Başyazı Bir Yılın Garanti’li Gündemi Ergun Özen Adettir, yeni bir yıla girerken, biten yılın değerlendirmesi yapılır. Kararlar, planlar, haritalar gözden geçirilir, rakamsal olmasa da bir muhasebe çıkar ortaya... 3 yıldır, kurumumuzun geçmiş yıl değerlendirmesini yaparken, gazete arşivlerinden de faydalanıyorum. Çünkü, Garanti gibi büyük bir kurumun gündemi, doğal olarak kamuoyunda yankı buluyor. Geçen 12 aya dönüp baktığımda, Garanti ailesinin Türkiye'nin gündeminde hep önemli haberlerle yer aldığını görüyorum. Bir yandan müşterilerimize sürekli daha iyisini sunmaya çalışırken, diğer yandan yarattığımız değerlerle ülkenin ekonomik ve sosyal gündemine nasıl etki yaptığımızı izleyebiliyorum. Başarıların arkasındaki takım çalışmasını ve planlama yeteneğini görerek tarif edilmez bir gurur duyuyorum. Geçtiğimiz sene, bankamızın faaliyetlerinde ağırlığı hissedilen dış ticarette oldukça hareketli bir dönem geçirdik. Global Finance dergisinin yaptığı değerlendirmede üst üste ikinci kez "Türkiye'nin En İyi Dış Ticaret Finansmanı Bankası" (Best Trade Finance Bank) seçildik. Ülkemizin dış ticarette rekorlar kırdığı 2003, pazar liderliğini yaptığımız bu alanda bilgi ve birikimlerimizi daha fazla firmayla paylaştığımız bir yıl oldu. "Büyük Bir Pazar: Dünya" sloganıyla yola çıktığımız Dış Ticaret Toplantıları'nda Çin ve Rusya gibi yüksek potansiyele sahip ülkeleri ve iş yapış şekillerini müşterilerimize anlattık. Uluslararası piyasalarda, itibarımızı teyid eden önemli anlaşmalara imza attık. Sendikasyon kredilerinin yanı sıra seküritizasyon gibi çok daha sofistike yöntemlerle, Türkiye'de bir kurumun alabileceği en düşük faiz ve en yüksek notlarla finansman kaynağı yarattık. Ekonomide Türkiye'nin itici gücü olma misyonuyla KOBİ yılı ilan ettiğimiz 2003'te, 27 ilimizin sanayi ve ticaret odalarıyla kredi anlaşmaları yaparak, küçük işletmelere 38 trilyon liranın üzerinde ve uygun koşullarda finansman sağladık. 2003'te ikinci yaşını dolduran Garanti Anadolu Sohbetleri'yle, üstlendiğimiz misyona farklı açılımlar ekledik. Eylül ayında gerçekleştirdiğimiz Çorum zirvesiyle farklı bir platforma dönüşen Anadolu Sohbetleri'nin, TBMM'nin "Hitit kazılarının desteklenmesi" yönünde aldığı kararına vesile olmasından mutluluk duyduk. Ve en taze haber...Capital dergisinin, "Türkiye'nin En Beğenilen Şirketleri" araştırmasında, bankacılık sektöründe 3. kez en beğenilen şirket seçildik. Böylece, müşterilerine her zaman en iyi hizmeti vermek için çalışan, onların güveni ve takdiriyle büyüyen Garanti Bankası'nın kurumsal gücü, profesyoneller tarafından bir kere daha tescil edildi. Kazanılan tüm bu başarılar, Garanti'yi daha zorlu bir yarışın içine itiyor. Kendimizle girdiğimiz bu yarıştan, hizmet çıtasını daha da yükseklere taşıyarak çıkacağız. Bize duyulan güvene layık olmak için gereken heyecan ve enerjinin 2004'te de eksik olmayacağını biliyorum. 2005 yılının Ocak ayında, daha büyük başarıların muhasebesini yapmak dileğiyle, Dünyada Ekonomi AVRUPA'DA BİR BÜYÜME MUCİZESİ : İRLANDA Yazan: Emre KOZLU Finansal Kurumlar, Kredi Analiz, Araştırma ve Yurtdışı Koordinasyon Bu ayki yazımızda, özellikle 1990'lı yılların ikinci yarısında göstermiş olduğu ekonomik büyüme ile dikkatleri üzerine çekmiş olan İrlanda'yı inceleyeceğiz. Bu ülkeyi seçmemizin başlıca sebebi, 1980'lerde İrlanda'nın kendi güçlü olduğu alanlara yoğunlaşarak niş pazarlar yaratmasının kısa sürede ülke ekonomisine kattığı ivmenin diğer gelişmekte olan ülkeler için de iyi bir örnek teşkil etmesidir. Nüfusu 3.9 milyon olan İrlanda 1990'lı yıllar boyunca AB ortalamasının 3 katı kadar bir ekonomik büyüme kaydetmiştir. Son döneme bakıldığında ise 2002'de % 6.9 olan reel büyümenin 2003 yılında % 1.8 seviyelerine gerilediği tahmin edilmektedir. Ancak, büyümenin ülke ekonomisinin yakından bağımlı olduğu ABD ekonomisindeki düzelmeyle birlikte 2004 ve 2005 yıllarında sırasıyla %3.6 ve %4.8 olarak gerçekleşeceği ve orta vadede de % 5 seviyelerinde korunacağı öngörülmektedir. Ülkenin ekonomik büyümesindeki pozitif trend dış ticaret için de geçerlidir. İrlanda, OECD ülkeleri arasında dış ticaret fazlasının GSYİH'ye oranı en yüksek ülke konumundadır. 2002 yılsonu rakamlarına göre dış ticaret fazlası € 38.1 milyar ile GSYİH'nın % 31'i seviyesinde olan İrlanda'nın ihracatında en önemli payı ülkede özellikle teknoloji ve kimya endüstrisi alanında faaliyet gösteren yabancı uluslararası şirketler almaktadır. Düşük maliyete kalifiye işgücü... İrlanda'nın yakın geçmişte göstermiş olduğu ekonomik büyümenin temel sebeplerinden biri ülkenin genç ve eğitimli nüfusuyla da desteklenen yabancı yatırımlardır. İrlanda, Avrupa'nın en genç nüfusa sahip ülkesidir. Nüfusun % 40'ı 25 yaşın altındadır. Anadilin İngilizce olmasının sağladığı avantaj yanında, bu genç nüfusun eğitim kalitesi ve motivasyonu da oldukça yüksektir. Eğitim harcamalarının toplam harcamalar içindeki payı % 13.5 ile gelişmiş Avrupa ülkelerinin çoğundan yüksek seviyededir. İrlanda, piyasaların dışa açıklığı ve işgücü pazarının yapısı ile OECD ülkeleri arasında en liberal ülkeler arasında bulunmaktadır. Ayrıca ücret seviyelerinin diğer Avrupa ülkelerine kıyasla düşüklüğü yabancı yatırımlar açısından önemli bir avantaj teşkil etmektedir. Üretim sektöründeki bir işçinin saatlik ücreti Almanya'da $ 25, ABD'de $ 21, İngiltere'de de $ 18 iken bu rakam İrlanda'da $ 15 civarındadır. Ülkede ücretler, ilk olarak devlet-işveren-sendika üçgeni arasında kurulup daha sonra içine farklı sosyal grupları da almış olan ‘Refah ve Eşitlik Programı' kapsamında merkezi olarak belirlenmektedir. Ücretlerin bu şekilde belirlenmesi, geçmiş yıllarda üzerinde mutabakata varılan vergi muafiyetleri yoluyla ücret seviyelerinde aşırı artışı engellemiştir. Fakat yeni vergi indirimleri mümkün olmadığı için 2004 yılında ücretlerde artış beklenmektedir. Diğer taraftan ücretlerdeki artış devam ederse ekonominin aşırı ısınması sonucu enflasyonun yükselmesinin söz konusu olabileceği düşünülmektedir. Vergi avantajları... Her ne kadar ücretlerdeki artış ve AB'nin genişlemesi İrlanda'nın uluslararası alandaki fiyat avantajını olumsuz etkileyecek olsa da yabancı yatırımın İrlanda'yı çekici bulmasının bunun dışında sebepleri de bulunmaktadır. Bunlar içinde belki de en önemlisi İrlanda'daki düşük kurumlar vergisi oranıdır. 1 Ocak 2003 tarihinden itibaren % 12.5 olan bu oran, ABD'de % 40, Almanya'da % 39.58 ve İngiltere'de % 30 olan oranlarla kıyaslandığında İrlanda'nın çekiciliği açıktır. Ancak İrlanda mali otoritelerinin 2001 ve 2002 bütçelerinde uyguladıkları çeşitli politikalar sonucu vergi gelirleri düşmüş; hükümetin sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik harcamalarının artması da buna eklenince 2000 yılında GSYİH'nın % 4.4'ü kadar fazla veren bütçe 2003'te % 0.4 açık vermiştir. Bu sebeple 2003 yılında dolaylı vergiler artırılmış ve özel tüketim vergileri gibi uygulamalar devreye sokulmuştur. Diğer girdilerde maliyetler... Ülkenin yatırım açısından cazibesini değerlendirirken çeşitli girdilerin maliyetlerini de göz önünde bulundurmamız yararlı olacaktır. Bunlar arasında en önemlileri enerji, su, iletişim ve arsa/ofis maliyetleridir. Sanayide kullanılan elektriğin maliyeti diğer Avrupa ülkelerine kıyasla daha pahalıdır, suyun maliyeti ise daha ucuzdur. İrlanda, Avrupa'nın en gelişmiş ve rekabetçi telekom altyapılarından birine sahiptir. Bu alanda son yıllarda $ 5 milyardan fazla yatırım yapılmıştır. Telekom sektörü tamamen özelleştirilmiş olup piyasada 20'den fazla şirket faaliyet gösterdiğinden iletişim maliyetleri diğer Avrupa ülkelerinin çoğu ile rekabet edebilecek seviyelere ulaşmıştır. Ofis kiraları ise Avrupa'nın büyük kentlerinin ortalamasının az da olsa üzerindedir. Yaşam maliyetlerinde ise Dublin'in sunduğu avantajlar dikkate değerdir. Dublin, Ocak 2003 itibarıyle dünyanın en pahalı 39. şehri olup; birçok büyük kent ile kıyaslandığında daha ucuz bir yaşam imkanı sunmaktadır. Sürekli büyüyen bir bilgi ekonomisi... İrlanda'da yapılan yabancı yatırımların önemli bir kısmı bilgi-yoğun alanlarda yoğunlaşmaktadır. Özellikle teknoloji ve AR-GE alanında yatırımları çekmeyi hedefleyen İrlanda, bunu uluslararası alanda kullandığı “İrlanda: Bilgi bizim doğamızdadır” sloganıyla da ortaya koymaktadır. 2003 yılında Google ve eBay gibi büyük internet şirketleri Dublin'de yeni merkezler kurmuşlardır. Güç ve otomasyon teknolojileri alanında dünyanın önde gelen firmalarından ABB de global AR-GE faaliyetlerini İrlanda'da kurmuş olduğu yeni merkezde sürdürmeye başlamıştır. 