* albert cam.ua bilgi yay J\ C i ; •*: : 16 DENEMELER DİZİSİ : BİLG İ YAYIN LARI 1 B irin ci B asın ı M art B İL G İ 1966 Y A Y IN E V İ Sakarya Caddesi 8 Yenişehir, Ankara Tel. : 17 74 03 - 17 89 30 Albert Camus Bir Alman Dosta Mektuplar Türkçesi SuatTuygan Bilgi Yayınevi Kapak Düzeni Ozan Sağdıç Başnur Basımevi - Ankara Sadece aşırı bir fikre saplanmakla büyüklük belli olmaz, asıl büyüklük her düşüncenin karşıtına da dokunabilm ektedir. PASCAL ÖNDEYİŞ Bir Alm an Dosta M ektuplar, Fran­ sa'da, kurtuluştan sonra az sayıda yayım landı v e yeni bir baskısı yapıl­ madı. Yabancı ülkelerde yayım lanm ası­ na ise, burada açıklayacağım sebepler yüzünden, her zaman karşı durdum . İlk defa Fransa dışında yayım lanışı bu baskısı ile oluyor. Buna karar verm em deki en önemli sebep, ü lkele­ rimizi ayıran o gereksiz sınır çizgisini ortadan kaldırma çabalarına, kendi ça­ pımda, bir katkıda bulunm ak isteğimdir. 7 Herşeye rağmen, ne anlam taşı­ dıklarını bir - iki kelime ile açıklamadan bastırmayı da doğru bulmuyorum . Bu mektuplar gizli olarak yazılıp yayım ­ lanmıştır. Amaçları geride bıraktığımız bu kör savaşı bir parça aydınlatmak ve böylelikle savaşın etkilerini daha iyi duym aktır. Belirli şartların altında yazıldıkları için, bir bakıma haksız gö­ rünebilirler- G erçekten, eğer yenilgeye uğram ış A lm anya'ya dair bir şeyler yazm ak gerekseydi, daha değişik bir dil kullanm ak doğru olurdu. Bu öndeyişle düşüncelerim in yanlış anlaşılm a­ sını önlem ek istedim. Bu mektupların yazarı «siz» dediği zaman, «siz A lm an­ lar» değil, «siz naziler» dem ek iste­ m ektedir. A yn ı şekilde, «biz» dem esi­ ni de, her zaman, «biz Fransızlar» d e­ ğil, «biz özgür Avrupalılar» olarak an ­ lamak gerekir. Burada karşılarında dur­ duğum iki ayrı tutum dur; iki ayrı ulus değil; bu iki ulus, tarihin bir devrinde, birbirine düşm an iki ayrı tutumu tem ­ sil etseler bile. Bana ait olm ayan bir deyim i kullanarak, vatanımı milliyetçi olamayacak kadar çok sevdiğim i sö y­ leyeceğim . Ne Fransa'nın ne de Italyanın daha geniş bir toplum kurm ak­ la hiçbir şey kaybetm eyeceklerini, aksine, kazançlı çıkacaklarını biliyo­ rum. Ama bu gerçeği henüz öğrene­ medik ve A vrupa hâlâ parçalanmış bir durum da, işte bu yüzden, bugün, okurlarımda bir transız yazarının »ek bir ulusa düşm an olabileceği düşünce­ sini uyandırırsam bundan utanç duya­ cağım. Benim nefret ettiğim tek varlık cellâtlardır. Bir Alm an Dosta M ektupla­ rı bu açıdan, yani zorbalığa karşı giri­ şilm iş savaşla ilgili bir belge olarak değerlendirecek her okur, bugün de, içlerinde geçen bir tek kelim eyi bile inkar etmediğimi görecektir. Albert CA M U S BİRİNCİ M EKTUP Bana: «Yurdumun büyüklüğü hiç bir bedelle ölçülmez, diyordunuz. Ona vücut veren her şey iyidir. Artık hiçbir şe­ yin anlamının kalmadığı bu yeryüzünde, uluslarının kaderinde bir anlam bulmak mutluluğuna eren bizim gibi genç alman­ lar varlarım yoklarım ona feda etmek zo­ rundadırlar.» Bunları söylediğiniz zaman­ lar sizi severdim, ama, daha o anda yolla­ rımız ayrılıyordu. «Hayır, diyordum size, herşeyi, peşinde koşulan amaç uğruna harcamak gerektiğine inanamam. Affedil­ mez bazı davranışlar da vardır. Ben, yur­ dumu, adaleti de severek, sevebilmek is­ tiyorum. Kan ve yalan pahasına kazanıl­ mış olduktan sonra her türlü büyüklüğün onda toplanmasını isteyemem. Ben yur­ dumu adaletle birlikte yaşatmak iste­ rim.» O zaman bana: «Haydi canım, siz yurdunuzu sevmiyorsunuz.» dediniz. 13 Bunları konuşalı beş yıl oldu, o gündenberi birbirimizi görmedik; ama şunu söyleyebilirim ki, (size kısa, gelipgeçici gibi görünen) o uzun yıllar boyun­ ca, bir gün bile, bu cümleniz aklımdan çıkmadı: «Siz yurdunuzu sevmiyorsu­ nuz!» Bugün bile, bu sözlerinizi düşü­ nünce boğazımda birşeyler düğümleni­ yor. Hayır, onu sevmiyordum, eğer sev­ diğiniz şeydeki yanlış yönleri olduğu gi­ bi ortaya dökmek, sevilen varlığın, her zaman, en güzel görünüşü içinde yaşama­ sını istemek sevmek diye nitelendirilir­ se. Bunları konuşalı beş yıl oldu, Fran­ sa da pek çok insan benim gibi düşünü­ yordu. Oysa içlerinden bazıları, alman­ ların kendilerine hazırladığı oniki nam­ lunun karşısında durmaktan ibaret bir kadere boyun eğmekten çekinmedi, kur­ şuna dizildi. Ve bu insanlar, size göre yurtlarını sevmeyen bu insanlar, sizin yüz defa hayatınızı vermekle bile başa­ ramayacağınız bir şey yaptılar kendi va­ tanları uğruna. Çünkü onlar önce kendi­ lerini yenmek zorundaydılar, işte kahra­ manlıkları burada. Ama ben burada, as­ lında, iki türlü büyüklükten ve bir çeliş­ meden söz edeceğim; bu çelişme konu­ sunda sizi aydınlatmayı bir borç sayıyo­ rum. 14 Mümkün olursa yakında yine görü­ şeceğiz. Ama, o zaman, dostluğumuz so­ na ermiş olacak. Bozgununuzla haşhaşa kalacaksınız, geçmiş zaferlerinizden utanç duymayacaksınız onun yerine, ezilen yok olan kuvvetlerinize yanacak­ sınız. Bugün, düşüncelerimle henüz si­ zin yanıni-zdayıîn-düşmanımzım, gerçek hu, ama değil mi ki bütün düşünceleri­ mi burada size açıklıyorum, az da olsa, hâlâ dostunuz sayılırım. Yarın bu bit­ miş olacak. Zaferinizin başlatamadığı işi bozgununuz sona erdirecek. Ama, herşeyinizi ilgisizlikle karşılamaya baş­ lamadan önce, savaşın da barışın da yurdumun kaderi hakkında size öğretemediği bir konuda açık bir fikir vermek istiyorum. Önce ne çeşit bir büyüklüğün bizi harekete geçirdiğini söylemek isterim. Bizim alkışladığımız ve sizin sahip ol­ madığınız cesareti anlatmak demektir bu. Her an hazır olduktan ve oturup düşünmektense olayların akışına kapılma­ yı daha doğal bulduktan sonra, kendini ateşe atmayı bilmek pek büyük bir şey olmasa gerek. Aksine, zorbalık ve nefre­ tin aslında boş şeyler olduğunu kesin olarak bile