1990`lı yıllardan günümüze türkiye`de büyüme, istihdam ve işsizlik

advertisement
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANA BİLİM DALI
İKTİSAT TEORİSİ BİLİM DALI
1990’LI YILLARDAN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE’DE BÜYÜME,
İSTİHDAM VE İŞSİZLİK ARASINDAKİ İLİŞKİLERİN ANALİZİ
Yüksek Lisans Tezi
GÖKHAN GÖKALP
İstanbul, 2009
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANA BİLİM DALI
İKTİSAT TEORİSİ BİLİM DALI
1990’LI YILLARDAN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE’DE BÜYÜME,
İSTİHDAM VE İŞSİZLİK ARASINDAKİ İLİŞKİLERİN ANALİZİ
Yüksek Lisans Tezi
GÖKHAN GÖKALP
Danışman: YRD. DOÇ. DR. SUAT YAVUZ
İstanbul, 2009
GENEL BİLGİLER
İsim ve Soyadı
Anabilim Dalı
Programı
Tez Danışmanı
Tez Türü ve Tarihi
Anahtar Kelimeler
: Gökhan Gökalp
: İktisat
: İktisat Teorisi
: Yrd. Doç. Dr. Suat Yavuz
: Yüksek Lisans – Aralık 2009
: Ekonomik Büyüme, Milli
Gelir, İstihdam, İşsizlik
ÖZET
1990'LI YILLARDAN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE'DE BÜYÜME, İSTİHDAM ve
İŞSİZLİK ARASINDAKİ İLİŞKİLERİN ANALİZİ
Bu çalışmada, milli gelir, ekonomik büyüme, istihdam ve işsizlik ile ilgili teorik
gelişmeler ile bu çerçevede 1990’dan günümüze Türkiye ekonomisinde büyüme, istihdam ve
işsizlik arasındaki ilişkiler analiz edilmeye çalışılmıştır. Ekonominin gelişmekte olduğu
ülkemizde istihdam ve işsizlik sorununun nedenlerini, yetersiz gelir, sermaye kıtlığının neden
olduğu üretken yatırımlardaki yetersizlikler, verimsizlik, hızlı nüfus artışı, bölgelerarası
gelişme farklılıkları, eğitim politikasındaki yanlışlıklar, yüksek istihdam maliyetleri, iç ve dış
göçler vs. şeklinde sıralayabiliriz. Tarım istihdamının ve gizli işsizliğin büyüklüğü, kadın
ağırlıklı olmak üzere ücretsiz aile işçiliğinin tarımda yaygın olması, kayıt dışı ve eksik
istihdamın büyüklüğü, işsizliğin daha çok kentsel işsizlik ve eğitimli genç işsizliği şeklinde
görünmesi, işgücü kaynağının yaklaşık yarısının işgücüne katılmakta olması, tarım dışı
sektörlerde, tarımdan ayrılan nüfusu emecek kadar iş meydana getirilememiş olması ise Türk
işgücü piyasasının çarpıcı özelliklerindendir. Dışa açık sanayileşme stratejilerinin uygulandığı
1990’lı yıllarda Türkiye’de yaşanan 1994 krizi, 1997 Asya Krizi ve 1998 Rusya Krizi büyüme
hızında çok ciddi daralmalara neden olmuş, işsizlik yükselmiş, kişi başına gelir düzeyi ve
işgücü verimlilik oranları buna paralel olarak devamlı olarak düşmüştür. Bir de dağılan Doğu
Bloku ve eski Sovyetler Birliği alanından binlerce yoksul ve işsiz kişilerin Türkiye’ye akın
etmesi süreci daha da olumsuz bir hale getirmiştir. 2000 ve 2001 yılında Türkiye’de peş peşe
krizler yaşanmış ve negatif büyüme oranları işsizliği artırmıştır. 2002 yılından itibaren ise tüm
dünyada olduğu gibi Türkiye’de de artan küresel rekabet sonucu istihdamsız bir büyüme
meydana gelmiş ve işsizlik artmaya devam etmiştir. Kapasite kullanım oranları ve verimlilik
artışları, ücret ve ithalat maliyetlerindeki ucuzlama, tüketim artışları ve stok birikimine
yönelik üretim artışları, istihdamsız büyümenin kaynakları olmuştur. 2008 yılında başlayan
küresel finans kriz ile birlikte Türkiye durağan dönemden çıkıp, küçülme dönemine girmiş ve
işsizlik daha da ciddi boyutlara ulaşmıştır.
i
GENERAL KNOWLEDGE
Name and Surname
Field
Programme
Supervisor
Degree Awarded and Date
Keywords
: Gökhan Gökalp
: Economics
: Theory of Economics
:Asst Prof. Suat Yavuz
: Master’s degree-December 2009
:Economic Growth, National
İncome, Employment, Unemployment
ABSTRACT
THE ANALYSİS OF THE RELEATİON BETWEEN GROWTH, EMPLOYMENT and
UNEMPLOYMENT İN TURKEY SİNCE 1990’S
In this study, theorical developments of national income, economic growth,
employment and unemployment and in this frame relations between the growth,employment
and unemployment in the Turkish economy has been tried to be analysed since 1990. The
reasons of employment and unemployment can be listed as, inadequacy of the income, the
inadequacy of the productive investments because of the income shortage, unproductiveness,
fast population increase, the differences of the development between the regions, the failures
of the education policy, the high costs of the employment, migration etc. in our country which
has a growing economy. The greatness of the agricultural employment and hidden
unemployment, widespread of free family workers especially women in agriculture, greatness
of the unregistered and deficient employment, accepting unemployment mostly as urban and
educated young people’s unemployment, joining almost the half of the workforce source in
the workforce,not producing the work absorbing the population departing from the agriculture
in the non agricultural sectors ,are the striking specilities of the turkish work force market. In
1990’s during the strategies of external deficit industrialization, the 1994 crisis happened in
Turkey, 1997 the Asian crisis and 1998 Russian crisis became the serious reasons of the
shrink in speed of the economic growth, the unemployment decreased, income level per
person and the productivity of workforce ratios and being related to this the speed of
economic growth decreased continiously.Furthermore the flocks of the thousands of poor and
unemployed people from the former USSR and scattered Eastern Block to Turkey made the
things worse.In 2000 and 2001 the crisis happened in Turkey and negative growth ratios
increased the unemployment. Since 2002, just like happening in the world, in Turkey, an
unemployed growth occured because of the global rivalry and it continuined to increase.The
ratios of capacity usage and productivity increases , discount in the costs of imports and fees,
ii
the increase of the consumption and the increase of production aimed at accumulation stock,
became the sources of growth without employment. With the global financial crisis started in
2008, Turkey left a still period, entered a shrinking period and unemployment reached more
serious dimensions.
iii
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
VI
VII
TABLO LİSTESİ
ŞEKİL LİSTESİ
GİRİŞ……………………………………………………………………………………1
I. BÖLÜM
MİLLİ GELİR, EKONOMİK BÜYÜME, İSTİHDAM VE
İŞSİZLİK TEORİLERİ
1. EKONOMİK BÜYÜME KAVRAMI ve TEORİSİ
.1
.2
.3
.4
Milli Gelir Ekonomik Büyüme İlişkisi……………………………………………..3
Ekonomik Büyümenin Ölçülmesi…………………………………………………14
Ekonomik Büyümeyi Sağlayıcı Politikalar………………………………………..15
Ekonomik Büyüme Modelleri……………………………………………………..16
1.4.1 Klasik Büyüme Modelleri…………………………………………………...16
1.4.2 Modern Büyüme Modelleri………………………………………………….21
2. İSTİHDAM KAVRAMI ve TEORİSİ
2.1 İstihdam Kavramı………………………………………………………………….29
2.2 İstihdam Teorileri………………………………………………………………….31
2.2.1 Klasik İktisatta İstihdam.……………………………………………………31
2.2.1.1 Mahreçler Kanunu……………………………………………………32
2.2.1.2 Faiz, Ücret ve Fiyat Teorisi.………………………………………….33
2.2.2 Modern İstihdam Teorisi……………………………………………………33
2.2.2.1 Keynes’in Kuramsal Yaklaşımı.……………………………………...35
2.2.2.2 Keynes’in İktisat Politikası Önerileri………………………………...36
3. İŞSİZLİK KAVRAMI ve TEORİSİ
3.1 İşsizlik Kavramı..………………………………………………………………… 37
3.2 Ekonomik ve Sosyal Bir Sorun Olarak İşsizlik Sorunu..………………………… 38
3.3 Esneklik Olgusu Ekseninde Kurumsal Anlayış ve Liberal Görüş Çatışması……..40
3.4 Gelişmiş Ülkelerde İşsizlik………………………………………………………..41
3.5 Gelişmekte Olan Ülkelerde İşsizlik……………………………………………….42
3.6 İşsizliğin Maliyeti..………………………………………………………………. 44
3.7 İşsizliğin Ölçülmesi..……………………………………………………………...45
3.8 İşsizlik Çeşitleri..………………………………………………………………… 46
3.8.1 İradî İşsizlik..………………………………………………………………..46
3.8.2 Gayri İradi İşsizlik..…………………………………………………………47
3.8.3 Friksiyonel İşsizlik…..……………………………………………………...47
3.8.4 Eksik Talep İşsizliği…..…………………………………………………….48
iv
3.8.5 Mevsimlik İşsizlik……..……………………………………………………49
3.8.6 Yapısal İşsizlik……………………………………………………………...50
3.8.7 Teknolojik İşsizlik..………………………………………………………....51
3.8.8 Gizli İşsizlik………..…………………………………………………….....51
II. BÖLÜM
1990’DAN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE’DE EKONOMİK BÜYÜME,
İSTİHDAM VE İŞSİZLİK ARASINDAKİ İLİŞKİLER
4. TÜRKİYE’DE EKONOMİK BÜYÜMEYİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER VE BU
KAPSAMDA EKONOMİK BÜYÜMENİN YAPISI VE ÖZELLİKLERİ
4.1 Büyüme Oranının Davranışının Analizi………………………………………...53
4.2 Türkiye’de Ekonomik Büyüme ile Nedensellik İlişkisi Kurulan Faktörler..…...54
4.2.1 İstikrarsız Büyümenin Kaynakları ve Ekonomik Büyümeye Etkileri.........54
4.2.2 Enflasyon ve Ekonomik Büyümeye Etkileri……………………………...54
4.2.3 Yabancı Sermaye ve Ekonomik Büyümeye Etkileri……………………...55
4.2.4 Kamu Büyüklüğü ve Ekonomik Büyümeye Etkileri……………………...56
4.2.5 Ticari ve Finansal Dışa Açıklık ve Ekonomik Büyümeye Etkileri.............56
4.2.6 Verimlilik Performansı ve Ekonomik Büyümeye Etkileri………………..57
4.2.6.1 Ekonomik Büyümede Toplam Faktör Verimliliğinin Önemi...….....57
4.2.6.2 Ekonomik Büyümede Teknolojik Yeteneğin Önemi…………….....58
4.2.7 Kayıt Dışı Ekonomi ve Ekonomik Büyümeye Etkileri…………………...60
4.2.8 İşsizlik Oranları ve Büyüme İlişkisi...……………………………………60
5. TÜRKİYE’DE İSTİHDAM VE İŞSİZLİĞİN YAPISI VE ÖZELLİKLERİ
5.1 Genel Olarak İşsizlik Sorunu ve İstihdam Politikaları………………………....61
5.2 İstihdam Piyasasının İkili Yapısı ve Tarım Kesiminin Değerlendirilmesi……..64
5.3 Nüfus, İşgücü ve İstihdam……………………………………………………...66
5.4 Ekonomik Faaliyet Kollarına Göre İstihdam………….……………………….70
5.5 İş Pozisyonlarına Göre İstihdam.……….……..……………………………....,71
5.6 Eğitim Düzeyine Göre İstihdam..……………..…………………………….....71
5.7 Kayıt Dışı İstihdam……………………………..……………………………...72
5.8 Eksik İstihdam..………………………………..………………………………74
6. TÜRKİYE’DE EKONOMİK BÜYÜME, İSTİHDAM ve İŞSİZLİK İLİŞKİLERİ
6.1 Büyüme, İstihdam ve İşsizlik İlişkilerini Birlikte Analiz Etme Zorunluluğu....75
6.2 Ekonomik Büyüme ve İstihdam Paralelliği……………………………………76
6.3 1990’lı Yıllarda Meydana Gelen Gelişmeler………………………………......76
6.4 2000’li Yıllarda Meydana Gelen Gelişmeler…………………………………..89
SONUÇ…………………………………………………..…………………………108
EKLER…………………………………………………..…………………………113
KAYNAKÇA ……………………………………………..……………………….123
v
TABLO LİSTESİ
Sayfa No
Tablo 1
: Nüfus, İşgücü, İstihdam ve İşsizlik Dağılımı..…………………………….114
Tablo 2
: İşgücü, İstihdam ve İşsizlik Oranları………………………………………115
Tablo 3
: İstihdamın Cinsiyete, Tarım ve Tarım Dışı Kesimlere Göre Dağılımı…….116
Tablo 4
: 1990-1999 Döneminde İstihdamın Cinsiyete ve Eğitim Durumuna Göre
Dağılımı…………………………………………………………………….117
Tablo 5
: 2000-2008 Döneminde İstihdamın Cinsiyete ve Eğitim Durumuna Göre
Dağılımı…………………………………………………………………….118
Tablo 6
: 1990-1999 Döneminde İstihdamın Cinsiyete ve İşteki Durumuna Göre
Dağılımı…………………………………………………………………….119
Tablo 7
: 2000-2008 Döneminde İstihdamın Cinsiyete ve İşteki Durumuna Göre
Dağılımı…………………………………………………………………….120
Tablo 8
: 1990-1999 Döneminde İstihdamın Cinsiyete Göre Sektörel Dağılımı…….121
Tablo 9
: 2000-2008 Döneminde İstihdamın Cinsiyete Göre Sektörel Dağılımı…….122
vi
ŞEKİL LİSTESİ
Sayfa No
Şekil 1
: Döngüsel Akımda Denge: W/J Yaklaşımı……………………………………9
Şekil 2
: İlavelerin J1’den J2’ye Artması……………………………………………..12
Şekil 3
: Sızıntıların Artması ve Azalması……………………………………………13
Şekil 4
: Eksik İstihdamda Denge……………………………………………………..35
vii
GİRİŞ
Sosyo-ekonomik bir olgu olan işsizlik, ortaya çıkış nedenleri farklı da olsa,
gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde en büyük problemlerden biri olmaya devam
etmektedir. Bu problemin çözümünde işsizliği, sadece ekonomik bir değer kaybı
boyutuyla görmemek, aynı zamanda işsiz kalanların ve toplumun huzurunu da
ilgilendiren psikolojik ve sosyal bir tehlike boyutunun olduğu gerçeğini de
değerlendirmek gerekir.
İşsizliğin azaltılmasında veya istihdamın artırılmasında en etkin yol
sürdürülebilir bir ekonomik büyümenin gerçekleştirilmesidir. Ekonomik büyüme ise
istihdam meydana getirme potansiyeli yüksek üretken iş alanlarında yatırımların
artırılması ile mümkündür. Yatırımların artması ise yerli ve yabancı sermayenin ülkede
yatırım yapmasını teşvik edecek ekonomik istikrarın sağlanmasını gerekli kılmaktadır.
Ayrıca bu yolla işsizliği azaltırken, öte yandan işgücünün eğitimli, nitelikli ve kalifiye
hale getirilmesini sağlayacak istihdam politikaları üzerinde de dikkatle durulması
gerekmektedir.
Bu çalışmanın amacı; Türkiye ekonomisinde büyüme, istihdam ve işsizlik
olgularını ve bunların arasındaki ilişkileri ortaya koymaktır. Çalışmada uyguladığımız
varsayım, Türkiye’de ekonomik büyümenin reel bir büyüme olduğunun ve bu
büyümenin istihdam üzerindeki etkilerinin 1990’dan günümüze kadar olumlu yönde
geliştiğinin belirlenmesidir.
Sözü geçen konunun seçiliş nedeni, ekonomik büyüme, işsizlik ve istihdam
sorunlarının, bu sorunlar arasındaki ilişkileri analiz etmek suretiyle getirilmeye çalışılan
çözüm çabalarının, Türkiye’nin ve hatta dünyanın gündeminde hemen her dönem ilk
sıralarda yer alıyor olmasıdır. Nitekim son küresel kriz ve bu krizin Türkiye’ye etkileri
çalışma konumuz açısından değerlendirildiğinde ele aldığımız konunun ne denli önemli
olduğu daha somut olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu çalışmamız iki ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde milli gelir,
ekonomik büyüme, istihdam ve işsizlik ile ilgili teorik gelişmeler incelenmiş ve bunlarla
ilgili görüş ve düşünceler analiz edilmiştir. Çalışmamızın ikinci ve son bölümünde ise
1990’dan günümüze kadar Türkiye ekonomisinde büyüme, istihdam ve işsizlik
arasındaki ilişkiler incelenmiş, analiz edilmiş ve değerlendirilerek gelecekle ilgili
birtakım görüşler sunulmaya çalışılmıştır.
Bu çalışmada, sözünü ettiğimiz dönemle ilgili ekonomik büyüme, işsizlik ve
istihdam değerlendirmesi yapılmış, bu dönemin öncesi çalışmamızın kapsamı dışında
bırakılmıştır. Ayrıca bu çalışmamızda, istidam konusu dar anlamda ele alınmış, yani
sadece emek istihdamı karşılaştırma ve analizlere konu edilmiştir. İstihdamı oluşturan
diğer üretim öğelerine bu öğelerin büyüme ile ilişkilerine yer verilmemiştir.
Bu çalışmada kullandığımız araştırma metodu, alan araştırması şeklinde
literatür taramasıdır. Çalışmamızda kullandığımız literatür de, konu ile ilgili kitaplar,
makaleler, süreli yayınlar, tezler, raporlar ve güvenilir internet kaynaklarından
oluşmaktadır.
2
I. BÖLÜM
MİLLİ GELİR, EKONOMİK BÜYÜME, İSTİHDAM VE
İŞSİZLİK TEORİLERİ
1. EKONOMİK BÜYÜME KAVRAMI VE TEORİSİ
Bu bölümümüzde ekonomik büyüme kavramının ne anlama geldiğini ortaya
koymak amacıyla öncelikle milli gelir kavramı üzerinde durulmuş, bu anlamda milli
gelirin değişik tanımları yapılarak, nasıl ölçüleceğine dair farklı yöntemler izah edilmiş,
ayrıca milli gelirin denge noktasının belirlenmesi, artış ve azalışları şekiller yardımıyla
açıklanmaya çalışılmıştır. Ekonomik büyüme ile milli gelir kavramları arasındaki
ilişkiler böylece ortaya konduktan sonra ekonomik büyümenin ölçülmesi ve büyümeyi
sağlayan politikalara da değinilmiş, bölümün sonunda ise günümüzde büyüme olgusunu
anlamamızda ve pek çok çalışmalar yapmamızda büyük katkıları olan ünlü iktisatçıların
geliştirdiği büyüme teorileri, klasik ve modern büyüme teorileri başlığı altında ana
noktaları itibariyle izah edilmeye çalışılmıştır.
1.1 Milli Gelir Ekonomik Büyüme İlişkisi
İnsanlar asırlardır herhangi bir ekonomik büyüme olmadan yaşamışlardır.
Bunun temel sebebi, toplumların bazı sosyal kurumlara ve ekonomik büyümenin ön
şartı olan temel düzenlemelere sahip olmamasıdır.1 Günümüzde ise büyüyen bir
ekonomi, tüketilebilecek daha fazla mal ve hizmet anlamına gelir. Geçen zaman
içerisinde bazı ülkeler diğerlerinden daha hızlı büyürler. Bununla birlikte her ülkenin
değişik dönemlerdeki kendi büyüme oranlarında da büyük farklılıklar görülmektedir.
Bu arada hükümetler uzun dönemli büyüme yanında kısa dönemli büyüme sorunları ile
de ilgilenirler. Ayrıca ekonomiler doğalarında mevcut olan istikrarsızlıktan olumsuz
etkilendiklerinden ekonomik büyüme ve diğer makro ekonomik göstergeler, dalgalanma
eğilimindedirler. İşte hükümetler bu yüzden uzun dönemli yüksek büyüme hızlarına
ulaşmak yanında istikrarlı büyümek ve resesyondan uzak kalmak da isterler.2
1
2
İlker Parasız, Ekonomik Büyüme Teorileri, Ezgi Kitabevi, 3.baskı, Bursa, 2008, s.10.
Ahmet Çakmak, İktisat Makro, Economics, John Sloman, Bilim Teknik Yayınevi, İstanbul, 2004, s.5.
3
Her ekonominin birinci önceliği kişi başına düşen geliri arttırarak halkın refah
düzeyini yükseltmektir. Refah düzeyinin artması ise ekonominin büyümesi ile
mümkündür. Yüksek büyüme hızları bir ekonomide başarının, düşük büyüme hızları ise
başarısızlığın göstergesidir. Ancak ekonomide başarı için sadece büyüme hızının
yüksekliği yeterli değildir. Yüksek oranlı, sürdürülebilir ve istikrarlı bir seyir izleyen
büyümenin, aynı zamanda fiyat istikrarı ile iç ve dış dengenin korunmasıyla birlikte
gerçekleştirilmesi gerekir.3
Öyleyse yukarıda sözünü ettiğimiz ekonomik büyüme, bir ekonomide zaman
içerisinde milli gelir hesapları ile ölçülen toplam üretim düzeyindeki devamlı artışlar
olarak tanımlanabilir.4 Ekonomik büyümeden, milli gelirde yani toplam üretim
düzeyinde meydana gelen büyüme kastedilmekte ve ekonomik büyümenin tanımında da
milli gelir ifadesi geçmektedir. Bu bakımdan ekonomik büyüme kavramının daha iyi
anlaşılması amacıyla öncelikle milli gelir ile ilgili bazı konulara değinmek faydalı
olacaktır. Milli gelirin geniş ölçüde kullanılan çeşitli tanımları bulunmaktadır:
Gayri safi yurt içi gelir, bir ekonomide bir yıl boyunca üretilen tamamlanmış
mal ve hizmetlerin tamamının değeri olmaktadır.5 Gayri safi milli gelir, belli bir ülkede
belli bir dönemde üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerin değeri olan gayri safi yurt içi
gelir toplamına, yerleşiklerin dışarıda elde ettikleri ve ülkeye transfer ettikleri faktör
gelirlerinin ilave edilmesi ve yabancıların ülkede elde ederek dışarıya transfer ettikleri
faktör ödemelerinin eksiltilmesi sonucu bulunan değerdir.6 Safi milli gelir, gayri safi
milli gelirden mevcut teknik sermayenin aşınmasına (amortismanına) ayrılan kısmın
çıkarılması sonucu ulaşılan değerdir. Çünkü, milli servetin devamı ve yenilenmesi
aşınma, yıpranma ve eskime paylarının ayrılmasına bağlıdır.7
Milli Gelirin söz konusu tüm tanımları piyasa fiyatları veya faktör maliyetleri
cinsinden ifade edilebilir. Piyasa fiyatları, üretilen her çıktının piyasa fiyatlarıyla
değerlendirilmesinde vergi ve sübvansiyonların sırasıyla yükseltici ve düşürücü
3
Recep Tarı, Funda Sera Kumcu, Türkiye’de İstikrarsız Büyümenin Analizi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, Sayı:1, Kocaeli, 2005, s.156.
4
Ahmet Haşim Köse, Büyüme ve Verimlilik, Milli Prodüktivite Merkezi Yayınları, Ankara, 1992, s.2.
5
İlyas Şıklar, Ahmet Çakmak ve Suat Yavuz, Finansal Piyasalar ve Kurumlar, Frederıc S. Mıshkın, Bilim Teknik
Yayınevi, İstanbul, 2000, s.16.
6
Sami Taban, İktisadi Büyüme, Nobel Yayınevi, Ankara, 2008, s.4.
7
Ali Özgüven, İktisat Bilimine Giriş, 5. baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul, s.400, 401.
4
etkilerini içerirken faktör maliyetleri, söz konusu unsurların saptırıcı etkisini ortadan
kaldıran bir yaklaşımdır. Buna göre piyasa fiyatlarına göre oluşan değerden vergilerin
çıkarılması ve kalan tutara sübvansiyonların eklenmesi sonucu faktör maliyetleri
türünden milli gelire ulaşılmış olur.8
Milli gelirin tanımlarını böylece gördükten sonra doğal olarak karşımıza nasıl
ölçüleceği sorunu çıkmaktadır. Bu konuya da kısaca değinmek gerekirse; bu amaçla
kullanılabilecek her biri aynı sonucu veren bilinen üç farklı yöntem mevcut olup bunlar
sırasıyla kaynaklar (üretim), gelir oluşumu ve harcama yöntemleridir.9
Gayri safi yurt içi gelir ölçümünün birinci yöntemi olan üretim yöntemi, ülkede
her endüstri kolunda üretilen bütün mal ve hizmetlerin değerlerinin toplanmasını, ikinci
yöntem olan gelir yöntemi mal ve hizmet üretiminin, hane halkı için ücret ve maaş, kar,
kira ve faiz şeklinde meydana getirdiği gelirlerin toplanmasını, üçüncü yöntem olan
harcama yöntemi ise ülkenin üretimini satın almak için gereken harcamaların
toplanmasını gerektirir.10
Milli geliri oluşturan unsurların ne olduğunu yakından tanımak üzere söz
konusu unsurları içeren gelirin döngüsel akımından ve bu akıma yapılan ilaveler ile bu
akımdan meydana gelen sızıntılardan da söz etmek gerekecektir. Bir ekonomide denge
gelir düzeyinin nasıl belirlendiğinin gösterilmesine ilişkin basit bir model olan ve
sadece üreticiler ve tüketicilerin var olduğu, tasarrufun, yatırımın, kamu harcamalarının,
vergi ve dış ticaretin bulunmadığı bir ekonomide; üretimin, gelirin ve harcamanın ve
bunların arasındaki ilişkilerin kolayca görülmesine olanak sağladığından yararlı olan
gelirin döngüsel akımı yaklaşımında, başlangıçta herhangi bir ilave ve sızıntı
bulunmamaktadır.11
İlk olarak eğer tüketiciler elde ettikleri bütün gelirlerini yurt içinde üretilen mal
ve hizmetlere harcıyorlarsa, ikinci olarak bu harcamalar üreticilerin gelirlerini
oluşturduğuna göre üreticiler bu gelirlerini, harcamalarının kaynağını teşkil etmek üzere
8
Ahmet Çakmak, Suat Oktar, Mehmet Şişman ve Suat Yavuz, İktisat Giriş, Economics, S. Ison, Stuart Wall 4.
basımından (çev). Bilim Teknik Yayınevi, İstanbul, 2007, s.210.
9
Sabri Fehmi Ülgener, Milli Gelir, İstihdam ve İktisadi Büyüme, Der Yayınevi, İstanbul, 1991, s.41.
10
Çakmak, İktisat Makro, a.g.e., s.13, 14.
11
Çakmak, Oktar, Şişman ve Yavuz, İktisat Giriş, s.206.
5
tüketicilere faktör ödemesi olarak veriyorlarsa ve nihayet üçüncü olarak dolaşım hızı bu
döngü sırasında değişmeden yani sabit duruyorsa, bu akım sonsuza kadar devam edecek
ve gelirlerin parasal değeri herhangi bir ilave ve sızıntı bulunmadığından
değişmeyecektir.12
Halbuki gerçek hayatta, gelirin döngüsel akımından bazı sızıntılar olduğu gibi
söz konusu akıma bazı ilaveler de bulunmaktadır. Bunlardan ilki olan sızıntıyı ya yerli
bir tüketicinin aldığı ve yerli bir firmaya aktarmadığı gelir ya da yerli bir üreticinin
aldığı ancak yerli bir tüketiciye aktarmadığı gelir şeklinde tanımlayabiliriz. Öyleyse
yerli tüketici ve yerli üreticilerin aldıkları bazı gelirlerin döngüsel akıma girmediğini
belirtmek mümkün olmaktadır. Döngüsel akıma girmeyen bu gelir unsurlarının neler
olduğuna gelince bunlar sırasıyla, net tasarruflar, net vergiler ve ithalattır.13
Gelir ve istihdam teorisinde Keynes’in benimsediği tarife göre en kısa ve en
açık şekli ile tasarruf, gelirden tüketim harcamaları çıkarıldıktan sonra kalan kısmı ifade
eder. Robertson’un benimsediği ve zaman unsurunun önem kazandığı tarife göre ise
tasarruf dün kazanılmış fakat bugün kullanılır hale gelmiş gelirden tüketime
sarfedilmeyen bölümdür. İlk görüş, kapanmış bir devre sonunu hareket noktası olarak
gördüğünden statik, ikinci görüş ise dünden başlayıp ileriye yönelik bir görüşü hareket
noktası olarak ele aldığından dinamik bir görüş sayılabilir.14
İlk görüşün statik olmasının nedeni şöyle açıklanabilir: Milli gelirin denge
noktası tasarruf ve yatırım eğrilerinin kesiştiği, tasarrufların yatırımlara eşit olduğu
noktada oluşur. Böylelikle bütün bir ulus bakımından gerçekleşmiş yatırım ve tasarruf
dönem sonunda zorunlu olarak birbirine eşit olmaktadır. İkinci görüş dinamiktir. Çünkü,
dönem başında yapılmak istenen tasarruf, yapılmak istenen yatırımdan fazla ise her
günkü efektif talep o günkü milli gelire göre yetersizleşerek, milli gelirin düşmesine ve
bu yolla da fiilen yapılabilen tasarrufların azalarak fiili yatırımlara eşit olduğu noktaya
12
Çakmak, İktisat Makro, a.g.e., s.10.
Çakmak, Oktar, Şişman ve Yavuz, a.g.e., s.207.
14
Ülgener, s.206.
13
6
kadar gerilemesine neden olacaktır. Böylelikle dönem başı eşit olmayan tasarruf ve
yatırım arzuları dönem sonunda eşitlenmiş olacaktır.15
Bu açıklamadan sonra net tasarrufun tarifine geçebiliriz: Döngüsel akıma
girmeyen gelir unsurlarından biri olan net tasarruflar; yerli tüketicilerin kişisel ve yerli
üreticilerin işletme tasarruflarından, yerli tüketicilerin yapmış olduğu borçlanmaların ve
eski tasarruflardan yapılan aktarımların çıkartılması suretiyle bulunan değerdir. Net
vergiler ise tüketicilerin gelirlerinden ve harcamalarından ödedikleri gelir vergisi,
tüketim vergisi ve katma değer vergisi ile üreticilerin gelirlerinden ödediği kurumlar
vergilerinden, transfer ödemelerinin (yardımlar) çıkartılması sonucu bulunmaktadır.16
Nihayet ithalat ise bir ülkeye diğer ülkelerden gelen, ülkeyi borçlu hale getirerek döviz
talebini artıran ve içinde taşıma maliyeti, sigorta ve komisyon masraflarının bulunduğu
mal ve hizmetlere yapılan toplam harcamalardır.17
Gelirin döngüsel akımına yapılan ilaveyi ise yerli tüketicilerin aldığı ve yerli
üreticilerden gelmeyen gelirler veya yerli üreticilerin aldığı ve yerli tüketicilerden
gelmeyen gelirler biçiminde tanımlayabiliriz. Öyleyse yerli tüketici ve yerli üreticilerin
aldıkları diğer bazı gelirlerin ise döngüsel akıma girdiğini söyleyebiliriz.18 Döngüsel
akıma giren ve toplam talebin bir kısmını oluşturan tüketim harcamalarının dışındaki
diğer gelir unsurlarının neler olduğuna gelince bunlar sırasıyla, yatırım, hükümet
harcamaları ve ihracattır.19
Gelecek dönemlerde reel gelirleri artıran bütün faaliyetler olan yatırım aynı
zamanda, ülkenin mevcut sermaye stokuna yapılan net ilave şeklinde tanımlanabilir
(yeni makine, teçhizat, fabrika vb).20 Hükümet harcamaları ise yerli firmaların, ürettiği
mal ve hizmetlere harcama yapan hükümetten elde ettiği gelirler ile yerli hane
halklarının hükümette çalışarak elde ettiği gelirlerden ibarettir.21
15
Sadun Aren, İstihdam, Para ve İktisadi Politika, Savaş Yayınevi, Ankara, 2005, s.54.
Çakmak, İktisat Makro, s.10.
17
Özgüven, s.492.
18
Çakmak, Oktar, Şişman ve Yavuz, İktisat Giriş, s.208.
19
Çakmak, İktisat Makro, a.g.e., s.11.
20
Özgüven, s.419.
21
Çakmak, Oktar, Şişman ve Yavuz, a.g.e., s.208.
16
7
Ancak herhangi bir prodüktif hizmet karşılığı olmayan veya gerçek bir gelir
parçasının bir şahıstan diğerine aktarılmasından ibaret olan ve transfer ödemeleri de
denilen devlet yardımları, negatif vergiler olarak net vergilerin hesaplanmasında
kullanıldığından,
gerekmektedir.
22
doğal
olarak
hükümet
harcamaları
arasında
yer
almaması
Nihayet ihracat ise taşıma, komisyon ve sigorta masrafları dikkate
alınmamak üzere, bunların ödenmesinin alıcı ülkelere bırakılması ve ülkeye döviz
kazandırmak amacıyla bir ülkenin diğer ülkelere sattığı mal ve hizmetlerden elde ettiği
gelirdir.23 Diğer bir ifadeyle ihracat, yabancıların bizim ürettiğimiz mal ve hizmetlere
yaptıkları harcamalardır.