2003 yılında AR-GE alanında toplam € 100 milyon kadar yeni yatırım yapılmıştır. İrlanda'nın yakın gelecekte bu alanlarda daha da çok yatırım çekmesi beklenmektedir. İrlanda'da finansal hizmetler sektörü... İrlanda'nın uluslararası finans sektörü açısından özel bir yeri olduğunu belirtmemiz gerekir. Dublin, finansal hizmetler alanında dünyanın en hızlı büyüyen kentidir. Şüphesiz 1987 yılında hükümetin kurduğu “Uluslararası Finansal Hizmetler Merkezi” (IFSC) bunda önemli rol oynamaktadır. O zamanlarda finans sektörünün uluslararası alanda kazanmakta olduğu önemi görüp İrlanda'nın kendine özgü demografik profili ve işgücü yapısını da değerlendirmek amacıyla bu adımı atmış olan hükümetin vizyonu gerçekten etkileyicidir. Bugün IFSC bünyesinde Dublin'de faaliyet gösteren uluslararası şirket sayısı 450'yi bulmuştur. Bu şirketler bankacılık, leasing, özel sigortacılık gibi çok çeşitli alanlarda hizmet sunmaktadır. İrlanda bankacılık sisteminin aktif büyüklüğü Haziran 2003 itibarıyle € 212 milyar ile GSYİH'nın % 170'i gibi yüksek bir seviyededir. IFSC'nin başarısında resmi makamların potansiyel yatırımcılara her alanda sağladığı destek büyük rol oynamıştır. Otoritelerin bürokratik engellerden uzak bir ortam yaratmadaki başarısı IFSC'nin yabancılar için cazip bir yatırım merkezi olmasını sağlamıştır. Ayrıca İrlanda'nın Euro bölgesinde anadilin İngilizce olduğu tek ülke olması IFSC'de faaliyet gösteren şirketler açısından büyük avantaj sağlamaktadır. Para hareketleri ve kar transferi konusunda hiçbir kısıtlama bulunmamaktadır. IFSC şirketlerinin ödedikleri faizler ve dağıttıkları temettüler için de herhangi bir stopaj söz konusu değildir. Ayrıca IFSC'de bazı girdilerin maliyetlerinde ve kiralarda çeşitli indirimler de mümkün olabilmektedir. Sonuç olarak; Avrupa Birliği'ndeki genişlemenin yabancı yatırımı çekebilme anlamında yaratacağı yoğun rekabete rağmen, İrlanda yatırımcılara sağladığı çeşitli mali avantajlar, işgücü potansiyeli ve coğrafi konumundan kaynaklanan lojistik avantajlar sebebiyle cazip bir yatırım merkezi olmaya devam edecektir. Gelişmekte olan ülkelerin buradan çıkarabileceği en iyi ders, en güçlü oldukları alanlara odaklanmaları ve bu alanları geliştirmeye yönelik politikalar belirleyerek kendilerini uluslararası arenada farklılaştırmaları gerektiğidir. Dünyada Bankacılık BANKALAR İÇİN GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN BİR YOL: BASEL II Yazan : Didem Akyel, Finansal Kurumlar - Kredi Analiz, Araştırma ve Yurtdışı Koordinasyon Dünya bankacılık sektöründe son 10 yılın en önemli gelişmesi olarak kabul edilen Yeni Basel Mutabakatı - Basel II'ye son rötuşların verilmesi için zaman azalmaktadır. 1988 yılında kabul edilen ilk Basel Mutabakatı'nın eksiklerini gidermek, bankalara sermaye yeterliliği hesaplamalarında daha fazla esneklik sağlamak ve sektör genelinde risk yönetimini güçlendirmek amacıyla oluşturulan Basel II'ye hem alkışlar hem de tepkiler devam ederken yazdığımız bu yazı, son gelişmeler ve beklentileri özetlemektedir. Bankacılık sektöründe Basell II'ye karşı takdir, belirsizlik ve endişeyle karışık bir yaklaşım gözlenmektedir. Geçtiğimiz aylarda İngiltere'deki Radley Bankası tarafından yapılan araştırmaya katılan uluslararası bankaların çoğu Basel II'yi gündemlerinin en önemli stratejik konuları arasında göstermiştir. Ayrıca banka yöneticileri, Basel II'nin piyasada kökten değişikliklere yol açacağına, özellikle fiyatlamaların, ikincil piyasaların ve bazı portföy ve işkollarının ekonomik fizibilitesinin etkileneceğine dikkat çekmişlerdir. Basel II'ye uyum sürecinde en çok endişe yaratan ürünler ise proje finansmanı, özellikli krediler ve kurumsal krediler olarak sıralanmıştır. Öte yandan bankacılar arasında günümüzde bir çok riskin düşük fiyatlandırıldığını, dolayısıyla fiyatların yukarı çekilmesinin iyi olacağını savunanlar da bulunmaktadır. Son bir kaç ayda ne değişti..? Basel Komitesi'nin 2003'te yayınladığı 3'üncü İstişari Metin (Consultative Paper 3 veya CP-3) üzerine bankaların yorum ve görüşlerini bildirmeleri için 2003 yılsonuna kadar süreleri bulunmaktaydı. Gelen yorumlar ışığında Basel Komitesi Ekim ve Aralık'ta olmak üzere iki defa Mutabakat'a yapılan değişiklikleri yayınlamıştır. Yapılan değişiklikler önemli olmakla birlikte Mutabakat'ın ana temelleri değişmemiştir. CP-3'e gelen yorumlar arasında belki de en önemlisi "beklenen kayıplar" ve "beklenmedik kayıplar" hesaplamalarının içsel değerlendirmeye dayalı yaklaşım (Internal Ratings Based approach - IRB) altındaki muamelesi olmuştur. Beklenen kayıplar belli bir ekonomik dönem içerisinde gerçekleşmesi beklenen kredi kayıplarının yıllık ortalaması olarak açıklanabilir. Bir bakıma tüm kredi riski hesaplarının temelinde aslında beklenen kayıpların yatıyor olması nedeniyle bu kavramın üzerinde bu kadar durulması doğaldır. Öte yandan beklenmedik kayıplar ise, geri ödenmeyen kredilerin miktarlarındaki belirsizliğin yarattığı sonuç, ya da başka bir deyişle kredi kayıplarının standart deviasyonu şeklinde tanımlanabilmektedir. Parmalat ve Enron gibi skandalların da gösterdiği gibi aslında sektör kredilerindeki asıl risk unsuru burada yatmaktadır. CP-3'de detaylandırılan IRB yaklaşımı altında sermaye gereği hesaplamaları hem beklenen hem de beklenmedik kayıpları işin içine katmaktaydı. Ancak bankalardan gelen tepkiler sonucu Basel Komitesi'nin Ekim 2003 gelişme raporunda risk ağırlıklı aktiflerin ölçümünde sadece beklenmedik kayıpların kullanılmasına karar verilmiştir. Beklenen kayıp hesaplamaları ise bankaların bu tür kayıplar için her halükarda ayıracağı karşılıklarla kıyaslanacaktır. Sonuç itibariyle gerçekleşmesi zaten beklenen kayıplar için IRB altında fazladan bir sermaye ayrılması gereği ortadan kalkmıştır. Daha fazla detaya girmeden belirtebiliriz ki, bu gelişme bir çok banka tarafından olumlu karşılanmış, ancak ayrılan karşılıklar konusunda tartışmalar henüz sonuçlanmamıştır. CP-3'e gelen başlıca tepkilerden bir başkası da seküritizasyonlarla ilgili kısımların basitleştirilmesidir. Bu konuda ciddi yol katedilmesine rağmen bazı finansal kurumlar değişikliklere rağmen halen seküritizasyonlarla ilgili bölümlerin karmaşıklığından şikayet etmektedir. Teknik detaylar bir tarafa, Basel II'nin seküritizasyonlar üzerindeki en önemli etkisi şöyle gerçekleşebilecektir: bankaların taşıdığı gerçek riski daha iyi yansıtacak olan Basel II uygulamaları sonucu seküritizasyonlar artık bankalar için düzenleyici sermaye ihtiyaçlarını azaltacak bir araç olmaktan çıkabilecek, bu da seküritizasyonların azalması anlamına gelebilecektir. Piyasada hali hazırda uygulanan kredi riskini hafifletme tekniklerinin Basel II'ye nasıl entegre edilebileceğini tartışmaya devam eden Komite, bunun yanı sıra counterparty kredi riskleri ile alımsatım portföylerinin de nasıl değerlendirileceği konularını henüz açıklığa kavuşturamamıştır. Mutabakat'ın mevcut versiyonunda üstü kapalı referanslar yapılan evsahibi ve uluslararası denetçiler arasında işbirliğinin sağlanması noktasının detaylandırılması da Komite'ye gelen talepler arasındadır. Komite bu konulardaki çalışmalarını kısa süre içinde yayınlayacağını duyurmuştur. Basel II'nin zaman çizelgesi: bundan sonra ne olacak..? Basel II ile ilgili çalışma grupları yukarıdaki son öneriler üzerine Komite'nin Mayıs 2004'teki toplantısına kadar görüş bildirebileceklerdir. Komite Mutabakat'ın son versiyonunu Haziran 2004'e kadar tamamlamayı planlamaktadır ki bu tarihin bir kez daha ertelenmesi Basel Komitesi'nin kredibilitesini olumsuz etkileyebilecektir. 2005 sonunda "paralel raporlama fazı"na geçilmesi ile uluslararası alanda faaaliyet gösteren bankalar hem eski hem de yeni mutabakat formatlarında raporlama yapabileceklerdir. Ancak Basel II'ye uyumu zorunlu bulunan G-10 ülkelerinin bankaları 2006 yılsonu itibariyle sadece yeni mutabakata göre raporlama yapacaktır. Sadece geçiş döneminde bankalar değişik yaklaşımları birleştirerek kullanabilecek olup, daha sonra ise değişik portföyler için farklı yaklaşımlar kullanılması mümkün olmayacaktır. Gelişmekte olan ülkeler ise bir zaman kısıtlamasına tabi tutulmadan yeni uygulamaya geçebileceklerdir. Burada belirtilmelidir ki uluslarası bankaların gelişen ülkelerde iş yaptıkları bankalara yaklaşımları sözkonusu bankanın Basel II'ye uyum seviyesi ile doğrudan bağlantılı olacağından, özellikle yurtdışı borçlanmaları yüksek seviyede olan bankalarının en kısa zamanda bu uygulamaya geçmeleri onların avantajına olacaktır. Önemli bir nokta: Operasyonel Risk… Son olarak, bütün bu süreç içerisinde özellikle bir konu üzerinde daha fazla durulması gerektiğini düşünmekteyiz: Basel II'nin getirdiği bir yenilik olan "Operasyonel Risk" kavramı. Kısaca tanımlamak gerekirse operasyonel risk iki bileşenden oluşmaktadır: (1) sistem hatası, dolandırıcılık gibi bağımsız ve bir seferlik olaylardan kaynaklanan kayıplar; (2) rekabet ortamında yaşanan değişim nedeniyle bankanın işlerinin ve operasyonel ekonomisinin bozulması. Yakın zamanda yapılan bazı sayısal etki çalışmaları operasyonel riskin yaratacağı sermaye ihtiyacının yeni kredi riski uygulamalarının getireceği avantajları dengeleyeceğini hatta geçebileceğini göstermektedir. En kısa zamanda bankaların operasyonel risk hesaplamalarında kullanılacak teknolojik donanım ve insan kaynağını oluşturmaları gerekmektedir. Teknolojik donanım aynı zamanda kredi riski hesaplamalarında da önem taşıyacaktır. Örneğin IRB yaklaşımını kullanacak bankaların mevcut risklerini sınıflandırabilmek için portföylerini detaylı bir şekilde segmente etmeleri ve uzun veri setleri depolamaları gerekecektir. Kısa bir değerlendirme... Basel II ile ilgili sürekli tekrarlanan eleştirilerden biri bütün bankaların gelişmiş modelleri uygulayacak personel ve teknik donanıma sahip olmaması nedeniyle eşitsizlik yaratılacağıdır. Gelişen pazarlarda aktif bir banka olan ABN Amro'ya göre Basel II sofistike olmayan bankalar arasında konsolidasyonun artmasına sebep olacaktır. Öte yandan daha gelişmiş iç derecelendirme modellerini uygulayan bankalar arasında da farklar görülebilecektir. Örneğin Citibank'ın iç derecelendirmesi sonucu bir ülkeye bakışı ve verdiği risk notu ile Deutschebank'ın verdiği not faklılık gösterebilecektir ki bu durum en azından ilk başlarda bankaların söz konusu ülkelerde ne kadar risk taşımak isteyecekleri ve bu riskleri nasıl fiyatlandıracakları gibi konuları etkileyecektir. Birçok Avrupa bankası son tarihten önce gerekli hazırlıkları tamamlayacaklarını söylerken ABD banka ve finansal otoriteleri henüz kesinleşmeyen konular bulunması ve uygulamaya geçiş tarihinde değişiklikler olması nedeniyle Basel II hazırlıklarına başlamakta geç kalmışlardır. Zaten Avrupa Komisyonu'nun sermaye yeterlilik standartlarını CAD 3 adı verilen bir direktifle bütün Avrupa bankaları için zorunlu hale getirme planlarına karşılık, ABD otoriteleri uygulamanın sadece en büyük 10 Amerikan bankası için zorunlu kılınacağını açıklamıştır (daha sonra sıradaki 10 en büyük Amerikan bankasının da gönüllü olarak uygulamaya katılacaklarını belirtmesiyle bu sayı 20'ye çıkmıştır). Bundan sonraki dönemlerde de Avrupa ve ABD otoriteleri arasındaki Basel II'ye ilişkin uygulama farklılıkları uluslararası rekabet ortamını etkileyecek önemli bir faktör olacaktır. İç Ekonomi Çin Mallarına Karşı Tedbir Sanayi ve Ticaret Bakanı Coşkun, Çin mallarına karşı gümrüklerde standartlara uygunluk açısından tedbir aldıklarını kaydetti. Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, Hükümet olarak Çin mallarına karşı, standartlar açısından, gümrüklerde standartlara uygunluk açısından tedbir aldıklarını belirtti. 2005 yılında Dünya Ticaret Örgütü'nün aldığı kararlarının da yürürlüğe girmesiyle büyük bir rekabet başlayacağını söyleyen Bakan, "Bu nedenle Çin mallarına karşı gümrüklerde standartlara uygunluk açısından tedbir alıyoruz. Diğer gümrük tarifelerini yükseltme şansına sahip değiliz" dedi. Tekstilciler Uyardı Bakan Coşkun, Türkiye'nin 1 Ocak 1996 tarihinde AB karar organında yer almadan Gümrük Birliği'ne girdiğini anımsatarak, Türkiye'nin Gümrük Birliği dolayısıyla ortak gümrük tarifesine tabi olduğunu söyledi. Üçüncü dünya ülkelerine karşı uygulanan gümrük tarifesinin AB tarafından hazırlandığını ve Türkiye'nin ona uymak mecburiyetinde olduğunu ifade eden Coşkun, şöyle konuştu: "Şimdi yıllar geçti. Gerekli tedbirler alınmadı. Bugün 6-7 yıl gecikmiş olarak Çin mallarının sıkıntısını çekiyoruz". Bakan Ali Coşkun, bunun için birçok üründe ihtisas gümrükleri kurduklarını ve referans fiyat uygulaması yaptıklarını kaydederek, "Küreselleşme sürecini, gümrük birliğini herkes alkışlayıp, sonra da karşısına çıkan sorunlar karşısında ne yapacağız diye düşünme dönemi geçti" dedi. Piyasa kontrollerinin, TSE laboratuar çalışmalarının oldukça genişletildiğini belirten Bakan Coşkun, bunun son 7-8 ayda aşağı yukarı iki katına çıktığını belirtti. Dış Ticaret Açığı 18.3 Milyar Dolar Dış ticaret açığı 2003'ün 11 aylık döneminde yüzde 36.9 artışla 18.3 milyar dolar olarak gerçekleşti. Kasım ayında ise dış ticaret açığı yüzde 5.6 azaldı. Ekonomide toparlanmanın yaşandığı ve rekor ihracatın gerçekleştiği 2003 yılının ilk 11 ayında dış ticaret açığı yüzde 36.9 artarak 18.3 milyar dolar oldu. Devlet İstatistik Enstitüsü'nden yapılan açıklamaya göre, geçtiğimiz yıl Ocak-Kasım döneminde ihracat yüzde 29.2 artarak 42.4 milyar dolara yükselirken, ithalat yüzde 31.4 artarak 60.7 milyar dolara ulaştı. Ocak-Kasım dönemi itibariyle ihracatın ithalatı karşılama oranı ise yüzde 71.1'den yüzde 69.9'a geriledi. Kasım'da Açık Yüzde 5.6 Azaldı Türkiye, 2003 yılı Kasım ayında ise 3 milyar 859 milyon dolarlık ihracat, 5 milyar 150 milyon dolarlık da ithalat yaptı. Buna göre Kasım'da, geçen yılın aynı ayına oranla ihracat yüzde 7.4, ithalat da yüzde 3.8 arttı. Dış ticaret açığı Kasım'da yüzde 5.6 azalarak, 1 milyar 369 milyon dolardan, 1 milyar 292 milyon dolara düştü. Geçen yılın Kasım ayında yüzde 72.4 olan ihracatın ithalatı karşılama oranı da yüzde 74.9'a yükseldi. Sermaye Malı İhracatı Yüzde 58.6 Arttı Geçen yılın Ocak-Kasım döneminde, sermaye malları ihracatı yüzde 58.6 oranında arttı. Bir önceki yılın 11 ayında 2 milyar 473.3 milyon dolar olan sermaye malı ihracatı bu yıl 3 milyar 923.4 milyon dolara çıktı. Bu dönemde, ara malı ihracatı yüzde 24.6 artarak 13 milyar 356.2 milyon dolardan 16 milyar 637.3 milyon dolara, tüketim malları ihracatı da yüzde 27.6 artarak 16 milyar 881.5 milyon dolardan 21 milyar 546.8 milyon dolara yükseldi. Ekonomik faaliyet alanına göre, 11 aylık dönemde, tarım ve ormancılık ürünleri ihracatı yüzde 17.8, balıkçılık ürünleri ihracatı yüzde 18.7, madencilik ve taşocakçılığı ürünleri yüzde 33.5, imalat sanayi ürünleri ihracatı yüzde 29.6 arttı. Türkiye'nin ihracatının yüzde 93.4'ünü imalat sanayi ürünleri, yüzde 5.1'ini tarım ve ormancılık ürünleri, yüzde 1.1'ini de madencilik ve taşocakçılığı, yüzde 0.1'ini balıkçılık ürünleri oluşturuyor. AB'den İthalatta Yüzde 32.6 Artış Geçen yılın Ocak-Kasım döneminde, AB'den ithalat yüzde 32.6, bu ülkelere yönelik ihracat yüzde 31.4 arttı. DİE verilerine göre 11 ayda, AB'den ithalat 20 milyar 700.6 milyon dolardan 27 milyar 439.9 milyon dolara, bu ülkelere ihracat ise 16 milyar 791.1 milyon dolardan 22 milyar 068.1 milyon dolara yükseldi. Ocak Ayı Enflasyon Tahmini % 1.7 Ocak ayında TEFE'nin yüzde 1.7, TÜFE'nin yüzde 1.6 artması bekleniyor. Çekirdek enflasyon tahmini ise binde 7. Sıkı maliye politikalarının desteğiyle, 2003 genelinde son 28 yılın en düşük enflasyonunu gören Türk ekonomisinde, Ocak ayı enflasyon tahmini yüzde 1.7 olarak belirlendi. CNBC-e'nin 25 banka ve aracı kurum ekonomisti arasında yaptığı ankete göre, Ocak ayında Toptan Eşya Fiyatları Endeksi'nde (TEFE) artışın yüzde 1.7, Tüketici Fiyatları Endeksi'nde ise artışın yüzde 1.6 artması bekleniyor. Çekirdek enflasyon olarak da bilinen özel imalat sanayi fiyat artışı tahmini ise yüzde binde 7 olarak belirlendi. Aynı ankette, Şubat ayı TEFE artış tahmini yüzde 1.5, TÜFE tahmini yüzde 1.4 olurken; yıl sonu TEFE yüzde 12, TÜFE yüzde 13.4 olarak öngörüldü. Ekonomistlerin yıl sonu dolar kuru tahmini ise 1 milyon 562 bin 788 lira olarak belirlendi. 28 Yılın En Düşük Enflasyonu Ekonomi yönetiminin uyguladığı sıkı maliye politikalarının da desteğiyle, enflasyon 2003'te öngörülen hedeflerin altına inerek, son 28 yılın en düşük düzeyine gelinmişti. Yıllık enflasyon 2003'de TEFE'de yüzde 13.9 ve TÜFE de yüzde 18.4 oldu. Hükümet enflasyonun 2003 sonu için TÜFE'de yüzde 20'lik hedefin altında, TEFE'de de yüzde 17.4'ten 16.5'e çekilen hedef civarında gerçekleşmesini öngörüyordu. Cari İşlemler Açığı 4.2 Milyar Dolar Ekonomik göstergelerde iyileşme devam ederken, cari açık yılın 11 aylık döneminde 4.2 milyar dolara çıktı. Hükümet, 2003 yılının tamamında cari açığın 6 milyar doların altında kalacağını öngörmüştü. Türkiye'nin cari işlemler dengesi 2003 yılının ilk 11 aylık döneminde 4.2 milyar dolara çıkarken, Kasım ayında cari açık 466 milyon dolara tırmandı. Türkiye böylece üç aylık aradan sonra cari açık verirken, 7.7 milyar dolarlık yıl sonu hedefinin altında kalınacağı da netleşmiş oldu. Merkez Bankası, Kasım ve Ocak-Kasım 2003 dönemine ilişkin ödemeler dengesi bilançosunu açıkladı. Buna göre cari işlemler dengesi, 3 aylık aradan sonra kasım ayıyla birlikte 466 milyon dolar açık verdi ve OcakKasım 2003 dönemi açığı 4 milyar 203 milyon dolar oldu. Merkez Bankası, turizm gelir ve giderleriyle ilgili verilerinin kesinleşmesi ve dış ticaretle ilgili verilerin güncellenmesi nedeniyle daha önce 119 milyon dolar açık verildiği açıklanan Ekim 2003 ayında cari işlemler dengesinde 59 milyon dolar fazla oluştuğunu belirledi. Geçen yıl aynı dönemde 200 milyon dolar olan cari işlemler açığının bu yıl 4 milyar dolar daha fazla gerçekleşmesinde Ocak-Kasım dönemi dış ticaret açığının yüzde 63.3 oranında artarak 11 milyar 200 milyon dolara yükselmesi etkili oldu. Bu dönemde ihracat (FOB) gelirleri 29.2 artarak 42 milyar 385 milyon ABD doları olarak gerçekleşirken, bavul ticareti gelirleri yüzde 3.7 azalarak 3 milyar 599 milyon dolarda kaldı. Altın dahil ithalat (CIF) harcamaları ise yüzde 31.4 oranında artarak 60 milyar 679 milyon dolara ulaştı. Türkiye'nin 2002 Ocak-Kasım döneminde 13 milyar 870 milyon dolar olan hizmet gelirleri geçen yıl aynı dönemde 16 milyar 198 milyon dolara, hizmet giderleri ise 6 milyar 351 milyon dolardan 7 milyar 363 milyon dolara kadar çıktı. Hizmetlerden sağlanan net gelir yüzde 17.5 artarak 7 milyar 529 milyon dolardan 8 milyar 836 milyon dolara yükseldi. Ocak-Kasım 2003 döneminde turizm gelirleri, bir önceki yıla göre yüzde 13.9 oranında artarak 9 milyar 353 milyon dolar olarak gerçekleşirken, turizm harcamaları 1 milyar 957 milyon dolar oldu. Net turizm gelirleri, bir önceki yıla göre yüzde 14.8 oranında artarak 7 milyar 396 milyon dolar oldu. Hizmetlerin diğer önemli kalemi olan taşımacılık gelirleri ise dış ticaret hacmindeki artışa paralel olarak yüzde 14.7 oranında, giderleri de yüzde 25.9 oranında arttı. Bu nedenle net taşımacılık geliri yüzde 9.6 oranında azalarak 715 milyon dolar oldu. Yatırım gelirleri dengesi ise 5 milyar 49 milyon dolar çıkışla sonuçlandı. Yatırım gelirleri dengesinde bir önceki yılın aynı döneminde ise 4 milyar 130 milyon dolarlık çıkış yaşanmıştı. Yatırım gelirleri içerisinde yer alan doğrudan yatırım gelirlerinde 216 milyon dolarlık, portföy yatırım gelirlerinde 1 milyar 163 milyon dolarlık, faiz ödemeleri ve gelirlerine ilişkin denge ise 3 milyar 670 milyon dolarlık çıkışla sonuçlandı.Bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 1,6 oranında azalan cari transferler 3 milyar 210 milyon dolarda kalırken, bu kalemin içerisinde en büyük paya sahip olan işçi gelirleri, 2 milyar 70 milyon dolar olarak gerçekleşti. Diğer bir kalem olan bedelsiz ithalattan kaynaklanan girişler de aynı dönemde yüzde 10.4'lük azalışla 883 milyon dolara indi. Finans hesapları ise 1 milyar 303 milyon dolarlık net girişle sonuçlandı. Bu kapsamda Türkiye'ye doğrudan yatırım yoluyla sadece net olarak 19 milyon dolarlık bir sermaye girişi kaydedildi. Bu dönemde yabancılar doğrudan yatırım için Türkiye'ye net 458 milyon dolarlık sermaye getirirken, Türiye'den bu amaçla yurt dışına çıkan sermaye miktarı ise 439 milyon dolar oldu. Portföy Yatırımlarında Net Azalma Var 2002 yılının Ocak-Kasım döneminde 732 milyon ABD dolarlık net çıkış gösteren portföy yatırımlarında kasım ayındaki 552 milyon dolarlık net çıkışa rağmen 2003 yılının Ocak-Kasım döneminde 2 milyar 239 milyon dolarlık net giriş yaşandı. Portföy