đsta bul đlđ dekđ kro đk hemodđyalđz hastaları da tüberküloz

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKALIĞI
HASEKĐ EĞĐTĐM VE ARAŞTIRMA HASTAESĐ
4.DAHĐLĐYE KLĐĐK ŞEFĐ
AĐLE HEKĐMLĐĞĐ
GEEL KOORDĐATÖRÜ
Doç. Dr. Mustafa Yenigün
5.DAHĐLĐYE
KLĐĐK ŞEFĐ
Uzm. Dr. Fuat Şar
ĐSTABUL ĐLĐDEKĐ KROĐK HEMODĐYALĐZ
HASTALARIDA TÜBERKÜLOZ PREVELASII
DEĞERLEDĐRĐLMESĐ
Tez Danışmanı: Uzm. Dr. Savaş Öztürk
DR.ÜMĐT AVŞAR
AĐLE HEKĐMLĐĞĐ UZMALIK TEZĐ
ĐSTABUL 2009
T.C.
SAĞLIK BAKALIĞI
HASEKĐ EĞĐTĐM VE ARAŞTIRMA HASTAESĐ
4.DAHĐLĐYE KLĐĐK ŞEFĐ
AĐLE HEKĐMLĐĞĐ
GEEL KOORDĐATÖRÜ
Doç. Dr. Mustafa Yenigün
5.DAHĐLĐYE
KLĐĐK ŞEFĐ
Uzm. Dr. Fuat Şar
ĐSTABUL ĐLĐDEKĐ KROĐK HEMODĐYALĐZ
HASTALARIDA TÜBERKÜLOZ PREVELASII
DEĞERLEDĐRĐLMESĐ
Tez Danışmanı: Uzm. Dr. Savaş Öztürk
DR.ÜMĐT AVŞAR
AĐLE HEKĐMLĐĞĐ UZMALIK TEZĐ
ĐSTABUL 2009
-1-
ÖNSÖZ
Asistanlık eğitimim boyunca her türlü desteğini esirgemeyen,
hekimlik onurumuzu yücelten Aile Hekimliği Genel Koordinatörü
ve 4.Đç Hastalıkları Klinik Şefi Doç. Dr. Mustafa YENĐGÜN’e, Đç
Hastalıkları rotasyonumuz süresince bizlerin daha iyi olmamız
için engin ve en taze bilgilerini cömertçe sunan 5.Đç Hastalıkları
Klinik Şefi Uzm. Dr. Fuat ŞAR ve Nefroloji Klinik Şefi Doç. Dr.
Rümeyza KAZANCIOĞLU’na, tez çalışmalarım boyunca emek ve
bilgi desteğiyle sonuca ulaşmamda büyük katkısı olan Nefroloji
Uzmanı Dr. Savaş ÖZTÜRK’e, Pediatri Klinik Şefi Prof. Dr. Murat
ELEVLĐ’ye,
1.Cerrahi
Yardımcıları
Doç.
Şef
Dr.
Vekili
Doç.
Haldun
Dr.
SUNAR
Đ.Sefa
ve
Op.
TÜZÜN’e,
Şef
Dr.Muzaffer
AKINCI’ya, Kadın Hastalıkları ve Doğum Klinik Şefi Op. Dr. Ahmet
ÇETĐN’e,
Başasistan
mütevaziliğiyle
Op.
Dr.
Cem
DANE’ye,
gönüllerimize
taht
kuran
engin
Prof.
Dr.
bilgi
ve
Mazhar
Osman B.R.S.H.H. 12.Psikiyatri Klinik Şefi Uzm. Dr. Latif R.
ALPKAN’a ve birlikte çalıştığımız tüm doktor, hemşire ve yardımcı
personele, sevgili eşim Dr. Ü. Zeynep AVŞAR’a ve değerli aileme
teşekkürü bir borç bilirim.
Dr. Ümit AVŞAR
ISTANBUL 2009
-2-
KISALTMALAR
ACE
: Anjiyotensin konverting enzim
ANA
:Antinükleer antikor
APD
: Ayaktan periton diyalizi
ARB
: Anjiyotensin reseptör blokörü
ÇĐD-TB
: Çok ilaca dirençli tüberküloz
CrCl
: Kreatinin klirensi
DGTS
: Doğrudan Gözetimli Tedavi Stratejisi
FMF
:Ailevi Akdeniz ateşi
GFH
: Glomerular filtrasyon hızı
HDL
:Yüksek yoğunluklu lipoprotein
HIV
:Đnsan immun yetmezlik virüsü
IDL
:Orta yoğunluklu lipoprotein
KBH
:Kronik böbrek hastalığı
KBY
:Kronik böbrek yetmezliği
KKY
:Konjestif kalp yermezliği
LDL
:Düşük yoğunluklu lipoprotein
MDRD
:The Modification of Diet in Renal Disease
NKF-KDOQI :National Kidney Foundation
PCR
: Polimeraz zincir reaksiyonu
PTH:
:Parathormon
RRT
:Renal replasman tedavisi
SAPD
:Sürekli ayaktan periton diyalizi
SLE
:Sistemik lupus eritematozis
TSN
:Türk Nefroloji Derneği
USG
:Ultrasonografi
USRDS
:United States Renal Data System
VLDL
:Çok düşük yoğunluklu lipoprotein
-3-
ĐÇĐDEKĐLER
GĐRĐŞ ve AMAÇ……………………………………………………
5
GEEL BĐLGĐLER………………………………………………..... 6
MATERYAL VE METOD………………………………………..
21
BULGULAR……………………………………………………….. 24
TARTIŞMA ve SOUÇ…………………………………………… 31
ÖZET………………………………………………………………. 36
KAYAKLAR……………………………………………………..
37
-4-
GĐRĐŞ ve AMAÇ
Kronik böbrek hastalığı(KBH), giderek artan sıklığı, yol açtığı yüksek morbidite ve
mortalite oranları, yüksek tedavi maliyetleri, hayat kalitesini ciddi olarak etkilemesiyle önemli
bir halk sağlığı sorunudur. Ülkemizde ise Türk Nefroloji Derneği Böbrek Kayıt Sistemi’nden
elde edilen verilere göre renal replasman tedavisi gerektiren kronik böbrek yetmezlikli (KBY)
hasta sayısı 40.000’i geçmiştir. Prevelansı yüz binde 50 civarında ve yıllık artış hızı % 12 dir
(1). Günümüzde kronik böbrek yetmezliği ve bu hastalarda görülen enfeksiyonlar sık
mortalite ve morbidite nedenleri arasındadır(2). Tüberküloz ise özellikle gelişmekte olan
ülkelerde en önemli sağlık problemlerinden birisidir(3). Kronik böbrek hastaları ve
hemodiyaliz tedavisi görmekte olan hastalarda, immün sistem baskılanmış olduğundan bu tür
hastalarda gerek sıklık, gerek tanı koymadaki zorluklar, gerek tedavi güçlüğü ve gerekse de
komplikasyon açısından tüberküloz, önemli bir problemdir(4). Renal replasman tedavisi
(RRT) altındaki hastalarda, kendi genel popülasyonlarına göre tüberküloz sıklığı 6.9 – 16 kat
daha fazladır (5,6). Kardiyovasküler hastalıklardan sonra ikinci sırada ölüm nedenidir.
Ülkemizde hemodiyaliz hasta popülasyonunda tüberküloz ile ilişkili olarak yapılmış çalışma
sayısı çok az olup Đstanbul bölgesiyle ilgili yapılmış geniş ölçekli çalışma bulunmamaktadır.
Bu amaçla biz Đstanbul ilinde hemodiyaliz tedavisi görmekte olan hastalarda pulmoner ve
ekstra-pulmoner tutulumlu tüberkülozun prevelansını araştırmayı amaçladık.
-5-
GEEL BĐLGĐLER
Kronik Böbrek Hastalığı Tanımı ve Evreleri
Kronik böbrek yetmezliği(KBY), değişik hastalıkların sebep olduğu nefronların
kronik, ilerleyici ve geri dönüşümsüz kaybıyla karakterize olan bir nefrolojik sendromdur.
Glomerular filtrasyon hızındaki (GFH)azalmanın süresi 3 ay veya daha uzundur. Glomerular
filtrasyon hızı, aylar ve yıllar içinde giderek azalır. Glomerular filtrasyon hızındaki bu azalma
altta yatan asıl hastalığa ve hastadan hastaya değişkenlik gösterir. Kronik böbrek yetmezliği
olan bir hastada,3 aydan fazla devam eden azotemi, uzun süreli üremik bulgu ve belirtiler,
renal osteodistrofi belirti ve bulguları, anemi, ,hiperfosfatemi, hipokalsemi, idrar
sedimentinde geniş silendirler ve her iki böbrekte de radyolojik olarak küçülme kronik
hastalığın göstergeleridir ve bu bulgularla akut böbrek yetmezliğinden ayrılır(7).
2002 yılında kronik böbrek yetmezliği ve kronik böbrek hastalığında terminolojide
birlik sağlanması amacıyla Amerikan Ulusal Böbrek Kurumu Diyaliz Kalite Đnisiyatifi
(National Kidney Foundation , (NKF-KDOQI), Kronik böbrek hastalığının tanımı ve
evrelendirilmesinde kullanılmak üzere bazı kriterler önermiştir. NKF kılavuzu, renal hasarın
en başından itibaren tüm hastalık dağılımını tanımlamak için ‘kronik böbrek hastalığı’(KBH)
teriminin kullanılmasını tavsiye etmektedir. Kronik böbrek hastalığı, altta yatan böbrek
hastalığının etyolojik sebebi ne olursa olsun, en az 3 ay veya daha fazla süren objektif böbrek
hasarı ve/veya GFH’nin 60ml/dk/1.73 m2’nin altına düşmesi durumu olarak tanımlanmaktadır
(Tablo 1).
-6-
Kronik böbrek hastalığında hastalığa ait deliller yapısal veya fonksiyonel olabilir.
Öyle ki bunun için kan, idrar, görüntüleme yöntemleri ve hatta böbrek biyopsisi yapılarak
hastalığın özelliği ve derecesi anlaşılabilir. Hastalığın derecesi hiç semptom vermeden,
böbrek fonksiyonları iyi korunmuş ilk evre hastadan, artık renal replasmana ihtiyaç duyacak
kadar ilerlemiş olan son evre hastaya kadar değişebilir. Proteinüri glomerüler bozuklukla
sonuçlanabilen renal hasarın en sık bulunan ve basit bir idrar testiyle dahi anlaşılabilen bir
göstergesidir. Yine idrar sedimentinde anormal bulgular da böbrek hasarının kanıtlarındandır.