Şimdi ise milli gelirin döngüsel akımda denge yoluyla belirlenmesi konusunu
şekil yardımıyla açıklamaya çalışalım: Şekil 1’de sızıntılar (W) ve ilaveler (J) in mevcut
olduğu durumda hane halkları ve yerli firmalar arasında gelir ve harcamaların döngüsel
akımı görülmektedir. Sızıntılar (W), tasarrufları (S), vergileri (T), ve ithalatı (M)
gösterirken, ilaveler (J) ise hükümet harcamalarını (G), yatırım harcamalarını (I) ve
ihracat harcamalarını (X) göstermektedir. Bu yaklaşıma göre döngüsel akımda denge
koşulu W=J’dir. Şekil 1’de döngüsel akıma ilaveler (I, G, X) dışsal değişken, sızıntılar
(S, T, M) ise içsel değişken olarak varsayılmıştır. Yani ilaveler milli gelirden bağımsız,
sızıntılar ise milli gelire bağlı olarak değişmektedir. Diğer bir deyişle, milli gelir (Y)
değişirken J (I, G, X ) aynı kaldığı halde W (S, T, M) milli gelir yükseldikçe artmakta,
düştükçe azalmaktadır.24
Başlangıçta milli gelirin denge değeri Y1’dir. Y2 düzeyinde sızıntılar ilaveleri
aştığı için bu talep eksikliği üretimin ve dolayısıyla milli gelirin (Y2), Y1 milli gelir
düzeyine kadar düşmesine sebep olur. Y3 düzeyinde ise sızıntılar ilavelerin altında
kaldığı için ekonomiye ilave edilen bu ek net harcama firmaları daha fazla üretmeye
özendireceğinden milli gelir (Y3), Y1 milli gelir düzeyine kadar yükselir. Böylelikle,
sadece W=J olan Y1 milli gelir düzeyinde milli gelirin değişmesi yönünde bir eğilim
bulunmadığından, bu noktadaki denge düzeyi milli gelirin denge düzeyidir.25
22
Ülgener, s.29.
Özgüven, a.g.e., s.492.
24
Çakmak, Oktar, Şişman ve Yavuz, İktisat Giriş, s.216,217.
25
Çakmak, İktisat Makro, a.g.e., s.148.
23
8
18
W (S+T+M)
16
14
12
10
8
&
J (I+G+X)
6
4
2
0
0
1
2
3
4
5
6
7
-2
-4
Y
Şekil 1 Döngüsel Akımda Denge: W/J Yaklaşımı
Kaynak: Ahmet Çakmak, Suat Oktar, Mehmet Şişman, Suat Yavuz, İktisat Giriş, Bilim Teknik
Yayınevi, İstanbul, 2007, s.216.
Büyümeyi izah etmede milli gelir kavramının neyi ifade ettiğini, hangi
unsurlardan oluştuğunu ve nasıl belirlendiğini gördükten sonra ekonomik büyüme
kavramına kaldığımız yerden devam edebiliriz. Büyüme kavramı için en belirgin
özelliğin, bir ekonominin üretim kapasitesinde sayısal/niceliksel olarak ölçülebilen
genişleme veya miktar artışı olduğu, daha çok üretim faktörlerinin en yüksek verimi
sağlayacak şekilde bir araya getirilmesini içeren bir denge sorunuyla ilgilendiği
söylenebilir.26
Ekonomik büyüme, iktisadi hayatın temel verilerinde (işgücü, tabii kaynaklar,
teçhizat) kişi başına bir yıldan diğerine daha yüksek bir reel gelir sağlayacak şekilde
görülen devamlı artışlar olduğuna göre27 iktisadi büyüme, bir ülkede yaşayan insanların
yaşam standartlarını sürekli biçimde yükseltmenin tek yoludur. Bu nedenle tüm
ülkelerin temel makro ekonomik hedeflerinden bir tanesi, hızlı bir iktisadi büyüme
gerçekleştirmektir.28
26
Cengiz Yavilioğlu, “Kalkınmanın Anlambilimsel Tarihi ve Kavramsal Kökenleri”, 2002, Cumhuriyet
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,Cilt:3, sayı:1,
httpwww.cumhuriyet.edu.tredergimakale133.pdf (10.09.2008), s.74,75.
27
Ülgener, s.409.
28
Erdal Muzaffer Ünsal, Makro İktisat, İmaj Yayınevi, Ankara, 2000, s.11.
9
Büyüme bir ülkede üretilen mal ve hizmetlerin miktarında ve değerinde bir
artışı ifade etse de miktar açısından değerlendirme yapabilmenin birtakım zorlukları
mevcuttur.29 İktisadi büyüme; bir bakıma stok, akım ve değişkenlerde gövde ve hacim
olarak artışları ifade etmektedir. Bu artışlar meydana gelirken beşeri ve fiziki sermaye
birikimi, teknolojik gelişme iktisadi büyümeye kaynak oluşturmaktadır. Büyümenin
gerçekleşebilmesi için bu üç kaynağın birlikte çalışması gerekmektedir.30
Bazı iktisatçılar, büyümeyi bir ekonomide belli bir döneme göre (genellikle bir
yıl) bir miktar veya bir hacim artışı olarak nitelendirirler. Nüfus artışı, teçhizat artışı,
tasarruf artışı, sermaye artışı, milli gelir artışı birer büyümedir. Ancak bu artış
kapasitesi, aşağıda da belirtileceği üzere doğal kaynaklara, kaynakların kalitesine ve
teknik seviyeye bağlıdır. Nüfusta, doğal kaynaklarda ve sermayede görülen artışlar ile
teknik gelişmeler büyümeyi hızlandırırken, sosyal dengenin bozulması, doğal
kaynakların israfı, dış ülkelerle her türlü ilişkinin kesilmesi, aşırı ve yersiz harcamalar,
verimsiz veya vasıfsız işçiler ve işsizlik yüzünden üretimin kaybolması ve uluslar arası
iktisadi ve siyasi istikrarın bozulması gibi etkenler ise büyümeyi frenlerler
(yavaşlatırlar). Büyüme bu bakımdan dinamik, devamlı ve uzun dönemlidir. 31
İnsan emeği bedensel ve zihinsel olmak üzere ikiye ayrılabilir. Bunlardan
bedensel emeğin ekonomik büyümede ki katkısı oldukça sınırlıdır. Uzun dönemde
doğanın sunduğu ürünleri ve bedensel emeği veri olarak kabul edersek ekonomik
büyümenin gerçek ve kesintisiz kaynağı, zihinsel emeğin ürünü olan üretken bilgi, yani
teknoloji olmaktadır.32
Aynı biçimde, ekonomik büyüme bir ülkenin prodüktif kapasitesini
genişletmesi için kullandığı araçlarla ilgilenir. Ekonomik büyümeyi, işgücünün, doğal
kaynakların ve reel sermayenin miktarı ve kalitesi ile toplumun teknolojik seviyede
gösterdiği başarı düzeyi net ve esas olarak açıklar. Bunlar bir ekonominin üretim
potansiyelinin parçalarıdır. Ekonomik büyüme, prodüktif kapasiteyi belirleyen bu
faktörlerin geliştirilip yaygınlaştırılması faaliyetlerini konu edinmiştir. Fakat ekonomik
29
Hasan Gürak, Ekonomik Büyüme ve Küresel Ekonomi, Ekin Kitabevi, Ankara, 2006, s.15.
Selman Yılmaz, Makroekonomik Teoride Yatırım, Büyüme ve Enflasyon, Beşir Kitabevi, İstanbul, 2004, s.17.
31
Özgüven, s.176,177.
32
Gürak, s.18.
30
10
büyümeden söz ederken, ekonominin potansiyeli yanında, kapasitenin kullanılmasını da
ele almak gerekir. Ekonomik büyüme, toplumun maddi refahını artırması bakımından
önemlidir. Ancak doğal olarak subjektif bir konu olan refah hakkında kabul edilebilir
bir ölçü yoktur. Ancak maddi refah üretilen mal ve hizmetlerin miktarı ile çok yakından
ilgilidir. Faydalı ve ekonomik değeri olan mal ve hizmetlerin üretiminde bir artış
meydana geldiği takdirde bir toplum için maddi refah seviyesinin yükselmesi
gerçekleşir.33
İşte tam bu noktada maddi refah bakımından ekonomik büyüme inceleniyorsa,
göz önüne alınması ve üzerinde durulması gereken diğer çok önemli bir nokta da,
ekonomik büyümede sadece kapasite ve üretim artışı üzerinde değil bunun yanında
önem taşıyan fert başına üretim artışı üzerinde de durmaktır. Hem de bu artışın geçici
değil, sürekli olması gerekir. Ancak bu takdirde zaman içinde kişi başına mal ve hizmet
artışı olduğu takdirde refah seviyesinde gelişme olduğu söylenebilir.34
Ekonomik büyüme, üretim kapasitesindeki artışı ifade ettiğine ve temel hedefi
toplumun refah düzeyini yükseltmek olduğuna göre söz konusu üretim kapasitesindeki
artışların sürekli olması ve ekonominin üretim potansiyelinde yani faktör donanımı
ve/veya verimlilik düzeyindeki artışların olması gerekir. Bu ise, altını tekrar çizelim ki
büyüme sürecinin, ekonomideki yatırım oranları yani sermaye birikimi, teknoloji ve iş
gücünün niteliğindeki artışlarla gerçekleşen üretim artışları süreci olması anlamına
gelir.35
Büyüme konusuna böylece değindikten ve büyümenin kısaca milli gelirde
meydana gelen devamlı artışlar anlamına geldiğini gördükten sonra söz konusu
artışların nasıl gerçekleştiğini, yukarıda değindiğimiz döngüsel akımda ilave ve
sızıntılarda meydana gelen değişmeler yoluyla açıklamak mümkündür. Konuyu şekil
yardımıyla açıklamaya çalışalım:
33
Cengiz Yavilioğlu, “Kalkınmanın Anlambilimsel Tarihi ve Kavramsal Kökenleri”, 2002, Cumhuriyet
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,Cilt:3, sayı:1,
httpwww.cumhuriyet.edu.tredergimakale133.pdf (10.09.2008), s.65.
34
Erdal Muzaffer Ünsal, İktisadi Büyüme, İmaj Yayınevi, Ankara, 2007, s.11.
35
Köse, s.3.
11
Şekil 2’de görüleceği üzere ilavelerdeki J1’den J2’ye bir artış milli gelirin
Y1’den Y2’ye yükselmesini sağlar. İlavelerde yukarı kayma ki artışı temsil etmektedir,
yatırımlardaki, hükümet harcamalarındaki, ihracattaki veya üçünde birden bir artıştan
kaynaklanıyor olabilir. Bu durumun tam tersi de geçerlidir. İlavelerdeki J2’den J1’e bir
azalış ise bu kez yatırımlardaki, hükümet harcamalarındaki, ihracattaki veya üçünde
birden bir azalıştan kaynaklanıyor olabilir. Bu azalış söz konusu harcama kalemlerinin
hangisinde meydana gelirse gelsin milli gelirin azalmasına neden olarak yeni denge
noktasını Y2’den Y1’e düşürür.36
18
W
16
14
12
10
J2
D
8
J1
&
6
4
2
0
0
1
2
3
4
5
6
7
-2
-4
Y
Şekil 2 İlavelerin J1’den J2’ye Artması
Kaynak: Ahmet Çakmak, Suat Oktar, Mehmet Şişman, Suat Yavuz, İktisat Giriş,
Bilim Teknik Yayınevi, İstanbul, 2007, s.227.
Şekil 3’de ise bu kez sızıntılardaki artış ve azalışın milli gelir üzerindeki
etkileri görülmektedir. Sızıntılardaki W2’den W1’e bir azalış, tasarruflar, vergiler,
ithalat gibi çekiş kalemlerinin hangisinde veya hepsinde meydana gelirse gelsin milli
gelirin artmasını sağlayarak yeni denge noktasını Y2’den Y1’e yükseltir. Sızıntılardaki
azalış W eğrisinin tüm gövdesiyle sağa kaymasını ifade etmektedir. Bu durumun tam
tersi de geçerlidir. Şimdi de sızıntıların arttığını düşünelim. Sızıntılardaki bu kez
W1’den W2’ye bir artış, tasarruflar, vergiler, ithalat gibi çekiş kalemlerinin hangisinde
veya hepsinde meydana gelirse gelsin milli gelirin azalmasına yol açarak yeni denge
36
Çakmak, Oktar, Şişman ve Yavuz, İktisat Giriş, s.226, 227.
12
noktasını Y1’den Y2’ye azaltır. Yani milli gelirin Y1’den Y2’ye doğru kayarak
azalmasına yol açar. Milli gelirdeki düşme sızıntılar ilk denge durumundaki ilavelere
eşit olana kadar sürer. Sızıntılardaki artış W eğrisinin bu kez tüm gövdesiyle sola
kaymasını ifade etmektedir.37
20
W
15
W
10
D
&
J1
5
0
0
1
2
3
4
5
6
7
-5
Y
Şekil 3 Sızıntıların Artması ve Azalması
Kaynak: Ahmet Çakmak, Suat Oktar, Mehmet Şişman, Suat Yavuz, İktisat Giriş,
Bilim Teknik Yayınevi, İstanbul, 2007, s.228.
Yukarıda sözünü ettiğimiz gelirdeki artışın ilavelerdeki artışa oranına çarpan
denir. Ekonomiye ilave olan her harcama başka harcamaları, onlarda daha başka
harcamaları güdüler ve böyle devam eder. Sözgelişi, eğer firmalar daha fazla yatırım
yapmaya karar verirlerse, istihdam artar, hane halkları daha fazla gelir sağlar. Artan bu
gelirin sızıntılara gitmeyen kısmı yurt içinde üretilen mallara harcanır. Tüketim artışı
firmaları daha fazla üretmeye özendirir. Böylelikle firmalar daha fazla kişi istihdam
eder. Diğer üretim faktörlerinin istihdamı da artar. Bu kez hane halklarına sağlanan gelir
yükselerek, tüketimi artırır ve süreç böylece devam eder. Çarpanın büyüklüğü, sızıntı
fonksiyonunun eğimine bağlıdır. Bu marjinal sızıntı eğilimidir. Bu eğim ne kadar
düşükse milli gelirdeki artış o kadar büyük olur. Yani her ekstra gelir artışında sızıntı ne
kadar az olursa milli gelirdeki artış da o kadar büyük olur. Bu arada sızıntılarda
meydana gelen bir azalma da gelirin çarpanlı artışını sağlayabilir. Gerek ilavelerdeki
37
Çakmak, Oktar, Şişman ve Yavuz, İktisat Giriş, s.227.
13
azalma ve gerekse sızıntılardaki artma çarpan mekanizmasını tersine işleterek milli
geliri düşürür. Böylece çarpan formülünü marjinal sızıntı eğiliminin tersi olarak ifade
etmek mümkündür (çarpan = 1/marjinal sızıntı eğilimi).38
Ancak yatırım çoğaltanı da denilen çarpan, ekonomi tam istihdam düzeyinin
altında ise işleyebilir. Tam istihdam seviyesinde işlemesi söz konusu değildir. Çünkü,
bu noktada yatırım harcamalarının artırılabilmesi tüketim harcamalarının kısılmasıyla
mümkündür. Bu bakımdan tam istihdamda toplam harcamaların reel artışından söz
edilemez.39
Gelir seviyesinde ve toplam tüketim malları talebindeki zaman birimi ile
değişmelerin, safi yatırımı (sermaye, teçhizat malları) bir katsayı büyüklüğünce artırma
veya eksiltmesine ise hızlandırma etkisi ve söz konusu katsayıya hızlandıran denilir.
Yatırım sözü ile burada gelir ve tüketim seviyesine bağlı olan uyarılmış yatırımlar
kastedilmektedir40
Bazı dönemlerde tüketiciler, gelecekte fiyatların daha da yükseleceği endişesini
duyabilirler. Üreticiler de gelecekte kredilerin kısıtlanacağı haberini duyabilirler. Bütün
bu gelişmeler yatırımları uyararak birikimli etkilere yol açan belli başlı faktörlerdir.
Artan talebi karşılayabilmek amacıyla için firmalar üretim kapasitelerini genişletmek
isterler. İşte bu yüzden tüketim değişmelerinin yol açtığı yatırımlara uyarılmış
yatırımlar denir.41
Milli gelir çarpanı olduğu gibi istihdam çarpanı da vardır. Söz konusu çarpan
istihdamda başlangıçtaki bir doğrudan artışın, doğrudan ve dolaylı (toplam) istihdam
üzerindeki etkisini ölçer.42
1.2 Ekonomik Büyümenin Ölçülmesi
Ekonominin gerçek üretim gücünün hesaplanmasında, nominal değişkenlerden
ziyade reel değişkenlerin hesaba katılması gerekmektedir. Dolayısıyla büyüme, gayri
38
Çakmak, İktisat Makro, s.149, 150.
Aren, a.g.e., s.47.
40
Ülgener, a.g.e., s.320.
41
Özgüven, a.g.e., s.445.
42
Çakmak, Oktar, Şişman ve Yavuz, İktisat Giriş, s.231.
39
14
safi milli gelir kavramlarından reel gayri safi milli gelirde görülen artış hızı olarak
tanımlanabilir. İçinde bulunulan dönem t, bir önceki dönem t-1, reel gayri safi milli
gelir y ve büyüme hızı g ile gösterilirse, t yılındaki büyüme hızı şu şekilde hesaplanır:
g(t) = ( y (t) – y (t-1) ) / y (t-1)
Bu değer 100 ile çarpılarak büyüme oranı yüzde cinsinden ifade edilebilir.43
Öte yandan, ekonomik büyüme ortalama büyüme hızı ile de ölçülebilir.
Ortalama büyüme hızı, kişi başına gelirde uzun bir dönemde meydana gelen yıllık
ortalama büyüme hızını verir. Ortalama büyüme hızı, yıllık büyüme hızı formülünden
hareketle hesaplanır. Kişi başına reel gelir X, birinci yıl t ve ikinci yıl t + 1 ile
gösterilirse, t + 1 yılındaki büyüme hızı (g) aşağıdaki gibi hesaplanır:
g = ( X(t + 1) – X(t) ) / X(t)
Bu değer de 100 ile çarpılarak büyüme oranı yüzde cinsinden ifade edilebilir.44
Reel gayri safi milli gelirin her yıl az olsa da belli bir oranda büyümesi,
zamanla büyümeyi katlar. Bunun nedeni büyümenin birikimli bir süreç olmasıdır. Şayet
ekonomi her yıl sabit bir oranda büyürse (g), üretimin kaç yıl içinde ikiye katlanacağı,
70 sayısı büyüme hızına bölünerek kolaylıkla hesaplanabilir.45
1.3 Ekonomik Büyümeyi Sağlayıcı Politikalar
Ekonomik büyümeyi sağlayıcı politikalar ekonominin ya talep ya da arz yanına
yoğunlaşmaktadır. Bir
yanda firmaların yatırım yaparak potansiyel üretimin
gerçekleşmesini sağlayan toplam talep düzeyini oluşturmaya yönelik politikalar olduğu
gibi, diğer yanda toplam arzı artırmayı amaçlayan politikalar da mevcuttur. Bu tür
politikalar, araştırma geliştirme, inovasyon ve eğitim teşviki gibi potansiyel üretimi
artırmaya dönük önlemler üzerinde yoğunlaşmaktadır. Yine ekonomik büyümeyi
sağlayıcı politikalar ya piyasa yönelimli ya da müdahalecidir. Birçok iktisatçı ve
siyasetçi, özellikle politik olarak sağda olanlar, ekonomik büyümeyi teşvik eden en iyi
43
Taban, s.6.
Ünsal, İktisadi Büyüme, s.13.
45
Taban, a.g.e., s.7.
44
15
ortamın, özel sektörün gelişmesine izin verilen ortam olduğuna inanırlar. Bu ortamda
girişimciler yeni tekniklere ve ürünlere yapmış oldukları yatırımların karşılığında
gereken ödülü alabilecektir. Bu sebeple söz konusu iktisatçılar piyasayı serbestleştirmek
üzere tasarlanmış politikaları savunurlar. Diğer iktisatçılara göre serbest piyasada
çevrimsel dalgalanmalar ortaya çıkmakta, bunların meydana getireceği belirsizlikler
yatırımları
engellemektedir.
Bu
nedenle,
bu
gruptaki
iktisatçılar
çevrimsel
dalgalanmaları azaltmak üzere hükümetin aktif müdahalesini savunurlar.46
1.4 Ekonomik Büyüme Modelleri
1.4.1 Klasik Büyüme Modelleri
Teoride, klasiklerden günümüze çeşitli büyüme modelleri geliştirilmiş ve bu
modellerde işsizliğe direkt veya dolaylı olarak yer verilmiş ve analiz edilmiştir. Bu
modellerin ilki klasik büyüme modelidir. Fakat klasik büyüme modeli realitelere
uyduğu için değil, sadece ilk sistemli büyüme teorisi olması bakımından önem arz
etmektedir.47
Klasik büyüme modelinin kurulmasında en önemli katkıyı Ricardo’nun
yapmasından ötürü model Ricardo’nun büyüme modeli olarak anılmaktadır. Klasik
teoriye göre yüksek tasarruflar yüksek yatırımlara öncülük ederler ve yüksek yatırımlar
da yüksek büyümeye dönüşmektedirler. Buradaki varsayım, yüksek tasarrufların
ekonomik büyümeye öncelik tanıması ve yine yüksek tasarrufların ekonomik büyüme
ile sonuçlanmasıdır. Ancak sanayi sektöründeki verimlilik artışının sürekli olmasının
olanaksızlığı, kar oranlarının düşmesine ve büyümenin eninde sonunda sona ermesine
yol açmaktadır.48
Klasik teoride; yatırım-tasarruf eşitliğinden hareketle, tasarrufların azalması
yatırımları azaltmakta dolayısıyla büyüme hızı azalmaktadır veya tasarrufların artması
yatırımları arttırmakta ve büyüme hızı artmaktadır. Bu ilişki aynı zamanda Malthus’un
nüfus kuramı çerçevesinde nüfusa bağlı olup, nüfus artış hızının çok yüksek olması
durumunda kişi başına düşen gelir azalacak ve tasarruf miktarı düşecek ve büyüme hızı
46
Çakmak, İktisat Makro, s.30.
Mükerrem Hiç, Büyüme ve Gelişme Ekonomisi, Menteş Kitabevi, İstanbul, 1988, s.2.
48
Taban, s.30.
47
16
azalacaktır. Nüfus artışı ile gelir arasında doğrusal bir ilişki bulunmakta, kişisel gelirin
azalması ile nüfus artış hızı yavaşlayacaktır. Diğer bir deyişle klasik teoride emek
piyasasında ücretlerin esnek olma özelliğinden dolayı büyüme hızı ile işsizlik arasında
doğrudan bir ilişki bulunmamaktadır. İşsizlik, bir tercih olarak kabul edilip, ekonomik
sorun olarak ele alınmamaktadır.49
Ancak temel olarak klasik iktisat ekolü düşünce anlayışı Adam Smith ile 1776
yılından 1848 yılı arasındaki döneme damgasını vurmuştur. Bu dönemde iktisat bilimi
daha geniş alanlarla ilgilenmiştir. Klasik iktisat sadece zenginlik artışı ile ilgili sorular
değil, aynı zamanda kalkınmanın sosyal sonuçlarının özellikle toplumun en düşük
kesimi üzerindeki etkileri ile ilgili de sorular sormuştur. Smith ünlü Ulusların Zenginliği
eserinde ahlaki duyguların iktisadi davranışlar üzerindeki etkisine değinmiştir.50
Kişisel çıkarlarla toplum çıkarları arasında kesin bir uyumun var olduğuna
inanan Smith’e göre temel adalet ilkelerini çiğnemedikleri sürece bireylerin kendi öz
çıkarları peşinde koşmalarına izin verilmelidir. İnsanlardan sadece yardımseverlikleri
için işbirliği ya da destek beklemek faydasızdır. Bunun yerine başkalarından
yapmalarını beklediğimiz davranışlar için onların istek ve çıkarlarına uygun davranışlar
sergilemeliyiz. Smith insanoğlunun bencilliğini ekonomik davranışların itici bir gücü
olarak kullanmak istemiştir. Fakat bu bencillik hem insanların kendileri tarafından
kontrol edilmeli hem de dışsal olarak kanunlar tarafından sınırlandırılmalıdır.51
Smith’e göre insan emeği servetin asıl kaynağı olduğu için bir ulusun serveti o
ulusu oluşturan bütün emeklerin üretime katılması ile elde edilmektedir. Ekonomik
büyümenin serbest ticaret sistemi içerisinde ahlaki ve kültürel temellere de sahip olması
gerektiğine de inanan Smith serbest ticaret sistemi ile ticaret üzerinde hiçbir yapay
engelin olmaması gerekliliğini kastetmektedir. Smith, neden bazı ulusların zenginleşip
refaha kavuştuklarını, yani ekonomik büyüme gerçekleştirdiklerini, ve neden
bazılarınınsa bunu gerçekleştiremediklerini açıklamaya çalışmıştır. Smith’e göre
ekonomik büyüme ancak emeğin verimliliğinin arttırılmasıyla mümkündür. Bu konuda
da işbölümü üzerinde durmuştur. Zenginliklerin temel kaynağı olan işbölümünün
49
Merih Paya, Para Teorisi ve Para Politikası, Filiz Kitabevi, 2.baskı, İstanbul, 1988, s.181.
Metin Berber, httpwww.metinberber.comkullanici_dosyalarifileanlam.pdf (18.05.2009), par.14,15.
51
İlker Parasız, Kalkınma Ekonomisi, Ezgi Kitabevi, 1.baskı, Bursa, 2005, s.5.
50
17
sağlayacağı yararlar da ancak uluslararasında kurulacak olan serbest ticaretle
gelişebilir.52
Kalkınma kavramının tarihsel süreçte bir içerik ve anlam kazanmaya başlaması
sürecini Adam Smith’le başlatmak mümkündür. Ancak Adam Smith ülkesi İngiltere’nin
sanayileşme sürecini kalkınma kavramıyla değil, maddi ilerleme kavramıyla
açıklamıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak da tam olarak iktisadi bir kalkınmadan
değil, İngiltere’nin zenginleşme ve ilerlemeye yönelik iyileşmesinden bahsetmiştir.
Maddi ilerleme kavramı, Smith’ten ikinci Dünya Savası’na kadar tüm iktisatçılar
tarafından Batı’nın iktisadi kalkınması olarak isimlendirilen şeyi açıklamada kullanılan
bir ifade olmuştur. Kendinden önce gelen merkantilist ve fizyokratik düşünceler ile
karşıtlık ve benzerlik ilişkisi içerisinde bir etkileşim sonucu ortaya çıkan Klasik iktisat
Ekolünün Adam Smith’ten sonraki iktisatçılar ile geliştiğini ve gelişen klasik iktisat
ekolünün sahip olduğu klasik büyüme teorisinin esas olarak nüfus büyümesinin kişi
basına
gelir
düzeyi
tarafından
belirlendiği
görüşüne
dayandığını
belirtmek
mümkündür.53
Değişik fikir ve düşünce akımları ile birlikte geçici değişkenler ve ekonomik
büyümedeki dalgalanmalar sistematik bir biçimde teorileştirilmeye başlanmıştır. Fransız
klasik iktisatçısı Jean Babtiste Say, 1803 yılında yayınladığı Politik Ekonomi Üzerine
Risale isimli kitabında Say Yasası olarak bilinen görüşünü ortaya atmıştır. Buna göre
işgücü, sahip olduğu emeği belirli bir kazanç sağlamak amacıyla arz eder ve bu yolla
elde ettiği geliri de üretilen çıktıları satın almak için kullanır. İstihdam ile ortaya çıkan
üretim süreci gelir doğurduğu için satın alma gücü de yaratır. Arz kendi talebini yaratır.
Alfred Marshall tarafından fark edilen Say Yasası’ndaki zayıf noktalardan biri gelirlerin
bir kısmının tasarruf edilebileceği ve böylece olası bir büyüme sürecinden bu paranın
çekilmiş olabileceğidir. Ancak bunun açıklaması da kolaylıkla yapılabilir. Yapılan
tasarrufların kişiler ve bankalar tarafından yeniden yatırımda kullanılması ile büyümeye
52
53
Taban, s.23.
Metin Berber, httpwww.metinberber.comkullanici_dosyalarifileanlam.pdf (18.05.2009), par.20,21.
18
katkı sağlanacaktır. Bu entelektüel düşünce gelişimi John Maynard Keynes’e kadar
devam etmiştir. 54
İkinci model ise Karl Marx’ın büyüme modelidir. Bu model emek–değer
teorisine dayanmaktadır. Marx, emek değerini üç bölüme ayırmaktadır. Bunlar üretimde
kullanılan sermaye olan sabit sermaye, emek girdisi olan değişken sermaye ve değerdir
üretim sürecinde kullanılan emek ve sermayenin üstündeki ve ötesindeki aşırı değer
olan artı değerdir. Artı değerin olduğu yerde, tüm girdi değerinden daha az ödendiği için
emek girdisinin sömürüldüğü belirtilmektedir.55
Bir başka ifade ile sermaye birikimi sağlandıkça, üretimde sermaye birikimi
artacak ve beşeri sermayesi yüksek emek ile üretim gerçekleştirilecektir. Bu sonuç da
emeğin üretim verimliliğini arttıracak ve üretim daha az emek ile yapılacak dolayısı ile
emek talebi azalacaktır. Girişimci üretimde az sayıda fakat verimi yüksek emekle bir
başka deyişle daha az maliyetle daha çok kar elde etmiş olacaktır. Bu durumda
ekonomide işsizlik oranını yükseltecektir. İşsizlik oranının yükselmesi Marx’ın büyüme
modelinde, çalışan emeğin karının yükselmesine yol açtığı belirtilirken sermaye
birikiminin zamanla daha az kişinin elinde toplanacağını uzun dönemde bu durumun
toplam talep yetersizliği nedeni ile ekonomik ve sosyal krizlere neden olacağı
belirtilmektedir.56
Marx’a göre üretimin değerini emek belirlemektedir. Emek aynı zamanda
ekonomik büyümenin de motorunu teşkil etmektedir. Sermaye ise, emeğin ortaya
koyduğu bir ürün olarak görülmektedir.57 Marx, kapitalizmi tarihi bir olay olarak ele
almıştır. Marx’a göre kapitalizm, bünyesi gereği dinamik bir sistemdir ve devamlı
olarak teknik gelişmeye sahne olmaktadır. Bu dinamizm ve büyümenin kaynağı teknik
gelişmeler ve yatırımlardır.58
Marx, büyüme sürecini bir denge olayı olarak değil, devamlı bir dengesizlik
olayı olarak ele almıştır. Dolayısıyla modelde, uzun dönemde büyümenin sürdürülmesi
54
Metin Berber, httpwww.metinberber.comkullanici_dosyalarifileanlam.pdf (18.05.2009), par.26,27.
İlker Parasız, Ekonomi Sözlüğü, Ezgi Kitabevi, Bursa, 1999, s.173.
56
Gürak, s.79.
57
Özgüven, s.137.
58
Mükerrem Hiç, Büyüme Teorileri ve Gelişen Ekonomiler, İstanbul Üniversitesi Yayınlarından, No: 372,
İstanbul, 1975, s.34.
55
19
ya da durağan duruma gelmesi yerine, büyümenin kırılması söz konusudur. Marx maddi
üretim kapasitesindeki bir artış ile kurumsal yapıdaki değişmeler arasında belirli bir
gecikme sürecinin olduğunu varsaymaktadır. Marx’a göre teknik bilgi ve maddi
sermaye üretim kapasitesinde sürekli büyüme oluşturmak için bir araya getirilir. Buna
karşın kurumsal yapı kendini birdenbire yeni durumlara uyduramaz. İnsanların
isteklerinin sağlanabilmesi için oluşturulan sosyal yapının işlevini en etkili şekilde
gerçekleştirebilmesi için kalıcı ve istikrarlı olması gerekmektedir. Büyüme hedefinin
gerçekleştirilebilmesi ise ancak ve ancak tüm üretim araçlarının kamuya devredilmesi
ile mümkün olacak, kamu eliyle artı değerin isçi sınıfı adına bir büyümeyi
gerçekleştirmesi ile de sürdürülebilecektir. Bu mekanizma, kapitalist sistemin kendi iç
çelişkileri sonucu yerini sosyalizme bırakmasıyla başlayacaktır.59
Üçüncü ise bir büyüme modeli olmayıp, Keynes’in büyüme ile ilgili
görüşlerini içermekte ve statik bir içerik taşımaktadır. Keynes’in iktisadi analizi;
işsizlik, durgunluk ve enflasyona neden olan toplam yurtiçi üretimin satın alma
miktarındaki dalgalanmalar üzerinde yoğunlaşmaktadır. Keynes’e göre ekonomide
eksik istihdam söz konusudur. Ekonominin eksik istihdam halinden kurtulabilmesi için
ekonominin durgunluk durumundan çıkması yani toplam talebin arttırılması
gerekmektedir.60
19. yüzyıl Avrupa’sında görülmüş olan şartlar 20. yüzyılda değişmiş
olduğundan ve yatırımların marjinal etkinliği eğrisinin sermaye yoğun yönde teknik
gelişme, nüfus artışı ve yeni sürüm alanlarının açılması gibi dış faktörlerle yükselmesi,
böylelikle maliye ve para politikasına ihtiyaç duyulmadan tam istihdam dengesinin
sağlanması mümkün değildir. Bu bakımdan uygulanacak maliye ve para politikaları
sonucunda toplam talebin arttırılması ile yatırım harcamaları artacak ve ekonomide
büyüme sağlanacaktır. Büyümenin hızlanması ile birlikte ekonomide tam istihdam
dengesine doğru yaklaşılacaktır.61
Keynes talebin arz tarafından yaratılması anlamına gelen Say Yasası’nın
herhangi bir istihdam ve gelir düzeyinde de meydana gelebileceğini savunmuştur.