bile, işkenceye ölüme doğru ilerlemek önemlidir. Savaşı hor görerek çarpışmak, mutjlıiluğun tadını unutma­ dan herşeyi kaybetmeyi göze almak, üs­ 15 tün bir uygarlık düşüncesiyle yıkıma koşmaktır güç olan. İşte bu yüzden siz­ den büyük şeyler başarıyoruz, çünkü ön­ ce kendimizi yenmek zorundayız. Sizin, ne aklınızda ne de yüreğinizde yenecek bir şeyiniz var. Bizim ise karşımızda iki düşman vardı ve silâhla kazanılacak bir zafer bize yetmiyordu, dizginlenecek bir duygusu olmayan size de yetmediği gibi. Bizim dizginlenecek pek çok şeyi­ miz vardı, belki de en başta, size benze­ mek için her an içimizde duyduğumuz arzu. Çünkü biz de her zaman, içgüdüle­ rimizle hareket etmek, zekâyı hor gör­ mek, etkili olmayı en üstün nitelik say­ mak eğilimi vardır. O büyük erdemleri­ miz sonunda yorar bizi. Zekâmızdan utanç duyar, arada sırada, gerçeğin zahmetsizce ele geçirildiği mutlu bar­ barlıkların hayaline kapılırız. Ama bu anlarda bile İyileşmemiz kolay olur: Karşımızda siz varsınız, bize özendiğimiz şeyin ne olduğunu gösteriyorsunuz, böylece kendimize geliyoruz. Tarihte kader­ ciliğin olduğuna inansaydım, akıl yok­ sunu sîzlerin, bizim kendimizi düzelt­ memize yardımcı olmak için, her an ya­ nımızda yaşadığınızı düşünürdüm. Sizi her görüşte düşünce evreninde yeniden doğuyor, kendimizi daha rahat hissedi­ yoruz. 16 Bunların dışında, bir de, kahramanlık konusundaki şüphelerimizi yenmemiz ge­ rekiyordu. Bizi kahramanlık kavramına tamamen yabancı sanıyorsunuz, biliyoyorunı. Ama yanılıyorsunuz. Aslında biz kahramanlığı hem öğretir hem de sakını­ rız ondan, öğretiriz, çünkü tarihin on asrı bize neyin soylu olduğunu öğ­ retmiştir. Sakınırız, çünkü akim on asrı bize doğallığın sanatını ve iyilikleri­ ni de öğretmiştir. Sizin karşınıza çıkmak için çok uzaklardan bir dönüş yapmak zorundayız. Ve işte bu yüzden, gerektiği anda yalanın kollarına atılan Avrupa’da bir biz geç kaldık, gerçeği aramakla uğ­ raştığımız için. İşte bu yüzden başlan­ gıçta bozguna uğradık. Siz üzerimize sal­ dırırken yüreklerimizde doğrunun biz­ den yana olup olmadığım araştırmakla vakit geçirdiğimiz için. İnsan sevgimizi, barışçı bir kader hayalimizi, hiçbir zaferin karşılığı olma­ dığına ve insanları kesip biçmenin dö­ nüşü olmayan bir felaket yaratacağına olan sarsılmaz inancımızı da yenmek zorundaydık. Bilimimizden, umudumuz­ dan, bize sevgiyi aşılayan sebeplerden, savaşa karşı duyduğumuz nefretten, vazgeçmeliydik. Elimi sıkmayı seven bi­ ri olarak sizin anlayacağınızı sandığım için şöyle özetliyorum bunu: Dostluk tutkumuzu boğmamız gerekiyordu. 17 Şimdi bu işi yaptık. Uzun bir dönüş yapmalıydık, bu yüzden çok geç kaldık. Gerçek kaygusunun zekâya, dostluk kaygusunun yüreğe yaptırdığı bir dö­ nüştü bu. Adaleti koruyan, gerçeğin onu arayanlardan yana olmasını sağlayan bir dönüş. Bize çok palıalıya maloldu, bili­ yorum. Aşağılanarak, susarak, acılarla, hapislerle, kurşuna dizildiğimiz sabah­ larla, tek başımıza kalarak, ayrılıklarla, her gün açlık içerisinde kıvranarak, bir deri bir kemik kalmış çocuklarımızla,' kürek mahkumlarından çok daha fazla acı çekerek ödedik. Ama bu da gerekliy­ di. İnsanları öldürmeye, yeryüzünün korkunç yoksulluğunu arttırmaya hak­ kımız olup olmadığını görmek için ge­ rekliydi. İşte bu yitirilip bulunan zaman, kabullenilip aşılan bozgun, kanla öde­ nen kaygular biz fransızlara bu savaşa kurbanların ve inanmışların temizliği içinde- ellerimiz tertemiz girdiğimizi ve ondan -bu defa da haksızlığa ve ken­ dilerine karşı zafer kazanmışların temiz­ liği içinde- yine ellerimiz tertemiz olarak çıkacağımızı düşünmek halikım veriyor. Çünkü zaferi biz kazanacağız, bun­ dan hiç şüpheniz olmasın. Ama, aslında, bu bozgun, niçin savaştığımızı öğren­ mek uğruna aştığımız bu uzun yol, hak­ sızlığı duyup ders aldığımız acılarımızdır zaferimizi sağlayacak olan. Biz bu 18 sürede bütün zaferlerin sırrını öğren­ dik; bu sırrı bir gün bile aklımızdan çı­ karmazsak kesin zafer de bizim olacak, öğrendik ki, bazen düşündüğümüzün ak­ sine, düşünce kılıçla başa çıkamıyor, ama tek başına çekilen kılıcın karşısında kılıç­ la birlik olan düşünce her zaman zafere ulaşıyor. İşte bu yüzden şimdi kılıcımıza sarıldık: Çünkü düşüncenin de bizden yana olduğuna inanıyoruz. Bu nokta­ ya varmak için, ölenleri görmek, ölümü göze almak, sabah karanlığında giyotine giderken, hapishanenin koridorunda, hücrelerinin kapılarına toplanmış arka­ daşlarını gösterdiği cesaretle teşvik eden bir fransız işçisinin yaptığını yapmak gerekiyordu. Düşünceyi elde etmek için bedenimizin işkenceye katlanması gere­ kiyordu. Sadece bedelini ödediği şeye sahip olur insan. Biz pahalı ödedik, da­ ha da ödeyeceğiz. Ama şimdi emin ol­ duğumuz bazı şeyler, mantığımız, ada­ letimiz var: Sizi kurtulamayacağınız bir bozgun bekliyor. Gerçeğin kendinde saklı bir gücü ol­ duğuna hiçbir zaman inanmadım. Ama, güçler eşitken, gerçeğin yalanı yendiğini bilmek de önemli bir şeydir. Biz bu zor dengeye ulaştık. Bugün, bu ince ayırıma dayanarak savaşmaktayız. Bir bakıma bu ince ayrıntılar için savaşıyoruz diye­ ceğim, ama insanın kendisi kadar önemli 19 ayrıntılar bunlar. Fedakârlığı mistikten, enerjiyi zorbalıktan, güçlülüğü zulüm­ den ayıran bu ayrıntı için savaşıyoruz; hattâ doğruyu yanlıştan sizin saygı duy­ duğunuz o alçalt tanrıları bizim umut beslediğimiz insandan ayıran o en küçük ayırım için. Karışıklığın, dışından değil, tanı or­ tasından size söylemek istediklerim işte bunlar. İşte, hâlâ yakamı bırakmayan «siz yurdunuzu sevmiyorsunuz» sözüne vermek istediğim karşılık. Sizinle açık konuşmak isterim, öyle sanıyorum ki Fransa, gücünü ve üstünlüğünü, uzun bir zaman için kaybetti. Bu uzun süre içerisinde her kültür için gerekli olan prestiji yeniden bulabilmesi için, um ut­ suz bir sabır, dikkatle yürütülecek bir baş kaldırışı gerçekleştirmesi gerekecek. Ama, bütün bunları tertemiz sebepler uğruna kaybettiğine de inanıyorum. Ve bu yüzden umutsuz değilim. İşte mektubumun bütün anlamı bu. Beş yıl önce, yurduna karşı ilgisizliğinden yakındığınız bu insan, bugün, hiç de­ ğişmemiş olarak, size, Avrupa’da ve bütün dünyada biz yaşta olan her­ kese şunları söylemek istiyor: «Ben, hatalı ve zayıf yönlerinin üstünde, ken­ dini büyük yapan düşünceyi hiçbir za­ man gözden uzak tutmayan azimli ve övülmeye değer bir ulusun çocuğuyum. 