Bu metin 28 – 29 Nisan 2014 tarihlerinde Kocaeli Üniversitesinde düzenlenen “Uluslararası Balkan Kongresi” başlıklı konferansta sunulan tebliğdir. This paper was presented in International Balkan Congress that took place at Kocaeli University, Turkey on April 28.29, 2011. Balkanlarda Jeopolitik Bölünmeler ve Türkiye Nadire Filiz Đrge* Giriş Balkanlar dünyanın dört büyük medeniyetinin örtüştüğü, Eski Yunan ve Roma, Bizans, Osmanlı Türkiye'si ve Katolik Avrupa kültürlerinin buluştuğu, çatıştığı, bazen kaynaştığı, ancak hiçbir kültürün tek başına egemen olamadığı, dinamik, kimi zaman patlayıcı, çok katmanlı ve yerel bir uygarlık yarattığı bir coğrafya ve bir sınır bölgesidir. Balkanlar'ın kültürel çeşitliliği sakinlerinin farkına varamayacakları kadar sıradanlaşmıştır. Andrew Wachtel, Đvo Andriç'in Travnik Günlüğü adlı romanında, Bosna'da en güzel örneğinin görüldüğü şekliyle, ortaya çıkan kültürel katmanlaşmayı çok güzel yakalamıştır (Wachtel, 2009: 15). Çarşıdan geçerken, yeni Cami'nin orada dur... Đçeride, dev ağaçların gölgesinde birkaç mezar var. Kime ait olduklarını artık kimse bilmiyor. Đnsanlar bir zamanlar, Türkler gelmeden önce, buranın Azize Katerina Kilisesi olduğunu bilirler... ve eğer duvardaki taşa daha dikkatle bakarsan, eski Roma harabelerinden ve mezarlarından getirildiğini görürsün. Ve caminin duvarına yerleştirilmiş bir taşın üzerinde, kırılmış bir kitabenin Romen harflerini fark edersin... Ve bu taşın altında, derinlerde, görülmeyen temellerde çok daha eski bir inancın, Tanrı Mitra'ya adanmış bir tapınağın kalıntıları, kırmızı granitten büyük taşlar vardır... 20. yüzyıl başlarında Avrupa'nın sözlüğüne yeni bir sözcük eklendi. Yeni türetilmiş olmakla birlikte bu kavram, yüzyıllardır kullanılmakta olanlardan daha kalıcı olmuştur. "Balkanlaşma", yalnızca büyük siyasal birimlerin parçalanmasını ifade etmekle kalmayıp, barbarlığa dönüşle aynı anlama geldi. Karşıtları tarafından "Balkanlaştırıcı" diye tanımlanmayan tek bir grup gösterilebilir mi? Suçlananların "Balkanizm" suçlamasını iade etmediği tek bir tartışma var mıdır? En son olarak da, kavram bağlamından tümüyle çıkartılarak paradigmatik olarak farklı bağlantılandırıldı. Balkanlar'ın Avrupa'nın "ötekisi" olarak tanımlandığını ispat için özel bir kanıt gerekmez (Todorova, 2006: 17). Ne yazık ki, "uygar" Avrupa insanları Azteklerin öd ağacı lifinden yapılmış uzun yapraklardan oluşan, akerdeon gibi katlanmış, büyük bir ustalıkla süslenerek işlenen iki kap arasına kurdelelerle yerleştirilmiş resimli ve fonotik yazılarıyla meydana getirdikleri kitapların küllerini bırakacaklardı tarihe (Luraghi, 2000: 69-70). 2. Dünya Savaşı sonrasında Yalta Konferansı'nda (4-11 Şubat 1945) dağıtılan roller (Sander, 1991: 149-154), 1989 yılında Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla bitirilmesinden sonra dünya, uluslararası konjonktürde yaşanan hızlı değişimlere, dönüşümlere tanık oldu. Wallerstein, simgesel olarak "dünyanın bölünmesini" temsil eden Yalta Antlaşması konusundaki düşünceleri şöyle dile getirir: Winston Churchill, Fulton (Missouri) de 1946'da Stentin'den Trieste'ye uzanan bir "demir perde"nin olduğunu ilan ettiğinde, gerçekte Avrupa'da "komünist dünya (sosyalist kamp) ile "hür dünya (kapitalist kamp)" arasındaki açık bir sınır çizgisine nihai meşruiyet kazandırıyordu. Sovyetler dağılana kadar Avrupa'da iki kamp arasındaki ilişki bir gerginlik, ayrılık ve diğerinin bölgesine askeri müdahaleden karşılıklı olarak kaçınma ilişkisi oldu. Batı buna "caydırıcılık (containment) adını verdi. Aslında her * Dr.; Marmara Üniversitesi. 275 iki kamp arasında, sorunu yeniden başlatabilecek birçok kargaşa anları yaşanmasına rağmen, Avrupa'daki politik statükoyu sürdürme konusunda örtülü ve ihlal edilmeyen bir anlaşma vardı (Wallerstein, 1993: 41). Tarihi boyunca etnik çoğulculuk, dil ve dinsel farklılıklar yüzünden istikrarsızlıklar ve çatışmalar yaşamış olan Balkanlar, Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra, tarihin dehlizlerinde saklanan düşmanlıklar, yeniden açığa çıkarak gerek bölge için devletler gerekse bölge dışı devletler tarafından da istismar edilerek çatışmalara ve iç savaşlara yol açmıştır. Soğuk Savaş'ın bitmesini izleyen yıllarda, bundan böyle yeryüzünün sınırlarını paylaşan kapitalizmin dünyada yayılmasını dile getirmek, küreselleşme ile birlikte tüm dünyada sermaye birikimlerine engel olan yönetmelikler ve fizik sınırların parçalanması demektir. Bu anlamda dünya ekonomisi, ulusal pazarların devlet tarafından geniş biçimde korunduğu sermaye birikimlerinin ekonominin temelini oluşturduğu basit bur uluslararası ekonomiden daha fazla bir anlam taşıyor. Dünyasallaştırma olayı bu süreçte, bir devamlılıktan daha çok bir değişimi ifade etmektedir (Adda, 1996: 3-4). Ulusçuluğun ve beynelmilelciliğin (uluslararasıcılık) tarihsel anlatımları arasındaki çelişkili zorunluluklar dikkate değer bir kuvvetle işlemeye devam ediyorlar (Wallerstein, 1993: 207). Yüzyıllardan beri imparatorlukların, devletlerin ilgi odağı haline gelerek sayısız entrikaların, savaşların sahnesi olan Balkanlar, 21. yüzyılın onca gelişme kateden uygarlığının ortasında, dünya yeniden savaşlara, soykırıma ve milyonlarca insanı göçe zorlayan sahnelerin yeniden yaşanmasına tanık olmaktadır. Türkiye bu dönemde kitlesel göçlerin yol açtığı nüfus hareketlerinden hedef bir göç ülkesi olarak önemli ölçüde etkilenmiştir. Türkiye'nin Osmanlı döneminden gelen ortak tarih ve kültürden kaynaklanan yakın balarının bulunduğu ve Türkler dışında, Arnavut, Boşnak, Çerkez olmak üzere önemli sayıda Müslüman nüfusun yaşadığı Balkanlar'la olan ilişkisi özel bir önem taşımaktadır. Dolayısıyla Balkanlar'daki istikrar, bu açıdan da Türkiye için son derece önemlidir. Bu çalışmanın birinci kısmında jeopolitik ile siyasi coğrafi kavramlarının benzeşen ve farklılık gösteren yönleri ile jeopolitik konum kısaca ele alınacak özellikle günümüz dünyasının koşullarında jeostratejik analizlerin ülkelerin dış politikaları açısından taşıdığı önem uygulanacaktır. Küreselleşme ile ifade edilen dünya siyasal konjonktürünün yeniden yapılanma içine girdiği uluslararası ortamda dünya egemenliği için rekabet eden küresel güçlerin enerji kaynaklarını ele geçirmek ve enerji yolları ya da güzergahları üzerinde denetim ve kontrol sağlamaya çalışmaktadırlar. "Enerjinin olduğu yerde siyaset vardır" kuralının her zaman geçerli bir kural olduğuna günümüzde de tanık oluyoruz. Balkanlar enerji güzergahında yer alan ve üç büyük denize açılan jeostratejik ve jeopolitik önemi ve rolü büyük bir alandır. Bu nedenle Balkan coğrafyası daima bölgesel ve küresel güçlerin rekabet ve mücadele alanı olmuştur. Bu kısımda üzerinde durulacak konular bu çerçevede olacaktır. Türkiye'nin Osmanlı Đmparatorluğu döneminden gelen Balkanlarla çok sıkı, tarihsel ve kültürel bağları vardır. Bu bağlar günümüzde de ilişikler bağlamında ve politikalar aracılığıyla devam etmektedir. Türkiye tarihinden gelen özelliği ile göçlere daima anayurt olmuş bir ülkedir. Bu çalışmanın ikinci kısmında Balkanlarda Soğuk Savaş sonrası su yüzüne çıkan, tarihsel çekişmelerden kaynaklanan etnik 276 çatışmaların tarihsel arka planı iç savaşların nedenleri ve yarattığı sonuçlar üzerinde durulacaktır. Milliyetçilik ile beslenen rekabetin küresel ve bölgesel oyuncuların oyunlarıyla şiddetli çatışmalara ve iç savaşlara nasıl yol açabildiği ele alınacaktır. Aynı bölüm alt başlığı olarak BM, AB ve NATO'nun Balkanlardaki iç savaşlar (örneğin; Bosna ve Kosova) sırasında ve sonrasındaki politikaları analiz edilmeye çalışılacaktır. Bu arada Batı ülkelerinin çifte standartları çeşitli örneklerle gösterilmeye çalışılacaktır. 1. Balkanlar'ın Jeopolitik Gerçekliği ve Türkiye 1.1. Jeopolitik Kavramı, Jeopolitik Konum ve Jeostrateji Bilim insanları tarafından jeopolitik terimi üzerine günümüze dek çeşitli tanımlamalar yapılmıştır. Örneğin Đsveçli bir coğrafyacı olan R. Kjellen jeopolitiği devletin bulunduğu coğrafya ve insanların davranışları açısından incelemiş, Haushofer yeryüzü ilişkilerinin siyasi gelişmelerle bağlantısı açısından ele almış, bir diğeri devletin bulunduğu coğrafya dolayısıyla sahip olduğu askeri, siyasi ve ekonomik önemine vurgu yapmıştır. Suat Đlhan jeopolitiği, "coğrafyanın bütün türleri ve verileri ile aktifleşmesi" olarak tanımlandıktan sonra sürecin, bugünkü ve gelecekteki politik güç ve politik amaç ilişkisinin coğrafi gücü esas alarak incelenmesini ileri sürmektedir. http://www.totalwar_turkiye.com/twforum/index.php?topic (e.t. 2.4.2011) Coğrafya üzerinde güç merkezlerini karşılaştırmalı olarak değerlendirmenin esas alındığı bu tanımlamada politik düzeyde güç ve hedef ilişkisi kurulur. Devletlerin güvenlik, gelişme ve kalkınma politikaları da bu zemine oturtulur. Birçok unsur ya da bileşenin dikkate alındığı jeopolitik analizlerde, bölge veya ülkelere yönelik jeopolitik değerlendirmelerin değişmeyen (bölgenin coğrafi yeri ve coğrafi özellikleri, tarihsel geçmişi ve hakim kültürel kodlar) ve değişen (ekonomik, sosyo-kültürel, teknolojik ve askeri kapasiteler) unsurlar olarak başlıca jeopolitik unsurlar öne çıkarılabilir. Bu kapasitelerin sunduğu verilerden yola çıkarak, tek tek ülkelerin veya bölgenin uluslararası bir güç olup olamayacağı konusunda öngörülerde