59
Metin Berber, httpwww.metinberber.comkullanici_dosyalarifileanlam.pdf (18.05.2009), par.23,24.
Gürak, s.84.
61
Hiç, Büyüme Teorileri ve Gelişen Ekonomiler, s.66.
60
20
Böylece tam istihdam sadece ekonomideki birçok olası durumdan bir tanesidir.
Keynes’e göre istihdamın belirli bir seviyesi tüm ekonomi içerisindeki mal ve
hizmetlerin toplam talebi tarafından belirlenir. Eğer hükümetin etkisinin nötr olduğunu
varsayarsak toplam talebi etkileyen iki grup vardır: tüketim malları satın alan tüketiciler
ve üretim malları satın alan yatırımcılar.62
Keynes, Say Yasası ile ilgili bu görüşlerinin yanında kitabında 150 yıldır
süregelen bırakınız yapsınlar zihniyetine de karşı çıkıyordu. Bu bağlamda Keynes,
piyasaların dokunulmazlığı ilkesinin kriz dönemlerinde işlemeyeceğini savunmuştur.
Çünkü gelir ve istihdam bir kere düşmeye başlayınca, insanlar paralarını kurtarmanın
yollarını arayacaklar, bunu durdurmak için de bankalar faiz oranlarını yükselteceklerdir.
Sonuç olarak, işini genişletmek isteyen yatırımcının ihtiyacı olan kredi maliyetleri
artacak, bu da iş hacmini düşürecektir. Bu, gelir artışının ve istihdam düzeyinin
sıkıntıya girmesi anlamına gelmektedir. Bu yapı sadece doğrudan hükümet müdahalesi
ile aşılabilirdi. Keynesçi iktisat kuramı 1929 krizinden sonraki 40 yıl boyunca ülkelerin
ekonomik programlarının temelini oluşturmuştur. Keynesyen analizde piyasalar yoktur.
Sadece toplam piyasa etkileri kurumsal düzeyde analiz edilir. Keynesyen analizde karar
verici yoktur. Hükümet bile karar verici değildir. Hükümet sadece ekonominin tümünü
etkileyen başka yerlerde verilmiş kararları toplam olarak analiz eder. Sonuç olarak
Keynes, Klasik ve Neo-klasik anlamından farklı bir ekonomik fikir ve sosyal toplam
düşüncesi ortaya koymuştur.63
1.4.2 Modern Büyüme Modelleri
Dördüncü model Keynesyen yaklaşımın en bilinen örneği olan Harrod-Domar
büyüme modelidir. Harrod-Domar modeli, kapitalist bir ekonominin dengeli bir şekilde
tam istihdam düzeyinde büyümesini sağlayacak bir mekanizmanın piyasa sistemi
içerisinde bulunmadığını, piyasa sinyallerinin ekonomiyi dengeye değil tam tersine
devamlı bir dengesizliğe yöneltecek potansiyele sahip olduğunun üzerinde önemle
durmaktadır.64 Aşağıda bunların ayrıntılarına değinilecektir.
62
Taban, s.46.
Metin Berber, httpwww.metinberber.comkullanici_dosyalarifileanlam.pdf (18.05.2009), par.29.
64
Köse, s.23.
63
21
Harrod ve Domar birbirlerinden bağımsız olarak geliştirdikleri ve postkeynesyen büyüme modeli olarak da adlandırılan bu büyüme modeli, teoride büyümeyi
ilk kez sistematik olarak ele alan model konumundadır. Model; Keynes’in büyüme ile
ilgili statik görüşlerinin, dinamik hale getirilmesidir. Keynes’in göz ardı ettiği
yatırımlarım kapasite arttırıcı etkisi modele dahil edilmiştir. Modelde otonom
yatırımlara
yer
verilmemiş,
tüm
yatırımların
uyarılmış
yatırımlar
olduğu
varsayılmıştır.65
Harrod-Domar büyüme modelinin vurguladığı temel prensip net yatırımın ikili
etkisidir. Net yatırım bir yandan üretime yönelik bir talep oluştururken öte yandan çıktı
üretmek için ekonominin kapasitesini arttırmaktadır.66 Harrod-Domar modeli, gelişmiş
bir ekonominin sorunlarını dikkate almakla beraber, kurduğu çatı şekilsel olarak az
gelişmiş bir ekonominin sorunlarına ışık tutacak değerdedir. Hiç değilse bu modellerin
düşünce tekniğinden yararlanarak bu tip ekonomiler için çok genel mahiyette de olsa
bazı sonuçlara varmak mümkündür.67
Bir ekonomide herhangi bir dönemde gerçekleştirilen net yatırımın bir talep bir
de kapasite etkisi olacaktır. Keynesgil modelde olmayan husus, bu net yatırım
döneminin ayrıca kapasite etkisinin olacağıdır. Öte yandan ekonomide reel gayri safiş
milli gelirdeki büyüme oranını açıklayan Harrod-Domar modeli az gelişmiş ülkeler için
de
uygulanabilir
bulunmuştur.
Bu
modelde
Harrod,
Keynesyen
modelini
sanayileşmemiş ülkelerdeki işsizlik sorununun çözümü olabilecek şekilde geliştirmiştir.
Keynesyen modeline sermaye-çıktı oranı kavramını da ekleyerek önce Harrod ve
ardından Domar statik olan bu modeli az gelişmiş ülkelere de uygulanabilecek dinamik
bir model haline getirmişlerdir. Harrod-Domar modelinin sonuçları 1950’lerde Robert
Solow tarafından eleştirilmiştir.68
Ancak yukarıdakinin tersine bir görüş Harrod-Domar büyüme modellerinin
gelişmiş ekonomiler için kurulmuş olduğunu savunan görüştür. Bu görüşe göre
modellerin temel amacı; ekonomiyi, işsizlik ve enflasyon ortamına sokmadan
65
Cafer Unay, Makro Ekonomi, Vipaş AŞ, 7.baskı, Bursa, 1999, s.392.
Parasız, Ekonomik Büyüme Teorileri, s.89.
67
Ülgener, s.424, 426.
68
Metin Berber, httpwww.metinberber.comkullanici_dosyalarifileanlam.pdf (18.05.2009), par.32,33.
66
22
yürütebilmektir. Gelişmekte olan ülkelerde tek amaç bu olmayıp aynı zamanda
ekonominin yeterli bir hızla büyümesi de önem taşımaktadır. Harrod-Domar ise
modellerinde işin bu yönü üzerinde hiç durmamışlardır.69
Ayrıca Harrod-Domar modelinde hem üretimde hem tüketimde aynı ürünün
tek olarak bulunduğu, sadece iki üretim faktörü olan emek ve sermayeye yer verildiği,
ölçeğe göre sabit getirinin var olduğu, büyümenin tasarrufun bir fonksiyonu olduğu,
sermayenin emeğe oranının sabit olduğu, planlanan tasarrufun çıktının sabit bir
fonksiyonu olduğu, teknolojik yenilik ve nitelikli emeğin ve bunların büyümeye
katkılarının mevcut olmadığı varsayılmıştır.70
Beşinci model ise Neo-klasik büyüme modelidir. Ekonomik büyüme
teorisinde birinci devrim Adam Smith’e, ikinci devrim Neo-Klasik büyüme modellerine
aittir. 1956 yılında Solow ve Swan birbirinden bağımsız olarak sonradan neo-klasik
büyüme teorisi olarak adlandırılacak olan yeni bir büyüme teorisi ortaya attılar.71
Neo-klasik büyüme teorisinin temel çıkış noktası, Harrod-Domar’da olduğu
gibi, Keynes’in klasik iktisat öğretisine getirdiği eleştirinin dinamik analizidir. Temel
soru
eksik
istihdamın
olmadığı
dengeli
bir
büyüme
seyrinin
sağlanıp
sağlanamayacağıdır. Ancak neo-klasik büyüme taraftarları, Harrod-Domar modelini iki
noktada eleştirmektedirler. Birincisi, Harrod-Domar modelinde, üretim faktörlerinin
ikamesinin mümkün olmaması, faktörler arasında sabit bir bileşim oranının
düşünülmesidir. Neo-klasikleri göre, eğer faktörler arasında sabit bir bileşim oranı
varsayılmış olsaydı, büyüme dengesi kararlı bir durum izleyebilirdi. İkinci olarak,
Harrod-Domar modelinde kısa dönem araçları kullanılmış, uzun dönem büyüme analizi
yapılmamıştır.72
Neo-klasik yaklaşımın temel amacı, üretimin sabit verimler ve değişen faktör
oranları kuralına göre yapılması halinde, doğal ve gerekli büyüme oranları arasında
herhangi bir uyuşmazlığın söz konusu olmayacağını, ekonominin istikrarlı bir dengeye
ulaşacağını göstermektir. Gerekli büyüme oranı, yatırımların ortaya çıkardığı arz ve
69
Yalçın Acar, İktisadi Büyüme ve Büyüme Modelleri, Vipaş AŞ, 4.baskı, Bursa, 2002, s.92.
Gürak, s.87.
71
Parasız, Ekonomik Büyüme Teorileri, s.131.
72
Ünsal, İktisadi Büyüme, s.141, 142
70
23
talep artışları arasında uyumu sağlayan büyüme oranıdır. Bu oran, işgücü piyasasında
arz-talep eşitliğini sağlayan doğal büyüme oranına eşit olduğunda, istihdam, gelir
düzeyi, işgücü arzı ve üretim kapasitesi gibi makro değişkenler, sürekli olarak belirli ve
sabit bir oranda artacak ve ekonomi uzun dönem durağan dengesine ulaşmış olacaktır.73
1950’lerden 1980’lerin sonlarına kadar ekonomik büyüme literatürüne hakim
olan neo-klasik yaklaşıma göre, kişi başına düsen sermaye miktarının artması sermaye
faizinin düşmesine yol açar. Sermaye faizi sadece sermaye birikim hızının, işgücü
artışındaki ve teknik gelişmedeki hıza eşit olması durumunda sabit kalır. Böylece işgücü
artışının nicel etkisi ve teknik gelişmenin nitel etkisi sermaye faizini geriye çeker. Bu
nedenle, neo-klasik yaklaşımda uzun vadeli büyümenin motoru olarak işgücü artışı ve
teknik gelişme görülür. Neo-klasik büyüme teorisinde nüfusun büyüme oranı ekonomik
büyüme oranını etkiler. Ancak ekonomik büyüme, nüfusun büyümesini etkilemez.
Benzer şekilde, teknolojik değişme oranı ekonomik büyümeyi etkiler. Ancak ekonomik
büyüme teknolojik değişmeyi etkilemez. Buna göre bu teoride nüfusun büyümesi ve
teknolojik değişme dışsal değişkenlerdir.74
Bu model birçok iktisatçının çalışmaları sonucu doğmasına karşılık Robert
Solow’u diğerlerine göre öne çıkarmıştır. Solow özetle neo-klasik büyüme modelinde,
emek hacmindeki değişmeleri dikkate alarak emek ve sermayenin birbirlerine ikame
olabileceklerini belirtmektedir. Solow, büyümenin değişken faktör oranları ve esnek
faktör fiyatları nedeni ile istikrarsız olamayacağını kanıtlamaktadır. Bu modele göre
nüfus artışı ve teknolojik ilerleme büyümenin kaynağını oluşturmaktadır. Solow; iş
gücünün, dışsal bir faktör olduğunu ve nüfus artışına bağlı olarak arttığını
düşünmektedir.75
Çünkü milli gelir büyüme oranı, emek büyüme oranından etkilenmektedir.
Sermaye stoku büyürken emek stoku artmazsa, sermayenin marjinal verimi ve milli
gelir büyüme oranı azalarak sıfıra düşmektedir. Özellikle iş gücüne katılan nüfustaki
artış sermaye arzında meydana gelen artıştan daha büyük olursa, ekonomide faiz
oranları yükselecek ve reel ücret oranlarında gerilemeler kaydedilecektir. Sermaye
73
Taban, s.86.
Metin Berber, httpwww.metinberber.comkullanici_dosyalarifileanlam.pdf (18.05.2009), par.36,37.
75
Fuat Vural Savaş, İktisadın Tarihi, Siyasal Kitabevi, 3.baskı, Ankara, 1999, s.853.
74
24
birikimindeki büyüme emek arzındaki büyümeden fazla gerçekleşirse de bu takdirde
faizlere oranla ücretler genel seviyesi yükselecektir. Solow, emek ve sermayenin farklı
oranlarda gelişebileceğini belirterek modelini Cobb-Douglas üretim fonksiyonuna
dayandırarak açıklamaya çalışmaktadır.76
Altıncı model ise İçsel büyüme teorisidir. İçsel büyüme teorisinin öncülüğünü
P.Romer ve R.Lucas yapmaktadır. İçsel büyüme teorisinde sermayenin hem fiziksel
sermayeyi hem de emek girdisinin var olan sermayeyi veya kısaca beşeri sermayeyi
kapsadığı kabul edilmektedir. Bir başka ifade ile içsel büyüme teorisi bilgiyi ve beşeri
sermayeyi ön plana çıkaran bir model olmaktadır.77
Lucas’a göre, eğitim sektörüne yapılan yatırımlarla oluşan beşeri sermaye
iktisadi büyümeyi belirleyen temel faktörü oluşturmaktadır. Çünkü eğitime yapılan
yatırımlar üretimde verimi arttırmaktadır. Modele göre eğitimin yarattığı olumlu
dışsallıklar nedeni ile büyüme sürecinde azalan verimler kanunu işlememektedir. Bu
nedenlerle bir ekonomide tasarruf eğilimi yükselirse, ardından sermaye stoku ve
büyüme hızı yükselecektir.78
Ancak Lucas’ın da itiraf ettiği gibi oluşturmaya çalıştığı büyüme kuramı
mekanik model interaktif robotlardan oluşan yapay bir dünyayı yansıtıyordu. Modelin
bilgisayarda testi her şey ölçülebileceğinden mümkündü. Bunlara rağmen Lucas, böyle
bir modelin gerçek olguları yansıtabildiğini savunmuştur. Nüfus artışını veri olarak
kabul eden Lucas, fiziksel sermaye birikimi ve teknolojik değişiklikler üzerine inşa
ettiği birinci modelini, resmi eğitim kanalıyla beşeri sermaye birikimi üstüne kurduğu
ikinci modelini ve yaparak öğrenme metoduyla uzmanlaşmış beşeri sermaye birikimini
ön plana çıkardığı üçüncü modelini oluşturmuştur.79
Solow'un katkısından sonra konuya verilen önem artmasına rağmen teknolojik
yenilikler uzun bir süre dışsal bir etken olarak kalmıştır. Ancak, Romer'in çalışmaları
konuya yeni bir boyut kazandırdı. Azalan verimler yasasına dayanan durağan dengeci
neoklasik büyüme teorisi ciddi bir darbe almıştı. Romer’in (1994) haklı olarak
76
Hüseyin Şahin, İktisada Giriş, Ezgi Kitabevi, 5.baskı, Bursa, 1997, s.555.
Ünsal, Makro İktisat, s.283.
78
Unay, s.413.
79
Gürak, a.g.e., s.111.
77
25
eleştirdiği gibi, sadece homojen sermaye mallarını biriktirerek ve S=I eşitliğinden yola
çıkarak sürekli büyümek veya büyüme olgusunu anlamak olanaksızdı. Çünkü homojen
mallardan oluşan pazarlar belli bir süre sonra doyum noktasına ulaşınca, neoklasik
doktrinin dengesine de ulaşılır ama büyüme de sona erer. Halbuki gerçek yaşamdan
bildiğimiz gibi büyüme günümüzde insanlar zaman tercihine göre daha yüksek getiri
meydana getiren araştırma ve geliştirmeye yöneldikçe sonsuza dek sürmektedir.
Dolayısıyla ülkelerin zenginleşmesi dinamik ve konjonktürsel değişim gösteren bir
süreçtir, ama asla dengede değildir. Romer’in kuramına göre beşeri sermayenin ürünü
olan ve üretken bir girdi olarak üretim fonksiyonuna giren yeni teknolojilerin üretimde
kullanılması sonucu tüm faktörlere göre artan verimler yasası geçerli olacaktır. Yeni
teknolojiler, içsel dinamiklerin bir gereği olarak bilinçli bir şekilde ekonomiye
kazandırılmaktadırlar. Nihayet durağan denge kavramı Romer tarafından dışlanır.80
Romer'e göre, büyümenin içsel etkeni olan bilgi sayesinde insanoğlu sınırsız
sayıda teknolojik değişim yapabilme olanağına sahiptir. Böylece büyümenin sınırları
ortadan kalkmakta, durağan denge geçerliliğini kaybetmektedir. Teknolojik yenilikler
sayesinde karamsar iktisatçıların çizdiği karanlık sondan kurtulmak ve toplumsal
refahın sürekli artışına daha gerçekçi bir açıdan yaklaşmak mümkün olmuştur.81
Ekonomik büyüme insanların kar ve buluş peşinde koşmalarının sebebi olan
doyumsuz isteklerinden kaynaklanmaktadır. Ancak yeni firmaların yeni ve daha iyi
ürün üretmelerinin sonucu olarak eski firmalar sönmektedir. Bu süreç içinde iş
imkanları bir yandan artarken diğer yandan azalmaktadır. Yeni ve daha iyi işlerin
sonucunda, daha fazla boş zaman ve daha fazla tüketim elde edilecektir. Böylelikle
yaşam standardı yükselecek, insanların doyumsuz arzuları devam ettikçe büyüme süreci
de devam edecektir. Ekonomik büyüme oranı fertlerin buluş kabiliyetine, yeniliğin
getiri oranına ve tasarruf oranını etkileyen zaman tercihi oranına bağlı olarak
değişmektedir.82
Büyüme rüzgarlarının kesilmemesi, hatta artabilmesi için Romer, hükümetlerin
en önemli görevinin teknolojik yenilikleri destekleyen kurumsal çerçeveyi yaratacak bir
80
a.g.e., s.126.
Ünsal, İktisadi Büyüme, s.244.
82
Parasız, Ekonomik Büyüme Teorileri, s.195.
81
26
iktisadi politika uygulamak olduğu düşüncesindedir (1994). Romer'in çalışmaları
sayesinde teknolojik yenilikleri öne çıkaran içsel büyüme modeli, eleştirilebilecek
birçok yönüne rağmen iktisat bilimine yeni boyutlar kazandırmıştır.83
Yaşamakta olduğumuz dijital çağda pek çok bilgiye ulaşmak günümüzde çok
kolaylaşmıştır. Bu anlamda dünya elimizin altında gibidir. Öte yandan bilginin yaşam
maliyetini düşürdüğü ve getirisini artırdığı da şüphe götürmez bir gerçektir. Peki bilgili
kim olmalı veya bilgi kimin için vardır? Kendi yararına olsun diye yine kendisinin
meydana getirdiği bilgiden yararlanan insanoğlu için vardır.
Firmaları firma, makineleri makine, malları mal, eşyayı eşya, hizmetleri
hizmet, akan zamanı süreç yapan bilgili bireylerdir. Beşeri sermaye olan insanın, insan
kaynağı olması da herhalde kendisini farklı kılacak bilgi donanımına sahip olmasından
geçmektedir. Bireyin farklılık meydana getirmesi,
önünde bulunan süreçlerde bu
farklılığını değişim ve gelişim adına devam ettirebilmesi ekonomik büyüme için olduğu
kadar işinde kalıcılığını sağlayabilmesi ve bireysel refahının artması açısından da o
ölçüde önemlidir. Bunun sonucunda farklılık, çeşitlilik, yenilik, teknoloji, kalite,
verimlilik anlayışı kurumsallaşmaktadır.
Çalışan bireylerin farklılıklarının birleşmesiyle en uygunu ortaya çıkaran ortak
aklın işletildiği, duygusal zeka faktörünün önemsendiği, araştırma ve geliştirme
çalışmalarının teşvik edildiği, katılımcılığın ve fikir yarışının arttığı, bilimsellikle tam
örtüşen amaçların belirlendiği, her bir amaca yönelik araçların, ekipçe ve ortalama bir
algı düzeyinde kabul edilebilir seçenekler arasından tercih edildiği, dinamik ve
kesintisiz bir sinerji meydana getirildiği, beyin fırtınasına uygun zeminlerin
hazırlandığı, dış dünyanın sürekli izlendiği, Einstein’in “hayal kurmanın bilgi edinmeye
üstün olduğu” ifadesinden hareketle üyelerinin cesurca hayallerini projelendirerek
aktarabilmesine fırsat verildiği, yönetenlerin ve girişimcilerin de aynı düşüncelerle bu
etkenlerin oluşumunu sağlayan kurumsal yapılanmalara gittiği iş yerlerinin, çalışanlarını
kendisine tutkulu, teknoloji üretebilecek ve verimli çalışacak hale getirmesi ve yine bu
işyerlerinin sayıca arttığı ekonomilerde reel büyüme ve istihdam artışlarının meydana
83
Taban, s.98.
27
gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Bunu gerçekleştirecek olan da beşeri sermayeye önem
veren insan kaynakları yönetimidir.
Beşeri sermayenin teknoloji üretme ve verimliliği artırma fonksiyonunu icra
ederek büyümeyi gerçekleştirebilmesi için insan kaynakları yönetimi, bir kuruluşta veya
ülkede yukarıda sözünü ettiğimiz başarının elde edilebilmesi için gerekli insan
kaynağının istihdamı ve geliştirilmesi ile ilgili stratejiler oluşturma, organize etme,
güdüleme ve kontrol faaliyetlerinden oluşan ve tüm bu dinamikleri firma veya ülke
hedeflerinin gerçekleşmesi ve çalışanların ihtiyaçlarının karşılanabilmesi amacıyla
koordineli biçimde yöneten dinamik bir yapıya sahip olmalıdır.
Kanaatimizce beşeri sermayeye önem insan kaynakları yönetimi sisteminin
başarıyla işletilmesi kuruluşlar üzerinde önemli pozitif etkiler meydana getirir. Şöyle ki;
çalışan insanlar, işyerleri için birer beşeri sermaye unsurudur. Çoğu kimse rastlamıştır:
Maddi olan veya olmayan sermaye unsurları, kuruluşların bilançolarında gösterildikleri
halde insan kaynaklarını temsil eden beşeri sermaye unsurları ülkemizde kuruluş
bilançolarda ya hiç görünmezler ki bu çoğunluktadır, ya da firma değeri gibi bazı
hesapların içerisinde firma değerini oluşturan başka unsurlar gibi erimiş vaziyettedirler,
doğrudan görünmezler veya firma değerini tam yansıtacak biçimde görünmezler.
Halbuki bilimsel metodlarla teşkil edilen insan kaynakları yönetim sisteminin
ve bu sisteme tabi çalışanların, diğer sermaye unsurlarına göre ve personel yönetimi
sistemindeki çalışanlara göre yıpranma ve değişik sebeplerle gerekliliğini yitirme
süreleri (makineler gibi sermaye unsurlarında amortisman kavramına denk geliyor)
oldukça uzundur. Hatta insanların bir potansiyel kaynak olma bilinciyle sürekli gelişimi
ve farklılıklar meydana getirmeleri veya getirmelerine fırsat verilmesi söz konusu
süreleri daha da ilerilere götürecektir. Bu durumda olağanüstü iç ve dış gelişmeler
yaşanmadıkça kuruluşların orta ve uzun vadede etkinlik ve verimliliklerinin artması,
maliyetlerinin düşmesi, pazar payları ve cirolarının yükselmesi, kalite ve teknoloji
egemen duruma gelmesi, yatırımlarının artması, marka ve firma değerinin yükselmesi
kaçınılmaz olacaktır.
28
Beşeri sermayeye önem insan kaynakları yönetimi sisteminin başarıyla
işletilmesi kuruluşlar yanında genel ekonomi üzerinde de önemli pozitif etkiler
meydana getirir. Bir an için insan kaynakları yönetim anlayışının belli bir hızla tüm
ülkede yaygınlaştığını ve derinleştiğini varsayalım. Ülkenin üretim ve yatırım kapasitesi
orta vadede artmaya başlayacaktır. İşsizlik azalacaktır. Kalifiye ve bilgili insan sayısı
artışıyla, beşeri sermayenin doğrudan marjinal verimliliği ve dolaylı olarak da
sermayenin marjinal verimliliği artacaktır. Teknoloji, kalite ve verimlilikte ülke çapında
bir sıçrama meydana gelecektir. Böylelikle israf maliyetlerinin önü alınmış, kaynakların
etkin kullanılması insan kaynakları dahil sağlanmış olacaktır. Bu da uzun dönemde
büyüme ve kalkınma hızlarının artışıyla, zenginleşme ve refah düzeyinin yükselmesini
beraberinde getirecektir.
Beşeri sermayeye ve bunun tezahürü olan insan kaynakları sisteminin
oluşumuna gereken önemin verilmesi, öncelikle insana önem verilmesiyle başlar.
İnsanın bizatihi kendisine önem vermesi de bu kapsamdadır. İnsana salt materyalist bir
gözlükle bakan gözler bu anlamda büyük bir yanılgının içindedir. İnsan kaynakları
yönetim felsefesinin temelinde insan duygularını bir yana bırakmak, yok varsaymak,
yoktur.
2. İSTİHDAM KAVRAMI VE TEORİSİ
Büyüme ile ilişkilerini analiz etmeye çalıştığımız istihdam kavramının ele
alındığı bu bölümde öncelikle istihdamın dar ve geniş tanımlamaları yapılmış, daha
sonra istihdamın çeşitlerine yer verilmiş, nihayet öne çıkan ve önemli gördüğümüz
klasik ve modern istihdam teorilerine değinilmiştir. Büyüme ve istihdam ilişkilerini
analiz etmeye çalıştığımız inceleme konumuzda sözü geçen istihdam kavramından
kastımız ise emek istihdamı olup istihdamı oluşturan diğer üretim öğelerine bu öğelerin
büyüme ile ilişkilerine bu çalışmamızda yer verilmemiştir.
2.1 İstihdam Kavramı
Bir ekonomik kavram olarak istihdamı üretim faktörlerinin gelir sağlamak
amacıyla çalışması ya da çalıştırılması olarak özlü bir şekilde tanımlayabiliriz. Biliyoruz
ki bir ülkenin ürettiği toplam mal ve hizmet miktarı yani milli geliri ile o ülkenin işe
29
koşup çalıştırabildiği üretim faktörleri sayısı arasında aynı yönlü bir ilişki vardır. Bir
ekonomide üretilen tamamlanmış mal ve hizmetlerin toplam parasal değerine milli gelir
denilmektedir. Bu mal ve hizmetlerin üretilmesi için bir takım faktörlerin (emek,
sermaye, toprak) istihdam edilmesi gerekmektedir.84
İstihdam dar ve geniş olmak üzere iki şekilde tanımlanmaktadır: Geniş
anlamda istihdam, tüm üretim faktörlerinin üretim sürecinde kullanılması anlamına
gelirken, Dar anlamda istihdam tanımında sadece emek faktörü yer almaktadır.85 Bu
çalışmada, dar anlamda istihdam ele alınmakta ve emeğin istihdamı incelenmektedir.
Aktif nüfus, bir işte çalışabilecek durumda olan nüfus kavramını ifade
etmektedir. Buna göre dar anlamda istihdam, aktif nüfusun bir ücret karşılığında
çalıştırılması demektir. Bu tanıma göre, çocuklar, emekliler, çalışabilecek durumda
olmayanlar, bir kazanç karşılığı olmaksızın çalışan ev hanımları ve öğrenciler aktif
nüfus kapsamında yer almazlar. Ancak para gibi bir ücret almadıkları halde aile içinde
üretimde bulunanlar aktif nüfus kapsamına girerler.86
İstihdam; eksik, aşırı ve tam istihdam olmak üzere üç kısma ayrılır: Bir
ekonomide üretim faktörlerinin tamamının üretimde bulunmaması, bir kısmının atıl
(boşta) kalması durumunda eksik istihdam söz konusudur. Dar anlamda ise, eksik
istihdam ekonomide çalışmak istediği halde is bulamayanların yani issizlerin bulunması
halidir. Bir ekonomide eksik istihdamın var olduğunun göstergesi, üretilen mal ve
hizmet miktarının talep yetersizliği nedeniyle, o ekonomide üretilebilecek mal ve
hizmet kapasitesinin en üst sınırının altında gerçekleşmesi yani milli gelirin olması
gereken düzeyin altında meydana gelmesidir. Bu durum, ekonomide refah kaybının
olacağını, tüketilecek mal ve hizmet miktarının azalacağını göstermektedir. Buna bağlı
olarak da müteşebbisler toplam talebin elverdiği ölçüde mal ve hizmet üretecek ve
üretim hacmini daraltacaklardır. Bir ekonomide mal ve hizmet üretiminin azalması bir
84
Zeyyat Hatiboğlu, İktisadi Kalkınma, Hamle Matbaası, İstanbul, 1967, s.33.
Özgüven, s.408.
86
Aziz Köklü, Makro İktisat, “S” Yayınları, Ankara, 1973, s. 67,68.
85
30
kısım işgücünü ise ister istemez işsiz kapsamına (atıl işgücü) sokacaktır. Söz konusu
durum da eksik istihdamı meydana getirecektir.87
Bir ülke ekonomisinde emeğin tamamının kullanılması halinde bile bir toplam
talep fazlası mevcutsa, emek talebi emek piyasasında enflasyonist bir baskı oluşturacak
biçimde genişliyorsa, firmalar bos kadrolarını doldurmakta gittikçe artan zorluklarla
karşılaşıyorlarsa ve bu talep baskısı kendisini yükselen fiyatlar seklinde gösteriyorsa,
söz konusu ekonomide aşırı istihdam durumu var demektir.88
İstihdamın özel bir durumu olan tam istihdam ise ekonominin sahip olduğu
üretim öğelerinin tamamının kullanılmasıdır. Eğer bir ekonomide üretim faktörlerinin
tümü çalışıyor ve üretime katılıyorsa, söz konusu ekonominin tam istihdama ulaştığı
söylenebilir. Ancak hiçbir üretim faktörünün boşta olmadığı bir durum, tam istihdamın
teorik çerçevesini oluşturmaktadır. Bu nedenle tam istihdama ulaşmış bir ekonomi de %
4,5 ya da % 5,5 gibi düşük oranlarda doğal işsizlik görülmesi mümkündür.89
Dar anlamı ile ele alınacak olursa (sadece emek faktörünün yer aldığı) tam
istihdam, iş arayanlardan daha çok veya tam o kadar boş yer bulunan bir ekonomide
mevcut çalışma koşullarında ve cari ücret düzeyinde çalışmak isteyen tüm emek
sahiplerinin iş bulabildiği istihdam düzeyidir.90
2.2 İstihdam Teorileri
2.2.1 Klasik İktisatta İstihdam
Klasik ücret teorisinde kısa dönemde firmanın işgücü talebi reel ücretlerin bir
fonksiyonudur. Ücret ise işverenler açısından işin marjinal verimine, işçiler açısından
ise işin marjinal zahmetine eşittir. Emek arzı içsel ve ücretin bir fonksiyonu olarak
kabul edilir. Bu anlayış ile nüfusun büyüklüğü emek arzını belirlemektedir. İşgücü
piyasasında denge emek arz ve talebinin kesiştiği noktada meydana gelecektir.
Dengeden sapıldığı durumda
fiyat
mekanizması dengenin tekrar oluşmasını
87
Zeynel Dinler, İktisada Giriş, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa, 2003, s.447.
Köklü, s. 71.
89
İlyas Şıklar, Ahmet Çakmak ve Suat Yavuz, s.306.
90
Aren, s.5.
88
31
sağlayacaktır. Dolayısıyla uzun dönemde piyasalar daima dengededir. Emek talebi
klasik teoriye göre reel ücretin fonksiyonudur. Reel ücretle, emek talebi arasındaki ilişki
negatiftir. Fiyatlar genel düzeyi ile reel ücret arasında ters yönlü bir ilişki
bulunmaktadır. Dolayısıyla, fiyatlar genel seviyesinin yükselmesi reel ücret üzerinde
olumsuz bir etkiye yol açmaktadır. Sonuç olarak, bir ekonomide istihdam hacmi gerçek
ücret düzeyindeki değişmeyle ters orantılı olarak belirlenir. Emek Arzı klasiklere göre,
emek arzı ücretin pozitif bir fonksiyonudur. Yani, ücret arttıkça emek arzı da artar.91
Klasik iktisatçılar fiyat mekanizmasının, görünmeyen elin yardımıyla
ekonomideki tüm piyasalarda dengeyi otomatik olarak sağlayacağını düşünmüşlerdir.
