Parlamento TPB Hakimiyet Milletindir Temmuz-Ağustos 2015 Sayı: 27 Ayl ı k sürel i yay ı n Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 25. Dönem...22 Büyük Taarruz’un zafere döndüğü gün: 30 Ağustos 1922...48 Adada özgürlük ve barışın adı: 20 Temmuz 1974...68 Tarihle doğanın kucağında masalsı bir yolculuk Pamukkale...54 Parlamento TPB Temmuz-Ağustos 2015 Sayı: 27 Fiyatı: 20 TL/Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL Yerel süreli yayın ISSN 2147-6616 Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Eren Safi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet Editör Songül Baş Yazı İşleri Çağla Taşkın Enver Uygun Evren Özesen Gökçe Doru İrem Coşkunseven Nehir Öztürk Nil Özben Pınar Ünsal Zeynep Yiğit Katkıda Bulunanlar Dr. Ahmet Tetik Hakan Arslanbenzer Dr. Polat Safi Tasarım Evrim Uluçay Sinan Günçiner Genel Koordinatör İsmail Demir TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ GENEL BAŞKAN Nevzat PAKDİL 22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili YAYIN KURULU Yahya AKMAN 21, 22, 23, 24. Dönem Şanlıurfa Milletvekili Cahit BAĞCI Çorum Milletvekili Kadir Ramazan COŞKUN Genel Sekreter 19. Dönem İstanbul Milletvekili İlknur İNCEÖZ Aksaray Milletvekili Alpaslan KAVAKLIOĞLU Niğde Milletvekili Ömer Faruk ÖZ Genel Sayman 23. ve 24. Dönem Malatya Milletvekili Ramazan Kerim ÖZKAN 22, 23, 24. Dönem Burdur Milletvekili Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz. YAPIM Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82 www.buyukharf.com.tr BASKI Özel Matbaası Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6 İvedik/Ostim/ANKARA T: 0312 395 06 08 Basım Tarihi: 08.07.2015 TEMMUZ-AĞUSTOS 2015 İÇİNDEKİLER 22 TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NDE 25. DÖNEM 44 Siyaset ancak faziletle yürür; milletvekilleri bunu Ertuğrul Mat: unutmamalı ve üyesi oldukları partinin temel prensiplerine riayet etmelidir 64 Seçmeninin yaşam koşullarını Prof. Dr. Suat Çağlayan: bilmeyen ve kendisini onlarla özdeşleştiremeyenlerin siyasetçi olması zordur 48 30 AĞUSTOS 1922 BÜYÜK TAARRUZ’UN ZAFERE DÖNDÜĞÜ GÜN: 82 Reçetesiz sağlık ürünlerinin M. Kazım Dinç: daha bilinçli bir şekilde tüketilmesi ve sektörün sorunlarına çözümler üretilmesi için çalışmalar yapıyoruz 54 TARIHLE DOĞANIN KUCAĞINDA MASALSI BIR YOLCULUK: PAMUKKALE 68 ADADA ÖZGÜRLÜK VE BARIŞIN ADI: 20 TEMMUZ 1974 86 MEMLEKET IÇIN ILMIN IŞIĞINDA: ABDÜLHAK ADNAN ADIVAR 4 BAŞKAN’IN MESAJI 5 BIRLIK’TEN 10 HABERLER 18 DÜNYADAN 74 TARIHÎ VESIKALAR: II. MEŞRUTIYET’IN İLANINA DAIR BIR NUTUK 76 KENDI EFSANESINI YARATAN SEYYAH: EVLIYA ÇELEBI 90 TARIH SAHNESI 98 ERBAY KÜCET: MIZAHIN BILGE SANATKÂRI HOCA NASREDDIN 102 KITAP 104 MÜZIK 105 FILM 106 VEKILLER NE OKUYOR / NE IZLIYOR 108 SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERI 109 MHP KÜTAHYA MILLETVEKILI ALIM IŞIK ILE SOSYAL MEDYA SÖYLEŞISI 110 UNUTMAYACAĞIZ 38 BALKANLAR’IN “YENİDOĞAN” ÜLKESİ KOSOVA 60 RAMAZAN BAYRAMI GELDI HOŞ GELDI EVLERE NEŞE GELDI... 94 “DEVEKUŞU”NUN SIRTINDA BİR YOLCULUK ZEKI ALASYA BAŞKAN’IN MESAJI HALKIN VE HAKLININ YANINDA K urulduğu günden bu yana parlamenterlerimiz arasında dostluğu, sosyal, kültürel, fikrî ve manevi dayanışmayı sağlamayı görev edinen Türk Parlamenterler Birliğimizin üç yıl önce yapılan 16. Olağan Genel Kurulu’nda bizlere göstermiş olduğunuz teveccüh ve güven ile çalışmalarımızı yürüttük ve 25 Haziran 2015 tarihinde 17. Olağan Genel Kurulumuzu birlikte icra ettik. Üç yıl önce göreve geldiğimizde, Türk Parlamenterler Birliği’nde bugüne kadar hizmet vermiş olan milletvekillerimizin bıraktıkları yerden bayrağı devraldığımız bilinciyle çalışmalarımıza başladık ve attığımız her adımda arkamızdaki gücünüzü de hissederek pek çok faaliyet gerçekleştirdik. Bizlere tevdi ettiğiniz görevimizi hakkıyla yerine getirdiğimiz inancındayız. Üstlendiğimiz görevin mesuliyeti içinde, birlik, beraberlik ve dayanışma şuuruyla bir dönemi birlikte yaşadığımız sizlere hassaten teşekkür ediyorum. İcra ettiğimiz 17. Olağan Genel Kurulumuzda, birlikte uyum içinde ve huzurla görev yaptığımız milletvekillerimizle yeni dönemde de bir arada olma kararımızı anlayışla karşılayarak oylarınızla bizleri tekrar Türk Parlamenterler Birliği’nin yönetiminde görevlendirdiniz. Sizlerden aldığımız bu destek ve moralle hizmete devam edeceğiz. Demokrasilerde egemenlik halka aittir. Günümüzde halk bu egemenliği seçtiği temsilciler, yani milletvekilleri aracılığıyla kullanmaktadır. Ülkemizde son dönemlerde genel veya yerel seçimler ya da halk oylaması dolayısıyla ortalama iki yılda bir sandığa gidilmektedir. Seçimler vatandaşlarımızın özgür bir ortamda verdikleri oylarla temsil edilmelerini sağlar. İktidar yetkisini de bu oylar belirler. 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan genel seçimlere halkımız geniş katılım sağlamış ve 25. Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde seçmen iradesinin temsil oranı yüzde 95’i geçmiştir. Bu vesileyle TBMM’de temsil edilen tüm siyasi partilerimize Meclis çalışmalarında başarılar dilerim. Seçilen milletvekillerimizi tebrik ederim. İnanıyorum ki Türkiye Büyük Millet Meclisi her zaman olduğu gibi halkın talepleri doğrultusunda çalışmalarına devam edecek; halkın ve haklının yanında yer alarak ülkemizin gelişme göstermesi için azami çaba sarf edecektir. Millî iradenin tecelli ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi, kurulduğu dönemde Millî Mücadele’yi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde sürdürmüştür. Kurtuluş mücadelesi veren ve bu mücadeleden alnının akıyla çıkan Gazi Meclisimiz, ülkemizi ve milletimizi ilgilendiren her meselenin tek çözüm yeri olmuştur ve bugünden sonra da olmaya devam edecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisi sorun olduğunda kapatılacak bir kurum değil, sorunu çözmek için yegâne mercidir. Meclisimiz demokrasinin sembolü ve millî iradenin kalesidir. Millet iradesini zayıflatmaya yönelik tüm planlara karşı çıkmak hepimizin görevidir. Siyaset sorun çözme sanatıdır. Bu bakımdan milletimizin milletvekillerinden beklentileri yüksektir. O nedenle parlamenterler olarak milletimizin bize olan inancını ve içinde bulunduğumuz yüce çatının mehabetini muhafaza etmek hepimizin sorumluluğudur. 17. Olağan Genel Kurulumuza teşrifleriyle bizlere güç katan ve destek veren milletvekillerimize teşekkür ederken, vefat eden milletvekillerimize Allah’tan rahmet dileyerek yazımı noktalıyorum. Selam ve saygılarımla. 4 Nevzat Pakdil Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı 22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili MECLISIMIZ HER ZAMAN OLDUĞU GIBI 25. DÖNEM’DE DE HALKIN TALEPLERI DOĞRULTUSUNDA ÇALIŞMALARINA DEVAM EDECEKTIR. BİRLİK’TEN NEVZAT PAKDIL, 17. OLAĞAN GENEL KURUL’DA YENIDEN GENEL BAŞKAN SEÇILDI GENEL KURUL’DA YAPTIĞI KONUŞMADA TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NIN DEMOKRASININ SEMBOLÜ VE MILLÎ IRADENIN KALESI OLDUĞUNU VURGULAYAN NEVZAT PAKDIL, 25. DÖNEM’DE YENI BIR ANAYASANIN YAPILMASINI ÜMIT ETTIĞINI BELIRTEREK, “YAZILAN BIR ANAYASA DEĞIL, MILLETIN TEMSILCILERI TARAFINDAN YAPILAN BIR ANAYASA ISTIYORUZ” DEDI. TÜRK Parlamenterler Birliği’nin 17. Olağan Genel Kurulu, 25 Haziran 2015 tarihinde TBMM Grup Salonu’nda yapıldı. Katılımın yüksek olduğu Genel Kurul, saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başladı. Başkanlık Divanı’nda 24. Dönem Çankırı Milletvekili İdris Şahin, 23. ve 24. Dönem Tokat Milletvekili Dilek Yüksel, 22, 23 ve 24. Dönem Burdur Milletvekili Bayram Özçelik ile Denizli Mil- letvekili Bilal Uçar’ın yer aldığı Genel Kurul’da, Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil bir konuşma yaptı. 22, 23 ve 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, Türk Parlamenterler Birliği’nin, “Hakimiyet milletindir” özdeyişini benimsemiş bir sivil toplum kuruluşu olduğunu belirterek, “Birliğimiz, kurulduğu 1976 senesinden beri parlamenterlerimiz arasında 5 dostluğu, sosyal, kültürel, fikrî ve manevi dayanışmayı sağlamaya devam etmektedir. Bu vesileyle parlamento geleneğimizin yerleşmesi ve demokrasimizin güçlenmesi için yaptıkları çalışmalarla Türk Parlamenterler Birliği’nde bugüne kadar görev ifa etmiş değerli üyelerimizden hayatta olanlara sağlıklı bir ömür dilerken, yakın bir zaman önce aramızdan ayrılan 9. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel başta olmak üzere vefat eden milletvekillerimize Allah’tan rahmet diliyorum” dedi. Tüzük gereği üç yılda bir yapılan olağan kongrelerden 17’ncisinin gerçekleştiğini ifade eden Pakdil, “Üç yıl önce bizlere güvenle tevdi ettiğiniz görevi imkanlar ölçüsünde yerine getirmenin mutluluğuyla karşınızdayız. Bu dönemde, Türk Parlamenterler Birliği olarak yurt içinde çeşitli çalışmalar yürütürken, yurt dışında ülkemizi en iyi şekilde temsil etme, sesimizi oralara da ulaştırma gayreti içinde olduk. Öte yandan ülkemizi ziyaret eden heyetleri ağırladık, görüş ve düşüncelerimizi açıklıkla dile getirdik” dedi. Millî iradenin tecelli ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, Millî Mücadele’yi TBMM Başkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde yürüttüğünü ve bu nedenle “Gazi Meclis” olarak zikredildiğini dile getiren Pakdil, “Bu vesileyle başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Birinci Dönem milletvekillerini rahmet ve minnetle anıyorum. Kurtuluş mücadelesinden alnının akıyla çıkan Türkiye Büyük Millet Meclisi, ülkemizi ve milletimizi ilgilendiren her meselenin tek çözüm yeri olmuştur ve bugünden sonra da olmaya devam edecektir. Meclis, sorun olduğunda kapatılacak bir kurum değil, sorunu çözmek için yegâne mercidir” diye konuştu. “Millet iradesine yönelik doğrudan doğruya veya dolaylı tüm müdahaleler insan hakları ihlalidir” Nevzat Pakdil, TBMM’nin demokrasinin sembolü ve millî iradenin kalesi olduğunu vurguladığı konuşmasında şunları kaydetti: “Millî iradenin üstünlüğünü demokrasinin gücü olarak kabul edip, bu bayrağı her zaman bir adım öne götürmenin gayreti içinde olmalıyız. Bildiğiniz gibi devlet geleneğimiz çok eskilere dayansa bile Cumhuriyetimiz gençtir. Çeşitli sebeplerle çok partili demokrasiye geçişimiz hiç kolay olmamıştır. 1946’dan itibaren demokrasinin ku- 6 BIRLIK’TEN rumsallaşması yolunda önemli bedeller ödenmiş, ciddi tecrübeler kazanılmıştır. Bu süre zarfında zaman zaman siyaset tatil edilmiş, maalesef üzüntü verici olaylar yaşanmıştır. 27 Mayıs 1960 tarihinde demokrasimiz askerî darbeyle sekteye uğratılmış, askıya alınmıştır. Rahmetli Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan özel kurulmuş mahkeme kararıyla haksız yere idam edilmişlerdir. Bu vesileyle demokrasi şehitlerimiz Menderes, Zorlu ve Polatkan’ı rahmet ve minnetle anıyorum. Bugüne kadar millet iradesine karşı doğrudan doğruya veya dolaylı, silahlı veya bürokratik olarak yapılan müdahalelerin hepsi insan hakları ihlali ve millî irade düşmanlığından başka bir şey değildir. 60’lı yıllardan günümüze kadar toplumumuza musallat olan vesayetçi anlayışların siyaset kurumunun güçlenmesiyle birlikte kaybolacağına dair inancımı bir kere daha ifade etmek istiyorum. Siyaset kurumunu güçlendirmek için son yıllarda yapılan ciddi çalışmaları yakından takip eden, hatta birçoğunun içinde yer alan bir arkadaşınız olarak önümüzdeki süreçte demokrasimizin ivme kazanacağına yönelik inancımı da sizlerle paylaşmak istiyorum.” Genel Sekreter Kadir Ramazan Coşkun üç yıllık faaliyetleri anlattı Nevzat Pakdil, siyasetin sorunları çözme sanatı olduğuna işaret ettiği konuşmasında, 7 Haziran 2015 tarihindeki genel seçimlere de değindi. Halkın geniş katılım sağladığı seçimler neticesinde Meclis’te temsil edilen tüm siyasi partileri ve milletvekillerini tebrik ederek çalışmalarında başarı dileyen Pakdil, “İnanıyorum ki Türkiye Büyük Millet Meclisi her zaman olduğu gibi bu dönemde de halkın talepleri doğrultusunda çalışmalarına devam edecektir. 25. Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yeni bir anayasanın hazırlanıp milletimizin hizmetine sunulacağını ümit ediyor ve bekliyorum. Mevcut 1982 Anayasası askerî vesayet döneminde hazırlanmıştır. Bu nedenle yeni anayasanın vakit kaybedilmeden millî iradenin temsilcileri olan milletvekillerimiz tarafından hazırlanarak kabul edilmesi gerekmektedir. Yazılan bir anayasa değil, milletin temsilcileri tarafından yapılan bir anayasa istiyoruz” dedi. 17. Olağan Genel Kurul’da Türk Parlamenterler Birliği Genel Sekreteri Kadir Ramazan Coşkun, son üç yıllık dönemde yapılan faaliyetlerle ilgili bilgi aktardı. Milletvekilliği kanunu çıkarılmasına yönelik çalışmalardan kimlik kartlarındaki düzenlemelere, sağlık kurumlarıyla yapılan anlaşmalardan konut projelerine kadar pek çok konuya değinen Coşkun, Türk Parlamenterler Birliği’nin uluslararası düzeydeki faaliyetlerini de anlattı. Coşkun ayrıca otomobil, iletişim, konfeksiyon ve hazır giyim gibi farklı alanlarda üyelere yönelik kampanyalar ile sosyal tesisler, ziyaretler, kültürel geziler ve aylık olarak yayımlanan TPB Parlamento dergisiyle ilgili açıklamalarda bulundu. Genel Kurul’da 2012-2015 yılları Genel Yönetim ve Denetleme Kurulları raporları okunup görüşülürken, kurullar ayrı ayrı ibra edildi. 2015-2018 yıllarına ait tahmini bütçenin görüşülmesi ve onaylanmasının ardından Genel Yönetim Kurulu, Denetleme Kurulu, Disiplin Kurulu ve Yüksek Danışma Kurulu asil ve yedek üyelerinin seçimi yapıldı. Ayrıca Türk Parlamenterler Birliği tüzüğündeki bazı maddelere ilişkin değişiklik teklifleri kabul edildi. 256 üyenin katıldığı Genel Kurul’da oyların tamamını alarak seçilen Türk Parlamenterler Birliği Genel Yönetim Kurulu şu isimlerden oluştu: Genel Başkan: 22, 23 ve 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, Genel Başkan Yardımcısı: Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel, Genel Sekreter: 19. Dönem İstanbul Milletvekili Kadir Ramazan Coşkun, Genel Sayman: 23. ve 24. Dönem Malatya Milletvekili Ömer Faruk Öz, Genel Yönetim Kurulu Üyeleri: Niğde Milletvekili Alpaslan Kavaklıoğlu, 7 TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI YÖNETIM KURULU ÜYELERI, 17. OLAĞAN GENEL KURUL TOPLANTISININ ARDINDAN BIR ARAYA GELEREK GÖREV DAĞILIMI YAPTI. Çorum Milletvekili Cahit Bağcı, 20. Dönem Kastamonu Milletvekili Haluk Yıldız, İstanbul Milletvekili Harun Karaca, 21. ve 23. Dönem Karaman Milletvekili Hasan Çalış, Aksaray Milletvekili İlknur İnceöz, 22, 23 ve 24. Dönem Gaziantep Milletvekili Mehmet Sarı, 22, 23 ve 24. Dönem İstanbul Milletvekili Mustafa Ataş, 22. ve 23. Dönem Konya Milletvekili, Millî Eğitim Bakan Yardımcısı Orhan Erdem, 22, 23 ve 24. Dönem Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan, 21, 22, 23 ve 24. Dönem Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman. Yüksek Danışma Kurulu Asil Üyeleri: Recep Yıldırım (Başkan), Oya Akgönenç Muğisuddin (Başkan Yardımcısı), Atilla Emek (Genel Sekreter), Abdullah Erdem Cantimur, Reşat Doğru, Ahmet Küçük, Mustafa Baloğlu, Mehmet Yenişehirlioğlu, Mehmet Erdoğan, Dursun Akdemir, Fatoş Gürkan, Cavit Torun, Şevket Köse, Mücahit Daloğlu, Selami Yiğit, Osman Nuri Filiz, Yusuf Ekinci, Dilek Yüksel, Feyzi Berdibek, Abdulkadir Akcan, Cengiz Yavilioğlu, Polat Türkmen, İhsan Şener, Zeki Karabayır, Ali Uzun, Hüseyin Denetleme, Disiplin ve Yüksek Danışma Kurulları Şahin, Cüneyit Karabıyık, Mehmet Emin Dindar, Arif Sezer, Alim Genel Kurul’daki seçimler neticesinde Genel Yönetim Kurulu Yedek Üyeleri Hamza Dağ, Tevfik Akbak, Mustafa Akış, Hüseyin Devecioğlu, Yusuf Başer, Temel Yılmaz, Fetani Battal, Osman Ören, Gönül Bekin Şahkulubey, Ali Ilıksoy, Mehmet Serdaroğlu, Ensar Öğüt, Mehmet Pürdeloğlu, Musa Erarıcı ve Fevzi Şanverdi olurken, Denetleme, Disiplin ve Yüksek Danışma Kurulları Asil ve Yedek Üyeleri şu isimlerden oluştu: Denetleme Kurulu: İdris Şahin (Başkan), Yılmaz Tunç, Bülent Turan (Asil Üyeler), Hakan Çavuşoğlu, Bayram Özçelik, Gülay Dalyan (Yedek Üyeler). Disiplin Kurulu: Ali Boğa (Başkan), Yaşar Tüzün (Başkan Yardımcısı), Sevim Savaşer, Adem Tatlı, Ahmet Berat Çonkar (Asil Üyeler), Osman Çakır, Salih Koca, Canan Candemir Çelik (Yedek Üyeler). Işık, Kerem Altun, Abdurrahman Anık, Suat Pamukçu, Abdulka- 8 BIRLIK’TEN dir Akgöl, Hüseyin Bürge, Bülent Kuşoğlu, Mehmet Atilla Maraş, Vahit Kirişçi, Ahmet İnal, Alim Tunç, Osman Aslan, Temel Coşkun, Ahmet Koca, Hüseyin Arı, Zeynep Karahan Uslu, Mehmet Hanifi Tiryaki, Mehmet Yüksektepe, Abdulkadir Akgül, Mevlüt Akgün, Şuay Alpay. Yüksek Danışma Kurulu Yedek Üyeleri: Yüksel Coşkunyürek, Lokman Ayva, Metin Kaşıkoğlu, Ahmet Çağlayan, Mahmut Uğur Çetin, Hacı Turan, Kemal Albayrak, Burhan Kılıç, Fahri Çakır, Sabahattin Yıldız, Mehmet Alp, Musa Sıvacıoğlu, İbrahim Halil Oral, Hüseyin Devecioğlu, Hasan Angı, Ziyaettin Yağcı, Murat Yılmazer, Ali Güner, Osman Kılıç. TBMM’YE BEŞTEPE’DE SOSYAL TESIS TBMM Eğitim ve Sosyal Tesisi 5 Haziran 2015 tarihinde hizmete açıldı. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Beştepe’deki Âlâ Aile Yaşam Merkezi’nin TBMM’nin kullanımına tahsis edilmesi üzerine hizmet vermeye başlayan tesiste, restoran, yüzme havuzu, spor salonu, çocuk oyun alanı gibi bölümler yer alıyor. Türk Parlamenterler Birliği Genel Sekreteri Kadir Ramazan Coşkun, parlamenterler ve yakınlarının yararlanacağı tesisin Meclis’e devrinde TBMM eski Başkanı Cemil Çiçek ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in büyük gayretleri olduğunu belirterek kendilerine ayrı ayrı teşekkür etti. TBMM Eğitim ve Sosyal Tesisi, Alparslan Türkeş Bulvarı No: 44 Beştepe/Ankara adresinde hizmet veriyor. YENI BIR OTOMOBIL KAMPANYASI TÜRK Parlamenterler Birliği üyelerinin indirimli fiyatla otomobil alabilmeleri amacıyla yapılan otomobil kampanyalarına bir yenisi eklendi. Türk Parlamenterler Birliği ile Göral Otomotiv arasında imzalanan protokole göre, Peugeot marka araçlarda yüzde 12 ila yüzde 18 arasında değişen oranlarda indirim uygulanacak. Yedek parçada ise yüzde 10 indirimin söz konusu olacağı kampanyaya ilişkin protokolü Türk Parlamenterler Birliği adına Genel Sekreter Kadir Ramazan Coşkun imzaladı. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ÜYELERINE ÖZEL ILETIŞIM TARIFESI TÜRK Parlamenterler Birliği ile AVEA İletişim Hizmetleri A.Ş. arasında “Parlamenter Tarifesi” protokolü imzalandı. Protokolle Türk Parlamenterler Birliği üyeleri ve yakınlarının uygun tarife ile iletişim kurmalarına imkan sağlandı. Birlik üyeleri “Parlamenter Tarifesi” ile kendi adlarına en fazla 7 hat alabilecek ve seçecekleri 3 kişiyi de bu tarifeden yararlandırabilecek. Protokolde aylık 5 GB cepten internet, yurt içi her yöne 3000 dakika ve AVEA’lılarla 5000 dakika görüşme ile her yöne 1000 SMS 23 TL olarak belirlendi. 9 HABERLER TBMM’NİN 26. BAŞKANI İSMET YILMAZ 7 Haziran 2015 tarihindeki genel seçimlerin ardından Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 25. Dönem çalışmaları başlarken TBMM Başkanlığı seçimi de yapıldı. Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz, dördüncü turda aldığı 258 oyla 95 yıllık Meclis’in 26. Başkanı oldu. Meclis Başkanlığı seçimi için işleyecek takvimin belirlenmesinin ardından parlamentoda grubu bulunan dört siyasi parti adaylarını açıkladı. Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz’ı, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ı, Milliyetçi Ha- 10 reket Partisi (MHP) İstanbul Milletvekili Ekmeleddin İhsanoğlu’nu ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ı aday gösterdi. TBMM Genel Kurulu, yemin töreni gündemiyle yapılan ilk birleşimin ardından ikinci olarak 30 Haziran Salı günü TBMM Başkanı’nı seçmek üzere toplandı. Başkanlık seçimini dört turlu olarak düzenleyen Anayasa’nın ilgili maddesi uyarınca Başkan seçimi gizli oyla yapıldı. İlk iki turda üye tam sayısının üçte iki (367), üçüncü turdaysa üye tam sayısının salt çoğunluğu (276) arandı. Üçüncü oylamada salt çoğunluğun sağlanamaması üzerine, bu turda en çok oy alan iki adayın katıldığı dördüncü tura geçildi. Dördüncü turda en çok oyu alan İsmet Yılmaz TBMM Başkanı seçildi. Adayların daha önceki görevleri ve siyasi kimlikleri ilgi çekiciydi. İsmet Yılmaz halihazırda Millî Savunma Bakanlığı görevini yürütürken Deniz Baykal en yaşlı Sonuç dördüncü turda belli oldu üye sıfatıyla oylamayı yöneten Geçici Başkan’dı. Baykal, TBMM Başkanı’nın oylamalara katılamaması nedeniyle kendisi için oy kullanamadı. Bilim tarihçiliği ve İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreterliği ile tanınan Ekmeleddin İhsanoğlu, 10 Ağustos 2014’te yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimine CHP ile MHP’nin ortak adayı olarak girmişti. Dengir Mir Mehmet Fırat ise AK Parti’nin kurucu üyeleri arasında yer almış, bu partide genel başkan yardımcılığı yapmıştı. Oylamanın ilk iki turu 30 Haziran’da, üç ve dördüncü turu 1 Temmuz’da tamamlandı. Oturumları en yaşlı üye olması dolayısıyla Geçici Başkan sıfatıyla Deniz Baykal yönetti. Geçici Başkanlık Divanı’nda en genç altı üye, HDP Van Milletvekili Tuğba Hezer Öztürk, AK Parti Tokat Milletvekili Fatma Gaye Güler, HDP Şanlıurfa Milletvekili Dilek Öcalan, AK Parti İstanbul Milletvekili Abdurrahim Boynukalın, HDP Mardin Milletvekili Enise Güneyli ve AK Parti Antalya Milletvekili Sena Nur Çelik dönüşümlü olarak görev yaptı. Oyların tasnif ve sayımı için kurayla 5 kişilik bir Tasnif Komisyonu oluşturuldu. Komisyon, AK Parti Sinop Milletvekili Cengiz Tokmak, MHP Samsun Milletvekili Erhan Usta, AK Parti Kocaeli Milletvekili İlyas Şeker, CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal ve CHP İstanbul Milletvekili Gülay Yedekci’den oluştu. Birinci turda İsmet Yılmaz 256, Deniz Baykal 125, Ekmeleddin İhsanoğlu ile Dengir Mir Mehmet Fırat 81’er oy aldı. Adaylar 367 oya ulaşamadığından ikinci tura geçildi. İkinci turda İsmet Yılmaz 256, Deniz Baykal 128, Ekmeleddin İhsanoğlu ile Dengir Mir Mehmet Fırat 80’er oy aldı. Üçte ikilik çoğunluk sağlanamayınca, TBMM Genel Kurulu ertesi gün toplanmak üzere tatil edildi. Saat 15:00’de başlayacak oturumdan önce kulislerde partilerin dördüncü turda izleyecekleri yolla ilgili çeşitli formüller üzerinde duruldu. Üçüncü turun da ilk iki turla aynı şekilde tamamlanması halinde son turda adayları elenen partilerin tavrının ne olacağı sabah saatlerinin en önemli konusuydu. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli öğleden önce grup toplantısında yaptığı konuşmada tüm oylamalara tam kadro katılarak Ekmeleddin İhsanoğlu’nu destekleyeceklerini ifade etti. Basın mensuplarının grup toplantısı sonrasında İhsanoğlu’nun dördüncü tura kalamaması halinde nasıl bir yol izleyeceklerini sorması üzerine Bahçeli şöyle konuştu: “Dördüncü turda da kendi adayımıza oy vereceğiz. 80 milletvekili de orada olacak. Diyeceksiniz ki ‘İki adayın dışında oy pusulasında isim yok; o zaman ne yapacaksınız?’ 80 tane geçersiz oy çıkacak demektir, bunun manası odur.” Üçüncü turda İsmet Yılmaz’ın 259, Deniz Baykal’ın 129, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun 80 ve Dengir Mir Mehmet Fırat’ın 78 oy almasıyla dördüncü turda yarışacak iki aday belli oldu. Dördüncü oylamaya katılan 547 milletvekilinin 258’i Yılmaz’a, 182’si Baykal’a oy verirken 29 oy boş çıktı. 78 oy ise geçersiz sayıldı. Bu sonuca göre AK Parti Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz TBMM’nin 26. Başkanı oldu. Geçici Başkan Deniz Baykal’ın oylama sonucunu açıklamasının ardından söz 11 “TBMM, MILLETIN HER SORUNUNUN ÇÖZÜM ADRESIDIR. MECLIS’IN, DAHA IYI ÇÖZÜMLERI ORTAYA KOYABILMEK IÇIN GEREKLI TARTIŞMANIN VE KONUŞMANIN YERI OLDUĞUNU BU DÖNEMDE MILLETIMIZE GÖSTEREBILIRIZ.” isteyen İsmet Yılmaz bir teşekkür konuşması yaptı. Yüce Meclis’e kendisini başkan seçerek omuzlarına yükledikleri görev, sorumluluk ve onurdan dolayı milletvekillerine şükranlarını ifade eden Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu Meclis, İstiklal Savaşı’nı yöneten, Başkomutanı’nı tayin eden, devleti ve Cumhuriyet’i kuran Gazi Meclis’tir. Millî iradenin en somut göründüğü yerdir. Meclis, milletin her sorununun çözüm adresidir. Meclis’in, daha iyi çözümleri ortaya koyabilmek için gerekli tartışmanın ve konuşmanın yeri olduğunu bu dönemde milletimize gösterebiliriz. Bizim milletimizden aldığımız yetkinin gereği de budur. Milletimiz 25. Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden öncelikle yeni bir anayasa beklemektedir. Ülkemizin bugün ulaştığı ekonomik ve demokratik seviye yeni bir anayasayı zorunlu kılmaktadır. Yeni anayasanın gerekliliği noktasında toplumda esasen çok geniş bir mutabakat da mevcuttur. Hukukun 12 HABERLER üstünlüğü, insan hakları, güçler ayrılığı, çoğulculuk gibi demokratik anayasaların olmazsa olmaz unsurlarını göz önüne alarak yeni bir anayasayı birlikte yapmamız gerekir. İyi işleyen bir demokratik sistem için de anayasadan beklenen toplumsal, siyasal, ekonomik ve hukuksal sorunların çözümü için gerekli zemini sağlamaktır. Bu zemin sağlandıktan sonra sorunlar daha kolay çözülebilir. Yeni anayasa hepimizin ortak sorumluluğudur. Toplumun tüm kesimlerinin mümkün olduğu ölçüde bu sürece katılmasıyla herkesin sahip çıkacağı bir anayasa yapılabilir. Bu süreçte evrensel değerlerle birlikte içinde yaşadığımız toplumun temel değerlerinin dikkate alınması yeni anayasanın ömrünü uzatacaktır.” İsmet Yılmaz TBMM Başkanlığı’na seçilmesinin ardından katıldığı bir canlı yayında yeni anayasa konusundaki görüşlerini yineleyerek dört partinin genel başkanından bu doğrultuda çalışma başlatmalarını isteyeceğini söyledi. Yılmaz, kurulacak yeni hükümetle ilgili bir soru üzerine şu değerlendirmede bulundu: “Ben dört partinin de Türkiye’yi hükümetsiz bırakmama noktasında gayret göstereceklerini, sorumluluk alacaklarını, ondan sonra da ‘Vermiş olduğun sorumluluğun gereğini yerine getirdik. Türkiye’yi hükümetsiz bırakmadık. Size hizmeti koalisyon olarak da yapacağız’ der bir konuma gelmesini isterim. Bu Meclis’in bir dakikasını dahi boşa çıkarmamamız, israf etmememiz lazım. Muhakkak ki muhalefetin de katkısı vardır, ama milletin sorunlarına çözüm bulma sorumluluğu hükümet kuracak partilerindir. Hükümet kuracak partilere bizim İçtüzük değişikliği ile daha iyi bir çalışma ortamı hazırlamamız gerekir diye düşünüyorum. Bunun için de hem anayasa için hem de İçtüzüğün nasıl daha iyi olabileceği şeklinde sayın genel başkanlara bir ziyaretim olacaktır.” Bakanlık görevi Vecdi Gönül’ün Başkanlık seçiminde Milliyetçi Hareket Partisi’nin kendisini desteklediği iddialarının hatırlatılması üzerine Yılmaz, MHP’nin kendi adayını desteklediğini, bunu da açıkça ifade ettiklerini belirtti. Yılmaz bu konudaki görüşünü şöyle açıkladı: “Bir partinin kendi adayını desteklemesinden daha doğal bir şey olabilir mi? Bir parti kendi adayını destekledi diye eleştirilebilir mi? Eleştirirsin de bu doğru olur mu? Bence MHP bizi desteklemedi, kendi adayını destekledi. Ve sonuna kadar da destekte bulunacağını söyledi. Bundan hiç kimsenin rahatsız olmaması gerekir.” İsmet Yılmaz’ın TBMM Başkanı seçilmesi dolayısıyla AK Parti Genel Merkezi’nde resepsiyon düzenlendi. AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu dostları olan İsmet Yılmaz’ın TBMM Başkanlığı’na seçilmesi dolayısıyla bir araya geldiklerini, ancak Yılmaz’ın tarafsızlığına gölge düşürmemek için parti binasına gelmediğini bildirdi. Davutoğlu başkanlık seçimleriyle ilgili değerlendirmesinde, seçim sürecinde çeşitli taktik adımlar atılacağı, manipülasyonlar yapılacağı yönünde haberler çıktığını, ancak AK Parti grubunun istikrarlı bir şekilde hiç fire vermeden 258’i yakalayarak kendi birliğini ve bütünlüğünü gösterdiğini ifade etti. Davutoğlu, ertesi gün İsmet Yılmaz’ı makamında ziyaret ederek tebrik etti. Basına kapalı gerçekleşen 15 dakikalık görüşmenin ardından Davutoğlu, Meclis çalışmalarında her zaman kendisiyle işbirliği yapmaktan, kendisinin öncülüğünde Meclis çalışmalarına katkıda bulunmaktan büyük onur duyacağını söylediği İsmet Yılmaz’a başarı diledi. Başbakan Davutoğlu, Yılmaz’ın çok nezih bir seçim sürecinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kalbi olan TBMM Başkanlığı görevini alma şerefini yaşadığını dile getirdi. İsmet Yılmaz, 10 Aralık 1961’de Sivas’ın Gürün ilçesinde dünyaya geldi. İstanbul Teknik Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Makine Bölümü ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden iki ayrı lisans derecesi aldı. İsveç Dünya Denizcilik Üniversitesi’nde Gemi İşletmeleri Teknik Yönetimi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Özel Hukuk alanlarında iki yüksek lisans yaptı. Doktorasını Ankara Üniversitesi’nde Deniz Hukuku alanında tamamlayan Yılmaz, Denizcilik Müsteşarı olarak atandığı 2002 yılına kadar kamuda ve özel sektörde mühendis, müşavir ve avukat olarak çalıştı. Türk Telekom Yönetim Kurulu Başkanvekilliği görevini yürüttü. 2007’de Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı oldu. Anayasa’nın 114. maddesi uyarınca 1 Kasım 2007’de TBMM dışından Ulaştırma Bakanlığı’na atandı. TBMM 24. Dönem’de Sivas Milletvekili olarak yer alan Yılmaz, 61. Hükümet’te Millî Savunma Bakanlığı görevini üstlendi. İsmet Yılmaz’dan boşalan Millî Savunma Bakanlığı’na daha önce de bu görevi üstlenmiş olan Vecdi Gönül getirildi. Başbakan Ahmet Davutoğlu, böyle makamların boşluk kaldırmayacağını, vekaletle, geçici görevle idare edilemeyeceğini belirterek, “Bir koalisyon oluşması halinde kısa süreli bir görev olacak ama kritik bir dönemde bilgisine, tecrübesine güvendiğimiz, Türk Silahlı Kuvvetleri ile geçmişte Millî Savunma Bakanı olarak çalışmış bir arkadaşımızı bakan yapmayı uygun gördük. Ona da başarılar diliyorum” dedi. Vecdi Gönül, 58, 59 ve 60. Hükümetlerde Millî Savunma Bakanlığı yapmıştı. 13 SÜLEYMAN DEMİREL’E HÜZÜNLÜ VEDA 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 17 Haziran 2015 tarihinde hayatını kaybetti. Böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği ve akut solunum yolları enfeksiyonu nedeniyle 13 Mayıs’ta hastaneye kaldırılan Demirel’in özel doktoru Aylin Cesur, merhumun son dakikaya kadar bilincinin açık olduğunu, mutlu ve huzurlu bir şekilde hayata veda ettiğini duyurdu. Demirel, Türk siyasetinin kırk yılına damgasını vurmuş, 13, 14, 15, 16, 18 ve 19. Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Isparta Milletvekili olarak görev yapmış, 29. Hükümet’te Başbakan Yardımcılığı, 30, 31, 32, 39, 41, 43 ve 49. Hükümetlerde Başbakanlık koltuğuna oturmuştu. Süleyman Demirel 1924 yılında Isparta’nın Atabey ilçesine bağlı İslamköy’de dünyaya geldi. Doğduğu köyde ilkokulu, Afyonkarahisar’da ortaokul ve liseyi bitirdikten sonra İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’nden mezun oldu. Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nde görevliyken araştırma yapmak için Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderilen Demirel, yurda döndükten sonra 33 yaşında Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) Barajlar Dairesi Başkanı oldu. Ertesi yıl DSİ Genel Müdürlüğü’ne atandı. 1960 yılına kadar bu görevi sürdüren Demirel, 1962 yılında Adalet Partisi’ne (AP) kaydolarak aktif siyaset yaşamına adım attı. 1964’te AP Genel Başkanlığı’na seçildi. 1965 Genel Seçimi’nde %52,8 oy alarak partisini tek başına iktidara taşıdı. 41 yaşında Başbakan olan Süleyman Demirel, ilerleyen yıllarda kendi deyimiyle 6 kez gittiği bu göreve 7 kez geldi. Demirel 1971 Muhtırası ve 1980 askerî müdahalesi sırasında Başbakan’dı. 12 Mart’ta istifa ederek görevinden ayrılırken 12 Eylül’de askerler tarafından görevinden uzaklaştırıldı. Onu dört ay Zincirbozan’da zorunlu ikamete tâbi tutan 12 Eylül rejiminin siyasetten men ettiği 14 HABERLER isimlerin başında gelen Demirel, siyasi haklarına 1987’deki referandum sonucu tekrar kavuştu. Yasağının kalkmasından 18 gün sonra, Doğru Yol Partisi’nin (DYP) o dönemki Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk’un görevinden istifa etmesinden sonra toplanan kurultayda DYP Genel Başkanı seçildi. Katıldığı ilk seçimde (20 Ekim 1991) aldığı %27 oyla partisini sandıktan birinci parti olarak çıkarmayı başardı. Yaklaşık bir buçuk yıldır Başbakanlık görevini yürütürken 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın hayatını kaybetmesiyle Cumhurbaşkanlığı’na aday oldu. TBMM üyelerinin oylarıyla 16 Mayıs 1993 günü Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. Cumhurbaşkanı seçildi. Büyük devlet tecrübesiyle 7 yıl boyunca bu makamda kalan Demirel, 16 Mayıs 2000’de görevini Ahmet Necdet Sezer’e devretti. Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nden ayrıldıktan sonra, özellikle emekliliğinin ilk yıllarında aktif siyasete dönüp dönmeyeceği sıkça tartışılan 9. Cumhurbaşkanı, siyaset üstü kalmayı tercih etti. Ömrünün sonuna kadar çeşitli konularda kendisine danışılan bir devlet büyüğü olarak Güniz Sokak’taki evinde yaşamını sürdürdü. Taziye mesajları yayımlandı Süleyman Demirel’in vefatı, başta eski çalışma arkadaşları olmak üzere siyaset dünyasında büyük üzüntüyle karşılandı. Demirel için 19 Haziran günü önce Güniz Sokak’taki evinde, ardından TBMM’de tören düzenlendi. Kocatepe Camii’nde Diyanet İşleri eski Başkanı Mehmet Yılmaz’ın kıldırdığı cenaze namazına siyaset, iş ve spor dünyasından ünlü isimler ile çok sayıda vatandaş katıldı. Süleyman Demirel’in naaşı İslamköy’de Çalca Tepe mevkiindeki anıt mezar alanında toprağa verildi. Demirel’in ölümü üzerine üç günlük ulusal yas ilan edilirken başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere birçok kişi üzüntüsünü dile getiren açıklamalarda bulundu. Erdoğan yayımladığı taziye mesajında, “Türk siyasi tarihinde derin izler bırakan, ülkemizin kalkınma sürecinde katkıları bulunan Süleyman Demirel, devlet ve siyaset adamı olarak siyasi tarihimizin önemli isimleri arasında yer almaktadır. Süleyman Demirel, üstlendiği görevler, gerçekleştirdiği hizmetler ve siyasetteki rolü ile aziz milletimiz tarafından gelecekte de yad edilecektir” ifadelerini kullandı. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Twitter hesabından yayımladığı mesajda, “Cumhurbaşkanı Demirel’in vefatından büyük üzüntü duydum. Kendisine Allah’tan rahmet, milletimize başsağlığı diliyorum” dedi. O tarihte TBMM Başkanı olan Cemil Çiçek ise konuyla ilgili olarak “Türkiye’nin demokratikleşmesinde, demokratik hayat mücadelesinde önemli bir yere sahip oldu. Zor yıllarda Cumhurbaşkanı, Başbakan, muhalefet lideri olarak önemli sorumluluklar üstlendi. Yakın siyasi tarihimizin tüm yönleriyle anlaşılabilmesi bakımından merhum Cumhurbaşkanımızın süreç içinde yaptıklarının, yapamadıklarının çok iyi bilinmesi gerekiyor. Hepimizin bu hayattan alacağı dersler, örnekler var” ifadelerini kullandı. Başbakan Ahmet Davutoğlu, Demirel’in kendine özgü üslubu ve uzun siyasi yaşamında ülkemize verdiği hizmetlerle hep hatırlanacak bir siyaset adamı olduğunu belirtti. Taziye evine gelen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise “Tevazuyu, siyaseti, devlet adamlığını ondan öğrendik” dedi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de taziye evinden ayrılırken basın mensuplarına yaptığı açıklamada, “Bir köy evladı, bürokrat, parti genel başkanı, başbakan ve cumhurbaşkanı olarak yükselen yetki ve sorumluluk içerisinde mensup olduğu millete çok büyük eserler ve hizmetler bırakarak Hakk’a yürümüştür. Devlet ve toplum hayatında bir Süleyman Demirel sayfası vardır. Bu sayfada ‘4 d’ bulunmaktadır. Birincisi demokrasi, ikincisi Demirel, üçüncüsü darbe, dördüncüsü yine Demirel’dir. Bu sayfa iyi okunmalıdır, iyi anlaşılmalıdır. Siyasi hayata yönelmiş insanlar için de örnek olmalıdır” diye konuştu. Demirel’in uzun yıllar yakınında bulunmuş TBMM eski Başkanı İsmet Sezgin’in cenaze töreninde güçlükle ayakta durduğu gözlendi. Sezgin, “Aziz Cumhurbaşkanım, sevgili ağabeyim” hitabıyla başladığı konuşmasında “Demirel Türkiye’dir” vurgusu yaptı. TBMM eski Başkanı Köksal Toptan ise taziye ziyaretinin ardından yaptığı açıklamada “Türkiye büyük bir devlet adamını, Türk milleti de babasını kaybetti. Aziz milletimize başsağlığı diliyorum. Türkiye’ye yaptıkları için Türk milleti ona minnettardır” dedi. Eski Başbakan Tansu Çiller de yayımladığı mesajda Demirel’in bir demokrasi âşığı olduğunu söyledi. Öte yandan Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev Bakü’deki Türkiye Büyükelçiliği’ne gelerek Demirel için açılan taziye defterine şunları yazdı: “Süleyman Demirel, Azerbaycan halkının gerçek dostu idi. Kardeş ülkelerimiz arasında işbirliği ve ikili ilişkilerin stratejik müttefiklik düzeyine ulaşmasında hiç kuşkusuz Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev ile Süleyman Demirel arasında kurulan dostluk ve kardeşlik ilişkilerinin eşsiz rolü oldu. Süleyman Demirel’in aziz hatırası Azerbaycan halkının kalbinde daima yaşayacaktır.” 15 SARIKAMIŞ HAREKATI TANITIM MERKEZİ KURULUYOR ORMAN ve Su İşleri Bakanlığı, Allahuekber Dağları’nda “Sarıkamış Harekatı Kafkas Cephesi Tanıtım ve Araştırma Merkezi” kuruyor. Bakanlık, Erzurum ve Kars illerinden geçen Allahuekber Dağları’nın millî park olarak ilan edilmesinin ardından, bölgenin tanıtımına hizmet edecek araştırma merkezinin inşaatına başladı. Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı’ndaki Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi’nin benzeri olacak proje, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin ağır kayıplar verdiği Sarıkamış Harekatı’nda yaşananları bugünün insanına anlatmayı amaçlıyor. Merkezde, 1915 panorama salonu, 350 kişilik konferans salonu, sergileme ve fuaye alanı, idare binası ve mescit ile Ermeni mezalimini kabartma teknikleri kullanılarak anlatan, görsel içerikli panorama salonları yer alacak. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, yaptığı yazılı açıklamada, “Yol kenarlarında dinlenme cepleri, rölyef, heykel, şehit mektupları, anıtlar gibi materyaller bulunacak. Bu materyallerle tanıtım merkezini ziyarete gelen vatandaşlar, Sarıkamış Harekatı’nda şehit düşmüş askerlerimizin anısını ve çektikleri sıkıntıyı hissedecek” ifadelerini kullandı. Yaklaşık 11 bin 170 metrekarelik kapalı alana sahip olacak merkezin, 42 milyon liraya mal edilmesi öngörülüyor. Proje kapsamında Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, yürüyüş güzergahı üzerinde, karların erimesi sonucu oluşabilecek su akıntılarının yola zarar vermesini engelleyecek su geçiş kanalları ile bir gölet inşa edecek. NATO’YU DENIZ MAYINLARINDAN KORUMA GÖREVI TÜRKIYE’NIN NATO Daimi Mayın Karşı Tedbirleri Görev Grubu-2 (SNMCMG-2) adlı birimin komutası Türkiye’ye geçti. Üye ülkeler tarafından bir yıl süreyle komuta edilen SNMCMG-2 Komutanlığı görevi, İtalya Deniz Kuvvetleri’nden Albay Giovanni Piegaja’dan Deniz Kurmay Albay Ramazan Kesgin’e devredildi. Erdek Deniz Üs Komutanlığı Mayın Filosu Komutanlığı’nda düzenlenen törende komuta kontrol gemisi olarak görev yapacak TCG Barbaros firkateyni ile TCG Enez ve İspanya Deniz Kuvvetleri’nden SPS Tajo hazır bulunduruldu. 16 HABERLER NATO Deniz Komutanlığı Harekat Başkanı Hollanda Deniz Kuvvetleri’nden Tuğamiral Arian Minderhoud, törende yaptığı konuşmada, görev grubunun deniz haydutlarıyla mücadele etmeyeceğini, bununla NATO içindeki başka ekiplerin ilgileneceğini belirtti. SNMCMG-2’nin eski komutanı Albay Giovanni Piegaja, her türlü zorlu harekata hazır olan grubu Türk meslektaşına teslim etmekten gurur duyduğunu bildirdi. Kurmay Albay Ramazan Kesgin ise personelinin ve kendisinin Türkiye’yi en iyi şekilde temsile hazır olduğunu vurgulayarak şunları kaydetti: “Görev grubu komutası bu yıl bize geçiyor. Türkiye olarak bir yıl süreyle görevi üstlenmiş oluyoruz. Görev grubunun komutanlığını yapacağım. Bu görev için karargahım olarak iyi hazırlandık. En iyi şekilde ülkemizi temsil edecek ve NATO’nun gücünü, kararlılığını denizlerde göstermek üzere hazır ve inançlı bir şekilde görev yapacağız. NATO’nun, oluşabilecek tehditler karşısında her an hazır bir şekilde kuvvet görevi yürüteceğiz. Görev kontrol gemimiz TCG Barbaros olacak. Enez de görev grubunda bulunacak. Diğer ülkelerin gemilerinden de katkı alacağız. Romanya, Yunanistan, Almanya ve İspanya’dan belirli dönemlerde gemiler gruba katılacak.” TÜRKİYE’DEN İKİ ALAN DAHA UNESCO DÜNYA MİRAS LİSTESİ’NDE BIRLEŞMIŞ Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı’nın (UNESCO) “insanlığın ortak mirası olarak kabul edilen evrensel değerlere sahip kültürel ve doğal varlıkları dünyaya tanıtmak, toplumda söz konusu evrensel mirasa sahip çıkacak bilinci oluşturmak ve çeşitli sebeplerle bozulan, yok olan kültürel ve doğal değerlerin yaşatılması için gerekli işbirliğini sağlamak” amacıyla tespit ederek tescillediği alan ve eserlerden oluşan Dünya Miras Listesi’ne Türkiye’den iki alan daha kabul edildi. Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri ile Efes Antik Kenti, Almanya’nın Bonn şehrinde yapılan Dünya Miras Komitesi 39. Dönem Toplantısı’nda Dünya Miras Listesi’ne alındı. Böylece Türkiye’nin Dünya Miras Listesi’ne giren kültür varlığı sayısı 15’e yükseldi. Her ülkenin yılda en fazla iki alanı aday gösterebildi- ği listeye geçen yıl da ülkemizden iki alan kabul edilmişti. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik konuyla ilgili açıklamasında, Bakanlık ile ilgili kurum ve kuruluşların adaylık sürecinde titiz bir çalışma yürüttüğünü söyledi. Çelik, şunları kaydetti: “Bakanlık olarak ülkemizin tarihî ve kültürel mirasının korunması, tanıtılması ve gelecek nesillere aktarılması için ulusal ve uluslararası düzeyde çalışmalarımız devam ediyor ve kararlılıkla da devam edecek. Etrafımızdaki ülkelerde büyük trajediler yaşanıyor. Bu trajedilerin bir kısmı da kültür mirasın yok edilmesidir. DAEŞ denilen insanlığın belası bir terör örgütü, insanlığın mirasını tehdit ederken Türkiye olarak sahip olduğumuz zengin kültürel mirasa ve tarihe sahip çıkarak bu topraklarda yaşayan tüm medeniyetlerin, gelmiş geçmiş tüm devletlerin mirasçısı olduğumuz mesajını veriyoruz.” 17 DÜNYADAN YUNANISTAN “HAYIR” DEDI YUNANISTAN’DA, ekonomik kriz dolayısıyla uluslararası kredi kuruluşlarının ülkedeki nakit akışını yeniden sağlama karşılığında öne sürdüğü koşulları hükümetin uygulamaya koyup koymaması konusunda yapılan referandumdan ret kararı çıktı. Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras seçimlerden önce ülkesinin Avrupa Birliği’ne borçlarını ödemeyeceğini, ekonomik krizden çıkmak için Yunan halkına kemer sıkma politikası izlemeyeceğini söyleyerek partisi SYRIZA’yı birinci parti yapmayı başarmıştı. 5 Temmuz Pazar günü gerçekleşen referandumda halkın yüzde 61’inden fazlası, borçların ödenmesi için çeşitli kesintiler, işten çıkarmalar, kamu kurumlarının yönetiminde yabancı güçlerin söz sahibi olması gibi yaptırımlar içeren programın yürürlüğe girmesi- 18 ni onaylamadı. İktidar partisi bu kararlara tek başına imza atmayacağını, konuyu halka soracağını açıklamış, ana muhalefetteki Yeni Demokrasi Partisi referandumdan “evet” çıkması yönünde çalışmalar yürütmüştü. Halk oylamasından “hayır” sonucunun alınmasının ardından Yeni Demokrasi Partisi lideri Andonis Samaras parti başkanlığından istifa ettiğini açıkladı. Avrupa Birliği Komisyonu “Yunanistan’daki referandumun sonucunu not ediyoruz ve saygıyla karşılıyoruz” ifadesini içeren bir mesaj yayımlarken, AB Konseyi Başkanı Donald Tusk, referandum sonucunun keder verici olduğunu bildirerek avro bölgesi liderlerini Yunanistan’ın durumunu görüşmek üzere Brüksel’de toplanmaya davet etti. BELÇİKA “SOYKIRIM”DA ISRARCI BELÇIKA Başbakanı Charles Michel, Federal Meclis’te hükümeti adına yaptığı konuşmada 1915 Olayları’nın “soykırım” olarak tanınması gerektiğine inandığını ifade etti. Hükümeti oluşturan partilerden iki milletvekilinin soruları üzerine “1915-1917 arası Osmanlı İmparatorluğu’nun son Jöntürk hükümeti tarafından işlenen trajik olayların soykırım olarak görülmesi gerektiğini” belirten Michel’e Türkiye’nin cevabı gecikmedi. Dışişleri Bakanlığı’nın yayımladığı açıklamada şöyle denildi: “Belçika Başbakanı’nın söz konusu ifadeleri tarihî gerçeklerle bağdaşmamakta ve hukuku ihlal etmektedir. Belçika Başbakanı’nın, yetkili uluslararası bir mahkeme tarafından hakkında bir hüküm verilmemiş olduğunu kendisinin de teslim ettiği, hakkında hukuki bir karar ve akademik uzlaşı bulunmayan bir konuda haddini her bakımdan aşarak hüküm vermeye kalkışması ne kabul edilebilir ne de herhangi bir şekilde mazur görülebilir. Bahse konu ifadeler, Belçika Hükümeti’nin bir süre önce Temsilciler Meclisi’nde ortaya koyduğu hukuki bir niteliğe sahip olan ‘soykırım’ kavramının gelişigüzel kullanılmaması gerektiği yönündeki tutumuyla da çelişmektedir. Türk milletini haksızca itham eden kanaatlerin bu kadar kısa sürede değişmesi dahi, konunun bilimsel ve hukuki zeminden çıkarılarak ne ölçüde siyasallaştırıldığının açık bir göstergesidir. Kendi tarihinin karanlık sayfalarıyla yüzleşmemiş bir ülke olan Belçika’da bir süredir, Türk kimliği ve tarihi üzerinden Türkleri itham eden beyan ve faaliyetlerin sayısında ciddi artış kaydedildiğini kaygıyla gözlemliyoruz. Belçika’da sorumluluk sahibi olması gereken politik çevrelerin de dahil olduğu ‘Türkleri karalamak’ üzerinden siyasi rant elde etme egzersizlerinin, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslâm karşıtlığı boyutlarının bulunduğu bir vakıadır. Bu durumun, Belçika’ya ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda önemli katkılar yapmış ve yapmakta olan Türk toplumunu en hafif tabiriyle rencide edeceği ve bu toplumun entegrasyonu bakımından olumlu katkı sağlamayacağı açıktır. Belçika’daki Türk toplumunu da rahatsız eden bu tutumun, dostluk ve müttefiklik ilişkilerine sahip olduğumuz Belçika ile ikili münasebetlerimizde olumsuz yönde sonuçlar doğurması kaçınılmazdır.” Milletvekiline ihraç Öte yandan, 1915 Olayları’nı “soykırım” olarak tanıyan karar tasarısı da Belçika Federal Meclisi’ne sunuldu. Tasarıda “Osmanlı Ermenilerinin yaşadığı dramdan bugünkü Türkiye’nin sorumlu tutulamayacağı” ifade edilirken “insanlığa karşı tüm suçlar ve soykırımların kınanması ve tüm inkârcılık girişimlerinin kesin tavırla reddedilmesi” talep ediliyor. Geçtiğimiz aylarda Türk kökenli Brüksel Milletvekili Mahinur Özdemir, “Ermeni soykırımı”nı kabul etmediği için partisinden ihraç edilmiş, olay Türk kamuoyunda esefle karşılanmıştı. 19 BREMEN’E TÜRK BAŞKANVEKİLİ ALMANYA’NIN Bremen eyaletinde mayıs ayında gerçekleşen seçimlerin ardından toplanan Eyalet Meclisi’nde başkanlık seçimi yapıldı. 83 milletvekilinin 71’inin oyunu alan Sosyal Demokrat Partili (SPD) Christian Weber 1999 yılından beri yürüttüğü Meclis Başkanlığı görevine yeniden seçildi. Bremen Eyalet Meclisi Başkanvekilliklerine ise Yeşiller Partisi’nden Sülmez Doğan ile Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi’nden Frank İmhoff getirildi. Sülmez Doğan Bremen eyaletinin tarihinde bir ilk yaşandığını belirterek, partisine bu görev için kendisini önermesi nedeniyle teşekkür etti. Doğan, Almanya’da bir Türk kökenlinin başkanvekili olmasının normal kabul edilmesi gerektiğini kaydederek, “50 yılı aşkın süredir Almanya’da yaşıyoruz. Çok eğitimli ve kalifiye insanlarımız var. Burada Türk kökenli arkadaşlarımla birlikte insanlarımızın eyaletin yönetim kadrolarında da yer alması için çalışıyoruz” değerlendirmesinde bulundu. 83 sandalyeli Bremen Eyaleti Meclisi’nin 9 kişilik Başkanlık Divanı’nda SPD’den Şükrü Şenkal ve Sol Parti’den Cindi Tuncel yer aldı. Meclis’te SPD’den Mustafa Güngör, Şükrü Şenkal, Mehmet Ali Seyrek, Mehmet Acar ve Cem Patrick Öztürk, Yeşiller Partisi’nden Sülmez Doğan, Mustafa Kemal Öztürk ve Özdal Turhal, Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi’nden Oğuzhan Yazıcı ve Sol Parti’den Cindi Tuncel olmak üzere 10 Türk kökenli üye bulunuyor. ARNAVUTLUK’TA YEREL SEÇİMLER YAPILDI ARNAVUTLUK, 21 Haziran Pazar günü ülkedeki 61 belediyenin yeni başkanlarını seçmek üzere sandık başına gitti. Açıklanan sonuçlara göre Sosyalist Parti’nin öncülüğünde 37 partinin bir araya gelmesiyle kurulan “Avrupalı Arnavut Birliği” isimli blok 45, 15 siyasi partinin oluşturduğu “İş ve Haysiyet Birliği” adlı koalisyon 15 belediye başkanlığı kazandı. Arnavutluk’taki Yunan azınlığın partisi Mega Parti ise Yunan nüfusun çoğunlukta olduğu bölgeden bir belediye başkanlığı kazanmayı başardı. Başkent Tiran’daysa seçimin galibi “Avrupalı Arnavut Birliği” adayı Erion Veliay oldu. Seçimlere iki koalisyonun dışında 11 siyasi parti katıldı. 20 DÜNYADAN ARAKAN MÜSLÜMANLARINA BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’DEN MÜJDE BIRLEŞMIŞ Milletler (BM) İnsan Hakları Konseyi, Myanmar devletinin Arakanlı Müslümanlar başta olmak üzere ülkedeki azınlık gruplarına karşı sistematik insan hakları ihlalleri ve ayrımcılık uyguladığını belirterek ülkeyi kınama kararı aldı. Kararda, Andaman Denizi’ndeki Müslüman ahalinin düzensiz göçünden ve suç çetelerince istismar edilmesinden endişe duyulduğu kaydedildi. Bölge ülkelerinin göçmenlere geçici barınma ve koruma sağlama kararının memnuniyet verici olduğu ifade edilirken Arakanlı Müslümanların ve diğer azınlıkların vatandaşlık haklarından yoksun bırakılmasının insan haklarına aykırı olduğu belirtildi. Myanmar hükümetine ve dinî liderlere ayrım gözetmeksizin insan haklarının korunması, Budistler tarafından Müslüman azınlığa karşı uygulanan şiddetin engellenmesi ve Müslümanlara vatandaşlık haklarının verilmesi çağrısı yapıldı. Karar metninde, ülkedeki diğer insan hakları ihlallerine de işaret edilerek, keyfi tutuklamalar, halkın topraklarına zorla el koyma, göçe zorlama, tecavüz, işkence, insanlık dışı muamele gibi uygulamalardan duyulan kaygılar dile getirildi. TUNUS’TA OLAĞANÜSTÜ HAL İLAN EDİLDİ TUNUS’UN Susa kentindeki bir otele 26 Haziran’da düzenlenen saldırıda 38 kişi hayatını kaybetti, 39 kişi yaralandı. Terör örgütü DAEŞ’in üstlendiği saldırının ardından birçok ülke kınama mesajı yayımladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Tunus Cumhurbaşkanı El-Baci Kaid es-Sibsi’yi telefonla arayarak taziyelerini iletti. Tunus Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamada, Cumhurbaşkanı Sibsi’nin ülkede olağanüstü hal ilan ettiği duyuruldu. Es-Sibsi, devlet televizyonunda yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında, olağanüstü hal uygulamasının 30 günlük olduğunu söyledi. Kararı, Meclis Başkanı Muhammed en-Nasır ve Başbakan Habib es-Sayd ile yaptıkları istişarenin ardından aldığını ifade eden Sibsi, “Eğer geçen hafta Susa’da meydana gelen olaylar tekrarlanırsa devlet çöker” dedi. Cumhurbaşkanı sözlerini şöyle sürdürdü: “Terör, devlet sistemini ve kurumlarını zayıflatmayı, özgürlüklere el koymayı ve toplumun değerlerine saldırmayı amaçlıyor. Ülkede yaşanan istisnai durum ve tehditlerin devam etmesi bizi özel önlemler almaya zorladı.” Libya’da yaşanan şiddet olaylarının Tunus’u da olumsuz etkilediğini vurgulayan Sibsi, terörle mücadele için uluslararası kamuoyunu işbirliğine çağırdı. 21 TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NDE 25. DÖNEM 22 ADALET VE KALKINMA PARTISI’NIN 258, CUMHURIYET HALK PARTISI’NIN 132, MILLIYETÇI HAREKET PARTISI ILE HALKLARIN DEMOKRATIK PARTISI’NIN 80’ER MILLETVEKILI ILE YER ALDIĞI TBMM 25. DÖNEM, 23 HAZIRAN 2015 TARIHINDE YAPILAN YEMIN TÖRENIYLE BAŞLADI. ZEYNEP YIĞIT 23 T ürkiye’nin sandık başına gittiği 7 Haziran 2015 tarihindeki genel seçimler sonucunda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yeni bir dönem başladı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 258, Cumhuriyet Halk Partisi’nin 132, Milliyetçi Hareket Partisi ile Halkların Demokratik Partisi’nin 80’er milletvekili ile yer aldığı TBMM 25. Dönem’in ilk birleşimi 23 Haziran 2015 tarihinde yapıldı. Genel Kurul’u “en yaşlı üye” sıfatıyla Geçici Başkan Deniz Baykal’ın yönettiği birleşimde milletvekilleri yemin ederek görevlerine başladı. 30 Haziran ve 1 Temmuz günlerinde ise 26. TBMM Başkanı’nı belirlemek üzere 25. Dönem 1. Yasama Yılı’nın ikinci ve üçüncü birleşimleri gerçekleştirildi. Oylamalar sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisi’nin aday gösterdiği Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz TBMM Başkanı seçildi. 25. Dönem Parlamentosu’nda görev yapacak 550 milletvekili, 7 Haziran 2015 tarihindeki genel seçimler sonucunda Meclis’e girmeye hak kazandı. 20 parti ve 165 bağımsız milletvekili adayının katıldığı seçimlerde, 56 milyon 608 bin 817 kayıtlı seçmenden 47 milyon 507 bin 467’si oy kullandı. Seçime katılma oranı yüzde 83,92 olurken 46 milyon 163 bin 243 oy geçerli, 1 milyon 344 bin 224 oy ise geçersiz sayıldı. Seçimler sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Meclis’te 24 temsil edilmeye hak kazandı. AK Parti yüzde 40,87, CHP yüzde 24,95, MHP yüzde 16,29, HDP ise yüzde 13,12 oy aldı. Bu sonuçla TBMM’deki sandalye dağılımı AK Parti 258, CHP 132, MHP 80, HDP 80 şeklinde oldu. Geçerli oyların seçime katılan siyasi partilere ve bağımsız adaylara dağılımı ile bu dağılımın oranları ise şöyle: Doğru Yol Partisi 28 bin 852 (%0,06), Anadolu Partisi 27 bin 688 (%0,06), Hak ve Özgürlükler Partisi 58 bin 716 (%0,13), Komünist Parti 13 bin 780 (%0,03), Millet Partisi 17 bin 473 (%0,04), Hak ve Adalet Partisi 5 bin 711 (%0,01), Merkez Parti 20 bin 945 (%0,05), Toplumsal Uzlaşma Reform ve Kalkınma Partisi 72 bin 701 (%0,16), Halkın Kurtuluş Partisi 60 bin 396 (%0,13), Liberal Demokrat Parti 26 bin 500 (%0,06), Milliyetçi Hareket Partisi 7 milyon 520 bin 6 (%16,29), Halkların Demokratik Partisi 6 milyon 58 bin 489 (%13,12), Saadet Partisi 949 bin 178 (%2,06), Cumhuriyet Halk Partisi 11 milyon 518 bin 139 (%24,95), Adalet ve Kalkınma Partisi 18 milyon 867 bin 411 (%40,87), Demokratik Sol Parti 85 bin 810 (%0,19), Yurt Partisi 9 bin 289 (%0,02), Demokrat Parti 75 bin 784 (%0,16), Vatan Partisi 161 bin 674 (%0,35), Bağımsız Türkiye Partisi 96 bin 475 (%0,21), Bağımsızlar 488 bin 226 (%1,06). Kadın milletvekillerinin oranı %17,82’ye yükseldi 25. Dönem’de Meclis’te 452 erkek, 98 kadın milletvekili bulunuyor. Geçen yasama döneminde 79 kadın milletvekili görev yapmıştı. 7 Haziran’daki seçimlerin ardından bu rakam 98’e yükselirken, Meclis’te kadınların oranı yüzde 17,82’ye ulaştı. AK Parti’den 41, CHP’den 21, MHP’den 4, HDP’den 32 kadın milletvekili görev yapıyor. 550 milletvekilinin illere göre dağılımına bakıldığında farklı tablolar dikkat çekiyor. AK Parti Çankırı, Düzce, Karaman ve Rize’de, HDP ise Ağrı, Hakkari, Iğdır, Şırnak ve Tunceli’de milletvekili adaylarının tamamını Meclis’e taşıdı. AK Parti, HDP’nin tulum çıkardığı 5 il dışındaki 76 ilde milletvekilliği kazanmayı başardı. HDP Adana, Adıyaman, Ağrı, Ankara, Antalya, Ardahan, Batman, Bingöl, Bitlis, Bursa, Diyarbakır, Erzurum, Gaziantep, Hakkari, Iğdır, İstanbul, İzmir, Kars, Kocaeli, Mardin, Mersin, Muş, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak, Tunceli ve Van dışındaki illerde milletvekili çıkaramadı. CHP Adıyaman, Ağrı, Aksaray, Ardahan, Batman, Bayburt, Bingöl, Bitlis, Çankırı, Diyarbakır, Düzce, Elazığ, Erzurum, Gümüşhane, Hakkari, Iğdır, Kahramanmaraş, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kırıkkale, Kırşehir, Kilis, Kütahya, Mardin, Muş, Nevşehir, Niğde, Osmaniye, Rize, Siirt, Şanlıurfa, Şırnak, Van, Tunceli ve Yozgat olmak üzere 37 ilde milletvekilliği kazanamadı. MHP’nin ise Adıyaman, Ağrı, Amasya, Ardahan, Artvin, Bartın, Batman, Bilecik, Bingöl, Bitlis, Bolu, Çankırı, Çorum, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Erzincan, Hakkari, Karaman, Kars, Kırklareli, Malatya, Mardin, Muş, Ordu, Iğdır, Rize, Siirt, Sinop, Şanlıurfa, Şırnak, Tunceli, Van ve Yalova olmak üzere 34 ilde milletvekili bulunmuyor. Meclis’teki dört siyasi partinin de milletvekili çıkardığı 9 il ise Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Gaziantep, Kocaeli, İstanbul, İzmir ve Mersin olarak sıralanıyor. Geçen yasama dönemine göre 550 milletvekilinin yaklaşık üçte ikisi yenilenmiş durumda. Meclis’in en genç isimleri 1989 doğumlu HDP Van Milletvekili Tuğba Hezer Öztürk ve 1988 doğumlu AK Parti Tokat Milletvekili Fatma Gaye Güler, en yaşlı üyeleri ise 1938 doğumlu CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal ve 1942 doğumlu AK Parti Şanlıurfa Milletvekili Seyit Eyyüpoğlu oldu. 15, 16, 18, 19, 20, 22, 23 ve 24. Dönemlerde de parlamentoda yer alan Deniz Baykal, Meclis’teki en kıdemli isimlerden biri olma özelliğini de taşıyor. TBMM’deki bir diğer kıdemli milletvekili ise 25 25. DÖNEM MILLETVEKILLERI 10 HAZIRAN 2015 TARIHINDEN ITIBAREN KAYIT YAPTIRMAK ÜZERE MECLIS’E GELMEYE BAŞLADI. 18. Dönem’den bu yana 28 yıldır kesintisiz olarak Meclis’te görev yapan MHP İstanbul Milletvekili Murat Başesgioğlu. Temsil oranının yüzde 95’e ulaştığı 25. Dönem Parlamentosu’nda farklı kesimlerden isimler yer alıyor. Ermeni kökenli milletvekilleri Garo Paylan HDP’den, Markar Eseyan AK Parti’den, Selina Doğan CHP’den, Süryani milletvekili Erol Dora HDP’den, Roman kökenli milletvekili Özcan Purçu ise CHP’den seçildi. Meclis’te sanat, spor ve medya dünyasından isimler de bulunuyor. Müzisyen Uğur Işılak AK Parti’den, eski millî futbolcu Saffet Sancaklı MHP’den milletvekili seçilirken, AK Parti’den Şamil Tayyar, CHP’den Tuncay Özkan, Utku Çakırözer, Mustafa Balbay, Enis Berberoğlu, Eren Erdem ve Barış Yarkadaş Meclis’e girmeye hak kazanan gazeteciler arasında yer aldı. Meclis’in renkli isimlerinden CHP İzmir Milletvekili Özcan Purçu, gazetecilere yaptığı açıklamada Türkiye’nin ilk Roman milletvekili olduğunu anımsatarak, “Bütün Romanlar onurlu ve gururlu. Roman kardeşlerimize ‘pozitif ayrımcılık’ sağlayacağız” dedi. Sorumluluğunun farkında olduğunu ve tüm vatandaşlara en iyi hizmeti vermek için çalışacağını ifade eden Purçu, “Bütün kimlikler bu ülkenin rengidir. Bu rengi Meclis’te ne kadar yansıtırsak barışı, demokrasiyi, özgürlüğü o kadar yaşarız” diye konuştu. Mazbatalar alındı, kayıtlar yapıldı Yeni seçilen milletvekilleri 10 Haziran 2015 tarihinden itibaren kayıt yaptırmak üzere Meclis’e gelmeye başladı. İlk kayıt işlemini AK Parti Niğde Milletvekili Erdoğan Özegen yaptırdı. 