yatırımlarının varlıklar yer alan yurtiçinde yerleşik kişilerin yurtdışında menkul değer alım-satımları 1 milyar 127 milyon dolarlık net alımla sonuçlandı. Yükümlülükler bölümünde yer alan Hazinenin yurtdışında tahvil ihraçları ise 1 milyar 509 milyon doları tutarında net borçlanmayla, yabancıların, hisse senedi piyasasındaki işlemleri 954 milyon dolarlık net alımla sonuçlandı. Aynı dönemde yabancılar Devlet tahvili ve Hazine bonosu piyasasında ise 1 milyar 80 milyon dolarlık net alım yaptılar. Ticari ve diğer krediler ile mevduatlardan diğer yatırımlar kaleminde ise 1 milyar 675 milyon dolarlık giriş görüldü. Bu bölümde yer alan yurtdışına yapılan ihracat işlemleri karşılığı açılan ticari krediler 596 milyon dolar olarak gerçekleşti. Aynı dönemde yurt dışına açılan nakit krediler ise 392 milyon dolar oldu. Bankaların yurtdışı muhabirleri nezdindeki döviz mevcutları ise 1 milyar 258 milyon dolar azaldı. Bu kapsamda ithalatın finansmanı amacıyla sağlanan ticari krediler 852 milyon doları uzun ve 685 milyon doları da kısa vadeli olmak üzere toplam 1 milyar 537 milyon dolar olarak gerçekleşti. Yeni Lira 2005'te Tedavüle Çıkıyor Türk Lirası'ndan altı sıfır atılmasını öngören yasa Resmi Gazetede yayımlandı. Buna göre, 2005'ten itibaren 1 milyon TL, 1 Yeni Lira olacak. Yıllardır ekonominin gündeminde olan Türk Lirası'ndan altı sıfır atılmasını öngören yasa Resmi Gazetede yayımlandı. Yasaya göre Bakanlar Kurulu, Yeni Türk Lirası ve Yeni Kuruşta yer alan "Yeni" ibarelerini kaldırmaya ve uygulamaya ilişkin esasları belirlemeye yetkili olacak. Türk Lirası, Yeni Türk Lirası'na dönüştürülecek ve Türk Lirası'ndan 6 sıfır atılacak. Buna göre, Türk Lirası değerleri Yeni Türk Lirası'na dönüştürülürken "1 milyon Türk Lirası eşittir, 1 Yeni Türk Lirası" değişim oranı esas alınacak. Yasalarda ve diğer mevzuat ile idari işlemlerde, yargı kararlarında her türlü hukuki muamelelerde, kıymetli evrak ve hukuki sonuç doğuran diğer belgeler ile ödeme ve değişim araçlarında Türk Lirası'na veya liraya yapılan atıflar değişim oranında Yeni Türk Lirası'na yapılmış olacak. Halen tedavülde bulunan, tedavülden çekilen veya tedavüle çıkarılacak olan banknotların resim ve görüntülerinin çoğaltılması ve yayınlanmasına ilişkin boyut,renk, malzeme, çözünürlük, üzerinde bulunacak ibareler ve benzeri konularla ilgili koşullar Merkez Bankası'nca belirlenecek ve Resmi Gazetede ilan edilecek. Yasanın geçici maddelerine göre, halen tedavülde bulunan Türk Lirası banknotlar ile madeni paralar, 1 Ocak 2005 ile 31 Aralık 2005 tarihleri arasında Yeni Türk Lirası banknotlarla ve yeni çıkarılacak madeni paralarla birlikte geçerli olacak. Yasanın uygulanmasında karşılaşılan tereddütleri gidermeye ve gerekli düzenlemeleri yapmaya Hazine Müsteşarlığı'nın bağlı bulunduğu bakan yetkili olacak. Türk Lirası üzerinden yapılan her türlü hukuki muamele ile hukuki sonuç doğuran belgelerin değişim oranı dikkate alınarak 31 Aralık 2005'e kadar Yeni Türk Lirası'na göre değiştirilmesi halinde, işlemler ve düzenlenecek belgeler, her türlü vergi, resim, harç ve diğer yükümlülüklerden muaf olacak. 1 Ocak 2005 ile 31 Aralık 2005 tarihleri arasında bütün mal ve hizmet bedellerinin düzenlenecek etiket ve tarife listelerinde "Türk Lirası" ve "Yeni Türk Lirası" üzerinden, ayrı ayrı gösterilecek. Şahenk: Türkiye Yatırım Üssü Olacak Doğuş Holding Yönetim Kurulu Başkanı Şahenk, bu yıl Türkiye'nin Ortadoğu'nun yatırım üssü niteliği kazanacağını söyledi. Doğuş Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk, Türkiye'nin 2004 yılından itibaren yabancı yatırım çekmeye başlayacağını ve Ortadoğu bölgesi için bir yatırım üssü olacağını savundu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ABD gezisine katılan Şahenk yaptığı açıklamada, Türkiye'nin genel devlet yapısı ve organizasyonuyla Ortadoğu'da "örnek devlet" olarak algılandığını kaydetti. Türkiye'nin ABD ile sahip olduğu yüksek ticari potansiyelin altını çizen Şahenk, Türk iş dünyasının rekabetçi bir şekilde ABD'ye mal satabileceğini belirtti. Şahenk, Türkiye'nin 2004 yılından itibaren yabancı yatırım çekmeye başlayacağını savunarak, "Yoğun yabancı sermaye girişi, Türkiye'yi Ortadoğu'nun yatırım üssü niteliğine kavuşturacak" dedi. Şahenk, Türkiye'nin doğru adımları atması halinde 2004 sonrasında Uluslararası Para Fonu'na ihtiyaç kalmayacağını da savunarak, "IMF ile yaşamak istemiyorsanız, ekonomik ve yapısal reformların kararlılıkla uygulanmasına önem verilmeli" dedi. Doğuş Holding Başkanı Şahenk, ABD'de önde gelen kuruluşların Türkiye'de doğru yolda olduğunu ilettiklerini de kaydetti. Bayramda Kartla 345 Trilyon Harcandı Kurban Bayramı tatili boyunca toplam 345.4 trilyon lira tutarında kartlı harcama yapıldı. Bankalararası Kart Merkezi (BKM) verilerine göre, 31 Ocak-4 Şubat tarihleri arasındaki 5 günlük bayram tatili boyunca, kredi kartlarıyla 8 milyon 523 bin 275 adet işlem yapıldı. 31 Ocak Arife günü switch sisteminden 3 milyon 144 bin 332 adet işlem geçerken, geçtiğimiz Kurban Bayramı arifesine göre yüzde 17.5 artış kaydedildi. Bayram tatili süresince en çok harcama, market ve alışveriş merkezlerinde yapıldı. Kredi kartı işlemlerinin yüzde 27.80'i market ve alışveriş merkezlerinde, yüzde 19.49'u benzin istasyonlarında, yüzde 9.19'u giyim ve aksesuar sektöründe, yüzde 4.45'i yiyecek sektöründe, yüzde 3.27'si ise telekomünikasyon sektöründe gerçekleşti. Harcama tutarları ise market ve alışveriş merkezlerinde 96.3 trilyon lira, benzin istasyonlarında 67.5 trilyon lira, giyim ve aksesuar mağazalarında 31.8 trilyon lira, yiyecek sektöründe 15.4 trilyon lira, telekomünikasyon sektöründe 11.3 trilyon lira olarak gerçekleşti. Ekonomi Haberleri K. Strateji, İş Geliştirme Tarım Fiyatlarındaki Şok Artış ile TEFE Yüksek... TÜFE ise Hedefler ile Uyumlu... DİE verilerine göre, Ocak ayında TÜFE %0.7 artarken, olumsuz hava koşullarının etkisiyle tarım fiyatlarındaki artış TEFE'deki yükselişi %2.6'ya taşıdı. Yıllık bazda TÜFE 'de son 31 yılın en düşük rakamı olan %16.2'ye, TEFE'de ise son 29 yılın en düşük rakamı olan %10.8'e ulaşıldı. Ağır kış koşullarının olumsuz etkilediği tarım fiyatları, Ocak ayı enflasyonunda tek haneye inilmesini önledi. Tarım, balıkçılık ve ormancılık alt sektöründe fiyat artışları aylıkta %9.3, yıllıkta %21.8 oldu. TEFE'deki aylık artışın 2.1 puanlık kısmı tarım fiyatlarından kaynaklanırken imalat sanayinin etkisi sadece 0.5 puan oldu. Tarım fiyatlarında yaşanan şok artışlar enflasyon üzerinde önemli etkiler doğurmaktadır. TCMB'nin bu konuda yaptığı çalışmalar, tarım fiyatlarındaki %10'luk şok bir artışın izleyen altı ayda gıda fiyatlarını %5.1 yükselttiğine işaret etmektedir. Tarım fiyatlarındaki %10'luk şok bir artışın toplam TÜFE endeksine etkisi ise daha zayıf bir görüntü çizmektedir. Tarımdaki %10'luk şok artışın, takip eden altı aylık periyotta, TÜFE'yi, %2.6 oranında artırdığı hesaplanmaktadır. TÜFE ile Tarım fiyatları arasındaki etkileşim, enflasyonun tek haneye doğru yol aldığı bir ortamda, olumsuz mevsimsel etkilerin hedefleri tehdit edebileceğini ortaya koymaktadır. TCMB böyle bir riskin ithalat ile aşılabileceğini dile getiriyor. Mevsimsel etkilerin yoğun olduğu dönemlerde tarım ürünlerinin ithalatını (gümrük vergi oranlarının indirilmesi ile) artırmak sureti ile enflasyon üzerindeki baskının kaldırılabileceği belirtiliyor. %0.7'lik Ocak ayı TÜFE enflasyonu, %12.0'lik yıl sonu enflasyon hedefi ile uyumlu bir görüntü sergilemiştir. TEFE'de ise %1.6-1.8 bandı %12'lik yıl sonu enflasyon hedefi ile uyum göstermekte idi. Olumsuz mevsimsel koşulların Şubat ayında da TEFE üzerinde baskı kurması durumunda, yıl sonu hedefinin ulaşılabilirliği zora girebilecek. %12'lik enflasyon hedefinin tutturulabilmesi için aylık ortalama TEFE enflasyonunun yılın kalan aylarında %0.8 seviyesini aşmaması gerekmektedir. Geçtiğimiz yılın Şubat-Aralık döneminde aylık ortalama TEFE artışı %0.7 seviyesinde kalmıştı. Ancak, o dönemde, TL %15 oranında nominal değer kazanmış, reel ücretler %4-5 dolayında gerilemiş, kamu ve özel sektör maaş zamları hedef enflasyona göre ayarlanmış, döviz kurundan enflasyona geçiş süresi 3 aya çıkmış, akarkayıt ve enerji fiyatlarına herhangi bir zam yapma gereği hissedilmemiş, firmalar üretim ve fiyatlama mekanizmalarını rasyonalize ederek düşük enflasyon ortamına katkı sağlamışlardı. 2003 yılında enflasyonu düşüren bu temel faktörlerin, 2004 yılında da aynı kuvvette devam edebileceğini söylemek şu anki koşullarda oldukça zordur. TL döviz kuru karşısında rekor seviyelerde değer kazanırken, ekonomideki parasallaşma süreci hızlanmıştır. Hükümetin, Ocak ayında emekli maaşlarına ve asgari ücrete yaptığı yüksek oranlı zamlar, enflasyonla uyumlu olmayan bir görüntü çizmiştir. Son olarak, TCMB'nin faiz indirme politikasına değinmek istiyoruz. 5 Şubat'taki 2 puanlık indirim, herşeyden önce, TCMB'nin para politikasında TEFE'yi değil, TÜFE'yi baz aldığını bir kez daha ortaya koymuştur. %0.7 gibi tarihi düşük seviyesinde gerçekleşen Ocak ayı TÜFE enflasyonu, üçer aylık ortalamalar ile mevsimsel etkilerden arındırılmış yıllık TÜFE enflasyonunu %5-6 dolayına çekmiştir. Buna ek olarak, Ocak ayında, TL'nin döviz kuru karşısında %6 oranında reel olarak değerlenmesi ve yüksek üretim seviyesine ilişkin kuvvetli sinyaller, faiz indirimini gerekli kılmıştır. Aksi durumda, TCMB'nin faiz indirme politikasında takip ettiği para politikası kuralı, O/N faizlerin işaret ettiği exante reel faiz seviyesi ile çelişecekti. 