İstihdam konusunda da bir dengenin yani tam istihdamın otomatik olarak sağlanacağını
kabul etmişlerdir. Eğer işsizlik mevcutsa, bunun nedeni ücretin, emeğin marjinal
verimliliğinden daha yüksek olmasıdır. Bu iki unsur eşitlendiği takdirde, işsizlik sorunu
da çözülecektir. Bütün problem ve çözümü piyasa koşullarının mükemmel işleyip
işlemediği ile ilgilidir.92
2.2.1.1 Mahreçler Kanunu
Mahreç satış sürüm yerleri anlamına gelir. Bu kanuna göre ekonominin
tamamında talep yetersizliğinden veya diğer deyimle aşırı üretimden kaynaklanan gayri
iradi işsizliğin ortaya çıkması mümkün değildir. Bu kanuna göre arzda meydana gelen
her artış kendisi kadar bir talep artışına yol açmakta yani "her arz kendi talebini
yaratmaktadır" Her arz kendi talebini yaratacağından toplam talep toplam arza eşit
olacaktır. İnsanlar ihtiyacı olan mallardan almak için kendi ürettiğini satar yoksa amaç
para almak değildir; para yalnızca kendi ihtiyaçlarını temin etmek için kullandığı bir
araçtır. İnsan ihtiyacı olan mallardan daha çok almak için daha çok üretecek böylece
boşta üretim faktörü kalmayacak ekonomi tam istihdama kavuşacaktır. Mahreçler
kanunu'nun geçerlilik koşulu her şeyden evvel kazanılan gelirlerin tümünün çok kısa
zamanda harcandığı varsayımıdır. Fakat insanlar gelirlerinin bir kısmını tasarruf eder.
Bu durumda ekonomide toplam talep arz edilen mallardan daha az olur. Böylece talep
yetersizliği ve buna bağlı işsizlik hali ortaya çıkar. Bu da ekonominin tam istihdamda
91
92
Aren, s.20.
Gürak, s.317.
32
olmadığını gösterir. Tasarruflar nedeniyle ekonomide ortaya çıkabilecek bu aksaklığın
geçerli olmayacağını da klasik iktisatçılar aşağıda da değinileceği üzere faiz teorisi ile
ortaya koymaya çalışmışlardır.93
2.2.1.2 Faiz, Ücret ve Fiyat Teorisi
Klasik iktisatçılara göre faiz sermayenin fiyatıdır. Yatırımı tasarrufa eşitleyen
ödünç verilebilir fonlar piyasasındaki esnek faiz oranlarıdır. Bu fiyat ya da bedel
tasarruf edene tüketimden feragat ettiği için ödenmekte ve tasarruflar ekonomiye
kazandırılmaktadır. Böylece gelirlerin tümü harcandığından toplam arz toplam talebe
eşit olacaktır. Tasarrufu müteşebbisler talep eder. Yani firmalar yeni yatırım yapmak
istediklerinde sermayeye ihtiyaç duyarlar. Faiz yükseldikçe borçlanmanın maliyeti
yükseleceği için yatırımlar azalır. Çünkü girişimcilerin karı azalır. Tasarruflar ise ödünç
verilebilir fon arzını temsil eder. Faiz oranları yükseldikçe tasarruflarda yükselir. Denge
tasarrufların yatırıma eşitlendiği noktada meydana gelir.94
Klasik iktisatçılara göre emek arz ve talebinin kesiştiği yer ücret miktarı ve
istihdam düzeyini belirler. Kaldı ki teori gereği emek arzı ve talebinin kesiştiği yerde
ekonomi tam istihdamdadır. Emek arzını çalışmanın marjinal zahmeti (çalışılan
sonuncu saatin verdiği zahmet) ve çalışma ile elde edilen gelirin marjinal faydası
belirler. Buna göre emek arzı doğrudan doğruya ücretin fonksiyonudur. Fakat bu
nominal değil reel ücrettir. Reel ücret nominal ücreti fiyatlar genel düzeyine bölerek
bulunur.95 Para teorisinde gördüğümüz miktar teorisinin benzeridir. Bu teoriye
ekonomide para arzında bir artış olduğunda daha fazla harcama olacak daha fazla
üretmek mümkün olmadığından (ekonomi tam istihdamda) bu harcama fazlası fiyatlar
genel düzeyinde bir artışa yol açacaktır.96
2.2.2 Modern İstihdam Teorisi
Ekonominin kendiliğinden dengeye gelmediğini devletin ekonomiye müdahale
edecek bir iktisat politikası olması gerektiği konusu bu teorinin konusudur. Ekonomide
93
Aren, a.g.e., s.15,16.
Çakmak, İktisat Makro, s.105.
95
Aren, s.20.
96
Çakmak, a.g.e., s.108,109.
94
33
eksik istihdamda da dengeye gelinebileceğini ifade etmektedir. Bu teoriye göre toplam
arzın toplam talebe, gelirlerin harcamalara, tasarrufların yatırımlara, emek arzının emek
talebine eşit olması geçici bir tesadüftür. Tasarrufların faizin değil gelirin bir
fonksiyonu olduğu kabul edilir. Ayrıca faizin sermaye arz ve talebine göre değil para
arz ve talebine göre teşekkül ettiği ileri sürülmüştür. Dışa kapalı bir ekonomide toplam
talebin gerek özel kesimin gerekse devletin yaptığı tüketim ve yatırım harcamalarından
oluştuğunu, toplam arz ve toplam talebin kesiştiği noktadaki talebin de gerçekleşen
talep olduğunu ve fiilen yapılan harcamaları gösterdiğini ve bu talebe Keynes'in efektif
talep dediğini ve aslında efektif talebin belli bir dönemde o ekonomide yapılmış tüketim
ve yatırım harcamalarının toplamına eşit olduğunu belirtmek mümkündür. Zaten belli
bir dönemde bir ekonomide gerçekleşen ya da fiilen yapılmış bulunan bu harcamaların
da milli geliri oluşturduğu bir gerçektir.97
Tüm bunlardan çıkan sonuç belli bir dönemde dışa kapalı bir ekonomide milli
geliri belirleyen değişkenin o ekonomide fiilen yapılmış bulunan (efektif talep) tüketim
ve yatırım harcamaları olduğudur. Yani Keynes'in damgasını vurduğu modern istihdam
teorisine göre bir ekonomide milli gelirin hangi düzeyde olacağını efektif talep
belirler.98 Yani bir ekonominin istihdam düzeyi söz konusu ekonomideki gelir ve
harcama düzeyine bağlıdır. Gelirler ve harcamaların yükselmesi ise ekonomideki
toplam talebi artıracaktır.99
İstihdamı ve dolayısıyla üretim kapasitesini artıran planlanmış yatırım
harcamaları, geleceğe yönelik beklentilerin iyimser veya kötümser olmasından etkilenir.
İstihdam arttıkça üretim kapasitesi daha çok kullanılacak böylece daha fazla mal ve
hizmet üretilecek yani milli gelir artacaktır. İstihdam düzeyini ise yukarıda belirttiğimiz
üzere girişimcilerin piyasa hakkındaki beklentileri belirler.100 O halde, özel kesim ve
devlet tarafından yapılan tüketim ve yatırım harcamaları o ekonomide gelir düzeyini ve
dolayısıyla istihdam düzeyini belirlemiş olacaktır.101
97
Aren, s. 33,34,35.
İlyas Şıklar, Ahmet Çakmak ve Suat Yavuz, s.203.
99
Arslan Zafer Gürler, Ekonomi, MEB Yayınları, İstanbul, 2000, s. 125.
100
İlyas Şıklar, Ahmet Çakmak ve Suat Yavuz, a.g.e., s.203.
101
Gürler, s.125.
98
34
2.2.2.1 Keynes’in Kuramsal Yaklaşımı
Keynes, ekonominin kendi iç dinamikleriyle tam istihdama gelmesi konusunda
klasik doktrinle aynı görüşte değildi. Keynes, klasik analizin, toplumun ekonomik
gerçeklerini yansıtmadığına ve kuram pratikte uygulanırsa sonucunun yanıltıcı ve
felaket olacağına inanmıştır. Keynes’in kuramı dinamik bir süreci değil statik bir
durumu yansıtmaktadır. Ancak, Keynes bir anlık durağan durumdan yola çıkarak
dinamik bir süreç içeren devresel dalgalanma sorununa da çözüm önerileri sunmuştur.
Tam istihdamda denge durumunu tamamen reddetmediğinden, marjinal tüketim
eğilimini değiştirmeye ve yeni yatırımları arttırmaya yönelik, belli bir zaman sürecinde
gerçekleşebilecek bir takım önerilerde bulunmaktadır. Dolayısıyla, Keynes’e göre, iki
durağan durum arası dinamik sürecin başarılı olabilmesinin iki çok önemli önkoşulu
bulunmaktadır. Teknolojik yenilik olmamalı ve piyasalar doyuma ulaşmamış olmalıdır.
Keynes’in yaklaşımına göre, işçi ücretleri, emeğin marjinal verimliliğinin üstünde
olmasa bile, piyasalarda eksik istihdam sorunu olabilir ve bazı kişiler, piyasa
ücretlerinde çalışmayı arzu etmelerine rağmen, işsiz kalabilirler. Keynes’e göre bunun
temel nedeni yeterli etkin talep olmamasıdır. Bu durumun sonucu, eksik istihdamda
dengedir.
ET
Y*
S
d’
d*
ET*
ETt-1
Y,K
Yt-1 Y*
Lt-1 L*
Şekil 4 Eksik İstihdamda Denge
Kaynak: Hasan Gürak, Ekonomik Büyüme ve Küresel Ekonomi, Ekin Kitabevi, Bursa, 2006, s.319.
Şekil 4’de eksik istihdam dengesi d’ olarak gösterilmiştir. Yt-1, Lt-1, üretim ve
istihdamın tam olmadığını, veri ücretlerde kişilerin çalışmak istemelerine karşın işsiz
kaldıklarını göstermektedir. Etkili talep ETt-1 ’den ET*’ye yükseltilebilirse, işsizlik
35
azalacak, üretim artacaktır. Y*Y* çizgisi ile “tam istihdam” üretim limiti
gösterilmektedir. İstihdamın ve üretimin bu çizgiden öteye artması söz konusu değildir.
Üretim kapasitesinin durumuyla ilgilenmeyen Keynes için asıl önemli olan beklentiler
ve yeni yatırım kararlarıdır. Bunlar da sermayenin marjinal etkinliği, marjinal tüketim
eğilimi ve likidite tercihi ile yakından ilişkilidir.102
2.2.2.2 Keynes’in İktisat Politikası Önerileri
Piyasaların kendiliğinden tam istihdama ulaşabilme olasılıkları düşük olduğunu
düşündüğünden, Keynes devletin müdahalelerinin gerekli olduğu görüşünü savunur. Bu
hedefe ulaşabilmek için yatırımın sosyalleşmesi önerisinde bulunur. Ancak, yatırımın
sosyalleşmesi, üretim araçlarının mülkiyetinin devlete geçmesi veya özel sektörün
dışlanması anlamında değildir. Aksine, özel sektörün genelde daha etkili olduğu
inancındadır. Bazı merkezi kontrol mekanizmaları aracılığıyla toplumun marjinal
tüketim eğilimini değiştirmenin ve yeni yatırımlar yapılmasının gerekli olduğu ve,
örneğin, devletin vergi ve faiz politikalarının uygun araçlar olacağı görüşündedir.
Ancak tam istihdama erişildikten sonra, Keynes’e göre piyasalar, neoklasik modellerin
öngördüğü kaynak dağılımında etkinlik, göreceli fiyatların oluşması, özel ve sosyal
faydanın en üst düzeye çıkması gibi hususlarda serbest piyasa ekonomisinin
beklentilerini karşılayabilir.103
3. İŞSİZLİK KAVRAMI VE TEORİSİ
Biri, diğeri olmadan izah edilemeyen işsizlik ve istihdam kavramları bir
madalyonun iki yüzü gibidir. İşsizliği incelediğimiz bu bölümde ise tıpkı istihdam
bölümünde belirttiğimiz gibi sadece emek faktörünün işsizliğinden söz edilmiştir. Bu
bakımdan önce işsizlik konusuna genel olarak değinilmiş, değişik tanımlamaları
yapılmış, ekonomik ve sosyal bir yara olma özelliği üzerinde durularak, bütün
zamanların belki de en önemli sorunu olan bu sorunun çözümünde kurumsal ve liberal
görüşlerin çatışmasına kısaca yer verilerek, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler
açısından bu sorun değerlendirilmiştir. Nihayet bölümün sonuna doğru, işsizliğin
maliyeti ve ölçülmesi konularına değinilmiş ve değişik işsizlik türleri ele alınmıştır.
102
103
Gürak, s.318.
a.g.e., s.321.
36
3.1 İşsizlik Kavramı
İşsizlik, her şeyden önce ekonomik bir kavramdır. Bu bakımdan konuya bu
açıdan yaklaşmak yerinde olacaktır. İşsizlik, belirli bir ücret seviyesinde işgücü arzının
işgücü talebini aşması durumu biçiminde tanımlanabilir. Teorik olarak bu tanımlama
yeterli ise de kavramı tam olarak vermekte yetersiz kalmaktadır. Belirli koşullar altında
çalışacak iş aranmasına rağmen, iş bulunamayan durum şeklinde yapılan bir tanım
kavramın tam açıklığa kavuşturulmasında yeterli olacaktır. Bu tanımlamaya göre,
çalışamayacak durumda olanlar ile iş aramayan veya çalışmak istemeyenler işsizlik
kapsamına girmemelidir.104
Geniş anlamıyla işsizlik, emeğin hiç ya da tam kapasitesi ile kullanılmaması
veya gerektiği şekilde ve yerde kullanılmaması suretiyle boşa harcanması olarak
tanımlanabilir.105 Bu anlamıyla işsizlik ise daha geniş bir yapıyı içermekte olup çalışma
istek ve yeteneğinde olduğu halde çalışacak bir iş bulamayanlar olarak tanımladığımız
somut işsizler yanında, eksik istihdam edilenleri ve gizli işsizleri de kapsamaktadır. Dar
anlamda işsizlik ise genellikle, çalışma yetenek ve arzusunda olunmasına karşılık, cari
ücret düzeyinde uygun bir iş bulunamaması nedeniyle istihdam dışında kalınması
durumu olarak tanımlanmaktadır.106
Öte yandan çalışma yaşları arasında olduğu, çalışmaya engel bir hastalık veya
rahatsızlığı bulunmadığı ve çalışma arzusuna sahip olduğu halde bazı kişilerin iş
bulamaması durumuna işsizlik denilmektedir. Bir başka ifade ile işsizlik, çalışabilecek
durumda olan kişilerin çalışmamayı tercih etmelerinden dolayı gönüllü işsiz
olmalarından yani iradi bir durumdan kaynaklanmayıp aksine gayri iradi bir durumu
anlatmaktadır. İşsizlik, bir ülkenin ekonomik yapısından doğmakta ve ekonomik
yapıdaki
gelişmişlik
düzeyi
farklılıkları,
104
işsizliği
farklı
nedenlerle
meydana
Selahattin Tuncer, “Türkiye’de İşsizlik Sorunu”, 02.08.2000,
http://www.dunyagazetesi.com.tr/haberArsiv.asp?id=11155, (18.05.2009), par.6.
105
Halil Dirimtekin, İşsizlik Sorunları, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları, No: 30/7, İstanbul,
1965, s.4.
106
Cahit Talaş, Sosyal Ekonomi, 6.baskı, Ankara, 1983, s.95.
37
getirmektedir. Az gelişmiş ülkelerde, daha çok sermaye yetersizliğinden, gelişmiş
ülkelerde de teknolojik ilerleme nedeni ile işsizlik meydana gelmektedir.107
3.2 Ekonomik ve Sosyal Bir Sorun Olarak İşsizlik Sorunu
İşsizlik, yalnızca ekonomik bir sorun değil aynı zamanda toplumsal ve kişisel
konuları da içeren çok yönlü bir sorunlar kümesidir. İleri derecede işsizlik gelir
akımlarını kesintiye uğratmakta, günlük faaliyetlerin düzenli cereyanını önleyerek, aile
ve toplum ile ekonomik ve sosyal yaşamı olumsuz yönde etkilemektedir. İşsiz kalan
insanlar, topluma ve mevcut sosyo-ekonomik düzene karşı güven duygularını kolayca
kaybedebilmektedir. İşsizlik sorunu sosyal barışın bozulmasına ve ahlaki erozyona
neden olarak toplumsal dengeleri temelin sarstığından ciddiyetle ele alınması gereken
bir sorundur. İşsizlik, hem bireye ve bireyin yakın çevresine birtakım zararlar verir hem
de sonuçta herkes tarafından yüklenilen sosyal maliyetleri olan bir konudur. İşsizliğin
özellikle gençlerde başıboşluk, alkol uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklar ile suç işleme
eğilimlerini arttırdığı sıkça rastlanılan durumlardır. Bugün dünyada örnekleri görüldüğü
üzere, yüksek işsizlik oranları sosyal huzursuzluklara, kentlerde şiddet eylemlerine,
anarşiye, sosyal patlamalara yol açmakta, bu da yatırım ve iş kurmak için uygun ortamı
zedelemektedir.108
İşsizliğin yaygın olması kaynak israflarını da beraberinde getirir. Hükümetler,
izledikleri
sosyo-ekonomik
politikalarda
işsizliği
en
düşük
düzeyde
tutmak
istediklerinden, enflasyonu kontrol altına almak amacıyla deflasyonist politikaları
izlemekten kaçınırlar. Ilımlı bir enflasyonu, tam istihdama yol açacağı için daima tercih
ederler.
Günümüzde işsizlik sorunu, ülkelerin gelişmişlik düzeylerine bağlı olarak
farklılık göstermekle birlikte önemini sürdürmeye devam etmektedir. İşsizlik az
gelişmiş ve sanayileşmiş ülkelerin önemli ortak bir sorunudur. Çalışma istem ve
gücünde olan insanların işsiz kalmaları onların değil, esas itibariyle yerleşik ekonomik
organizasyonun kusurudur. Bu işsizliğin toplumsal yönüdür ve getirilecek önlemlerin
107
Halil Seyidoğlu, Ekonomik Terimler, Güzem Can Yayınları, İstanbul, 1999, s.294.
Devlet Planlama Teşkilatı, 9. Kalkınma Planı, İşgücü Piyasası, Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Yayın No:
2709, Ankara, 2007, s.1.
108
38
farklılaşmasının sebebini teşkil eder. Örnek olarak işsizlik sigortası kurumunun varlığı,
işsizliğin kişisel bir yazgı değil, toplumsal bir sorun olduğunun bir göstergesidir.109
İşsizliğin sadece işsiz kalanı değil, çalışanı da ilgilendiren bir olgudur. İşsizlik
oranlarının yüksek olduğu ülkelerde, örgütlenmemiş ve düşük vasıflı işgücünün düşük
ücretle çalışmaya razı olması, işsiz yığınlarıyla kolayca ikame edilebilirliğinin bir
sonucudur. Düşük gelir ve yoksullaşmada işsizliğin etkileri oldukça yüksektir. İşsizlik
sorunu sosyal, ekonomik ve siyasal etkileri dikkate alınarak ele alınmalıdır. Sorunu
sadece ekonomik gelişmeye bağımlı bir değişken olarak görmek çözümünü uzun
vadedeki gelişmelere bırakma anlayışından vazgeçmek gerekmektedir.110
İşsizlik olgusunun ekonomik ve sosyal yönlerinin yanında, hem bu soruna çare
olabilecek hem de istihdam edilenlere katkı sağlayabilecek başka bir unsur da beşeri
sermayeyi ön plana çıkaran bir insan kaynakları yönetim sistemidir. Beşeri sermayeye
önem veren insan kaynakları yönetimi sisteminin başarıyla işletilmesinin önceki
bölümlerde ele aldığımız kuruluşlar ve genel ekonomi yanında pozitif etkilediği bir
başka unsur toplumsal yapıdır, toplumsal psikolojidir, bireyin kendisidir.
Toplumda; öz güven sahibi, kendisiyle barışık, bilgili, farklılık meydana
getiren, araştıran, geliştiren, verimlilik ve kaliteyi amaç edinen, aile içi eğitime önem
veren, bir yıl sonrasını değil bir asır sonrasını düşünen, diğer bireylerin gelişimine de
katkıda bulunan, paylaşımcı, adil, çalışkan, kültürlü ve mutlu bireylerin sayıca artmaya
başladığını varsayalım. Beşeri sermayeyi ön plana geçiren gerçek insan kaynakları
yönetiminin de ana felsefesi kanımca bu olmalıdır. Öncelikle toplumsal ve ferdi suçlar
hızla azalmaya başlayacaktır. Toplumda demokrasi hızla kökleşecektir. Giderek
tahammül ve hoşgörü derecesi yükselecektir. Daha sonra ulus ve insan severlik ve sonra
dayanışma ve toplumsal mutabakat artacaktır. Yani kısaca toplumsal yapıyı olumsuz
yönde etkileyen parametrelere karşı toplumsal yapıyı iyi yöne götüren söz konusu
gelişmeler eninde sonunda toplumsal yapının iyileşmesini sağlayacaktır.
109
Feray Canbay, “Kaynak: Türkiye’de İşsizlik ve İşsizlik Sigortası; Birsen Ersel”, 22.02.2001,
http://www.sufizmveinsan.com/arastirma/issizlik.html (18.05.2009), par.2.
110
Nur Serter, 1998’e Girerken İşsizlik ve Eğitim İlişkisi, Mercek Dergisi, MESS Yayınları, Yayın No:3, Sayı:9,
İstanbul, 1998, s.52.
39
3.3 Esneklik Olgusu Ekseninde Kurumsal Anlayış ve Liberal Görüş
Çatışması
Günümüzde, esneklik tartışmaları ekonomilerin istihdam kapasitesi ekseninde
yoğunlaşmakta ve özellikle karşılaştırmalı analizlerde; emek piyasalarını düzenleyen
kurumsal yapının istihdam hacmindeki başarıyı belirleyen en önemli değişkenlerden biri
olduğu yaklaşımı giderek önemini artırmaktadır. Liberal anlayış ise, sosyal refah devleti
modellerindeki koruyucu kurumsal önlemleri serbest piyasadan sapma olarak
nitelendirmekte ve serbest piyasayı tahrip eden hiçbir yaklaşımın başarılı olamayacağını
savunmaktadır. Bu yaklaşım ışığında, Avrupa ülkelerinde gündemde olan yoğun işsizlik
sorunu doğrudan emek piyasalarındaki katı yapı ile ilişkilendirilmekte ve işverenin
katlanmakla yükümlü olduğu fesih maliyetleri başta olmak üzere istihdam güvencesine
ilişkin diğer koruyucu hükümler, asgari ücret uygulamaları ve işsizlik sigortası
kapsamında yer alan ödenekler piyasadaki katı kurumsal yapının temel unsurları olarak
görülmektedir. Buna karşılık, liberal anlayışın ortaya koyduğu etkinlik savına karşı
eşitlik prensibini benimseyen yaklaşımlar ise; esneklik olgusuna daha eleştirel bakarak
koruyucu düzenlemelerin ortadan kalkmasıyla birlikte derinleşen sosyal adaletsizliğe
dikkat çekmektedir. Bununla birlikte, eleştirel yaklaşımın ortaya koyduğu argümanlar iş
hukukunun gelişimine yön veren temel unsurların günümüzde geçerliliğini koruduğu
noktasında yoğunlaşmaktadır. Emeğin sermaye karşısındaki güçsüz ve eşitsiz durumunu
sürdürdüğü sürece koruyucu düzenleme ve hükümlere duyulan ihtiyacın geçerliliğini
korumakta olduğuna dikkat çekilmektedir. Bu anlamda eleştirel yaklaşımın esneklik
olgusuna ilişkin kaygıları azgelişmiş ülkeler konusunda yoğunlaşmaktadır.111
Liberal ekonomik politikaların uygulanmaya çalışıldığı günümüzde bir ülke
istediği kadar liberal olsun, çalışma yaşamına ilişkin politikalarda liberalliği tam olarak
gerçekleştirememektedir. Meta ve sermeyenin mübadelesinde ve bu piyasaların
işleyişinde liberal politikalar yürütülebilir. Bu tür piyasalar daha az müdahaleyi
gerektirebilir. Ancak iş gücü piyasası böyle değildir. Çok yakından kontrol edilmeyi ve
belli bir düzenlemeyi gerektirir. Bir yerde işsizlik çığ gibi büyüyorsa, ekonomik bir
sorunun ötesinde yukarıda belirttiğimiz üzere sosyal bir soruna dönüşüyorsa, hiçbir ülke
111
Nilgün Tunçcan Ongan, “Esneklik Yaklaşımının İstihdam Hacmi Açısından Değerlendirilmesi”, Çalışma ve
Toplum, 2004/3, httpwww.calismatoplum.orgsayi3makale4.pdf, (12.12.2008), s.123,124.
40
bu duruma kayıtsız kalamamakta, çeşitli müdahale yollarını aramakta ve buna uygun
politikalar yürürlüğe koymaya çalışmaktadır.112
İşsizlik bugün birçok ülkenin çözüm aradığı ekonomik sorunlardan biridir.
Ancak, işsizlik sorununu diğerlerinden ayıran önemli bir özellik; işgücü piyasalarının
mal ve para piyasaları gibi değerlendirilemeyeceği, doğrudan insanı içerdiği için
ayrıcalıklı bir konuma sahip olduğudur. Bu nedenle; işgücü piyasalarının izlenmesi,
doğru verilerin elde edilmesi, işsizlik sorununa yaklaşılmasında ve izlenecek
politikaların seçiminde temel oluşturması bakımından önemli ve gereklidir.113
3.4. Gelişmiş Ülkelerde İşsizlik
İşsizliğin nedeni, ülkelerin sosyo-ekonomik yapılarıdır. Bu nedenle ülkeler
arasındaki sosyo-ekonomik farklılıklara bağlı olarak işsizlikle savaşımda farklı
yöntemler geliştirmişlerdir. Gelişmiş ülkelerde görülen işsizliğin ana nedeni, toplam
talebin mevcut iş gücü arzının tamamını çalışır durumda tutacak kadar olmamasıdır.
Ekonomik organizasyon bu talebi yaratamamaktadır. Burada görülen işsizlik türü açık
işsizliktir.114
Gelişmiş ülkelerde bu durumun en önemli nedeni teknolojik yeniliklerin daha
az istihdam yaratmasıdır. Sanayi toplumundan bilgi toplumuna doğru geçildikçe işçi
sınıfının önemi azalmakta ve işçi sınıfı toplumdaki etkin üretim gücü özelliğini
yitirmektedir. Buna karşın, teknoloji sayesinde artan verimlilik üretim miktarını oldukça
yüksek boyutlara getirmektedir. Toplam üretim hacmi artarken istihdam azalmakta ve
çalışan başına üretim miktarı değeri yükselmektedir. Bütün bunlar da sanayileşmiş
ülkelerde işgücüne katılım oranının giderek düşmesine yol açmaktadır.115
Endüstrileşmiş ülkelerdeki işsizliğin türü aslında bir açık işsizliktir. Bu işsizliği
toplam talep yetersizliği, yapısal uyumsuzluklar, konjonktürel yapı, devri hareketler gibi
nedenler açıklayabilir. Ancak bunların önünde yer alan önemli bir unsur politik
112
Recep Varçın, İstihdam ve İşgücü Piyasası Politikaları, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2004, s.1.
Berrin Ceylan Ataman, “İşgücü Piyasalarında Bilgi Kaynakları ve İşsizlik: Türkiye Açısından Bir
Değerlendirme”, httpdergiler.ankara.edu.trdergiler424605225.pdf, (07.06.2009), s.1.
114
Feray Canbay, “Kaynak: Türkiye’de İşsizlik ve İşsizlik Sigortası; Birsen Ersel”, 22.02.2001,
http://www.sufizmveinsan.com/arastirma/issizlik.html (18.05.2009), par.3.
115
Tahir Baştaymaz, Gelişmekte Olan Ülkelerdeki Açmaz: Aşırı İşsizlik veya Kırsal Eksik İstihdam, Mercek
Dergisi, MESS Yayınları, Yayın No:3, Sayı:10, İstanbul, 1998, s.20,21.
113
41
tercihlerdir. Bu ekonomi politikası ile ilgili çıkmazlardan ve zorunluluklardan
kaynaklanmaktadır. Hem işsizliği hem de enflasyonu önleyici bir politika yoktur.
Ülkelerin öncelik verdikleri konulara göre ya işsizlik ya da enflasyonun boyutları
azaltılmaya çalışılmaktadır. Endüstrileşmiş ülkelerdeki işsizliğin bir açık işsizlik niteliği
taşıması sorunun çözümünün somut bir çerçevede değerlendirilmesine izin vermektedir.
Bu işsizlik, yatırım kararlarıyla giderilebilecek bir işsizlik türüdür, Bu ülkelerde işgücü
piyasalarının etkin işlerliği iş bulma sürecini kısaltır, boş işlere ulaşma kolaylığı sağlar.
Üretkenliğin yüksek olması, işsizlik sorunun çözümünde önemli bir avantajdır. Çünkü
üretkenlik artışı yüksek üretim demektir, gelir ve tasarruf artışı sağlar. Bu durum
yatırımları teşvik eder. Bütün bunların yanında endüstrileşmiş ülkelerde ekonomik ve
sosyal yapının kurumsallaşmış olması, piyasaların etkin işlerliği, izlenen politikaların
başarılı olma şansını artırmaktadır.116
3.5 Gelişmekte Olan Ülkelerde İşsizlik
Gelişmekte olan ülkelerde ise işsizliğin ana nedeni, toplam talep yetersizliğine
değil, ekonominin yapısına bağlıdır. Bu ülkelerde işsizlik kendisini gizli işsizlik
şeklinde gösterir.117 Gelişmekte olan ülke piyasaları etkin bir işlerlikten yoksundur.
Bunun sonucu olarak bu piyasalara giriş ve çıkışları kontrol edebilecek mekanizmaları
işletmek zordur. Çünkü bu mekanizmanın işlerliğini sağlayabilecek kurumsal alt yapı
çok fakirdir. Dolayısıyla işgücü piyasasının izlenmesine yönelik verilerin elde
edilmesinde izlenen yöntemler ve sonuçları sık sık tartışma konusu yapılmaktadır.
Çalışanların çoğunluğunun kırsal kesimde olması, kendi hesabına veya aile
işletmelerinde çalışmaları gibi özellikler bu ülkelerdeki işsizlik ve istihdam sorununa
başka boyutlar getirmekte ve sorunu gelişmiş olan ülkelerinkinden ayırmaktadır. Gelir
boyutu ile istihdamda gözüken bir kişinin gerçekte üretim boyutu ile işsiz olduğu
gözlenebilir veya bunun tersi olabilir. Gelişmekte olan ülkelerde üretkenliğin çok düşük
olması, nitelikli işçi bulunamaması, etkin bir işgücü piyasası işlerliğinden yoksun
olunması gibi sorunlar ön plandadır. İşsizlik sigortasının olmayışı işsizliğin hem sosyal,
hem de ekonomik boyutunu ağırlaştırmakta; ayrıca, kişilerin belli bir sürenin üstünde
116
Berrin Ceylan Ataman, “İşgücü Piyasalarında Bilgi Kaynakları ve İşsizlik: Türkiye Açısından Bir
Değerlendirme”, httpdergiler.ankara.edu.trdergiler424605225.pdf, (07.06.2009), s.2.
117
Feray Canbay, “Kaynak: Türkiye’de İşsizlik ve İşsizlik Sigortası; Birsen Ersel”, 22.02.2001,
http://www.sufizmveinsan.com/arastirma/issizlik.html (18.05.2009), par.3.
42
işsiz kalmaları olanaksız olduğundan, her ne koşulda olursa olsun çalışmaları
zorunluluğu doğmaktadır. Bu durum, marjinal işlerin yoğunlaşmasına, hatta gayrı resmi
bir sektör oluşmasına yol açmaktadır. Bu durumda, sosyal güvenlik ya çok azdır veya
hiç yoktur. Ayrıca ciddi bir nitelik sorununu da ortaya çıkartmaktadır. Her ne koşulda
olursa olsun istihdam yaratmak, bu ülkelerde olağan hale gelmiş ve gereğinden fazla
insan uzun yıllar istihdam edilmiş ve sonuçta marjinal verimliliğin sıfır hatta negatif
olduğu durumlara ücret ödenir duruma gelinerek, bir kısır döngü yaratılmıştır.118
Türkiye’de gelişmekte olan bir ülkedir. İstihdam ve işsizlik ülkemizin
ekonomik ve sosyal yapısının yanı sıra uygulanmakta olan makro ekonomik politikalara
bağlı olarak ta ortaya çıkan bir sorundur. Türkiye’de kırdan kente hızlı bir göç
olgusunun yaşanması ekonominin yeterince güçlü olmadığı ülkemizde, bu sorunu daha
da ağırlaştırmaktadır. Sermaye birikimi yetersizliği, kamu ve özel sektör yatırımlarının
yeterince arttırılamaması, yabancı sermaye yetersizliği, işgücü niteliğinin modern
sanayi ihtiyaçlarına uygun olmaması, mesleki eğitim işgücü piyasası arasındaki
uyumsuzluk, hızlı teknolojik değişmeler gibi nedenlerle, Türkiye’de istihdam
sorununun boyutları giderek artmakta ve ağırlaşmaktadır. İstihdamı tek başına bir
işgücünün kullanılması olarak düşünmemek gerekir. Söz konusu işgücünün nitelikli ve
kalifiye olması da, istihdam politikaları belirlenirken üzerinde dikkatle durulması
gereken bir konudur.119
İşgücünün nitelikli ve kalifiye olmasından kastımız şudur: Öteden beri beşeri
sermaye, üretim faktörleri içinde en önemli unsur olmuştur. 21. Yüzyılın en önemli
sermayesi de nitelikli insan gücüdür. Bilindiği gibi, nitelikli insan gücü eğitim yoluyla
insan ve bilgi ikilisinin oluşturulmasıyla meydana gelmektedir. İnsana yatırım denildiği
zaman genellikle eğitim yatırımları kastedilmektedir. Okuryazarlık oranlarını ve
insanların bilgi yetenek seviyelerini yükselten eğitim yatırımları, yalnızca az gelişmiş
118
Berrin Ceylan Ataman, “İşgücü Piyasalarında Bilgi Kaynakları ve İşsizlik: Türkiye Açısından Bir
Değerlendirme”, httpdergiler.ankara.edu.trdergiler424605225.pdf, (07.06.2009), s.3.