20 Bu düşünceyi, halkımız her zaman, ay­ dınlarımız ara-sıra daha iyi hir kalıba sokmaya çalışırlar. Ben, dört yıldır bü­ tün tarihini yeni baştan yaşayan, yıkın­ tılar içerisinde, telaşsız ve kendinden emin bir şekilde onu yeniden yazmaya, elinde güçlü bir kâğıdı olmadan kum ar­ da şansını aramaya hazırlanan bir ulu­ sun çocuğuyum. Bu ülkeyi zor bir sev­ giyle, ama bana ait olanı arayıp bularak sevmenin bir değeri var. Bugün, onun uğruna savaşa atılmanın da değeri ol­ duğuna inanıyorum, çünkü o üstün bir sevgiye layık. Sizin ulusunuzun ise, onu hakettiği kör bir sevgiyle seven oğulla­ rından başka kimsesi yok. Ne denli bü­ yük olursa olsun sevgiyle hiçbir şey haklı gösterilemez. İşte asıl burada kay­ bediyorsunuz. Ve en büyük zaferlerinde bile yenik olan sizler, yaklaşan bozgunu­ nuzda ne yapacaksınız?» Temmuz 1943. 21 İKİNCİ M E K T U P Size daha önce de yazmıştım, açık ve kesin bir anlatımla yazılmıştı o mek­ tup. Beş yıllık bir ayrılıktan sonra size niçin haklı olduğumuzu söyledim: Haklı sebepler aramak uğruna yaptığı­ mız bu uzun dönüş, haklı olmanın üzün­ tüsünü duyarak gecikişimiz, sevdiğimiz herseyle uzaklaşmakla geçirdiğimiz bu çılgınlık devresi yüzünden güçlüydük. Bütün bunlar üzerlerinde tekrar durul­ maya değer konular. Daha önce de söy­ lemiştim: Bu dönüş bize pahalıya maloldu. Adaletsizliği göze almaktansa dü­ zensizliğin içine atılmayı tercih ettik. Ama, bugün, bizi güçlü yapan, zafere ulaşmamızı sağlayacak olan da bu dö­ nüştür. 25 ^ Evet bütün bunları size söyledim, oir bir, açık ve kesin bir anlatımla, içim­ den geldiği gibi. Yine aym konulan dü­ şünecek zamanım oldu. Karanlıkta in­ san daha derin düşünebiliyor. Siz de, üç yıldanberi, yüreklerimizde, kentlerimi­ zin üzerinde bir gece kurdunuz. Üç yıldanberi, karanlıklar içerisinde, bir ' dü­ şüncenin peşindeydik; O, bugün, tepe­ den tırnağa silâhlı olarak çıktı karşınıza. Şu anda, artık size akıldan söz edebili­ rim. Çünkü, bugün, herşeyin ödeşip ay­ dınlandığı, aklın cesaretle uyuştuğu bir açıklık ve kesinliğe eriştik. Ve bana aklidan önemsemeden söz eden sizin en büyük şaşkınlığınız, onun, bir anda tarihe yeniden girmeğe kararlı, ta uzak­ lardan gelişini görmeniz olacak sanırım, işte, hurada, size yine seslenmek istiyo­ rum. Daha ileride de söyleyeceğim gibi, insanın yüreğinde kesinliğe ulaşması bir sevinç duygusu yaratmaz. Aslında, bu gerçekte size yazdıklarımın tüm anlamı saklı. Ama, ben, daha önce, sizinle, anı­ larınızla, -dostluğumuzla hesabımı gör­ mek istiyorum. Zaman zaman yüzüme fırlattığınız, anısından hâlâ kurtulama­ dığım o «siz yurdunuzu sevmiyorsımuz»a daha önce cevap verdim. Bugün, sadece, aklın sözü geçtikçe yüzünüzde beliren,' o sabırsız gülümseyişi cevaplamak isti26 elen gelmemiştim. Ama bugün, verdiğim cevaplara daha fazla güveniyorum. Ger­ çek nedir? diye soruyordunuz. Biz, hiç olmazsa yalanın ne olduğunu biliyoruz: Onu bütün açıklığıyla öğrettiniz bize. Düşünce nedir? Bugün onun karşıtını ta­ nıyoruz: Cinayeti. İnsan nedir? İşte bu­ rada durmalısınız, çünkü onu gerçekten biliriz. Tanrılarla tiranlar arasında bir denge yaratan güçtür insan. Açıklığın aydınlığın gücüdür. Bu insanca aydınlı­ ğı açıklığı korumak zorundayız; bugün­ kü inancımız da yurdumuzun kaderiyle insanın kaderinin birbirine bağlı olma­ sından doğuyor. Hiçbirşeyin anlamı ol­ masaydı, siz doğru yolda olabilirdiniz. Ama yeryüzünde henüz anlamım yitir­ memiş birşeyler var. Bilmem çok mu tekrar ettim, işte burada sizden ayrılıyoruz. Yurdumuz­ dan bi.r düşünce yarattık. Bu düşünce, ona, öbür büyüklüklerimizin, dostluğun, insanın, mutluluğun, adalet tutkumuzun ortasındaki yerini kazandırdı. Bizi yurdu­ muza karşı açıkyüreklilikle hareket et­ meye zorladı. Ama, sonunda, yine biz haklı çıktık. Yurdumuza köleler hediye etmedik, onun için hiçbir şeyi yakıp yık­ madık. Sabırla, herşeyi açık açık görebi­ leceğimiz zamanı bekledik, ve yoksullu­ ğumuzun, acılarımızın içinde, sevdiğimiz şeylerin tümü uğruna savaşabilmenin se­ 28 vincine ulaştık. Halbuki siz, tam aksine insanın vatan kavramıyla ilgisi olmayan yönlerine saldırdınız. Fedakârlıklarınız boşuna, çünkü düzeniniz iyi değil, çünkü değer yargılarınız yanlış. Sizde ihanete uğrayan yalnız yürek değil. Akıl da öcünü alıyor. Akim istediği bedeli ödemedi­ niz, açıkgörüşlülüğe haracını vermediniz. Bozgunun derinliklerinden size seslene­ bilirim.: Bu yüzden kaybediyorsunuz. Şimdi, izin verin de, size şu ufak ola­ yı anlatayım. Fransa’nın herhangi bir ye­ rinde, benim bildiğim bir cezaevinden, sabah vakti, silâhlı askerleriniz onbir fransızı kamyona bindirmiş, kurşuna diz­ mek için mezarlığa götürüyorlar. Bu on­ bir kişiden beş ya da altısı cezayı hakke­ decek birşeyler yapmış: Ya bir bildiri dağıtmış, ya birisiyle buluşmuş, en kötü­ sü, karşı durmuş, kabullenmemiş. Kam­ yonun içinde hareketsiz oturuyorlar, kor­ ku sarmış içlerini, bir bakıma olağan bir korku bu, bilinmeyenle karşı karşıya ka­ lınca her insanın duyduğu, cesaretle bir arada bulunabilen bir korku. Geriye ka­ lanlar hiçbir şey yapmamışlar. Bir yanlı­ şın ya da bir ilgisizliğin