2 puanlık indirimin ardından, ex-ante reel faiz seviyesi (O/N bazda) %14-16 bandında görünmektedir. Söz konusu seviyenin sonbahar aylarında %6-10 bandında olması, TCMB'nin TL'deki aşırı değerlenme ve enflasyondaki gerilemeye rağmen faiz indiriminde oldukça ihtiyatlı davrandığını ortaya koymaktadır. Ayrıca, mevcut para politikası kuralı, hükümetin, kredibl bir mali paket açıklaması halinde, TCMB'nin yeni bir faiz indirimine gidebileceğine işaret etmektedir. Aralık ayı dış ticaret hacmi, düşük Kasım performansını kompanse edecek... 2003 yılı Kasım ayında geçen yılın aynı ayına göre ihracat %7.4 oranında artarak US$ 3,859 milyon, ithalat ise %3.8'lik artışla US$ 5,150 milyon seviyesinde gerçekleşti. Dış ticaret açığı %5.6 oranında azalarak US$ 1,292 milyona düşerken; 2002 yılı Kasım ayında %72.4 olan ihracatın ithalatı karşılama oranı %74.9'a yükseldi. 2003 yılı Ocak-Kasım döneminde ise 2002 yılının aynı dönemine göre ihracat %29.2 artışla US$ 42,385 milyon, ithalat ise %31.4 artışla US$ 60,679 milyon olarak gerçekleşti. 2003 yılının ilk onbir ayında dış ticaret açığı geçen yılın aynı dönemine göre %36.9 artışla US$ 13,367 milyondan US$ 18,293 milyona yükseldi. İhracatın ithalatı karşılama oranı ise %71.1'den %69.9'a düştü. 2003 yılı Kasım ayı dış ticaret rakamlarındaki en dikkat çekici gelişme, artış oranlarının önceki aylara göre oldukça düşük kalması oldu (ihracatta %7.4, ithalatta %3.8). Ocak-Ekim döneminde, aylık ortalama artışlar ihracatta %32, ithalatta ise %35 olarak gerçekleşmişti. Bu ani düşüşte, Kasım ayındaki 10 günlük bayram tatilinin etkili olduğu tahmin edilmektedir. Dış ticaret verileri incelendiğinde, Kasım ayındaki uzun tatil nedeni ile dış ticaret işlemlerinin Aralık ayına kaydırılmış olması muhtemel görülüyor. TİM'in açıkladığı US$ 4,911 milyonluk Aralık ayı ihracat rakamı geçen yılın aynı ayına göre %50 gibi yüksek bir artışa işaret ediyor. İthalat tarafında ise konsolide bütçede açıklanan "ithalden alınan KDV" kalemi incelendiğinde, Aralık ayında bu rakamın hem TL hem de US$ bazında rekor seviyede olduğu; hatta Ocak-Kasım ayları ortalamasının yaklaşık 1.5 katı olduğu görülmektedir. Bu faktörler dikkate alındığında Aralık ayı ithalatının US$ 8.1 milyar seviyelerinde olacağı tahmin ediliyor. Yukarıda bahsedilen göstergeler ışığında, 2003 yılı ihracatının US$ 46.8 milyar, ithalatının US$ 68.7 milyar ve böylece 2003 yılı dış ticaret açığının da US$ 21.9 milyar seviyesinde gerçekleşmesi bekleniyor. 2003 yılı cari işlemler açığının ise US$ 7.0 milyar seviyesinde gerçekleşeceği tahmin ediliyor. 2003 yılında verimlilik artışı, işçi maliyetlerinin düşmesi, €/$ paritesindeki artış ve faiz oranlarının düşüş trendine girmesi ihracatın program hedeflerinin üzerinde gerçekleşmesinde etkili oldu. Böylece TL'nin değer kazanmasının ihracat üzerindeki olumsuz etkisi azaldı. Ayrıca TL'nin değer kazanmasıyla birlikte kar marjları düşen ihracat sektöründe, operasyonel etkinliği artırmak, doğrudan finansman imkanları yaratmak, birim iş gücü maliyetlerini düşürmek, proaktif pazarlama ve dağıtım stratejileri geliştirmekle rekabet gücünün zayıflaması engellendi. Türkiye ihracatının %62'sinin Euro Bölgesi'ne yapıldığı dikkate alındığında, €/$ paritesinin dış ticaret üzerinde önemli bir etkisi olduğu gözlenmektedir. Bu nedenle Euro'nun US$ karşısında 2003 yılında %20 değer kazanması neticesinde, ihracat rakamlarında değerleme sorununun olabileceği tahmin ediliyor. Yaptığımız hesaplamalar, parite artışından arındırıldığında ihracattaki değişimin, DİE'nin açıkladığı %30 seviyelerinden oldukça düşük, %7-10'lar düzeyinde olduğuna işaret ediyor. DİE'nin açıkladığı dış ticaret miktar endeksi, bu konudaki düşüncelerimizi destekliyor. Bu endekse göre, ihracat miktarı Ocak-Eylül döneminde aylık ortalama %21.7, ithalat miktarı ise %31.6 oranında artış gösterdi. DİE'nin açıkladığı ihracat hacmi rakamları ise aynı dönemde ihracatta aylık ortalama %31, ithalatta ise %35 artışa işaret ediyor. İhracat hacmindeki ve ihracat miktarındaki artış oranlarındaki farklılık, ihracat hacminin değerleme faktörü nedeniyle yükseldiği sonucuna işaret ediyor. Kültür Sanat "Kralın Dönüşü"ne 11 Oscar Adaylığı J.R.R. Tolkien'ın romanından Peter Jackson'un beyaz perdeye uyarladığı görkemli fantezi üçlemesinin son filmi olan "The Lord of The Rings: The Return of The King" (Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü), Oscar'a 11 dalda aday gösterildi. Yeni Zelandalı yönetmen Jackson'ın üçlemesinin son filmi olan ve son olarak 61. Altın Küre Ödülleri'nde, aday gösterildiği 4 dalda da Altın Küre'yi kazanan "Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü" eğer tüm adaylıklarını ödüle dönüştürebilirse "Ben Hur" ve "Titanic" filmlerinin başarısına eş bir başarı elde etmiş olacak. Peter Jackson'ın filminin, içinde oyunculuk dalında hiçbir Oscar adaylığı bulunmayan 11 dalda adaylık alması ilk kez rastlanılan bir durum. Efsanevi serinin son filminin adaylıkları arasında, En İyi Yönetmen ve En İyi Film adaylıkları da var. Hatırlanacağı üzere film En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Film Şarkısı ve En İyi Film Müziği dallarında Altın Küre almıştı. "Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü"nün Oscar adaylıkları arasında, En İyi Görsel Efekt, Müzik ve Uyarlama Senaryo dalları da bulunuyor. "Master and Commander"a 10 Adaylık "Kralın Dönüşü"nü, En İyi Yönetmen ve En İyi Film dahil olmak üzere 10 dalda Oscar'a aday gösterilen ve Napolyon dönemindeki bir donanma serüvenini anlatan "Master and Commander: The Far Side of the World" (Dünyanın Uzak Ucu) izledi. Filminin 10 Oscar adaylığına rağmen Russel Crowe mutlu değil. Filmin başrol oyuncusu Crowe'ye adaylık verilmedi. Coppola'nın Kızı da En İyi Yönetmen Oscar'ına Aday Oscar'a En İyi Film dalında aday gösterilen diğer yapıtlar; Tokyo'daki iki Amerikalının hikayesinin anlatıldığı ve Francis Ford Coppola'nın kızı Sofia Coppola tarafından çekilen "Lost in Translation" ile 'cinayete kurban giden kızının intikamını almak isteyen bir cani'nin öyküsünden bahseden "Gizemli Nehir" (Mystic River) ve "Peksimet" (Seabiscuit) olarak sıralandı. Sofia Coppola En İyi Yönetmen dalında Oscar'a aday gösterilen 3. kadın yönetmen. Daha önce Lina Wertmüller ve Jane Campion da bu dalda aday gösterilmişlerdi. Oyunculuk Adaylarında Büyük Sürpriz 11 dalda Oscar adaylığı verilen "Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü" ve 10 dalda Oscar'a aday gösterilen "Master and Commander: Dünyanın Uzak Ucu" oyunculuk dalında verilen Oscar adaylıklarından hiçbirine layık görülmedi. Russel Crowe'nin yanısıra "Cold Mountain" filminin başrol oyuncusu Nicole Kidman çok büyük hayal kırıklığı yaşayan oyuncuların başında geliyor. Sürpriz Yaşamayan Oyuncular Johnny Depp, Jude Law, Sean Penn, Bill Murray ve Ben Kingsley En İyi Erkek; Diane Keaton, Naomi Watts ve Charlize Theron En İyi Kadın; Tim Robbins, Benicio del Toro ve Alec Baldwin En İyi Yardımcı Erkek; Holly Hunter ve Renée Zellweger ise En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dallarında aday gösterildiler ki bu adaylıklar kimse de şaşkınlık yaratmadı. En Genç 'Kadın Oyuncu' Adayı En İyi Kadın Oyuncu adayları arasındaki sürpriz isim "Whale Rider" filminde oynayan 13 yaşındaki Yeni Zelandalı Keisha Castle-Hughes oldu. Castle-Hughes, Oscar tarihinde En İyi Kadın Oyuncu dalına aday gösterilen en genç aktris. Diğer bir sürpriz de "House of Sand and Fog"da oynayan İranlı aktris Shohreh Aghdashloo'nun En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında aday gösterilmesi. 13'lük Oscar Adayı Rüyada Gibi Oscar ödüllerinde 'kadın oyuncu' dalında en genç aday olan 13 yaşındaki Keisha Castle-Hughes, aday olduğunu duyunca rüyada olduğunu sanmış. Yeni Zelandalı Keisha, Ulusal Radyo'ya yaptığı açıklamada, annesinin "Keisha aday gösterildin" diye koşarak odasına geldiğini, kendisinin de bunu rüya sanarak "sabah mutlu uyanacağım" diye düşündüğünü söyledi. Keisha, ancak 3 saat sonra medyanın ve kutlamaların çağrısıyla ayakta olduğuna inandığını anlattı. "Whale Rider" filmindeki rolüyle Oscar'a aday gösterilen Keisha, 29 Şubat'ta yapılan ödül töreninde heykelciği almak için Diane Keaton, Charlize Theron, Samantha Morton ve Naomi Watts ile yarışacak ve kazanırsa En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar'ı alan en genç oyuncu olacak. Bu dalda, şu ana dek Oscar'a ulaşan en genç oyuncu, 1986'da 21 yaşındaki Marlee Matlin olmuştu. Şimdiye kadar Oscar'a tüm dallarda aday gösterilenler arasında en genci, 1979 yılında "Kramer Kramer'e Karşı" filmindeki oyunuyla 8 yaşındaki Justin Henry oldu. En genç Oscar sahibiyse 1973 yılında 10 yaşında Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Oscar'ı alan Tatum O'Neal. 76. Oscar Törenleri Oscarlar, 29 Şubat'ta düzenlenecek ve Billy Crystal tarafından sunulacak gecede sahiplerini bulacak. Gecede Nicole Kidman da sunucular arasında yer alıyor. Britney 'Door to Door'da Oynayacak Sinema eleştirmenlerince Madonna'dan sonra 'gelmiş geçmiş en yeteneksiz oyuncu' ilan edilen Britney Spears, eleştirmenleri yine üzecek. Ünlü şarkıcı, "Door to Door" adlı yeni bir filmde kamera karşısına geçiyor. "Crossroads" adlı filmdeki rolüyle, her alanda örnek aldığını söylediği Madonna'ya eş bir oyun çıkartan Spears, yeni film çalışması için imzayı attı. Las Vegas'ta yaptığı 55 saatlik kısa evliliğiyle dikkatleri üzerine çeken Spears, Tobi Tobin'in hikayesinden beyazperdeye aktarılan filmde izleyiciyi selamlayacak. Los Angeles'a giderek yıldız olmak için Michigan'daki evini terk eden bir genç kızı canlandıracak olan 22'lik güzel, bu projeden sonra "The Dukes Of Hazard" ve Tim Allen'ın yöneteceği "In The Pink" adlı yapımda boy göstermeyi planlıyor. "Door to Door" adlı filmin yapımcılığını, Spears ile birlikte güzel şarkıcının menajeri Larry Rudolph'un üstleneceği ifade edildi. Spears'ın rol aldığı "Crossroads" adlı film, 2002 yılında gösterime girmiş ve büyük bir gişe başarısızlığına