119
Burcu Gediz ve Hakan Yalçınkaya, “Türkiye’de İstihdam-İşsizlik ve Çözüm Önerileri: Esneklik Yaklaşımı”,
2000, Celal Bayar Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Sayı: 6,
http://paribus.tr.googlepages.com/gediz3.doc, (05.10.2009), s.1.
43
ülkeler için değil, gelişmiş ülkeler için de üzerinde önemle durulan ve ekonomik
büyüme ile ilişkileri özenle araştırılan bir konu olmuştur.120
Dünyamızın, son yıllarda hemen her alanda baş döndürücü gelişmelere sahne
olduğunu ve hızla küçüldüğünü hepimiz gözlemlemekteyiz. Hiç kuşkusuz bunda rol
oynayan en önemli faktörlerden birisi de zengin bilgi kaynakları ve bilgi
teknolojilerinde meydana gelen akıl almaz gelişmelerdir. Günümüz modern insanı; bilgi
toplumu gerçeğini, bu gerçeğin geleceği nasıl değiştirip şekillendirebileceğini ve bu
hedefe ulaşan toplumların nasıl tartışmasız bir güç haline geleceğini artık kavramış
durumdadır. Günümüz dünyası ise kendisine, alabildiğine geniş imkanlar bahşederek,
bilgiye erişme, bilgiden faydalanma ve bilgiyi kullanma konularında oldukça cömert
davranmakta; hızla gelişen bilgi kaynakları (Üniversiteler, bilimsel kuruluşlar, internet
ve bilgi işlem sistemleri, bilimsel eserler, kütüphaneler, medya ve basın, süreli yayınlar,
dergiler, makaleler, köşe yazıları, paneller, konferanslar, seminerler, vb.) bireyin ve
toplumun bilgi açlığını ve bilgi açığını gidermede azami tatmini sağlayıcı bir işlevi
yerine getirmektedir. Kanaatimizce “Bilgi toplumu bilgi bireylerinden oluşur”
gerçeğinden hareketle; geleceğin dünyasında global güç dengelerinin lehlerine
değişeceği ülkeler veya değişik saiklerle bir araya gelmiş ülke toplulukları, insana ve
dolayısıyla bilgiye yatırım yapanlar ve bilgi bireyi sayısını artırarak bilgi toplumu
olmayı hedefleyenler olacaktır.
3.6 İşsizliğin Maliyeti
Bir ekonomide işsizlikle iki nedenle mücadele edilir. Birincisi, işsizlik iktisadi
açıdan israfa neden olur ki buna işsizliğin iktisadi maliyeti denir. Ekonomide mevcut
işgücünün örneğin %15’inin işsiz kalması 60 milyon işgücü olan bir ülkede 9 milyon
işçinin üretebileceği gelirin kaybı demektir. İkincisi, uzun süren işsizlik dönemleri,
ciddi geçim zorluklarına ve sefalete neden olur. Buna da işsizliğin sosyal maliyeti denir.
Önceden de belirttiğimiz üzere insanların uzun süre iş arayıp bulamamaları cesaretlerini
120
Hilal Bozkurt, “Eğitim-İktisadi Büyüme İlişkisi ve Türkiye İçin Kointegrasyon Analizi”,
http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=255, (10.09.2008), s.1.
44
kırar. İşsizlik arttıkça suç işleme oranı, ahlaksızlıklar, boşanmalar ve toplumsal
huzursuzluklar artar.121
İşsizliğin en açık maliyeti işsiz kişinin kendisinedir. Bu doğrudan gelir
kaybından kaynaklanan finansal maliyettir. Bu maliyet işsiz kişinin önceki geliriyle,
almış olduğu işsizlik yardımı arasındaki fark olarak ölçülür. Bunun dışında, işsiz
olmanın başka kişisel maliyetleri de vardır. İşsiz kalma süresi arttıkça, kişilerin
keyifsizliği de artacak, kendilerine saygıları azalacak, stres kaynaklı hastalıklara
yakalanma riski artacaktır. Üstelik işsizliğin, işsiz kalan kişilerin ailelerine ve
arkadaşlarına getirdiği maliyetlerde vardır. İşsizliğin ekonomiye de maliyetleri vardır.
Fiili üretim potansiyel üretimin altındadır. Devlet bu nedenle gelir kaybına uğradığı gibi
çeşitli idari harcamaları da yükselecektir. Firmalar tam istihdamın sağlanması halinde
gerçekleştirebilecekleri ilave karı kaybedeceklerdir. Diğer işçiler ise daha yüksek milli
gelir olması halinde kazanabilecekleri ilave kazançları kaybedeceklerdir. Nihayet
insanlar işsiz kaldıkça niteliklerini kaybetme riskleri vardır. Bu sebeple potansiyel ve
fiili gelirleri azalabilir. İşsizliğin uzun dönemli ve istek dışı olması halinde durum çok
daha vahimdir. Motivasyonunu ve niteliklerini kaybetmiş uzun dönemli işsizlerin
oluşturduğu stok yukarıda da değinildiği üzere ciddi bir ekonomik ve sosyal
sorundur.122
3.7 İşsizliğin Ölçülmesi
Bir ülkedeki toplam nüfusun kışla, hapishane ve hastane gibi yerlerde
bulunanlar dışında kalan kısmının 15 yaş üzerindeki bölümüne kurumsal olmayan sivil
nüfus denir. Kurumsal olmayan sivil nüfus; çalışanlar, işsiz olan ve iş arayanlar, işsiz
olan ve iş aramayanlar olmak üzere üç kategoriye ayrılır. Kurumsal olmayan sivil
nüfusun çalışanlar ve işsiz olup iş arayanlar toplamından oluşan kısmı, işgücünü
oluşturur. Kurumsal olmayan sivil nüfusun işsiz olan ve iş aramayanlar grubu, sivil
nüfusun işgücünde olmayan kısmını temsil eder. İşgücünün kurumsal olmayan sivil
nüfusa oranı, sivil nüfusun ne kadarının çalışmak istediğini yansıtır ve işgücü katılım
haddi olarak nitelendirilir. İşgücü katılım haddinin yükselmesi, kurumsal olmayan sivil
121
122
İlker Parasız, İktisada Giriş, Ezgi Kitabevi, Bursa, 1998, s.383.
Çakmak, İktisat Makro, s.48,49.
45
nüfusun daha büyük bir kısmının çalışmak istediğini belirtir. İşgücünün bir bölümünün
işinin olmaması durumunu ifade eden işsizlik, issizlik haddi ile ölçülür. İşsizlik haddi, iş
arayan işsizlerin işgücüne, yani çalışanlar ve iş arayan işsizlerin toplamına oranı ile
ölçülür. Emek piyasası ile ilgili diğer bir kavram, çalışma haddidir. Çalışma haddi,
çalışanların kurumsal olmayan sivil nüfusa oranıdır.123
3.8 İşsizlik Çeşitleri
3.8.1 İradî İşsizlik
Cari (piyasadaki) ücret düzeyinde ve mevcut çalışma koşullarında çalışmak
istemeyenlerin meydana getirdiği işsizliktir. Bu işsizlikte cari olandan daha yüksek
ücretler yani çok yüksek reel ücretler talep edildiği ve daha iyi çalışma imkanları
arandığı için bilerek ve isteyerek işsiz kalınmaktadır. Bu açıklamalardan da anlaşılacağı
gibi iradi işsizlik, ancak kendi istediği şekilde bir iş olursa çalışacaklarını söyleyen
kişilerin oluşturdukları işsizliktir.124
İradi issizlikte, ailede bir veya iki kişi çalışırken, ailenin diğerleri mevcut iş
olanaklarını kendilerine uygun görmeyerek çalışmaktan kaçınırlar. İşe girmeleri halinde
ise, küçük bahanelerle islerini bırakırlar. Uzun bir dönem bu biçimde işsiz kalan ve
çalışmayan kimseler, iyice tembelleşmek suretiyle çalışma arzularını tamamen
kaybedebilirler.125
İradi veya başka bir deyişle ihtiyari işsizlik gerçek bir işsizlik sayılmamalıdır.
Çünkü bu tip işsizler, tanım gereği cari koşullarda çalışmaya razı oldukları takdirde
hemen iş bulabileceklerdir. Klasik iktisatçılar, gayri iradi işsizliğin var olabileceğini
kabul etmemişler ve bütün işsizlerin ihtiyari işsiz olduklarını kabul etmişlerdir. Bu
düşüncenin tabi bir sonucu olarak klasikler, işçilerin eğer gerektiği kadar düşük bir
ücretle çalışmaya razı olurlarsa, hiçbir zaman işsiz kalmayacaklarını iddia etmişlerdir.126
123
Erdal Muzaffer Ünsal, Makro İktisat, Turhan Kitabevi, Ankara, 2004, s. 87,88,89.
Özgüven, s.410.
125
Dinler, s. 451.
126
Aren, s.6,7.
124
46
3.8.2 Gayri iradi İşsizlik
Gayri iradi işsizlik, piyasada cari ücret üzerinden çalışmaya hazır olduğu ve
emeğini arz ettiği halde emek talebi noksanlığı nedeniyle mevcut çalışma koşularında iş
bulunmaması durumudur.127 Başka bir ifadeyle Gayri iradi işsizlik, kişinin mesleğinde
cari ücret düzeyinde çalışmaya razı olmasına karşın, çoğunlukla talep eksikliğinden ya
da hem talep hem sanayi donanımı (teçhizatı) eksikliğinden kaynaklanan sebeplerle
mevcut çalışma koşularında böyle bir iş bulamaması şeklinde tanımlanmaktadır. Gayri
iradi işsizlikte sorumluluk bireysel bir nitelik taşımayıp, genel ekonomik sistemin
güçlerine ya da daha özel olarak bu sistemi kontrol edenlere yani ekonominin bütününe
aittir.128
3.8.3 Friksiyonel İşsizlik
İnsanların gönüllü olarak, iş akitleri fesih edilerek veya emekli edilerek
işlerinden ayrıldıklarında, yeni bir iş aradıkları süre içinde işsiz kalmalarından doğar.
Bu tür işsizlik daha iyi çalışma imkanları ve daha yüksek ücret elde etmek amacıyla
işçilerin yer ve meslek değiştirmelerinden de doğabilir. Yani boş iş olduğu halde ilk
başvurdukları yere girmeyebilirler. İşveren de daha iyi donanmış nitelikli bir kişiye
rastlamak amacıyla aramayı sürdürebilir.129
Emek arz ve talebi arasındaki kısa süreli dengesizlikler, emek sahipleri ile
müteşebbislerin emek piyasası hakkındaki bilgisizlikleri, işgücünün mobilite noksanlığı
friksiyonel (arızi) işsizliğin temel nedenleri arasındadırlar. Bir başka iş aramak üzere
işten ayrılan kişilerin yeni bir iş bulmaları, mevcut işlere ilişkin bilgi yetersizliği
nedeniyle zaman alacaktır. Bu zaman içinde kişilerin gelir kayıpları ve mülakatlar için
yapılan seyahat harcamaları gibi iş arama maliyetleri bir tür yatırım olarak
görülebilir.130
Normal bünyeye sahip her ekonomide işsizliğin nispeten zararsız şekli, meslek
ve yer değiştirme esnasında katlanılan arızi işsizliktir ki süresi geçici ve kapsadığı alan
127
Hiç, Büyüme Teorileri ve Gelişen Ekonomiler, s.260.
Aren, s.6.
129
Çakmak, İktisat Makro, s.53.
130
Çakmak, Oktar, Şişman, Yavuz, İktisat Giriş, a.g.e., s.328.
128
47
kısmidir. Herkes dilediği işi tutmak ve yer değiştirmekte serbest olduğu sürece, en
uygun koşullarda dahi bir kısım emek birimlerinin bir iş veya meslekten diğerine
geçerken birkaç hafta veya daha fazla süreyle işsiz kalmaları mümkündür. Piyasada
karşılaşılan bazı aksaklıklar nedeniyle istihdam dışında kalan bu işgücünün boşta
bulunan işlerle eşleştirilmesi az ya da çok bir zamanı gerektirmektedir. Bu nedenledir
ki, işsiz işgücünün istihdam dışına çıktığı andan kendisine uygun yeni bir işle
eşleştirilmesine kadar geçici istihdam dışı kalma durumuna friksiyonel işsizlik adı
verilmektedir. İş ve meslek kadroları kanun zoru ile dondurulmamış olan bir toplumda
işgücünün bir kısmı yer ve yurt değiştirmekten dolayı geçici bir süreyle işsizliğe her
zaman maruz kalabilir. Bu kadarı ise, işsizliğin daha fazla eritilmesi mümkün olmayan
tortu ve kalıntısını oluşturur.131
3.8.4 Eksik Talep İşsizliği
Talep yetersizliğinden kaynaklanan ya da çevrimsel işsizlik, resesyonlar ile
ilgili olarak ortaya çıkan işsizliktir. Ekonomi durgunluğa girdiğinde tüketicilerin mal ve
hizmetlere olan talebin düşmesine ve firmaların cari üretim düzeylerini satamamaları
nedeniyle söz konusu üretimlerini kısmalarına bağlı olarak emek piyasasındaki işgücü
taleplerini azaltmaları veya işçi sayılarını azaltmaları sonucunda, cari ücret üzerinden
çalışmak isteyen işgücünün tamamına istihdam olanağı sağlanamaması söz konusudur.
Resesyon derinleştikçe ve süresi uzadıkça talep yetersizliğinden kaynaklanan işsizlik de
artacaktır. Başka bir deyişle, piyasada cari ücret üzerinden boşta bulunan işlere oranla
daha büyük bir işgücü kitlesi bulunacaktır. Ekonomi canlanarak tekrar büyüdükçe söz
konusu işsizlik türü de azalacaktır. Eğer ekonomi sürekli tam kapasitenin altında
çalışırsa ve emek piyasası dengesizliklerini sürdürürse, talep yetersizliğinden
kaynaklanan bu işsizlik türü uzun süre devam edebilir.132
İktisadi okulların makroekonomik çalışmalarının merkezinde üretim, istihdam
ve enflasyon gibi makro değişkenlerde ortaya çıkan salınımların incelenmesi
bulunmaktadır. Bu süreçte temel makroekonomik değişkenlerde ortaya çıkan
dalgalanmaların, işsizliğin azalması veya artması yönünde etkilerinin ortaya çıkması da
131
132
Ülgener, s.115.
Çakmak, İktisat Makro, s.52,53.
48
önem kazanmaktadır. İşte tüm bu nedenlerle, iktisadi konjonktürün bunalım ve daralma
dönemlerinde ortaya çıkan bu tür işsizliğe konjonktürel işsizlik adı da verilmektedir.133
Bu işsizlik türü, genellikle Keynesçi işsizlik ya da çevrimsel işsizlik olarak da
tanımlanır. Kısaca, toplam arza göre toplam talebin çok az olması, emek talebinin bir
türev talep olması nedeniyle emek talebinin de azalmasına yol açarak eksik talep
işsizliğinin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.134 Hükümetler konjonktürel işsizliği
gidermek için bir takım tedbirler alırlar. Genel bütçe harcamaları yoluyla mevcut
depresyon halini bertaraf etmeye çalışırlar. Bunun için, hükümetler, vergilerin
indirilmesi yoluna gidebilir. Uzun vadeli tedbir olarak devlet yeni harcamalara
girişebilir. Ancak hükümetlerin uyguladıkları anti depresyonist politikalar yanında,
aldıkları issizlik sigortası gibi çeşitli refah ekonomisi önlemleri, konjonktürel işsizliği
ve bunun olumsuz etkilerini gidermekte kısmen başarılı olmuştur.135
3.8.5 Mevsimlik İşsizlik
Turizm, tarım, inşaat gibi mevsime bağlı işlerde görülen dönemlik işsizliktir.
Bazı ekonomik faaliyetlerin belirli mevsimlerde yapılabilmeleri sebebiyle ortaya çıkar.
Bu alanlarda üretim faaliyeti bitince yeniden işsizlik dönemi başlar. Bu tür
dalgalanmalar insan iradesi dışında meydana geldiği ve sık tekrarlandığı için mevsimlik
işsizlik büyük bir sorun teşkil eder.136
Örneğin hava koşullarının en etkili olduğu istihdam alanlarının başında tarım
ve tarıma bağlı yan sektörler gelmektedir. Bulunulan bölgenin iklim koşullarına ve
üretilen ürüne göre emeğe olan talep belirli mevsimlerde yoğunlaşırken diğer
mevsimlerde düşebilmektedir. Bu durumun istihdam üzerindeki etkisi hava koşullarında
mevsimlere göre ortaya çıkan farklılıkların büyüklüğü ile orantılı olarak artmakta ya da
azalmaktadır. Örneğin ölü aylarda geçimini sağlayacak bir iş tutmak isteyen yarıcı ve
çiftçi yukarıdaki sebeplerden ötürü aradığı işi bulamadığı takdirde işsiz kalmış olabilir.
Ancak hemen belirtelim ki, mevsim işsizliğinin geçici fakat yaygın bir işsizlik olarak
133
Hüseyin Mualla Yüceol, “Türkiye’de Sanayinin Üretim ve İstihdam Yapısı ve İşgücü Gömülemesi Olgusu”,
2003, http://www.isgucdergi.org/?p=makale&id=164&cilt=5&sayi=2&yil=2003, (03.02.2009), par.2.
134
Çakmak, Oktar, Şişman, Yavuz, İktisat Giriş, s.329.
135
Sabahaddin Zaim, Çalışma Ekonomisi, Filiz Kitabevi, 10.baskı, İstanbul, 1997, s.190.
136
Özgüven, s.411.
49
değerlendirilebilmesi için, yıllık hasat şeklinin (örneğin hububat rekoltesinde) ülke
tarımına hakim durumda bulunması ve üstelik ürün dalgalanmalarını hafifletecek ekim
yöntemlerine geçilmemiş olması gerekir.137
Gelişmiş ülkelerde, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere göre mevsimlik
issizlik önemini kaybetmektedir. Bunun nedenleri şöylece sıralanabilir: Kırsal
kesimdeki mevsimlik issizlik, bir yandan kırsal nüfusun çok azalması ve tarımda
makineleşmenin sağlanması diğer yandan seracılığın gelişmesiyle önemini kaybetmiştir.
İnşaat sektöründeki mevsimlik işsizlik ise inşaat teknolojisinin kış aylarında da
çalışmayı olanaklı kılacak biçimde gelişmesiyle azalmıştır. Nihayet turizm alanında, yaz
mevsiminde deniz, kış mevsiminde dağ turizminin birlikte gelişmesi nedeniyle,
turizmde tüm yıl istihdam olanakları ortaya çıktığı gibi, tesislerden tüm yıl
yararlanabilmeye yönelik turizm programları düzenlenmesi yoluna gidilmiştir.138
3.8.6 Yapısal İşsizlik
Strüktürel işsizlik de denir. Bir ülkenin ekonomik yapısında ve toplam talebin
bünyesinde meydana gelen değişmelerden kaynaklanır. Gözde iş kollarında istihdam
artarken önemini yitiren alanlarda bu tür işsizlik görülür. İş gücünün yapısıyla emek
talebinin yapısı arasında bir uyumsuzluğun neden olduğu işsizlik olarak tanımlanabilir.
Bazı malların modası tüketici zevklerinin değişmesi sonucu geçebilir. Rekabette aynı
sonuçlara yol açabilir. İlkel metotlarla tarım yapılan bir yerde fabrikasyona veya
makineleşmeye geçildiğinde insan gücüne olan ihtiyaç azalır. Yani aynı üretim
miktarının daha az sayıda işçiyle üretimi mümkün olur. Bu sebeplerle doğan işsizlik
yapısal işsizliktir. Yapısal işsizliğin bir özelliği de, bütün ekonomiye yaygın olmak
yerine genellikle belirli endüstrilere, mesleklere veya bölgelere ilişkin olarak ortaya
çıkmasıdır. İşsizliğin bu türüne yapısal işsizlik adının verilmesinin nedeni, oluşumunda
endüstriyel yapıdaki değişmelerden, mesleki niteliklerin uyuşmamasından, coğrafi
uyuşmazlıklardan, nüfus yapısındaki değişikliklerden, kurumsal faktörlerin rol
oynamasındandır. 139
137
Ülgener, s.115,116.
Dinler, s.456
139
Çakmak, İktisat Makro, s.54.
138
50
Ayrıca, yılbaşı ve bayram günleri gibi yılın belirli gün ve aylarında talep edilen
mal ve hizmeti üretecek alanlarda emeği sürekli istihdam etmek zordur. Bu tür istihdam
daralmaları, ekonominin sosyal yapısından kaynaklanmaktadır. İşte bu bir yapısal
issizliktir.140
3.8.7 Teknolojik İşsizlik
Bu işsizlik türünde, uzun dönemde yeni iş kolları yaratan teknoloji kısa
dönemde istihdam azaltıcı etki yapar. Ancak yaratılan yeni olanaklar işsizlik sorununa
çare olabilmekten çok uzak görünmektedir.141 Az gelişmiş ülkelerde sermaye birikimi
arttıkça bu birikimin getirdiği yeni üretim tekniklerinin eski üretim tekniklerinden daha
çok sermaye yoğun olduğu görülmektedir. Yani, yeni kabul edilen üretim tekniklerinde
belli bir sermaye miktarı eskisinden daha az işgücü kullanımı gerektirdiğinden zaman
içinde sermaye birikimi, işsizliği daha da arttırabilmektedir. Özellikle tarım kesiminde
isletme büyüklükleri artıp üretim yöntemlerinde modernleşme arzusu belirginleştikçe el
emeği ile yapılan bir kısım işlerin makinelere gördürülmesi teknolojik işsizliği meydana
getirmektedir.142
Buna rağmen fert başına fiziki gelir artışını mümkün kılan her teknolojik
gelişmenin kesinlikle işsizliğe yol açacağı iddia edilemez. Zira teknolojik gelişmenin
açıkta bırakacağı işgücünü talep artışından aldıkları cesaretle genişleyebilen tüketim ve
yatırım malları endüstrileri, işgücü talebi ve istihdam esnekliğinin elverişli olması ve
tüketim ve yatırım mallarına karşı talebin kişi başına gelir artışı ile aynı hızda artması
şartıyla sinelerinde kolaylıkla eritmek konusunda başarılı olurlar. Tam tersine herhangi
bir alanda gelir artışı diğer sahalarda efektif talepten ve istihdam esnekliğinden daha
yüksek oranlarda ilerlediği takdirde teknolojik işsizlik kaçınılmaz olacaktır.143
3.8.8 Gizli İşsizlik
Herhangi bir üretim dalında gereğinden fazla kişinin çalışması yani bir kısım
çalışanın üretime katkıda bulunmaması halinde ortaya çıkar. Teknik bilgi, organizasyon
140
Sevgi Güran, Makro Ekonomik Analize Giriş, Der Yayınevi, İstanbul, 1989, s.84,85.
Gürak, s.332.
142
Özhan Uluatam, Makro İktisat, Savaş Yayınları, Ankara, 1998, s.329.
143
Ülgener, s.117.
141
51
ve sermaye miktarı ve kalitesinde bazı önemsiz değişmeler ile birlikte, bir kısım
işçilerin çekilmesine rağmen toplam hâsıla aynı kalıyorsa bu işten çekilenler gizli
işsizdirler. Genellikle iktisaden geri kalmış veya az gelişmiş ülkelerde çok rastlanan
gizli işsizliği, marjinal verimliliği sıfır ya da sıfırın altında olan işçilerin durumu olarak
tanımlayabiliriz. Bu tür işsizliğin tespit edilmesi açısından sağlıklı istatistik yapılması
genellikle zordur. Bu tür işsizliğin sebebi üretim araçlarının yani sermayenin ve
organizasyonun yetersizliğidir.144
Örneğin, gelişmekte olan ülkelerde, işgücünün genellikle baştan itibaren
verimli olarak istihdam edilemediği görülmektedir. Bu durum özellikle tarım
sektöründe daha da belirgindir. Tarım sektöründe çalışanların başka bir sektöre geçmek
istemeleri dahi genellikle bu sorunu çözmeye yetmemektedir. İyi işletme hesabı ve
kontrolü yapamayan toprak sahipleri yahut kapitalist tarım kesiminin ücret ödeme
karşılığı çalıştırdıkları işçilerin miktarı da iş hacminin gerektirdiği işçi miktarının
üzerinde olabilir ki bu az da olsa gizli bir işsizliğin bulunduğuna işarettir. 145
Kırsal kesimde faaliyet gösteren gizli issizlerin sayısı bazen çok artar. Bu
sebeple bu issizlerin bir kısmı, çalıştığı sektörü terk edip kentlere göç etmek zorunda
kalırlar. Kentlerde is olanakları da sınırlı olduğundan, meslekleri de olmayan bu iş gücü,
ayakkabı boyacılığı ve seyyar satıcılık gibi verimliliği çok düşük isler bularak
geçimlerini temin etmeye çalışırlar. Verimliliği çok düşük hatta sıfır olan bu islerde
çalışan işgücünü de gizli issizler sınıfına dahil etmek gerekir.146
Öte yandan sanayi, ticaret ve hizmetler kesiminde, birçok alanda firma
büyüklüğünün ve her bir firmanın iş hacminin çok küçülmesi pahasına firmaların ve
çalışanların adedinin artması, gizli işsizliğin bulunduğuna işaret edebilir. İstihdam ettiği
personel miktarını tayin ederken verimlilik ve karlılık yanında politik amaçlarla veya
sosyal adalet gayesiyle hareket eden, aynı zamanda bürokrasiye geniş yer veren devlet
işletmelerinde ise gizli işsizliğin bulunacağı aşikardır.147
144
Özgüven, s.411.
Hiç, Büyüme Teorileri ve Gelişen Ekonomiler, s.259.
146
Dinler, s.451.
147
Hiç, a.g.e., s.259.
145
52
II. BÖLÜM
1990’DAN
GÜNÜMÜZE
TÜRKİYE’DE
EKONOMİK
BÜYÜME, İSTİHDAM VE İŞSİZLİK ARASINDAKİ İLİŞKİLER
4.
TÜRKİYE’DE
EKONOMİK
BÜYÜMEYİ
ETKİLEYEN
FAKTÖRLER VE BU KAPSAMDA EKONOMİK BÜYÜMENİN YAPISI VE
ÖZELLİKLERİ
Bundan önceki bölümlerde genel olarak ele aldığımız büyüme, işsizlik ve
istihdam konuları, izleyen bölümlerde Türkiye açısından ele alınacaktır. Bu bölüm ise
bir geçiş niteliğinde olup ülkemiz özelinde ekonomik büyüme ile etkileşim içinde olan
değişik konuların, ekonomik büyüme ile ilişkilerinin etki derecelerinin değişik
araştırmacılar tarafından ortaya konulmasından ibarettir. Bütün bunlar izah edilirken
ülkemizin büyüme yapısının şifreleri de bir nebze olsun ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.
Bu bakımdan öncelikle Türkiye’de büyüme oranlarının davranışının analizine yer
verilmiş, daha sonra ise istikrarsız büyümenin kaynaklarının, enflasyonun, yabancı
sermayenin, kamu büyüklüğünün, ticari ve finansal dışa açıklığın, verimlilik
performansının, teknolojik yeteneğin, kayıt dışı ekonominin ve işsizlik oranlarının
büyümeye etkileri ve tüm bu faktörlerin büyüme ile ilişkileri, değişik bilimsel
çalışmalar referans gösterilerek ortaya konulmaya çalışılmıştır.
4.1 Büyüme Oranının Davranışının Analizi
Türkiye ekonomik büyümesinin kaynaklarının araştırılmasından ziyade
büyüme oranının davranışı üzerinde durulmuş olan ve 1950 – 2001 dönemini kapsayan
bir çalışmada elde edilmiş olan bulgular özetle şöyledir: 1950 – 2001 dönemini
kapsayan 50 yıllık bir süreç içerisinde, planlı veya plansız hangi dönemlere ait olursa
olsun, hedeflenen, öngörülen büyüme oranlarının başarılı olamadığı ya da devam
ettirilemediği ortaya çıkmıştır. Ancak büyüme oranının uzun dönemde yıllık sürekli
bileşik %4,3 oranı ile büyüdüğü, bunun üzerine her çıktığında bir veya birkaç dönem
sonra bu oranın altına indiği ve sürekli dalgalandığı belirlenmiştir. Bunun Türk
ekonomisinin gelişme olanak ve potansiyellerinin değerlendirilmesi açısından bazı
53
önemli sonuçları olacağı açıktır. Kuşkusuz, büyüme oranındaki düşüş ve arazların
ortaya çıkmasına her seferinde olmasa bile, en şiddetli derecede, dış ticaret krizleri ve
müteakip devalüasyonlar eşlik etmiştir. Dolayısı ile bir dönem yükselişe geçen talep
harcama büyüklükleri ve artan faktör gelirleri devalüasyon etkisi ile bastırılmış ve bazı
dönemler yine bu gelişmelere paralel kaynak ve servet transferleri meydana gelmiştir.148
4.2 Türkiye’de Ekonomik Büyüme ile Nedensellik İlişkisi Kurulan
Faktörler
4.2.1 İstikrarsız Büyümenin Kaynakları ve Ekonomik Büyümeye Etkileri
Bir başka çalışmada da Türkiye’de istikrarsız büyümenin kaynakları ve
ekonomik büyümeye etkileri 1983 – 2003 dönemi için araştırılmıştır. Bu çalışmada,
1983-2003 döneminde büyüme ile başlıca makro ekonomik istikrarsızlık göstergeleri
olan; kısa vadeli sermaye hareketleri, cari açıklar, kamu açıkları, reel faiz ve enflasyon
arasındaki ilişki belirlenmeye çalışılmıştır. Analiz sonuçları, kısaca Türkiye’de
büyümenin seyrini kısa vadeli sermaye hareketleri ve cari açıklar başta olmak üzere,
sırasıyla kamu açıkları, reel faiz ve enflasyonun istikrarsız kıldığını göstermektedir.
Ayrıca, istikrarsız büyümenin daha düşük bir ortalama büyümeye neden olduğu tespit
edilmiştir.149
4.2.2 Enflasyon ve Ekonomik Büyümeye Etkileri
1990’lı yıllardan 2000’li yılların başlarına kadar ülkemizde süren kronik ve
yüksek enflasyon özellikle incelenmeye değer bir konudur. Ancak araştırma
konumuzun içeriği buna izin vermemekle beraber enflasyon büyüme ilişkisine biraz
daha değinmek yerinde olacaktır. İktisat yazınında enflasyon ve büyüme arasındaki
ilişki konusunda gerek teorik ve gerekse ampirik çalışmalarda genel bir eğilim ortaya
çıkmamıştır. Günümüzde kabul gören görüş, kısa dönemde enflasyon ve büyümenin
aynı yönde hareket ettikleri, orta ve uzun dönemde ise bu ilişkinin ters yönde
olduğudur. Türkiye örneği incelendiğinde, enflasyonun büyümeyi olumsuz yönde
etkilediği gözlenmektedir. Özellikle 1970’li yıllardan itibaren enflasyonun hızla artması
148
Mehmet Fuat Beyazıt, Türkiye Ekonomisi ve Büyüme Oranının Sürdürülebilirliği, Doğuş Üniversitesi
Dergisi, Sayı:5, İstanbul, 2004, s.98.
149
Tarı, Kumcu, s.176,177.
54
ekonomik ve sosyal yaşamda belirsizliklerin ortaya çıkmasında etkili olmuş ve bu süreç
potansiyel büyüme eğilimini azaltmıştır. Gerek 1970-1999 dönemine ait enflasyon ve
büyüme
seyri,
gerekse
yapılan
pek
çok
ekonometrik
çalışma
bu
görüşü
doğrulamaktadır.150
4.2.3 Yabancı Sermaye ve Ekonomik Büyümeye Etkileri
Başka bir çalışmada 1996 – 2006 döneminde yabancı sermaye ekonomik
büyüme ilişkisi incelenmiş ve aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır. Yapılan söz konusu
çalışmada, yabancı sermaye hareketleri ayrıştırılarak, yabancı sermayenin Türkiye’deki
gerek tasarruf gerekse de büyüme üzerindeki etkileri VAR tekniği kullanılarak analiz
edilmiştir. Yapılan ekonometrik analiz ile iki önemli sonuç elde edilmiştir. İlk olarak,
doğrudan yatırımlar hem kısa hem de uzun vadede yurtiçi tasarrufları arttırırken, kısa
vadeli sermaye hareketlerinin yurtiçi tasarruflar üzerinde hem kısa hem de uzun
dönemde negatif bir etki yarattığı tespit edilmiştir. İkinci olarak ise, uzun dönemde
doğrudan yatırımlar ve kısa vadeli sermaye hareketleri ekonomik büyümeyi pozitif
yönde etkilerken, kısa dönemde ekonomik büyümenin yurtiçi tasarrufları negatif yönde
etkilediği sonucuna ulaşılmıştır.151
Ancak bir başka çalışmada doğrudan yabancı sermaye ile ekonomik büyüme
arasındaki ilişkiler konusunda nedensellik ilişkisine rastlanılmamıştır. Araştırma 1994 –
2004 dönemini kapsamış olup sonuçları şöyledir: Çalışmada doğrudan yabancı sermaye
girişlerinin önceki dönemlere göre nispi olarak daha fazla hız kazandığı 1994 – 2004
döneminde, Türkiye’nin ihracat ve büyüme performansına olan etkileri araştırılmıştır.