22. Dönem’de de SİYASİ PARTİ ADI YURT İÇİ SEÇİM SONUCU YURT DIŞI SANDIK SEÇİM SONUCU GÜMRÜK KAPILARI SANDIK SEÇİM SONUCU TÜRKİYE GENELİ TOPLAM ORAN (%) DOĞRU YOL PARTİSİ 27.550 1.119 183 28.852 %0,06 ANADOLU PARTİSİ 27.045 531 112 27.688 %0,06 HAK VE ÖZGÜRLÜKLER PARTİSİ 57.142 1.350 224 58.716 %0,13 KOMÜNİST PARTİ 13.497 227 56 13.780 %0,03 MİLLET PARTİSİ 17.307 140 26 17.473 %0,04 HAK VE ADALET PARTİSİ 5.116 522 73 5.711 %0,01 MERKEZ PARTİ 20.649 247 49 20.945 %0,05 TOPLUMSAL UZLAŞMA REFORM VE KALKINMA PARTİSİ 71.821 672 208 72.701 %0,16 HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ 58.590 1.579 227 60.396 %0,13 LİBERAL DEMOKRAT PARTİ 26.067 372 61 26.500 %0,06 MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ 7.423.555 83.457 12.994 7.520.006 %16,29 HALKLARIN DEMOKRATİK PARTİSİ 5.847.134 196.827 14.528 6.058.489 %13,12 SAADET PARTİSİ 932.867 13.999 2.312 949.178 %2,06 CUMHURİYET HALK PARTİSİ 11.338.681 146.263 33.195 11.518.139 %24,95 ADALET VE KALKINMA PARTİSİ 18.347.747 462.506 57.158 18.867.411 %40,87 DEMOKRATİK SOL PARTİ 84.194 1.380 236 85.810 %0,19 YURT PARTİSİ 9.111 149 29 9.289 %0,02 DEMOKRAT PARTİ 75.217 421 146 75.784 %0,16 VATAN PARTİSİ 155.205 5.350 1.119 161.674 %0,35 BAĞIMSIZ TÜRKİYE PARTİSİ 95.052 1.191 232 96.475 %0,21 BAĞIMSIZLAR 488.226 488.226 %1,06 GENEL TOPLAM 45.121.773 46.163.243 %100,0 26 918.302 123.168 Niğde Milletvekili olarak Meclis’te yer alan Özegen, gazetecilerin koalisyon çalışmalarına ilişkin bir sorusu üzerine, milletin AK Parti öncülüğünde bir hükümet kurulması yönünde irade gösterdiğini belirterek, “Erken seçim ihtimali görmüyorum. Türk siyaseti kemale erdi. Geçmişte iki uçtaki partilerin bile koalisyon yaptığı dönemleri yaşadık. Demokrasimiz o günlerden bugünlere daha çok gelişti” dedi. Özegen, kayıt işleminin ardından Meclis çalışanları ve gazetecilere çikolata ikram etti. Dört siyasi partiye mensup 550 milletvekilinin mazbatalarını aldıktan sonra Meclis’e gelerek kayıt yaptırmasının ardından TBMM’de yemin töreni için hazırlıklar yapıldı. Bu arada oda kuraları da çekildi. TBMM Milletvekili Hizmetleri Başkanlığı, yeni seçilen milletvekilleri ile odasını değiştirmek isteyen milletvekilleri için Meclis’te kura çekimi gerçekleştirdi. TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası’nda 462 oda bulunuyor. Grup başkan- vekilleri, komisyon başkanları ve engelli milletvekillerine ise Ana Bina’da oda veriliyor. Meclis’te 25. Dönem açılışı ve yemin töreni öncesinde TBMM Geçici Başkanı Deniz Baykal, görevi TBMM Başkanı Cemil Çiçek’ten devraldı. Çiçek, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin devletin en temel kurumu olduğunu vurgulayarak, 95 yıldır ülkenin mutluluğu, refahı ve kalkınması konusunda en özverili çalışmaları gerçekleştirdiğini ifade etti. “Meclis bundan böyle de görevini büyük bir sorumluluk duygusu içerisinde yerine getirecektir. Gerek milletimizin gerekse vatandaşlarımızın başı dara düştüğünde, inşallah düşmez, en evvel başvuruda bulunduğu kurum burasıdır. Meclis’i 2014 yılında 540 binden fazla vatandaşımız ziyaret etmiştir, derdine çare aramıştır. Onun için bu Meclis’in varlığı ve açık kalması, milletimiz için en önemli teminattır” diyen Çiçek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ben dört yıldır bu görevi yapıyorum. Bundan dolayı Allah’a şükrediyorum, milletimize ve destek veren milletvekillerimiz ile tüm partilerimize teşekkürlerimi ifade ediyorum. Başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bu yüce çatı altında görev yapmış tüm üyelerimizi ve çalışanlarımızı saygıyla, şükranla ve minnetle anıyorum. Başkanlık görevini zatıalinize devrediyorum.” Cemil Çiçek, konuşmasının ardından Başkanlık mührünü Deniz Baykal’a teslim etti. Baykal, TBMM’nin dünyanın en köklü ve en önemli meclislerinden biri olduğunu vurgulayarak, “TBMM’nin yeni bir dönemini yaşamak üzereyiz. Daha farklı, çok partili bir temsiliyetin ortaya çıktığı bir Meclis var. Milletin yüzde 95’ini parlamentoda temsil ettiren bir tablo ile karşı karşıyayız. Bu çok önemli bir olaydır. Seçime katılma oranı da dünyanın en yüksek oranlarından biridir. Bütün bunlar milletimizin demokrasiye, katılıma, ülkenin geleceğine duyduğu yakın ilgiyi ve sahiplenme duygusunu ortaya koymaktadır. Bu, rejime en büyük güç katan 27 YENI YASAMA DÖNEMININ BAŞLAMASI DOLAYISIYLA ATATÜRK ANITI’NDA TÖREN DÜZENLENDI. SAYGI DURUŞUNDA BULUNULAN VE İSTIKLAL MARŞI OKUNAN TÖRENIN ARDINDAN GENEL KURUL’DA 25. DÖNEM 1. YASAMA YILI AÇILIŞI GERÇEKLEŞTIRILDI. unsurlardan biri olarak anlaşılmalıdır” dedi. Türkiye’yi ve Meclis’i bekleyen çok ciddi ve temel konular olduğuna işaret eden Baykal, “Dünyanın en bunalımlı süreçlerinden biri çevremizde işliyor, en sıkıntılı dönemlerden birini yaşıyoruz. Türkiye’nin kendi içinde birikmiş konuları, sorunları var. İnanıyorum ki önümüzdeki dönemde uzlaşma, tartışma, işbirliği ve anlayış içinde bu sorunları çözmenin yolunu bulacağız. Bu yeni bir deneydir. Bu deneyi Türkiye başarırsa çok parlak bir geleceğe yöneleceğinden hiç kuşku duymuyorum” diye konuştu. Deniz Baykal, Meclis’in iki defa ciddi kesintiye maruz kaldığının unutulmaması gerektiğini de ifade ederek sözlerini şöyle sürdürdü: “Maalesef 1960’ta ve 1980’de kesintiler yaşamıştır. Bu, tarihî Meclis’in hepimiz için hâlâ en temel üzüntü konusu olmaya devam ediyor. Böyle bir kesinti yaşanmasaydı çok daha muhteşem bir tablo olacaktı. Tesellimiz şudur ki, bu kesintilerden sonra hiçbir tereddüt taşımadan tekrar Meclis’li siyaset dönemi başlamıştır. Meclis tekrar bütün gücüyle harekete geçmiştir. O deneyimler, böyle kesintilerin ülkenin hiçbir sorununu çözemeyeceği gerçeğini herkesin görmesine vesile olmuştur. Bu bakımdan da o sorunların, sıkıntıların da bir olumlu yönü olduğunu görmeliyiz diye düşünüyorum.” 28 Baykal, Cemil Çiçek’in demokratik, sorumlu ve TBMM Başkanı’na yakışan bir anlayış içinde, güleryüzle Meclis’i yönetmeyi başardığını belirterek, “Kendisine ben de teşekkürlerimi ifade ediyorum” dedi. Konuşmaların ardından Cemil Çiçek ve Deniz Baykal karşılıklı olarak birbirlerine çiçek verdi. Atatürk Anıtı’nda tören yapıldı TBMM’de 25. Dönem’in başlaması dolayısıyla Atatürk Anıtı’nda tören düzenlendi. TBMM Geçici Başkanı Deniz Baykal, kırmızı-beyaz çiçeklerden oluşan ve üzerinde “TBMM Başkanı” yazılı çelengi Atatürk Anıtı’na koydu. Saygı duruşunda bulunulan ve İstiklal Marşı okunan törene, TBMM Başkanvekili Ayşe Nur Bahçekapılı, Meclis’in en genç isimlerinden oluşan Başkanlık Divanı üyeleri, grup başkanvekilleri, milletvekilleri ve TBMM çalışanları katıldı. Atatürk Anıtı’ndaki törenin ardından Genel Kurul’da 25. Dönem 1. Yasama Yılı açılışı gerçekleştirildi. İlk birleşim öncesinde milletvekili sıralarına gül buketi, 95. yıl kokartı, ilkgün zarfı ve pulları konuldu. Geçici Başkan Deniz Baykal, yeni yasama döneminin en genç milletvekillerinden HDP Van Milletvekili Tuğba Hezer ve AK Parti Tokat Milletvekili Fatma Gaye Güler ile Başkanlık Divanı’ndaki yerini aldıktan sonra ilk birleşimi açtı. Bu sırada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yemin törenini izlemek üzere Cumhurbaşkanlığı locasına geldi. İstiklal Marşı’nın okunmasının ardından Deniz Baykal, yemini öncesinde Genel Kurul’a seslendi. Baykal, milletvekillerinin sadece seçildikleri illerin, üyesi oldukları siyasi partilerin değil, kendilerine oy vermiş olan ya da olmayan bütün milletin temsilcisi olacağına işaret etti. TBMM’nin anayasayı yaptığı için değil, devleti kurduğu için “Kurucu Meclis” olduğunu belirten Baykal, “Türkiye Büyük Millet Meclisi bir asra yaklaşan tarihi içinde Misak-ı Millî kapsamında egemen, bağımsız bir devlet kurmuş, Cumhuriyet devrimlerini gerçekleştirmiş, tek partili rejimden çok partili rejime geçişi sağlamış, eğitim, hukuk, kadın-erkek eşitliği, sanayileşme, ekonomik kalkınma alanlarında büyük ilerlemeler sağlamıştır. 1999 yılından beri dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biriyiz. Bu tablo, milletimizin ve onu temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin iftihar tablosudur. Türkiye’yi bu noktaya taşımakta kuşaklar boyunca hakkı ve emeği geçen bütün insanlarımızı şükranla anmak manevi borcumuzdur” diye konuştu. Baykal, Meclis’in, birbirini anlamak, birbirine saygı göstermek zorunda olan, ancak el ele verirlerse ayağa kalkabilecek, kol kola girerlerse ilerleyebilecek insanlardan oluştuğuTÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI MILLETVEKILLERI DAĞILIMI PARTI ADI ÜYE SAYISI ADALET VE KALKINMA PARTISI 258 CUMHURIYET HALK PARTISI 132 MILLIYETÇI HAREKET PARTISI 80 HALKLARIN DEMOKRATIK PARTISI 80 TOPLAM 550 nu ifade ederek, “Milletimizin takdiri böyle oldu. Şimdi bunu işletmek zorundayız. Uzun bir tek parti yönetimine dayanan iktidar döneminin acı-tatlı deneyimleri sonucunda milletimizin kararı uzlaşmak, el birliği, işbirliği yaparak yönetmek doğrultusunda olmuştur. Elbette uzlaşma temelinde hukuk olacaktır, ahlak olacaktır, yurtseverlik olacaktır. Elbette siyasi partilerimizin temel ilkeleri barış içinde yaşamamızı imkansız kılmayacaktır” dedi. Deniz Baykal sözlerini şöyle sürdürdü: “Demokrasi çeşitli güç merkezlerini kapsayan çoğulcu bir güç yapısının ortaya çıkışıyla ve herkesin birbirine ihtiyacı olduğunu kavramasıyla gerçekleşir. Demokrasi, kudret sahiplerinin lütfu değil, mecburiyetidir. Türkiye Büyük Millet Meclisi yeni bir demokrasi inşa etmenin çoğulcu altyapılarına sahiptir. Geçmişte yaşanan gerginliklerin, çatışmaların, dayatmaların sonucunda ortaya çıkan kutuplaşmayı sürdürmenin şartları artık kalmamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bunu en iyi şekilde değerlendireceğine inanıyorum. Meclis’in bu yapısını iktidar kullanmanın önünde bir engel gibi düşünmemeliyiz. Belki de tam tersine bu Meclis yapısı birbirimizi anlamanın, birbirimize saygı göstermenin, işbirliği yaparak katılımcı bir demokrasiyi hayata geçirmenin bir fırsatı olarak değerlendirilmelidir. Birbirinden farklı din, inanç ve mezhep kimliklerine, farklı etnik kimliklere sahip olmamız, bizi tek ve ortak bir millî siyasi kimlikte birleşip bütünleşmekten alıkoyamamıştır, bundan sonra da alıkoyamayacaktır. Din ve inanç özgürlüğü demokratik bir toplumda doğal olarak din ve inanç örgütlenmelerinin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Ama bu durum din ve inanç örgütlerinin sıcak siyaset ve bürokrasi alanlarında mevzilenmeleri sonucunu doğurmamalıdır. Türkiye’de yaşanan acı 29 Türkiyemiz 21. yüzyılın en güçlü, en saygın, en parlak ülkelerinden biri olacaktır. Bize, insanımıza ve tarihimize yakışan da budur.” Devletin varlığı ve bağımsızlığını… Deniz Baykal konuşmasının ardından ant içerek 25. Dönem’de yemin eden ilk milletvekili oldu. Geçici Başkan Baykal, ant içmek üzere Adana ilinden başlayarak milletvekillerini çağırmadan önce yürüme engelli AK Parti Bursa Milletvekili Bennur Karaburun’u kürsüye davet etti. Karaburun, kavas yardımıyla engelli rampasına çıkarak ant içti. Milletvekilinin yemininin ardından engelli rampası kaldırıldı. Deniz Baykal, ant içme sırası Ankara milletvekillerine geldiğinde “Şimdiye kadar olduğu gibi geleneğe uyarak Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aziz ruhu için sizleri bir dakika saygı duruşuna davet ediyorum” dedi. Saygı duruşunun ardından olaylar ve çevremizdeki savaşlar, çatışmalar bizi bir kere daha laikliğin önemini keşfetmek durumunda bırakmıştır. Aynı şekilde hukuku ve adaleti de siyaset dünyasının dışında tutma zorunluluğu bir başka temel noktamızdır. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden başlayarak bugüne kadar bu kutsal çatı altında görev yapmış başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün vatan evlatlarını saygıyla selamlıyor, aramızdan ayrılmış olanlara Allah’tan rahmet diliyorum. Böyle bir parlamentoda bulunmanın sorumluluğu içinde görevimizi en iyi şekilde yapacağımızdan hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Anadolu’nun derin tarih, kültür ve inanç birikiminden, Mevlâna’dan, Hacı Bektaş-ı Veli’den, Yunus Emre’den yola çıkarak sürdürmekte olduğumuz medeniyet yolculuğunda bugün yeni bir aşamadayız. Eğer Cumhuriyetimizi demokrasi ile çatıştırmayı değil, birleştirip bütünleştirmeyi başarırsak, eğer tarihimizden husumet değil, ders çıkarıp barış ve kardeşlik üretebilirsek, eğer siyasetimizin temeline hukuku, bağımsız ve tarafsız yargıyı yerleştirebilirsek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Genel Kurul Salonu’ndan ayrıldı. Yaklaşık 10 saat süren birleşim sırasında HDP Van Milletvekili Tuğba Hezer Öztürk ve AK Parti Tokat Milletvekili Fatma Gaye Güler, Başkanlık Divanı’ndaki yerlerini HDP Şanlıurfa Milletvekili Dilek Öcalan ile AK Parti İstanbul Milletvekili Abdurrahim Boynukalın’a bırakırken, yemin töreninde milletvekilleri şu yemini etti: “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik CINSIYETE GÖRE DAĞILIM PARTI ADI KADIN SAYI ORAN Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılapla- ERKEK SAYI ORAN PARTI TOPLAM rına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve ADALET VE KALKINMA PARTISI 41 % 15,89 217 % 84,11 258 refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı CUMHURIYET HALK PARTISI 21 % 15,91 111 % 84,09 132 içinde herkesin insan haklarından ve temel MILLIYETÇI HAREKET PARTISI 4 %5 76 % 95 80 HALKLARIN DEMOKRATIK PARTISI 32 % 40 48 % 60 80 GENEL TOPLAM 98 % 17,82 452 % 82,18 550 30 hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.” TBMM 25. DÖNEM MILLETVEKILLERI ADANA Behçet Yıldırım HDP Nevzat Palta AK Parti Emrullah İşler AK Parti Aydın Uslupehlivan CHP İbrahim Halil Fırat AK Parti Turan Yaldır MHP Ertan Aydın AK Parti Elif Doğan Türkmen CHP Salih Fırat AK Parti Jülide Sarıeroğlu AK Parti Fatma Güldemet Sarı AK Parti Levent Gök CHP İbrahim Özdiş CHP AMASYA AFYONKARAHİSAR Mehmet Naci Bostancı AK Parti Lütfiye Selva Çam AK Parti Mehmet Şükrü Erdinç AK Parti Ali Özkaya AK Parti Mustafa Tuncer CHP Mahmut Sami Mallı AK Parti Meral Danış Beştaş HDP Burcu Köksal CHP Sait Yüce AK Parti Murat Alparslan AK Parti Mevlüt Karakaya MHP Halil Ürün AK Parti Murat Emir CHP Muharrem Varlı MHP Mehmet Parsak MHP ANKARA Mustafa Erdem MHP Necdet Ünüvar AK Parti Remziye Sıvacı AK Parti Ahmet Gündoğdu AK Parti Mustafa Mit MHP Rıdvan Turan HDP Ahmet İyimaya AK Parti Necati Yılmaz CHP Sadullah Kısacık AK Parti AĞRI Ahmet Haluk Koç CHP Nevzat Ceylan AK Parti Seyfettin Yılmaz MHP Berdan Öztürk HDP Ali Haydar Hakverdi CHP Nihat Yeşil CHP Talip Küçükcan AK Parti Dirayet Taşdemir HDP Ali İhsan Arslan AK Parti Sırrı Süreyya Önder HDP Zülfikar İnönü Tümer CHP Leyla Zana HDP Aydın Ünal AK Parti Şefkat Çetin MHP Mehmet Emin İlhan HDP Ayhan Yılmaz AK Parti Şenal Sarıhan CHP Aylin Nazlıaka CHP Tekin Bingöl CHP ADIYAMAN Adnan Boynukara AK Parti AKSARAY Ayşe Gülsün Bilgehan CHP Tülay Selamoğlu AK Parti Ahmet Aydın AK Parti İlknur İnceöz AK Parti Bülent Kuşoğlu CHP Vedat Bilgin AK Parti 31 Mahmut Poyrazlı AK Parti BURSA Mehmet Yüksel AK Parti Yıldırım Tuğrul Türkeş MHP Mehmet Tüm CHP Asiye Kolçak HDP Melike Basmacı CHP Zühal Topcu Namık Havutça CHP Bennur Karaburun AK Parti Nihat Zeybekci AK Parti Recep Çetin MHP Cemalettin Kani Torun AK Parti Sema Kırcı AK Parti Ceyhun İrgil CHP DİYARBAKIR Emine Yavuz Gözgeç AK Parti Altan Tan HDP Erkan Aydın CHP Cevdet Yılmaz AK Parti Yalçın Akdoğan ANTALYA AK Parti MHP Ahmet Selim Yurdakul MHP Çetin Osman Budak CHP BARTIN Deniz Baykal CHP Muhammet Rıza Yalçınkaya CHP Hakan Çavuşoğlu AK Parti Çağlar Demirel HDP Devrim Kök CHP Yılmaz Tunç AK Parti Hüseyin Şahin AK Parti Edib Berk HDP Gökcen Özdoğan Enç AK Parti MHP Feleknas Uca HDP HDP İsmet Büyükataman Hakkı Saruhan Oluç BATMAN AK Parti İdris Baluken HDP AK Parti HDP İsmet Su Hüseyin Samani Ali Atalan MHP İmam Taşçıer HDP AK Parti HDP Kadir Koçdemir Lütfi Elvan Ayşe Acar Başaran CHP Nimettullah Erdoğmuş HDP MHP HDP Lale Karabıyık Mehmet Günal Saadet Becerekli Mustafa Akaydın CHP Ziver Özdemir AK Parti Mustafa Köse AK Parti BAYBURT Niyazi Nefi Kara CHP Sena Nur Çelik AK Parti Tarkan Akıllı MHP Mehmet Müezzinoğlu AK Parti Nursel Aydoğan HDP Nurhayat Altaca KayışoğluCHP Sibel Yiğitalp HDP Orhan Sarıbal CHP Ziya Pir HDP Karabey Kadri Karaoğlu MHP Önder Matlı AK Parti Naci Ağbal Tevfik Topçu MHP DÜZCE Zekeriya Birkan AK Parti Ayşe Keşir AK Parti Faruk Özlü AK Parti Fevai Arslan AK Parti AK Parti BİLECİK ARDAHAN Halil Eldemir AK Parti ÇANAKKALE Orhan Atalay AK Parti Yaşar Tüzün CHP Bülent Öz CHP Taşkın Aktaş HDP Bülent Turan AK Parti EDİRNE BİNGÖL İbrahim Kürşat Tuna MHP Erdin Bircan CHP Enver Fehmioğlu AK Parti Muharrem Erkek CHP Okan Gaytancıoğlu CHP AK Parti Hişyar Özsoy HDP Şemsettin Emir AK Parti Şebnem Kocakelçi AK Parti BİTLİS ELAZIĞ Metin Bulut AK Parti Serpil Bulut AK Parti ARTVİN İsrafil Kışla Uğur Bayraktutan CHP AYDIN Abdurrahman Öz AK Parti Ali Uzunırmak MHP Bülent Tezcan CHP Hüseyin Yıldız Mahmut Celadet Gaydalı HDP ÇANKIRI Hüseyin Filiz AK Parti Muhammet Emin Akbaşoğlu AK Parti Mizgin Irgat HDP Vedat Demiröz AK Parti CHP BOLU Lütfiye İlksen Ceritoğlu Kurt AK Parti Mehmet Fatih Atay CHP Ali Ercoşkun AK Parti Salim Uslu Mehmet Sadık Atay AK Parti Fehmi Küpçü AK Parti Tufan Köse Metin Lütfi Baydar CHP Tanju Özcan CHP ÇORUM Şuay Alpay AK Parti Cahit Bağcı AK Parti Yavuz Temizer MHP AK Parti ERZİNCAN CHP Erdoğan Özyalçın CHP Talha Erol Durmaz AK Parti DENİZLİ Bilal Uçar AK Parti ERZURUM BALIKESİR BURDUR Ahmet Akın CHP Alparslan Ahmet DursunMHP Emin Haluk Ayhan MHP Adnan Yılmaz AK Parti Ali Aydınlıoğlu AK Parti Mehmet Göker CHP Gülizar Biçer Karaca CHP Efkan Ala AK Parti İsmail Ok MHP Reşat Petek AK Parti Kazım Arslan CHP İbrahim Aydemir AK Parti 32 Kamil Aydın MHP Şamil Tayyar AK Parti Hilmi Yarayıcı CHP Ali Özcan CHP Seher Akçınar Bayar HDP Ümit Özdağ MHP Mehmet Alğan AK Parti Ali Şeker CHP Zehra Taşkesenlioğlu AK Parti Mehmet Öntürk AK Parti Arzu Erdem MHP GİRESUN Mevlüt Dudu CHP Atila Kaya MHP AK Parti Orhan Karasayar AK Parti Aykut Erdoğdu CHP Serkan Topal CHP Ayşe Nur Bahçekapılı AK Parti Aziz Babuşcu AK Parti ESKİŞEHİR Adem Tatlı Cemal Okan Yüksel CHP Bülent Yener Bektaşoğlu CHP Gaye Usluer CHP Orhan Erzurum MHP Nabi Avcı AK Parti Turhan Alçelik AK Parti Ruhsar Demirel MHP Salih Koca AK Parti GÜMÜŞHANE Utku Çakırözer CHP Kemalettin Aydın AK Parti Mustafa Canlı MHP IĞDIR Barış Yarkadaş CHP Kıznaz Türkeli HDP Berat Albayrak AK Parti Bihlun Tamaylıgil CHP Celal Adan MHP Mehmet Emin Adıyaman HDP ISPARTA Didem Engin CHP İrfan Bakır CHP Durmuş Ali Sarıkaya AK Parti GAZİANTEP Abdulhamit Gül AK Parti HAKKARİ Nuri Okutan MHP Dursun Çiçek CHP Abdullah Nejat Koçer AK Parti Abdullah Zeydan HDP Recep Özel AK Parti Edip Semih Yalçın MHP Canan Candemir Çelik AK Parti Nihat Akdoğan HDP Süreyya Sadi Bilgiç AK Parti Ekmeleddin Mehmet İhsanoğlu MHP Celal Doğan HDP Selma Irmak HDP Ertuğrul Tolga Orhan MHP Mahmut Toğrul HDP HATAY Mehmet Erdoğan AK Parti Adem Yeşildal Mehmet Gökdağ CHP Mehmet Şeker Mehmet Şimşek Ekrem Erdem AK Parti Emine Beyza Üstün HDP Abdullah Levent Tüzel HDP Engin Altay CHP AK Parti Abdurrahim Boynukalın AK Parti Erdal Ataş HDP Adnan Şefik Çirkin MHP Ahmet Berat Çonkar AK Parti Erdoğan Toprak CHP CHP Birol Ertem CHP Alev Dedegil AK Parti Eren Erdem CHP AK Parti Hacı Bayram Türkoğlu AK Parti Ali Kenanoğlu HDP Erkan Kandemir AK Parti İSTANBUL 33 Erol Kaya AK Parti Kadri Enis Berberoğlu CHP Ravza Kavakcı Kan AK Parti Fatma Seniha Nükhet Hotar AK Parti Ethem Tolga AK Parti Mahmut Tanal CHP Selahattin Demirtaş HDP Hamza Dağ AK Parti Fatma Benli AK Parti Markar Eseyan AK Parti Selina Doğan CHP Hüseyin Kocabıyık AK Parti Feyzullah Kıyıklık AK Parti Mehmet Bekaroğlu CHP Sevim Savaşer AK Parti Kamil Okyay Sındır CHP Filiz Kerestecioğlu HDP Mehmet Metiner AK Parti Sezai Temelli HDP Kemal Kılıçdaroğlu CHP Gamze Akkuş İlgezdi CHP Mehmet Muş AK Parti Süleyman Sencer Ayata CHP Kerem Ali Sürekli AK Parti Garo Paylan HDP Mehmet Akif Hamzaçebi CHP Şafak Pavey CHP Murat Koç MHP Gülay Yedekci CHP Mehmet Ali Pulcu Şirin Ünal AK Parti Musa Çam CHP Gürsel Tekin CHP Mehmet Doğan Kubat AK Parti Turgut Öker HDP Mustafa Ali Balbay CHP Halis Dalkılıç AK Parti Meral Akşener MHP Tülay Kaynarca AK Parti Mustafa İbrahim TurhanAK Parti Harun Karaca AK Parti Metin Külünk AK Parti Uğur Işılak AK Parti Müslüm Doğan HDP Hasan Sert AK Parti Mihrimah Belma Satır AK Parti Uygar Suphi Aktan MHP Nesrin Ulema AK Parti Haydar Ali Yıldız AK Parti Murat Başesgioğlu MHP Volkan Bozkır AK Parti Oktay Vural MHP Hüda Kaya HDP Murat Özçelik CHP Zeynel Emre CHP Özcan Purçu CHP Hüseyin Bürge AK Parti Mustafa Şentop AK Parti Selin Sayek Böke CHP Hüseyin Yayman AK Parti Mustafa Yeneroğlu AK Parti Tacettin Bayır CHP İdris Güllüce AK Parti Mustafa Afşın YazıcıoğluAK Parti Ahmet Kenan Tanrıkulu MHP Veysel Eroğlu AK Parti İhsan Özkes CHP Mustafa Sezgin Tanrıkulu CHP Ahmet Tuncay Özkan CHP Zekeriya Temizel CHP İlhan Cihaner CHP Oğuz Kaan Salıcı CHP Ali Yiğit CHP Zeynep Altıok CHP İlhan Kesici CHP Onursal Adıgüzel CHP Aslan Savaşan MHP İsmail Faruk Aksu MHP Osman Can AK Parti Aytun Çıray CHP KAHRAMANMARAŞ İsmet Uçma AK Parti Özlem Zengin AK Parti Cemil Şeboy AK Parti Fahrettin Oğuz Tor MHP İzzet Ulvi Yönter MHP Pervin Buldan HDP Ertuğrul Kürkcü HDP Mahir Ünal AK Parti 34 AK Parti İZMİR Mehmet İlker Çitil AK Parti KIRKLARELİ KÜTAHYA Muhsin Kızılkaya Mehmet Uğur Dilipak AK Parti Hamdi Irmak AK Parti Alim Işık MHP Mustafa Muhammet Gültak AK Parti Nursel Reyhanlıoğlu AK Parti Türabi Kayan CHP İshak Gazel AK Parti Oktay Öztürk MHP Sefer Aycan MHP Vecdi Gündoğdu CHP Mustafa Şükrü Nazlı AK Parti Yılmaz Tezcan AK Parti Vural Kavuncu AK Parti MUĞLA Sevde Bayazıt Kaçar AK Parti Veysi Kaynak AK Parti KARABÜK Durmuş Yalçın MHP Osman Kahveci AK Parti KARAMAN Recep Konuk AK Parti Recep Şeker AK Parti KARS Ayhan Bilgen HDP Mehmet Uçum AK Parti Şafak Özanli HDP KASTAMONU Emin Çınar MHP Metin Çelik AK Parti Mustafa Gökhan GülşenAK Parti KAYSERİ Ahmet Doğan AK Parti Ali Kilci MHP Çetin Arık CHP Havva Talay Çalış AK Parti KIRŞEHİR Cemil Yıldırım Türk MHP MALATYA Akın Üstündağ CHP Salih Çetinkaya AK Parti Bülent Tüfenkci AK Parti Hasan Kökten AK Parti Mustafa Şahin AK Parti Hasan Özyer AK Parti KİLİS Nurettin Yaşar AK Parti Mehmet Erdoğan MHP Mustafa Yün MHP Öznur Çalık AK Parti Nurettin Demir CHP Reşit Polat AK Parti Taha Özhan AK Parti Ömer Süha Aldan CHP Veli Ağbaba CHP MUŞ Ahmet Yıldırım HDP Burcu Çelik Özkan HDP KOCAELİ Ali Haydar Konca HDP MANİSA Cemalettin Kaflı AK Parti Erkan Akçay MHP Fatma Kaplan Hürriyet CHP Mazlum Nurlu CHP Fikri Işık AK Parti Murat Baybatur AK Parti Haydar Akar CHP Özgür Özel CHP İlyas Şeker AK Parti Recai Berber AK Parti Mehmet Akif Yılmaz AK Parti Selçuk Özdağ AK Parti Radiye Sezer KatırcıoğluAK Parti Tur Yıldız Biçer CHP Saffet Sancaklı MHP Uğur Aydemir AK Parti Tahsin Tarhan CHP Zeynel Balkız MHP Zeki Aygün AK Parti MARDİN Mehmet Emin Şimşek AK Parti NEVŞEHİR Mehmet Varol MHP Murat Göktürk AK Parti Mustafa Açıkgöz AK Parti NİĞDE Alpaslan Kavaklıoğlu AK Parti Erdoğan Özegen AK Parti Vedat Bayram MHP ORDU KONYA Enise Güneyli HDP Abdullah Ağralı AK Parti Erol Dora HDP Ahmet Davutoğlu AK Parti Gülser Yıldırım HDP Hacı Ahmet Özdemir AK Parti Mehmet Ali Aslan HDP AK Parti Halil Etyemez AK Parti Mithat Sancar HDP İhsan Şener AK Parti Kemal Tekden AK Parti Hüsnüye Erdoğan AK Parti Orhan Miroğlu AK Parti Mustafa Adıgüzel CHP Mehmet Özhaseki AK Parti Leyla Şahin Usta AK Parti Numan Kurtulmuş AK Parti Süleyman Korkmaz MHP Mehmet Babaoğlu AK Parti Yaşar Karayel AK Parti Yusuf Halaçoğlu MHP MERSİN Oktay Çanak AK Parti Muhammet Uğur Kaleli AK Parti Ali Öz MHP Seyit Torun CHP Mustafa Baloğlu AK Parti Aytuğ Atıcı CHP Mustafa Kalaycı MHP Baki Şimşek MHP OSMANİYE HDP Devlet Bahçeli MHP KIRIKKALE Mustafa Hüsnü BozkurtCHP Çilem Öz Oğuz Kağan Köksal AK Parti Mustafa Sait Gönen Dengir Mir Mehmet Fırat HDP Mücahit Durmuşoğlu AK Parti Ramazan Can AK Parti Rüveyde Gülseren Işık AK Parti Durmuş Fikri Sağlar CHP Ruhi Ersoy MHP Seyit Ahmet Göçer MHP Ziya Altunyaldız Hüseyin Çamak CHP Suat Önal AK Parti MHP AK Parti 35 RİZE Hasan Karal Hikmet Ayar Osman Aşkın Bak SİNOP TEKİRDAĞ VAN AK Parti Barış Karadeniz CHP Ayşe Doğan AK Parti Adem Özcaner HDP AK Parti Cengiz Tokmak AK Parti Bülent Belen MHP Candan Yüceer CHP Burhan Kayatürk AK Parti AK Parti SİVAS Emre Köprülü CHP Figen Yüksekdağ ŞenoğluHDP SAKARYA Ali Akyıldız CHP Faik Öztrak CHP Lezgin Botan HDP Ali İnci AK Parti Celal Dağgez MHP Mustafa Yel AK Parti Remzi Özgökçe HDP Ali İhsan Yavuz AK Parti Hilmi Bilgin AK Parti Selami Özyaşar HDP Ayşenur İslam AK Parti Tuğba Hezer Öztürk HDP Engin Özkoç CHP Mustafa İsen AK Parti Recep Uncuoğlu AK Parti Zihni Açba MHP SAMSUN Ahmet Demircan AK Parti Akif Çağatay Kılıç Çiğdem Karaaslan İsmet Yılmaz AK Parti TOKAT Selim Dursun AK Parti Abdurrahman Başkan MHP ŞANLIURFA Ahmet Eşref Fakıbaba AK Parti Dilek Öcalan HDP Halil Özcan AK Parti Hamide Sürücü AK Parti İbrahim Ayhan HDP AK Parti Leyla Güven HDP AK Parti Mazhar Bağlı AK Parti Erhan Usta MHP Mehmet Kasım GülpınarAK Parti Fuat Köktaş AK Parti Nureddin Nebati AK Parti Hasan Basri Kurt AK Parti Osman Baydemir HDP Hayati Tekin CHP Seyit Eyyüpoğlu AK Parti Hüseyin Edis MHP Ziya Çalışkan HDP Kemal Zeybek CHP ŞIRNAK Yurdusev Özsökmenler HDP Celil Göçer AK Parti Coşkun Çakır AK Parti Fatma Gaye Güler AK Parti YALOVA Orhan Düzgün CHP Fikri Demirel AK Parti TRABZON Muharrem İnce CHP Adnan Günnar AK Parti Ayşe Sula Köseoğlu AK Parti YOZGAT Haluk Pekşen CHP Abdulkadir Akgül AK Parti Koray Aydın MHP Ertuğrul Soysal AK Parti Muhammet Balta AK Parti Süleyman Soylu AK Parti Sadir Durmaz MHP Yusuf Başer AK Parti TUNCELİ Alican Önlü HDP ZONGULDAK Edibe Şahin HDP Faruk Çaturoğlu AK Parti Hüseyin Özbakır AK Parti Şerafettin Turpcu CHP SİİRT Aycan İrmez HDP UŞAK Hatice Seviptekin HDP Faysal Sarıyıldız HDP Durmuş Yılmaz MHP Kadri Yıldırım HDP Ferhat Encu HDP Mehmet Altay AK Parti Ünal Demirtaş CHP Yasin Aktay AK Parti Leyla Birlik HDP Özkan Yalım CHP Zeki Çakan MHP 36 TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI’NDEN - ÜYE AIDATLARIMIZ 17. OLAĞAN GENEL KURUL KARARIYLA 2015 YILINDA YILLIK 120 TL’DIR. - BANKALAR TARAFINDAN MÜŞTERILERINE ULUSLARARASI BANKA HESAP NUMARASI (IBAN) VERILMEKTEDIR. ÜYELERIMIZIN AIDATLARINI YATIRIRKEN PROBLEM YAŞAMAMALARI IÇIN BIRLIĞIN IBAN NUMARASI AŞAĞIDA BELIRTILMIŞTIR. - BILINDIĞI GIBI 2002’DE YILLIK 30 TL OLAN ÜYE AIDATLARI 2004 YILINDAN ITIBAREN 60 TL VE 2013 YILINDAN BERI 120 TL’DIR. GERIYE DOĞRU AIDAT BORÇLARININ BUNA GÖRE HESAPLANMASI VE BIRLIĞIMIZIN AŞAĞIDAKI HESAP NUMARASINA YATIRILMASI; 5253 SAYILI DERNEKLER KANUNU’NA GÖRE, ALINAN AIDATLARIN BELGESINE ÜYELERIN TC KIMLIK NUMARALARININ YAZILMASI GEREKMEKTEDIR. - ÜYELERIMIZIN TC KIMLIK NUMARALARINI MEKTUP VEYA TELEFONLA BIRLIĞE BILDIRMELERI RICA OLUNUR. TPB HABER PORTALI www.tpb.org.tr FAX HATTI: 0312 420 66 24 SAYIN ÜYELERIMIZ HER KONUDA BIZE ULAŞABILIRSINIZ. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ANKARA KONUKEVI: ANKARA HOTEL PİNO BAYRAKTAR MAHALLESI VEDAT DALOKAY CADDESI BAYRAKLI SOKAK NO: 35 GOP/ANKARA TEL: 0312 446 36 86 TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 50-51 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 37 BALKANLAR’IN “YENİDOĞAN” ÜLKESİ KOSOVA 38 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI 2008 YILINDA BAĞIMSIZLIĞINI ILAN EDEN KOSOVA, YÜZYILLAR ÖNCESINDEN GÜNÜMÜZE NICE ÖNEMLI OLAYLA TARIHTE ÖZGÜN BIR YERE SAHIP. BALKANLAR’DAKI BU TOPRAKLAR, 500 SENEYE YAKIN HÂKIMIYETI ALTINDA KALDIĞI OSMANLI’DAN DA ÇARPICI IZLER TAŞIYOR. HASAN ERKANAR 39 K osova’nın tarihi eski zamanlara gider. Antik dönemde Avrupa’nın kayda değer büyüklükteki bir kısmına hâkim olan Roma İmparatorluğu bugün Kosova olarak bildiğimiz toprakları da nüfuzu altına almıştır. MS 5. yüzyılın ortalarına gelindiğindeyse Roma, Atilla’nın önderliğindeki Hun istilasıyla sarsılır. Merkeze uzak eyaletleriyle, özellikle doğusundaki topraklarla bağını kaybeder ve Balkanlar’daki birçok bölge gibi Kosova da bu dağılmadan payını alır. Yaklaşık bir asır sonra Bizans İmparatoru Jüstinyen, Roma’dan kopan bölgeyi tekrar hâkimiyet altına alarak Doğu Roma sınırlarına katar. Kosova’nın tarihteki özgün yerini oluşturan koşullar Roma İmparatorluğu’nun dağılmasının birkaç asır sonrasına denk gelir. Kosova’nın bugününü şekillendiren tarihî koşullardan biri Slavların Balkanlar’a 6. ve 7. yüzyıl arasındaki yoğun göçüdür. Slavlaşan Balkanlar’da Kosova toprakları Orta Çağ boyunca Bulgar İmparatorluğu ve Bizans İmparatorluğu’nun egemenliği arasında gidip gelir. 14. yüzyılın sonuna kadar Sırp İmparatorluğu’na ait olan Kosova topraklarında, Sırp Prensi Lazar’ın komutasındaki Haçlı ordusu ile Sultan Murat Hüdavendigar komutasındaki Osmanlı ordusu arasında bölgenin tarihini değiştiren bir savaş yaşanır. İki tarafın da büyük kayıplar verdiği, Birinci Kosova Savaşı olarak bilinen 40 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI muharebede iki hükümdar da hayatını kaybeder. Savaştan ezici bir galip olarak çıkmasa da pek çok bakımdan üstün olan genç Osmanlı Devleti kısa bir süre sonra Sırp prensliklerini himayesi altına alır ve nihayet 1459’da Sırp egemenliğine tamamen son vererek bugünkü Kosova şehirlerinde de hâkimiyeti elde eder. Kosova idari olarak önce Rumeli Eyaleti’ne bağlı olur; 19. yüzyıldan itibaren ise sırasıyla Manastır Eyaleti, Prizren Vilayeti ve Kosova Vilayeti birimi altında yer alır. Osmanlıların 500 seneye yakın yönettiği Kosova topraklarında zaman içinde Slav halkın önemli bir kısmı İslamiyet’i seçerek Osmanlı Devleti’nde çeşitli kademelerde hizmet vermiştir. Osmanlılar zamanında Kosova’da yaşayan birçok Hıristiyan Sırp, Avusturya’ya göç ederken özellikle 17. yüzyıldan itibaren Arnavutça konuşan nüfusun yoğunluğu artar. Osmanlılar her ne kadar Hıristiyanlığa karşı müsamahakâr davransa da devlet ve hukuk nezdinde Müslüman Osmanlıların ayrıcalıklı konumu nedeniyle Hıristiyan Sırp nüfusun bir kısmı bölgeden ayrılır, buraya göçen Katolik Arnavutlar ise hızla İslamlaşmaya başlar. Kosova Balkanlar’daki Osmanlı varlığı için hayati bir köprü rolü oynar. İmparatorluğun son ve en uzun yüzyılına girildiğinde ise bölge için büyük değişimlerin vakti gelmiştir. 93 Harbi’nden mağlup çıkan Osmanlı, imzaladığı Ayastefanos Anlaşması’nın hükmü 14. YÜZYILIN SONUNA KADAR SIRP İMPARATORLUĞU’NA AIT OLAN KOSOVA TOPRAKLARINDA, SIRP PRENSI LAZAR’IN KOMUTASINDAKI HAÇLI ORDUSU ILE SULTAN MURAT HÜDAVENDIGAR KOMUTASINDAKI OSMANLI ORDUSU ARASINDA BÖLGENIN TARIHINI DEĞIŞTIREN BIR SAVAŞ YAŞANIR. Sırp Prensi Lazar Sultan Murat Hüdavendigar gereğince Balkanlar’da büyük toprak kayıpları yaşar. Osmanlı Rumelisi’nin büyük bir kısmı Sırp, Bulgar ve Karadağ devletlerine bırakılır. Bu durumun sonucu olarak 1878 yılında Arnavut nüfusun yaşadığı diğer üç vilayetle birlikte Kosova Vilayeti de “Prizren Birliği” isimli milliyetçi Arnavut birliğine destek verir. Prizren Birliği bağımsızlığını ilan eden yeni Balkan devletlerine karşı Arnavutların yaşadığı toprakları savunmayı ve muhtemel bir toprak kaybının önüne geçmeyi amaçlar. Başlarda Osmanlı idaresinin desteği ve himayesini alan birlik kısa bir süre sonra millî egemenlik yanlısı Arnavut milliyetçisi bir örgüte dönüşür. Siyasi özerklik talebi üzerine Osmanlı idaresi, gönderdiği ordu ile birliğe son verir. Prizren Birliği’nin dağılması bağımsız Arnavutluk fikrinin Kosova’da güçlenmesine engel olamaz. Arnavut milliyetçisi aydınlar millî taleplerinin karşılanmasını umarak Osmanlı’nın merkezî vilayetlerindeki Jön Türkler’in siyasi faaliyetlerini destekler. 1908 yılında silahlı 20 bin Arnavut’u toplayan milliyetçiler taleplerini içeren bir mesajı Osmanlı Sultanı’na gönderirler. Fakat Arnavut milliyetçiler, Jön Türkler’den kendilerine vadedilen kazanımları elde edemezler. Milliyetçiler, 1909 ve 1910 yıllarında Türk kuvvetlerine karşı başarısız silahlı ayaklanma girişimlerinde bulunurlar. Nihayet 1912 yılındaki Arnavut isyanı Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan ve Karadağ için Osmanlı Devleti’ne karşı Birinci Balkan Savaşı’nı başlatma sebebi olur. Birinci Balkan Savaşı sonunda Kosova’nın büyük bir kısmı Sırp Krallığı’na katılmış, batıdaki Metohiya bölgesi ise Karadağ Krallığı’na bırakılmıştır. Yugoslavya dağılırken... 1918 yılında kurulan ve “Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı” ismiyle de bilinen Yugoslavya Krallığı döneminde bölgedeki Sırp nüfus hızla artarken Sırp olmayan nüfusun oranının hızla düştüğü görülür. Yugoslavya Krallığı, 1929 yılında Kosova topraklarını üç farklı idari birimi altında paylaştırır. İkinci Dünya Savaşı’nda Mihver kuvvetleri 1941 yılında Yugoslavya’yı işgal eder. Kosova bölgesi İtalya kontrolündeki Arnavutluk’a, Yugoslavya Krallığı’nın geri kalanı ise Almanya ve Bulgaristan’a bırakılır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Yugoslavya’nın işgali- 41 1980’LI YILLARLA BIRLIKTE YUGOSLAVYA’NIN BIRLIK FIKRI DERIN SARSINTILAR GEÇIRMEYE BAŞLAR. REJIMIN KURUCUSU JOSIP BROZ TITO’NUN ÖLÜMÜNÜN DE ETKISIYLE MILLIYETÇI TALEPLER BIRLEŞIK BIR YUGOSLAVYA FIKRININ ÖNÜNE GEÇER. ne karşı oluşturulan silahlı “Partizan” birliklerine katılmayı reddeden Kosova Arnavutları savaşın ardından Nazi işbirlikçisi olarak görülür. Muhtemel bir etnik çatışmayı engellemek adına yeni kurulan Sosyalist Yugoslavya, savaş sırasında Kosova’yı terk eden Sırpların bölgeye geri dönmelerini reddederken Arnavutluk’tan kayda değer sayıda göçmeni Kosova’ya kabul etmiştir. Sosyalist Yugoslavya’nın kuruluş sürecindeki bu hamleleri Kosova’daki etnik dağılımı Arnavutlar lehine güçlendirmiştir. 