 17/31; el-En'ıim, 6/140. 29 tenkit eder: "Onlardan birine kız doğumu müjdesi verilince öfkeli bir vaziyette yüzü simsiyah kesilir. Verilen kötü haberin tesiriyle kavminden gizlenir. O doğanı (sağ bırakıp) hakaretle mi tutacak, yoksa onu toprağa mı gömec�k, diye kendi kendine düşünür. Ba­ kın! Verdikleri bu hüküm ne kad?r kötü!" 13, Ayrıca kıyametin dehşeti tasvir edilirken şöyle buyurulur: " ... Diri diri gömülen kı­ zın hangi suçlarından dolayı öldürüldüğü sorulduğu.zaman..." 14. Esasen kız evladını da erkek evladını da insana veren AI., lah'tır. Burada kulun hiç bir rolü yoktur. Yaratanın yaptıkları ise ayıp ve kötü olamaz: "Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır; dile-. diğini yaratır. Dilediğine kız, dilediğine erkek evlat bağışlar. Ya da erkek ve kız olmak üzere ikizler verir. Dilediğini de kısır bıra­ kır" 15. Hz. Peygamber: "Kim iki kız çocuğunu, ergenliğe erişin­ ceye kadar, besleyip büyütürse kıyamet gününde (iki parmağını bitiştirip işaret ederek) şöylece beraber oluruz." buyurmuştur16 . Mekke müşrikleri melekleri Allah'ın kızları sanırlardı. Kendileri kız çocuklarını bayağı kabul ettikleri halde onları Al­ lah'a nisbet etme mantıksızlığına düşmüşlerdi. Kur'an onlara ce­ vap verir: "Sor onlara: Kız çocuklar Rabbinin de erkek çocuklar onların mı? Yoksa melekleri onların gözleri önünde mi dişi olarak yarattık! Haberiniz olsun ki onlar yalancılıklarına dayanarak "Allah doğurdu" derler. Onlar gerçekten yalancıdırlar. O, kızları erkek çocuklara tercih mi etmiş sanki?tı17. Müşriklerin batıl bir görüşle erkeği kenclilerine dişiyi Allah'a nisbet etmeleri hakkın­ da, Kur'an'da "insafsızca bir taksim" denilmektedir 18. 13. en-Nah!, 16/58-59. 14. et-Tekvir, 81/8-9. 15. eş,Şılra, 42/49-50. 16.Müslim, el-Birr ve's-sıla, 149. 17. es-Saffiit, 37/149-153. 18. en-Necm, 53/21-22. 30 Manevi Eşitlik: İslfun'a göre, Allah'a ve diğer iman esaslarına inanmakta, Allah'ın dünya ve ahiretle alakalı emir ve yasaklarına muhatap olup onların gerektirdiği ceza veya mükafata ermekte, cennete veya ce'1enneme girmekte kadınla erkek arasında hiç bir fark yoktur. Allah Hz. Adem ve Havva'ya aynı tarzda hitap etmiştir. Memnu' ağaçtan beraberce yedikleri gibi birlikte nedamet du­ yup tevbe etmişlerdir 19• Kadın-erkek, fakir-zengin, siyah-beyaz her fert göklerde ve yerdeki herkes kıyamet gününde Allah'ın huzuruna tek başına ve mutlak bir kul olarak gelecektir, hiç bir ayırım olmayacaktır20• İman ettikten sonra güzel amel ve hareketlerde bulunan her kadın ve erkeğin dünyada çok güzel bir hayat süreceğini, ahirette de cennete girip ebedi saadete ereceğini Allah va'dediyor 21 • Buna mukabil mukaddes emanete hıyanet edip inanmayan, Allah'a ortak ve eş tanıyan ve yine içinden ve ger­ çekten inanmadığı halde dıştan mümin görünen, böylelikle İs­ lfun cemaatına hiyanet edip yeryüzünde fesat çıkaran her kadın ve erkek de ebedi azaba maruz kalacaktır22• Eşlerden kadın eğer iman etmeınişse kocasının iyi olması, hatta peygamber mevkiinde bulunması ona hiç bir fayda sağla­ maz. Bunun ınisali Allah'ın iki salih kulu ve peygamberi olan Hz. Nuh ve Lut'un inanmamış, kocalarına hainlik etmiş zevcele­ ridir23. Şayet zevce inanıp koca inanmamışsa, o zaman da koca­ nın fena oluşu zevceye zarar vermez; o, cehenneme, bu da cen19. el-A'raf, 7/23. 20. Meryem, 19/93-95. 21. en-Nahl, 16/97. 22. el-Ahzab, 33n2-73. 23. et-Tahrim, 66/10. 31 nete girer. Bunun da misali Musa peygamber devrindeki Fira­ vun'un zevcesidir. Firavun'un Mısırlılar'a: "Ben sizin en yüce rabbinizim." 24 derecesindeki azgınlığına mukabil, zevcesi Asiye, Musa aleyhisselama inanmış ve şu duada bulunmuştu: "Rabbim, bana nezdinde, cennetin içinde bir ev yap. Beni Fira­ vun'dan ve onun fena amel ve hareketinden koru. Beni bu zalim­ ler topluluğundan kurtar! 11 25, Yaratılış, itikad, vicdan hürriyeti ve ahiret hayatı bakımın­ dan kadının İslam'daki yerini belirtirken şunu da söylemek ge­ rekir ki Kur'an-ı Kerim'de "en-Nisa = kadınlar" isimli uzun bir sure bulunduğu gibi "Meryem" diye Hz. İsa'nm validesine atfen müstakil bir sure de mevcuttur. Kur'an'da Hz. Musa ile Hz. İsa'nm validelerine çok derin anlamlı, nazik ve duyarlı hitaplar yapılmıştır. Mısır'da Firavun, İsrailoğulları'nm erkek çocuklarını öldü­ rüyordu. Bu sebeple Musa dünyaya gelince, annesi bebeğinin hayatı konusunda büyük bir endişeye kapılmıştı. "Môsa'nın anasına: Onu emzir, hayatına ait bir tehlike hissedince kendisini denize (Nil nehrine) bırak, boğulacağından korkma, firakından kederlenme. Çünkü biz onu yine sana döndüreceğiz. Heıiı onu peygamberlerden biri de yapacağız, diye vahyettik11 26. Bu ilham üzerine yavrusunu Nil'e atan annenin heyecan ve duygularını Kur'an-ı Kerim şu veciz cümle ile tasvir eder: "Môsa'nın anası­ nın yüreğinde yalnızca çocuğunun tasası kaldı11 27 , Meryem valideye gelince, Kur'an'da kendi ismini alan sure İsa'nın harikulade viladetini açıklar. Meryem'i her türlü if­ tira ve isnattan tenzih eder. Kur'an, yahudilerin Hz. Meryem'e, ?4, en-Naziat, 79/24. 25. et-Tahrim, 66/11. 26. el-Kasas, 28/7. 27. el-Kasas, 28/10. 32 . yakıştırdıkları zina için "bühtan-ı azını= büyük iftira" deyimini kullanır 28. Yine Kur'an'da Meryem valideye karşı en ulvı ve hürmetkar, en nazik, en ince ve en nezih ifadeler kullanılır. Bu­ nun en güzel örneği Meryem suresidir. Melekler Hz. Meryem'le konuşur: "Hani melekler: Ey Meryem, şüphesiz ki Allah sana seç­ kin bir hususiyet verdi. Seni tertemiz büyüttü. Seni alemlerin ka­ dınları üzerine mümtaz kıldı, demişti" 29. Dünyaya Ait Hükümlerde} İslam ceza hukukuna göre kadına karşı işlenen suçlar, ka­ dının ister şahsına, ister malına, ister şerefine karşı olsun erkeğe kaşı işlenmiş gibi ceza gerektirir. Hatta burada kadının lehine bazı durumlar da vardır. Erkek kadını fuhuşla itham eder ve bu­ nu yeterince isbatlayamazsa hem iftira cezasına çarptırılır, hem de mahkeme huzurunda ömrünün sonuna kadar şahitliğinin ka­ bul olunmıyacağı ilan olunur 30. İslam dininde, müslüman ol­ duktan sonra başka dine dönen kimse (mürted) tövbe etmezse ölüme mahkum edilir. Ebu Hanıfe'ye göre mürted kadın ise öldürülmez 31 • Kadının vücuduna yönelik tecavüzler kısas (ölü­ me ölüm, göze göz...) gerektiriyorsa erkek olan mütecavize tat­ bik edilir. Eğer diyet (tazminat) icap ediyorsa burada kadına mahsus bazı farklı durumlar vardır32. Kadın suçlu olduğu takdirde erkek gibi ceza görür. Aile idaresi, miras, şahitlik müessesesi gibi belirli bazı konularda er­ keğin, kadına nisbetle farklı haklara sahip oluşu ve sebepleri ileride, yeri geldikçe anlatılacaktır. 28. en-Nisa, 4/156. 29. AJ-i İmran, 3/42. 30. en-Nur, 24/4-5. 31. Mil.verdi, el-Ahkıimü's-sultıiııiyye, s. 55. 32. Tafsilat için bk. Abdülkadir Üde, et-Teşrf'u'l-cinaf, II, 119, 182, 284; İbn Kayyim el-Cevziyye, İ'lıimü'l-muvakkıfıı, II, 149-150. 33 111 BATILI ARAŞTIRICI VE DÜŞÜNÜRLERDEN GÖRÜŞLER Satnley Lane - Poole der ki: "Muhammed'in kadınlara ait hususlarda yaptığı mühim de­ recedeki değişiklikleri, hiç bir büyük kamın vazıı yapmamıştır. "Kadınlara ait hükümler her halde Kui'an'ın en ince nokta­ larına kadar tedvin edilmiş olan ahkamdır; Muhammed'in başlı­ ca ıslahatı, işte bu noktadadır. Bu ıslahat, ;trap kadınlarının tabi oldukları eski şeriatla mukayese edilince, bir Avrupalıya her ne kadar ehemmiyetsiz gibi gelebilirse de hakikatte çok muazzam­ dır. Taaddüt-i zevcatın tahdidi, tek zevce usulünün tavsiye edilmesi, arap izdivaçlarının insana haşyet veren ihtilat ve işti­ rak usulü yerine tahrim derecelerinin ikamesi, talakın tahdidlere tabi tutulması, boşanan kadınların bir müddet eski kocaları tara­ fından iaşe ve infakı hakkında çok şiddetli hükümler vaz'ı, ço­ cukların iaşesi için kadınların erkeklere nazaran yarı nisbette ol­ makla beraber kanuni varis olmalarını temuı eden yeniliğin ih­ dası ve dul kadını kocasının mali mevrusu vaziyetinde bırakan örf ve adetin ilgası, çok esaslı tadilat ve ıslahattan mürekkep büyük bir cetvel teşkil etmektedir" 1• 1. S.Lane-Poole, Le Koran, sa poesie et ses /oi$� Paris 1882, s. 95-6. 34 Yin� kadın haj.darı mevzuunda Will Durant şöyle yazar: "Başka bir açıdan düşünmek gerekirse, müslüman kadını, Avru­ pa'daki bazı kadınlara göre çok daha iyi durumdaydı. Edindiği her mal ve para tamamen kendine mahsus kalırdı. Kocası da alacaklılar da buna dokunmazdı. Harem kısmının emniyeti için­ de örer, dokur, diker, evini idare eder ve çocuklarını yetiştirirdi. Diğer taraftan arkadaşlarıyla oyun oynayacak, şekerleme yiye­ cek sohbet edecek kadar vakti de olurdu"2. Kadın-erkek müsavatı hakkında İslam EnstitUsü profesör­ lerinden Jacques C. Risler de der ki: "Hukuk davalarında kadın, erkeğe tamamiyle müsavi bir dereceye yükseltildi. O tarihten itibaren �adın da artık, veraset, vasiyyet ve meşru bir mesleğe intisap hususunda hürriyet hakla­ rına malik oldu"3: Kadın hukuku bakımından İslam_hulçukunun bugünkü Av­ rupa kanunlarından daha üstün olduğu'.kanaatinde olan Gaudef­ roy-Demombynes şöyle der: .. �'.u '..:, . "Kadının son derece lehinde olan Kur'an ahkamı, nazari şe­ kilde bile olsa, ona şimdiki Avrupa kaniınlarının temin ettiği şe­ riatten daha müsait bir vaziyet· bahşetmiştir. İslam kadını para işlerinde servefayrılığı hukukuna maliktir. Aldığı ağırlığa, hibe ve miras şekillerinde intikal edebilecek mallarına ve kendi me­ saisinin mahsullerine ömrünün sonuna kadar sahiptir. Fiiliyatta bu haklardan istifade etmesi müşkil olmakla beraber, mevki ve seviyesine göre iaşesi, ibatesi ve hizmetleri müemmendir"4. 2. W.Durant, İsll1m Medeniyeti (trc. O.Bahaeddin), İst. ts., s. 64. 3. J.C.Risler, La Civilisation Arabe, Paris 1955, s. 49. 4. M.Gaudefroy-Demombynes, Les Institutio.ns Musulmanes, Paris 1953, s. 136. 35 Fransız filozofu Voltaire diyor ki: "Türk kardeşime diyeceğim ki, senin dinin bana çok saygı değer bir din görünüyor. Bir tek Tanrıya ibadet ediyorsun. Her yıl gelirinin kırkta birini zekat vermek, bayram gününde düş­ manlarınla barışmak mecburiyetindesin. "Bütün dünyaya iftira eden bizim yobazlar (papazlar) senin dininin tan1amiyle zevke hitap eden bir din olduğu için tutundu­ ğunu belki bin defa söylediler. Hepsi de yalan söylemiş bu zavallıların. Senin dinin çok asil"5. 5. Voltaire, Dictioııııaire Philosophiqııe, Paris 1876, IV, 319. 36 BİRİNCİ KİTAP KADIN ve AiLE BİRİNCİ BÖLÜM . . . KADIN - ERKEK iLGiLERi I Cinsiyet temayülü il Evlenme III Evlenmede Hürriyet IV Evlenmenin diğer meseleleri V Evlenme manileri I CİNSİYET TEMAYÜLÜ "Kim aşık olur, iffetini korur �e aşkını gizleyerek ölürse şehit olarak ölür" (Hadfs-i şerfj) İslam dini kadın ile erkekten herbirinin ötekine karşı kuv­ vetli bir temayül duyduğunu kabul ve beyan eder. Bir yaratılış icabı olan bu temayülün, neslin devamı, dünyanın imar edilmesi gibi bir çok faydaları vardır. Normal olan insanların bu tema­ yülden uzak kalması düşünülemez. Ashabdan Sa'd b. Vakkas der ki: Osman b. Maz'un dünyadan ve kadından el etek çekmek için Hz. Peygarnber'den izin istemişti, fakat Resı1lullah ona izin vermedi. Eğer izin verseydi biz de kendimizi hadım yapardık 1• Al-i İmran suresinde 3/14 insanın ihtirasla bağlı bulunduğu şeylerin başında kadınlar zikredilir. Bu alemde her şey karşılıklı olarak çift yaratılmıştır2. Yusuf kıssasında anlatıldığına göre Zeliha kapıları kapayıp her türlü emniyeti sağlayınca kendisini Yusufa arzetmişki ilahı bir lütufla korunmamış olsaydı Yusuf da pekala onun arzularına ram olacaktı3. ı. Buharı, Nikll.h, 8. 2. ez-Zariyat, 51/49. 3. Yusuf, 12/23-24. 41 Kadın ile erkeğin sahip oldukları cinsi temayüller İslam açısından ayıp, kötü ve çirkin değildir. Müslümanlık insanı, ya­ ratılış icap ve zaruretleriyle birlikte, olduğu gibi kabul eder. Ya­ ratılışı çiğneyip onu melekleştirme iddiasında bulunmaz, zaruri ihtiyaçlarını bayağılaştırıp hayvanlaştırmaz da. Müslümanlar in­ sanın bedene ait ihtiyaçlarını, Allah'a yükselen bir gayeye yö­ nelterek yerine getirmeyi amaçlar. Hz. Peygamber'in bu husus­ taki hadisleri dikkat çekicidir: "Dünya bir yararlanma alanıdır. Dünya nimetlerinin en hayırlısı da,iyi kadındır"4. "Kim aşık olur, iffetini korur ve aşkını gizleyerek· ölürse şehit olarak ölür!" 5. İslam dini, cinsi tatminlerini kendi gösterdiği meşru yoldan başka yerlerde arayan fertlerin emniyeti bozucu unsurlar olduk­ larını kabul eder. Çok kuvvetli bir temayül olan cinsiyetin kasır­ galarına terkedilmiş kadının kendisine mahsus hile ve kurnaz­ lıkları son derece etkileyicidir. Yusuf suresinde bir defa Mısır Azizi'nin, iki defa da Yusuf aleyhisselamın ağzından kadınların hilesinden, fendinden, bunun pek tesirli olduğundan bahsedilir6. Bundan dolayı Hz. Peygamber: "Benden sonra erkekleri kadın­ lardan daha çok etkileyecek bir fitne bırakmadım" buyurmuş­ tur1. Bunu bazı ayetler de desteklemektedir8. 4. Müslim, Rida', 64. 5. el-Acluni, Keşfü'l-hafa, II, 263-264. 6. Yusuf, 12/28, 33, 50. 7. Buharı, Nikah, 17. 8. et-Teğabün, 64/14. 42 n EVLENME "Çocuk doğuran ve ailesini seven ka­ dınla evleniniz. Kıyamet gününde sizin­ le diğer milletlere kar.şı iftihar e,derim." · (Hadfs-i şerif) EVLENMENİN LÜZUMU Rum suresinin 21. ayetinde evlilik için üç büyük özellik zikredilir: Eşlerin sükfu'ı.M buirriası:. Btı sükônet bedene bağlı ih­ tiyaçlar, itilmeler bakımından olduğu gibi manevi ve ruhidir de. İkincisi çiftler arasında sevginin oluşması. Ve nihayet iki cins arasındaki şefkat. Bu üçüncü özellik her şeyi kapsayan pek de­ rin ve ince bir fazilettir.' Başka bir ayette erkeklere hitaben: "Kadınlar sizin için, siz de kadınlar için birer libassınız." buyurulur 1• Çiftlerden her bidnin ötekine elbise, örtü olması onu örtmesi, şehvet hislerinin açığa çıkip kötü yollara düşmesi­ ni önlemesi demek olduğu gibi, herbirinin ötekine muhtaç olup birbirlerini her bakımdan tamamlaması manasına da gelir. Re­ sıllullah sallfil,lahu aleyhi ve sellemin bir hadisi de bu ayeti izah 1. el-Bakara, 2/187. 43 eder: "Şüphe yok ki kadınlar erkeklerin dengi, benzeri ve tam bir eşidir"2. Mutlak insanı bir elmaya benzetecek olursak elmanın tam ikiye bölünmüş eşit parçalarından biri kadın, diğeri erkek­ tir. İkisi bir araya gelince "insan" oluşur. Böylece kadın erkeği, erkek de kadını tamamlar. Evliliğin tabiı neticesi olan nesilleşmeye işaret eden üçün­ cü bir ayette kadınların erkekler için birer evlat yetiştirme tarla­ sı olduğu beyan edilir3. Bu üç ayet-i kerıme İslam'da cinsı tat­ minin yegane meşru yolu olan evlenmeyi izah edı::,r, sanırım. Cinsı tatminin meşru yolu evlenmedir. Evlenmekten kaçın­ mak derbederliktir, insanın benliğinde hem de pek derinlere ka­ dar inerek mevcut olan bir enerjinin zararlı hale gelmesine ve­ siledir. Her insanda cinsı tatmin ihtiyacı vardır. Bu, meşru yol­ dan, yani evlenme ile giderilmezse gayr-ı meşrua sıçrar. Ona­ nizm (el ile tatmin), homoseksüelizm, sevicilik (kadının kadınla tatmini), sıbyancılık, hayvanlarla münasebet... Bütün bu cinsı sapıklıkların baş sebebi evlenmemektir. Evlenmemek ve başka bir şekilde cinsı ihtiyacı tatmin etmemek de insan bünyesi ve insan ruhu için zararlı ve tehlikeli bir şeydir. Evlenmekten kaçmak serveti çoğaltma, hizmetten uzak durma, toplumun saadet ve huzurunu sağlayacak aile yuvasını kurmaktan çekinme duygusuna dayanır. Maddeyi aziz tutup ruhı faziletlere sırt çevirmek ise toplumun hürriyet ve bağımsız­ lığını tehlikeye düşürecek aşırılıklşra sevkeder, sefahate ve şeh­ vetlere köle olmaya götürür. Milletler kendi varlık ve birliklerini sürdürebilmek için gençleri evlenmeye sevketme yolunda çareler aramışlardır. Ro­ ma imparatorluğunda bekarlık ve serbest hayat fazla yayıldığın­ dan aile müessesesi sarsılmıştı. Bu sebeple imparator Augus2. İbn Hamza, el-Beyiın ve't-ta'rif, s. 261. 3. el-Bakara, 2/223. 44 tus'ün çıkardığı kanunlara göre herkes kendi derecesine göre .ev­ lenmeye, evlenmiş olan herkes çocuk yapmaya mecburdu. Bu emirlere uygun hareket etmeyenler ciddi ve ağır neticeler karşı­ sında 'kalıyorlardı4. Evlenen ve ailesini seven insan, diğer insanları da sevmesi­ ni bilir. Bir çok yaşlı bekar tanırız ki hırçın, kaba ruhlu, zfilim ve hayırsızdır. Merhamet duygularını harekete geçirmek ama­ cıyla "Seni anne doğurmadı mı, senin çocukların yok mu?" de­ nir. Musa aleyhisselam kavmini öz kardeşi Harun'a teslim edip mukaddes "levhalar"ı almaya gittiğinde İsrailoğulları yine yol­ dan sapmışlardı. Hz. Musa, dönüşünde kavminin perişan halini görür ve öfke ile kardeşini yakalar. Harun öfkeli kardeşine: "Ey anamın oğlu... " diye hitap eder5. Böylece şefkat, sevgi ve mer­ hamet kaynağı anneyi hatırlatarak kardeşinin öfkesini yatıştırır. İkinci Dünya savaşında mağlup olan Fransızlar'a mareşal Peten "Dostlarım, bizi zevk mahvetmiştir." diye hitap eder ve sözlerini şöyle sürdürür: "Hatalarınızı tartınız, onları daha ağır bulacaksınız. Siz çocuk istemediniz, aile hayatını terkettiniz. Fazileti ve ruhi değerleri ittiniz. Her yerde şehvetlerinizi aradı­ nız..." Evlenmenin Hükmü: Kur'an-ı Kerım'de evlenmek emredilmiştir6. Bu emir mü­ kellefin evlenme ihtiyacı ve durumuna göre farzdan aşağıya doğru derecelenir. Evlenmede en büyük engel olarak ileriye sü­ rülen mfili duruma da ayet temas eder ve evlenen çiftlerin, fakir olmaları halinde, Allah'ın lı1tfuyla zenginleşeceklerini haber ve­ rir. Hz. Peygamber üç kişiye Allah'ın mutlaka yardım edeceğini müjdelemiştir: hürriyetine kavuşmak isteyen sözleşmeli köle, iffet amacı güden yeni evli ve Allah yolunda cihad eden kimse7. 4. Ord.Prof.Dr. Richard Honig, Roma Hukuku, s. 169. 5. Taha, 20/94. 6. en-Nfir, 24/32. 7. Tirmizi, FediWü'l-cilıiid, 20. 45 Diğer hadislerde şöyle buyurulur: "Kişi evlenmekle dininin yarı­ sını tamamlamış olur, diğer yarısı için de Allah'a karşı saygılı ol­ sun"8. "Size dininden ve huyundan memnun olduğunuz biri kız istemeye gelirse onu evlendiriniz. Eğer yapmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat zuhur eder." Ya Resulallah, dediler, eğer onda (fakirlik ve soy asaletsizliği) varsa? "Size dindarlığını ve huyunu beğendiğiniz biri gelirse onu evlendiriniz." buyurdu ve bunu üç defa tekrar etti 9. Kur'an'da meşru nikah için "ihsaan = kale içine almak, mu­ hafaza etmek" tabiri kullanılır. Çünkü çiftlerden her biri, evlen­ mekle günahtan, şehvetin baskısından, hayatın tehlikelerinden korunmuş olur 10. Nitekim meşru olmayan birleşmeye, zinaya da akıtmak manasında "sifah" denmiştir. Çünkü her iki taraf, or­ taklaşa, birbirinin "hayat suyu" olan menisini- heder etmekte ve yüz suyunu akıtmaktadır 1 ı. Evlenmenin lüzumu bahsine son verirken şunu da söyle­ yellin ki evlenmek ve çocuk sahibi olmak peygamberlerin de yolu ve adeti idi 12• 8. Beyhaki, Şu'abü'l-imtin, iV, 383, nr. 5486; Hatib et-Tirmizi, Mişktitü'l-Mestibih, il, 161. 9'. Tirmizi, Nikah, 3. 10. en-Nisa,.4/24 ayetinin ilk kelimesi Kıraat İlmine göre bu manayı verir. 11. Seyyid Kutub, Ff Zıltili'l-Kur'an, cüz 5, s. 7. 12. er-Ra'd, 13/38. 46 IH EVLENMEDE HÜRRİYET "Dul kadının emri, bakirenin de izni alınmaksızın nikah yapılamaz. Bakire­ nin izni susmasıdır." (Hadfs-i şerif) Evlenmede kadın ve erkeğin her biri eşini seçmekte serbest midir? İmam Malik ve Şafii'ye göre kadın, · hisle.rine mağlup olabileceğinden müstakbel hayat arkadaşını gerekli titizliği gös­ tererek seçemez, aldanır. Bu bakımdan velisinin izni olmaksızın evlenemez. Hanefiler'e göre ise kadın, bakire olsun, dul olsun eşiİıi seçmekte hürdür. İzni ve müsaadesi alınmadan evlendirile­ mez 1• Evlendirilirse muhayyerdir, dilerse nikahı bozar. Nite­ kim Hz. Peygamber devrinde Ensar'dan Hansa adlı bir hanımı, babası, rızası hilafına nikahlamış, dul olan Hansa Peygarnber'e başvurarak nikahını bozdurrnuştur2• Aynı tarzda bir bakire de müracaatta bulunmuş, Peygamber onu, nikahı kabul veya ret konusunda muhayyer bırakmıştır. 1. İbnü'l-Hümam, Fethu'l-kadfr, il, 391 v .d. 2. Buhıiri, Nikfilı, 42. 47 MÜSLÜMAN KADININ GAYR-i MÜSLİMLE EVLENMESİ Evlenme hürriyetinin İslam'da bir istisnası vardır. Müslü­ man bir kadın, müslüman olmayan erkekle evlenemez 3. Çünkü müslüman kadın gayr-i müsimle evlenmekle, İslamı muhitten çıkıp yabancı bir muhite girmektedir. Burada kadının dini ve İslamı an'anesi tehlike ile karşı karşıyadır. Meydana gelecek ço­ cukların da terbiyesi İslam'dan uzak olacaktır. Bu durum ise İs­ lam'ın yayılma siyasetine aykırıdır. Modem hukukun öneriı verdiği Roma hukukunda da arala­ rında din farkı bulunan kimseler evlenemezdi4. Bugün bir kato­ liğin, hıristiyanlığın başka mezhebinde bulunan kimselerle ev­ lenmediğini düşünürsek İslam'ın müsamahalı davrandığını gö­ rürüz. Yahudiler'in de yabancılara kız vermediklerini biliyoruz. Şunu da söyleyelim ki, İslam'da müminin her hareketi dini­ dir, Allah'a yükselmektedir. Kur'an'da evliliğe "hudôdullah = Allah'ın belirlediği sınırlar"5 denilmektedir. Müslüman her ha­ reketiyle İslam'a hizmet eden, yani insanları İslam yoluyla Al­ lah'ın saadet ülkesine çağıran insandır. Müslüman kadın hiç bir gayr-i riıüslime nikah edilemediği gibi, görünürde müslüman olan, fakat itikadı küfrünü gerektire­ cek şekilde bozuk bulunan kimse ile de evlendirilemez6 . Böyle bir evlenme vuku bulduğu takdirde evliliğe son verilir. Akdi ya­ pan her iki taraf ve hatta arada vasıta olanlar da münasip bir şe­ kilde cezalandmlır7 . 3. el-Mümtehine, 60/10; el-Bakara, 2/221. 4. R.Honig, Roma Hukuku, s. 165. 5. el-Bakara, 2/229-230. 6. M.Zihni, Münakelıiit ve Müfarekat, s. 41. 7. Aynı eser, s. 98, not, 4. 48 Evlenmenin İslam daveti için güzel bir vesile olarak kullanıldığı tarihi bir hadiseyi nakledelim: Hz. Peygamber devrinde Ebu Talha müslüman olmadan önce Ümmi Süleym'e (diğer adıyla) Rümeysa'ya evlenme teklifinde bulu­ nur. Ümmi Süleym: - Doğrusu ben de sana hevesliyim, senin gibisi kaçırılmaz. Fakat sen kafir bir adamsın, bense müslüman bir kadınım, seninle evlenmem doğru olmaz, der. Bunun üzerine aralarında şöyle bir konuşma cereyan eder: Ebu Talha: - Sana ne oldu, Rümeysa? - Ne olmuş bana? - Sarı ve kırmızıdan (altın ve gümüşten) ne haber? Ben altın ve gümüş aramıyorum. Sen bir adamsın ki işitmeyen, görmeyen, sana hiç bir faydası dokunmayan şeye tapıyorsun. Falanla­ rın siyah kölesinin dağdan sürükleyip getirdiği, yerden biten bir odun parçasına (puta) tapmaktan hiç sıkılmıyor musun? Eğer sen müslüman olursan, işte o benim mehrim olsun, evlene,.lim, başka bir şey talep et­ meyeceğim! - Bana müslümanlığı kim telkin·eder, Rümeysa? - Resfilullah telkin eder, ona git. Bunun üzerine Ebu Talha Hz. Peygamber'e doğru ilerlemeye başlar. Resfilullah, ashabı içinde oturuyorken onu görür ve: "İslam'ın aydınlığı iki gözü arasında parlayan Ebu Talha geliyor." buyurur. Ebu Talha Peygamber'in huzurunda iman eder ve Rümeysa'nın söyledikle­ rini haber verir. Resfil-i Ekrem de Rümeysa'nın şartına uyarak nikahlarını kıyar 8. İşte böyle bir mücahide için Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Gördüm ki cennete girmişim, önümde bir ayak sesi. Birde ne gö­ reyim, Rümeysa! 11 9 . 8. Hakim en-Nislibfiri, el-Müstedrek ala's-sahihayn, II, 179. 9. el-Muttaki el-Hindi, Kenzü'l- 'umma!, XII, 148, nr. 34427. 49 GAYR-i MÜSLİM KADINLA EVLENMEK Müslüman olmayan bir erkekle müslüman kadının evlene­ memesine mukabil, İslam hukukunda müslüman bir erkek gayr­ i müslim bir kadınla evlenebilir. Ancak bu kadının kitaplı (yahudı veya hıristiyan) olması şarttır. Ateşe, güneşe, yıldızlara, putlara tapan kadınla evlenilemez. Müslüman göründüğü halde . dinin emir ve yasaklarını hiçe sayan, kesin delillerle sabit olan hükümlerden birini inkar eden, haramı helal kabul eden kadın· larla da evlenilemez10. Kitaplı kadınlarla evlenmek konusunda islam alimleri ara­ sında bazı farklı görüşler ortaya konulmuşsa da büyük çoğunluk caiz olduğu kanaatindedir. Abdullah İbn Ömer ise bunu doğru bulınaz11 . Hz. Ömer'in halifeliği devrinde İslam orduları bir çok yer­ leri feth ediyor, yeni yeni ülkeleri İslam devletine katıyordu. Bu arada İslam mücahidleri ve bazı sahabiler Ehl-i Kitab'ın kadın­ ları ile evleniyorlardı. İslam ailesi ve müslüman nesil bakımın­ dan bunu tehlikeli gören halife, gayr-i müslim kadınla evlenme­ yi hoş karşılamıyordu. Ashabdan Hz. Huzeyfe bir yahudi kadın­ la evlenmiş, halife Ömer ise kendisine: "Onu salıver." diye yaz­ mıştı. Huzeyfe'nin böyle bir evliliğin haram olup olmadığıı:µ sorması üzerine Ömer (r.a.) şöyle cevap vermişti: "Hayır, haram değildir, fakat onların ahlaken mazbut olmayanlarına tesadüf edeceğinizden endişe ediyorum"12• Anlaşılıyor ki Hz. Ömer, müslüman olmayan bir kadınla evlenmeyi haram telakki etmemiş fakat İslam ailesi ve müslü­ man neslin geleceği açısından tehlikeli bulmuştur. Abdullah İbn Ömer'e, yahudi veya hıristiyan kadınla evlenmenin hükmü so10. el-Bakara, 2/221; İbnü'I-Humam, Fethu'l-kadfr, il, 373. 11. İbnü'I-Humam, Fethu'l-kadir, il, 372. 12. Cessas,Ahkômü'l-Kur'fin, I, 332-333; il, 324 v.d. 50 rulduğu zaman: "Allah müşrik kadınları müslüman erkeklere haram kılmıştır. Ben, bir kadının: Rabbirn İsa'dır veya (Allah'ın kullarından biri için) falandır, demesinden daha büyük bir şirk tanımıyorum." tarzında cevap vermiştir. İslam hukukuna göre din ayrılığı verasete manidir. Binae­ naleyh gayr-i müslim bir kadın müslüman kocasından miras alamaz. Bu yüzden de onunla evlenmek ekonomik imkanlar açısından sakıncalıdır 13 • Memleketimizde son yıllarda yabancılarla evlenme çoğal­ mıştır. Gerçi yabancı kızlar, usulüne uyarak, müftülük dairele­ rinde müslüman olduklarını ilan ediyorlar. Fakat benim müşa­ hedelerirne göre, bu, ekseriya bir formaliteden ibaret kalıyor. Hakikatte onlar bir İslam ailesi kurmuyor, İslam'ın potasında erirniyorlar. Evlerinde kendi zihniyetlerini sürdürüyor, hatta ha­ zan çocuklarına Türkçe bile öğretmiyorlar. Müslüman koca da milliyeti ve dini ile beraber erimekte. Halife Ömer, Allah Resulünün ashabından o kadar endişe edince artık bizdeki du­ rum ne olur? MÜSTAKBEL EŞLERİN BİRBİRİNİ GÖRMESİ Evlilik ömür boyu sürecek bir hayat arkadaşlığıdır. İnsan ömrünün en uzun ve en değerli zamanları bu arkadaşlık çerçe­ vesinde geçirilecektir. Hayatın acı ve tatlı bir çok safhaları bir­ likte yaşanacaktır. Bu sebeple dini açıdan fani hayatın boyutla­ rını d;ı aşan sürekli bir beraberliğin kurulması, şüphe yok ki, sağlam temellere dayanmalıdır. Hadis-i şerifin ruhundan da an­ laşılacağı üzere kadın ve erkeğin her biri bir yarım daire oluştu­ rarak şu varlık aleminde yüzer durur, kendisine uygun düşen di­ ğer yarım daireyi bulunca onunla birleşir ve tam daire meydana gelir. Bu daire hayatın temelini teşkil eder. 13. M.Zihni, Münllkehat ve Müfarekat, s. 40. 51 Evlilik sevgi esasına dayanır. Sevmek için de görüp beğen­ mek lazımdır. Bu bakımdan müslümanlık, müstakbel çiftlerin önceden birbirlerini görmeierini hoş karşılar hatta bunu emre­ der. Ensar (Medine'li müslümanlar) kadınlarından biriyle evlen­ mek istediğini söyleyen sahabıye Resulullah (s.a.): "Ona baktın mı?" diye sormuş, o da "Hayır" deyince şöyle buyurmuştur: "Git ve ona bak, zira Ensar kadınlarının gözlerinde bir şeyler (göz kusurları) bulunabilir"14. Evlenmek isteyen bir başkasına da Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Onu bir gör, zira bu, evliliğin devamlı oluşuna vesile olur" 15. Bilindiği gibi güzellik telakkisi, insandan insana değişir. Bunun için hayat arkadaşları bizzat bir­ birini görmeli, başkalarının tasvirlerine kulak asmamalıdırlar. Fakat bu görüşme ölçülü ve sınırlıdır. Zira arada hiç bir bağ yoktur. Her ild taraf da henüz birbirine mahrem değildir. Bu görüşmede iki taraf ancak birbirinin yüzünü, ellerini ve ayaklarını görebilir. Vücudun genel hatları ve endam zaten belli olur. Bu tür görüşmelerin mahrem olan üçüncü bir şahsın göze­ timinde olınası tavsiye edilir. İki taraf birbirinin ahlakını, efkarını öğrenmek istiyorsa -ki bu da önemlidir- bunu komşu ve tanıdıklarına sormak suretiyle gerçekleştirmek mümkündür. Nikah olmadan ili tarafın beraber bulunup yaşaması din kurallarına aykırıdır. Esasen böyle za­ manlarda herkes nazik görünüp gerçek şahsiyetini gizlediğinden tanıma şansı da pek azdır. Bu dönemlerde kişilere akıldan ziya­ de hisler hakimdir. Hz. Peygamber: "Bir şeyi aşırı derecede sev­ men seni gözü görmeyen ve kulağı işitmeyen bir şaşkına çevirir" buyurmuşlardır 16. 14. et-TıJ.c, II, 284; Müslim, Nikah, 74, 75. 15. Nesai', Nikah, 17. 16. Ebu Davud, Edeb; H6; Mişkatü'l-mesiibilı;II; 595;-'fenkidi için: aynı eser, III, 311 ve el-Camiu's-sağfr şerhi (Münavı, et-Teysir, I, 493.) 52 "Büyük Fransız edibi Moliere, Misaııt/ırope'unda, aşkın kanunu eşini aldatmak ve aldanmak olduğu; aşıkların ihtirasları eşlerinin kusurunu görmeye mani olacak derecede kuvvetli ol­ duğu nokta-i nazarını müdafaa maksadiyle kahramanlarına şu sözleri söyletiyor: .Aşıklar sevdikleri vücudun her şeyini sevimli bulurlar, sevgililerinin kusurlarını kemal addederek onlara hoş ve uygun adlar takmasını bilirler. Artık soluk bir benzi yasemin kadar beyaz, korkunç siyahlığı tapacak kadar tatlı esmer, hilekarı zeld, aptalı iyi kalpli görürler"17. Bugün "sözlü" ve "nişanlı" adı altında birçok genç bir ara­ ya gelmekte, yaşamakta, eğlenmekte, zevkini alınca da birbirini atlatmaya çalışmaktadır. Ekseriya zarar gören de kız olmakta­ dır. Kanuni mevzuat bakımından nişanlıları evlenmeye zorla­ mak da mümkün olmamaktadır 18. Nikahsız nişanlı yaşamanın bir sakıncası da dargın olaralc ayrıldıktan sonra birbirlerinin kusurlarını ortaya dökmeleri ve böylece istikballerini baltalamalarıdır. 17. M. Reşid Belgesay, Türk Kanunu Medentsi şerhi, I, 69. 18. Türk Medeni Kanunu, madde, 83; İsviçre MK. 91; Alman MK. 1297. 53 IV EVLENMENİN DİGER MESELELERİ ZEVCEDE ARANACAK VASIFLAR 1. Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu konudaki tav­ siyelerinde daima ruh güzelliğini maddi güzelliğe tercih etmiş­ lerdir. Birincisi devamlıdır, pörsümez. Ömürü fanidir, solar, bi­ ter. Nice güzeller vardır ki ruhları kaba olduğundan insanı mut­ lu edemezler. İşte Hz. Peygamber'in bazı tavsiyeleri: "Kadınları yalnız güzellikleri için nikah etmeyin, muhtemeldir ki güzellikleri onları ahlaken alçaltır. Onlarla mallarının hatırı için de evlenme­ yin, belki malları kendilerini azdırır. Kadınlarla dindarlıkları yü­ zünden evlenin. Muhakkak ki yırtık elbiseli, siyah, fakat dindar bir kadın daha kıymetlidir" ı. "Dört şey kime verilmişse ona dün­ ya ve ahiretin hayrı verilmiş olur: Şükreden kalp, Allah'ı anan dil, belaya sabreden beden, namusunu ve kocasının malını koruyan eş 112. "Kadın dört şey için nikah edilir: malı, soyu-sopu, güzelliği ve dindarlığı. Sen bunlardan dindar olanı bul, mutlu olursun"3. 2. Bakire olmak. Resfilullah ashabına bakire ile evlenmele­ rini tavsiye ederdi. Zira böyle çiftlerin birbirlerini sevmeleri ve-­ anlaşmaları daha kolaydır. Bununla birlikte ev işlerinin çoklu­ ğu, çocukların fazlalığı sebebiyle dul ile evlenenlere de hayır duada bulunmuşlardır4. 1. İbnü'l-Humarn, Fethü'l-kadir, II, 343. 2. Beyhaki,Şu'abü'l-iman, IV, 104, nr. 4429. 3. Müslim, Rida', 53. 4. Müslim, Rida', 54-56. 54 3. Yukarıda, evliliğin tarifinde söylediğimiz gibi evlenme­ nin bir gayesi de çocuk sahibi olmaktır. Onun için kadınlardan kısır olmayıp velut olanı tercih etmek gerekir. Resı1lullah buyu­ rur: "Ailesini seven ve çocuk doğuran kadınla evlenin. Ben (kıya­ met gününde) sizin çokluğunuzla diğer milletlere karşı iftihar ede­ rim 115. 4. Kadının, çocuklarını sever, kocasının malını, şerefini ve namusunu muhafaza eder olması da icap eder. Bizim Anadolu'­ muzdaki deyimle erkek akan bir ırmaksa kadın onun bendidir. Gerçekten ev hanımı işlerinde becerikli ve tutumlu olmazsa ko­ canın kazancı eleğe dökülen su gibidir. Resfilullah: "Deveye bi­ nen kadınların (arap kadınlarının) en hayırlısı Kureyş'in seçkin kadınları, onların da çocuğuna küçüklüğünde en şefkatlisi ve ko­ casının malını en çok gözetenidir." buyururlaı°. Ya Resfilallah, kadınların hangisi iyidir, diye sorulunca da şöyle cevap vermiş­ lerdir: "O kadındır ki kocası ona baktığında mesrur olur, bir şey söylediğinde isteğini yerine getirir, namusunda ve malında kocası­ nın hoşlanmıyacağı bir harekette bulunmaz"7. KOCADA ARANACAK VASIFLAR Zevcede olduğu gibi kocada da aranacak ilk vasıf onun dindarlığıdır. Evlenmenin lüzumu bahsinde naklettiğimiz bir hadisi burada da tekrar edeceğiz: "Size, dininden ve huyundan memnun olduğunuz biri gelince ona kızınızı veriniz. Eğer yap­ mazsanız yeryüzünde büyük bir fitne ve fesat çıkar." Ya Resfilal­ lah, dediler, eğer onda (fakirlik ve asaletsizlik) varsa? "Size din­ darlığım ve huyunu beğendiğiniz bir adam (kız istemeye) gelince onu evlendiriniz." buyurdu ve bunu üç defa tekrar etti8. 5. Nesai, Nikah, ı ı. 6. Müslim, Fediiilü's-sahabe, 200.. 7. Ahmed b. Hanbel, Il, 432. 8. Tirmizi, Nikah, 3. 55 Küfüv: Eski hukuk sistemlerinde evlenecek çiftler arasında sınıf farkının bulunmamasına dikkat edilirdi. Kadim Brehmen huku­ kunda, önceleri, bir erkek kendinden dun. sınıftan bir kadınla evlenebildiği halde, sonraları muhtelif kastlardan olan şahıslar . arasındaki evlenme örfen reddedilmiştir9. Roma hukukunda kanuni evlenme ancak Roma vatandaşı erkekle kadın arasında yapılabilirdi. Taraflardan biri herhangi bir şekilde Roma vatan­ daşlığını kaybederse evlenme bozulurdu 1°. İslam hukukunda bu konuda kadının lehine bazı kayıtlar vardır. Kadın veya velisi damat olacak erkekte b�ı şartlar ara­ yabilirler. Bunların ne olacağı hakkında hukukçular tarafından farklı görüşler ileri sürülınüştür. Bu hususa "küfüv = denklik, benzerlik, eşitlik" denir. Mezhepler, evlenecek çiftler arasında dindarlık bakımından eşitlik bulunmasının şart olduğunda birleşmişlerdir. Bunun dı­ şında Hanefiler erkeğin soy bakımından kadından dun olınama­ sını şart koşmuşlardır. Şöyle ki: Kureyşliler kendi aralarında, geri kalan Araplar kendi aralarında, Araplar'ın dışındaki insan­ lar da aralarında denktirler, evlenebilirler. Aynca erkeğin, kadı­ nın mehrini verebilecek ve onun altı aylık veya bir yıllık nafa­ kasını bulundurabilecek derecede mali kudrete sahip olması, meslek bakımından da içinde yaşadıkları toplumun telfilckilerine göre kadını rencide edecek bir durumda bulunmaması gerekir. Şafüler'e göre erkeğin kadından dindarlık, nesep, meslek ve hüınyet (köle olınamak) yöıılerinden dun olınası icap eder. Hanbeliler de buna yakın bir fıkir ileri sürülür. 9. Mahmud Es'ad, Tarfh-i İlm-i Hükuk;·s. 139;-0r.Ahmed Ş'efo-b(Mu­ kareı,ıetü'l-edyiin -Edyllnü'l-Hind, s. 56. 10. Dr. R. Honig, Roma Hukuku, s. 163. 56 Malikiler'e gelince, onlar daha serbest düşünmüşler, dinı deliller bakımından da daha sağlam hareket etmişlerdir. Onlara göre küfüv sadece dindarlıkta, bir de vücut ve organların kusur­ suz olmasında aranır11 • Tenkit ve tercih: Görülüyor ki kocada aranacak vasıflar ve küfüv hakkında İslam hukukçuları görüş birliğine varamamışlardır. İmam Malik, Sevrı, Hanefiler'den İmam Kerhi, bir rivayete göre Şafi, tabiılerden Muhammed b. Sırin ve Ömer b. Abdülaziz, küfüv sadece dinde ve ahlakta aranır, kanaatindedirler12. Nitekim bah­ sin başında da tercümesini tekrar ettiğimiz hadis de bunu açıkça ifade etmektedir. Çiftler arasında soy eşitliği aramaya dair olan hadisler mevzu veya zaif olmaktan kurtulamaz1 3. Sahih olan ha­ dislerden ise böyle bir hüküm çıkarmak mümkün değildir. Soy denkliği dışındaki meslek eşitliği zamana ve muhite göre değişir. Bazı meslekler bazı yer ve zamanlarda aşağı ve ge­ ri kabul edildiği halde diğer yerlerde ve z.amanlarda böyle sayılmayabilir14. Emevıler dev:rinde araplık taassubunun alimlerin bu görüşüne tesir ettiğini ileriye sürenler de vardır15. Kaldı ki Resulullah'ın, insanlar arasında soya dayanan ayı­ rımı kökünden kaldıran saİıilı hadisleri vardır. Evvela el-Hucu­ rat suresinde (49/13) bütün insanların Cenab-ı Hak bir dişi ile bir erkekten meydana geldiklerini ve bu suretle eşit olduklarını, onların, ancak birbirlerini tanıyıp tefrik edebilmeleri için kabile11. İbnü'l-Hümam, Fethü'l-kadfr, il, 419-425; Abdurrahman el-Cezırı, el-Fıkh ale'l-meziihibi'l-erbaa, IV, 54-61; Desfiki, Hiişiyetü'd-Derdfr, II, 221-222; Şevka.nı,Neylü'l-evtar, VI, 136-139. 12. Fethu'l-kadfr, II, 418; Hiişiyetü'd-Derdfr, II, 221; Neylü'l-evtar, VI, 138. 13. Aynı kaynaklar ve Zeylıi'i, Nasbu'r-riiye, III, 196-198. 14. İbnü'l-Hümam, Fethü'l-kadfr,II, 424. 15. M. et-Tayyib en-Neccar, el-Meviilf, s. 42. 57 erkekler de dinle mukayyet olmayan kızlarla evlenmektedir. Böylece İslam ailesinde iki yönlü bir yozlaşma meydana gel­ mektedir. İşin acı tarafı dindar görünen anne-babaların da buna düşkün olmalarıdır. Onlar "dindar arıyoruz" diyerek zengin da­ mat ararlar. Kalıplariyle kıbleye çevrilmiş, fakat kalpleri mad­ deye dönük bu insanlar, Resulullah'ın şu hadislerinde ifade et­ tikleri zfünreye girmektedir: "Her ümmetin bir fitnesi vardır, be­ nim ümmetimin fitnesi de servettir" 19. Ashabdan Sehl b. Sa'd es-Sfildi anlatıyor: Bir gün Resulul­ lah'ın huzurundan bir adam geçti, yanında oturanlardan biri­ ne:" Şu geçen hakkında ne dersin?" buyurdu. O da: Eşraftan biri­ dir, vallahi kız istese kendisine verilmesine, bir şey hakkında konuşsa sözünün dinlenmesine çok layıktır, cevabını verdi. Re­ sı'.Hullah sustu. Bir müddet sonra bir başka geçti. Bu sefer yine: "Ya bunun hakkında ne dersin?" buyurdu. Adam cevap verdi: Ya Resfilellah, bu müslümanların fakirlerinden biridir. Kız iste­ se reddedilmeye, bir şey hakkında şefaat etse kabul olunmama­ ya ve konuştuğu zaman sözü dinlenmemeye layıktır. Bunun üzerine Resfilullah şöyle buyudular: "Bu, yer yüzü dolusunca öbüründen hayırlıdır 1120. KIZ İSTEME Hz. Peygamber devrinde kız isteme konusunda oldukça serbest hareket edilirdi. Hz. Ali Fatıma validemizi Resiilul­ lah'tan bizzat istemişti21 • Ashab-ı kiram evlenme durumundaki kızlarını ve hemşirelerini münasip gördükleri kimselere teklif ederler, onlar da ya kabul veya reddederlerdi. Saliha kadınlar­ dan bizzat evlenme teklif"ınde bulunanlar da olurdu22 . Bu, dini gayretten, samimiyet ve sadelikten ileri geliyordu. 19. Ahmed h. Hanbel, IV, 160. 20. Buhari, Rikak, 16. 21. Ahmed b. Hanbel, I, 80. 22. Buhari, Nikah, 32-33. 59 ğü" namı altında damat tarafından yapılan ödemenin İslam'la bir ilgisi yoktur. Dal1a çok ilkel kavimlerden kalan bir uygula­ madır. Müslümanlıkta hür bir insan hiç bir şekilde satılamaz. Gerek geline yapılacak ağırlıkların israf derecede fazla istenme­ si, gerek gayr-ı meşru olan yüz görümlüğü evlendirmeyi güçleş­ tirmektedir. Bu da gayr-ı meşru ilgileri ve kız kaçırma olayları­ nı çoğaltmakta. Bunun neticesi de düşmanlıklar, kavgalar, katil hadiseleri... DÜGÜN Düğün sünnettir. Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem): "Düğün yap, bir koyunla da olsa ziyafet ver" buyurmuşlardır28. Düğün hem bir hayırlı işin insanlara duyurulması, sevinç Ve ne­ şenin paylaşılması, hem de yoksulların doyurulmasına vesiledir. Düğüne çağrılınca icabet etmek gereklidir. Hz. Peygamber şöy­ le buyurur : "En kötü yemek zenginlerin çağrılıp fakirlerin terke­ dildiği yemektir.Kim davete icabet etmezse Allah'a ve Resôlü'ne asi olmuştur 11 29 , Düğün bir şenlik, neşe ve sevinç vesilesi olduğuna göre meşru bir şekilde eğlenmekte hiç bir sakınca yoktur. Hatta bu, emredilmiştir. Resul Ekrem şöyle buyurur: "Helal ile haram (zi­ na) arasındaki fark nikah kıymak, şenlik yapmak ve tef çalmak­ tır"3o. İslamiyet bayram ve şenlik günlerinde meşru eğlencelere mani olmaz, bilfilds bunlara önem verir. Mifü şuur ve heyecanın oluşup devam etmesi bir cemiyet için lüzumludur. İslam'ın, her cephesiyle ihtiyaçlarını temin ettiği cemiyet yaşayan, yaşama gücünü sürdüren bir topluluktur. Resülullah'ın sözü ve fiilı bir çok hadisleri ortada dururken düğün yapmayı ve düğünde eğ­ lenmeyi men etmek her şeyden önce sünnete aylarıdır. Tekrar 28. Buharı, Nikah, 68. 29. Buharı, Nikah, 72; Müslim, Nikah, 107. 30. Tirmizı, Nikah, 6. 61 edelim ki İslam ahlakına, İslam kaidelerine uyan düğün ve eğ­ lenceler... Bir kurban bayramı günü Hz.Ebu Bekir, kızı Aişe'nin yanı­ na gider, evde Resul Ekrem de bir köşede elbisesine bürünerek yaslanmış iken iki genç kızın tef çalıp türkü söylediğini görür. Ebu Bekir kızları azarlar. Bunun üzerine Hz.Peygamber: "Bırak onları, Ebu Bekir, herkesin bir bayramı vardır. Bu da bizim bay­ ramımız!" buyurur3 1 . Muavviz kızı Rübeyy'i anlatıyor: Düğü­ nüm yapıldığında Hz.Peygamber geldi, oturdu. Genç kızlar tef çalıyor ve Bedir gününde şehid edilen babam ile amcalarımı ya­ dediyordu. Bir ara kızlardan biri: "İçimizde yarını bilen Pey­ gamber var... " deyince Resı11ullah ona: "Bu sözü bırak, daha ön­ ce söylemekte olduğuna devam et" buyurdu32• Hz.Aişe yakınla­ rından bir kızı ensardan biriyle evlendirmişti. Peygamber efen­ dimiz ona: "Aişe, galiba düğününüzde oyun ve eğlence yoktu. Halbuki ensar oyundan hoşlanırlar"buyurdu 33 • Bir rivayette Hz.Peygamber Aişe'ye şöyle dedi: "Gelinle birlikte, tef çalıp şar­ kı söyleyecek bir kız gönderdiniz mi?" Aişe de: gönderseydik ne diyecekti? diye sorunca Resfilullah üç beyitlik bir şiir okuyarak: "İşte böyle diyebilirdi" buyurdular34• Nikah ve benzeri şeı:ıliklere davet edilen kimse meşru ol­ mayan bir şeyi görürse onu men etmelidir. Eğer başaramazsa o davete katılmamalı, sofrasında oturup yemek yememelidir. Hz.Peygamber şöyle buyurmuştur: "Sizden kim bir kötülük gö­ rürse onu eliyle değiştirsin. Eğer gücü yetmezse diliyle menetsin. Bunu da yapamazsa bari kalbiyle buğzetsin ki bu (sonuncusu) imanın en zayıf noktasıdn:11 35. "Allah'a ve ahiret gününe iman eden kimse içki bulunan sofraya oturmasın.•.11 36. 31. Müslim, Salatü'l-'ideyn, 16. 32. Buhari, Nikah, 48. 33. Buharı, Nikah, 63. 34. Tirmizi, Nikah, 21. 35. Müslim, iman, 78. 36. Tirmizi, Ecleb, 43. 62 V EVLENME M.ANİLERİ Eski İran hukukunda evlenme manilerine riayet edilmez, kardeşler arasında bile evlenme tavsiye edilirdi. İran hukuku yakın akraba arasındaki cinsi ilişkileri yasaklamamıştı1 • Eski Mısır hukukunda da durum aynıdır2. Çin hukukuna göre baba tarafından akraba olanlar birbiriy­ le evlenmedikleri halde anne tarafından olan hısımlıkta buna ri­ ayet edilmezdi3 • Kur'an-ı Kerim'de en-Nisa süresindeki ayetler (4/22-24) ile bazı hadisler nikah edilmeleri haram olan kimseleri (muharre­ mat) beyan eder4• Bunları şöylece sıralamak mümkündür. 1. Nesep sebebiyle haram olanlar: Anneler, kızlar, kardeş­ ler, halalar, teyzeler, yeğenler. 2. Hısımlık sebebiyle nikahı haram olanlar: Kayınvalideler, üvey kızlar, gelin hanımlar, üvey analar. 3. Süt sebebiyle haram olanlar: Şimdiye kadar kaydettiği­ miz nesep sebebiyle ve hısımlık yoluyla haram olanlar aynı za1. M.Es'ad, Tarfh Hukuk, s. 173, 175. 2. Aynı eser, s. 45. 3. Aynı eser, s. 96. 4. TafsiHit için bk. İbnü'l-Hümam, Fethu'l-kadfr, "muharremat" bahsi. 63 manda süt yoluyla da haramdırlar, yani süt anneler, süt kızlar, süt kardeşler... süt kayınvalideler, süt üvey kızlar... 4. İslfun'da, ileride de anlatacağımız üzere, bazı şartlar bu­ lunduğu takdirde dörde kadar kadınla evlenmeğe müsade edil­ miştir. Fakat dörtten fazlasıyle evlenmek yasaktır. Binaenaleyh dört kadınla evli bulunan kimse beşincisi ile evlenemez. 5. Birbirine mahrem olan kadınları bir nikahta toplamak haramdır. Bu konuda şu kaide esastır: Birden fazla kadınla evle­ necek kimsenin hanımlarından herhangi bitjni erkek farz etsek, bu erkeğin diğer hanımıyla evlenmesi -baştaki üç maddede an­ latılan esaslar dahilinde- haram ise o erkek de bu kadıııları bir nikahta toplayamaz. Mesela, ild kız kardeşi veya teyze ile yeğe­ nini toplamak gibi. 6. Başkasının nikahlısı bulunan, yahut kocasından yeni bo­ şanmış veya kocası yeni ölmüş olup iddet beklemekte olan ka­ dınla evlenilemez. 7. Müslüman olmayan ve ldtaplılardan (yahudi ve hıristi­ yan) da bulunmayan kadınlar. 8. Tamamen boşanmış olan kadınlar boşayan erkekle tekrar evlenemezler. Ancak boşandıktan sonra başkasıyla evlenmiş ve tekrar boşanmış veya kocaları ölmüş olaıılar ilk kocalarıyla ye­ niden evlenebilirler. SÜT AKRABALIGI Kur'fuı-ı Kerim'de nikahı haram olan kadınlar sayılırken " ...sizi emziren süt anneleriniz, süt bacılarınız..." buyurulmakta­ dır5. Hz.Peygamber de "Nesep yoluyla haram olanlar süt yoluyla da haram olurlar" buyurur6. Hısımlık (sıhriyet) yoluyla haram en-Nisa, 4/23. 6. Müslim, Rida', 12. 64 olanların süt yoluyla da haram olduklarına dair dört mezhep imamı görüş birliğine varmıştır. Buna yalnız İbn Teymiyye mu­ halefet eder7 • Süt arkabalığının hikmeti hakkında Kur'an'da bir işaret yoktur. Hadislerde ise bazı hikmetlere işaret edilmiştir. Nesep ve hısımlık yoluyla akraba olanlar arasında evlen­ menin yasaklanmasına dair önemli iki sebep ileri sürülür. Birin­ cisi maddi sebeptir: Akraba olan kadın ile erkeğe veraset yoluy­ la (kromozom ve gen aracılığıyla) intikal eden çeşitli kabiliyet­ ler ve manevi özellikler birbirine çok benzediğinden bunların birleşmesiyle meydana gelecek çocuklar aptal, deli ve kabiliyet­ siz olur. İkinci sebep, manevi ve ahlakidir: Akraba olmaları açısın­ dan birbirlerine saygı göstermeleri icap eden şahıslar evlenince bu hürmet ortadan kalkar. Bu da insan anlayışına, insan tabiatı­ na ve ahlakına aykırıdır. Şimdi aynı sebepleri süt için düşünelim. Süt çağında olan bir çocuk anneden emmekle vücudu beslenmekte, eti ve kemiği bununla gelişmektedir. Temel gıda unsurlarını ihtiva eden bu harika besleyici madde ile acaba çocuğa bazı manevi özellikler geçmekte midir? Bu konuda ilmin, müsbet veya menfi, henüz bir hükmü mevcut değildir. Annenin bazı hastalıklara karşı ba­ ğışıklığı veya kendisinde bulaşıcı bir hastalık varsa, bunların çocuğa geçtiği tıbben kabul edilmektedir. Muhtemeldir ki tıb, bir gün, manevi özelliklerin de süt yoluyla çocuğa geçtiğini is­ bat edecektir. Hadis şerifte: "Bir ve iki emiş hurmiyet doğurmaz" buyurul­ muştur 8. İmam-ı Şafü'ye ve İmam Ahmed'den gelen iki rivayet­ ten birine göre süt yoluyla hurmetin sabit olması için çocuğun, 7. Şevkani, Neylü'l-evtar, VI, 337. 