Ekonometrik testlere göre sadece ihracat ile gayrisafi yurt içi gelir arasında anlamlı bir
sonuç bulunmuştur. Buna göre, ihracat ekonomik büyüme için bir neden
oluşturmaktadır. Diğer kombinasyonlarda anlamlı bir sonuç bulunmamış, Granger
nedenselliğine rastlanmamıştır. Buna göre ihracat kaynaklı büyüme hipotezi Türkiye
örneğinde desteklenmekte, fakat doğrudan yabancı yatırımların ihracat ve büyüme
150
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, “Türkiye’de Enflasyon ve Büyüme İlişkisi: Genel Bir Değerlendirme”,
1999, http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/konusma/tur/2000/enflasyon.html, (03.02.2009), s.9.
151
İbrahim Örnek, “Yabancı Sermaye Akımlarının Yurt İçi Tasarruf ve Ekonomik Büyüme Üzerine Etkisi:
Türkiye Örneği”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 63-2, httpwww.politics.ankara.edu.tr, (03.02.2009), s.215.
55
üzerindeki anlamlı bir etkiye yol açması için konu ile ilgili iktisat politikalarının
geliştirilmesi gerekmektedir.152
4.2.4 Kamu Büyüklüğü ve Ekonomik Büyümeye Etkileri
Bir başka çalışmada ise 1971 – 1999 döneminde kamu büyüklüğü ile ekonomik
büyüme ilişkisi incelenmiş ve aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır. Türkiye’de 1970-1999
dönemine
baktığımızda
kamu
büyüklüğünün
arttığı
gözlenmektedir.
Kamu
büyüklüğündeki bu artışın iktisadi büyüme ile birlikte gerçekleştiğini gösteren ampirik
çalışmalar yapılmıştır. Çalışmada kamu büyüklüğü ile büyüme arasındaki ilişki, 19711999 yılları için, iki sektörlü üretim fonksiyonu esas alınarak analiz edilmeye
çalışılmıştır. Türkiye’de incelenen dönemde çok kuvvetli olmamakla birlikte kamu
büyüklüğü (Kamu harcamaları/gayri safi yurt içi gelir) ile büyüme arasında negatif bir
ilişkinin olduğu gözlenmektedir. Yani gayri safi yurt içi gelirden kamu harcamalarına
ayrılan pay arttıkça büyüme azalmaktadır. Bunun en önemli sebebi, kamu
harcamalarındaki artışın yozlaşmaya yol açması, dolayısıyla kaynakların etkin ve
verimli kullanımını engellemesidir. Kamu harcamalarındaki artış ile büyüme arasında
ise, pozitif bir ilişki tespit edilmiştir. Yani kamu harcamalarındaki artış, özel sektör
yatırımları için uygun ortam yaratarak büyümeyi hızlandırmaktadır. Sermaye
birikimindeki ve işgücü stoğundaki artışın da büyümeyi olumlu yönde etkilediği
sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca kamu büyüklüğündeki artış, özel yatırımları dışlama etkisi
yaratarak da büyümeyi geciktirebilir.153
4.2.5 Ticari ve Finansal Dışa Açıklık ve Ekonomik Büyümeye Etkileri
1990: ila 2006:4 dönemini kapsayan bir başka çalışmada ise ticari ve finansal
dışa açıklık ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki incelenerek aşağıdaki sonuçlara
ulaşılmıştır. Çalışmadan elde edilen bulgulara göre, uzun dönemde ekonomik büyüme
ile ticari dışa açıklık arasında pozitif, finansal dışa açıklık arasında ise negatif ilişki söz
konusudur. Buna göre finansal dışa açıklık sabitken, Türkiye’de ticari dışa açıklıktaki 1
152
Ali Şen, Murat Karagöz, “Türkiye’deki DoğrudanYabancı Sermaye Yatırımlarının Büyüme ve İhracata
Etkisi”, httpiibf.kocaeli.edu.trcekosskkitap5042.pdf, (03.02.2009), s.1075.
153
Nısfet Uzay, “Kamu Büyüklüğü ve Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkileri: Türkiye Örneği (1970 – 1999)”,
Temmuz-Aralık 2002, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, sayı:19,
httpiibf.erciyes.edu.trdergi08_Uzay.pdf, (03.02.2009), s.169.
56
birimlik artış büyüme oranını 0,22 birim artırmaktadır. Benzer şekilde ticari dışa açıklık
sabitken, finansal dışa açıklıktaki 1 birimlik artış ise büyüme oranını 0,50 birim
düşürmektedir. Bu sonuç, Türkiye’de mali liberal politika uygulamalarının yabancı
yatırımcı açısından risk unsurunu artırıcı şoklar ve krizler karşısında makroekonomik
uyumu zorlaştırıcı etkilerinin olduğunu ve bu etkilerin büyümeyi olumsuz etkilediği
göstermektedir. Elde edilen bir başka sonuç, uzun dönemde Türkiye’nin ekonomik
büyümesi üzerinde finansal dışa açılmanın negatif etkisinin, ticari dışa açılmanın pozitif
etkisinden daha büyük olduğunu söylemenin mümkün olduğudur. Ekonomik büyüme
ile ticari ve finansal dışa açıklık arasında karşılıklı nedensellik ilişkisi bulunmaktadır.
Ayrıca, büyüme oranında yaşanan en belirgin kırılmaların, ekonomik krizlerden
kaynaklandığı sonucuna ulaşılmıştır.154
4.2.6 Verimlilik Performansı ve Ekonomik Büyümeye Etkileri
Günümüzde çok önem atfedilen bu konu biraz daha ayrıntılı ele alınacak ve
konu verimlilik ve teknolojik yeteneklerin ekonomik büyümedeki önemleri olmak üzere
iki ayrı aşamada incelendikten sonra verimlilik performansının ekonomik büyümeye
etkisi konusu ele alınacaktır.
4.2.6.1 Ekonomik Büyümede Toplam Faktör Verimliliğinin Önemi
Uluslararası büyüme kuramı, bize büyümenin kaynağının iki tür etkene bağlı
olduğunu göstermektedir. Bunlar, emek ve sermaye faktörlerinin katkıları ve toplam
faktör verimliliğidir. Ne yatırımlar, ne de toplam faktör verimliliği Türkiye’de sürekli
bir artış göstermiştir.155 Gelişmiş ülkelerde ise büyümeye en önemli katkının toplam
faktör verimliliğinden geldiğini görüyoruz. Ülkemizde ise büyümenin verimlilikten
kaynaklanmadığı ampirik olarak da kanıtlanmış, büyümeyi özellikle sermaye
birikimindeki artış olmak üzere girdi artışının sağladığı tespit edilmiştir. Ülkemizde
verimlilik artışının önündeki en önemli engelleri ortadan kaldıracak önerilerden biri,
doğru ve uygun teknolojilerin kullanımını öngören bir teknoloji politikasının
154
Sevda Yapraklı, “Ticari ve Finansal Dışa Açıklık ile Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişki: Türkiye Üzerine
Bir Uygulama”, 2007-06-08, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi, sayı:5,
httpeidergisi.istanbul.edu.trsayi5iueis5m4.pdf, sayı:5, (03.02.2009), s.82,83.
155
Sumru Altuğ, “Türkiye’de Büyüme, Yapısal Dönüşüm ve Dış Ekonomik Gelişmeler”, Uluslar arası Ekonomi
ve Dış Ticaret Politikaları, 2006, Konjonktür İzleme Dergisi, Sayı:1,
httpwww.dtm.gov.trdtmadminuploadEADKonjokturIzlemeDbdergi2006, (03.02.2009), s.5.
57
oluşturulması ve bu politikayı besleyecek ve teknolojik gelişmeyi sağlayacak araştırma
ve geliştirme etkinliklerine destek olunması gerektiğidir.156
4.2.6.2 Ekonomik Büyümede Teknolojik Yeteneğin Önemi
Bilgiyi üretme, kullanma ve yayma yeteneği olarak tanımlanabilecek
teknolojik yetenek, uluslararası rekabet gücünün, ekonomik büyümenin ve toplumların
refahının en belirleyici unsuru haline gelmiştir. Bir ülkenin bilim ve teknoloji yeteneğini
yükseltmesi, yeni teknoloji üretmeyi, onu özümsemeyi ve bu teknolojiyi tüm ekonomik
faaliyet alanlarına yayarak ileri teknolojik kullanma yetkinliğidir. Ayrıca, bu süreç söz
konusu teknolojileri bir üst düzeyde yeniden üretebilme becerisini kazanma ve bu
becerileri bilimsel bilgi üretimi yönünde derinleştirmeyi de içine almaktadır. Teknolojik
yeteneğin temel unsurlarından olan araştırma geliştirme harcamalarının önemli bir
özelliği, bir ülkenin veya sektörün teknolojik yeteneğini tanımlamakta yaygın olarak
kullanılan değişkenlerden biri olmasıdır. Bu kapsamda, araştırma geliştirme harcaması,
sadece yeni bilimsel veya teknolojik bilgi ortaya koyma veya mevcut bilgilerin mal ve
hizmet üretimine yönelik olarak uygulanması açısından değil, aynı zamanda teknoloji
yeteneğini kazanma sürecinde büyük önem arz eden bilgi birikimi ve deneyim
kazanmanın en temel araçlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.157
Ancak günümüzde çağdaş araştırma ve geliştirme maliyeti o kadar yüksektir ki
Avrupa ülkelerinin çoğunda araştırma ve geliştirme faaliyetleri öteden beri kamu
fonlarıyla finanse edilmektedir. Dünyanın en büyük ve en zengin özel kuruluşlarının
bulunduğu Amerika’da hiçbir kuruluş tek başına araştırma ve geliştirmeyi finanse
edememekte ve bu amaçla özel firmaların araştırma fonlarını birleştirmek için özel bir
yasa bile çıkarılmış bulunmaktadır.158
Ülkemizde ise durum farklıdır. Kamu ve özel kesim araştırma ve geliştirmeye
yeterli kaynak ne yazık ki ayırmamaktadır. Türkiye’nin araştırma geliştirme
harcamalarının gayri safi yurt içi harcamaya oranı petrol ihraç eden ülkeler ve Avrupa
156
Nısfet Uzay, Verimlilik ve Büyüme, Nobel Yayıncılık, No: 330, Ankara, 2005, s.114.
İbrahim Arısoy, “Türkiye’de Sanayileşme ve Temel Göstergeler Açısından Sanayinin Gelişimi”,
http://sosyalbilimler.cu.edu.tr/dergi/dosyalar/2005.14.1.196.pdf, (12.12.2008), s.60,61.
158
Ahmet Kılıçbay, Türk Ekonomisi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Yayın No:263, İstanbul, 1994, s.423.
157
58
Birliği ortalamasının yaklaşık dörtte biri kadardır.159 Buna rağmen insanlarımızın
yetenekleri sayesinde yaparak öğrenme, taklit ve kopyalama uygulamaları ile araştırma
geliştirme açığını geçici olarak kapattığını, fakat 1996 yılı başından itibaren gümrük
birliğine katılan ülkemizin taklit ve kopyalama sürecini sürdürmesinin güçleştiğini
söylemek mümkündür.160
Türkiye elektronik devrimin etkilerini 1990’lı yıllardan itibaren yoğun biçimde
yaşamaya geçmiştir. Mikro-elektronik devrimi mal ve hizmet üretiminde sermaye
yoğunluğunu artırarak emek ikamesi oluşturduğu ölçüde, teknolojik işsizlik meydana
getirmiş ve getirmektedir. Krizlerde rekabet gücünü artırma ve ihracata yönelme
baskısına giren firmalar maliyeti düşürmek için teknolojiyi yenilerken, krizlerin dolaylı
etkisi olarak ister istemez teknolojik işsizliğin de kaynağı olmuşlardır. Bunlara
örgütlenme beceriksizliklerinin, başta yüksek eğitim kademelerinde olmak üzere
eğitimin piyasa talebine uygun olmayan yapısının ya da piyasanın kabul etmediği kadar
düşük vasıfta insan gücü arzının meydana getirdiği, krizlerden bağımsız, uzun vadeli
sorunlarla bağlantılı işsizliği de eklemek gerekir.161
Yukarıda söz ettiğimiz çalışmalara benzer önemli bir başka çalışmada ise
1972-1997 döneminde ve bu dönemde uygulanan gelişme stratejileri çerçevesinde,
Türkiye ekonomisinin verimlilik performansı, toplam ve kısmi faktör verimliliği
göstergeleri hesaplanarak başlıca OECD ülkeleriyle kıyaslamalı olarak incelenmiştir.
Bilindiği üzere bu dönem aralığı ithal ikameci ve dışa açık politikaların birbirinin
ardından uygulandığı dönemleri kapsamaktadır. Çalışma sonucu elde edilen bulgular
kısaca şöyledir: OECD ülkelerinde toplam faktör verimliliği düzeyi ve bu düzeydeki
artışla, sırasıyla, milli gelir düzeyi ve milli gelir düzeyindeki artış arasında pozitif yönlü
bir ilişki olduğu doğrulanmıştır. Türkiye ekonomisinde toplam faktör verimliliği diğer
159
İbrahim Arısoy, “Türkiye’de Sanayileşme ve Temel Göstergeler Açısından Sanayinin Gelişimi”,
http://sosyalbilimler.cu.edu.tr/dergi/dosyalar/2005.14.1.196.pdf, (12.12.2008), s.61.
160
Parasız, Ekonomik Büyüme Teorileri, s.224.
161
Gülten Kazgan, “1990 Sonrası Yıllarda Türkiye’de Krizler ve İşsizlik; Çalışanlar ve Sosyal Güvenlikleri İçin
Çözümler Açısından Bir İrdeleme”, 17-18 Mayıs 2002, http://www. kazgan.bilgi.edu.trmain.aspp=makaleler,
(14.06.2009), s.3.
59
OECD ülkeleriyle kıyaslanmayacak ölçüde düşük çıkmıştır. Ayrıca bu ülkelerde
gözlenen genel eğilimin aksine, önemli bir gelişme gözlenmemiştir.162
4.2.7 Kayıt Dışı Ekonomi ve Ekonomik Büyümeye Etkileri
Türkiye’de kayıt dışı ekonominin 1970-2005 dönemi için tahminini ve büyüme
ile arasındaki ilişkiyi test etmeyi amaçlayan bu çalışma kayıt dışı ekonomiyi belirtilen
dönem içinde geliştirilmiş parasal oran yöntemine göre %17 ile %130 arasında değişen
oranlarda bulmuştur. Kayıt dışı ekonominin büyüme üzerinde nasıl bir etki meydana
getirdiği konusunda tam bir fikir birliği bulunmamakla birlikte, etkinin pozitif, negatif
ya da belirsiz olduğu tartışılan konular arasındadır. Türkiye’de kayıt dışı ekonominin
boyutları yapılan tahmin sonuçlarına göre oldukça yüksek bulunmuştur. Bu seviyedeki
bir kayıt dışı ekonominin ekonomik büyüme ile ilişkisini test etmek amacıyla
ekonometrik bir tahmin yapılmıştır. Yapılan tahmin sonucunda elde edilen kayıt dışı
ekonomi rakamlarına göre Türkiye’de kayıt dışı ekonomi ile büyüme arasındaki ilişki
Granger Nedensellik testine göre test edilmiş; kayıt dışı ekonomiden büyümeye yönelik
bir nedensellik ilişkisi olduğu gözlenmiştir. Kayıt dışı ekonominin büyüme üzerindeki
etkisini ortaya koyabilmek amacıyla yapılan regresyon analizinde kayıt dışı ekonominin
büyüme üzerinde pozitif bir etki meydana getirdiği görülmüştür. Bu sonuç, kayıt dışı
ekonominin büyüme üzerinde pozitif yönlü bir etki meydana getirdiği şeklindeki teorik
çerçeveyi destekler niteliktedir. Bu da ele alınan dönem içerisinde Türkiye’de yüksek
kayıt dışı faaliyetlerin ekonomik büyüme üzerinde olumlu bir etki meydana getirdiğini
göstermektedir.163
4.2.8 İşsizlik Oranları ve Büyüme İlişkisi
Yukarıda sözünü ettiğimiz çalışmalara ek olarak yapılan bir başka çalışmada
ise işsizlik oranları ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki incelenerek aşağıdaki
sonuçlara ulaşılmıştır. Türkiye ekonomisi tarihi incelendiğinde görülecektir ki, ekonomi
daima büyüme eğiliminde olduğu halde sürdürülebilir bir büyüme sağlanamamıştır.
162
Şeref Saygılı, Cengiz Cihan, Hasan Yurtoğlu,”Verimlilik ve Büyüme: Türkiye Ekonomisi İçin Ülke
Karşılaştırmalı Bir Analiz”, Sayıştay Dergisi, Sayı: 43, http://www. tusiad.orgyayingorus4710.pdf, (07.06.2009),
s.49.
163
Gülsüm Akalın, Ferdi Kesikoğlu,”Türkiye’de Kayıt Dışı Ekonomi ve Büyüme İlişkisi”, 2007, Zonguldak
Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, cilt:3, sayı:5, httpiibf.karaelmas.edu.trsbdmakaleler13039245200703005071087.pdf, (13.02.2009), s.85.
60
Ayrıca işsizlik sorununu da önlenememiştir. Bunun birçok ekonomik ve sosyal nedeni
bulunmaktadır. Yapılan araştırma sonucunda Türkiye ekonomisinde büyüme oranı ile
işsizlik oranı arasında karşılıklı bir nedensellik ilişkisinin bulunmadığı ortaya çıkmıştır.
Nedensellik ilişkisinin yönü sadece işsizlik oranından büyüme oranına doğru
bulunmakta, büyüme oranından işsizlik oranına doğru bir nedensellik ilişkisi ise
bulunmamaktadır. Bir başka ifade ile Türkiye ekonomisinde işsizlik, iktisadi büyümeyi
etkileyen faktörler içinde yer aldığı halde iktisadi büyümenin yüksek veya düşük oranda
gerçekleşmesi işsizliğin oluşmasında veya işsizliğin önlenebilmesinde her hangi bir
etkiye sahip bulunmamaktadır. Bu sonuç da bize özellikle son yıllarda Türkiye
ekonomisinde büyüme oranının yüksek seviyede gerçekleşmesine rağmen işsizlik
oranında gerçekleşen yüksek oranları açıklamaktadır. Bir başka ifade ile işsizlik
oranında gerçekleşen yüksek seviyenin nedenlerinin büyüme oranı ile ilişkisinin
bulunmadığını
işsizliğin
oluşmasının
başka
faktörlere
bağlı
bulunduğunu
açıklamaktadır. Türkiye ekonomisinde nedensellik ilişkisinin yönünün sadece işsizlik
oranından büyüme oranına doğru olması, Solow büyüme modeli ile izah edilebilir.
Solow modelinde iş gücü dışsal bir faktördür. Nüfus artışına bağlı olarak artar. Çünkü
iktisadi büyüme oranı, işsizlik oranından etkilenmektedir.164
5.
TÜRKİYE’DE
İSTİHDAM
VE
İŞSİZLİĞİN
YAPISI
VE
ÖZELLİKLERİ
Bu bölümümüzde ise ülkemizde işsizlik sorununun ele alınış biçimleri,
istihdam politikaları, özel olarak tarım kesiminin, nüfus, işgücü ve istihdamın ana
karakteristik yapıları, sektörlere, iş pozisyonlarına ve eğitim düzeyine göre istihdam
konuları değerlendirilmiş, bölümün sonuna doğru ise ülkemiz için hayati önem arz eden
kayıt dışı istihdam ve eksik istihdam olguları ele alınmıştır.
5.1 Genel Olarak İşsizlik Sorunu ve İstihdam Politikaları
Türkiye’de
istihdam
politikalarının
gelişimi
incelendiğinde,
işsizlikle
mücadeleye yönelik önlemlerin ilk beş yıllık kalkınma planından itibaren tüm kalkınma
planlarında
yer
aldığı
görülmektedir.
164
Genel
olarak,
kalkınma
planları
Özlem Göktaş Yılmaz, Türkiye Ekonomisinde Büyüme ile İşsizlik Oranları Arasındaki Nedensellik İlişkisi,
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi, Sayı: 2, İstanbul, 2005.11.29, s.74,75.
61
değerlendirildiğinde, planlarda işsizliğin temelde ekonomik büyümeye bağlı olarak
azaltılabilecek bir problem olarak görüldüğü anlaşılmaktadır. Ayrıca, planlarda
izlenmesi öngörülen birçok politika belirsiz ifadelerle yer almakta, bir planda ısrarla
üzerinde durulan önlem ve önerilere bir sonraki planda rastlanmamaktadır. Asıl
önemlisi hükümet değişiklikleri nedeniyle hazırlanan plan ve projelere genelde
süreklilik kazandırılamamıştır. Sonuç olarak ülkemizde planlı dönemden bugüne kadar
kapsamlı bir ulusal istihdam politikasının belirlenemediği ve hayata geçirilemediği
söylenebilir.165
İşsizlik, Türkiye’nin gündemindeki en önemli sorun olmaya devam etmektedir.
İşsizliğin giderilmesi için ekonomik büyümenin sağlanması, yani yatırımların
canlandırılması gerekmektedir. Türkiye’de mevzuat ve bürokrasiden kaynaklanan
engeller devam etmekte, başta enerji ve istihdam maliyetleri olmak üzere, dünyanın en
pahalı girdi maliyetleri ile üretim ve ihracat yapılmaya devam edilmektedir. Başta
hukuk ve mevzuat reformu olmak üzere, kamu yönetiminde keyfiliğin terk edilerek,
kural egemenliği anlayışı yerleşmediği sürece ve en az bunlar kadar önemli olan kamu
sektörünün israfçı ve verimsiz yapısı giderilmeyip, vergi ve sosyal güvenlik primlerinin
artırılmasıyla sorunlar çözümlenmeye çalışıldıkça, yatırım iklimi arzu edilen seviyeye
ulaşamayacaktır. Bu olumsuz koşullar devam ettiği sürece, ekonomik büyümenin
istihdama yansımayacağını söylemek yanlış olmayacaktır.166
Türkiye’de gelir düzeyinin düşük olması iç talebi düşürerek, toplam talep
yetersizliğinden kaynaklanan bir işsizliğe de neden olmaktadır. Bunlara ilaveten,
günümüzde yaşanmakta olan işsizlik, teknolojik ilerleme ve çalışma yaşamında
esneklikle bağlantılı bir sorun olarak gözükmektedir. İleri teknolojinin üretim sürecine
girmesiyle yaygınlaşan otomasyon emek faktörünün kullanımını hem en aza indirmekte
hem de esnek kullanımını uygun hale getirmektedir. Sonuç olarak ileri teknoloji, nitel
ve nicel olarak işgücü talebini değişime uğratarak işgücü arzının işgücü talebine
165
Süleyman Özdemir, Halis Yunus Ersöz ve İbrahim Sarıoğlu, İşsizlik Sorununun Çözümünde KOBİ’lerin
Desteklenmesi, İstanbul Ticaret Odası Yayınları, Yayın No: 45, İstanbul, 2006, s.129,130.
166
Neşe Algan, “Türkiye’de Kayıt Dışı Sektör: Boyutları, Etkileri ve Kayıt dışı Sektörü Küçültme Konusunda
Öneriler”, Ağustos 2004, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, İşveren Dergisi,
http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1028&id=58 (13.02.2009), par.11.
62
uyumsuzluğu durumunu ortaya çıkarmakta, bu da yapısal bir işsizliğe neden
olmaktadır.167
İşsizlik sorunu giderilmeden işgücü piyasasına her geçen gün yeni işsizlerin
katılması bu sorunun daha uzun süre devam edeceğinin bir göstergesi olmaktadır.
Ekonominin yeterince güçlü olmadığı ülkemizde istihdam ve işsizlik sorununun
önemini ve özelliklerini belirleyen başlıca nedenler arasında, hızlı nüfus artışını, iç ve
dış göçleri, yetersiz geliri, teknolojik gelişmeleri, bölgelerarası gelişme farklılıklarını,
yatırım politikalarındaki olumsuzlukları ve eğitim politikasındaki sorunları sıralamak
mümkündür.168
İstihdam ile ekonomik büyüme ve sosyal bütünleşme arasında çok güçlü bir
ilişki vardır. Ekonomi politikaları ve sosyal politikalar belirlenirken istihdam, bu
politikaların merkezine konulmalıdır. İşsizlikle mücadelede ekonomi politikalarının
yanı sıra başta insan kaynaklarının geliştirilmesi olmak üzere diğer aktif politikalara da
önem verilmelidir. İş yaratan, girişimciliği ve yaratıcığı geliştiren, istihdamı
cezalandırmayan, eğitim, mesleki eğitim ve yaşam boyu öğrenme ile işgücünün
istihdam edilebilirliğini artıran, küresel rekabette karşılaştırmalı üstünlükleri öne
çıkaran, istihdam dostu politikaların giderek daha da önem kazanacağı aşikardır. Sanayi
istihdamı dünyada önemini hala korusa da, küresel yapı gereği; hizmetler, bilişim,
mikro elektronik, nanoteknoloji ve bioteknoloji gibi sektörler istihdamda önemli roller
oynamaya başlamışlardır. Bu süreç dünyayla bütünleşen Türkiye’deki istihdam
yapısının da değişimini zorunlu kılmaktadır.169
Nihayet şu hususu da belirtmek gerekir ki; kısa dönemler için parasal ve
fiziksel kaynaklar veri olduğuna, bu kaynakların insan kaynaklarından bağımsız bir
şekilde kullanımı söz konusu olamayacağına ve işgücünün istihdamı diğer kaynakların
istihdamını da belirleyeceğine göre gayri safi milli gelir, insan kaynaklarının istihdam
derecesine ve işgücünün verimlilik oranına bağlı kalacaktır. Bu nedenle; Türk
ekonomisinde enflasyonist karakter taşımayan sürekli, makul ve aşırı kaynak sıkıntısı
167
Berrin Ceylan Ataman, Türkiye’de 2000-2005 Dönemi İşsizlik Üzerine Tartışmalar, İktisat İşletme ve Finans
Dergisi, Sayı: 239, Şubat, İstanbul, 2006, s.96,97.
168
Gediz ve Yalçınkaya, s.180.
169
Devlet Planlama Teşkilatı, 9. Kalkınma Planı, İşgücü Piyasası, s.1,2.
63
yaratmayan ekonomik büyümeyi sağlamaya, daha yüksek düzeyde istihdam yaratarak
işsizlik oranını azaltmaya dönük hükümet politikalarının uygulanması büyük önem
taşımaktadır.170
5.2
İstihdam
Piyasasının
İkili
Yapısı
ve
Tarım
Kesiminin
Değerlendirilmesi
Türkiye’de istihdam piyasasının yapısı, gelişmekte olan ülkelerin gösterdikleri
tipik özellikleri yansıtmaktadır. Bu yapı geleneksel ve modern kesim olarak ikili ve
parçalanmış bir görünüm arz etmektedir. Kırsal kesimde mevcut olan sosyal ve
ekonomik yapı içinde işgücünün incelenmesi ile yaşanan işsizliğin ve istihdam
sorununun nedenleri önemli ölçüde açıklığa kavuşmaktadır.171
İşgücü talebinin birçok boyutu bulunmaktadır. Bu boyutlardan en önemlisi,
işgücünün sektörel dağılımıdır. Ekonomideki sektörlerin çalışacak kişiler açısından
yarattığı ve yaratacağı talep, ekonomik gelişmenin aşamalarına göre farklılıklar
göstermektedir. Tarihsel olarak en eski istihdam alanları tarım sektöründe olmuştur.
Türkiye’de ise tarım sektörü her zaman önemli bir istihdam alanı oluşturmuştur.172
Tarımsal istihdamın toplam içinde ortalama % 5’ lik bir paya sahip olduğu
gelişmiş sanayi ülkeleri ile istihdamın % 45’ nin tarım sektöründe bulunduğu
gelişmekte olan ülkeler arasında işsizlik açısından bir karşılaştırma yapıldığında önemli
bir farklılık ortaya çıkmaktadır. Tarımı çok büyük bir paya sahip ülkelerde toplam
işsizlik oranları genellikle çok düşük çıkmaktadır.173 Gelişmiş ülkelerde sanayi ve
hizmetler kesimi istihdamda büyük paya sahip iken, gelişmekte olan ülkelerde tarım
kesimi ağırlıklı istihdam yapısı söz konusudur.174
170
Üzeyme Doğan, “İstihdam-Verimlilik-Eğitim İlişkileri”, httpdergiler.ankara.edu.trdergiler424805574.pdf
(07.06.2009), s.229.
171
Berrin Ceylan Ataman, İşgücü Piyasası ve İstihdam Politikasının Temel Prensipleri, A.Ü. SBF İstihdam ve
Danışmanlık Hizmetleri Eğitim Programı, Ankara, 1999, s.92.
172
Dilek Eyüboğlu, 2001 Krizi Sonrasında İşsizlik ve Çözüm Yolları, MPM Yayınları, Yayın No: 674, Ankara,
2003, s.42.
173
Seyfettin Gürsel ve Veysel Ulusoy, Türkiye’de İşsizlik ve İstihdam, Yapı ve Kredi Bankası Yayınları, İstanbul,
1999, s.82.
174
Rıdvan Karluk, Türkiye Ekonomisi: Tarihsel Gelişim, Yapısal ve Sosyal Değişim, Beta Yayıncılık, İstanbul,
2002, s.22.
64
Türkiye’de tarımsal istihdamda gizli işsizlik yaşanmakta ve işgücü verimliliği
düşük seyretmektedir. Bütün istihdamın önemli bir bölümünü tarım sektörü
karşılamakla beraber, tarımın toplam istihdam içindeki payı giderek azalmaktadır.
Ayrıca sadece tarım kesiminde değil, Türkiye genelinde işgücü verimliliğinin
düşüklüğünden de söz edilebilir. Bunun yanı sıra yeni iş meydana getirmede yetersiz
kalınması
da
istihdamın
yapısal
özellikleri
arasındadır.
Çalışanların
büyük
çoğunluğunun gelir düzeyi yetersiz olup ücretliler istihdam edilenlerin içinde düşük bir
oranı oluşturmaktadır. Kayıtsız çalışanların da oranı yüksektir.175
Türkiye, 1960’lardan bu yana işsizlikle mücadele etmektedir. İstihdam ve
işsizlik sorunu her geçen gün daha da ağırlaşmaktadır. Türkiye’deki işsizliğin nedeni,
gelişmiş ülkelerdekinden farklı olarak küreselleşme ve teknolojik ilerleme değil,
yetersiz büyüme ve sermaye kıtlığıdır. Ülkemizde istihdam artışları ekonomik
büyümenin gerisinde kalmakta, tarım sektörünün istihdamdaki ağırlığı devam etmekte,
toplam istihdam içinde ücretli kesimin payı artırılamamaktadır. Türkiye’de işsizliği
doğuran bir diğer neden, tarım sektörünün gayri safi yurt içi gelirdeki payının
düşmesine rağmen, bu sektörün istihdamdaki payının hala büyük olmasıdır. Tarımın
ekonomideki önemi azalırken, nüfusun önemli bir kısmı geçimini tarımla sağlamaya
devam etmektedir.176
Türkiye’de tarım istihdamının toplam istihdam içindeki payı yaklaşık %35
düzeyindedir. Tarımda egemen olan istihdam biçimi ise ücretsiz aile işçiliğidir. Ücretsiz
aile işçiliğinin istihdam biçimi ise büyük çapta gizli işsizliktir. Bu nedenle işsizlik
olgusuna bakılırken belki de tarım dışı sektörlerdeki işsizliği temel almak işsizlik ile
mücadele politikaları geliştirirken daha gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. Tarımda
yaşanan gizli ve açık işsizliği ise tarımsal üretim ve tarım gelirleri politikaları ile ayrıca
ele almak gerekir.177 Tarım sektörü, aile işletmelerine dayalı üretim yapan, kadın
istihdam eden bir yapıya da sahiptir ve büyük ölçüde mevsimlik dalgalanmalardan
175
Eyüboğlu, a.g.e., s.31,32.
Nusret Ekin, Türkiye’de Yapay İstihdam ve İstihdam Politikaları, İstanbul Ticaret Odası Yayınları, İstanbul,
2000, s.244.
177
İşkur, “Arka Plan” httpstatik.iskur.gov.trtrdis_iliskilerkisa_ulke_raporu.htm, (12.12.2008), par.9.