uğramıştı. De Niro ve Scorcese'den Ortak Kitap Ünlü film yıldızı Robert De Niro ile film yönetmeni Martin Scorcese, ortak anılarını kitap haline getirdi. İkisi de New York doğumlu olan 60 yaşındaki De Niro ile 61 yaşındaki Scorcese'nin, 30 yıldan beri süren dostluklarını ve birlikte çalıştıkları 8 büyük film sırasında paylaştıkları ortak anılarını kaleme aldıkları kitabın gelecek yıl piyasaya sürüleceği belirtildi. İlk kez 1973 yılında birlikte çalıştıkları "Kötü Sokaklar" (Mean Streets) filmiyle dostlukları başlayan De Niro ile Scorcese, daha sonra 30 yıllık mesleki kariyerleri boyunca 1976'da "Taksi Şoförü" (Taxi Driver), 1980'de "Raging Bull" (Öfkeli Boğa), 1990'da "İyi Dostlar" (Goodfellas) ve 1991'de "Korku Burnu" (Cape Fear) adlı filmlerde Bir araya gelerek dostluklarını pekiştirdiler. Ünlü yönetmen Scorcese, De Niro ile dostluklarının her ortak çalışmanın ardından daha da artarak geliştiğini belirterek, "İkimiz de aynı New York çevresinden geldik, ancak farklı sokaklarda dirsek çürüttük. Biz, birbirimizin cümlelerini tamamlayabilecek ve söylenmeyen şeyleri anlayabilecek kadar yakınız. Bu bir mesleki evlilik gibi ve evlatlarımız da birlikte yaptığımız filmler" dedi. De Niro, Scorcese ile birlikte çalıştıkları "Öfkeli Boğa" filmiyle bir kez En İyi Oyuncu Oscarı'nı kazanmış, ayrıca "Taksi Şoförü" ve "Korku Burnu" adlı filmlerle de iki kez En İyi Oyuncu Oscarı'na aday gösterilmişti. The Crow Publishing Group and Random House Inc. yayıncılık şirketinin yan kuruluşu Harmony Books'un yayıncısı Shaye Areheart, De Niro ile Scorcese'nin ortak çalışması sonucu meydana gelen eserin 2005 yılında piyasaya sürüleceğini kaydetti. Areheart, kitabın şimdiden İngiltere, Hollanda, İsrail ve Almanya'daki yayıncılara satıldığını duyurdu. Altın Küre Ödülleri sahiplerini buldu Oscar'ın habercisi olarak nitelendirilen Altın Küre Ödülleri'ni kazananlar belli oldu. En iyi kadın oyuncu ödülünü güçlü rakiplerini geride bırakan 'eski tüfek' Diane Keaton "Something's Gotta Give" adlı filmdeki performansıyla kazandı. "Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü" en iyi drama, en iyi yönetmen, en iyi hasılat ve en iyi film şarkısı ödüllerinin sahibi oldu. Bill Murray "Lost Translation" adlı komedi müzikal filmindeki aklı karışmış aktör rolüyle En İyi Erkek Oyuncu ödülünün sahibi oldu. Tim Robbins Clint Eastwood'un "Mystic River" adlı filmdeki rolüyle En İyi Erkek Yardımcı Oyuncu ödülünü kazanırken, Renee Zelwegger ise "Cold Mountain" filminde canlandırdığı kararlı çiftçi kızı rolüyle En İyi Kadın Yabancı oyuncu ödülünün sahibi oldu. Yönetmenliğini Peter Jackson'ın yaptığı "Yüzüklerin Efendisi: Kralın Dönüşü" (The Lord of the Rings: Return of the King) en iyi drama, en iyi yönetmen, en iyi hasılat ve en iyi film şarkısı ödüllerinin sahibi olurken filmin başrolünde oynayan sanatçıların hiçbirinin ödül kazanmaması dikkati çekti. Sinema sanatçıları Charlize Theron ile Sean Penn, drama filmi dalında En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Erkek Oyuncu Altın Küre ödüllerinin sahibi oldu. Theron, "Monster" adlı filmde canlandırdığı hayat kadını ve seri katil rolüyle drama filmi dalında En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü kazanırken, Penn ise "Mystic River"da canlandırdığı cinayete kurban giden kızının intikamını almak isteyen bir cani rolüyle yine aynı kategoride En İyi Erkek Oyuncu Ödülü'nün sahibi oldu. Diane Keaton başrolünü Jack Nicholson ile paylaştığı komedi filmi "Something's Gotta Give" adlı filmdeki performansıyla komedi dalında En İyi Kadın Oyuncu ödülünün sahibi olurken, Bill Murray ise "Lost Translation" adlı filmdeki aklı karışmış aktör rolüyle komedi veya müzikal dalında En İyi Erkek Oyuncu ödülünün sahibi olmuştu. Hollywood Dış Basın Birliği'nce verilen Altın Küre Ödülleri'ni kazanan sanatçılar, çoğunlukla ABD film sanayiinin en büyük ödülü olan Oscar ödüllerinin de sahibi oluyorlar. Amerikan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi'nce dağıtılan Oscar ödülleri, 29 Şubat'ta sahiplerini bulacak. En İyi Yabancı Film "Usame" Afgan film yönetmeni Sadık Barmak'ın "Usame" adlı filmi, en iyi yabancı film dalında Altın Küre ödülüne layık görüldü. Barmak, "Bu şahsım ve halkım adına önemli bir andır" dedi. 2003'te Unesco Fellini gümüş madalyası alan, Fransa'da Cannes Film Festivali'nde Altın Kamera Juri Özel Ödülü dahil 3 ödüle layık görülen film, Taliban dönemi Afganistan'ına bir pencere aralıyor. Film, Afgan kadınlarının yaşam koşullarından kaçmak isteyen küçük bir kız çocuğunun erkek kılığına girmesi öyküsü etrafında gelişiyor. Spielberg Tenten arıyor Sinemanın "harika çocuğu" Steven Spielberg, bu yıl 75'inci yaş gününü kutlayan çizgi kahraman Tenten'in maceralarını beyazperdeye aktaracak. Tenten'i 3 filmlik bir seri halinde sinemaya uyarlamaya hazırlanan Spielberg, şimdi Tenten'i canlandıracak aktörü aramak için kolları sıvadı. Fransa'da yayınlanan Capital dergisinin haberine göre, ünlü yönetmen Steven Spielberg, Belçika'nın sevilen çizgi roman kahramanı Tenten'i beyazperdeye uyarlamayı planladığını açıkladı. Filmleri "Red Rackham's Treasure" ve "The Blue Lotus"un başını çektiği altı Tenten kitabından derleyeceğini belirten Spielberg, sinemanın yeni Tenten'ini aramak için de kolları sıvadı. Diğer film çalışmalarını tüm hızıyla sürdüren Steven Spielberg, En İyi Film dahil olmak üzere 7 dalda Oscar kazanan "Schindler'inListesi" filminin DVD versiyonunun Mart ayında piyasaya çıkacağının da müjdesini verdi. Spielberg, "listedeki" kişilerin seslerinin bulunduğu DVD'de tanıkların daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış 77 dakikalık konuşmalarının da yer aldığını kaydetti. Bir yandan da ünlü aktör Harrison Ford'un kamera karşısına geçeceği "Indiana Jones 4" filminin ön prodüksiyon çalışmalarına başlayan Spielberg, ayrıca James Thurber'in "The Secret Life of Walter Mitty" adlı hikayesini beyazperdeye aktarmayı hedefliyor. Spielberg'in yönettiği, Oscarlı ünlü aktör Tom Hanks'in başrolünde oynadığı "The Terminal" adlı filmin çekimleri ise sürüyor. Nicole Kidman yine müzikalde "Moulin Rouge"da beğenilen Kidman şimdi de "The Producers" müzikalinde oynayacak. "Moulin Rouge" müzikalindeki başarılı performansıyla eleştirmenlerden tam not alan Nicole Kidman, bir kez daha bir müzikal filmle sinema izleyicisinin karşısına çıkmaya hazırlanıyor. "The Producers"ın yeni sinema versiyonunda Kidman, Max Bialystock ve Leo Bloom'un 'bomba' gibi sekreteri Ulla rolüyle kamera karşısına geçecek. Bialystock ve Bloom'u Nathan Layne ve Matthew Broderick'in canlandırdığı müzikal Broadway'da büyük başarı elde etmişti. Susan Stroman'in yönetmenliğini üstlendiği filmde "Chicago"nun sinema versiyonunda olduğu gibi Broadway'den uyarlamaların benzer iç mekân sahnelerine sahip olmasından yakınılsa da, filmin bazı sahnelerinin New York'taki dış mekânlarda çekilmesi planlanıyor. La Maitresse de Brecht Bu yıl Fransa'da Goncourt ödülü Jacques-Pierre Amette'in “La Maitresse de Brecht” adlı romanına verildi. Casusluk romanı tarzında yazılmış, kolay okunan, ama bitirdiğinizde edebiyat tadı bırakan ilginç bir roman. Yazar genelde nominal cümlelerden oluşan, yalın bir üslup geliştirmiş. Ayrıntılı betimlemelere neredeyse hiç başvurmuyor, bazı çağrışımlar uyandırmakla yetiniyor. 2. Dünya Savaşı ertesinde Amerika'dan dönen Brecht, duvarın öbür yanına, henüz ‘Utanç Duvarı' örülmemiş de olsa komünizmle Avrupa'nın sınırını çizen Doğu Berlin'e yerleşiyor. Nazi döneminden beri sürgünde yaşayan sanatçı, sonunda kendine bir ülke bulmuş ideolojisine uygun bir sanat anlayışının ilk işaretlerini veren yeni rejimin desteğinde tiyatro çalışmalarını sürdürmeye başlamıştır. Bu amaçla Berliner Ensemble'ı kurar, rejimle çatışmadan ve Cesaret Ana'nın unutulmaz oyuncusu, fedakar eşi Helene Weigel sayesinde iyi bir ekip oluşturarak, epik tiyatro anlayışı doğrultusunda yapıtlar ortaya koyar. Ne var ki rejim, kuşku duymaktadır sanatçıdan. Daha ilk başlarda Hitler'e muhalefet etmiş, komünist olduğunu cümle aleme duyurmuş da olsa, Amerika'da uzun yıllar kaldığı için, yöneticilerin gözünde şaibelidir. Bu nedenle istihbarat örgütü STASI yakından izlemeye alır sanatçıyı. Bu izleme öylesine yakındır ki, Brecht'i bizzat metresi Maria Eich ispiyonlamaktadır. Amette aslında Maria Eich'in öyküsünü yazmış, oldukça etkileyici bir aşk romanı çıkmış ortaya. O yılların atmosferini silik, siyah-beyaz, çoğu kez de gri renklerin paletinden aktardığı izlenimci fırça darbeleriyle yansıtıyor yazar. "Yolcuların itiş kakış yığıldığı tramvaylar, Spree ırmağında peş peşe dizili penişler, patates yüklü at arabaları, fabrika bacalarından çıkan siyah dumanlar, sağır ve dilsizlerin sattığı Tevrat'lar, ölü kocalarının ayakkabılarını cilalayıp satışa çıkaran savaş dulları, şeker de satan bir gazete satıcısının haykırışı: gümüş renginde bir Berlin'di arabanın camından akıp giden." Belli ki yazar iyi araştırmış, germanistik bilgisine yalnızca hayal gücünü değil, kitaplardan edindiği gerçekçi izlenimleri de katmış. Amette, bir zamanlar Alman romantizminin kaynaklandığı doğayı anlatırken, yalnızca bir coğrafyayı değil, o coğrafyanın oluşturduğu kültürü de tüm derinliğiyle yansıtmayı başarıyor. Kederli, insanda hem merak hem endişe uyandıran, kederli olduğu ölçüde gizemli bir Berlin imgesi kalıyor romandan. Tüm değişmelere, o zamandan bu yana kentin geçirdiği serüvene, duvar yıkıldıktan sonra olan bitene rağmen, genel atmosfer bugün de pek farklı değil. Garanti’den Kültür Sanat Platform'da bu ayın programı... Garanti Galeri'de bu ayın programı... Osmanlı Bankası'nın Bankalar Caddesi'ndeki eski genel müdürlük binasında kurulan Osmanlı Bankası Müzesi, 19 Aralık 2002'de açıldı. Bankanın zengin arşivinden yararlanılarak, binada bulunan kasa dairelerinin içinde ve etrafında düzenlenen müze, Osmanlı İmparatorluğu'nun merkez bankası, emisyon bankası ve hazinedarı olarak görev yapan Osmanlı Bankası'nın ve dönemin tarihine ışık tutuyor. Dünyanın sayılı finans tarihi müzeleri arasında yerini almayı hedefleyen müzenin kuruluş çalışmaları Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi tarafından yürütüldü. Müzenin projesi, Tarihbilimci Prof. Dr. Edhem Eldem, Mimar Prof. Dr. İhsan Bilgin ve Tasarımcı Bülent Erkmen'den oluşan ekibin koordinasyonunda 9 ay gibi kısa bir sürede hayata geçirildi. Her gün 10:00-18:00 saatleri arasında ziyaret edilebilen müzeye giriş, öğrenci, öğretmen ve 65 yaş üzeri ziyaretçileri için 1 YTL diğer ziyaretçiler için ise 3 YTL'dir. www.obmuze.com Portre 20. Yüzyılın En İyi Fotoğrafçılarından Biri: Tina Modotti Meksika'lı kadın fotoğrafçılar, insanları ve onların Meksika'lılığını gösterdiği için uluslararası platformda en çok ilgiyi görmeyi başarmıştır. Bunlar, Tina Modotti'nin 1920'lerde, Lola Alvarez Bravo'nun 1920'lerden 1990'lara kadar ve Graciela Iturbide'in son 20 yılda çektiği fotoğraflarıdır. Bu fotoğrafların ortak yanları, başkalığı, egzotik tadların yanısıra Meksika'nın açlığını fotoğraflamış olmalarıdır. 