8. Müslim, Rida', 17. 65 ayn ayrı beş defa, beşer doyurucu emişle emmesi lazımdır. Di-,· ğer bazılarına göre bunun. üç defa olması kafidir. Fakat Hanefiler, kontrolü kolay olmayan süt emme işinde daha ihti­ yatlı davranarak bir defa da olsa mutlak emmekle hurmet sabit oliır, demişlerdir9 • Bir başka hadiste: "Süt akrabalığı ancak açlık (süte ihtiyaç) devresinde olur" buyurulmuştur10• Çocuğun süt devresinden (iki veya iki buçuk yaştan) sonra vuku bulan em­ zirmelerle süt akrabalığı oluşmaz. Bu hadisler süt arkabalığın­ da, çocuğun süt vasıtasıyla anneden aldığı maddi ve manevi özellikleri.Q esas teşkil ettiğini ifade eder. Akraba arasında evlenmeye mani olan ahlakı sebep ise süt­ te de mevcuttur. Bir çocuğu kucağına alıp emziren, onun etine, kemiğine ve kanına gıda bahşeden kadın elbette hürmete layık bir anne olur[*]. 9. Müslim şerhi Nevevi, X, 29; İbnü'I-Hümam, Fethu'l-kadfr, III, 3. İbn Hazın bu konuda uzun izahat verdikten sonra, doyurucu olmayan bir ve­ ya iki emişin süt akrabalığı meydana getirmediğini kuvvetli delillerle ileri sü­ rer, el-Muhalla, X, 9-I 7. 10. Müslim, Rida', 32. * Türk Medeni Kanunu'nun kabulü sırasında süt akrabalığını ilgilendi­ ren maddelerin tarihi macerasını dile getiren bir makaleyi buraya alıyoruz: "Hukukçular ve mevzu ile alakadar olanlarca malfimdur ki Medeni Kanunumuza göre "bir kimse ile süt-ana ve kardeşler arasında evlenme" ya­ sak değildir, bu itibarla bir kimsenin süt-anası veya süt-kardeşi ile evlenmesi kanunen caizdir, memnu değildir. Halbuki vaktiyle Medeni Kanun layihası Meclis (T.B.M.M.) tarafından bir kül halinde müzakere, kabul ve Resmi Ga­ zete'de neşir ve ilan edildiği zaman kanunun metninde "bir kimse ile süt-ana ve (süt) kardeşler arasında evlenme memnuiyeti" vardı. Bu yüzden kanunun kabul ve Resmi Gazetede intişar ettiği günlerde basılan kanun metinlerinde 92 ve I 12. maddelerde süt-anı,ı ve süt-kardeşliğin -evlenme manileri ve evlili­ ğin mutlak butlanını mucip sebepler- arasında yer aldığı görülür. Bugüne ka­ dar Medeni Kanunun mezkur maddelerini değiştiren ve süt-ana ve süt-kar­ deşlerle evlenme memnuiyetini kaldıran herhangi bir kanun çıkmamış olma­ sına rağmen bu memnuiyet hükümleri bir gün bile tatbik imkanı bulamadan bertar�f edilmiştir. "Rµnun nasıl yapıldığını söylemeden önce kanunun miras hukukuna müteallik başka bir hükmüne de işaret etmek ve hususiyetini belirtmek fay- 66 Şah Veliyyullah ed-Dihlevi der ki: "Emziren kadın çocu­ ğun büyüyüp gelişmesine, vücut yapısının ayakta durmasına se­ bep olması bakımından öz anneye benzer. Şu kadar var ki anne dalı olacaktır. Bugün hukukçu olan ve olmayan birçok kimselerce bilinir ki, ölen bir kimsenin mirası, furuuna intikal eder. Ve bilfarz çocuğu varsa ana ve babası mirastan hiçbir hak alamaz. Halbuki Medeni Kanunun Mecliste kabul edilen ve Resmi Gazetede neşredilen metninde bu mevzua ait 493. madde "Birinci derecede mirasçılar müteveffanın füruudur. Şu kadar ki ana ve baba­ dan biri veya her ikisi müteveffanın füruu ile içtima ederse terekenin dörtte birinin intifa hakkına nail olur" hükmü olduğundan bir kimsenin ölümünde, ana ve babası sağ iseler mirasın dörtte birinin intifa hakkına, gelirine sahip olabilirlerdi. Yine bu madde de sonradan herhangi bir kanun ile ta'dil edilme­ miş olmasına rağmen mezkur hüküm tatbikat sahasına çıkamadan kayıplara karışmıştır. "Süt-ana ve kardeşlerle evlenmenin memnuiyetine dair olan hüküm, Medeni Kanunun me'hazı olan İsviçre Medeni Kanununda yok idi. İsviçre'.de kardeşlerin evlenmesi bir mesele teşkil etmemiş olmasına mukabil, memle­ ketimizde -gittikçe azalmakla beraber- bilhassa köylerde bu adetin mevcudi­ yeti sebebiyle cemiyetimizin ahlakı, dini ve hukuki an'anesine göre bu mev­ zuun tanzimi lüzumlu görülmüş ve memleketin ictimaı hususiyeti ve hukuki an'anesine uyularak İsviçre Medeni Kanununda bulunmayan bu memnuiyet Türk kanun vazii tarafından Medeni Kanun layihasına ilave edilmek suretiyle kabul edilmişti. Tıpkı bunun gibi, İsviçre aile hayatının hususiyetine binaen me'haz kanunda mevcut olmayan "ana-baba11,�n. müteveffanın füruu ile içti­ ma ettiğinde terekenin dörtte birinin intifa hakkına-iiai!Ôlması" hükmü de yi­ ne memleketimizin ictimai bünyesi, hukuki an'anesi ve hakkaniyet duygusu gözönüne alınarak Medeni Kanun Jayihasına hususi surette ilave edilmiş ve kanunlaşmış bir hüküm idi. "Kanun ta'dil edilmediği halde bu hükümlerin nasıl olup da mer'iyete (yürürlüğe) girmediği ve nasıl kanundan çıkarıldığı hususu inanılmayacak kadar basit ve emsaline rastlanmayacak kadar enteresandır. Medeni Kanun 17.2.1926 günü bir kül halinde T.B.M.M. tarafından müzakere ve kabul edil­ miş ve 4.4.1926 tarihinde de Ceride Resmiyyede (Resmi Gazetede) neredil­ miştir. Ancak kanun -936. maddesi mucibince- neşrinden altı ay sonra mer'iyete giriyordu. İşte bu arada Medeni Kanunun mütemmimi olan Borçlar Kanunu da -aynı şekilde kül halinde 22.4.1926 tarihinde kabul ve 8.5.1926 günü neşredilmiş olup, Borçlar Kanununun 544. maddesine ilave olunan "Hata-Savap" cetvelinde mefhum, kelime ve tercüme hataları arasında Medeni Kanunun 92, 112 ve 439. maddelerindeki "süt-ana ve kardeşlerle ev­ lenme memnuiyeti, ana, babaya müteveffanın füruu ile birlikte mirastan hak tanıyan" ibare ve fıkralar da sokuşturulmak suretiyle ve sanki bunlar yanlış67 çocuğunu karnında barındınnakta, süt anne de .doğduktan sonra onun gıda ihtiyacını temin etmektedir. Çocuğun, öz annesinden sonra bir annesi de odur. Onun çocukları da öz kardeşleri gibi kendi kardeşleridir. Süt annesi, kendisine kucağını açtığı sırada !ıkla zaid olarak kanun metnine girmiş ibarelermiş gibi gösterilerek kanun� dan çıkartılmıştır. Borçlar Kanunu Medeni Kanun ile birlikte aynı tarihte (4.10.1926) mer'iyete girdiğinde mezkur hükümler -bir gün bile mer'i olmak­ . sızın- sessizce tarihe mal edilmiştir. "Memleketin mümtaz hukukçularından müteşekkil bir ilim heyetinin ve Adliye Encümeninin tasvip ve T. B.M.M. tarafından da kül halinde kabul edi­ len bir kanuna ait bazı hükümlerin teşrii teamül dışında, bu şekilde dürüst ol­ mayan bir yoldan bertaraf edilmesinin sebebi: Bu hükümlerin memleketin içtimai ve hukuki an'anesinin ifadesi oluşu ve zamanın Adliye Vekilinin (Mahmut Esat Bozkurt) ise memleketin İslami olan hukuk an'anesini tama­ men yıkmak ve maziyi hatırlatan en ufak bir hükme bile mevzuatımızda yer vermemek isteyişi ve ancak bu suretle muasır garb medeniyetine ulaşmanın mümkün olduğuna inanmasıdır. "Bir kimsenin süt-anası veya süt-kardeşi ile evlenmesine kanunen mü­ saade tanımakla ve yine bir.kimsenin ölümünde mirasından ana ve babasına hak tanımamakla milletçe terakki edip Avrupa medeniyetine varılabileceğini vehmeden zihniyetin bir hususiyeti de millı iradeye ve kanunlara hürmet his.­ si duymaması ve milletçe kurtuluşun ancak kendi fikri ve kanaatlerinin -her ne şekide olursa olsun- tahakkukuna bağlı olduğuna inanmasıdır. Zira, Medeni Kanunun müzakeresinden 6 gün.önce 11.2 .1926 günü Meclis kürsü­ süne çıkarak: "Kanun Medeni'yi Adliye Encümeni tetkik etıniş ve tetkikini de ikmal etmiştir. Bugün heyet celilenizin nazar-ı dikkatine arzedilecektir. Kanunun müsta'celiyetine binaen önümüzdeki çarşamba günü müzakeresine başlanmasını ve ruznamedeki mevadda tercihen ve takdimen müzakere edil­ mesini ve teklifimin kabulünü rica ederim... Bunlar bir küldür, içinde 3-5 maddenin oynaması diğer maddelerin de manasını kaybettirebilir. Bunlar, bi­ dnci maddeden sonuncu maddeye kadar yekdiğerine bağlı olan kavaidden ibarettir." diyerek -Meclis Dahilı Nizamnamesine muhalif olarak- "Kanunun madde madde değil kül halinde heyet-i umumiyesinin müzakere edilerek ka­ bul veya reddini" isteyen bir kimsenin kendi kabul ettirdiği tezinin hilafına olarak kanunu_n bazı maddelerini iki ay sonra bu şekilde ortadan kaldırması başka türlü izah edilemez. Tarihin sinesine çoktan terkedilmiş bir hukuki hatıranın bugün zikre şayan görülmesindeki saik budur." (Avukat Kemaled­ din Nomer,Millf İrade, İslam Mecmuası, Ocak, 1962, sayı 52, s. 105-106.) 11. Dihlevi, Huccetullalıi'l-b/lliga, II, 700. 12. en-Nur 24/3. 68 ona özen göstermiş ve böylece analık hakkı her ne ise onun üzerinde süt anneye karşı da sabit olmuştur. Çocuk, küçüklü­ ğünde ondan bunca iyilikler görmüştür. Artık bütün bunlara rağmen ona zevce diye sahip olmak ve onunla cinsi ilişkide bu­ lunriıak selim yaratılışın asla kabul etmeyeceği bir şeydir. Nice idrak�iz hayvan var ki annesine veya süt annesine bu muamele­ yi yapmazken insanlar nasıl yapar?" 11 AHLAKEN DÜŞÜK KADINLA EVLENMEK "Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan kadından baş­ kası evlenmez. Zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan bir erkek evlenir. Bu sôretle evlenmek mü'minler üzerine ha­ ram kılınmıştır" 12. Bu ayet üzerinde hukukçular çeşitli görüşler ileri sürmüş­ lerdir. Zina eden bir kadınla bir müslüman evlenebilir mi? Ço­ ğunluk, zina etmiş olan bir kadın nikah edilebilir, kanaatindedir. Hz. Ali, Aişe, Bera' ve İbn Mes'ud'dan gelen bir rivayete göre ise bu, caiz değildir13. İbn Kayyım ikinci görüşü müdafaa eder. Diyor ki: Mümin, Kur'an-ı Kerirn'de iffetli kadınla evlenmekle emrolunmuş 14 ve evlenmek ancak bu şartla (iffet şartiyle) mu­ bah kılınmıştır. Bu şart bulunmayınca evlenmek de mümkün değildir. Evlenecek kimse ya Allah'ın bu hükmünü kabul eder ya da etmez. Kabul etmezse, kafirdir, müşriktir. Kabul eder fa­ kat tatbik etmezse, yani zaniye ile evlenirse bu sefer de nikahı 13. Cessas,Ahkilmü'l-Kur'iln, III, 264 v.d. 14. en-Nisa, 4/3, 24; el-Maide, 5/5. 69 sahih olmaz, kendisi de zani sayılır. İşte ayetin manası da bu­ dur. İbn Kayyım bu konuda başka açıklamalar da yapar15. Zina eden her kadın aynı nitelikte değildir. Kimisi tevbe et­ miştir. Kimi bu felakete istemiyerek sürüklenmiş, bir kurtaranı bulunsa memnun olacaktır. Böylesini kurtarmak herhalde iyi bir şeydir. Kimi de gönlü ancak. fuhuşta rahat eden türündendir ki evlense bile gözü yabancıdadır. İşte bununla evlenmek fuhşa rıza göstermek, Kur'an'da "habıs=kirli" diye.vasıflandırılan bir malılftkla yaşamak demektir ki bu mü'mine yakışmayan bir dav­ ranıştır. Roma Hukuku'na göre zina eden, aktrislik yapan ve mahkum olan kadınla evlenmek yasaktı. Ayan azasının ve ço­ cuklarının da azatlılarla veya tiyatro aktörlerinin çocuklari ile evlenmeleri yasaktı 16• EVLATLIK Modem hukukun temelini teşkil eden Roma Hukuku'nda olduğu gibi İslam'dan önce Cahiliyye devrinde de evlat edinme (tebennı) mevcuttu. Başkasının sulbünden gelen çocuk aileye alınıyor ve öz çocuk muamelesi görüyordu. Yeni ailenin fertle­ rine mahrem sayılıyor, o ailenin çocuğu diye çağrılıyor ve evlat edinene varis olabiliyordu. Hz. Peygamber de ilk zevcesi Hz. Hatice'nin kendisine he­ diye ettiği Harise oğlu Zeyd'i evlat edinmişti. Bundan dolayı ona "Zeyd b. Muhammed" (Muhammed'in oğlu Zeyd) denirdi. Fakat daha sonra evlat edinme adeti kaldırılmıştır. "Allah hiç bir kimsenin göğsüne iki kalp yerleştirmemiştir... Evlatlıklarınızı da öz oğullarınız saymamıştır. Bu, sadece ağzınızla ileri sürdüğünüz 15. İbn Kayyim, İğasetü'l-lehfiln min mesilyidi'ş-şeytan, I, 80-83. 16. R.Honig, Roma Hukuku,s. 164-165. 70 kuru bir sözden ibarettir. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yolu gösterir. Onları babalarına nisbet ederek çağırın, Allah nezdinde en doğru olanı budur.. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar zaten din kardeşleriniz ve dostlarınızdır... " 17. Bu ayetlerden sonra Hz.Zeyd'e "Harise oğlu Zeyd" denilmiştir18. Evlatlık müessesesi kaldırılınca evlat edinilen çocuğun da malıremiyeti kalmaz. Onunla veya yakınlariyle evlenmekte bir · sakınca yoktur. Hatta bunun tatbikatını Cenab-ı Hak ilkin Pey­ gamber'ine yaptırmıştır 19 . "Ahiret evlatlığı" veya "ahiret kardeşliği" evlenmeye mani değildir. Esasen İslam hukukunda nesep, sıhriyet ve süt akraba­ lığından başka, kadın ile erkek arasında kardeşlik olamaz20., MUVAKKAT NİKAH · Nikah ·karşılıklı huzur ve sükuna, sevgi ve şefkate dayanan, aile kurup çocuk sahibi olmayı gaye edinen bir akittir. Şahitler huzurunda bile olsa, bir kadınla muvakkat (sınırlı) bir zaman için akit yapmak nikah sayılmaz. İsterse on seneliğine, yirmi se­ neliğµıe olsun. Halk dilinde "acem nikahı" diye isimlendirilen bu işlemi Resftlullah kat'ı olarak menetmiştir. Abdullah b; Ab­ bas'ın, muvakkat nikahın sahih olduğu kanaatine devam ettiği sözü doğru değildir. Ashab'dan, tabiin'den ve müctehidlerden bu tür nikahı kabul eden kimse yoktur21 . 17. el-Ahzab, 33/4-5. 18. Buharı, Tefsir, 33/2. 19. el-Ahzab, 33/37. 20. M.Zihni, Münilkehilt ve Müfarekat, s. 30/2, 3. 21. İbnü'I-Hümam, Fethu'l-kadfr, II, 384 v.d.; Buharı, Nikah, 31. 71 İKİNCİ BÖLÜM AiLEDE KADIN I İs/am ailesinde kadının konumu il · Karı ile kocanın birbirine karşı hak ve vazifeleri III Taaddüd-i zevcat IV Boşanma V Hulle VI Mirasta kadın GİRİŞ İslam'ın doğuşundan önce dünyanın hemen her yerinde ge­ rek bekarlık, gerek evlilik devresinde kadının sahip olduğu haklar pek azdı. Eski Yunan medeniyetinin en parlak devirlerinde, M.S• . III. asra kadar Roma'da, Çin'de, Hind hukukunda, İsrail huku­ kunda ... kadın vesayet altında bulundurulur, kendi başına her­ hangi bir hukuki işleme girişemezdi. Evlenmeden önce babanın, evlilikte kocanın, onun ölümünden sonra da büyük oğlunun veya akrabadan bir erkeğin hakimiyeti altında yaşardı! , Arabistan ya­ rımadasında da durum bundan farklı değildi. 1. bk. M.Es'ad, Tarfh İlm Hukuk, s. 95; R.Honig, Roma Hukuku, s. 161-163, 165, 194 v.d.; Neda Armaner, Hadislere Göre.Kadının Sosyal Du­ rumuna Umumi Bir Bakış, İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1961, sy. IX, s. 131-133. 75 I İSLA.M AİLESİNDE KADININ KONUMU "Cennet annelerin ayak­ ları altındadır". (Hadis şerif) KADIN İLE ERKEGİN FİZYOLOJİK VE PSİKOLOJİK KABİLİYETLERİ Kadın ile erkeğin, vücut yapısı bakımından birbirinin aynı olmadıkları inkar edilmez bir gerçektir. Kadın hakları konusun­ da fikir yürüten bilginler bu eşitsizliğin çeşitli sebeplerini açık­ lamaya çalışırlar. Bazıları fizyolojik alandaki bu farkın zamanla ortadan kalkacağım ve dolayısiyle psikolojik olarak da kadın ile erkeğin bir gün eşit hale geleceğini iddia ederler. Bu müna­ kaşalar bir yana, bugünkü duruma baktığımızda farklı yapılara sahip bulunan karşı cinsler yapılarına bağlı olarak farklı fonksi­ yonlar icra ederler. Hiç bir erkek, çocuk doğuramayacağıgibi hiç bir kadın da dölleme yapamaz. İki cins arasındaki bu farkı küçümsememek gerekir. Zira "cinsi insiyak, başlı başına müsta76 kil bir psikofizik kıymet olmayıp umumi mizacın esaslı bir un­ suru olmak üzere ve ondan ayrılmayacak bir şekilde onun örgü­ lerine bağlanmıştır... Şunu da iyi bilmeliyiz ki cinsi insiyakın tetkiki, bizi bir insanın mizacının hususiyetlerine götürebilir"2. Fizyolojik yapıya bağlı olarak psikolojik alanda da elbette mühim farklar olacaktır. Kadındaki ince duyguları, çocuğun de­ ğişken, ihtiyaçlarına uyum sağlayan davranışları erkekte bula­ mazsınız. Erkek, tabiatın haşin görünümlerine, hayatın sayısız güçlerine karşı koyacak bir yaratılışa sahiptir. Psikologlar ka­ dınla erkek arasındaki ruhi farkları izah ederler. Erkek için aile­ de esas olan kadına sahip olmak, kadın için esas olan ise erkeğe teslim olmak, şahsiyetini mümkün mertebe korumak ve onu er­ keğe kabul ettirmek, erkeği kendi "ruh ve beden hazvasında" tutmaktır. "Aile erkek için bir malikane, kadın için bir istihkamdır." "Kadında uzvi bünyeye, fizyolojiye tabi bazı hu­ susiyetler var. Hararet, nabız, teneffüs kadında fazladır. Adali kuvvet erkekte galiptir. Bu hal, kadını ,çocukla erkek arasında bir mevkie koyar, denilmiştir"3. "Çok mutedil ve makul bir ilim zihniyetiyle" kadın psiko­ lojisini incelediği kabul edilen madam Gina Lombroso "L'ame de la famme", "La famme dans la societe actuelle" dikkat çekici açıklamalar yapar: "Kadın başkalarına duyduğu bir aşk yüzün­ den daima başkalarına tabi kalmaktadır. Erkeğin özcülüğü, ken­ disine gideceği yolları gösteren parlak bir fenerdir. Bu sebepten erkek kılavuz istemez ve kimseye dayanmaz. Kadının özgeciliği ise, onu daima başkalarına istinat ettirir ve kılavuzsuz ilerleme­ sine mfuıi olur. Bu hal, yalnız sevmek ve sevilmek için değil, belki aynı zamanda kendini idare etmek için de böyledir. Kadın 2. Dr. E.Kretschmer, Dr. Mümtaz Turhan (tercüme), Beden Yapısı ve Karakter, s. 110-111. 3. Prof.Dr. Tevfik Remzi Kazancıgil, Kadın Psikolojisi, Üniversite Konferansları, 1939-1940, s. 53-54. 77 bir sarmaşık gibidir ki kökü kurumuş olsa da dayanacak kuru bir dal veya duvar da bulmuş olsa yaşamasına devam eder. Onun için en büyük felaket dayanacak bir şeyden, bir kuvvetten mahrum kalmaktır. Bu mesnet aramak halini ve başkalarına tabi kalmak za'fını -ki bu kadın için aynı zamanda bir kuvvettir- bir terbiye eksikliğine atfedenler vardır. Halbuki en çok, tahsil ve terbiye görmüş bir kadının bile bu mesnede ihtiyacı vardır"4. Ord.Prof.Dr. Mazhar Osman Uzman kadın-erkek arasında­ ki uzvi ve ruhi farklara temas ettikten sonra der ki: "Eski za­ manlarda bugünkü feminist gençlerin iddiası vechile hukuk mü­ savatı düşüncesi yoktu. Aynı tarzda yaratılmayan ve hayatta mefkure ve zevkleri ayrı olan iki nesli hukuk müsavatı mesut etmez, belki gayr-ı tabiiliği yüzünden ikisini de sıkar. Hayvan­ ların erekleri dişilerine ne kadar kaba ve haşindir! Vaktiyle ka­ dın mübadele edilirdi, satın alınırdı, çalınırdı, satılırdı. Yani kendinin sahibi değil, o bir şey, tenasüle yarayan şeydi... Hala kadının baş tacı sayıl,dığı memleketlerde bile izdivaç ona başka bir varlık verir, eski benliğini tamamen kaybettirir. Matmazel­ likten madam olur, kocasının ismini taşır, o adamın malı diye tanınır. Halbuki teehhül (evlenme) erkekte bir değişiklik yap­ maz. İzdivaç ne (kadar) süslü bir şeklide olursa olsun, kadını er­ keğin hizmetine koymaktadır. İngiltere'de zevcenin vazifesi: sevmek, hizmet etmek, muti olmak diye zebanzeddir (dillerde dolaşmaktadır). Şair Şiller: "İtaat yer yüzünde kadının vazifesi­ dir" der. Erkeğin zahiri üstünlüğü karşısında kadının da gizli bir mukavemeti vardır. Kadın erkeği mağlup etmek için tabiatının inceliğinden istifade eder ve hissettirmeksizin istediği hale ko­ yabilir. Bu mesut izdivaçta birinin huşOnetini diğerinin nezaketi ta'dil eder. Bir taraf tahakküm etmek, hükmünü istibdat derece­ sine, iradesini zulme kadar yükseltmek ister. Diğeri ise tevazu ile ve derin teslimiyet, tabi ve muti olmakla kazanır. İşte izdiva4. Cemil Sena Ongun, Yeni Kadın, s. 69-79. 78 cm çeşnisi budur. İki cinsin birbirinden bu kadar ayrı yaratılma­ sı mütekabil hürmet ve aşkı tevlit ediyor"5. VAZİFE TAKSİMİ İslam dini aile müessesinde, kadınla erkek arasında kendi maddi ve manevi kabiliyetine göre vazife taksimi yapmıştır. Her cinse görebileceği işi vermiş, "ihtisasa hürmet" etmiştir. Kadına, yapamayacağı işi teklif etmemiş, taşıyamıyacağı so­ rumluluğu yüklememiştir. Kur'an-ı Kerım'de insanlara yapılan hitaplar umumiyetle erkeklere aittir, müzekkerdır. Bunun sebebi Arap dilinin kendi özelliğidir. Arapça'da kadın ve erkekten oluşmuş bir topluluğa hitap etmek veya gıyaben onlar hakkında bir şey söylemek için müzekker ifade kullanılır. Mesela, ( =ey iman edenler) hitabı gramer bakımından erkeklere ise de mana ve kapsam yönünden erkek ve kadın bütün iman edenlere aittir. İslam'dan önce, dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi Ara­ bistan'da da kadın mağdur bir durumda idi. İslam dini kadına haklarını getirmiş, onu yüksek mevkiine çıkartmıştı. Bu ani ve fevkalade inkılabın verdiği hürriyet içinde kadınlar fikirlerini açıkça söyleyebiliyorlardı. Biraz önce de belirttiğimiz gibi Kur'an-ı.Kerım'deki ifadelerin genellikle müzekker olması her ne kadar dilin hususiyetinden ileri geliyorsa da, kadınlar özel­ likle kendilerinden de söz eden ayetlerin inmesini istemişlerdi. • Bir gün ensar müslümanlarından Ümmi Umare hanım Resı'.ilul. lah'a gelerek şöyle demişti: "Ey Allah'ın elçisi, görüyorum ki her şey erkekler için, kadınların adı geçmiyor?" Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Şüphesiz ki Allah'ın emrine boyun eğen er­ keklerle Allah'ın emrine boyun eğen kadınlar, iman eden erkek­ lerle iman eden kadınlar, ibadete devam eden erkeklerle ibadete 5. Mazhar Osman, Tababet Ruhiye, II, 427-429. 79 devam eden kadınlar, sadık erkeklerle sadık kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, mütevazi olan erkeklerle, mütevazi kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tu­ tan erkeklerle oruç tutan kadınlar, gizli yerlerini haramdan koru­ yan erkeklerle gizli yerlerini haramdan koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkeklerle Allah'ı çok zikreden kadınlar... işte bun­ lar için Allah mağfiret ve büyük mükafat hazırlamıştır11 6. Yine Allah nezdindeki değer, manevi mükafat bakımından kadınla erkek arasında tam aynilik isteyen bir müslüman kadın­ la erkek arasında tam aynilik isteyen bir müslüman kadın! .. Hz.Peygamberin zevcesi Ümmi Seleme validemiz: "Ne olurdu biz de erkek olsaydık da onlar gibi savaşır, onların mükafatını kazanırdık!" diye temennide bulunur. Bunun üzerine şu ayet na­ zil olur: "Allah'ın kiminize kiminizden daha çok verdiği iyilikle­ rin şeyleri özlemini çekmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri var, kadınların da kazandıklarından nasipleri vardır. Allah'dan, O'riun lutf-ü inayetinden isteyin, şüphesiz ki Allah her şeyi hakkiyle bilendir'ı7. Erkek kız gibi olamaz: Hz.Meryem'in validesi Hanne, Meryem'e hamile iken kar­ nındaki çocuğu erkek tasavvur ederek onu Beyt Mukaddes'in hizmetine adar. Fakat kız doğurunca teessüre kapılır ve: "Rab­ bim, ben onu kız doğurdum" diyerek üzüntüsünü belirtir. Han­ ne'nin ne doğurduğunu pek iyi bilen Allah şöyle buyurur: "Er­ kek kız gibi değildir". Yani senin istediğin erkek benim verdi­ ğim kız gibi olamaz, Beyt Mukaddes'in hizmetinde onun gibi başarı gösteremez8 • 6. el-Ahzıib, 33/35. 7. en-Nisıi, 4/32; Taberi, Cômiu'l-beyıln, V, 30-31. 8. AI İmrıin, 3/35-36. 80 ERKEGİN HAKİMİYETİ Bu açıklamadan sonra diyoruz ki aile müessesesinde "Er­ keklerin meşru sôrette kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınla­ rın da onlar üzerinde hakları vardır·. Yalnız erkekler onlar üze­ rinde daha bir üstün dereceye sahiptirler"9. Bu üstünlüğü bildi­ ren ayet de şudur: "Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. 11 10. Bir çok gayr-i müsliriı araştırıcıların söz konusu ettikleri ve kadını, er­ keğin mutlak emir ve tasarrufu altına verdiğini ileri sürdükleri ayet budur. Meseleyi daha iyi kavramak için ayetteki "kavvamftn" (yö­ netici ve koruyucu) kelimesi üzerinde durmamız gerekir. Bu ke­ lime arapçada "kıyam" kökünden gelir. Kaynaklar erkeklerin bu "kıyam" görevini iki şekilde belirler: 1) Nafakasına ve ihti­ yaçlarına bakinak. 2) Onu murakebe etmek yani gözetleyip ko­ rumak. Birinci manada kadının aleyhine olan bir durum yoktur, bilakis lehinedir. İkinci manaya, erkeğin kadını mürakabe etme­ sine gelince, bunun İslamda belirlenmiş sınırlan vardır. Bir defa kadın, müslüman olmayıp kitaplılardan (yahudi veya hıristiyan) ise, erkek onun dinine müdahale edemez11. Er­ kek kadının şahsi malına da karışamaz. Nikah akdinde kadın er­ kekten mehir alır. Bu kendi öz malıdır, kocanın bunda hiçbir hakkı yoktur. Kadın, mehrinden çeyiz yapmakla da mükellef değildir. Esasen kadın gerek evlenme esnasında, gerek evlen­ dikten sonra hiçbir mali mükellefiyet taşımaz 12. 9. el-Bakara, 2/228. 1O. en-Nisa, 4/34. 11. el-Bakara, 2/256; el-Maide, 5/5. 12. İbn Hazın, el-Muhal/ti, IX, 507 v.d. 81 Kadının mehirden başka hususi malı varsa -kocası muhtaç olsa bile- onun üzerinde kendi başına tam mülkiyet ve tasarruf hakkını taşır. Ticaret yolu ile malını çoğaltmaya, hibe etmeye, kiraya vermeye... yetkilidir; bunun için kocasından izin almaya mecbur değildir. Koca zevcesinin malından Allah rızası için vermeye (tasadduk etmeye) salahiyetli olmadığı halde, kadın, kocasından müsade almadan bu salahiyeti taşır13 • Kur'fuı-ı Kerim'de zevç ve zevce bahislerinin geçtiği yer­ lerde sık sık kadınlar için "maruf=meşru, bilinen, örf ve adete uygun olan" tabiri kullanılır. Koca eğer cimriliği sebebiyle eşi­ nin ve çocukların gerekli ihtiyaçlarını sağlamazsa eşi, kocadan habersiz, kendisi ve çocukları için meşru ve adet olanı harcama­ ya salahiyetlidir 14• Kadın kocasının evinde çalışmak ve ev işlerini görmekle bile -hukuki bakımdan- mükellef değildir15 • Fakat karşılıklı sevgiye, yardımlaşmaya ve şefkate dayanan İslam evliliğinde her halde bu işlerden bigane kalacak da değildir. Ashab-ı kiramın hanımları ev işlerinde çalıştıkları gibi ko­ calarının işlerinde bile onlara yardım ederlerdi. Hz.Fatıma validemizin el değirmeninde ellerinin ezildiğini biliyoruz. Hz. Peygamberin baldızı ve Ebu Bekir'in kızı Esma validemiz koca­ sı Zübeyr'in işlerinde çalışır, atının bütün hizmetlerini görür, bir kilometreye yakın yerden başının üstünde tohum veya hurma çekirdeği taşırdı1 6• Sevgi ve bağlılığın en ileri derecesinde bulu­ nan eşlerin böylece birbirlerine yardım etmeleri bir yül<: değil, bir zevktir. Ashabdan Esved b. Yezid Hz. A.işe'ye, evde kaldığı zamanlarda ResOlullah'ın ne işle meşgul olduğunu sorunca şu 13. Buharı, Nikah, 86. 14. Buharı, Nafakat, 9. 15. İbn Hazın, el-Mualla, X, 73 v.d. 16. İbn Hacer, el-İsabe, IV, 224; el-Mualla, X, 74. 82 cevabı almıştı: "Ev halkına, işlerinde yardım eder, ezanı işitince namaza çıkardı"1 7. Bu izahtan sonra diyebiliriz ki erkek kadının dini, mali ve hukuki hürriyet ve salahiyetine müdahale edemez. O halde er­ keğin hakimiyeti nerede kaldı? Bu hakimiyetin sahas1f1.ı belirt­ meye çalışalım. Ayette erkek hakimiyetinin sebepleri iki türlü gösterilmek­ tedir: 1 8 1) Yaratılış bakımından erkek kadından daha kuvvetli, güçlüklere daha çok dayanıklıdır 19. Tedbiri, temkini ve sebatı daha fazladır. Bundan dolayı peygamberlik, devlet reisliği, şahitlik, savaşmak ve mirasta fazla almak... gibi hususlarda özellik kazanmıştır. 2) Erkek gerek evlenmede mehir vermekle, gerek aile müessesesinde geçimi temin etmekle mali yükümlü­ lükler altındadır. Buna göre erkeğin bu hakimiyeti sorumluluk­ larından doğmaktadır. Bu da herkesce kabul edilen şu prensibe dayanır: "Yetkiler sorumluluklarla orantilıdır". Erkek ailenin reisi ve mes'ulüdür. Çocuklar ona bağlıdır. Mesken tutmak, onu muhafaza etmek erkeğin borcudur. İkamet salahiyeti onundur. Ev sahibi odur. Bundan dolayı, erkek evde iken kadın, yabancıya eve girmek için müsaade edemez20. Ka­ dın, meşru isteklerinde aile reisine itaat eder. Ağır görev ve so­ rumluluklar taşıyan, hayat mücadelesine göğüs geren erkeğe ka­ dın itaatsizlik edemez. Koca hakkı büyüktiir. Hz. Peygamber: "Eğer bir kimseye, Allah'tan başka birine secde etmesini emrede­ cek olsam, kadınlara, kocalarına secde etmelerini emrederdim. 17. Buharı, Nafakat, 8. 18. en-Nisa, 4/34; Beyzavi, Envarü't-tenzfl, I, 273. 19. Seksoloji alimleri, kadınla erkeğin birbirine karşı duyduğu kuvvetli meylin sebebini şuna bağlar: Kadın, kendisinden daha kuvvetli olan erkeğin gücüne sığınmak, ona teslim olmak; erkek de kendinden daha zayıf, narin vücutlu kadını kuvvetine ve hükmüne bağlamak ister. 20. Buharı, Nikah, 86. 83 Bunun sebebi Allah'ın erkekler için kadınlar üzerinde kıldığı hak­ lardır"21 buyurur. Bir başka hadisin meali şöyledir: "Cehennem bana gösterildi. Bir de baktım ki halkının çoğu kadınlardır. Onlar küfrederler". Ashap tarafından: ya Rasulallah, Allah'a mı küfre­ derler, diye sorulunca buyurdu ki: "Kocalarına karşı nankörlük ederler, iyiliğe nankörlük ederler. Onlardan birine asırlar boyun­ ca iyilik etsen de sonra senden hoşlanmadığı bir şey görse: ben za­ ten senden hiç bir hayır görmedim ki, der" 22. Aile ocağı küçük bir devlettir. Bunun elbette bir reisi ola­ caktır. Bu reis yaratılışı, görev ve sorumlulukları gereği erkek­ tir. İşte İslam'ın erkekler için kadınlara karşı tanıdığı üstünlük budur. Bugünkü hukuk anlayışına göre de aile müessesesinde er­ keğin kadına nisbetle sahip olduğu üstün haklar vardır. Koca ai­ le reisidir, oturulacak evin seçilmesi ona aittir. Zevce kocanın aile ismini (soyadım) taşır. Kadın kocanın müşavir ve muavini­ dir. Evlilik birliğini koca temsil eder23. Kocanın müsaadesi ol­ madan kadın bir iş veya sanatla uğraşamaz24. İslam hukukunda zevce, nikahı akdedildikten itibaren boşanıp iddeti (boşandıktan sonra beklenen müddet) bitinceye kadar koca tarafından bakılır. Gerek zevcenin, gerek çocukların her türlü masrafını sadece ko­ ca temin eder. Kadın buna karışmaz25 • Buna mukabil modem hukukta kadın çocukların iaşe ve terbiyesi için gereken masraf­ lara katılır26. 21. İbn Mace, Nikah, 4. 22. Buharı, İman, 21. 23. Türk Medeni Kanunu, m. 152-154; İsviçre M.K. 160-162; Fransız M.K. 213/4, 12; Alman M.K. 1353/4, 1355/6. 24. Türk Medeni Kanunu, m. 159. Bu madde sonradan yapılan bir deği­ şiklikle kaldırılmıştır. --��. İ�ntl�!Jl, el:Mıılıg/f4, X:,8Şx.d. 26. Türk Medeni Kanunu, 261, Isviçre M.K. 272; Fransız M.K. 205; Al­ man M.K. 1602. 84 n KARI İLE KOCANIN BİRBİRİNE KARŞI HAK VE VAZİFELERİ "... Sizin kadınlar üzerinde hakkı­ nız olduğu gibi, onların da sizin üzerinizde hakları vardır". ("Veda hutbesi"nden) Kur'an-ı Kerım'de evlilik birliğine "hudı1dullah=Allah'ın tayin ettiği sınırlar" denilmektedir. Evlilik sadece iki insan ara� sında cereyan eden bir hadise değildir. O, aynı zamanda ailenin temelini teşkil eder. Aile ise cemiyetin ana direğidir. Evliliğin, bu önemli beşeri ve hukuki yönünden başka, bir de ilahi ve dini tarafı vardır. Onun, saadet ve huzur ile devamı için gereken şartlar "Allah'ın tayin ettiği sınırlar"dır. Evliliği devam ettirmek bu sınırları korumakla olur. Bunları aşmak evliliği yıkmaktır. "Allah 'ın sınırlarını aşanlar zalimlerin ta kendileridir" 1. Resul Ekrem (sallallahu.aleyhi ve sellem) evlilik birliğinde karı-kocanın mes'uliyetlerini şöyle belirtirler: "Şunu iyi biliniz ki hepiniz birer çobansınız ve herkes beklediğinden sorumludur. Devlet reisi bir koruyucudur ve yönettiği halktan sorumludur. Er­ kek ev halkının bir muhafızıdır, o da onlardan sorumludur. Ka­ dın kocasının evinde ve çocukları üzerinde bir koruyucudur on­ lardan mes'uldür. Hizmetçi efendisinin malı üzerinde bir bekçidir 1. el-Bakara, 2/229-230. 85 ve ondan sorumludur. Hülasa hepiniz birer çobansınız ve her biri­ niz beklediğinden sorumludur 11 2 . KADININ KOCA ÜZERİNDEKİ HAKLARI Zaruri Bir Açıklama: "Hakikatı insanlarla değil, insanları hakikatın ölçüleriyle tanı". Bu sözün, konumuz bakımından büyük bir önemi vardır. İslam dini iman esasları, ibadetleri, ahlakı ve hukuku ile birlikte bir bütün teşkil eder. İslam'a dair ilahı emir ve irşatlar Kur'an-ı Kerım'i Allah'tan vahiy suretiyle alıp insanlara tebliğ eden Mu­ hammed aleyhisselamdır. Aslında "ümını=tahsil görmemiş" olan Hz:Peygamber ilahı vahye mazhar olmak suretiyle gerekli olan her bilgiye sahip olmuştur. Bundan dolayı onun sözleri de. dinde bir kaynaktır. "O, hevesine uyarak konuşmaz; onun söyle­ diği indirilen vahiydeu_ibarettir" 3. Resul Ekrem'in yaptığı işler, yani onun hareket ve davra­ nışları da hakkın ta kendisidir. O, hakkı sözle tebliğ, fiille tatbik etmişti. Kur'an'da: "Andolsun ki sizin için Resôlullah'ta uyulacak güzel bir örnek vardır 11 4 buyurulur. Binaenaleyh, İslam'ı Kur'an'dan, onun tefsiri ve İslam'i hükümlerin tamamlayıcısı bulunan Resülullah'ın sünnetinden anlamak durumundayız. Müslümanlık için hüküm verirken her şeyden önce onun kay­ naklarını okumalıyız. Müslümanların hareket tarzları da bu öl­ çüye göre değerlendirilmelidir. İslam tarihi boyunca müslüman kadını çeşitli ülkelerde çe­ şitli muamelelerle karşılaşmıştır. Bu, bütün dünya kadınlığı içiı:ı söylenebilecek bir sözdür. Tarih boyunca müslüman kadının, diğer kadınlara oranla çok geri bir hayat yaşadığını söylemek insafsızlık olur, kanaatindeyim. Osmanlılar devrinde kadın za� - --1.aBuharı, Nikah; 90; Mtislim; İmare, 20. · 3. en-Necm, 53/3-4. 4. el-Ahzab, 33/21. 86 man zaman ayn hayat telfilddleriy�e karşılaştığı gibi, köylerde, şehirlerde geniş imparatorluğun çeşitli ülkelerinde de farklı bir hayat sürmüştür. Bizim konumuz aslında bu değildir. Tekrar ederek söyleyelim ki bazı devirlerde ve İslam dünyasının bazı ülkelerinde kadınlara karşı yapılan muamelelere bakarak İslam dininin kadın telakkisi konusunda hüküm vermemeliyiz. Zevcenin hakları: Resulullah'a kadının koca üzerindeki haklarının neler oldu­ ğu sorulduğunda şöyle cevap vermişlerdir: "Yediğin zaman ye­ dirmeli, giydiğin zaman giydirmelisin. Asla yüzüne vurmamalısın. Kendisi ve yaptığı işler için 'çirkin' dememelisin. Darılıp onu yal­ nız bırakmamalısın, ancak ev içinde (muvakkat bir zaman için dargın durabilirsin)"5. Başka hadislerinde şöyle buyururlar: On­ lara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin; onları dövmeyin, onlara çirkin demeyin, fena söz sarfetmeyin116• 1. Kadının maddi ihtiyaçları, nafakası erkeğe aittir. Bu, er­ keğin malı durumuna göre değişir. Önemli olan erkeğin kendi seviyesine göre olmasıdır. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi kadın hukuki bakımdan evde çalışmaya mecbur değildir. Maamafih ashap ve tabiinden bazılarıyla İmam Malik'e göre koca fakir ise kadının çalışması gereklidir7 • Koca eğer cimrilik eder de meşru ve adet olan harcamaları yapmazsa kadın, ondan habersiz olarak kendisinin ve çocuklarının ihtiyacı için harcama yapabilir. Hz.Peygamber buna izin vermiştir8. 2. Kadının gerek kendisine, gerek yaptığı işlere "çirkin" dememek. Kabul edileceği üzere kadına yapılabilecek en büyük kötülük ona "çirkin" demektir. Kadın ruhen güzelliğini ve kendi 5. İbn Mace, Nikah, 3. 6. Ebfi Davud, Nikah, 40-41. 7. Buharı, Nafakat, 6; İbn Hazın, el-Mııhallil, IX, 510. 8. Müslim, Akdıye, 7. 87 varlığını erkeğe kabul ettirmekle meşguldür. Ona "güzel" oldu­ ğunu söylemek büyük bir iyilik ve nezakettir. 3. Bunun yanında, hadiste, kadına darılmamak ve onu tek başına bırakmamak da yer almaktadır. Kadınla iyi geçinmek Kur'an-ı Kedm'de de emredilmiştir: "Kadınlarınızla iyi geçinin, onlardan hoşlanmadıysanız bile... Olabilir ki bir şey sizin hoşunu­ za gitmez de Allah onda bir çok hayırlar takdir etmiş bulunur"9. Hz.Peygamber'in konu ile ilgili tavsiyeleri çoktur: "Kadın­ lar hakkında birbirinize hayır tavsiye ediniz... 1110• ;,Mü'min bir erkek mü'min kadına kızıp darılmasın. Eğer onun bir huyundan hoşlanmazsa öbüründen memnun olabilir"11. Hakikaten bir insa­ nın her işi, her huyu hoşumuza gitmeyebilir. Fakat iyi niyetli ve geçimli insan, başkasında, özellikle kendi eşinde hoşa gidecek nice huylar bulacaktır. Onlarla kendini memnun ve mes'ut et­ melidir. Resul Ekrem'in başka bir hadisleri şöyledir: "Mü'minle­ rin iman yönünden en kamilleri ahlakan en güzel olanlarıdır. Si­ zin en hayırlınız kadınlarına karşı en iyi ve en nezaketli olanınız­ dır 1112. Tekrar edelim, darılıp kadınla konuşmamak, ona boykot et­ mek nehyedilmiştir. Çünkü kadın, kocasının kendisiyle meşgul olmasını ister, devamlı olarak kendi varlığı ve değerinin kocası tarafından kabul edilmesine ruban ihtiyaç duyar. O, bu ilgiyi görmeyince fazlasıyla muztarib olur. Hatta kadının meşru olma­ yan ilişkilere yönelmesinin en büyük sebeplerinden birinin bu olduğu yapılan anketlerden anlaşılmıştır13 . 9. en-Nisa, 4/19. ıo. Buharı, Nikah, 80. 1 LMüsliın, Rida', 61. 12. Tirmizi, Rida', 1 ı. 13. Hüseyin Cahit, Niçin Aldatırlarmış, s. 23-24. 88 Ülkemizde on adımda bir gözümüze çarpan "şarkın baş belası" kahvehanelerde yüzlerce binlerce insan saatlerce otur­ makta ve en hafifinden birbiriyle iyi vakit geçirmeğe çalışmak­ tadırlar. Bunların çoğu da yaşlı başlı, evli insanlardır. O gürül­ tülü yerde oturup zehirli havayı teneffüs edeceğine evde çoluk­ çocukları yanında bulunsalar daha iyi olmaz mı? Hem eşlerini memnun eder, hem de çocuklarının terbiyesiyle bizzat meşgul olurlar. Resul Ekrem, iyilik yapacak hiç bir vesile bulamazsanız evde zevcelerinizle yatmanız da sizin için bir hayırdır, buyur­ muşlardır 14. 4. Evde hanımıyla eğlenmek veya meşru olan bir eğlenceyi beraberce seyre gitmek de kadının koca üzerindeki haklarından biridir. Aişe validemiz Resülullah ile yolda yarışır, bazen o, Re­ sülullah'ı geçer, bazen de Hz.Peygamber yarışmayı kazanırdı. Medine mescidinde Habeş'li yiğitler mızraklarıyla savaş oyun­ ları düzenlerken Peygamber efendimiz Hz.Aişe ile kapıdan seyrederlerdi. Resülullah ridası ile Aişe'yi örter, böylece Aişe bıkıncaya kadar seyre devam ederlerdi15. İbn Abbas'ın şöyle de­ diği nakledilir: "Eşimin nasıl ki benim için süslenmesini arzu ediyorsam, benim de onun için süslenmemi severim. Çünkü Ce­ nab-ı Hak: "Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi ka­ dınların da erkekler üzerinde hakları vardır" buyurmuştur 1 6. Re­ sülullah bir hadislerinde şöyle buyururlar: "Kişinin oynadığı bü­ tün oyunlar boştur, yersizdir. Ancak yay ile ok atması, atına id­ man yaptırması ve eşi ile oynaması müstesna. Bunlar yerindedir, doğrudur" 17. 14. Müslim, Zekiit, 53. 15. Müslim, 'İdeyn, 18-20. 16. İbn Kesir, Tefsfrü'l-Kur'ilni'l-'Azfm, I, 481; el-Bakara, 2/228. 17. Tirmizi, Fediiilü'l-cihad, 11. 89 5. Kadını dövmemek. Hz.Peygamber kadınları kast ederek: "Allah'ın kullarını dövmeyin" buyurdular. Bir müddet sonra Hz.Ömer gelerek, kadınlar kocalarına büsbütün kafa tutmaya başladılar, diye şikayette bulundu. Bunun üzerine Resiilullalı onları dövmeye izin verdi. Bu sefer de Resiil Ekrem'in hanımla­ rına gelip kocalarından şikayet eden kadınların sayısı çoğalma­ ya başladı. Nihayet Peygamber efendimiz: "Muhammed ailesine kocalarından şikayet eden bir çok kadın başvurmaktadır. Şunu bilin· ki hanımlarını dövenler asla sizin hayırlılarınız değildir" buyurdular18. İslam'da aile reisi erkektir. Aile reisi disiplini temin etmek için yaralayıcı, fazla acıtıcı olmamak şartiyle hanımını dövebilir mi? Kadın "naşize" ise, yani kocasına karşı isyan etmiş, evlilik birliğini yıkmaya koyulmuşsa erkek onu dövebilir. Bu dövme­ nin başka hikmetleri de vardır. Bu bahis ileride aynca gelecek­ tir. Bunun dışında erkeğin kadını dövme hakkı yoktur. Hz.Pey­ gamber: "Hiçbiriniz zevcesini kölesini dövermiş gibi dövmesin. Belki de döner, gün bitiminde onunla münasebette bulunur" buyururlar19. Koca zevcesini acıtıcı, yaralayıcı ve zedeleyici tarzda dö­ verse ceza görür. Uyarı ve irşat niteliğinde hafifçe dövmek, ka­ dının zevcelik görevini yerine getirmekten imtina etmesi, malı­ rem olmayan kimselerle oturup kalkması, kocasının izni olmak­ sızın alışılmışın dışında gezip dolaşması, onun malını israf de­ recesinde harcayıp savurması gibi hallerdedir, Fakat bu hallerde de koca, hafif de olsa hemen dövemez. Önce nasihatte buluna­ cak, tatlılıkla söyleyecek, sonra ona sertçe ihtar edecek, hoşnut­ suzluğunu ve dargınlığını bildirecek. Bunlar da etkili olmazsa hafifce dövebilir. Fakat bununda fayda vermeyeceğini talımin 18. Darimi, Nikah, 34. 19. İbn Mıice, Nikah, 51. 90 ederse yine dövemez. Çünkü maksat kadını dövmek değil, uyar­ maktır. Bu, gerçekleşmeyecekse dövmek tecavüz sayılır. Kadı­ nın işlediği hata veya suç gerekli resmi makamlara intikal et­ mişse başka bir uyarıda bulunmak söz konusu değildir2° . 6. Koca eşini suizan konusu edinerek baskın yapamaz, onu gizlice izleyip gözetleyemez21 • Ancak şüphelendirici kuvvetli deliller bulunursa müstesna. Hadiste: "Sizden biriniz uzun za­ man ailesinden ayrılmışsa, gelişinde evine geceleyin (gizlice) var­ masın11 22 buyrulur. Erkek, eşi için başkalarının söyleyecekleri sözlere de he­ men kanıp hüküm vermemelidir. Esasen iki eşin arasını bozmak büyük günahlardandır: Hz.Peygamber "Kadım kocasına kötü ta­ nıtıp jurnal eden bizden değildir" buyururlar23 . Kocanın, eşinin yanına ani olarak gitmesinin bir sakıncası da onun kocasını kar­ şılayacak kadar hazırlıklı ve derli toplu olmamasıdır. Bazı kötü tesadüfler eşler arası ilgisizliğin doğmasına sebep oluşturabilir. 7. Eşler arasındaki özel hayatın sırlarını ifşa etmek dini ahlak açısından son derece sakıncalı görülmüştür. Daha çok ka­ . dının haya hissini, ince ve temiz duygularını rencide. eden bu hareketi Resül Ekrem şöyle değerlendirirler: "Kıyamet gününde Allah nezdinde en kötü mevkide bulµnan insanlardan biri de eşiy­ le m!inasebette bulunup onun sırrım ifşa eden kimsedir" 24. Elbet­ te ki bu nazik hususa kadının da aynı şekilde riayet etmesi ge­ rekmektedir. 20. Tafsilat için bk. Abdülkadir Üde, et-Teşrfu'l-ciniit, I, 513-518. 21. Müslim, İma.re, 184. 22. Müslim, İmıire, 183. 23. Ebfi Davud, Talak, 1. 24. Müslim, Nikah, 124. 91 KOCANIN KADIN ÜZERİNDEKİ HAKLARI 1. Önceki bahislerde de anlatıldığı gibi koca, eşinin ve ço­ cuklarının yiyecek, içecek, mesken ve diğer ihtiyaçlarını sağla­ makla mükellef bulunan, aile sorumluluğunu üzerine 'alan in­ sandır. Koca bu mes'uliyetine mukabil aile reisidir. Ev sahibi odur. Kadın meşru işlerde ona itaat eder. Evlilik birliğine dair hususlarda istişare edip görüş birliğine varamadıkları konularda kocanın görüşü ağırlık kazanır. "Erkekler kadınların yöneticisi­ dir... "25 mealindeki ayeti tekrar hatırlayalım. Kadın kocanın hayat arkadaşı, huzur ve sükun vesilesi, sevgi ve şefkat kaynağı ve aynı zamanda danışmanıdır. Eşler birbirinin tamamlayıcısıdır. Fakat bu, kadının her arzu ettiğini erkek yapar, har aklına geleni yerine getirir, demek değildir. İs­ lam toplumu erkeklerin sorumluluğuna dayanır. Bu ilkeye göre kadın itaat eden, erkek itaat edilendir. Avrupa'nın "modem" aile tipi büyük şehirlerimizden başla­ yarak küçük şehirlere ve kasabalarımıza, hatta köylerimize doğ­ ru yayılmaktadır. Bu aile tipinde erkeği binbir heves, emek ve zahmetle doğuran, yetiştiren, büyüten ve ulu Peygamber tara­ fından "cennetin, ayakları altında bulunduğu" haber verilen aziz anaya zevce tercih edilmektedir. Ana insan kalbinin en mutena köşesindeki tahtından indirilerek yerine eş veya kayınvalide oturtulmaktadır. Burada aziz ve muhterem varlıklara kıymet vermeyip basit duygulara ve aşağı zevklere mahkum oluş var­ dır. Peygamber efendimiz: "On beş kötülüğü ümmetim işleyince bela tepelerine iner" buyurduktan sonra, bunların içinde şunları da saymışlardır: "Kişi zevcesine itaat edip annesine karşı gelince, arkadaşının sözüne bakıp babasını dinlemez olunca... " 26. Bir baş25. en-Nisa, 4/34. 26. Tinnizi, Fiten, 38. 92 ka hidislerinde şöyle buyururlar: "Başkanlarınız en hayırlıları­ nız, zenginleriniz de cömertleriniz olup, işleriniz aranızda istişare. ile yürüdüğü sürece yerin üstü, sizin için, yerin altından daha ha­ yırlıdır. Fakat reisleriniz en kötüleriniz, zenginleriniz de cimrileri­ niz olunca, işleriniz de kadınlarınızın emir ve idaresine verilince o zaman yerin altı, sizin için, üstünden daha hayırlı olur 1127. 2. Kadın kocasının evinde bir koruyucu ve muhafızdır. Ai­ lenin malını, çocuklarını muhafaza etmekle mükellef olduğu gi­ bi namusunu da haramdan koruyacaktır. Hz.Peygamber bir ha­ dislerinde erkeklerin kadınlar üzerindeki haklarını, "yatağınızı başkalarına çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimselerin evlerini­ ze girmelerine izin vermemeleri" diye özetler28. Kur'an-ı Ke­ rım'de: "İyi kadınlar itaatlı olanlardır. Allah kendi haklarım nasıl korudu ise onlar da öylece göze görünmeyeni koruyanlardır" bu­ yurulur29. Buradaki "göze görünmeyen" (gayb) tabirinde ailenin malı, sırları, namusu, hatta kadının karnındaki çocuk dahildir. Kadının bunları muhafaza etmesi, çocuğunu düşürmemesi lazımdır. Kadın bunları yapmakla en büyük dini görevlerinin bir kısmını yerine getirmiş olur. Hadiste şöyle buyurulur: "Ka­ dın beş vakit namazını kılar, yılda bir ay orucunu tutar, ırzını muhafaza eder ve kocasına itaat ederse cennet kapılarının diledi­ ğinden girsin 1130, 3. Kadın kurulmuş olan aile düzenini bozmaya çalışmama­ lıdır. Evliliği devam ettirmeye imkan vermeyen durumlar bir yana, kadın kocasından boşanmak talebinde bulunmamalıdır. 27. Tinnizt, Fiten, 78. 28. Tinnizt, Rida', 11. 29. en-Nisa, 4/34. 30. Ebu Nuaym, Hilyetü'l-evliya, VI, 308; Hatib et-Tebrızı, Mişkatü'l­ mesabfh, II, 202. 93 Böyle hallerde boşanmak, ya bir başka erkekle alaka kurmak­ tan, ya da sonu iyi düşünülmeksizin verilen bir karardan ileri .gelir. Birincisi ahlaksızlıktır, ihanettir. İkincisi ise pişmanlık do­ ğurur. Resul Ekrem buyururlar ki: "Zaruret olmaksızın kocasın­ dan boşanmak isteyen kadına cennet kokusu haram kılınmış­ tır"3 I. 4. Evlilikte karşılıklı sevgi ve cazibenin devamı için gere­ ken şeyler ihmal edilmemelidir. Evlenmek her şeyden önce kar­ şılıklı sükuna tatmine dayanır. Çiftler birbirine karşı olan bu gö­ revlerini yerine getirmek durumundadırlar. Cinsi iktidar husu­ sunda normalin altına düşmek veya üstüne çıkmak gibi hastalık halleri erkeklerden çok kadınlarda bulunduğu kabul edilir. Cinsi arzuya insanın duygu filemi, tasavvur ve hayalleri de tesir eder. Bu konuda başkalarından, diğer eşlemı cinsiyete dair özel ha­ yatlarından duyulanların da etkisi vardır. Bundan dolayıdır ki evliliğin pek malırem olan bu tür hadiselerinin başkalarına nak­ ledilmesi yasaklanmıştır. Eşler cinsi iktidar konusunda birbirini tanımalı ve ona göre hareket etmelidirler. Bir hadiste şöle buyurulur: "Koca, eşini ya­ tağına çağırır da meşru mazereti olmadığı halde olumlu cevap vermeyen kadına -sabaha veya yatağa dönünceye kadar- melekler lanet eder11 32• Bir gün Peygamber efendimizin huzuruna bir ka­ dın gelir ve kocası Safvan'dan: "Namaz kıldığımda beni dövü­ yor, oruç tuttuğum zaman orucumu bozduruyor... " diye şikayette bulunur. O sırada Safvan da orada bulunuyordu. Resfi­ lullah kendisine sorunca şöyle cevap verdi: "Ey Allah'ın elçisi, namaz kıldığımda beni dövüyor, sözünün aslı şudur: O, nama31. İbn Mace, Talak, 21. 