176
65
etkilenir. Son yıllarda tarım sektöründeki yoğunluğun hızlı kentleşmeyle birlikte
şehirlere, burada da kayıt dışı istihdama yöneldiği görülmektedir.178
5.3 Nüfus, İşgücü ve İstihdam
Tarihe baktığımızda geçmişten bu güne kadar gelen tüm sanayi öncesi
toplumlarda ve sanayi toplumlarında nüfusun nicelik ve niteliği ile o toplumun
ekonomisi arasında bir takım ilişkilerin var olduğu görülür. Nüfus, gerek nicelik gerekse
de nitelik olarak ekonomi üzerinde dönüştürücü etkilere sahiptir.179 İşgücü piyasasının
arz yönünü belirleyen faktör olan nüfusun miktarı; yapısı ve kullanılış şekline bağlı
olarak istihdamın yapısını etkilemektedir. Nüfus artış hızı, işgücü artış hızını belirleyen
temel değişkendir. Bu bakımdan işgücü arzındaki artış hızı dolaysız olarak nüfus artış
hızı ile ilgilidir.180
İşgücü arzı, bir ekonomide toplam nüfus içinde ekonomik faaliyete katılmak
isteyenlerin toplam sayısını ifade eder. Emek arzının kaynağı olan genel nüfus miktarı
bütünüyle emek arzına dahil değildir. 15 yaşından aşağı çocuklarla, 64 yaşından yukarı
yaşlılar çalışma çağı dışında kabul edilir.181 15-64 yaşları arasındakilerin oluşturdukları
nüfusa ise aktif nüfus denilmektedir. Aktif nüfus tanımlaması, bu yaştakilerin aktif ve
çalışır durumda olduğunu göstermemektedir. Bu yaş grubu çalışan nüfus olmayıp,
çalışma çağına gelen nüfus olduğundan ve iktisaden faal olanların yanında faal
olmayanları da kapsadığından, çağ nüfus deyimi daha doğru olmaktadır. Kısacası çağ
nüfus, fiilen çalışanların veya çalışmak isteyenlerin sayısını değil, nüfusun istihdam
potansiyelini göstermektedir.182
15 – 64 yaşları arasındaki nüfus için belirtilmesi gereken önemli bir nokta da
üretim hayatında, çalışan bireylerin oluşturduğu topluluk olan aktif nüfusun iş kollarına
göre dağılımında altı ana sektörün bulunmasıdır. Bunlar, tarım, sanayi, inşaat, ticaret,
ulaştırma ve hizmetlerdir. Burada önemli bir nokta göze çarpmaktadır. 15-64 yaş
178
Ekin, s.246.
Abdullah Mesud Küçükkalay, Ergun Türkcan, Nüfus ve Kalkınma, Ekin Kitabevi, Ankara, 2005, s.71, 72.
180
Devlet Planlama Teşkilatı, 8. 5 Yıllık Kalkınma Planı, Nüfus, Demografi Yapısı, Göç, Özel İhtisas Komisyonu
Raporu, Yayın No:2556, Ankara, 2001, s.7.
181
Zaim, s.107, 108.
182
Aslan Eren, Türkiye’nin Ekonomik Yapısı ve Güncel Sorunlar, Muğla Üniversitesi İİBF Yayınları, Muğla,
2002, s.12, 13.
179
66
arasındaki nüfusun içinde çalışamayacak durumda olan hastalar, sakatlar, tutuklu ve
hükümlüler, iş kazası geçirmiş olanlar ve diğer ekonomik alanda aktif olmayanlar
vardır. Ancak bunlar nüfus sayımında aktif nüfus arasında sayılmışlardır.183
Türkiye’de nüfus hızla artmakta ve nüfusun önemli bir bölümünü de genç yaş
grubu oluşturmaktadır. Nüfusun genç yapıda olması, bir taraftan çalışma çağındaki
nüfusu, diğer taraftan işgücüne katılan nüfusu artırmaktadır. İşgücü artış hızının her yıl
istihdam artış hızının üzerinde olması, işsizliğin sürekli artmasıyla sonuçlanmaktadır.184
İşsizlik konusunda önemle vurgulanması gereken bir diğer husus da, işsizliğin
daha çok kentsel işsizlik ve eğitimli genç işsizliği şeklinde görünmesidir. Bu
görünümüyle işsizlik, ülkemizde yaşanan hızlı nüfus artışı, genç nüfusun payının
yüksekliği gibi genel demografik unsurlarla ilgili iken, iç göç ve kentleşmeyle beraber
ortaya çıkan eğitim ve bölgesel dengesizlik eğilimleri de işsizliği arttırmaktadır.185
15-24 yaş arasında olan Türkiye’de genç işsizliğin hem kentsel hem de kırsal
yerlerde çok yüksek oranlarda olması çözüm aranması gereken en ciddi sorundur.
Özellikle eğitimli gençler arasındaki yaygın işsizlik dikkat çekicidir. Gençlerin yaşadığı
işsizlik sorunu, genç nüfusun fazlalığını ve bu konuyu ekonomik ve sosyal gelişmede
avantaj olarak değerlendiren kimi yaklaşımların da geçersizliğini göstermektedir. Genç
nüfusun fazlalığı, genç işsizliğinin bu denli yüksek olduğu bir ülke için çok ciddi bir
sosyal sorunun varlığını göstermektedir.186
Ülkemizin genç bir nüfusa sahip olması avantaj olmasının yanında istihdam
ilişkileri açısından büyük bir çaba gösterme gereğini de gündeme getirmektedir.
Ülkemizin genç bir nüfusa sahip olması yeni istihdam alanlarının açılmasını
gerektirmektedir. Her yıl işgücüne dahil olan yeni nüfusa iş bulamamak işsizlerin
sayısını artırmaktadır. Avrupa Birliği ülkelerinde 0-14 yaş grubunda bulunan nüfusun
toplam nüfusa oranı %15-20’ler civarında iken bu oran ülkemizde %30’lar civarındadır.
Yine Avrupa Birliği ülkelerinde 15- 44 yas grubunun genel nüfusa oranı %40-45’ler
183
Koray Başol, Türkiye Ekonomisi, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, 1995, s.20, 21.
Neşe Algan, Mustafa Ildırar, Güçlü ve Büyük Türk Ekonomisi İçin Üretim ve İstihdam Politikaları, TİSK
Yayınları, Yayın No:236, Ankara, 2003, s.58.
185
Cem Kılıç, “Türkiye’de İşsizlik ve Avrupa İstihdam Stratejisi”, ekim 2003,
httpwww.tisk.org.trisveren_sayfa.aspyazi_id=808&id=48, (12.12.2008), par.2,4.
186
Genel İş Sendikası, “Türkiye Raporu”, httpwww.genel-is.org.trTURKIYE%20Raporu.doc, (12.12.2008), par.11.
184
67
arasında değişirken ülkemizde bu oran %50’dir. Nihayet Avrupa Birliği ülkelerinde 4564 yaş arasındaki nüfusun genel nüfusa oranı %23-24 civarında iken bu oran ülkemizde
%14.3’ler düzeyindedir. Bu veriler çerçevesinde ülkemiz demografik açıdan
Avrupa’dan avantajlı bir konumda gözükmekle beraber yine de işsizliği yenmek için
büyük bir çaba gerekmektedir.187
Genç bir nüfusa sahip olan ülkemizde, 0-14 yaş grubu nüfusun %29’unu, 15-64
yaş grubu ise nüfusun %65’ini oluşturmaktadır. Nüfus artış hızının kesin olarak ve
yeniden tersine dönmesi mümkün olmayan biçimde düştüğü döneme girmiş olan
ülkemizde, nüfusun 21. yüzyıl ortalarında 95 – 98 milyonda istikrara kavuşacağı ve
çoğunluğunu çalışma yaşındakilerin oluşturacağı tahmin edilmektedir. Yaşlı bir nüfusa
sahip olan ve çalışma çağındaki nüfusları azalmakta olan Avrupa Birliği ülkeleri ile
karşılaştırıldığında, sahip olduğumuz genç nüfusun demografik fırsat penceresi
olabilmesi için, bu genç nüfusun iyi eğitilmesi ve istihdam edilmesi gereği
kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.188
İşte bu saydığımız nedenlerden ötürü genç nüfusunun varlığından övünen
Türkiye’nin bu nüfusu aktif hale geçirebilecek hedef ve planlara ihtiyacı bulunmaktadır.
Türkiye’de son yıllarda gerek ekonomik gerekse sosyal olarak önemli mesafeler
kaydedilmiştir. İş yasasının değiştirilmesi ve esnek çalışma ilişkilerinin getirilmesi,
sosyal güvenlik konusunda ilerlemelerin kaydedilmesi, e-devlet uygulamaları ve bu
süreçte bürokratik işlemlerin azaltılması için sarf edilen çabalar, eğitime verilen önemin
artırılması gibi hususular olumlu gelişmelerdir.189
15-64 yaş arası grubun toplam nüfus içindeki payının artması durumunda
ortaya çıkacak olan işgücü arzının toplumsal ve ekonomik gelişmeye olumlu katkılar
sağlayacak şekilde istihdam olanakları ile donatılmasının istihdamın yapısı açısından ne
denli önemli olduğu böylelikle bir kez daha ortaya çıkmıştır.190
Türkiye nüfusu 1990’lı yılların başından itibaren sürekli artış göstermesine
rağmen, yıllık nüfus artış hızı günümüze değin düşmektedir ve bu düşüş bağımlılık
187
İşkur Genel Müdürlüğü, Ulusal İstihdam Politikası Önerileri, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 2004, s.3.
İşkur Genel Müdürlüğü, 2004 yılı Faaliyet Raporu, Ankara, 2005, s.1.
189
Devlet Planlama Teşkilatı, 9. Kalkınma Planı, İşgücü Piyasası, s.2.
190
Devlet Planlama Teşkilatı, 8. 5 Yıllık Kalkınma Planı, Nüfus, Demografi Yapısı, Göç, a.g.e., s.23,24.
188
68
oranındaki azalmayı desteklemektedir. Gelişmekte olan ülkelerde görülen nüfus artış
hızı ve işgücü arzı artış hızı ise % 2.5 civarında ve yüksek sayılabilecek bir düzeydedir.
Bu ülkeler, ekonomik gelişme için gerekli olan işgücü ihtiyacı bakımından bir sorun
yaşamamaktadır. Ancak, yüksek işgücü arzı artışını emebilecek bir istihdam artışı
sağlamak için gerekli olan gelir artış hızına ulaşmak pek kolay değildir.191
İşsizlik sorunu irdelenirken dikkate alınması gereken bir diğer önemli gösterge
de işgücüne katılma oranıdır. İşgücüne katılma oranı işgücünün çalışma çağındaki nüfus
içindeki oranıdır. İşgücü, bilindiği gibi istihdam edilenler ve işsizlerden oluşmaktadır.
Bu nedenle işgücüne katılma oranını istihdam edilenler ve işsizlerden oluşan işgücünün
çalışma çağındaki nüfus içindeki oranı olarak tanımlayabiliriz. Türkiye’de işgücüne
katılma oranı çalışma çağındaki nüfusun yarısının işgücünün içinde olmadığını, başka
bir deyişle üretim süreci içinde bulunmadığını göstermektedir.192
Türkiye gelişmekte olan bir ülke olduğundan, işgücü piyasasının gelişmiş
ekonomilerden ayrılan birçok özelliği yanında işgücüne katılma oranın düşük olması da
göze çarpan farklılıkların başında gelmektedir. Her ülkede ve her gelişme safhasında
aynı olmayan işgücüne katılma oranı, ülkenin milli gelirini belirleme yönünden üretim
faktörlerinden olan emeğin, yani insan gücünün miktar olarak potansiyel kapasitesini
göstermesi açısından önemli bir göstergedir.193
Düşük ve giderek azalan işgücüne katılım oranları, Türkiye’de üreten kesimin
giderek daha fazla kişiyi geçindirmek zorunda kalması ve üretime katılım sonucu elde
edilen gelirin de daha fazla kişi arasında paylaşılması anlamına gelmektedir. İşgücüne
katılma oranını ülkeler arasında farklılaştıran etkenler ülkelerin sosyo-ekonomik
yapılarına bağlı olarak değişmektedir. İşgücüne katılma oranının düşmesinin sebepleri
arasında erken emeklilik, gençlerin okulda daha uzun süreler okumaları ve yüksek
öğrenime daha fazla sayıda girmeleri gösterilmektedir. Bununla beraber, Türkiye’de
işgücüne katılma oranının düşüklüğü, enformel sektörün yaygın olmasına, ücretsiz aile
işçiliğinin ve kendi hesabına çalışmanın önemli ölçüde sürdürülmesine ve sosyo-
191
Devlet Planlama Teşkilatı, 8. 5 Yıllık Kalkınma Planı, Nüfus, Demografi Yapısı, Göç, s.7.
Genel İş Sendikası, “Türkiye Raporu”, httpwww.genel-is.org.trTURKIYE%20Raporu.doc, (12.12.2008), par.33.
193
Zaim, s.124.
192
69
kültürel nedenlerden dolayı kadınların bir işte çalışmalarının engellenmesine de
bağlanabilmektedir.194
Son olarak tarım sektöründeki yüksek istihdam-düşük verimlilik, işgücüne
katılma ve istihdam oranının özellikle kadınlarda çok düşük olması, ortalama eğitim
seviyesinin düşüklüğü de Türkiye işgücü piyasasını diğer ülkelerden ayıran özellikler
arasında sayılabilir.195
5.4 Ekonomik Faaliyet Kollarına Göre İstihdam
İstihdam edilenlerin yaptıkları işler genellikle üç sektörde toplanmaktadır. Bu
sektörler tarım, sanayi ve hizmetler sektörüdür. Her ülkede istihdamın sektörlere göre
dağılımının farklı olması gelişmiş ülkeleri gelişmekte olan ülkelerden ayrılmasını
sağlamaktadır. Çünkü bir ülkede mal üreten ana sektörler tarım ve sanayidir. Hizmet
sektörünün durumu diğer iki sektörün gelişmesine bağlıdır. Gelişmekte olan ülkelerde
sanayi sektörü fazla gelişmiş olmadığından istihdamın büyük bir kısmı tarım alanında
olur. İktisadi gelişmeye paralel olarak istihdam tarımdan sanayi sektörüne kayar. Sanayi
sektörü iyice gelişince istihdam hizmet kesimine yayılır. Buna üç sektör kanunu da
denir.196
Türkiye’de istihdamın büyüme ile paralel bir artış gösterememesinin
nedenlerinden biri, tarım dışı sektörlerde, tarımdan ayrılan nüfusu emecek kadar iş
meydana getirilememiş olmasıdır. Hizmetler sektöründe büyüme ile istihdam ilişkisi
pozitif yönde gelişmiştir.
Bununla birlikte, gerek hizmetler ve gerekse sanayi
sektörlerindeki istihdam artışı tarım sektöründe ortaya çıkan atıl istihdamı eritemediği
için toplam işsizlik oranında kayda değer bir düşüş sağlanamamaktadır.197
Türkiye’de hızlı nüfus artışı ve kırdan kente göç olayı ile birlikte kentlerde iş
gücü potansiyeli artmakta, ancak bu işgücünü karşılayacak bir istihdam artışı tarım
dışındaki sektörlerde yaratılamamaktadır. Örgütlenmiş ve oldukça koruyucu yasal
194
195
196
Mehmet Gök, İşgücü Piyasası ve Kobiler, Roma Yayınları, No:12, Ankara, 2004, s.18.
Türk Sanayici ve İşadamları Derneği, Türkiye’de İşgücü Piyasasının Kurumsal Yapısı ve İşsizlik, s.29.
Zaim, s.147.
197
Ahmet Tıktık, “Kayıt Dışı Ekonomi, İstihdam ve İşsizlik”, Ağustos 2004, Türkiye İşveren Sendikaları
Konfederasyonu, İşveren Dergisi, http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1020&id=58 (13.02.2009),
par.14.
70
düzenlemelere sahip çalışanların yanı sıra, asgari ücretle ve güvencesiz koşullarda
çalışan çok sayıda ücretli bulunmaktadır.198
5.5 İş Pozisyonlarına Göre İstihdam
Bir ülkedeki ekonomik gelişme ile birlikte, işgücü içinde ücretlilerin payı
artarken, kendi hesabına çalışanların ve ücretsiz aile işçilerinin payı azalmaktadır.
Ekonomik gelişme ile istihdam edenler grubunun oranı arasında tersine ilişki
bulunmaktadır. Gelişmiş ülkelerde işverenler ve kendi hesabına çalışanların oranı düşük
olduğu halde, gelişmekte olan ülkelerde özellikle kendi hesabına çalışanlar yüksek bir
orana sahiptir. Sosyal, ekonomik ve siyasi yönden bir ülkenin en önemli özelliklerinden
biri, ücretliler grubunun göreli önemidir. Gelişmiş ekonomilerde işgücünün yaklaşık %
70-80’ini ücretliler oluşturmaktadır.199
5.6 Eğitim Düzeyine Göre İstihdam
Ülkemizde yüksek orandaki işsizliğin önemli bir sebebi de kişilere yeterli ve
gerekli becerilerin kazandırılamamış olmasıdır. Bugün, öğretim kurumları mezunlarına
iş bulabilmek için gerekli vasıf ve becerileri verememekte, kazandıramamaktadır.
İşsizler arasında, meslek okulu ve üniversite mezunlarının bulunması ayrıca üzerinde
durulması gereken bir husustur. Gerçekçi bir insan gücü planlamasının yapılamaması,
yüksekokul ve fakülte kontenjanlarının rasgele artırılmasının yanında, üniversitelerle iş
dünyası arasındaki ilişkilerin yetersiz kalması gibi faktörlerin bu sonuca etki ettiği
aşikardır.200
Eğitimin işgücü arz ve talebi açısından taşıdığı önem günden güne artmaktadır.
Tüm ülkeler için temel sorun, işgücü arz ve talebi arasındaki eğitimli iş gücünün gerek
nitel gerekse nicel açığıdır. Bu anlamda, işgücünün ekonomik ve sosyal anlamda
198
Faik Aktürk, Türkiye’de İşgücü Piyasası, İstihdam ve İşsizlik, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Dergisi, Sayı:3,
Ankara, 1999, s.186, 187.
199
Sedat Murat, Nusret Ekin’e Armağan, TÜHİS (Türk Ağır Sanayii ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri
Sendikası) Yayını, Yayın No: 38, Ankara, 2000, s.324.
200
Mehmet Zelka, İstihdam ve İşsizlik, Türkiye Ekonomisi Ansiklopedisi, YÖK Basımevi, Ankara, 1999, s.827.
71
etkinliği, niteliksel ve niceliksel yönüyle de bağlantılıdır. İşgücünün niteliği ancak iyi
bir eğitimle geliştirilebilir ve iş arzında eğitimli işgücünün niceliği etkin olmaktadır.201
Türkiye’de tarım dışı istihdamın eğitim düzeyi incelendiğinde, geneldeki
düzeyden farklı olmadığı görülmektedir. Tarım dışı istihdamda kadın işgücünün
erkeklere
oranla
daha
vasıflı
olduğu
gözlenmektedir.
Kadınların
işgücüne
katılmalarında eğitim düzeyi belirleyici bir rol oynamakta ve kadınların istihdamı ile
eğitim düzeyi arasında güçlü bir ilişki bulunmaktadır. Kadınlar, eğitimli ve vasıflı
oldukları ölçüde işgücüne katılmaktadırlar.202
5.7 Kayıt Dışı İstihdam
Kayıt dışı istihdam, kayıt dışı sektörde kendi hesabına veya ücretli olarak
çalışan, faaliyetleri istatistiklere yansımayan ya da tam olarak hesaplanamayan istihdam
şeklidir. Kayıt dışı sektör, resmi olarak kayıtlı olmayan üreticiler veya çalışanlardan,
kayıt içi sektörde kayıtlı olmadan çalışanlara kadar geniş bir faaliyet alanını kapsar.
Kayıt içi sektörde çalışanlar; ücret düzeyi, çalışma koşulları, sendikalar veya devletin
çalışma hayatındaki düzenlemeleri ile koruma altına alınmışlarken, kayıt dışı faaliyetler
yasal ve kurumsal çerçevenin dışında yer almalarından dolayı sosyal koruma
mekanizmalarından
yararlanamayan,
pazarlık
gücü
olmayan
çalışanlardan
oluşmaktadır.203
Kayıt dışı ekonomi ile yakından bir ilişkisi olan kayıt dışı işçilik olgusu,
Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisidir. Türkiye'de ve dünyada yaşanan
ekonomik ve sosyal olaylar, kayıt dışı işçiliğin asli nedenleri arasında sayılabilir.
Bununla birlikte, artan nüfus ve kentleşme olgusu, eve iş verme, taşeronlaştırma, işçi ve
işveren üzerindeki istihdamla ilgili mali yükümlülüklerin yüksekliği ve ücretten yapılan
kesintiler, sendikalı işçi sayısının giderek azalması, Sosyal Sigortalar Kurumunun örgüt
201
Handan Kumaş, İşsizliğin Psiko-Sosyal Boyutu ve Çalışma Yaşamına İlişkin Değerler Üzerindeki Etkileri,
Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 4, İzmir, 2001, s.34,35.
202
Şerife Türcan Özşuca, Esneklik ve Güvenlik İkileminde Türkiye Emek Piyasası, İmaj Yayınevi, Ankara, 2003,
s.59,60.
203
Neşe Algan, “Türkiye’de Kayıt Dışı Sektör: Boyutları, Etkileri ve Kayıt dışı Sektörü Küçültme Konusunda
Öneriler”, Ağustos 2004, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, İşveren Dergisi,
http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1028&id=58 (13.02.2009), par.2,3,4.
72
yapısından kaynaklanan sorunlar kayıt dışı işçiliğinin yaygınlaşmasında rol oynayan
diğer nedenlerdir.204
Kayıt dışı istihdam, çalışanların ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına hiç
bildirilmemesi veya eksik bildirilmesi nedeniyle, vergi ve sosyal güvenlik primleri vb.
gibi yasal yükümlülüklerden kaçınılması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Hızlı nüfus artışı,
bölgesel geri kalmışlık, iç göç nedenleriyle artan işsizlik herhangi bir işte çalışmayı
zorlaştırmaktadır. Düşük eğitim seviyesi, kayıtlı sektörde istihdam edilemeyen
işgücünü, piyasaya giriş ve çıkışın kolay olduğu sermaye gerektirmeyen, evde çalışma,
fason üretim, işportacılık gibi işlerin yapıldığı enformel sektörde istihdama
yönlendirmektedir. Kayıt dışı istihdamın en temel nedenlerinden biri, katma değeri
düşük istihdamın yaygınlığıdır. Bir kişinin ürettiği katma değerin kendisine ücret olarak
döneceği varsayımı altında, o ücretten vergi ve prim kesilmesinden sonra geriye kalanın
geçinilebilecek en az gelire eşit olması gerekir. Bu sorunun aşılması için verimi yüksek,
nitelikli istihdama ihtiyaç vardır. 205
Gelişmekte olan ülkelerde işgücünün büyük bir bölümü tarım sektöründe
çalışmakta olup kayıt dışı istihdamda artış söz konusudur. Öte yandan tarım kesiminde
aradığını bulamayan işgücü, daha fazla ücret elde etmek ve hayat standardını
yükseltmek için kente göç edip değişik sektörlerde iş aramaya başlamaktadır. Tarım
sektörünü bırakıp kente göç eden işgücünün bir kısmı hemen resmi sektörlerde iş
bulamadığı için kayıt dışı sektörlerde çalışmaktadır.206
Kayıt dışı ve enformel istihdamın büyüklüğü de, Türk işgücü piyasasının
çarpıcı özelliklerinden biridir. Yeni formel istihdam alanlarının yaratılamamasının
kişileri enformel sektörde çalışmaya zorlaması bu durumun en önemli nedenidir. Kayıtlı
ekonomide çalışanlara uygulanan yüksek vergi oranları ile çalışanın işverene
maliyetinin yüksek olması gibi kamunun getirdiği katı sınırlamalar da kayıt dışının
büyümesinde etkili olmaktadır. Kayıt dışı sektör, hiçbir sosyal güvenlik kuruluşuna
kayıtlı olmayan istihdam şeklinde tanımlanırken, enformel sektör şirketleşmemiş, on
204
Oğuz Karadeniz, Türkiye’de Kayıt Dışı İşçilik ve Nedenleri, Ekonomide Durum (Güz), Ankara, 1999, s.252.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Türkiye’de İşsizliğin Önlenmesi ve İstihdamın Artırılması, T.C.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Genel Yayın No:117, Ankara, 2004, s.26,27.
206
Fatih Savaşan, Kalkınma Ekonomisi, Ekin Kitabevi, Bursa, 2004, s.240.
205
73
kişiden daha az çalışanı bulunan, sabit olmayan işyerlerinde çoğunlukla kendi hesabına
ve evde çalışma şeklinde faaliyetini sürdüren, herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna
kayıtlı olmadan çalışanların istihdamı olarak tanımlanır. Enformel sektörü kayıt dışı
sektörden ayıran en önemli özellik, bu sektörün kayıtlı ekonomiyi de içeriyor
olmasıdır.207
Ülkemizde kayıt dışı istihdam hayli yüksektir. Bu, hem çalışanların bizatihi
kayıt dışı olmasından, kayıtlı olanların pek çoğunun örneğin 1 aylık süre boyunca tam
gün çalıştıkları halde eksik gün çalışıyormuş gibi gösterilmesinden, tam gün çalıştıkları
gösterilmesine rağmen aldıkları ücretin daha da altında (genellikle asgari ücret) ücret
alıyormuş gibi gösterilmesinden ve kaçak işçilikten kaynaklanmaktadır. Ayrıca,
istihdam maliyetlerinin ve bunun içinde devlete ödenecek olan kısmın yüksek olması da
bu durumu körüklemektedir. Kayıt dışı istihdamın var oluşu aslında kayıt dışı işgücü
arzının daha düşük ücretlerle çalışmaya razı olduğunun ve aslında işsiz olmadığının bir
göstergesidir. Bu da ortalama ücret düzeyini düşüren bir etkendir. Kayıt dışı
ekonominin büyüklüğüne göre işsizlik oranlarının daha düşük seviyede olması beklenir.
İstihdam edilenler, işsizliğin daha da artmaması pahasına kayıt dışı olarak daha düşük
ücretlerle çalışmaya razı olmuşlardır.
5.8 Eksik İstihdam
Gayri resmi sektör, sadece geçimini bu sektörden karşılayan kişileri değil,
resmi sektörde çalışıp gelirini artırmak için gayri resmi bir sektörde ikinci bir işte
çalışanları da kapsamaktadır. Gayri resmi sektörde yer alan kişiler işsiz nüfusa dahil
değildir. Bu kişilerden bir kısmının ücret azlığı, sosyal güvenlik ve iş tatmini ihtiyacı
gibi nedenlerle iş aradığı düşünülürse, gayri resmi sektör ile eksik istihdam arasında bağ
kurulabilmektedir. Gayri resmi sektörde çalıştığı halde gelir azlığı, çalışma süresinin
yetersizliği, işin güvenli olmaması, kendi mesleğinde çalışmak istemek gibi nedenlerle
iş arayan kişiler, halihazırda bir şekilde istihdam edildiklerinden işsiz olarak değil, eksik
istihdam olarak değerlendirilmektedir.208
207
Türk Sanayici ve İşadamları Derneği, Türkiye’de İşgücü Piyasasının Kurumsal Yapısı ve İşsizlik, s.197.
Türk Sanayici ve İşadamları Derneği, Türkiye’de İşgücü Piyasası ve İşsizlik, Tüsiad Yayınları, Yayın No:12354, İstanbul, 2002, s.98.
208
74
Eksik
istihdam
kavramının
gayri
resmi
istihdam
kavramı
içinde
değerlendirilmesi gerektiğinin ikinci gerekçesi ise elde edilen gelirin düzeyine
bakılmaksızın herhangi bir işte çalışmak zorunda olmanın, istihdamı arttırıp işsizliği
aşağıya çekmekte olmasıdır.209 Eksik istihdam, işsizlikle ilgili sorunları ağırlaştıran bir
olgu olarak, kendi isteği dışında normal çalışma süresinin altında çalışanları
kapsamaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde istihdam kadar önemli olan eksik istihdam,
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün yaptığı hane halkı işgücü çalışmalarında, ekonomik
nedenlerle 40 saatten az çalışanlar ve bu süreden daha fazla çalışmaya müsait olanlar,
mevcut işindeki gelir azlığı nedeniyle yeni iş arayanlar ve esas mesleğinde çalışmadığı
için iş arayanlar olmak üzere üç boyutta ele alınmaktadır.210
6. TÜRKİYE’DE EKONOMİK BÜYÜME, İSTİHDAM VE İŞSİZLİK
İLİŞKİLERİ
Araştırmamızın bu son bölümünde ise öncelikle neden büyüme, işsizlik ve
istihdam ilişkilerini birlikte analiz etmek gerektiğine değinilmiş, daha sonra ekonomik
büyüme ile istihdamın ne derece paralellik arz ettiği, paralel olup olmadığı gibi konular
ele alınmış, takiben ekonomik büyüme, işsizlik ve istihdam arasındaki ilişkilerin
Türkiye özelinde analizi; bu analizin yapıldığı dönem iki parçaya ayrılarak 1990’lı
yıllarda ve 2000’li yıllarda meydana gelen gelişmeler konu başlıkları altında
gerçekleştirilmeye çalışılmış ve nihayet araştırmamızın sonunda ülke olarak başarısız
olduğumuz işsizlikle mücadelede, bu başarısızlığın nedenleri ve çözüm önerileri
üzerinde durulmuştur.
6.1 Büyüme, İstihdam ve İşsizlik İlişkilerini Birlikte Analiz Etme
Zorunluluğu
Bir ülke ekonomisinde reel gayri safi yurt içi gelir azalışı nedeniyle üretilen
mal ve hizmet miktarı ve buna bağlı olarak emek talebi azaldığından istihdam edilmekte
olan emek miktarı da azalmakta ve bu paralelde işsizlik artmaktadır. Tersine reel gayri
safi yurt içi gelir arttığında ise üretilen mal ve hizmet miktarı ve buna bağlı olarak emek
209
210
Kuvvet Lordoğlu, Nurcan Özkaplan, Çalışma İktisadı, Der Yayınları, No: 358, İstanbul, 2003, s.128.
Gök, s.25.
75
talebi arttığından çalıştırılmakta olan emek miktarı da artmakta ve sonuçta işsizlik
azalmaktadır.211
Büyüme, kişilerin reel gelirlerinin sürekli artması olduğuna ve kişiler de
toplumu oluşturduğuna göre büyüme hızları sürekli artış gösteren toplumlarda işsizlik
sorununun olmaması gerekmektedir. Fakat işsizlik sorunu çok boyutlu bir konu olması
nedeni ile bu konunun sadece ekonomide büyüme ile ilişkilendirilmesi veya tek başına
işsizlik sorununun ele alınıp çözümlenmeye çalışılması iktisadi bir politika yanlışı
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle iktisat politikası modellerinde işsizlik tek
başına analiz edilmemekte ve çözümlenememektedir.212
6.2 Ekonomik Büyüme ve İstihdam Paralelliği
İstihdamın ancak ve ancak ekonomik büyüme hızı ile yükseltilebileceği kanaati
oldukça yaygın olmakla beraber bu düşünce kısmen veya büyümenin içeriğine göre
doğruluk kazanmaktadır. Bir başka ifade ile büyümenin nasıl meydana geldiği, iç veya
dış pazara mı yönelik olduğu, emek-yoğun veya sermaye-yoğun teknolojiye bağlı bir
büyüme mi olduğu, üretimde emek sermaye bileşiminin her biri için oranlarının ne
olduğu, büyümenin sektördeki hızının ne olduğu oldukça büyük önem arz etmekte ve
büyüme–işsizlik ilişkisinin yönünü ve kuvvetini belirlemektedir. Ayrıca, işsizlik
büyüme olmadan önlenebilir mi veya büyüme söz konusu olduğunda işsizlik oranında
da artışlar gözlemlenebilir mi gibi sorulara cevap aranması gerektiği aşikardır.213
6.3 1990’lı Yıllarda Meydana Gelen Gelişmeler
1994 yılı hariç olmak üzere 1990’lı yılların ilk yarısında, ülkemizde oldukça
hızlı bir ekonomik büyüme kaydedilmiştir. Bunun gerisinde içsel büyüme teorilerinin
bulgularına benzer olgular bulunmaktadır. Ülkemizde, tasarrufların yetersizliğine
rağmen finansal piyasaların küreselleşmesine bağlı olarak ortaya çıkan düşük faizli fon
kaynaklarından parasal ve reel sektör yeteri kadar yararlanmıştır. 1990 yılından beri
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası tarafından izlenen TL’nın ve finans piyasalarının
istikrarına dönük politikalar, sonuçta TL nin aşırı değerlenmesine ve girişimci ve
211
Ünsal, Makro İktisat, s.12.
Seyidoğlu, s.294.
213
Kılıçbay, s.268.
212
76
sanayicilerin yatırım malları ithalatını artırarak yeni fabrikalar kurmalarına ve mevcut
olanları genişletmelerine ve modernleştirmelerine olanak sağlamıştır. 1980’li yılların
sonlarından itibaren kullanılmış makine ithalatına izin verilmesi, 1990’lı yılların
başlarında teknoloji düzeyi yüksek olan çok pahalı makineleri ithal edecek finansal
gücü olmayan küçük ve orta ölçekli firmaların, sanayileşmiş ülkelerin terk ettiği makine
ve teçhizatı çok düşük maliyetle ithal etmelerini sağlamış olup söz konusu teknolojiler
ülkemizdeki geri teknolojiye göre daha ileri olduğundan, ülkemizdeki düşük ücret
oranıyla birlikte sanayi üretiminde hem artışa hem de kalitenin yükselmesine neden
olarak ülkemizin uluslar arası rekabet gücünü artırmıştır. Gümrük birliği sürecinin
sübvansiyonları engellemesi, rekabetin kalite ve verimlilik artışıyla olmasını zorlaması,
Marmara, Ege, Çukurova gibi bölgelerde kalkınma kutuplarının oluşması, genç nüfus
yapısının yeni bilgi ve teknolojilere daha kolay ulaşabilmesi, üniversitelerin çoğalması
ve yaparak öğrenme olgusunun beşeri sermayeyi artırması ekonomik büyümemize
olumlu yönde katkı yapan dışsallıkların oluşmasına olanak vermiştir.214
1990 sonrasında sanayide önceki yıllarda başlayan değişme ve gelişme süreci
devam etmiştir. Bu dönemde sınai üretimi artmış, üretim teknolojisi değişmiştir. Buna
rağmen sanayinin o dönemde çözümlenmemiş bazı sorunları vardır. Bu sorunlardan en
önemlisi, yukarıda olumlu tesirleri olduğunu belirttiğimiz, sınai üretim teknolojisinin
ithal teknoloji olmakta devam etmesi, modern üretim teknolojisinin tam uygulanmaması
ve teknoloji üretiminin zayıf ve cılız kalmış olmasıdır. İkinci büyük sorun sanayideki
gelişmenin yatay bir karaktere sahip olmasıdır. Yatay gelişme benzer aşamada bulunan,
teknolojide belli özellikler taşıyan sanayinin çoğalmasıdır. Türkiye’de sanayinin çoğu,
tüketime ve nihai kullanıma yönelik dayanıklı tüketim malları ile diğer tüketim
mallarını üretmektedir.215
Ne yazık ki ülkemiz günümüzde olduğu gibi bu dönemde de gelişmiş ülkelerin
verimlilik olgusuna verdiği önemi verememiştir. Türkiye ekonomisinin performansı
sanayileşme stratejileri bakımından değerlendirildiğinde, 1980’li yıllarda uygulanan
ithal-ikameci sanayileşme dönemine göre dışa açık sanayileşme stratejilerinin
uygulandığı 1990’lı yıllarda büyüme ve verimlilik performansında beklenen gelişmeler
214
215
Parasız, Ekonomik Büyüme Teorileri, s.223, 224.