kurbanı oldukla­ rını bilmek onlara bu anı daha da çekil­ mez bir duruma sokuyor. Bunlardan biri de onaltı yaşında bir çocuk. Bizim deli­ kanlılarımızın yüzlerini bilirsiniz, bundan söz etmek istemiyorum. Bu çocuk da ay29 nı korkunun kurbanı, utanç duymaksızın bırakmış kendisini kollarına. Yine o kü­ çümseyen gülümseyişinizi takınmayın çocuğun çeneleri titriyor. Bu insanlara kendilerini bekleyen korkunç saatlerin yükünü hafifletmek için, bir de rahip koymuşsunuz yanlarına. Ölüme giden in­ sanlarla öteki hayatları üzerinde yapıla­ cak hir konuşmanın hiçbirşeyi değiştir­ meyeceğini söyleyebilirim sanıyorum. Me­ zara girmekle herşeyin bitmediğine inan­ mak çok güç: Bu yüzden kamyonda kim­ senin sesi çıkmıyor. Rahip bir köşeye bü­ zülmüş duran çocuğa yöneldi. Onu en iyi anlayacak kendisiymiş. Çocuk cevap veri­ yor. yeni bir umutla bu sese sarılıyor. Korkuların en sessizinde bile, bazen, biı inin konuşması durumu değiştirir, belki konuşan insan herşeyi düzeltebilir bir an­ da. «Ben birşey yapmadım.» diyor çocuk. «Evet, diyor rahip, ama artık bunun öne­ mi jok. Kendini iyi bir ölüme hazırlama­ lısın.» «Beni anlamamaları imkânsız.» «Ben senin dostunum ve belki de seni an­ lıyorum. Ama artık çok geç. Ben senin yanında olacağım, Ulu Tanrı da yanında olacak. Göreceksin ne kadar kolay bir şey.» Çocuk arkasını döndü. Rahip Tanrı’dan söz ediyor. Çocuk Tanrı’ya inanı­ yor mu? Evet, inanıyor, öyleyse kendini bekleyen sükûnun yanında hiçbir şeyin önemi olmadığını biliyor. Ama çocuğu 30 asıl korkutan da bu sükûn. Rahip tek­ rarlıyor: «Ben senin dostunum.» Öbürleri susuyorlar. Onları da dü­ şünmek gerek. Rahip bir an çocuğa arka­ sını dönüp bu sessiz yığma yanaşıyor. Kamyon, çiğlerle ıslanmış yolu yutar gibi bir ses çıkararak ağır ağır ilerliyor. Bu alacakaranlık saatleri düşününüz, insan­ lardaki sabah kokusunu, bir araba sesin­ den, bir kuş çığlığından, görmeden anla­ şılabilen kırları. Çocuk kamyonun gev­ şemiş örtüsüne sokuluyor. Örtüyle kam­ yonun kenarı arasında dar bir aralık bu­ luyor. İsterse oradan atlayabilecek. Rahi­ bin arkası dönük, öndeki askerler ise bü­ tün dikkatleriyle sabah karanlığında yolu görmeye çalışıyorlar. Çocuk fazla düşün­ müyor, deliği genişletiyor, örtünün içine giriyor, atlıyor. Düşüş, yolun üzerinde telaşlı bir ayak sesi, duyulmayacak ka­ dar hafif birer gürültü bunlar, sonra sessizlik. Artık ayak sesini boğan toprak­ ların üzerinde koşuyor. Ama örtünün se­ si delikten içeri giren sert ve nemli sa­ bah havası kamyondakilerin aklını başı­ na getiriyor, mahkumlar da rahip de o yana dönüyorlar. Rahip, bir an, ses çıkar­ madan ona bakan tutukluları süzüyor. Tanrı adamının, cellâtlardan ya da kur­ banlardan yana olmaya karar vermesi gereken bir an. Ama rahip, kamyonun ön bölmesini ayıran cama vurmuştur bile. 31 «Achtung.» İşaret verilmiştir. İki asker kamyonun arkasına binip tutukluları gözlüyorlar. Öbür ikisi de yere atlıyor, tarlaların arasından koşmaya başlıyor­ lar. Rahip kamyonun bir-iki adım ötesin­ de, asfaltta dikilmiş, sisin içinde ilerleyen askerleri gözleriyle izlemeye çalışıyor. Kamyondakiler bu avı yalnız gelen sesle­ ri dinleyerek takibediyorlar. Boğuk bağrışmalar, bir el silâh atılıyor, sonra ses­ sizlik, gittikçe yaklaşan sesler, nüıayet duygusuz bir sürüklenme. Çocuk geri ge­ tiriliyor. Çevresini saran düşmanca görü­ nüşlü sisin içerisinde birden cesaretini kaybedip kendisi durmuş, oluruna bırak­ mış işi. Muhafızlar onu getirmiyorlar, ta­ şıyorlar adeta. Biraz dövmüşler, ama çok değil. Asıl önemlisini daha sonra yapa­ caklar. Çocuk ne rahibe bakıyor ne de öbürlerine. Rahip şoförün yanma bini­ yor. Arkaya da silahlı bir asker oturuyor. Kamyonun bir kenarına atılan çocuk ağ­ lamıyor artık. Döşemeyle örtünün aralı­ ğından üzerine günün ışıdığı yolun uzaklaşışmı seyrediyor. * ** Sizi iyi tamrım, gerisini kolayca tah­ min edebilirsiniz. Ama, bu öyküyü kimin anlattığım da bilmelisiniz. Bir fransız rahibiydi anlatan. Bana şöyle dedi: «Bu insan adına utanç duyuyorum, ama beni sevindiren bir yön var: Hiçbir fransız 32 rahibinin Tanrısını cinayetlere âlet etme­ ye yanaşmamış olması.» Doğruydu söyle­ dikleri. Farklı olan tek yön o rahibin de sizin gibi düşünmesiydi. İnancını yurdu uğrunda kullanmak garip gelmiyordu ona. Sizde tanrılar bile seferber olmuş. Dediğiniz doğru, onlar da sizden yana, ama zorla. Gözünüz hiçbir şeyi görmüyor, bir soluktan ibaretsiniz. Kör bir öfke kaynağı gibi dövüşüyorsunuz, düşünce düzeninden çok silâhlara, patlamalara önem vererek, herşeyi silip süpürmek inadıyla, sadece, o sabit fikrinizin peşin­ den koşarak... Bizse akıldan hareket edi­ yoruz, onun tereddütlerini geçiriyoruz. Öfkenizin karşısında güçlü sayılmazdık. Ama, bugün, dönüşümüzü tamamladık. Ölen bir çocuk görmek yetti bize. Akla öfkemizi de ekliyor ve bire karşı iki olu­ yoruz. Size öfkeden de söz etmek isterim. Hatırlar mısınız? Büyüklerinizin ani parlamaları karşısında şaşırdıkça bana şöyle derdiniz: «Bu da aslında iyi bir şey. Ama siz anlamazsınız. Fransızlar bir er­ demden, öfke erdeminden yoksun kişi­ ler.» Hayır, bu yargınız doğru değil. Fransızlar erdemler konusunda müşkülpe­ senttirler. Ancak gerektiği zaman kulla­ nırlar onları. Size anlatmak istediğim, be­ nim görüp bildiğim öfke işte böylesine sessiz ve güçlüdür. Bu öfkemizi daha ye­ ni yeni hissetmeye başlıyoruz. 