Tablo 1.Kronik Böbrek Hastalığının Tanımı (8,9)
Kriterler
1) 3 ay ve daha uzun süredir var olan ve böbreğin yapısal veya fonksiyonel
bozuklukları ile tanımlanan, GFH’nin normal veya azalmış olduğu aşağıdaki durumlardan
herhangi birisi ile kendini gösteren böbrek hasarı
- Patolojik değişiklikler veya
- Böbrek hasarının belirleyicileri, örn. kan ve idrar değerlerinde bozukluk, veya
görüntüleme testlerinde anormallik olması
2) Böbrek hasarı olsun ya da olmasın GFH’nin 3 ay veya daha fazla süreyle
60ml/dk/1.73 m2 veya daha düşük olması
NKF-KDOQI, Tablo 1’de de belirtildiği üzere 3 ay veya daha uzun bir sürede böbrek
hasarına ait bulgu olsun veya olmasın GFH’nın 60 ml/dk/1.73 m2’nin altına düşmesini KBH
olarak tanımlamaktadır.
Kronik böbrek hastalığının takip ve evrelendirilmesinde tanımdan da anlaşılacağı
üzere GFH en temel göstergedir. GFH’nin hesaplanmasında inülin klirensi altın standart
olarak nitelenmesine rağmen klinik uygulama güçlüğü nedeniyle pratikte serum kreatinin
değerinin kullanıldığı formül kullanılır. Bu formülle GFH hesaplanırken cins, yaş ve ırk
dikkate alınır. En sık kullanılan kreatinin klirensi formülü ise Cockcroft-Gault formülüdür.
Kreatinin klirensi (CrCl): (140-Yaş) x (Vücut ağırlığı)/72 x (serum kreatinini)
x0.85 (Bayanlar için)
GFH değeri evre 2 ve daha ileri evrelere uyan hastalarda daha doğru sonuç verdiği için
MDRD (The Modification of diet in renal disease) formülünün uygulanmasının rutin
kullanılması
önerilmektedir
(11).
MDRD
formülü
4
ve
6
değişkenli
olarak
-7-
hesaplanabilmektedir. Bazı çalışmalarda her iki formülün de % 97 senstivitesi bulunmuştur.
Buna karşın Cockcroft-Gault formülünün senstivitesi % 85 olarak değerlendirilmiştir (11).
Kronik böbrek hastalığında evrelendirme GFH’ye göre yapılır.
Evre 1’de GFH iyi korunmuştur ancak böbrek hasarı mevcuttur. Albüminüri,
proteinüri gibi bulgular veya görüntüleme metodlarında tespit edilen değişiklikler mevcuttur.
Mesela GFH 90 ml/dk/1.73 m2‘nin üzerinde olan ve mikroalbüminürisi (idrarda 30-300
mg/gün protein atılımı) olan bir diyabetik hasta evre 1 olarak tanımlanabilir.
Evre 2’de böbrek hasar ve GFH’nin hafif azalmasının birlikte olması gerekir (60-89
ml/dk/1.73 m2)
Evre 3’de GFH’nda orta derecede azalma durumu mevcuttur. (30-59 ml/dk/1.73 m2)
Evre 4’de GFH’nda ağır derecede bir azalma mevcuttur. (15-29 ml/dk/1.73 m2)
Evre 5’de GFH hızı 15 ml/dk/1.73 m2’nin altına düşmüştür ve son dönem böbrek
yetmezliği olarak adlandırılan aşamadır. Hastaya artık renal replasman tedavileri olan
hemodiyaliz, periton diyalizi veya renal transplantasyon gerekmektedir.(Tablo 2)Kronik
böbrek hastalığının evrelendirilmesi hastaların takip ve tedavilerinde ortak bir terminoloji
olması açısından önemlidir ve sübjektifliği en aza indirir. Her evre için ayrı bir klinik
uygulama programı KDOQI tarafından tavsiye edilmektedir.
Tablo 2: Kronik böbrek hastalığının evreleri
Evre
1
Tanım
Normal veya artmış GFH ile
GFH(ml/dk/1.73m2)
> 90
birlikte böbrek hasarı
2
Hafif azalmış GFH ile
60-89
birlikte böbrek hasarı
3
Orta derecede azalmış GFH
30-59
4
Ağır derecede azalmış GFH
15-29
5
Böbrek yetmezliği
< 15(veya diyaliz)
(son dönem)
.
.
Kronik böbrek hastalığı, 3 ay veya daha uzun süren böbrek hasarı veya GFH’nin <60ml/dk/1.73m2
olması olarak tanımlanır. Böbrek hasarı ise patolojik anormalliklerin veya kan, idrar testleri
anormallikleri ve görüntüleme çalışmalarını da içeren hasar belirteçlerinin varlığı olarak
tanımlanmaktadır.(12, 13)
-8-
ĐSĐDAS VE EPĐDEMĐYOLOJĐ
Kronik böbrek yetmezliği dünyada ve Türkiye’de önemli bir halk sağlığı problemi
olarak karşımıza çıkmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nde 2001 yılı verilerine göre
96000’in üzerinde yeni hasta kaydedilmiştir.(USRDS 2001). Ülkemizde ise Türk Nefroloji
Derneği Böbrek Kayıt Sistemi’nden elde edilen verilere göre evre 5 hasta insidansı ve nokta
prevelansında belirgin artış gözlenmiştir. 1995 yılında diyaliz hasta sayısı 8316, nokta
prevelans 109 iken, 2007 Registry verilerine göre diyaliz hasta sayısı 40309 (sadece
hemodiyaliz erişkin ve çocuk), nokta prevelansı 709’dur. Ülkemizdeki bu belirgin artışın
nedeni olarak genel popülasyondaki yaş oranının artması ve tip ll diyabetin epidemi haline
gelmesi gösterilmektedir (14). Ayrıca son yıllarda izlenen sağlık politikaları nedeniyle
biyokimyasal testlerin sağlık ocaklarında da rutin yapılır hale gelmesinin bir neticesi olarak
hekim ve hastaların kronik böbrek hastalıkları hakkındaki farkındalıkları ve bir üst basamağa
dolayısıyla kronik böbrek hastalarının takip ve tedavisini en iyi şekilde yapacak olan nefroloji
hekimine sevk edilmesi de artmıştır. Bu da renal replasman tedavisi alan hasta sayısındaki
artışın bir başka nedeni olabilir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan çalışmalarda KBH’nın görülmesi ve son
dönem böbrek yetmezliğine ilerlemesinde etnik ve ırksal farklılıklar kaydedilmiştir. Genetik
faktörlerin yanı sıra erkek cinsiyet ve ilerlemiş yaş da kronik böbrek yetmezliği için risk
faktörü olarak değerlendirilmektedir. Hipertansif ve diyabete sekonder gelişen kronik böbrek
yetmezliğinin dahi genetik farklılıklar gösterdiği ve siyah ırkta daha fazla olduğu (ABD’de)
gözlenmiştir (15).
-9-
ETYOLOJĐ
Kronik böbrek yetmezliğine neden olan etyolojik faktörler çeşitlilik göstermektedir.
ABD’de USRDS verilerine göre son dönem böbrek yetmezliğine sebep olan 50 farklı neden
bildirilmiştir.2003 de yayınlanan hastalık nedenleriyle ilgili daraltılmış aramada ICD 9 da
bulunan hastalıklar form halinde yayınlanmıştır (16). Eskiden kronik böbrek yetmezliğine
neden olan en bilinen neden glomerülonefritlerken, bugün diyabetik ve hipertansif
nefropatiler ilk sırayı almıştır. USRDS verilerine göre bildirilen 50 farklı KBY nedeninde ilk
nedenler sırasıyla diabetes mellitus, hipertansiyon ve glomerulonefritlerdir.
Ülkemizde ise kronik böbrek yetmezliğine sebep olan ilk üç neden diyabet (% 27.7),
hipertansiyon (% 23.1), kronik glomerulonefritler (% 10.6) olarak tespit edilmiş ancak TSN
Registry 2007 de hipertansiyonun oranıyla alakalı’ Burada görülen hipertansiyonun tür olarak
primer değil, kronik böbrek yetmezliğine bağlı oluşan sekonder hipertansiyon olduğuna dair
kuvvetli şüpheler vardır’ şeklinde dipnot düşülmüştür (14).
Polikistik böbrek hastalıkları, piyelonefritler, amiloidoz, hafif zincir hastalığı,
miyelom böbrek, analjezik nefropatisi, tıkanma nefropatileri (taşlar, BPH) renal vasküler
hastalık, diğer nedenler, etyolojisi bilinmeyen, bilgi olmayan hastalar şeklinde diğer etyolojik
nedenler sıralanmıştır (14, 17).
KROĐK BÖBREK YETMEZLĐĞĐDE RĐSK FAKTÖRLERĐ
Değiştirilemeyen risk faktörleri olarak, cinsiyet, ırk ve yaş başta gelmektedir. Yaş
ilerledikçe diyabet ve hipertansiyon sıklığı atmakta bunlar da kronik böbrek yetmezliğinin ilk
iki sebebi olduğu için yaş faktörü önümüze önemli bir değiştirilemeyen risk faktörü olarak
çıkmaktadır. Kadınlar daha fazla diyabetes mellitus tip ll, SLE, intersitisyel nefrit, hemolitik
üremik sendrom gibi kronik böbrek yetmezliğiyle sonuçlanabilecek hastalıklara daha
yatkındırlar. Irk ve genetik hastalıkların sebep olduğu böbrek yetmezlikleri arasında Alport
sendromu, polikistik böbrek hastalığı, orak hücreli anemi, ailevi Akdeniz ateşi, Fabry
hastalığı, medüller sünger böbrek gibi hastalıklar sayılabilir.
- 10 -
Değiştirilebilen risk faktörleri arasında dikkatli tedaviyle kronik böbrek yetmezliğine
gidiş önlenebilecek olan iki önemli hastalık hipertansiyon ve diyabettir. Bunların yanı sıra
analjezik kullanımı, multipl miyelom gibi maligniteler, hepatit, vaskülit, analjezik kullanımı,
sigara, masif obezite gibi nedenler değiştirilebilir nedenler arasında sayılmaktadır.(18)
KROĐK BÖBREK YETMEZLĐĞĐDE KLĐĐK ÖZELLĐKLER
Üremik hastalarda renal tübüluslarda üre ve diğer ozmotik moleküller glomerüler
filtratın reabsorbsiyonunu azalttığı için ozmotik diüreze yol açarlar. Üremi arttıkça hastaların
idrarı konsantre etme yeteneği de azalır ve böbrek yetmezliği ilerledikçe izostenürik idrar
dediğimiz idrar osmolaritesinin idrar osmolaritesiyle eşit olduğu durum ortaya çıkar.
Böbreğin idrarı konsantre etme yeteneğinin bozulmasının sebepleri şöyle özetlenebilir. Bir
kısım nefronların kaybı sonrası sağlıklı nefronlarda artan solüt yükünün etkisi, böbrek
medüllasındaki interstisyel solütlerin medüller fonksiyonu bozması, medüller kan akımında
bozulma, ADH (antidiüretik hormon)’a olan hassasiyetin bozulması ve bunun sonucunda
idrar ozmolaritesinin 300 mosmol/kg H2O olması. Bu dönemlerde hastalara sıvı replasmanı
ve bunun da hassas bir şekilde yapılması gerekir. Sıvı miktarı fazla olursa hastalar çarçabuk
konjestif kalp yetmezliğine girebilirler. Aynı şekilde sıvı miktarı az tutulursa bu kez de sıvı
açığı olmasına karşın diürezin devam etmesi sonucu dehidratasyona girebilirler.