1946 yılında Josip Broz Tito liderliğindeki Sosyalist Yugoslavya’da Kosova, Sırbistan’ın özerk bölgesi statüsünü kazanır. 1963 yılında ise merkezî hükümet tarafından özerk yönetimin hakları ve statüsü genişletilir. 1974 yılında yürürlüğe giren yeni Yugoslavya anayasasında Kosova’ya kendini yönetme hakkı tanınarak mevcut konumu iyileştirilir. Fakat 1980’li yıllarla birlikte Yugoslavya’nın birlik fikri derin sarsıntılar geçirmeye başlar. Rejimin kurucusu Tito’nun ölümünün de etkisiyle milliyetçi talepler birleşik bir Yugoslavya fikrinin önüne geçer. Bu yıllarda Kosova’da Arnavutlar daha fazla özerklik isterken Kosovalı Sırplar Sırbistan’ın geri kalanıyla beraber yaşama fikrini destekler. Kosovalı 42 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI Arnavutlar, despot bir yönetime sahip Arnavutluk’la birleşmek yerine Kosova’da kendilerini yönetebilecekleri özerk bir yönetim talebini dile getirir. 80’li yılların sonuna doğru Yugoslavya artık dağılmanın arifesindedir. Ayrılıkçı fikirlerden rahatsız olan Kosova Sırpları bölgeyi ziyaret eden Slobodan Milošević adındaki yeni bir politikacının liderliğinde örgütlenir. Kosova Savaşı’nın yapıldığı tarihî vadide Kosova Sırplarıyla zafer yemini eden bu politikacı kısa sürede Sırp siyasetinde hızla yükselir ve Sırp hükümetinin başına geçer. Milošević’in tetiklediği milliyetçilik dalgası yıkılmaya yüz tutan Yugoslavya’da etnik çatışma- Josip Broz Tito ları alevlendirir. 90’lı yıllara gelindiğinde dağılan Yugoslavya’nın mirası üzerinde büyük çatışmalar yaşanır. Kosova özelinde ise Sırbistan Sosyalist Cumhuriyeti’nin yeni anayasası bölgedeki Sırp egemenliğini pekiştirecek maddeler içerir. Kosova Arnavutları anayasa referandumu ve genel seçimleri boykot etseler de haklarının ihlal edilmesine engel olamazlar. İbrahim Rugova Yeni bir devlet kuruluyor 1992 yılında Kosova Arnavutları, Sırplar tarafından tanınmayan bir seçimle İbrahim Rugova’yı başkan seçerler. En başta şiddet dışı yollarla bağımsızlığı destekleyen Rugova başkanlığındaki Arnavut ayrılıkçısı siyaset 1996 yılında silahlı Kosova Kurtuluş Ordusu’nu (UÇK) kurar. Bu yıldan itibaren bağımsızlık için silahlı mücadele veren örgütle merkezî hükümet arasında çatışmalar hızlanır. NATO, çözümsüzlüğü gidermek amacıyla 24 Mart 1999 tarihinde Kosova’ya müdahale eder. Uluslararası müdahalenin ardından Kumanova Anlaşması ile bölge yönetimi Birleşmiş Milletler’e bırakılır. Bölgenin henüz netleşmeyen statüsü 2004’te yeni etnik çatışmalara sebep olur. 2006 yılında Kosova’nın geleceğinin belirlenmesi adına uluslararası müzakereler başlatılır. Sırbistan yönetimi bölgede egemenlik iddia etmeyi sürdürmesine rağmen Kosovalıların ezici çoğunluğu müzakerelerden bağımsızlık kararı çıkmasını ister. Birleşmiş Milletler aracılığıyla devam eden uluslararası müzakerelerden Rusya’nın Kosova’nın bağımsızlığına karşı tavrı nedeniyle sonuç alınamaz. Bunun üzerine 2008 yılında Kosova parlamentosu bağımsızlığını ilan eder. Uluslararası kamuoyu Kosova’nın bağımsızlığını tanımada ikiye bölünür. Ağırlıklı olarak Rusya’nın siyasi müttefiklerinden oluşan bir cephe Sırbistan’ın arkasında durarak Kosova’yı tanımaz. Diğer taraftan NATO ülkeleri ve İslam dünyasının büyük bir kısmı ise yeni kurulan bu devleti tanımakta gecikmez. Türkiye Cumhuriyeti de bağımsız Kosova’yı ilanının hemen ertesi günü ilk tanıyan ülkelerin arasında yer alır. Uluslararası kamuoyunun bir kısmı henüz tanımasa da bugün bağımsız bir cumhuriyet olan Kosova, başkent Priştine’de bulunan ve bağımsızlığı simgeleyen “Newborn” (Yenidoğan) anıtında her sene kendisini tanıyan ülkelerin bayraklarını sergilemektedir. 43 ERTUĞRUL MAT: SIYASET ANCAK FAZILETLE YÜRÜR; MILLETVEKILLERI BUNU UNUTMAMALI VE ÜYESI OLDUKLARI PARTININ TEMEL PRENSIPLERINE RIAYET ETMELIDIR RÖPORTAJ: SONGÜL BAŞ FOTOĞRAFLAR: EVREN ÖZESEN TÜRK SIYASI TARIHINDEKI NICE ÖNEMLI OLAYIN YAKIN TANIĞI ERTUĞRUL MAT, DARBE VE MUHTIRA DÖNEMLERINDE YAŞANAN ACI OLAYLARA IŞARET EDEREK DEMOKRASININ ÖNEMINI VURGULUYOR. HAYAT VE SIYASET YOLCULUĞUNU DEMOKRASI YOLUNDA KARINCA MISÂLI ADLI KITABINDA ANLATAN MAT, “PARLAMENTERLER HATIRALARINI YAZARAK TARIHE NOT DÜŞMELIDIR” DIYOR. 44 RÖPORTAJ Ö yle etkileyici bir hayat hikayesiydi ki dinlediğimiz, zamanın nasıl geçtiğini fark etmedik bile. Acı-tatlı hatıralar, ilginç anekdotlar, ibretlik olaylar birbiri ardına geldikçe farklı duyguları bir arada yaşadık; kâh tebessüm ettik, kâh hüzünlendik. 1930’ların Türkiye’sinden günümüze uzanan sohbetimiz sırasında yakın siyasi tarihimize dair çarpıcı notlar tuttuk, Türk demokrasi tarihinin dönüm noktalarını o günleri yaşamış bir siyasetçiden dinleme fırsatı bulduk. 14. Dönem Bursa Milletvekili Ertuğrul Mat ile hem dünü hem de bugünü konuştuk. Ertuğrul Mat’ın hayat yolculuğu 1934 yılında İstanbul’da başlıyor. Balkan Harbi sırasında Makedonya’dan Türkiye’ye göç etmiş bir ailenin evladı olarak geliyor dünyaya. Baba Naci Bey, 1940’lı yılların İstanbul’unda fırın işleterek ailesinin geçimini sağlıyor. Rumelili fırıncının Cağaloğlu Meydanı’ndaki dükkanı, dönemin tanınmış gazetecilerinin iş çıkışı uğrayıp sohbet ettikleri bir yer olma özelliği taşıyor. O tarihlerde ortaokul çağındaki Ertuğrul Mat, bu sohbetlere kulak misafiri olma ve küçük yaştan itibaren sosyal ortamların içinde yer alma şansı yakalıyor. Mat, siyasi kimliğinin şekillenmesinde çocukluk yıllarının etkisini şöyle anlatıyor: “Babam akşamları Ahmet Refik’in Kadınlar Saltanatı adlı kitabından parçalar okurdu. Saraydaki güç kavgalarını, iktidar uğruna yapılanları, Hürrem ve Kösem sultanların hikayelerini heyecanla dinlerdik. Babam ilerici bir adamdı. Zonguldak Amele Birliği İstanbul Şubesi’nin kurucuları arasındaydı. Bir gün Cumhuriyet Halk Fırkası Vilayet Reisi Şemsettin Günaltay babamı çağırıyor ve ‘Birliğinize iki arkadaş göndereceğiz, onlara iş ve maaş vereceksiniz’ diyor. Babam da ‘Amelenin sırtından hiç kimseye maaş vermem’ diyerek odayı terk ediyor, sonra da şubeyi kapatıyor. Bu olaydan yıllar sonra Nahiye Müdürü babamı çağırıyor ve epey beklettikten sonra odaya alıyor. O sırada babam yorgunluktan eliyle makam masasına hafifçe yaslanıyor. Bunun üzerine Nahiye Müdürü büyük bir öfkeyle bas bas bağırıyor ve babamın elindeki şapkayı alıp dışarı fırlatıyor. Bu olay babamı çok üzmüştü. O akşam ‘Bugün size Kadınlar Saltanatı’nı okumak yerine ‘fırkaların saltanatı’nı anlatacağım. Bu saltanata karşı mücadele etmeliyiz’ dedi. Babasına hayran bir çocuk olarak onu dikkatle dinledim ve siyasetle alakadar olmaya başladım. O sıralarda ortaokul son sınıf öğrencisiydim. Eve dönemin en güçlü muhalif gazetesi Vatan alınır, Ahmet Emin Yalman’ın yazıları ve Adnan Menderes’in Meclis konuşmaları büyük bir heyecan ve ümitle takip edilirdi.” Ertuğrul Mat’ın İstanbul Erkek Lisesi’nde okuduğu 1950 yılında Demokrat Parti tek başına iktidara geliyor. Seçimler öncesindeki atmosferi, “14 Mayıs yaklaştıkça kitleler artarak ve coşarak Adnan Menderes’in peşine düşüyordu. Demokrat Parti büyük zafere doğru koşarak yol alıyordu” diye anlatan Mat, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuduğu dönemde siyasete iyice ısınıyor. Öyle ki üniversite camiasında “Demokrat Partili” denilince akla ilk gelen isim oluyor. Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyken Türkiye Millî Gençlik Teşkilatı Genel Sekreterliği’ne seçilen Mat, 1957’de İstanbul Demokrat Parti Gençlik Kolları’nın kurucuları arasında yer alıyor. Adnan Menderes’le ilk karşılaşması ise trajik bir olayın hemen öncesinde gerçekleşiyor. Ertuğrul Mat o günü şöyle anlatıyor: “Kıbrıs konusunda nihai anlaşma 17 Şubat 1959 tarihinde Londra’da imzalanacaktı. Adnan Menderes’e ‘Hayırlı yolculuklar’ dilemek için Yavuz Esmersoy ve Erol Ergüneş’le birlikte İstanbul Vilayeti’ne gittik. Özel Kalem Müdürü Muzaffer Ersü bizi Menderes’in yanına götürdü. Çok heyecanlanmıştık. Menderes büyük bir nezaketle bizi ayakta karşıladı, ellerimizi sıkıp yer gösterdi. Yavuz, önceden planlamadığımız halde ‘Beyefendi, yarın bizi de Londra’ya götürseniz ve dosta düşmana üniversite gençliğinin size desteğini gösterseniz olmaz mı?’ dedi. Bu talep Menderes’in hoşuna gitti. Muzaffer Ersü’yü çağırarak ‘Melih Bey’e söyleyiniz, gençler de bizimle Londra’ya gelecek’ dedi. Biraz sonra Hariciye Vekâleti Genel Sekreteri Melih Esenbel geldi. ‘Beyefendi, heyette bulunanların listesi bütün taraflara tebliğ edildi. Bu ilaveler bazı tereddütlere sebebiyet verebilir. Müsaade buyurursanız, bir ay sonra İspanya’ya gideceğiz, gençleri o zaman götürelim’ dedi. Bu, o günün şartlarına göre makul bir itirazdı. Londra hayalimiz İspanya hayaline dönüşmüş bir halde oradan ayrıldık. Ertesi gün radyoyu açtığımızda Menderes’in uçağının Londra Havaalanı’na iniş yaparken sis yüzünden düştüğünü ve heyetteki 15 kişinin öldüğünü 45 “ADALET PARTISI’NIN BÖLÜNÜP DEMOKRATIK PARTI’NIN KURULMASI VE 12 MART MUHTIRASI’YLA DEMOKRATIK REJIMIN ASKIYA ALINMASI, MILLETVEKILLIĞI DÖNEMIMDEKI EN ÖNEMLI OLAYLAR ARASINDA YER ALIYOR.” öğrendik. Adnan Menderes kazayı ufak tefek sıyrıklarla atlatmıştı. Haberi duyduğumuzda şoka girmiştik. Erol, ‘Biz de gitseydik mutlaka önde oturacak ve ölecektik’ diye tekrarlayıp duruyordu. Şoku atlatabilmek için günlerce sakinleştirici ilaç almıştı.” “İki kez milletvekili seçildim, ama bir dönem görev yaptım” Ertuğrul Mat üniversiteyi bitirdikten sonra Ankara’daki Piyade Yedek Subay Okulu’nda askerliğini yaparken 27 Mayıs 1960 darbesi yaşanıyor. “O dönemde Türk demokrasi tarihinin en acı olaylarına şahit oldum. Demokrat Parti ve hükümetin tanınmış üyelerinden bazılarının ciplerle, bazılarının çöp arabalarıyla Harbiye’ye getirildiğini görmüştüm. Bu olaylar nedeniyle tarifsiz kederler içindeydim” diyen Mat, askerlik sonrasında Bursa günlerine adım atıyor. Avukatlığa ve Hâkimiyet gazetesinde köşe yazarlığına başlayan Ertuğrul Mat, bu arada siyaset yolculuğunu da sürdürüyor ve 1965 seçimlerinde Adalet Partisi’nden aday oluyor. Mat, o döneme dair ilginç bir olayı şöyle anlatıyor: “Adalet Partisi Bursa’da sekiz milletvekilliği kazanmıştı. Listede sekizinci sırada yer alıyordum. Gazetelerde Bursa milletvekilleri arasında ismim geçmesine rağmen Yüksek Seçim Kurulu, Adalet Partisi’nin Bursa’daki sekizinci milletvekilliğinin ‘millî bakiye’ye kaldığını ilan etti. Yedi arkadaşı Ankara’ya yolcu edip beklemeye başladık. Adalet Partisi Genel İdare Kurulu, o seçimlerde ilk defa tatbik edilen ‘millî bakiye’ siste- 46 RÖPORTAJ minin verdiği yetkiyle Bursa’dan sekizinci milletvekili olarak benim değil, Diyarbakır listesine kontenjan adayı olarak konulmuş Ömer Öztürkmen’in ismini Yüksek Seçim Kurulu’na bildirdi. Ne ağladım, ne Ankara’ya heyet yolladım, ne darıldım, ne de vazgeçtim. 1969 yılında Bursa milletvekili oldum. Yani iki kez seçildim, ama bir dönem hizmet yaptım.” Ertuğrul Mat 1969-1973 yılları arasındaki 14. Dönem’de Meclis’te yer alıyor. “Milletvekilliği dönemimin en önemli olayları Adalet Partisi’nin bölünüp Demokratik Parti’nin kurulması, 12 Mart Muhtırası’yla demokratik rejimin askıya alınması, Deniz Gezmiş’le arkadaşlarının asılması, parlamentonun Faruk Gürler’in cumhurbaşkanlığının dayatılmasına ve Cevdet Sunay’ın cumhurbaşkanlığının iki yıl uzatılması baskılarına direnmesidir” diyen tecrübeli siyasetçi, 12 Mart Muhtırası’yla ilgili bir anısını şöyle aktarıyor: “12 Mart 1971 tarihinde bir kongreye iştirak etmek için Frankfurt’taydım. Muhtırayı haber alınca hemen Ankara’ya döndüm. 14 Mart’ta Süleyman Demirel’in Güniz Sokak’taki evine gittim. Biraz konuşup dertleştik. Demirel, ‘Ertuğrul ne düşünüyorsun?’ diye sordu. ‘Efendim, kavga kuvvetli olduğunuz yerde yapılır. Biz millî iradede kuvvetliyiz. Hepimiz istifa edelim, seçime gitmeye mecbur kalsınlar. Bu hareketin yanlış olduğunu onlara halk anlatsın’ dedim. Demirel hiç cevap vermedi. Ekim ayı başlarında Adalet Partisi (AP) Genel İdare Kurulu ve Temsilciler Meclisi, Nihat Erim Hükümeti’ndeki AP’li bakanların geri çekilmesini istedi. Doğan Kitaplı ve Haydar Özalp itiraz etmeden istifalarını verdiler. Erol Yılmaz Akçal ‘Bu kararı yanlış buluyorum, ama itaat ediyorum’ dedi. Cahit Karakaş ve Sezai Ergun ise karara uymadılar. Aradan bir ay geçmeden Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla fevkalade sert bir konuşma yaptı. Adalet Partisi bu kararından rücu etmezse parlamentonun devamının bile tehlikeye düşeceğini söyledi. O günlerde tekrar Süleyman Demirel’in evine gittim. Demirel ne düşündüğümü bir kere daha sordu. ‘14 Mart günü yaptığımız görüşmede sine-i millete dönelim demiştim, ama cevap vermemiştiniz. Ben fikrimi muhafaza ediyorum’ dedim. Demirel gayet güzel bir şey söyledi. ‘Ertuğrul, istifa kararı alsaydık ve milletvekillerinin yarısından fazlası buna uymasaydı bütün iddiamız kaybolmaz mıydı? Bak, hükümette beş kişiden ikisi kaldı. “SIYASI HATIRAT KITAPLARI YAKIN TARIHIMIZI ÖĞRENMEK VE ARAŞTIRMAK ISTEYENLER IÇIN ÖNEMLI BIR KAYNAK OLUŞTURUYOR. AYNI OLAYI FARKLI SIYASI GÖRÜŞE SAHIP KIŞILER ANLATTIĞINDA ARAŞTIRMACILAR IÇIN AYRI BIR ÖNEM ARZ EDIYOR.” Böyle durumlarda en önemli husus parlamentoyu açık tutmaktır’ dedi. Adalet Partisi Genel İdare Kurulu kasım ayı başında yaptığı toplantıda bakanlarla ilgili kararından rücu etti, fakat daha sonraki gelişmeler üzerine Nihat Erim Hükümeti sona erdi.” 27 Mayıs 1960’tan başlayarak Türkiye’de demokrasinin askıya alındığı tüm dönemleri yaşayan Ertuğrul Mat, “Zannediyorum, Alparslan Türkeş söylemişti, en kötü demokratik idare en iyi ihtilal idaresinden daha iyidir. Hiç kimse demokrasinin üzerinde vesayet hakkı olduğunu düşünmemelidir” diyor. Adalet Partisi’nin oy oranı ve milletvekili sayısının düştüğü 1973 seçimlerinin ardından Ankara’da yazıhane açıp avukatlık yapan Ertuğrul Mat, siyasetle bağlarını da koparmıyor. Öyle ki, yazıhanesi, Adalet Partisi’nin seçimi kaybetmesinin ardından görevden alınan AP’li bürokratların uğrak yeri haline geliyor. “Siyasetten kopmadım, ama kendim için bir şey istemeden bu yolda yürümeye devam ettim” diyen Mat, yıllar içinde avukatlık ve danışmanlık yapıyor, uluslararası ticaretle uğraşıyor. Yakın tarihimizdeki nice önemli olayın tanığı Ertuğrul Mat, ilginç hayat ve siyaset yolculuğunu Demokrasi Yolunda Karınca Misâli adlı kitabında anlatıyor. “İstanbul ve Ankara Günleri” ile “Bursa Günleri” olmak üzere iki cilt halinde yayımladığı kitapla tarihe not düşen Mat, “Siyasi hatırat kitapları yakın tarihimizi öğrenmek ve araştırmak isteyenler için önemli bir kaynak oluşturuyor. Aynı olayı ve kişileri farklı siyasi görüşe sahip kişiler anlattığında bu durum araştırmacılar için ayrı bir önem arz ediyor. Mesela ‘Castro Nuri’ lakaplı arkadaşımızı ben de anlatmışım, Nurettin Sözen de anlatmış. Dönemin Demokrat Parti ve CHP Gençlik Kolları başkanları olarak aynı kişiden değişik açılardan bakarak söz etmişiz. Bu ve benzeri örnekler tarihe not düşmek bakımından önem taşıyor” diyor. “Seçimlerde halkın verdiği mesajın iyi okunması gerekiyor” Sohbetimiz sırasında ülke gündemindeki konulara da değiniyoruz. 7 Haziran’daki seçimlerde halkın iktidar ve muhalefet partilerine verdiği mesajın iyi okunması gerektiğini vurgulayan Ertuğrul Mat, “Seçimlere yönelik iddiasını tutturamamış, oy kaybetmiş genel başkanların istifa etmesi gerekir” diyor. Mat, seçimlerde halkın siyasetçilere “Yapacağınız hizmetlerle hayat standartlarımızı yükseltin, ama hayatımıza karışmayın” mesajı da verdiğini ifade ediyor. Tecrübeli siyasetçi, 25. Dönem’de görev yapacak milletvekillerine tavsiyelerini sorduğumuzda ise “Siyaset ancak faziletle yürür. Gençler bunu ve üyesi oldukları partiye giriş maksatlarını unutmamalıdır. Bir siyasetçinin yapacağı ilk iş, partisinin tüzüğünü ve programını okumaktır. Birçok siyasetçinin bunu yapmadığına kaniyim. Partinin temel prensiplerinin çiğnenmemesine itina göstermek ve her şeyi hukukun içinde mütalaa etmek gerekir” diye konuşuyor. Ertuğrul Mat, Türkiye’nin geleceğinin çok iyi olacağına yönelik inancını da dile getiriyor. 47 BÜYÜK TAARRUZ’UN ZAFERE DÖNDÜĞÜ GÜN 30 AĞUSTOS 1922 48 MILLETLERIN UĞRUNA CANLARINI, MALLARINI FEDA ETTIKLERI DEĞERLERI VARDIR. BU DEĞERLER ILELEBET AYAKTA KALMAYI, BIR VE BÜTÜN OLMAYI SAĞLAR. 30 AĞUSTOS 1922 TARIHINDE KAZANILAN BÜYÜK ZAFER TÜRK MILLETININ VAZGEÇILMEZ OLARAK GÖRDÜĞÜ BIR DEĞERINI YÜCELTMIŞTIR: BAĞIMSIZLIK. DÖRT BIR YANINDAN KUŞATILMIŞ OLAN MILLET BAĞIMSIZLIK AŞKIYLA VARINI YOĞUNU ORTAYA KOYMUŞ VE O EŞSIZ TAARRUZUYLA DÜŞMANI BOZGUNA UĞRATARAK ISTIKLAL BAYRAĞINI GÖNDERE ÇEKMIŞTIR. VOLKAN ÇAĞAN T ürkler onuncu yüzyılla birlikte Orta Asya’dan yoğun göç dalgalarıyla batıya doğru hareket etmeye başladıklarında tek bir düşünceleri vardı: Yurt edinmek. Bu “yurt” onlar için ocak demekti; toprağın bereketinin nesilleri doyuracağı bir ocak, evlatların, oğulların, kızların töreye uygun şekilde yaşayacakları, boylarını boylarına, soylarını soylarına katacakları bir ocak... Obalar bu yurt fikriyle aştı bozkırları, yalçın dağları, boylar bu yurt özlemiyle yürüdüler yolları, geçtiler engelleri. Her bir boy ayrı bir hikayenin, ayrı bir tarihin konusu oldu, her bir oba bir başka toprağı vatan belleyip yurt tuttu. Fakat hepsini birleştiren tek bir duygu vardı: Bağımsızlık. Türk boyları, obaları, bağımsızlık aşkıyla tırmanırdı yücelere, bağımsızlık duygusunun verdiği coşkuyla saldırırdı önündeki engellere. Ocak, yurt, ana, ata, çoluk çocuk ancak bağımsız olunduğunda bir ve bütün kalır, daim olurdu. Bu düsturdu Türk’ü ayakta tutan, ona iklimler, coğrafyalar değiştirerek yürü diyen. Yürüdü Türk batıya, yüreğindeki yurt aşkı ve bağımsızlık ateşiyle... 1071 yılı gelip çattığında o şanlı savaşla Anadolu’nun kapıları ardına kadar açılıyordu Türklere. Hoca Ahmet Yesevi’nin sevgi tohumları, Arap Yarımadası’ndan alınan ışıkla ve Endülüs’ten gelen irfanla birleşip Anadolu’yu bir hikmet yurdu haline getiriyordu Türkler için. Önce Selçuklu dendi adlarına; yollar, hanlar, kervansaraylar yapıldı Anadolu’nun köşesine bucağına. Kolay değildi yurt edinmek bir toprağı, zordu bir diyarı başka bir diyara bağlamak; zorluklar aşıldı, yollar uç uca eklendi. Kılıçarslan’la birlik oldu Türkler, Haçlılar karşısında İslam’ın bayrağını yücelttiler. Derken beyler içinden bir bey çıktı, cihan hükümdarlığının mayasını çaldı Söğüt’te, Bilecik’te. Maya irfanla, hikmetle yoğrulup tuttu. Söğüt’ten doğan güneş üç kıtaya, yedi iklime yayıldı. Yurdunu seveni, toprağına bağlı olanı tuttu Osman Gazi’nin torunları; hoşgörüyle, kardeşlikle, Allah sevgisiyle. Hak ve adil olanı yayma arzusuyla atlarını, askerlerini sürdü, hakkın ve adaletin olmadığı topraklara. Gittikleri diyarlarda baştacı edildi, atlarının nallarının değdiği iklimlerde devlet bilindi. Gün geldi asırlardır güçsüz düşmesi beklenen bu şanlı devletin ayağı tökezledi. “Hasta adam” dediler, saldırıya geçtiler. Türk’ün yurt bildiği toprakları ellerinden almaya başladılar: Kuzey Afrika, Yemen, Kutsal Topraklar, Kırım, Kafkasya ve nihayet Balkanlar. 49 30 EKIM 1918’DE IMZALANAN ANTLAŞMA VE SONRASINDA YAŞANANLAR YEDIDEN YETMIŞE, ELI KALEM TUTANINDAN ÇIFTÇISINE TÜM ULUSU DERINDEN YARALIYOR VE MILLET BAĞIMSIZLIK ATEŞIYLE YENIDEN YANMAYA BAŞLIYORDU. Bir bir yitip giden bu diyarlar sadece birer toprak parçası, hükmü altında kardeşçe, huzur ve barış içinde yaşanan yerler değildi Osmanlı için. Yurttu bu topraklar, ocaktı, candı, canandı. “İtilaf” cephesini kuranlar, Balkan Savaşları’yla güçsüz düşen Osmanlı’nın üstüne I. Dünya Savaşı ile saldırdılar. Onlarca cephede zalimin zulmüne karşı mücadele veren Osmanlı kimi cephede destanlar yazıyor, Çanakkale’nin adını tarihin şanlı sayfalarına kazıyor, fakat İngilizler bir süre sonra gemilerini demirliyor Boğaziçi’ne. Cihan devleti paylaşılıyor I. Dünya Savaşı’nın ardından İtilaf Devletleri’nce adına ateşkes denilen antlaşma ile bağlanıyor Osmanlı’nın eli kolu. Mondros Mütareke Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin tüm askerî birlikleri süresiz terhis ediliyor, stratejik noktaların tamamı İtilaf Devletleri’ne devrediliyor, cephaneleri teslim alınıyor, hasılı Osmanlı, herhangi 50 bir güce karşı mücadele veremez hale getiriliyor. 30 Ekim 1918’de imzalanan antlaşma ve sonrasında yaşananlar yediden yetmişe, eli kalem tutanından çiftçisine tüm ulusu derinden yaralıyor ve millet bağımsızlık ateşiyle yeniden yanmaya başlıyordu. Zira Mondros’un imzalanmasının üzerinden daha beş ay geçmeden İtalyanlar 22 Mart 1919’da Antalya’yı işgal ediyordu. Paris Barış Konferansı adı verilen görüşmelerde Doğu Anadolu’da Ermenistan devleti kurulması teklif ediliyor ve İtilaf Devletleri’nce bu teklif müspet değerlendiriliyordu. Yunan, İzmir çevresindeki Rumların Türkler tarafından zulme uğradığı bahanesiyle İzmir başta olmak üzere Ege kıyılarında hak iddia ediyor ve bölgeyi işgal ediyordu. Böylece Boğazlar ve çevresi İngilizlere, Ege kıyıları Yunanlara, Antalya ve çevresinden başlayarak Akdeniz Bölgesi’nin tamamına yakını İtalyanlara, Antep’ten başlayarak Güneydoğu Anadolu’nun önemli bir kısmı Fransızlara ve Doğu Anadolu’nun büyük bir bö- lümü kurulacak Ermeni devletine bırakılıyor ve Türkler, anayurdu zalimce paylaşıldıktan sonra İç Anadolu’ya hapsediliyordu. Bin yıl önce Anadolu’ya bağımsızlık şiarıyla, yurt aşkı ve ocak sevdasıyla gelen Türkler, bu toprakları yurt belleyip kök saldıktan sonra vatanlarından koparılmak isteniyordu. Bin yıl önce olduğu gibi yapılacak şey yine belliydi: Bağımsızlık mücadelesi vermek. 19 Mayıs 1919’da yakılan bağımsızlık ateşini Anadolu sahiplendi. Amasya, Erzurum ve Sivas’ta yapılan toplantılar aynı hedef doğrultusunda birleşen yürekleri harladı. Amasya Genelgesi’nde vatanın bütünlü- ğünün tehlikede olduğu vurgulanırken milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararlılığının kurtaracağı haykırılıyordu. Erzurum Kongresi ise milletin bağımsızlık aşkını bir kez daha tescilliyor ve bu aşk uğruna yapılacakları kaleme alıyordu: “Vatan bir bütündür, parçalanamaz. Manda ve himaye kabul edilemez. Millî irade ve bu iradenin oluşturduğu ulusal güçler padişahlık ve halifelik makamını kurtaracaktır. Millet, her türlü yabancı işgaline ve müdahalesine karşı topyekûn direniş ve savunmaya geçecektir.” Bu kararlar doğrultusunda kurulan temsil heyeti bir hükümet gibi çalışarak ba- 51 MECLIS’IN TEK HEDEFI VARDI: TAM BAĞIMSIZ TÜRKIYE. 7 AĞUSTOS 1921 TARIHINDE YAYIMLANAN TEKALIF-I MILLIYE EMIRLERI MECLIS’IN HEM GIRECEĞI SAVAŞLARI KAZANACAĞINA DAIR INANCINI HEM DE TÜRK MILLETINE OLAN GÜVENINI BELGELER NITELIKTEYDI. ğımsızlık mücadelesini örgütlemeyi sürdürüyor, Kuvayi Milliye’ye önderlik ediyordu. Osmanlı ordusunun son döneminde yetişmiş iyi subaylardan mürekkep bir komuta merkezi ve milletin azmiyle Anadolu’nun düşman işgaline uğramış her toprağında direniş devam ediyor, bir millet bağımsızlık uğruna mücadele veriyordu. Mondros’un üzerine 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr, bir önceki antlaşmanın koşullarından daha ağır, daha zalimce maddelere sahipti. Osmanlı’yı paylaşmakla yetinmeyip Türk’ün bağımsızlığına göz diken güçlerin Sevr gibi bir mezalimi öne sürmeleri kimsenin maneviyatını sarsmıyor, millet iradesiyle hareket eden güçler bağımsızlık yolunda savaşmaya devam ediyor ve cephe cephe ilerliyordu. Meclisi, en yaşlı üye sıfatıyla kürsüye çıkan Sinop Milletvekili Şe- Sakarya destanı yazılıyor kabul edileceği gerçeği Büyük Millet Meclisi’ni hayati kararlar Memleketin içinde bulunduğu zorlu koşullara rağmen süren direnişin en büyük destekçisi ve önderi olarak kurulan Büyük Millet almaya itti. 7 Ağustos 1921 tarihinde yayımlanan Tekalif-i Mil- 52 rif Bey’in “Bu Yüksek Meclisin en yaşlı üyesi sıfatıyla ve Allah’ın yardımıyla milletimizin içeride ve dışarıda tam bağımsızlık içinde alınyazısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip, kendi kendisini yönetmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek, Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum” sözleriyle 23 Nisan 1920’de çalışmalarına başladı. Meclis’in tek hedefi vardı: Tam bağımsız Türkiye. Bu hedef uğruna mücadele eden Büyük Millet Meclisi Ordusu Kütahya-Eskişehir muharebelerinden yenik çıkmış ve Yunan Ankara üstüne yürüyüşe geçmişti. Bir yanda Ankara’nın düşman eline geçebileceği düşüncesi diğer yanda girilen muharebelerin kaybedilmesi durumunda Sevr mezaliminin mecburen liye emirleri Meclis’in hem gireceği savaşları kazanacağına dair TÜRK ORDUSU 30 AĞUSTOS 1922 TARIHINDE KAYITLARA BAŞKOMUTANLIK MEYDAN MUHAREBESI OLARAK GEÇEN BÜYÜK SAVAŞLA DESTANIN SON SATIRLARINI YAZIYOR VE YUNAN’A KARŞI BÜYÜK BIR ZAFER KAZANIYORDU. Büyük Taarruz’la gelen büyük zafer inancını hem de Türk milletine olan güvenini belgeler nitelikteydi. Bu emirlere göre millet elinde bulunan tüm silah ve cephaneyi orduya teslim edecek, askerini giydirip kuşandıracak, her türlü makineli aracını, yiyeceğini, giyeceğini Meclis’in imkanına sunacak, dökümcü, demirci, marangoz ve terzi başta olmak üzere ordunun kapasitesini artırabilecek ne kadar meslek erbabı varsa ordu emrinde çalışmaya başlayacaktı. Mustafa Kemal’in “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. Bu satıh bütün vatandır” sözleriyle özdeşleşen anlayış içerisinde ve dâhice hazırlanmış savaş planlarıyla Yunan’ı birden fazla bölgede mağlup ederek Eskişehir-Afyon hattının doğusuna kadar gerileten ordu, yeni zaferlerin de müjdesini veriyordu. Mustafa Kemal’in “Melhame-i Kübra” sıfatıyla tanımladığı Sakarya Meydan Muharebesi düşman orduları için bir sonun başlangıcı niteliği taşırken Türk ordusu birçok subayını kaybettiği bu büyük savaşta yaklaşık altı bin şehit veriyor, yirmi bine yakın askeri yaralanıyordu. Sakarya Meydan Muharebesi’nde Yunan’a karşı tarihî bir zafer kazanan Türk ordusu yaklaşık bir sene içerisinde eksiklerini tamamlayıp son bir taarruzla Yunan’ı Anadolu’dan defetme gayesine yöneldi. Türk ordusu uzun bir aradan sonra savunmayı bırakıp saldırıya geçecekti. Batı Anadolu’ya kıstırılan ve İtilaf Devletleri’nin desteğini kaybeden Yunan ordusuna vurulacak son darbe vatanın bağımsızlığı adına yakılacak bir ateş niteliği taşıyordu. Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Millî Savunma Bakanı Kazım Paşa komutasındaki Türk ordusuna 21 Ağustos 1922 tarihinde emir verildi, 26 Ağustos 1922’de taarruz başladı. Aralıksız süren taarruzun ilk gününde Türk ordusu Afyon’a giriyor, beşinci gününde, 30 Ağustos 1922 tarihindeyse kayıtlara Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak geçen büyük savaşla destanın son satırlarını yazıyor ve Yunan’a karşı büyük bir zafer kazanıyordu. Son Yunan askerinin 18 Eylül günü Erdek’ten çekilmesiyle birlikte kesinleşen zafer, milletin kendine olan güvenini artırıyor ve modern dünya ile kurulacak ilişkilerde mihenk taşı vazifesi görüyordu. Bu büyük zaferle Türk milleti tüm dünyaya bağımsızlık uğruna neler yapabileceğini gösteriyor ve düşmanlarına kendi şartlarını kabul ettirip yepyeni bir ülkenin tohumlarını atıyordu. Bin yıl önce bağımsızlık aşkıyla, yurt sevdasıyla Anadolu’yu kendine vatan edinen millet, kanının, malının, canının son damlasına kadar memleketini savunarak aşkına, sevdasına sahip çıkıyordu. 