33 Daha önce de söylemiştim, bir açık­ lık ve kesinliğe ulaşmak yürekte sevinç yaratmaz. O uzun dönüşümüzde neler yi­ tirdiğimizi biliyoruz, içimiz rahat savaş­ manın acı sevincine ermek için neler öde­ diğimizi görüyoruz. Savaşımız güven ka­ dar acılık içinde oluyorsa, bu, bir daha ele geçiremiyeceğimizi bildiğimiz şeylere karşı duyduğumuz özlem yüzündendir. Savaş bizi tatmin etmiyordu. Niçin savaş­ tığımızı tam anlamıyla biliyor sayılmaz­ dık. Halkımızın seçtiği bir iç savaştı; or­ taklaşa, inatçı bir boğuşma, ap-açık bir fedakârlık. Kendi kendimize hazırlandık bu savaşa, budala ya da satılmış hükü­ metlerden emir almadık, bu boğuşmanın içinde benliğimizi bulduk, varlığımızdan yapıp çıkardığımız bir düşünce uğruna savaştık. Ama, bu lüks, korkunç derece­ de pahalıya maloldu bize. Burada da hal­ kımız sizinkinden çok övgüye lâyıktır. Çünkü düşüp ölenler en sevgili çocukla­ rıydı: İşte en merhametsiz yargım bu benim. Savaşın saçmalığında, bu saçma­ lıktan yararlananlar da bulunabilir. Ölümle heryerde karşı karşıya gele­ biliriz. Sürüp götürdüğümüz bu savaşta cesaret kişiliğini buluyor, sizse, her gün en temiz düşüncelerimizin üzerine ateş açıyorsunuz. Saflığınızın anadan doğma olduğu belli. Neyi seçmek gerektiğini hiç öğrenemiyorsunuz da neyi yıkmanız ge­ 34 rektiğini pekâlâ biliyorsunuz. Kendimizi düşüncenin koruyucuları diye gösteren bizler, yeterli bir gücün düşünceyi ezip yokedebileceğinin farkındayız. Ama, baş­ ka bir güce daha inancımız var. Yeryüzüyle bir ilgisi kalmamış, arada-sırada kurşunlarınızla kalbura çevirdiğiniz bu şekillerde gerçeğin de yüzünü değiştire­ bileceğinizi sanıyorsunuz. Ama, Fransa’ ya zamana karşı savaş açtıran inadı he­ saba katmıyorsunuz. En güç anlarda bile bizi ayakta tutan bu umut: arkadaşlarım cellatlardan sabırlı, kurşunlarımızdan ka­ labalık olacaklar. Görüyorsunuz, fransızlar da öfkelenebilirler. Aralık 1943. 35 ÜÇÜNCÜ M EKTUP Buraya kadar size hep kendi yur­ dumdan söz ettim. Bu adamın konuşma şekli değişmiş diye düşünmüş olabilirsi­ niz. Aslında değişen bir şey yok. Sadece aynı kelimelere aynı anlamlan vermi­ yor ve artık aynı dili konuşmuyoruz. Kelimeler, her zaman, ya hareketle­ rin ya da canlandırdıkları fedakârlıkların rengine bürünürler. Vatan kelimesinin, sizin için, bizim için bilmediğimiz, kör kanlı bir anlamı vardır. Biz bu kelimeye bir akıl ışığı ekledik. Bizim vatan kavra­ mımızda cesaret güçtür, ama, hiç olmaz­ sa insan onda herşeyini bulabilir. Her­ halde konuşmamın hiç değişmediğini, ar­ tık anlamışsınızdır. 1939’dan önce sizinle nasıl konuştuysam bugün de öyle konu­ şuyorum. 39 Şimdi size yapacağım açıklama bunu f n iyi şekilde ispat edecek. İnatla ve ses çıkarmadan kendimizi yurdumuz uğrun­ da harcadığımız zamanlarda bile bir dü­ şünceyi, bir umudu gözden uzak tutma­ dık, herzaman yüreğimizde yaşattık: Bu Avrupa düşüncesi ve umudu idi. Beş yıldanberi bu konuyu açmadığımız bir’ger­ çek. Ama, bunun da bir nedeni var: Siz çok yüksekten atıyordunuz. Bu konuda da aynı dili kullanmıyorduk, bizim Avru­ pa mız sizinkinden başkaydı. Bizim Avrupa düşüncemizi açıklama­ dan once, şunu belirtmek isterim ki si­ ze karşı savaşmamızı sağlayan (ve aynı zamanda sizi yenmemizi de sağlayacak olan) nedenlerin arasında en önemlisi yurdumuzun yıkılması, can evimizden vurulmamız sonucunda ulaştığımız bilinç degıl, en güzel hayallerimizi çirkin oldu­ ğu kadar gülünç bir şekilde dünyaya su­ nuşunuzu görmemiz olmuştur. Çünkü, en çok, sevilen şeylerin maskara edildiği­ ni görmek insana acı verir. En iyisi budur diye kalkıp insanı isyan ettiren bir amam verdiğiniz bu Avrupa düşüncesinin gençliğini, kudretini korumak için bilinç­ li bir sevginin bütün gücüne sahip olma­ mız gerekiyor. Köleleşmiş ordulara «av­ rupalı» dediğinizden beri bu sıfatı ağzı­ mıza almıyoruz. Ama, Avrupa’nın bizim ıçm hiç değişmeyen, üzerine titrediğimiz 40 tertemiz bir anlamı var; bu anlamını kıskançlıkla korumak için bugün avrupa­ lı sıfatını kullanmıyoruz. Size Avrupa’ya verdiğimiz bu anlamı açıklamak istiyo­ rum. Siz de Avrupa’dan söz ediyorsunuz; ama, aramızdaki fark bizim ona bağlı ol­ duğumuz sürece varlığımızı hissetmemi­ ze karşılık, sizin için sadece ele geçirile­ cek bir arazi parçasından ibaret olması. Afrika’yı elden kaçırdıktan sonra Avru­ pa’dan bu dille söz etmeye başladınız. Sevginin bu türlüsü hiç de güzel değil. Yüzyılların damgasını vurduğu bu top­ rak, sizin için sadece mecburi bir sürgün yeri olduğu halde, bizim en güzel umudumuzdu her zaman. O birden içinizde duy­ duğunuz Avrupa tutkusu bir hayal kırık­ lığının, bir gerekliliğin sonucu. Kimseye şeref verebilecek bir duygu değil sizinki; şimdi sıfatına lâyık hiçbir avrupalmın bu sıfatı niçin istemediğini anlayacak­ sınız. Siz, askerlerinize toprak, buğdayla­ rınıza anbar, kendinize uydurduğunuz bir endüstri, baskı altında tuttuğunuz düşünceleri anlıyorsunuz Avrupa derken. Çok mu ileri gitim acaba? Ama, yalanla­ rınıza içdenlikle kapıldığınız en iyi anla­ rınızda bile, Avrupa dediğiniz zaman, soylu kişilerden ibaret bir Almanya’nın kanlı ve efsanevî bir geleceğe sürüklediği 41 uysal uluslar sürüsünü düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. Bu farkı iyice duymanızı isterdim; Avrupa, sizin için, madenleri kazılmış, barajlarla kesilmiş] ekinlerle örtülü, denizlerin, dağları çevre­ lediği bir topraktan ibaret; Almanya bu toprak parçası üzerinde, kendi kaderini ortaya koyarak, bir kumar oynamakta. Bizim içinse, insan aklının, yirmi yüzyıldanberi, en şaşırtıcı serüvenlerini yaşa­ dığı bir düşünce ülkesidir o yerler. Av­ rupa, batılı insanın, yeryüzüne, tanrılara ve hattâ kendine karşı, bugün en zorlu anlarını yaşayan savaşını sürdürdüğü dzel bir arenadır. Görüyorsunuz ya, ortak bir ölçümüz bile yok. Korkmayın, size karşı eskimiş bir propagandanın silâhlarını kullanacak de­ ğilim : Hristiyan geleneğini öne sürmeye­ ceğim. Bu başka bir sorun. Siz, yerli yer­ siz, pek çok söz ettiniz bu konuda Roma’nın savunucusu kılığına bürünüp, işkence’ye öpülerek gönderildiği günden bu yana, artık İsa nın da