Tek nefrona düşen GFH’nin artması sonucu KBY sürecindeki hastalarda bir miktar Na
kaybı vardır, ancak bu değişkenlik gösterebilir. Hasta normal diyet almasına rağmen ödem,
konjestif kalp yetmezliği ve hipertansiyon gibi hipervolemi bulguları yoksa tuz kısıtlaması
gerekmez. Bu tür hastalarda hastalık daha çok tübülo-interstisyel sistemi tutmuştur. Bunlarda
tuz kaybı hesaplanıp hastanın hiponatremiye girerek GFH’nın iyice düşerek son döneme
ilerlemeleri yavaşlatılmalıdır. Hastalığın ileri dönemlerindeyse tuz atılımı azaldığı için iyi
takip edilip sıvı yüklenmesinden ve KKY’den hasta korunmalıdır (1, 18, 21).
Đnsan vücudunda potasyum yükünü böbrekler dengeler. Çünkü potasyum itrahının
%80’i idrarla olur. Ancak 450-500 ml/gün idrarın atılabildiği yani GFH’nın 5 ml/dk/1.73m2’
nin altına indiği zamanlar hiperpotasemi riski belirir ve diyetle alım kısıtlanmalıdır. Ayrıca;
hemolitik olaylar, infeksiyon ve yanık gibi hücre yıkımının arttığı durumlar, ezilme (crush),
postoperatif dönemler, aşırı egzersiz yapılması, gastrointestinal sistem kanamaları gibi doku
- 11 -
yıkımının çok olduğu durumlar, metabolik asidoz, sodyumu azaltılmış potasyum oranı fazla
olan diyet tuzların kullanılması, potasyum tutan diüretikler, ACE inhibitörleri, prostaglandin
sentetaz inhibitörleri gibi ilaçlar hiperpotasemi riskini artırırlar.
Kreatinin klirensinin 30 ml/dk’nın altına düştüğü durumlarda böbrekten atılan H+
atma kapasitesinin endojen ve eksojen asit yükünü karşılayamaz hale gelmesiyle asidoz
oluşmaya başlar. Kan pH’sının düşmesiyle solunum hızlanır aynı zamanda derinliği de artarak
Kussmaul solunumu dediğimiz durum ortaya çıkar. Serum bikarbonatı 21 mmol/L’nin altına
düşerse anti asidotik tedavi başlanmalıdır.
Kronik böbrek yetmezliği olan hastalarda protein metabolizmasının son ürünü olan
üredeki artış ile daha çok iskelet kası kaynaklı yıkım ürünü kreatinindeki artış arasında 8’e 1
gibi bir oran vardır ve üre 80 mg olan bir hastada kreatinin yaklaşık olarak 10 mg
civarındadır. Aşırı protein alımı ve hiperkatabolik durumlarda bu oran üre lehine, açlık ve az
protein alınan durumlarda kreatinin lehine artar. Bu sebeple kronik böbrek yetmezliği olan
hastalarda böbrek fonksiyonlarının ani bozulmalarının nedenini anlamak ve tedaviyi buna
göre yönlendirmek için kreatinin ve üre aynı zamanda birlikte ölçülmelidir.
Kronik böbrek yetmezlikli hastalarda biriken diğer üremik toksinlerden bazıları ise
guanidine, guanidinosuksinikasit, metilguanidindimetilguanidin, üreat, triptofan, tirozin,
fenilalanin
gibi
toksinlerdir.
Bunların
hasta
üzerindeki
klinik
etkileri
yeterince
çalışılamamıştır.
KBY’de biriken bir başka metabolit ise ürik asittir. Protein kısıtlamasıyla makul
seviyelerde tutulabilir anca serum düzeyi 10 mg/dl’yi aşmışsa, gut belirtileri varsa allopurinol
ile tedaviye başlanabilir. Allopurinolde doz ayarlaması önemlidir.
KBY sürecinde ve renal replasman tedavisi alırken bile karşılaşılan en önemli
sorunlardan birisi de kalsiyum-fosfor dengesinin bozulması ve parathormon düzeyindeki
artışlardır. GFH’deki düşüşle birlikte renal tübüllerden itrah edilen fosfor miktarı azaldığı için
kan düzeyi yükselir, buna mukabil kandaki kalsiyum değeri düşer, serum iyonize
kalsiyumunun düşmesi ise PTH’nın artmasına buna bağlı idrarda fosfor atılımının artmasına
sebep olur. Böylece kalsiyum ve fosforun serum seviyeleri stabil tutulmaya çalışılır. Hasta
evre 4 civarına gelince bu sistem yetersiz kalır ve serum fosfor düzeyi artmaya başlar.
Böbrekte sentezlenen 1-25 dihidroksikolekalsiferol de azaldığı için intestinal kalsiyum
emilimi azalacak ve hastalarda hipokalsemi oluşacaktır. PTH’nın aşırı yapımı sonucu fazla
miktarda kemik yıkımı oluşur ve renal osteodistrofi kaşımıza çıkar. Hastaların fosforu diyetle
- 12 -
alınan fosfor bağlayıcılarla düşürülmeli ve daha sonrasında ihtiyacı olan D vitamini ve
kalsiyum verilmelidir. Aksi halde damar cidarları, periartiküler bölgelerde, yumuşak
dokularda dahi metastatik kalsifikasyonlarla karşılaşılabilir ki, birçok diyaliz hastasının
telekardiogramlarında
kalp
kapakçıklarında
ring
şeklinde
kalsifikasyonları
görmek
mümkündür.
Kronik böbrek yetmezliği hastalarında önemli sorunlardan bir tanesi de anemidir.
Anemi çeşitli nedenlere bağlıdır. Başlıca neden böbrek tübül hücreleri tarafından salınan
eritropoietin hormonunun yapımındaki yetersizliktir. Diğer bir neden ise plazmadaki üremik
toksinlerin yüksek oranda bulunmasıdır. Üremik toksinler normal insanlarda 120 gün olan
eritrosit yaşam süresini kronik böbrek yetmezlikli hastalarda 70-80 güne kadar düşürmektedir.
Ayrıca kemik iliğine de toksik etki göstererek eritropoietinin kemik iliği üzerindeki
eritropoietik etkisini baskılayarak eritrosit üretimini azaltmaktadır. Başka bir neden ise
sekonder hiperparatiroidizmden kaynaklanan kemik iliğinde meydana gelen fibrozis artışıyla
eritropoiezin azalmasıdır. Bu durum paratiroidektomi yapılan KBY’li hastalarda aneminin
izafi olarak düzelmesinde gözlenmektedir.
KBY’li hastaların gastrointestinal sisteminden demir emilimi de azalmıştır. Diyetteki
kısıtlamalar, fosfat bağlayıcı antiasitler bunun başlıca sebeplerindendir. Bunun için fosfor
bağlayıcı antiasitlerle demir preparatları aynı anda kullanılmamalıdır.
Özellikle diyaliz hastalarında vitamin B12 ve folik asit gibi suda eriyen vitaminlerin
kaybına bağlı makrositer anemi görülür. Anemi bazen hipersplenizme bağlı da olabilir.
Hemodiyaliz hastalarında diyalizat suyunda alüminyum miktarının fazla olmasına bağlı
gelişen toksisiteyle kemik iliği fibrozisi sonucu mikrositer anemi görülebilir. Yine diyalizatta
kloramin, bakır, çinko, klor miktarı fazla olabilir. Bunların toksik etkisiyle de anemi
görülebilir. Hastaların kan hemoglobilin değerinin 11-12 g/dl civarında tutabilecek miktarda
eksojen eritropoietin verilmesi gerekebilir. Kronik böbrek yetmezliği hastalarında hafif
trombopeni, görülebilir fakat bu fazla problem yaratmaz. Asıl sorun trombosit fonksiyon
bozukluğu olmasındandır. Trombositlerde dolaşımdaki üremik toksinler özellikle guanidino
süksinik asit, fenol, üre ve prostoglandinlere bağlı adezyon ve agregasyonu bozulmuş olup
kanama zamanları uzamıştır.
Üreminin düzeyi arttıkça kronik böbrek yetmezlikli hastalarda bulantı ve kusma
görülebilir. Bu daha çok sabahları görülür. Diyette protein kısıtlaması ile bu şikâyetlerde
azalma gözlenebilir. Kronik böbrek yetmezlikli hastalarda serum gastrin düzeyleri yüksek
- 13 -
bulunmaktadır. Bu da ülser görülme sıklığını artırmaktadır. Alınan ilaçlara bağlı konstipasyon
görülme sıklığı da artmıştır.
Kronik böbrek yetmezlikli hastaların en sık karşılaştığı problemlerden bir tanesi
hipertansiyondur. Genellikle sıvı yüklenmesine bağlıdır. Bunun sebebi ise böbreğin sodyum
itrahını tam olarak yapamamasıdır. Bir başka neden de renin sekresyonunun ve sempatik
aktivitede
artmaya
bağlı
vazokonstriksiyondur.
Böbreklerde
yapılan
vazodilatatör
prostoglandinler az üretildiği için bu döngüyü kıramamaktadır.
Volüm yüklenmesine bağlı sol ventrikül hipertrofisi ve sol ventrikül disfonksiyonu
görülme sıklığı artar. Bu oran diyaliz hastalarında yaklaşık %75’leri bulur. Volüm
yüklenmesinin yanında anemi, hipertansiyon, arteriyovenöz fistüller, ateroskleroz ve
miyokard da kalsifikasyonları da diğer nedenlerdendir. Yetersiz diyaliz, hiperparatiroidi, renal
osteodistrofi, anemi, hiperhomosisteinemi, kronik inflamasyon, endotel disfonksiyonu kronik
böbrek yetmezliğine özgü aterosklerozu artıran nedenlerdir. Acil diyaliz endikasyonu olan ve
fizik muayenede perikardiyal frotman sesinin duyulmasıyla tanı konan perikardiyal efüzyon
da görülebilecek kardiyovasküler problemlerdendir.
Mental konsantrasyon bozukluğu, baş dönmesi, uykusuzluk, baş ağrıları, ataksi,
flapping tremor, letarji, konvulziyon, kas spazmı, Cheyne-Stokes solunumu, uyku-apne
sendromu sık görülen nörolojik sorunlardandır. Periferik nöropati, duyu ve motor kusurları,
mesane atonileri, miyopati de görülebilir.