bulunabilir. Yine aynı yöntemle, analiz edilen coğrafyada etkili olabilecek güçler konusunda ileriye yönelik değerlendirmeler yapılabilir ya da tahminler ileri sürülebilir (Đlhan, 1999: 18; Arıbaş, 2007: 9). "Jeopolitik konum; bir bölgenin veya bir ülkenin siyasi coğrafya haritasına göre, yerinin belirlenmesidir. Jeopolitik konum belirlemede, jeopolitik kriterler alınır. Örneğin, bir ülkenin büyük bir siyasi birliğe yakınlığı veya uzaklığı, içinde olması veya olmamasını belirlemek jeopolitik konum olarak nitelendirilir. Jeopolitik konum, siyasi temeller üzerine oturduğundan, sürekli değişen olan siyasetin özelliğine bağlı olarak değişkendir" (Özey, 2002: 5). Suat Đlhan, "ülkelerin coğrafi konumları ile jeopolitik konumlarının faklı durumları açıkladığın belirtir. Bir ülkenin coğrafi konumu değişmez; jeopolitik konum ise bölgedeki, çevredeki ve dünyadaki güç odaklarında meydana gelebilecek her değişikliğe göre faklı bir değer gösterir" (Özey, 2002: 5). Jeopolitik, devletlerin ulusal güçlerini ve dış politika davranışlarını, ülkelerin coğrafi konumu ve fiziksel çevre ile açıklamaya çalışan bir yaklaşımdır. Jeopolitik 277 kuramcıları doğal sınırlara ulaşma, önemli denizyollarından yararlanma ve stratejik önem taşıyan kara parçalarını denetim altında tutma gibi kaygıların, ulusal politikaların belirlenmesindeki önemini göstermeye çalışmışlardır. Jeopolitik terimini birçok yazar siyasi coğrafya terimi ile eşanlamlı olarak kullanmaktadır (Sönmezoğlu, 1992: 180). Siyasi coğrafya,1 siyasi faaliyetlerin mekana bağlı olarak değişikliklerini inceler. Her şeyden önce siyasi coğrafya, yeryüzünde siyasi bölgelerin dağılışı, siyasi bakımdan neden önem kazandıklarını veya geri planda kaldıkları konusunda rol oynayan coğrafi nedenler ile bunların mekan dahilinde karşılıklı ilişkilerini incelemektedir. Dolayısıyla bir bütün olarak dünyadaki siyasi bölgelerin dağılışı, siyasi coğrafya alanının esas unsurudur. Ayrıca, herhangi bir bölgede meydana gelen bazı siyasi ve iktisadi değişiklikler, başka bölgelerde de değişikliklere yol açabilmektedir. Sonuçta bütün bunlar siyasi coğrafyanın inceleme alanına girmektedir (Göney, 1993: 2-3). Jeopolitik ile siyasi coğrafya terimleri arasında bir ayrım yapmak gerektiğinde, siyasal coğrafyanın kapsamının daha geniş olduğu söylenebilir. Jeopolitik teriminin ise, daha çok ülkeler arasındaki ilişkileri açıklamaya ve uygulamaya yönelik bir anlam taşıdığı görülmektedir. Günümüzde iletişim ve ulaşım olanaklarının artması ve diğer teknik gelişmeler sonucunda devletler, coğrafi konumlarının sınırlarını aşabilir duruma geldiler. Bu nedenlerden dolayı bazı görüşler jeopolitik etmenlerin ulusal politikalar bakımından nispi önemlerinin azaldığını ileri sürmektedirler (Sönmezoğlu, 1992: 180). Eski çağlardan beri askeri ve politika teorisyenleri tarafından kullanılan "bir savaşta orduların girişecekleri hareketlerin ve operasyonların tasarlanması ve yönetilmesi"ni ifade eden strateji2 kavramı (Sönmezoğlu, 1992: 295) 20. yüzyılın ilk yarısında sosyal bilimlerde de kullanılmaya başlanmıştır. Stratejiyi bir sanat olarak ilk kez ortaya koyan Napolyon, bir teori olarak ortaya koyan ise, Carl von Clausewitz'dir. Clausewitz'e göre strateji devletin kararlaştırdığı amaca kuvvet yoluyla ulaşmaktır. Bu amaç derinlemesine hazırlanan planlardan oluşmaktadır. Birinci ve Đkinci Dünya Savaşları stratejinin, savaş meydanları dışında taraflar arasındaki mücadelenin bütün yönlerini kapsaması gereğini ortaya koymuştur. Özellikle nükleer silahların ortaya çıkmasıyla strateji de global bir nitelik kazanmıştır. Bununla birlikte strateji, günümüzün konvansiyonel savaşları açısından klasik anlamını korumaktadır. G. Kona da stratejiyi,3 "hedef tespiti, mevcut güçlerin 1 Siyasi coğrafya konusunda yapılan çalışmalar dünyanın siyasal konjonktüründeki değişikliklere bağlı olarak, günümüze kadar hayli şekil değiştirmiştir. 20. yüzyıl başlarında siyasi coğrafya'da genellikle kara hakimiyetine dayanan fikirler önem kazanmıştı. Daha sonraları, özellikle 2. Dünya Savaşı'ndan sonra, denizlerin siyasetteki önemi daha açık bir şekilde ortaya çıktı ve siyasi coğrafya görüşlerinde deniz hakimiyeti ön plana geçti. Yakın zamanlarda ise, uçak teknolojisindeki gelişmeler, siyasi coğrafya görüşlerinin hava hakimiyetine daha fazla önem vermesine zemin hazırlamıştır. bkz: Süha Göney, Siyasi Coğrafya Cilt II, Đstanbul Üniversitesi Beşeri ve Đktisadi Coğrafya Fakültesi Yayını, 1993, s.11. 2 Strateji kelimesi etimolojik olarak Yunanca stratos (ordu) ve ago (yön vermek, yönetmek) sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşturulan ve anlam itibariyle "sevk etme, yöneltme, gönderme, götürme, gütme"yi ifade eder. Kelimenin eski Yunan generallerinden Strategos'un bilgi ve sanatına atfen kullanıldığı düşünülmektedir. 3 Strateji modelleme - senaryo planlamanın amacının, Türkiye'nin güvenlik politikaları ve Türk dış politikası kapsamında "senaryo" ve "senaryo planlama" kavramlarının ne denli önemli olduğunu vurgulayan, "strateji geliştirme" ile aralarında ne tür bir ilişki olduğunu, Türkiye'nin karar alıcılarının ve askeri bürokrasinin senaryo planlama koşusuna hangi nedenlerle önem vermeleri gerektiğini inceleyen Gamze Güngörmüş Kona'nın "Uluslararası Đlişkiler Disiplininde Strateji Modelleme- 278 uyumlaştırılması, hedefe yönlendirilmesi ve bu üç aşamada meydana gelebilecek olası tıkanıkların tespiti ve giderilmesi" demek olduğunu ifade eder. Küresel üstünlük mücadelesi, jeopolitik çıkarların stratejik yönetimi olan jeostratejiyi içine alır. Jeostratejik oyuncular, mevcut jeopolitik durumu değiştirmek amacıyla sınırlarının ötesinde güç uygulama ya da etkide bulunma yeteneğine ve ulusal iradesine sahip olan devletlerdir. Bunlar jeopolitik olarak değişken olma potansiyeline ve/veya karakterine sahiptirler. Her ne sebeple olursa olsun bazı devletler bölgesel egemenlik ya da küresel itibar peşinde koşmaktadırlar. Jeopolitik oyuncularla, jeopolitik mihverlerin listesi ne sürekli ne de sabittir. Zaman zaman bazı devletlerin eklenmesi ya da çıkarılması gerekebilir (Brzezinski, 1998: VII, 46). Bir "ayaklanmalar yüzyılı" olarak adlandırılan 21. yüzyılda bölgesel savaşların, etnik çatışmalar ve iç savaşların istikrarsızlıkların arttığı, kapitalist dünya ekonomisinin yeniden yapılanma sürecine girdiği günümüzde teknolojide yaşanan gelişmeler ve bunun iletişim alanındaki son derece önemli yansımaları ile birlikte, sermayenin uluslararası alandaki dolaşımının hızlandığı, ulus devletlerin ekonomiye müdahale araçlarının giderek azaldığı, "küreselleşen" bir dünyadan söz edilmektedir. Böyle bir dünyada devletlerin dış politikalarını belirlemede jeostratejik analizlerin ne denli önemli olduğu, aynı şekilde jeopolitik etmenlerin de ulusal politik alan bakımından rolünün giderek arttığı daha fazla ortayı çıkmaktadır. 1.2. Balkanların Jeopolitik, Jeostratejik Önemi ve Türkiye Balkanlar Avrupa'nın diğer bölgelerine geçit veren, Asya'nın bitişiğinde ve Afrika'ya yakın olan coğrafi konumu nedeniyle asırlar boyunca imparatorlukların buluştuğu ve mücadele ettiği çekici bir fetih alanı haline gelmiştir. Balkan Yarımadası, Avrupa'nın kapısı ve önemli bir geçididir. Bu nedenle son derece stratejik bir öneme sahiptir. Üç kıtanın sınır çizgisi üzerinde bulunduğundan, her çeşit istila için doğal bir geçit ve yayılma yolu olmuştur (Karatay - Gökdağ, 2006). Fiziki coğrafya açısından Balkanlar'ın sınırları kuzeyde Tuna Nehri ve Sava Irmağı, güneyde Akdeniz, doğuda Karadeniz, güneydoğuda Ege Denizi, güneybatıda Đon Denizi ve Akdeniz ile çevrilidir. Akdeniz'e uzanan üç yarımadadan en doğada olanını ifade eden ve Avrupa'nın güneyinde yer alan balkan Yarımadası'nın kıyıları, Akdeniz sistemine dahil olan altı denize açılmaktadır. Bu önemli özelliği Balkanlar'ın Akdeniz stratejisindeki çok boyutlu yerini ortaya koymaktadır. Aynı zamanda bu ayırdedici özellik Balkanlar'da yer alan ülkelerin denizcilik alanındaki gelişmelerine de yansımıştır. “Balkan” kelimesi, “üzeri sık ormanla kaplı dağ”4 anlamına gelen Türkçe bir sözcük olup, bölgeye bu adın Osmanlı Türkleri tarafından verildiği kabul Senaryo Planlama" adlı makalesi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: http://www.fikirfabrikam.com/aboutme1121.htm (e.t.5.4.2011) 4 Adriyatik Denizi'ne paralel olarak inen Dinarik Alpler, Pindos, Mora, Rodop, Balkan Dağları ve Tuna'nın kuzeyinde sınır oluşturan Karpatlar iklimi belirledikleri gibi, insanların yaşam ve üretim tarzlarına da damgalarını vurmuşlardır. Bu dağlar, örneğin Himalaya gibi aşılmaz engeller oluşturmazlar. Ancak kolay işleyen, düzenli bir yol şebekesinin oluşmasına da olanak tanımazlar. Bu 279 edilmektedir. Đkinci bir görüş olarak, Osmanlılar'dan önce bölgeye gelmiş olan, Kıpçaklar, Peçenekler ve diğer Türkmen boylarının, Hazar Denizi'nin doğusundaki "Türkmen Stepi"nin güney sınırını çizen "Balkhan Dağları"na benzeterek bu dağlara aynı adı verdikleri de belgelere geçmiştir. Özellikle son yıllarda Balkanlar için "Güneydoğu Avrupa" başlığı da kullanılmaktadır (Gürkan, 1993: 260). Siyasi coğrafya açısından balkan ülkeleri kavramı ise, Balkan Yarımadası'nda yaşayan ve ona komşu coğrafyalarda yaşayan ülkeler için kullanılır: Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, eski Yugoslavya