32. Buhfui, Nikah, 85; Müslim, Nikah, 121, 122. 94 zmda iki"sfire okuyor, ben ise bunu men'ettim". Bunun üzerine Resfilullah: "Bir tek sure olsaydı insanlara kafi gelirdi" buyurdu. Safvan devamla, "oruç tuttuğum zaı:n.an bana orucumu bozduru­ yor" sözüne gelince, o devamlı oriıç tutmak ister. Ben ise genç bir adamım, sabredemem." Bunun için de Resfilullah şöyle bu­ yurdu: "Kadın kocasının izni olmadan (nafile) oruç tutmasın11 33. O halde farzları yerine getirdikten sonra, kadının, sofuluk dere­ cesine varacak ibadetleri zevcelik vazifesine mani olmamalıdır. Bu durum aynen koca için de söz konusudur. O da vazife­ sini yapmak durumundadır. İbn Hazın, eşlerin birbirilerine karşı olan bu vazifelerinin, üzerlerine farz olduğunu söyler34• Bu ko­ nuda çekimser kalmak dindarlık değildir. Bilakis nefse, yaratı­ lıştan mevcut kabiliyetlere, aynca eşine zulüm ve haksızlıktır. Zinaya, meşru olmayan ilişkilere sebep olmaktır. Bir gün ashab­ ı kiramdan üç kişi bir araya gelmiş, şöyle andlaşmışlar: Birisi: "Ben, yaşadığım müddetçe geceleri devamlı namaz kılacağım". İkincisi: "Ben de ömrüm boyunca oruç tutacağım, hiç aralık vermeyeceğim". Üçüncüsü: "Kadınlardan uzak kalacağım, hiç bir zaman evlenmeyeceğim". Peygamber aleyhisselam bundan haberdar olunca yanlarına gider ve şöyle buyurur: "Şöyle şöyle diyenler siz misiniz? Allah'a yemin ederim ki Allah'tan en çok korkanınız ve ona karşı gelmekten en çok sakınanınız benim. Böy­ le iken ben bazen oruç tutuyor, bazen tutmuyorum. Hem namaz kılıyor, hem de uyuyorum. Kadınlar,a da evleniyorum. Kim be­ nim sünnetimden yüz çevirirse benden dağildir"35. Abdullah İbn Amr İbni'l As, zühd ve takvası ile meşhurdu. Resfilullah ona: "Senin gündüzleri oruç tuttuğunu, geceleri de na­ maz kıldığını haber aldım, öyle mi?" diye sorunca, evet ya 33. Ebu Davud, Sıyam, 74. 34. İbn Hazın, el-Muhallil, X, 40. 35. Müslim, Nikah, 5. 95 Resulallah, dedi. Hz.Peygamber şöyle buyurdu: "Öyle yapma. Bazan oruç tut, hazan tutma. Geceleri hem namaz kıl, hem de uyu. Şunu bil ki kendi bedeninin üzerinde hakkı vardır, kendi gö­ zünün üzerinde hakkı vardır, zevcenin de sende hakkı vardır"36. Şüphe yok ki bu hadislerde bahis konusu edilen namaz ve oruç­ lar farz ibadetlerin dışında kalanlardır. Farzlar elbette yapıla­ caktır. CİNSİYET HAYATINA DAİR BAZI MESELELER Kadınlara Mahsus Haller: Kadınlara mahsus adet görme (hayız) ile lohusalık (nifas) hallerine ait bazı özel hükümler vardır. Aybaşı, hamile olmayan kadınların ortalama ayda bir defa gördükleri kan durumudur. Üç günden az, on günden fazla olmaz. Lohusalık, doğumdan sonra görülen kandır ki en çok kırk gün devam edebileceği ka­ bul edilmiştir. .Adet gören veya lohusalık halinde bulunan kadınlar, bu halleri devam ettiği sürece namaz kılamaz, oruç tutamaz, cami­ ye giremez, Kabe'yi tavaf edemez, Kur'an okuyamaz ve Mus­ haf a dokunamazlar. Ayrıca bu durumdaki kadınlar cinsi müna­ sebette de bulunamazlru:37 • Hz.Peygamber devrinde Medine civarındaki yahudiler ha­ yız halinde olan kadınlarla oturup kalkmaz, beraber yemek ye­ mez, onlarla yatmazlardı. İslam'ın peygamberi ise cinsi münase­ bet dışında onlarla her türlü beraberliğin olabileceğini ifade etmiştir 38. O halde hayız ve nifas halinde bulunan kadınların yaptıkları yemekler yenir, kendileriyle oturulur, kalkılır, yatılır. 36. Buhfui, Nikah, 89. 37. Ekmeleddin el-Babertı, Şerhü'l inô.ye ale'l=Hidô.ye; Fethu'l kadfr, I, 0 114. 38. Müslim, Hayz, 16. 96 0 Ancak cinsi yakınlıkta bulunmak haramdır. Kur'an-ı Kerım'de şöyle buyurulur: "Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki o, bir rahatsızlıktır. Onun için hayız zamanında kadınlarınızla cinsi mü­ nasebetten vazgeçin, temizlendikleri zaman Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin ... 11 39, Ayette görüldüğü gibi bu haj. için "ra­ hatsızlık" denmektedir. Bu konudaki ilmi izahı mütehassısından dinleyelim: "Ay hallerinde erkekle bir araya gelmemelidir. Kan kaybeden, büyük bir sıkıntı geçirmekte olan kadın bu zaman az çok rahatsız kabul edilmeli ve her türlü, bilhassa cinsi teheyyüç­ lerden uzak kalmalıdır. Ay halinde kadının tenasül yolları kanla dolgun, rahmin damarlarının ağzı açık, az çok bereli bir halde­ dir. En titiz ve temiz olanlarda bile bu yollarda uyuşuk.sinsi bekleyen sayısız, milyonlarca mikroplar vardır. Ay halinde bun­ lar hemen süratle ürer, çoğalır, kuvvetlenir, fırsat kollar ve en ufak bir sebeple hemen bereli bulunan tenasül uzuvlarına, ra­ him, yumurtalıklara dalar, bu ara vuku bulan cinsi yakınlık mik­ ropların her yana yayılmasına sebep olur. Bu hal kadını örseler, hasta eder. Devamlı olursa fazla kan boşanmalarına, bel ve ka­ sık ağrılarına, ciddi birçok kadın rahatsızlıklarının uyanmasına sebep olur. Sonra adet halinde kadının kendine mahsus ağır bir kokusu vardır. Bu koku pek temiz kadınların bile ter ve tenini kaplar. Bu kokudan kadın kendisi bile tiksinir. Bu sırada vuku­ bulan cinsi yakınlıkta bu ağır koku erkeği de tiksindirir. Kadın bunları bilerek temizliğe bu zamanda daha çok dikkat etmeli ve eşinden uzak kalmalı, yakınlıkta bulunmamalıdır. "Lohusa iken de kırkını geçirmeden erkekle yakınlıkta bu­ lunmalctan sakınmalıdır. Zira doğum esnasında tenasül uzuvları, bilhassa rahim, hazne berelenir, çok defa yırtıklar husule gelir. Bu sırada kadınla yakınlıkta bulunmak kadını pek fena örseler, mikropların hemen faaliyete geçmesi, birçok ehemmiyetli kadın rahatsızlıklarının tekevvününe sebep olur. Onun için rahim ufal39. el-Bakara, 2/222. 97 madan, kadının tenasül uzuvları tabii halini almadan kat'iyyen kadına yanaşmamalıdır. Tolstoy, bu zamanlar kadını rahatsız eden erkeği ayıplıyor: "Bir erkek gebe bir kadını sevgili diye se­ verken onun bir anne olduğunu unutmamalı. Bir kadın hem bir sevgili, hem yorgun bir anne, hem de hasta bir insan olmağa bir anda tahammül edemez". "Erkek çok ateşli ve pek durulacak bir halde değilse tam yakınlıkta bulunmadan eşini sevip okşamakla da arzularını din­ direbilir. Ve saygılı bir kocaya bu zevk kafi gelir•ı40. Aybaşı ve lohusalık halinde dinen yasak olan doğrudan doğruya cinsi münasebette bulunmaktır. Bunun dışındaki haller (sevişme v.s.) haram değildir. Yalnız kendinden emin olmak ve işi harama götürmemek şartiyle. Hamile olan kadınla münasebette bulunmak �ini bakımdan pek mahzurlu değildir. Ancak doktorlar gebeliğin ilk üç ayı ile son üç ay devresinde münasebetin mahzurlu olduğunu söylerler. İlk üç ayda çocuk düşürme, son üç ayda vakitsiz doğum ve kan boşanması ihtimali vardır. Kadının sağlık durumuna göre bu konuda titiz davranmalıdır. Cinsi Yakınlık: Kur'an-ı Kerim'de: "Kadınlarınız sizin için evlat yetiştiren bir tarladır" buyurulur41 . Evlenmenin bir gayesi de nesil yetiş­ tirmektir. Bu da yolundan yapılan ilişki ile münıkündür. Yuka­ rıda tercümesi geçen ayette temizlenen kadınlarla ancak "Al­ lah'ın emrettiği yerden" münasebette bulunulması emrediliyor. Bu da tabii tenasül yoludur. Binaenaleyh erkek zevcesine tabii tenasül yolundan (önden) değil de dışkı yerinden yaklaşamaz. Bu normal olmayan bir zevktir. Ahlaken doğru değildir42. Ha40. Dr. Cemal Zeki Önal, Evlilik ve Mahremiyetleri, s. 448-449. 41. eı�Bakara 21223. 42. Cessas,Ahkiimü'l-Kur'iin, I, 351-353. 98 diste "Zevcesine arka yoldan yaklaşan kimse lanete uğramıştır" buyurulur. Bir başka hadis de şöyledir: "Erkeğe veya kadına ar­ ka yoldan yaklaşan kimseye, Allah, rahmet bakışıyla bakmaz 1143. Çocuğun Oluşmasına Engel Olmak: Cinsi yaklaşmada meninin rahme ulaşıp aşı yapmaması için onu harice akıtmaya "azil" denir. Azlin caiz olup olmaması konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Hz.Peygamber so­ rulduğunda, umumiyetle bu konuda yumuşak ifadeler kullan­ mıştır. Bir hadislerinde: "Azil yapmamakta sizin için bir zarar yoktur. Zira kıyamet gününe kadar, Allah'ın, var olmasını takdir ettiği bir canlı mutlaka vücut bulacaktır" buyururlar. Cabir b. Abdullah diyor ki: Bir zat Resulullah'a gelerek: "Benim bir cari­ yem var, onunla münasebetimde azil yapıyorum, ne dersiniz?" · diye sordu. Hz.Peygamber: "Bu, Allah'ın murat ettiği bir şeye mani olamaz" cevabını verdi. Bir zaman sonra aynı zat gelerek: "Ey Allah'ın elçisi, sana bahsettiğim cariyem hamile kalmış" dedi. Hz. Peygamber: "Ben Allah'ın kulu ve resulüyüm (binaena­ leyh söylediğim haktır)" buyurdu44• Gerçekten meninin rahme ulaşıp aşı yapması bazen tahminlerin dışında bir şekilde olabil­ mektedir. Erkek menisinde bulunan sayısız spermalardan döl yatağına kolayca ulaşanlar vardır. Zaten cinsi yakınlığın en duygulu arıı olan meninin gelişini kontrol altında tutmak kolay değildir. İslam hukukçularından bazıları azli hoş karşılamamakla beraber onun caiz olacağını söylemişlerdir. Ashabdan: "Resfi­ lullah devrinde azil yapardık, bize mani olunmazdı" diye nakle­ dilen rivayet sahihtir45 • Bazıları da ancak kadın müsaade ettiği takdirde caiz olduğuna kanidirler. Çünkü cinsi münasebette ka­ dının tatmin bulması meninin rahme doğru sıçramasiyle müm43. Ahmed b. Hanbel, II, 479; Tirmizı, Ridıi', 12. 44. Müslim, Nikıih, 125, 134. 45. Buhllıi, Nikah, 96. 99 kündür. Tatmin olmayınca da kadın için ruhl ve bedeni bir çok zararlar bahis konusudur. Azil aynı zamanda neslin çoğalmasını önleme yoludur. Bu da İslfun'ın yayılma siyasetine aykındır46• Netice olarak azil, yani kadının hfunile olmasını önlemek amacıyla cinsi münasebette erkeğin, menisini cinsiyet kanalının dışına akıtması dinen haram değildir. Fakat hiçbir sakıncası bu­ lunmayan bir helal de değildir. Kadının müsadesi alınmak şar­ tiyle helale yakın bir mekrfihdur, denilebilir. Mısır fetva maka­ mı geçim darlığı veya gebeliğin zarar getirmesi zaruretlerine bi­ naen gebelikten korunmanın caiz olduğuna fetva vermiştir47. Çocuk Düşürmek: Kur'an-ı Kerım'de ve bazı hadislerde erkek menisinin, ana rahminde aşı yaptığı talcdirde, şu merhaleleri geçirdiği beyan edilir: İlk kırk gün "nutfe=meni, insan suyu", ikinci kırk gün bir çeşit pıhtılaşmış kan parçası ve üçüncü kırkta da bir çiğnem et. Üçüncü kırktan sonra, yani dört aydan sonra çocuğun organları oluşur ve ona ruh üflenir48 . Eski filimler, organları teşekkül edip çocuğa ruh üflenmeden önce onu düşürmenin caiz olabileceğini ileri sürmüşlerdir49 . Halbuki çocuk, bundan önce de canlıdır, hayatiyete sahiptir. Erkek menisindeki sperma hayvancıkları canlıdır. Sonra burada önemli olan bir şey daha var: annenin sağlığı. Çocuk düşürmek annenin sıhhatı bakımından pek zarar46. Araplar İslam'dan önce çocuklarım öldürürlerdi. Azlin de bir nevi gizli evlat öldürme (ve'd hafi) sayıldığım düşünen İbn Hazın, bunun haram olduğuna kanaat getirmiş. Halbuki azlin böyle olmadığı hadis ile sabittir (bk. el-Muhalla, X, 70-71). Bu husustaki hadisler arasında tercih yapmak için bk. Buharı şerhi Ayni, IX, 495 v.d. 47. Mahmud Şeltfit, Tahdfdu'n-neslfi'ş-şerfati'l-İsliimiyye, s. 46 v.d. 48. İbn Kesir, Tefstrü'l-Kur'iini'l-'azım, IV, 614-615. 49. Fetva kitapları, Kitabü'l�kerahiyye ve'l-istihsan bölümleri; Hak Dini Kıır'iin Dili, VI, 4917. 50. Dr. C. Zeki Önal, Evlilik ve Mahremiyetleri, s. 356. 100 lı ve tehlikeli bir iştir. Bu konuda bir doktorun kısa izahını din­ leyelim: "Rahmi bilhassa gebe iken karıştırmak çok tehlikelidir; bu hal bazen çocuğu sarsar, öldürür, düşmesine sebep olur, hem de çok defa çocuktan önce annesini mezara götürür. Rahim gebe­ likte incelir, bu sebeple çocuk düşürmek ve buna benzer sebep­ lerle rahmi karıştırmak pek tehlikelidir. Rahmin yanıbaşında büyük kan damarları olmakla ya bunlar zedelenir, büyük bir kan boşanmasiyle kadın ölüverir veya rahmin az çok zedelenmesiy­ le üstünü kaplıyan "Peritvan" zar iltihaplanır, karına mikroplar, pislik bulaşır. Peritonit denilen ağır bir hastalıkla kadın ölüme sürüklenir. Bu gibi vakalarda kan zehirlenerek de (septisemi, pi­ yemile) ile kadın ölebilir. "Bu sebeple çocuk düşürmek için rahmi her ne suretle olur­ sa olsun karıştırmaktan şiddetle sakınmalıdır. Bu hal çok feci sahneler çizer. Bu tehlikeler yalnız bu işi bilmeyenlerin elinde değil, ebe ve hatta mütehassis hekimlerin elinde bile (lüzumlu, sıhhı sebeplere müstenit çocuk düşürmelerde) kürtaj yapılırken pek fila başa gelebilir. . "Çocuk düşürürken kadın ölebileceği gibi, düşürdükten az bir zaman sonra da bu yüzden çok acılar görebilir1150• Hz.Peygamber yeni müslüman olan kadınlarla bey'at eder, onlardan söz alırdı. Bu kadınların riayet etmeye söz verdikleri hususlardan biri de "evlatlarını öldürmemek"tir. Kur'an-ı Ke­ rım'de İslam'a giren kadınların Resfilullah ile yapt�arı anlaşma maddelerinden II evlatlarını öldürmemelerine ...11 mealindeki ayetin tefsirinde, İ:tm Kesır, çocuk düşürmenin de evlat öldür­ meye dahil olduğunu kaydeder5 1 . Müslüman kadınlardan Habil kızı Azze şöyle der: Resfilullah ile yaptığım andlaşmada Ö ba51. el-Mümtehine, 60/12. 52. İbn Hacer, el-İsabe, IV, 352; Muhammed Yusuf, Hayatü's-sa/ıabe, 101 na: "Gizli ve açık bir şekilde çocuğunu öldürmeyeceksin" diye şart koştu. Açık bir şekilde çocuk öldürmenin ne olduğunu bili­ rim (İslam'dan önceki durum). Gizlice çocuk öldürmeye gelin­ ce, onu Resfilullah'a sormadım, o da kendiliğinden söylemedi. Öyle kanaat getirdim ki o, çocuk düşürmektir. Allah'a yemin ederim ki hayatım boyunca asla çocuk düşürmeyeceğim52. Kur'fuı-ı Kerim'de: "İyi kadınlar itaatli olan ve görünmeyeni mu­ hafaza edenlerdir" buyurulur53 • Burada yer alan "görünmeyeni muhafaza" ifadesine çocuğu düşürmemek, onu karnında muhafaza etmek de girer. "Ailede kadın" bahsini bitirmeden, İslam'ın kadına verdiği önemi göstermesi ve kadın haklarında meydana getirdiği büyük · inkılabı belirtmesi bakımından önem taşıyan bir sözü naklede­ lim: Abdullah b. Ömer şöyle diyor: "Biz Hz.Peygamber'in sağ­ lığında -hakkımızda ayet nazil olur endişesiyle- kadınlarımıza sert söylemek, haşin davranmaktan korkardık. Fakat onun vefa­ tından sonra artık sert konuşmaya ve haşin davranmaya başla­ dık"s4. I, 235. 53. en-Nisa, 4/34. 54. Buhari, Nikllli, 80. Merhum Kamil Miras Tecrid Tercemesi'nde (XI, 305) Abdullah b. Ömer'in bu sözünü: "Resfil Ekrem'in sağlığında biz erlik vakarım muhafaza ederek kadınlarımızla bir kadın gibi çene çalıp her zaman yılışıp durmazdık. Resiılullah vefat ettikten sonra bu aile durumu bozuldu. Biz de kadınlar gibi çok sözlü olduk ve kadınlarımıza bütün bütün açıldık, saçıldık." tarzında tercüme ve izah etmiştir. Rahmetli, burada yanılmıştır. Se­ bebi de "inbisat" kelimesidir. Nitekim metin, liigat kitaplarına müracaat edi­ lerek tetkik edilince durum anlaşılır. Buhari şerhi Aynı'de de konu açıktır (IX,A6�). 102 _ _ _______ ın TAADDÜD-İ ZEVCAT "Kim ki nikahı altında iki kadın bulu­ nur da bunlardan birine fazla ilgi gös­ terirse kıyamete bir tarafı felçli olarak gelir". (Hadfs şerif) ESKİ DİN VE HUKUK SİSTEMLERİNDE ÇOK EVLİLİK Yunan ve Roma hukukuna nisbetle kadına üstün haklar ta­ nıyan eski Mısır hukukunda, zevce ruhban sınıfına mensup de­ ğilse, koca, bazı şartlar altında birden fazla kadınla evlenebilir­ di 1 . Babil hukukunda Hamurabi kanunlarına göre zevce çocuk doğurmazsa veya ağır bir hastalığa tutulursa koca odalık alabilir2. Çin hukukunda ise kocanın serveti müsait olursa ikinci de­ recede zevceler alabilir. Şu kadar ki bu kadınlardan doğacak ço­ cuklar birinci ve asıl hanımın çocukları sayılır3. Eski Brehmen'lerde Vichnou kitabına göre erkekler, bulun­ dukları sınıflara göre bir, iki, üç veya dört kadınla evlenebilir1. M.Es'ad, Tarih İlm Hukuk, s. 44. 2. Aynı eser, s. 74. 3. Aynı eser, s. 97. 103 ler. Apastamba kitabında ise bu konuda tahdit görülmektedir: Bir kadın, üzerine düşen vazifeleri yerine getirebiliyor ve erkek çocuğu da oluyorsa, kocası, ikinci bir kadınla evlenemez. Aksi takdirde evlenebilir. Manu düsturlarında bir adam ilk zevcesini kendi kastından seçmeye mecburdur. İkinci zevce olarak aşağı sınıftan bir kadın alabilir. Ve nihayet Narada enstitülerine göre yine kast durumuna bağlı olarak erkek bir, iki ve üç kadınla ev­ lenir. Bu enstitülerin bazılarınca kadın da birden fazla erkekle evlenebilirmiş4 . Eski İran'da da taaddüd zevcat kabul edilmişti5 . Roma hukukunda istifraş, yani kanuni bir birlik olmayarak kadınla beraer yaşamak mevcuttu6. Eski Ahid'de Davut aleyhisselamın bir kaç kadınla evlendi­ ği zikredilir7 • Babanın malını oğulları arasında paylaşmada uyu­ lacak esaslar anlatılırken de iki zevceden normal olarak bahse­ dilir, ayıplanmaz8 . Binaenaleyh, Musevilik'te taaddüd zevcat mevcuttur9. Yeni Ahid'de birden fazla kadınla evlenmeyi yasaklayan bir madde yoktur. Ancak Polis Resô.l'ün sözlerinde dünyadan elini eteğini çekmiş bir kimse için tek zevce ile yetinmenin iyi olacağı tavsiye edilir. Birden fazla evlenme Hıristiyan aleminde XVI. asra kadar normaldi. Westermarck, tarihinde misaller ve­ rerek bqndan bahseder. Hıristiyan aleminde kölelikle birlikte is­ tifraş (odalık kullanmak) da bulunduğunu biliyoruz. 4. Aynı eser, s. 139,141,149,165. 5. Aynı eser,s. 173, 175. 6. Dr. R. Honig,RomaHukuku, s. 171,172. 7. Samuel, 2/12; 7/8. 8. Tesniye,21/15-17. 9. M. Es'ad,Tarih İlm Hukuk, s. 193. 104 İslam'ın doğuş ve yayılış sahası olan Arabistan yarını ada­ . sında bu konuda hiç bir kayıt yoktur. Erkek istediği kadar ka­ dınla evlenebildiği gibi erkekler arasında zevce değişimi de ya­ pılırdı. Bunlardan başka orta malı olan düşük kadınlar da vardı. İSLAM'DA ÇOK EVLİLİK Müslümanlık Nisa sure.sindeki ayet kerimeyle (4/3) birden fazla kadınla evlenmeye müsaade etmiştir. Bu ayetin meali şöy­ ledir: "Eğer yetim kızlar hakkında adaleti yerine getiremeyeceği­ nizden korkarsanız sizin için helal olan diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Şayet (bu suretle de) adalet yapamıyacağınız­ dan endişe ederseniz o zaman bir tane ile, yahut malik olduğunuz cariye ile iktifa edin. Bu (tek zevce veya cariye) sizin, haktan eğ­ rilip sap mamanız için daha uygundur". Bu ayette "yetimler hak­ kında adaletin yerine getirilememesi" nden bahsedilmektedir. Buna dair Hz. Aişe_ şu izahatı veriyor: "Yetim kız velisinin hi­ mayesinde bulunur da velisi malına ve güzelliğine heves ederek pek basit bir mehir karşılığında onunla evlenmek ister. İşte bu gibiler yetim kızlarla evlenmekten men'edildiler -meğer ki on­ lar hakkında adaletli olup mehri tam vermiş olsunlar- ve yetim kızlardan başka kadınlarla evlenmekle emrolundular 10. İbn Ce­ rir et-Taberi bu ayetin tefsirinde muhtemel ve menkul olan manaları zikrederken şunu da kaydeder: Bazıları, bu ayetin manası şudur, dediler: "Nasıl yetimler hakkında adalet yapama-. maktan korkuyorsanız kadınlar hakkında da onlarla zina etmek­ ten korkun. Zina etmeyin, fakat sizin için helal olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikah edin". Şevkanı de "Fet­ hu'l-kadır" isimli tefsirinde bu manayı zikreder (IV, 155-160). Görülüyor ki birden fazla iki, üç ve nihayet dört kadınla evlenmek yerine getirilmesi gerekli olan farz, vacip kabilinden 10. Buhfui, Nikah, ı. 105 bir emir değil, zinadan kaçınma zaruretine bağlı bir müsaadedir. Fakat bu müsaade de adaletle şartlanmıştır. .Ayet bir tek zevce ile evlenmenin adaleti gözetmeye daha yakın olduğunu beyan etmekle evlenmede aslolan bir tek zevce ile yetinmek olduğunu bildirmektedir. İslfun'ın, doğuşu zamanında hiç bir kayda ·bağlı olmayan taaddüd zevcat konusunda yaptığı inkılabı şöylece özetleyebili­ riz: 1. Sınırlama getirmiştir. En çok dört kadınla evlenilebilir. Yukarıda tercümesini verdiğimiz ayet arap dili özellikleri uya­ rınca bunu ifade eder. Bu ayete dayanarak dörtten fazla kadınla da evlenmenin caiz olduğunu söylemek yanlıştır. Hz.Peygam­ ber, dörtten fazla kadına sahip bulunup da yeni müslüman olan kimselere dörtten fazlasını boşamalarını emretmiştir11 • 2. Adaleti şart koşmuştur. 3. Adalet gözetilmeyecekse bir tane ile yetinmeyi emret­ miştir. Zevceler arasında adalet, beslenme, giyim kuşam, cinsi ilişki, sevgi ve sairede gözetilecektir. Bunların içinden sevgi ko­ . nusu ayrı bir özellik taşır. Acaba psikolojik olarak güzeli; çirki­ ni, genci, ihtiyarı ile birlikte zevcelere karşı ayın sevgiyi besle­ mek mümkün müdür? Değilse adalet yok demektir. Adalet ol­ mayınca da bir hanımla yetinmek gerekir. Bu takdirde taaddüd olamaz. Bu tarz düşünceden yürüyerek İslfun'da, bir taraftan poliga­ miye müsaade edilirken diğer yönden bunu mümkün kılmayal l. İbn Mace, Nikah, 40; Tirmizı, Nikah, 33; İbn Kesir, Tefsirü'l­ Kur'iini'l-'azfm; II; l 99-200; Şevkanı; Fethu'l-kadfr, I;-388::389;-İbn Kay­ yim, İ'liimü'l-muvakkıfn, IV, 343; M. Z. Kevser,, Makaliitu'/-Kevserf, s. 217. 106 cak şartlar koşularak bu müsaade kaldırılmıştır, diyenler vardır. Halbuki bu, yanlış bir kanaattır. Zira bu konuda gözetilmesi emrolunan adalet hakkında inen ayet bu düğümü çözmüştür: Artık zaruret halinde birden fazla ve en çok dört zevceyi aynı zamanda nikahı altında bulunduracak kimse beslenme, giyim kuşam, hatta geceleri onların yanında bulunma gibi maddi hu­ suslarda aralarında tam eşitlikle muamele ettikten sonra elinde olmayan gönül işini bu ayete göre yürüteı::ektir: "Kadınlar ara­ sında ne kadar uğraşsanız da adil davranmaya güç yetiremezsiniz. Bari birine büsbütün kapılıp da ötekini askıda bırakmayın 1112. Peygamber efendimiz zevceleri arasında adil davranır ve şöyle derdi: "Allah'ım, bu benim elimden gelen adalettir. Senin sahip olduğun, fakat benim malik olamadığım adaletten beni mes'ul tut­ ma"1 3. Sadece sevgi gibi elde olmayan hususlar hariç, diğer bütün davranışlarında koca, zevcelerine karşı, eşitliğe riayet eder. Hz.Peygamber buyurur ki: "Kim ki nikahı altında iki kadın bulu­ nur da aralarında adaleti gözetmezse kıyamet gününe bir tarafı felçli olarak gelir" 14• Zevcelerden biri gayr-i müslim olsa ona da aynı adalet uygulanır 15 • 12. en-Nisa, 4/129. 13. Ebfi Davud, Nikah, 37-38. 14. Nesai, İşretü'n-nisa', 2. 15. İbnü'l-Hümam, Fetlıu'l-kadfr,II, 517. 107 TAADDÜD-İ ZEVCATA LÜZUM VAR MIDIR? Bilindiği üzere İslfun'da izdivaç sadece seksüel tatmin de­ ğil, sükun ve huzuru sevgi ve şefkati, iffeti ve nesilleşmeyi amaçlar. Hz. Peygamber de "Evleniniz, fakat boşanmayın�z. Zira Allah Teala, zevkine düşkün kadın ve erkekleri sevmez" 16 buyur­ mak suretiyle evliliğin aşağı zevkler lehinde istismar edilmesini yasaklamıştır. O halde İslfun'ın taadüd-i zevcata müsaade etme­ sine bakarak onun, kadınlan erkeklerin zevk ve keyfine esir et­ tiğini ileri sürmek doğru olmaz. Tekrar edelim ki taaddüd-i zevcat İslam'da farz, vacip yerine getirilmesi mecburi bir emir olmayıp ancak bazı zaruretler karşısında kabul edilen bir çözüm şeklidir. İleride de açıklayacağımız gibi İslfun dininin, bir taraf­ tan zinaya idama kadar varan cezalar tertip ederken, diğer yön­ den ona vesileler bırakması düşünülemez. İslfun alimleri taaddüd-i zevcatı zarurı kılabilecek bazı se­ bepleri şöyle sıralamaktadırlar: 1. Kadının, yaratılıştan cinsi iktidarsızlığa ve iştihasızlığa maruz bulunması. 2. Zevcelik vazifesini görmesine mani müzmin bir hastalı­ ğa yakalanması. 3. Kadının çocuk yapmaması. Bu hallerde kadını boşamak, üzerine evieıınıekten daha iyi bir çözüm şekli değildir; daha çok zarar ve felaket getirir. Bu ta­ lihsizliklere uğrayan kadın boşandığı takdirde başkası ile de ev­ lenemiyecek, perişan olacaktır. 16. Süyfiti, el-Camiu's-sağfr, l, 448-449. 108 4. Kadının cinsi kudreti umumiyetle erkeğe nisbetle 10-20 yıl evvel zayıflar. Halbuki bu zamanlarda ailenin durumuna gö­ re bazen çocuk bile istenebilir. 5. Başta harp olmak üzere ortaya çıkan büyük felaketlerde erkeklerin azalması yönünde meydana gelebilecek olan kadın­ erkek dengesizliği. Bunun çarpıcı örneklerinden biri İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'dır. O yıllarda Alman kadın­ larının düştükleri acıklı halleri, hatta "erkek ithalatı"ni arzu et­ tilderini biliyoruz. Musa aleyhisselamın devrindeki Fir'avun da İsrailoğullarının erkek çocuklarını öldürtür, kızlarını bırakırdı. Bu dengesizliği Kur'an-ı Kerim "acıklı azap, büyük azap, boz-. gunculuk" diye vasıflandırır17. İslam'daki taaddüd-i zevcata ağır hücumlarda bulunan Av­ rupa bütün bu saydığımız zaruretleri tek bir şeyle halletmek is­ tedi: "zinaya göz yummak". Zina, fahişe kadın, piç çocuk: meş­ ru nikaha, meşru zevceye, meşıu evlada tercih edildi. Maamafih Avrupa'da, kadın-erkek sayısındaki bu dengesizliği, metreslerin erkek hayatında ve malında meydana getirdikleri tahribatı, evlad-ı zinanın çoğalması ile cinayetlerin, çocuk düşürmelerin fazlalaştığını gören düşünürler taaddüd-i zevcat hakkında olum­ lu davranmaya başlamışlardır. Westermarck, tarihinde der ki: Taaddüd-i zevcat Batı'da yasak edildikten sonra tatbikattan kalkmış değildir. Sonra, aca­ ba tek zevce ile yetinmek insanlığın dönüp dolaşarak en son başvuracağı en mükemmel nizam mıdır? Bunun cevabı muhte­ liftir. H. Spenser'e göre son nizam tek zevce nizamıdır. Le Bon'a göre Avrupa kanunları yakında taaddüde müsaade ede­ cektir. Prof. Ehrenfel ise Arı neslinin muhafazası için taaddüdü zaruri görür. Bu konuda en güzel izahı Prof. Muhammed Harni­ dullah'ın kitabından alalım: 17. el-Bakara, 2/49; el-Kasas, 28/4. 109 "Vahim ve ağır bir suç, günah ve mukaddesata hürmetsiz­ lik gibi bakılan iki kadınla evlenme karşısında münhasıran tek kadınla evlenme şekli hakikat-i halde pek nadirdir. Garp kültü­ rünün modern ve nisbeten yakın bir mazideki gelişmesinin dı­ şında izdivaç hakkında böyle ideal, eğilmez bükülmez sert bir görüş bulmak mümkün değildir. Hıristiyan doktrininde bile böyle bir görüşe delalet edecek bir ifade yoktur. (Encyclopaedia Britannica'da Marriage ve Polygymy, "izdivaç ve taaddüd-i zevcat" kelimelerine bakın.) "Medeni garp dünyasını bir tek kadınla evlenmeye mecbur eden Hıristiyanlıktır, demeye kimsenin hakkı yoktur. Piskopos­ lar ve diyakosların durumu hariç Hıristiyanlık açıktan açığa ta­ addüd-i zevcatı yasak etmemiştir." (I Timothee, m, 2 ve 12)... Lakin ilk asırların Hıristiyan konsillerinden hiçbiri taaddüd-i zevcata muhalefet etmemiştir; putperestlik devrinde taaddüd-i zevcatın mevcut olduğu memleketlerde krallar tarafından de­ vam ettirilmesine mani olmamıştır. Altıncı asrın ortasında İrlan­ da kralı Diarmait'in iki kraliçesi ve ayrıca iki odalığı (cariyesi) vardı (D'Arbois de Jubainville, VI, 292). Taaddüd-i zevcat Me­ rovingien kralları tarafından bir engele rastlanmadan tatbik edil­ miştir. Şarlmanyi'nin iki kraliçesi ve bir çok odalıkları vardı; ve onun kanunlarından biri taaddüd-i zevcatın rahipler arasında bi.linmeyen bir şey olmadığını gösteriyordu. (Tlıierry, Narratives of the Merovingian Era, s. 17 v.d.; Hellwald, die Mensclıilche Familie, s. 558, n. I; Hallam, Europe During the Middle Ages, I, 420, n. 2). Daha sonra Philipe de Hesse ve Frederic-Guillaume de Prusse, Luther mezhebindeki rahiplerin muvafakatlariyle iki­ şer kadın aldılar. (Friedberg, Lehrbuch des katlı., u. evang: Kirchenrecht, 436, n.2. paragraf 143). Luther bizzat kendisi yu­ karıda adı geçenlerden birincisinin iki kadın almasını tasvip etti ve Melantchon da aynı şeyi yaptı (Koestlin, Martin Luther, II, 475 v.d.). Bir çok defalar Luther bizzat taaddüd-i zevcattan bü­ yük bir müsamaha ile bahseder: Bu (taaddüd-i zevcat) Allah ta110 rafından yasak edilmiş değildir... Taaddüd-i zevcat şüphesiz bo­ şanmaya tercih edilir. (aynı eser: I, 347; II, 693 v.d.). 1650'de V e�tfalya muahedesinden biraz sonra 30 sene muharebeleri do­ layısıyla nüfus azaldığından Franconie'nin harp parlamentosu (Kriegstag) bundan böyle her erkeğin iki kadınla evlenmesine müsaade edilmesini karar altına aldı (Hellwald, s. 559 v.d.). Bazı Hıristiyan mezhepleri taaddüd-i zevcat lehinde çok müca­ dele ettiler. 1531'de Münster'de Anabaptiste'ler onu açıktan açı­ ğa yaymaya çalıştılar ve dediler ki hakiki hıristiyanın mütead­ did zevceleri olmalıdır (aynı eser, n. 1, 558) ve Mormon'lar her­ kesin bildiği gibi taaddüd-i zevcata ilahi bir müessese nazariyle baktılar (Westermarck, III, 50-51). Alman prensi Philippe de Hesse'in, din filimi Martin Bu­ cer'e diğer din alimleri Martin Luther ve Philippe Melanche­ ton'a sormasını istediği hususlar hakkında verdiği talimattta şunlar okunuyor: 10. paragraf. Luther'in ve Melancheton'un İn­ giltere kralına ilk zevcesini boşamadan ikinci bir kadınla evlen­ meyi tavsiye ettiğini biliyorum. (J. P. Bossuet, Histoire desva­ riations des Eglises protentantes, VI. kitap, 1537'den 1546'ya kadar: Oeuvres completes de Bossuet, nouvelle ed. Bar-le-Duc 1877, III, 233-250, bilhassa s. 244'de). Dictionnaire de la Bibl'e de bakınız. F. Vigoureux. Paris, 1912. Taaddüd-i zevcat bahsi, IV, 513. 11 11 11 11 18 • Taaddüd-i zevcatta ilk zevce, kocasının başka bir kadınla evlenmiş bulunmasından kıskançlık ve üzüntü duyacak, izzet-i nefsi kırılacaktır. Fakat buna mukabil gayr-i meşru ilişkilerde yani zina ve metres hayatında mesela şu zararlar bahis konusu­ dur: Zina eden erkeğin ve kadının iffetlerinin yok olması, zani kocanın zevcesinin, iffetsiz bir erkeğin eşi olmasından göreceği zarar ve kocasından intikam almak için onun da zina yollarına düşme ihtimali ve nihayet bu takdirde kocasının göreceği zarar. 18. Muhammed Hamidullah,İslam'a Giriş, s. 139/1. 111 Diğer taraftan zina eden kocanın meşgul olduğu kadın evli ise, onun kocasının uğrayacağı hıyanet, hatta zani kocadan intikam alacak olan zevcenin meşgul olacağı erkeğin zevcesinin görece­ ği zarar. Bütün bu gayr-i meşru birleşmelerden meydana gele­ cek çocuk cinayetleri, zuhrevi hastalıkların bulaşması, taraflar arasında belirecek düşmanlıklar... Görülüyor ki ihtiyaç ve zaru­ ret halinde taaddüt menedilince, çorap söküğü gibi birbirine bağlı felaketler ardarda gelmektedir. Şunu da söyleyelim ki İslam hukukunda evlenmek akdi ya­ pılırken kadın, kocasının, üzerine evlenmemesini şart koşabilir. Usulüne gfüe yapılacak akidde kocanın, zevce üzerine evlenme­ mesine veya evlendiği takdirde ikinci zevceyi birinci zevcenin kendisi boşama hakkına· sahip olabilmesine dair tanzim edilecek mukavele muteberdir. Hadisde: "İfa etmenize en çok laJık olan şart, kadınların namusunu helal edinirken (kadınlan nikfilılar­ ken) koştuğunuz şarttır." buyurulmuştur 19 • Bu takdirde taaddüd­ i zevcatta kadının kendisi de rey sahibi olur, göreceği manevi zararlar bertaraf edilmiş bulunur. Taaddüd-i zevcat dünyanın bir çok yerinde resmen kaldırıl­ mıştır. Fakat realitede o yine devam etmektedir. Bu yüzden za­ man zaman doğan çocukların nesebini idari yoldan tashih için kanunlar çıkarılmıştır. Türkiye'de 30/04/1945 ve 07/02/1950 ta­ rihlerinde çıkmılan kanunlar gibi. Son olarak söylenebilir ki İslam dini, bazı zaruretler karşı­ sında taaddüd-i zevcatı kabul etmiştir. İnsanlık, halen faydaları­ nı takdir edip bunu kabul etmemişse, bir çok tecrübelerden son­ ra bir gün kabul etmeyeceği söylenemez. 19. Buharı, Nikah, 52; İbnü'I-Hümam, Fethu'l-kadfr, il, 458; İbn Kay­ yim, İ'lllmü'l-muvakkıfn, III, 335; M. Hamidullah, İslllm'a Giriş, s. 140; Ömer Nasuhı Bilmen, Hukuk-i İslllmiyye ve lstılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, il, 38-40, 120. 112 1924 yılında Aile Kanununun hazırlanması münasebetiyle Millet Meclisinde ve matbuatta taaddüd-i zevcat hakkında bir hayli tartışmalar olmuş. Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman Uz­ man'ın bu konuya dair makalelerini, hem tartışmalar hakkında güzel bir özet verdikleri, hem de ilmi oldukları için pek az yeri sadeleştirerek sunuyoruz. 113 TAADDÜD-i ZEVCA.T VE TALAK - Mazhar Osman- Aile kanunu hazırlanırken birbirinden pek uzak fikirler, Millet Meclisi'nde, gazetelerde çarpışıyor. Yeni kanuna şeriate uyarak taaddüd-i zevcat ve evlenme hakkında maddeler konul­ mak isteniliyormuş. Yenilik taraftarları bu yolda kanun yapılır­ ken büyük bir asabiyet gösterdiler. On bir yaşında erkeklerin, kızların evlenmesinden bahsedecek kanunun gülünç olacağını, taaddüd-i zevcata müsaade edecek bir kanunla medeni milletler arasına girilemeyeceğini söylediler, yazdılar. Bir genç mebus makalesinde hatta taaddüd-i zevcat ve talak münakaşalarını işit­ meye bile bu asrın tahammülü yoktur, diye ateşler püskürdü. Yenileşmek mefkuresine bu derece şevk ve cesaretle sarı­ lanları tebrik ederiz. Bizim bildiğimiz bu memlekette hangi hükumet iş başına gelirse gelsin bütün hüsn-i niyetine rağmen taassuba dalkavukluk etmeye mecbur olmasıdır. Cumhuriyetin bu teamülden uzaklaşmak istediğini, tereddüt vehmine kapıl­ maksızın garp hayat ve medeniyetini kabule koştuğunu görüyo­ ruz. Fevkalade tebrike şayan bir azimdir. Bugünkü zihniyet Av­ rupa medeniyetini olduğu gibi almak, faziletleri ve çarnaçar kö­ tülükleriyle A vrupalılaşmaktır. Garbın akıllara hayret verici medeniyeti hazmedilirken ister istemez kötülükleri de beraber gelecektir, hatta o şuurlu kötülük şuursuz iyiliğe tercih edilir, deniliyor. 114 Biz bir hekim sıfatiyle siyasetten uzak yaşadığımız kadar tıbbın dışındaki meselelerde de mütalaa beyan etmekten son de­ rece kaçınırız. Dini ve ictimai olan talak ve taaddüd-i zevcat mevzuları hekimliği de şiddetle �akadar etmemiş olsaydı sükutu tercih ederdik. Bir Türk ve müslüman hekimi sıfatiyle değil, dinden, milliyetten tecerrüd etmiş sadece bir hekim şahsi­ yetiyle bu meselelerde ne düşünülüyorsa onları söylemekle ikti­ fa edeceğiz. Belki bu söylediklerimizi akide veya umdesine mu­ vafık bulmayanlar vardır. Öyle tahmin ediyoruz ki mütalaaları­ mız daha ziyade yenileri hayrete düşürecek, canlarını sıkacaktır. Yenilik taraftarları pek haklı olarak müslümanların mede­ niyette bu kadar geri kalmasından, başka din saliklerinin esiri ve madunu yaşamasından müteessir oluyorlar, kör bir taassubun ellerimizi, ayaklarımızı bağlıyarak yükselmemize engel olduğu­ nu, bizi aşağılattığını takdir ediyorlar. Artık cahilane taassubu ayaklariyle çiğneyerek medeni insanların yürümekte olduğu yoldan gitmek istiyorlar. Fakat takdir edemiyorlar ki bir taassubdan kurtulayım der­ ken daha uğursuzuna, saliklerinin asırlardan beri şikayet ettiği girdaba düşmek, bu yeni taassuba medeniyetin direği diye her şeyden evvel sarılmak gafletinde bulunuyorlar. İşte gençlerimi­ zin taaddüd-i zevcat ve talak meselelerinde benzemek istedikle­ ri avrupai şekil, garbın bu kadar medeniyete rağmen başından atamadığı bir beladır. Alim ve mütefekkirlerinin her gün şikayet ettiği, pek az ıslah edebildiği başka bir dinin geleneğidir. Gerçi milleti yenilik yolunda yürütmek isteyenler bir çok hurafeleri ve adetleri ayak altında pervasızca ezmek cesaretini göstermelidir. Fakat anlayış ile, şuurla ilerlemek icabeder. Yok­ sa kadınların çarşafını sokakta yırtan kaba bir gerici ile bir İs­ lam kadınını barlarda sarhoş etmek isteyen hoppa bir yenici ara­ sında fark yoktur, ikisi de hareketleriyle hakiki medeniyetten uzaklaşmaktadır. Her ikisinde de taassup başka tarzda tecelli et115 miştir;· birinde asyalılaşmak, diğerinde avrupalılışmak taassu­ bu... Çirkin ve medeniyete aykırı şeyleri mecburiyet ha)ine ge­ tirmiştir. Medeniyet umdelerinden en esaslısı, şüphesiz, serbesti ve tahammüldür. Medeniyet namına iyi kötü bir çok serbestileri is­ tediğimiz ve tahammülü şiar edindiğimiz halde niye daha faide­ li bir çok dini müsamahalarımıza, kusur saydığımız adetlerimi­ ze şimdiki medeniyetin babalarının dininde olmadığı için ta­ hammül edemiyoruz. Hangi din daha serbest ise elbette medeni­ yete daha muvafıktır. Şu girişten okuyucularım pek iyi anlamışlardır ki yenilerin şiddetli hücumlarında bir fen adamı ve medeniyetin pek çılgın aşıkı, gayet serbest düşünen bir hekim olarak kendileriyle bera­ ber değilim. Medeniyet yolunda ilk attıkları adımın, en mühim gördükleri taarruzun haksız ve doğru olmadığına kaniim. Medeniyetin taaddüd-i zevcatla, talakla, genç evlenmekle bir alakası yok, hatta Avrupa'nın mecburen baş eğdiği tek zevce ve.boşanamama usulleri kökleşmiş fena bir taassubun enkazıdır. Avrupalılar evlenme kanunlarını tadil için asırlardan beri uğra­ şıyorlar. Zaten medeni hayatın zaruretleri bu kanunu altüst et­ miş ve daha bedbaht bir şekle sokmuştur. ::, Taaddüd-i zevcatın dinimize ne suretle girdiğinden, bu hu­ susta şeriatın kocadan beklediği doğruluklardan bahsedecek de­ ğilim. Taaddüd-i zevcattan ve talaktan bahsedenler sanırsınız ki o korkak ve mahcup sesleriyle mecburiyet karşısında kabul edilm14 bir kusur gibi dini mazur göstermeye çalışıyorlar. Taaddüd-i zevcatın nüfus üzerinde inkar kabul etmez iyi­ liklerinden bahsetmek istemem. Ben her şeyden evvel taaddüd-i zevcatın bir kusur değil, bir kemal eseri olduğuna yürekten ina­ nıyorum. Bilinz ki taaddüd-i zevcat müslümanlıkta mecburi de­ ğildir. Bug�nkü örf ve adete rağmen hayatında fevkalade zaru116 retler karşısında bulunan beşer denilen mahlukun ikinci bir ev­ lenişi neden bu derece tahammülsüzlükle karşılanıyor. Şüphe­ siz, Avrupa medeniyetini temsil edenler hıristiyan ol�uğu ve bi­ naenaleyh onların dininde olmadığı için değil mi? Avrupa'da tek zevce. ile yaşayan kaç erkek vardır! Avrupa'da zevcesine mecburen veya beşeriyet saikasiyle hıyanet eden qir erkeğin ha­ reketi tabii görülüyor. Metresine servetini yediren, ailesini unu­ tan bir erkeğin iğfal tuzağına düşen kadın kapatma ve çocuğu her türlü irsiyet haklarından mahrum piç telakki ediliyor. Rica ederim, bunların hangisi medenidir. Beşer yaratılışı taaddüd-i zevcata meyilli olduğundan İsviçreli profesör Forel'in dediği gi­ bi Avrupa'da tek zevce taraftarlığı bir etiket, bir riyadan başka bir şey değildir. Hilkatin bu zarureti karşısında Avrupalılar met­ res hayatını, fuhşu yarım iffet diye telakki etmeye mecbur ol­ muştur ki yükseltmek istediğimiz kadınlık için hacil bir vaziyet değil mi? Meşru bir zevce gibi aile hayatına karışmak nerede, bir metres vaziyetinde kal�ak nerede? ... Ya o çaresiz çocuklar. Ebeveynin isminden mahrum, ebediyen hakarete maruz yaşa­ maya mahkum masumlara acımayan medeniyet� ne demeli? Aşk gibi kahredici bir kuvveti de ihmal edelim, çocuğu olma­ yan yahut zevcesinde ebedi bir kusur meydana gelerek zevcelik vazifesinde acz gösteren bir zevce ile ebediyyen yaşamaya ka­ nun insanı me.cbur ederse tabii ki ferdi ve ictimai büyük bir za­ rardır. O halde ayrılmak mı? Kocasını, evini terk ederek taliine katlanabilecek bir çok kadın çıksa da biJ çoğu da bu mecburiyet karşısında ortakla yaşamaya pekala razı olur. Bir doktor olarak ne hazin sahnelere rast geldim! Taaddüd-i zevcata ister istemez boyun eğmeye mecbur olan sade müslüman kadınları değil, müslümanlarla evlenen yabancılarda bile neler gördüm. Hayatta öyle facialar oluyor ki taaddüd-i zevcat, acıklı bir ameliye de olsa vazgeçilemeyecek yegane çare teşkil ediyor. Halbuki ne kanun, ne medeniyet böyle faciaların ör{ünü alabiliyor. İki mi117 sal: Bir Türk erkeği Avrupa'da tahsilde iken bir kızcağızla evle­ niyor, sekiz on sene beraber yaşıyor, çocuk yapıyor. Sekiz sene sonra vatandaşımız diğer bir ecnebi kadın seviyor. Sevdiği ka­ dına ancak ismini verebilmekle temellük edebileceğini anlıyor, evvelkini bir sebep bularak boşuyor, ikincisini alıyor. Evvelki­ nin göz yaşlarını görmeye vicdan dayanamıyordu. Biçare kadın evladından ayrılmamak, sokakta kalmamak için beni de nikahında bulundursun, büsbütün başından atmasın, şeriatınız müsaittir, diye ağlıyordu. Tabii Avrupa medeniyetini temsil et­ miş ve yine bir Avrupalı almış vatandaşımız taaddüd-i zevcat medeniyetsizliğini irtikap edemezdi. Yine diğer vatandaş Avrupalı bir kızla evlenmişti. Seneler geçirdiler. Saadetlerine herkes gıbta ediyordu.. On on beş sene sonra şeytan bu yuvaya da girdi, vatandaş diğer bir kıza aşık olur, hatta mecnun bir anında izdivaç vadederek visaline de ka­ vuşur. İşte faziletli ve izzet-i nefsi yaralanmış bir ilk zevce, namusunu kaybettiği için belki intihar edecek veya başka bir suretle mahvolacak bir genç kız, nihayet bir dakikalık cinnete saadetini, haysiyetini feda etmiş günalıkar ve mahcup bir er­ kek... O faziletli ecnebi kadın ne yaptı biliyor musunuz? Hemen rakibesini ortak aldı. Ziyaretimizde nasılsa pek aziz zevcinin bir felakete maruz kaldığını, çok şükür müslümanlığın bunu tamire müsaade ettiğini söylediği vakit büyüklüğün karşısında hürmet­ le yerlere eğildik... A vrupa'da olsaydı zevcesini bırakacak, ikincisi ile kaçacak ve daha bir çok skandallar olacaktı... Gerek Avrupa'da ve gerek bizde kızla erkekler arasında doğum bakımından büyük fark ol­ masa da askerlik, harp've diğer hayat mücadeleleri sebebiyle er­ keklerin azlığından ve gerek izdivaç hayatının güçlüğünden adım başına üç çocuklu matmazeller, bakireler görülür. Erkek­ kadın hayatının başbaşa geçmesi ve ruhlardaki çiftleşme ihtiya:. cı bu hali Avrupa'da mµbah kılmıştır. Biz de yarın o hayata gi118 receğiz. Taaddüd-i zevcata bu hali mi tercih edelim. Üç kadınlı bir erkek mi, üç çocuklu bir bakire mi? ... Anadolu'da evlerine fahişe getirerek eğlence yapanlar, meşru zevcelerini kahbeye hizmet etmeye mecbur edenler az değildir. Bu mu bir zevcenin izzet-i nefsini yaralar, yoksa ken­ disine eski ortağım diye hürmetle hitap edecek namuslu bir ka-. dın mı? ... Tek zevcelik şayan-i temennidir. Her erkeğin. ·bir kadınla kolkola hayatta yürümesi, sevişmesi arzu edilen bir mefkftredir. Fakat maalesef hakikat her zaman temenniye uymaz. Madem ki taaddüd-i zevcat mecburi değildir, belki gayet medeni ve afif bir müsaadedir. Medeni olmak için ilk hücum edilecek kusuru­ muz bu değildir. Hatta bu pek yüksek bir faziletimizdir. Gençle­ rimiz emin olsunlar ki insan medeniyet kapısından kollarını sal­ layarak da girebilir, dört karı ile de... Bugünkü şehir hayatı taaddüd-i zevcata zaten müsait değil­ dir. Din müsaade etse de örf ve adet onu menediyor. İstanbul'da iki zevceli erkekler parmakla gösterilir. Harplerle, askerliklerle gençlerini tükettiğimiz Anadolu'da ise çift çubukta çalışmak için ikinci, üçüncü kadın bir zaruret, bir yardımcıdır. Meselenin fizyolojik ve tıbbi cihetlerini de tafsil etmek is­ temiyorum. Bu cihetler şüphesiz taaddüd-i zevcata yerden göğe kadar hak verir. Yenilik göstereceğiz. medeniyete layık olduğu­ muzu ispat edeceğiz diye bu kadar hilkate ve tabii bir kanunu kaldırmaya çalışmamalıyız. Yalnız zevceye de isterse boşan­ mak hakkını bırakmalıyız. Talak için bu kadar söze de hacet yaktın: sanıyorum. Se­ bepsiz veya küçük bir vesile ile zevcesini boşamak hayvanlığın­ da bulunanlar talak olmasa da zevcelerini ve ailelerini başka tarzda terk edeceklerdir. Ayrılmanın çeşitli nevilerini Avrupa 119 hayatında görüyoruz. İzdivaç eşlerden biri veya her ilcisi hak­ kında çekilmez bir ızdırap olduğu halde talaka sarılmamak mahdut hayat-ı beşer namına en büyük bir hamakattır. Talak güç olduğu içindir ki Avrupalılar- meşru eve pek zorlukla, pek geç giriyorlar. İsviçreli alim Forel bana demişti ki müslürııanlıkta ilci şey pek hoşuma gidiyor: Alkol yasağı ile talak. Biz medenileşece­ ğiz diye ilk adımda bu iki büyük ictimaı faziletimize saldırıyo­ ruz... Genç veya geç evlenmek meselelerinde de fazla telaş görü­ yoruz. Sıcak memleketlerde tenasül hayatının p�k erken başla­ ması bu hukuki imkanı gerektirmiştir. Gerçi şimdilci memleketi­ mizde bu kadar erken inkişaf eden tenasül hissi umumi değildir. Fakat bu da bir müsaade ve müsamahadan ibarettir. Yoksa cebir değildir. Avrupa'nın bazı şehirlerinde on ilci yaşlarında mektep kızlarının bekaretlerini kaybettikleri duyulur. Tabiı failler kendi akranı erkeklerdir. Bu vakitsiz açılan çiçeklere izdivaç tasavvu­ ru hiç olmazsa bir engel teşkil eder, yahut böyle erken ve zarur1 izdivaç bir çok gencin fuhşa sürüklenmesine mani olur. Bu gibi meselelerde terbiye ve tıbla müşavere en iyi ka­ nundur. Bir tabib on beş yaşında bir izdivaca bazı şartlar altında müsaade eder de diğer taraftan otuz yaşındakinin evlenmesini şiddetle meneder. Halbuki bu şekil inemnuiyeti kanun ve örf tesbite muktedir değildir. Hülasa, taaddüd-i zevcat, talak ve erken evlenmeler mec­ buriyet değil, şer'ı ve kanunı bir müsaade şeklinde kaldıkça pek çok hürmete şayandır. Bunlar hiç şüphesiz fuhşun genişlemesi­ ne mani olacak ictimaı kaidelerdir. Fuhuş ise ne kadar cazip ve medeni şekilde olursa olsun ictimaı hastalıkların en b"ııytıgu ,,v"d" _ıır J �. 1. Sıhhf Sahifeler, 15 Kanunisanı, 1340, sene, 2, sayı, 1. 