Gözde nistagmus, kırmızı göz, asimetrik pupil, bulanık görme, miyozis, bant
keratopati görülebilir. Üremide LDL ve IDL düzeyleri yüksek, HDL düşüktür. Aterogenetik
olan VLDL düzeyi yüksektir. Endokrin sistemde tiroid, büyüme ve üreme hormonlarında
ciddi etkilenme vardır. Üremik durum insülin salınımını da bozmuştur. Hastalar ürokromik
görünümde, cilt kuru, alerjik döküntüler fazladır. (1, 18, 21)
KROĐK BÖBREK YETMEZLĐĞĐDE TAI
Hasta değerlendirilirken etyolojiye yönelik değerlendirme tedavi stratejisi belirleme
açısından faydalıdır. Örneğin nefrotik sendrom, akut nefritik sendrom, enfeksiyonla tetiklenen
makroskobik hematüri öyküsü glomerüler hastalık belirtileridir. Prostatizm, ürolitiyazis,
analjezik kullanımı tübülointerstisiyel hastalık sebepleridir. Diyabet ve hipertansiyon
- 14 -
nefropati gelişiminde ilk iki sırayı almaktadır. FMF ve polikistik böbrek hastalığı gibi genetik
geçişli hastalıklarda hastanın yanı sıra ailesi de değerlendirilmelidir. Laboratuarda serum
elektrolitleri, üre, kreatinin, protein, albümin, fosfor, alkalen fosfataz, idrar mikroskopisi ve
analizi, 24 saatlik idrarda protein atılımı, spot idrarda protein kreatinin oranı bakılmalıdır.
Masif proteinüri glomerüler hastalığı düşündürmelidir. Serum kompleman düzeyleri ve ANA
bakılmalıdır. Kompleman düşüklüğünde membranoproliferatif glomerulonefrit ve lupus
nefriti akla gelmeli. Yine bunlarla ilişkili hepatit C ve B serolojileri taranmalıdır. HIV’e bağlı
glomerulopati
fokal
glomerulosklerozun
başlıca
nedenlerindendir.
Görüntüleme
yöntemlerinden USG’de böbrek taşları hidronefroz, polikistik böbrek hastalığı, kortikal skar
gösterilebilir. Bilateral küçülmüş böbrek boyutu genellikle kronik böbrek yetersizliğinde
görülür.(20). Bilgisayarlı tomografi çekilirken kontrast madde kullanılmamalıdır. Protein
elektroforezinde monoklonal pik tespit edilirse miyelom böbreği akla gelmelidir. Kemik iliği
incelemesi yapılmalıdır. Tanıyı kesinleştirmek için böbrek biyopsisi gerekli görüldüğü
taktirde yapılmalıdır.
TEDAVĐ
Böbrekte kalıcı fonksiyon bozukluğu geliştikten sonra bu hastaların çoğu zaman kesin
tedavisi olamamaktadır. Ancak genel tedavi ilkeleri şunlardır;
-Böbrek hasarı ve GFH azalmasına neden olan diğer tedavi edilebilir durumların
tedavisi
-Nefrotoksik olan ilaçların kullanımından sakınılması
-Đlerletici faktörlerin tedavi edilmesi
-Üremik komplikasyonların tedavi edilmesi
-Renal replasman tedavisi
Progresyonun yavaşlatılması için, diyette protein ve tuz kısıtlaması yapılır. Kan
basıncı kontrolü için ilk tercih ACE inhibitörleri olmalıdır. Yetmez ise diüretikler
eklenmelidir. Hala kan basıncı kontrol edilemezse ARB ya da non-dihidropiridin kalsiyum
kanal blokerleri ilave edilmelidir. Bununla da kan basıncı kontrolü sağlanmazsa kalsiyum
kanal blokeri ya da beta-bloker eklenmelidir. Günde 1gramın altında proteinüri varsa ACE ya
da ARB başlanmalıdır. 1 gramın üzerinde ise ACE inhibitörlerine ARB ya da ARB’ye ACE
- 15 -
inhibitörü eklenmelidir. Diyabet varsa hedef HbA1c %7’nin altında olmalıdır. Hiperlipidemi
kontrol edilmelidir. Sigara içimi yasaklanmalıdır (19).
Evre 4’e gelmiş hastalarda renal replasman tedavisi için hazırlıklar başlanmalıdır.
Hemodiyaliz için A-V fistül hazırlığı, periton diyalizi için periton kateterinin takılması,
transplantasyon düşünülen hastalar için ise hastanın ve donörün gerekli tetkik ve tahlilleri ve
hazırlıklarının yapılması gerekir. Hasta evre 5’e geldiğinde üremisi varsa renal replasman
tedavilerine başlanmalıdır. (24)
Transplantasyon
Transplantasyon renal replasman tedavileri arasında en iyi yaşam kalitesi sunan ve en
uzun yaşam beklentisi sağlaması nedeniyle en seçkin tedavi yöntemidir. Fakat ülkemizde
özellikle kadavradan yapılan böbrek nakillerinin çok düşük sayıda olması nedeniyle nakil
olabilecek birçok hasta diğer tedavilere devam etmek zorunda kalmaktadır.
Periton Diyalizi
Periton diyalizi periton boşluğu ve zarından yararlanılarak gerçekleştirilen bir diyaliz
yöntemidir. Burada amaç peritoneal kapiller kan ile periton boşluğuna doldurulan diyalizat
arasına semi-permeabil periton membranı aracılığıyla solid ve sıvı değişiminin sağlanmasıdır.
Periton diyaliz tekniği basit olup belirli aralıklarla tekrarlanan değişim işlemlerinden
meydana gelir. Birbirini takip eden infüzyon, bekletme ve drenaj basamaklarından ibarettir.
Đnfüzyon: periton boşluğuna sabit volümlü diyaliz solüsyonunun doldurulmasıdır. En
fazla 10 dk. süre alır. Hastalara vücut kitlelerine ve diyaliz ihtiyaçlarına göre 1-3 litre arasında
ortalama 2 litre diyalizat infüze edilir. Aletli periton diyaliz hastaları daha yüksek volümlerde
kullanabilirler.
Bekletme: Bekletme süresi SAPD (sürekli ayaktan periton diyalizi) hastalarında 4-10
saat, APD (aletli periton diyalizi) hastalarında ise yarım ile 3 saat arasında değişir.
Drenaj: Bekletme süresinin sonunda karın içerisindeki diyalizat sıvısının boşaltılma
işlemidir. 15-20 dk süre gereklidir. Günlük değişim sayısı SAPD hastalarında 3-5, APD
hastalarında ise 3-10 arasında değişir (1).
Hemodiyaliz
Đlk
defa
1924-1928
yılları
arasında
Georga
Haas
tarafından
uygulaması
gerçekleştirilmiştir. Hemodiyaliz başlangıç olarak akut böbrek yetmezliği tedavisi için
- 16 -
düşünülmüş olmakla birlikte artık renal replasman tedavileri arasında ilk sırada yer almakta
ve dünyada milyonlarca hasta hemodiyaliz tedavisi görmektedir.
Hemodiyaliz uygun bir damar yolu ile (AV fistül, kateter gibi) hastadan alınan kanın
antikoagülasyon ile vücut dışında cihaz yardımıyla yarı geçirgen bir membran olan
diyalizörlerden geçirilerek sıvı ve solüt yükünün yeniden düzenlenerek hastaya geri verilmesi
esasına dayanan bir renal replasman tedavisidir. Diyalizörlerin porları su ve küçük molekül
ağırlıklı maddelerin geçişine izin verir. Fakat kan hücrelerinin ve proteinlerin geçişine izin
vermez. Solüt geçişleri difüzyon ya da ultrafiltrasyona dayalı konveksiyon yoluyla olur.
Hemodiyalizde difüzyonla, hemofiltrasyonda ise konveksiyonla daha ağırlıklı olarak solüt
geçiş sağlanır. Hemodiyaliz uygulamasında kan ve diyalizat devresi olmak üzere iki ana devre
mevcuttur. (22)
Kan devresi: Hasta, damar yolu, kanı hemodiyaliz yoluna taşıyan set, diyalizör,
hemodiyaliz makinesi ve kanı tekrar hastaya taşıyan setten oluşur. Ekstrakorporeal dolaşım
arter ve venlerin anastomozuyla oluşturulan yüksek akımlı fistül içine yerleştirilen arteryal
iğneden başlar. Eğer hastanın fistülü yoksa, büyük bir santral vene (femoral, juguler,
subklavian) yerleştirilen bir kateterden başlar. Hemodiyaliz cihazındaki pompa yardımıyla
hastadan 300-450 ml/dk hızında negatif emiş basıncı ile kan çekilir. Sistemdeki kan yarı
geçirgen bir membrandan oluşan binlerce içi boş kılcal tüpler (hollow fiber) yoluyla taşınır.
Kan diyalizörden hastaya pozitif basınç altındaki venöz kan setleri yoluyla geri döner.
Böylece vücut dışı dolaşım arteriyovenöz anastomoz bölgesinde venöz iğne veya kateter
düzeyinde sonlanır (22).
Diyalizat devresi: Diyaliz makinesi içinde işlenmiş su ile karışan konsantre
diyalizattan oluşur. Diyalizat, diyalizör içindeki “hollow fiber” kılcalları çevreleyen ara
bölümde, kana karşı genellikle 500-800 ml/dk olarak ayarlanmış hızda akar. Diyalizat,
diyalizörden aktıktan sonra bir kanal içine akar ve uzaklaştırılır. Suyun saflığı diyaliz
makinesinde konsantre diyalizatla karıştırılmadan önce işlenerek sağlanır. Tipik bir su
arıtılma işleminde şehir suyu önce yumuşatıcılarla ve karbon filtre ile işleme alınır. Daha
sonra mikrop üremesini önlemek için sediment filtrelerden “revers ozmoz” sistemlerinden
geçirilir. Ultraviyole ışığına dezenfeksiyon amacıyla tabi tutulur. Bazı sistemlerde endotoksin
filtresi de vardır. Alüminyum ve diğer metallerin uzaklaştırılması için iyon giderici
sistemlerde kullanılır. (23)
- 17 -
HEMODĐYALĐZ HASTALARIDA ĐMMUĐTE
Hemodiyaliz hastalarında enfeksiyonlar halen majör morbidite ve mortalite nedenidir.
Kardiyovasküler hastalıklardan sonra ikinci sırada ölüm nedenidir (25).Son dönem böbrek
yetmezlikli(SDBY) hastaların klinik olarak, bakteriyel ve viral enfeksiyonlara yatkınlıklarının
yanında otoimmün ve neoplastik hastalıkların görülme insidansı da yüksektir. Diyaliz
hastalarında üremik toksinlere bağlı olarak lenfosit ve granülosit fonksiyonları bozulur.
Malnütrisyon ve D vitamini eksikliği de buna katkı sağlar. Đmmun disfonksiyonun yanında
normal deri ve mukozal bariyerin sık sık bozulması da bakteriyel hastalıkların sıklığını artırır.
Hemodiyaliz hastalarında başlıca enfeksiyona yatkınlığı etkileyen faktörler şunlardır;
Üremik toksinler, T lenfosit eksikliği, interferon gamma ve interlökin-2’nin üretiminde
bozulma, T hepler 1 ve 2 arasındaki dengesizlik, B lenfositlerin spesifik antikor yanıtlarının
baskılanmış olması, aşılara karşı yetersiz yanıt, proenflamatuar sitokinler ve inhibitörleri
arasında dengesizlik, nötrofil yetersizliği (üremik toksinler, selülozik membran, malnütrisyon,
demir yükü tarafından tetiklenir, rekombinant eritropoietin kullanımıyla kısmen düzelir),
apoptoz hızında artış (26).