53 TARIHLE DOĞANIN KUCAĞINDA MASALSI BIR YOLCULUK PAMUKKALE 54 KÜLTÜR VARLIKLARI NEREDEYSE GERÇEK DIŞI GÖRÜNÜMLERIYLE INSANI BÜYÜLEYEN TRAVERTENLER, HER TAŞIN KIM BILIR HANGI YÜZYILDAN BIR HIKAYE ANLATTIĞI KADIM BIR KENT… PAMUKKALE VE HIERAPOLIS EL ELE VEREREK ZIYARETÇILERINI EŞSIZ BIR YOLCULUĞA ÇIKARIYOR. ÇAĞLA TAŞKIN nlatacaklarını yepyeni bir dünya üzerinden aktarmayı hedefleyen, söylemeye niyetlendiklerinin daha önce var olmayan A yaşarmış. Bu ailenin, hikayelerde âdet olanın tersine güzelliği bir diyarın kahramanlarının ağzından dökülmesini isteyen hikaye- çirkinliği canına tak eden kız, bir gün kendini dağdan aşağı bıra- cinin hali çok kolay olmasa gerek. Hele ki bu yeni dünyanın fiziksel kıvermiş ve traverten sularının tam ortasına düşmüş. Hikaye bu özelliklerini de okuyucuya ayrıntılarıyla sunmaya karar verdiyse… ya, kız suların içinde baygın yatarken sular sihrini konuşturmuş İşte ilham bu noktada daha önemli hale gelir. Esin perileri bazen ve onu güzelleştirdikçe güzelleştirmiş. Hikayede artık güzel bir kız ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın bir türlü uğramaz yazarın kağıdı- olduğuna göre bir de yakışıklı erkek olması lazım gelir. İşte Denizli na kalemine, bazen de birden karşısında beliriverir. Pamukkale beyinin oğlu da hikayeye bu noktada dahil olmuş. Suların içindeki anlatılarının belki de en bilineni olan “Oduncunun Kızı” hikayesi baygın kızı gören genç, ona âşık olmuş, kızı alıp eve götürmüş; de bu aniden geliveren ilhamın, gözün gördüğünün sözcüklere evlenmiş ve mutlu yaşamışlar. Hikayeden Pamukkale’nin payına dökülmesi dürtüsünün bir yansıması olsa gerek… düşen ise methedilen suları olmuş… değil, çirkinliği dillere destan bir kızı varmış. Gel zaman git zaman Hikaye der ki, eteklerinde Pamukkale’nin kar beyazı traverten- 1988 senesinde bitişiğindeki Hierapolis antik kentiyle birlik- lerinin arz-ı endam ettiği Çökelez Dağı’nda fakir bir oduncu ailesi te UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dahil edilen Pamukkale’de 55 MÖ 2. YÜZYILDA ROMA İMPARATORLUĞU TOPRAKLARINA KATILAN VE BU NOKTADAN SONRA UZUN SÜRE EN GÖRKEMLI GÜNLERINI YAŞAYAN HIERAPOLIS, TARIHININ HEMEN HER DÖNEMINDE ÖNEMLI BIR DINÎ MERKEZ OLMUŞ. traverten teraslar bölgeye neredeyse gerçek dışı bir görünüm ve civarında bölgenin köklü tarihi sayesinde son dönem Helen kazandırıyor. Aynı zamanda yalnızca Denizli’nin değil, Türkiye’nin ve erken dönem Hıristiyan uygarlığına ait birçok önemli yapıya en önemli kaplıcalarına evsahipliği yapan Pamukkale’deki suların rastlamak mümkün. şifalı olduğu düşüncesi antik çağdan beri devam ediyor. Bölge, Bölgenin en önemli antik kentinin Hierapolis olduğu rahatlık- sıcaklığı 35 ila 100 derece arasında değişen ondan fazla sıcak su la söylenebilir. Bu antik kentin günümüze ulaşan kalıntıları ve kaynağına sahip. Pamukkale’nin suları tarih boyunca yalnızca Pamukkale’nin çeşitli yüksekliklerden bir şelale gibi akan traver- şifa arayanları ağırlamamış. Etrafındaki jeolojik yapılanmaların tenleri, sarkıtları ve yer yer oluşan göletleri masalsı atmosferi armağanı çeşitli minerallerle dolu sular, aynı zamanda birçok tamamlıyor. Beyaz rengini üzerindeki kalsiyum karbonat taba- uygarlığın bölgeye yerleşmesinin de başlıca sebebi olmuş. İlk kasından alan travertenlerin çevrelediği Hierapolis antik kentinde yerleşim izinin MÖ 13. yüzyıla kadar sürülebildiği Pamukkale hüküm sürdüğü bilinenler arasında Selevkos İmparatorluğu ve 56 KÜLTÜR VARLIKLARI ardından gelen Attalos Hanedanı sayılabilir. Şehrin ismi hakkındaki rivayetlerden biri Hierapolis adının Attalos Hanedanı’nın tabi olduğu Pergamon Krallığı’nın efsanevi kurucusu Telephos’un eşi Hiera’dan geldiğini söylerken bir diğeri Hierapolis’in “tapınak kent” veya “kutsal kent” anlamına geldiğini ve bunun da şehrin yüksek manevi değerine işaret ettiğini öne sürer. MÖ 2. yüzyılda Roma İmparatorluğu topraklarına katılan ve bu noktadan sonra uzun süre en görkemli günlerini yaşayan Hierapolis gerçekten de tarihinin hemen her döneminde önemli bir dinî merkez olmuş. İmparator Hadrianus kutsal niteliğinden dolayı kenti imparator bir zafer kazandıktan sonra payitahta gönderilmesi zorunlu aurum coronarium ödemelerinden muaf tutarken Hierapolis bir zaman sonra da neokoros unvanı kazanmış. İmparator adına tapınakların yapıldığı şehirlere bahşedilen bu unvana sahip olmak büyük ayrıcalık olarak değerlendiriliyormuş. Hierapolis’in dinî önemi, Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığı kabulünden sonra daha da artmış ve şehir bir piskoposluk merkezi ilan edilmiş. Hierapolis’in manevi yönüne atfedilen önem arttıkça imar faaliyetleri de benzer şekilde çoğalmış. Binbir hikaye anlatan kalıntılar Günümüze ulaşmayı başarmış Hierapolis yapılarında dikkat çeken unsurların başında bölgenin jeolojik durumuyla imar faaliyetleri arasındaki uyum geliyor. Kalıntılara bakıldığında birçok yapının bölgedeki su kanallarının hemen üstüne veya onlara yakın bir konumda inşa edildiği görülüyor. Hierapolis’te coğrafi koşullar son derece akılcı kullanılmış. Kalıntılara bakılarak yapılabilecek tek çıkarım bu değil elbette. Kentin farklı dönemlerde, farklı karakterde sürdürdüğü dinî önemini açıkça ortaya koyan pek çok yapı var Hierapolis’te. Yeraltına hükmettiğine inanılan tanrı Plüton adına ibadetlerin yapıldığı, ritüellerin gerçekleştiği Plutonion Mağarası’nın, Hıristiyanlık şehirde resmî din kabul edilene kadar aktif olarak kullanıldığı düşünülüyor. Hierapolis’in bir başka Hıristiyanlık öncesi dönem ilahlarından Apollon adına inşa edilen tapınağın bir kısmı da günümüze ulaşmayı başarmış. Bu mitolojik müzik ve sanat tanrısına adanan ve bugün esas olarak yalnızca geniş mermer merdivenlerinin gözlemlenebildiği Apollon Tapınağı’nın Plutonion Mağarası’na son derece yakın bir konumda inşa edilmiş olması, şehrin bu bölgesinin Hıristiyanlık 57 öncesi dönemde bir kült merkezi olduğu düşüncesini akla getiriyor. Hierapolis’in Hıristiyanlık için taşıdığı önem ise Aziz Filipus Martyrionu’nda vücut buluyor. Hz. İsa’nın 12 havarisinden olan Aziz Filipus’un çarmıha gerilerek öldürüldüğü yerde inşa edilen sekizgen planlı martyrion içinde şapeller, çokgen salonlar ve odalar bulunuyor. Martyriona bugün yalnızca baş ve son kısımları ayakta olan bir köprüyle ulaşılıyor. Hierapolis yalnızca manevi yönü ağır basan bir kent olmamış elbette. Kentin zamanın en büyüklerinden olan agorasında bulunan kalıntılar, dönemin zanaatları hakkında fikir veriyor. Şehrin ticari merkezi olarak nitelenebilecek agoradan çıkarılan seramik kaselerdeki ince işçilik, kentin diğer kısımlarında -örneğin çeşitli yapılara eklemlenmiş sütunlardaki hayvan kabartmalarında- görülen işçilikte devam ediyor. Aynı şekilde, Frontinus Kapısı ve Frontinus Caddesi de şehrin ayakta kalmayı başarmış kısımları arasında öne çıkıyor. Kentin giriş kapılarından biri olan ve iki tarafında yer alan sütunlarla haşmetli bir görünüm arz eden Frontinus Kapısı’nın ardındaki Frontinus Caddesi de yine sütunlarıyla dikkat çekiyor. Kentin sosyal ve kültürel hayatı hakkında fikir sahibi olmak istediğimizde Roma İmparatoru Septimius Severus dönemine tarihlendiği tahmin edilen tiyatronun kalıntılarına bakmak yeterlidir. Yirmi bini aşkın kapasitesi, kabartma ve heykellerle bezeli sahnesiyle Hierapolis’in en estetik yapılarından olan tiyatronun kalıntılarında betimlenen sahnelerden biri, Apollon’un kardeşi Artemis’e adak sunulmasını gösteriyor. Kentin kuzeyinde bulunan ve oldukça geniş bir alan kaplayan nekropoldeki mezar, lahit ve 58 KÜLTÜR VARLIKLARI tümülüsler hem mimari ve süsleme özellikleri hem de üzerindeki yazılar sayesinde kentin toplumsal yapısı ve tabakalaşması konularında önemli ipuçları sunuyor. Bazı mezar ve tümülüslerde bulunan ve ölü hediyesi olabileceği düşünülen kase, sikke, takı gibi eşyalar şehrin aristokrat ailelerine işaret ederken bazı mezar odalarında da koruyucu özelliği olduğuna inanılan figürlere rastlanıyor. Bölgenin meşhur travertenleri, bereketli suları Hierapolis’in şekillenmesinde son derece etkili olmuş dedik ya, bunun bir örneği de şehrin nymphaeum, hamam ve kaplıcaları. Hierapolis’te kaplıcalara özellikle imparator Neron döneminde büyük önem HIERAPOLIS’TE KAPLICALARA ÖZELLIKLE IMPARATOR NERON DÖNEMINDE BÜYÜK ÖNEM ATFEDILDIĞI, BU KAPLICALARIN HEM FIZIKSEL HEM DE RUHSAL HASTALIKLARIN TEDAVISINDE KULLANILDIĞI BILINIYOR. atfedildiği, bu kaplıcaların hem fiziksel hem de ruhsal hastalık- iyice yerleştiği süreçte de, ardından gelen Türk akınlarıyla tesis ların tedavisinde kullanıldığı biliniyor. Hem şehirdeki evlere su edilen Selçuklu ve sonrasında Osmanlı varlığı boyunca da yerleşim dağıtma işlevi gören hem de Yunan mitolojisinin perileri nemflere ve imar görmüş Hierapolis kentini sarıp sarmalıyor. Doğa ve tarih adanmış bir tapınak olan nymphaeum ise Hierapolis’te doğanın birlikteliğinin en güzel duraklarından Pamukkale, aynı zamanda bahşettiklerinin ne kadar ustalık ve estetikle dönüştürüldüğünün termal turizm açısından da büyük önem taşıyor. Bölgede yer bir başka göstergesi… alan Karahayıt, Çizmeli, Babacık gibi kaplıcalarla Kızıldere Ilıcası Uzun sözün kısası, kendisi başlı başına bir cevher olan Pamuk- yıl boyunca yerli ve yabancı birçok ziyaretçi ağırlıyor. Özellikle kale, sinesinde böyle bir başka cevheri daha barındırıyor. Göz romatizma ve deri hastalıklarına iyi geldiği düşünülen sularda alan, insanı tarifi zor bir atmosferin içine sürükleyen travertenler, şifa bulanlar hem Pamukkale’nin benzersiz manzarasının keyfini yüzyıllar boyunca birçok farklı kültür ve inanca evsahipliği yapmış; çıkarıyor hem de Hierapolis’te yüzyılları kapsayan bir tarih yolcu- Hıristiyanlık öncesi dönemde de, Hıristiyanlığın benimsendiği ve luğuna çıkıyor. 59 RAMAZAN BAYRAMI GELDI HOŞ GELDI EVLERE NEŞE GELDI... 60 RAMAZAN AYININ BITIMINDE KUTLANAN RAMAZAN BAYRAMI’NDA TOPLUMSAL BIRLIK VE BERABERLIK PERÇINLENIRKEN SOSYAL DAYANIŞMANIN EN GÜZEL ÖRNEKLERI VERILIR. RAMAZAN’DA OLDUĞU GIBI BAYRAMDA DA PAYLAŞMA DUYGUSU ÖN PLANA ÇIKAR. ÖZGE AYDIN R ahmet ve bereket ayı Ramazan’ı takip eden Şevval ayının ilk üç gününde kutlanan Ramazan Bayramı, halk arasında Şeker Bayramı olarak da anılır. Teknoloji çağının giderek zayıflattığı toplumsal ilişkilere rağmen ayakta kalmayı başarabilen bayram geleneği, dinî yönünün yanı sıra üstlendiği sosyal işlevleriyle de ön plana çıkarak varlığını sürdürüyor. Pek çok farklı kesimi ortak paydada buluşturmayı başaran Ramazan Bayramı, Türk-İslam kültürünün de en önemli unsurları arasında yer alıyor. Bayram dendiğinde akla ilk olarak dargınların barıştığı, anlaşmazlıkların çözüldüğü huzur ve barış dolu günler gelir. Sosyal dayanışmanın en güzel örneklerinin sergilendiği bayram zamanları, toplumsal birlik ve beraberliğin perçinlenmesine önayak olur. Ramazan ayında olduğu gibi bayramda da ihtiyaç sahiplerine yapılan yardımlar paylaşım olgusunu ön plana çıkarır. Bayram geldi hoş geldi Evlere neşe geldi Kalkın gidin kapıya Dostlar bayramlaşmaya geldi Son yıllarda bayram tebriği olarak cep telefonlarımızda görmeye alıştığımız mani içerikli mesajlar, özünde uzun yıllar boyunca dilden dile söylenerek günümüze ulaşmış sözlü halk kültürümüzün önemli bir parçasıdır. Kısa ve özlü bir anlatımla samimi duyguları ifade eden mani geleneğinin günümüzdeki temsilcilerinden Ramazan davulcuları, manileri davul ritimleriyle buluşturarak bu özel günlere ayrı bir renk katar. Bayramı müjdeleyen tatlı telaş Bayram hazırlıklarının en yoğun olduğu gün olması sebebiyle arife, pek çoğumuz için telaşı çağrıştırır. Misafirlere sunulacak ikramların hazırlandığı ve evin köşe bucak temizlendiği arife günlerinin vazgeçilmez etkinliği ise kuşkusuz bayram alışverişleridir. Bayram alışverişi nedeniyle çarşı ve pazarlar arifede en kalabalık zamanlarını yaşar. Giyim kuşama özen gösterilmesi bir bayram geleneği olduğundan özellikle çocuklar için yeni kıyafetler alınır. İzmir’de Kemeraltı Çarşısı, İstanbul’da Mısır Çarşısı, Ankara’da Çıkrıkçılar Yokuşu gibi tarihî mekanlar bayram alışverişinin en yoğun olduğu yerler arasındadır. Yumurtanın beyazına Kalkın hakkın niyazına İki gözüm komşularım Haydin bayram namazına Arife gününün telaş ve yorgunluğu bayram sabahında yerini coşkuya bırakırken camilerde toplu olarak kılınan bayram namazı 61 BAYRAM HAZIRLIKLARININ EN YOĞUN OLDUĞU ARIFE GÜNÜ PEK ÇOĞUMUZ IÇIN TELAŞI ÇAĞRIŞTIRIR. MISAFIRLERE SUNULACAK IKRAMLARIN ÖZENLE HAZIRLANDIĞI VE EVIN KÖŞE BUCAK TEMIZLENDIĞI ARIFE GÜNÜNÜN VAZGEÇILMEZ ETKINLIKLERINDEN BIRI DE KUŞKUSUZ BAYRAM ALIŞVERIŞLERIDIR. vesilesiyle ilk bayramlaşmalar gerçekleştirilir. Bayram namazının ardından büyüklerden başlanarak yapılan eş, dost, akraba ziyaretleriyle aile bağları ve dostluklar pekişir. Mümkün olduğunca çok yere gidilebilmesi için bayram ziyaretleri çoğunlukla kısa tutulur. Bu ziyaretlerde misafirlere öncelikle kolonya ve şeker ikram edilir. “Hoş geldiniz” faslının ardından ev sahibi tarafından özenle hazırlanmış tatlıların sunumuna geçilir. İkramların geri çevrilmesi 62 hoş olmayacağından ve ev sahibinin emeğine duyulan saygının da bir gereği olarak misafirler tok olsalar dahi yiyeceklerin tadına bakarlar. Son olarak tatlıyla koyulaşan sohbetler Türk kahvesiyle taçlandırılır. Ziyaretlere tat katan geleneksel lezzetler Misafirler için özenle hazırlanan ikramlar, yeme-içme kültürümüzün önemli bir parçası olmakla birlikte, bayram ziyaretlerine tat katan geleneksel lezzetlerdir. Hazırlıklarına günler öncesinden başlanan ve zahmetli bir yapım süreci sonunda ortaya çıkan bayram ikramlarında Türk mutfağına özgü pek çok lezzet sergilenir. Ağırlıklı olarak şerbetli tatlılardan oluşan geleneksel bayram ikramları, yöreden yöreye gösterdiği çeşitlilikle Türk mutfağının bereketini yansıtan ögelerdir. Hz. Muhammed’in (s.a.v) bayram namazı sonrasında hurma yeme alışkanlığının sünnet olarak kabul edilmesi sonucunda bayramlarda tatlı yenmesi bir gelenek halini almıştır. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne ait lezzetlerden kahke ve gerebiç, Ramazan Bayramı’nın yöresel tatlarına örnektir. Gaziantep ilinin geleneklerine göre, “Antep Kahkesi” adıyla bilinen kurabiyeler bayram öncesinde evlerde hazırlanır ve pişmesi için mahalle fırınlarına götürülür. Bayramlarda Kilis sofralarının vazgeçilmezi ise gerebiç tahtası olarak adlandırılan özel kalıplarda şekillendirilerek pişirilen gerebiç tatlısıdır. Sivas yöresinde bayram öncesinde hazırlanan yağsız simitler çocuklara dağıtılır ve bu gelenek “Memecim Giliği” olarak bilinir. Çoğunlukla özel günler için hazırlanan geleneksel lezzet keşkek de Aydın’dan Ağrı’ya birçok ilde bayram ikramı olarak misafirlere sunulur. Bayram gelir ellere Sevgi verir dillere Ver öpeyim elini Elin girsin cebine Bayram ruhunun en görünür simgesi, yeni giysileri ve neşeli oyunlarıyla sokakları şenlendiren çocuklardır. Bayram boyunca topladıkları harçlıklarla doyasıya eğlenen küçükler, eski zamanlarda kız kaçıran, çatapat gibi oyunlarla sokakları doldururken günümüzde lunapark ve sinema gibi modern eğlence alanlarını BAYRAMDA ÇOCUKLARIN YÜZÜNDEKI MUTLULUK GÖRÜLMEYE DEĞERDIR. YENI GIYSILERIN VE BAYRAM HARÇLIKLARININ NEŞELERINE NEŞE KATTIĞI ÇOCUKLAR, EĞLENCELI OYUNLARIYLA SOKAKLARI ŞENLENDIRIR. BAYRAMLAR KÜÇÜKLERE ILERIDE ÖZLEMLE HATIRLAYACAKLARI ANLAR YAŞATIR. tercih etmektedir. Teknoloji çağının getirdiği koşullarda çoğunlukla evde vakit geçiren çocuklar için bayram, geleneklerin eğlenceyle buluştuğu farklı bir ortam sunarak kültürel ögelerimizin gelecek kuşaklara aktarılmasına da katkı sağlar. Örneğin, UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi’nde yer alan Karagöz gölge oyunu, bayram kültürüyle özdeşleşerek varlığını günümüze kadar sürdürebilmiş geleneksel eğlencelerdendir. Konularını gündelik olaylardan alan ve yazılı metne bağlı olmayan Karagöz, Hayalî olarak adlandırılan gölge oyunu ustasının doğaçlamalarıyla hayat bulur. Perde üzerinde icra edilen oyun, bayram eğlenceleri kapsamında çeşitli mekanlarda kurulan sahnelerde sergilenerek yaşatılmaktadır. Eğlenceleri tatlandıran renkli macunlar ve eski tarz ibriklerde sunulan şerbetler de bayram nostaljisini yaşatan örneklerdir. Yaygın olarak bilinen bayram geleneklerinin yanı sıra illere özgü ve unutulmaya yüz tutan âdetler de bayramlara dair gelenek mirasımızın korunması ve yaşatılması gereken unsurları arasındadır. Örneğin, kökleri Osmanlı’ya dayanan Ramazan Bandosu, günümüzde Amasya ilinin Ramazan ve bayram geleneklerinde varlığını sürdürmektedir. Bayram namazının ardından mahalleleri gezerek konser veren bando ekibi halkla bayramlaşır. Zonguldak’ta ise Kızlar Bayramı olarak adlandırılan gelenek bayramın son gününde köyler arasında yapılan ve gençlerin kaynaşıp yuva kurmalarına vesile olan ziyaretleri anlatır. Bartın’da bayram geleneği, Konat adı verilen büyük tepsileri çeşitli yemeklerle dolduran hanelerin köy meydanlarında buluşarak beraberce yemek yiyip bayramlaşmasıdır. Ankara’nın Kızılcahamam ilçesinde ise Ebebiş adı verilen gelenek çocuklar sayesinde günümüzde de devam etmektedir. Bayram günlerinde “Ebebiş ebebiş, vermeyen çürük diş” tekerlemesini söyleyerek kapı kapı dolaşan çocuklar harçlık ve şeker toplar. Denizli’nin Çardak ilçesinin Beylerli kasabasında bayramın ikinci ve üçüncü günlerinde kutsal sayılan Dede ağacına salıncak kurulur ve köy halkı ağacın çevresinde toplanarak eğlenir. Kısacası, küçük büyük herkesin mutlu anılarla hatırladığı Ramazan Bayramları, geçmişten günümüze aktarılan zengin mirasıyla kültürümüzün önemli bir parçası olmaya devam ediyor. Genellikle küçük yerleşimlerde toplu olarak katılım sağlanan bayram kutlamaları Bartın’da Bayram Konatı, Kocaeli’de Bayram Yeri, Kastamonu’da Bayram Çıkarma, Çankırı’da ise Bayramlaşma gibi farklı isimlerle anılsa da toplumu bir arada tutan değerlerin temsili bakımından ortak bir noktada buluşuyor. 63 PROF. DR. SUAT ÇAĞLAYAN: SEÇMENININ YAŞAM KOŞULLARINI BILMEYEN VE KENDISINI ONLARLA ÖZDEŞLEŞTIREMEYENLERIN SIYASETÇI OLMASI ZORDUR SÖYLEŞI: SONGÜL BAŞ KÜLTÜR ESKI BAKANI PROF. DR. SUAT ÇAĞLAYAN, KÜLTÜR VE TURIZM BAKANLIKLARININ AYRI OLMASI GEREKTIĞI GÖRÜŞÜNÜ DILE GETIRIYOR. KÜRESELLEŞMENIN TEHDIT ETTIĞI HALK KÜLTÜRÜNÜN KORUNMASININ ÖNEMINE IŞARET EDEN ÇAĞLAYAN, SANAT KURUMLARINA DA HAK ETTIKLERI DEĞERIN VERILMESI GEREKTIĞINI VURGULUYOR. 64 SÖYLEŞI Sizi söyleşimize siyasi kimliğinizle konuk ediyoruz, ama aslında çocuk hastalıkları profesörüsünüz. Sizi siyasete girmeye yönlendiren ne oldu? Çok sevdiğim bir işi yapıyordum. Çocuk doktoru olmak gerçekten dünyanın en zevkli, ama bir o kadar da sorumluluk taşıyan işidir. İzmir Tepecik SSK (şimdi Sağlık Bakanlığı) Eğitim Hastanesi’nde çocuk hastalıkları kliniği şefliği yaparken aynı zamanda hastanenin baştabipliğini de yürütüyordum. Baştabiplik, az da olsa siyasetle ilişkili olan bir görevdir. Daha sonra Ege Üniversitesi’ndeyken izinli olarak Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne atandım. Bu görevle daha da siyasetin içine girmiş oldum. Ailemde, rahmetli büyük ağabeyim Yargıtay Üyesi Temel Çağlayan’ın siyasetle yakınlığı da siyasete girmem konusunda etkili olmuştur elbette. 1999-2002 yılları arasında TBMM üyesiydiniz. Bu dönemde yaptığınız ve önemli gördüğünüz çalışmaları bizimle paylaşır mısınız? Parlamento görevimin bir bölümünde Dış İlişkiler Komisyonu’nda Başkanvekili olarak görev yaptım. Kamran İnan gibi yurtsever bir bilge insanın bu komisyonda başkanlığı üstlenmesi benim için önemli bir şans oldu. Ayrıca Brüksel’de, Avrupa ülkeleri parlamentolarından gelen üyelerin oylarıyla seçildiğim Avrupa Parlamentolararası Nüfus ve Kalkınma Forumu (IEPFPD) Yönetim Kurulu’nda özellikle kadın hakları ve üreme sağlığı üzerine çalışmalarım oldu. Elbette bir yandan da her parlamenterin yerine getirmesi gereken çalışmaları yapmaya çalıştım. oldu. Dünya kültür mirasının konu edildiği bu toplantıda alınan kararların ülkemiz için çok yararlı olduğunu daha sonraki gelişmelerle gördük. Benim en fazla önem verdiğim konular, halk kültürü ile ilgili olanlardı. O zamanlar adı Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü (HAGEM) olan birim keşke devam edebilseydi de küreselleşmenin yok etmeye başladığı güzelim halk kültürümüz kendini koruma şansı bulsaydı. Ülkemizin kültür alanında bugün bulunduğu noktaya ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? Öncelikle yapılan bir yanlıştan söz edeyim. Kültür Bakanlığı ile Turizm Bakanlığı’nın birleştirilmesi son derece yanlış olmuştur. Turizm Bakanlığı, ülkeye döviz girsin diye tüm değerleri alıcıya sunan bir bakanlık olmasına karşılık, Kültür Bakanlığı somut ve sözlü kültür değerlerimizi koruyarak yarınlarımıza taşımayı düşünür. Bu iki bakanlık birleştirilince korunması gereken değerlerimiz, turizmin doymak bilmeyen iştahına sunuldu. İşe vurgun, soygun peşinde koşan güç sahipleri de karışınca sit alanları talan edildi, güzelim koylar kapanın elinde kaldı. Yüreğimizi acıtan bir diğer şey de sanat kurumlarına karşı izlenen acımasız ve tahrip edici politikalar... Eğitim kurumlarından biri olan tiyatroları yok etme çalışmaları, Devlet Opera ve Balesi’ni gereksiz bulan çağdışı yaklaşımlar, okullarda kültür ve sanata ilişkin derslerin neredeyse kaldırılması, uygulanan yıkıma örnek olarak gösterilebilir. Kültür Bakanı olduğunuz dönemde önem verdiğiniz konular nelerdi? Milletvekili ve bakanlık döneminizle ilgili unutamadığınız anılar var mı? Biliyorsunuz, bakanlıkta kaldığım süre uzun değildi. Bu dönemle ilgili en önemli uluslararası etkinlik, İstanbul’da gerçekleşen UNESCO Dünya Kültür Bakanları Toplantısı’ydı. Benden önceki bakan, Sayın İstemihan Talay’ın organize ettiği bu toplantıyı yürütmek bana kısmet Elbette, belleğime yerleşmiş olan çok sayıda anı var. Özellikle de, kurduğumuz DSP-MHP-ANAP koalisyonunun son günlerine ait. Çok üzüntülü günler geçirmiştik. ABD, silahlı kuvvetlerini önce Türkiye’ye yerleştirmek, daha sonra da buradan Irak’ı işgal etmek için rahmetli Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki koalisyon hükümetimize büyük baskı yapmaktaydı. O sıralarda, erken seçim nedeniyle gittiğimiz Kars’tan, Başbakanlığa ait küçük uçakla dönüyorduk. Uçakta Bülent Bey ve Rahşan Hanım’ın 65 yanı sıra birkaç bakan ile bir de gazeteci vardı. Çok güzel ve neşeli bir sohbet içindeydik. Fakat sadece rahmetli Ecevit bize katılmıyordu. O, sıkıntılı bir yüz ifadesiyle uçağın penceresinden dışarı bakıyor, sanki bizi hiç duymuyordu. Ben karşısında oturuyordum. Onun bu halini görünce, biraz da şımarık çocuk edasıyla ona yaklaşmış, “Efendim, sıkıntılı bir haliniz var” demiştim. “Bize hiç katılmıyorsunuz!” Bülent Bey, “Demek sıkıntılı olduğum belli oluyor” karşılığını vermiş, her zamanki nazik söylemiyle, “Sayın Çağlayan, şu anda Ankara’da ABD Büyükelçisi ile ABD’li senatörlerden oluşan bir heyet beni bekliyor” diye eklemişti. “Irak’a girmek için baskı yapmaya geliyorlar!” Bir an susmuş, dışarıya bakarak konuşmasına devam etmişti: “Irak’a girerlerse çok insan ölecek. Sadece Iraklılar ölmeyecek, ABD kendi askerlerinden de büyük kayıp verecek. Ben elimden geldiğince onların Irak’a girmelerine izin vermeyeceğim.” Bu anımdan başka, üzüntüyle belleğimde taşıdığım bir anı daha var. O da, az önce anlattığım anının tamamlayıcısı gibi. Ankara’da, Çiftlik’teki orduevinde bir resepsiyon vardı. Rahmetli Ecevit, asker kökenli olmamı göz önüne almış olacak ki, o resepsiyona hükümet adına katılmamı istedi. Oraya gittiğimde beni aralarında komutanlar ile ABD Büyükelçiliği’nden birisinin (büyükelçi değildi, elçilik müsteşarı olabilir) bulunduğu bir masaya aldılar. Konu, ABD’nin Irak’a müdahalesiydi. Komutanlar herhangi bir yorumda bulunmamaya özen gösteriyor, ABD görevlisi ise sürekli hükümetin izin vermemesinden yakınıyordu. Gayet iyi Türkçe konuşan Amerikalıya, “Siz, Sayın Ecevit’in önerilerini dikkate alın. Çünkü bu konuyu en iyi bilen kendisidir!” dedim. Amerikalı görevli bana dönerek alçak bir sesle, “Hangi Ecevit?” diye sorunca sinirlendim. Biraz da sesimi yükselterek, “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan Bülent Ecevit!” dedim. Ses tonumu beğenmeyen ABD’li görevli, yine alçak bir sesle, beni rencide etmeye çalışmak için olacak, “Ecevit yok artık!” dedi. Bir daha onunla konuşmadım, ama ertesi gün bu durumu Başbakan Ecevit’e ilettim. Rahmetli Ecevit, anlattığım konuşmayı bir kez daha yineletti bana. Sonra da hafifçe gülümseyerek arkasına yaslandı ve başını pencereye doğru çevirerek düşünceye daldı. İşte size iki anı. Her biri, “Bu da bize ders olsun!” dedirten türden. Size göre siyasetin olmazsa olmazları nelerdir? Milletvekilleri hangi temel niteliklere sahip olmalıdır? Seçmeninin yaşam koşullarını bilmeyen, kendisini onlarla özdeşleştiremeyenlerin siyasetçi olması zordur. Bu kişiler, parti egemenleri tarafından milletvekili yapılsa bile sonuçta kaybederler. TBMM’den uzak tutulması gereken bir başka insan tipi ise köşeyi dönme niyetinde olanlardır. Özetle, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girecek olanlar nitelikli, iyi yetişmiş ve alçakgönüllü olmalıdır. Milletvekili ve bakanlar, sahip oldukları devlet gücünü kendi aileleri ve yandaşları için kullanmamalıdır. Ancak, ne yazık ki, yakın geçmişimizde bunun tam tersi uygulamalar yapıldığını gördük. 66 SÖYLEŞI “BILIYORSUNUZ, BEN ÇOCUK DOKTORUYUM. ÇOCUK DOKTORLARI, ÇOCUKLARIN ENGIN DÜŞ DÜNYASINA GIRME ŞANSINA SAHIPTIR. ONLARDAN ÖĞRENDIĞIM DÜŞSEL DÜNYAYI, EMEKLI OLDUKTAN SONRA YENIDEN ONLARLA PAYLAŞMAK, BIR ÖLÇÜDE ONLARA BORCUMU ÖDEMEK IÇIN ÇOCUK ÖYKÜ KITAPLARI YAZMAKTAYIM.” 7 Haziran 2015 tarihindeki genel seçimlerin sonuçlarına ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir? Doğrusunu isterseniz seçim sonuçları benim öngörülerimi doğrular nitelikte oldu. Sadece MHP’nin iki-üç puan daha yukarıda olmasını bekliyordum, o kadar. Bana göre bu seçimin iki yitireni var: Biri, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, diğeri ise geçen seçimde alınan %26 oydan aşağısını başarısızlık olarak değerlendireceğini ve gereğini yapacağını söyleyen Sayın Kemal Kılıçdaroğlu. Bu seçimin kazananının Sayın Selahattin Demirtaş olduğu aşikar. Ancak, bu başarıyı sürdürebilmesi için partisini bir Türkiye partisi haline getirmesi gerekir. Öcalan’ın vesayeti ve Kandil’in tehdidi sürdükçe bu gerçekleşebilir mi, bilmiyorum. Bana göre Cumhurbaşkanı’nın vesayetinden kurtulma şansı yakalayan Sayın Ahmet Davutoğlu, liderlik vasıfları ortaya koyduğu takdirde bu seçimi kendi geleceğine olumlu olarak yansıtabilir. Şu bir gerçek, bu seçim AKP’den yorgun düşen halkımıza bir soluk alma şansı vermiştir. Size göre ülke gündemindeki en önemli konular ve çözüm bekleyen sorunlar nelerdir? Kurulacak hükümet öncelikle geçmişteki hükümetlerin ideolojik, hukuksal, bürokratik ve etik tahribatlarını durdurmaya yönelik çalışmalar yapacak, daha sonra da restorasyon dönemine girecektir. Ancak, AKP’nin egemen olduğu, dolayısıyla Sayın Erdoğan’ın vesayeti altında bulunacak bir hükümetin bunları nasıl yapacağı tartışmalıdır. Burada CHP adına çok önemli bir tehlikeye dikkati çekmek gerekir. Kendini başarısız bulan Sayın Kılıçdaroğlu, batı tarafından pompalanan bir koalisyona balıklama atlamış görünmektedir. Bu belki kendisine kısa bir dönem soluk aldırabilir, ancak böyle bir koalisyon CHP’nin geleceği üzerinde hiç de olumlu bir katkıda bulunmayacaktır. Hem geçmişin hataları CHP tarafından payla- şılmış olacak hem de AKP’nin “açılım” tuhaflığı CHP’nin kucağına konulacaktır. 2002 yılından bu yana TBMM’de değilsiniz. Siyaset dışındaki uğraşlarınızı öğrenebilir miyiz? Özellikle yazdığınız kitaplardan söz eder misiniz? TBMM sonrası önce öğretim üyesi olduğum Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne döndüm. Orada görevliyken bir yıl kadar Ege Üniversitesi Devlet Türk Müziği Konservatuvarı Müdürü olarak görev yaptım. Daha sonra çeşitli özel hastanelerde başhekimlik ve yöneticiliklerde bulundum. Bugüne kadar yaptığım en kalıcı şey, fotoğraf çekmek ve kitap yazmak… Biliyorsunuz, ben çocuk doktoruyum. Çocuk doktorları, çocukların engin düş dünyasına girme şansına sahiptir. Onlardan öğrendiğim düşsel dünyayı, emekli olduktan sonra yeniden onlarla paylaşmak, bir ölçüde onlara borcumu ödemek için çocuk öykü kitapları yazmaktayım. Bugüne kadar beş çocuk kitabı yazdım: Büyük Kanatlı Küçük Mavi Kelebek, Umut, Özgür Arı Ramba, Zeytin Kız ile Zeytin Nine Çiçekler Ülkesi’nde ve Zeytin Kız ile Zeytin Nine Söylenceler Dünyasında. Bu tür kitap çalışmalarım devam ediyor. Bir de fotoğraf merakım var. Özellikle zeytin ağaçlarının gövdeleri beni çok etkiler. 2-3 bin yıl yaşayabildiği söylenen zeytin ağacının gövdesindeki kıvrım ve şekiller, sanki 3 bin yıllık geçmişten bugüne mesaj getirir gibi gelir bana. Zeytin ağacının biraz ağaç, biraz insan, biraz da tanrısal yanının olduğunu düşlerim. Çektiğim fotoğraflarla zeytin ağacının yüceliğini simgeleyen çeşitli özellikleri bir araya getiren üç kitabım var: Zeytin Ağacı: Mitolojinin Görgü Tanığı, Ne Bilgesin Sen Zeytin Ağacı ve Şiirlerde Şarkılarda Zeytin Ağacı. Son iki kitap İngilizce ve Türkçe olarak çıktı. Her üç kitap da sponsorlar tarafından prestij kitap olarak yayımlandı. Köşe yazıları ve kitap dışında, birçok vakıf ve dernek etkinlikleri de çalışmalarım arasında yer alıyor. 67 ADADA ÖZGÜRLÜK VE BARIŞIN ADI: 20 TEMMUZ 1974 68 1963 YILINDA “KANLI NOEL”LE DORUĞA ULAŞAN TÜRKLERI KIBRIS’TAN SÜRME ÇABASI GÜN GEÇTIKÇE VAHŞILEŞIYOR, TÜRK MUKAVEMET TEŞKILATI ADADAKI TÜRK VARLIĞINI GÜVENCE ALTINA ALMAK IÇIN KAHRAMANCA MÜCADELE EDIYORDU. 15 TEMMUZ 1974 TARIHINDE KIBRIS’I YUNANISTAN’A BAĞLAMAK ISTEYEN GÜÇLERIN DARBEYLE YÖNETIMI ELE GEÇIRMESI, KIBRISLI TÜRKLERIN CAN GÜVENLIĞININ KALMADIĞI ANLAMINA GELIYORDU. TÜRKIYE BU DURUMA SESSIZ KALMADI. ENVER UYGUN K ıbrıs, bilinen en eski çağlardan beri jeopolitik konumuyla öne çıkar. Anadolu, Kuzey Afrika, Orta Doğu gibi kadim bölgelere yakınlığı, adanın deniz ticaret yollarında kilit bir rolde olmasını sağlar. Doğu Akdeniz’in kalesi durumundaki ada, zengin bakır yataklarıyla da tarih boyunca birçok devletin egemen olmak istediği bir yer olarak bilinir. Kıbrıs’ı idare etmenin Akdeniz’de güçlü olabilmek için şart olduğu, bir deniz medeniyeti olan Venediklilerin Kıbrıs’ı kaybettikten sonra nasıl zayıflayıp çöküşe sürüklendiklerine ve adayı fetheden Osmanlı Devleti’nin duraklama ve gerileme dönemlerinde bile Akdeniz’de etkili olmasına bakarak anlaşılabilir. 157 1 yılından 1878’e kadar Osmanlı idaresinde kalan Kıbrıs, Osmanlı Devleti’nin çöküş sürecinde Birleşik Krallık’a kiralanır. Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na İttifak Devletleri safında katılınca İngiltere adayı ilhak eder. Kıbrıslı Rumlar ve Türkler için sıkıntılar bu dönemde başlar. Nüfusu oluşturan iki halkın da yönetimde yer bulamamasının verdiği rahatsızlık giderek siyasi bir isyana dönüşür. 1931 yılında Rumlar adanın Yunanistan’a bağlanması isteğiyle ayaklanır. İngiltere’nin bu harekete cevabı sert olur. Adada mutlak bir hakimiyet kurmak üzere Rum ve Türk millî kimliklerini açık edecek her tür simgeyi yasaklayan İngilizler, eğitim müfredatından iki ulusun tarihini çıkaracak kadar ileri gider. 1950’lere gelindiğinde İngiltere dayatmasının yanı sıra Rumların hem “Enosis” (Yunanistan’ın Kıbrıs’ı ilhakı) hem de Türklerin adadan kovulması amacıyla silahlanması Kıbrıs Türklerini iki yandan zor duruma düşürür. 69 KIBRISLI TÜRKLER, RUMLARIN ADAYI TOPYEKÛN YUNANISTAN’A BAĞLAMA ARZUSU KARŞISINDA TEŞKILATLANMAYA BAŞLAR. 1957 YILI SONLARINDA BÜTÜN ÖRGÜTLERI ÇATISI ALTINDA TOPLANMAYA ÇAĞIRAN TÜRK MUKAVEMET TEŞKILATI KURULUR. çük önderliğinde Türkiye’nin ve Kıbrıs’ın çeşitli noktalarında “Ya taksim ya ölüm” sloganıyla mitingler düzenlenir. Adada siyasi ortamın gün geçtikçe gerilmesi ve silahlı çatışmaların artması, İngiltere’nin 1955 yılında Türkiye ve Yunanistan’la konuyu müzakere etmek için I. Londra Konferansı’nı toplaması sonucunu doğurmuş, ancak görüşmelerden bir netice alınamamıştır. 19 Şubat 1959 tarihinde taraflar tekrar bir araya gelir ve İngiltere’nin Kıbrıs’tan çekilmesi kararı alınır. Artık Kıbrıs Kıbrıslılara bırakılacak, kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yönetimi tarafların nüfusuyla doğru orantılı bölüşülecektir. Devletin cumhurbaşkanı Kıbrıs Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu III. Makarios, yardımcısı da Türk cemaati lideri Fazıl Küçük olur. İmzalanan Zürih ve Londra anlaşmalarıyla İngiltere, Türkiye ve Yunanistan “garantör devlet” olarak tanımlanır. 1960 yılında kabul edilen Kıbrıs Anayasası Rum tarafını tatmin etmeyince, Makarios ertesi yıl anayasada Türklerin aleyhinde on üç maddelik bir değişiklik yapmak ister. EOKA da gelinen noktayı 1951 yılında İngiliz güçleriyle çarpışmak için kurulan EOKA örgütü çok geçmeden silahlarını Türklere de çevirir. Can güvenliğini sağlamak ve egemenlik haklarını korumak isteyen Kıbrıs Türkleri ise Türkiye’nin de desteğiyle siyasi mücadelelerini silahlı alana da kaydırır. Dr. Fazıl Küçük’ün 1943 yılında kurduğu “Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu”ndan itibaren Kıbrıs’ta Türk tarafının tezi adanın ikiye bölünmesi ve iki ayrı bağımsız devlet kurulması yönündedir. Rumların adayı topyekûn Yunanistan’a bağlama arzusu karşısında teşkilatlanmaya başlayan Kıbrıslı Türkler, önce ufak çaplı ve etkisiz direniş örgütleri kurar. 