Federasyonu topraklarında bulunan ve bugün büyük kısmının bağımsızlık ilan etmiş olduğu Bosna-Hersek, Kosova, Sırbistan, Karadağ, Sancak ile Makedonya, Hırvatistan ve Slovenya'yı içine alır (Özbek, 2001: 2). Bu bakımdan Balkanlar'ın siyasi coğrafyası, fiziksel coğrafyasından daha geniş ve nüfus olarak da daha yoğundur. Denizlerle çevrili olmasına rağmen sarp dağları; tüm bölgeyi etkisi altına alabilecek siyasi organizasyonlara izin vermezken, kuzeyden ve doğudan gelen istila ve göçler açık bir coğrafi alan oluşturmuştur (Gürkan, 1993: 259-260). Buna karşılık ekonomik, siyasal ve kültürel etkilerini bu coğrafi sınırın bir taraftan Tuna'nın kuzeyine, diğer taraftan Ege Adalarına kadar yaymıştır. Roma, Bizans ve Osmanlı gibi büyük imparatorlukların dönemlerinde Balkanlar'ın böyle geniş sınırlı bir hale geldiğini görüyoruz (Koloğlu, 1993: 41). Dolayısıyla Yarımadası'nın coğrafi ve iklimsel özellikleri, bölgenin toplumsal yaşamı üzerinde etkili olduğu gibi, siyasal yapılanmasında da ne denli belirleyici bir rol oynadığını ortaya koymaktadır (Sloane, 1987: 71-72). Balkan tarihi, bölgeyi fethetmiş uygarlıklar silsilesinde gizlidir. Dünyanın bir çok yerinde, birbirini izleyen uygarlıklar izlerini bırakmıştır. Ama bu izler, en azından çıplak göze, Balkanlar'da olduğu kadar belirgin görünmez. Böyle bir çeşitlilik 20. yüzyıla kadar, Balkan yaşamının ayırt edici özelliği olarak kaldı. Az çok kalıcı sınır bölgesi olma durumu, büyük uygarlıkların dışarıdan Balkan bölgesini hiçbir zaman tam olarak denetleyemeyeceği, hatta nüfus çoğunluğuna da ulaşamayacağı, ama etkileyeceği anlamına geldi. Bu uygarlıklar, kurabildikleri dış sınırlarda bölgeyi denetleme eğiliminde olsalar da, bu sınırların içindeki yerli halk genellikle kendi halinde bırakıldı. Zamanla nüfuslar birbirlerine karıştı ve dışarıdan gelenlerin getirdikleri yerel yaşamı kalıcı bir biçimde değiştirdi. Bu değişimler, yaşamın neredeyse her düzeyinde -gündelik hayat görenekleri, dil, edebi ve sanatsal gelenekler, ticaret ve ekonomi örüntüleri, siyaset ve din- kalıcı izler bıraktı (Wachtel, 2009: 16-17). Balkanlar, Đslam ve Hıristiyan dünyalarının birleştiği Avrupa ve Asya kıtalarını birbirine bağlayan bir coğrafya olduğu gibi, Soğuk Savaş ortamının bittiği, dünya siyasal konjonktürünün yeniden yapılanma sürecine girdiği günümüzde, Hazar bölgesi enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara taşınması bakımından da etkili olma olanağına sahiptir. "Enerjinin olduğu yerde mutlaka siyaset vardır" kuralının, daima geçerli bir kural olduğunu bugün de görmekteyiz. Batı Avrupa ülkelerinin sanayi ülkeleri olmaları nedeniyle enerjiye olan zorunlu gereksinimleri giderek dağların izin verdikleri geçitler eski çağlardan 20.yüzyıla kadar, belli ana yollar (Belgrad-Selanik, Draç-Selanik, Niş-Edirne-Đstanbul) dışında gelişme göstermemiştir. Tuna dışındaki nehirler üzerinde nakliyatın olanaksızlığı da Balkanların kendi içlerinde ulaşımının gelişmesini engellemiştir. Bkz; Orhan Koloğlu, "Osmanlı Döneminde Balkanlar", Balkanlar, OBĐV (Ortadoğu ve Balkan Đncelemeleri Vakfı) Yayınları, Đstanbul 1993, s.41. 280 artmaktadır. Balkanlar'ın bir enerji güzergahı olması, bu yönüyle de jeostratejik ve jeopolitik önemini ortaya koymaktadır. Birinci Dünya Savaşı ile çokuluslu imparatorluklar, Đkinci Dünya Savaşı ile de sömürge imparatorlukları yıkılmış ve daha önce birçok etnik / dinsel grup bağımsız bir devlet oluşturma imkanına kavuşmuştur. Bununla birlikte, en az bir o kadarı da, kendilerinden farklı bir ulusun ya da etnik / dinsel grupların hakim olduğu bir veya bir kaç devletin sınırları içerisinde yaşamak durumunda kalmışlardır. Uluslararası göç hareketleri de benzer durumların ortaya çıkışına katkıda bulunmuştur. Sonuçta, ulus ve etnik / dinsel azınlık ögelerine ait ilişkilerin, devletlerin iç yapıları ve dış politikaları açısından önemli sonuçlar yarattığı, hatta çoğu zaman bu birimler için bir varolma sorunu haline geldiği görülmektedir. Bütün bu sorunlar, çeşitli açılardan uluslararası politikayı, devletlerin dış politikalarını etkileyen sonuçlar ortaya çıkarmaktadır (Sönmezoğlu, 1995: 458-459). Ağustos 1991'de SSCB dağılırken Almanyalar birleşmiş, Balkanlar ve Kafkasya ise kaynamaya başlamıştı. Bu yıllar dünyada inanılmaz boyutlarda hızlı ve büyük değişimlerin olduğu, siyasi dengelerin bozularak istikrarsızlık ve belirsizlik döneminin başladığı, ABD ve Sovyetlere atfedilmiş bir tanım olan iki "süper güç"ten oluşan iki kutuplu dünyanın (NATO / Varşova Paktı) sona erdiği yıllar olarak, dünya siyasi tarihine geçecekti. Fukuyama Tarihin Sonu adlı kitabında, bundan böyle bütün ideolojik çatışmaların sona erdiğini, demokrasi ve serbest piyasa ekonomisinin dünyaya hakim olacağını iddia etmiştir. Fukuyama ile benzer düşüncede olanlar dünyanın artık demokratik bir "küreselleşme" sürecine gireceğini dile getirmişlerdir. Ancak Yugoslavya'da başlayan etnik çatışmaların iç savaşa dönüşmesi, bu iddiaları çürüterek, etnik kökenli milliyetçilik ve ulusçuluk akımlarının çok güçlü bir şekilde gündeme geldiğini göstermiştir. Wallerstein "1989 gibi büyük olayları en yakın bağlamları içinde tahlil ettiğimizde makul bir tarzda anlaşılamayacağını, 1989'un olaylarından acele ve oldukça tahrif edilmiş sonuçlar çıkarılan bir dönemden geçmekteyiz. Soğuk Savaş Pax-Americana idi. Soğuk Savaş'ın sona ermesi, hiç de paradoksal olmayan bir biçimde, dünya-sistem içindeki Pax-Americana şimdi son buldu" demiştir (Wallerstein, 1993: 11). Brzezinski Soğuk Savaş'ın bitişini izleyen yıllardaki değişimin hızına ilişkin şu benzetmeyi yapar: "Dünya sanki otomatik pilota bağlanmış ve hızı gittikçe artan ama hangi yöne gideceği belli olmayan bir uçağa benziyor" (Brzezinski, 1994: XIII). Günümüzde yaşanmakta olan olayların başdöndürücü hızına baktığımızda, dünyanın henüz nereye gittiği tam kestirilemeyen yolculuğunu bitirmediğini söylemek mümkündür. Balkanların tarihine bakıldığında, Avrupa üstünlüğünü elde etme mücadelesinde potansiyel bir coğrafi ödülü temsil etmiştir. Balkan sözcüğü etnik çatışmaları ve büyük güçlerin bölgesel rekabetlerini çağrıştırır. Dinsel, kültürel ve nüfus özellikleriyle, küresel istikrarsızlığın merkezi alanını oluşturan büyük bir coğrafi dikdörtgenin içine yerleşmişlerdir. Bu dikdörtgenin diğer alanları Ota Asya, Güneydoğu Asya'nın belli kısımları, Basra Körfezi çevresi ve Ortadoğu'dur (Brzezinski, 1998: 112). Giddens'a göre, "devletlerin jeopolitik kategorileştirilmesi 281 bunların "dünya politikasına" olan katılımlarına ve etkilerine, yani sonuçları bakımından küresel politika oluşturma ve eylem süreçlerine bağlı olmalıdır. Savaşın doğası hakkındaki sözlerin en ünlüsü "savaş yalnızca politik bir eylem değil, gerçek bir araç, politik alış-verişin devamı, aynı şeyin başka yollarla sürdürülmesidir" ifadesinin aslında savaşçı bir felsefenin ifadesi olmadığını, Avrupa devlet sistemi içerisindeki devletler hakkındaki bir gözlemi yansıtır" (Giddens, 2008: 350, 425). Avrasya'nın derinliklerinden gelen özgürlük, yayılma ve iktidar enerjisinin Türkiye jeopolitiğinin bir düzlemini oluşturduğunu dile getiren Aleksandr Dugin, ikinci düzlemi de Osmanlı jeopolitiğinin oluşturduğunu, Đslam faktörü ve Türkler tarafından fethedilen toprakların grift etnik ve kültürel yapısının devreye girdiğini belirtir. Osmanlı Đmparatorluğu, imparatorluk kuran enerjileri ve sade fakat sert askeri etikleri sayesinde, çok çeşitli kitleyi tek bir jeopolitik sistemde eritip kaynatmayı başarmışlardı. Magrip'ten Balkanlara ve Kafkaslara kadar büyük mekanlar üzerinde denetim kuran Türklerin kendileri de, fethettikleri medeniyetlere özgü jeopolitik eğilimleri tedricen benimsemişlerdir (Dugin, 2004: XIV-XV). Dolayısıyla Balkanlar'ın Osmanlı'nın siyaset yaşamında önemli etkileri olduğunu söyleyebiliriz. Milliyetçilik, cumhuriyetçilik, laiklik, parlamentarizm, liberalizm gibi Batı'da gelişen siyasi fikirler ve hareketler Balkanlar yoluyla Osmanlı siyaset yaşamına girmiş ve güçlenmiştir. Ayrıca Balkan coğrafyası askeri, iktisadi, ticari ve teknik açılardan Osmanlı Devleti'ni besleyen bir bölgeydi. Bu alanlarda meydana gelen gelişmeler ve ortaya çıkan yeni teknikler Balkanlar üzerinden Osmanlı topraklarına girmiştir. http://www.stratejikongoru.org/pdf/ (e.t.1.4.2011) Caner Sancaktar; "Türkiye'nin Balkanlar'la Đlişkileri" Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu andan itibaren yüzünü Batı'ya dönmüş olması, Ortadoğululuk veya Asyalılık kimliğinden çok Balkanlı, Avrupalı kimliğine vurgu yapması (Şimşek, 2002: 221), Türkiye'nin askeri, siyasi ve ekonomik bakımdan batı sisteminin bir parçası olması, Batı'ya açılma yolları üzerinde bir köprü olan balkanların Türkiye açısından stratejik önemini arttırmaktadır. Türkiye'nin Balkanlar'da etkili bir aktör olması için izlemesi gereken dış politikanın Yeni Osmanlılık anlayışı ile, Osmanlı'nın varisi gibi değil, ortak bir Balkanlılık kültürüne vurgu yapan demokratik değerleri, insan hakları ve özgürlükleri çerçevesinde, barışçı bir politika yürütmesi gerekmektedir (Sancaktar, 2006: 51-69). Batı'nın günümüz koşullarında iki kanatlı ve kanatlardan birinin de Avrupa olduğu düşünülürse, Avrupa'nın (AB) geleceği konusundaki tahmin ve değerlendirmeler, Türkiye'nin Balkanlar politikası açısından önemlidir. Batı'nın