HEMODĐYALĐZ HASTALARIDA TÜBERKÜLOZ
Tüberküloz, “Mycobacterium tuberculosis complex” diye adlandırılan M. tuberculosis,
M. bovis. M. Africanum tarafından oluşturulan, çok değişik klinik görünümlere sahip, kronik
nekrotizan bir bakteriyel enfeksiyondur. Hastalığın oluşumunda genellikle M. tuberculosis rol
alır. Enfekte olmuş dokularda, hücre aracılıklı hipersensitivite reaksiyonunun yol açtığı
granülomların varlığı ile karakterizedir. Tüberküloz, tüberküloz enfeksiyonu ve klinik
semptom veren aktif hastalık olarak birbirini izleyen iki farklı süreçte gelişir. Tüberkülozun
tüm dünya ülkelerinde, özellikle de gelişmekte olan ülkelerde ihmal edilmesi, 1980’ lerdeki
HIV (human immunodeficiency virus) epidemisi ve çok ilaca direnç sorunu(ÇĐD-TB),
tüberküloz salgınının ileri derecede ağırlaşmasına yol açmıştır. 2006 yılında tahmin edilen
çok-ilaca dirençli tüberküloz (ÇĐD-TB) olgularının sayısı 0.5 milyondur (28). Dünya Sağlık
Örgütü (WHO) tarafından 1993’de yapılan açıklamada, insanlık tarihinin hiç bir döneminde
günümüzdeki kadar çok tüberkülozlu hastanın bulunmadığı, dünyanın çoğu bölgesinde
tüberkülozun artık kontrol edilemez hale geldiği duyurulmuştur (27).
- 18 -
Hemodiyaliz hastalarında tüberkülozun klinik olarak görülme şeklinde normal
immüniteli hastalarla farklılıklar gözlenmektedir. Hemodiyaliz hastalarında da normal
popülâsyondaki tüberküloz hastaları gibi akciğer tüberkülozu en sık görülen klinik
formdur(29). Ancak, akciğer dışı tüberküloz formu küçümsenmeyecek oranda artmıştır.
Ülkemizde yapılan bir çalışmada %38 gibi ekstra-pulmoner tutulum oranı bulunmuş olup yurt
dışında bazı serilerde %50’ ye varan oranlar bildirilmiştir (30, 31). Ekstra-pulmoner
tüberkülozun yüksek görülme insidansı hastalığa geç tanı konularak, tedaviye de geç
başlanmasına neden olur. Bu sebeple bu hastaların bir kısmına ancak otopsi sırasında tanı
konabilmektedir. Nedeni bilinemeyen ateş, halsizlik, yorgunluk, kilo kaybı en sık ortaya çıkan
semptomlardır. Tanı çoğunlukla zordur, çünkü cilt reaksiyonları(tüberkülin deri testi)
genellikle tüberküloz için negatiftir (anerjik). Mikrobiyolojik olarak direk inceleme ile ARB
(aside dirençli bakteri) görülmesi veya balgam kültürü gibi ya da histolojik olarak kesin tanı,
hastaların ancak yarısından fazlasına konulabilmektedir. Tüberküloz enfeksiyonunun, kronik
böbrek yetmezliği nedeniyle hemodiyalize giren hasta popülasyonunda taranarak ve gerekli
görülenlere koruyucu tedavi verilerek tüberküloz insidansının azaltılması önemle üzerinde
durulması gereken bir konudur. Ülkemizden yapılan bir araştırmaya göre ise, bu hastalardaki
tüberküloz insidansı %23.6 olarak bulunmuştur(29). Yüksek tüberküloz insidansından dolayı,
HD hastalarında rutin tüberküloz taraması yapılması ve aktif hastalığın gelişimini önlemek
için koruyucu tedavi programlarının uygulanması önerilmektedir(32, 33). Taramalarda klinik
olarak aktif tüberküloz olan hastalar ve bulaştırıcı vakalar da tespit edilebilir. Böylece
hastaların tedavilerinin tam olarak yapılmasıyla, hastalığın diğer hemodiyaliz hastalarına ve
toplumdaki başka kişilere de yayılması önlenecektir. Tüberküloz basiliyle enfekte kişilerin
çoğunda klinik olarak bir rahatsızlık göze çarpmaz. Enfeksiyonun tek kanıtı tüberkülin deri
testine reaksiyon olabilir. Bununla birlikte, immün sistem tarafından baskılanan enfeksiyon
odağı, yıllar içinde immün sistemin zayıflamasıyla beraber, aktif tüberküloz gelişimi için risk
oluşturabilir. Klinik ve radyolojik olarak tüberkülozdan şüpheleniliyor fakat kesin tanı
konulamıyorsa tedavi edici dozda anti-tüberküloz ilaç verilmesi önerilmektedir(29). Ayrıca
tanıda son yıllarda klinik uygulamaya giren PCR (polimeraz zincir reaksiyonu) ile moleküler
tanının kaynağı bilinmeyen persistan öksürük veya ateşi olan hastalarda balgam örneklerinde
veya plevral sıvıda Mycobacterium tuberculosis varlığını daha hızlı bir şekilde belirlemek
açısından çok yararlı olması beklenmektedir. Aynı durum muhtemelen asit sıvısı içinde
geçerlidir.(34, 35)
- 19 -
Tüm bu gerekçelerle, ülkemizde kronik renal replasman tedavisi olarak hemodiyaliz
tedavisi görmekte olan hastalardaki aktif tüberküloz sıklığı ve tedavi sonuçlarının irdelenmesi
önemli bir araştırma konusu olarak kabul edilmelidir. Ayrıca kozmopolit olup nüfus sayısı ve
dağılımı hızla değişiklik göstermekte olan Đstanbul ilindeki hemodiyaliz hastalarında
tüberküloz hastalığının araştırılması daha da önemli bir ihtiyaç gibi görünmektedir.
- 20 -
MATERYAL VE METOD
Çalışmamıza Đstanbul ili içindeki kamu veya özel diyaliz merkezlerinde kronik
hemodiyaliz programında olan, hemodiyalize başladıktan sonra tüberküloz tanısı konmuş
hastalar dahil edildi. Çalışma, Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi bünyesinde yapıldığı
için Avrupa yakasında bulunup, çalışmamıza katılmayı kabul eden hemodiyaliz merkezleri
arasından, rastgele olarak seçilen merkezlerde yapıldı. Önceden ilgili merkezin sorumlu
hekiminden randevu alındı. Đlgili hekim huzurunda, o merkezde en az 3 ay kronik
hemodiyalize
girmiş
olan
mevcut
kronik
hemodiyaliz
hasta
dosyalarının
hepsi
değerlendirilirdi. Hastaların demografik verileri yanında aktif veya geçirilmiş tüberküloz
anamnezleri, ilaç alımı, dozu ve süreleri de sorgulandı. Veriler, çalışma için hazırlanan
şablona kaydedildi. Dışlanma kriterleri;
1. Đkamet bölgesi Đstanbul ili dışında olanlar (misafir hastalar veya tüberküloz
dahil çeşitli hastalıkları nedeniyle geçici olarak Đstanbul ilinde bulunanlar)
2. Periton diyaliz hastaları veya periton diyalizindeki çeşitli problemler nedeniyle
geçici olarak hemodiyalize girmekte olan hastalar
3. Bakteriyolojik
veya
histopatolojik
olarak
aktif
tüberküloz
hastalığı
gösterilmemiş olanlar (ampirik tedaviden yanıt alındığı için tüberküloz olarak
kabul edilen hastalar)
4. Üç aydan daha kısa süre içerisinde o diyaliz merkezinden ayrılan hastalar
- 21 -
5. Tüberküloz tanısı başka ilde yaşamakta iken konulmuş ancak kalıcı olarak
Đstanbul’da ikamet etmeye başlayanlar
Bu yöntem ile hemodiyaliz tedavisi süresince aktif tüberküloz teşhisi konan hastaların;
adı soyadı, yaşı, cinsiyeti, memleketi, mesleği, öğrenim durumu, primer böbrek hastalığı,
komorbid hastalıkları, hemodiyalize süresi, böbrek nakli olup olmadığı, periton diyalizi olup
olmadığı, immunosupressif tedavi alıp almadığı, hemodiyalizin kaçıncı ayında tüberküloz
tanısı konduğu öğrenildi. Ayrıca özgeçmiş veya soygeçmişinde tüberküloz hikâyesi olup
olmadığı, tüberküloz saptanan organ, tedavide kullanılan ilaçlar, doz ve süreleri, tedaviye
bağlı yan etkilerinin olup olmadığı, tedavi sonucu ile ilgili bilgiler elde edilerek çalışma için
hazırlanmış olan şablona (Tablo 3) aktarıldı. Hastaların farklı merkezlerde farklı dönemlerde
bulunmaları durumunda tüberküloz tanısını ilk defa almış oldukları merkeze kaydedildiler.
Ham veriler çalışma için hazırlanmış olan şablondan bilgisayar ortamına aktarılarak ileri
analizlere gidildi. Đstatistiksel analizler SPSS for Windows ver. 13.0 (standart versiyon) paket
programı kullanılarak yapıldı. Sayısal (numerik) veriler ortalama ± standart sapma (SD)
olarak verildi. Grafikler ve tablolar, bu program kullanılarak hazırlandı.
- 22 -
Tablo 3: Çalışmamızda kullanılmış olan araştırma şablonu
Hasta no:
Hasta Adı Soyadı:
Yaş/Cins:
Öğrenim durumu:
1. Okuryazar değil
2. Đlkokul
3. Orta-lise
4. Üniversite
Memleketi
Yaşadığı yer
Meslek
Primer böbrek hastalığı
1) Diyabetik Nefropati
2) Hipertansif Nefropati
3) Glomerulonefrit
4) Polikistik böbrek hastalığı
5) Kronik piyelonefrit (taş dahil)
6) Diğer (yazınız)
Komorbit hastalıklar:
Hangi organda tbc saptanmış:
1. Diyabetes mellitus (tip 1?, tip 2?)
1-AC tbc
2. Malignite (hangi organ?)
2-Plevra
3. Đskemik kalp hastalığı
3-Lenf nodu (bölge belirtilecek)
4-Diğer: (belirtilecek)
4. KoAH
5. Amiloidoz
6. Diğer (yazınız)
Immunsupressif Tedavi alıyor mu?
HD’e ilk başladığı ay ve yıl:
Diyaliz süresi (ay):
Böbrek nakli olmuş mu? (E/H)
Periton diyalizi olmuş mu?
HD’in kaçıncı ayında tbc tanısı konmuş:
Kaç ay tedavi almış: (Hangi ilaçları kaç ay aldığı belirtilecek)
Doz
Süre
Izoniyazid:
Rifampsin
Etambutol
Pirazinamid/morfozinamid
Diğer:
Tedaviye bağlı yan etkiler olmuş ise
1-KC enzim yükselmesi
2-Nöropati
3-Đsitme bozukluğu
4-Görme bozukluğu
5-Diğer:
Sonuç: 1-tam şifa/2- kısmi şifa/3- yanıtsız/4-eks
Özgeçmişinde tbc hikâyesi var mı?