20. Yüzyılın en iyi fotoğrafçılarından biri olan Tina Modotti, bilinçli ve dikkatli bir şekilde objektifiyle Meksikalı fakirlere ve özellikle fakir kadınlara odaklandı. Lola Alvarez Bravo ve Graciela Iturbide uzak ve fotoğraflaması kolay olmayan görüntüleri tercih ettiler. Onlar insanları başrol oyuncusu yaparak onların trajedisini ve gizini ortaya çıkardı. Daha doğru tanımlamak gerekirse, onlar Sebastiao Salgado'nun kadın eşitleridir. Bu fotoğrafçılar, ayrıca, portre de çektiler. Modotti'nin en tanınmış portresi, ortağı Julio Antonio Mella'nın muhteşem güzellikteki görüntüsüdür. Modotti aynı zamanda pek çok kadının da portresini çekmiştir (örneğin, kız kardeşi Yolanda, Dolores del Rio ve Anita Brenner gibi kültürel figürler). Onun fotoğraflarından biri olan Benita Galeana'nın portresi (Pankartlı Kadın olarak bilinir), portrenin neyi içerdiği hakkında pek çok soruyu akla getirir. Bu sadece portre değildir; önemli olan Meksika'daki sosyal hareket sırasında yaptıklarından dolayı Benita Galeana'nın tarihi bir figür olmasıdır. Fakat, son bilgilere göre onun Galeana olup olmadığı tartışılmaktadır. Bazıları fotoğraftaki kadının Modotti ve Edward Weston'ın favori modeli Luz Jimenez olduğunu savunmaktadır. Model kim olursa olsun gerçek, bu görüntünün asla bir kişinin adıyla doğmadığı ve modelin kişiliği hakkında bir şüphenin olmadığıdır. Tina Modotti'nin Yaşamı Ölümünden 50 yıl sonra, bugün Tina Modotti'nin fotoğraf sanatçısı olarak konumu artık sorgulanmıyor. Nisan 1991'de Roses-Güller adını verdiği fotoğrafı, bir müzayedede 165.000 $'a satıldığında sanatçının adı yeniden gündeme gelmiş oluyordu. Asıl adı Assunta Adelaine Luigia Modotti Mondini olan Tina, 1896'da kuzey İtalya'da bir kasabada doğdu. Mali güçlükler yüzünden önce Avusturya'ya taşınmak zorunda kalan aile, daha sonra da makine mühendisi olan baba Guiseppe Modotti'nin 1905'de Amerika'ya gitmesiyle yeni bir bocalama içine girdi. Tina henüz 12 yaşında iken beş küçük kardeşinin bakımına katkıda bulunabilmek için bir ipek fabrikasında çalışmaya başladı. 1913'te Tina, babasının ve ablasının yanına New York'a gitti. New York'ta İtalyan göçmenlerin yaşadığı Küçük İtalya tabir edilen muhit, çalkantılara gebe yapısıyla entelektüellerin ve sanatçıların uğrak yeri durumuna gelmişti. Çalışıyor olmasına rağmen Tina, zamanının büyük bölümünü tiyatro ve operaya ayırıyordu. 1915'teki "Panama-Pasifik Sergisi", Tina'nın yaşamında bir dönüm noktası oldu. Sergilenen sanat eserleri, Tina'ya kendisininkinden bambaşka bir dünyanın varlığını göstermişti. Sergide tanıştığı Amerikalı şair ve ressam Roubaix de I'Abrie Richey ise genç kadının açısından içe dönük İtalyan cemaatinin ötesindeki Dünyaya yolculuk için bir pasaport niteliği taşımaktaydı. Bu sırada 17 yaşını bitiren Tina, yerel Tiyatro prodüksiyonlarında çeşitli roller için seçmelere katılmaya başlamıştı. Çeşitli rolleri oldukça başarılı biçimde oynamasının ardından da küçük çaplı bir şöhret edindi. 1918'e gelindiğinde yeni arayışlara girecek kadar kendine güveni artmıştı ve Robo ile birlikte Holywood'a gitmek üzere yola çıktılar. 1919'un ortalarında, "Tiger's Coat-Kaplanın Postu" adlı filmde oynadığı başrol, aktrislik yaşamının tepe noktalarından biri konumundaydı. Ancak Tina, kısa süre sonra sinemanın kendisine sunduğu kısıtlı olanaklardan sıkıldı. İlgisini çeken pek çok şey vardı: Edgar Allen Poe'nun, Oscar Wilde'ın, Freud'un ve Nietzsche'nin yapıtlarını büyük bir açlıkla okumaktaydı. Sürgündeki ressam Rafael Vera de Cordova, şair ve çevirmen Ricardo Gomez Robelo gibi pek çok entelektüel ve sanatçı ile aynı çevrelerde bulunmaktaydı. Bu çevredekilerin yolları, daha sonra, içlerinde ünlü Amerika'lı fotoğraf sanatçısı Edward Weston'un da bulunduğu Los Angeles'tan bir başka grupla kesişti. Robo ve Tina, ateşli entelektüel tartışmalara sahne olan, son derece hareketli ve bir o kadar da eğlenceli geceler düzenliyorlardı. Tina kaçınılmaz biçimde bu gecelerin odak noktasına yerleşiyordu. Weston da dahil pek çok erkek, Tina'ya çılgınlar gibi aşıktı. Edward Weston ile duygusal bir ilişkiye girmesinin kısa bir süre sonrasında Tina, Meksika'ya gitmiş olan kocası Robo'nun bir hastalık sonucu öldüğünü öğrendi. 1923'e gelindiğinde Weston'un da desteği ve cesaretlendirmesi sonucu Tina ciddi anlamda fotoğrafla ilgilenmeye başladı. İkisi birlikte Meksika'ya gittiler. Meksika'da o sırada sanatsal ve politik etkinlik açısından oldukça hareketli bir dönem yaşanmaktaydı. Tina ve Weston, verdikleri ve sanatçıların ve devrimcilerin de katıldığı çılgın partilerle isimlerini duyurdular. Bu partilerde en büyük çılgınlıkları yine Tina ve Weston yapıyorlardı. Tina jean giyiyor, sigara içiyor; Weston ise Tina'nın elbiseleri ile dolaşıyordu. Ancak böylesine bir sosyallik bile her ikisinin de çalışmalarını son derece verimli biçimde sürdürmelerini engellemiyordu. Tina, fotoğraf sanatçılığında kendi üslubunu oluşturmak için çok çaba harcıyor ve Weston'la birlikte açtıkları ilk sergide bu konuda başarıya ulaşıyordu. Duygusal birlikteliklerinin bitmesinin ardından her ikisi de devrimci siyasetin içine dahil oldular. Ancak her ikisinin siyasetle iştigali oldukça farklı rotalardaydı. Tina, Meksika'daki siyasi durumla özdeşleşir ve sanatının bu tür bir sorumluluk duygusuyla giderek daha az örtüşür duruma geldiğini hissederken Weston, son derece açık biçimde komünist karşıtı bir tutum sergilemekteydi. Tina, fotoğraflarındaki özneleri toplumsal bağlam içine oturtuyordu. El Machete gibi oldukça radikal bir yayının ve Uluslararası İşçi Yardımı ve Anti-Imperialist League gibi uluslararası örgütlerin bünyesinde yer almaya başlamıştı. Bu sırada Kominist Parti üyesi Xavier Guerrero ile ilişkisi dolayısıyla fotoğraflarındaki siyasi yan daha da belirgin biçimde algılanır olmuştu. Tina'nın siyasi uyanışı oldukça şiddetli olmuştu ve bu dönemden sonra da siyasetin dışında hiç kalmadı. 1927'de katıldığı Meksika Komünist Partisi'nde yaşamında çok önemli rol oynayacak olan iki kişiyle tanıştı. Bunlardan ilki ateşli bir faşist karşıtı ve sokak savaşçısı olan ve Meksika'ya Komünist Parti'nin öncü konumdaki örgütlerini yeniden yapılandırması için gönderilen Vittorio Vidali idi. İkinci önemli kişi ise henüz 25 yaşında olmasına karşın Küba'da Gerado Machado'nun diktatörlüğünde gönderildiği hapishanede başlattığı ayaklanmayla adı Sol'un Adonis'i olarak duyulan devrimci Julio Antonino idi. Bu dönemde El Machette'teki etkinliğini arttıran Tina, dergi için fotoğraf çekmeye de başladı. Birliktelik yaşadığı Guerrero'nun 10 Ocak 1929'da öldürülmesinden sorumlu tutularak tutuklandı. Tina böylelikle Komünist Parti'nin aşağılanması için kullanılacak günah keçisi oldu. Tina'nın hafifmeşrep bir kadın ve tehlikeli bir katil olduğu yolunda acımasız bir kampanya başlatıldı. 1930'da da Başkan Pascaul Ortiz Rubio'ya yönelik gerçekleştirilen suikast girişiminden sorumlu tutularak önce hapsedildi daha sonra da Meksika'dan sürüldü ve Berlin'e gitti. Berlin, belgesel ve sanat fotoğrafçılığı konularında avantgarde konumdaydı. Ancak Tina, makinelerinin yetersizliği ve etraftaki fotoğrafçı bolluğu dolayısıyla ruhsal çöküntüye uğradı. 6 ay içinde kendisiyle Berlin'e de gelmiş olan Vittorio Vidali ile birlikte Moskova'ya geçti. Moskova, Tina'nın yaşamında yepyeni bir dönemin başladığı yer oldu. Burada fotoğraf makinesini bir daha eline almamak üzere bırakarak kendini tümüyle siyasal etkinliklere verdi. Vidali vasıtasıyla Lenin'in baş kalemi ve International Red Aid'in başındaki Yelena Stassova ile tanıştı. Stassova'nın kısa sürede güvenini kazanmasının ardından çeviri işlerinden faşist Avrupa'ya yönelik gizli görevlere terfi ettirildi. Komünist ajanlar, yakalanmaları durumunda hemen ölüm cezasına çarptırılıyorlardı. Ancak Tina en tehlikeli durumlardaki serinkanlılığıyla hatırı sayılır derecede ün yaptı ve siyasi tutukluların savunulması için kullanılacak fonları teslim etmek üzere pek çok kez İtalya ve İspanya'ya gizli görevle gönderildi. Tina'nın ünü ve yetkisi Moskova'da giderek arttı. 1933'de Red Aid Örgütü'nün Yönetim Komitesi'nde göreve getirildi. İspanya'daki iç savaş döneminde de aktif rol aldı. Bu arada Ayuda adlı haftalık gazetede yazıları yayımlandı. 