diğer kanadının ABD olduğu, ABD ile Avrupa - Almanya arasında bir nüfuz mücadelesinin yaşandığı ve Türk-Amerikan ilişkilerinin yoğunluğu dikkate alındığında, Türkiye'nin Balkanlar Politikası, Almanya'nın dengelenmesi, Alman nüfusunun yayılmasının önlenmesi amacına yönelik olabilir. Rusya Federasyonu'nun (RF) Balkanlar'a yönelik ilgisi gözönüne alındığında, bu ülkelerinde Almanya gibi değerlendirilebileceği ve bunun, Balkanlar'da Türkiye ile ABD'yi birbirine daha çok yaklaştırabileceği düşünülebilir. Ancak bu durumda, Almanya ile RF'nun, Balkanlar'da birlikte hareket etmesini de beklemek gerekecektir (Öztürk, 2001: 30). Dünyada enerji ihtiyacı giderek artmaktadır. Küresel ve bölgesel güçler gerek devletler arasındaki anlaşmazlıklardan gerekse etnik çatışmalardan yararlanarak veya bu çatışmaları çıkartarak / destekleyerek, enerjinin üretim ve dağıtım alanında yer alan bölgelerdeki etkinliklerini artırmaya çalışmaktadırlar. Örneğin Hazar Havzası da 282 Orta Asya ile Karadeniz arasında uzanan ve Kafkasya'nın merkezi bir parçasını oluşturan hegemonik güçlerin enerji ihtiyacını karşılamaya yönelik kontrol ve denetimini ellerinde tutmayı hedefledikleri son derecede stratejik bir bölgedir. Balkanların enerji güzergahında yer alan bir köprü ve geçiş yolu olması, büyük güçlerin ekonomik, siyasal, kültürel alanlarda da rekabet içinde oldukları bir bölge olması Balkanlar'ın stratejik önemini ortaya koymaktadır. Türkiye, jeopolitik ve jeokültür levhalar üzerinde bulunan bir sınır ülkesidir. Şöyle ki; Batı'dan Avrupa kültürü, kuzeyden Rus kültürü, doğrudan Asya kültürü ve güneyden Arap ve Afrika kültürü ile sınırlıdır. Dolayısıyla Türkiye, aynı zamanda dünya kültürlerinin kesişme noktasında bulunur (Özey, 2002: 6). Dolayısıyla Türkiye, coğrafyasının sağladığı jeopolitik avantajları iyi kullanabilmelidir. Dünyadaki güç odaklarının merkezinde yer alan bir ülke olarak bugün dünyada yaşanmakta olan gelişmeler bağlamında Türkiye'nin önüne dış politikada riskler çıkarmakla birlikte farklı seçenekler de sunmaktadır. Gelecekte dünyanın jeopolitik haritasında değişiklikler olabileceği ihtimalleri gözönünde bulundurulduğunda, Türkiye'nin bugün karşısına çıkan geleceğe yönelik avantajlardan iyi yararlanabilmesini gerekli kılmaktadır. Türkiye Balkanlar'a yönelik politikasında savunma ve güvenlik ihtiyacını dikkate alarak, stratejik değeri artan Balkanlar'daki nüfusunu iyi kullanmak durumundadır. Balkanlar'daki Türk varlığını, bulundukları yerde politik, ekonomik ve sosyal açılardan güçlü olarak tutmak durumundadır. Türkiye Balkan ülkelerini, kendisi taşıdığı stratejik değeri gözönüne alarak, ilgi ve kaynak tahsisini, bu ülkeler arasında çıkaracağı öncelik ve önem sıralamasına göre yapmalıdır (Öztürk, 2001: 32). Balkanlar'da kalıcı bir barışın ve istikrarın sağlanması, Türkiye'nin Balkanlar'a yönelik politikasının temel hedefi olmalıdır. Atatürk'ün dış politika anlayışının barış ve istikrar üzerine kurulu olması, dış politikada gerçekçi, dengeli ve aynı zamanda uluslararası kamuoyunu dikkate alan bir anlayış ve uygulamanın önemini ortaya koymaktadır. "Türkiye, Balkanlar'da oluşturulmaya çalışılan "Slav-Ortodoks" mihverini dengelemek ve kırmak için, Arnavutluk-Makedonya-Bulgaristan hattına önem vermeli ve bu hattı sağlam tutmalıdır." (Öztürk, 2001: 32). "Makedonya'nın5 kuruluş aşamasında dünyayı ayağa kaldıran ve jeostratejik özellikleri taşıyan Yunanistan Balkanlar'da siyasi açıdan önemli roller oynamak istemektedir; bunda da, diğer belli başlı uluslararası kuruluşların ötesinde, bölgede aynı anda hem NATO hem Batı Avrupa Birliği (BAB) hem de AB üyesi olan tek ülke olmanın avantajlarını kullanma dürtüsünü görmek mümkündür" (Hatipoğlu, 2001: 37). Türkiye'nin Kıbrıs konusu başta olmak üzere, Ege Denizi'ne ilişkin sorunlar, Batı Trakya Türkleri'nin kimlik meselesi, Heybeliada Ruhban Okulu, Bozcaada ve Gökçeadaya Özerklik verilmesi konusunda taleplerinin olduğu Yunanistan ile arasında bir dizi sorun bulunmaktadır. Üyesi bulunduğu uluslararası kuruluşlarda ve çeşitli uluslararası platformlara da taşıyarak bu sorunları Türkiye aleyhine kullanabilmektedir. Dolayısıyla, Yunanistan'ın elinde bulunan kartları kullanmasına, engel olabilmenin önemli bir 5 Makedonya'nın durumunu tarihsel açıdan değerlendiren, diğer ülkelerdeki Makedon azınlığın durumunu inceleyen ve Makedonya sorunu üzere makalelerin yer aldığı bir kaynak olarak bkz: Makedonya Sorunu Dünden Bugüne, Derleyen: Murat Hatipoğlu, ASAM Yayınları, Ankara 2007. 283 yolu da Türkiye'nin doğru stratejik planlamalarla yürüteceği Balkanlar politikasına bağlıdır. Türkiye, "Yunanistan'ın dengelenmesine yönelik olarak Bulgaristan, Arnavutluk ve Makedonya ile; Bulgaristan'ın dengelenmesine yönelik olarak da Yunanistan, Makedonya ve eski Yugoslavya ülkeleri ve Romanya ile ilişkilerini geliştirmek durumunda olduğunu dikkate almak durumundadır. Her iki ülkenin aynı anda dengelenmesinde ve Türkiye'nin Batı'ya açılma yollarının açık tutulmasında Makedonya'nın kilit ülke olduğu daima dikkate alınmak" (Öztürk, 2001: 32) durumundadır. Günümüzde devletler açısından en önemli sorunların başında enerji konusu gelmektedir. Sanayi devlerinin enerjiye olan ihtiyaçları nedeniyle politikalarını enerjinin olduğu alanlara yönlendirdikleri ortadadır. Enerji kaynaklarına sahip olmak ya da enerji güzergahı üzerinde bir coğrafi alanda yer alan bir ülke olmak, jeopolitik açıdan ve jeostratejik açıdan son derece önem taşımaktadır. Kocaeli Üniversitesi'nin Şubat 2008 tarihinde "Enerji Arzında Türkiye'nin Yeri" konulu etkinlikte dünyanın öncelikli gündem konusunun günümüzde, enerji arzında köprü rolü üstlenen Türkiye'nin enerji arzı ihtiyacı ve enerji politikaları mercek altına alınmıştır. 6 Hasret Çomak konuya ilişkin vermiş olduğu konferansta konuyu şöyle dile getirmiştir: Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu'nun çevrelediği Türkiye'nin hem stratejik anlamda, hem de bir çok uluslararası örgüte üye olması sebebiyle çok önemli bir ülkedir. Avrupa enerjisiz bir bölge ve enerji tüketen bir bölgedir. Türkiye Ortadoğu ve Hazar havzalarına yakın olması sebebiyle, bu enerjinin Akdeniz ve Avrupa'ya taşınmasında önemli rol oynamaktadır. 21. yüzyıl küreselleşmeyle birlikte, enerjinin, gelişmenin ve gelişmişliğin bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Türkiye enerji köprüsü olarak enerji arzının transferini güvenli bir şekilde yapacak kilit ülkedir. Rusya Federasyonu Türkiye'yi devre dışı bırakarak Hazar petrol ve doğalgaz akışını denetim altında tutmak Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerindeki etkinliğini korumak istemektedir. Diğer taraftan ABD'de aynı şekilde Rusya Federasyonunu saf dışı etmek istemektedir. Dünya rezervlerinin 2050, Doğalgaz rezervlerinin 2080 yılına kadar tükeneceğini, talebin ise giderek artacağını yapılan araştırmalar göstermektedir. Hasret Çomak bu durumda yapılması gerekenleri 15 maddede sıralayarak Türkiye'nin coğrafi konumunun en iyi şekilde değerlendirecek bir enerji üretim planı oluşturması ve enerji üretiminde milli kaynaklara yönelmenin gereği üzerinde durmuştur. http://bhi.kocaeli.edu.tr/subat08.htm (e.t. 9.11.2008) 6 Kocaeli Üniversitesinde 15 Şubat 2008'de Tıp Fakültesi Morfoloji Binası Konferans Salonunda yapılmış olan etkinlikte verdiği konferansta Hasret Çomak'ın üzerinde durduğu 15 maddeden bazıları ise şunlardır; "enerji planlarının ekonomik ve askeri gücü sürekli olarak desteklemesi", "Türkiye'nin bir enerji koridoru olmasının yarattığı konumun Türkiye'yi bir enerji köprüsü durumuna getirmeyi sağlamak". 284 2. Balkanlar'da Çatışmalar ve Bölünmeler 2.1. Balkanlar'da Milliyetçiliğin Tarihsel Arka Planı 2. Dünya Savaşı'ndan sonra etnik kökenden kaynaklanan savaşlara bundan böyle Avrupa'da yer olmayacağı düşünülüyordu. Oysa 1990'lı yılların başından itibaren etnik çatışmalar ve iç savaşlar "uygar dünya" Avrupa'ya geri dönecekti. Balkanlar'da sonuçta iç savaşa yol açan etnik ve siyasi çatışmalar, birdenbire başlamamış olup, tarihi bir süreci izleyerek gelişmiştir. Dağılmanın ilk işaretleri Balkanlar'ın çekirdeği olan Yugoslavya'da 1989 yılında kendini göstermiştir. Aslında hoşnutsuzlukların yarattığı gerginliklerden kaynaklanarak belirginleşen ilk işaretler, çok daha önceki yıllarda yapılan uygulamalardan kaynaklanmaktadır. Đnsan ve kültür karmaşıklığı yüzyıllar boyunca Balkan yaşamının başlıca özelliği olmuştur. Ancak bu, gerilimlerin, hatta şiddetli anlaşmazlıkların olmadığı anlamına gelmemelidir. 