Varsa hangi organda saptanmış?
Aile hikayesi var mı?
Diyaliz merkezi ile ilgili:
Adı
Taranan toplam hasta sayısı
- 23 -
BULGULAR
Araştırmamızı yaptığımız resmi ve özel hemodiyaliz merkezlerinde taranan 925
hastadan 31 tanesinde (%3.35) araştırma kriterlerimize uyan tüberküloz hastası tespit ettik. Bu
hastaların ortalama yaşı 52.3 ± 13.5 idi. Yetişkin yaş gruplarının girdiği hemodiyaliz
merkezleri olduğu için en küçük yaş 20 idi. Maksimum yaş 75 olarak bulundu. Hastalar en az
4 ay, en fazla 235 aydır hemodiyalize giriyordu ve ortalama diyaliz süreleri 62.6±54.3 ay idi.
Hastalara en erken hemodiyalizin 3.ayında, en fazla ise 106. ayında tüberküloz tanısı
konmuştu. Ortalama olarak 21.7±25.7 ayda tanı konulduğunu tespit ettik.(Tablo 4).
Tablo 4: Hemodiyaliz yaşı ve TB tanısı alma yaşı(ay olarak)
Yaş
Hemodiyaliz Süresi (ay)
Hemodiyaliz başlangıç-tanı süresi (ay)
Ortalama ve std. sap.
Minimum
Maksimum
52.3 ± 13.5
62.61±54.3
21.71±25.7
20
4
3
75
235
106
A.Demografik Analiz
A1. Cinsiyet: Demografik analizi yapılan 31 tüberküloz geçiren hemodiyaliz hastasının
%58’inin erkek, (N:18), %42’ünün kadın (N:13) olduğu görüldü (Şekil 1.).
A2. Yaş: Hastaların yaş ortalaması 52.3 ± 13.5 idi ve yaş dağılımına göre
incelendiğinde; hastaların genellikle 40-70 yaşlar arasında olduğu görüldü (Şekil 2 ve 3).
- 24 -
42%
erkek
kadın
58%
Şekil 1. Hastaların cinsiyete göre dağılımı.
10
Hasta sayısı
8
6
10
9
4
6
2
3
2
1
0
20
30
40
50
60
70
80
Yaş
Şekil 2. Hastaların yaşa göre dağılımı.
A3.Meslek
Hastaların mesleki dağılım göz önüne alındığında ilk sırada ev hanımlarının, ikinci
sırada ise işçilerin olduğu görülmekteydi. (Şekil 3.)
- 25 -
işsiz
9,68%
meslek
isci
32,26%
evhanımı
38,71%
esnaf
6,45%
emekli
12,9%
0
10
20
30
40
%
Şekil 3. Hastaların mesleki durumuna göre dağılımı.
A4.Hastaların eğitim düzeyleri
Hastaların eğitim düzeyleri incelendiğinde okur yazar olmayanlarının % 19.35 oranında
olduğu, ilkokul mezunu olanların % 70.97 oranında olduğu, orta öğretimi bitirmiş olanların
Ögrenim Duru
%6.45 oranında olduğu, üniversite mezunlarının ise % 3.2 oranında olduğu görüldü (Şekil 4).
üniversite
3,23%
orta-lise
6,45%
ilkokul
70,97%
okur-yazar değil
19,35%
0
20
40
60
80
%
Şekil 4.Hastaların eğitim durumuna göre dağılımı
- 26 -
B. Primer Tanı
Araştırmamızda tespit ettiğimiz tüberküloz hastalığı geçiren kronik böbrek yetmezlikli
31 hastanın primer böbrek hastalıklarını analiz ettiğimizde bilinen böbrek hastalığı nedenleri
arasında diyabetik nefropati % 22.58 ile ilk sırada yer almaktaydı. Đkinci sırada hipertansif
nefropati % 16,13 nispetindeydi. Kronik piyelonefrit nedeniyle kronik böbrek yetmezliği
gelişenlerin oranı % 9.68 iken, polikistik böbrek hastalığı nedeniyle gelişenlerin oranı % 6.45
idi. Nedeni bilinmeyenler ve diğer hastalıklar(amiloidoz vb) en büyük grubu oluşturuyorlardı
ve % 41.94 oranındaydı.(Şekil 5)
Primer Böbrek Hastalıklar
diyabetik nefropati
22,58%
hipertansif nefropati
16,13%
kronik piyelonefrit
9,68%
polikistik böbrek
hastalıgı
6,45%
3,23%
glomerulonefrit
diğer hastalıklar veya
bilinmeyenler
41,94%
0
10
20
30
40
50
%
Şekil 5. Primer Böbrek Hastalıkları
C. Komorbid Durumlar Hastaların kronik böbrek yetmezliğinden başka ek
hastalıklarının (komorbidite) dağılımını değerlendirdiğimizde hastaların % 32.26 sının tanı
konulmuş komorbiditesinin olmadığı görüldü. Bu grupta da diabetes mellitus % 22.58 ile ilk
sıradaydı. Đskemik kalp hastalığı % 16.13,KOAH(kronik obstrüktif akciğer hastalığı) % 9.68,
amiloidoz % 6.45 ve diğer nedenler ise % 12.9 oranında görülmekteydi (Şekil 6).
- 27 -
amiloidoz
6,45%
komorbiditeler
KoAH
9,68%
iskemik kalp hastaligi
16,13%
diabetes mellitus
22,58%
diger
12,9%
yok
32,26%
0
10
20
30
40
Percent
Şekil 6. Komorbit Hastalıklar
D.Tüberküloz Tanısı Alan Hastalarda Organ Tutulumu
Hemodiyalize girmekteyken tüberküloz tanısı alan tedavisi bitmiş veya devam etmekte olan
hastalar tutulan organlar açısında değerlendirildiğinde akciğer tutulumu % 51.61 ile birinci
sırada yer almaktaydı. Akciğer tutulumunu % 29.03 ile lenf nodu tutulumu takip etmekteydi.
Plevra tutulumunun oranı ise %3.23 idi. Diğer organ tutulumları (yumuşak doku, vertebra,
periton, eklem vb) ise % 16.13 nispetinde idi (Şekil 7).
- 28 -
Tutulan Organ
akciger
51,61%
plevra 3,23%
lenf nodu
29,03%
diger
16,13%
0
10
20
30
40
50
60
%
Şekil 7.Tüberküloz hastalarında tutulan organların dağılımı
E.Tedavi Sonuçları
Anti-tüberküloz tedavi verilen hastaların 18 tanesinin (%58) tedavisi şifa ile
sonuçlandı.12 hastanın (% 39) ise tedavisi halen devam etmekte idi. Hastalardan bir tanesi
(%3,2) ise tedavisi devam ederken hayatını kaybetmişti.
- 29 -
20
Hasta sayısı
15
10
18
12
5
1
0
*ifa
Tedavi altında
Eksitus
sonuc
F.Tedavi Yan Etkileri
31 vakanın %51.9’unda ilaca bağlı yan etki gözlendi. Bu yan etkiler analiz edildiğinde %6.5
oranında karaciğer enzimlerinde yükselme, %6,5 oranında nöropati ve yine %6.5 oranında
görme bozukluğu görülürken diğer yan etkiler vakaların %22.6’sında izlendi (Tablo 5).
Tablo 5.Tedaviye bağlı yan etkiler
Yan etki
Oranı (sayı)
Karaciğer enzim yükselmesi
%6.5 (2)
Nöropati
%6.5 (2)
Đşitme bozukluğu
%0 (0)
Görme bozukluğu
%6.5 (2)
Diğer yan etkiler*
%22.6 (7)
*Kaşıntı, ciltte kızarıklık, kuruluk vb.
- 30 -
TARTIŞMA VE SOUÇ
Çalışmamız, Đstanbul ilinin Avrupa yakasındaki hemodiyaliz merkezleri arasında
yapılmış olup, ülkemizde hemodiyaliz hastaları arasında tüberküloz ile ilişkili yapılan en
geniş çalışmadır. Farklı hemodiyaliz merkezlerini içeren bu çalışmada toplam 925 kronik
hemodiyaliz hastasından 31’inde (%3.35) tüberküloz tanısı konmuştur (35). Bu oran,
ülkemizden bildirilmiş olan çalışmalardan en düşük olanlardan biridir. Daha önceden yapılan
bildirimler %5.7-23.6 arasında değişmekte olup taranan en yüksek hasta sayısı 296’dır (29,
36-38, 42). Bu yönü ile çalışmamız literatüre ülkemiz adına farklı ve güçlü yeni veriler
sunmaktadır. Çalışmamızda bu düşük oranın saptanmasında yöntemdeki önemli farklılıklar
rol oynayabilir. Şöyle ki; çalışmamıza sadece mikrobiyolojik veya histopatolojik olarak
tüberküloz tanısının konduğu hastalar dahil edilmiştir, ampirik tedaviye veya şüpheli
radyolojik bulgulara dayalı teşhisler dahil edilmemiştir. Bilindiği gibi hastaların ampirik
tedavilerine göre kesin tanı konması tüberküloz hastalarında sık rastlanılan bir uygulama olup
bu uygulamanın geçerliliği ile ilgili yeterli kanıt yoktur. Ekstra-pulmoner tüberkülozun
yüksek görülme insidansı hastalığa geç tanı konularak, tedaviye de geç başlanmasına neden
olur. Bu sebeple bu hastaların bir kısmına ancak otopsi sırasında tanı konabilmektedir. Nedeni
bilinemeyen ateş, halsizlik, yorgunluk, kilo kaybı en sık ortaya çıkan semptomlardır. Tanı
çoğunlukla zordur, çünkü cilt reaksiyonları(tüberkülin deri testi) genellikle tüberküloz için
negatiftir (anerjik) (26). Mikrobiyolojik olarak direk inceleme ile ARB (aside dirençli bakteri)
görülmesi veya balgam kültürü gibi ya da histolojik olarak kesin tanı, hastaların ancak
yarısından fazlasına konulabilmektedir. Ayrıca hemodiyaliz hastalarında malnütrisyon,
inflamasyona da sebep olup genel durum ve iştah bozulması, kilo kaybı gibi tüberkülozu da
- 31 -
düşündürebilecek non-spesifik semptomlara sebep olabilmekte ve tüberküloz ile ayırıcı tanıya
girebilmektedir. Diğer bir sebep de bölgeler ve merkezler arasındaki farklı hastalık
prevalansına bağlı olabilir. Sağlık Bakanlığı Verem Savaşı Dairesi Başkanlığı’nın raporlarına
göre Đstanbul ili, hem mevcut hem de yeni tüberküloz vaka sayısının en yüksek olduğu il
durumundadır (2009 raporu). Ancak Đstanbul’daki bu yüksek tüberküloz hasta oranının
ihtiyatlı bir şekilde yorumlanması gereklidir. Çünkü ülkemizde en çok göç alan il de
Đstanbul’dur. Bu göçün sebeplerinin başında sosyoekonomik gerekçeler sayılabilir fakat bir
diğer göç sebebi de sağlık problemleri nedeniyle olan göçlerdir. Ülkemizin herhangi bir
bölgesinde hemodiyalize girmekte olan bir hastada gelişen kronik problemlerin, daha fazla
ileri tetkik imkânları olan illere sevki sık rastlanılan bir durumdur. Bu nedenle tüberkülozu
olan birçok hastaya Đstanbul’da teşhis konulması, yalancı olarak Đstanbul tüberküloz hasta
sıklığını artırıyor olabilir. Bu muhtemel karıştırıcı faktörü dışlamak amacıyla çalışmamıza
sadece Đstanbul’da yerleşik olan hastalar alınmıştır, dolayısı ile çalışmamızın Đstanbul’daki
hemodiyaliz hastalarındaki tüberküloz sıklığını daha doğru bir şekilde yansıttığı söylenebilir.