1957 sonlarında ise bütün örgütleri çatısı altında toplanmaya çağıran, ilerleyen yıllarda EOKA terörüne karşı halkın güvenliğini sağlayan bir teşkilat kurulacaktır: Türk Mukavemet Teşkilatı. “Ya taksim ya ölüm!” Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT), Rauf Denktaş, Burhan Nalbantoğlu ve Mustafa Kemal Tanrısevdi tarafından kurulur. Türkiye, TMT’nin güçlenmesi gerektiğini düşünmektedir. Dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Rauf Denktaş ve Fazıl Küçük’le bizzat görüşerek Türk hükümetinin TMT’ye destek olacağını bildirir. TMT’ye katılan “mücahitler” eğitilirken bir yandan da Fazıl Kü- 70 SIYASET SAHNESI GIBI SOKAKLAR DA KARIŞMIŞTI. 1963 YILININ 20 ARALIK GÜNÜ EOKA MILITANLARININ LEFKOŞA’DA OTOMOBILLERE ATEŞ AÇMASIYLA TIRMANAN OLAYLARDA TÜRK KÖYLERI BASILIYOR, TÜRK MAHALLELERI YAĞMALANIYORDU. olumlu bulmuyor, Enosis hayalini gerçekleştirmek üzere Türklere yönelik etnik temizliğe kalkışacağının sinyallerini veriyordu. Siyaset sahnesi gibi sokaklar da karışmıştı. 1963 yılının 20 Aralık günü EOKA militanlarının Lefkoşa’da otomobillere ateş açmasıyla tırmanan olaylar birkaç gün içinde bir soykırım girişimine dönüştü. Türk köyleri basılıyor, Türk mahalleleri yağmalanıyordu. Takip eden günlerde dört yüze yakın Türk hayatını kaybetmiş, yirmi binden fazla insan yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalmıştı. Tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen bu vahşetin akılda en çok kalan görüntüsü ise Binbaşı Nihat İlhan, eşi ve üç çocuğunun evlerinin küvetinde hunharca öldürülmesi oldu. Bu meşum olayın yaşandığı ev daha sonra “Barbarlık Müzesi”ne dönüştürülecekti. EOKA terörünün geldiği nokta Türkiye’yi harekete geçirir. 1964 yılında Türk Hava Kuvvetleri Lefkoşa üzerinde uyarı uçuşu yapar. Bu harekat sırasında uçağı isabet alan Yüzbaşı Cengiz Topel, paraşütle atlayıp yaralı olarak kurtulmayı başarır. Rum askerleri tarafından yakalanan Topel’in uluslararası kurallara göre savaş esiri muamelesi görmesi gerekirken yüzbaşı, kural tanımaz çeteciler tarafından işkenceyle şehit edilir. Cumhuriyet döneminin ilk hava şehidi kabul edilen Cengiz Topel’in adı Kıbrıs’ta ve Türkiye’de okullara, hastanelere, caddelere, sokaklara verilir. Haklı olan gücünü kullanıyor EOKA’nın yarattığı terör ortamı 1974 yılına kadar sürer. Yunanistan’da iktidarda olan Albaylar Cuntası 1970’lerin başından itibaren, Enosis’i gerçekleştirmek için adadaki silahlı güçlerin 71 DÜNYA, KIBRIS BARIŞ HAREKATI’NI AYNI GÜN BAŞBAKAN BÜLENT ECEVIT’IN ŞU SÖZLERIYLE ÖĞRENIR: “BIZ ASLINDA SAVAŞ IÇIN DEĞIL BARIŞ IÇIN, YALNIZ TÜRKLERE DEĞIL RUMLARA DA BARIŞ GETIRMEK IÇIN ADAYA GIDIYORUZ.” daha etkin bir rol oynaması için çabalar. Makarios yönetimini Enonis konusunda başarısız bulan Yunan devleti 15 Temmuz 1974 günü Kıbrıs’ta darbe yapar. Yunan subaylar Lefkoşa’daki Başkanlık Sarayı’nı basarak Makarios’u koltuğundan indirir. Yerine, adı artık EOKA-B olan örgütün lideri Nikos Sampson geçer. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, bu gelişmenin Kıbrıslı Türklere yönelik bir katliama dönüşeceğini bildiğinden, garantörlük anlaşmasının verdiği yetkiye dayanarak adaya askerî operasyon düzenlemeye karar verir. 20 Temmuz 1974 sabahı saat 06:05’te Türk Silahlı Kuvvetleri havadan indirme ve denizden çıkarma yoluyla Kıbrıs’a adım atar. Dünya bu harekatı aynı gün Başbakan Bülent Ecevit’in şu sözleriyle öğrenir: “Biz aslında savaş için değil barış için, yalnız Türklere değil Rumlara da barış getirmek için adaya gidiyoruz.” Bülent Ecevit konuyla ilgili temaslar için yurt dışında bulunduğundan harekat kararı Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan başkanlığında toplanan Millî Güvenlik Kurulu’nda alınır. Erbakan, 20 Temmuz 1996 tarihinde KKTC’ye gittiğinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş bu ziyareti “22 yıl önce Kıbrıs’ı zulümden kurtarma kararını veren Sayın Erbakan, başbakan olarak ilk ziyaretini 72 ADADAKI TÜRK BIRLIKLERI 13 AĞUSTOS’TAN ITIBAREN TEKRAR ILERLEMEYE BAŞLADI. LEFKE, MAĞUSA VE LEFKOŞA’YI ELE GEÇIREN TÜRK ORDUSU, BUGÜNKÜ KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURIYETI SINIRINI BELIRLEYEN HATTI ÇIZDI. bu mutlu günde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yapmış bulunmaktadır” sözleriyle değerlendirir. İki gün süren Türk ilerlemesi sonucunda Sampson hükümeti ve Yunanistan’daki Albaylar Cuntası görevi bıraktı. Türkiye, işgalci bir tavırla Kıbrıs’a gelmediğini, katliamcı Rumların hedeflerinden uzaklaştırılmasıyla operasyonun amacına ulaştığını gösterecek şekilde 22 Temmuz’da ateşkes ilan etti. Bu tarihten itibaren Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs Rumları ve Kıbrıs Türkleri arasında Birleşmiş Milletler nezdinde ikili ve dörtlü görüşmelere başlandı. Adanın idari durumu masaya yatırıldı. Türk tarafı coğrafi federasyon fikrini savunurken Rumlar, kendi egemenlikleri altındaki birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti görüşünde ısrar etti. Görüşmeler sürerken EOKA-B’nin tekrar silahlı eylemlere girişmesiyle Türkiye nihai çözüm için düğmeye bastı. Adadaki Türk birlikleri 13 Ağustos’tan itibaren tekrar ilerlemeye başladı. Lefke, Mağusa ve Lefkoşa’yı ele geçiren Türk ordusu, bugünkü KKTC sınırını belirleyen hattı çizdi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin beş yüze yakın şehit ve 1200 yaralıyla çıktığı harekatta binin üzerinde Kıbrıs Türkü de hayatını kaybetti. Türkiye ve Kıbrıs Türkleri Birleşmiş Milletler’in çifte standartlı uygulamasına karşın bağımsız devlet konusunda taviz vermedi. 1975 yılında Kıbrıs Türk Federe Devleti, 1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edildi. Soykırım tehdidi altındaki soydaşlarını kurtarmak üzere harekat düzenleyen Türkiye Cumhuriyeti “işgalci” olmakla suçlandı. Ağır ekonomik ambargolara maruz bırakıldı. KKTC, dünyada hiçbir ülke tarafından resmen tanınmadı. Yalnızlığa itilen Kıbrıs Türkleri, 20 Temmuz gününü unutmadı. Kıbrıs’ta her yıl “Barış ve Özgürlük Bayramı” adıyla kutlanan bu gün, Türk tarihine şanlı bir sayfa olarak eklendi. *Fotoğrafların bazıları Genelkurmay Başkanlığı’nın Kıbrıs Barış Harekatı’nın 40. yıldönümünde kamuoyuyla paylaştığı arşivdendir. 73 II. MEŞRUTIYET’IN İLANINA DAIR BIR NUTUK DR. POLAT SAFI M anastır Mekteb-i Harbiye Ders Nazırı Binbaşı Yanyalı Vehip Bey 23 Temmuz 1908 tarihinde Manastır Vilayeti’nin Hürriyet adı verilen meydanında II. Meşrutiyet’i ilan eden bir nutuk irat etmiştir. Bir top arabasının üzerinden Manastır Valisi Hıfzı Paşa, askerler, memurlar, ruhani liderler ve ahali huzurunda okunan nutuk, süreklilik ile kopuş, reform ile restorasyon ve darbe ile devrim kıskacındaki tartışmalarla ön plana çıkan II. Meşrutiyet’in onu ilan edenler tarafından nasıl tahkim edileceğini göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Bu çerçevede, nutukta II. Abdülhamit ve II. Meşrutiyet’in geliş şekliyle ilgili birtakım gerçeklerin perdelendiği ve Kanun-i Esasi’yi meşru göstermek adına dinî referanslara başvurulduğu tespit edilebilir. Nutukta ilk olarak, “otuz bir yıllık dokunaklı, karanlık ve yürek parçalayan dönem” olarak nitelendirilen I. Meşrutiyet ile II. Meşrutiyet arasındaki dönemin faturası II. Abdülhamit’e değil, sultanın etrafını saran “hain, rezil, kötü yaradılışlı, alçak şahıslara” bağlanmaktadır. Vehip Bey’in nutka söz konusu dönemden “bahs eylemek istemem” diyerek başlaması, bu dönemden bahsettiği takdirde hedefin “hürriyet” kadar II. Abdülhamit’i devirmek olduğunun anlaşılacağını bilmesindendir. Halbuki padişah hâlâ görevinin başındadır ve kurnaz bir hareket ve zamanlamayla muhalifi olduğu Kanun-i Esasi’yi yürürlüğe koyması kamuyu istediği gibi yönlendirme imkanını kendisine verdiği gibi iktidar oyununda bir süre daha kalmasını sağlamıştır. Nutuk, ikinci olarak, II. Meşrutiyet’in bir askerî müdahale şek- 74 linde getirildiği gerçeğini perdelemektedir. Özellikle “Siz bütün Millet-i Osmaniye ve ümmet-i merhumeyi sevindirdiniz” şeklindeki ifade, II. Meşrutiyet’i halka mal etmek yahut II. Meşrutiyet’e bir toplumsal patlama veya kitlesel eylemin sonucuymuş izlenimi vermek yönündeki bir çabanın sonucudur. Halbuki II. Meşrutiyet, Vehip Bey’in kendisinin de teşekkür ettiği 3. Ordu subaylarının bir kısmı, silahlı çeteler ve fedailer, Rumeli’de değişik kaynaklardan toplanmış millî tabur ve alaylar sayesinde gelmiştir. İttihat ve Terakki erkanının bir dizi çabasına karşın “İnkilab-ı hazıra”, “askerî ihtilal” niteliğinden kurtulamayacaktır. Son olarak, nutukta II. Meşrutiyet ve Kanun-i Esasi’nin dinî referanslara başvurularak meşru hale getirilmeye çalışıldığı tespit edilebilir. İslam, II. Meşrutiyet öncesinde Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler tarafından bir muhalefet aracı olarak kullanılmıştır. II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte bu tedafüi yararlanma biçimi yerini yeni sistemi meşrulaştırıcı bir kullanıma bırakmıştır. Nitekim nutukta da İslam, neredeyse II. Meşrutiyet’in itici gücü ve dayanağı olarak takdim edilmekte, böylece ona destek vermek bir nevi dinî vecibe olarak sunulmaktadır. İsmail Kara’nın detaylarıyla incelediği üzere bu konudaki en açık örneklerden biri Ömer Ziyaeddin Efendi tarafından kaleme alınan Mir’at-ı Kanun-i Esasi isimli risaledir. Risale, Kanun-i Esasi’yi meşru kılmak için Kuran, hadis ve fıkıh kitaplarına referanslarla doludur. Bu yaklaşım, nutukta da görüleceği üzere, hem müsavat ve uhuvvet gibi kavramların naslardan koparılmasına hem de koparılan bu kavramların siyasi mülahazalarla doldurulmasına yol açmış gözükmektedir. Ancak nutukta sunulduğu ve gerçekte uygulandığı şekliyle ne alıntı yapılan hadis-i şerifin yeni yönetim biçimiyle bir alakası vardır ne de bu formül içerisinde hürriyet, eşitlik ve kardeşlik İslam’ın siyaset prensipleridir. “Mukaddes Vatandaşlar, Muazzez Kardeşler!.. Bu mübarek hâk-i pâk-i vatanın otuz bir seneden beri geçirdiği rikkat-engîz, muzlim, canhıraş levhalardan, demlerden bahseylemek istemem. Yalnız sîne-i vatana açılan iltiyâm-nâpezîr yaralardan akan cerâhati temizlemek, ağraz-ı şahsiyye ve infiâlât-ı nefsâniyye üzerine bilâ suâl nefy ü iclâ, tard u teb’îd edilen en namuskâr, en gayur, en hamiyyetli, ahrâr-ı ümmeti zindanlardan kurtarmak, zincirlerini koparmak için min indillah müeyyed ve mebus olan Osmanlı Terakki ve İttihad Cemiyeti efrad-ı hamiyetperverânı atebe-i ebediyete istinâd ederek bugün bi-lütfuhu’l-kerim icrâ-yı fa’âliyyete başladı. Kulûb-i umûmiyyemizin hufasında a’mâkı rasânetgîr-i istikrâr olan maksad-ı meşrû-i cemiyyet herkese ayândır. La tectemiu ummeti ala’d-delale [Ümmetim delalet üzerinde icma etmez] hadîs-i şerîfi rehber-i kavîmizdir. Adâlet, müsâvat, hürriyet, uhuvvet meslek-i esâsimizdir. Cenab-ı Hakka hamd ü senâ-yı la tuhsi olsun ki, insan gibi yaşamak, Allah’ın emri, peygamberin kavli ile âmil olmak zamânını idrâk eyledik. Artık cennet-mekân Kânûnî Sultan Süleyman zamânından beri padişah ile millet arasına çekilen kafesi kıracağız. Padişahımızın etrâfını alan hâin, rezîl, bed-tînet, sefîl, denî herifler kahr olsun. Sahîhu’lnesebden neşet etmiş, pâk süd ile büyümüş, mekârim-i ahlâk ve mehâsin-i sıfat ile tecelli eylemiş zevâtı isteriz. Aç ve bî-ilaç olarak San’a zındanlarında, Diyarbekir, Erzurum, Akka kalelerinde, Fizan’da sefîl ve sergerdân olan ahrâr-ı ümmetin saâdet, hürriyet ve ikbâlini dileriz. Vatanımızı bargirân-ı itisâfdan kurtaracak, yetimlerimizin gözlerini dindirecek ve kimsenin hakkını kimseye kapdırmayacak, bizi insan gibi yaşatacak usul-ı meşrûa-i meşveretdir ki istediklerimizin cümlesini temin eyleyen Kanun-i Esasi’dir. Ey Vatandaşlar! Ya Kânûn-i Esâsî, Ya Ölüm ... Ey Ohri Kahramanları! Ey Resne Aslanları! Ey Manastır yiğitleri! Dünyada misline tesâdüf edilemiyen bir asâlet ve necâbetle vazîfe-i milliyenizi îfa ettiniz. Sizi bağrımıza basar, zeval-na-pezîr teşekkürlerimizin kabulünü rica eyleriz. Cenâb-ı Hakk sizi dârında mesûd buyursun. Siz bütün Millet-i Osmâniyye ve ümmet-i merhumeyi sevindirdiniz...” 75 KENDI EFSANESINI YARATAN SEYYAH EVLIYA ÇELEBI 76 EVLIYA ÇELEBI 17. YÜZYILDA GERÇEKLEŞTIRDIĞI SEYAHATLERI VE MEŞHUR ESERIYLE BIZE BÜYÜK BIR MIRAS BIRAKMIŞTIR. ŞIIRDEN MÜZIĞE, HATTATLIKTAN NAKKAŞLIĞA BIRÇOK ALANA HÂKIM OLAN SEYYAH, BU MEZIYETLERI ILE GÖRDÜKLERINI DEĞERLENDIRMESINI BILMIŞ VE ONLARI KENDI SÜZGECINDEN GEÇIREREK SEYAHATNAME ILE BUGÜNE AKTARMIŞTIR. FAZIL BAŞ 77 O smanlı’nın meşhur seyyahı Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde dediğine göre 10 Muharrem 1020 yani miladi takvimle 25 Mart 1611 günü İstanbul Unkapanı’nda dünyaya gelmiştir. Evliya Çelebi’nin dediğine göre diyoruz zira doğumuna ya da hayatının geri kalanına dair Osmanlı resmî kayıtlarında herhangi bir belge bulunmamaktadır. Yalnız kendi yazdıklarından hareketle elde edilen sınırlı sayıda yabancı belge ve bazı şehirlerde bizzat Evliya Çelebi’nin duvara kazıdığı birkaç yazı bize onun varlığını duyurmaktadır. Bunun haricinde bu büyük seyyahın hayatına dair bildiğimiz her şey onun devasa eseri Seyahatname’de yazılanlardan oluşmaktadır. Evliya Çelebi’nin ayrıntılı ama kısmen abartılı üslubu ise kendi hayatının da yer yer efsanevi bir karaktere bürünmesine yol açmıştır. Asıl adını bilmediğimiz Evliya Çelebi’nin babası Derviş Mehmed Zilli Efendi Osmanlı sarayında kuyumcubaşı olarak görev yapmaktadır. Evliya Çelebi’nin yazdıklarına göre babası birçok önemli ve muteber işte bizzat yer almış ve Sultan I. Ahmed’in takdirlerini kazanmıştır. Soylarının Hoca Ahmet Yesevi’ye dayandığını söylemekte, Fatih Sultan Mehmet’in bayraktarlarından Yavuz Er’in ise büyük dedelerinden biri olduğunu kaydetmektedir. Annesi muhtemelen köle olarak saraya getirilip sonradan babası ile evlendirilen Abaza kökenli bir kadındır. Evliya Çelebi annesi üzerinden de sarayda görevli birçok paşa ile akraba olduğundan sonraki yıllarda bu bağlar onun hayatında önemli roller oynamıştır. Abartılı bir şekilde doğumu sırasında yaklaşık yetmiş alim ve şeyhin evlerinde bulunduğunu belirtmesinden de az çok anlaşılacağı üzere, Evliya Çelebi aslında Osmanlı yüksek sınıfının içine doğmuştur. Buna paralel olarak da iyi bir eğitim aldığını görüyoruz. Önce yedi yıl boyunca medresede okumuş ve burada hafızlık ve hattatlık üzerine çalışmıştır. Genç Evliya Çelebi daha sonra ise Enderun’a kabul edilir ve burada musiki, nahiv, tecvid ve hat üzerine dersler görmeye devam eder. Sonradan Sultan IV. Murad’a takdim edilir ve Sultan’ın takdiri ile “kilâr-ı hâs”a yani saray mutfağında sultan için ayrılan malzemelerin konulduğu kilere görevli olarak alınır. Evliya Çelebi’nin eğitim hayatı içinde önemli bir figür, Ayasofya müderrislerinden İmam Evliya Mehmed Efendi’dir. Muhtemelen ismini de hocasına atıfla almıştır. Sonraki yıllarda da hocasının Evliya Çelebi’nin rüyasına girerek ona tavsiyelerde bulunduğu görülecektir. Bunun haricinde Güğümcübaşı Muhammed Efendi’den hat dersleri, Gülşeni tarikatı şeyhi Tokatlı Derviş Ömer ve Dersiam Keçi Mehmed Efendi’den musiki dersleri aldığı bildirilmektedir. Bütün bunların yanı sıra sarayda da iyi bir eğitim gören ve zaman zaman nüktelerle padişahı eğlendiren, hatta musahip olarak IV. Murad’a sırdaşlık eden Evliya Çelebi, dört yıllık Enderun hayatının 78 ardından sipahi sınıfına dahil edilmek üzere saraydan çıkar. Böylece hayatında da yeni bir dönemin perdelerini aralamış olur. “Seyahat ya Resulallah” Evliya Çelebi’nin seyahat ilgisi küçük yaşlarından itibaren yavaş yavaş oluşmuş olsa gerektir. Babasının arkadaşlarıyla yaptığı sohbetlerden dinledikleri ve İstanbul’un farklı bölgelerine ve etrafındaki kasabalara yönelik küçük gezileri ondaki iştihayı kabartmıştır. Seyahatname’nin girişinde belirtildiği üzere bu geziler Evliya Çelebi yirmili yaşlarının başındayken gerçekleşmiştir. Yine aynı yerde seyahate çıkma arzusunu “peder ü mader ve üstâd ü birader kahırlarından nice halâs” olma, yani aile ve çevre baskısından kurtulma niyetiyle gerçekleştirmek istediğini de belirtmektedir. İşte bu hisler altında Hicri 1040 yılının Muharrem ayının onuncu gününün gecesi gördüğü meşhur rüyası ona yol gösterir. Bu gün EVLIYA ÇELEBI İSTANBUL DIŞINA ILK SEYAHATINI 1640 YILINDA BABASINDAN IZINSIZ OLARAK GITTIĞI BURSA’YA YAPAR. DAHA ÖNCEDEN SEYAHAT YAPMASINA SICAK BAKMADIĞI ANLAŞILAN BABASI BU GEZIDEN SONRA OĞLUNA NASIHATTE BULUNMUŞ VE SEYAHATE ÇIKMASINA IZIN VERMIŞTIR. aynı zamanda onun Hicri takvime göre yirminci doğum gününe denk gelmektedir. Rüyasında Hz. Muhammed (s.a.v) sahabeleriyle birlikte Yemiş İskelesi’ndeki Ahi Çelebi Camii’ne gelmiştir. Burada sahabeden Sa’d bin Ebi Vakkas’ın yönlendirmesi ile Peygamberimize “şefaat ya Resulallah” diyecek yerde “seyahat ya Resulallah” der. Peygamberimiz de bunun üzerine gülümseyerek şefaati, seyahati ve ziyareti ona verdiğini söyler. Rüyasını Kasımpaşa Mevlevihanesi Şeyhi Abdullah Efendi’ye yorumlatan Evliya Çelebi, Abdullah Efendi’nin de rüyayı hayra yorması üzerine yeni bir dünyaya adım atmıştır. Evliya Çelebi’nin bundan sonraki kırk küsur yıllık hayatı yollarda geçecek ve seyahat iştihası hiçbir dönem sönmeyecektir. Yukarıda belirtildiği üzere ilk gezilerini İstanbul içindeki farklı semtlere ve çevre kasabalara yapan Evliya Çelebi buraları tarihî ve sosyal hayatı ile bütün olarak anlamaya çalışır. Kahvehane ve meyhanelere de uğrar, türbeleri de muhakkak ziyaret eder. Nüktedan, girişken kişiliğiyle insanlarla hemen muhabbete girebilmekte, onlardan biri gibi hareket edebilmektedir. Seyahatname’yi yazarken nelere dikkat ettiğine bakıldığında, gittiği yerleri oradaki insanların yaşayış tarzından diline kadar derinlemesine gözlemlemek istediği görülmektedir. Evliya Çelebi İstanbul dışına ilk seyahatini ise 1640 yılında babasından izinsiz olarak gittiği Bursa’ya yapar. Daha önceden seyahat yapmasına sıcak bakmadığı anlaşılan babası bu geziden sonra oğluna nasihatte bulunmuş ve seyahate çıkmasına izin vermiştir. Seyahatname’den okuyabileceğimiz nasihatlerde babası Evliya Çelebi’ye hak yol üzere olmasını, dostuna düşmanına dikkat etmesini söyler, en sonunda da “Seyahatname nâmıyla bir tomar telif eyle” diyerek gördüklerini yazmasını salık verir. Evliya Çelebi bu andan itibaren önüne çıkan her fırsatı seyahate çevirmeyi bilmiştir. Unutulmamalıdır ki Evliya Çelebi seyahat söz konusu olduğunda “artık nere çıkarsa bahtıma” dememiştir. Gerçi ailesi zengindir, gerektiğinde seyahatleri karşılayabilecek varlığı mevcuttur. Fakat Evliya Çelebi aynı zamanda devlet katında görevi olan bir kimsedir. Bu sebeple ne zaman seyahat gerektiren bir iş olsa, hemen bu göreve dahil olmuştur. Seyahatlerinin bir kısmı katıldığı seferler sonucunda gerçekleşmiştir. Yine farklı bölgelere gidecek paşaların maiyetlerinde yer alması da onun birçok bölgeyi görmesini sağlamıştır. Eğitimi ve özel merakları sayesinde edindiği meziyetler de onun bu görevlere kolayca dahil olmasının önünü açmıştır. Sipahi olarak seferlere katılmıştır. Kimi seferde 79 SEYAHATNAME AYNI ZAMANDA EVLIYA ÇELEBI’NIN HATIRALARININ BIR TOPLAMI OLARAK GÖRÜLMELI, HATTA ŞAHIT OLDUĞU ÖNEMLI OLAYLARI DA KAYIT ALTINA ALDIĞI DÜŞÜNÜLDÜĞÜNDE BIR VAKAYINAME OLARAK DA DEĞERLENDIRILMELIDIR. gitmesini tavsiye ederler. Evliya Çelebi bunun üzerine dört arkadaşı ve sekiz kölesinden oluşan kafilesiyle 1671 yılında yola çıkar. Yalnız bu seyahatte direkt İstanbul’dan Mekke’ye bir güzergah izlemez. Önce Batı Anadolu ve sonrasında Güney Anadolu’yu gezdikten sonra hac farizasını yerine getirir. Daha sonra ise Sudan, Habeşistan ve Mısır’a gider. Hayatının son on yılını Mısır’da geçirecek ve burada vefat edecektir. Evliya Çelebi haliyle kendi ölümünü yazı ile kaydedemediğinden, tam olarak ne zaman öldüğü ve nereye gömüldüğü bilinmemektedir. Yalnızca 1684 yılı civarında öldüğü tahmin edilmekte, bazı araştırmacılar ise onun İstanbul’da hayata gözlerini yumduğunu belirtmektedirler. müezzin olur, bir başkasında bir belge götürür. Vergi tahsildarlığında bulunur. Yine anne tarafından akraba olduğu Melek Ahmet Paşa sayesinde aldığı görevlerle birçok bölgeyi dolaşmış, Paşa’ya çeşitli olaylar, devletin ve ahalinin bulunduğu durum hakkında etraflı raporlar vermiştir. Çekincesiz üslubu ile olayları tafsilatlı olarak Paşa’ya aktarır. Evliya Çelebi’nin bu görevler haricinde tek başına, daha doğrusu kendi cemaatini oluşturarak yaptığı ilk seyahat ise hac vesilesi iledir. Burada yine Evliya Çelebi’ye bir rüya yol göstermiştir. Ramazan ayında Kadir Gecesi Eyüp Sultan Türbesi’ni ziyaret ettikten sonra rüyasında babası ve hocasını görür. Onlar da Evliya Çelebi’ye hacca 80 Bir ömrün birikimi: Seyahatname Evliya Çelebi hiç evlenmemiş, zengin bir aileden gelmesine ve devlet katında aldığı görevlere rağmen yerleşik bir hayat kurmamıştır. Kendisini tamamen seyahatlere adamıştır. Evliya Çelebi’nin elimizde bulunan on ciltlik eseri Seyahatname ya da Târih-i Seyyâh Evliya Efendi onun hayatının en büyük semeresidir. Bu eserin yalnız klasik anlamda bir seyahatname olarak değerlendirilemeyeceği ise açıktır. Seyahatname aynı zamanda Evliya Çelebi’nin hatıralarının da bir toplamı olarak görülmeli, hatta şahit olduğu seferleri, isyanları ya da daha başka önemli olayları da kayıt altına aldığı düşünüldüğünde bir vakayiname olarak da değerlendirilmelidir. EVLIYA ÇELEBI’DEN BIZE KALAN TEK IZ SEYAHATNAME DEĞILDIR. ZAMAN ZAMAN GITTIĞI YERLERDE TAŞ DUVARLARA “EVLIYA’NIN RUHU IÇIN EL FATIHA” YAZMIŞ, BIZI VARLIĞINDAN BU DUVARLAR ARACILIĞIYLA DA HABERDAR ETMIŞTIR. Kitabın “Seyyah Evliya Efendi Tarihi” olarak adlandırılması da zaten bize bunun ipucunu vermektedir. Yalnız ilk akla geleceğin aksine Seyahatname Evliya Çelebi’nin yaklaşık 40 yıllık seyyahlık hayatı boyunca peyderpey yazdığı metinlerden oluşmamaktadır. Şüphesiz eserin meydana getirilmesinde hazırlanan raporlar, daha önceden yazılan küçük metinler, belki de notlar rol oynar. Fakat eser asıl olarak Evliya Çelebi’nin Mısır’da geçirdiği son on yıl içinde bir bütün olarak yazılır. Eseri inceleyen birçok uzman bu açıdan Seyahatname’nin bütünlük içerdiği üzerinde özellikle durur. Eser aslında kronolojik bir anlatım izler. Birinci cildi İstanbul’u ele almakta, onu hemen Bursa’nın merkezinde olduğu diğer iller takip etmektedir. Sondan bir önceki ciltte Mekke ve çevresi konu edilirken, son cilt Evliya Çelebi’nin son durağı olan Kahire’ye ayrılmıştır. Bu ciltlerin arasında ise Anadolu’nun bütününü, Balkanları, Kafkasları, Kırım’ı, İran’ı kapsayan bütün bir Osmanlı coğrafyası ve çevresi yer almaktadır. Eserde aslında Kuzey-Batı Avrupa ülkelerine yönelik bir seyahatten de söz edilmekle beraber, burada verilen bilgilerin sathiliğinden bunun yapılması planlanan, ama gerçekleştirilmemiş bir seyahat olduğu kanaatine varılmıştır. Seyahatname’deki anlatımın yapısına bakıldığında ise yine burada da Evliya Çelebi’nin bir plan çerçevesinde hareket ettiği görülür. Buna göre önce ele alınan bölgenin tarihçesi verilmekte, sonra konumuna, genel görünümüne ve çeşitli yönleri ile sosyal hayata değinilmektedir. Evliya Çelebi bütün bunları anlatırken halkla yakın ilişki içinde olmuştur. Metnin içinde bölgedeki halkın ağzından ya da farklı dillerden konuşmalar bulunur. Evliya Çelebi aynı zamanda gezdiği bölgedeki olağanüstü olayları muhakkak dile getirmekte ve bilindiği üzere sıkça abartılı üsluba başvurmaktadır. Bunların ardında Evliya Çelebi’nin eserine popüler bir nitelik kazandırma isteğinin yattığı düşünülmektedir. Bütün bunlar göz önünde tutulduğunda, eserin hem tarihî hem de edebi bir karakter taşıdığı aşikârdır. Evliya Çelebi seyahatleri ve eseriyle bize büyük bir miras bırakmıştır. Şüphesiz bu miras Evliya Çelebi’nin hem karakterinden hem de meziyetlerinden ileri gelmektedir. Şiirden müziğe, hattatlıktan nakkaşlığa birçok alana hâkim olan Evliya Çelebi, bu meziyetleri ile gördüklerini değerlendirmesini bilmiş ve onları kendi süzgecinden geçirerek bizlere aktarmıştır. Evliya Çelebi’den bize kalan tek izin Seyahatname olmadığını da bilmek gerekir. Yazımızın başında aktardığımız üzere, zaman zaman gittiği yerlerde taş duvarlara “Evliya’nın ruhu için el Fatiha” yazmış, bizi varlığından bu duvarlar aracılığıyla da haberdar etmiştir. Evliya Çelebi bugün bütün gerçekliği ile beraber aynı zamanda efsanevi bir figür olarak da aramızda dolaşmaktadır. 81 M. KAZIM DINÇ: REÇETESIZ SAĞLIK ÜRÜNLERININ DAHA BILINÇLI BIR ŞEKILDE TÜKETILMESI VE SEKTÖRÜN SORUNLARINA ÇÖZÜMLER ÜRETILMESI IÇIN ÇALIŞMALAR YAPIYORUZ SÖYLEŞI: NEHIR ÖZTÜRK SAĞLIK ESKI BAKANI VE 19. DÖNEM KOCAELI MILLETVEKILI ECZ. M. KAZIM DINÇ’IN YÖNETIM KURULU BAŞKANI OLDUĞU SAĞLIK ÜRÜNLERI DERNEĞI ÖNEMLI FAALIYETLERE IMZA ATIYOR. DINÇ, “HALKIMIZIN SAĞLIĞINI KORUMAK HEM KURUMLARIN HEM DE TÜM BIREYLERIN VE SIVIL TOPLUM ÖRGÜTLERININ EN ÖNDE GELEN GÖREVLERINDEN BIRIDIR” DIYOR. 82 SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA Sağlık Ürünleri Derneği (SURDER) hangi ihtiyaçlar sonucunda ve ne gibi amaçlarla kuruldu? Derneğimiz, Türk ilaç sanayiinde faaliyet gösteren genç bir sivil toplum örgütüdür. SURDER, reçetesiz ilaçlar, takviye edici gıdalar, self-medikasyon grubu tıbbi cihazlar, biyosidal ürünler ve kozmetik ürünleri üreten ve/veya ithal eden, bu ürünlerin ticaretini yapan firmaları bünyesinde bulunduran ve sadece bu ürün grupları için kurulan ülkemizin ilk sektör derneğidir. Misyonumuz, reçetesiz sağlık ürünleri için gereken yasal ve etik düzenlemelerin oluşturulması ve yürütülmesi konusunda topluma, sağlık sektörüne ve devletimize katkı sağlayacak faaliyetlerde bulunmaktır. Vizyonumuz ise reçetesiz sağlık ürünlerinin bireyler tarafından akılcı kullanılmasına imkan veren sürdürülebilir ortamı ülkemizde oluşturmaktır. Bu amaç ve hedefler doğrultusunda ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz? Reçetesiz olarak satılan sağlık ürünlerinin, başta mevzuat olmak üzere tüm konularını sistemli bir biçimde ele almakta, sorunlarına çözümler aramakta ve aynı zamanda bu ürünlerin daha bilinçli bir şekilde tüketilmesi için çalışmalar yürütmekteyiz. Ülkemizde gelişmekte olan sağlık ürünleri sektörüne katkı sağlamak için akademisyenler, diğer ilaç dernekleri veya benzer sivil toplum örgütleri, resmî otorite, ilgili yerli ve yabancı tüm paydaşlarla işbirliği halindeyiz. Bir sivil toplum örgütü olarak mesleki alanlarda güç birliği oluşturmak, üyeler arasında mesleki dayanışmayı ve yardımlaşmayı sağlamak üzere de çalışmalar yapmaktayız. Ülkemizdeki ilaç sanayiinin bir ihtiyacından doğan Sağlık Ürünleri Derneği, üye sayısını hızla artırarak büyümeye ve tüzüğünde yazılı amaç ve ilkeleri doğrultusunda hizmet üretmeye devam etmektedir. Geçtiğimiz dönemlerde sektörün bazı önemli sorunlarını çözmüş olmakla birlikte bizi bekleyen yeni konuların olduğunu biliyoruz. Bunları sistemli biçimde ele almaya devam edeceğiz. SURDER olarak Yönetim Kurulumuzun oluşturduğu programlar ve çalışma gruplarımızın faaliyetleriyle bugün olduğu gibi yarın da sağlık ürünlerinin sağlığı için çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Çalışma gruplarından söz ettiniz. Bu gruplarla ilgili bilgi verebilir misiniz? Sağlık Ürünleri Derneği bünyesinde üyelerimizin katılımlarıyla oluşturulan çalışma gruplarımız aktif olarak görev yapmaktadır. Bugüne kadar oluşturulmuş komisyonlarımız şunlardır: Takviye Edici Gıdalar Çalışma Grubu, Tıbbi Cihaz Çalışma Grubu, Bireysel Sağlık Bakımı Çalışma Grubu, Dermokozmetik Çalışma Grubu, Eğitim Çalışma Grubu, Ticari İlişkiler Çalışma Grubu ve Biyosidal Ürünler Çalışma Grubu. Her komisyonumuz düzenli olarak bir araya gelerek önemli çalışmalar gerçekleştirmektedir. Bir sivil toplum örgütü olarak düzenlediğiniz çeşitli toplantılar var. Bunlara ilişkin bilgi aktarabilir misiniz? Derneğimizin 2015 yılındaki en önemli organizasyonlarından biri Tıbbi Cihazlar ve İnsan Sağlığında Kullanılan Biyosidal Ürünler İle İlgili Mevzuatlar ve Gelişmeler Toplantısı oldu. Geçtiğimiz Mart ayında yapılan toplantı, Sağlık Bakanlığı, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu ve Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nun ortak katılımıyla İstanbul’da gerçekleşti. SURDER bünyesindeki Tıbbi Cihaz Çalışma Grubu ve Biyosidal Ürünler Çalışma Grubu’nun önemli katkıda bulunduğu ve sektörden birçok firmanın takip ettiği toplantıda, dernek olarak her zaman sektörün yanında olduğumuzu vurguladık. Aynı zamanda SURDER’in, ülkemizdeki ilaç ve sağlık ürünleri sanayiinin karşılanmamış önemli bir ihtiyacından doğduğunu belirterek, başta Sağlık Bakanlığı ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı olmak üzere tüm ilgili bakanlıklarla yakın temas ve işbirliği içerisinde olduğumuzu, bu kurumlarla düzenli toplantılar yaparak sektörün sorunlarına çözüm yolları aradığımızı ifade ettik. Halkımızın sağlığını korumak hem kurumların hem de tüm bireylerin ve sivil toplum örgütlerinin en önde gelen görevlerinden biridir. Ancak son zamanlarda iyi üretim esaslarına uygun üretim yapmayan firmaların kurumlarımızdaki mevzuat boşluklarından yararlanarak halkın sağlığını tehdit edecek boyutlara ulaştığına şahit oluyoruz. Yapılacak mevzuat değişikliklerinin bu tür kötü niyetli firmalarla mücadele etmede faydalı olacağı kanaatindeyiz. Ancak bu tür firmalarla mücadele ederken iyi niyetle çalışan ve iyi üretim şartlarına uygun üretim yapan firmaları da mağdur etmemek gerekiyor. Bir başka ifadeyle kurunun yanında yaşın da yanmaması lazım. 83 “SURDER OLARAK YÖNETIM KURULUMUZUN OLUŞTURDUĞU PROGRAMLAR VE ÇALIŞMA GRUPLARIMIZIN FAALIYETLERIYLE BUGÜN OLDUĞU GIBI YARIN DA SAĞLIK ÜRÜNLERININ SAĞLIĞI IÇIN ÇALIŞMALARIMIZI SÜRDÜRECEĞIZ.” Derneğimizin bir diğer önemli organizasyonu ise 2014 yılının Aralık ayında İstanbul’da düzenlendi. Takviye Edici Gıdalar Bakanlık-Sektör Çalıştayı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı bürokratlarının katılımıyla gerçekleşti. Takviye edici gıdalara yönelik mevzuatla ilgili konuların görüşüldüğü ve Takviye Edici Gıdalar Çalışma Grubumuzun bir sunum yaptığı toplantı, sektörden büyük ilgi gördü. 