20. yüzyılda, aydınlar ve milliyetçi siyasetçiler bölgelerine ulus-devlet düşüncesini ithal etmeye çalışınca, bu çok katmanlı toplum da büyük güçlerin etkisi altına girdi. Büyük güçler kendi aralarında, bölgeyi yeniden yapılandırmanın, Doğu Akdeniz ile ciddi biçimde bağlantılı olan kendi imparatorluklarına kazandırabileceği avantajları düşünerek, Balkanlar'ın konularına karışmaktan memnundular (Watchetel, 2009: 9). Aslında bugün patlayıcı nitelikli milli ve etnik sorunların kaynağında Versailles, Saint Germain, Trianon, Sevr ve Brest-Litovsk anlaşmalarının, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'daki yerleşimde yarım kalan işleri yatmaktadır. Birinci Büyük Savaş'tan sonra çok etnisiteli imparatorluklar olan Habsburg (Avusturya-Macaristan) Đmparatorluğu ve Osmanlı Đmparatorluğu dağılmıştı. Çarlık Rusya'sı ise Ekim Devrimi ile yıkılacaktı. Milli-etnik sorunlar 1914'ten önce büyük önem taşımıyordu. Çeklerle Slovakların, Sırplar, Hırvatlar ve Slovenlerin tek bir devlette birleşmesine kadar, kimse onların potansiyel bir çatışma unsuru olduklarından kaygılanmıyordu. Romenlerle Macarların Transilvanya konusunda, Romenlerle Rusların Moldavya konusunda çatışması, kimsenin uykusunu kaçırmıyordu. Urayna ve Makedonya'daki gibi politik bakımdan ciddi sayılan "milli" problemler 1991 yılına kadar Yugoslavya'nın istikrarsızlığa sürüklenmesinde rol oynamamıştı (Hobsbawm, 1993: 8-9). Birinci Dünya Savaşı'nın ardından, Balkan siyasetçileri bölgelerini birbirinden farklı ulus-devletlere ayırmayı başardılar. Bu ulus-devletlerden birisi de Yugoslavya'dır. Bütün bu devletler, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonraki etnik temelli ulus-devletler ve büyük güç nüfuzu çağında 1990'lı yıllara kadar süren komünist egemenlik sırasında ve hatta Soğuk Savaş sonrası dönemde bile, çoklu etnisite sorunlarıyla uğraştılar. Balkanlar'ın tarihi böylesine karmaşık aynı zamanda trajik bir tarihin de sahnesidir (Wachtel, 2009: 10). Carr'a göre, "Herhangi bir uluslararası düzenin bir uluslar birliği biçimini almak zorunda olduğu meselesi, milliyetçiliğin temel bir ilkesidir. Tıpkı ulusal topluluğun tek tek bireylerden meydana gelmesi gibi, uluslararası topluluk da, ulus üyelerden meydana gelmelidir. Ulusların da tek tek insanlar gibi, bağımsız ve kendi kaderini belirleyen varlıklar olduğu ilan edilince, şu soru kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyordu: Hangi uluslar? Bu soruya verilen kesin bir yanıt yoktu" (Carr, 1993: 60-61). 285 Milliyetçilik örneğinde sık sık gözlendiği üzere, geçmiş icat edilir ya da yeniden icat edilir. Yeni devletlerin hepsi etnik, dilsel ve kültürel homojenlik iddiasında bulunduğu sürece, ne istikrarlı ne de kalıcı bir politik düzen yaratılabilir. 1918'den sonraki Avrupa haritasını etnik-dinsel milliyetçilik temelinde yeniden çizme denemesi, bu girişimin halkların kovulması / veya katliam ve soykırım pahasına başarıya ulaşabileceğini kanıtlamıştı. Bu durum günümüzde de görülmektedir. Şimdi yeni bir istikrarsızlık, insanlık dışılık ve savaş çağıyla yüz yüzeyiz (Hobsbawm, 1993: 10). "Balkanlar'da 19. yüzyıldan başlayarak ulus duygusunu geliştirmenin kazandığı aciliyet, beraberinde, iyimser bir bakışla türdeş bir ulus-devlet oluşturma sürecinin önünde bir engel, kötümser bir bakışla düşman komşunun beşinci kolu gibi görülen azınlıklardan kurtulma isteğini getirdi. 1945'te federal ve çok-uluslu bir temelde yeniden kurulması gereken Yugoslavya bu deneyimi çok pahalı ödeyecekti" (Yerasimos, 1995: 35). 4 Aralık 1918'de kurulan Sırp-Hırvat-Sloven krallığının egemen olduğu coğrafya Voyvodina, Bosna-Hersek, Dalmaçya ve Karadağ topraklarını da içine alıyordu. Ancak ülke sınırların genişliğine rağmen "yönetime ilişkin anlaşmazlık" iç çekişmeleri de beraberinde taşıdı. Hırvatların "tam özerklik" talebine karşın. Sırplar Güney-Slav birliğinin kendi etrafında oluşmasını istiyordu. Anlaşmazlık ülke yarısına sahip Ortodoks Slavlar ile üçte birine sahip Katolik Hırvatlar arasında, 2. Dünya Savaşı'na dek sürekli artan bir "gerginliğin başlangıcını" oluşturdu. Hırvat liderin Karadağlılar tarafından öldürülmesinden sonra Hırvatların "federal sistem kurulması" talebiyle karşılaşan ve meclisten çekilmelerinden sonra, Kral Aleksandr 1929'da Meclisi feshetti. Aynı yıl ülkenin adı Yugoslavya olarak değiştirildi ve yönetimde Sırpların ağızlıkta olduğu "sert" bir rejim uygulamaya başlandı (Poulton, 1993: 16). Sırp-Hırvat çekişmesi giderek tırmandı. Yugoslavya 1935-1939 dönemini Sırplar, Slovenler ve Bosnalı Müslümanlar tarafından desteklenen "Yugoslav Radikal Birliği"nin sert rejimi altında geçirdi. Bu arada 1921'de yasaklanan fakat faaliyetlerini gizlice yürüten Komünist Parti'nin Genel Sekreterliğine 1937'de J.B. Tito getirilmişti. Diğer taraftan Hırvat muhalifi giderek güçlenmiş, "kültürel ve ekonomik alanda geniş bir iç özerklik" kazanmıştı. Dış politika açısından ele alındığında dikkati çeken durumları şöyle özetlemek mümkündür: Kral Aleksandr zamanında Fransa ile yakın ilişkiler kurulmuş ve Yugoslavya "Küçük Antan"ın üyesi olmuştu. Türkiye Yunanistan ve Romanya ile, Bulgaristan ve Đtalya'ya karşı "Balkan Antantı"nı imzalamıştı. Fakat Nazi Almanya'sı ve Mussolini Đtalya'sı ile ilişkilerini sıklaştırmış, hatta 1937'de Bulgaristan'la imzaladığı "Daimi dostluk anlaşması"ndan sonra Balkan Antantı anlamını ve amacını yitirmiştir (Armaoğlu; Sander; Gönlübol, 1983; 1991; 1977: 182, 72, 103). Küresel ve bölgesel güçlerin dünya politikasını nasıl yönlendirmeye çalıştıklarını göstermesi bakımından, Türkiye açısından da önemli bir örnek oluşturan ABD'nin Yugoslavya üzerinden Balkanlar'a yönelik politik stratejisi üzerinde durmak gerekmektedir. Gerçi ABD o dönemde bugünkü anlamda "küresel" bir güç değildi. Ancak Đkinci Dünya Savaşı öncesi giderek tırmanan ve Soğuk Savaş döneminde keskinleşerek dünyanın ideolojik kutuplaşma ortamına girdiği bir dönemde uluslararası politikada "süper güç" olarak tanımlanan ABD'nin ve tabiki Sovyet Rusya'nın da dış politika stratejileri bakımından bu örnek önem taşır. 286 Çünkü devletler, ister belirgin bazı dış politika amaçlarını gerçekleştirmeye yönelik faaliyet gösteriyor olsunlar, isterse daha çok dışarıdan gelen etkilere tepki niteliğinde bir dış politika izliyor olsunlar, bu tutum ve davranışlarını belirli bazı dış politika stratejileri çerçevesinde gerçekleştirmeye çalışırlar (Sönmezoğlu, 1989: 149). Sonuçta bu stratejilerin bazıları ittifaklar şeklinde ortaya çıkar. Yugoslav nüfuslarının 19. Yüzyıl başlarında Osmanlı Đmparatorluğu'na karşı isyan niteliğindeki hareketleri zamanla güçlenerek Birinci Dünya Savaşı'ndan (19141918)sonra Yugo-Slav (Güney-Slavları) devletinin kurulmasıyla neticelenmişti. Karadağ'ında Sırbistan'a katılmasıyla oluşan bu "ilk" birliğe Avusturya-Macaristan egemenliğinden kurtulan Hırvatistan, Slovenya ve Bosna-Hersek de eklenecekti. 1945'te yapılan seçimlerde, federal bir Anayasa ile 6 federe devletten oluşan (Sırbistan, Hırvatistan, Slovenya, Bosna-Hersek, Makedonya ve Karadağ) Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti kuruldu. Yugoslavya, mezhep ve kültür olarak Avrupa'nın ikiye bölündüğü ve iki farklı dünyanın kesiştiği ilginç bir coğrafya'da yer almaktadır. Bu farklı kültürler mozaiğinde, ülkenin batısında yer alan Slovenler ve Hırvatlar, Katolik Batı kültürünün etkisinde yaşama biçimini oluşturuyordu. Kuzeyinde ve doğusunda kalan Sırplar ve Karadağlılar ise, Ortodoks doğu kültürünün nüfuzundaydı. Bu yapıyı daha da karmaşık kılan, Bosna-Hersek'in ve Müslüman Boşnaklar'ın bu iki farklı mezhebin, kültürün tam ortasında yer almasıydı. Aslında Bosna-Hersek'in kendisi ufak bir Yugoslavya'dır. Çünkü bu ülkenin nüfusunu oluşturan üç ayrı halkı, üç ayrı din ve kültürden meydana geliyordu (Alkan, 1995: 40). Sovyetler ve Doğu Bloku ülkelerinin baskısı altında bulunan Yugoslavya, Türkiye ve Yunanistan ile işbirliğine ilgi göstermeye başlamıştı. Aslında Yunanistan ile iç savaştaki desteği yüzünden ilişkileri iyi değildi. Ayrıca Đtalya ile de Trieste bölgesi yüzünden anlaşmazlık yaşanıyordu ve ilişkileri kötüydü. ABD Yugoslavya'yı, NATO üyesi olan Türkiye ve Yunanistan aracılığıyla Batı'ya yakınlaştırma çabasına girdi. Yugoslavya'nın güvenliğini sağlamak gerekçesiyle Türkiye-Yunanistan-Yugoslavya arasında bir Balkan Paktı kurulmasını çözüm olarak gördü. Yugoslavya'ya Batılı devletlerle birlikte askeri kredi açtı. Ayrıca Üç ülke arasında Şubat 1953'te Dostluk ve Đşbirliği Andlaşması imzalandı. Bunu Ağustos 1954'te Bled Andlaşması izledi. ABD'nin bütün planlarına rağmen ilişkiler beklediği çizgiye ulaşamadı. Çünkü 1953'te Stalin'in ölümünden sonra "yumuşayan" Sovyetlerle Yugoslavya'nın daha doğrusu Tito'nun ilişkileri düzelmeye başlamıştı. Bu arada Tito 1956'da Bağlantısızlar Bloğu'na katılmıştı. ABD açısından yolunda gitmeyen bu gelişmeler karşısında 2. Balkan Paktı 1960'ta sona erdi ve işlevini göremeyen ölü bir belge olarak kaldı (Avcıoğlu, 1994: 1621; Gönlübol; Ülman, 1977: 248-260). 1963 ve onu izleyen Anayasa'larda "cumhuriyet"i kuran 6 etnik (Sırplar, Hırvatlar, Slovenler, Müslümanlar, Boşnaklar, Makedonlar, Karadağlı7lar) grup için "ulus", sayıları 20 civarındaki etnik gruptan (Arnavutlar, Türkler, Macarlar, Romlar, Bulgarlar, Çekler, Romenler, Rutenler, Slovaklar, Ulaklar, Đtalyanlar, Ukraynalılar, Lekler, Yahudiler, Almanlar, Grekler, Avusturyalılar v.d.) "ulusallıklar" ifadesi kullanılmıştır (Poulton, 1993: 15). 7 Esasında 6 etnik gruptur. Ancak Karadağlılar'da en son olarak 6 gruba eklenmiştir. 287 1963 yılında "Yugoslavya Federal Sosyalist Cumhuriyeti" olarak adı değiştirilen Anayasa'sında ve yine 1974 Anayasa'sında da "ayrılma hakkı da dahil olmak üzere kendi kaderini tayin hakkı"ndan söz edilmiş ve bu ulusların 2. Dünya Savaşı sırasında "özgürce iade edilmiş iradeleri teminde" birleşmiş oldukları vurgulanmıştır (Poulton, 1993: 16). Ulusal birliğini kuramayan Arnavutlar, Osmanlı'nın geri çekilmesinden sonra toprak bütünlüğünü koruyamamışlar ve 1913'te Kosova Sırp krallığına dahil edilmişlerdir. 