alıştığı bir reklam yoluna başvurmaktan çekinmediniz. Ama, hristiyan geleneği, Avrupa'yı meydana getiren geleneklerden sadece bir tanesi­ dir. Benimse, bu geleneği size karşı sa­ vunmaya yetkim yok. Bunun için insa­ nın -Tanrı ya adanmış bir inancı olması gerekir yüreğinde. Bilirsiniz, ben o kişi­ lerden değilim. Ama,yurdumun Avrupa 42 adına konuştuğunu, içlerinden birini sa­ vunmakla ikisini de savunmuş olacağımı düşündüğün andan itibaren, benim de bir geleneğim var. Bu gelenek lıem benimdir, hem de birkaç büyük insanla tükenmek bilmez bir halkın. Benim geleneğimin iki seçkin temeli var: Akıl ve cesaret. Dü­ şünceden prensleri, saymakla bitmeyen bir halka sahip. Sınırları bazı kişilerin dehası ve halklarının yüreğinde çizili bu Avrupa, üç günlük geçerliliği olan harita­ lara eklediğiniz renkli lekelerden farklı mıdır, kararı siz verin. Hatırlar mısınız: Benim öfkelenmem­ le alay ettiğiniz bir gün «Faust savaşma­ ya kalksa Don Kişot hangi gücüyle karşı­ sında durabilir ki!» demiştiniz. Ben de, Don Kişot’la Faust’un birbirlerini yen­ mek için yaratılmadıklarını, sanatın yer­ yüzüne kötülük saçmak düşüncesiyle icat edilmediğini söylemiştim. Daha o zaman­ dan olmayacak hayaller peşindeydiniz, bu özelliğiniz de hiç değişmedi. Size kal­ sa, Hamlet’le Siegfried arasında bir se­ çim yapmak gerekliydi. O günlerde bir seçim yapmak istemiyordum ve hepsin­ den önemlisi, Batı, benim için, bilgiyle kuvvetin dengede olduğu tek yerdi. Ama siz bilgiyi alaya alıp sadece güçlülükten söz ediyordunuz. Bugün kendimi daha iyi anlıyorum ve biliyorum ki o güçlü Faust bile size yardımcı olamayacak. Çünkü, 43 bazı durumlarda bir seçim yapmanın ge­ rekli olduğu düşüncesini biz de kabul et­ tik. Ama bunu, insandışı olduğunu bile bile, düşüncenin yüceliklerinin ayrılmaz ur butun teşkil ettiğini umursamadan yapsaydık seçimimizin sizinkinden önemı bir yönü kalmazdı. Savaşın sonunda sızm hiç bir zaman akıl erdiremeyeceği­ niz bir eylemi, birleştirmeyi öğreneceğiz. Görüyorsunuz ya, dönüp dolaşıp hep ay­ nı düşünceye varıyoruz. Ama, bu düşünee bize öylesine pahalıya maloldu ki, artık bu yoldan ayrılmamayı haketmis sayılırız. Bir noktayı daha belirtmek zo­ runluluğunu duyuyorum: Sizin Avrupa’­ nız iyi değil. Ateşli, birleştirici bir yönü yok onun. Bizim Avrupa’mız ise, akıl rüz­ garları içinde peşinde koştuğumuz ve si­ ze rağmen koşmakta devam edeceğimiz ortak serüvenimizdir. Çok uzaklara gitmeyeceğim. Bazen, u r yolun dönemecinde, savaşımızın uzun saatlerinden arta kalan birkaç dakika bo­ yunca, Avrupa’nın karış karış bildiğim yerlerini düşünürüm. Tarihin, tükenme­ yen çabaları yarattığı nefis yerlerdir bu topraklar. Bütün batıklarla birlikte yap­ tığım gezileri anarım: Floransa manas­ tırlarındaki güller, Cracovie’nin yaldızlı kubbeleri, Hradschin’in ölü sarayları Ultava üzerindeki Charles köprüsünün burma heykelleri, Salzburg’un şahane 44 bahçeleri. İnsanların devriyle tabiatın devrinin ağaç ve anıt şeklinde birbirleriyle sarmaş dolaş olduğu bütün bu çi­ çekler, taşlar, tepeler, manzaralar! Yanyana duran bu hayalleri belleğim bir po­ tada eritip bir tek yüz yaptı, en büyük va­ tanımın yüzü. Bu güçlü, tasalı yüzü yıllardanberi üzerine düşen gölgenizle te­ dirgin ettiğinizi düşündükçe boğazımda birşeyler düğümleniyor. Halbuki bu yer­ lerden bir kısmını birlikte gezmiştik. O zamanlar, bir gün, bu yerleri sizin eliniz­ den kurtarm ak için savaşacağımız aklım­ dan geçmezdi. Bazı kızgın ve umutsuz anlarımda, San Marco manastırındaki güllerin hâlâ açtığım, güvercin sürüleri­ nin Salzburg katedraline konup kalkmak­ ta devam ettiklerini, Silezya’nm küçük mezarlıklarındaki ıtırların durmadan ye­ şerdiğini düşünür ve üzülürüm. Ama, başka zamanlar -ki gerçek olanlar sadece bu anlardır- bunlar sevin­ dirir beni. Çünkü, bütün bu manzaralar, çiçekler işlenmiş tarlalar yeryüzünün bu en eski kıt’ası her baharda, size kana boğamıyacağınız şeylerin de bulunduğunu öğretecekler. Bu düşünüş içerisinde söz­ lerime son verebilirim. Ama, Batı’nın bü­ tün karanlıklarının, otuz ayrı ulusun bi­ zimle birlik olduğunu düşünmek de yet­ miyordu bana: Bu topraklan bir yana bırakamazdım. Ve biliyorum ki, bütün 45 Avrupa’da, tabiatla düşünce, zaferlere öz­ gü bir rahatlık içinde, başıboş kinlerden uzak, sessiz sakin sizi inkâr ediyorlar. Avrupa düşüncesinin size yönelttiği si­ lahlar, harmanları ve tüveyçleriyle lıer gün yeniden doğan bu toprağın da elin­ de tuttuğu silâhlardır. Sürdürdüğümüz savaş zaferin güveni içinde: Çünkü ba­ harların inadına sahip. Aslında biliyorum ki siz yenilince her şey düzene kavuşmayacak. Avrupa, yine kurulmaya muhtaç bekleyecek. O, zaten, buna her zaman muhtaç. Ama, hiç olmazsa, Avrupa olarak kalacak: Yani size biraz önce anlatmaya çalıştı­ ğım Avrupa olarak. Hiçbir şey kaybedil­ meyecek. Fransa şu anda ne durumda, bir de bunu düşünün: Haklı olduğu­ muzdan eminiz, vatanımızı seviyoruz, bütün Avrupa bizi destekliyor. Mutlu­ lukla fedakârlık, kılıçla düşünce arasın­ da tam bir denge kurmuşuz. Size bir de­ fa daha söylüyorum, çünkü bunu söyle­ mek zorundayım, çünkü gerçek bu, çünkü bu, dost olduğumuz günlerden bu yana, benim ve yurdumun aştığımız yolları gösterecek size; bundan böyle, sizi yokedecek bir üstünlüğe sahibiz Nisan 1944 DÖRDÜNCÜ M EKTUP İnsan yokolurm uş. Ola­ bilir: am a dayanarak yok olalım ve eğer k a­ derim iz lıiçlikse bunu adil b ir sonm uş gibi gösterm ekten kaçına­ lım. Oberm ann. 90. m ektup İşte bozgun gününüz geldi çattı. Si­ ze karşı özgür yarınlara hazırlanan bir şehirden, yeryüzünün ünlü bir şehrin­ den yazıyorum mektubumu. O şehir bu işin kolay olmadığını, dört yıl önce sizin gelmenizle başlayandan daha karanlık bir gece geçirmek gerektiğini biliyor. Si­ ze herşeyden yoksun, ışıksız, ateşsiz, aç ama yok olmamış bir şehirden yazıyo­ rum. Yakında, orada, sizin hâlâ anlamı­ nı kavrayamadığınız bir rüzgâr esecek. Talih yardım ederse, o zaman karşıla­ şırız. Böylece neyin uğrunda olduğunu bilerek savaşabüiriz: Ben sizin düşünce­ lerinizi biliyorum, siz de benimkileri aşağı yukarı anlamışsınızdır. 