Bir diğer sebep de prediyalitik dönemde tüberküloza yakalanan hastaların hemodiyalizin
erken döneminde, daha yakın hekim takibi ve değerlendirmesine başlanması ile birlikte teşhis
edilmeleri ve bunun da hemodiyaliz döneminde hastalığın alındığı gibi yanlış bir
değerlendirmeye tabi tutulmasıdır. Çalışmamıza bu nedenle, hemodiyaliz tedavisinin ilk 3
ayından sonra teşhis edilen vakalar alınmıştır. Ayrıca tüm dünyada ve ülkemizde tüberküloz
hasta sayısı son yıllarda azalmaktadır (43). EuroTB 2009 Raporunda Türkiye’deki tüberküloz
vaka sıklığının 2006 yılında tepe noktaya ulaşıp, düşüşe geçtiği bildirilmiştir. Sağlık
Bakanlığımızın Türkiye Verem Savaş 2009 Raporu’nda ise kayıtlı tüberküloz hastalarının
toplam sayısı 2006 yılında 20.526 ve 2007 yılında 19.694 olarak saptanmış olup bir yılda %4
düşüş görüldüğü belirtilmiştir (43).
Türkiye’de tüberkülozlu hastaların tedavisinde “Doğrudan Gözetimli Tedavi Stratejisi
(DGTS)” uygulanmaya başlanmıştır DGTS, eğitim ve görevli bir kişinin, hastanın her doz
ilacını yuttuğunu gözlemesi yoluyla hastanın tedaviye uyumu ve ilacını içmesini garantiye
alan, Dünya Sağlık Örgütü’nün de önerdiği bir rejimdir(41). Bu uygulama ülkemizde 2000
yılından itibaren sistematik olarak uygulanmaktadır. Bu uygulamanın unsurları arasında
ayrıca altyapı, personel, bütçe ve uygulamaların yönetimi ve denetimi aşamalarındaki
iyileşmeler de vardır. Sonuçta tüberküloz hastalarının mikroskopik tanısında önemli gelişme
görülmüş ve 2008 yılında en yüksek düzeye ulaşılmıştır. Ayrıca DGTS sayesinde ülkemizde
bugüne kadar ulaşılan en yüksek düzeyde tedavi tamamlama ve en düşük düzeyde tedavi terk
- 32 -
oranlarına ulaşılmıştır. Nihayetinden tüberküloz tanı ve tedavisinde önemli derecede başarılı
olduğumuz gösterilmiştir.
Öte yandan hemodiyalizde gün geçtikçe yeni teknik ilerlemeler olmakta, daha iyi
diyalizör, makine ve su sistemleri kullanılmaktadır. Sonuçta gerek hastalıkların yaşam kalitesi
gerekse de morbiditelerinde önemli değişiklikler gözlenmektedir. Bu da bizim
çalışmamızdaki düşük prevelansın saptanmasından sorumlu bire diğer faktör olabilir.
Bu çerçevede değerlendirdiğimiz çalışmamızın, uluslar arası dergilerde yayımlanmış
kimi yerli makalelerle karşılaştırılması, çalışmamızdaki bulguların daha iyi yorumlanmasını
sağlayabilir. Şen ve ark. (37) tarafından bildirilen bir çalışmada 343 hastadan 18’inde (%5.2)
tüberküloz tanısı konmuştur. Bu çalışmadaki periton diyalizi hastaları çıkartılıp hemodiyaliz
hastaları arasında sıklık bakıldığında ise % 4.9 (285 hastada 14 hasta) bulunmuştur. Bu
çalışmada, bizim çalışmamızdan farklı olarak, ampirik anti-tüberküloz tedaviden fayda gören
hastalar çalışmaya alınmıştır. Ayrıca bu çalışmada diyalize başlama ve tüberküloz tanısı arası
geçen süre ortalaması 19.5 ± 26 ay bulunmuştur ki bu da bizim sonucumuza oldukça yakındır.
Erkoç ve ark. (38) tarafından yapılan bir çalışmada ise 287 diyaliz hastasından (223
hemodiyaliz, 64 periton diyalizi hastası) 30 tanesinde (%10.5) tüberküloz saptanmış olup
bunların %57’si ekstra-pulmoner tutulumlu imiş. Bu çalışmada da ampirik anti-tüberküloz
tedavisine yanıtlı hastalar da dahil edilmiştir. Öte yandan bu çalışmada hemodiyaliz
grubundaki hastaların kaçında tüberküloz saptandığı belirtilmemiştir.
Çalışmadaki hastalarımızın demografik özellikleri, ülkemizdeki genel hemodiyaliz
hasta özellikleri ile büyük benzerlik arz etmektedir. Yaş, cins (%58’inin erkek, 52.3 ± 13.5)
ve primer böbrek hastalığı (diyabetik nefropati % 22.58, hipertansif nefropati % 16,13, kronik
piyelonefrit % 9.68, polikistik böbrek hastalığı % 6.45) yönünden 2007 Türk Nefroloji
Derneği kayıtları ile büyük uyum saptanmaktadır. (17).Bu nedenle çalışmamıza göre
ülkemizdeki hemodiyaliz hastalarında tüberküloz gelişim açısından demografik özelliklere
bakılarak belirgin bir risk grubu tarif etmek mümkün olamamaktadır. Ayrıca literatürde kimi
çalışmalarda bildirilen diyabetik diyaliz hastalarda tüberküloz sıklığının diyabetik olmayan
diyaliz hastalarına göre artığına dair yayınları çalışmamız desteklememiştir (44-45).
Hemodiyaliz hastalarında tüberkülozun klinik olarak görülme şeklinde normal
immüniteli hastalarla farklılıklar gözlenmektedir. Hemodiyaliz hastalarında da normal
popülâsyondaki tüberküloz hastaları gibi akciğer tüberkülozu en sık görülen klinik formdur
(29). Ancak, akciğer dışı tüberküloz formu küçümsenmeyecek oranda artmıştır. Ülkemizde
yapılan çalışmalarda %38 ila %77 arasında değişen ekstra-pulmoner tutulum oranı bulunmuş
olup yurt dışında bazı serilerde %50’ ye varan oranlar bildirilmiştir (10,30,31-38,). Bizim
- 33 -
çalışmamızda da hastaların yaklaşık yarısında (%51.6) akciğer tutulumu, geri kalanlarında ise
ekstra-pulmoner tutulum saptanmıştır. Ekstra-pulmoner tüberkülozun yüksek görülme
insidansı hastalığa geç tanı konularak, tedaviye de geç başlanmasına neden olur. Ampirik
tedavi verilen hastaların da daha çok bu gruptan olduğunu söylemek mümkündür. Hatta bu
hastaların bir kısmına ancak otopsi sırasında tanı konabilmektedir. Nedeni bilinemeyen ateş,
halsizlik, yorgunluk, kilo kaybı en sık ortaya çıkan semptomlardır. Tanı çoğunlukla zordur,
çünkü üremide, lenfosit fonksiyonlarında ve sitokin ekspresyonundaki eksiklikler sonucunda,
cilt reaksiyonları (tüberkülin deri testi) genellikle tüberküloz için negatif (anerjik) olabilir
(26). Mikrobiyolojik olarak direk inceleme ile ARB (aside dirençli bakteri) görülmesi veya
balgam kültürü gibi ya da histolojik olarak kesin tanı, hastaların ancak yarısından fazlasına
konulabilmektedir. Tüberküloz enfeksiyonunun, kronik böbrek yetmezliği nedeniyle
hemodiyalize giren hasta popülasyonunda taranarak ve gerekli görülenlere koruyucu tedavi
verilerek tüberküloz insidansının azaltılması önemle üzerinde durulması gereken bir konudur.
Ülkemizden yapılan ve 1996’da yapılan bir araştırmaya göre, bu hastalardaki
tüberküloz insidansı %23.6 olarak bulunmuştur (29). Yüksek tüberküloz insidansından dolayı,
HD hastalarında rutin tüberküloz taraması yapılması ve aktif hastalığın gelişimini önlemek
için koruyucu tedavi programlarının uygulanması önerilmektedir (32, 33). Bizim çalışmamız
ise yaklaşık 15 yıl sonra yapılmış olup hastalık sıklığı %3.35 bulunmuştur. Aradaki bu bariz
farkın sadece yöntem, araştırma bölgesi, merkez farkı vb gibi faktörlerle açıklamak mümkün
değildir. Bu da ülkemizde tüberküloz hastalığının giderek azalmakta olduğunun bir başka
kanıtı olarak kabul edilmelidir.
Bilindiği gibi taramalarda klinik olarak aktif tüberküloz olan hastalar ve bulaştırıcı
vakalar da tespit edilebilir. Bununla birlikte, immün sistem tarafından baskılanan enfeksiyon
odağı, yıllar içinde immün sistemin zayıflamasıyla beraber, aktif tüberküloz gelişimi için risk
oluşturabilir. Üremik immunsupresyona uğrayan hastalarda hastalığın nüks etmesi
beklenebilir. Nitekim çalışmamızda 31 hastanın 11’inde özgeçmişinde tüberküloz anamnezi
olduğu saptanmıştır. Ayrıca özgeçmişinde tüberküloz olup teşhis edilememiş olabilecek
hastalar da göz önüne alınacak olursa bu bulgu daha da anlamlı olabilir.
Hemodiyaliz hastalarında anti-tüberküloz ilaçların yan etkilerin artığı bilinmektedir.
Bu nedenle kimi ilaçların doz veya uygulama süresinde ayarlamanın gereklidir. Çalışmamızda
bu açıdan da çarpıcı sonuçlar ortaya koymuştur. Önemli sayılmayabilecek cilt yan etkileri
ihmal edilecek olur ise hastaların 6’sında (%19.3) önemli yan etkiler çıkmıştır ki bu da her 5
- 34 -
hastadan birinde yan etki gelişebileceğini göstermektedir. Bu nedenle tüberküloz tedavisi
altındaki hastaların daha yakından izlenmesi gerekmektedir.