1918'de ise Sırp-Hırvat-Sloven krallığının kurulmasıyla, Kosova bu yeni devlet içinde yer aldı. Bundan böyle Arnavutlar Sırplar ile sürekli toprak mücadelesine gireceklerdir. 2. Dünya Savaşı boyunca Kosova, Makedonya ve Arnavutluk, Đtalyanların, Almanların ve Bulgarların denetimindeydi. Sırbistan 1951'e kadar tanımadığı Kosova Türklerini, Arnavutlara karşı desteklemeye başladı. Bunda bölgedeki nüfusun yaklaşık %90'ının Müslüman olmasından kaygı duyan Yugoslavya yönetimi, bu gücü parçalamak istemişti. Arnavut aydınların bağımsız mücadelesinden de rahatsızlık duyuyordu. Bu nedenle Arnavutlara baskı yapmaya başladı. Böylece Kosova Türkleri ile Arnavutlar arasındaki geleneksel bağlara ilk darbe vurulmuş oldu (Türkoğlu, 2001: 105-111). 1974'te Kosova'ya özerklik verilince, Arnavutların statüsünün yükselmesi, baskıların yönünü değiştirdi. Arnavutlar Kosova'daki Sırplara baskı yapmaya başladılar. Bu arada Kosova'nın bağımsızlığı için mücadelede sürüyordu. 1981'de Arnavut üniversite öğrencilerinin aslında rejime karşı olan protestolarında olaylar zirveye ulaştı. 1981-1989 arasında çoğu Arnavut olan aydınlar tutuklandı. 1990'da özerkliğin kaldırılmasıyla, Kosova'nın yönetimi doğrudan Sırbistan'a bağlandı (Türkoğlu, 2001: 112-116). Eski Yugoslavya'nın dağılmasıyla 27 Nisan 1992'de Sırbistan ve Karadağ arasında Yeni Yugoslavya'nın (Yugoslavya Federal Cumhuriyeti) kuruluşunun ilan edilmesinden sonra, Uluslararası Komisyon'un hazırladığı bir raporda, Kosova Demokratik Birliği (LDK) lideri Đbrahim Rugova'nın şu sözleri yer alacaktı": Yugoslavya yok oldu, bizim de bir arada kalma yeteneğimiz yok oldu" (Tindermans (Hazırlayan), 1998: 146). Sırbistan'ın zorlamasıyla 1974'te Anayasa'ya Kosova ile ilgili yeni bir düzenleme getirilmişti. Kosova Arnavutları yıllardır cumhuriyet olma talebinde bulunuyorlardı. Sırbistan ise bu talepler karşısında, Kosova ve Voyvodina özerk bölgelerinin özerkliklerini sınırlandırdı. Sırpların egemenliğinin çok fazla öne çıkması ülkede tepki yaratmakta gecikmedi. Hırvatistan ve Slovenya'da milliyetçilik harekete geçerek, birlikten ayrılma taleplerini kışkırtı. Bağımsız olma istekleri, milliyetçiliği daha çok kamçıladı. Birbirini besleyen bu etkiler bağımsızlık isteklerinin daha fazla gündeme gelmesine yol açtı. Nitekim Slovenler 2 Temmuz 1990'da bağımsızlık ilan eden ilk cumhuriyet oldu (Poulton, 1993: 16-17). Bu durum, ardından diğer cumhuriyetlerdeki bağımsızlık taleplerini etkileyerek güçlendirdi. Diğer cumhuriyetler de Slovenya'yı izleyerek, uluslararası sahnede bağımsız devletler olarak yer alacaklardı. Sonuçta Yugo-Slavya (Güney Slavya) Birliği ortadan kalkacaktı. Yüzyıllarca Osmanlı Devleti'nin egemenliğinde bulunan ve "Üç Vilayet" olarak anılan stratejik coğrafyanın Ege Makedonyası olarak bilinen bölümü, 8-9 Kasım 1912'de Yunanistan'ın işgaline uğradığında, Atina yönetimleri, bölgedeki konumlarını katliam, etnik temizlik ve asimilasyon yöntemleriyle pekiştirmeye 288 çalışmışlardır. O tarihten itibaren Slav Ege Makedonlarını dışlayan, planlı olarak kültürel haklarını, Makedonca konuşulmasını dahi şiddetle yasaklayan Yunan yönetimleri, bu etnik / milli azınlığa karşı yoğun ve sistemli bir baskı uygulamıştır. Günümüzde de varlıklarını inkar ederek, onları "Slavofon Helenler" olarak adlandırmakta ve dünya kamuoyunu yanıltmaya çalışmaktadır (Hatipoğlu, 2002: 110). Ortaylı, "Osmanlı'nın Bulgaristan ve Makedonya'daki hakimiyetinin Erzurum'daki Osmanlı egemenliğinden çok daha uzun olduğunu belirterek şu örneği verir: "Biz Osmanlı idaresinin tipik kesitini öğrenmek istediğimiz zaman; Suriye ve Bağdat gibi doğu vilayetlerinin defterlerini tetkikten çok, Anadolu ve özellikle Bulgaristan, Trakya, Makedonya'nınkileri inceleriz; çünkü Osmanlı bürokrasisinin işleyişi orada daha iyi görülür. Bu çok önemlidir" (Ortaylı, 2008: 7). Balkanlar tarihsel olarak Osmanlı Đmparatorluğu'nun yayılma alanıydı. Osmanlı Đmparatorluğu bir Asya veya Ortadoğu Đmparatorluğu'ndan çok, bir Balkan Đmparatorluğu görünümündeydi. Çünkü beşeri kaynakları ve iktisadi gelirleri büyük ölçüde Balkanlar'dan sağlanıyordu. Ayrıca Osmanlı Devleti yöneticileri en çok Balkanlar'a önem veriyorlar ve en önemli yatırımlar ve politikalar bu bölgeye yönelik gerçekleştiriliyordu. Yaklaşık 550 yıl süren Osmanlı egemenli bölgenin etnik, iktisadi ve kültürel yapısını derin biçimde etkileyerek, günümüze dek ulaşan gelişmeler üzerinde belirleyici olmuştur. http://www.stratejikongoru.org/pdf/turkiyeninbalkanlarlailiskileri (e.t. 9.4.2011). Günümüzde dahi, topraklarındaki diğer azınlıklar gibi Ege Makedonlarının8 etnik-azınlık haklarını tanımayan, varlıklarını inkar eden ve onları "Slavafon Helenler" olarak adlandırıp dünya kamuoyunu yanıltmaya çalışan AB üyesi Yunanistan, 1919 Neuilly Barış Antlaşması'nın ilgili maddelerine, 1925'te Milletler Cemiyeti'nde imzalayıp kabul ettiği şartlara ve Kasım 1990'da Paris Şartı'nın ilgili hükümetlerine de imza atan bir AB üyesi olarak, hiçbir belgeye uymaksızın, Makedon etnik azınlığını baskı altında tutmaya devam etmiştir (Hatipoğlu, 2002: 110). Makedonya Cumhuriyeti, 1991'de bağımsızlığını ilan etmiş ve Yugoslavya Federasyonu'ndan savaşmadan ayrılan tek federe cumhuriyet olmuştur. Karşılaştığı problemlere rağmen, Avrupa ve Transatlantik kuruluşlarına üyeliği öncelikli dış politika hedefi haline getirmiş ve ülke nüfusunu oluşturan etnik gruplar arasında kırılgan da olsa barış ortamı sağlayabilmiştir (Coşkun - Demirtaş, 2002: 119). Makedonya9 yüzyıllar boyunca dillerin, dinlerin, ırkların ve kültürlerin içiçe olduğu Balkanlar'ın en karmaşık bölgelerinden biridir. Herbiri ayrı bir Ortodoks Kilisesi'ne bağlı olan Makedonlar, Bulgarlar, Yunanlılar, Sırplar ve Ulahlar, Türkler, 8 Yunanistan'ın yıldırma politikaları, Balkan Savaşları'ndan 1950'li yılların sonuna kadar aralıksız sürmüş. Katliamlardan kaçan ya da sürgün edilen Makedonlar "Makedon Diasporası" diye anılan ve bazı Avrupa ülkelerinde, Kanada, Avustralya, ABD gibi ülkelerde kendi azınlık sorunlarını dile getirerek, sosyo-etno-kültürel bir "diaspora" olgusu yaratmışlardır. Makedon Diasporası'nın örgütleri ve faaliyetleri ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz; Murat Hatipoğlu; "Makedon Diasporası: Ege Makedonlarının Diasporasına Tarihsel ve Güncel Bir Bakış", Makedon Sorunu Dünden Bugüne, ASAM Yayınları, Ankara 2002, s.109-118 9 Makedonya'nın tarihine ve kompleks yapısına ilişkin ayrıntılı bilgi için ayrıca bkz: Osman Karatay, "Orta Çağ'da Makedonya: Bir Siyasi Coğrafyanın Süreklilik Öyküsü", Makedonya Sorunu Dünden Bugüne, ASAM Yayınları, Ankara 2002, s.1-26. 289 Arnavutlar, Torbeşler, Boşnaklar ve Çingeneler bu coğrafyada yaşayan belli başlı topluluklardır (Turan, 2002: 167). 2.2. Balkanlar'da Đç Savaş ve Sonrası BM, AB ve NATO'nun Politikaları Slovenya'nın 25.5.1991'de Yugoslavya'dan ayrılma kararını resmen almasından sonra, onu Hırvatistan izlenmiştir (Alkan, 1995: 33). 1992'de düzenlenen halk oylamasında halkın 2/3 oy çokluğu ile bağımsızlık kararını alan Bosna-Hersek olacaktı. Bu karar, Bosna devletinin ve dış politika stratejisinin oluşma sürecine hız kazandırmıştır. O sıralarda ülkeyi savunmaya hazırlamak gibi hayati bir işin yanında kamu kuruluşlarını ve dış politikayı oluşturmak çok zordu. Ancak, Bosna'nın uluslararası alanda bağımsız bir kimlikle oluşturulacak dış politikanın başarılı olmasına sıkı sıkıya bağlıydı (Kapetanoviç, 2001: 186). 29 Şubat - 1 Mart 1992'de yapılan halk oylamasının ardından, Sırpların Saraybosna'da ilk kurşunu sıkmasıyla başlayan iç savaşta Sırp birlikleri ağır silahlarla yerleşim birimlerini işgal ettiler (Alkan, 1995: 81). 1992-1995 yılları arasında yaşanan Bosna-Hersek savaşı Sırplar, Boşnaklar ve Hırvatlar arasına geçen bir savaştır. "Büyük Sırbistan" hayalindeki Sırplar tarafından Bosna-Hersek saldırıya uğramıştır. Bu iç savaş olarak gelişmiş ve çatışmalar daha sonra "etnik temizlik" denilen soykırıma dönüşmüş, Müslüman sivil halk katledilmiştir. Bu durumu başlangıçta, Yugoslavya'nın iç sorunu olarak gören Batı Avrupa ülkeleri, üç ABD vatandaşının öldürülmesinden sonra 1995 yılına kadar kayıtsız kaldığı savaşa, kapsamlı bir NATO hava saldırısı ile müdahaleye destek vermiştir. 22 Ocak 2002'de Avrupa Konseyi Genel Kurulu, Bosna Hersek'i Avrupa Konseyi üyeliğine kabul etti. Böylece Bosna-Hersek, Avrupa Konseyi'nin 44 üyesi oldu. Bu durumda, Avrupa kıtasında bulunan hemen hemen bütün devletler Avrupa Konseyi üyeliğini kazanmış bulunmaktadır. Türkiye açısından da Bosna-Hersek'in Avrupa Konseyi üyesi olması büyük önem taşımaktadır. Bu olay bir bakıma, Türklerin tekrar Balkanlar'a dönüşü olarak düşünülebilir (Akçalı, 2008: 49). Avrupa'da her ülkede Kosova sorununun farklı algılanması, ABD ve AB'nin önceliklerinin o yıllarda başka konular olması, her ülkenin Balkanlar'da farklı çıkar ve ilişkilerinin olması Kosova'ya müdahaleyi geciktirmiştir. Miloseviç, Rusya ve Çin'i arkasına alarak saldırılarına devam etmiştir. Ancak bundan sonra uluslararası toplumda müdahale fikri kabul görmüştür. NATO'nun 1999'daki Kosova müdahalesi, bir bakıma bölgenin uluslararası konjonktür içindeki statüsünün belirlenmesine yöneliktir. http://tuicakademi.org/index.php/... (e.t. 5.4.2011) Diğer taraftan NATO'nun Kosova'ya müdahalesi ile başlayan bağımsızlık süreci, uluslararası ilişkilerde çıkar ve güç mücadelesinin olduğunu göstermektedir. Rusya'nın Kosova'nın bağımsızlığını tanıması durumunda Abhazya, Güney Osetya, Dağlık Karabağ gibi ayrılıkçı bölgeleri tanıma tehdidi aslında, Rusya'nın Güney Kafkasya'da Batı'nın ekonomik, siyasi ve askeri çıkarlarını önleme amacıdır. Kosova'nın bağımsızlığının tanınmasında, Doğu Avrupa, Balkanlar ve Güney Kafkasya'da etnik temele dayalı yeni güvenlik endişelerinin ortaya çıkmasında rol oynayacağı düşünülebilir. http://www.tuicakademi.org/index.php/... (e.t. 5.4.2011) 1990'lı yıllarda Bosna-Hersek yaptığı referandumla bağımsızlığını ilan ettiği zaman, başta Sırplar olmak üzere, birçok Avrupa ülkesinin de tepkisini çekmişti. Đngiliz Dışişleri Bakanı "Biz Avrupa'nın göbeğinde Müslüman bir devletin 290 kurulmasına tahammül edemeyiz" diyerek karşı çıkmıştı. Bunun tepkisi olarak, Sırplar, Kosova'da Müslüman Boşnaklara karşı "etnik temizlik" yapmaya başladılar ve büyük bir soykırım yaşandı (Akçalı, 2008: 48). 