Merve Dellal Ağlayan Kadın: Bastırılmışlığın Dışavurumu Dünya, insanoğlunun ortaya çıkışından bu yana ataerkil düzen ve sosyal normlar tarafından idare edilmektedir. Bu sosyal normlar ve ataerkil düzen, insanları cinsiyetler arası ayrıma yönlendirmiş, sonucunda ise kadını zayıf gösteren ve aktif olmasını engelleyen pek çok uydurma konsept bulunmasına sebep olmuştur. Zamanın karanlık olduğu ilk çağlarda insanlar, fiziksel gücü esas alan bir düzen oluşturmuş ve bu düzene göre kadını yaşam portresinin dikkat çekmeyen arka planı olmaya zorlamıştır. Ve kadın günümüzde hala duyulmayan bir çığlık, kimsenin dikkatini çekmeyen bir arka plan olmaktan kurtulamamıştır. Pablo Picasso’nun yapmış olduğu Ağlayan Kadın isimli sürrealist çalışma beni adeta zamanın sonundaki bir noktaya götürdü. Öyle bir nokta ki, bunca yıldır susturulmuş ve bastırılmış tüm kadınların sağır edici çığlıkları sonsuzluğa yükseliyor. Bunca yıldır duymaya çalışmadığımız, başımıza gelmediği müddetçe sesimizi çıkarmadığımız tüm acılar ve hüzünler yıldızlar gibi kayıyor zihnimin derinliklerinde. Ve arkasında hüzünden bir ışıma bırakarak kayan bu yıldızlar, insanlıktan şüphe etmeme neden oluyor. Çünkü sessizce kayan bu yıldızların da en az diğerleri kadar hayal kurma, umut besleme hakları vardı. Ancak şimdi sahip oldukları tek şey kaydıkları zaman anlaşılacak olan varlıkları. Çünkü gökte milyonlarca yıldızla beraber iken kimse onların farkında dahi değildi. Biz insanlar böyle değil miyizdir zaten? Kadının fi tarihinden beridir gerek fiziksel gerek duygusal şiddete maruz kaldığını biliriz, kadın cinayetlerini görür ve kınarız ancak olan olaylara karşı hiçbir etkinlikte bulunmayız. Yıldızlar kayar ve biz duyarsız insanlar yalnızca dilek dileriz. Dileriz ki bu durum asla bizim başımıza gelmesin. Günümüzde hala dünyanın pek çok yerinde kadına uygulanan duygusal ve fiziksel şiddete rastlayabiliyoruz. Bu yüzden kadının yaşadığı acı ve hüzün yalnızca bir dil konuşmuyor, bastırılmış bu cinsiyet her dilde evrensel bir çığlık atıyor. Picasso’nun Ağlayan Kadını da iç savaş döneminde yapılmasına rağmen spesifik bir kadını anlatmıyor. Belki de bu tabloyu bu kadar özel yapan da budur. Ağlayan Kadın , evrensel bir kadını simgeliyor. Ağlayan Kadın’ın gözlerinden yaş değil, yaşadığımız mavi küre akıyor. Ağlayan Kadın, korku dolu gözleriyle insanlığı iç muhakeme yapmaya davet ediyor. Gölge kusan bu kadın bir gün aydınlığa çıkabilmeyi diliyor. Ancak etrafını saran ataerkil surlar onu oradan çıkarmamaya yeminli gibi. Ve biz insanlar bu ataerkil surlara karşı gelmedikçe, bastırılmış bu kadınların sesi olmadıkça ağlayan kadınlar asla tükenmeyecek ve Picasso’nun resmettiği bu tabloyu gördükçe insanlar aynaya bakmayacaklar. Çünkü duygularını ve duyarlılıklarını yitirmiş insanlar karşılarında bir yansıma bulamayacaklar. Yitirdikleri benliklerini bir daha bulamayacakları gibi… Pablo Picasso’nun başarı ile dışa vurduğu bu evrensel Ağlayan Kadın eğer bizler biraz duyarlı olabilirsek belki de bırakır ağlamayı. Gözünden akan umutsuz mavi küre, yarın kokar belki. Fısıldadığı tüm kötü şeyler nefesi ile birlikte karışır gökyüzüne. Ve Ağlayan Kadın ilk kez güler belki de belli mi olur? Yıllardır hapsolduğu arka plandan çıkar ve tüm estetiğiyle portrede yer alır. Sonradan oluşturulmuş sosyal normları kağıttan uçaklar gibi uçurur. İnsanlığa yeni bir perspektif kazandırır. Ağlayan Kadın, yüzünde daha önce kimsenin görmediği o iç ısıtıcı tebessüm ile göğe bakar ve elindeki bembeyaz güvercini sonsuzluğa uğurlar. Bu bembeyaz güvercinin ayağında tezatlık oluşturan yakılmış bir not vardır. Bu not tüm ağlayan kadınlar için yazılmıştır. Zamanın sonuna doğru uçtukça güvercin, yakılmış olan o notun külleri dünyanın dört bir tarafına dağılmıştır. Zamanı geldiğinde anka kuşu gibi küllerinden doğmak ve tüm evrene yazılmış bu notu haykırmak için. KAYNAKÇA Picasso, Pablo. (1937). Ağlayan Kadın (tablo). Tate Gallery, Liverpool.