1939'da İspanya'dan ayrılmak zorunda kalınca New York'a gitmek istedi ancak ABD'ye girişi kabul edilmeyince Meksika'ya geçmek zorunda kaldı. Burada uzun çabaların sonunda 1930'daki sürgün kararını geçersiz kılmayı başardı. Meksika'da büyük bir değişim yaşanıyordu. Devrim rüzgarları durulmuştu ve Nazi-Sovyet saldırmazlık anlaşması Tina'nın Komünist Parti'ye olan inancını oldukça sarstı. Vidali ile süren beraberliğine karşın gerek güvenliği açısından gerekse ideolojik nedenlerle eski arkadaşlarının çoğundan uzak durmayı seçti. Siyasi etkinliklerine ise çeşitli kurumlar aracılığıyla Meksikalı sürgünlere yardım etmek suretiyle sürdürdü. Tina'yı Avrupa'ya gitmesinin öncesinde tanıyanlar döndüğünde daha önceki Tina'nın ancak bir gölgesi olduğu görüşündeydiler. Bu sırada Vidali'nin Meksika polisi tarafından tutuklanarak sorgulanmaya götürülmesi Tina'yı son derece olumsuz etkiledi. Vidali'nin serbest bırakılmasının hemen ardından da şiddetli bir depresyona girdi. 5 Ocak 1942'de arkadaşlarıyla gittiği bir akşam yemeğinin dönüşünde geçirdiği kalp krizi sonucu öldü. Ölümü bile kendisi için huzurlu bir ortam yaratmadı. Eski hikayeler ve iddialar yeniden gündeme getirilerek adı yıpratılmaya çalışıldı. Stalinizm'den uzak durması nedeniyle Komünist Parti tarafından zehirlenerek öldürüldüğü iddiaları yaygın bir kesime ulaştı. Tina Modotti'nin yaşamı gibi ölümü de olaylı oldu. Bir Konu Bir Konuk Gani Müjde 1950'lerde Yugoslavya'dan Türkiye'ye göç eden bir ailenin oğlu olan Gani Müjde, 1959 yılında İstanbul'da doğdu. Eğitimini Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Televizyon bölümünden mezun olarak tamamladı. Bir süre karikatürist olarak Gırgır dergisinde çalıştı, daha sonra Limon dergisine mizah yazıları yazdı. Uğur Yücel'in önerisiyle sahne şovları ve televizyon için skeçler yazmaya başladı. Güneş, Cumhuriyet, Aktüel, Sabah ve Milliyet gazetelerinde 'Peynir Gemisi' adı altında mizah yazıları ve birçok kitap yazdı. Yönetmenliğini Ertem Eğilmez'in üstlendiği 'Arabesk' filminin senaryosunu yazarak sinemaya adım attı. Senaryosunu da yazdığı 'Kahpe Bizans'ın yönetmenliğini üstlendi. Tükenmezkalem adlı bir yazım ve prodüksiyon şirketi kuran Gani Müjde halen NTV de 'Gündem Dışı' başlığı altında günlük söyleşiler gerçekleştirmektedir. Gırgır dergisindeki karikatürler, Limon dergisindeki mizah yazılarından başarılı prodüksiyonların senaryo yazarlığına uzanan yoğun bir iş yaşamınız var. Aslında hepsinin temelinde mizah var. Karikatüristlikle başlayan bir süreç bu. Mizah dergilerinde karikatüristlik yaparken giriştiğim işler bunlar. Esas işim, daha doğrusu eğitimini gördüğüm işim sinema. Ben Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümü'nü bitirdiğim için daha sonra yazarlığımı ve mizahçı yönümü birleştirerek çalışmaya başladım. Senaryolar, televizyon dizileri yazmaya, programlar hazırlamaya kadar giden bir süreç oldu bu. Ama herhalde mizah yazarlığı ağır basan bir şey. Bütün bunların kökeninde de mizah var zaten. Hayat Bilgisi, Arabesk, Kahpe Bizans gibi TV ve Sinema filmlerinin senaryolarını yazdınız. Senaryo yazarlığınızdan bahseder misiniz, nasıl gelişti, nasıl karar verdiniz yazmaya? Uğur Yücel ile çalışırken bir gün beraberce Ertem Eğilmez'e gittik. Ertem Eğilmez beni tanıyınca Arabesk adlı filminin senaryosunu yazmamı istedi. Bu benim için ilk deneyimdi. Sinema okulunu yeni bitirmiştim. Aslında piyasaya da girmemeye kararlıydım ancak birden bire piyasanın içinde buldum kendimi. Bir mizah yazarı olarak, senaryo yazarı olarak piyasanın içine girdim. Daha sonra bunu televizyonlara yaptığım, TRT ile başlayan ve daha sonra özel kanalları kapsayan işler izledi. Geriye dönüp baktığımda gerçekten çok fazla koştuğumu düşünüyorum. Bütün bunlar birer tesadüf. Mizahçılığım da tesadüftür, yazarlığım da. Polonyalı yönetmen Krzysztof Kieslowski; başarı tesadüfleri değerlendirebilmektir diyor. Ben bu tesadüfleri çok iyi değerlendirdiğimi düşünüyorum. Yoksa benden daha yetenekli, benden daha fazla hak etmiş bir sürü insan vardı benimle beraber başlayan. Ama ben farklı bir şey yaptım. NTV'de başarıyla sürdürdüğünüz söyleşiler dizisi "Gündem Dışı" nasıl başladı? Oda tesadüf oldu. Yani birden bire bir dengeler bozuldu Türk televizyonlarında. Uğur Dündar Star'dan istifa etti; Star kendine yeni birini ararken Ali Kırca'yı buldu; Ali Kırca'dan boşalan yere NTV'den Murat Birsel'i çağırdılar; Murat Birselden bir yer boşalınca NTV'de akıllarına Gani Müjde gelmiş. Bana söylediler, ben yapamam, ben kimseyle konuşamam, ağırlayamam dedim. Yaparsın dediler, arkadaşlarınla nasıl konuşuyorsan öyle konuş. Ben ısrar ettim bir deneme çekimi yapalım da, yapamıyorsam beni uğraştırmayın diye. Tamam dediler, çok iyi oldu. O günden beri de yapıyorum. Daha ne kadar yapabilirim bilemiyorum ama açıkçası şu tarafı çok zevkli; çok güzel insanlar tanıdım. Benim programıma kabul ettiğim misafirler çok önemli şeylere imza atmış insanlar. Sırf bunun için bile bu program yapılır diye düşünüyorum. Mütevazı olmaya da gerek yok, Türkiye'nin en iyi kanalı NTV'dir. Her anlamda bunu söyleyebilirim. Belki böyle hiçbir kirliliğe bulaşmamış, temiz kalmış, iyi yayıncılık yapan bir kanalda çalışıyor olmaktan gurur duyduğum için devam ediyorum. Yoksa benim esas işim televizyon ve sinema. Çok daha fazla para kazandığım işler bunlar. Ama ben bu işimi, NTV'de yaptığım söyleşi işini çok büyük bir keyifle ve severek yapıyorum. Burada sizi en çok etkileyen konuklarınız kimlerdi? Benim için en önemli konuk Leslie Nielsen'di herhalde. Çıplak Silah (Naked Gun) film serisinde oynayan aktör. Bundan on yıl önce onun adını Türkiye bilmezken, bir İngiliz komşumun vasıtasıyla tanıdım Nielsen'i. Bantlarını getirtmişti İngiltere'den; "bak çok komik bir adam var" diye. Sonra oynadığı filmlerle bütün dünyanın tanıdığı bir oyuncuya dönüştü birden bire. Bir gün bir baktım, programda konuğum olmuş. Çok ilginç duygular hissettim onu görünce. İdolüm olan, çok özendiğim birinin bana konuk olması çok gururlandırdı, çok keyif verdi bana. Onun dışında çağırdığım tüm konukların benim için bir önemi var. Yani bazen bir manken çıkar diyorlar ama o mankeni seçerken bile, bir şey yapmış olmasına dikkat ediyorum. İyi veya kötü, bir değer koymuş ortaya, o değeri tartışalım en azından. Yani magazin tartışmak istemiyorum kimseyle. Yazdığı bir kitap, çıkardığı bir albüm, yaptığı bir hayır işi, bunlarla beraber var benim konuklarım. O yüzden ben konuklarımın hepsini çok önemsiyorum, onlara saygıda kusur etmiyorum ve hiç birini dövmek için çağırmıyorum. Diğerlerine bakıyorum, dayak atmak için konuk çağırılıyor Türkiye'de. Bir röportajınızda Woody Allen'ı çok sevdiğinizi, hocalarınız Lütfi Akad, Metin Erksan ve Halit Refiğ'den etkilendiğinizi söylüyorsunuz. Biraz o günlere döner misiniz? Lütfi Akad benim hocamdı ve bana sinema adına o disiplini öğreten insanlardan biridir. Sinema teknolojisini de İlhan Arıkon'dan örendim. Ancak entelektüel anlamda yetişmem gerektiğini Halit Refiğ'den ve Metin Erksan'dan örendim. Sinemanın disiplinini ve namusunu bu iki kişi öğretti, bu iki kişi çok önemli benim için. Aziz Nesin'den etkilendiğimi söyleyebilirim. Woody Allen da beni komedi ile ve biraz da komedinin çılgın ve absürd yanlarıyla tanıştıran adamdı. Esasında bir başka Yahudi beni çok etkiledi; Efraim Kison, ki çıkış noktamdı kendisi. Ama Woody Allen beni başka bir boyutuyla etkiledi; sinema ve mizahın en iyi birleşim noktalarından biridir bence o. Hem entelektüel, hem komik hem de değerli olmanın mümkün olduğunu onun sinemasını seyrederken öğrendim. Aslında saymaya kalksak çok insanın emeği vardır üzerimde birikim oluşturan. Benim belki de bütün şansım, hep iyilerle çalışmış olmamdır. Oğuz Aral'ı nasıl unutabilirim? Beni aldı, mizah dünyasının içine soktu ve hiç düşünmediğim bir yolculuğa çıkardı. Oğuz Aral'ın ne bu cihanda, ne öbür cihanda hakkını ödeyemem. O anlamda böyle büyük bir ustanın yanında başlamış olmak bile bana büyük bir keyif veriyor. Belki de o yüzden Tükenmez Kalem'de benzer bir yapı kurduk. Usta-çırak ilişkisi var yine. Benim yanıma hayatında hiç kalem tutmamış, yazarlık yapmamış insanlar gelip Türkiye'nin en önemli yazarları oluyorlar sonra. Bu benim için çok önemli. Kendinizi izlenimci olarak mı, yoksa araştırmacı olarak mı görüyorsunuz? İzlenimciyim, araştırmacı yönüm yoktur, vaktim de yok zaten. Ama izlenimci olarak gerçekten çok fazla gözlemliyorum. Çok fazla insanla konuşuyorum. Beni kahvelerde insanlarla sohbet ederken görebilirsiniz. Tanınmadan önce benim işim daha kolaydı. Tanınmış olduktan sonra işim zorlaştı. Girerdim bir bakkal dükkanına saatlerce konuşurdum, adamın dünyasını kavramaya çalışırdım. O yüzden izlenimcilik, araştırmacılığımdan önce gelir. Gerçekleştirmek istediğiniz bir idealiniz var mı? Çok önemsediğim ya da olmazsa olmaz diye düşündüğüm bir iş değil bu söyleyeceğim, ama bir gün bu ülkede Oscar alınacaksa, ben alacağım diye düşünüyorum. Ama olmazsa da dünyanın sonu gelmez. Oscar alıp da daha sonra Hollywood'a gitmek gibi düşüncelerim yok. Bu toprakların insanı olarak kalmak, bu toprakların yönetmeni olarak kalmak istiyorum. Büyük ideallerim yok çünkü insan hayatı sınırlı. Belli bir yerden sonra bitiyor. Hayatı böyle ölümsüz gibi yaşayıp hırs bataklığının içersinde yaratıcılığımı örselemek istemiyorum ve mümkün olduğunca hırslarımdan arınmaya çalışıyorum. Hırslarımdan arınırsam daha iyi bir insan, daha iyi bir baba, daha iyi bir yazar, daha iyi bir gözlemci olacağımı düşünüyorum. Yaşamdaki her şey hırslı olmaya itiyor. Rekabet çok güçlü ve rekabetin bu kadar güçlü olduğu yerlerde "yeter artık" diyebilmenin rahatlığı içinde olmak istiyorum. Kendi kendime bir ölçü de geliştirdim; bir yazarın veya bir sanatçının ne kadar parası olmalı diye bir ölçüm var. Bunun cevabını ben kendi kendime buldum, hayır diyebilecek kadar... Hayır demeye başladığınız noktada daha uzun yaşıyorsunuz, eserleriniz daha uzun yaşıyor. Bu yüzden hayır diyebilmek lazım.