21 Kasım 1995'te imzalanan Dayton Barış Anlaşması Bosna'da barışı sağlamakla birlikte dünyanın en karmaşık hukuki ve siyasi sistemini birlikte getirmiştir. Her şeyden önce, dünyada Anayasası, bir anlaşmanın eki olan biricik devlet Bosna-Hersek'tir. Karar alma sürecinde her üç milletin temsilcilerinin bulunması sorun teşkil etmemektedir. Asıl sorun, bu temsilcilerin Bosna Savaşı'nı başlatanlar olmasıdır (Kapetanoviç, 2001: 193-194). Bütün dünya ülkeleri, Rusya, Çin ve Libya ile Irak hariç, Kosova'daki soykırımı kınayıp NATO müdahalesini desteklerken, Bosna-Hersek aynı senaryolu soykırımı yaşamasına rağmen, NATO müdahalesi konusunda Dayton Anlaşması'nı yapan temsilcilerin fikri ortada kalmıştı. Çünkü Bosna-Hersek hükümeti içinde yer alan diğer Sırplar, Kosova'daki katliamı kınayan herhangi bir resmi kararın alınmasını engellemişlerdir (Kapetanovic, 2002: 193-194). Bu arada Fransa ve Almanya arasındaki sorunlar, Balkanlar'daki çatışmalara da yansımıştır. Almanya'nın 23 Aralık 1991'de bağımsızlık ilan eden Slovenya ve Hırvatistan'ın bağımsızlığını tanıyacağını belirtmesi, Yugoslavya'nın dağılma yolunda olduğunu ortaya koyduğu gibi, AB'nde ortak dış politika zayıflığını da göstermiştir. Almanya'nın tanıma kararında, savaşın yarattığı göçmen dalgasından kurtulmak düşüncesinin de rol oynaması mümkündür. Bosna'da 1992-1995 yılları arasında yaşanan savaş, BM nezdinde alınan kararların işlevsellikten uzak kaldığını göstermiş, NATO'nun Kosova'ya müdahalesinde açık bir egemenlik ihlali söz konusu olmuş, BM'nin Kurucu Antlaşması ihlal edilmiştir. Uluslararası toplumun bir taraftan toprak bütünlüğüne saygıdan söz eden, diğer yandan bağımsızlık kazanan cumhuriyetleri tanıma formülleri arayan çelişkili tutumları ve kararlarının işlevsellikten uzak olduğu ortaya çıkmıştır. BM'in ve AB'nin bu tür olaylarda, savaş öncesi ve sonrasında, devletlerin egemenlik haklarını ihlal etmemek kaydıyla daha fazla sorumluluk almaları gerektiğini ortaya koymuştur. http://www.akademikozgurluk.com/bm-ve-eski-yugoslavya-ic-savasi.html (e.t.30.3.2011) AB'nin çiftte standart anlayışına bir örnek teşkil etmesi bakımından AB'nin Polonya'nın tam üyeliği konusundaki tavrını gözden geçirmek gerekir. Yugoslavya'nın parçalanmasında Almanya'nın ve Avusturya'nın oynadığı roller incelenecek olduğunda AB'nin Kıbrıs politikasında da aynı şeyleri görmek mümkündür. Şöyle ki: AB, Polonya'yı üye olarak kabul ederken Kıbrıs konusunda olduğu gibi, Polonya'ya, Baltık denizi sahilindeki toprak parçası olan Kalinin meselesini10 "çöz de gel" dememiştir. Đhtilaf şimdilik uyutulmuştur. BM ve AB, Güney Kıbrıs Rum idaresini adanın temsilcisi kabul etmektedir. Batı dünyası bu kararın uygulanabilmesi için kuvvet kullanarak Türk ordusunu oradan çıkarmak zorundadır. Ancak dünya konjonktürü böyle bir güç kullanımına uygun değildir. 10 Polonya'nın AB'ye taşıdığı önemli bir sorundur. Ancak bu konuyu Batı dünyası tartışma konusu yapmıyor. Baltık ülkeleri bağımsızlıklarını kazandıkları zaman Kalinin Rusya'nın elinde kaldı. Burası Rusya'ya ait olmakla birlikte, Rusya ile ortak hududu yoktur. Bir Rus vatandaşı buraya seyahat etmek isterse, Belarusya, Polonya ve Litvanya topraklarından geçmesi gerekecektir. Polonya ve Litvanya AB üyesi olduktan sonra hiçbir Rus Şengen vizesi almaksızın buraya geçemeyecektir. Polonya diğer 9 ülke ile birlikte Avrupa Konseyi üyesi olmuştur. Ayrıntılı bilgi için bkz: Cevdet Akçalı: Avrupa'da Türkiye'yi Savunmak, Yeni Đnsan Yayınları, Đstanbul Mart 2008, s.30-32. 291 Fakat AB vasıtasıyla Güney Kıbrıs Rum kesiminin adaya hakimiyeti sağlanabilir. Đşte AB'nin Kıbrıs için düşündüğü, kaybettiği eski yerleri geri alabilmek politikası budur (Akçalı, 2008: 32). Nitekim, eski Yunan Başbakanı Simitis yapmak istediklerini ve niyetini söylemekten çekinmemiştir. Açıkça demiştir ki; "Biz Helenizmin Kıbrıs adası üzerindeki emellerini AB müktesebatını kullanarak tahakkuk ettireceğiz" (Akçalı, 2008: 32). Yukarıda Kıbrıs konusuna ilişkin yapılan açıklama AB'nin çifte standardını ortaya koymaktadır. Aynı şekilde Polonya'nın üyeliği konusunda, istediğinde sorunları uyutabilmektedir. Dolayısıyla AB'nin Türkiye'nin tam üyeliği konusunda, Türkiye aleyhine ayırım yaptığı kanaati boş değildir. AB gibi Avrupa konseyi de Batılı devletlerin kurduğu aynı felsefenin ürünü olup, temelinde vatandaşlar veya üyeler arasında ayırım yapılmamasına dayanan demokrasi anlayışının olduğu kuruluşlardır. Oysa ilkeleri ile uygulamaları arasında çelişkiler olduğu da gün gibi ortadadır. Üye devletler arasında "imtiyazlı üye" uygulamaları bunun çok açık delilidir. Sonuç Balkanlar stratejik öneminden dolayı Romalılar döneminde "Divide et Đmpera", "Böl ve Yönet" ilkesiyle, Bizanslar döneminde de Slavlaşma sürecini yaşamıştır. Osmanlı Devleti'nin 550 yıl hüküm süren döneminde ise Balkanlar, hoşgörü içinde yöneltilmiştir. Avrupa'nın kapısı ve önemli bir geçidi olan üç kıtanın sınır çizgisinde bulunduğu için, istilalara doğal bir geçit ve yayılma yolu olarak son derecede stratejik bir önem taşıdığı gibi, yüzyıllar boyunca imparatorlukların buluştuğu ve mücadele ettiği bir alan olmuştur. Balkanlar coğrafyası dinsel, kültürel ve nüfus özellikleriyle, küresel istikrarsızlığın merkezi alanı olduğu gibi, Balkan sözcüğü de etnik çatışmaları ve büyük güçlerin bölgesel rekabetini ifade eder. Balkanlar, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra en kanlı ve en yaygın çatışmaların alanı haline geldi. Milliyetçilik üzerinden beslenen rekabet bugünde Balkanlar'ı etkisi altına almıştır. Tarihte saklı kalan anlaşmazlıklar ve gerginlikler, su yüzüne çıkarak iç savaşlara kadar varmıştır. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra artık Avrupa'da yeni olmadığına inanılan etnik çatışmalar ve savaş, 1990'ların başında Avrupa'ya yeniden dönmüştür. Dünya siyasal konjonktürünün küreselleşme ile yeniden yapılanma sürecine girdiği günümüzde, sanayi devleri enerjiye olan ihtiyaçları nedeniyle yeryüzündeki bütün enerji kaynaklarını ele geçirerek dünyayı yönetmek istemektedirler. Bir dünya imparatorluğu kurmanın başlıca yolu, enerji kaynaklarını ve enerji yollarının denetim ve kontrolünü ele geçirmekle mümkündür. Hazar Havzası, Orta Asya ile Karadeniz arasında uzanan Kafkasya'nın merkezi bir parçasını oluşturmakta olup, dünyanın en önemli enerji üretim ve dağıtım alanlarından biridir. Batı ülkeleri enerji ihtiyaçlarını daha çok Avrasya kaynaklarından karşılamaya yönelmişlerdir. Dolayısıyla bu bölgeler enerjide birincil derecede önemli bölgelerdir. Balkanlar Hazar Havzası petrol ve doğalgazının Batı'ya 292 aktarılmasında bir enerji koridoru ya da enerji güzergahıdır. "Enerjinin olduğu yerde daima siyaset vardır" kuralı, dünyanın her yerinde ve her zaman geçerli bir kural olmuştur. Balkan coğrafyasında yaşanan en önemli gelişme Yugoslavya'nın parçalanmasıdır. Balkanlar bölgede barış ve istikrarın kurulması amacıyla, birçok inisiyatifin odak noktası haline gelmiştir. Balkanlar'ın istikrara kavuşması Avrupa'nın güvenliği için giderek daha da önemli olmuştur. AB'nin Bosna-Hersek'teki Sırp katliamına karşı müdahalede başarılı olamayışı (başlangıçta seyirci kalmıştı), önceleri uzak durmasına rağmen ABD'nin müdahalesini gerektirmiştir. BM'inde Yugoslavya krizinde çoğu zaman etkisiz, hatta hareketsiz kaldığı görülmüştür. Kosova'da Sırpların giriştiği geniş çaplı etnik soykırıma karşı uluslararası toplumda oluşan tepkinin sonucu NATO hava harekatını başlatmış ve Sırplar geri çekilmek zorunda kalmıştır. Makedonya'daki son derecede hassas dengeler Balkanlar'daki yeni siyasi oluşumların tehdidi altındadır. Bu arada başta Bosna olmak üzere Voyvodina, Kosova, Sancak ve Karadağ sorunlarının henüz tümüyle halledildiğini düşünmek mümkün değildir. Balkanlar'daki durum, sıcak gelişmelerin beklenebileceği endişesini de yaratmaktadır. ABD'nin Kosova'daki operasyona müdahalesinin esas amacı, Varşova Paktı'nın dağılması ile uluslararası toplumda NATO'nun artık misyonunu tamamladığı ve dağılacağı yönündeki görüşler, "yeni konsept" arayışını hızlandırmıştır. Roma Zirvesi'nden sonra 1991'de kabul edilen "genişleme ve konsept arayışları" ile eski Doğu Avrupa ülkeleri NATO'ya üye alınmaya başlamıştır. Kosova'ya hava harekatı ile müdahale NATO'nun "yeni konsept" arayışı için bir fırsat