49 Bu temmuz geceleri hem hafiftir hem de ağır. Seine nehrinin üzerinde ve ağaçlarda hafiftir, sökmesini istedikleri biricik şafağı bekleyenlerin yüreğinde ağır. Bense bekliyor ve sizi düşünüyo­ rum: Söyleyecek son bir şeyim daha var. Birbirimize bu kadar benzediğimiz hal­ de bugün niçin düşman olduğumuzu, si­ zin yanınızda olabilecekken nasıl ara­ mızda artık herşeyin bittiğini anlatmak istiyorum. Yeryüzünün üstün bir anlamı bulun­ madığına, ezilmiş yitmiş kişiler olduğu­ muza, bir zamanlar, ikimiz de inanmış­ tık. Bugün, bir bakıma yine aynı inan­ cı taşıyorum. Ama bu inançtan, sizin o zaman savunduğunuz ve bunca yıldır Tarih’e sokmağa çabaladıklarınızdan apayrı sonuçlar çıkardım ben, bugün kendi kendime şöyle diyorum: eğer o zamanlar anlattıklarınıza gerçekten inansaydım, yaptıklarınıza hak vermek zoı unda kalacaktım. Bu öylesine önemli bir konu ki, bizim için vaadler, sizin için ise tehditler dolu bu yaz gecesinde tek­ rar üzerinde durmam gerekiyor. Yeryüzünün bir anlamı olduğuna hiçbir zaman inanmadınız, bu da sizi erşeyin aynı olduğu, iyi ile kötünün is­ tenilen şekilde tanımlanabileceği düşün­ cesine ulaştırdı. İnsancıl ya da kutsal bir ahlakın yokluğu karşısında dayanabile­ 50 ceğiniz tek değerin hayvanlar aleminde­ kiler, yani zer ve hile, olabileceğini san­ dınız. Sizce insan bir hiçti, ruhu öldürülebilirdi; tarihin en duygusuz devirlerin­ de bireyin çabası üstünlük peşinde koşmak, ahlâkı ise yeni ülkeler fethet­ mekteki gerçekten başka birşey olamaz­ dı. Aslında sizin gibi düşündüğümü sa­ nan ben, fikirlerinize karşı durmak için, sonunda en anî tutkular kadar anlamsız görünen, zorlu bir adalet duygusundan başka dayanak bulamıyordum. Ya farkımız nereden doğuyordu? Si­ zin bazen umutsuzluğu kabullenip benim hiçbir zaman bu duyguya kapılmamamdan. Sizin insan kaderindeki haksızlığa aldırmayıp benimse yeryüzünün kuruluşundanberi sürüp gelen bu haksızlığa karsı savaşmak için adalete sarılmak, mutsuzluk evrenine karşı koymak için mutluluğu yaratmak gerektiğine inan mamdan. Çünkü siz umutsuzluğunuz­ dan bir sarhoşluk yarattınız, çünkü bu sarhoşluğu bir ilke yapıp onun esiri ol­ dunuz; insanın özünde var olan yoksul­ luğu tamamlamak için onunla savaşma­ yı, bütün eserlerini yok etmeyi göze al­ dınız. Bense umutsuzluğu ve işkence al­ tında inleyen bu yeryüzünü kabullenme­ yerek insanların birlik olarak kaderleri­ ne karşı başkaldırmalarını, savaşmala­ rını istiyordum. 51 Görüyorsunuz ya aynı ilkeden iki değişik ahlâk çıkardık. Siz yarı yolda aydınlığı terkettiniz, kendinizin ve mil­ yonlarca almanın yerine bir tek kişinin düşünmesini daha rahat - veya kendi deyiminizle farksız - buldunuz. Kutsala karşı savaşmaktan yorgun düştüğünüz için, ruhları parçalamak, toprakları ya­ lap yıkmaktan ibaret bu macerada din­ lendiniz. Kısacası, adaletsizlikten yana clup tanrılarla birleştiniz. Mantığınız bir maskeden ibaretti. Bense toprağa sadık kalmak için adaleti seçtim. Bugün de, yeryüzünün yüce bir anlamı olmadığına inanıyorum, ¿ima, biliyorum ki bu dünyada bir şeyin, insanm, anlamı var: Çünkü insan kendi­ line bir anlam arayan tek varlıktır. Bu dünyada hiç olmazsa bir insan gerçeği var ve bizim bütün çabamız ona kaderi karşısında direnmesini sağlayacak se­ bepler bulmaktır. Aslında kadere karşı direnmeyi sağlayacak tek sebep de yine msan; ve eğer hayat anlayışınızı kurtar­ mak istiyorsanız önce insanı kurtarmam.Z..gerek‘ Bana küçümseyerek bakıyor, gülümsüyor ve şu soruyu soruyorsunuzinsanı kurtarm ak da nedir? Size bütün benliğimle haykırıyorum: İnsanı kur­ tarmak onu parçalamakla olmaz, yal­ nız insanın kavrayabildiği bir ilkeye, adalete de fırsat tanıyın. 52 İşte bu yüzden savaşıyoruz. İşte bu yüzden, önceleri istemediğimiz halde, sonunda bozgunla karşılaştığımız bir yolda peşinizden gitmek zorunda kaldık. Çünkü umutsuzluğunuzdan doğan bir güce sahiptiniz. Tek başına, katıksız, kendinden emin, hareketlerinde merha­ metsiz olunca, umutsuzluğun amansız bir gücü vardır. Kesin bir karara vara­ madığımız, mutlu hayallere sırt çeviremediğimiz sürede bu gücünüzle bizi ez­ diniz. Mutluluğun en büyük zafer, insa­ nın kendi kaderine karşı kazandığı za­ fer olduğunu düşünüyorduk. Bozgunda bile bu üzüntüden yakamızı kurtaram a­ dık. Ama siz gerekli herşeyi yapınca, so­ nunda biz de Tarih’e girmek zorunda kal­ dık. Beş yıl boyunca, artık, serin bir ge­ cede cıvıldayan kuşlardan bile zevk ala­ maz olduk. Umutsuzluğa kapıldık. Yeryüzüyle ilişiğimiz kesildi, çünkü, her an yeni ölüm görüntüleri çıkıyordu karşı­ mıza. Beş yıldanberi, acısız bir sabah, zindansız bir akşam, insanların öldürül­ mediği bir öğlen geçmiyordu yeryüzün­ de. Evet, sizin izinizde yürümemiz gere­ kiyordu. Ama bizim erişilmesi güç ba­ şarımız, mutluluğu aklımızdan çıkarma­ dan savaşa girmemizden doğuyordu. Gürültülerin, zorbalıkların arasında, m ut­ lu bir denizin, unutamadığımız bir te­ 53 penin, dost bir yüzdeki gülüşün anıları­ nı saklamaya çabaladık yüreğimizde. Bu en kuvvetli silâhımızdı, hiçbir zaman da elimizden bırakmayacağız. Çünkü, bu silâhı kaybettiğimiz gün, sizin gibi, ölü­ lerden farksız olacağız. Bugün ise, m ut­ luluk silâhlarının uzun bir sürede ve çok kan dökerek yapıldığını biliyoruz. Sizin gibi düşünmeli, az-çok size benzemeyi kabullenmeliydik. Anlamını yitiren bir dünyada kalan tek değer di­ ye yönsüz bir kahramanlığı