120 YİNE TAADDÜD-İ ZEVCAT -Mazhar Osman - Geçen nüshamızın bir köşesine sığınan taaddüd-i zevcat bahsi matbuatta büyük gürültüye sebep oldu. Ancak bir kaç yüz okuyucu için "Sıhhi Sahifeler"de neşredilen bu ilmi makale "Tevhid-i Efkar" tarafından iktibas edilmişti. Bu sayede on bine yakın okuyucumuzun tenkidkar ve takdirkar nazarlarına maruz kaldı. Mevzu herkesi alakadar etti. İstiklal mahkemesinden son­ ra sermaye bulamayan gazeteciler için bu bahsin beklenmedik bir nimet olduğunu söylemeye lüzum var mı? Her gazete bu işe karıştı, kimi anketler açtı, kimi meşhur hekimlerle, hocalarla, erkeklerle, kadınlarla konuşma yaptı. Öyle mevzu ki tıpkı siya­ set gibi... Herkes kendini alakadar ve sahib-i salfilıiyet görünü­ yordu. Aklı eren de ermeyen de bu işin bir mütehassısı selfilıiyeti ile görüşler beyan etti. Mevzu gayet nazikti. Doktor olduğum için kadınlan incit­ memek ve bilhassa kadınlardan ziyade kadın hakları müdafii görünen gençleri gücendirmemek istiyordum. Hele taarruzkar tenkidlere fırsat vermemek emeliyle fikrimi pek açık ifade ve mutedil bir üslfıpla yazmıştım. Sekiz sene evvel "Sıhhi Hitabe­ ler" adlı eserimde aynı mütalaaları kısaca ve kapalı yazdığım halde bile serzenişten kurtulamamıştım. İki üç sene evvel gün­ lük gazetelerde yine taaddüd-i zevcata dair yapılan münakaşala­ ra karışmaya mesleğimin nezaketi müsaade etmemişti. Fakat bu defa bu makaleyi yazdırtan mühim bir sebep vardı: Hukuk-i aile 121 kanunu yapılıyordu. Yenilik taraftarları ilk adımda hayati bir meselede büyük bir gaflet gösteriyorlardı. Karşımda geniş bir hüsn-i niyetle, fakat vukufsuzlukla atılmak istenilen hatalı bir adım vardı. Bu yanlış hem memleket için zararlı idi, hem de ye­ nilik için çalışanların daha başlangıçta manevi nüfuzunu azalta­ caktı. İlim ve ihtisasım, senelerden beri bu hususa dair araştır­ malarım bu vaziyet karşısında sükfttuma müsaade etmedi. Ne siyaset, edebiyat... Mesleğimden başka bir şeyle uğraşmayı mesleksizlik sayanlardanım. Bugüne kadar ne görenek, ne ör­ nek meslek harici şeylere beni çekemedi. Hatta "Hilal-i Ah­ . zar=Yeşilay" ile meşguliyetim de sırf ihtisasıma ait olduğu içindir. Her yerde ruh hastalıkları mütehassısları bu tereddi amiline düşman olanların başına geçer. Tenasül meseleleri ve taaddüd-i zevcat meselesi de mı'.ltehassısı bulunduğum tababet-i ruhiyye­ nin bir sahifesidir. Tabii bu hususta senelerden beri birikmiş bil­ gilerim, görgülerim ve kanaatlerim vardı. Muarızlarımın sanat ve ihtisasıma itimatları kadar bu bahisteki mfilftmatıma da hür­ met edeceklerini ümit ederdim. Maalesef bu ciheti az çok takdir edemeyenler oldu. Ne gariptir, makalemi garaipperestlik, ictimai irtica, eksantriklik, mantıksızlık, hatta salahiyetsizlik telakki edenler ilme ve ihtisasa hürmetin lüzumunu bilenlerdi. Adeta bu bahis için yazdıklarımı siyasi dedikodulara karışma nevinden saymışlardı. Öyle olmasaydı bu kadar haksızca, sırf hissiyata kapılarak ve bilgiye istinat etmeyerek hüküm vermek­ te acele etmezlerdi. Bazı mµhterem meslekdaşlar bu bahse dair ömründe bir kitap okumamış, belki düşünmeye lüzum görme­ miş olsalar bile tıb, onlara hakikati gösterecekti. Meslek neza­ ketiyle tıbbi kanaatlerine aykırı mütalaalarda bulunmaları bu bahiste fikirden ziyade hisse kapıldıklarına alamettir. Münaza­ ralarda fikir adamına yakışır tarzda nezaket gösterenlere teşek­ kür ederim. Bana yukarıda saydığım sıfatları nisbet edenlere de bir- akıl hastalıkları mütehassısı olarak manidar biL tebessümü kafi görürüm. 122 Yine aynı mevzua döneceğim. ilmi yönden istenen izahlara aklımın yettiği ve öğrenebildiğim kadar cevap vermek borcum­ dur. Bu münakaşaların günlük gazete sütunlarında olmamasını temenni ederim. "Sıhhi Sahifeler" fikrimize muhalif tenkidleri de iftiharla sütunlarına alır. Elverir ki münazara adabına muva­ fık: olsun. Taaddüd-i zevcat hakkında yazdıklarım yeni neslin kanaa­ tine bütün bütün zıddı. Halbuki gençlere bu kanaati veren asrın sürekli telkinatı idi. Garbın her şeyi kemal sayıldığı için aksini düşünmek medeniyete küfür telakki olunuyor. Onun için bir fen adamının, taaddüd-i zevcatın, gOya Avrupalılara bizi maskara eden ictimfü. bir kusurun lehinde yazı yazacağı kimsenin hatırı­ na gelmiyordu. Böyle bir tezat karşısında pek haklı olarak bir kısım okuyucum müteessir oldu, yine aynı zihniyet bir çok mü­ tefekkirlere de bir sürpriz zevki .verdi. Okuyucular biliyordu ki tababet-i ruhiye mütehassısı bir sofu değildi, avama yaranacak bir mürai de değildi, ruh ilmiyle, ruh hastalıklarını teşhis ve te­ davi ile ömrünü geçiren hür fikirli, müstakim yaşayan bir he­ kimdir. Daha menfaatperestlikle hareket etseydim düşündükle­ rimi böyle dürüstce söylemezdim, kadın okuyucularımın, asrı düşünceli gençlerin arzularına yaklaşmaya çalışırdım. Binaena­ leyh makalemin hiç bir meziyeti olmasa bile samimiliği şayan-i tereddüt değildi. Ben taaddüd-i zevcata taraftar değildim. Tek zevceliği bir mefkOre addettiğimi, hayatta bir zevçle bir :z;evcenin başbaşa ya­ şamasını şayan-i temenni bulduğumu yazmıştım. Maamafih ta­ addüd-i zevcata ilişilmemesini, ictimaı faziletlerini ve hayatta çok defa vazgeçilemeyen bir çare olduğunu ilave etmiştim. Bu kadar mutedil ve makul bir temenniye tahammül edemeyenler bu defa nakledeceğim taaddüd-i zevcat taraftarlarının mütalaaları karşısında bilmem ne yapacaklardır? Taaddüd-i zevcat lehine düşünen dünya yüzünde yalnız ben olsaydım şüp123 hesiz bu kadar cesurane öne atılamazdım. Nitekim makalemin yayınlanmasından sonra kendimi müdafaa için bazı kitaplar ka­ rıştırdım. O kadar büyük adamları fikir arkadaşı buldum ki artık ne eksantrikle ne irtica ile mahkum olmaktan korkmaksızın ikinci bir makale neşrediyorum. Biz burada taaddüd-i zevcat, talak ve gençlerin evlenme yaşı meselelerinde dinden mülhem kanunumuzu yenilik namına baltalamak isterken Avrupa'da bir mütefekkir zümresi, ictimaı seviyeleri fevkalade yüksek bir çok filim ve sosyolog taaddüd-i zevcat lehine propagandalarda bulunuyor. Resmi malcamlara müracaatla kanunun bir an evvel ıslah ve tadilini istiyor. Mesela Anquetil: "Tadil için tereddüt edilecek bir nokta yoktur. Geçen her saat içtimaı bir cürümdür" diye haykırıyor. Bu adamların fi­ kirleri, 1923 senedir monogam olan memlekette hiç hayret uyandırmıyor. Poligaminin nüfus çoğalmasına yaradığını söylemeye lü­ zum göımem, demiştim. Muarızlarımın çoğu bermütad aksini iddia ediyor ve pek malum olan misalleri sayıyor. Avrupa mo­ nogam olduğu halde nüfus çok, biz poligam olduğumuz halde azmışız. Vakıa nüfusun artmasında hıfzıssıhha, iktisat, uzun bir sulh gibi büyük ve pek mühim amiller daha vardır. Fakat poli­ gaminin tesirini inkar etmek de doğru olamaz. Avrupa'da nüfu­ sun artmasında taaddüd-i zevcatın rolü pek ziyade olmuştur. Vakıa Avrupa'da taaddüd-i zevcat memnudur. Herkesin resmen bir karısı vardır. Fakat gayr-i meşru zevceler ve metres hayatı nüfusu dehşetli surette kabartmaktadır. Napolyon'un, bir mey­ dan muharebesini mütealdp ölüleri seyrederken söylediği gibi bütün bu zayiatı bir karnaval gecesi telafi ederiz. Ana ismini ta­ şıyanlar o memleketin sayı bakımından nüfusunu kabartmakla kalmaz, garp irfanının pek büyük hizmetçilerini de yetiştirir. Biföe'isetaaddüa.:.rzevcat sözde·vardir. Öffve adet, hayat pa­ halılığı bu müsaadeyi kendiliğinden kaldırmış, pek mahdut ze:. 124 vata hasretmiştir. Yoksa taaddüd-i zevcat nüfusun kemiyet ve keyfiyet bakımından artmasına en müessir bir· çaredir. Hele Anadolu gibi harp ve ihtilallerle 18 yaşında askere alıp kırkbe­ şinde malul ve çaresiz bir şekilde onda birini memleketlerine ia­ de ettiğimiz bir kıtada taaddüd-i zevcata müsaade etmemeli, adeta teşvik etmelidir. Doktor arkadaşlarımdan işitmişimdir ki çok defa bir köyde cenazeyi defn edecek erkek bulamadıkları için bir kaç gün bekledikten sonra çar naçar kadınlar defneder­ miş ... Şehirlerde taaddüd-i zevcata iktisat müsaade etmiyorsa köylerde fazla çalışan kol ailenin refah ve saadetini temin eder. Oralarda taaddüd-i zevcat iktisaden mecburidir. Her köyde yedi sekiz kadına bir erkek düştüğünü, kız-erkek doğumu müsavi de olsa erkekler harcandığı için kızların fazla kaldığını Anadolu'yu bilenlerin hepsi söylüyor. Anadolu'da kız bulamayan hiç erkek yokmuş, fakat erkek bulamayan, bekar kalan kızlar günden gü­ ne çoğalıyormuş, bu kızlar ne olacak? Meşhur edip Victor Margueritte umumi harpten sonra Fransa'nın uğradığı nüfus kıtlığına parlamentonun nazar-ı dik­ katini celbederken diyor ki: "On sekiz milyon Avrupalı kadın, eşleri öldüğü için tek zevcelik usulünün hodbinliğine kurban olarak bekar hayatının iktisadi ve ahlaki sefaletine malıkfim olu­ yorlar." Ayandan Gogs Lero: "Resmi tedkikata göre bu sene Fran­ sa'da dört hanım kıza muadil evlenecek bir erkek düşüyor. Bi­ naenaleyh, taaddüd-i zevcatı m�neden Fransa Ceza Kanununun 340. maddesi değiştirilmeli" diyor. Dörtte biriyle evlenince üçü ne olacak? Biri bütün manasiyle izdivaç kanunlarının faydala-. rından nirnetlenecek, diğer üçü ahlak zabıtasının takibatı. altında erkeklerin birer gecelik eğlencesi, fuhşun meşakkatlı hizmetine (aux tarvaux forces de la prostitution) malıkfim olacak. Çocuk­ lardan kimi, anası papazın duasıyla evlendiği için meşru çocuk olacak, babasının mirasına konacak, aile ismi taşıyacak; diğeri 125 piç sayılacak, mirastan ve pederinin isminden mahrum kalacak, ona göre refah ve terbiye de göremeyecek, hülasa cemiyetin ba­ şına bela bir serseri yetişecek... Hele bekar hayatının, zührevi hastalıkların genişlemesindeki tesirini kim inkar edebilir. Dok­ tor Ravolt'un dediği gibi beşerin ölümüne en çok sebep olan kesbi ve irsi zührevi hastalıklardır. Bu hastalıklar ise taaddüd-i zevcatla ve erken evlenmekle az yayılır. Victor Gambon "Revue contemporaine" nüshalarının birin­ de yazıyor ki: "Çeyrek asır sonra 40 milyonluk Fransa'nın 25 milyona ineceği riyazi yollarla anlaşılıyor. Yine fizyoloji filimi Charles Richet, Progressif inde: "Fransa'nın nüfusu günden gü­ ne azalıyor. İki yüz sene sonra tek bir Fransız kalmayacaktır." diye hayıflanıyor. Taaddüd-i zevcatın nüfusun çoğalmasına hiz­ met edeceğini bilen bu filimler Fransa'nın refah ve kurtuluşu için taadüd-i zevcatın resmen kabulüne çalışıyor, tek zevceliği bir kadına hoş görünmek için yalancılık, riyakarlık diye vasıf­ landırıyorlar. Taaddüd-i zevcat fuhşun önünü alır mı? Fuhşun iktisadi ictimai ve ruhi bir çok amillerin doğurduğu bir Met olduğunu bilen bir adam taaddüd-i zevcat sayesinde: fuhuş küre-i arzdan kalkar, iddiasında bulunmaz. Hiçbir vakit: ictimai dertlerin, gayr-i tabii tenasülün yegane ilacı taaddüd-i zevcattır, demedik. Belki fuhşu, tahdit eder, dedik. Yani iddiamızda ısrar ediyoruz. Pek kolaylıkla iki, üç zevceye sahip olabilen erkek fuhuştan da­ ha kolay nefsini meneder. Poligam olan_mormon mezhebi salik­ leri arasında fuhuş, diğer mezheplerden olan hemşehrilerine nis­ betle pek az olduğunu her müellif yazıyor. Ondan başka her mormon erkeğine yedi çocuk düşüyormuş. İçtimai hast�arın en mühimi olan fuhşu azaltan, çocuk doğumunu çoğaltan böyle bir örf ve adeti kaldırmak nasıl isabetli olur. Hele, evvelce de tekrar ettiğimiz gibi bu bir dini ve kanfuıi müsaadeden ibaretse, işin içinde cebir yoksa... Bir zevcesiyle kanaat edemeyecek 126 bünye ve mizaçta, kabi_liyet ve terbiyede veya mecburiyette olan bir erkeğin hanesi haricinde ahlak düşkünü fahişelerle ömür geçireceğine servetini sefahat yolunda bitireceğine, kötü kadınlarda eksik olmayan zührevi hastalıkları aile ocağına geti­ receğine temiz bir kadınla evlenirse servetini meşru ve namuskar bir aile teşkiline sarfeder. Zevcelerinin her ikisi defe­ na hastalıklara kurban olmaz. Charles Richet ve Binet Sanglet gibi meşhur doktorlar di­ yor ki: Taaddüd-i zevcat nüfusun sayı bakımından olduğu kadar kalite yönünden de kemale ermesine hizmet eder. İlk zevcenin hastalıklı veya kusurlu olması, ikinci zevcenin .daha itina ile se­ çilmesi neslin temizlenmesine (ıstıfa, seleksiyon) yardım eder. Hangi zevce daha sağlam ve hastalıktan sfilim ise onunla neslin üretilmesi temin edilir. Bir erkeğin menisinde her zaman işe ya­ rayan güçlü kuvvetli hayvancıklar vardır. Halbuki bir kadın her yumurtlamada aynı olgunlukta yumurtayı haiz olamaz. Nitekim bir kadın senelerce gebe kalmazsa ne yapılırsa yapılsın aşı yapı­ lamaz. Adeta meni hayvancığı yumurtayı beğenmez. Halbuki aynı erkek o müddet zarfında olgun yumurtalı bir çok kadınları aşılayabilir. Diğer taraftan kadın için de kar vardır. Bir rahim ne kadar dinlenirse yumurtaları o derece kemale erer. Binaenaleyh, bir kadının dinlene dinlene gebe kalınası doğacak çocuğun kuv­ vetini temin eder. Diğer taraftan bir kadın ne kadar az cinsi mü­ nasebette bulunursa rahim ve yumurtalı,k hastalıklardan o kadar salim kalır. Binaenaleyh ortaklı kadınların gebelik, hayız ve ra­ hatsızlık zamanlarında değil, alelade vakitte bile rahimleri din­ lenmeye vakit bulur. Poligarnların zevcelerinde kadın hastalık­ ları az olur... Bunlar tıbbi deliller... Bir kadınla dokuz ay gebelik ve bir sene emzirme müdde­ tinde münasebette bulunmak bir gayeye matuf değildir. Hilkatin erkeği kadına yaklaştırmasından maksadı çocuk yapmaları için­ dir. Takriben iki sene zarfında kadın yeni çocuk yapamaz. Belki 127 rahmindekinin sıhhati bozulur, kendi mevcudiyeti sarsılır. Fakat erkek her zaman çocuk yapabilir. Bu da fizyolojik ciheti.... Tababet-i ruhiyye büyük üstadı Forel'in dediği gibi erkek­ ler yaratılıştan taaddüd-i zevcata meyillidir. Pek sevdiği karısı­ na karşı hissettiği muhabbete zarar vermeksizin her gördüğü gü­ zel kadını sevmeye, çılgınca çiftleşmeye, arzu duymaya erkeğin ruhi kabiliyeti vardır. Halbuki soysuz ve hasta ruhlu bazı kadın­ lar müstesna olmak üzere kadınların çoğu monogamdır. Fuhuş yoluna sapmış kadınların bile hayatta yalnız bir erkek Sevdikle­ rini itiraf ettikleri duyulur. Onun için küre-i arz üzerinde meşru veya gayr-i meşru poligamı artmaktadır. Halbuki. poliandri (yani kadınları az olduğu için bir kaç erkek bir kadınla izdivaç­ tan ibaret Avustralya'da mahdut bazı kabilelerde görülen usul) günden güne yok olmaya yüz tutmaktadır. Kuzey Amerika gibi taaddüd-i zevcatın resmen düşmanı olan, iki zevcelileri hariçten menıleketlerine bile sokmayan memleketin sinesinde yarım asır içinde çok zevceli Mormonlar'ın adedi milyonları geçmiştir. Bu da psikolojik ciheti... Taaddüd-i zevcatın aleyhinde belli başlı inanılabilir bir se­ bep vardır. O da kıskançlık ve yine aynı hissin ortağı olan gu­ rur. Müelliflerin pek çoğu bu hisleri ibtidailiğe ait ve adi bulu­ yorlar. Biz öyle düşünmek istemiyoruz. Bu hisse hürmet ederiz. Fakat kıskançlık nisbi ve alışkanlığa bağlıdır. Bir şarklı, kadının sesini bile başkasının işitmesine tahammül edemez, bir garplı, zevcesine gözü önünde yapılan şakalaşmalara lakayt kalır. İlk günlerinde kocasını köpeğinden bile kıskanan zevce yavaş ya­ vaş metreslerine ait tafsilatı işitmeyi pek tabii bulur. Anadolulu kadın kocasına ortak aramak için kapı kapı görücü dolaşır. İs­ tanbullu hanım kocasının metreslerine servetini yedirmesine göz yumar da kendisinden daha çirkin; kendisinden daha yaşlı, oeııa-ae piıiasıiçın·afiiımış orr orfağioliriak.ilitiirialiıie bile kat­ lanamaz. 128 Nice eski hanıme�endiler bilirim ki merhum paşalarını ha­ yır ve rahmet ile yadeder ve ortak hayatından şikayet etmezler. Halbuki bugünün hanımefendileri, kadınlığı ihtilale teşvik eden feministlerin namütenahi telkinleriyle zehirlenmişlerdir. Evleri­ nin yegane hak:imanesi iken bedbahtlıklarından kuzu gibi erkek­ lerinin gaddarlığından şikayet ederler. Hakikaten berikiler öte­ kilerden çok bedbahttır. Bunu kadınlığın uyanıklığına atfeder­ sek çok aldanırız. Asri.terbiyemiz kadınları yükseltmemiş, me­ sut etmemiştir. Belki dejenere etmiş, bir dezanşente yapmıştır. Bu da işin ictimai ciheti... Niçin çok zevceli erkek oluyor da çok kocalı kadın olmu­ yor. Bu tabii fizyolojinin icaplarındandır. Tabiatin izdivaçtan maksadı çocuk yapmaktır. Bir kadın on erkekle münasebette bulunsa da ancak birinden gebe kalır, bir erkekse bir çok kadın­ ları ayn ayn hamile bırakır. Müteaddit kocalı kadınlardan dün­ yaya gelen çocuğun sahibi belli olmaz. Gerçi her erkek bir ho­ roz gibi zevcelerinin adedi ile mağrur olamaz. Hatta terbiye kuvvetiyle cis.men ve ruhen tek zevceli kalmış erkekler pek çoktur. Fakat her erkeği de leylek gibi sağlığında bir zevcesine tapan, evlenince onun hatırasiyle münzeviyane yaşamaya mec­ bur görmemekliğimiz daha tabiidir. Talak meselesine itiraz edenler pek az bulunuyor. İzdivaç gibi kumar işine atılıp da talihsiz çıkanların bütün ızdıraplariyle bu izdivaç hayatını sürüklemesi büyük bir ahmaklıktır. Bal­ zac'ın dediği gibi iyi bir ev, kurulacağı ilk geceden belli olur. Geleceğe ümit bağlayarak: ger,ıçliği geçirmek, hayatını zehirle­ mek akıl kan değildir. İzdivaç iki kişi arasında bir kontratodur. Bu akidden muta­ zarrır olduğunu anlayan fesih hakkını kullanabilmelidir. Her ak­ din feshi manevi ve maddi tazminat gerektirdiği için talakta bir tarafın büsbütün bedbahtlığına meydan bırakmamalıdır. 129 Evlenmede yaş tahdidi... İstanbul kulüplerinde düşünen­ lerin, hissiyat kalantorluğuyle kanun yapmak isteyenlerin dediği olursa o zaman bu memleketin mezarı kazılmış olur. Erkek yir­ mi yaşından, kız on sekizinden evvel evlenemeyecekmiş... Ana­ dolu bu erken evlenme sayesinde harplerin, ihtilallerin, Yemen­ lerin, Havranların öldürdüğü gençliğin yerini kısmen doldura:, bildi. Yirmi üç yaşına kadar iki üç çocuk sahibi olur. İhtiyar va­ lide ve pederine gelini yardımcı bırakır, gittiği yerde zevce ve çocuklarının hayaliyle afif yaşar. Askerlikten on üç, on dört se­ ne sonra dönüşünde boyunca evladı, askerlikte çürüyen el ve ayaklarının işini görecek oğullar etrafını alır. Anadolunun nüfu­ sunu azaltmamakta, ahlaksızlığın ve fuhşun önünü almakta, gençlerin şehirliler gibi suistimalde bulunmalarına mani olmak­ ta erken evlenmenin çok faydası dokunur2. TAADDÜD-İ ZEVCAT MÜNAKAŞALARI Taaddüd-i zevcat hakkında yazdığımız ikinci makale fennı bir münakaşa zemini hazırlıyordu. Maalesef bu hususta aleyhte yazanların içinde ilim adamları bile hiçbir şey okumaksızın, bir dakika düşünmeye bile lüzum görmeksizin gelişi güzel bir kaç söz sarfetmekle işin içinden çıktı. Bu cevaplar içinde ilmi, makul hiç bir mütalaaya rast gelmedik... Bu zatların bazısına te­ sadüf ettiğimde ankete cevaplarının tenkide vakit kalmadan: Doktor, makalenizi bilahare okudum, yerden göğe kadar haklı­ sınız, sizinki cidden ilim ve araştırma mahsulü, bize hiç hazır­ lanmadığımız bir mevzu hakkında mütalaamızı sordular, hoşa gidecek-bir kaç sözle muharriri savdık; diyorlardı. 2. Sıhhf Sahifeler, 15 Şubat, 1340, sene, 2, sayı, 2. 130 Taaddüd�i zevcata muarız olanların bazıları: Niçin taad­ düd-i zevcata müsaade vardır, taaddüd-i ezvaca (çok kocalığa) yoktur, diyor. Fizyoloji bunu lüzumsuz görüyor, bu zamanın ce­ miyeti, bütün feministliğine rağmen bu kadar inceliğe ve ser­ bestliğe tahammül edemiyor, başka bir şey değil... Avrupa'da · bir kaç erkekli zevce varmış. Büyük şehirler her yerde az çok tereddi yatağıdır, fakat bunu umumi diye kabul etmek Avrupal�­ lara haksız bir taarruzdur. Öyle de· olsa taaddüd-i zevcat aleyhi­ ne bir delil olamaz. Bu bahiste daha ciddi itirazlar görmediğimiz için bu kadarı kafi görüyoruz3 • 3. SıhlıfSahifeler, 15 Mart, 1340, sene, 2, sayı, 3. 131 IV BOŞANMA "Evleniniz, fakat boşanmayınız. Çünkü Allah, zevkine düşkün kadın ve erkekleri sevmez." (Hadfs-i şerfj) TARİHTE BOŞANMA Kadın haklarına hürmet göstermekle bilinen eski Mısır hu­ kukunda boşama erkeğin selfilıiyeti dahilinde idi. Yalnız boşa­ yacağı kadına bir miktar para vermesi gerekirdi. Ayrıca boşama anında elinde bulunan ve sonra sahip olacağı malı o nikfilıdan meydana gelen çocuklara miras bırakacağını da taahhüt ederdi. Makedonyalıların Mısır'ı istilasından sonra, hukuk alanında meydana gelen değişiklikler neticesinde, zevceye de boşama hakkı verilmiş ve böylece Yunan hukukuna yaklaşılmıştır1 . Hamurabi kanunlarına göre boşama erkeğin hakkıdır. Yal­ nız kadın, boşayan kocadan nakdi ve başka şekillerde bir nevi tazminat alır. Bu, boşanan kadının çocuğunun olup olmaması ile değişir. Eğer kadın kendi hatası yüzünden ayrılmaya sebep 9lmuşsa koca hiç bir şey vermek mecburiyetinde olmaksızın 1. M. Es'ad, Tarfh-i İlm-i Hukuk, s. 44, 54. 132 onu terkeder veya boşamayarak evinde hizmetçi gibi kullanır ve başka. bir kadınla evlenebil.ir2. Çin hukukuna göre boşanma karşılıklı anlaşma ve iki tara­ fın rızası ile gerçekleşebilir. Ya1nız koca, tesbit edilmiş yedi halde karısını re'sen boşayabilir. Zina halinde boşanmak mecbu­ ridir. Zevcesi zina etmiş koca onu satıp parasını alır3. Kadim Brahman hukukunda çeşitli nikah şekilleri vardır. Karı kocadan her biri için muayyen sebeplerden dolayı ayrılmak mümkün­ dür4. Kötü, hilekar ve sert yürekli bir kadını kocası boşayıp evinden atabilirdi5• Roma aile hukukunda aile birliğinin bozulması başlıca iki şekilde olurdu: 1. Ka:rı veya kocanın elinde olmayan sebeplerle evlenme­ nin bozulması. Bu, kadının veya kocanın ölümü, esir düşmek veya vatandaşlık hakkını kaybetmek gibi ehliyetin düşmesi ve­ ya azalması suretiyle olurdu. 2. Karı veya kocadan birinin isteği üzerine evlenmeye son vermek. Bu ayrılma, modern hukukta olduğu gibi bir mahkeme kararına bağlı değildi. Evvelce evlenmeyi doğuran hukuki mua­ meleye istinat eder ve "mukabil muamele" manasına gelen "contrius actus" adını alırdı. a) Koca hakimiyetine bağlı (Manuslu) bir evlenme şeklin­ de kızın satın alınması veya erkekle bir sene müşterek yaşama­ sı suretiyle evlenme vuku bulmuşsa ayrılma, kadının -bir aile kızı gibi- diğer bir şahsa satılmasıyla olurdu. Tabiidir ki boşama ancak koca tarafından yapılır, kadının burada hiç bir rolü yok2. Aynı eser, s. 73-74, 77/2. 3. A:ynı eser, s. 97. 4. Aynı eser, s. 166. 5. Dr. A. Şelebi, Mukarenetii'l-edyaıı - Edyanii'l-Hind, s. 73. 133 tur. Daha doğrusu bu, boşanmadan ziyade kadının kocası tara­ fından reddedilmesidir. Şayet evlenme dini bir merasimle yapıl­ mışsa ayırma işlemi rahipler tarafından yürütülürdü. Ayrılmak için dini teamül ve hukuk tarafından kabul edilen esaslı bir se­ bep olmadıkça, rahip, evlenmenin bozulmasına mani oluyordu. b) Koca hakimiyetine dayanmayan (Manussuz) evlenme­ l�rde, herhangi bir sebeple veya sebepsiz olarak karı veya koca­ dan her ikisinin arzusu ya da yalnız birinin isteği ile evlenme bozulabilirdi. ' Roma'da gittikçe Manussuz evlenme Manusluya tercih edilmişti. Boşanma vak'aları hudutsuz bir şekilde yayılıyordu. · Sebepsiz boşanmalara mani olacak kanuni hükümler yoktur. Sonraları bazı mali mükellefiyetler yükletilmişse de bunun bü­ yük bir tesiri olmamıştı6 • Kitab-ı Mukaddes'te: Eski Ahd'e göre kadınlardan biriyle evlenen erkek, onda hoşlanmadığı bir şey görürse boş kağıdını yazıp eline verir ve hanesinden salıverir7• Bu kadın da birinci kocanın evinden çık­ tıktan sonra diğer bir ere varabilir. Sonraki koca ondan hoşlan­ maz, boş kağıdını yazıp eline verir ve onu kendi evinden gönde­ rirse ve yahut ikinci zevç vefat ederse, ilk kocası "kadın temiz olmadığından" onu tekrar zevceliğe alamaz8. Yeni Ahd'e gelince, Matta incilinin kaydettiğine göre Ferisıler Hz. İsa'yı denemek amacıyla "Kişiye her ·sebeple karı­ sını boşamak caiz midir?" diye sormuşlar, o da şöyle cevap ver6. R. Honig,Roma Hukuku, s. 167-169. 7. Koca boşadığı kadım, ikinci kocaya varmadan alabilir. Fakat bu du­ r11m, İran'da ve belki btitün şark memleketlerinde kabul edilen kaideye aykı­ rıdır. (M. Es'ad, Tarih-i İlm-i Hukuk, s. 193/1.) 8. Tesniye, 24/1-4. 134 miş: "Başlangıçta yaratan onları erkek ve dişi yarattığını ve iki­ sinin bir beden olacağını okumadınız mı? Onlar artık iki değil fakat bir bedendir. İmdi Allah'ın birleştirdiğini insan ayırmasın" Ferisiler bu sefer "Öyle ise Musa niçin boş vermeyi ve kadını boşamayı emretti?" deyince Hz. İsa: "Yüreklerinizin katılığın­ dan ötürü Musa, zevcelerinizi boşamanıza müsaade etti. Fakat başlangıçta öyle olmamıştır. Ve ben size derim: kim zinadan ötürü olmayıp karısını boşar ve başkasıyla evlenirse zina eder, boşanmış olanla da evlenen zina eder." cevabını vermiş9• Bu duruma göre hıristiyanlıkta boşanmak yasaktır. Yalnız protestan alimlerinin çoğu, koca zevceyi uzun zaman terkederse eşler ara­ sında ayrılmanın caiz olabileceğini şuna istinaden ileri sürerler: "Fakat evli olanlara ben değil, ancak Rab emrediyor: Karı koca­ sından ayrılmasın -fakat eğer ayrılırsa da, kocasız kalmasın, ya­ hut kocasıyla barışsın- ve koca karısını bırakmasın. "10 İSLA.MDA BOŞANMA Kur'fuı-ı Kerim'de kadınlarla iyi geçinmemiz emredilmiştir,. onlar bazan hoşumuza gitmese bile. Zira mümkündür ki bir şey hoşumuza gitmediği halde sabredip tahammül göstermemiz se­ bebiyle Allah onda bizim için bir çok hayırlar takdir etmiş bulunur11 • Nasıl ki insanların fizyolojik yapıları tamamen birbi­ rine benzemiyorsa ruh fileınleri, arzu ve istekleri de az çok bir­ birinden farklı olur. Kadın kocasının, koca da zevcesinin tama­ men kendisi gibi düşünmesini, kendisi gibi hissetmesini arzu et­ memelidir. Anlaşma ve mutluluk karşılıklı fedakarlıklarla doğar ve onlarla devam edebilir. Hz. Peygamber: "İnanmış bir koca 9. Matta İncili, 19/3-10. 10. Korintoslular'a Birinci Mektup, 7/10-12. 11. en-Nisa, 4/19. 135 inanmış eşini sevmemezlik etmesin. Eğer onun bir huyundan hoş­ lanmıyorsa öbüründen memnun olur." buyurmuştur 12. Eşler iyi geçinmek için karşılıklı fedakarlıkta bulunmalı ve birbirine saygı göstermelidir. Ancak bu, bir noktada, yaratana asi olma no,kta:sında durur. Karşılıklı fedakarlık ve itaat, eğer Allah'ın emirlerinden birinin terkedilmesini veya yasaklarından birinin işlenmesini gerektiriyorsa bu yapılamaz. Çünkü Pey­ gamber Efendimizin "Yaratana asi olacak yerde yaratılmışlara itaat yoktur." 1 3, "Masıyette itaat yoktur, itaat meşru işte olur. 11 14 sözleri İslam'ın sarsılmaz prensiplerindendir. Fakat bunun bir istisnası vardır. Yalan söylemek İslam'da çirkin bir şey olduğu halde üç yerde yalan söylenmesine müsaade edilmiştir: "Harp­ te, dargınların arasını bulmakta ve kocanın karısına, kadının da kocasına karşı (aile düzeni için) yalan söylemesi"I 5• Burada mü­ saade edilen yalan, karı ile kocanın birbirini önemli konularda, mesela namus meselesinde ve büyük haklarda aldatmaları değil, aralarında dirlik ve sevginin devamı için gönül alıcı bazı sözler söylemeleri ve vaatlerde bulunmalarıdır 1 6. İslam dininde eşlerin arasını açmak, karı ile kocayı birbiri­ ne düşürmek pek kötü bir şeydir. Müslümanın vazifesi mü'min­ lerin, özellikle eşlerin arasını bulmak, ıslah etmektir. Hz. Pey­ gamber "Bir kadını kocasına jurnal edip kötü duruma düşüren kimse bizden değildir." buyurmuşlardır 17 . 12. Müslim, Rida', 61. 13. Ahmed b. Hanbel, I, 131. 14. Müslim, İma.re, 39. 15. Müslim, Birr ve's-sıla, 101. 16. Müslim şerhi Nevevi, XVI, 158. 17. Ebu Davud, Talak, ı. 136 EŞLER ARASINDA GEÇİMSİZLİK İslam anlayışına göre evlilik hem fizyolojik hem de psiko­ lojik tatmin anlamına gelen sükun ve huzur, sevgi ve şefkat il­ kelerine dayanır. Aile hayatına da bu ilkeler hakim olur18 . Ne var ki iyi niyetler ve büyük ümitlerle kurulan aile yuvası her za­ man aynı çizgiyi takip edemeyebilir. Bir taraftan çetin hayat mücadelesinin doğurduğu problemler, diğer yönden farklı be­ den ve ruh özelliklerine sahip bulunan eşlerin farklı tepkileri ai­ le yuvasında geçimsizlik meydana getirebilir. Hafif veya şiddet­ li bir geçimsizliğin zaman zaman baş göstermediği bir aile bul­ mak çok zordur, peygamber ailelerine varıncaya kadar. Bekarlığın mı evliliğin mi "sultanlık" olduğu hususu tartı­ şıladursun, şu bir gerçek ki insanlar tarafından meydana getiri­ len her birlik, her ortaklık karşılıklı fedakarlık ve anlayışla de­ vam edebilir. Bu bakımdan her ortak işte az veya çok bir hürri­ yet kaybı vardır. Sevgi ve hoşgörü ile bakan göz ayıp ve kusur görmezken nefret dolu· gözler, olmayan çirkinlikleri bile icat edebilir. Tarih boyunca insanların kurduğu birliklerin en önem­ li, en kalıcı ve en vazgeçilmez olanı şüphe yok ki aile birliğidir. Bu birlikte temel kural "problem çıkarmamak" olmalıdır. Evet, problem çılçarmamayı ve fedakarlık göstermeyi eşlerden her bi­ ri kendisi için görev bilmeli, bu fazileti kendisinden esirgeme­ melidir. İnsanı, karşısındakinden anlayış bekleme stresine gir­ mektense, kendisinin anlayış göstermesi çok daha asil bir hare­ kettir. Zevcenin Geçimsizliği: Aile yuvasında ortaya çıkabilecek anlaşmazlığın tarafların­ dan biri karı ise öbürü kocadır. Çiftlerin geçimi ile ilgili ayet ve hadislerin bütününe bakıldığında erkeğe sert ve kaba davranma­ sının, kadına da itaatsizlik etmemesinin tavsiye edildiği görülür. 18. bk. er-Rum 30/21. 137 Herhangi bir şekilde geçimsizlik ortaya çıktığı takdirde, proble-· min yakın akrabaya bile duyurulmadan aile içinde çözümlen­ mesi öngörülür. Bu çözümde ev reisi statüsünde bulunan erkeğe daha fazla görev yükletilmiştir. Önce konu ile ilgili ayetin mealini verelim: "Başkaldırma­ sından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, yatakta boykot uygu­ layın, onları dövün. Eğer size itaat ederlerse onların aleyhine baş­ ka bir yol aramayın 11 19. .Ayet-i keri'mede yer alan ve "baş kaldır­ mak"la tercüme edilen "nüşı1z" kelimesi ilerlemiş ve süreklilik kazanmış geçimsizlik manasına gelir. Buna göre eşler arasında­ ki gelip· geçici basit anlaşmazlıklar bu kavramın içine girmez. Aile hayatının çeşitli sahnelerinde oluşabilecek bu tür tatsızlık­ lar basit bir jest, samimi bir söz veya nazik bir davranışla orta­ dan kalkıp unutulabilir. Ancak süreklilik arzeden ve zevcenin adeta baş kaldırmasını simgeleyen davranışların ciddiye alınına­ sı gerekir. .Ayette bu tür geçimsizliklerin giderilmesi için tavsi­ ye edilen üç kademeli bir plan vardır. a) Birincisi öğüttür. Koca, eşinin tereddütlerini giderecek açıklamalarda bulunabilir, yanlış anlamalar varsa bunları vuzu­ ha kavuşturur. Kendisinin kaba bir hareketi olmuşsa özür diler. Aralarındaki sevgi ve bağlılık duygularını hatırlatır. Geçimsizli­ ğini sürdürdüğü takdirde ortaya çıkabilecek sakıncaları dile ge. tirerek aile yuvasının mutluluğunu bozmaması için onu uyarır. b) Öğüt olumlu bir sonuç vermediği takdirde ikinci kade­ medeki tedbir uygulanır. O da geçici bir süre için cinsi ilişkiye ara vermek.tir. .Ayetin ifade tarzından anlaşıldığına göre bunun için yatakları ayırmak gerekli değildir. Aslında bu tedbir kadın için olduğu kadar erkek için de etkilidir. Ancak şunu hatırlat­ mak gerekir ki İslam hukukuna göre bu noktada erkeğin bazı avantajları vardır. İslamiyel köle Ye_carjyeyj:bir t�.nıft� lıfi.r #!.-:.. 19. en-Nisa 4/34. 138 san seviyesine yaklaştıruken diğer yönden kölelik müessesesi­ nin kökünden ortadan kalkmasının temellerini atmıştır. Fakat bütün dünyada hakim olduğu asırlarda mütekabiliyet ilkesi ge­ reğince İslamiyet de köle ve cariye statüsünü kendi anlayışı çer­ çevesinde sürdürmüştür. Buna göre aralarında anlaşmazlık bu­ lunan eşlerden kocanın cariyesi bulunabilir. Ayrıca taaddüd-i zevcat bahsinde geçtiği gibi ikinci bir eşe sahip bulunabilir. Bu takdirde cinsi ilişki müeyyidesinin zevceyi daha çok etkileyece­ ği muhakkaktır. Ne var ki bu müeyyidenin fazla sürmesi doğru bulunmamıştır. Zira taraflardan birinde veya her ikisinde başka sıkıntılar ve sakıncalı sonuçlar doğurabilir. c) Aile yuvasının temel direğini oluşturan kadının baş kal­ dırma boyutlarına ulaşan geçimsizliği öğüt ve cinsi boykotla gi­ derilemediği takdirde durum ne olacaktır? Kur'an-ı Kerim, ilk hitap ettiği insanların yaşadığı asırlarda bütün dünyada yaygın bulunan bir müeyyideyi öneriyor burada: dövmek. İslamda ka­ dının konumunu tartışan bir çok insan bu dövme önerisini sert dille eleştirmektedir. Dikkat çekici bir husustur ki Kur'an vahyi­ ni insanlara tebliğ etmek, açıklamak, şahsında, ailesinde ve kur­ duğu toplumda uygulamakla görevlendirilmiş bulunan Hz. Pey­ gamber dövme müeyidesini ne kendi ailesine uygulamış, ne de ashabına tavsiye etmiştir. Halbuki onun da hanımları zaman za­ man geçimsizlik göstermiş ve kendisini sıkıntıya sokmuştur. Bu gerçeği dile getiren ayetler vardır20• İslam öncesi dönemde hanımlarına karşı kaba ve hırçın davranan ashab-ı kiramın bu tutumlarını değiştirmek için Hz. Peygamber'in onlara bir çok tavsiyelerde bulunduğu bilinmekte­ dir. Öyle ki sahabıler, oluşan yeni havanın etkisiyle hanımları­ nıri kendilerine karşı taşkınlık gösterdiklerini dile getirip zaman zaman huzur-i saadette şikayette bulunmuşlardır. Birgün bir sahabı Resulullah'ın yanına gelmiş ve hanımının özellikle acı 20. bk. el-Ahzab 33/28-34, 51; et-Tahrım 66/1-5. 139 dilinden şikayette bulunmuş. Hz. Peygamber de geçimsizliğin boyutlarını ölçmek amacıyla ona "Madem öyle, hanımını boşa" demiş. Sahabı bu kez "Doğrusu o, .benim hayat arkadaşımdır, ayrıca çocuğumuz da vardır" cevabını vermiş. Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurmuştur: "Ona iyilik tavsiye et, öğütte bu­ lun. Şayet kendisinde bir kabiliyet varsa yapacaktır. Sakın hiz­ metçin imiş gibi eşini azarlayıp dövmeyesin"21. O, başka bir hadi­ sinde şöyle demektedir: "Sizden hiç biriniz kölesi imiş gibi karısını dövmesin. Belki de gün bitiminde onunla cinsi iliş­ kide bulunacaktır"22• Kocanın, eşini dövme hakkı var mıdır, dövmenin boyutları nedir? Başkaldırma niteliğinde geçimsizlik gösteren zevcrnin yatıştırılması amacıyla Kur'an-ı Kerım tarafından önerilen öğüt ve cinsi ilişkiye boykot yöntemleri koca için birer hak olduğu anlaşılmaktadır. Ancak üçüncü yöntemi oluşturan dövme bir hak mıdır, yoksa bir tavsiye mi? Resftl-i Ekremin sözlü ve fiilı sünnetine balalırsa bunun hak değil tavsiye olduğu görüşü ağır­ lık kazanır. Ancak İslam alimleri, dövme yöntemini tercihe mecbur kaldığı takdirde kocanın gözönünde bulunduracağı ku­ ralları titizlikle belirlemişlerdir. Herşeyden önce kim olursa ol­ sun insanın yüzüne vurulması İslamda yasaklanmıştır. Bunun yanında zevceye yönelik olarak fazla acıtıcı, yaralayıcı, berele­ yici nitelikteki müessir fiiller de yasaktır. Alimlerin bir lasmı çocukların oyunlarında kullandıkları bezden yapılmış topacı öl­ çü olarak kabul etmiş, bir lasmı da kadının ağız temizliği için kullanılan misvak (diş fırçası) ile ancak dövülebileceğini söylemiştir23. Detay gibi görünen bu telakkiler bence önemli bir gerçeği yansıtmaktadır, o da şudur ki kadın tarafından baş gös­ teren aile geçimsizliğinin aile içinde giderilmesi amacıyla koca­ nın uygulayacağı dövme yöntemi reel bir eylem ve müessir bir fiil olmaktan çok sembolik bir nitelik taşımaktadır.Bu yöntem 21. Ahmed b. Hanbel, IV, 211. 22. Buharı, Nikah, 93. 140 aile içi huzursuzluğun ileri boyutlara ulaştığı gerçeğini vurgula­ makta ve böyle devam ettiği takdirde yuvanın bozulacağını anons etmektedir. Dünyada yaygın bulunan kadını dövme yöntemini Kur'fuı-ı Kerım'in dile getirişinden bu yana on dört asır geçmiştir. Sami­ miyetle düşünüldüğü takdirde bu yöntemin o toplumda bu top­ lumda, o seviyede bu seviyede uygulandığı ve böyle de devam edeceği kabul edilecektir. Tıpkı birden fazla evlilikte olduğu gi­ bi insan topluluklarından hiçbir zaman soyutlanamayacak olan bazı realiteleri gerçekçi bir yaklaşımla benimseyip düzeltmek, zararlarını en aza, yararlarını en çoğa yaklaştırmak mı faydalı, yoksa görmezlikten gelerek veya tamamen karşı tavır alarak ka­ osa terk etmek mi? Zevcenin geçimsizliğini dile getiren ayetin sonunda "Eğer size itaat ederlerse onların aleyhine başka bir yol aramayın"24 denilmek suretiyle söz konusu yöntemlerin aile geçimsizliğini bertaraf etmek amacıyla uygulanacak geçici müeyyideler olduğu ifade edilmiştir25 . 23. Taberi, Camiü'l-beyiln, V, 44. 24. en-Nis§. 4/34. 25. Geçimsizlik gösteren kadının dövülmek suretiyle itaat altına alınma­ sında psiko-seksüel bir faktörün rol oynadığı da ileri sürülebilir. Bazı insan­ lar ancak şiddete maruz kalınca cinsi yönden duygulanır ve ancak bu yoldan tatmin bulur (mazohizm). Bu konuyla ilgili olarak Dr. Mazhar Osman şöyle demektedir: "Kadınlarda mazohizm nisbeten daha çoktur. Zaten kadın yaratılışı az çok buna meyillidir. Kadınlar kendilerine baş eğen zayıf adamları sevmezler, istinad edebilecek bir sahip, metin bir ruh ararlar. Bir çok kadın kocalarının kendilerini dövmelerini isterler ve kendilerine kötü muamele etmeyen koca­ dan memnun olmazlar. Hele bu hal Rusya'da ve Şark'da... Çok defa karı koca arasındaki kavganın sebebi kadının dövülmek istemesidir. Adamcağız kavga­ dan kaçtıkça ve fena muameleden çekindikçe kadın, üzerine saldıiır. Gazete­ lerde gördüğümüz gibi dayağa değil, b§.zen hiçten cerh ve katle bile mecbur olur" (Tabilbet-i Rahiye, il, 258). 141 .Kocanın Geçimsizliği: Aile mutluluğunu. bozabilecek davranışlar kocada da baş gösterebilir. Kur'an-ı Kerım bunun için de baş kaldırma manası­ na gelen "nüşı1z" kelimesini kullanmakta ve problemin çözümü için eşlerin aralarında anlaşmalarını önermektedir. Çünkü barış en hayırlı yöntemdir. Şunu da gözden kaçırmamalıdır ki nefisler cimrilik ve kıskançlığa hazırclır26. Bilindiği gibi Kur'an-ı Kerım erkeği ailenin reisi kabul et­ miş ve normal hallerde boşama yetkisini ona vermiştir. Bu açı­ dan bakıldığında kadının kocasına karşı kullanacağı hukuki mü­ eyyideleri yoktur. Ancak ilgili ayetler barışıp anlaşmayı her iki­ sine, nazik davranıp Allah'tan ko�kmayı da kocaya önermekte­ dir. Aslında kadın, kocanın serkeşliği yüzünden bozulmaya yüz tutan aile mutluluğunu yeniden kurmak ve korumak için erkeğe nisbetle daha çok fizyolojik ve psikolojik imkanlara sahiptir. Ondaki cinsi cazibe, sabır, uysal tabiat, sevgi ve nezaket çoğu zaman erkeği etkilemekte ve onu anlaşma zeminine çekmekte­ dir. Hakemlerin Tayini: Eşler arasında ortaya çıkan geçimsizlik başbaşa giderile­ mediği takdirde Kur'an emrince her il<l tarafın ailesinden birer hakem seçilir27 • Alimlerin çoğunluğuna göre kocanın ve kadı­ nın ailesinden birer hakem tayin etmek hakimin salahiyetinde­ dir. Hakemler hususi olarak her iki tarafı dinler, aralarını bul­ maya çalışır. İlgili ayette: "Hakemler eğer sulh etmek isterlerse Allah eşlerin arasını bulur, düzeltir." buyurulmaktadır. Hakemle­ rin iki tarafın ailesinden seçilmesi aile sırlarının dışarıya çıkma­ ması, eşlerin hususi hallerinin daha iyi bilinmesi, iki taraftan her birinin, şikayetlerini açık bir şekilde söyleyebilmesi... bakı­ mındıın uygundur. 26. bk. en-Nisa 4/128. 27. en-Nisa 4/35. 142 Hakemler, bütün barıştırma gayretlerine rağmen muvaffak olamaz, eşlerin arasını ayırmayı uygun bulurlarsa, onların bu kararı da geçerli sayılır. İslam hukukçularının çoğunluğu bu kanaattedir. SON ÇARE BOŞANMAK Bütün gayret ve iyi niyetlere rağmen eşler arasında ortaya çıkan geçimsizlik hazan giderilemez. Bu takdirde aile ocağı adeta cehenneme dönüşür. İnsanoğluna böyle bir azabı taddır­ mak insafa sığmayan bir şeydir. Bu durumda eşler için ayrılmak en hayırlı çaredir. Kur'an-ı Kerim'de eşler arasında uzlaşma me­ dotlarından, hakemlerin tayini ve çalışmasından bahsedildikten sonra şöyle buyurulur: "Eğer karı ile koca ayrılacak olurlarsa Al­ lah her birini lütfu keremiyle ihtiyaçtan müstağni kılar. Allah ge­ niş lütuf ve derin hikmet sahibidir"28. "Tarihte Boşanma" başlığı altında izah ettiğimiz gibi bütün eski milletlerin hukukunda boşanma- vardır ve umumiyetle bu hak erkeğe aittir. Yalnız hıristiyanlıkta, "eşlerin iki değil fakat bir beden olduğu ve Allah'ın birleştirdiği insanın ayrılmaması icabettiği"29 prensibi kabul edilerek uzun asırlar Katolik kilisesi boşanmayı menetmiştir. Halbuki "büyük Alman hukukçusu Kohler'in Hukuk Felsefesi nam eserinde (s. 121) pek haklı ola­ rak dediği gibi geçinmelerine imkan olmayan bir karı koca ara­ sındaki evlilik "sadece bir azap ve işkence kaynağı olmakla kal­ maz, ruhi tekamüle bir mani teşkil edebilir ve büyük istidatları bir hiç menzilesine indirebilir". İşte bu tasvir ettiğimiz vaziyette evliliğe devama icbar etmek için ne ahlaki ve ne de sosyal hiç 28. en-Nisa 4/130. 29. bk. Matta İncili, 19/3-10. 143 bir mülahaza varit olamaz. Böyle bir evliliğe mümkün mertebe çabuk nihayet vermek hem sosyal, hem kül.türel bir ihtiyaç teş­ kil eder. Binaenaleyh, Katolik kilisesinin bu nokta-i nı;ızarı her bakımdan mahzurluduı30. ,Mamafih halkın ihtiyaç ve zaruretlerine, toplum hayatının realitelerine uymayan kilisenin bu nizamından halk yavaş yavaş kurtulmaya çalışmış, kilise de bu umumi arzu ve icbara karşı bazı.kolaylaştırıcı hükümler kabul etmek mecburiyetinde kal­ mıştı. "Evlenmenin butlanını gerektiren haller" diye isimlendir­ diği bu kurallar esas itibariyle boşanmaya dair hükümlerden pek farklı değildi31 . Zaten Protestanlık bu konuda da reformunu yapmış ve belirli sebeplerle boşanmayı kabul etmiştir. Boşanmayı yasaklamanın bir mahzuru da evlenmenin azal­ masına sebep teşkil·etmesidir. Zira gerekirse boşanamayacağını bilen kimse evlenmekten ürker. Gireceği bir kapının ebediyen üzerine kapanacağını bilen insan o kapıdan girmek istemez. Ev­ lenmenin azalması da fuhşun yayılmasına, ailelerin çözülmesi­ ne ve cinayetlere götürür. Boşanmanın Hükmü: İslam hukukunda boşanma, evlilik hayatının devamına imkan kalmadığı zaman başvurulacak son çaredir. Kur'an-ı Ke­ rim'de "Kadınlar size itaat ede;rlerse aleyhlerinde bir yol arama­ yın." buyurulmak suretiyle zaruretsiz boşanma yasaklanmakta­ dır. Hz. Peygamber de "Evleniniz, fakat boşanmayınız. Çünkü Allah, zevkine düşkün erkeklerle zevkine düşkün kadırları sev­ mez." buyurmuşlardır32. Diğer bir hadis de şöyledir: "Allah nez30. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Boşanma Sebeplerinin Umumi Tetkiki, Armağan, s. 670. 31. Kasım Emin, Hürriyet-i Nisvan, s. 199. 32. en-Nisa 4/34. 144 dinde en sevimsiz mubah, boşama fiilidir"33 . İslam hukukçuları boşanmanın kayıtsız şartsız helal olamayacağında ittifak etmiş­ lerdir. Hanefi'lere göre talakta aslolan "haram oluş"tur. Zira hak­ kında pek ağır hadisler varit olmuştur. Boşanma aynı zamanda toplumun temel taşı olan aile birliğini bozmak, nikah nimetini tepmektir. Binaenaleyh zaruret olmaksızın boşamak haramdır. Ashab-ı kiramdan zevcelerini boşayanlar ihtiyaç ve zaruret kar­ şısında boşamışlardır34. Boşanmanın statüsüne değinen hadiste bu eylemin "Allah nezdinde en sevimsiz helal veya en sevimsiz mubah" diye vasıf­ landırılmasını hareket noktası kabul eden bazı bilginler, talakın harama yakın en şiddetli mekruh olduğunu.söylemişlerdir35 . Fa­ kat boşamak çeşitli durumlara göre değişik hükümler alır. Boşanma Sebepleri: Zevcesine karşı erkeklik görevini yerine getirmekten veya onun geçimini sağlamaktan aciz olan kimseye onu boşamak ge­ reklidir. Zira bu takdirde zevceyi boşamamak ahlaki problemle­ rin doğmasına sebep teşkil edebilir. Buna mukabil bu tür maze­ reti bulunmayan ve zevcesini boşadığı takdird� kendisinin gayrı ahlakı durumlara düşmesi bahis konusu olan kimsenin boşaması ise haramdır36. Erkek için zevcesini boşamayı caiz kılan haller; "Allah'ın tayin ve tesbit ettiği sınırlar" diye vasıflandırılan evliliğin deva­ mını mümkün kılamayacak derecede birbirinden nefret, şiddetli 33. Süyfiti, el-Cami'ü's-sağtr, I, 448-9. 34. EbO Davud, Talak, 3. 35. Abdurrahman el-Cezfrf, el-Fıkh ale'l-mezahibi'l-erbaa, IV, 296, 312 v.d. 36. Aynı eser, IV, 296-297, 313-314. 145 geçimsizlik, cinsi iktidarsızlık: veya muktedir olduğu halde nef­ ret yüzünden ruhen buna müsait olamamak, zina gibi durum­ lardır37. Şeyhü'l-İslaın Hayri Efendi devrinde Hey'et-i Te'lifiyye'ce tanzim edilip Fetva Eminliği yolu ile resmiyete intikal ettirilen 10 Mart 1333 tarihli mazbataya ve yine o tarihte resmen kabul edilen Hukuk-i Aile Kararnamesi'ne göre zevce şu hallerde ko­ casından ayrılmayı talep edebilir38. 1. Cinsi yakıı:ılığa mani teşkil eden kusurlardan uzak bulu­ nan zevce, kocasında böyle bir hastalığın bulunduğunu tesbit edince hakime müracaat ederek ayrılmasını talep edebilir (mad­ de, 119). Kocadaki hastalık, tedavisi kabil olmayan türden ise hakim hemen ayrılmaya karar verir. Tedavisi mümkünse bir yıl süre tanır. Bu süre içinde hastalık giderilememiş ve zevce tale­ binde ısrar ediyorsa -koca razı olmasa bile- hakim ayrılığa hük­ meder (m. 121). 2. Cüzzam ve zührevi hastalıklar gibi, zarar vermeden bir­ likte yaşamaya inıkan olmayan hastalıklardan birine yakalanan kocadan zevce ayrılmayı talep edebilir. Hastalığın tedavisi umulursa bir yıl süre tanınır, değilse hemen tefrik olunur (m. 122). 3. Nikah akdinden som'a koca delirip zevce de ayrılmak için hakime başvurursa yine bir yıl tecil edilir. Bu süre içinde cinnet zail olmazsa ayrılığa hükmedilir (m.123). 4. Bunlardan başka koca, izi belli olmaksızın ortadan kay­ bolur, nafaka tahsili de inıkansız olursa hakim gerekli talıkikat­ tan sonra zevcenin talebi üzerine ayrılığa hükmeder (m. 126). 37. İbnü'I-Hümam, Fethu'l-kadir, III, 21-22. 38. Ayrıca bk. İbnü'I-Hümam, Fethu'l-kadfr, III, 267 v.d. 146 5. Nafakaya elverişli mal bıraktığı halde ortadan kaybolan bir kimsenin zevcesi hakime müracaat ederek ayrılmak talebin� de bulunursa, hakim o kimse hakkında tahkikat yürütür. Nerede olduğuna, hayat ve ölümüne dair haber almaktan ümit kesildiği tarihten itibaren dört sene beklenir. Bu süre içinde haber alın­ madığı ve zevce talebinde ısrar ettiği takdirde hakim ayrılığa hükmeder (m. 127). Bu ayrılıklar kat'ı boşanma gibidir. 6. Eşler arasında geçimsizlik başgösterip de .taraflardan biri hakime müracaat ederse, hakim iki tarafın ailesinden birer ha­ kem tayin eder. Bir veya iki taraf ailesinden hakem tayin edile­ cek münasip biri bulunmazsa hakim, hariçten birini tayin eder. Bu suretle oluşan aile meclisi iki tarafı dinler ve aralarını bul­ maya çalışır. Mümkün olmadığı takdirde kusur erkekte ise ara­ larını ayırır. Kusur zevcede ise mehrin tamamı veya bir kısmı kocaya bağışlanarak ayrılığa hükmedilir. Hakemler oybirliği ile bir karara varamazsa hakim gerekli nitelikleri taşıyan diğer bir hakem heyeti belirler. Hakemlerin verdikleri hüküm kat'ı olup kabil-i itiraz değildir (m. 130). Dinden Dönmek Suretiyle Ayrılık: İslam hukukuna göre evlilik iki taraf arasında gerçekleşen bir akit olmakla birlikte taraflar müslüman olduğuna göre evlili­ ğin dini ve itikadı yönü de mevcuttur. Hz. Peygamber'in Veda Hutbesi'nde beyan ettikleri üzere iki müslümanın birleşmesi Al­ lah adına O'nun izniyle olmaktadır. Binaenaleyh eşlerden her­ hangi biri İslam dininden dönerse nikah hemen batıl olur ve eş­ ler artık birbirinden ayrılır. Tevbe edip iman ve nikah tazelen­ meden ölüm vuku bulursa aralarında veraset işlemi yürütüle­ mez39. 39. İbnü'I-Hümam, Fethu'l-kadtr, III, 505, 513; M. Zihni, Münakehllt, s. 106. 