oluşturmuştur. Bugün Balkanlar uluslaşma sürecini yaşamaktadır. Ve bu durum aynı zamanda Avrupa'nın güvenliği içinde tehlike oluşturmaktadır. Diğer taraftan ABD ve AB, Kosova'nın bağımsızlığını tanıdıkları halde, KKTC'ni tek taraflı bir devlet olarak tanımamaları işin bir başka boyutunu da ortaya koymakta, çifte standartlı anlayışlarını göstermektedir. ABD Balkanlar'daki düzeni kendi çıkarlarına uygun olarak şekillendirmeye çalışmaktadır. Asıl amacı NATO'nun varlığını sürdürmek ve ABD'nin etki alanını genişletmektir: "Yeni konsep"in amacı da zaten budur. Yugoslavya'daki çatışmalar ABD'nin bu amacını yerine getirmesi için, bir fırsat yaratmıştır. Bu fırsatı BM'de devre dışı bırakarak değerlendirmiştir. Türkiye'nin Balkanlar'la uzun bir tarihten gelen derin bağları vardır. Türkiye aynı zamanda bir Balkan ülkesidir. Balkan coğrafyasında Türkler dışında Arnavut, Boşnak, Çerke, Pomak olmak üzere rakamların bildirdiğine göre 8.500.000 Müslüman nüfus yaşamaktadır. Türkiye'nin bu önemli sayıdaki nüfus ile tarihi ve kültürel, dini bağlardan kaynaklanan ortak noktaları vardır. Türkiye Sovyetler dağıldıktan sonra Kafkasya ve Orta Asya'dan gelen tarih kültürel bağlarının olduğu insanlara kucak açtığı gibi, Balkanlardan gelenler içinde daima anavatan olmuştur. Bu dönemlerde yaşanan yoğun, çok boyutlu kitlesel güçlerin hedef ülkesi haline gelmiştir. Yunanistan'ın Makedonya üzerinden oynadığı politik oyunlar Türkiye için son derecede önemlidir. Yunanistan Kıbrıs konusunda Türkiye'ye zorluklar çıkardığı gibi, Batı Trakya'daki Türk azınlığın kimlik sorunları konusunda da insan haklarını ve özgürlükleri ihlal etmekte, demokratik ilkeleri çiğnemektedir. AB konusunda veto hakkını kullanarak Türkiye'nin işini zorlaştırmakta, sorunları uluslararası 293 platformlara taşıyabilmektedir: bugün Türkiye'nin önüne sunulan dosyalar Osmanlı Devleti'nin önüne sunulanlardan pek farklı değildir: bugün Kürt dosyası, Ermeni dosyası, Kıbrıs, Batı Trakya Türkleri, Bulgar Türkleri, Adalar (Ege Adaları) ve Bozcaada ve Gökçeadanın statüleri vb. sorunlarla Türkiye karşı karşıyadır. Türkiye'nin jeostratejik önemi Soğuk Savaş'ın bitmesiyle azalmış değildir. Sovyetlerin dağılmasıyla ortaya çıkın konjonktürde, Orta Asya ve Kafkaslarda Türkiye'nin ortak tarih ve kültürden gelen bağları vardır. Türkiye'nin önünde, dünyanın yeniden yapılanmasının getirdiği özellikle güvenlik konusuyla ilgili riskler olduğu gibi, yeni durum yeni seçenekleri de beraberinde taşımaktadır. Yeni seçenekler doğru stratejiler ve planlamalarla yeni fırsatlar yaratmakta. Yeni projelerle biçimlendirilebilecek seçenekler de sunmaktadır. Türkiye'nin gerek Kafkaslar ve Orta Asya bölgesindeki ülkelerle gerek Balkanlar'daki ülkelerle ekonomik ve ticari ilişkileri vardır. Yeni yapılanmalar bu ilişkilerin daha fazla geliştirilebileceğinin de işaretlerini vermektedir. Kaynakça Adda Jaques; La Mondialisation de L'Economie, 1. Génese, La Decouvert Paris 1996. Akçalı Cevdet, Avrupa'da Türkiye'yi Savunmak, Yeni Đnsan Yayınevi, Đstanbul Mart 2008. Alkan Necmettin, Dağılan Yugoslavya Mozaiğinde Bosna, Beyan Yayınları, Đstanbul Nisan 1995. Armaoğlu Fahir, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, T. Đş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1983. Brezezinski Zbigniev, Kontrolden Çıkmış Dünya, T. Đş Bankası Kültür Yayınları, Çev. Haluk Menemencioğlu, Aralık 1994. Brzezingski Zbigniew, Büyük Satranç Tahtası, Amerika'nın Önceliği ve Bunun Jeostratejik Gerekleri, Sabah Kitapları 2. Baskı, Çev. E. Dikbaş-E. Kocabıyık, Đstanbul 1998. Carr Hallett Edward; Milliyetçilik ve Sonrası, Đletişim Yayınları, 4.Basım, Đstanbul 2007. Demirtaş - Coşkun, Birgül, "Makedonya Bıçak Sırtında: Balkanlar'ın Eski "Model Ülkesi", Yeni Đstikrarsızlık Unsuru mu?", Derleyen: Murat Hatipoğlu Makedonya Sorunu Dünden Bugüne, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Yayınları, Ankara 2002. Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi: 1838'den 1995'e (Dördüncü Kitap), Tekin Yayınevi, Đstanbul 1994, s.1621. Dugin, Aleksandr, Rus Jeopolotiği Avrasyacı Yaklaşım; Küre Yayınları, Đstanbul Mayıs 20204, 3. Baskı Çev. Vügar Đmanov. 294 Erol Hikmet, "Soğuk Savaş Sonrası Nato'nun Yeni Konsepti Arayışı ve NATO Müdahalesi", http://www.tuicakademi.org/index.php/kategoriler/balkanlar/234soguk-savaş-sonrası-natonun-yeni-konsepti. (e.t. Fukuyama Francis, Tarihin Sonu ve Son Đnsan, Simavi Yayınları, Çev. Zülfü Dicleli. Göney Süha - Siyasi Coğrafya Cilt II, Đstanbul Üniversitesi Beşeri ve Đktisadi Coğrafya Fak. Yayını, 1993. Gönlübol Mehmet - Ülman Haluk, "Đkinci Dünya Savaşından Sonra Türk Dış Politikası (1945-1965)" Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1973) Cilt I, Ankara Üniversitesi SBF Yayınları, Ankara 1977, s.247-260. Gürkan Đhsan, "Jeopolotik ve Stratejik Yönleriyle Balkanlar ve Türkiye", Balkanlar,OBĐV Yayınları, Đstanbul 1993. Gürkan Đhsan. "Đkinci Dünya Savaşı'ndan Günümüze Değin Balkanlar (1945-1989)", Balkanlar OBĐV Yayınları, Đstanbul 1993. Gürün Kamuran, Dış Đlişkiler ve Türk Politikası (1939'dan günümüze kadar), Ankara Üniversitesi SBF Yayınları, Ankara 1983, s.223-334. Hatipoğlu Murat, "Kuruluşundan Günümüze Makedonya Cumhuriyeti'nin Dış Politikası ve Balkan Ülkeleriyle Đlişkileri (1991-2000), ASAM Yayınları, Ankara 2001. Hatipoğlu Murat, "Makedon Diasporası: Ege Makedonlarının Diasporasına Tarihsel ve Güncel Bir Bakış", Derleyen: Murat Hatipoğlu Makedonya Sorunu Dünden Bugüne, ASAM Yayınları, Ankara 2002. Hobsbawm J. E., 1780'den Günümüze Milletler ve Milliyetçilik "Program; Mit, Gerçeklik", Ayrıntı Yayınları, Çev. Osman Akınhay, Đstanbul 1993. Huntington P. Samuel, Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, Okuyan US Yayınları, Çev. M. Turhan - C. Soydemir, Đstanbul Kasım 2005. Kapetanoviç Amer, "Bosna-Hersek'in On Yıllık Dış politika Tecrübesi", Balkan Diplomasisi, Derleyen: Ömer E. Lütem - Birgül D. Coşkun, ASAM Yayınları, Ankara 2001. Karatay Osman - Gökdağ A. Bilgehan (Derleyenler), Balkanlar El Kitabı, Karam Vadi 2006. Karatay Osman, "Miloseviç Dönemi Yugoslav Dış Siyaseti": Başarısız Bir Mirasyedilik Olayı", Balkan Diplomasisi, Derleyen: Ömer E. Lütem - Birgül D. Coşkun, ASAM Yayınları, Ankara 2001. Kohn Childs George, Savaş Sözlüğü, Doruk Yayınları, Çe.v Berna Kara, Ankara 2006. 295 Koloğlu Orhan, "Osmanlı Döneminde Balkanlar", Balkanlar OBĐV Yayınları, Đstanbul 1993. Leo Tindermans (Haz.); Barışa Çağrı: Uluslararası Komisyonun Balkanlar Hakkında Raporu, Đstanbul, Sabah Kitabevi, 1998. Luraghi Raimondo, Sömürgecilik Tarihi, e yayınları, Çev.: Halim Đnal, Đstanbul Aralık 2000. Ortaylı Đlber, Avrupa ve Biz Seçme Eserler I, T. Đş Bankası Kültür Yayınları, Đstanbul Mart 2008. Ortaylı Đlber, Tarihimiz ve Biz, Timaş Yayınları, 2. Baskı, Đstanbul 2008. Özbek O. Metin, "Türk Dış Politikasında Balkanlar", Balkan Diplomasisi, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) Yayınları, Balkan Araştırmaları Dizisi: 3, Derleyenler: Ömer E. Lütem - Birgül Demirtaş Ceyhun, Ankara 2001. Özey Ramazan, Türkiye Coğrafyası ve Jeopolitiği, Aktif Yayınevi, Đstanbul 2002. Poulton Hugh, Balkanlar: Çatışan Azınlıklar, Çatışan Devletler, Çev. Yavuz Alagon, Sarmal Yayınevi, Đstanbul 1993. Sancaktar Caner, "Sosyalizmin Yıkılış Sürecinde Türkiye'nin Balkan Ülkeleri ile Đlişkileri", TASAM, Stratejik Öngörü Sayı: 9, 2006. Sancaktar Caner, "Türkiye'nin Balkanlar Dış Politikası" http://www.stratejikongoru.org/pdf/turkiyeninbalkanlarlailiskileri (e.t. 9.4.2011) Sander Oral, Siyasi Tarih 1918-1990, Đmge Kitabevi, Ankara Şubat 1991, 2. Baskı. Sloane M. William, Bir Tarih Laboratuarı Balkanlar, Çev. Sibel Özbudun, Đstanbul Süreç Yayınları, 1987. Sönmezoğlu Farik, Uluslararası Politika ve Dış politika Analizi, Filiz Kitabevi, Đstanbul 1989. Sönmezoğlu Faruk vd., Uluslararası Đlişkiler Sözlüğü, Cem Yayınevi, Đstanbul 1992. Sönmezoğlu Faruk, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, Filiz Kitabevi, Gözden Geçirilmiş Đkinci Baskı, Đstanbul 1995. Şafak Özşimşir, "BM ve Eski Yugoslavya Đç Savaşı", http://www.akademikozgurluk.com/bm-ve-eski-yugoslavya-ic-savasi.html (e.t. 30.3.2011) Şimşek Halil, Türkiye'nin Ulusal Güvenlik Stratejisi, IQ Kültür ve Sanat Yayınları, Đstanbul 2002. Todorova Maria, Balkanları Tahayyül Etmek, Đletişim Yayınları, 2. Baskı, Çev. Dilek Şendil, Đstanbul 2006. 296 Turan Ömer, Makedonya'da Türkler, Makedonya Sorunu Dünden Bugüne, Derleyen: Murat Hatipoğlu, ASAM Yayınları, Ankara 2002. Türkoğlu Emir, "Kosova Arnavutlarının Milliyetçiliği", Balkan Diplomasisi, Derleyen: Ömer Lütem - Brgül D. Coşkun, ASAM Yayınları, Ankara 2001. Wachtel B. Andrew, Dünya Tarihinde Balkanlar, Doğan Kitap, Çev. A. Cevat Akkoyunlu, Đstanbul Ekim 2009. Wallerstein, Immanuel, Jeopolitik ve Jeokültür, Đz Yayıncılık, Çev. Mustafa Özel, Đstanbul 1993. Yerasimos, Stefanos, Milliyetler ve Sınırlar Balkanlar, Kafkasya ve Orta - Doğu, Đletişim Yayınları, 2. Baskı, Çev. Şirin Tekeli, Đstanbul 1995. http://www.tasam.org/tr/icerik/1581/1990-sonrasi.turkiyenin-balkanlarpolitikasi.html (e.t. http://www.tuicakademi.org/indx.php/kategoriler/balkanlar/234-soguk-savaş-sonrasinatonun-yeni-konsepti (e.t. http://www.akademikozgurluk.com/bm-ve-eski-yugoslavya-ic-savasi.html 303.2001) http://www.usak.org.tr/ 297 (e.t.