seçtiniz. Ve kendiniz için seçerken herkes için, bizim için de seçtiniz onu. Ölmemek için sizi taklit etmek zorundaydık. Ama o zaman anladık ki bir yönümüz olduğu için siz­ den üstündük. Şimdi bu işin sonuna geldik; öğrendiğimizi size de söyleyebi­ liriz artık: Kahramanlık önemli bir şey değil, mutluluktur asıl zor olan. Şimdi herşey apaçık karşınızda, bi­ liyorsunuz ki düşmanız birbirimize. Siz adaletsizlikten yana bir insansınız be­ nimse daha fazla tiksindiğim bir şey ola­ maz yeryüzünde. Bu tiksinti önceleri sadece bir tutkuydu, bugün artık ne­ denlerini de anlıyorum. Sizinle sava­ şıyorum, çünkü mantığınız da yüre­ ğiniz kadar suçlu. Dört yıl boyunca bize sunduğunuz dehşette içgüdüleri­ niz kadar aklınızın da payı var. İşte bu yüzden toptan bir suçlama yapacağım, 54 benim, nazarımda siz çoktan öldünüz. Ama o korkunç tutumunuzu yargılaya­ cağım günde bile, aynı yalnızlıktan ha­ reket ettiğimizi, sizin, bizim ve bütün Avrupanın aynı düşünce trajedisi için­ de olduğumuzu hatırlayacağım. Size rağ­ men, sizi insan olarak isimlendireceğim. Başkalarında saygı göstermediğiniz yön­ lere, biz sizde saygı göstereceğiz. İnanç­ larımıza bağlı kalabilmek için bunu yap­ mak zorundayız. Uzun zaman bu yüzden bir üstünlük sağladınız, bizden çok daha rahat adam öldürüyorsunuz. Dünyanın sonuna değin, sizin gibilerin kazancı bu olacak. Ama, dünyanın sonuna değin, biz size benzemeyenler, insanın, en bü­ yük yanlışlarının ötesinde, haklılığını ve masumluğunu bulması için tanıklık ede­ ceğiz. İşte bu yüzden, savaşın sonunda, cehennemi bir görünüşe bürünmüş bu şehrin içinden, vatandaşlarıma çektirttiğiniz bunca işkencenin ötesinde, tanın­ maz hale gelmiş ölülerünize, yetimlerle dolu köylerimize rağmen, acımadan yokedeceğimiz anda bile, sizden nefret etmeyeceğimizi söyleyebilirim. Hatta ya­ rın, diğerleri gibi bizim de ölmemiz gere­ kecek olsa, yine de kin denen duygu bu­ lunmayacak içimizde. Korkmayacağız diyemem, sadece makul olmaya çalışa­ cağız. Hiçbir şeyden nefret etmeyeceğiz, 55 bunu söyleyebiliriz. Bugün yeryüzünde nefret edebileceğim tek bir şey olabilir­ di; onunla da hesabımız tamam artık. Si­ zin sadece gücünüzü yokedip ruhunuza ilişmemek istiyoruz. Görüyorsunuz ya, bize karşı olan avantajınızı yine de kaybetmiş değilsi­ niz. Ama o, aynı zamanda bizim üstünlü­ ğümüzü yaratıyor. Bu geceyi, böylesine hafif yapan da bu üstünlük. İşte bizim gücümüz de buradan geliyor: Dünyanın derinliği üzerinde sizin gibi düşünmek, kendi dramımızı reddetmeğe kalkışma­ mak, ama, aynı zamanda, insan fikrini, düşünce felâketinin derinliklerinden kur­ tarıp onda yeniden doğuşlar için yorul­ mak bilmez bir cesaret bulmak. Yeryü­ züne karşı ileri sürdüğümüz suçlamalar hafiflemiyor böylece. Bu yeni bilim bize o kadar pahalıya maloldu ki durumumuz umutsuz görünmekte devam ediyor. Şa­ fak vakti öldürülen yüz binlerce insan, zindanların korkunç duvarları, milyon­ larca çocuğunun cesedi topraklarında bir duman gibi tüten Avrupa: Aramız­ dan birkaçının daha iyi ölmesine yardım etmekten başka belki de hiçbir işe ya­ ramayacak bir-iki ayrıntının öğrenilmesi için ödemek zorunda kaldığımız bedeldi bütün bunlar. Evet, umut kırıcı bir du­ rum bu. Ama, bunca haksızlığa layık ol­ madığımızı göstermeliydik. Üzerimize 56 I aldığımız görev bu, yarın başlayacak. Yaz rüzgârlarının estiği bu Avrupa’da silâhlı silâhsız, milyonlarca insan savaşa hazırlanıyor. Güneş yenildiğiniz bu top­ rakların üzerinde doğacak artık. Kor­ kunç zaferlerinize kayıtsız kalan Tanrı-’ nm bu haklı yenilginizi de aynı şekilde karşılayacağını biliyorum. Bugün de on­ dan birşey beklediğim yok. Ama onun yarattığı varlığı yapayalnız bırakmak is­ teyen sîzlerin elinden kurtarm akta bizim de bir katkımız oldu hiç değilse. Siz, in­ sana bağlanmayı küçük gördüğünüz için, binlerce ama herbiriniz yapayalnız öle­ cek olan sizlersiniz. Şimdi size elveda diyebilirim. Temmuz 1944 t 57 BİLGİ YAYINLARI 1. Ingmar Bergman YABAN Ç İLEKLERİ Türkçesl Tezer Sümer 2. Jean Tardieu SEKİZ OYUN Türkçesi Yıld ırım Keskin 3. Cahit Atay KARALARIN MEMETLERİ 4 Cahit Atay SULTAN GELİN 5. Albert Camus SANATÇI VE ÇAĞI Türkçesl Yıld ırım Keskin 6. Oppenheimer BİLİM VE SAĞDUYU Türkçesi Onur Oymen 7 Turgut Özakman DUVARLARIN ÖTESİ 8. A. d e Saint - Exupery KÜÇÜK PRENS Türkçesi Cemal Süreya - R. Tom ns 9. Güner Sümer BOZUK DÜZEN 10. Orson Welles YURTTAŞ KANE Türkçesi Nijat Özön 11. Giovanni Guareschl DON CAMİLLO V E ŞEYTAN Türkçesi Yurdakul Fincancı 12. Güngör Dilmen MİDASIN KULAKLARI 13. Friedrich Dürrenmatt DURUŞMA GECESİ Türkçesi Cenap Yılm az 14. Anton Çehov TÜTÜNÜN ZARARLARI BİR EVLENME T E K L İF İ ■ SAYFİYEDE YAZ AYI Türkçesi Yılm az Gruda 15. Yakup Kadri Karaosmanoğlu SODOM V E GOMORE 16. Albert Camus BİR ALMAN . DOSTA MEKTUPLAR Türkçesi Suat Tuygan 1913’de, Cezayir’de, fak ir bir ailenin çocuğu olarak doğan ve 1960 yılı başlarında b ir tra ­ fik kazasında ölen Albert CAMUS’nün hayatı ve kişili­ ği, bugün, T ürk okurlarınca da, bütün ayrıntılarıyla bi­ linm ektedir. Oyun ve rom an yazan, gazeteci, d ü şünür ola­ rak çok yönlü b ir san at kişi­ liğine sahip bulunan Camus, düşünce düzenine tem el ola­ rak insanı ve onun yaşadığı ortam olan yeryüzünü alm ış­ tır. Uyumsuz b ir evren içeri sinde v ar olan ve korunm ası gereken tek değerin insan ol­ duğuna inanan Camus, İkin­ ci Dünya Savaşı sırasında yazdığı «Bir Alman Dosta M ektuplar»da, Nazi Almanyası'm n bu insan kavram ına yaptığı saldırılara karşı d u r­ m akta, insanın değerini, öne­ mini, kurduğu uygarlığı bü­ yük b ir içdenlik ve coşkun­ lukla savunmaktadır. -B ir A lm an D osta M ektuplar» çağım ızın en ö n em li eserlerin d en biridir. B a ş n u r M a tb aası - A n k ara 1966