147 Zarurat-ı diniyyeden olan, yani İslam dinince kat'ı surette �abit bulunan hususlardan birini, mesela ahiret gününü veya na­ mazı, yahut da oruç gibi farzları inkar etmek veya bunlardan bi­ riyle alay etmek küfür olup irtidat gibi iman ve nikahın tazelen­ mesini gerektirir. Yine fetva kitaplarının yazdığına göre Mus­ haf, Kabe, şeriat ve mescit gibi dinen muhterem sayılan şeyleri tahkir etmek, dine ve imana sövmek de küfür sayılır. Hz. Mu­ hammed'e sövmek, onunla alay etmek de iman ve nikahı yok eden günahlardandır40. BOŞANMA SALAHİYETİ İslam hukukunda evlenme müebbet bir akittir. Bundan do­ layı muvakkat nikah sahih değildir. Fakat evliliğin devamı için eşler arasında mutlaka sevgi ve şefkatin bulunması gerekir. Ev­ lilik hayatının temeli budur. Eşler arasındaki sevgi ve şefkat ortadan kalkıp bütün gay-­ retlere rağmen anlaşma sağlanamazsa durum ne olacak? Şimdi­ ye kadar anlattığımız sebepler gereğince boşanmaktan başka ça­ re yoktur. Fakat ayrılma salahiyeti kimde bulunmalıdır? Burada akla gelen dört şekli birer birer inceleyelim: 1. Karşılıklı Rıza İle Boşanma: Roma hukukunda karşılıklı anlaşma ile evliliğe son verileceği bir müddet.kabul edilmişti. Çin ve Cermen hukuklarında da imkan dahilinde görülüyordu. Aynı şekli Fransa da bir süre kabul etmiştir41 . Diğer sebepler yanında karşılıklı rızayı da bir boşanma sebebi kabul eden bazı· 40. İbnü'I-Hümam, Fetlıu'l-kadfr, IV, 407; M. Zihni, Münakelıllt, s. 106 v.d. 41. Hıfzı V. Velidedeoğlu, Armağan, s. 671, 672, 673, 684; M. Es'ad, Tarilı-i İlm-i Hukuk, s. 97. 148 Avrupa memleketleri de vardır: Belçika, Lüksemburg, Roman­ ya, Estonya, Letonya, İskandinavya, Latin Amerika devletleri, Rusya. Karşılıklı rıza İslam hukukunda asıl boşanma şekli olma­ makla beraber hususi bazı şartlar çerçevesinde mümkündür. Mesela kural olarak boşama salahiyetini taşıyan erkek karısına boşanma hakkı tanıyabilir. Bu, bir nevi karşılıklı rızadır. Zaten karşılıklı rızada erkeğin iradesinden başka kadının da iradesi vardır. Bunun da hukuken İslam'a aykırı bir yönü yoktur. Tenkidi. Karşılıklı rıza ile evliliğe son vermek ilk bakışta sakıncasız görünmekle birlikte pratik bir şekil değildir. İşi sade­ ce ilci tarafın rızasına bıralcmak, uygulamada aksaklıklara yol açar. Bazan eşler, lüzumlu olduğu halde ayrılmaya razı olmaz­ lar. Bazan da bir kavga neticesi sinirlenerek rıza gösterebilirler, sonra da pişman olurlar. 2. Mahkeme Yolu İle Boşanma: Boşanmanın yalnız hakimin kararıyla ve belirli sebepler altında gerçekleşmesi bugün yay­ gınlık kazanan bir görüştür. "Bu cihet bilhassa Protestan kilisesi hukuku tarafından kabul olunmuş ve oradan muhtelif şekiller altinda muhtelif devletlerin kanunlarına geçmiştir. Bu usulü ka­ bul etmiş olan memleketlerin bir kısmında, boşanmanın yanın­ da, bir ayrılık müessesesi mevcuttur. Türkiye bu gruba dahil­ dir"42. Tenkidi. Eşlerin birbirine bağlılığını temin eden esrarengiz iksirin, sevginin derecesini ölçmek, bir üçüncü şahsa anlatılma­ sı mümkün olmayan evliliğin gizli sırlarına nüfuz etmek hakim için pek zor bir şeydir. Mahkeme yolu ile boşanmada boşanmak isteyen tarafın sebep ileri sürmesi, hadise göstermesi ve delil getirmesi gerekir. Fakat hakim boşanma veya ayrılık için sebep gösterilen hadiselerin mevcudiyetine vicdanen kanaat getirme42. H.V. Velidedeoğlu, Armağan, s. 671. 149 dikçe hüküm veremez. Bu konuda yemin veya onun yerini tuta­ cak deliller de muteber değildir43. O halde hakim, kanaat elde etmek için eşlerin hususi hayatlarını araştırmaya, gizli ve mah­ rem yönlerini sorup öğrenmeye mecburdur. Bu ise doğru değil­ dir. Mahkeme yoluyla boşanmada hakimler heyeti ve diğer ya­ bancıların huzurunda mahremiyetlerin ortaya dökülmesinden daha çok kadın zarar görür, dedikodular olur, kadının izzet-i nefsi rencide edilir ve böylece boşandıktan sonra tekrar evlen­ mesi güçleşir. Bu türlü dedikoduların gazete ve benzeri yayın organlarına intikal ettiğini görmekteyiz. Gerçi cemiyetin temel taşı olan aile birliğini yıkmak iste­ yen eşin karşısına mahkemenin çıkması onu engeller, daha tem­ kinli, daha isabetli hareket etmeye sevkeder. Fakat, Dr. Mazhar Osman'ın dediği gibi "sebepsiz veya küçük bir vesile ile zevce­ sini boşamak hayvanlığında bulunanlar, talak olmasa da zevce­ lerini ve ailelerini başka tarzda da terk edeceklerdir"44. Bu tür mahkemelerde boşanmayı sağlamak ve karşı tarafı zarara sok­ mak için akla hayale gelmeyen çarelere, sahtekarlıklara başvu­ rulduğu hepimizin malumudur. Fakat mahkemelerin ictihadları­ na, bilginlerin mütalaasına göre kanuni deliller veya şahitler bu­ lunmadıkça hakim boşanma sebebini kabul edemediğinden tat­ bikatta çok kere eş, maruz bulunduğu işkence hayatından kur­ tulmak için meydana çıkarılması zor hileler aramaya, türlü . kombinezonlar kurmaya, yalancı şahitler bulmaya çalışır. "Mahkemeler, boşanma davasının devamı müddetince karı lehi­ ne, dolgunca nafakaya hükmettiklerinden, hem aile vazifelerini ihmal ile serbest hayat yaşamak, hem de kocasından bu serbest hayatın gerektirdiği masrafları almak maksadıyla boşanma da..... ..43 ..Türk.Medeni Kanunu, madde 150; İsviçre M.K. m. 158; Fransız M.K. m. 234/66. 44. "Taaddüd-i Zevcat ve Talak", Sıhht Sahifeler, 1340, l. sayı. 150 vası ihdas eden, açtığı veya aleyhine açılan boşanma davasını uzatmak için ikametgahları ineçhul veya uzak yerde, iddiası hakkında hiç bir bilgisi olmayan şahitler gösteren karılar da ço­ ğalmıştır... "Pratik bakımdan, eşiyle geçinemediğini iddia eden tarafın sözüne itimattan başka yapılacak çok bir şey yoktur. Birbirini seven, evlilik hayatında huzur veya maddi ve manevi menfaat­ lar bulan bahtiyar çiftleri ayırmak için yapılan her çeşit teşebbü­ sün akim kaldığı· düşünülürse, ciddi sebep olmadan birbirinden ayrılacak çiftler her halde ihmal edilecek derecede az olacak­ tır"4s. Şu da muhakkaktır ki evlilik birliğine son vermek isteyen bir şahsın karşısına çıkıp onu biraz daha düşünmeye ve temkinli davranmaya davet etmek, uzlaştırıcı sözlerle birliğin devamına gayret göstermek lüzumlu ve faydalı bir iştir. Bunu en az mah­ zurlu veya en faydalı bir şekilde iki tarafın yakın ailesinden ağır başlı, tecrübeli ve sözlerine hürmet edilen birer hakemin teşkil edeceği aile meclisi yapar. 3. Sadece Kadının Arzusu İle Boşanma: Boşanma şekillerin­ den biri de eşlerden herhangi birinin arzusuyla boşanmaktır. Rusya'da tatbik edilen bu en kolay şekil bir çok karışıklıklara yol açmakta, nesebi karıştırmakta ve aileyi temelinden sarsmak­ tadır. Burada karı ve kocadan her birinin müstakil arzularıyla evlilik birliğine son verilme şekillerini ayrı ayrı inceleyece_ğiz. Eski Franklarda boşanma hakkı bazı hallerde kadına da ta­ nınmıştı. Romalılar'da manuslu (erkek hakimiyetine bağlı) ev­ lenmelerde boşanma sadece erkeğin hakkı iken, gittikçe yaygın bir hal alan manussuz evlenmelerde kadına da bu hak tanınmıştı46. 71. 45. Ord.Prof. Mustafa Reşid Belgesay, Türk Kanun-i Medenisi Şerhi, I, 46. H.V. Velidedeoğlu, Armağan, s. 671. 151 Tenkidi. Nikah akdinde söz sahibi olan kadının, akdi boz­ maya da salahiyetli olması, ilk nazarda, makul görünürse de sür'atle değişen bir ruh yapısına sahip olması sebebiyle, bunun aile birliği bakımından tehlikeli olduğu meydandadır. Kadının seksüel arzusu da erkeğe oranla çok daha değişkendir. Küçük bir hadiseden dolayı öfkelenen ve evlilik hayatının artık çekil­ mez bir dert olduğuna kanaat getiren kadın, hemen boşama yo­ lunu tercih edecektir. Acaba bugünün kadını, sürekli değişiklik: arzeden modaya bağlı kalarak giyim kuşamına yönvermesiyle etkilenen bir psikolojik: yapı içinde evlilik müessesesine tek ba­ şına son verebilecek bir kararlılığa sahip midir? İslam hukukuna göre evlenmede erkek mehir verir. Başka masraflar yapar. Mehrin peşin ödeneni olduğu gibi boşanma ve­ ya ölüm halinde ödeneni de vardır. Boşanacak kadın hamile ise doğum yapıncaya kadar kocasından nafaka alır. Çocuğu emzire­ cekse kendisine ücret ödenir. O halde erkek evlenmede olduğu gibi boşamada da malı mükellefiyetlerle karşı karşıyadır. Kadı­ nın kendi başına ve keyfi hareketleriyle (zaruri hallerde kadının boşanma hakkı olduğu yukarıda izah edilmişti) kocaya mali mükellefiyetler yüklemesi doğru değildir. 4. Sadece Erkeğin Arzusu İle Boşanma: Eski Türk ve Cer­ men hukuku ile Roma hukukunun ilk devirlerinde (manuslu ev­ lenmelerde) boşama hakkı sadece erkeğe aitti. Eski Mısır ve Babil hukukunda da durum aynıydı. İslam hukukunda asıl boşanma şekli budur. Kur'fuı-ı Ke­ rım'de "nikah bağı"nın erkeğin elinde bulunduğu beyan edilir47 • Yine Kur'fuı'da talak ayetlerinde boşama fi'li daima erkeklere nisbet edilir48. 47. el-Bakara, 2/237. 48. el-Bakara, 2/228-232, 236-247; el-Ahzab, 33/49; et-Talak, 65/1-2. 152 Tenkidi. Erkek, yaratılış itibariyle kadından daha temkinli, hadiseler karşısında daha soğukkanlıdır. Hareketlerinin netice­ lerini daha iyi düşünebilendir. Gerek evlenmede, gerek boşanmada İslam hukukuna göre erkeğin mali mükellefiyetleri vardır. Boşayan erkek hem boşa­ makta, hem de ondan sonraki evlilikte bir çok masraflara gire­ cektir. Bunlar da onu biraz daha temkinli davranmaya sevkeder. Nihayet erkek boşamak suretiyle aynı zamanda kendi yuvasını yıkacak, çocukları ve ev işleri yüz üstü kalacaktır. Bununla beraber erkek de tesir altında kalabilir. Lüzum ve zaruret olmaksızın ani bir kararla boşayabilir. Ayrıca erkek, ara­ daki sevgi ve bağlılığın azaldığını görerek evliliğin devamını sakıncalı bulur ve boşama salahiyetini kullanabilir de kadın, ne­ den aynı şeyi hissedince aynı hakka sahip olmasın? Bu sorular yerindedir. Bunlara aşağıda "Boşanmanın çeşitleri" ve "Kadının mehri mukabilinde boşanması" bölümlerinde cevap verilecektir. Şunu da hatırlatmak gerekir ki İslfun'da fert, sadece hukuki ve maddi müeyyidelerle çevrili değildir. En büyük müeyyide bir gün Allah'ın huzurunda her yaptığının hesabını vereceği şu­ urudur. O günün mutlaka vukubulacağı inancı imanın temel il­ kelerinden biridir. Bütün meseleleriyle birlikte evlilik kullar arasında bir muamele olduğu gibi ilahi bir haktır da. Kur'an'da evliliğe "hududullah=Allah'ın tayin ve tesbit ettiği sınırlar" de­ nilmektedir. Bu tabir bilhassa talak ayetlerinde defalarca geçer ve bu sınırların katiyyen çiğnenmemesi, aşılmaması istenir, aşanların zalim oldukları beyan edi1ir49 • Boşama ayetlerinde sık sık tekrarlanan ifadelerden bazıları şöyledir: "Allah'dan korkun ve bilin ki Allah her şeyi hakkıyla bi­ lendir, Allah ne yaparsanız hakkıyla görendir...", "Kim Allah'dan korkarsa, O kendisine her işinde bir kolaylık verir ... 11 50. Yine 49. el-Bakara, 2/229-231; et-Talak, 65/1. 50. el-Bakara, 2/231-232, 234-235, 237, 241; et-Talak, 6�/1-2, 4-5. 153 Kur'an'da, boşanacak kadınlara iyi muamele etmenin, Allah'ın bu· konudaki talimatına uymanın Allah'a ve hesap günü olan ahirete inanan kimselere öğütlendiği bildirilir5 1 • İnsanların her türlü işlerinde en güzel ve en uygun hareket tarzını şüphesiz ki en iyi bilen Allah Teala, boşama bahsinde şöyle buyurur: "Kadınları boşadınız da iddetlerini bitirdiler mi, artık onları ya (kendilerine dönmekle) iyilikle tutun, ya iyilikle bırakın; fakat onları sırf zulmedebilmeniz için, zararlarına olarak tutmayın. Kim böyle yaparsa muhakkak kendine yazık etmiş olur. Allah 'ın ayetlerini oyuncak yerine koymayın" 52. Ord. Prof. M. Reşid Belgesay, İslam hukukunun kocaya verdiği boşama salahiyetinden -mübalağalı bir şekilde- bahset­ tikten sonra şöyle der: "Fakat aile münasebetlerini tanzimde ka­ nunlardan daha kuvvetli olan dini ve ictimai ahlak düsturları, ciddi sebep olmadan kocanın. karısını boşamasını günah ve ayıp saydığından ve mühim sebeplerin varlığı halinde ise onu, karısı­ nın boşanma talebini kabule mecbur bıraktığından İslam huku­ kunun koyduğu hüküm pratikte fazla suistimallere yer verme­ mişti"53. Erkeğe verilen boşama salahiyetinin zevcenin aleyhine kul­ lanılmasını önlemek için İslam hukukunda bazı tedbirler alın­ mıştır. Ezcümle ölüm hastalığında (ölüm döşeğinde) bulunan erkek, zevcesini kat'ı bir talak ile boşar ve iddet bitmeden ölürse -zevcesini mirasından mahrum etmek hilesine başvurmuş oldu­ ğu kabul edildiğinden- kadın kendisine varis olur. (İddet, boşa­ nan veya kocası ölen kadının, tekrar evlenmek için bekleyeceği müddettir. Bu, duruma göre değişir, sekiz-dokuz ay sürebilir). Burada boşanma ve vefat iddetlerinden hangisi daha uzun ise ki bu, miras almak için kadının lehinedir- o, nazar-ı itibara alı51. el-Bakara,2/232; et-Talak, 65/2. 52. el-Bakara, 2/231. 53. Türk Kanun-i Medenisi Şerhi, I, 67. 154 nır. Buna mukabil aynı müddet içinde boşayan koca değil de kadın vefat ederse koca ona varis olamaz. Çünkü boşama sala­ hiyetini kullanarak irsiyet hakkını düşürmüştür54• Yapılan bu kısa açıklamadan anlaşıldığına göre İslfun'ın hi­ tap ve terbiye ettiği fert olgun, sorumluluğunu bilen, hassas, doğru ve samimi bir insandır. İslfun'ın t� tatbik edildiği devir ve memleketlerde böyleleri sıra insanları, normal vatandaşları teşkil ederdi. Fakat diğer sahalarda olduğu gibi din bakımından da zayıflamış, gerilemiş ve her cephesiyle bozulmaya yüz tut­ muş toplumlarda fertlerin yaptıkları kötülükleri, suistimal ve is­ tismarları İslfun'a mal etmeye ve bu yüzden onu kımµnaya hak­ kımız yoktur. BOŞAMA SALAHİYETİ KADINA VERİLEBİLİR Mİ? İslfun hukukçuları boşama hakkının kadına verilebileceğini kabul etmişlerdir. Ancak aralarında teferruatta bazı görüş farklı­ lıkları doğmuştur. Nikah akdinde, kural olarak boşama salahiyeti elinde bulu­ nan erkek zevcesine, kendisini istediği zaman boşama hakkını verebilir. Buna "tefviz" denir. Koca bu hakkı nikah akdinden sonra da verir. Boşamanın şeklini ve talakın sayısını tayin ve tesbit eder. Zevce ancak tayin ve tesbit edilen şartlar. dahilinde bu hakkı kullanır. Koca, zevcesine verdiği bu salahiyeti geri alamaz55 . 54. İbnü'l-Hü�am, Fethu'l-kadfr, III, 150 v.d.; M. Zihni, Münakehat ve Miifarekat, s. 186,239; İbn Hazın,el-Muhal/il, X,218 v.d. 55. el-Fıkh ale'/-mezahibi'l-erbaa, IV,370 v.d.; İbnü'l-Hümam, Fethu'l­ kadir, III, 99 v.d.; M. Zihni, Münakehat ve Müfarekat, s. 160 v.d.; M. Ebu Zehre, Tanzimü'l-İslilm, s. 99. İbn-i Hazın, el-Muhallil'da (X,116 v.d,, 196) bunun caiz olmadığını söyler. 155 Ancak erkek gibi kadın da boşama hakkını suistimal etme­ melidir. Hz. Peygamber buyuıur ki: "Hangi kadın, zaruri bir du­ rum olmadan boşanmak isterse ona cennet kokusu haram olur1156• BOŞAMA SALAHİYETİ ÜÇÜNCÜ BİR ŞAHSA VERİLEBİLİR Mİ? Boşama hakkını taşıyan erkek, bu iş için zevcesinden baş­ ka bir şahsı da vekil edebilir. Vekil, müvekkilin tfilimatı üzere hareket eder. Koca zevcesine verdiği boşama salahiyetini geri alamadığı halde bu konuda vekil ettiği üçüncü şahsı azlede­ bilir57. Kocanın vekil etmediği herhangi bir üçüncü şahıs boşama salahiyetine sahip midir? Daha doğrusu hakim veya hakem bo­ şama yetkisi taşımakta mıdır? İslam hukuku kitaplarında "talak" tarif ve izah edilirken bazı hallerde hakimin tefrikine veya nikahı feshine de "talak" denilmektedir58. Fakat bu, erkekte bu­ lunan kusurlar sebebiyle ayrılmak için kadının hakime müracaat etmesi, müslüman olmayan eşlerden kadının İslam'ı kabul edip erkeğin imtina etmesi gibi bazı hususi ve zaruri hallerde olur59 • Eşler arasında geçimsizliğin ilerlemesi halinde tayin edilen hakemler boşamaya salahiyetli midir? Gerçi hakemler eşlerin ailesinden oldukları için her iki tarafın hususi durumlarını bilir­ ler. Bu aile meclisinde, mahkemelerde olduğu gibi eşlere ait ev- 56. Ahmed b. Hanbel,. ...V, ......277. ....... . 57� Ayiii kaynak. 58. İbnü'l-Hümam, Fethu'l-kadfr, III, 21 ve kenarında Şerhu'l-inaye. 59. Aynı eser, II, 506; M. Zihni, Münakehat ve Müflirekat, s. 101. 156 lilik sırlarının faş olına korkusu yoktur. Bununla beraber fıkıh mezheplerinin çoğu: hakemler ancak sulh etmek, barıştırmakla vazifelidir, boşamaya salahiyetli değildir, zira bu salahiyet ayet ve hadislerde sarih olarak erkeğe verilıniştir, kanaatindedir. Fa­ kat Malikiler boşama hakkını hakemlere tanımaktadır. Zira en­ Nisa, 35 den anlaşılan, hakemlerin hakim tarafından tayin edil­ mesidir. Hakemler sulhü mümkün görmezlerse ayrılıkla hükme­ derler ve bu hükümleri geçerli olur. Taberi, İbn Kesir ve Şevka­ ni, tefsirlerinde Malikileri haklı çıkaracak sahih deliller serde­ derler. Hatta İbn Kesir; eşler hakeınleri her konuda vekil etme­ seler bile, onların boşamaya dair kararlarının geçerli olacağını cumhurun kabul ettiğini nakleder6° . Burada temas edilmesi gereken bir husus daha var. İslam devlet reisi, kamuya ait bir faydanın celbi veya yaygın hale gel­ miş bir zararın ortadan kaldırılınası için mübah olan bazı fiilleri men'edebileceği gibi bazı mübahların yapılınasını da gerekli kı­ labilir. Buna dayanarak boşama hakkını erkekten alabilir mi ve­ ya boşanmaya başka bir şekil verebilir mi? İslam hukuku açı­ sından buna verilecek cevap "hayır"dır. Çünkü İslam'da devlet reisi, ancak hakkında nas bulunmayan hususlarda bu salahiyete sahiptir. Kat'ı delillere sahip olmuş bir hakkın sahibinden alın­ ması o delilleri iptal etmek demektir. Bu ise hiçbir kimsenin yetkisi dahilinde değildir. "Yaratana asi olacak yerde yaratılmış­ lara itaat yoktur." Boşanmanın erkeğe ait olduğu Kur'an'da açıkça beyan edilmiştir. Ancak, yukarıda da zikredildiği gibi hususi bazı hallerde erkeğin bu salahiyetine müdahale edilebilir61 . 60. Z. Kevseri, Makalfitii'l-Kevsert, s. 97, 109, 217, 252; İbn Hazın, el­ Mulıall/1, X, 88; M. Ebu Zehre, Tanzfmii'l-İsl/im, s. 93. 61. Z .. Kevseri, Makal/itü'l-Kevserf, s. 106; A. Üde, et-Teşrfu'l-cinaf, I, 252. 157 BOŞANMA ÇEŞİTLERİ İslam hukukunda boşanma bir kaç yönden tasnife tabi tutu­ lur. Biz bunlardan "talak" diye isimlendirilen ve genelde erkeğe ait bir hak olarak kabul edilen boşamanın niteliklerinclen söz edeceğiz. Talak ya "sünni" veya "bid'i" olur. Sünni talak sünnete uy­ gun olan boşanma demektir. Burada "sünnet", Allah tarafından emredilip boşamada izlenmesi gereken "yol" manasına gelir. Yaygın manasıyla işlenmesi halinde sevap elde edilen sünnet demek değildir. Çünkü boşama, insana sevap kazandıran bir ibadet olmayıp ancak zaruret halinde başvurulan bir çaredir. Bid'i talak sünnete uygun olmayan, yani dinen emredilen şekle aykırı olarak yapılan boşamadır62. Sünnete uygun talak. Kendisiyle zifafa girilen zevceyi, için­ de cinsi münasabette bulunulmayan bir temizlik devresinde (ya­ ni iki aybaşı hali arasında geçen temiz devrede) bir talak ile bo­ şamaktır. Eşler arasında mevcut olan bağlardan (talak) ikincisi­ ni müteakip ikinci temizlik devresinde, üçüncü ve sonuncusunu da yine ondan sonraki üçüncü temizlikte verir. İşte yaklaşık üç ay tutan üç temizlik devresinin her birinde birer ric'i talak (arzu edilirse vazgeçilebilecek tarzda olan talak) ile boşamak şekline "sünni-hasen = sünnete uygun güzel boşama" denir. Bir de sünni-ahsen = sünnete uygun en güzel boşama" şekli vardır: İçinde cinsi münasebette bulunulmayan bir temizlik devresinde bir talak verdikten sonra, kadının üç hayız görüp temizlenmesi­ ni bekler, ondan sonra ikinci talakı verir, yine üç hayzın ta­ mamlanmasını bekler üçüncü talakı verir. Tabii ki bu müddetle­ rin hiç birinde cinsi münasabette bulunulmaz. Bu çeşit boşama yaklaşık olarak dokuz ay sürer. 62. Z. Kevseri, el-İifak alil ahkı'lmi't-talak, s. 14. 158 Sünnete uygun olmayan talak. Sünni talaka aykırı olarak ya­ pılan boşamadır. Yani zifafa girilmiş bir kadına, hayız halinde iken veya cinsi münasebette bulunulan bir temizlik devresinde verilen talaktır. Ayrıca gerek hayız halinde olsun, gerek içinde cinsi münasebette bulunulan veya bulunulmayan temizlik dev­ resinde olsun, bir devrede birden fazla olarak verilen talak da bid'i talaktır63 • Şimdi bu tasnifin önemi üzerinde duralım. Cenab-ı Hak boşama salahiyetini erkeğe vermiş ve bu sala­ hiyeti nasıl kullanacağını da beyan etmiştir. Allah'ın bu konuda­ ki emirleri talakın sünnete uygun olmasını gerektirir64• Ashab-ı Kiram'dan Hz. Ömer'in oğlu Abdullah zevcesini hayz halinde iken boşamış, Hz. Ömer durumu Peygamber'e haber verince sünnete uygun olmadığından, Resfilullah karısına dönmesini ve boşayacaksa bilahare sünnete uygun bir şekilde boşamasını emretmiştir65. İslam'da normal boşama şekli olan sünni talakta hayız·ha­ linde boşamamanın sebebi, kadının cinsi bakımdan cazip olma­ yan bir halde bulunmasıdır. Bu sebeple aybaşı hallerinde eşler arasındaki duygusal hayat zayıflar, önceden devam eden bir so­ ğukluk varsa daha kolay bir şekilde boşama ile sonuçlanabilir. İçinde cinsi münasebette bulunulan bir temizlik devresinde boşamamanın sebebi ise zevcesiyle yeni münasebette bulunan kocanın ona pek arzulu olmayışıdır. Münasebetten sonra kendi­ . sinde bir nevi "zevceden istiğna" hasıl olur ve bu devrede ko- 63. İmam Malik'e göre "sünni-ahsen" şeklinin dışında bütün talaklar bid'idir, Abdurrahman el-Ceziri, Gel-Fıkh ale'l-mezahibi'l-erbaa, IV, 301. 64. el-Bakara, 2/229. 65. Buharı, Tefsir, 65/1. 159 layca boşama yoluna gidebilir. Görülüyor ki boşamak için, psi­ kolojik olarak erkeğin zevcesine en çok arzulu bulunduğu bir zaman seçilmiş ve böylelikle mümkün olduğu kadar boşamanın gerçekleşmemesi yoluna gidilmiştir. Sünnete uygun olan boşamanın "en güzel" şekli takriben dokuz ayda, "güzel" şekli ise yaklaşık olarak üç ayda tamamla­ nabilir. Bu müddet zarfında koca isterse boşamaktan vazgeçip zevcesine döner ve evlilik birliğini devam ettirir. Koca bir te­ mizlik halinde birden fazla talak veremez. İşte mahkeme yoluy­ la boşanmanın sağladığı yegane fayda (düşünme imkanı) bura­ da mevcuttur. Yukarıda, boşama şekillerinin dördüncüsünde ak­ lımıza gelen "erkeğin de tesire kapılıp acele ile boşama ihtima­ li" sorusuna burada cevap verilmiş oluyor. Sünnete uygun olmayan, bid'i talakın haram ve ma'siyet ol­ duğunda mezhep imamları ittifak etmiştir66 . Binaenaleyh, bid'i talak ile zevcesini boşayan kimsenin -Resulullah efendimizin emirleriyle Abdullah b. Ömer'de olduğu gibi- zevcesine dön­ mesi Hanefi ve Malikiler'e göre farzdır. Eğer dönmek istemez­ se, Malikiler'e göre, hfilciın kocayı buna icbar eder67. Koca buna rağmen dönmezse, hfilciın onun namına ric'ate (dönmüş olduğu­ na) hükmeder: Böylece boşama bozulmuş olur. Hanefiler'e göre hfilciın kocaya dönmesi için gerekli bir ceza verebilirse de onun namına ric'atle hükmedemez. 66. Şa'rani, el-Mizanü'l-kübra, II, 120 ve kenarında Ebu Abdullah Mu­ hammed ed-Dımaşki, Rahmetü'l-ümme fi'htil/ifi'l-eimme, II, 51; Abdurrahman el-Cezıri, el-Fıkh ale'l-mezahibi'I-erbaa, IV, 312. 67. İbnü'l-Hümam, Fethu'I-kadtr, III, 34; Şevkanı, Neylü'l-evtar, VI, 236; Abdıirriıhinari el-Cezıri, el-Fıkh iile'I-iiiezahibi'FeFbacı, IV, 308. 160 Fakat bid'i talak -haram olmasına rağmen- koca tarafından icra edilir ve üç talalc da bitirilirse acaba bu boşama hukuki ba­ kımdan geçerli olur mu? Meseleyi daha açık bir şekilde ortaya koymak gerekir ve haram olmasına rağmen, zevcesini hayız veya içinde cinsi münasebette bulunulan temizlik halinde boşaya­ nın boşaması hukuken vaki midir? Yine içinde cinsi münasebet­ te bulunulmayan temizlik devresinde bile olsa bir devrede bir­ den fazla talak veren kimsenin verdiği talak bir mi sayılacak, yoksa birden fazla, söylediği kadar iki veya üç mü? Ashab ve tabiinden itibaren günümüze kadar İslam hukuk-· çularının çoğu haram da olsa bid'i talakın vuku bulduğu kanaa­ tindedirler. Burada, bütün hukuk sistemleri içinde nev'i şahsına münhasır olan İslam hukukunda maddi müeyyidelerle manevi müeyyidelerin birbirini tamamladığını, Allah'a ve kula ait hak­ ların birleştirildiğini bir defa daha görüyoruz. Boşama salahiyeti erkekte bulunduğuna göre o, bid'i de olsa kendi yetkisini kullan­ maktadır. Yalnız bu yetkiyi kullanma tarzına eklenen bir vasıf, (bid'i oluş) onu haram ve masıyet haline getirmiştir. Fakat bu vasıf, onun dünya çapındaki hükmünü, yani hukuki oluşunu kaldırmıyor. Bu, başkasından gasp edilen arazi üzerinde namaz kılmaya, cuma ezanı . okunduktan sonra, üzerine cuma namazı farz olan erkeğin alış veriş yapmasına benzer. Bu iki halde, baş­ kasının arazisini gasbetmek ve cuma namazından sonra alış ve­ riş yapmak haram ise de gasbedilen toprak üzerinde kılınan na­ maz sahih olduğu gibi ezan okunduktan sonra yapılan alış veriş de hukuken yerindedir. İbn Hazın, İbn Teymiye, İbn Kayyim, Şevkani gibi bazı bilginler ve son devrin Mısır hukukçularından Ahmed Şalcir Bey ile daha bazı hukukçular bid'i talakın hukukan vuku bulma­ dığını ileri sürerler. Bu cereyanın tesiriyle olacaktır ki Mısır hü­ kümetinin 1929 tarih ve 25 numara ile çıkardığı Ahval-i Şah161 siyye kanununda bir anda verilen iki veya üç talakın ancak bir sayılacağı yer almaktadır68. (m. 3) BAZI ÖNEMLİ HUSUSLAR İslaın'da dini emir ve yasaklara muhatap olabilmek için in­ sanın akıllı ve ergenlik çağına ermiş olması lazımdır. Mükelle­ fin sözlerinde ve hareketinde aranan mühim bir husus da "ni­ yet"tir. İslaın'ın sarsılmaz bir prensibi olan ve Resftlullah'tan nakledilen hadislerin başında gelen niyet hadisi şöyle başlar: · "Ameller ancak niyetlere bağlıdır. Herkese niyet ettiğinin karşılığı verilecektir... 11 69. Bu esasları zikrettikten sonra bazı mühim hu­ suslar üzerinde duralım: 1. Çocuğun, uykuda bulunan insanın, delinin ve bunak (ma'tfih) kimsenin boşaması vaki değildir. Bunların yaptıkları bo­ şama hukukan olmamış gibidir. Çünkü akıl veya niyet (kasıt, irade) kendilerinde mevcut değildir. 2. Cebir ve zor kullanarak yaptırılan boşama. Hanefiler ik­ rah (zor ve cebir) ile vuku bulan talakı muteber sayarlar. Şafii, Maliki ve Hanbeliler'e göre muteber değildir. Zira yapılan icbar neticesinde insan, arzusu, kasdı, niyeti ve iradesi olmaksızın korku belası ile boşama yapmaktadır ki hukuki bir değeri yok­ tur. 68. Bu konunun münakaşası için bk. M. Zahid Kevserı, el-İşfak, s. 1154, 62-78; Ayni, Umdetü'l-k®rf, IX, 530-532, 537-541; İbnü'I­ Hümam, Fethu'l-kadfr, III, 22 v.d.; A. el-Cezirı, el-Fıkh ale'l-me­ zahibi'l-erbaa, IV, 296 v.d.; Şevkani, Neylü'l-evtar, VI, 235 v.d.; İbn Hazın, el-Muhalla, X, 161 v.d.; İbn-i Kayyım, İ'lamu'l-mu. va�k{in,Jg, 41, v.d.; jğqsetü'.l-lah[qrı, I, 1_8:2; M.. Zilı.rıi._Miirıakı?� hat ve müfarekat, s. 134 v.d. 69. Buharı, Bed'ü'l-vahy, 1; Müslim, İmare, 155. 162 İslam'ın ilk devirlerinde müşrikler, yakaladıkları müslü-� inanlara işkence yapıyor, ölümle tehdid ediyor ve onları küfrü gerektiren sözler söylemeye icbar ediyorlardı. Bu dayanılmaz işkencelerin tesiriyle anne ve babası gözler önünde can veren Hz:-Ammar, kendi hayatını kurtarmak için müşriklerin arzuları­ nı yerine getirmişti. Fakat ilk fırsatta hemen _ResOlullah'a koş­ muş ve halini arzetmişti. İşte bunun üzerine en-Nahl (16/106) ayeti nazil oldu. A.yet-i kerimede, kalbi iman üzerinde sabit ve onunla müsterih olan kimseye cebren küfür kelimeleri söyletilse bile bunun zarar vermeyeceği ifade ediliyordu. İşte zor ve cebir altında iman zarar görmeyince talakın da vuku bulmaması icap eder. Hulcük-i Aile kararnamesine göre "ikrah ile vuku bulan ta­ lak muteber değildk" (m. 105) 3. Sarhoşun talakı. Bal gibi dinen yasak olmayan maddele­ rin verdiği sarhoşlukla yapılan boşama muteber sayılmaz. Sar­ hoşluk verdiğini bilmediği maddeyi içmekle, yahut kendisine zorla içirilmiş olmakla sarhoş olanın boşaması da geçerli değil� dir. Zira sarhoş olan adam muvakkat bir cinnet sahibidir. Aklı ve muvazenesi yerinde olmayan bir kimsenin tasarrufları huku­ ki olamaz. Fakat kendi arzusuyla dinen yasak olan bir maddeyi kulanarak sarhoş olan adamın boşaması muteber midir? Tabiılerden bir gurup, İmam Ebu Hanife, İmam Malik, sa­ hih olan rivayete göre Şafü ve bir rivayette İmam Ahmed böyle bir boşanmayı hukuki addetmişlerdir. Her ne kadar mükellefin aklı yerinde değilse de bu hal meşru olmayan bir durumdan (ha­ ram olan içkinin içilmesinden) hasıl olmuştur. Binaenaleyh, bu sözü hukuken geçerli olur ve nikah nimetinden mahrum bırakı­ lır. Buna mukabil Hz. Osman ve İbn-i Abbas'tan gelen rivayet ile Hanefiler'den Kerhı, Tahavi, İmam Züfer, Muhammed b. Se­ leme ve bir rivayette İmam Ahmed'e göre sarhoşun talakı mute­ ber değildir. Hukuk-i Aile kararnamesinin 104. maddesi de bu­ nu ifade eder. İbn Hazın, İbn Teymiyye, İbn Kayyim ve Şevka­ ni de bu görüşü müdafaa ederler. 163 4. Öfke halinde boşama. Haklı ve haksız olarak öfkelenen kimsenin durumuna bakılır. Öfkesi hafif olup muvazenesini kaybetmemiş ise ve söylediği sözün ne demek olduğunu bilir, hareketlerinde de anormal bir durum yoksa böylesinin talakı muteberdir. Fakat öfkesi şiddetli olup, sarhoş gibi aşağı yukarı konuşanın boşaması hukukan vaki değildir. Zira o anda tasaırufu ve akli dengesi tam sayılmaz. Merhum Prof. Kfunil Miras Tecrit Tercem.esi'nde öfke, sar­ hoşluk ve cebir halindeki talaktan bahsettikten sonra şöyle der: "Bir meclisde bir kelime ile üç talakı asabiyet buhranı içinde birden ika eden kimsenin bu sözü bit heyecan ile şuursuz ve ira­ desiz deli gibi ağzından savurduğunu itiraf ettiği ve harici ahval de bunu teyid eylediği surette bunu kabul ederek: (Hiç talak va­ ki olmaz ve aile hayatı devam eder) demek ve bu suretle İslam alemindeki ictimai cerihayı tedavi etmek ilmin hududu dahilin­ de bir hareket olur"70. 5. Hata ve şaka yolu ile boşama. Boşamanın şartlarından biri de sözün, boşayan tarafından kastedilmiş olmasıdır. Başka bir şey söyleyeceği yerde hata ederek boşamayı bildiren bir ifade kullanmakla boşama vuku bulmaz. Erkek zevcesine "Testi boş, diyeceğine, sen boş, dese şer'an boş düşer." sözünün aslı yoktur. Ayet ve hadiste unutularak veya hata ederek işlenen şeylerden kulun sorumlu tutulmayacağı beyan edilmektedir71 . Şaka yolu ile yapılan boşama Hanefi ve Şafü'lere göre mu­ teberdir. Çünkü böyle bir boşama için ileriye sürülecek bir mazeret yoktur. Talak gibi cidöı mevzularda şaka ve eğlence ··· · 70. TecridTercemesi, XI, 360.... 71. el-Bakara, 2/286; Bu konuda hadis için bk. Aclfinı, Keşfu'l-hafa, I, 433-434. 164 olamaz. İmam Malik ile Ahmed b. Hanbel bu davranışta boşa­ ma niyeti olmadığından muteber sayılıjnaz demişlerdir72 . MEHİR MUKABİLİNDE BOŞANMA Boşama salahiyetine sahip bulunan erkek evliliğin devamı­ nı imkansız gördüğü takdirde ona son verebilir, yani boşama hakkını kullanır. Fakat aynı şeyi zevce hissederse, bu hakka sa­ hip midir? İşte burada İslam aile hukukundaki "muhalaa" ile karşılaşırız. Hul' ve muhalaa, kadının, bir bedel mukabilinde kocasından boşanmasıdır. Zevce, evliliğin devamına imkan gör­ mediği takdirde, tamamen kendi öz serveti durumunda bulunan mehrinin bir kısmını veya tamamını kocasına bağışlamak üzere boşanmak taleb edebilir. Bu konuda kocasıyla anlaşırsa boşan­ ma muteberdir. Malikiler'e göre zevce kocasıyla hoş geçinmez ve boşanması için hakime müracaat ederse, hakim, mehrinin ta­ mamını veya bir kısmını kocaya vermek şartiyle talaka hükmedebilir73 . Kur'an-ı Kerim'de beyan edildiğine göre erkeklerin kadın­ lara verdikleri mehri geri almaları helal değildir. Meğer ki eşler evlilik haklarını yerine getirmekten ümitlerini kesmiş olsunlar. Bu takdirde kadının, boşanması için hakkından vazgeçmesinde eşlerin ikisi üzerinde de vebal yoktur74. Ashabdan Sabit b. 72. Başından sonuna kadar bu bahis için bk. Muhammed b. Abdurrah­ man ed-Dımaşki, Rahmetü'l-ümme, (Şa'rani, el-Mizanü'l-kübra kenarında), il, 56; A. el-Ceziri, el-Fıkh a/e'l-mezahibi'l-erbaa, IV, 280 v.d.; İbnü'l-Hümam, Fethu'/-kadfr, III, 38-41, 45-46; Şevkani, Neylü'/-evtar, VI, 249-252; Şah Veliyyullah ed-Dihlevi, Hucce­ tu'l/ahi'l-baliğa, II, 715-716; İbn-i Kayyim, İ'liimu'l-muvakkiiıı, III, 64-66, 75-76, 107; IV, 48-54; İbn Hazın, el-Muhallii, X, 200208. 73. M. Ebfi Zehre, Tanzimü'l-İsliim, s. 93. 74. el-Bakara 2/229. 75. Buharı, Talak, 12. 165 Kays'ın hanımı Hz. Peygamber'e gelerek: Ya Resfilallah, demiş, kocamın huyu ve dindarlığı hakkında bir şikayetim yoktur. fa­ kat onu sevemedim. Bir müslüman olarak nankörlük etmek iste­ miyorum (Yani kocamı bir türlü sevemediğimden ona karşı ge­ rekli vazifelerimi yapamamaktan korkuyorum.) Hz. Peygamber ona: "(Sana mehir olarak verdiği) bahçesini geri vermek ister mi­ sin?" buyurdu. O da, evet deyince, Peygamber efendimiz, koca­ sına: "Bahçeyi kabul et ve onu boşa." diye emrettiler75 . Boşanmaya (muhalaaya) sebep olan erkekse, yani huzur­ suzluk erkek tarafından baş göstermişse mehir almaksızın bo­ şanması lazımdır. Kadın tarafından ise erkek, evlenme esnasın­ da tayin ettiği mehirden fazlasını almadan boşar. Kocanın, bedel karşılığında boşanma talebinde bulunsun diye zevcesine kötü muamelede bulunması, onu buna mecbur etmesi haramdır'. Hanbelıler'e göre böyle bir muhalaa muteber değildir76 . 76. A. el-Cezirt, el-Fıklı ale'l-mezalıibi'l-erbaa, IV, 393-398; Şevkanı, · ···· Neylü'l-evtar, VI, 260°266. 166 V HULLE Hulle Ne Demektir? Eşler arasında mevcut olduğu kabul edilen üç bağ (talak) koparılınca kat'ı boşanma vuku bulmuş olur. Ondan sonra kadın ile 'erkek birbjrinin yabancısıdır. İslam hukukuna göre bunlat tekrar evlenemezler. Bir daha hatırlatalım ki İslam'da evlenme karşılıklı huzur, sevgi ve şefkat üzerine kurulmuştur. Muvakkat nikah muteber değildir. Nikahın devamlı olması, aile birliğinin kurulması, ço­ cuk yetiştirilmesi İslam'ın önem verdiği hususlardır. Boşanan çiftler bütün bu ulvi' gayeleri hiçe sayarak nikah nimetini tep­ mekte ve hayatlarını birleştirmelerinin mümkün olmadığını ileri sürmektedirler. Bunun tabii sonucu bu iki cinsin bir daha bir araya gelmemesidir. Aynı kişilerin boşandıktan sonra hiçbir en­ gelle karşılaşmadan yeniden evlenmesi boşanma olaylarını ço­ ğaltır. Taraflar "pişman olursak gene evleniriz, düşüncesiyle ba­ sit bir bahane ile boşanabilirler. Zaten kendileri bir yuva kur­ muş, birbirlerini denemiş, neticede yuvayı devam ettiremeye­ ceklerine karar vererek boşanmışlar. Şimdi yeni bir tecrübe ge­ çirip biraz daha olgunlaşmadan tekrar evlenmesi manasızdır. 167 Modem hukukta da haklın, boşanmada kabahatlı olan tara­ fın yeniden evlenmesine bir müddet marii olabilir ve bu, bir-iki yıl sürebilir 1 . Evet, boşama salahiyetini kullanıp hanımından ayrılan er­ kek, aynı kadınla tekrar evlenemez. Ancak kadın, başka bir ko­ caya gider de bir gün ondan boşanır veya kocası vefat ederse, gereken iddeti bekledikten sonra önceki kocasıyla tekrar evlen­ mek mümkün olur. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Erkek, zevcesini (üçüncü defa olarak) boşarsa ondan sonra kadın, bir başka erkekle evlenmedikçe birinci kocaya helal olmaz. Bununla beraber, eğer yeni koca da onu boşar ve onlar (birinci zevc ile aynı zevce) Allah'ın sınırlarını ayakta tutacaklarını (evlilik birli­ ğini kurup devam ettirebileceklerini) zannederlerse tekrar birbi­ rine dönüp evlenmelerinde bir günah yoktur"2. Bu ayete göre kocasından nihai olarak boşanan kadın, aynı adama, ancak başka bir erkekle evlendikten sonra helal olabil­ mektedir. Yani ikinci erkeğin boşanan kadınla evlenmesi, onu birinciye helal etmektedir. İşte buna "tahlil" ve Türkçe'ye geç­ miş şekliyle "hulle" denir. İslam Hukukçularının Holle Hakkında Görüşleri: Yukarıda tercümesini verdiğimiz ayet, İslam hukukunda, kocasından boşanmış kadının ikinci bir erkekle evlenip boşan­ dıktan sonra birinciyle tekrar evlenebileceğini açıkça göster­ mektedir. Yalnız bu, bizde anlaşılan veya gösteriimek istenilen şekilde değildir. Evvela bu konuya ait bir kaç hadis nakledelim. Ashabdan Abdullah b. Mes'ud diyor ki: Resfilullah (s.a.) hulle­ ciye ve kendisi için hulle yapılan kimseye lanet etmiştiı.3. "Size 1. Türk Medeni Kanunu, madde, 142; İsviçre M.K. m. 150; Fransız M.K. m. 295; Alman M.K. m. 1312 (1574). . 2. el-Bakara, 2/230. ·· 3. Ebu Davud, Nikfilı, 14; Tirrnizi, Nikfilı, 28. 168 kiralık, tekenin kim olduğunu haber vereyim mi?" Evet, ya Re­ sftlallah, denilince: "O, hullecidir. Hulleciye ve kendisi için hulle yapılan kimseye Allah lanet etsin!"4• Hz. Ömer "bana hulleci ile kendisi için hulle yapılmış kimse getirilirse, onları taşa tutmak suretiyle idam ederim" demiş; Abdullah b. Ömer'e: karısını bo­ şayıp pişman olan adama, aynı kadını helal kılmak için bir baş­ kası muvakkaten nikahlarsa ne olur? diye sorulmuş, o da: "ikisi de zanidir, yirmi sene beraber yaşasalar da", şeklinde cevap vermiş5 . Yine aynı tarzda kendisine bir sual sorulmuş ona da: "hayır, böyle sun'i bir evlenme kadını birinci kocaya helal kıl­ maz, biz bu tür şeyleri Resftlullah devrinde zina sayardık" ciemiştir6 . Bu açıklamalardan anlaşıldığına göre sun'i bir şekilde ve hulle amacıyla yapılan evlenmeler haramdır, memnudur. Resü­ lullah'ın lanetine uğramış bir işten daha çirkin ne olabilir? Şim­ di bu konuda mezheplerin görüşlerini açıklayalım: Kocasından boşandıktan sonra başka bir erkekle nikah akdi yapan, fakat zifafa girmeden boşanan veya ikinci kocası ölen kadın, birinci koca ile tekrar evlenemiyeceğine dair bütün hu­ kukçular görüş birliğine varmışlardır7 • Yine mezhepler, boşan­ mış bir kadını, hulle şartını zikrederek nikah etmenin sahih ol­ madığında ve bunun, kadını birinci kocaya helal kılmadığında ittifak etmişlerdir. Zira bu bir hiledir. Muvakkat nikahtan farklı değildir. Muvakkat nikah ise sünni alimlerin ittifakıyla batıldır8 . 4. İbn Mace, Nikah, 33. 5. Ayni, Umdetü'l-kılrf, IX, 541. 6. İbnü'l-Hümam, Fethu'l-kadfr, III, 178. 7. Şa'rani, el-Mizanü'l-kübrıl, II, 133; Said b. el-Müseyyib'in zifafsız nikah akdi ile kadının birinci kocaya helal olacağı fikrine kimse iti­ bar etmemiştir. Kendisi de bilahare bu fikirden dönmüştür; Ayni, Umdetü'l-k®rf, IX, 540. 8. Abdurrahman el-Ceziri, el-Fıkh ale'l-mezahibi'l-erbaa, IV, 78-84. 169 Maliki ve Hanbeli mezheplerine göre akit esnasında hulle şartı zikredilmeden iki taraftan herhangi birinin niyetinde mev­ cut olursa nikah sahih değildir9. İmam-ı Şafü'ye ve Ebu Hanife'den gelen bir rivayete göre, niyet ne olursa olsun, hulle zikredilmemek şartiyle yapılan akit hukuken sahihtir. Hukukun şekli kurallarına dayanan bu düşün­ cede niyeti nazar-i itibara almamak ve sadece görünen duruma göre hüküm vermek prensibi hakimdir. Yani böyle bir problem­ le karşılaşan hakim maddi delillere bakarak nikah akdi esnasın­ da hulle şart koşulmamışsa nikahın sıhhatine karar verebilir. Çünkü hakim, tarafların, kalplerinde sakladıkları maksatları öğ­ renmekle mükellef değildir. Fakat Hanefiler'den İmam Muham­ med ve Ebu Yusuf, niyette dahi bulunsa, hulle maksadiyle yapı­ lan nikahın muteber olmadığına kanidirler. Zaten Ebu Hani­ fe'den gelen rivayetlerde biri de böyle bir nikahın sahih olmayı­ cağı şeklindedir. Üçüncü bir rivayete göre İmam-ı Azam, nikahın sahih olup hulle şartının batıl olduğunu söylemiştir10. Hülasa, İslam hukukunda boşama hakkı normal olarak er­ keğe tanınmıştır. Fakat zaruref olmaksızın, olur olmaz bahane­ lerle erkeğin bu hakkı kullanmaması için çeşitli tedbirler alın­ mıştır. Bunlardan biri de boşadığı kadınla tekrar evlenme yasa­ ğıdır. Ancak kadın başka bir kocaya gider de bir gün ondan bo­ şanır veya ikinci koca ölürse, uzun bir tecrübe, olgunlaşma ve düşünme devri geçirdikten ve "evlilik birliğini ayakta tutmaya kanaat getirdikten"11 sonra tekrar evlenebilirler. Fakat boşanan kadının ikinci koca ile evlenmesi karşılıklı bir anlaşma (muva­ zaa), hile ve sun'i nikah ile olursa "tahlil, hulle" olur. Hulle işini yapanlara ise Resı11ullah lanet etmiş, hulleciye"kiralık teke, la­ nete uğramış insan" demiştir. Hz. Ömer ve oğlu Abdullah hulle9. Aynı eser, IV, 80, 84. 10. Şevkanı, Neylü'l-evtar, VI, 149. 11. Ayette bu şart vardır: el-Bakara, 2/230. 170 yi zina kabul etmişler ve ona da zina cezasının uygulanacağını söylemişlerdir. Mezhepler de bu delillerden hareketle hullenin haram olduğuna kani olmuşlar ancak hakime intikal edecek maddi deliller bakimından farklı bazı görüşler ileri sürmüşlerdir 12. Kaldı ki yine İslam hukukuna göre boşanan bir kadın, kim olursa olsun, başka bir erkekle evlenebilmek için iddet bekler. Bu bekleyiş ortalama üç ay sürer (üç hayz veya temizlik devre­ si). Eğer gebe ise çocuğunu doğuruncaya kadar bekler 13. Binae­ naleyh, işin hilesine ve lanetlenmiş şekline başvurulacak olsa bile, birinci kocadan boşandıktan sonra kadın üç ay bekleyecek, ikinci koca ile evlenip boşandıktan sonra yine üç ay veya daha fazla bekleyecek ve ancak ondan sonra birincisi ile tekrar ev­ lenebilecektir. Bazılarının zannettikleri veya zanneder görün­ dükleri gibi bu, bir gecelik iş değildir. Ayrıca ikinci koca iİe sa­ dece nildlh akdi veya sadece bir odada bir kaç saat yalnızca kal­ mak da nikah sayılmaz. İkinci kocanın cinsi iktidardan mahrum olmaması, çocuk, ihtiyar ve hasta bulunmaması şarttır. Hz. Pey- 12. Bu meselede Malikı, Hanbelı ve bir kısım Hanefiler'in teşkil ettiği birinci gurup ile Şafö ve geri kalan Hanefiler'in teşkil ettiği ikinci gurup arasındaki görüş farkını tatbikatta şöylece belirtmek müm­ kündür, sanırım: Boşanmış bir kadının ikinci bir erkekle evlenişin­ de anormal bir durum göze çarparsa -mesela, ikinci kocanın, muk­ tedir bir erkek olmakla beraber deli olması, veya o kadınla mes'ut ve devamlı bir yuva kuracak durumda bulunmaması gibi haller- bi­ rinci gurubun görüşüne göre hakim bu evliliğe mani olur. Eğer ha­ beri olmadan evlenirler, sonra da boşanıp kadın birinci kocasıyla tekrar evlenmek isterse hakim buna da mani olıir. Çünkü bu akidde hulle şartı koşulmamışsa da niyette bulunduğu anlaşılmaktadır. İkinci gurubun görüşüne göre ise akid esnasında hulle şart koşul­ madığından elde· maddı bir delil yoktur, binaenaleyh, hukuken mani olunamaz. 13. el-Bakara, 2/228; et-Talak, 65/4. 14. Buharı, Talak, 4; Müslim, Nikah, 111, 112. 171 gamber devrinde, birinci kocasından ayrıldıktan sonra başka bir erkekle evlenen fakat cinsi bakımdan tatmin bulmadığından bo­ şanıp birinci kocaya varmak isteyen kadına Resfilullah müsaade etmemiştir. Bu hadisede herhangi bir muvazaa ve bir hile yok­ tur. Sadece kadın, ikinci kocadan cinsi tatmin bulamamıştı14• * Çağımız Türkiyesi'nin bazı aydınlarını bir nevi veba hasta­ lığı sarmış: İslam düşmanlığı. Bu çevrelerde İslam'ın en güzel hükümleri, emsalsiz değerleri ile alınıyor, tahrif edilerek onlara en çirkin elbise giydirildikten sonra sahneye konulüyor. Bir memleket gerileyince dini hayatı da dahil her cephesiyle geriler. Hatta önce dini yaşayış, sonra da ona bağlı olarak bütün sosyal hayat zay"ıflar, bozulur, demek daha isabetli görünmektedir. Eski devirlerde "tahlil"in (Türkçe'ye geçmiş şekli gibi bo­ zuk tabiri ile "hulle"nin) toplumda oynadığı rolü gösteren yazı­ lar, eserler kaleme alınmış. Her ne kadar bu meselenin, kaleme alınan eserlerde aksettirildiği kadar o zamanın cemiyetinde bo­ zulmadığı ve istismar edilmediği yine aynı eserlerin müellifleri tarafından itiraf edilmişse de 15 yine de mahut hastalığa yakala­ nanlardan biri, bir adı da "şeriat" olan İslam dini için "utanç ve­ rici ortaçağ zihniyeti" dedikten sonra "kuş kafalı şeriat budala­ ları"na yani din adamlarına "İslam dinini ortaçağ hurafelerinden temizlemek namusluluğunu" göste�elerini tavsiye ediyor 16 • 15. R.Nuri Güntekin "Hulleci" piyesi için şöyle diyor: "Piyesin konusu hayattan aynen alınmamakla beraber, içindeki olay ve sözlerden bir kısmı gerçeğe tamamen uygundur." Türk Tiyatrosu (İst. Şehir Ti­ yatrosu Dergisi), Ocak-Şubat, 1965, sayı, 361, s. 20. 16.Zihni Küçümen, Niçin Hiılleci?, Türk Tiyatrosu, s. 20. 172 İslam dininin kaynağı hıristiyanların malı olan ortaçağ zih­ niyeti değildir. İslam dini bütün cepheleriyle ilahi ve semavidir. Beşerin bunda bir rolü yoktur. Yazarın gayesi eğer hukuk sis­ temleri hakkında bir doğuş ve ortaya çıkış zamanı tesbit etmek ve buna göre değerlendirme yapmaksa, şunu hatırlatalım ki, bu­ günkü modern hukukun iki kaynağından biri pek eskilere, Ro­ ma hukukuna, öbürü de ortaçağdan dört asır önce ortaya çıkan Hıristiyanlığa (kilise hukukuna) kadar uzanır. Yukarıda yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere "hulle­ ci" piyesinde gösterilen hadise İslam dininde mevcut değildir. Bu hemen her toplumda görülebilen bir sahtekarlıktır. Hem de "Hulleci" yazarının itiraf ettiği gibi kısmen cereyan eden nadir bir hadise. Biz yirminci yüzyılın sonunda kadını himaye eden kanun, nizam ve müesseselerin bolca bulunduğu bir devirde, evlenme-boşanma konularında bundan çok daha kötü hadiselere tesadüf etmekteyiz. İnsanoğlunun menfaat ve şehveti için çevir­ diği entrikalara, yaptığı sahtekarlıklara bir sınır yoktur. Yıllar önce bir avukat arkadaşım, parasına heves ederek bir kadınla evlenen bir şahsın, nasıl entrikalar çevirip bütün servet ve emlakini aldığını, tuttuğu iki avukatla o kadını nasıl tuzaklara düşürüp perişan ettiklerini anlattığı zaman hayretten donmuş kalmıştım. O sahtekarların iğrençliği ve zavallı kadıncağızın se­ falet ve perişanlığı üzerimde öyle bir tesir bıralcmıştı ki şiddeti­ ni hala muhafaza etmektedir. Bugünkü toplumumuzda emsali hiç de nadir olmayan, hat­ ta gittikçe artan bu tür hadiseler utanç verici değil midir? Yok­ sa, utanmak mevkiinde bulunanlar haya hissinden ve bu sebeple terbiye, namus ve edepten yoksun olduldarı için mazur mu sayı­ lırlar, dersiniz!.. 173 VI MİRASTA KADIN "Ana ile babanın ve yakın akrabanın bıraktı­ ğından erkeklerin bir payı olduğu gibi, ana ile babanın ve yakın akrabanın bıraktığından kadınlarııı da bir payı vardır." (en-Nisa, 417) İSLAM'DAN ÖNCE MİRAS VE KADIN Eski Mısırlılar'da kız ve erkek çocuklar babalarına eşit ola­ rak varis olurlar, yalnız büyük oğula bir miktar fazla verilirdi1 . Hamurabi kanunlarına göre babanın terekesi oğulları arasında eşit olarak taksim edilir, kızlar bundan bir şey alamazlar2 . Çin hukukunda önceleri kızlar varis olamıyordu. sonra yapılan deği­ şiklikle erkek evladın yokluğu halinde kızlara bu hak tanınmış­ tı. Veraset usule (ana, baba...) intikal etmiyordu3. Japonlar'da oğullar birer; kızlar yarımşar hisse alırlardı4• Kadım Brehmen hukukunda erkek çocuklar babaya eşit olarak varis olmakla be­ raber büyük oğul biraz fazla alırdı. Kız varis olamazdı5. Eski İran hukukunda vasiyetsiz vera.sette erkek çocuklar ve evlenme1. Mahmud Esad, Tarih-i İlm-i hukuk, s. 45. 