- 35 -
ÖZET
Kronik böbrek hastalığı(KBH), giderek artan sıklığı, yol açtığı yüksek morbidite ve
mortalite oranları, yüksek tedavi maliyetleri, hayat kalitesini ciddi olarak etkilemesiyle önemli
bir halk sağlığı sorunudur. Günümüzde kronik böbrek yetmezliği ve bu hastalarda görülen
enfeksiyonlar sık mortalite ve morbidite nedenleri arasındadır. Tüberküloz ise özellikle
gelişmekte olan ülkelerde en önemli sağlık problemlerinden birisidir. Kronik böbrek hastaları
ve hemodiyaliz tedavisi görmekte olan hastalarda, immün sistem baskılanmış olduğundan bu
tür hastalarda gerek sıklık, gerek tanı koymadaki zorluklar, gerek tedavi güçlüğü ve gerekse
de komplikasyon açısından tüberküloz, önemli bir problemdir. Ülkemizde hemodiyaliz
hastalarında tüberküloz sıklığı konusunda yapılmış bilimsel çalışma sayısı azdır.
Çalışmamıza Đstanbul ili içindeki kamu veya özel diyaliz merkezlerinde kronik
hemodiyaliz programında olan, hemodiyalize başladıktan sonra tüberküloz tanısı almış
hastalar dahil edildi. En az 3 ay kronik hemodiyalize girmiş, Đstanbul ilinde oturan, hem
mevcut hem de eskiden kronik hemodiyaliz hasta dosyalarının hepsi değerlendirilirdi.
Çalışmaya histolojik ya da mikrobiyolojik tanı konulmuş olan hastalar alındı, ampirik
tedaviye cevap verdiği için tüberküloz denilen hastalar dışlandı. Hastaların demografik
verileri yanında aktif veya geçirilmiş tüberküloz anamnezleri, ilaç alımı, dozu ve süreleri de
sorgulanarak çalışma için hazırladığımız şablona kaydedildi.
Sonuç olarak, farklı hemodiyaliz merkezlerini içeren bu çalışmada toplam 925 kronik
hemodiyaliz hastasından 31’inde (%3.35) tüberküloz tanısı konmuştur. Bu oran, ülkemizden
bildirilmiş olan çalışmalardan en düşük olanlardan biridir. Daha önceden yapılan bildirimler
%5.7-23.6 arasında değişmekte olup taranan en yüksek hasta sayısı 296’dır. Bu yönü ile
çalışmamız literatüre ülkemiz adına farklı ve güçlü yeni veriler sunmaktadır. Çalışmamızda
bu düşük oranın saptanmasında yöntemdeki önemli farklılıklar rol oynayabilir. Çünkü;
çalışmamıza sadece mikrobiyolojik veya histopatolojik olarak tüberküloz tanısının konduğu
hastalar dahil edilmiştir, ampirik tedaviye veya şüpheli radyolojik bulgulara dayalı teşhisler
dahil edilmemiştir. Ayrıca çalışmamızda 31 hastanın 11’inde özgeçmişinde tüberküloz
- 36 -
anamnezi olduğu saptanması, üremik immunsupresyona uğrayan hastalarda hastalığın nüks
etmesini kolaylaştırdığının bir kanıtı olabilir.
Çalışmamızda anti-tüberküloz tedavinin, önemli sayılmayabilecek cilt yan etkileri
ihmal edilecek olsa dahi her 5 hastadan birinde yan etki gelişebileceğini göstermektedir. Bu
nedenle tüberküloz tedavisi altındaki hastaların daha yakından izlenmesi gerekmektedir.
Sonuç olarak çalışmamız, tüberkülozun endemik sayılabileceği ülkemizde,
immünsupresif bir durum olan hemodiyaliz tedavisi almakta olan hastalarda, çok merkezli
çalışmalarla incelenmemiz gerektiğini göstermektedir.
- 37 -
KAYAKLAR
1. Süleymanlar G,Arık N, Hekimler için Hemodiyaliz Kaynak Kitabı, Güneş Tıp Kitabevi
2009, syf 1-32
2. Montgomerie JZ, Kalmouson GM, Guze LB: Renal failure and infection. Medicine 1968;
47: 1-31.
3. WHO Report 2009-Conclusions.
4. Descamps-Latscha B, Chatenoud L: T cells and B cells in chronic renal failure. Semin
Nephrol 1996; 16: 183-191.
5. Chou KJ et al: Tuberculosis in maintenance dialysis patients. Nephron 2001; 88:138-143.
6. Vachharajani T et al : Diagnosis and treatment of tuberculosis in hemodialysis and renal
transplant patients. Am J Nephrol 2000; 20:273-277.
7. Pisoni R. and Remuzzi G. Pathophysiology and Management of Progressive Chronic
Renal Failure. Primer on Kidney Diseases- 3 rd Edition., 2001, NKF. Chapter 58: 385-396.
8. K/DOQI practice guidelines for chronic kidney disease : evaluation, classification and
stratification. Kidney Disease Outcome Quality Initiative. Am J Kidney Dis 2002; 39:1-246.
9. Levey AS, Coresh C, Balk E at al.National Kidney Foundation Practice Guidelines For
Chronic Kidney Disease:Evaluation, Classification, and Stratification .Ann Intern Med
2003;139:137-147.
10. Kursat S, Ozgur B: Increased incidence of tuberculosis in chronic hemodialysis patients.
Am J Nephrol 21:490–493, 2001.
11. Levey AS at al. Using Standardized Serum Creatinine Values in the Modification of Diet
in Renal Disease Study Equation for Estimating Glomerular Filtration Rate. Ann Int Med,
2006, 145, 247-254.
12. NKF KDOQI Clinical Practice Guidelines for Chronic Kidney Disease: Evaluation,
Classification, and Stratification 2000.
13. KDOQI Clinical Practice Guidelines for Chronic Kidney Disease: Evaluation,
Classification, and Stratification. Part 4. Definition and classification of stages of chronıc
kidney disease.Guideline 1.Definition and stages of chronic kidney disease Table 10.
http://www.kidney.org/professionals/KDOQI/guidelines_ckd/p4_class_g1.htm
- 38 -
14. Türk Nefroloji Derneği, Registry 2007.
http://www.tsn.org.tr/documents/registry/registry_2007_tr-en.pdf
15. Gregorio TO, Brian JG, Pereira et al. Epidemiology of chronic kidney disease and
screening recommendations, UpToDate (15.3) 2007
16. USRDS, End Stage Renal Disease Medical Evidence Report Medicare Entitlement and/or
Patient Registration, List of Primary Causes of End Stage Renal Disease.
http://www.usrds.org/2008/rg/forms/03_2728_2005.pdf, page 3
17. Harrison’s Manual Of Medicine 15th Edition , McGraw-Hill 2002, page 661
18. Cecil Text Book Of Medicine 22. Baskı Çevirisi Güneş Tıp Kitabevi 2006, Bölüm 117,
Syf 709-721.
19. The seventh Report of the Joint National Committee on Prevention, Detection, Evaluation,
and Treatment of High Blood Pressure (JNC7) page 16.
20. K/DOQI Clinical Practice Guidelines on Hypertension and Antihypertensive Agents in
Chronic Kidney Disease, Table 57.
http://www.kidney.org/professionals/kdoqi/guidelines_bp/images/table57l.jpg
21. Erek E, Erek Nefroloji, Nobel Tıp Kitabevleri 2005, syf: 301-338.
22. Çamsarı T, Süleymanlar G,Arık N, Hekimler için Hemodiyaliz Kaynak Kitabı, Güneş Tıp
Kitabevi 2009, syf 31.
23. Daugirdas John T,Diyaliz El Kitabı, Güneş Tıp Kitabevi 2003, syf 58
24. http://www.renal.org/pages/pages/guidelines/current/ckd.php#Summary_S2- Guideline
3.1. CKD: Preparation for dialysis
25. USRDS.VI. Causes of death in ESRD. Am J Kidney Dis. 1999;34: s 87-94.
26. Williem l Henrich, Diyaliz Prensipleri ve Uygulaması 1.baskı, syf. 307-315.
27. World Health Organization: TB a global emergency. WHO/TB/94.177
28. Küresel Tüberküloz Kontrolü, Dünya Sağlık Raporu 2008.
29. Cengiz K: Increased incidance of tuberculosis in patients undergoing hemodialysis.
Nephron 1996; 73: 421-424.
30. Taskapan H; Utas C; Oymak FS; Gulmez I; Ozesmi M. The outcome of tuberculosis in
patients on chronic hemodialysis. Clin Nephrol 2000;54 :134-7.
- 39 -
31. Zahiri K, Ramdani B, Hachim K ve ark: Tuberculosis in hemodialysis. Nephrologie 1997;
18: 303-306.
32. Woeltje KF, Mathew A, Rothstein M ve ark: Tuberculosis infection and anergy in
hemodialysis patients. Am J Kidney Dis 1998; 31: 848-852.
33. Smirnoff M, Patt C, Seckler B, Adler JJ. Tuberculin and anergy skin testing of patients
receiving long-term hemodialysis. Chest 1998; 113: 25-27.
34. Karen L. Kaul, Molecular Detection of Mycobacterium tuberculosis: Impact on Patient
Care, Clinical Chemistry. 2001;47:1553-1558.
35. Babu S. Nagesh, Evaluation of Polymerase Chain Reaction for Detection of
Mycobacterium tuberculosis in Pleural Fluid . CHEST June 2001 v: 119 no. 6 1737-1741
36. Tumer M, Bakkaloglu S: Tuberculosis in children undergoing continuous ambulatory
peritoneal dialysis. PediatrNephrol 13:577–579.
37. Sen N, Turunc T, Karatasli T, Sezer S, Demiroglu Y.Z., and Oner F. Tuberculosis in
patients with end-stage renal disease undergoing dialysis in an endemic region of Turkey.
Transplant Proc. ;40 (1):81-4 18261551.
38. Erkoc R, Dogan E, Sayarlioglu H, Etlik O, Topal C, Calka F, Uzun K. Tuberculosis in
dialysis patients, single centre experience from an endemic area. Int J Clin Pract. 2004
39. Al-Shohaib S, Scrimgeour EM, Shaerya F: Tuberculosis in active dialysis patients in
Jeddah. Am J Nephrol 19:34–37, 1999.
40. MooreDA, Lightstone L, JavidB, Friedland JS: High rates of tuberculosis in end-stage
renal failure: the impact of international migration. Emerg Infect Dis 8:77–78, 2002.
41. World Health Organization. WHO Tuberculosis Programme: Framework for Effective
Tuberculosis Control. WHO/TB/94.179.
42. Taskapan H, Utas C, Oymak FS, Gulmez I, Ozesmi M: The outcome of tuberculosis in
patients on chronic hemodialysis. Clin Nephrol 54:134–137, 2000.
43. Dünya Sağlık Örgütü “Küresel TB Raporu, 2009”da Dünya ve Türkiye (WHO report
2009 WHO/HTM/TB/2009.411).
44. Al-Shohaib S, Scrimgeour EM, Shaerya F: Tuberculosis in active dialysis patients in
Jeddah. Am J Nephrol 19:34–37, 1999.
45. Moore DA, Lightstone L, JavidB, Friedland JS: High rates of tuberculosis in end-stage
renal failure: the impact of international migration. Emerg Infect Dis 8:77–78, 2002.
- 40 -
Download