2014 yılı içerisinde takviye edici gıdalarla ilgili bir toplantı daha düzenledik. Takviye Edici Gıdaların İthalatı, Üretimi, İşlenmesi ve Piyasaya Arzına İlişkin Uygulama Talimatı ve Yönetmeliği İle İlgili Sektörel Değerlendirme Toplantısı, Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü’nden bürokratların katılımıyla gerçekleştirildi. Geçtiğimiz Haziran ayı içinde ise Tebliğ, Yönetmelik, Talimat İle İlgili Takviye Edici Gıdalar Sektör Toplantısı’na katılarak derneğimizin görüşlerini ifade ettik. Toplantıda da belirttiğimiz gibi, mevzuatta gerek uygulama ile örtüşmeyen gerek normlar hiyerarşisi açısından çelişkili hükümler yer almaktadır. Bu çelişkili noktaların sırasıyla Yönetmelik, Tebliğ ve Talimat üzerinde giderilmesi, mevzuatın birbirine tutarlı hale getirilmesi, uygulamanın da mevzuata uygun şekilde yürütülmesi gerekmektedir. Takviye Edici Gıda Yönetmeliği’nin ve buna bağlı olarak çıkarılan tebliğin temel amacı, sistem regülasyonu sağlamak, halk sağlığını tehdit eden ürünlerin piyasaya girişini engellemektir. Buna rağmen ülkemizde regüle olmuş firmalar, zorlaşan izin alma prosedürü ve limitlere getirilen kısıtlamalar sebebiyle güç kaybı yaşamaktayken, regüle olmayan ve halk sağlığını tehdit eden ürünleri satmakta bir beis görmeyen firmalar yapılan değişikliklerden hiçbir şekilde etkilenmedikleri için hem sayıca artmış hem de güçlenerek piyasaya hâkim olmaya başlamışlardır. Gelinen noktada, getirilen düzenlemeler ve değişikliklerle bu firmalar ve bitkileri karıştırarak yetkileri olmadığı halde ilaçmış gibi satanlar ile de mücadelemiz devam edecektir. Derneğimiz bu konudaki sorunların çözülmesine yönelik çalış- malarını sürdürmektedir. Bir başka önemli husus ise Avrupa Birliği (AB) mevzuatı uygulandığı halde AB’de kullanımı serbest olan ürünlere izin alınamamasıdır. AB’de serbestçe satılabilen 0-4 yaş arası takviye edici gıdalarla ilgili mevzuatta yer alan kısıtlamanın kaldırılmasını talep ediyoruz. Geçmiş dönemlerde Meclis’te görev yapmış milletvekillerinin bilgi ve tecrübelerini sivil toplum alanında değerlendirmeleri konusundaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz? Yıllarca siyasetin içinde yer almış milletvekilleri sahip oldukları birikim ve tecrübeyle sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerine çok önemli katkılarda bulunabilirler. Siyasetçiler, dernek veya vakıf çalışmalarıyla parlamento dışında da ülkemize ve topluma hizmet etmeyi sürdürebilirler. Ayrıca, sivil toplum kuruluşlarındaki faaliyetlerin özellikle eski milletvekillerinin zamanlarını en iyi şekilde değerlendirmelerine ve toplumla ilişkilerini devam ettirmelerine de imkan sağlayacağını düşünüyorum. 84 SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA 85 MEMLEKET IÇIN ILMIN IŞIĞINDA ABDÜLHAK ADNAN ADIVAR 86 SIYASETÇI, YAZAR, AKADEMISYEN, HEKIM VE BILIM TARIHÇISI GIBI BIRÇOK KIMLIĞE SAHIP ABDÜLHAK ADNAN ADIVAR, ÖMRÜ BOYUNCA ÖĞRENMEKTEN ASLA VAZGEÇMEMIŞ, MEMLEKETE MÜSTAKIL VE HÜR BIR VEÇHE VERMEK IÇIN ÇABALAMIŞTIR. TÜRKIYE’NIN ILK MUHALEFET PARTISININ KURULMASI DAHIL OLMAK ÜZERE BIRÇOK ILKE IMZA ATAN ADIVAR, DIN-BILIM ILIŞKISINI MASAYA YATIRDIĞI ESERLERIYLE CUMHURIYET DÖNEMININ ILK BILIM TARIHÇISI OLARAK LITERATÜRE GIRMEYI BAŞARMIŞTIR. İREM COŞKUNSEVEN S oyu 16. yüzyılda Anadolu’da yetişen büyük velilerden Aziz Mahmud Hüdayi’ye kadar uzanan Abdülhak Adnan Adıvar, kendini ilme adayan bir ailede dünyaya gelir. Babası Ahmet Bahai Efendi’nin görevi nedeniyle gözlerini 1881 yılında Gelibolu’da açan Adıvar, Numune-i Terakki Mektebi’nde başladığı öğrenim hayatını dünyanın birçok yerinde sürdürecek, son nefesine kadar öğrenmeye ve kendini geliştirmeye devam edecektir. Tıp öğrenimine 1899 yılında İstanbul’da başlayan Abdülhak Adnan Adıvar, 1905 yılında Tıbbiye Mektebi’ni tamamlamasının ardından Berlin Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne gider. Burada elektrokardiyografi alanındaki çalışmalarıyla ön plana çıkan Avusturyalı doktor Friedrich Kraus ile tanışır. Kraus’un önce öğrencisi sonra asistanı olan Adıvar, uzmanlığını iç hastalıkları kürsüsünde yapar. 1908 yılında İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesinin ardından yurda dönen Adıvar, tıp alanındaki çalışmalarını burada sürdürür. Tıbbiye Fakültesi’nde önce seririyat (poliklinik) şefi daha sonra da müdür olarak görev yapar. 1911 yılında patlak veren Trablusgarp Savaşı’na Hilal-ı Ahmer Cemiyeti (Türk Kızılayı’nın o dönemdeki adı) müfettişi olarak katılır. Savaştan dönmesinin ardından cemiyetin genel sekreterliğine terfi ettirilen Adıvar, Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Sıhhiye Umum Müdürü olur. Dr. Adıvar, cepheye tabip binbaşı rütbesiyle gider. Savaşın bitmesinin ardından da Tıp Fakültesi’ndeki görevine döner. 1917 yılında kendisi gibi yazar, siyasetçi ve akademisyen olan Halide Edip ile yollarını birleştirir. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından Osmanlı Mebusan Meclisi’nde İstanbul mebusu olur, fakat başkentin işgali üzerine eşiyle birlikte Millî Mücadele’ye fiilen destek vermek amacıyla Anadolu’ya geçer. TBMM’nin açılışına bizzat tanıklık eden Adıvar, I. Büyük Millet Meclisi hükümetinde Sıhhiye ve İçtimai Muavenet Vekili olur. Meclis’in ikinci reisi seçilmesinin ardından bakanlıktan ayrılır. Türk milletinin zaferiyle sonuçlanan Kurtuluş Savaşı’nın ardından Hariciye Vekaleti Murahhası olur. Hayatı boyunca birçok ilke imza atan Adıvar, savaş yıllarında Çocuk Esirgeme Kurumu’nun kurulmasına önayak olur. Türkiye’nin ilk muhalefet partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucuları arasında yer alır. Partinin kapatılmasının ardından bir dönem bağımsız milletvekili olarak siyaset hayatına devam eder. 1926 yılında mebusluktan ayrılır ve hem hastalanan eşi Halide Edip’in tedavisi hem de Tür- 87 ADIVAR’IN 14 ILA 18. YÜZYILLAR ARASINDAKI DÖNEMI KAPSAYAN ILK ESERI, TÜRK ALIMLERIN MATEMATIK, ASTRONOMI, KIMYA, TIP GIBI FARKLI DISIPLINLERDE YAPTIĞI ÇALIŞMALARI KRONOLOJIK BIR SIRAYLA, DIN-ILIM ILIŞKISI ÇERÇEVESINDE ELE ALIR. kiye’deki siyaset ortamının onu zorlamasıyla Viyana’ya gider. Viyana’dan Karlsbad’a geçen ve bu sırada Türkiye’de on yıl kürek cezasına çarptırılan Adıvar, 1939 yılına kadar ülkeye dönmeyecek, kendi deyişiyle bu yılları Avrupa’da sürgünde geçirecektir. Avrupa’da ilim ve dinin peşinde Abdülhak Adnan Adıvar, Avrupa’ya gittiği ilk dönemlerde içine kapanır. Aktif olarak siyasetin içinde yer almasının ve memleketin kurtulması için çalışmasının ardından Avrupa’da adeta bir sürgün hayatı yaşaması, Adıvar’ın ağrına gider. Halide Edip Adıvar, eşinin Karlsbad’daki günlerini şöyle anlatır: “Gözleri bazen Karlsbad’ın renkli ve parlak göklerine dalmış görünür, fakat bu mağmum gözler ne gökleri, ne vadiyi, ne de etrafındakileri görür. İçleri donuk, karanlık, arkalarındaki memleketi sadece kurtarmak değil, ona yeni ve garba bakan, müstakil ve hür bir veçhe vermek için sarf edilen hizmet senelerinin hayallerine dalmıştır. Bu hayallerin acı anıları, zaman zaman bu muzlim gözlerde birer şimşek gibi çakar, söner...” Karlsbad’ın ardından İngiltere’ye geçen Adıvar, 1926-1928 yılları arasında Londra’da ikamet eder. Buradaki iki yıllık zamanını dolu dolu değerlendirir, bazı yabancı öğrencilere Türkçe dil ve edebiyat dersleri verir. British Museum kütüphanesinde ileride yayımlayacağı eserlerine temel teşkil edecek din-bilim ilişkisi konusunda araştırmalar yapar. Dünyanın en gelişmiş ansiklopedilerinden biri kabul edilen Encyclopedia Britannica’nın “Türkiye” başlığında yer alan “Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Türk Tarihi” bölümüne katkıda bulunur. Amerikalı fizik profesörü Robert A. Millikan’ın konferanslarından derlenen Evolution in Science 88 and Religion başlıklı eserini İlim ve Dinde Tekâmül olarak dilimize kazandırır. Londra’daki etkinlikleri akademik düzeyle sınırlı kalmayan Adıvar, İngiliz sağlık sistemini yakından tanımak üzere başta St Thomas olmak üzere birçok hastaneyi düzenli olarak ziyaret eder. İstanbul ve Berlin’de edindiği tıbbi bilgilerini Londra’daki gözlemleriyle harmanlar. Londra’dan sonra 1929 yılında Paris’e yerleşen Adnan Adıvar, burada Ecole des Langues Orientales Vivantes’ta (Yaşayan Doğu Dilleri Okulu) Türk Edebiyatı dersleri vermeye başlar. Yaşamı boyunca kendisini güdüleyen araştırma merakı, Paris’te daha da kamçılanır ve kendini bilim tarihi araştırmalarına verir. Paris’in önde gelen bilim insanlarıyla iletişim kurar, konferans ve seminerlere katılır, kütüphanelerde bireysel araştırmalarını sürdürür. Felsefeye de ilgi duyan Adıvar, 1935 yılında Bertrand Russell’ın The Problems of Philosophy eserini Felsefe Meseleleri başlığıyla Türkçeye çevirir. Yaptığı araştırmalar 1939 yılında yayımladığı ilk eseri La Science Chez Les Turcs Ottomans (Osmanlı Türklerinde İlim) ile taçlanır. Adnan Adıvar’ın ilk eseri, Türk bilim tarihinin ilk örneklerinden olma özelliği taşır. 14 ila 18. yüzyıllar arasındaki dönemi kapsayan bu eser, Türk alimlerin matematik, astronomi, kimya, tıp gibi farklı disiplinlerde yaptığı çalışmaları kronolojik bir sırayla, din-ilim ilişkisi çerçevesinde ele alır. Adnan Adıvar, dört bölümden meydana gelen eserini Avrupa’dan örnekler, karşılaştırmalar ve önemli bilim insanlarından yaptığı alıntılarla destekler. 1939 yılında Türkiye’ye dönen Abdülhak Adnan Adıvar, İslam Ansiklopedisi adlı eserin Türkçeye çevrilmesi için oluşturulan yazı heyetinin başına geçer. 1943 yılında ise Paris’te Fransızca yayımladığı ilk eserinin gözden geçirilmiş ve düzenlenmiş baskısını Türkçe olarak Osmanlı Türklerinde İlim DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ BIREYLER VE SANATIN GELIŞMESI IÇIN BIR ZORUNLULUK OLARAK DEĞERLENDIREN ABDÜLHAK ADNAN ADIVAR, MECLIS’TE KIMSESIZ ÇOCUKLARIN DEVLETIN KORUMASI ALTINA ALINMASI, VEREMLE SAVAŞ GIBI KONULARA DA EĞILIR. başlığıyla yayımlar. Kitabın ilk tanıtım yazısının altında Fuat Köprülü’nün imzası vardır ve Adıvar’ın çalışması övgüyle karşılanır. Bilgi Cumhuriyeti Haberleri, Dur Düşün, Hakikat Peşinde Emeklemeler gibi eleştiri-makale türünde de eserler veren Adıvar, 1944 yılında yayımladığı ve en önemli eserlerinden biri kabul edilen Tarih Boyunca İlim ve Din isimli kitabında şöyle der: “Düşünen beşeriyeti çok eski zamanlardan beri meşgul eden ilim ve din arasındaki münasebetler meselesi, hiçbir vakit ne tamamen hallolunmuş, ne de tamamen unutulmuştur. Meşhur filozof A. N. Whitehead’e göre, ‘Tarihin gelecekteki seyrinin, bugünkü neslin ilim ve din arasındaki münasebetler hakkında vereceği karara bağlı olduğunu iddia etmek bir mübalağa sayılmaz’.” Memlekete dönüşle birlikte yeniden siyaset Adıvar, 1946 yılındaki 8. Dönem seçimlerine İstanbul’dan bağımsız aday olmasıyla birlikte kendini yine siyasetin içinde bulur. Meclis’te kimsesiz çocukların devletin koruması altına alınması, veremle savaş ve sağlık meseleleri gibi konulara eğilen Adıvar, düşünce özgürlüğünü bireyler ve sanatın gelişmesi için bir zorunluluk olarak değerlendirir. Konuya ilişkin Meclis’te yaptığı bir konuşma, tutanaklara şöyle geçmiştir: “22 sene içinde memlekette maddi, manevi, fikrî, iktisadî birçok değişmeler ve değiştirmeler olmuştur. Bunda hiç kimsenin şüphesi yoktur. Ancak yerinde bulduğumuz bir nokta, bir tek nokta vardır ki, orada nasılsa bir duraklama ile dikildik kaldık. Bu noktanın işaret tahtası üzerinde eminim ki, hepimiz birden bugün ‘demokrasi’ kelimesini okuyoruz. Geri gittik demeyeceğim. Fakat bu noktadan, bir adım bile senelerce ilerleyemedik. (...) Bundan dolayıdır ki, işte bu prensibin en büyük unsurlarından biri, belki birincisi olan söz ve yazı hürriyetlerine temas eden bu matbuat kanunu hakkında ben de kaldığımız yerden söze başlıyorum demek salâhiyetini kendimde görüyorum. (...) Bir demokraside hür ve müstakil gazetelerin istedikleri noktainazarları açıkça ifade etmekte serbest olmaları en hayati bir prensiptir. Fikirlerin serbest ifadesine mâni olmak isteyenler varsa, ben onlardan asla değilim. Demokratik bir memleket için matbuatı susturmaktan daha tehlikeli, seçme hakkını haiz her vatandaşı gazetesini açıp objektif bir fikir edinmekten men etmek velhasıl matbuat hürriyetini tahdit etmekten daha zararlı bir hareket tasavvur edemiyorum.” 1 Temmuz 1955 tarihinde vefat eden Abdülhak Adnan Adıvar, hayatı boyunca bilginin peşine düşmüş, memleket meseleleri için kafa yormuş, üretmekten vazgeçmemiş ve bilim tarihi alanında kendisinden sonra gelenlere örnek oluşturmuştur. Okumak ve okuduğunu düşünmenin nice acı günü kendisine tatlı kıldığını ifade eden Adıvar, siyasi yaşamında olduğu kadar bilim tarihi alanında yaptığı öncü çalışmalar sayesinde adını tarihe yazdırmayı başarmıştır. 89 9 Temmuz 1961 1960 askerî darbesinin ardından hazırlanan ve kendisinden önceki 1924 Anayasası’nı yürürlükten kaldıran 1961 Anayasası halk oylamasıyla kabul edildi. 20 Temmuz 1974 - 1 Temmuz 1926 - Türkiye, Kıbrıslı Türklerin can güvenliğini sağlamak amacıyla 20 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs Barış Harekatı’nı başlattı. 20 Temmuz günü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Barış ve Özgürlük Bayramı olarak kutlanıyor. Kabotaj Kanunu kabul edildi. Türk deniz ve kıyılarındaki yolcu ve yük taşıma esaslarını belirleyen kanunla yabancılara tanınan imtiyazlar kaldırıldı. TEMMUZ AĞUSTOS 1 3 7 9 20 Temmuz 1969 - 3 Temmuz 1971 - Neil Armstrong ve Buzz Aldrin, Apollo 11 ile yapılan insanlı ilk uzay uçuşuyla Ay’a ayak bastı. Armstrong’un Ay’ın yüzeyini adımladığı ilk anlarda söylediği “Benim için küçük, insanlık için büyük bir adım” sözleri hafızalara kazındı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa Kültür Bakanlığı kuruldu. İlk Kültür Bakanlığı görevini Talât Sait Halman üstlendi. 7 Temmuz 1964 Metin Erksan tarafından Necati Cumalı’nın aynı adlı hikayesinden sinemaya uyarlanan “Susuz Yaz”, 14. Berlin Uluslararası Film Festivali’nin büyük ödülü Altın Ayı’yı alarak Türk Sineması’na ilk uluslararası ödülünü kazandırdı. 90 20 30 Ağustos 1922 26 Ağustos günü başlayan Büyük Taarruz’dan başarıyla çıkılmasıyla Kurtuluş Savaşı’nın en önemli zaferlerinden biri kazanıldı. 24 Temmuz 1923 Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı sonrası başarısını ve bağımsızlığını tescilleyen; sınırlar, azınlıklar ve kapitülasyonlar gibi birçok önemli konu hakkında Türkiye lehine maddeler içeren Lozan Barış Antlaşması, İsviçre’nin Lozan kentinde imzalandı. 24 2 6 Ağustos 1945 Amerika, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna yaklaşılırken Japonya’nın Hiroşima kentine atom bombası attı. Dünyanın ilk nükleer saldırısını, Nagazaki’ye üç gün sonra yapılan ikinci bir nükleer saldırı izledi. 6 17 26 30 26 Ağustos 1071 Selçuklu Devleti’nin Bizans İmparatorluğu’nu yenilgiye uğrattığı ve tarihe “Türkler’e Anadolu’nun kapılarını açan savaş” olarak geçen Malazgirt Meydan Savaşı yapıldı. 2 Ağustos 1990 Irak’ın yedi ay sürecek Kuveyt işgali başladı. İşgal, Körfez Savaşı’nı tetikleyen en önemli sebepler arasında kabul ediliyor. 17 Ağustos 1999 Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en büyük doğal afetlerinden birini yaşadı. Merkez üssü Gölcük olan ve geniş bir alanda hissedilen 7,4 büyüklüğündeki deprem sonucunda hayatını kaybedenlerin sayısının 18 binin üzerinde olduğu düşünülüyor. 91 7 TEMMUZ 1964 SINEMAMIZIN ILK ULUSLARARASI ÖVÜNCÜ SUSUZ YAZ ÇAĞLA TAŞKIN K onu Türk Sineması olduğunda son yıllarda büyük atak yaptığından, sayısı her geçen gün artan dünya çapında filmlere imza attığından bahsediyoruz sık sık. Sinemamızın bu övünç kaynağı durumunu anlatırken de bazen geçmişini biraz gölgede bırakıyor, belki de üzerinden geçen yıllar yüzünden önemli başarıları unutuyoruz. 2014 yılında 100. yaşını kutlayan Türk Sineması’nın günümüzdeki başarısı ve parlak geleceğinin temellerine baktığımızda karşımıza çıkan önemli eserlerden biri “Susuz Yaz”. Sinemamıza birbirinden kıymetli eserler kazandırmış Metin Erksan’ın usta yazar Necati Cumalı’nın aynı adlı öyküsünden 1963 yılında sinemaya uyarladığı “Susuz Yaz”, izleyiciye çok yönlü bir mülkiyet hikayesi sunar. İnsanoğlunun tartışmaktan belki de hiç bıkmayacağı mülkiyet meselesi hikaye ve filmde iki temel unsur üzerinden ele alınır: Toprak ve kadın. Toprak, meselenin daha ziyade toplumsal taraflarını ortaya koyarken kadın ise konunun kişisel, tamamen bireye özgü kısımlarını gösterir izleyiciye. Metin Erksan’ın, yazarının hakimlik yaptığı yıllarda karşılaştığı bir davadan esinlenerek kaleme aldığı Susuz Yaz’ın işlediği konuyu çarpıcı bir sinematografiyle aktarmadaki başarısı, onu Türk Sineması için apayrı bir yere koyar. Film, 1964 senesinde 14’üncü kez düzenlenen ve -o zaman olduğu gibi bugün de- dünyanın en prestijli sanat etkinlikleri arasında yer alan Berlin Film Festivali’nden Altın Ayı ödülüyle döner. Böylece, Türk Sineması ilk uluslararası ödülüne kavuşur. 92 “Susuz Yaz”da hikaye, hayatını toprağı işleyerek kazanan bir çiftçi olan Osman’ın (Erol Taş) kendi arazisinden çıkan suyu diğerleriyle paylaşmamaya diretmesiyle başlar. Osman’ın hırsı ve açgözlülüğü onu köydekilerle karşı karşıya getirir. Erol Taş’ın kendisiyle özdeşleşen “kötü adam” karakterinin ilk performanslarından birini Osman’la izleriz. Osman’ın fenalıklarını biraz olsun bastırmaya, kontrol altına almaya çalışan Hasan (Ulvi Doğan) ise bu çabalarını uzun süre devam ettiremeyecek, hatta bir noktada ağabeyinin işlediği bir suçu üstlenmek durumunda kalarak hapishaneye girmesiyle hikayeden neredeyse tamamen çıkacaktır. “Susuz Yaz”ın Bahar Gelin’ine ise on beş yaşındaki Hülya Koçyiğit hayat verir. Bahar, Koçyiğit’in ilk oyunculuk deneyimidir. Kendisini herhangi bir ideolojiyle etiketlemekten kaçındığını sık sık dile getiren yönetmen Metin Erksan, bu tavrın muhtemel kaynağı olan çok yönlü arkaplanını “Susuz Yaz”a oldukça başarılı bir şekilde yansıtır. Sosyolojik ve psikolojik meseleleri semboller üzerinden etkili bir şekilde anlatır; birkaç saniyelik sahnelerde Necati Cumalı’nın kaleme aldıklarını başarıyla aktarır. Mutlu sonla biten zorlu festival yolu “Susuz Yaz”ın büyük ödülle döndüğü Berlin Film Festivali’ne gidiş öyküsü oldukça ilginçtir. Festivallerden hoşlanmadığını sık sık dile getiren ve muhtemelen filmin Türkiye’deki sansür serüveninden yılmış olan Metin Erksan, “Susuz Yaz”ı herhangi bir festivale TÜRK SINEMASI’NIN BAŞYAPITLARI ARASINDAKI “SUSUZ YAZ”, BU ÖZELLIĞINI SAĞLAM HIKAYESINDEN, ETKILEYICI SINEMATOGRAFISINDEN VE BAŞARILI OYUNCULUKLARINDAN ALIYOR. 1964 YILINDA 14. BERLIN ULUSLARARASI FILM FESTIVALI’NDEN “ALTIN AYI” ÖDÜLÜYLE DÖNEN “SUSUZ YAZ”, SINEMAMIZA ILK ULUSLARARASI BAŞARIYI KAZANDIRAN FILM OLMA NITELIĞI TAŞIYOR. göndermek için çaba göstermez. Filmi Berlin’e götüren ve burada karşılaşılan çeşitli badirelerin atlatılması için uğraşan Ulvi Doğan olur. Yönetmenin “siyasi duruşu” Almanya’da da Türkiye’de olduğu kadar sorun yaratır; Ulvi Doğan ve festival yetkilileri, çareyi yönetmenin adını “İsmail Metin” olarak değiştirmekte bulur. “Susuz Yaz” çok da kolay olmayan bir yolla dahil olduğu 14. Berlin Film Festivali’nde yirmiden fazla filmi geride bırakarak kültür ve sanat tarihimizin en önemli başarılarından birine imza atar. Türk Sineması’nın adının uluslararası platformda ilk defa bu kadar güçlü şekilde duyulmasını sağlayan “Susuz Yaz”ın yalnızca ülkemiz sineması için değil, dünya sineması için de son derece özel bir yerde durduğunun en önemli göstergelerinden biri, ünlü yönetmen Martin Scorsese’nin, filmi “World Cinema Project” (Dünya Sineması Projesi) isimli çalışmasına dahil etmesidir. Birçok uluslararası ödül kazanmış Amerikalı yönetmenin dünya sinemasının önemli filmlerini yeniden gözden geçirme ve özellikle eski olanları restore edilmiş halleriyle gelecek kuşaklara aktarma amacıyla yürüttüğü proje kapsamındaki filmler arasında “Susuz Yaz” da yer alıyor. Negatiflerinin bir kısmı Ulvi Doğan’ın kişisel arşivinde, bir kısmı da Alman Devlet Arşivi’nde muhafaza edilen “Susuz Yaz”, 2008 yılında 61. Cannes Film Festivali’ne konuk olmuş ve restore edilmiş haliyle festivalin “Klasikler” bölümünde gösterilmişti. Necati Cumalı’nın güçlü anlatımını etkili bir görsellikle birleştiren, Türk Sineması’na Hülya Koçyiğit ve Erol Taş gibi iki önemli isim kazandıran “Susuz Yaz”, bir “kült film” olma niteliğini muhafaza ediyor. 93 “DEVEKUŞU”NUN SIRTINDA BİR YOLCULUK ZEKI ALASYA 94 OYUNCULUK KARIYERINDE DEVEKUŞU KABARE TIYATROSU’NUN AYRI BIR YERI BULUNAN ZEKI ALASYA, HENÜZ 16 YAŞINDAYKEN ADIM ATTIĞI SAHNEDE VE BEYAZPERDEDE BAŞARISINI KANITLAMIŞ, HALKIN GÖNLÜNDE TAHT KURMUŞTUR. ÖZELLIKLE SON YILLARDA TELEVIZYONDA DA BÜYÜK BIR ILGI VE SEVGIYLE TAKIP EDILEN SANATÇI, HER ZAMAN GÜLEN VE GÜLDÜREN YÜZÜYLE HATIRLANACAKTIR. ENVER UYGUN T iyatro, insanın bilinen en eski uğraşlarından biri. Antik Yunancada “seyir yeri” anlamına gelen “theatron” sözcüğü ile ifade edilen etkinlik, bağbozumu törenlerindeki gösterilerle doğmuş. Başlangıçta halkın bütün yıl boyunca binbir emekle yetiştirilen üzümlerin hasat zamanında bir araya gelip ortak bir coşkuyu yaşadığı festivallerde çeşitli dinî ritüellerin tekrarlanması şeklinde ortaya çıkan tiyatronun bugün anladığımız anlamda biçimlenmesinin yine Antik Yunan’da olduğu kabul edilir. Başka coğrafyalarda buna benzer etkinliklerin olduğu, kimi farklılıklarla çeşitli toplumların söze ve harekete dayalı bir gösteri geliştirdikleri de biliniyor. Aradan geçen iki bin beş yüz yıl boyunca tiyatro anlayışlarında çok şey değişti. Dönemlerin getirdikleriyle yeni nitelikler eklendi tiyatroya, kimi ögeler eskidikleri için gözden düştü. Dekor, kostüm, ışık, müzik, dans anlayışları farklılaştı. Özellikle 20. yüzyılda tiyatronun birbirinden çok ayrı tanımları yapıldı. Sahneyi ve metni ortadan kaldıran görüşler bile ortaya koyuldu. Ama iki unsur hiç değişmedi: Oyuncu ve seyirci. Tiyatroyu var eden, onu bugüne taşıyan hep bu ikili oldu. Oyuncu, seyirciye kişinin kendisini gösterdiği için hep bıçak sırtı bir konumda oldu. Seyirci, insanın kıskançlık, yalancılık gibi kötü yanlarını açıkça ortaya koyunca oyuncuya kızdı, dürüstlük, kahramanlık gibi erdemleri gösterince kendini ona yakın hissetti. Ama hem bir ayna işlevi gördüğü hem de üstün bir sanat erbabı olduğu için oyuncuya derin bir saygı duyuldu. Türkiye’de tiyatro veya aktör denince akla gelen ilk isimlerden biri olan Zeki Alasya da yaşamı boyunca seyircide bu saygıyı uyandıran, nesiller boyu ilgiyle takip edilen bir oyuncuydu. Sanatçı 1943 yılında, Kıbrıs kökenli olmaları nedeniyle Soyadı Kanunu çıktığında kendilerine adanın eski adlarından “Alasya”yı seçen bir ailede dünyaya gelir. Robert Kolej’deki eğitimi sırasında tiyatroyla tanışır. O meşhur ifadeyle sahne tozunu yuttuktan sonra artık geri dönüş yoktur. Tiyatro aşkıyla geleceğini bu yönde inşa etmeye daha o yıllarda karar verir. Dönemin önemli sivil toplum kuruluşlarından Millî Türk Talebe Birliği’nde amatör olarak sahneye çıktığında henüz 16 yaşındadır. Zeki Alasya’nın profesyonel kariyeri Anrena Tiyatrosu’nda başlar. Ardından bir süre Genar Tiyatrosu’nda görev alır. Daha sonra birçok oyuncu için bir konservatuvar vazifesi görmüş Ulvi Uraz Tiyatrosu’nun kadro- 95 DEVEKUŞU KABARE, PERDELERINI HALDUN TANER’IN YAZDIĞI “VATAN KURTARAN ŞABAN” OYUNUYLA AÇAR. DAHA ILK GÜNÜNDE TÜRKIYE’NIN YENI TANIŞTIĞI BIR TIYATRO ANLAYIŞININ TEMSILCISI OLACAĞININ SINYALLERINI VERIR. suna katılır. Yenilikçi üslubu, yerli ögeleri batı tiyatrosu biçimleri içinde başarıyla kullanması, bayağılığa düşmeden, zekaya ve eleştiriye dayanan bir komedi anlayışını benimsemesiyle Türk Tiyatrosu’nda önemli yer tutan Ulvi Uraz, Zeki Alasya’nın sanat anlayışının gelişmesinde de büyük etkiye sahiptir. Alasya’nın bir diğer ustası da 1967 yılında Metin Akpınar ve Ahmet Gülhan’la birlikte Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nu kuracakları, edebiyatımızın ve tiyatromuzun büyük ismi Haldun Taner olacaktır. 96 Ayrılmaz ikili: Zeki-Metin Devekuşu Kabare, perdelerini Haldun Taner’in yazdığı “Vatan Kurtaran Şaban” oyunuyla açar. Daha ilk oyunuyla Türkiye’nin yeni tanıştığı bir tiyatro anlayışının temsilcisi olacağının sinyallerini verir. Avrupa’nın kültür hayatında bomba etkisi yaratmış epik tiyatroya yaslanırken Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun, uzun yıllardır unutulan veya nostaljik unsurlara dönüşen komedi anlayışını da benimser. Ortaoyunu ve Karagöz’ün iki zıt kutbu oluşturan karakterlerinin çatışmasına dayanan, seyircinin dikkatinin dağılmasına izin vermeyecek kadar hızlı geçişlerle birbirine bağlanan, güldürürken uyaran bu tiyatro, izleyicinin ilgisini çekecek ve Devekuşu Kabare dünyada eşine az rastlanır bir başarı yakalayacaktır. Haldun Taner ve Ahmet Gülhan’ın 1978’de Devekuşu Kabare’den ayrılmasıyla topluluk Zeki Alasya ve Metin Akpınar’ın öncülüğünde yoluna devam eder. Sinema perdesinde de geniş kitlelere ulaşmış ikili artık birbirinin ayrılmaz parçası olmuştur. İzleyicilerin onları tek parça halinde “Zeki-Metin” adıyla zihinlerine kazıması, aktörlerden hangisinin Zeki hangisinin Metin olduğunu karıştır- ZEKI ALASYA YILLAR YILI HALKIN ÇOK SEVDIĞI VE ALKIŞLA ÖDÜLLENDIRDIĞI BIR SANATÇI OLUR. ALASYA’NIN USTA OYUNCULUĞU DEVLET KATINDA DA TAKDIRLE KARŞILANIR VE 1998 YILINDA DEVLET SANATÇISI UNVANINA LAYIK GÖRÜLÜR. ması, Devekuşu Kabare’nin 1980’li yıllarındaki oyunlarına konu edilecek kadar sık karşılaşılan bir durum haline gelir. O yıllar, ikilinin oyunlarını kapalı gişe sergiledikleri, esprilerinin dilden dile yayıldığı yıllardır aynı zamanda. Televizyonun nispeten yaygınlaştığı bir dönemde tiyatronun artık eski popülaritesini koruyamayacağı görüşü sıklıkla dile getirilir. Ne var ki fotoğrafın resmi ortadan kaldıramaması gibi televizyon da tiyatroyu seyircisiz bırakacak güce ulaşamaz. Aksine, Devekuşu Kabare o dönemde bu iddialara cevap verircesine hıncahınç dolu salonlarda oynar oyunlarını. İstanbul’un geçirdiği kültür değişimini ele alan “Beyoğlu Beyoğlu”, hayatın çeşitli alanlarındaki tuhaf uygulamalara dikkat çeken “Yasaklar”, tarih boyunca kadın-erkek ilişkilerini konu edinen “Aşkolsun” gibi oyunlar büyük ilgi görür. Gösterilerin kayıtları video kasetler ve ses bantları olarak da piyasaya sürülür. 1990’lara gelindiğinde neredeyse bütün Türkiye’nin ezbere bildiği oyunlardır artık bunlar. Devekuşu Kabare’nin büyük başarısı toplumsal ve siyasi olayları propaganda diline dönüştürmeden insanlara aktarmasında yatar. Tiyatronun muhalif bir tarafı vardır, ancak bu muhalefet kuru bir itiraz değildir. Toplumu da siyasetçiyi de uyaran, doğru yolu sanat aracılığıyla gösteren bir tavırdır. Zeki Alasya bu alandaki görüşlerini bir röportajında şöyle dile getirir: “İnanıyorduk ki güldürürken uyarmak kadar sağlam bir yol yok. Tepeden inmeci, didaktik, öğretici bir tavırla bir şeyler anlatmaya kalkarsak bu millete, dinlemezler bizi. Ama güldürerek uyarırsanız, güldürerek birtakım mesajlar verirseniz daha çabuk algılarlar, kendi içlerinde ezilmezler, bir şeyi paylaşıyormuş duygusu yaratırsınız onlarda. O zaman daha rahat yakalarlar.” Zeki Alasya millete tepeden bakmayan bu komedi anlayışının karşılığını yıllar yılı halkın çok sevdiği bir sanatçı olarak alır. Alasya’nın çabası devlet katında da karşılığını bulur ve 1998 yılında Devlet Sanatçısı unvanına layık görülür. Beyazperdede bir sevimli adam Zeki Alasya, Devekuşu Kabare’de oyuncu ve yönetmen olarak sergilediği başarılı performansı sinemada da gösterir. 1970’li yılların başında küçük rollerle adım attığı beyazperdede, “Köyden İndim Şehre”, “Salak Milyoner”, “Mavi Boncuk” gibi kadrosunda Kemal Sunal, Tarık Akan ve Halit Akçatepe’nin de yer aldığı filmlerle dikkat çeker. Daha sonra 1975-1985 yılları arasında başrolünü Metin Akpınar’la paylaştığı, izleyicinin “Zeki-Metin filmi” adını verdiği 10’dan fazla filmde rol alır. Televizyon dizileri de Zeki Alasya’nın kariyerinde geniş yer tutar. Televizyon izleyicisinin TRT’nin tek kanallı döneminde skeçlerle, “Haydi çocuklar aşıya” gibi tanıtıcı filmlerle aşina olduğu Alasya birçok özel kanalda yayımlanan dizilerle izleyici karşına çıkar. 1990’ların sonlarına kadar bu dizilerde de Metin Akpınar’la birliktedir. 2000’lerle beraber televizyon serüvenine tek başına devam eden Alasya ömrünün sonuna kadar beyazcamdan selamlar seyirciyi. Zeki Alasya, ustası Haldun Taner’in 100. doğum gününün kutlandığı 2015 yılının 8 Mayıs günü hayata veda eder. Ardında bıraktıkları, Türkiye’ye kazandırdıkları kuşaklar boyu saygı ve minnetle anılacaktır. 