2. Aynı eser, s. 78. 3. Aynı eser, s. 89, 101. 4. Aynı eser, s. 108. 5. Aynı eser, s. 140. 174 miş kızlar eşit hisseler alırlardı. Evlenmemiş kızların, babaları­ nın malından aldıkları çeyiz veraset hisselerine karşılık kabul edil-mişti6 . Roma hukukunda, vasiyet yolu ile veraset yoksa tereke kanuni mirasçılar arasında taksim edilir, kız ve erkek çocuklar eşit olarak hak alırlardı7• Eski İsrail hukuku kızları verasetten tamamen mahrum bırakmıştı8 . Fakat Kitab-ı Mukadde.s'in Ahd-i Atik hükümlerine göre, bir kimse vefat eder, erkek evlat bıra­ kırsa kız çocukları varis olamaz. Eğer oğlu olmayarak vefat ederse mirası kız evladına intikal eder9 • Ancak babasının mira­ sına sahip olan kız babasının mensup olduğu kabileden başka bir kabiledeki ere varamaz. Çünkü yahudi kabilelerinden birinin mirası öbürüne geçmeyecektir. Her kabile kendi ecdadının mi­ rasına sahip olacaktır 10. İslam'dan önceki cahiliye Arapları'nda eli silah tutmayan, memleketini muhafaza edemiyen küçük çocuklar ve kadın varis olamazdı. Ölenin malı en yakınlarından erkek olup harp edebi­ lecek yaşta bulunanlara düşerdi11• İSLAM MİRAS HUKUKUNDA KADIN İslam dini en-Nisa suresindeki ayet-i kerime (4/7) ile küçük çocukları ve kadını mirastan mahrum kalmak gibi büyük bir mağduriyetten kurtardı. Erkekler nasıl varis olabiliyorlarsa ka­ dınlar da aynı şekilde varis olurlar. Hz. Peygamber devrinde, U­ hud harbinde şehit düşen Sa'd b. Rebi'in zevcesi iki kızıyla bir­ likte Resulullah'ın huzuruna gelmiş ve "Ya Resulallah, şunlar 6. Aynı eser, s. 178. 7. R. Honig, Roma Hukuku, s. 382-383. 8. Mahmud Esad, Tarilı-i ilm-i hukuk, s. 195-216. 9. Sayılar, 27/1-9. 10. Sayılar, 36n-9. 11. İbn Kesir, Tefsirü'l-Kur'ilııi'l- 'azım, I, 454,457,458. 175 Sa'd'ın kızlarıdır. Babaları Uhud harbinde şehid düştü. Şimdi ise amcaları mallarını almış, kendilerine hiçbir şey bırakmamıştır. Halbuki bu kızcağızlar malsız evlenemezler" diye şikayette bu­ lunmuştu. Peygamber efendimiz: "Allah, bu meselede hükmünü bildirecektir." buyurdular, bunun üzerine miras ayeti nazil oldu 12. Miras ayeti gelip de erkek ve kız çocukları, ayrıca ana ve babayı varis kılınca, müslümanlar, o zamana kadar gerek kendi toplumlarında yaşadıkları, gerek komşularında gördükleri gele­ neğe bakarak hayret etmişler, hatta üzülmüşler. Nasıl olur da kadına (zevceye) dörtte bir veya sekizde bir, kız çocuğuna ya­ rım hisse verilir, erkek çocuk varis kılınır? Halbuki bunlardan hiçbiri düşmanla savaşmamakta ve ganimet almamaktadır 13 • Bu durum İslam'ın miras konusunda gerçekleştirdiği inkılabın bü­ yüklüğünü göstermektedir. İkili birli taksim sistemi. Miras ayetlerine göre asıl veraset yollarında (ana-babadan, zevc veya zevceden gelen miraslar gi­ bi) bir erkeğe iki kadının hissesi verilir. Bu ikili birli taksim İs­ lam'ın, kadını "ehemmiyetsiz, yarım bir varlık" telakki ettiğini sananların vehimlerini kuvvetlendirmiştir. Bu mühim hususun sebebini belirtmeden önce bugün İslamı hükümlerin bir çoğu­ nun uygulanması halinde önümüze çıkacak problemlerin tümü­ ne ışık tutacak bir noktayı zikretmek gerekir. İslam bilginleri, İslam dininin çeşitli alanlarla ilgili olarak getirdiği hükümlerden birini veya birkaçını bağlı bulunduğu sis­ tem içinden çekip almanın ve onu tek başına değerlendirmenin bizi aldatacağını ifade ediyorlar. Nasıl, kolumuzdaki saatin arıza gösteren bir parçasını çıkarıp yerine masa saatinin aynı va-· 12. İbn Mace, Feraiz, 2. 13. Celaleddin es-Süyfiti, ed-Dürrü'l-mensflr, II, 445. 176 zifeyi gören parçasinı takamazsak, dünya hukuk sistemleri için­ de nev'i şahsına münhasır bulunan İslam hukukunun, hatta İs­ lam'ın bütün meselelerini ancak kendi sistemi içinde değerlen­ direbiliriz. Şayet mukayese yapmak gerekirse, sistemin tümünü karşısındakilerle karşılaştırabiliriz. Bu, İslam'dan başka hukuk sistemleri için de söylenebilecek bir sözdür. Binaenaleyh İs­ lam'dan ayrı bir hukuk sistemi zihniyetiyle ve İslam hukuku içinde aile müessesesini etraflıca bilmeden "bir erkeğe iki kadın payı" kuralı kavranamaz. Boşama, taaddüd-i zevcat, tesettür ve zina suçuna tertip edilen ceza gibi konular da aynen bunun gibi­ dir. Şunu da belirtmek gerekir ki iman esasları, ibadet şekilleri muamelatı ve ahlak kuralları da dahil bir "manzume" olarak İs­ lam'ın uygulanmadığı toplumlarda İslam'dan çekip alınacak münferit meseleler ve hal çareleriyle daima giderilemezse, bun­ dan İslam dini sorumlu tutulamaz, suçlandırılamaz da. Şah Veliyyullah ed-Dihlevi "Huccetu'llahi'l-baliga" adlı eserinde (s. 671 v.d.) İslam'da veraset sisteminin esaslarını sa­ yarken bir de şunu zikreder: İnsanoğlunun dünyada bütün çalış­ ma ve didinmesi, kendisinden sonra yerini tutacak, onun namını ve nesebini devam ettirecek bir halef yetiştirmek içindir. Bu, in­ san için vazgeçilmez bir arzudur. Bilindiği gibi, insanın neslini ve namını (bugünkü ifade ile soyadını) muhafaza edip devam ettiren ne kız evlat, ne kız kardeş ve ne de zevcedir. Ancak er­ kek evlat ve erkek kardeştir. Zevce, belki de kocanın ölümün­ den bir müddet sonra başka ere varacaktır. Kız evlat ve kız kar­ deş de evlenecek ve başka bir ailenin neslini devam ettirecektir. Ölenin, bütün gayret, emek ve alın terleriyle kurduğu düzeni devam ettirecek, onun namını yaşatacak olan erkektir. Bundan dolayı erkeğe fazla hisse vermek ve kurulmuş düzeni bozma­ mak adaletin tecellisine ve mal sahibi olan ölünün arzusuna da­ ha uygundur. 177 İslam'da miras şahısların ihtiyaç ve sorumluluk derecesine göre taksime tabi tutulmuştur. Şöyle ki "bir erkeğe iki kadın pa­ yı" prensibinin esas uygulandığı ebeveynden evlada veya karı­ koca arasında veraset tarzında: a) Kadın eğer bekar bir evlat ise tek başına bir ins,andır. Kendisinden başka bakmaya mecbur olduğu kimse yoktur. Eğer evli ise gerek kendisinin, gerek çocuklarının her türlü ihtiyacını temin etmek kocasının görevidir. Üstelik kadın evlenirken me­ hir alacak ve adete göre bir çok hediyelere sahip olacaktır: Ken­ di payının iki katını alan erkek kardeşine gelince, o ya evlidir veya evlenecektir. Her iki halde de kendisinden başka en az zevcesine ve çocuklarına bakmakla mükelleftir. Evleneceği sı­ rada da aynca mehir verecek, masraf edecektir. Kaldı ki bekar kız kardeş, babasından aldığı mirasla geçinemiyecek durumda ise erkek kardeşi ona yardım etmeye de mecburdur. b) Kadın eğer kocasından miras alıyorsa durum yine aynı­ dır. Dul kalacaksa tek başına bir insandır, kocasından ve genel­ likle ebeveyninden alacağı mirasla geçinebilecektir. Eğer tekrar evlenecekse, bu kez nafakası yeni kocaya ait olacaktır. Burada söz konusu edilen yol dışında bazı veraset türleri de vardır ki bunlardan kadın ile erkek eşit paylara sahip olur. Bu da İslam veraset hukukunda kadının yarım bir insan telakki edilmediğinin bir delilini oluşturur. "(Ölenin) çocuğu varsa ana ve babadan her birine terekenin altıda biri verilir 1114. "Eğer mira­ sı aranan erkek veya kadın, çocuğu ve babası olmayan bir kimse olur ve onun erkek veya kız kardeşi bulunursa bunlardan her bi­ rinin hakkı altıda birdir 11 15. Görüldüğü üzere bu iki veraset tü14. en-Nisa, 4/11. 15. en-Nisa, 4/12. 178 ründe biri kadın, öbürü erkek olan anne ve baba ile kız ve erkek kardeşlerden her biri aynı hisseyi almaktadır. Şayet kadın mut­ laka erkeğin yarısı kabul edilseydi bu hallerde de erkeğe ııisbet­ le yarım alması gerekirdi. Kur'an-ı Kerim'de miras ayetleri şöyle nihayetleniyor: "İşte bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır; Kim Allah'a ve Peygamberi­ ne itaat ederse Allah onu altından ırmaklar akan cennetlere koya­ caktır, onlar orada devamlı kalacaklardır. İşte en büyük kurtuluş budur. 11 16 16. en-Nisa, 4/13. 179 İKİNCİ KİTAP KADIN ve CEMiYET BİRİNCİ BÖLÜM ÖRTÜNME - FUHUŞ I Örtünme II Fuhuş lJJ Fuhşu önlemek için İslilm'ın aldığı tedbirler IV Zinanın cezası I ÖRTÜNME "Haya imandandır." (Hadfs-i şerif) ÖRTÜNMENİN GEREGİ Kitab-ı Mukaddes'in Eski Ahid kısmında açıklığı ayıplayan · ye örtünmeyi emreden parçalar vardır1 • Yeni Ahid'de şöyle denilmektedir: "Başı örtülü olarak dua eden, yahut peygamberlik eden her erkek, başını küçük düşürür. Fakat başı örtüsüz olarak dua eden, yahut peygamberlik eden her kadın, başını küçük düşürür... Eğer kadın örtünmüyorsa, sa­ çı da kesilsin; fakat kadına saç kesmek, yah1:1t traş olmak ayıp ise, örtünsün... Kadın erkeğin izzetidir. Çünkü erkek kadından değil, fakat kadın erkektendir. Erkek kadın için değil, fakat ka­ dın erkek için yaratıldı... "2• İslam anlayışına göre kadın, kötülük için yaratılmış "şeytanı" bir varlık değildir. Bilakis kadın İslam'a ilk inanan, İs­ lam uğrunda ilk şehit olan muhterem insandır. "Cennet annele1. Tekvin, 24/64-65; Eş'iya, 3/16-17. 2. Korintoslulara I. mektup, l 1/4 v.d. 185 rin ayakları altındadır." Ancak kadın vücudunun güzelliği, duy­ gularının inceliği, davranışlarının cazibesi ve gönlünün safiyeti yüzünden istismar edilmeye, aldatılmaya ve bu sebeple kıymet ve asaletinden kayıplar vermeye müsaittir. Kur'fuı-ı Kerim'de mahrem olmayan kadın ve erkeklerin şehvet nazarıyla birbirlerine bakmamaları, namuslarını koruma­ ları ve örtünmeye riayet etmelerini emreden ayetlerde kullanı­ lan ifadeler son derece nazik ve hürmetkardır. Kadın olsun er­ kek olsun hiçbir insan korkunç .bir mahluk, ırz ve namus düş­ manı bir canavar olarak gösterilmemiş ve ahlaksızlık kaynağı kabul edilmemiştir. Bu konuyla ilgili tavsiyelerde daima ihtiyat­ lı hareket edilmiş ve kalbinde "fuhuş hastalığı" bulunması muh­ temel olan kişilerin hırsını kesmek prensibi gözönünde bulun­ durulmuştur. Müminlerin gözlerini namahreme kapamalarını emreden ayette: "Bu, kendileri için daha temiz ve nezih bir hare­ kettir." buyurulmakta,3 yine bu konuda verilen bir talimatta: "Bu, hem sizin kalbleriniz, hem onların kalbleri için daha nezih bir harekettir." denilmektedir4. Mümin kadınların, sokağa çı­ karken baş örtülerini üzerlerine almalarını emreden ayette ise: "Bu, onların tanınıp eziyet edilmemelerine (kendilerine sarkıntı­ lık yapılmamasına) daha uygundur." denir5. O halde, "Müslümanlık örtünmeyi emretmekle kadını de­ ğersiz bir varlık kabul etmiş, onun hak ve hürriyetlerini elinden almıştır." sözü doğru olamaz. Aksine, İslam dini, örtünmeyi emretmekle kadını korumak, onun değerini artırmak ve hürmete layık bir insan olduğunu isbat etmek istemiştir. Bazıları örtünmenin daha çok şehvet çekici olduğunu iddia ederler. Bu fikir yanlıştır. Örtünmeden maksat, vücudun çirkin 3. en-Nur, 24/30. 4. el-Ahzab, 33/53. 5. el-Ahzab, 33/59. 186 yerlerini örtüp güzel kısımlarını teşhir etmek değil de, gerçek­ ten öıtünmek olunca şehvet çekici olmaz. Tesettür, olsa olsa er­ kekle genel bir "kadın vücudunu tanıma merakını meydana geti­ rir. Bu da insanı arzu edilen izdivaca sevkeder. Fakat açıklık er­ keğin tecessüsünü cinsı temasa, seri ve sorumsuz temasa götü­ rür ki bunun adına "fuhuş" denir. "Bir kadında iffet yoksa onu örtünmeye ve erkekler arasına karışmamaya zorlamakla elde edilecek iffet fazilet sayılmaz. Kadının ruhunda olmalı, yoksa tesettür ve saire ile olmaz..." şeklinde ileri sürülebilecek bir itiraz da yersizdir. Çünkü "Fazi­ let biraz da cebirle teşekkül eder." sözünde büyük bir gerçek pa­ yı vardır. Müeyyide olmadan ve imkan hazırlanmadan iyi alış­ kanlıklar elde etmek mümkün değildir. Müeyyide sebep olur, kişiyi korur, böylece alışkanlık kazanılır, fazilet teşekkül eder. Tesettür kötü sebepleri ortadan kaldırır, çevreyi hazırlar. Bunun aksini düşünmek insanın yaratılış ve kabiliyetlerini zorlamaktır. "Erkek kadının ruhuna malik olmalı, yoksa tesettür ve saire ne fayda verir?" Bir defa her kadının erkeği yoktur. Sonra, "ruha malik ol­ mak" kolay bir şey değildir. "Kadın, heyecanlariyle yaşar." Kalpler değişkendir, aynı noktada durmaz. Kadının ruhu bend­ siz bir nehirdir, o nehre malik olabilmek için onu bendlemek lazımdır. İşte örtü budur. "Nice kapalı, çarşaflı kadınlar var ki ahlaksızdır, açıklardan beterdir". Bu söz mübalağalıdır. Farz-ı muhal, bunun doğru ol­ duğunu kabul edelim. Kapalı bir kadın ahlfilcsız olursa bunu an­ cak kendisi gibi ahlaksız bir erkek anlar ve onunla alaka kurar. Fakat çoğunluğu oluşturan ve her şeyden habersiz bulunan masum gençlere cinsi tesiri olmaz. Ama açık bir kadın, niyeti ve düşüncesi ne olursa olsun, şekli ve kıyafetiyle cinsı kudreti yerinde olan insanları etkiler, onları seksüel heyecanlara düşü187 rür. Her insan, aksi sabit olmadıkça namusludur. Fakat hareket ve kıyafetiyle başkalarının duygularına saygı göstermeli, müte­ caviz olmamalıdır. İnsan, çeşitli yetenek ve istekleri yüklenerek dünyaya gelir. Bunların içinde pek aziz ve muhterem olanları bulunduğu gibi son derece çirkin ve rezil olanları da vardır. Bazen içimizden geçen nefsani arzulara etrafımızdaki insanlar, en yakınlarımız bile vakıf olsalar bize insan gözüyle bakmazlar. İnsanoğlunun çirkin arzu ve isteklerini örten incecik ve nazik perde "haya"dır. O perde sıyrılınca, çoğu zaman en küstah bir hayvan gibi görü­ nür. Haya insanın süsüdür, kişinin insanlığıdır. Kadının ise en kıymetli varlığıdır. ÖRTÜNME VE HÜRRİYET Örtünmenin hürriyeti kısıtladığını söyleyenler vardır, bilin­ diği üzere hürriyet veya özgürlük gibi çok kapsamlı bir kavra­ mın anlaşılmasını kolaylaştıracağına inandığım bir makaleyi Türkçe'ye çevirerek alıyorum. "Niçin çeşitli kayıtlardan sıyrılamıyoruz? Neden bunca bağ içinde yaşıyor, hayattan zevk almayı kendimize haram ediyo­ ruz? "Fazilet, yüksek değerler, aşağı zevkleri tatmin etmeye te­ nezzül etmemek..: Bütün bunların ne değeri var? Ne kıymeti olur bunların, şayet terazinin öbür kefesine, hiçbir şeyin kendi­ sine denk olamıyacağı, hiçbir şeyip kendisiyle ölçülemeyeceği o büyük değeri koyarsak: hürriyeti. "İstediği gibi hareket etme hürriyeti, dilediğini yapma hür­ riyeti, fil<lrhürnyetı, yaşama hümyeti... yfuii hürriyet: 188 "Hayatta hürriyetten daha değerli bir şey bulunabilir mi acaba? Tarihin ilk devirlerinden günümüze kadar insanın müca­ delesi hürriyet ve bağımsızlık uğrunda değil midir? İnsan birbiri ardınca madde, düşünce, ekonomi ve siyaset dünyalarındaki bü­ tün bağları kırmış, atmıştır. Şimdi sadece, fazilet ve ahlak diye adlandırılan o eski taklitler kalmıştır. Bu da insanın kendi varlık ve benliğini gerçekleştirme yolunda gösterdiği inat ve ısrar kar­ şısında parçalanıp yok olan o eski bağların bir kalıntısıdır. Hiç şüphe yok ki bu kalıntı da parçalanıp yok olacaktır. Çünkü in­ san hür olmaya, ilerlemeye, bütün tabiata hakim olmaya ve var­ lık tahtının üzerine bağdaş kurup oturmaya doğru yönelen o asil mücadelesine ısrarla devam edecek ve böylece kendisine layık olan "varlık dünyasının etkili gücü" haline gelecektir. "İşte bu, yirminci asrın görüşüdür. Avrupa'nın ve hakim ol­ duğu dünyanın görüşü. Bu konuda doğu, batı, kuzey, güney... her taraf eşittir. Avrupa'ya göre, özellikle onun son üç asır tari­ hine uygun olarak mantıki bir görüş. "Fakat bu, bir hayat görüşü olmadığı gibi, insanın gerçek varlığı ile bağdaşan bir telakki de değildir. Öne sürülen bu par­ lak mantık, insan varlığında bulunan en üstün kabiliyetleri ger­ çekleştirmek için her türlü kayıttan sıyrılma mantığı... Evet, bu mantık gerçeğin mantığı değildir. "Bugün Batı, delice koşarken gerçeği görmek için bir an bile durmamaktadır. "Gerçekte, yangına tutulan kimse alabildiğine koşar, deli gibi kaçar. Onun bütün endişesi yangının kaynağından uzaklaş­ maktır. "Fakat yangından emin olduğu halde ona tutulmuş gibi ko­ şan,l gözleriyle kızgın ateşi göre göre içine düşen kimse... İşte ası deli olan budur, hem de cinnet sebepleri ortada yokken. 189 "Bugün müslüman Doğu işte o kızgın yangına koşan deli­ nin ta kendisidir, oysa ki Batı kendi hızını kesmeye çalışmakta. "İnsan bazan azgın arzularının peşine takılır ve onlar kımıl­ dadıkça dizginlerini salıverir, bununla da kendisinin kayıtlardan sıyrıldığını zanneder. Ahlaka, dine, akideye 'boyun eğmediği için kendini hür kabul eder. "Ben burada yirminci asırdaki "hürriyet"· hurafesini tartışa­ cak değilim. O yirminci asır ki Avrupa'da, siyaset ve ekonomi alanında tarihin en feci diktatörlüğüne şahit olmakta. Öyle bir asır ki açlıktan ve sınıf mücadelesinden kurtulma namına, ferdi devlete köle yapmıştır. Tarihin ilk devrinden bu yana, maruz kaldığı dehşet ve ıstırabın en korkunç devresini insanlık yaşar­ ken korkudan emin olma hürriyeti hurafesini de münakaşa ede­ cek değilim. İnsanoğlu füzeler ve atom bombalarıyla kendi ha­ yatını bizzat kendisi tahrip etmeye koyulmuşken, ben, tabiat kuvvetlerine hakim olma hurafesinden de asla bahsetmiyece­ ğirn. O, içinde yaşadığı sönük bir yıldızın kuvvetlerine bile he­ nüz hakim olamamıştır, nerde kaldı uçsuz bucaksız bir aleme hakim olsun. "Evet, ben burada bu hurafelerden bahsetmeyeceğim. Sa­ dece başka bir hurafenin münakaşasını yapacağım: ahlak bağla­ rından sıyrıldığı zaman insanoğlunun özgürlük bilinci hurafesi. "Şu kuvvet ve neşe dolu gence ve bir de endamından hayat çağrısı fışkıran hareketli kıza bakınız. "Delikanlı genç kıza arzulanmıştır. Tabii bir arzu bu, bir hayat arzusu! Kız da aynı duygu içinde. Karşılıklı her iki arzu harekete geçmiş, cinsiyet çağrısına boyun eğmişler ve her biri kayıtlardan sıyrılmış olarak tatmin bulmuş. "Şüda birfüışka şahıs. Berililleıiii "hürriyet" arilayişfaa ka­ tılmamakta. Belki bir inançtan dolayı, yahut "şimdilik" bu çeşit metaa arzu duymadığı veya elinden gelmediği için. Orası beni 190 · ilgilendirmez. Önemli olan şu: O, serbesttir, önünde gördüğü olayları tesbit edebilmektedir... Ne görüyor acaba? "Şu iki gencin görmediği ayrı bir manzara seyretmektedir. Delikanlının ve genç kızın, çekimine kapıldıkları uzanmış bir ip görüyor, şehvet ipi. Gençlerden her birinin farkında olmadan boyun eğdiği azgın ve şiddetli bir şehvet ipi. Öylesine kalın bir ip ki hiçbiri ondan kurtulamıyor. Çünkü onun karşısında kuv­ vetleri pek zayıftır veya mukavemet gösterememektedirler. "Evet, bu ipi ilk delikanlı görememektedir. Çünkü bu, ken­ disine nisbetle mıknatıs gibi görünmeyen bir kuvvettir. Ona kendiliğinden ve iradesiz olarak teslim olmaktadır, zira asıl ira­ de onun elindedir. Fakat beriki şahıs onu bütün kabalığı ve ka­ lınlığı ile görmekte. Çünkü onun tesir sahasından uzaktır. Veya uzaklaştırılmıştır. "Bu iki manzaranın hangisi gerçektir? "Şimdi bir başka sahne seyredelim: "İşte size bir genç, çeşitli şehvet tahriklerini kararlı bir kalp ve zaptedici bir kuvvetle karşılamakta. Şehvet telkinleriyle kar­ şılaşmakta, fakat aldırış etmemekte. Taşkın kuvvetini başka bir alana yöneltmekte. O, kendisinin "hür" olduğunu hissetmekte­ dir: şehvetin baskısından hür, hayvanların burunlarına takılıp oııları eğleyen burunduruk gibi şehvet tasmasına boyun eğmek­ ten hür, böyle bir davete evet demekten hür. Kendi gücü ile is­ tediği yöne yönelebilen özgür bir insan. "Şu da başka bir şahıs. Beriki gencin kanatine katılmayarak uzaktan seyretmekte. Ne görüyor acaba? Beriki hür gencin farketmediği başka bir şekil görüyor. "O, kayıtlara bağlılığı katı bir cisim gibi görüyor. Şu gen­ cin kollarını kıskıvrak bağlayan, onu hareketten alakoyan, dav­ ranmasını önleyen ipi görmekte. Evet, bu ipi genç göremiyor, 191 çünkü kendini kendi iradesiyle kayıtlandırdığı kanatindedir. Bu­ nu isteyen kendisidir. Aslında cinsiyet çağrısına uymaktan ken­ dini engelleyen o ip değildir, kendisi bizzat ondan uzaklaşmak­ tadır, çünkü onu istememektedir. "Şimdi bu iki sahneden hangisi gerçektir? "Ben burada okuyucuyu birbirine zıt bu iki manzara arasın­ da hayret içinde bırakacak değilim; hemen söyleyivereyim: her iki sahne de gerçektir. "Bağlılık ve hürriyet... Birbirine yakın iki gerçek. Hatta çift görünüşlü tek gerçek. "Cinsiyet çağrısına uyan o taşkın genç muhakkak ki serbest hareket etmiştir. O, ahlak, din ve cemiyet kayıtlarından sıyrıl­ mış, insanoğlunu zapteden her şeyi çözüp kırmıştır. Aynı za­ manda o, bir burunduruk gibi burnuna takılmış şehvet ipi sebe­ biyle azgın arzularına boyun eğmiştir. Zira böylesinin, şehveti­ nin tahriklerine mukavemet gösteremediği pratik tecrübelerle sabittir. İsteyen tekrar denesin. "Pek kuvvetli bir kayıtla bağlı bulunan beriki genç ise, kendi nefsi üzerine Allah ile gerçekleştirdiği büyük andı boz­ mak istemez. Onun imanı kendi öz benliğinde dalgalandıkça . andını bozamaz olur. Bu genç aynı zamanda aşağı duyguların baskısından da kurtulmuştur. Nefsindeki itici ihtiyaçlar karşı­ sında gerçek bir hürriyet hissetmekte ve kendi gücü, kendi kud­ retiyle nurlu ufuklara doğru ilerlemektedir. "Karşılığı bağlılık (kayıtlar altında olmak) olan bir hürriyet ve mukabilinde hürriyet bulunan bir bağlılık. İşte insanların gerçeği... "Bağlılık terazisinin bir gözünde, hürriyet de öbür gözünde değildir. Muhakkak ki her hürriyetin.kayıtları. ve her bağlılığın hürriyetleri vardır. Böylece her iki gözde de hürriyetler ve bağ­ lılıklar mevcuttur. 192 "Üstünlük gerçekte Avrupa'nın ve onun hakim olduğu dün­ yanın telakki ettiği gibi değildir. Zira fazilet bağlılıkla hürriyet arasında değil, bir bağlılıkla öbür bağlılık ve bir hürriyetle öbür hürriyet arasında münakaşa konusu olabilir. "Aslında o, insan kayıtlan ile kayıtlı olmak veya hayvan bağlariyle bağlı bulunmak karşısında insan hürriyeti ile hayvan hürriyeti arasında düşünülen üstünlüktür. "İnsan kayıtlarının adına fazilet denir, ahlak denir veya iman denir. "Hayvanı kayıtlara ise aşağı hisler denir, şehvet denir yahut da kaba zevk adı verilir. "Artık kişi, insan olmakla hayvan seviyesine düşmek ara­ sında serbesttir"6. * Örtünme sadece Allah'ın, hepimizin ve her şeyin Yaratı­ cı'sının buyruğunu kabul etmektir. Açıklığa gelince, basit bir hürriyetin kullanılması uğruna bir çok esaretlerin kurbanı ol­ maktır. Her şeyden önce İslam'ın potasında eridikten sonra ye­ niden oluşan milli kıyafetimize aykırıdır. Batı taklididir. Bir za­ manlar himayemiz altında bulunanlara bir bakıma esir olma, kölelerimize köle olmaktır. Sonra, açık gezmenin ardında gizlenen başka amaçlar da bulanabilir hazan. Açıklığın sadece hürri­ yet hakkını kullanmaktan ibaret olduğunu söylemek fazla saflık olur galiba. Çünkü kadın, bu konuda tam bir hürriyete sahip bu­ lunan erkekten çok daha ileri gitmiş, onun açmağa lüzum gör6. Muhammed Kutub, Fi'n-nefti ve'l-mucıema', s. 185 v.d. 193 . . . mediği yerleri açmıştır; O halde burada nefsin, şehvetin, moda­ nın hakimiyeti bahis konusudur. Kadın vücudunun karşı cinse büyük çapta tesir icra ettiğini inkar edemeyiz. O halde öbür taraftan da erkekler mahkum. Görülüyor ki basit bir hürriyetin kullanılmasından meydana gelen sayısız esaretler, malıkômiyet­ ler söz konusudur. ÖRTÜLMESİ GEREKEN YERLER İslam'dan önce arap kadınları örtünmeye riayet etmezlerdi. Kadınların o günkü durumları, aşağı yukarı bugünkü büyük şe­ hirlerimizde göze çarpan durumun aynıydı: "Kadın, erkeklerin arasında göğüsleri açık gezerdi. Umumiyetle boynunu, saç ör­ gülerini ve küpelerini teşhir ederdi. "7• Erkeklerde: Kur'an-ı Kerim'de kadınlara ve erkeklere namahreme bak­ mamak ve avret yerlerini örtmek için ayrı ayn emirler verilmiş­ tir: "Mümin erkeklere söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, kendileri için çok temiz bir harekettir. Şüphe yok ki Allah kullarının yaptıklarından haberdardır118• Hz. Peygamber; "Erkeğin avret yeri göbeği ile dizi arası­ dır.'' buyurdular9• Göbek ve diz kapağı için ihtilaf edilmiştir. Hanefiler'e göre diz kapağı avrettir, göbek değildir10. 7. İbn-i Kesir, Tefsirü'l,Kur'ani'l-'azfm, V, 89. 8. en-Niir, 24/30. 9. Beyhaki, es-Sünenü'l-kübra, II, 229: 10. İbnü'l-Hümain, Fethu'l-kadfr,· l, 180; Şevkanı, Neylü'l-evtar,· II, 64 v.d. 194 Kadınlarda: Kadınların örtünmesine dair Kur'an-ı Kerim'de bir kaç ayet vardır. Peygamber efendimizin zevcelerine hitıı.p eden ayetlerin de bütün mü'min kadınları kapsadığı kabul edilir. "Peygamberin zevcelerinden lüzumlu bir şey istediğiniz-vakit perde ardından is­ teyin. Bu, hem sizin kalpleriniz, hem onların kalpleri için daha te­ mizdir.11 I l "Ey Peygamber, ze�celerine, kızlarına .ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle. Bu, on­ ların tanınıp eziyet edilmemelerine <laha uygundur. Allah çok yar)i ,�'.iılayıcı, çok esirgeyicidir.11 12 İkinci ayet kadınların sokağa çık­ . · ttldarı zaman uygulayacakları örtünme şeklini açıklamaktadır. :} · 'Ayette "dış elbise" diye tercüme edilen kelime "cilbab"dır. Cilbab, baş örtüsü üzerine alınan ve bütün vücudu örten şeydir. Örtünmeye dair üçüncü ayet en-Nur suresinin· 31. ayetidir. Ondan önceki ayette mffmin erkeklere bu .konuda gereken emir verildikten sonra şöyle buyurulur: "Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını .korusunlar. Zinetlerini açmasınlar. Bunlardan görün�n kısmı (yüzler ve eller) müstesna. Baş örtülerini yakalarının üstüne kapayacak surette koysunlar . .Zinet mahallerini kendi kocalarından, ken�i babalarından, koca­ larının babalarından, kendi oğullarından, kocalarının oğulların­ dan, kendi kardeşlerinden, kardeşlerinin oğullarından, kız kar­ deşlerinin oğullarından, kendi kadınlarından, kölelerinden, erkek­ likten kalmış bulunan hizmetçilerden, kadınların cinsi özellikle­ rinden henüz haberdar olmamış çocuklardan başkasına gösterme­ sinler. Gizleyecekleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını da vurma­ sınlar. Hepiniz Allah'a tövbe edin, ey müminler! Ta ki korktuğu­ nuzdan emin, umduğunuza nail olasınız." . Görüldüğü üzere bu ayette kadınlara namahreme bakmamaları, namuslarını koruma­ ları emredilmekte ve baş örtülerini yakalarının üzerini örtecek 11. el-Ahzab, 33/53; Cessas, Ahkiimü'I-Kur'an, TII, 370. 12. el-Ahzab, 33/59. 195 şekilde koymaları hatırlatılmaktadır. Ayetteki "humur" kelimesi (noktalı ha ile) "hımar"ın cemidir. Hımar başı örten nesnedir. "Yakalan üzerine koysunlar" ifadesi baş, kulaklar, göğüs ve gerdanın örtülmesini amaçlar. "Zinetlerini açmasınlar, bunlardan kendiliğinden görünen kısım müstesna" ifadesi üzerinde ashab-ı kiramdan bu yana ya­ pılan açıklamalar çoğunlukla yüz ve ellerin açık kalabileceği noktasında birleşmiştir. "Zinet"ten maksat ya tabii zinet ve gü­ zelliktir ki bu, yüzdür. Veya zinet mahalli demektir. Zinet ma­ hallinden de açılabilen yüz ve ellerdir. Ayakların açık bırakılıp bırakılamıyacağı üzerinde ihtilaf edilmiş, çoğunluk açık kalma­ ması gerektiği kanaatine varmıştır. Açık kalması caiz olan "el" ve "yüz"den maksat ellerin bi­ leğe kadar olan kısmı ile abdest alırken yüzün yıkanan kısmı­ dırı3. Bir hadiste: "Allah, büluğa ermiş kadının namazını baş örtü­ süz· kabul etmez." denilmektedir 14; Peygamber efendimizin bal­ dızı ve Ebu Bekr'in kı,zı Esma, bir gün, .ince bir elbise ile Resu­ lullah'ın huzuruna girmiş, Peygamber yüzünü çevirerek: "Esma! Kadın büh'.iğa erdikten sonra (kendi ellerine ve yüzüne işaret ederek) şundan ve şundan başka yerinin görünmesi caiz değil­ dir." bu�rmuşlar15 • Örtünmekten maksat avret yerlerini görünmeyecek şekilde kapatmaktır. Binaenaleyh teni gösteren şeffaf elbise örtü sayıl13. Şimdiye kadar verilen izahat için bk. en-Nur, 31 tefsirinde: Cessas, Ahklimü'l-Kur'lin; İbn Kesir, Tefsfrü'l-Kur'lini'l-'azım; Şev kani, Fethu'/-kadir; Neylü'l-evtlir, il, 69 v.d.; M.Z. Kevseri, Maka/li­ . tü'l-Kevseri, s. 245 v.d. 14. İbn Mace, Tahare, 132. 15. Ebii Davud, Libas, 31; tenkidi için bk. el-Mevdiidi, el-Hicab, s. 421 ve Begavi, Mişklitü'l-meslibıh, II, 481. 196 maz. Böylesi uzvu daha cazip gösterir. Peygamber efendimiz cennet kokusunu asla alamayacak kadınlardan bahsederken "gi­ yinmiş, fakat çıplak kadınlar" ifadesini kullanırken bu giyinme tarzını kasdetmiş olmalıdır 16. Yukarıda tercümesini verdiğimiz en-Nur, 31 ayetinde ka­ dınların iç zinetlerini görmesi caiz olan mahremler sayılmakta­ dır. Müfessirler çeşitli hadislere ve Hz. Peygamber döneminde­ ki uygulamalara bakarak görünebilecek organların kol, saç ve kulak, karın ve sırta kadar varmayan gerdan ve ön yaka kasım­ ları, diz kapağının aşağısından itibaren bacaklardan ibaret oldu­ ğunu söylemişlerdir17 • Ayette zikredilmeyen süt mahremlerle dayılar, amcalar ve diğer mahremler de buna dahildir 18• Erkeklikten kalmış bulunan ihtiyar veya yaratılıştan ikti­ darsız kimselerle kadınlığın cinsi mahremiyetlerine henüz vakıf olamamış çocuklara da görünmekte bir sakınca bulunmadığını ayet beyan etmektedir. Hz. Peygamber devrinde erkeklik duy­ gularının gelişmediği kabul edilen bir adam evlere girer, kadın­ larla konuşur, karnını doyururdu. Bir gün Resı'.ilullah onu evinde görmüş, Peygam_berin kayınbiraderine bir kadının vasıflarını anlatıyordu. Bunun üzerine Reşulullah adamın artık kadınların yanına girmesini yasaklamıştı_ 19. Hz. Peygamber'e yirmi yıl hizmet eden Enes örtünme (hi­ cap) ayeti nazil olmadan önce ev halkının bir ferdi olarak teklif16. Müslim, Libas ve'z-zine, 125. 17. Bu konuda Ebü'l-Ala el-Mevdfidi ile M. Nasıruddin el-Elbani'nin birbirine tenkit ve cevapları için bk. Mevdfidi, el-Hicab, s. 417 v.d.; Begavi, Mişkiltü'l-mesabih (M. Nasıruddin el-Eblani neşri), 111, 176, 18. el-Cessas, Ahkilmü'l-Kur'lin, III, 317; Şevkani, Fethu'l-kadfr, iV, 22. 19. Müslim, Selam, 32. 197 sızce Resulullah'ın hane-i saadetlerine girer çıkardı. Ayet nazil olduktan sora Peygamber zevcelerinin yanına girip çıkması ku­ rallara bağlanınıştır2°. Hülasa, müslüman kadını, yüzü ve bileklere kadar elleri, . gerekirse ayakları hariç olmak üzere vücudunu örtmekle mükel­ leftir. Bunun çarşafla olması zaruri değildir21 • Bilakis temiz ve sade, özendirici ve güzel olmalıdır. İşte bu kadındır ki şehvet değil hürmet telkin eder. İslam'ın yücelttiği ve cennetin, ayakla­ n altında olduğunu haber verdiği kadın budur. * 20. Ahmed b. Hanbel, ın, 133. · 21. Osmanhlar'da peçe ilkin Birinci Murad devrinde Bursa'da zuhur et­ miştir. Bunu, tarihçi İsmail Hlimi Danişmend şöyle nakleder: "Şikari'nin "Karaman Tarihi"nin hususi kütüphanemizdeki yazma nüshasının 133. sahifesinde, üçüncü Osmanlı hükümdarı Murad­ Hudavendiglir devrinde Bursa'da cereyan ettiğinden bahsedilen mü­ him bir ictimai hadise hakkındaki �vayeti şöyledir: "...O zaman ka­ nlarda yüz örtmek adeti pek az idi: Yüz örtmek s.onradan adet oldu. Karamanoğlu Alauddin'in Hamid-oğlu İlyas diyarını katl-i am etti­ ğinde üç kabile diyar-ı Osman'a firar etmişler idi. O vakit bunları MuradcHan görüp pek temiz ve uslu adem olduklarından kendi şeh­ rinde(= Bursa'da) yerleştinniş idi. İşte bu kabilenin kadınlan pek güzel olduklarından herkes bunl� temaşa etmeye başlayınca ule­ malar tarafından bu· kabilenin hatunlarının yüzleri siper edilmesi emredildi. İşte ne vakit taşra çıksalar o kabil hatunlar yüzlerini si­ per ederler idi. Fakat bu hıil sonra diğer kadın ve kızların da pek . hoşuna.geldiğinden herkes daıma her taraflarını örtmeye başladılar. (İsmail Hami Danişmend, Türk Irkı Niçin Müs/iiman Olmuştur?, s. 85-86.) güzelce. 198 Hz. Aişe, devrindeki mümin kadınların, eski alışkanlıkları­ nı, adetlerini ve modayı terkederek Allah'ın bu emrine nasıl sa­ rıldıklarını şöyle anlatır: "Vallahi ben, Allah'ın kitabını (Kur'an'ı) tasdik, onun indirdiğine iman bakımından ensar ka­ dınlarından daha faziletlisini görmedim. Nur suresindeki örtün­ me ayeti inince erkekleri kendilerine varıp Allah'ın ayetlerini okumaya başladılar. Herkes bu emirleri zevcesine, kızına, hem­ şiresine ve bütün yakınlarına okuyordu. Kadınlardan hiçbiri is­ tisna edilmemek üzere Allah'ın, Kur'an'ında indirdiği emirlere uyarak yünden veya pamuktan mamul örtülerine büründüler ve sabah namazında Resulullah'ın arkasında örtülerine bürünmüş olarak bulundular, sanki başlarında kargalar vardı." Başka bir ifadesi şöyledir: "İlk büyük muhacir kadınlara Allah selamet versin, onlar tesettür ayeti inince en kalın örtülerini yarıp içirie bürünmüşlerdi 22. 11 22. İbn Kesır, Tefsfrü'l-Kur'ilni'l-azfm, V, 89-90; Buharı, Tefsir, 24/12; Ebfi Davud, Libas, 29-30. 199 il FUHUŞ "Zinaya yaklaşmayın. Şüphesiz ki o, bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yol­ dur." (el-İsra, 17132) GİRİŞ Fuhuş, evlilik birliğini bozduğu, aileyi perişan ve nesli mahvettiği için en eski toplumlardan bu yana yasaklanmış, faillerine en ağır cezalar tertip edilmiştir 1 • İslam'dan evvel Araplarda fuhuş alabildiğine yayılmıştı. Bazı kadınlar belirli yerlerde bu iş için çalışırlardı. Evlerinin kapılarına tabela niteli­ ğinde hususi işaretli bayraklar asarlardı2• Gerçi Batı'ya ve dolayısıyla dünyanın büyük bir kısmına hakim olan milletlerin bağlı bulunduğu Hıristiyanlık fuhşu ya­ saklamıştır. Fakat aynı dünyayı saran özgürlük hayalinin yanın­ da şehvet ve menfaatlerinin ötesinde bir değer tanımayanlar dinlerinin bu emirlerine saygı göstermemektedirler. Max Kem­ merich'in Behçet Necati tarafından Türkçe'ye çevrilmiş "Tarihte 1. bk. "Zina Fiilinin Cezası". 2. Buharı, Nikah, 36. 200 Garip Vak'alar" adlı eserinde Avrupa'nın fuhuş hayatına dair tüyler ürpertici hadiseler yer almıştır. Hatta bazı şehir ve mem­ leketleri ziyaret eden kral ve maiyetine, genel evlerin kapılarını, parasız olarak ardına kadar açmakla belediye reisleri tarafından misafırperverlikler (!) gösterilirmiş. Kur'an-ı Kerim'de de belirtildiği gibi3 Hıristiyanlar, Al­ lah'ın üzerlerine yazmadığı "ruhbanlığı" kendileri icat etmiş, fa­ kat buna hakkiyle riayet etmemişlerdir. Rahip ve rahibeler söz­ de "tarik-i dünya (dünya nimet ve lezzetlerini terkeden)" imiş­ ler. Evlenmez, çoluk çocuğa karışmazlar. Fakat insan yaratılışı­ na, insan psikolojisine uymayan bu prensip realitede ayaklar al­ tına alınmış, bazı rahip ve rahibeler çeşitli entrikalarla fuhşun envaını işlemişlerdir. "On üçüncü yüzyılda rahibe manastırlarında sevicilik almış yürümüştü. On birinci yüzyılda İngiltere'de pederasti (livata) mühim bir mesele olmuştu. Bilhassa manastırlarda bu anormal sefahat gırla gidiyor, diri diri yakılmak cezası bile bunun önüne geçemiyordu. "Ortaçağ papazlarının ahlaksızlıkları yazılmakla bitmez. Bir misal: Nördingen şehrinde 1472 yılında belediye meclisi pa­ pazların umumhanelere gitmelerini yasak etmeğe cesaret edemeyerek sadece bütün gece orada kalmalarını menetmekle ye­ tindi. "On altıncı yüzyılda her papazın bir odalığı vardı. Papazlar namuslu kadınların masun kalmaları için kanun tarafından buna mecbur edilmişlerdi. "Chronik isimli eserinde Baron Zimemrn, rahibe manastır­ larının çok zaman bir genelevden farksız olduklarını yazar. On altıncı yüzyılda da vaziyet bu merkezde idi. Bu gizli fuhuş, za­ man zaman açıkça da görülüyordu. Nitekim Strazburg'da bir ge3. el-Hadid, 57(27. 201 ce bir kadın manastırına bir yıldırım düşüp de yangın çıkınca halk, kapıları kırıp zorla içeri girmişler, çeşitli rezaletlerle karşı­ laşmışlardı. Bir çok rahibenin genç erkeklerle koyun koyuna ol­ dukları görülmüştü. O devirlerde manastırların hususi pencere­ lerine gayr-i meşru çocuklar bırakılır, bu çocuklar rahibeler ta­ rafından büyütülürdü. Yangın hadisesinde rahibelerin azgınlık­ larına filet edilen gençlerin, bu büyütülmüş piçler oldukları an­ laşıldı. Bu çocukİar erkeklik çağına gelince ihtiyar, rutubet ve leş kokulu rahibelerin kapatmaları olmuşlardı. Bu gibi manastır­ larda aynca havuzlar bulunuyor, bu havuzların s'ulan asla boşal­ tılmıyordu. Çünkü rahibeler doğµrduklan zin� mahsullerini bu . sulara gömerek boğuyorlardı. "4. Avrupa'da fuhşun yayılmasının bir sebebi de Hıristiyanlı­ ğın tek kadınla evlenme mecburiyetini koyması ve özellikle ka­ tolizmin boşanmayı yasaklaması veya son derece güçleştirmesi­ dir. Hıristiyanlık aynı zamanda zinayı da yasaklamış ve evlilik dışı çocukları reddetmiştir. Onları lanetli, günah ve rezalet ço­ cuğu ilan etmiştir. Kilisenin gayr-i meşru çocuklar hakkında bu tumumunu şiddetle tenkit eden Ord. Prof. Dr. Andreas B. Schwarz, "Nur Çağı" olan on sekizinci asrın sonunda heybetli bir hareket, evlilik dışı çocukları birdenbire yükseittiğini" belirt­ tikten sonra bu konunun ,tarihçesini yapıyor ve evlad-ı zinanın meşru evlat gibi telakki edilmesinin gerektiğini savunuyor5. Ki­ lise, bir taraftan tek zevce ile yetinmeyi ıriecbur kılıp boşanmayı meneder ve dolayısıyla zinaya yol açarken diğer yönden zina çocuklarını da mahkum ediyordui · Bu iki problemden birini halletmek gerekirdi. Ord. Prof. zina mahsulü ço, cukların meşru sayılması yolunu tercih etmişti. Mamafih konu Avrupa'da onun arzu ettiği şekilde gelişmektedir.. Bir kadınla cinsi bakımdan yetinemeyen veya eşi ···· 4. İsmail Hami -Danişmend,·· ls/dm-Kültürünün Garbı - Medeni/eştirmesi,· s. 43, 45. 5. "Evlilik Dışı Çocuk Meselesi", Üniversite Konf., 1943-1944, s. 128. 202 iktidarsız olan erkeğin başka kadınla evlenip meşru (kanuni) bir hayat yaşaması pek ayıp ve geri bir iş. Fakat aynı adamın bir kaç metresle yaşamasında bir sakınca yokmuş. Bu metreslik ha­ yatı sırasında oluşacak yavrular kürtajlar ve diğer yöntemlerle boğulmadan dünyaya gelebilirse meşru sayılacaklar. Boşanma­ ya gelince, gerçi Katolik hukukunda zina ebedi ayrılık sebebi­ dir. Fakat bu sebeple ayrılan eşler, gene aynı hukuka göre ha­ yatlarının sonuna kadar başkasıyla evlenemezler6. Taklit Hastalığı: Pek temiz ve afif bir ecdat mirasına sahip olmamıza rağ­ men bizde de Avrupa'nın özentisi içinde fuhşu bir marifet sa­ yanlar vardır. Fuhuş modem hayatın bir gereği imiş. Bu konuda Dr. Cemal Zeki şöyle der: "Karı kocanın birbirini aldatması, ek-. seriya gizli kapalı yerde, hususi otel, garsonier, randevu evlerin­ de, bu ihanet yuvalarında vuku bulur; modem hayatta bu uluor­ ta olmaktadır. Kendisini sefahata kaptırmış, aile mefhumunu kaybetmiş, dejenere olmuş gibi aileler toplandıkları kokteyl par­ tiler, suvarelerde tertipledikleri eğlenceler, (anahtar, don oyun­ ları) ile bunu göz göre göre yapmaktadırlar. Dünün mum söndü­ leri başka türlü yanmakta, bu kepazeliğe eğlence adı verilmek­ tedir. "Amerikan Kız Kolejindeki skandal: -Pencereden yatakha­ neye dört defa giren bir delikanlıyı saklayan dört kız talebe okuldan tardedildi." Amerikan Kız Kolejinde sevgilisini yatak­ hanede barındıran öğrenci ile kendisine yardım eden arkadaşları hakkında açılmış tahkikat devam etmekte. Bu haberler çok üzücüdür, ahlak, terbiye mefhumları hüviyetini kaybetmektedir. Randevu evlerinde basılanlar kötü, ırzına geçtikleri kızı öldü­ renler katil, ya okul yatakhanesine erkek alan kolejli kıza ne de­ nebilir? Bu delilik değilse rezilliktir. 11 11 6. H. V. Velidedeoğlu, Armağan, s. 686. 203 "Amerika'da her dört dakikada gayr-ı meşru bir çocuk doğ­ makta. Dr. Schauffer, bu acıyı şu dille anlatır: "Günden güne al­ datılan kadınlar çoğalıyor, henüz dünyayı tanımayan kızlar mahvoluyor. Eskiden kültürsüz olanlar avlanıyordu. Bugün ma­ alesef iyi aileye mensup kızlar ve ekserisi kolej ve üniversite ta­ lebeleridir." diyor. Amerikalı ruhiyatçı Greonwold: "Genç kız­ ların fuhşa düşmesinin en büyük sebebi kadın-erkeğin geçim­ sizlikleri ve çocuklarına sahip olmayışıdır." diyor"7• Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsünün neşrettiği İsta­ tistik Yıllıklarına göre Türkiye'de malıkemelere kadar intikal eden fuhuşla ilgili davalar hayli kabarıktır. Fuhuş hakkİnda verilen rakamlar aslına nisbetle pek az bir sayı gösterebilir. Zira fuhuş umumiyetle karşılıklı anlaşma ile olur, malıkemeye intikal edeni ise pek azdır. Malıkemeye intikal etmeyen veya intikal edip de delil yetersizliği ve saire yüzünden hüküm giymeyen ve kanun nazarında suç sayılmadığı halde ahlaken ve dinen suç sayılan vak'aları da düşünecek olursak işin fecaatını anlamakta gecikmeyiz. Halbuki biz -bir şairimizin de dediği gibi- nüfus sayımı için dahi hanımının ismi sorulduğunda gayrete gelen, namusunu dini gibi aziz ve muhterem bilen ve bu uğurda canını feda eden bir neslin torunlarıyız. Sosyal Baskı: Bugün bir İslam topluluğu olarak büyük bir şeyi kaybedi­ şin acılarını çekmekteyiz. Bir zamanlar her beldede, her kasaba­ da, her köyde, hatta her mahallemizde İslam cemaatının bakış­ larından ve davranışlarından sızan bir "ictimai baskı" vardı. Bir yerde İslam ahlakına ve milli geleneğe aykırı bir fiil işlenince oradaki müslümanlar buna göz yummaz, failini protesto eder, onu ya yola getirirler veya bir şekilde cezalandırırlardı. Bu ulvi rf ·duygu ve değerli müeyyide alılakın ve müleaddesatın e büYfik' 7. Cemal Zeki Önal, Evlilik ve Mahremiyetleri, s. 306-308. 204 bekçisi idi. Böyle bir yerde bir cani, bir ahlaksız kendini her za­ man yalnız ve haksız hissederdi. Bu sosyal baskı onun büyük terbiyecisi olurdu. Bu yüksek duygu maalesef zamanımızda ya körelmiş veya · tamamen kaybolmuştur. Peygamber efendimizin: "İçinizden kim bir fenalık görürse onu eliyle menetsin, eğer gücü yetmezse diliyle menetsin, buna da gücü yetmezse bari kalbiyle hoş gör­ mesin"8 tarzındaki talimatına uyanlar pek azalmıştır. Bunun se­ bepleri nelerdir? Evvela bizde dini hayat ve sosyal şuur çok zayıflamış, çok gerilemiştir. Gözümüzün önünde dine ve ahlaka aykırı bir iş iş­ lenince ona müdahale ve isyan etmeye kendimizde cesaret bula­ mıyorsak imanın en zayıf seviyesine düştük demektir. İkinci ve önemli bir sebep de şudur: Bizde büyük şehirlerimizden başla­ yarak küçük şehirlerimize doğru bakış açısı, hayat telakkisi ve değer hükümlerinde, eskisine göre· değişmeler meydana gelmiş­ tir. Bugün sokaklarımızda, cadde ve parklarımızda ahlak dışı nitelikli farklı davranışlar göze çarpmaktadır: bekarla.rın fuhşu, nişanlıların fuhşu ve evlilerin terbiyesizliği. Bütün bunlar haya­ sını yitirmiş ve yüz suyunu kaybetmiş bir nesil manzaraları de­ ğil midir? Peygamber efendimiz şöyle buyururlar: "İnsanlar, ta ilk peygamberden bu yana şu nübüvvet sözünü duyagelmişler­ dir: Eğer utanmazsan istediğini yapabilirsin. "9 Şu da muhakkaktır ki nefsimiz, bedeni ve ruhi varlığımızda gizli kötü kuvvetlerimiz çoğu zaman en çirkin bir işi yaldızlaya­ rak bize yaptırmak isterler. Öldürücü zehri nefis bir yemek için­ de sunarlar. Bir ülkede nefis, şehvet ve şeytan akla, mantığa ve dini hayata hakim olursa or�da insanoğlunun kötü ve hayvani 8. Müslim, iman, 78. 9. Buhari, Enbiya, 54; Ebii Davud, Edep, 6. 205 duygularından ilk önce kendini gösteren cinsi sapıklık olur. Çünkü bu, insan varlığında gizlenmiş en büyük itici güçtür. Bu güce yenik düşenler her çirkinliği işleyebilir\er. İSLAM AÇISINDAN FUHUŞ Her çeşidiyle fuhuş İslam'ın yasakladığı çirkin bir şeydir10. Kur'an'da zina "büyük bir hayasızlık, kötü ve çirkin bir yol" di­ ye nitelendirjlir. Fuhuş, pek muhterem, meleklerin secdesine vesile olacak kadar aziz yaratılan ve "Allah'ın yeryüzündeki ha­ lifesi" olan insana 11, onun Allah'ına ve peygamberine saygısız­ lıktır. İlahi emanete hıyanettir1 2• Hz. Peygamber Veda haccında yüzyirmi bini aşkın müslümana irad ettiği hutbede şöyle buyu­ rur: "Ey insanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes.bir.gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, pu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, ırzlarınız da öyle mukaddestir, her türlü taarruzdan korunmuştur."13 Kur'an-ı Ke­ rim'de kurtuluşa erenlerin vasıfları belirtilirken,. "ırz ve namus­ larını, ut yerlerini koruyanlar" diye zikredilir14• Hz. Peygamber: "Zina eden kimse, mümin olduğu halde zi­ na, etmez. Hırsız, mümin olduğu halde çalmaz ve insan, nıümin iken içki içmez." buyururlar 15 • Bu hadisin zah.iri manası, zina eden, çalan ve içki içen insanların bu fiilleri işledikl�ri esnada imandan çıkmış olmalarıdır. Fakat büyük günahlardan da olsa 10. el-En'am, 6/151; el-A'raf, 7/33. 11. el-Bakara, 2/30-34. 12. el-Ahzab, 33/72. 13. Buharı, Hudı1d, 9; Tecrid Tercemesi, X, 431. 14. el-Mü'miriı1n, 23/5. İ5. Müslim, İman, 100. 206 . zina ve benzeri davranışların helal kabul edilmediği sürece kişi­ yi imandan çıkarmadığı fikri kabul edildiği için, filimler bu ha­ disteki imanı, kamil iman manasına almışlardır 16. Böylece hadi­ sin manası tam iman sahibi olan kimse zina etmez, çalmaz ve içki içmez, şeklinde olur. Hadise IJ.asıl mana verilirse verilsin, zinanın İslam'da ne kadar korkunç bir kötülük olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Fuhuş fertlere ve toplumlara sayısız zararlar getirir. Bun­ lardan birı de frengi ve belsoğukliığudur. "Dün gibi bugün de yıkımlarını çizen istatistiklerin dehşetinden tüyler ürperir, feca­ atları dil ve yazı ile anlatılamaz. Yalnız· Avrupa'nın bir köşesin­ de senede beşyüz bin çocuğun frengiden ölmesi, Avrupa ve Amerika'daki körlüklerin yarısının yalnız belsoğukluğundan ol­ ması, bunların devam eden şeametinin küçük bir ölçüsüdür." 17. Buna bir de XX. belki de XXI. yüzyılın en korkunç hastalığı AİDS'i katmalıdır. Fuhuş aynı zamanda cinnet de yapar 18. 16. Nevevi, Müslim Şerhi; il, 41. 17. Cemal Zeki Önal, Evlilik ve Mahremiyetleri, s. 599. 18. Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman'ın bu konudaki fikirlerini aynen alı­ yoruz: "FUHUŞ: Fahişelerde akıl hastalıklarının çokluğunu �erkes bilir. Bµra­ da iki sual hatıra gelir: Fuhuş mu cinnet yapar, mecnunlar mı fahişe olur? Bir mütehassıs bu iki sualin her ikisine de müsbet cevap verir. Fuhuş hayatı elbet cinneti çoğaltır. Gece uykusuzluğu, istemeye istemeye heyecanlı bir şehvet hayatına katlanma, korku ve kıskançlık, sarhoşluk, morfine, etere ibtila, niha­ yet frengi; isteri ve nevrasteniden müterakki felce kadar bir çok nevrozların ve psikozların hudusuna sebep olur. Diğer taraftan insanlar arasında fuhuş damgasıyla lekelenmek felaketine katlananların psikolojileri bir mütehassıs gözüyle tetkik edilirse çoğunun fahişe olmadan mecnun olduğu görülüyor. Mesela, fahişelerin çoğu aptaldır, hiç olmazsa fikir züğürdüdür. Bir er)<ek ve­ ya bir kadın simsarı, aptallığı sebebiyle, onu pek kolay aldatır. Fuhşa sürük­ ler, düştüğü çukurun çirkefliğini ya anlar, ya anlamaz, fuhuş bataklığı içinde 207 çırpına çırpına çürür gider. Fuhşa düşenlerin mühim kısmı da manyaktır. Cinnetin verdiği intibah yüzünden şehveti çok artar. Utanma duygusu azalır. Mübalağalı tarzda boyanıp gezmekten hoşlanır. Bütün manasiyle bimarhanelik böyle bir deli zendostlann arayıp bulamadıkları nimettir. Karhanelerde deli kız diye anılan bu biçarelerin şehvet ve coşkunlukları müş­ terilerin hoşuna gider. Bunların akibeti malfim!.. Ya bu coşkunluk devresini takip eden melankoli nöbetinde, taşkınlığına alışmış eski müşterisine istediği gibi zevk veremediği ve bilakis hayatından nadim ve mahcup göründüğü için kızgın aşıkının hiddetli bıçağı ile ölür, yahut yine coşkunluğu esnasında mu­ hakemesizliğinden bir kıskançlık sahnesi yaratır, hovardaların silahiyle gebe­ rir. Fuhşa atılanların bir çoğu isteriktir. Süse ve zinete aşın derecede düşkün­ dür, bunları ne pahasına olursa olsun tedarik arzusu, güzelliğine dair söyleni­ len sözlere telkin kabiliyetinden çabuk inanış... "Nihaye• nemfomani dediğimiz şehvet çılgınlığı isterikleri fuhşa sürük­ ler. Kibar orospuların hemen hepsi, otomobil ve arabalarda ipek çoraplı atlas­ lı iskarpinlerinden makyajlı yüzlerine varıncaya kadar ayrı ayrı her şeyi ile nazan celbetmeye çalışan demi-mondaine'ler isteriktir. Fahişelerin hemen hepsi de psikopat, yani yan deli, mütereddiddir. Maneviyatı düzgün ve bizim anladığımız mana ile asil kanlı, temiz süt emmiş bir kadın hayatın hiç bir zor­ luğu karşısında fuhuş bataklığına düşmez. Kıymetli ismetini, yüksek kadınlık haysiyetini süse veya sefaya kurban etmez; çirkefe yuvarlanmaz. Ev kadını muallime, katibe, dadı, hizmetçi her şey olur, hatta ölür, fakat fahişe olmaz. İşte bu sebepten bimarhanede kadın hastalar arasında pek çok fahişe görülür. Bir kısmında manya devresi pek şiddetli olduğu için bimarhaneye getirilir. İyileşince kötü şöhretl�ri yüzünden hizmetçilik ve çamaşırcılık yol­ lan bile kapandığını, hangi eve gitseler kabul edilmeyeceklerini ağlaya ağla­ ya anlatır, timarhaneden meyus aynlırlar. Deliler arasında yaşarken temiz bir kadına edilen muamele onlara afif hayatın zevkini öğretir. Bir müddet ötede beride temiz hayata girmek için kapı ararlar. Niharet yine umumhanelerden başka bir dam altı kendilerini· kabul etmez; istemeye istemeye aym hayata dön�rler. Paralizijenerale ,rakalanmı_şfalıi�elerin bile ifiet devresinde umum­ hanelerde rağbet gördüğüne şahit oluyoruz. Bir aile kadını ilk hafif manya 208 nöbetinde komşu beylerine sataşdığmı hisseden zevcine, korkmaksızın güna­ hını itiraf eder, tabii biçare kadını kocası boşar, ebeveyni bimarhaneye kor, iyileşir, bir kaç sene aklı başında temiz yaşar. İkinci nöbet gelir, yine şehvet taşkınlığı başlar, bir zaman sonra bir çocukla karnı şişer, bu defa babası red­ deder. Bımarhaneye atılır, delilikle yaptıklarından mahcuptur, babası bir tür­ lü affetmez. Bu temiz bir aile kızı iyileşince baba evine dönemez, lakin fahi­ şe değil çamaşırcı olur. Hayatını yine namusluca kazanmaya başlar. Üçüncü bir manya nöbetinde fuhuş vesikası vermek üzere polisle merkeze giderken Babıali caddesinde bize bakıyor ve hayasızc!l gülüyordu. İşte fahişeliğe kay­ dolunacak bu biçare kadın hakikatte bir mecnundan, gayr-ı mes'ul bir hasta­ dan başka bir şey mi? Hatta sırf cinnet nöbetinde fahişe, iyileşince fuhuştan en çok nefret eder... Fakat cemiyette o hakir... Onun hasta ruhundan behimi surette istifade eden heriflerin ismi bile söylenmez (Tababet-i Ruhiye, I, 274276). 209 m FUHŞU ÖNLEMEK İÇİN İSLA.M'IN ALDIGI TEDBİRLER Bilindiği gibi İslam hukukunda iki türlü müeyyide vardır. Biri diğer hukuk sistemlerinde de olduğu gibi dünyevi ve maddidir, diğeri ise manevi olup ahiretle ilgilidir. Mükellefin iş­ lediği hatanın hem maddi planda cezası, hem de manevi alanda günahı vardır. Bu bakımdan müslümanlık, ferdi suç işlemekten, başka bir ifade ile günaha düşmekten özenle korumaya çalışır, tıpkı müşfik bir ana-baba veya merhametli bir hekim gibi. İslam hukuku insanı ihmal eden, hatta suç işleme yollarını ona kolay­ laştıran fakat suçu işleyince de insafsızca yakalayıp cezalandı­ ran bir nizam değildir. Bu sebepledir ki müslümanlık fuhşa gö­ türen, ona basamak teşkil eden her hareketten ferdi meneder. Cinsiyet, insan varlığının pek derinliklerine kadar uzanıp yerleşen güçlü bir duygudur. Tabii olan bunun tatmin edilmesi­ dir. Bu, meşru yoldan olmazsa gayr-i meşru olarak gerçekleşir. Bu yüzden müslümanlık meşru tatmin yolu olan nikahı kolay­ laştırır, ihtiyaç halinde çok evliliği mübah kılar. Eşlerin birbirle­ rini tatmin edemedikleri hallerde, şiddetli geçimsizliklerde bo­ şanmaya müsaade eder. Böylece her iki taraf mutluluğunu baş­ ka meşru yollarda arar. 210 FUHŞA GÖTÜREN YOLLAR Bakmak İslam dini iki cins arasında şehveti kamçılayan açıklığı, cinsi amaçlı bakmayı, dokunmayı, bir arada bulunmayı... mene­ der. Çünkü göz, kulak, el... kalbe açılan pencerelerdir. Bunlar cinsi teheyyüçlerden korunmazsa kalbi daima meşgul eder. Sji­ rekli olarak seks duygularının baskısına maruz kalan psikolojik muhteva ise ya ruh sağlığını bozar veya gayrı meşru zemine açılır 1 • Cinsler arasındaki ilgi genellikle bakmakla başlar. Görme duyusunun cinsiyet hayatına tesirlerini seksoloji alimleri uzun uzadıya izah ederler2• Kur'an-ı Kerim'de müminlerin erkek ve kadınlarına gözlerini namahremden korumaları emredilir 3 • Hz. Peygamber: "Ali! İlk bakıştan sonra tekrar bakmamalısın. Zira birinci bakış senin için caiz ise de ikincisi değildir. "4 buyurmuş­ lardır. Görme duyusunun cinsi hayata olan etkileri inkar edile­ mez. Önemli olan insanın niyeti ve bakış açısıdır. Bu tür davra­ nışlarda iradenin yanı sıra çevrenin ve genel tutumun da müsbet veya menfi katkılarını unutmamalıdır. Genellikle küçük ve mu­ vakkat fedakarlıklar, ram oluşlar insanı vahim akibetlere sürük­ leyebilmektedir. İnsanda Yaratana ve yaratılanlara karşı bir say1. bk. Buharı, İsti'zan, 12; Müslim, Kader, 21. 2. Duyuların cinsiyet hayatına tesirleri hakkında geniş bilgi için bk. Dr. Van de Yelde (trc. E. Kayihan), Mükemmel İzdivaç, İstanbul, 1948; ilgili bö­ lümler. 3. en-Nur, 24/30-31. 4. Ebi'.l Davud, Nikah, 42-43. 211 gı ve haya hissi vardır. Bu nazik perde bir defa sıyrılıp indi mi, artık gün yüzüne çıkacak iğrençliklerin önü zor alınır5. Gözü namahremden korumak kişiye iman ve ibadet lezzeti tattırır. "Ceza ve mükafat, yapılan işin cinsinden olur." prensibi­ nin de ifade ettiği gibi, insan zevk aldığı bir şeyden, meşru ol­ madığı için vazgeçerse Allah Teala ona ilahi ve manevi bir zevk ihsan eder. Bu hakikatı Resul-i Ekrem (s.a.) şöyle ifade ederler: "Bir müslüman, kadının güzelliklerine ilkin bakar da sonra gö­ zünü kaparsa Allah Teala ona, lezzet duyacağı bir ibadet nasip eder."6 İbn Kayyim el-Cevziyye şöyle der: "İnsan nefsi güzel şekillere bakmaya düşkündür. Göz kalbin elçisidir, onu olan bi­ teni öğrenmek üzere salıverir. Göz hoşa giden bir husus bulup da kalbe haber verirse zevkinden hoplar. Çoğu defa kalbin hem kendisi hem de elçisi zahmete düşer. Çünkü -şairin de dediği gi­ bi- göz öyle güzelleri haber verir ki ne hepsini elde etmeye, ne de bir kısmının ayrılığına tahammüle gücü yeter! Fakat kalb, el­ çisini araştırma ve keşifden menederse kendisi de talep ve arzu külfetinden kurtulur. Bakışlarını salıverenin hasretleri devamlı olacaktır. Çünkü bakmak sevgiyi doğurur. Böylece kalp bir alakaya sahip olur. Sonra bu alaka kuvvetlenir, vurgunluk dere­ cesinde bir sevgi olur, kalbi istila eder. Yine kuvvet bulur, kalp­ ten ayrılmayan bir sevgi halini alır. Daha da kuvvetlenir, aşırı sevgi yani aşk olur. Kuvvetlenir, çılgınlık olur. Nihayet kalp kö­ le olur. Böylece kalp 1§.yık olmayana kulluk etmiş olur. İşte bü­ tün bunlar bakmanın cinayetleridir. Artık kalp esarete düşmüş­ tür. O bir emir iken şimdi bir esir, hür ve serbest iken şimdi bir 5. "Haya sıyrılmış inmiş... Öyle yüzsüzlük ki her yerde, Ne çirkin yüzler örtermiş, meğer bir incecik perde!" (M. Akif, Safahat - Gölgeler) 6. Ahmed b. Hanbel, V, 264. 212 tutsaktır. Devamlı gözden dert yanar, şikayette bulunur. Göz ise: ben senin elçin, senin memurun idim, beni sen gönderdin... der. Bütün bunlar Allah sevgisi ve Allah bağlılığından boş ka­ lan kalplerin belasıdır. Kalp denen, mutlaka bir sevgiliye bağla­ nacaktır. Kimin sevgilisi, ilahı ve mabudu biricik Allah olmaz­ sa, onun kalbi mutlaka başkasına kulluk edecektir. Nasıl ki Mı­ sır Azizi'nin hanımı (Zeliha) kocalı bir kadın iken, müşrik bu­ lunduğundan malum maceralara düşmüş; genç, bekar ve garip fakat kalbi Allah'a ihlas ile dolu olan Yusuf ise kurtulmuş, terte­ miz kalmıştı..."7 Şunu da belirtmeliyiz ki samimi olarak evlenme niyetinde olan erkeğin, müstakbel hayat arkadaşının kendi ölçülerince gü­ zel ve muvafık olup olmadığına bakması tabii hakkıdır. Hatta bunu yapması tavsiye edilmiştir. Ancak bu, sadece bakmaktan ibarettir. Binaelayeh erkeğin henüz nikahlanmadığı bir kızla ge­ zip tozması, başbaşa kalması helal' değildir. Çünkü arada hukuki bir bağ yoktur. Bir çok sözlü ve nişanlıların bir müddet sonra arkadaş değiştirdikleri sık sık görülmektedir. Peygamber efendimiz cinsi hayatla ilgili bir adab-ı muaşe­ ret kuralını da şöyle ifade etmişlerdir: "Hiç bir kadın kocasına başka bir kadını tasvir edip cinsi özelliklerini anlatmasın. Öyle ki kocası sanki o kadını görüyormuş gibi olur. "8 Çünkü telkin ve propaganda hazan gözle görmekten daha etkili olabilir. Dokunmak: Mahrem olmayan kadın ile erkeklerin birbirine dokunması, temas etmesi meşru değildir. Hz. Aişe diyor ki: "Resı1lullah'ın eli yabancı bir kadının eline değmemiştir. "9 Hz. Peygamber: "Birinizin başının demirden bir şişle dürtülmesi, onun için, na7. İbn Kayyim, İğllsetü'l-lehfan, I, 60. 8. Buharı, Nikah, 118. 9. Buharı, Talak, 19. 213 mahrem.bir kadına dokunmasından daha hayırlıdır." buyurmuş­ lardır 10. Mahrem olmayan bir kadına el değdirmemenin aşırı dere­ cede bir taassup ürünü olduğu ileri sürülebilir, fakat bildiğimiz fizyolojik ve psikolojik yapıya sahip bulunan insanlara ait cinsi davranışların şuurda veya şuur altı muhtevasında hiç bir tesir bırakmadığını söylemek de pek safca bir şey olur. " ...Ayrıca cinsi temayüllerden başka sebeplerden doğan buseler eksik değilse de bunların sayısı saf yüreklilerin umdu­ ğundan veya umar göründüğünden çok daha azdır, zira cinsiyet duyguları üstünkörü tahminlerin, hatta bazı cüretkarane mülahazaların kabul ettiğinden daha büyük bir kuvvetle umumi hayata işlemiş, yerleşmiştir."11 Dinlemek: Cinsi duyguları tahrik eden şeylerden biri de sestir. '.'Sesin rengi, her kelimeyi telaffuz ederken sadanın aldığı makam belki aslında ehemmiyetli olmayan bir hadise, fakat sevgi heyecanları üzerine inanılmayacak ölçüde tesirler icra eder." 12 "Sadaya ait fetişler (tapacak derecede aşırı şehvetler) de vardır. Mesela ba:­ zıları kalın sesli kadınlardan çok hoşlanır. Erkeğin sesine vuru­ lup çocuklarını ve aile ocağını terk ve firar eden sayısız kadınlar vardır." 13 Kulağın zinası şehveti tahrik edici olan sesi dinlemektir. Kur'an-ı Kerim'de Hz. Peygamber'in zevcelerine yabancı erkek­ lerle çekici bir sesle konuşmaları menedilmiştir. Çünkü bu tak­ dirde kalbinde hastalık bulunanlar bazı hayallere kapılabilirler. 10. Heysemı, Mecmeu'z-zevaid, IV, 326. 11. Dr. Van de Yelde, Mükemmel İzdivaç, s. 120. 12. Aynı eser, s. 27. 13. Dr. M. Osman, Tababet-i Ruhiye, II, 344. 214 Binaenaleyh sözü ağır başlı söylemelidirler14• Bu talimat diğer kadınlara da şamildir 1s. · Ruh hastalıkları uzmanlarının anlattıkları tuhaf şeylerden biri de ayak sesinin cinsi heyecan uyandırmasıdır1 6• Kur'an-ı Kerim'de kadınların, "gizleyecekleri zinetleri bilinsin diye ayakla­ rını vurmamaları", yani ayak seslerini cinsi cazibeye davet için kullanmamaları emredilir17 • Şarkı-Türkü ve Çalgı Aletleri: Şarkı, türkü ve çalgı aletlerini dinlemek dinen caiz midir? Bu konuda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bir defa, düğün ve bayram günlerinde tef çalıp şenlik yap­ mak, münasip bazı şeyler terennüm etmek günah değildir 1 8• Bu, müslümanların şenliği sevinci ve heyecanıdır. Bir gaza dönü­ şünde Hz. Peygamber'in huzuruna siyah bir cariye gelmiş ve: ey Allah'ın elçisi, Cenab-ı Hak seni sağ salim gazadan döndürürse, önünde tef çalıp bir şeyler terennüm etmeyi adamıştım, ne bu­ yurursunuz? demiş. ResOlullah da "Eğer hakikaten adamışsan çalıver, değilse olmaz." buyurmuş ve cariye tef çalmıştır1 9• Bu olaydan da anlaşılacağı üzere savaş ve benzeri olaylarda, milli günlerde çalgı kullanmak, marşlar ve türküler söylemek meşru­ dur. Konumuzla alakalı nakledilen şu hadis vardır: "Ümmetim­ den öyle insanlar ortaya çıkacaktır ki zinayı, (erkekler için) ipeği, 14. el-Ahzab, 33/32. 15. Cessas, Ahkilmii'l�Kur'iln, lII, 359. 16. Dr. M. Osman, Tababet-i Ruhiye, il, 344. 17. en-Nur, 24/31. 18. Hadimi, Tarikat-ı Muhammediye şerhi Berfka, TII, 264-265. 19. Tirmizi, Menakıb, 17. 215. sarhoşluk veren içkiyi ve çalgıları helal kabul edeceklerdir. ıı 20 Türkü, şarkı ve çalgı aletleri hakkında bundan başka bir kaç ha­ dis varsa da bunların hepsinin zayıf olduğu kabul edilmiştir2 1 • Bazıları teganni yapmanın (türkü çağırmak, şarkı ,söylemek vs.) icmaen haram olduğunu iddia etmişlerdir. Birgivi de "Ta­ rikat-ı Muhammediye"sinde bunu zikreder. Fakat bu yanlıştır. Ashab, tabiin ve mezhep imamlarından buna haram demeyenle­ rin sayısı az değildir. Nitekim devrin şeyhulislamı Ebussuud Efendi Birgivi'ye yazdığı mektupta bu konuda icmaın bulundu­ ğunu iddia etmenin doğru olmadığını belirtmiştir. Zira ashap, tabiin ve mezhep imamlarından buna mübah veya mekruh di" yenler vardır 22 • Şevkani, "Neylü'l-evtar"ında bu konuya dair her iki tarafın görüş ve delillerini uzun uzun izah ettikten sonra, bu­ nun haram değilse de "şüpheli" olmaktan kurtulamadığını, bina­ enaleyh, özellikle aşk ve kadından bahseden şarkı ve türküleri dinlemekten korunmanın gerektiğini kaydeder (VIII, 109). Güzel sesle musiki icra etmek şiir söylemek aynı zamanda sufiyyeyi de alakadar ettiğinden sufiye ricali bunun üzerinde çok durmuş ve meseleyi zahir ulemasıyla hayli tartışmıştır. 20. Buhıiri, Eşribe, 6; İbn Hazın bu hadisin münkatı' olduğunu söyler. Ayni h;e bunu reddetmeye çalışır (X, 92). Fethu'l-Bfidde de İbn Hazm'ın ha­ ta ettiği kaydedilir. Zeynuddin el-Iraki, el-Muğnı'sinde hadisin talik suretinde nakledildiğini zikreder. (İhya, zeylinde, II, 27). Fakat yine Aynı, Buhari'nin cezm sigasiyle getirdiği bütün taliklerin sahih olduğunu kaydeder (X, 91). 21. Şevkani, Neylü'l-evtar, VIII, 104 v.d.; Zeynü'd-din el-Irakı, el­ Muğnt, (İhya zeyli), II, 272. 22. Hadimi; Tarikat-ı Muhammediye Şerhi Berika, III, 252 v.d. (Şevka­ nı'nin bu konuda "İbtalü diı've'l�icmiı ala tiıhririıi miıtlcikı's�sema" isimli müstakil bir eseri vardır.) 216 İmam Sühreverdi "Avarifü'l-maarif"inde semaa uzun bir bahis ayırmıştır23 • Gazzali, "İhya"sında semaa tahsü, ettiği uzun bir bölümde, ulemanın görüşlerini kaydettikten sonra, semam haram olduğu­ na dair bir delilin bulunmadığını, bilakis nassın ve kıyasın bu­ nun mübahlığına delalet ettiğini söyler. Ancak içki içilmesi gibi dinen haram .olan şeylere vesile olan çalgı aletlerinin haram kı­ lındığını zikreder. Gazzali'ye göre beş yerde şarkı, türkü ve çal­ gı haramdır: a) Mahrem olmayan ve sesi cinsi teheyyüçler meydana ge­ tirecek olan kadın veya şahsın dinlenmesi. b) İsraf ve şımarıklığı gösteren, meşru olmayan bir işe ve­ sile olan çalgılar. c) Fuhşa dair olan, Allah'a, Resulüne ve ashab-ı kirama ya­ lan isnat eden veya bariz kadın tasvirleri yapan şiir, şarkı ve tür­ küler. d) Dinleyici pek genç, şehvetlerine ve nefsine mağlup din­ lediği şeyler kendisini bir gayr-i meşru'a sevkedecek seviyede olan kimse ise böylesinin de dinlemesi haramdır. e) Dinleyici avamdan biri olup dinlediği şey kendinde müs­ bet veya menfi bir tesir icra etmez, fakat devamlı şekilde bu­ nunla meşgul olup vakitlerini boşa harcarsa yine memnudur24• Netice: Hakkında, helal, mübah, mekruh ve haram gibi çe­ şitli hükümler verilen şarkı, türk� ve çalgı aletleri için mutlak helal veya mutlak haram hükümlerini vermek kanaatimizce doğru değildir. Meseleyi şöylece kısımlarına ayırmak lazımdır: a) Düğün, bayram, harp, hacca çıkış ... gibi milli ve dini günlerde, bayramlarda ve meşru neşeli zamanlarda bazı şenlikler yapmakta bir sakınca yoktur. 23. Avarifu'l-maarif (İhyayi ulumi'd-dfn zeylinde), s. 108-121. 24.İhya, il, 268 v.d. 217 b) Cinsi tahrikler meydana getiren seslerden dinlemek içki ve kumar gibi zaten gayrı meşru sayılan hususlara vesile olan, kısacası herhangi bir kötülüğe, ahlaksızlığa değerlerin kaybına sebep teşkil eden şarkı, türkü ve çalgılar haramdır. c) Bunlar dışında kalan yerlerde ise haram değildir. Kadınlı-Erkekli Hayat "Günün cemiyet hayatı, sefahat, sefalet, süse düşkünlük, bilhassa şehir hayatı, toplantı ve eğlentiler, keyif veren içkiler, kumar masalarında kadının başı döner, bu yolda bir zaaf du­ yar..." Bu sözler cinsiyet ve evlilik hakkında eser yazan bir dok­ torun "İhanet" başlığı altında yazdıklarından bir parçaclır26. İslam toplumu sokağında, çarşısında, pazarında hiç bir ka­ dına tesadüf edilmeyen bir toplum değildir. Elbette kadın işi, ih­ tiyacı, alışverişi... için sokağa çıkar, pazara gider. Fakat hiç bir şarta bağlı olmaksızın ve ihtiyaç bulunmaksızın kadınla erkeğin yanyana, teklifsizce karışık bulunduğu bir toplumu da İslami değildir. Ahlak ve din kurallarına, manevi ilkelere önem vermeyen seksoloji filim ve yazarları bile iki cinsin birbiriyle ihtilat etme­ sinde bazı şartların bulunmasını zaruri görürler. Mesela flört. Lügat kitaplarında bile "Kadınla erkeğin, ileri gitmeyerek, aşıktaşlık etmeleri" diye tarif edilir. Seksoloji kitaplarında "Bir­ birini sevdiğini zanneden, birbirinden neşe, heyecan alan kadın ve erkek bu sevginin, neşe ve heyecanın devam edip edemeye­ ceğini denemek için yapılan, terbiye hududunda, samimi bir an­ laşmadır." tarzında ifade edilir. Bu tarif ve ifadelerde samimiyet varsa akla hemen bir soru gelir: Birbirini seven, birbirinden ne­ şe ve heyecan duyan iki gencin, "aşıktaşlık" ederken ileri gitme25. Cemal Zeki Önal, Evlilik ve Mahremiyetleri, s. 294. 218 melerini, belli sınırları aşmamalarını ve samimiyetten uzaklaş­ mamalarını kim sağlayacaktır? Kendileri,·engelsiz, müeyyidesiz şehvet girdablarına terkedilen bizzat kendileri mi? Bunu insan yaratılışı, realite, yaşanan hayat yalanlamaktadır. Flört taraftar­ larının ileri sürdükleri fikirlerde samimiyet varsa,. İslamiyet böyle bir saflığa, yoksa riya ve sahtekarlığa müsaade etmiyor. Kadın-erkek ihtilatının bazı faydaları olabilir. Hangi sis­ temde olursa olsun, menedilen bir şeyin hiç bir faydasının bu­ lunmadığı söylenemez. Bir şeyin fayda ve zararları ölçülür, hangi tarafı baskın gelirse ona göre hükmedilir. Hırsıza göre çalmanın bile faydaları vardır. Kadınlı-erkekli muaşeretin iki faydası ileri sürülür: 1. Kadına bilgi, görgü ve tecrübe kazandırır. Hayat bilgisi okuldan değil, kadınlı erkekli karma hayattan alınır. Erkek ise incelik, nezaket ve adab-ı muaşeret öğrenir. 2. Karışık hayat iki cins arasındaki merakı, dolayısıyla şevk ve arzuyu hafifletir, böylece cinsi eğitim verilmiş olur. Bir defa, kadınlı-erkekli hayat, kadına sanıldığı kadar fazla bir bilgi sağlamaz. Kadının toplumda en büyüle görevi annelik­ tir, bunun ilmi ise erkekten öğrenilmez. Batının madde planındaki yükselişi gözümüzü kamaştırmasın. Zaten bu yükse­ liş kadın-erke� karışmasından meydana gelmiş değildir. Karışık hayatın iki cins arasındaki tecessüs merakını azalt­ tığı dolayısıyla fuhşu kaldırdığı da kesin değildir. Aksine şu görüş ileri sürülmektedir: İki cins ne kadar bir arada bulunursa o oranda arzuları güçlenir. Kadın-erkek ihtilatının en çok bulunduğu Batı ülkeleri fuhşun en çok yayıl­ dığı yerlerdir. Kadın-erkek ihtilatı bazı erkeklere cinsiyet bakı­ mından bir soğukluk, bir tiksinti (aversiyon) meydana getiriyor­ sa bu da iyi bir şey değildir. Bir erkeğin karşı cinse meyil duy­ maması, onun "kadınlaşması" ve erliğınin bozulması demektir ki şayan-i arzu olmayan bir haldir. 219 Moda: İslam dininde sağlığa son derece önem verilir. Sağlığı bo­ zan içki ve kumar gibi şeyler müslümanlıkta haram kılınmıştır. Allah insanları erkekler ve kadınlar olmak üzere iki türlü yaratmıştır. Bunların vücut şekilleri birbirinden farklıdır. Buna bağlı olarak giyimleri de ayn ayndır. Gerek bedenin organların­ da değişiklik yapmak, gerek giyim şeklini bozmak ve gerek ko­ nuşma ve yürümekte karşı cinsi taklit etmek suretiyle kadın ile erkeğin birbirine benzemesi, yani kad1İ11Il erkekleşmesi, erkeğin de kadınlaşması İslfun'da menedilmiştir. Bu, şahsiyetsizliktir, ahlak bakımından düşüklüktür ve bir ruh bozukluğudur. İbn Abbas şöyle der: Hz. Peygamber kadınlara benzemeye çalışan erkeklerle erkeklere benzemeye çalışan kadınlara lanet etmiş ve: "Onları evlerinizden çıkarınız." buyurmuştur.. Kendisi bu yüzden falan adamı, Ömer de falanı (Medine'den) çıkarmıştı27 . Resülullah'ın huzuruna elleri ve ayakları kınalı bir adam getir­ mişler. "Bu nedir?" diye sorunca kadınlara benzemeye çalışı­ yor, cevabını vermişler. Peygamber, onun Naki'a sürülmesini emretmiştir. Ashap, Ya Resülallah, onu öldürelim mi? deyince, Peygamber "Ben namaz kılanları öldürmekten menedildim." bu­ yurmuştur28 . Prof. Mazhar Osman şöyle der: "Minimini bir kızı bir be­ bek gibi süslemek, yüzlerini, gözlerini, dudaklarını boyamak, parmaklarına, kulaklarına elmaslar takmak ona vakitsiz isteri dersi vermektir. Keza kızlan erkek elbisesi ile gezdirmek Narsi� sisme (insanın kendine vurulması, kendini beğenmesi ve şeh­ vetlerini kendi üzerinde teskin etmesi) ve Saphisme (kadınların kendi aralarında tatmin bulmaları, sevicilik) nüvelerini büyüt27. Buharı, Libas; 62. 28. Ebu Davud, Edeb, 53. 220 meye çalışmaktır. Onun için çocukların gezinmelerini ve yaşa­ malarını büyük bir bilgi ile idare etmek icabeder. "29 ResOlullah'ın beyanlarından anlaşıldığına göre hastalık bu­ lunmadığı takdirde insanın mevcut yaratılışını bozması, aşırı makyaj yapması hoş değildir. Bu bir nevi yalancılık, hile ile başkalarını aldatmaktır. Hastalıktan dolayı kızının saçları dökülen bir kadın Resü­ lullah'a gelmiş ve kızının başına takma saç ilave etmek istediği­ ni söylemiş. Hz. Peygamber: "Allah, saç takan ve saç taktıran kadınlara lanet etmiştir." buyurmuşıar3°. Abdullah b. Mes'ud şöyle der: "Dövme yapan ve yaptıran, yüzün kıllarını alan ve al­ dıran, güzellik (ve genç görünmek) için dişlerini eğeleyip seyrek­ leştiren ve böylece Allah'ın yarattığını bozan kadınlara Allah lanet etmiştir." 31 Nevevı'nin kaydettiğine göre insan saçı diğer insana takıl­ maz. Zira insan oğlunun cüzleri yani kendisinden kopan parça­ lar muhteremdir, onlardan faydalanılamaz, ancak gömülür: Eğer hayvan saçının takılması isteniyorsa, bu saçların temiz olması ve zaruret bulunup koca tarafından arzu edilmesi şartiyle takıla­ bilir. Yine kocanın izniyle kadının, yüzüne allık-pudra sürmesi ellerine kına yakması caizdir32 • Çünkü bu durumlarda organlar­ da bir değişiklik yapılmadığı gibi bu işler gayr-i meşru bir du­ rum için değil, koca için yapılmaktadır. Kadının, sadece kocası için olmak üzere kına kullanması ve güzel koku sürünmesinde bir sakınca yoktur. Hz. .Aişe'den buna dair hadis rivayet edilmiştir 33• 29. Tababet-i Ruhiye, I, 246. 30. Müslim, Libas, 115. 31. Müslim, Libas, 120. 32. Nevevi; Müslim Şerhi, XIV, 103-104. 33. Ahmed b. Hanbel, VI, 106. 221 Ruh doktorlarının uzun uzadıya üzerinde durdukları "cinsi sapıklıklar"ın sebepleri arasında adet ve göreneğin, terbiye ve meşguliyetin veya tek kelime ile "moda"nın büyük bir yeri vardır34• 34. Dr. Mazhar Osman, Tababet-i Ruhiye, il, 347. Mazhar Osman Bey'in cinsi sapıklıklar ve moda hakkındaki sözlerini aynen alıyoruz (il, 344345): "Erkekte asıl ve müsbet olan sakaldır. Bıyık ve sakal erkeğin en tabii ve güzel zinetidir. Halbuki şimdiki kadınların hemen hiç biri sakallı erkeği sev­ mez. Otuz sene evvel "bıyıksız buse tuzsuz yemeğe benzer" diyen ve koca yastıklı bıyıklar için çıldıran kadınlar bugün dudağın üzerinde bir fırça gibi kesilmiş biçimsiz bir tutam bıyığı dalıa çok seviyorlar. Hatta bıyıksız erkek­ ten daha hoşlanıyorlar. Aksi olarak kadının en zengin güzelliği topuğa kadar uzanan saçlarken, sefaletle saçı kesip satmaya veya bir menenjitle kestirmeye mecbur olan kadınlar matemlere düşerken bugünün bayanları o canım saçları hiç acımaksızın berber önünde kestiriveriyorlar. Hele enselerini tıraş ettirerek dünyada hatıra gelmeyecek en çirkin bir şekle sokuyorlar. Kadınların bugün­ kü modası kadına bu fedakarlığı bilaperva yaptırdığı gibi şüphesiz bugünkü erkeklere de uzun saç artık antifetiş (cinsi bakımdan tiksinilen) olmuştur. "Yirmi otuz sene evvel bir kadının sigara içmesi, sakız çiğnemesi kadar zerafetsizlik, antifetiş olabileceği hatıra gelmezdi. Halbuki bugünün hanımla­ rı paketleri koynunda parmakları sigara isiyle sararmış, ağızlan pis pis tütün kokusuyla karışık sakız çiğnemekle zerafet gösterdiklerini sanıyor ve bir çok erkek de bu çirkin modaya tahammül değil, adeta teşvikkar ve taraftar olu­ yor. Hala bir çok erkek dünya güzeli de olsa, sigara içen, sakız çiğneyen bir kadını kucaklamaktan, bir yılana sarılmış kadar soğukluk duyar, hatta nikahı feshe kalkar. Talak için dünyada bundan haklı bir sebep olamaz. Nişanlısının sigara içtiğini duyunca yüzüğünü reddetmiş nice delikanlı biliriz. Kına da şe­ lı.irüier için �tifetiştir. Belki yarının erkeklerine bu da-moda diye yiıtturabi­ lecektir." 222 Bu konuya Resulullah'ın bir hadisiyle son verelim: "Cehen­ nem halkından iki sınıf vardır ki ben onları görmedim(fakat on­ lar bir gün türeyecektir): Ellerinde sığır kuyrukları gibi kamçılar bulunup onlarla halkı döven insanlar, bir de giyinmiş, fakat çıp­ lak olan (yani vücudun çirkin yerlerini örtüp cazip kısımlarını açan veya tenin rengini gösterir ince elbise giyenler), vücutları­ nı sağa sola eğip çalımlı ve kırıtarak yürüyen ve başları Horasa� develerinin hörgüçleri gibi (saçları kabartılmış) olan kadınlar ... Bunlar cennete giremezler, kokusunu da bulamazlar. Halbuki cennetin kokusu şu kadarlık yoldı:m alınır.11 35 Yayın Vasıtaları: Gençleri kötü yollara sevkeden faktörlerden biri de görün­ tülü -sesli- filimlerin, piyeslerin faydalı, ahlaki olanlarına, sanat değeri taşıyanlarına diyecek yoktur elbet. Fakat bu türe giren bir çok yayının içinde şehveti kamçılayıcı, cinsi arzuları son derce tahrik edici olanlar maalesef pek çoktur. Aşk(!) ve kadınla ilgi­ li olmayan en ağır konulara bile bir münasebet icat edilerek şeh­ vet sahneleri sokuşturulmaktadır. İnsanın: "Bütün bunları genç­ lerin ahlakını bozmak için yapıyorlar!" diyesi geliyor. Haydi öyle olmasın. O halde para için, hasis menfaat için yapılıyor. Bu kötü davranışa başka nasıl bir izah bulunabilir. "Sinemaların destructif terbiye veren, fenalık aşılayan fi� limleri kadar mazarratlı hiç bir şey olamaz. Şehvet gıcıklayan, hırsızlık öğreten, heyecanlı sahnelerle sineleri berbat eden fi­ limler istemediğimiz fena terbiyenin propaganda vasıtasıdır. 1136 "Sinemalar ve tiyatrolar da aynı suretle kadınlara, çocuklara ve asabilere fena tesir eder. Meraklı ve acıklı romanlar bir çok ka­ dında nevrozlar hasıl etmiştir. 1137 35. Müslim, Libas, 125. 36. Tababet-i Ruhiye, l, 246. 37. Aynı eser, I, 289. 223 Şehveti tahrik eden yayın vasıtalarından magazini ve bir kısım matbuatı da zikretmek gerekir. Ülkemizde yayımlanan veya dışardan gelen ve herkesin elinde dolaşan bazı dergilerin hemen her sayısında uzaktan yakından bir ilgi kurarak en utan­ dırıcı şekilleri umumun manzarası önüne seriyorlar. İnsan vücu­ dunun nefsi tahrik edici taraflarını aslından daha cazip bir şekil­ de meydana çıkaran bu açık-saçık resimlerin gençleri ne kadar etkilediği herkes tarafından bilinmektedir. İnsanları nefis ve şehvetlerinin mahkumu telakki eden, onların adeta hayvanı duy­ gularla dolu bulunduğunu ilan edeıı reklam vasıtaları da hep bunlarla dolu. Hatta çocuklarımıza alacağımız çikolatalar bile açık-saçık resimlerle kundaklanmış... Bugün çeşitli kesimlere mensup kalabalık bir gençlik bu tür resim ve fotoğraflarla cinsi tatmin bulmaya çalışmaktadır. Böyle bir etkileşimin sonu ya fuhuş bataklığına saplanmak veya el ile tatmindir (onanizm). Fuhuş gibi onanizmin de sağlık için büyük bir tehlikedir. Zekaya ve bütün ruhi kabiliyetlere zararlı olduğunu mütehassıslar ifade etmektedirler 38 • Bir de aşağılık aşk hikayeleri, aşk romanları, aşk mektupla­ n... Bunların genç nesil üzerinde yaptıkları talıribat tahminlerin üstündedir. B°Hhassa genç kızların bu tür roman ve hikayeleri okuma hastalığı herkesçe bilinmektedir. Bunlar okudukları bu eserlerin tesiri altında kalarak roman ve hikayelerdeki kahra­ manları taklit etmeye, onların maceralarını yaşamaya kalkış­ maktadır. Bu serüvenin hazan intiharla sona erdiği de vakidir. Resul-i Ekrem (sallfillahu aleyhi ve sellem) efendimiz şöy­ le buyururlar: "Yedi kimse var ki Allah Teala, kendisininkinden başka hiç bir gölgenin bulunmadığı günde onları gölgelendirecek38. bk. Aynı eser, I, 318 v.d. 224 ' tir: Adaletli devlet başkanı, sürekli Allah'a ibadet eden genç, gönlü camilere bağlı bulunan insan, Allah sevgisi üzerine bir araya gelmiş ve yine o sevgiyle birbirinden ayrılmış iki kimse, şerefli ve güzel bir kadının davet ettiği, fakat "ben Allah'dan korkarım" di­ yerek icabet etmeyen erkek, Allah rızası için yardım edip de bunu, sol elinin verdiğini sağ eli duymayacak şekilde gizleyen insan ve yalnız başına Allah'ı zikredip gözleri yaşaran kimse." 39 39. Müslim, Zekat, 91. 225 vermekten imtina ederse, zani, bakireler mehrine göre para verecektir11 . Fakat bir kimse bir keşişin kızı ile zina ederse · idam olunur, kız da yakılır12 . Bir adam evli bir kadınla zina ederse her ikisi de şehrin meydanına getirilip taşlarla öldürülür. Erkek bu işi cebren yaptıysa sadece o öldürülür, kadına dokunulmaz13. Bu sarih hükümlere rağmen miladdan bir asır öncesinden itibaren yahudiler bu hükümleri uygulamaktan vazgeçmişlerdir14. Hıristiyanlıkta: Yahudiler bir zaniyeyi Hz. İsa'nın huzuruna getirip hakkında hüküm istemişler. Maksatları İsa'yı kötü duru­ ma düşürmekti: Eğer recimle hüküm verirse "İsa'nın dinini ka­ bul etmek ister misiniz, hepinizi recmetsin?" diyecekler, recm ile hükmetmezse de "İsa, kitabımızın açıkça yazdıklarına aykırı hüküm veriyor." diyecekler. Hz. İsa, resmi bir kadı olmadığı gi­ bı icra salahiyetini de haiz değildi. Bunun için recim hükmü vermedi. İşte hıristiyanlaı· bu hadiseden ve diğer bazı nakiller­ den "bekarların zinası günah ise de cezası yoktur." hülanünü çı­ karmışlardır. Hıristiyan hukukuna göre zina edenlerden biri evli ise bu bir suçtur, ahdi bozma suçu. Cezası karşı tarafın mahke­ me huzurunda boşanma talep edebilmesidir. Hatta koca, zani er­ kekten tazminat alabilir. Fakat eski asırlarda bu tür boşanma da­ vaları işlememekteydi. Çünkü taraflardan hiç biri hayatı boyun­ ca evlenemeyecekti15. 11. Huruc, 22/16-17. 12. A. Cohen, Everyman's Tolmud, s. 319; Mevdfidı, Tefsfru sı1reti'nNı1r, s. 40. 13. Tesniye, 22/22-25. 14. Tefsfru sureti'n-Nur, s. 43. 15. bk. Yuhanna, 8/4--11; Mevdfidı, aynı eser, s. 44-45; Armağan, s. 686. 228 İSLA.M NAZARINDA ZİNA Konuya bir hadis mealiyle girelim: "Ey Muhammed ümme­ ti, kadın veya erkek kulunu zina eder görmeyi, Allah'tan daha çok kıskanan (rıza göstermeyen) bir kimse yoktur. Ey Muhammed ümmeti, benim bildiğimi siz bilseydiniz, muhakkak ki az güler çok ağlardınız" 1 6. İslam hukukuna göre zina sadece "şahsi" bir mesele olma­ yıp toplumun varlığı ve selametiyle ilgili bir problemdir. Zinayı mübah kılmak fuhşun yayılmasına sebep teşkil eder. Fuhuş da ailenin yıkılmasına, dolayısıyla toplumun çözülmesine götürür. Halbuki müslümanlık İslam topluluğunun güçlü olarak devam ve bekasına son derece önem verir 17 • Zina İsnadı: Zinanın ne kadar çirkin ve haysiyet kırıcı bir şey oldı;ığunu İslam hukukundaki kazif cezasından anlamak mümkündür. İs­ lam'da iffetli bir müslümanı zina ile itham etmek (kazif) büyük günahlardan kabul edilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de: "Namuslu, kö­ tülüklerden habersiz mümin kadınlara zina isnadında bulunanlar · dünyada da, ahirette de lanete uğratılmışlardır. Onlar için büyük bir azab vardır." buyurulur18• Peygamber efendimiz: "Namuslu, kötülüklerden habersiz mümin kadı.nlara iftira" etmeyi insanı mahvedici yedi büyük günahtan (kebairden) saymışlardır19 . 16. Buhfu-ı, Nikah, 107. 17. Abdülkadir Üde, et-Teşriu'l-cinai, II, 347. 18. en-Nur, 24/23. 19. Müslim, iman, 145. 229 İslam hukukuna göre zina iftirasında bulunanlar seksen so­ pa ile cezalandırılır ve ömrünün sonuna kadar şahitliği kabul edilmez20. Eşler birbirlerine zina isnadında bulunur ve gerektiği şekilde isbat edemezlerse, hakim, aralarında ayrılıkla hükmeder2 1 • Buna "lian" denir. Eğer aynlma olmazsa onlar da aynı cezaya çarptırılır22 • Bir müslümanı livata ve hayvanlarla münasebette bulunmakla itham etmek de aynı cezayı gerektirir23 • Buna mukabil müslümanı küfürle itham etmekte bu ceza yoktur. Çünkü lcüfür.ithamını bertaraf etmek ve bu konuda insanları aydınlatıp masum olduğunu göstermek mümkündür. Fakat zina isnadı öyle değildir. İnsanı lekeler, haysiyetini kırar. Kişinin masum olduğunu isbat etmesi pek güçtür. Zina Fiilinin Cezası: İslam hukukunda zina fiilinin cezası bekarlar için yüz so­ padır. "Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yüzer so� pa vurun. Eğer Allah'a ahiret gününe inanıyorsanız bunlara, AI­ lah'ın dinini tatbik hususunda, acıyacağınız tutmasın. Müminler­ den bir zümre de bunların cezasına şahit olsun. 11 24• Bunun yanın­ da hakim lüzum görürse bir yıl hapis veya sürgün cezası da ye­ rebilir. Malild, Şafii ve Hanbeliler'e göre hakim bu cezayı ver­ mek mecburiyetindecliı25 . Herhangi bir şekilde üzerinden nikah geçip gerdeğe girmiş · olanlar için zinanın cezası taşa tutulmak sfuetiyle idam (recm) dir. Hz. Peygamber böyle emretmiş ve böyle tatbik etmiştir. Hz. 20. en-Nur, 24/4. 21. en-Nı'.lr, 24/6-9. 22. İbnü'I-Hümam, Fethu'l-kadir, IV, 202; Maverdi, el-Ahkamü's-sultaııiyye, s. 230. 23. Maverdi, aynı eser, s. �30.. 24. en-Nı'.lr, 24/2. 25. A. Üde, aynı eser, II, 380 v.d. 230 Ömer recmin Kitap ve Sünnet ile sabit olduğunu söylemiştiı:26. Bir kadına, dnsı münasebette bulunmak üzere ücret ödeyerek zina eden kimsenin fiili de zinadır. Nesep, süt ve hısımlık (sıhri­ yet) yoluyla mahrem olanların zinası da aynı cezayı gerektirir27. Yalmz bu cezaları gerektiren zina fiilinin isbatı ve dolayı­ sıyla cezaların tatbiki kolay değildir. Şöyle ki zina, nikfilıh ol­ mayan iki cinsin tenasül yolundan birleşmesidir. Bu, hukuken iki türlü isbat edilebilir: a) Dört erkek şahidin şehadetiyle. Bunların zina fiilinin bizzat kendisini görmeleri şarttır. Ayrıca her halleriyle namuslu, doğru (adl) olmalıdırlar; Şahitler dörtten azsa veya zikredilen vasıflara sahip değilse zina fiili isbat edilmiş olamaz. Şahit ma­ kamında bulunanlar da iftiracı durumuna düşerek kazif cezasına çarptırılırlar; Dört erkek zina fiiliyle şehadette bulunduktan son­ ra rücu ederse sanık cezalandırılmayıp şahitler seksener sopa yerler. b) Akil-baliğ bir kimsenin zina ettiğini bizzat kendisinin dört defa ayrı ayrı yerlerde ikrar etmesi. Hakim her defasında ikrarını reddeder,. "Yanılıyorsun, belki kendi eşindi, belki rüya gördün, tam zina fiili değildi..." gibi sözlerle uyarır. Ayrıca onu akıl ve hafıza bakımından inceletir. Bütün bunlar müsbet çıkar, zani de iddiasında ısrar ederse hakim hükmünü verir. Kendi iti­ rafiyle mahkum olan kimse, cezanın tatbikinden evvel veyahut tatbiki esq.asında rücu ederse cezadan vazgeçiril4". Dört erkeğin şehadetiyle sabit olan zina suçu eğer recim hükmü giymişse mahkuma ilk taşı şahitleri atar. Onlardan biri dahi bundan imti­ na ederse ceza infaz edilmez. 26. Mü.slim, Hudfid, 12-15. 27. İbnü'l-Hümam, Fethu'l-kadir,IV, 149-150. 231 Verilen kısa izahtan anlaşılacağı üzere, zina fiilinin isbat edilip ffilllerinin cezaya çarptırılması tatbikatta çok güç ve nadir bir şeydir. İslam hukukunda her vesile ile ve bütün fırsatlardan faydalanılarak cezadan kaçınılmaktadır. Hz. Peygamber: "Eli­ nizden geldiği kadar hadleri ve cezaları uygulamama yolunu tu­ tun. Eğer bir kurtuluş yolu varsa sanığı serbest bırakın. Muhak­ kak ki hakimin affetmekle yanılması ceza vermek suretiyle hata etmesinden çok daha hayırlıdır.11 28 buyururlar. Öyle görünüyor ki İslam hukukunda zina fiiline tertip edilen cezalar her şeyden önce bu çirkin işin sorumluluğunu gösterir. Uygulamada can kaybına veya dayak atmaya yol açmamakla birlikte caydırıcı bir nitelik taşır29. Şunu da belirtmek gerekir ki hakim, tam zina hali değilse de gayr-i ahlaki hareketlerde bulunduğunu tesbit ettiği kadın ve erkeğe, zinanınkinden az olmak şartiyle münasip ceza­ lar (ta'zir) tertip edebilir30. Bununla beraber zina cezasının dün­ yada isbat edilerek tatbik edilmemesi kişiyi manevi sorumluluk­ tan kurtarmaz. Allah Buyruğunun Şehitleri: Kur'an-ı Kerim, insanın en şerefli canlı olduğunu, kainatın onun hizmetine verildiğini ifade eder. İslamiyet insanın bu say­ gınlığını korumak için birçok tedbirler alm.ıştır. Kadının cazip yaratılışı, nazik psikolojisi, erkeğin sorumluluğu ve ailenin hür­ mete layık bir kurum oluşu, İslam'ı tedbirler almaya mecbur et­ miştir. Her gülün bir dikeni vardır. Her güzelliğin korunmasın­ da çekilecek zahmetler, katlanılacak fedakarlıklar mevcuttur. İş28. Tirmiz1, Hudfid, 2. 29. Tarihlerin kaydettiğine göre Osmanlı İmparatorluğu devrinde bu ceza ancak bir defa tatbik edilmiş. Dördüncü Mehmet devrinde bir yahudi erkekle bir kadın at meydanında recmedilmiştir. (Evlilik ve Mahre­ miyetleri, s. 302) 30. İbnü'l-Hümam, Fethu'l-kadır,lV, 150. 232 te zina fiiline tertip edilen cezaları da bu açıdan değerlendirmek gerekecektir. Çeşitli kaynaldar İslfun'ın koyduğu prensipleri ko­ rumak, aile güzelliğini zedelememek için canını feda eden in­ sanların örneklerini sunmaktadır. Ebu Hüreyre ve diğer ashap anlatıyor: Bir gün Peygamber efendimize Eslemi kabilesinden Mfilz adında biri geldi ve: Ya ResOlallah, beni temizle! dedi. Hz. Peygamber: "Vah,. yazık! Evine dön, Allah'a tevbe ve istiğfar et." buyurdu. Gitti, çok geç­ meden tekrar gelip aynı şeyi söyledi. ResOlullah da aynı cevabı verdi. ;Nihayet dördüncü defa tekerrür edince Hz. Peygamber: "Ne hususta seni temizleyeyim?" diye sordu. Zinadan, dedi. Çün­ kü Maiz bir cariye ile zina etmişti. Bunun üzerine Peygamber efendimiz kabile ve komşularına, Mfilz'in deli olup olmadığım sordu. Onlar da aklı başında ve iyi bir insan olduğunu söyledi­ ler. Kendisine de: "Belki zina fiili değildi, yanılıyorsun?" dedL O, hayır, şu rezil nefsim bana bu işi işlemiştir, cevabını verdi. Evli olduğunu yani üzerinden nikah geçtiğini de söyleyince Re­ sfilullah recm edilmesini emretti ve emri yerine getirildi. Halk Mfilz hakkında ikiye ayrılmıştı: Bir kısmı; günahı kendisini sar­ dı, mahvoldu, bir kısmı da, hayır, Mfilz'in tevbesinden daha kıy­ metli bir tevbe olamaz, o Peygamber'e gelmiş ve beni taşla öl­ dürün, demiştir, diye konuşuyordu. İki üç gün sonra ResOlullah ashabın yanına gelmiş, selfun verip oturduktan sonra: "Maiz için istiğfar edin" buyurmuştu. Onlar da, Allah Mfilz'i affetsin! dedi­ ler. ResOI-i Ekrem: "Maiz öyle bir tövbe ile tövbe etti ki bir üm­ mete taksim edilse hepsine yeter artardı. 11 buyurdular3 1 • Bir müddet sonra Cüheyne kabilesinden bir kadın geldi ve: Ya ResOlallah, beni temizle! dedi. Peygamber: "Vah, yazık, git Allah'a tövbe ve istiğfar et." buyurdu. Ertesi gün kadın yine gel­ di ve: Ya ResOlallah, belki sen Mfilz'i reddettiğin gibi beni de 31. Buharı, Hudfid, 25; Müslim, Hudfid, 22. 233 Livata (erkeklerin kendi aralarında cinsi münasabeti) alimlerin ittifakı ile haramdır, büyük günahlardan biridir. İmam Malik, Şafii ve Ahmed b. Hanbel ile Hanefller'den İmam Mu­ hammed ve Ebu Yusufa göre livata zina fiili gibi ceza görür. Bazılarınca failler evli olsun, bekar olsun mutlaka öldürülür. İmam-ı Azam'a göre failler bu işi adet edinmişse öldürülürler, değilse zina cezası görmeyip hakimin uygun göreceği bir ceza­ ya çarptırılırlaı:37. "GARİP BİR NÜMAYİŞ - Amerikalı homoseksüeller bugün Beyaz Saray önünde "uğradıkları haksızlıkları (!) protesto" maksadıyla bir nümayiş yapıyorlar. "Washington a.a. - Zencilerden sonra Birleşik Arnerika'daki en kalaba­ lık azınlık diye bilinen Amerikalı homoseksüeller, kendi medeni haklarını sa­ vunmak üzere, bugün ilk defa Beyaz Saray önünde nümayişe hazırlanmakta­ dırlar. "Yirmi kadar homoseksüel, şimdiye kadar daha çok zencilerin oy hakkı ya da Vietnam'da savaşın devamı aleyhindeki nümayişlere sahne olan Beyaz Saray önünde bugün iki saat sürecek bir nümayiş yapmak niyetindedirler. "On beş milyon kişi: Nümayişe önayak olan ve "homohpiles Associati­ ons" diye adlandırılan teşkilat, sayılarının on beş milyona vardığını söylediği Amerika homoseksüellerin hükümet tarafından haksızlıklara uğratıldığını ile­ ri sürmektedir. Bu teşkilat özellikle homoseksüellerin devlet memurluğundan ve ordudan sistemli bir şekilde uzak tutulduğundan yakınmaktadır." (Yeni İs­ tanbul, 29 Mayıs 1965). Kitabın yeni basımının yapıldığı bugünlerde (Ocak 1995) ise söz konu­ su önergenin yıllar öncesi kanunlaştığı ve bu hayasızlık kervanına İsveç gibi başka ülkelerin de katıldığı bilinmektedir. 37. İbnü'l-Humam, Fethu'l-kadfr, IV, 150; Neylü'l-evtar, VII, 123124; Maverdi, el-Ahkamü's-sultaniyye, s. 224; İbn Kayyim, İğasetü'l-lehfan, I, 139 v.d. 236 Sevicilik: Cinsi sapıklıklardan biri de kadının kadınla münasebette bulunmasıdır. Sevicilik yapan kadınlara hakim uygun bir ceza tertip eder, zina cezası verilmez38 . Livata ve sevicilik gibi normal bir insanın tabiat ve yaratı­ lışına zıt ve iğrenç bir zevkten korunmak için Peygamber efen­ dimiz şu ahlaki prensibi vazetmiştir: "Erkek erkeğin avret yeri­ ne, kadın da kadının avret yerine bakmasın. Erkek erkekle, kadın da kadınla bir örtü içinde bulunmasın (bir yatakta yatmasın) ıı39. Hayvanlarla Münasebet: Hayvanlarla münasebet de gayr-i tabiidir, haramdır. Hz. Peygamber: "Hayvanla münasebette bulunan kimseyi öldürünüz, hayvanı da telef ediniz." buyurmuşlardır40• Bu konuya dair bü­ tün delilleri gözönüne alan hukukçulardan bu fiile zina cezası verenler olduğu gibi hakimin takdirine göre daha hafif bir ceza tertip edilir, diyenler de vardır41 • Dünyevi cezası ne olursa ol­ sun, hayvanla münasebetin dinen haram, ahlaken de pek çirkin bir şey olduğunda şüphe yoktur42. 38. İbnü'l-Humam, Fethu'l-kadfr,IV, 150. 39. Müslim, Hayz, 74. 40. Ebu Davud, Hudild, 29. . 41. Şevkani, Neylü'l-evtdr, VII, 125; Maverdi, el-Ahkdmü's-sultaniyye, s. 224. 42. "Bazılarında ise marazi tabiat tamamen buna mütemayildir. Maşuka olarak küçük hayvanları daha ziyade tercih ederler. Sevgileri bir düzine fino .köpeği veya kedi olan kadınlara tesadüf nadir değildir. Romalı kadınlar yılan, ayı ve timsah ile çiftleşirmiş. Yahudiler hayvanla çiftleşmeyi çirkin görürler ve suç üzerinde yakalanan insan ve hayvanı yakarlarmış." (Mazhar Osman Uzman, Tababet-i Ruhiye, il, 411). 237 İKİNCİ BÖLÜM KADİNIN SOSYAL DURUMU I Şahitlik müessesesi ve kadın il Tahsil hakkı III Serbest hayat - iş hayatı ve memuriyet IV Askerlik - harp ve kadın V Kadının siyasf hakları I ŞAHİTLİK MÜESSESESİ ve KADIN "Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleri­ niz) zengin olsun, fakir olsun Allah onlara sizden daha yakındır." (en-Nisa, 4/135) ŞAHİTLİGİN ÖNEMİ İslam hukukunda şahitlik en önemli isbat vasıtasıdır. Yeri­ ne göre iki veya dört müslümanın ifadesi ile kula veya Allah'a ait en büyük hak sabit. olur, idama kadar varan ağır cezalar veri­ lir. Birgün Resulullah'ın huzurundan bir cenaze geçmiş, orada bulunan ashap, ölüyü övmüş, Hz. Peygamber de "Ona cennet vacip oldu." buyurmuşlar. Bir müddet sonra diğer bir cenaze geçmiş, bu sefer ashap onu yermişler, Peygamber de "Ona ce­ hennem vacip oldu." buyurmuşlar. Ashab-ı kiram bunun sebebi­ ni sorunca şu cevabı almışlar: "Müminler Allah'ın yeryüzündeki şahitleridir." ı Buna benzer bir hadise de Hz. Ömer'in huzurunda cereyan etmiştir. 1. Buharı, Şehadet, 6. 241 Kur'an-ı Kerim'de putlara tapınmaktan kaçınmakla yalan şahitliğinden sakınmak yan yana zikredilmiştir2. Hz. Peygam­ ber bir defasında, oturup yaslanmışken ashabına üç kere: "Bü­ yük günahların en büyüğünü size haber vereyim mi?" buyurmuş­ lar, onlar da buyurun ya Resfilullah deyince saymaya başlamış­ lar: "Allah'a şirk koşmak, anaya babaya karşı gelmek." bundan sonra da Peygamber yaslandıkları yerden doğrularak: "Dikkat ediniz, biri de yalan şahitliğidir." diye heyecan ve dehşetle o ka­ dar tekrar etmiştir ki ashap, bu manzara karşısında şaşırıp keşke sükı'.it etse, diye temennide bulunmuşlar3 . Adaletin tevziinde büyük bir rol oynayan şahitliğe eski ve yeni hukuk sistemlerinde de önem verilmiştir. Eski Mısır huku­ kunda yalan şahitliğinin cezası, eller kesildikten sonra idam olunmaktı4• Şahitlik müessesesine verilen bu önem, şüphe yok ki adale­ tin tecellisi içindir. Bu bakımdan İslam hukukunda şahitliğin makbul sayılabilmesi için bazı şartlar aranır. Bunların önemlile­ rini "adi" kelimesi ifade eder. Kur'an'da, şahitlerin adalet sahibi olmaları istenir5. "Adi" veya "adalet sahibi olmak" nedir? Hz. Ömer şöyle diyor: ResOlullah devrinde insanların halleri vahiy ile anlaşılarak değerlendirildi. Şimdi ise vahiy kesilmiştir. Sizi artık zahiri davranışınızla sorumlu tutacağız6. İslam hukuku şa­ hitte aranacak adaleti "kişirriıi iyiliklerinin kötülüklerinden fazla olması, yani büyük günahlardan sakınıp küçükleri de ısrarla iş­ lememesi", diye açıklanır. Hakim, şahitlerin hallerini tetkik ile mükelleftir. 