97 HOCA NASREDDIN DILDEN DILE ANLATILAN EŞSIZ FIKRALARIYLA GEÇMIŞTEN GÜNÜMÜZE ULAŞAN BILGE ŞAHSIYET NASREDDIN HOCA, HIÇ ŞÜPHESIZ GELECEK NESILLERI DE GÜLDÜRMEYE VE DÜŞÜNDÜRMEYE DEVAM EDECEKTIR. ERBAY KÜCET 98 İ nsani çelişkilerden beslenen mizah, aklın sanatıdır. Mizah dendiğinde ilk önce fıkralar, fıkra dendiğinde ise Nasreddin Hoca hatırlanır. Gencimizden yaşlımıza, köylümüzden kentlimize hemen hepimiz sohbet sırasında “Nasreddin Hoca bir gün…” diye anlatmaya başlarız. Nasreddin Hoca’yı tarif etmemiz istense gözümüzün önüne hemen tıknaz, dolgun kırmızı yanaklı, güleç, gözleri ışıl ışıl, gür beyaz sakallı bir ihtiyar; başında büyükçe bir kavuğu, sırtında cüppesiyle babacan bir tip geliverir. Halk zekamızın zirvesi olan Nasreddin Hoca her yerde, her olayda, her çarpıklıkta, her haksızlıkta, her güzellikte vardır. Onun olmadığı zaman yok gibidir. O salt yaşadığı dönemi değil, günümüzü de etkilemiştir. Nasreddin Hoca, zekası ve fıkralarıyla dünyaca tanınan bir halk filozofudur; ince esprileri sadece bir milletin değil, bütün insanlığın ortak değeridir. Sohbetlerimizin vazgeçilmez espri kaynağı Nasreddin Hoca’nın hayatı hakkındaki bilgilerimiz, ona yakışacak ölçüde sağlam olmamakla beraber tamamen vesikasız da değildir. Nasreddin Hoca, Sivrihisar’ın Hortu köyünde doğdu, Akşehir’de öldü. Babası Hortu köyü imamı Abdullah Efendi, annesi ise aynı köyden Sıdıka Hatun’dur. Önce Sivrihisar’da medrese öğrenimi gördü, babasının ölümü üzerine Hortu’ya dönerek köy imamı oldu. 1237’de Akşehir’e yerleşip Seyyid Mahmud Hayranî ve Seyyid Hacı İbrahim’in derslerini dinledi, İslam diniyle ilgili çalışmalarını sürdürdü. Bir söylentiye göre medresede ders okuttu, kadılık görevinde bulundu. Bu görevlerinden dolayı kendisine Nasuriddin Hâce adı verilmiş, sonradan bu ad Nasreddin Hoca biçimini almıştır. Onun hayatıyla ilgili bilgiler, halkın kendisine yönelik aşırı sevgisi nedeniyle rivayetlerle karışmış, yer yer olağanüstü nitelikler kazanmıştır. Ancak şuna inanıyorum ki, hepimizin geçmişte olduğu gibi bugün de Nasreddin Hoca’dan öğrenecekleri bulunmaktadır. Tüm dünyada tanınan bilge şahsiyet Bazen kocaman bir gülümsemeyle bazen de minicik bir tebessümle karşımıza çıkar Nasreddin Hocamız. Ancak her zaman yanı başımızda ve içimizdedir. Adı söylendiğinde eşeğine ters binmiş, daima güleç hali gelir aklımıza. Bir de Ay’ı kuyudan kurtarmaya çalışması, çocuklarla neşeli sohbetleri, göle maya çalması, kendisiyle birlikte merdivenlerden yuvarlanan cübbesi... Hoca’nın, cemiyet içindeki hallerinden tabiatla ilişkisine kadar insanın çeşitli yönlerini zeki ve etkili söyleyişlerle karikatürize eden nükteleri eşsiz olduğundan bu bilge şahsiyet başka milletler tarafından da tanınmış ve sevilmiştir. Halka zulüm edenler karşılarında Nasreddin Hoca’yı bulurlar. Hoca halkın hakkını zeka silahıyla korur. Zalimler, dalkavuklar, riyakarlar, hak yiyenler, onun zekası karşısında fena ve gülünç hallere düşerler. Bindikleri dalı kesenler, kendilerinden başka hiç kimseyi düşünmeyenler, karşısındaki insanın sahip olduğu meziyetlere değil, kılık kıyafetine kıymet verenler Nasreddin Hoca’nın kıvrak zekasının ürünü söz ve eylemlerden kurtulamamışlardır. Tıpkı “Ye Kürküm Ye” fıkrasında olduğu gibi. İyi bir gözlemci olan Hoca, yaratılış itibarıyla çok zekidir, fakat kurnaz değildir. Tatlı dilli ve güler yüzlü, aynı zamanda son derece gerçekçi bir eğitimcidir. Lüzumsuz övülme ve yüceltilme karşısında daima uyanık ve hazırcevaptır. Asla yıkıcı ve can sıkıcı değildir. Dar geçimli, ama cimri olmayan Nasreddin Hocamız kimseyi kıskanmaz, hayata ve problemlere hep iyimser açıdan bakar. Kendilerini herkesten üstün tutup halk ve geniş kitleler üzerinde oyun oynamak isteyen despotlara karşı gelmiş, sosyal adalet için savaşmış bir kişidir. Fıkralarında sarhoş, yalancı, hırsız, dolandırıcı ve hokkabaz olarak görülmez. Başkalarıyla iyi geçinen bir karaktere sahiptir. O, çocukla çocuk olmasını bilir ve insanların ferdi farklılıklarını daima göz önünde tutar. Kısacası doğru yolu gösteren bir kılavuz gibi insanların hayrını istemektedir. 99 NASREDDIN HOCA, HALKIMIZIN MIZAH DUYGUSU VE HOŞGÖRÜSÜNÜ YANSITAN “FIKRA” TÜRÜNÜN ÖNCÜSÜDÜR. KIŞILERI, OLAYLARI VE BAZEN KURUMLARI INCE BIR ZEKANIN ÜRÜNÜ OLAN SÖZLERLE ELEŞTIRIR, IĞNELER, FAKAT HIÇ KIMSEYLE KAVGA ETMEZ. Nasreddin Hoca’nın içi sevgiyle dolu olduğundan sadece insanlara değil, doğaya, hayvanlara, hatta eşyalara bile sevgiyle yaklaşır. Kişileri, olayları ve bazen kurumları tatlı bir mizahla eleştirir, iğneler, fakat kavga etmez. Hocamız halk dilinde duygu, tefekkür, mizah ve hoşgörümüzü yansıtan “fıkra” türünün de öncüsüdür. Nasreddin Hoca’nın değeri, yaşadığı olaylarla değil, gerek kendisinin gerekse ona atfen halkın söylemlerindeki anlam, yergi ve mizah ögelerinin inceliğiyle ölçülür. Onun olduğu ileri sürülen fıkraların incelenmesinden anlaşıldığına göre, Nasreddin Hoca, Anadolu halkının yaşama biçimini, güldürü ögelerini, eğlenme türlerini, övgü ve yergi becerilerini dile getirmiştir. Onunla ilgili fıkraların odağında sevgi, yergi, övgü, alaya alma, gülünç duruma düşürme, kendi kendiyle çelişkiye sürükleme, katı kurallar karşısında yumuşaklığı yeğleme vardır. Nasreddin Hoca, bütün fıkralarında soyut bir varlık olarak değil, yaşanmış veya yaşanmakta olan bir olayla, bir olguyla bağlantılı bir biçimde ortaya çıkar. Olay karşısında duyulan tepkiyi ya da Aferin Hoca kırda dolaşırken bir deli çobana rastlar. Çoban: Sen Hoca mısın? Hoca: Evet. Çoban: Sana bir şey sorsam bilir misin? Hoca: Bilirim sor. Çoban: Bilemezsen sormayayım. Zira kime sorduysam cevap veremedi. Hoca: Sor dedik ya... Çoban: Her ay yeni ay çıkıyor, sonra incelip kayboluyor. Sonra tekrar yenisi çıkıyor. O eskilerini ne yapıyorlar? Hoca: Bu kadarcık şeyi bilemedin mi? Bir kısmını kırpıp kırpıp yıldız yaparlar, gökyüzü onlarla dolu. Bir kısmını da uzatırlar, şimşek yaparlar, yağmurlu ve fırtınalı günlerde kılıç gibi uzar. Çoban: Aferin, gerçekten tam bir hocaymışsın. Ben de öyle düşünüyordum. Bilenler Bilmeyenlere Anlatsın Hoca bir gün camide vaaz edecekmiş. “Ey cemaat ne anlatacağımı biliyor musunuz?” diye sormuş. Cemaatin çok küçük bir kısmı “Bilmiyoruz” cevabını verince Hoca, “O zaman bilenler bilmeyenlere anlatsın” deyip oradan ayrılmış. onayı dile getirir. Tanık olduğu olaylar, genellikle halk arasında geçer. Hoca soyluların, saray çevresinde bulunanların arasına ya çok seyrek girer ya da hiç girmez. Mesela onun tanıştığı söylenen Selçuklu sultanlarıyla ilgili fıkrası yoktur. Timur’la ilgili “Hamam, Dünyanın Dengesi Timur ve Peştamal” fıkrası da Timur’dan çok önce yaşamış ol- Bir gün Hoca’ya sormuşlar: Sabah olunca insanların kimi o yana, kimi de bu yana gider. Sebebi hikmeti ne ola ki? Hoca bir an düşünüp cevap vermiş: Hepsi aynı yöne gidecek olsa dünyanın dengesi bozulur da ondan. gibi çevresine korku salan bir imparatorun karşısına çıkararak, duğu için sonradan üretilmiştir. Halk, hamamda Hoca’yı Timur “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit” türünden bir yergi oluşturmuştur. Burada yerilen, dolaylı olarak, kendini toplumun, halkın üstünde gören saray insanlarıdır. Fıkralarda halk, Nasreddin Hoca’nın diliyle kendi sesini duyurur. 100 FIKRALARI SAYESINDE ÜNÜ TÜRK DÜNYASININ ÇOK ÖTESINE ULAŞAN NASREDDIN HOCA’YI AZERILER VE İRANLILAR MOLLA NASREDDIN, KAZAKLAR KOJA NASREDDIN, ÖZBEKLER NASREDDIN EFENDI, UYGURLAR ISE AFANDI OLARAK BILIR. Çocukluğunu Özleyen Kavuk Bir gün hava çok sıcakmış. Hoca serinlemek için bir ağacın altına oturmuş ve terini silmeye başlamış. O sırada sokakta oynayan çocuklardan biri Hoca’nın kavuğunu kapmış. Hoca ne olduğunu anlayamadan çocuk kavuğu arkadaşlarının yanına götürmüş. Çocuklar kavuğu birbirlerine atarak oyun oynamaya koyulmuşlar. Hoca elden ele dolaşan kavuğunu almak için koşmaya başlamış. Bu durumu gören mahalleli de yardıma gitmiş, ama nafile. Hoca bir türlü çocukları yakalayamamış. Akşam eve gittiğinde onu kavuksuz gören karısı çok şaşırmış: - Sen kavuğunu hiç çıkarmazdın. Hayrola, bir şey mi oldu? Kavuğun nerede? Hoca gülümseyerek cevap vermiş: - Sorma hanım, benim kavuk çocukluğunu özlemiş, şimdi komşu çocuklarıyla beraber sokakta oyun oynuyor! Dolana Kadar Hoca’ya sormuşlar: - Hocam bu insanların doğup ölümü ne zamana kadar böyle sürecek? - Cennet ve cehennem dolana kadar. Geçmişten geleceğe… Nasreddin Hoca fıkralarındaki olmazsa olmaz unsurlardan biri de Hoca’nın eşeğidir. Hoca eşeğinden ayrı düşünülemez. Anadolu insanının oluşturduğu gülmece ürünlerinde sıkça rastladığımız eşek, acıya, sıkıntıya, dayağa, açlığa katlanışın en yaygın simgesidir. Soyluların, sarayların çevresinde üretilmiş fıkralarda eşek pek karşımıza çıkmazken, at geniş bir yer tutar. Hoca’nın eşeği, fıkralarda bir yergi ve alay ögesidir aynı zamanda. Bir gün Nasreddin Hoca, kendisinden eşeğini isteyen köylüye, “Eşek evde yok!” der. Tam da o sırada eşeğin anırdığını duyan köylünün, “İşte, eşek ahırda!” diye diretmesi üzerine Hoca, “Eşeğin sözüne mi inanacaksın, benimkine mi?” karşılığını verir. Saygı Bir gün Hoca, eşeğine biner ve arkasına takılan insanlarla birlikte camiden eve doğru gitmeye başlar. Tam bu sırada birdenbire durur, eşekten iner ve yüzü insanlara dönük olarak semere oturur. Bunu görenler yaptığı hareketin nedenini sorar. Hoca şöyle der: “Düşündüm, taşındım, eşeğime böyle binmeye karar verdim, çünkü saygısızlığı hiç sevmem. Siz önüme düşseniz, arkanızı bana dönmüş olacaksınız; usulsüzlük, saygısızlık olur. Ben önde gitsem, size arkamı çevirmiş olacağım ki bu da doğru değildir. Böyle ters bindiğimdeyse hem ben önünüzden giderim hem de siz arkamdan gelmiş olursunuz!” Yukarıda söylediklerimiz kesin olarak bilinen şeyler değil, halk rivayetleri ve bazı önemli kişilerin eserlerinden derlenmiş bilgilerdir. Yani Hoca’yı kesin olarak Akşehir ve Sivrihisarlı yapmaya yetecek bilgiler değildir. Belki de bir başka yöreden gelip buralara yerleşmiştir, kim bilir… Fıkraları sayesinde ünü Türk dünyasının çok ötesine ulaşan Nasreddin Hoca’yı Azeriler ve İranlılar Molla Nasreddin, Kazaklar Koja Nasreddin, Özbekler Nasreddin Efendi, Uygurlar ise Afandi olarak bilir. Nasreddin Hoca fıkralarıyla ilgili kitaplar dünyanın dört bir yanında yayımlanmıştır. Dilden dile anlatılan eşsiz fıkralarıyla geçmişten günümüze ulaşan Nasreddin Hoca, hiç şüphesiz gelecek nesilleri de güldürmeye ve düşündürmeye devam edecektir. 101 SAKLI KENTIN SIRLARI ABDULHAKIM KOÇIN POYRAZ OFSET ANKARA, 2014 140 S. Şiir, edebiyatın duygusal cephesidir. Gençlik yıllarında şiir yazmayanımız pek olmasa da sadece bazılarımız şiirle buluşmasını birlikteliğe dönüştürür. Abdulhakim Koçin de bu kişiler arasındadır. Bugüne kadar farklı konularda eserler vermiş Koçin, Saklı Kentin Sırları’nda sosyal içerikli şiirlerinin yanı sıra tevhit, münacaat ve na’t örnekleriyle edebiyatımıza çok önemli bir katkıda bulunuyor. Şair, “Gün’e geceye Ay’a yere göğe sığmazken / Damla damla garibin gönlüne dolan sensin” mısralarındaki derinliğiyle duygu dünyamızda yeni sayfalar aralıyor. ANADOLU SAHABISI HZ. SAFVÂN B. MUATTAL CANDEMIR DOĞAN KALBI KITAPLAR İSTANBUL, 2013 191 S. Anadolu’da gül devrini yaşamış, hayatlarıyla örnek olmuş sahabelerin bulunduğunu biliyoruz. Hz. Safvân bin Muattal (r.a), bu topraklarda şehit düşen ve Adıyaman’ın manevi mimarı olan sahabedir. İslam dünyasında “İfk Hadisesi” ile anılan Muattal’ın hayatından kesitleri kaynak göstererek ele alan kitap, söz konusu hadiseye de ayrıntılı yer veriyor. Eserde sahabenin hayatındaki sadelik ve kulluk bilinci de öne çıkıyor. Anadolu Sahabisi Hz. Safvân B. Muattal, ilim adamı vasfıyla önemli bir araştırma yapan Doç. Dr. Candemir Doğan’ın imzasını taşıyor. KÖLELER ARASINDA BIR ŞEHZADE TERRY ALFORD CÜMLE YAYINLARI İSTANBUL, 2015 318 S. 1800’lü yıllarda Afrikalı bir kralın oğlu Abdurrahman İbrahima’nın özgür bir adamken köle olarak satılmasıyla başlayan olaylar zinciri, Terry Alford’un kaleminden okurla buluşuyor. Coğrafi, ticari ve sosyal açılardan o yılların dünyasına dair kesitler sunan kitap, içinde bulunduğu koşullara rağmen onurunu ve özgürlük umudunu kaybetmeyen İbrahima’nın hikayesini sürükleyici bir dille anlatıyor. Köleler Arasında Bir Şehzade’nin çevirmeni ise Mustafa Bozdemir. 102 DEDEM MEHMET ÂKIF FATIH BAYHAN TIMAŞ YAYINLARI İSTANBUL, 2015 224 S. Dedem Enver Paşa’nın ardından Dedem Mehmet Âkif adlı esere imza atan Fatih Bayhan, Millî Şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’un torunları Selma ve Ferda Argon’la yaptığı röportajlar ışığında dikkat çekici bir çalışma ortaya koyuyor. Mehmet Âkif’in hayatı, şiir anlayışı, ailesiyle ilişkileri gibi konularda bugüne kadar konuşulmamış birçok noktayı açıklığa kavuşturan kitapta, “Mehmet Âkif Millî Mücadele ve Kurtuluş Savaşı yıllarında neler yaşadı?”, “Gönüllü sürgüne neden gitti?”, “En yakın dostları kimlerdi?”, “Kendisi vefat ettikten sonra ailesinin akıbeti ne oldu?” soruları ve çok daha fazlası yanıt buluyor. SON YÖRÜKTEN YOLDA KALAN İZLER ALI KÜÇÜKAYDIN KARDELEN YAYINLARI İSTANBUL, 2015 348 S. Yörük Türkmen kültürünü oluşturan örf ve âdetler, Adana Milletvekili olarak 22, 23 ve 24. Dönemlerde görev yapmış Ali Küçükaydın’ın kaleminden keyifle okunuyor. Bu kültürü dışarıdan bir gözlemci sıfatıyla değil, bizzat içinde yetişmiş bir kişi olarak anlatan yazar, filmlere konu olabilecek etkileyici hikayelere yer veriyor. Küçükaydın, asırlar öncesinden günümüze uzanan Yörük Türkmen kültürünü genç nesillere tanıtma amacını da taşıdığı eserle tarihe önemli bir not düşerken bizlere de bir solukta okunabilecek bir kitap armağan ediyor. Yazar, “Son Yörükten Yolda Kalan İzler’de sadece benim hayatımı değil, bir milletin köklü geçmişinden renkli, zengin kesitleri de okuyacaksınız” diyor. TERK SADIK YALSIZUÇANLAR ŞULE YAYINLARI İSTANBUL, 2015 125 S. Denemeden araştırmaya, romandan senaryoya birçok alanda önemli çalışmaları bulunan, özellikle öykü türündeki eserleriyle tanınan Sadık Yalsızuçanlar, Terk ile bir kez daha okurlarının karşısında. Kitaba adını veren öyküde, hayatta bir bir geride bıraktığı, attıkça hafiflediği, terk ettikçe kurtulduğu bağlarını modern bir anlatımla kaleme alan yazar, “Aravani’ye Çıkarken Sağdaki Ceviz Ağacı” isimli hikayesinde ise farklı bir üslupla okuru klasik öykücülüğümüzle buluşturuyor. Öykülerdeki zaman ve kahramanlar okurun hayal dünyasında farklılıklar gösterirken, zaman ötesi yolculuklara çıktığınız ve hayatın gerçekleriyle yüz yüze geldiğiniz anlar oluyor. 103 MEYLER SÜZÜLSÜN SIRNAĞME ANADOLU MÜZIK Kemençe sanatçısı Filiz Kaya ile gitarist Kâzım Çokoğullu’dan meydana gelen ve Türk musikisinin özü muhafaza edilerek dinleyiciye ulaştırılmasını amaçlayan Sırnağme’nin ilk albümü, Anadolu Müzik imzasıyla raflardaki yerini aldı. Kemençe, gitar ve perküsyon ezgilerinin ağırlıkta olduğu “Meyler Süzülsün” albümünde Türk-Osmanlı müzik repertuarının en güzel örnekleri, gruba özgü ve daha önce denenmemiş bir tarzda yorumlanıyor. Albümde, Abdülkadir Meragi’den Hacı Arif Bey’e kadar Türk musikisinin usta isimlerinin yanı sıra Brahms ve Bach gibi klasik müziğin önemli bestecilerinin de eserleri yer alıyor. SOUNDSTAGE: BLUES SUMMIT IN CHICAGO, 1974 MUDDY WATERS AND FRIENDS SONY MÜZIK Muddy Waters’ın 1974 yılında birçok usta caz sanatçısıyla bir araya gelerek verdiği konserin kayıtları, ilk kez DVD formatında dinleyiciyle buluşuyor. “Chicago Blues’un babası” kabul edilen ve birçok sanatçıya ilham kaynağı olan ABD’li müzisyen Muddy Waters’a “Soundstage: Blues Summit in Chicago, 1974” albümünde aralarında Willie Dixon, Koko Taylor, Junior Wells ve Pinetop Perkins’in de bulunduğu birçok usta caz sanatçısı eşlik ediyor. HASRET TÜRKÜLERI EKREM KARAKOYUN CAMSES MÜZIK Ülkemizin kültürel zenginliğini ve çeşitliliğini yansıtan türkülerimiz, “Hasret Türküleri” albümünde Ekrem Karakoyun’un sesiyle hayat buluyor. Bağlamasıyla parçalara eşlik eden sanatçının albümünde söz ve müziği kendisine ait olan eserlerin yanı sıra “Erzincan’ın Yolu Burma”, “Erzincan’a Girdim” ve “Gül Dalına Bülbül Konmuş” gibi anonim türküler de yer alıyor. 104 ANTİKACI YÖNETMEN: ACLAN BÜYÜKTÜRKOĞLU SENARYO: ACLAN BÜYÜKTÜRKOĞLU OYUNCULAR: ERTAN GÜLEÇ, DIDEM BAYLAN, ÖVÜL KOCAMAN, TUNA ATA, CANDAN EREN YAPIM: 2015, TÜRKIYE TÜR: GERILIM Ertan (Ertan Güleç), aile içindeki kıskançlığa bağlı problemlerin büyüyerek bir trajediye dönüşmesinin ardından bunalıma sürüklenir ve intihara teşebbüs eder. Ambulansla hastaneye kaldırıldığı sırada bilincini kaybetmesi üzerine kendini bir belirip bir kaybolan yüzler gördüğü ve hayal mi gerçek mi belirsiz sesler duyduğu bir yolculuğun içinde bulur. Yanlışları, kaprisleri ve bencillikleri sebebiyle kaybettiği aile üyeleri, hataları ve pişmanlıklarıyla yüzleşmek zorunda kalan Ertan, ruhunu özgür bırakmak ve kendini kurtarmak için yoluna çıkan engelleri tek tek aşmak ve bilmeceleri çözmek mecburiyetindedir. Gerilim türündeki filmin yönetmen koltuğunda, “Taken 2” gibi dünyaca ünlü Hollywood yapımlarının kadrosunda yer alan ve ilk uzun metrajlı filmi “Meleğin Sırları”yla hafızalarda yer eden Aclan Büyüktürkoğlu oturuyor. İNSANLIKTAN UZAK LOIN DES HOMMES YÖNETMEN: DAVID OELHOFFEN SENARYO: ALBERT CAMUS, ANTOINE LACOMBLEZ, DAVID OELHOFFEN OYUNCULAR: VIGGO MORTENSEN, REDA KATEB, DJEMEL BAREK, VINCENT MARTIN, NICOLAS GIRAUD YAPIM: 2014, FRANSA TÜR: DRAM Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Cezayir asıllı Fransız yazar Albert Camus’nün Misafir (L’Hôte) adlı öyküsünden sinemaya aktarılan “İnsanlıktan Uzak”, 8 yıl sürecek Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nın ilk günlerinde, savaşın gölgesinde yaşanan kişisel bir trajediyi konu alıyor. Vadi ateş topuna dönmüşken, olan bitene kayıtsız, ancak kendi yaşamlarında önemli birer eşikte olan iki adam Atlas Dağları’nı birlikte aşmak zorundadır. Bu yolculukta, münzevi bir öğretmen olan Daru (Viggo Mortensen), cinayetle suçlanan Mohamed’e (Reda Kateb) kılavuzluk etmektedir. 2014 Venedik Uluslararası Film Festivali’nde “Arca CinemaGiovani Ödülü”, “Interfilm Ödülü” ve “SIGNIS Ödülü” ile 2014 Sarlat Uluslararası Film Festivali’nde “En İyi Erkek Oyuncu Ödülü”ne layık görülen film, adalet, savaş, korku gibi kavramlara hem toplumsal hem de bireysel çerçeveden bakmayı başarıyor. 105 NE OKUYOR NE IZLIYOR MAHFUZ GÜLER - 21. VE 22. DÖNEM BINGÖL MILLETVEKILI Genellikle siyaset kitapları okuyorum. Son zamanlarda tasavvuf kitaplarına da ağırlık verdim. Şu sıralar elimde Ahmet Kardam’ın Cizre-Bohtan Beyi Bedirhan-Sürgün Yılları adlı kitabı bulunuyor. Sinemada daha çok aksiyon filmlerini izliyorum. Müzikteki tercihimin ilk sırasında ise Klasik Türk Müziği yer alıyor. Bu türdeki eserleri büyük bir beğeniyle dinliyorum. ERTEKIN ÇOLAK - 23. DÖNEM ARTVIN MILLETVEKILI Genellikle siyasi ve dinî kitaplar okuyorum. Sinemaya pek gidemiyorum, ilgimi çeken filmleri televizyondan izliyorum. Tarihimizi konu alan film ve dizileri takip etmeye çalışıyorum, ancak maalesef aktarılan bazı bilgiler gerçeği yansıtmıyor. Bir kitap ismi hatırlıyorum, Yalan Söyleyen Tarih Utansın diye. Televizyonda bazı sahneleri gördüğünüzde “Bu, gerçekte böyle değil” diyorsunuz, tarihin çarpıtılması sizi rahatsız ediyor, neticede o film veya diziyi izleyip izlememekte tereddüt ediyorsunuz. Müzik konusundaki ilk tercihim ise Türk Halk Müziği. Eserleri iyi yorumlayan herkesi beğeniyle dinliyorum. NAIL ÇELEBI - 21. DÖNEM TRABZON MILLETVEKILI Ağırlıklı olarak siyaset ve tarih kitapları okuyorum. Poyraz Bel’in Dikkat Çatlatır, Turgut Özakman’ın Şu Çılgın Türkler, Erdal Demirkan’ın Bir Türk Dünyaya Bedel İki Türk Lak Lak Eder adlı kitapları son dönemde okuduklarım arasında yer alıyor. Sinemaya fırsat buldukça gidiyorum. En çok komedi türünde filmler izlemeyi seviyorum. Karadenizli olmam dolayısıyla Karadeniz müziklerini büyük bir beğeniyle dinliyorum. Oldukça iyi bir dinleyici olduğumu söyleyebilirim. 106 ÜLKER GÜZEL - 24. DÖNEM ANKARA MILLETVEKILI Tarihe çok meraklıyım. Özellikle İlber Ortaylı’nın tarih kitaplarını yakından takip ediyorum. Türklerin Tarihi, İmparatorluğun Son Nefesi gibi son dönemlerde yayımladığı kitapların hemen hepsini okudum. İlber Ortaylı’nın yanı sıra Murat Bardakçı’nın kitapları da ilgimi çekiyor. Mesela Şahbaba isimli eseri beni çok etkilemiştir. Sinemaya sıkça gidiyorum. Özellikle son yıllarda çok güzel filmler vizyona giriyor. Macera filmleri ile duygusal yapımları izlemeyi seviyorum. Bilimkurgu türündeki filmleri pek tercih etmiyorum. Klasik Türk Müziği hayranıyım. Zeki Müren, Hamiyet Yüceses, Müzeyyen Senar, Behiye Aksoy gibi hem Klasik Türk Müziği eserlerini çok güzel icra eden hem de Türkçeyi çok güzel konuşan sanatkârlarımızı büyük bir beğeniyle dinliyorum. Her biri buram buram sevgi, aşk, özlem, tarih, destan kokan Anadolu türkülerimizin de benim için ayrı bir yeri bulunuyor. Tüm bu değerlerimizin gelecek nesillere aktarılarak yaşatılması için medyaya da önemli görev düşüyor. TRT başta olmak üzere tüm televizyon kanallarına köklü bir geçmişe sahip değerlerimizi öne çıkararak programlar yapmalarını tavsiye ediyorum. MUSTAFA ÜNAL - 23. DÖNEM KARABÜK MILLETVEKILI Hukukçu olduğum için öncelikle hukukla ilgili yayınları takip ediyorum. İkinci ilgi alanım ise tarih. Özellikle son dönem Osmanlı tarihi ilgimi çekiyor. Şu sıralar İhsan Süreyya Sırma’nın Müslümanların Tarihi adlı eserini okuyorum. Beş ciltlik çok güzel bir çalışma. Elimdeki bir diğer kitap ise İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar ismini taşıyor. Stefan Zweig’in bu eserini Almanya’da öğrenciliğim sırasında okumuştum, şimdi tekrar okuyorum. Avukatlık yapmam ve KKTC’deki Lefke Avrupa Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ticaret hukuku dersleri vermem nedeniyle sinemaya gitmeye pek fazla vakit ayıramıyorum. En son, Babalar Günü’nde kızımın hediye ettiği “Whiplash”i izledim. Televizyonda ise “Diriliş” ve “Filinta” isimli dizileri beğenerek takip ediyorum. Klasik Türk Müziği dinliyorum. OSMAN ASLAN - 21, 22, 23. DÖNEM DIYARBAKIR MILLETVEKILI Elime geçen her tür kitabı okurum. İster siyaset, ister tarih, isterse başka bir alanda olsun, her kitap ve mecmuanın bana kazandıracağı bilgiler olduğuna inanırım. Maalesef uzun zamandır sinemaya gidemedim. Diyarbakır türküleri başta olmak üzere yöresel eserleri dinlemeyi seviyorum. Diyarbakırlı Celal Güzelses, en beğendiğim sanatçılar arasında yer alıyor. 107 SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERİ @alp_kavaklioglu @berdanozturk Biz sevdik âşık olduk, Sevildik mâşuk olduk. Her dem yeniden doğarız Bizden kim usanası. Ramazan-ı şerif hoş gelmiş. Coğrafyamıza barış, huzur ve mutluluk vesilesi olmasını temenni ediyorum. Yunus Emre @ahmetakin @MelikeBasmac @umitozdag Edremit ilçemizde bir hemşehrimizin evine sahurda misafir olduk. Hep birlikte orucumuza niyet ettik. “Hükümet falan bilmem, arpa para edecek mi?” diyor Hatice Teyze... 2015 Avrupa Oyunları’nda altın madalya alan #FileninSultanları Bayan Voleybol Millî Takımımızı tebrik ediyorum. @nejatkocer @KorayaydinMHP @FilizKer Ramazan’ın bereketi ve fazileti o kadar fazla ki, paylaştıkça büyüyen bir rahmet seli sanki. Rabbimize şükürler olsun. Bakanlığım döneminde yakın ilgi ve desteğini gördüğüm merhum Demirel’e Yüce Allah’tan rahmet niyaz ediyorum. Bugün Meclis’e kayıt işlemlerimizi yaptık. Annem ve bazı arkadaşların desteğiyle! 108 Alim Işık @AlimISIK #MHP #Kütahya Milletvekili. Sosyal medyayı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında yer alıyorsunuz. Sosyal paylaşım sitelerini ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkta kullanıyorsunuz? Sosyal medyanın gündemi doğru takip etme açısından yararlı Sosyal paylaşım sitelerini yaklaşık beş yıldır kullanmaktayım. Günde en az birkaç kez ziyaret ettiğim bu platformları ülke ve Meclis gündeminin yoğun olduğu zamanlarda daha sık kullandığımı söyleyebilirim. berlere ulaşılabilen bir alan olduğu tartışılmaz bir gerçek. Ancak Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne bakımdan önemli? sorumluluğu olmalıdır. Farklı kişi, grup ya da platformlara ulaşarak gündeme veya ülke sorunlarına ilişkin görüşlerimizin paylaşımı için etkin bir araç olan sosyal paylaşım siteleri aynı zamanda uluslararası iletişim açısından da büyük önem arz etmektedir. Ülke ve dünya gündeminin farklı kaynaklardan haberlerle anında takip edilebiliyor oluşu da gelişmeler karşısında daha hızlı harekete geçebilmemize yardımcı olmaktadır. olduğunu düşünüyor musunuz? Sosyal medyanın, ülke ve dünya gündemine ilişkin en sıcak hadoğruluğu teyit edilmeden kullanılan ya da paylaşılan mesajların gündemi yanlış değerlendirmeye yol açtığı gerçeği de asla unutulmamalıdır. Bu konuya dikkat etmek tüm kullanıcıların ortak Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu? Zaman zaman ilginç anılar yaşanmakla birlikte daha çok ülke gündemine ve siyasi programlara ilişkin mesajların ağırlıklı olması nedeniyle bazen karşı görüşlü veya provokatif amaçlı kullanıcılarla karşılaşılabilmektedir. Bu türden birkaç kullanıcı ile karşılıklı mesajlaşmalar sonucunda onların da normal davranmaları gerektiği kendileri tarafından kabullenilmiştir. 109 UNUTMAYACAĞIZ Süleyman Demirel 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 1924 Isparta İslamköy doğumludur. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’ni bitiren Demirel, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü görevinin yanı sıra serbest müşavir olarak da çalıştı. 13, 14, 15, 16, 18 ve 19. Dönem TBMM’de Isparta Milletvekili olarak yer aldı. 30, 31, 32, 39, 41, 43 ve 49. Hükümetleri kurdu. 16 Mayıs 1993-16 Mayıs 2000 tarihleri arasında Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. Cumhurbaşkanı olarak görev yaptı. Süleyman Demirel için 19 Haziran’da TBMM’de tören düzenlendi. Kocatepe Camii’nde cuma namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından naaşı Isparta’ya gönderildi. Cenaze, 20 Haziran günü İslamköy Şehriban Hatun Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından Çalca Tepe’de bulunan anıt mezar alanına defnedildi. Hamza Eroğlu 11. Dönem Adana Milletvekili Hamza Eroğlu 1932 Adana doğumludur. Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde, doktorasını İsviçre’de Nauchatel Üniversitesi’nde tamamlayan Eroğlu, serbest avukatlık ve öğretim üyeliği yaptı. Hamza Eroğlu’nun cenazesi 20 Haziran günü Kocatepe Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Nihat Kale 14. Dönem Samsun Milletvekili Nihat Kale 1932 Çarşamba doğumludur. Çiftçilikle uğraşan ve İl Genel Meclisi Üyeliği ile Çarşamba Belediye Başkanlığı görevlerini yürüten Kale’nin cenazesi 22 Haziran günü Kocatepe Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Cahit Angın 14. ve 15. Dönem Çorum Milletvekili Cahit Angın 1929 Çorum doğumludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren Angın serbest avukatlık ve Anadolu Bankası Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptı. Cahit Angın için 19 Haziran günü TBMM’de tören düzenlenirken, cenazesi Kocatepe Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. 110 Besim Üstünel Cumhuriyet Senatosu İstanbul Temsilcisi ve Maliye eski Bakanı Prof. Dr. Besim Üstünel 1927 Gaziantep doğumludur. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde doktorasını tamamlayan Üstünel, bu fakültenin yanı sıra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Ankara İktisadi İdari İlimler Akademisi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. ABD’de MIT, Harvard ve Standford üniversitelerinde konuk öğretim üyesi olarak bulundu. 40. Hükümet’te Maliye Bakanı olarak yer alan Üstünel’in cenazesi 4 Haziran günü İstanbul Teşvikiye Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Hasan Tahsin Önalp Bayındırlık eski Bakanı Hasan Tahsin Önalp 1919 Kayseri doğumludur. Türkiye’deki yüksek mühendislik eğitiminin ardından Almanya’da doktorasını tamamlayan Önalp uzun yıllar Karayolları Genel Müdürlüğü’nde görev yapmış, daha sonra bu kurumun Genel Müdürü olmuştur. 44. Hükümet’te Bayındırlık Bakanı olarak görevlendirilen Hasan Tahsin Önalp’in cenazesi 2 Haziran’da İstanbul Levent Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Galip Kaya 16. Dönem Antalya Milletvekili Galip Kaya 1927 Korkuteli doğumludur. Hukuk Fakültesi’ni bitiren Kaya, serbest avukatlık yapmıştır. Galip Kaya’nın cenazesi 31 Mayıs’ta Antalya Korkuteli Yelten Köyü Merkez Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Hüseyin Kalpaklıoğlu Cumhuriyet Senatosu Kayseri Üyesi Hüseyin Kalpaklıoğlu 1919 Kayseri doğumludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren Kalpaklıoğlu savcı, hakim ve serbest avukat olarak çalıştı. Hüseyin Kalpaklıoğlu için TBMM’de tören düzenlendi. Kalpaklıoğlu’nun cenazesi 22 Nisan günü Kayseri Hunat Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından Kayseri Asri Mezarlığı’nda toprağa verildi. ARAMIZDAN AYRILAN ARKADAŞLARIMIZ IÇIN CENAB-I ALLAH’TAN RAHMET DILIYOR, KEDERLI AILELERI IÇIN KALPTEN DUYGULARLA SABR-I CEMÎL NIYAZ EDIYORUZ. 111 TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI SAĞLIK PROTOKOLÜ IMZALANAN HASTANELERDEKI TBMM HATTI GAZI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .............................................................................................................................................0312 202 44 91 HACETTEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0312 305 32 62-63 ANKARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................................0312 508 30 03 EGE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ................................................................................................................................................0232 390 41 06 AKDENIZ ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ...................................................................................................................................0242 249 65 91 GAZIANTEP ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0342 360 95 05 MEDIPOL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..................................................................................................................................0212 534 86 86, 0212 631 20 50/4029, 0212 440 10 00/1212 İSTANBUL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .................................................................................................................................0212 414 22 27 İSTANBUL ÜNIVERSITESI CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...............................................................................................0212 414 34 54 KONYA SELÇUK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................0332 224 49 70 KARADENIZ TEKNIK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:..........................................................................................................0462 377 54 22 KONYA NECMETTIN ERBAKAN ÜNIVERSITESI MERAM TIP FAKÜLTESI HASTANESI:.............................................................................0332 223 79 79 YILDIRIM BEYAZIT ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..............................................................................................................0312 291 27 01 AFYON KOCATEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................0272 246 33 36 İSTANBUL BEZMIALEM ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...................................................................................................0212 453 18 58 MARMARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI (PENDIK DEVLET HASTANESI):...................................................................................0216 625 47 16 YÜZÜNCÜ YIL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .......................................................................................................................0432 216 05 16 SAĞLIK HATTI: SAĞLIK UYGULAMALARI, HASTANELER VE ANLAŞMALI ECZANELERE ILIŞKIN HER TÜRLÜ BILGI IÇIN 0312 420 0 112 VE 0312 420 72 24 NUMARALI TELEFONU ARAYABILIRSINIZ. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 50-51 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001