2. el-Hac, 22/30. 3. Buharı, Şehadat, 10. 4. M. Es'ad, Tarih-i İlm-i Hukuk, s. 49. 5. et-Talak, 65/2; el-Hucurat, 49/6. 6. Buharı, Şehadat, 5. 242 KADININ ŞAHİTLİGİ İslfu:iı hukukunda bekaret ve doğum gibi kadınlara has ko­ nularda tek başına kadınların şahitliği muteberdir7 • Hanefiler'e göre "had" ve "kısas" müstesna, geri kalan bütün hak ve akitler­ de iki erkek şahit yerine bir erkekle birlikte iki kadının şehadeti makbuldür8. ("Had" Allah hakkı olarak, yine onun tarafından tayin edilen cezadır. Zinanın, hırsızlığın, içki içmenin cezası gi­ bi. "Kısas" insan bedenine yönelik yaralama ve öldürme gibi eylemlerin cezasıdır ki aynı fiilin failin bedenine uygulanmasın­ dan ibarettir.) Bir erkek yerine iki kadın: Şahitlikte iki kadın bir erkek ye­ rine geçmektedir. Bunun sebebini Kur'an-ı Kerim şöyle anlatır: "Kadınlardan biri unutursa diğeri ona hatırlatır. 11 9. Burada !'unutma" ile karşılanan kelime, "dalalet" kökündendir. Dalalet gaflet etmek, hataya düşmek, doğru yoidan sapmak manalarına gelir. Kadınların kendilerine has bir psikolojik muhtevaya sahip oldukları kabul edilen bir gerçektir. Ord. Prof. Mazhar Osman konuyla ilgili olarak şöyle demektedir: "Kadınla erkeğin karakter farkı daha küçük yaşta başlar ve gittikçe artar. Evvela kadının esas karakteri heyecanlılıktır (emoti;vite). Bütün kadın psikozlarında bunun izlerine raslanır. Heyecanın hakim olduğu psikozlar mesela güvensizlik telkin eden ruh hastalıkları kadınlard.a daha çoktur. Şüphesiz histeri 7. Buna dair hadis ve izahat için bk. Mevsılı, el-İhtiyar li ta'lili'l-muh­ tar, il, 202; İbnü'I-Hümam, Fetlıu'l-kadfr, VI, 8; Zeyla'i, Nasbu'r-rtiye, III, 264; İbn Hazın, el-Muhal/ti, IX, 396 v .d. 8. el-Bakara, 2/282; Fethu'l-kadfr, VI, 6; İbn Kayyim, İ'ltimü'l­ muvakkıfn, I, 92. 9. el-Bakara, 2/282. 243 asıl faaliyetini kadınlarda buluyor. Vahşi kavimlerden en yük­ sek milletlerin kadınlarına, pek asri terbiye görmüş bir mini mi­ ni hanımla bir köy kızına varıncaya kadar kadınlığın ortak duy­ guları, birbirinden farklı olmayan jestleri vardır. Her kadın ay'ının yarısını hazırlanma, adet, adetten sonra gayrı tabiilikle nerede ise yarı hasta olarak geçirir. Cinsi ilişkide erkeğin rolü beş dakikalık bir zamandan ibaret olup ondan sonra aşka kayıt­ sız kalmak hatta ondan nefret etmek iken kadın aşkın ürününü dokuz ay kamında, iki yıl göğsünde taşır. Hamilelik, doğum, lo­ husalığa ait birçok ruhi değişiklikler normal ve alışılmış kabul edilmesi gereken sinirlilikler gösterir. Buna rağmen erkekle ka­ dın nasıl birbirine eşit olur? Psikiyatri araştırmaları ilerledikçe iki cins arasındaki duygu ve düşünce farklarını daha açık bir şe­ kilde göreceğiz. Kadın heyecaniyle yaşar, erkek ise muhakeme­ sıyle sivrilir"10• Bir başkası şöyle nakleder: "Fikirler, kadınların dimağına değil kalbine işlerler. Ve bu yoldan onlara tesir ederler. Bitaraf olamamak, teessürden hoşlanmak, muhakemeden ziyade duygu ile hareket etmek rekabetin bütün ahlakı ve ameli aksiyonlarına, nihayet sezişe dayanan bir istikamet verir... Kadın dikkat edece­ ği mevzularda kendi fikrini ve hatta hassasiyetini ilgilendiren bir nokta arar. Erkek, menfaatı olmayan yerde yalan söylemez. Ve yahut bir menfaat için yalan söyler. Kadın muhayyilesinin re­ aliteyi değiştirici olan hassası yüzündendir ki kadın daha vesve­ seli, kuruntuludur." 11 Bu açıklamalardan sonra diyebiliriz ki İslam hukukunda bazı konularda ancak iki kadının bir erkek şahit yerine geçebil­ mesi, onların erkekten dun kabul edilmesi veya onun yarısı bir mahluk telakki edilmesinden değil, kendi fizyolojik ve dolayı10. Mazhar Osman, Tababet-i Ruhiye, I, 237 (sadeleştirilerek). 11. Cemil Sema Ongun, Yeni Kadın, s. 76, 78. 244 sıyla psikolojik özelliklerinden ötürüdür. Hz. Peygamber şahit­ likte kadının bu özelliğine işaret etmiştir12. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da vardır. Kadı­ nın en büyük ve en muhterem vasfı anneliktir. Ann:e tabii olarak vaktinin çoğunu ev içinde, çoluk çocuğunun bakımı ve terbiye­ siyle geçirir. Toplumda olup biten hadiselere vakıf olamaz. Psi­ kolojideki hafıza kanunlarına göre insan bir olayla ne kadar çok karşılaşırsa o kadar çok izlenim alır ve olay da o derece de hafı­ zasına nakşedilmiş bulunur. Buna mukabil insanın az karşılaştı­ ğı, seyrek müşahede ettiği hadiselere dair izlenimleri, ve dolayı­ sıyla onlara dair hafızası zayıftır. Bu türlü hadiseleri sonradan hatırlamak güç olur. Binaenaleyh insanlar arasındaki alış verişe ve benzeri münasebetlere pek seyrek şahit olan kadının bunlara dair duyum ve idrak kabiliyeti erkeğe nisbetle daha zayıf ola­ caktır. İşte Kur'an-ı Kerim bir taraftan bu durumda olan kadına yardımcı olacak bir arkadaş vermiş, diğer yönden bunu yap­ makla adaletin tecellisine özen göstermiştir. Şahitliği gizlemek hakkin ve adaletin örtülmesine yol açar. Cenab-ı Hak bunu yasaklamıştır13. Taraflardan birinin zavallı bir hale veya başka bir pozisyona sahip oluşundan, yahut şahi­ din hısımı, akrabası bulunmasından etkilenip de şahitliği sağa sola kaydırmak zulme götürür. Kur'an-ı Kerım'de şöyle buyuru­ lur: "Ey iman edenler, adaleti titizlikle ayakta tutan hakimler ve Allah için şahitlik yapan insanlar olun. (Bu hükmünüz veya şa­ hitliğiniz) kendinizin, ana ve babalarınızın ve yakın hısımlarını­ zın aleyhine de olsa; onlar ister zengin ister fakir bulunsun." 14 Şahitliğin maddi cezaları da vardır. Mesela zina isnadı ile birinin aleyhine şehadette bulunmak ve bunu gerektiği şekilde 12. Buharı, Şehadat, 12. 13. el-Bakara, 2/283. 14. en-Nisa, 4/135. 245 isbat edememek seksen sopa ile cezalandırılmayı ve bir daha sözünün muteber tutulmamasını gerektirir15 • İşte· İslam hukukunda şahitliğin bu tehlikeli ve ağır sorum­ luluğu gözönünde bulundurularak görevi yerine getirmede kadı­ na arkadaş verilmiştir. Bunun içindir ki Allah hakkı olarak ce­ zaları belirlenmiş bulunan zina, zina iftirası, içki, hırsızlık gibi fiillerde ve bir de kısasta kadın, şahitlikten muaf tutulmuştur16 • Şahitlik müessesesinde aslolan hakkın zayi olmamasıdır. Bundan dolayı erkeklerin vfila.f olamayacağı kadınlara mahsus hallerde sadece kadınların (hatta tek kadının) şahitliği yeterli görülmüştür. Hz. Ömer, boşanma konusunda yalnız başına ka­ dınların şahitliğini kabul etmiştir. Hz. Ali de bir çocuğun öldü­ rülmesine şahit olan kadınların şehadetini muteber saymıştır17 . Kur'an-ı Kerım'de, sefer esnasında vasiyet yapacak kimseye, müslüman bulunmadığı takdirde, gayr-i müslimlerin de şahit olabilecekleri beyan edilmektedir 18• Ashah-ı kiram, çocuklar arasında meydana gelen yaralama hadiselerinde yine çocukların şahitliğini kabul ederlerdi. İbn Kayyim, alimlerin bu delillere dayanarak şu konuda ittifak ettiklerini kaydeder: Normal za­ manlarda bazı hususlarda şahitlikleri kabul edilmeyen kimsele­ rin, ihtiyaç ve zaruret halinde aynı hadiseler hakkındaki şeha­ detleri geçerli sayılır1 9. 15. en-Nur, 24/5. 16. en-Nur, 24/4; en-Nisa, 4/15; et-Talak, 65/2; el-Bakara, 2/282; Buharı, Şehadat, 20; Mevsılı, el-İhtiyar fi ta'lili'l-nıuhtar, II, 201 , v.d.; İbnü'l-Hürnarn, Fethu'İ-kadir, VI, 6 v.d. 17. İbn Hazın, el-Muhal/il, IX, 397-398. 18. el-Maide, 5/106. 19. İbn Kayyirn, İ'ldmü'l-muvakkiin, I, 97 v.d. İbn Hazın, Muhalld'sın­ da, bir erkek yerine iki kadın bulunmak şartıyla kaclıı_ımJı_�ryeı:çlııye erkek olmaksızın şahitliğinin makbul olduğunu yazar. Bu konuda diğer mezhep imamlarına ağır hücumlarda bulunur (IX, 395-405). 246 Bazan·ölüme kadar varan had ve kısas cezalarında kad� şahitliğinin muteber sayılmamasının bir sebebi de bu tür ağır cezalarda en küçük bir şüphe ve ihtimalden kaçınılmak istenme­ sidir. Zira İslam hukukunda: "Hadleri (cezaları) şüphelerden uzak tutun." "Mümkün olduğu kadar cezaları müslümanlardan · bertaraf edin.11 20 prensipleri esastır. Bu da insan varlığına, insan bedenine ve insan sağlığına saygı ilkesinin bir sonucudur. 20. Tirmizi, Hudild, 2. 247 il TAHSİL HAKKI "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (ez-Zümer, 39/9) Tahsil, kadın için insanlığını idrak etmesinin ilk şartıdır. Tarilı boyunca ,kadın, çeşitli çevrelerde çeşitli muamelelerle karşılaşmıştır. Her türlü haktan, hatta insan telakki edilmekten bile mahrum bırakılan Batı kadını mücadelesine tahsil ile başla­ mıştır. Hukuku ve insanlığı idrak edince kendi haklarını isteme­ sini bilmiş ve mücadelesini azimle sürdürmüştür. Şark-İslam kadınına gelince, O da batılı arkadaşına özenerek aynı silahı. kullanmak istemiş. Halbuki onun insanlığı İslam tarafından ka­ bul edilmiş ve hakları tanınmıştı. O, daha çok bunu öğrenmeye muhtaç bulunuyordu. İnsanlığı, düştüğü dalalet çukurundan kurtarmak için, bun­ dan on dört asır evvel inen Kur'an-ı Kerirn'in ilk emri "oku!" ol­ muştur: "Yaratan Rabbi'nin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yu�urtadan yaratmıştır. O, keremine nihayet olmayan, kalemle yazmayı öğreten ve insana bilmediğini belleten Rabbi'nin adıyla oku!"1. 1. el-Alıik, 99/1-5. 248 Kadın da erkek gibi Allah'ın "kulu"dur. Yaptıklarının ceza veya mükafatını tek başına görecektir: "Erkek olsun kadın olsun -ki biriniz diğerinden hasıl olmuştur- kim hayırlı bir iş yaparsa elbette onun amelini boşa çıkarmayacağım"2 "Erkek olsun kadın olsun, mümin olarak iyi işler yapanlar mutlaka cennete girer­ ler"3. Binaenaleyh, erkek gibi kadın da bütün hareketlerini Al­ lah'ın emirleri uyarınca yapmak ve ilahi talimatın dışına çıkma­ makla yükümlüdür. Bunun için de Allah'ın emir ve talimatını öğrenmeye mecburdur. Hz. Ali, "Ey iman edenler, kendinizi ve aile fertlerinizi ateş­ ten, (cehennemden) koruyun..." mealindeki ayeti onları terbiye edin, kendilerine ilim öğretin." şeklinde tefsir etmiştir4. KADIN İÇİN TAHSİLİN ÖNEMİ Kadın, çocuklarının en mükemmel eğiticisidir. Çocuğun uzun süren gelişim döneminde mükemmel bir eğitim verebil­ mek için kadının tahsil görmesi, pratik eğitim yöntemlerine ve ahlak kurallarına vakıf olması şarttır. Çocuğa küçük yaşta ka­ zandırılan alışkanlıkların önemi herkesçe malumdur. "Beşikte giren mezarda çıkar." demişler. Eğitim görmüş bir kadın kocasıyla uyumlu bir hayat sürer, gerekirse işlerine yardımcı olur. Peygamber efendimiz, Hz. Ha­ tice için şöyle derlerdi: "Yemin ederim ki Allah Teala bana on­ dan hayırlı bir zevce vermemiştir. İnsanlar bana inanmazken o iman etmiş, herkes beni yaanlarken o doğrulamış, herkes beni mahrum bırakırken o bana mali yardımda bulunmuştur."5. . 2. AI-i İmran, 3/195. 3. en-Nisa, 4/124. 4. et-Tahrim, 66/6; İbn Kesir, Tefsfrü'l-Kur'ani'l-'azfm, VII, 58. 5. Ahmed b. Hanbel, VI, 118. 249 Tahsilin, okumayı yazmayı öğrenmenin kadın için ahlakı yönden kötü sayılan davranışlara vesile olacağı ileri sürülmek­ tedir. Bu söz doğru değildir. Şunu önemle belirtmek gerekir ki cehalet ilimden kıymetli ve yarayışlı olamaz. Evet, mutlak olarak ilmin, tahsil ve terbiyenin gayr-ı ahlakı davranışlarla bir ilgisi yoktur. Ancak eğitim kurumlarının ahlak kurallarından uzak bulunması, disiplin ve nizamın mevcut ol­ maması halinde tam gelişme çağında bulunan gençlerin ahlakı bozulabilir. Bir İslam toplumunda kadının tahsil görmesi de­ mek, erkek arkadaşlarıyla müşterek hayat yaşaması, flört yap­ ması, dershane, koridor, park ve bahçelerde onunla sarmaş do­ laş olması demek değildir. İlim dansöz gibi süslenmeyi, artist gibi makyaj yapmayı istemez. Bilakis bunlardan nefret eder. SÜNNET NAZARINDA KADININ TAHSİL DURUMU "Kadınları köşklerde oturtmayınız, onlara yazı yazmayı öğ­ retmeyiniz, ancak yün eğirmeyi ve Nur suresini öğretiniz." mealinde rivayet edilen hadis uydurmadır, Resfilullah efendi­ mizden böyle bir hadis sadır olmamıştır6• Bilakis Resfil-i Ekrem kadınların okuma-yazma öğrenmelerini istemiş, hatta bunu em­ retmiştir. Nitekim okuma yazma bilen, bilgili ve tecrübeli Şifa hatundan, kendi eşi Haf sa'ya yazı yazmasını öğretmesini ve kendi tecrübelerinden faydalandırılmasını istemiştir7• Bir hadis­ lerinde: " ...Yanında bulunan cariyesini iyi terbiye eden ve onun eğitim öğretimini yaptıran ... " kimseye Cenab-ı Hakk'm iki kat 6. H. el-Benna, el-Mer'etü'l-müslime (M. Nasırüddin el-Elbani neşri), s. 13. 7. Aynı eser, s. 13; Ebfi Davud, Tıb, 18. 250 sevap vereceğini beyan etmiştir8. Hür olmayan bir kadının tah­ sil ve terbiyesi sevap olunca diğerlerininki de elbette sevap ola­ caktır. Medine-i Münevvere kadınlan Resülullah'ın huzuruna var­ mış ve "erkekler her zaman yanınıza gelip ilim öğreniyor, bil­ medilderine vfilq.f oluyorlar. Biz ise onlardan fırsat bulup yanı­ nıza gelemiyoruz. Bize özel bir gün ayırın gelip sizi dinleyelim ve bilmediklerimizi öğrenelim" demişler. Resfil-i Ekrem de on­ lara bir gün tahsis etmişti. O gün kadınlara vaaz eder, emirler verirdi. Bu hadisin şerhinde Ayni, kadınların dini problemlerini sormaları ve bu mevzuda erkeklerle konuşmalarının caiz oldu­ ğunu kaydeder9. Hz. Aişe şöyle der: Ensar kadınları ne iyi ka­ dınlardır, sıkılganlıkları dinlerini· öğrenmelerine mani olmamış­ tır 10. Peygamber efendimiz devrinde ilme önem veren hanımlar­ dan biri de Resülullah'ın zevcesi Aişe'dir. Hz. Aişe ilimle meş­ gul olur, bilmediği bir şeyi duyduğu zaman onu iyi belleyinceye kadar tekrar sorar ve iyice anlamaya çalışırdı11 . Ashab-ı kiram: dan Ebu Musa der ki: "Resülullah'ın ashabı olan bizlere çözümü zor görünen hiç bir mesele yoktur ki Aişe'nin nezdinde ona dair bir bilgi bulunmasın." Yine ashabdan Musa b. Talha "Aişe'den daha açık ve düzgün konuşan bir kimse görmedim" der. Hz. Aişe'nin Peygamber efendimizden 2210 hadis rivayet ettiğini de biliyoruz12• Ondan başka Hz. Fatıma, Ebu Bekr'in kızı Esma ve Ümmü'd-Derda da fetva vermekle şöhret bulmuşlardı13. 8. Buharı, İlim, 31. 9. Buharı, İlim, 36; Ayni, 'Umdetü'l-kart, I, 533. 10. Buharı, İlim, 50. . 11. Buharı, İlim, 35. 12. Zirikli, e/-A'lı!lm, IV, 5. 13. A.H. Berki, Büyük Türk Hükümdarı Sultan Mehmed Han, s. 39. 251 Hz. Ömer, halifeliği devrinde birgün Resfilullah'ın minbe­ rine çıkmış ve müslümanlara, evlenirken mehri fazla vermeme­ lerini tavsiye etmişti. Kadın cemaatten uzun boylu bir hanım çı­ kıp "ya Ömer, bunu söylemeye hakkın yoktur" demiş ve Kur'an-ı Kerim'den ayetler okuyarak kendi görüşünü ispat et­ mişti. Bunun üzerine halife "Allah Allah! Kadın, Ömer'le tartı­ şıyor ve onu susturabiliyor" diyerek kendi sözünü geri almıştır 14. Yine birgün Ömer arkadaşlarıyla birlikte yolda yürürken Malik kızı Havle ile karşılaşır, selam verir; Havle selamı aldık­ tan soma şu yolda halifeye nasihat eder ve ona devlet reisliğinin vazife ve adabını öğretir: "Dur bakalım, Ömer! Sana Ukaz pa­ nayırında Ömercik dendiği ve çocukları sopanla korkuttuğun zamanları bilirim. Çok geçmeden sana Ömer denildi. Yine uzun bir müddet geçmeden emirü'l-müminin (müminlerin kumanda­ nı, devlet reisi) unvanını aldın. İdare ettiğin insanlar hakkında Allah'tan kork. İyi bil ki Allah'ın azabından korkan kimseye uzak gibi görünen kıyamet yakın gelir. Ölümden korkan, bir hiç olup yok olmaktan endişe eder. .." Bu sözler üzerine halife Ömer'in maiyetinden Carı'.id, Havle'ye "Hanım, emirülmüninirıe karşı sözü fazla uzattın!" der. Ömer ise kendisine hemen şu ih­ tarda bulunur: "Bırak, sen bunu tanımadın mı Carud? Bu, Ubade b. Samit'in zevcesi Havle'dir ki Allah Teala şikayetini yedi göğün fevkinden dinlemiştir. Ömer'e gelince, Allah'a ye­ min ederim ki onu dinlemeye haydi haydi mecburdur"15. Ashap devrinden soma da İslam aleminde ilim tahsil edip vaaz, fetva, özellikle hadis rivayetiyle meşgul olan kadınlar 14. en-Nisa, 20-21; İbn-i Kesir, Tefsfrü'l-Kur'iini'l- 'azfm, il, 230. 15. İbn Hacer, el-İsiibe, iV, 283. 252 çoktur. Hacı Zihni Efendi'nin "Meşahirü'n-nisa"sında birçoğu­ nun hal tercümesi mevcuttur. Bunların içinde mesela Fatıma Fakihe ve Bağdatlı Fatıma meşhurdur16• İslam tarihinin sadece ilk beş asrı içinde hadis rivayeti ve· öğretimiyle meşgul olan hanımların sayısı üç yüz ellinin üstündedir17• 16. "Fatıma Fakıh'e fıkıh kitaplarından "Tuhfetü'l-fukaha" adındaki kıy­ metli kitabın müellifi meşhur Alauddın-i Semerkandı'nin kızı olup eserini şerheden "Bedayiu's-sanayi' fi tertıbi'ş-şerayi"' müellifi-Alauddın Ebfi Bekr Kasan\' ile evlenmiştir. Her üçü Kasan'da bir evde oturur, halka fetva verirler, di. Sonradan Haleb'e nakledip orada irtihal etmişlerdir. Alauddın-i Kasan\' şüphe ettiği meseleleri zevcesi Fatıma'dan sorar ve o da meseleyı hallederdi. Bir aralık memleketlerine dönmek i:ıtemişlerse de Melik-i adil Nfireddın-i Şehid'in Fatıma Fakihe'den ricası üzerine sarf-ı nazar etmişlerdir. Kabirleri Haleb'de "Kuburu's-salihın" denilen kabristandadır ve halk arasında "Kabru'l-mer'e ve zevciha = saygıdeğer kadın ile kabri" diye meşhurdur." (Ali Himmet Berki, Büyük Türk Hükümdarı Sultaıı Mehmed Haıı, s. 139'dan sadeleştirilerek). 17. bk. Nusrettin Bol elli, Kadııılar!ıı Hadis İlmindeki Yeri, İstanbul 1991, çeşitli yerler. 253 m SERBEST HAYAT-İŞ HAYATI VE MEMURİYET "Ey Peygamber kadınları!.. Huzur ve sükfin ile evlerinizde oturun. Es­ ki cahiliye zamanında olduğu gibi, süslerinizi göstere göstere yürüme­ yin." (el-Ahzap, 33) SERBEST HAYAT Kadın problemi konusunda söz söyleyenlerden bir grup onun bütün kayıtlardan sıyrılmasını, tamamen serbest kalmasını savunurlar. Fakat onlar kadının erdemlerinden ve bu erdemlerin korunmasından bahsetmezler. Kadınların açık gezmelerini, içki, kumar ve eğlence alemlerine katılmalarını, buralar.da yabancı erkeklerle oturup kalkmalarını tabii görürler. Böylelikle özeni­ len Batı medeniyetineyaklaşılmış, Batı standartlarındaki özgür­ lük yaşanmış olacak. "Batı'da kadın çarşıya, sokağa düştü, fab­ rikalara, barlara gitti, rızkını arıyor. Bununla ibtizale uğradı. I<ııdııı tiçaı:et için istismar edildi, satıcı ve manken- oldu. Para için kadınlığı, kişiliği pazara çıkarıldı. İzzet-i nefsi, saygınlığı yok edildi. O şimdi hür bir köledir, ilitiyaç ve fakirlik kamçılan 254 altında canbazlar pazarına sevkedilmekte. Eski devirlerde oldu­ ğu gibi evlerde hizmet için değil, ticarethanelerde çalıştırılmak için satılmaktadır. Orada açlığını giderecek bir lokmayı ele ge­ çirme pahasına bir dişi olarak en kıymetli varlığını eşya gibi diğer eşyanın yanında arzetmektedir." 1. İkinci bir grup da var ki onlar da meselenin öbür ucunda durmakta ve kadına.nefes aldırmamak niyetini taşımakta. Bu iki uç arasında orta bir yol vardır ki İslam'a uyan da odur. Buna göre kadın şehvet ve hırsla her fırsatı kollayan şeytani bir mahluk değildir. O, iffetli, ince duygulu narin yapılı bir insandır, bu sebeple de istismar edilmeye çok müsaittir. Kadının, analık gibi asil bir görevi bırakarak serbest hayata atılmasından maksat nedir? Sadece tabii hakkı olan özgürlüğü­ nü yaşamak ve yaşatmak mı? "Kadının her türlü kayıtlardan sıyrılmasını savunan yazar­ lar ve bunların tarafını tutan gençler acaba davalarında samimi midirler? Ge�çekten kadının geri kalması ve özgürlükten yok­ sun bırakılması onları yeterince duygulandırmış mıdır? Yeryü­ zünde çaresizlik içinde kıvranan kadınlara acıyarak kalpleri eri-. miş, gözyaşları dolup taşmış mıdır? Feministler kadının şahsi­ yet bilincine erişmesini ve öz varlığını isbat etmesini arzu edi­ yorlar mı? "Feministlerden her biri, hayalinde canlandırdığı ve müda­ faasını yaptığı '.'.her türlü kayıttan sıyrılmış" bir eşe sahip olmak ister mi? Öyle Bir e·ş ki erkekle açıkça münakaşaya girişsin, her konuda ona denk olduğunu bildirsin, hoşlanmayacağı bir işi ko­ cası yapamasın...: Öyle bir eş ki isrediği zaman evden çıksın, di­ lediğinde dönsüri/ve her yerde erkeklerle oturup kalksın! ·.:,, 1. Hiilı, el-Mer1;� s. 122. 255 "Evet, kadın hakları taraftarı görünen okur? beyefendi bü­ tün bunları mı ister, yoksa böyle bir zevceye canı sıkılır ve karı­ sını hürriyetlerine kavuşturan çağımıza lanet mi okur? Fakat yi­ ne de davasının adamı görünür... "Acaba böylesi davasında samimi midir? Yoksa bu dava­ nın ardında başka "sebepler" mi vardır?"2 KADININ ASLİ VAZİFELERİ Yaratanın yaptığı vazife taksiminde, vücut yapısı ve ruh muhtevası bakımından taşıdığı özellikler sebebiyle kadına dört büyük görev verilmiştir: hamile olmak, doğum yapmak, çocuk emzirmek ve terbiye etmek. İlk üç vazifeden her birinin kendi­ sine has özellikleri hatta tehlikeli tarafları vardır. Kadının bun­ ları başarabilmesi için ağır ve yorucu işlerden yıpranmaması ge­ rekir. Çocuğun ruhi yetenekleri üzerinde gebelikten itibaren an­ ne hayatının tesiri büyüktür. "Terbiyenin zeka ve seciye üzerin­ de tesiri şüphesizdir." Verasete çok ehemmiyet veren bugünkü hekimler Darwin'in olgunlaşma ve düzelme kanunlarını runut­ mamalı, terbiyenin ve muhitin tesirini inkar etmemelidi. Bir­ çok nevrozların meydana çıkışında terbiyenin tesiri vardır. Psi­ kozların yapılışında rolü az olsa bile hezeyanların çeşidine, re­ aksiyonların şekline şüphesiz tesir eder. "Çocuk doğar doğmaz terbiye edilemez; duygu aletleri ya­ vaş yavaş sinirleri terbiye etmeye başlar: çocuk ana rahminde iken annenin vaktinde yemek yeyişinin, uyuyuşunun, dinlenme­ sinin çocuğa ilk terbiye verdiği iddia olunuyor. Dünyaya gelin­ ce bu terbiyenin tesiri görülüyor ve böyle çocuk vaktinde uyu2. Muhammed Kutub, Ma'reketü't-tekalfd, s. 114 v.d. 256 yor ve uyanıyormuş. Çocuk daha süt emerken intizama alıştırı­ lır. Üç saatte bir çocuğa süt veriş, geceleyin altı saat sütsüz bıra­ kış, çocuğa verilebilen ilk terbiyedir. 113• İş hayatına atılmış bir kadının bunca işleri yapmasına imkan var mıdır? Zaten iş hayatında kadın maddeten ve manen yıpranır. En tabii vazifelerini yapamayacak hale gelir. "Meslek­ ten doğrudan doğruya müteessir olanlar eskiden beri erkekler­ dir. Son zamanlarda kadınlar da, erkekler gibi hayat kavgasına atılmak ıztırarında kaldı. Tabii mesleğin tesirinden erkekler gibi onlar da zarar görecektir. Şimdi en çok hysterique, nevrastheni­ que, melancolique öğretmen kız ve kadınlardır. Bir kadın için en tabii ve sıhhi meslek zevcelik ve valideliktir. Çocuk yetiştir­ mek, hasta bakmak, bahçe ve ev işleri en sıhhi kadın işidir. Zev­ celik, analıık insanda altrüist hisleri büyülttüğü için hygiene mentale'in tavsiye ettiği bir meslektir. 114 Mukayeseli biyoloji isbat etmektedir ki insan yavrusu dün­ yaya gelince en aciz, en çaresiz bir varlıktır ve "çocukluk" dev­ resi en uzun süren canlıdır. Bundan dolayı Claparede "Çocuk,. luk neye yarar?" diye sorar5 . Uzun inkişaf devresinde çocuğa anasından daha itinalı kim bakabilir? Onun daima değişken ihti­ yaç, istek ve arzularına kim cevap verir? Hakikat şu ki yavruya anasından daha samimi bir yar bulunamaz, ona anadan başka gerektiği kadar merhamet eden olamaz. Serbest hayata, işe ve memuriyete atılan anne ise çocuğuna bu özeni gösteremez. Kadının iş hayatına atılmasının bir mahzuru da çocukları­ nın cinsi terbiyesine önem verememesidir. Bu çocuklar ya başı­ boş, gelişigüzel büyür veya dadı ve mürebbiyelerin elinde his oyuncakları olur. 3. Dr; M. Osman, Tababet-i Ruhiye, I, 244. 4. Aynı e·ser. I, 252. 5. K. Koffka, Zihnf İnkişafın Esasları, s:21 v.d. 257 "Genç kız evlenir. Aile muhiti içinde kendi derunı kabili­ yetlerine inkişaf sahası bulur. Çocuk yapar! "Bundan sonraki devrede işve ve şuhluk değil, çocuklar ve aile ruhunun mihveridir! Kadın, cinse ait cazibesini, evinin için­ de yeni bir hava-yı nesimi içine dağıtır. "Eğer, kadın ruhunun bu yeni tetabuku vuku bulmaz ve ka­ dın, ruh kaynaklarının tecellilerini normal sahaya, aileye döke­ cek yerde; analığı aradığı zamandaki "cinsi hadise" ve işveyi te­ madi ettirirse, ebedi genç kız rolünü oynayan orta yaşlı hanım tipi meydana gelir. Kadında ruh ihtilafları, intibak eksiklikleri meydana gelir. Bu hal bir dalalete kadar gidebilir. "Kadın, nev'inin, ailenin, cemaatin değil, kendi fani egoiz­ minin esiri olur. "Böyle dalaletler; sinemada, romanda, hakiki hayat sahne­ lerinde görülen, bilinen faciaların sebebidir. 116• Bir ev kadınının. memuriyet ve iş hayatına atılmasının bü­ yük bir ekonomik faydası da yoktur. Zira kazanacağı para ev iş­ . leri ve çocuk bakımı, ayrıca daima dışarıda, insanlar arasında bulunacağından giyimi ve diğer hususları için yapacağı masraf­ tan pek fazla olmayacaktır. Diğer taraftan işsizlik yüzünden boş kalan erkekler, mesleksizlik ve işsizliğin ruhta yaptığı tahribat ile7 cemiyetin başına bela kesilen zararlı unsurlar haline gel­ mektedir. Kadın ev ve aile çevresinden uzaklaştıkça evlilik bağları da gevşemeye başlar. Yimii dört saatın mühim bir kısmını başkala­ rının emri ve kumandası altında çalışmakla geçiren, hayat mü6. Prof.Dr. T. Remzi Kazam;ıgil; �Kadın.Psikolojisi''., Üniversite Konfe­ ranslan, 1939-1940, s. 58-59. 7. bk. M. Osman, Tababet-i Ruhiye, I, 247. 258 cadelesinin dalgaları arasında yıpranan narin yapılı ve ince ruh�· lu kadın yavaş yavaş hırçınlaşmakta ve sinirlenmektedir. Ak­ şamleyin yorgun-argın evine gelince kocasına kafa tutar, çocuk­ larıyla kavga eder. Kimseye minnet edecek değildir. Kendi ek­ meğini kendi eliyle kazanmaktadır. İstediği zaman eve gelir, is­ tediği zaman çıkar, arzu ettiği toplantı ve eğlencelere katılır. İstatistikler çoğu boşanma vakalarının, çocuk olmadan meydana geldiğini göstermektedir. Çocuk yapmamanın önemli sebeplerinden biri de kadının serbest hayata atılmasıdır. * Kur'an-ı Kerım'de Hz. Peygamber'in zevcelerine ve bu su­ retle bütün mümin kadınlara vakar, sükun ve huzur ile evlerinde oturmaları emrolunur8. Bu, kadınlar için evin normal, tabii bir çevre ve görev yeri olduğunu ifade eder. Fakat kadın hiçbir şe­ kilde evden çıkamaz, demek değildir. Hz. Peygamber kadınlara: "Allah size, ihtiyaçlarınız için çıkmanıza izin verdi." buyurmuşlardır9. Asr-ı saadette Resülullah'ın arkasında namaz kılmak için kadınların mescide gittiklerini biliyoruz. Hz. Peygamber: "Al­ lah'ın kulları olan kadınları Allah'ın mescidlerinden menetme­ yin." buyurmuşlardır. Yine buyururlar: "Kadınları geceleyin mescide gitmekten alakoymaym." ıo. Şüphe yok ki camiye gidenler cami adabına da riayet eder­ ler. Peygamber efendimiz namazi bitirince bir süre bekler, ka8. el-Ahzab, 33/33. 9. Buharı, Nikah, 115. 10. Müslim, Salat, 138. 259 dınlar kalkıp gittikten sonra kendisi kalkardı. Yine Resulullah Medine'deki mescidin bir kapısını kadınların girip çıkmasına tahsis etmişti. Abdullah b. Ömer de hayatı boyunca o kapıdan mescide girip çıkmamıştı11• Kadınların mescid adabı hakkında şöyle buyurulur: "(Ey kadınlar), sizden biriniz, camiye gittiği zaman koku sürünmesin." "Koku sürünen kadın camiye gelmesin.11 12 KADIN V� MEMURİYET "Kadının Aslı Vazifeleri" başlığı altında açıklandığı üzere serbest hayat, iş hayatı ve memuriyet kadının yaratılışına, ruh yapısının gelişmesine uymayan şeylerdir. Evinden ve aile çev­ resinden uzaklaşan kadın ya kadınlık niteliklerinden kaybeder veya işi ve memuriyetini eve çevirir. Bürosunun başında sürekli çocuklarından ve ev işlerinden bahseden, mesai saatleri içinde örgü benzeri işlerle meşgul olan kadınlar az değildir. ve Gerek serbest hayatta, gerek memuriyet ve iş hayatında mahrem olmayan kadın ve erkeklerin birbirlerine karşı durum­ ları yukarıki bölümlerde anlatılmıştır. Bunların ışığı altında ve İslamın önerdiği tedbirler çerçevesinde kadınların, başarabile­ cekleri memurlukları yapmalarında sakınca görmemek gerekir. Şunu da belirtmek gerekir ki burada mutlak manada "İslam kadını"ndan söz edilmektedir. Çağımızın herhangi bir İslam ül­ kesini göz önünde bulundurmadan İslam'ı bir bütün olarak dü­ şünmek gerekir. "İslam toplumu" deyince de İslınıi hükümlerin uygulandığı bir toplum kasdedilmelidir. Böyle bir toplumda ka­ dını tacir, tabib... olmaktan meneden bir şey yoktur. 11. H. el-Benna, el-Mer'etü'l-müslime, s. 19. 12. Müslim, Salat, 143. 260 Şu da var ki hayat ihtisastan ibarettir. Şüph� yok ki en ve­ rimli netice herkesin tabiatına ve yaratılışına uygun işler görme­ siyle elde edilir. Mekke'li müslümanlardan olan ve Hz. Peygamber'e biat eden, ilk muhacirlerden Kureyşli Şifa hatun, Asr-ı saadet kadın­ larının .ileri gelenlerindendi. Hafsa validemize okuma-yazma öğretmişti. Halife Hz. Ömer Şifa hatunun fikrine önem verir, hatırını sorar, değerini takdir eder ve çok defa çarşı ve pazarları kontrol vazifesini uhdesine tevdi ederdi13 . Kadın Hakim Olabilir mi? Kadının kaza mevkiini işgal edip edemeyeceği hakkında İslam hukukçuları tarafından farklı görüşler ileri sürülmüştür. 1. Şafii, Maliki ve Hanbeli alimleri kaza mevkiini devlet reisliğine benzeterek kadının bu mevkii işgal edemeyeceğini söylemişlerdir. Kadının hakim olamayacağını ileri sürenler, ay­ rıca kaza mevkiinin büyük bir sorumluluk gerektirdiğini, son derece titizlik, soğukkanlılık ve tarafsızlık istediğini, kadının ise yaratılıştan buna müsait bulunmadığını da söylerler. 2. Hanefiler'e göre kaza, devlet reisliği ile değil, şahitlikle kıyas edilmelidir. Kadın, velayet hakkı niteliği taşıyan şahitliğe elverişli olunca kadılığa da elverişli olur. Binaenaleyh kadın şa­ hit olabileceği konularda kadı da olabilir. Buna göre had ve kı­ sas müstesna bütün davalarda kadın hakim olabilir 14• 3. İmam Malik'ten gelen bir rivayet ile İbnü'l-Kasım, İbn Hazın, Şafiiler'den İbn Tıraz ve ayrıca İbn Cerir et-Taberi'ye göre kaza fetvaya benz�yen bir görevdir. Binaenaleyh fetva ver13. İbn Hacer, el-İsô.be, IV, 333 (ve kenarında); İbn Abdülber, el-İstiô.b. 14. Buharı, Megazi, 82; Fiten, 18. 15. Baştan itibaren buraya kadar verilen izahat i�in bk. bir evvelki notta 261 meye yetkili olan kadın had ve kısas da dahil olmak üzere her konuda haklın olabilir. Hukukta aslolan mübah olmaktır. Bun­ dan ancak hakkında nas varit olanlar istisna edilebilir. Kadının hakim olmasını engelleyen bir nas bulunmadığına göre onun kaza mevkiini işgal etmesi de mübahtır, caizdir15 . Netice. Kadının hakiınliğini red veya kabul eden açık bir delil yoktur., Bu yüzdendir ki hakkında birbirinden farklı görüş­ ler ileri sürülmüştür. Kadının, yaratılış, manevi değerler ve daha birçok bakımlardan erkeğe denk ve eşit bir insan olması düşü­ nülürse erkek gibi hakimliğe ehliyetli olduğunu söylemek Hızımdır. Bununla beraber "Bir şeye ehliyet, amme hukuku ba­ kımından mutlaka bunun tevcihini icap ettirmez. İctimai menfa­ at gözönünde bulundurulur. Nitekim zamanımızda hakimlik, millet vekilliği gibi mühim vazifeler için muayyen yaş tayin edilmiş, hukuki ehliyet kafi görülmemiştir. Yoksa İslamiyet ka­ dınların hukuk-i insaniyelerini kabul etmiştir. Bazı farklar, hu­ şusi hallerine 'binaen ya bir maslahat veya sıhhat ve nezahetlerini muhafaza içindir."16. Sık sık.kullandığımız bir ifadeyi tekrar ederek söyleyelim: aslı vazifesi olmamakla beraber, bir İslam toplumunda ihtiyaç bulunmak ve bu işte elverişli olmak şartıyla kadının hakimlik yapması İslaın'ın menetmediği bir şeydir. zikredilen kaynaklar ve Ayni, 'Umdetü'l-kart, XI, 3'57; Maverdi, el­ Ahkiimü's-sultaniyye, s. 65; A. Himmet Berki, Ebü'I-Feth es-Sultan Muham­ med es-Sani, s. 64 v.d., not, 2; İbn Hazın, el-Muhalla, IX, 429; Şevkani, Neylü'l-evtar, VIII, 273 v.d.; Nadire Şenen, "Mekanu'l-mer'e fi't-teşri'", el­ Musfimı,m, VIII, 932 v.d. 16. A.H.Berki,Büyük Türk Hükümdarı Sultan Mehmed Han, s. 38. 1. Müslim, İma.re, 146. 262 IV ASKERLİK - HARP VE KADIN "Uhud harbinde sağa sola her baktı­ ğımda Ümmü Umare'yi yanımda sa­ vaşır gördüm." (Hadfs-i şerif) ASKERLİK VE KADIN İslam hukukuna göre kadın askerlik yapmak ve savaşa ka­ tılmakla mükellef değildir. Erkekler için: "Cennet kılıçların pa­ rıltısı altında"1 ise kadınlar için "Cennet annelerin ayakları altın­ dadır"2. Aslında kadın ülke savunması için en çok çalışan in­ sandır. Bir milletin "insan" gücünü hazırlayan, yetiştiren ve va­ tana bağışlayan fedakar varlık, kadındır. Kadınlar seferberlik ve gazaların, olmadan önce yapılabilmesinin çilesini, olduktan sonra yapılmış olmasının ıztırabını bünyelerinde ve sinelerinde çeken insanlardır. Resul-i Ekrem (sallfillahu aleyhi ve sellem) efendimiz dev­ rinde İslam mücahitleri cömertçe kanlarını akıtıp, canlarını feda ederken kadınlar da bizzat gazaya katılmak, "gazilik" veya "şe­ hitlik" unvanını almak istemişlerdir. Bu amaçla içlerinden birini Resulullah'ın huzuruna göndermiş ve şahsında duygularını şöy2. Ahmed b. Hanbel, III, 429. 3. Heysemi,Mecme'ü'z-zevaid, iV, 305 v.d. 263 le dile getirmişlerdir: "Ey Allah'ın elçisi, ben kadınların size gönderilmiş elçisiyim. Tanıdığınız ve tanımadığınız hiçbir ka­ dın yoktur ki, benim gibi huzurunuza gelmek. istemesin. Allah erkeklerin de kadınların da Rabbi ve ilahıdır. Sen de erkeklere ve kadınlara gönderilmiş bir peygambersin. Allah Teala cihadı erkeklere farz kılmış. Eğer isabet ederlerse gazi olur, mükafat ve sevap kazanırlar; şehit edilirlerse, gerçekte ölmeyip Rab'leri katında nzıklandırılırlar. Erkeklerin bu ameline mukabil, kadın­ larµı ne gibi görev ve imkanı vardır?" ResOlullah şöyle cevap verdiler: "Kocalarına itaat etmeleri, haklarını ve görevlerini bil­ meleri. Şundan emin olunuz ki bunu içinizden yapabileniniz az­ dır." 3. Kudaa oğullarından bir kadın asken seferlere iştirak etmek · için ResOlullah'dan izin istemiş, Peygamber reddetmişti. Kadın "Savaşmak istemiyorum, sadece yaralı ve hastaları tedavi etmek ve su vermek için katılacağım" demiş. Peygamber efendimiz şöyle buyurmuşlar: "Eğer gelenek haline gelmese ve falan kadın sefere çıkmış, denmese sana izin verirdim. Fakat sen 'evinde otur­ malısın. 114. Bu hadisler, prensip olarak kadının askerlik ve savaşla mü­ kellef olmadığını, normal olarak bunlara katılmayacağını göste­ rir. Fakat İslam hukukçularına göre düşman memleketin iç kı­ sımlarına kadar hücum eder ve iş bir ölüm-kalım savaşına dö­ nüşürse kadınlar da kocaları veya babalan izin versin, vermesin harbe iştirak ederler5. Başka zamanlarda ise kendileri arzu ettik­ leri ve yakın akrabaları izin verdiği takdirde gönüllü olarak har­ be katılabilirler6• 4. �aberani, el-Mu'cemü'l-kebfr, XXV, 176. 5. et-Tevbe, 9/41; M. Şeltut, el-Kur'an ve'l�rner'e.., s, 2_0. 6. M. Hamidullah, İsliim'da Devlet İdaresi, s. 207. 7. Ebu Davud, Cihad, 82. 264 Kadın bir muharip değildir. Bundan dolayı düşman kadını savaşta öldürülmez. Hz. Peygamber. sefere gönderdiği İslam mücahitlerine şu talimatı verirdi: "Allah'ın adıyla, Allah'a daya­ narak ve Resôlü'nün tebliğ ettiği dine sarılarak gidiniz. Bitkin ih­ tiyarı, küçük çocuğu ve kadını öldürmeyiniz. Devlet malına el uzatmayınız. Ganimetlerinizi birleştiriniz. İslah ediniz, lôtuf ve iyilikte bulununuz. Muhakkak ki Allah iyilik edenleri sever.117 Fa­ kat kadın fikren ve fiilen harpte bir rol sahibi ise öldürülebilir8. İslam Ordusunda Kadın: Hz. Peygamber devrinden günümüze kadar İslam kadını heni ordular için dünyanın en cesur mücahitlerini yetiştirmiş, hem de zaman zaman bizzat harbe iştirak etmiştir. İslamiyet'in doğuşu sırasında kadınlık, İslam uğrunda ilk şehidi vermiştir. Kadın, İslfun'ın ıstıraplı "Mekke devri"nde dini uğrunda erkekle birlikte her türlü işkenceye katlanmış, zaman zaman yabancı ül­ kelere hicret etmiş, Mekke müşrikleri tarafından müslümanlara uygulanan muhasara ve açlık devresinde açlık yüzünden gözü önünde can veren evladının dayanılmaz acısını çekmiştir. Mek­ ke devrinin sonlarına doğru Medineliler'in Resi'.H-i Ekrem ile yaptıkları siyası ve dini nitelikli gizli andlaşmalarda kadın tem­ silcileri de hazır bulunmuştur. Nihayet Medine'ye hicret... ve ömürleri boyunca İslfun'ı müdafaa ve neşir... Kadın İslfun ordusunun yaptığı seferlerin bir çoğuna katılmış ve ordunun yaralı gazilerini tedavi etmek, şe­ hitlerini taşımak, yemek pişirmek, su taşımak, levazım muhafız8. M. Hamidullah,İs/iim'da Devlet İdaresi, s. 181. 9. Aynı eser, s. 206. lığı yapmak gibi birçok hizmetler ifa etmiştir9. Aynca bizzat h­ lıç ve ok kullanmış, düşman öldürmüş, kendisi de gazi veya şe­ hit unvanlarına hak kazanmıştır. Ensar müslümanlarından Ümmi Umare (Nesibe) hanım Uhud savaşına katılmıştı. Bir ara İslam ordusunda çılçan bir pa­ nik neticesinde Resfüullah efendimizin etrafında kalabilen on küsür kişi içinde Ümmi Umare, kocası ve iki oğlu da bulunu­ yordu. Ümmü Umare kılıcını çekmiş, Resfüullah'ın etrafında sa­ vaşıyordu. Bir düşman süvarisini öldürmüş, kendisi de birkaç yerinden yaralanmıştı. Hz. Peygamber: "Uhud gününde sağa, so­ la her baktığımda Ümmi Umare'yi yanımda savaşır gördüm." bu­ yurmuşlardır. Birçok savaşa katılan Ümmi Umare, oğlu Habib'i yalancı peygamber Müseylime'nin öldürdüğünü haber alınca onunla savaşmaya yemin etmiş ve Halid b. Velid'in kumandası altında Yemame'deki Mürtedler savaşına iştirak etmişti. Bu sa­ vaşta kolu kesilmiş ve on iki yerinden yaralanmıştı. Müseylime de savaşta öldürülmüş, Ümmi Umare'nin ahdi yerine gelmişti 10. Bir örneğinden söz ettiğimiz kadın mücahitlerin sayısı pek çoktur. Onlardan. bahsetmek kitabımızın konusu dışındadır. Asr-ı saadet devri İslam mücahideleri hakkında şu muhaddisler hadis tahriç etmişlerdir: Buharı, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace, Ebu Nu'aym, Abdürrezzak, Taberani11 . Müteakip devirlerde İslam ordularında kadın mücahitlerin hizmetleri tari­ hin altın sayfalarında bulunmaktadır. İstiklal savaşımızın mese­ la Cezayir kadın İslam mücahitelerinin kahramanlıkları hafıza­ lardaki canlılığını hala muhafaza etmektedir. 10. İbn Hacer, el-İsabe, IV, 457; Muttaki el-Hindi, Kenzü'l- 'umma[, XI­ Il, 625 v.d. 11. Wensinck, A.J., Miftahu Kunuzi's-sünne, "Nisa" maddesi. 266 V KADININ SİYASİ HAKLARI "Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirinin dostları ve yardımcılarıdır. Onlar iyiliği emreder, kötülükten vaz­ geçirmeye çalışırlar. .. 11 (et-Tevbe, 9171) KADIN VE SİYASET "Kadın, acaba, ruh sahibi bir varlık mıdır? Eğer onun bir ruhu varsa bu, insan ruhu mudur, yoksa hayvan ruhu mu? İnsan ruhu olduğunu farzetsek, bu takdirde acaba, erkeğe nisbetle onun durumu bir kölenin durumu gibi midir, yoksa ondan biraz üstün mü?" İşte "kadın" telakkilerinin temelini bu zihniyetin oluşturduğu Batı ülkelerinde kadın, mücadeleye girişmiş ve in­ san olduğunu kabul ettirinceye kadar savaşını sürdürmüştür. Geçmiş haksız ve zalim asırların intikamını alırcasına o, yaratı­ lış gayesi ve ruhi yeteneklerinin ötesindeki şeyleri bile istemiş­ tir. Kadın bu mücadelesinde erkekle mutlak eşitliği talep etmiş ve bunun teminatı olarak da siyasi haklarını kabul ettirmiştir. 267 İslam ülkelerindeki kadın hakları mücadelesine gelince, bu daha çok Batı özentisi doğrultusunda gelişme göstermiştir. Tarih boyqnca siyasetle uğraşan, orduları ve devletleri ida­ re eden kadınlar vardır. Bunların örneklerine İslam aleminde de raslanır1 • Fakat bugünkü boyutlarıyla siyasi haklara sahip ola­ bilmek için kadının çetin mücadeleler vermesi gerekiyordu. Bu mücadele kadın için olduğu kadar erkek için de bahis konusu­ dur, erkeğin de siyasi hak elde etme mücadelesi az değildir. Burada üzerinde önemle durulması gereken nokta kadınla­ rın siyasi hakları elde etmeleri ve siyasetle uğraşmalarından zi­ yade, onların, gerçekte bu hayattan hoşlanıp hoşlanmadıkları ve bu haklara sahip olduktan sonra da mutlu olup olmadıklarıdır. Çok dikkatli bir ilim zihniyetiyle kadın psikolojisini inceden in­ ceye tetkik ettiği kabul edilen Madam Gina Lombroso'nun tah­ lillerine dayanarak konuyla ilgili olarak yapılan açıklamaları aynen alıyoruz. "Bütün kadın psikolojisiyle uğraşanlar kadının siyasal iş­ lerden hoşlanmadığı düşüncesinde birleşmişlerdir. Bunun en bi­ rinci delili, kadılar tarafından yapılan muhtelif kurallarda mes­ lek, ücret, tahsil ve terbiye, din ve çocuk meseleleri üzerinde bir hayli münakaşalar yapıldığı halde finansal ve arsıulusal mesele­ lerle hiç uğraşmamaları ve hele hiçbir siyasal program üzerinde çalışmamalarıdır. Bilhassa saylav olmak hakkını kazanan muh­ telif millet kadınlarının hiçbir siyasal partide önder oldukla:.. görülmemiştir. Rusya'daki kadın gazeteleri kendi cinslerini si yasal işlere teşvik ettikleri halde daima zorlu bir mukavemetle karşılaşmışlardır. Umumiyetle tahsil gören serbest kadınların güzel san'atlarla, şiirle, roinan, müzik ve terbiye, ahlak ve dinl-� uğraşanları tarih, coğrafya ve ekonomik bilgilerle uğraşanların-· dan pek fazladır. 1. bk. Bahriye Üçok, İslam Devletlerinde Kadın Hükümdarlar, Ankara 19· muhtelif yerler. 268 "Madam Gina Lombroso bizzat İtalya'da (L'Associazione­ divulgatrice Donne Italiane) adlı bir kurul tesis etmiş ve İtalyan kadınlarında siyasal ihtiraslar uyandırmak için bir hayli teşeb­ büslerde bulunduğu halde muvaffak olamamıştır. Hatta bu hu­ sustaki kurulun neşrettiği kitaplar, risaleler... satın alınmadan geri gelmiş, fakat aynı kadınlar psikoloji, fılozofi gibi daha çok zor olan genel kültür mevzularıyla büyük bir hırsla ilgilenmiş­ lerdir. Almanya'da da aynı neviden bir kadın kurulunun yapmış olduğu tecrübeler de bu neticeyi vermiştir. Ve hemen seçmek ve seçilmek hakkını haiz olan yerlerde kadınların pek azı bu seçme hak ve ödevini kullanmışlardır. Mesela İtalya'da 60.000 kadar nüfusu olan şehirlerde iki, azami üç binden fazla kadın seçime iştirak etmemiştir. Hatta bazı İtalyan şehirlerinde buna iştirak edenler hiç yok derecede az olmuştur. Biz burada bunun sebeplerini sayacak değiliz. "2. ,., Demek ki siyasi haklara kavuşmuş olmak, kadın için, hak­ larını elde etmesinin zirve alameti olması bakımından önem ta­ şıyan bir şey ise de uygulamada kadına mutluluk getiren bir nesne değildir. Erkeğe nisbetle farklı bir ruhi yapıya sahip bulunan kadın, gösterişe ve kendisine itibar edilip önemsenmeye erkekten çok daha meyillidir. Bundan dolayıdır ki, bilginlere göre, siyasi işle­ re karışmış olan kadınlar daha çok gördükleri saygı ve şerefleri­ ne yapılan nümayişlerden aldıkları zevk için bu işe katılmışlar­ dır. Yoksa siyasi faaliyet gösterme arzu ve ihtiyacından değil. "Bir kadını zemmeden adam, hangi uzvi ve ruhi meziyetle­ re malik olursa olsun kadın için iğrenç bir mahluktur. Ve onu hiçbir gün affedemez. Fakat onu metheden, takdir eden adam da ne kadar aşağı durum ve düzeyde olursa olsun kadın için aziz bir mahluk haline gelir.. 2. Cemil Sena Ongun, Yeni Kadın, s. 61-62. 269 "Fikirler, kadınların dimağına değil, kalbine işlerler. Ve bu yoldan onlara tesir ederler. Bitaraf olamamak, teessürden hoş­ lanmak, muhake.meden ziyade duyguları ile hareket etmek, re­ kabetin bütün ahlakı ve ameli aksiyonlarına, nihayet sezişe da­ yanan bir istikamet verir. Ve bu seziş gereklidir, yanlış ôlsa bile onlara düşündükleri ve yaptıkları işin doğru olduğu kanaatini verir. Kadının inatçılığı ve muhatabını dinleyememek zaafı bu­ radan gelir. Karşısındakinin ancak kendi işine ve temayülüne uygun olan sözlerini işitir ve tenkit olunmaktan daha büyük bir fenalık tanımaz. Ve kendisini tenkit etmiş olanları da hiçbir va­ kit affetmez. Kendi nefsine itimat ve tarafgirlik kadını hoş gör­ meden tamamen uzaklaştırır. Bu teessür, onları tedricen kendi­ lerine bağlı olanlara karşı istibdat ve otorite tesis etmeye sevke­ der. Erkek düşünmek itiyadını kazandığı için daima şüphe eder. Fakat kadın gibi şüpheleri üzerinde devam etmez. Kadın daiını bir eminyetsizlik, itimatsızlık ve etrafındakilerin kendisiyle olan ilgisinde bir gevşeklik hisseder. Vehayut böyle bir halin vuku bulup bulmamakta olduğunu kontrol edip durmak azabiyle ka­ rarsız bir halde bulunur. Kadının hemen daimi olan hoşnutsuz-. luğu, eksikliği ve titizliği bi.ı şüpheler de saklıdır. "3. Kadın psikolojisi hakkında yapılan bu tahliller, onun bil­ hassa zamanımızda hayli maceralı bir iş haline gelmiş bulunan siyasetle doğrudan doğruya ve ciddi bir şekilde meşgul olmaya, yaratılışı itibarıyla elverişli olmadığını açıkça ifade etmektedir. Bugün, birçok meınleketlerde kadının siyası haklan erkek­ lerinkinden farksız bir şekilde tanınmış bulunmaktadır. Fakat realitede görüyoruz ki kadın olsa olsa, bir dereceye kadar seçme hakkını kullanmaktadır. Seçilen ve seçildikten sonra da siyaset alanında büyük işler gören kadınlar yok de.necek kadar azdır. Evet, milletvekili veya senatör seçilen kadınlar var. Hatta devlet 3. Yeni Kadın; s. 69, 76. 270 reisliği, başbakanlık veya bakanlık makamını işgal edenler de mevcut. Fakat bunlar daha ziyade bu makamları sembolik ola­ rak işgal etmekte, asıl işleri etraflarındaki erkekler yürütmekte­ dir. Bu uygulama da kadının siyaset alanında nazım bir rol oy­ nayamadığını gösterir. İSLAM HUKUKUNDA KADININ SİYASİ HAKLARI Kadının siyasi haklarına dair Kur'an-ı Kerim'de açık be­ yanlar yoktur. Ancak konuya dolaylı olarak değinen bazı ayetler mevcuttur. Gerek Kur'an ve sünnetteki deliller, gerek İs­ lam'ın ilk devrelerdeki uygulamaları çeşitli şekillerde yorumlan­ dığı için birbirinden farklı sonuçlara varılmıştır. Kadının siyasi hakları hususunda ortaya çıkan üç görüş vardır: ,' 1. Devlet reisliği de dahil, kadın bütün siyasi haklara · sahiptir. . r 2. Kadın hiçbi siyasi hakka salµp değildir. 3. Seçilmeye değil sadece seçll)e hakkına sahiptir. Şimdi bu görüşleri sırasıyla açıklamaya çalışalım. Devlet Başkanlığı: "Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirinin dostları ve yardımcılarıdır. Onlar iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar... 114 Bu ayet-i kerimede "emir bi'l-ma'ruf, nehiy ani'l­ münker (iyiliği emretmek, kötülükten vazgeçirmeye ça4şmak) görevini mümin erkekler gibi, mümin kadınların da yerine geti­ rebileceği ifade edilmektedir. Devlet başkanlığı da dahil olmak 4.et-Tevbe, 9nı. 271