Kılıçbay, s.415.
77
gerçekleşmemiştir. Önceki dönemde olduğu gibi, ekonomik büyümenin sermaye
birikimine dayalı yapısının, yeni sanayileşme stratejisi döneminde de sürdüğü,
ekonomide piyasa ekonomisinin kurumsallaşması ve dışa açılma yönünde atılan
adımlara rağmen toplam faktör verimliliği düzeyinde belirgin bir iyileşmenin
yaşanmadığı görülmektedir.216
Ülkemiz için verimlilik temelli büyüme olgusu ne kadar önemsizdir?
Sürdürülebilir bir büyüme kanaatimizce verimlilik ve teknoloji ile gerçekleştirilebilir.
Memleketimizin sermaye birikiminin oluşmasında da bu olgular önemli rol oynayabilir.
Ancak verimlilik ve teknolojiyi (yani bilgiyi, bilimi, know how’u, ar ge’yi) işin içine
katmadan büyüme ve kalkınmayı salt sermaye birikiminde arayan görüşe bu anlamda
katılmak mümkün değildir. Verimsiz, teknolojisiz, bilgisiz bir sermaye birikiminin
kalıcı olarak var olması zaten düşünülemez. Bu önemli hususlara önem vermeyen doğal
kaynakları ile zengin ülkelerin de modern bir kalkınma gerçekleştiremediklerine şahit
oluyoruz. Öte yandan teknoloji hırsızlığı yapan ve çok düşük ücretlerle çalışan
işçileriyle zoraki verimlilik artışı sağlayan ülke örnekleri de önümüzdedir.
Verimsizlik ve israf maliyetleri süreklilik arz ettiği halde bu hususu göz önüne
almayarak üretim faaliyetlerini sürdüren işletmelerde gerçek anlamda optimal
kapasitede üretim ve gerçek anlamda kar maksimizasyonu hiçbir zaman meydana
gelmeyeceği
gibi
bu
gelişmelerden
toplumun
refah
seviyesi
de
olumsuz
etkilenmektedir.
Rekabet ortamında eskiye göre daha düşük karlılık oranlarıyla çalışmak
zorunda olan işletmelerin ürettiği mal ve hizmetleri talep eden tüketiciler mevcut israf
ve verimsizlik maliyetlerini finanse ederek, yani daha kaliteli ve/veya daha fazla mal ve
hizmeti aynı maliyete katlanarak elde etmek suretiyle daha yüksek fayda düzeyinde
tatmin ve mutlu olup bireysel refahlarını artırmak yerine, sahip olmadıkları söz konusu
mal ve hizmet açıklarını bir başka deyişle üretilmesi gerekip de üretilmeyen mal ve
hizmetlerin maliyetlerini de karşılayarak bireysel refahlarından ödün vermek zorunda
kalırlar. Benzer durum yabancı tüketiciler için de söz konusudur. Global ticaret, dünya
216
Şeref Saygılı, Cengiz Cihan, Hasan Yurtoğlu,”Verimlilik ve Büyüme: Türkiye Ekonomisi İçin Ülke
Karşılaştırmalı Bir Analiz”, Sayıştay Dergisi, Sayı: 43, http://www. tusiad.orgyayingorus4710.pdf, (07.06.2009),
s.50.
78
ticaretini daraltan ve dünya verimliliğini azaltan çok çeşitli ve malum kısıtlayıcı
etmenlerin yanı sıra bir de bu cepheden darbe yer. İsraf ve verimsizlik maliyetleri ihraç
edilmiş olur. Devlet ise söz konusu kayıplar olmasaydı elde edeceği vergi gelirlerinden
mahrum kalır. Sözünü ettiğimiz kayıpların aynı zamanda döviz çıkışını artıran ithalatla
karşılanması gibi olumsuz bir durumun da ortaya çıkması doğal karşılanmalıdır.
Mal ve hizmet üreticileri, israf ve verimsizlik maliyetlerini gidermiş olsalardı
yapmayı düşündükleri ve sıfır maliyetle gerçekleştirecekleri yatırımların ihtiyaç
duyduğu, net işletme sermayelerini artırmak üzere firmalarına kayıtlı kimi döner
varlıkların finansmanında kullandıkları yabancı kaynakların ödenmesinde gereken ve ek
muhtelif girdilerin ve gider unsurlarının karşılanmasında kullanılacak olan fonların
kaynağı olan ilave karlardan mahrum kalırlar.
Nihayet finanse edilen israf ve verimsizlik maliyetlerinin sahipleri olan zaman,
sabit sermaye malı, işgücü, enerji, yakıt, hammadde ve malzemeler, tüketilen diğer
giderler vs. maliyetler üzerinde baskı meydana getirerek maliyet enflasyonunu artırırlar
ve bu suretle büyümeyi frenlerler. Böylelikle, israf ve verimsizlik maliyetlerinin
etkisiyle toplam talep, aynı fiyatlarda olması gereken miktarların altında; toplam arz ise
aynı fiyatlarda yine olması gereken miktarların altında gerçekleşerek, ekonomiyi daha
yüksek fiyat ve daha düşük milli gelir seviyesinde dengeye getirir. Nereden bakarsak
bakalım israf ve verimsizlik maliyetleri cevabı kendi içinde çok açık göründüğü üzere
kendisinden refahın artması adına yararlanılan kaynakların heba edilmesinden başka bir
şey değildir.
İmalat sanayini burada yeri gelmişken değerlendirdiğimizde, söz konusu
noktada ekonominin motoru diyebileceğimiz özel imalat sanayinin performansına
bakarsak, 1970-2000 yılları arasında katma değerdeki büyüme hızının %5,54 olduğunu
görürüz. Buna karşın Kore’de benzer bir dönemde özel imalat sanayi katma değerinin
büyüme hızı Türkiye’nin büyüme hızının neredeyse iki katı olup %11,02 olarak
gerçekleşmiştir. Ayrıca büyüme 1970-2000 yılları arasında esas olarak sabit sermaye
birikimi kaynaklıdır. Türkiye’de 1980’den sonra ortaya çıkan toplam faktör
verimliliğinin etkisi, 1994 yılında baş gösteren ve 1990’lı yılların ikinci yarısında
devam eden siyasi ve ekonomik istikrarsızlıkların neden olduğu özel imalat sanayindeki
79
büyüme hızıyla birlikte azalmıştır. Türkiye uzun yıllar üretimde, yatırımlarda, ve toplam
faktör verimliliğinde sürekli ve istikrarlı bir artış gösterememiştir. Türkiye’de emek
verimliliğinin sektörün kendisinden kaynaklanan kısmı ile sektörler arası değişimden
doğan kısmına baktığımızda, sektörün kendisinden kaynaklanan verimlilik artışının,
1991-2002 yılları arasında geçen on yıllık döneme göre % 2,75’den % 0,61’e
düştüğünü; sektörler arası hareketlerden kaynaklanan verimlilik artışının ise, aynı
dönemler itibariyle % 0,67’den %1,85’e çıktığını görürüz. Başka bir deyişle, kişi başına
gelir artışının da temelini oluşturan verimlilik artışı 1991 yılından sonra esas olarak
nüfusun daha düşük verimlilikteki sektörlerden daha yüksek verimlilikteki sektörlere
kayması ile gerçekleşmiştir. Sorun istihdam artışındadır. Türkiye’de istihdam geçen on
yıllık döneme göre %1,99 dan 1991-2002 yılları arasında
% 0,97’ye düşmüştür.
Toplam büyüme hızının önemli bir kısmının, emeğin düşük verimlilikteki tarım
sektöründen
daha
yüksek
verimlilikteki
tarım
dışı
sektörlere
kaymasından
kaynaklandığını göz önüne alırsak, istihdamdaki artışın bu düzeyde olmasının,
Türkiye’nin uzun vadeli büyümesi ve yapısal dönüşümünü gerçekleştirmesi önünde
nasıl önemli bir engel oluşturduğunu görebiliriz.217
Özellikle 1995 yılında tüketim malları sanayinin katma değer içindeki payının
tekrar yükselmeye başlamasına karşın ara ve yatırım malları sanayinin paylarında
düşüşler yaşanmış ve bu durum tüketim malları sanayinin 1970-1995 döneminde
istihdamdaki ağırlığını korumasını devam ettirmiştir. 1995 yılında istihdamın % 57.1'i
tüketim malları sanayinde yer almıştır. İşgücü verimliliği ise 1990-96 döneminde %
10.5'dir. 1970-1996 döneminde verimliliğin istikrarlı bir şekilde yüksek olduğu
sektörler, tütün, orman ürünleri, basın-yayın, kimya, kauçuk ürünleri, makine, elektrik
makinaları, taşıt ve araç gereçleri sanayileri olmuştur.218
Devletin ekonomideki rolünün hızla azalması, doğrudan yabancı sermaye
akımları üzerindeki kısıtların kaldırılması, dış ticarette miktar kısıtlamalarının
kaldırılması, gümrük vergilerinin çok büyük ölçüde düşürülmesi, dış ticaretin
217
Sumru Altuğ, “Türkiye’de Büyüme, Yapısal Dönüşüm ve Dış Ekonomik Gelişmeler”, Uluslar arası Ekonomi
ve Dış Ticaret Politikaları, 2006, Konjonktür İzleme Dergisi, Sayı:1,
httpwww.dtm.gov.trdtmadminuploadEADKonjokturIzlemeDbdergi2006, (03.02.2009), s.5,6,8,9.
218
Hüseyin Mualla Yüceol, “Türkiye’de Sanayinin Üretim ve İstihdam Yapısı ve İşgücü Gömülemesi Olgusu”,
2003,
http://www.isgucdergi.org/?p=makale&id=164&cilt=5&sayi=2&yil=2003, (03.02.2009), par.11,13.
80
liberasyonu, sermaye hareketlerinin serbest bırakılması 1990’lı yıllarda etkisini gösteren
diğer önemli gelişmelerdir. Ayrıca, Avrupa Birliği’ne tam üyelik başvurusunun
yapılmasının ardından, gümrük birliği’ne girilmesi, dünya ticaret örgütü’ne üye
olunması hep bu dönemde gerçekleşmiştir. Bu gelişmeler imalat sanayinde, 1991-2000
döneminde ortalama %3,5’luk bir büyüme gerçekleşmesini sağlamıştır. 1990’lardan
sonra çift rakamlı büyüme hızlarına da ulaşan sanayi sektörü, 1994 krizi nedeniyle % 6,2 ve 1999 yılında da % -5,2 oranına ulaşan negatif bir büyüme göstermiştir. Bu da
1963-1979 döneminde imalat sanayi yatırımlarının toplam yatırımlar içerisindeki
%34,8’lik ortalama payını, 1980-1989 döneminde %23’e, 1990-2000 döneminde ise
ortalama olarak %18,6’ya düşürmüştür.219
1990’lı yılların başları ile 2000’li yılların başları arasındaki dönemde
Türkiye’de yaşanan ekonomik krizler sonucunda hem ekonomi küçülmüş hem de kişi
başına gelir düzeyi azalmıştır. Başka bir anlatımla 1994, 1999 ve 2001 yıllarında negatif
büyüme gerçekleşmiş ve fert başına gelir amerikan doları cinsinden azalmıştır.
Böylelikle 1992-2001 arası dönemin heba edildiği iddia edilebilir.220
Ayrıca Türkiye’de ekonomik krizlerin baş gösterdiği 1994, 1999 ve 2001
yıllarında, gayri safi yurt içi gelir büyüme hızındaki düşüşle birlikte, işgücü verimlilik
oranları buna paralel olarak azalış göstermiştir. İstihdam artış oranı ise, krize rağmen
1994 yılında % 7.5 ve 1999’da % 2.6 seviyesinde gerçekleşmiştir. 2001 yılında istihdam
artış oranı % -4.1 ile negatif değerdedir. Bu anlamda 2001 yılı, krizin istihdamı en kötü
etkilediği yıl olmaktadır. 221
Türkiye ekonomisi 1990’lı yıllardan itibaren, giderek iç ve dış borçları
artırdığı ölçüde uzun vadeli yatırımsızlık ve durgunluk tehdidi yaratan krizler zinciri
yaşamaya başlamıştır. Yıllık ortalama gayri safi milli gelir artış hızı daha önceki
dönemlere oranla yarıya inmiştir. 1993 sonrası bunun da altına düşmüştür. Buna karşın,
nüfusun doğal artış haddinde Türkiye ancak yüzde yarımlık bir düşüş sağlayabilmiştir.
Krizler zinciri gayri safi milli gelir artışını nüfus artış haddinin altına düşürürken,
219
İbrahim Arısoy, “Türkiye’de Sanayileşme ve Temel Göstergeler Açısından Sanayinin Gelişimi”,
http://sosyalbilimler.cu.edu.tr/dergi/dosyalar/2005.14.1.196.pdf, (12.12.2008), s.46,47,50.
220
Gürak, s.37.
221
Eyüboğlu, s.41.
81
Türkiye bir de dağılan Doğu Bloku ve eski SSCB alanından binlerce yoksul ve işsiz
kişilerin akınına maruz kalmıştır. Bu süreç, sürekli bir nüfus fazlasını ortaya çıkarmış,
krizlerin düşürdüğü ortalama gayri safi milli gelir artışı, artan iç-dış borçlar, nüfus artışı
ve göç hareketleriyle iç içe geçerek birlikte işsizlik ve düşük ücret tablosunu meydana
getirmiştir.222
Finansal istikrarsızlık da iktisadi faaliyetteki ve büyüme oranlarındaki iniş
çıkışlara yansımıştır. 1990-2001 yılları arasında, yukarıda sözünü ettiğimiz 1994 krizi,
1997 Asya Krizi, 1998 Rusya Krizi ve ilave olarak 1999 yılında yaşanan Marmara
Depremi gibi dışsal faktörler, birtakım içsel faktörlerle birleşerek, dış şoklara açık olan
ekonominin büyüme hızında çok ciddi daralmalara neden olmuştur.223
Yine başka ama yukarıdakine paralel bir görüşe göre ise 1989-2005 dönemi
için hesaplanan yıllık ortalama büyüme hızı % 3,4 olarak gerçekleşmiş olup savaş yılları
dışında Cumhuriyet tarihinin en düşük büyüme hızını göstermektedir. Üstelik
büyümedeki yavaşlama, çalkantılı ve krizli bir süreç içinde gerçekleşmektedir. 2005
yılında sermaye birikim oranının on yedi yıl öncesine göre altı buçuk puan düşmüş
olması düşündürücüdür. Bu durum kısa dönemli dalgalamaların ötesinde, ekonominin
uzun
dönemli
büyüme
potansiyelinin
ciddi
olarak
aşınmakta
olabileceğini
göstermektedir.224
Sözünü ettiğimiz etkenlere bağlı olarak, 1990-2001 yılları arasında gayri safi
milli gelirin ortalama büyüme oranı % 3 iken standart sapması 6,1 değişim katsayısı
2,03, Sanayi Sektörünün ortalama büyüme oranı % 3,8 iken standart sapması 6,3,
değişim katsayısı ise 1,68 olmuştur. Bu dönem, Türkiye ekonomisinin en istikrarsız
dönemidir. İktisadi faaliyet düzeyindeki bu istikrarsızlık, katma değer ve verimlilik
artışı istatistiklerinde sert dalgalanmalar şeklinde yansımasını bulmuş ve bu durum,
genelde ekonominin özelde ise sanayinin büyüme potansiyeli üzerinde olumsuz etkilere
222
Gülten Kazgan, ”1990 sonrası yıllarda Türkiye’de Krizler ve İşsizlik; Çalışanlar ve Sosyal Güvenlikleri için
Çözümler Açısından bir İrdeleme”, 17-18 Mayıs 2002,
http://kazgan.bilgi.edu.tr/docs/1990_sonrasi_yillarda_Turkiye.doc (14.06.2009), s.2.
223
İbrahim Arısoy, “Türkiye’de Sanayileşme ve Temel Göstergeler Açısından Sanayinin Gelişimi”,
http://sosyalbilimler.cu.edu.tr/dergi/dosyalar/2005.14.1.196.pdf, (12.12.2008), s.48.
224
Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi, İmge Kitabevi Yayınları, 11.Baskı, Ankara, 2007, s.187,188.
82
neden olarak, istikrarsız bir büyüme trendine girmesine neden olan unsurlardan birisi
olmuştur.225
Aslında Türkiye’nin 1990’lı ve 2000’li yıllarda yaşadığı ekonomik krizlerin
temelinde, en yakın ve doğrudan etken olarak dönemin sermaye hareketleri
serbestleşmesinden kaynaklanan sıcak para olayı yatmakta olup finansal kriz olarak
adlandırılmalarının temelinde de bu olgu bulunmaktadır. Ne var ki, finansal kriz diye
tanımlansalar da, sanayileşmenin belirli bir düzeye vardığı yıllarda doğan krizler artık
reel kesimleri, istihdam hacmini ve ücretleri olumsuz yönde etkilemiş, ciddi sosyal
sonuçlar meydana getirmiştir.
Krizi en şiddetle yaşayan kesimler çoğunlukla bankalar, borsa, inşaat ve imalat
kesimleri olmuştur. Firma ölçeği açısından bakıldığında, finans gücü zayıf küçük ve
orta boy işletmeler en çok darbe yiyenler arasındadır. Çoğunlukla bunlar kayıt dışı işçi
istihdam ettikleri için, resmi işsizlik tahminlerinde bu etkiyi görmek de mümkün
olmamıştır. Özellikle çok şiddetli fakat kısa süren 1994 krizinde kitlesel işten
çıkarmalar karşısında işçilerin işlerini koruyabilmek için ücretsiz çalışmaya razı
olmaları, yaşanan krizlerin tarihinde ilk kez görülen bir olaydır. Reel kesimde üretim
düşüşünün istihdama ve ücretlere yoğun biçimde yansıması bu krizin getirdiği bir diğer
sonuçtur. 1994 krizini izleyen üç yılda ise gayri safi milli gelirde ve sanayide yaşanan
hızlı büyüme reel ücret artışından çok istihdam artışına yansımıştır.226 1994 krizi en çok
bankacılık sistemini etkisi altına almış, ekonomi %6,1 küçülmüştür. 1994 krizinin
atlatılmasından sonra 3 yıl boyunca yüksek seyreden büyüme, aşağıda da belirteceğimiz
üzere 1998 yılında büyük ölçüde gerilemiştir.227
Ardından patlak veren Asya-Rusya krizi, Türkiye’nin 1998 başından itibaren
mal ve hizmet ihracat gelirlerini ve borsaya giren portföy yatırımlarını olumsuz yönde
etkilemiştir. Sayılarının on bine vardığı tahmin edilen bankacı işsizler Türkiye’de yeni
bir işsizlik türünü yaratmıştır. Öte yandan devlet kendi memur kadrolarını ve işçilerini
225
İbrahim Arısoy, “Türkiye’de Sanayileşme ve Temel Göstergeler Açısından Sanayinin Gelişimi”,
http://sosyalbilimler.cu.edu.tr/dergi/dosyalar/2005.14.1.196.pdf, (12.12.2008), s.49.
226
Gülten Kazgan, ”1990 sonrası yıllarda Türkiye’de Krizler ve İşsizlik; Çalışanlar ve Sosyal Güvenlikleri için
Çözümler Açısından bir İrdeleme”, 17-18 Mayıs 2002,
http://kazgan.bilgi.edu.tr/docs/1990_sonrasi_yillarda_Turkiye.doc (14.06.2009), s.4,5,6.
227
Tarı, Kumcu, s.163.
83
tasfiye etmek zorunda kalmıştır. Özel imalat sanayinde kapasite kullanımı %60’a doğru
düşerken, inşaat duraklamış, perakende ticaret ile her daldaki küçük ve orta büyüklükte
olan işletmeler darbe yerken üretim gerilemiş, onu izleyerek de işsizlerin sayılarına her
gün yenileri eklenmiştir.228
Türkiye’de
işsizliğin
önlenmesinde
ekonomik
büyümenin
istihdam
yaratabilecek biçimde gerçekleştirilmesinin büyük önemi bulunmaktadır. Türkiye’de
1990 sonrası ortaya çıkan ekonomik yapının ve bu yapıda meydana gelen büyümenin
işsizliğe çözüm üretemeyeceği görüşü oldukça yaygın olmuştur. Büyümenin istihdam
artısına yol açabilmesi için hem bu yapıda ciddi değişikliklere gitme ve hem de daha
çok istihdam yaratma kapasitesine sahip sektörlerin büyük ölçüde büyümenin
gerçekleştirildiği sektörler haline gelmesi gerekmektedir.229
Bir yandan ekonominin büyümesinden bahsedilirken diğer yandan ise
istihdamda daralmayı gösteren veriler ortadadır. Başka bir deyişle, ekonomi nüfus
artışındaki hıza paralel olan bir istihdam büyümesi meydana getirememiştir. Bunun
doğal sonucu ise işsizliğin giderek büyümesi olmuştur. Devlet İstatistik Enstitüsü
verilerine göre 1990 yılında 1 milyon 612 bin olan işsiz sayısı, sonraki yıllarda sürekli
olarak artmış (1996-97 yılları hariç) 2002 yılında 2 milyon 412 bine ulaşmıştır.
Türkiye’de ki gerçek işsizliğin bu sayının en az 4-5 katı olduğu iddia edilmektedir.
Burada işsizlerin sayısının az görünüyor olmasının önemli nedenlerinden bir tanesi
Devlet İstatistik Enstitüsü’nün bu araştırmalarda kullandığı hesaplama yöntemidir.
Bilindiği gibi istihdamın yaklaşık yüzde 35’i tarımda olup tarımda istihdam yapısının
karakteri ücretsiz aile işçiliğidir. Ücretsiz aile işçiliği hem tarım kesiminde hem de tüm
kesimlerin toplamında işsizliği örter niteliktedir. Tarım sektörünün gayri safi milli
gelirde meydana getirdiği değer azaldıkça bu istihdam biçiminin çözülerek kentlere
hareketlenmesi söz konusudur. Kentlere hareket eden niteliksiz işgücü işsizlik sorununu
ağırlaştıran bir etken olarak karşımıza çıkabilecektir. Bu sorunla baş etmek için tarım
228
Gülten Kazgan, a.g.e., 17-18 Mayıs 2002, http://kazgan.bilgi.edu.tr/docs/1990_sonrasi_yillarda_Turkiye.doc
(14.06.2009), s.7,12,13.
229
Özdemir, Ersöz ve Sarıoğlu, s.115,116.
84
politikalarının istihdam boyutuyla birlikte yeniden değerlendirilmesine ve köklü bir
biçimde değiştirilmesine gereksinim vardır.230
Nihayet bu 1990’lı yıllarda işgücü maliyetlerinin seyrini incelediğimizde de şu
bulgulara ulaşılmıştır: İşgücü talebinin en önemli belirleyicileri, işgücü maliyeti ve
büyüme oranıdır. İşgücü talebi, büyüme oranı arttıkça yükselmekte, işgücü maliyeti
arttıkça da azalmaktadır. İşgücü talebinin etkileyicisi olan işgücü maliyetleri, ücretler ve
istihdam maliyetlerinden oluşmaktadır. İmalat sanayinde işveren başına düşen
ödemeler, ortalama olarak toplam işgücü ödemelerinin % 20’sini oluştururken,
kurumsallaşmış bazı şirketler için söz konusu payın % 30’ların üzerinde olduğu, hatta
bazı şirketler için % 40 civarına çıktığı gözlenmektedir.231
Yüksek işgücü maliyetlerinin düşürülmesinin istihdama yapacağı olumlu katkı
dikkate değerdir. Türkiye’de 1990-2003 arası dönemde özel-kamu sektörü işçi ve
memurlarının işgücü maliyetlerinin seyrini gösteren işgücü maliyetleri 1990-1998 arası
dönemde önemli bir artış göstermemiştir ve özel-kamu sektörü işgücü maliyetleri
arasında önemli bir farklılaşma yoktur. 1998-2003 arası dönemde ise, kamu sektörü
işgücü maliyetlerindeki artışın dikkat değer olduğu söylenebilir. 1999 ve 2003 arası
dönemde ise, işgücü maliyetleri hem yükselme göstermiş hem de kamu ve özel sektör
işgücü maliyetleri arasındaki farklılaşma gittikçe belirginleşmiştir. Kamu sektörü işgücü
maliyetlerindeki artış 1998’den sonra hızlanmıştır ve en yüksek işgücü maliyetleri kamu
sektöründe gerçekleşmiştir. İşgücü maliyetlerinin artmasının, söz konusu dönemlerde ve
sektörlerde işgücü talebini daraltıcı yönde etki yaptığını söylemek mümkündür.
Büyüme rakamları ile işgücü talebi ele alındığında, 1980-1998 döneminde Gayri Safi
Yurtiçi Gelirde yıllık ortalama artış hızı % 4.4 ve istihdamda yıllık ortalama artış hızı
ise % 1.5’lik oranla oldukça durgun bir seviyede kalmıştır.232
1994-2004 döneminde gayri safi yurt içi gelirdeki % 2.8 ortalama yıllık artış
hızı, istihdamda yıllık % 1.2 ortalama artış yaratmıştır. Sonuç olarak, 1994-2004
döneminde de büyümenin istihdama yansıtılması hedefinin etkin bir şekilde
230
Genel İş Sendikası, “Türkiye Raporu”, httpwww.genel-is.org.trTURKIYE%20Raporu.doc, (12.12.2008),
par.22,23,24.
231
Türk Sanayici ve İşadamları Derneği, Türkiye’de İşgücü Piyasasının Kurumsal Yapısı ve İşsizlik, s.200.
232
Ansal, s.21.
85
gerçekleştirilemediğini söylemek mümkündür.233 Türk ekonomisinin istihdam yaratma
kapasitesi ile ilgili sorunlarını ön plana çıkaran göstergeler, istihdam artış hızındaki
durgunluk
ve
düşmeyen
işsizlik
oranlarıdır.
Türkiye
ekonomisinin
büyüme
performansının ortalamada yüksek olması, maalesef iş alanı yaratma performansının da
yüksek olduğu anlamına gelmemektedir.234
1990 yılı için Türkiye’de tarım sektörünün istihdamdaki payı % 43,8, sanayi
sektörü payı % 15,2 ve inşaat ve hizmet sektörünün payı da % 41 seviyesindedir. Bu
oranlar 1999 yılında ise sırasıyla; tarımda % 34,5, sanayide % 17,4 ve inşaat ve hizmet
sektöründe ise % 48,1 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’de istihdamın sektörel dağılımı
1990-1999 yılları arası incelendiğinde, tarım sektörünün istihdamdaki payının, azalma
eğilimde olduğu görülmektedir. Ancak, tarım sektöründeki istihdam payının hâlâ
yüksek olduğu söylenebilir. Aynı dönemde sanayi ve hizmetler kesiminin payı ise
hizmetler kesiminin payı daha hızlı olmak üzere yükselmiştir. Bu yüzden istihdamın
sektörel kompozisyonunda 1990 yılından itibaren tarım ağırlıklı yapıdan, hizmetler
ağırlıklı yapıya doğru bir geçişin olduğu gözlenmektedir (Tablo: 8 ).
Tarım dışı istihdam ise 1990 yılında % 54,1 iken 1999 yılında % 63,3’e
yükselmiş, tarım istihdamı ise aynı yıllar itibariyle % 45,9’dan % 36,7’ye düşmüştür.
Tarım istihdamında kadın nüfus erkek nüfustan daha hızlı azalmış, tarım dışı istihdamda
ise kadın nüfus erkek nüfustan daha hızlı artmıştır. Tarım dışı istihdamda kırdan kente
gelmeyen kadın ve erkek istihdamında artış çok daha yavaş gerçekleşmiştir. 1990’lı
yıllarda kırdan kente olan göçler, başta hizmetler sektörü olmak üzere sanayi
sektörünün istihdamını artırmıştır (Tablo: 3 ).
Krizli bir dönem olan 1990’lı yıllarda Türkiye’de nüfusun kırsal ve kentsel
artışları ve dağılımları da çarpıcı bir biçimde değişmiştir. Türkiye’de şehirlerde bulunan
nüfusun oranı son on yılda önemli bir artış göstererek 1990 yılında %59 iken, 2000
yılında % 64.9’a ulaşmıştır. Şehirlerde bulunan nüfus köylerde bulunan nüfusa nazaran
büyük bir hızla artmıştır. 1990-2000 döneminde şehirlerde bulunan nüfusun yıllık artış
hızı binde 26.8 iken, köylerde bu hız binde 4.2 olarak gerçekleşmiştir. Yıllık nüfus artış
233
Eyüboğlu, s.41.
Hacer Ansal, Türkiye Emek Piyasasının Yapısı ve İşsizlik, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı
Yayınları, İstanbul, 2000, s.21.
234
86
hızı 1990-2000 döneminde binde 18.3’e düzeyindedir. 1945 yılından sonra ilk kez
1990-2000 döneminde nüfus artış hızı binde 20’nin altına düşmüştür.235
1990 yılında kurumsal olmayan nüfus 55.294 iken 1999 yılında 65.139’a
yükselerek % 17,8’lik bir artış göstermiştir. İşgücü arzı ise 20.150 iken 1999 yılında
23.878’e yükselerek % 18,5’luk bir artış göstermiştir. 1990 yılında % 56,6 olan
işgücüne katılım oranı ise 1999 yılında % 52,7 seviyesine gerilemiştir. Nüfus artış
hızının işgücü artış hızından daha düşük artmış olmasına rağmen işgücüne katılım
oranının düşmesi 15 ve daha yukarı yaştaki nüfusun aynı dönemde % 27,3’lük artış
kaydetmesi nedeniyledir. Bu da genç nüfusun payının giderek yükselmesine rağmen,
işgücüne giderek azalan miktarlarda dahil olduklarını göstermektedir. Bunun nedeni ise
krizlerin istihdamın artırılamamasına yol açması ve işsizlik oranlarını yükseltmesidir
(Tablo: 1 ).
Nüfusun yapısı ve miktarında söz konusu değişmeler meydana gelirken öte
yandan etkin nüfusta da birtakım gelişmeler ortaya çıkmıştır. Türkiye’de işgücü
kaynağının yaklaşık yarısının işgücüne katılmakta olması, insan gücü kaynağının
verimli kullanılmadığının da bir göstergesidir. Etkin nüfus ya da bunun bir göstergesi
olan işgücüne katılım oranları sürekli düşmüştür.236
Aynı yıllar itibariyle istihdam oranı % 52,1 den % 48,7 ye, kayıt dışı istihdam
oranı % 55,6 dan % 52,1 e, işsizlik oranı % 8,0 dan % 7,7 ye düşmüştür. Ancak eksik
istihdam oranı % 6,5 dan % 9,1 e yükselmiştir. İstihdam oranı düşmüş olmasına karşın
işsizlik oranının artmamış tersine düşmüş olması, işgücüne katılım oranı azalış hızının
istihdam azalış oranının üstünde gerçekleşmesinden kaynaklanmıştır (Tablo: 2 ).
Türkiye’de ise istihdamın işteki durumuna göre dağılımı incelendiğinde,
işgücü içinde ücretlilerin payı sürekli artış halindedir. 1990 yılında % 33,7 olan bu oran,
1999 yılında % 36,4’e yükselmiştir. İşgücünün işteki durumuna göre dağılımı cinsiyet
açısından ele alındığında ücretliler, işveren ve serbest çalışanların çoğunluğunu
erkeklerin oluşturduğu görülmektedir. Ücretsiz aile işçiliğinde ise kadınların payı
yüksektir. Ücretsiz aile işçiliğinin payının özellikle kadınlarda yüksek olması Türk
235
236
İşkur, “Arka Plan” httpstatik.iskur.gov.trtrdis_iliskilerkisa_ulke_raporu.htm, (12.12.2008), par.16.
Gök, s.17.
87
işgücü piyasasının ayırt edici bir özelliği olmaktadır. Ancak toplam istihdam içinde bu
oran kadınlarda 1990 yılında % 20,6 iken, 1999 yılında % 15,1’e düşmüştür. Aynı
dönemde kadınlar her yıl erkeklerden fazla olduğu halde toplam istihdam içinde payının
erkeklerden daha hızlı düştüğü görülmektedir. Türkiye’de kendi hesabına çalışanların
payının yüksek olması da işgücü piyasası açısından anlamlı bir durumdur. Çünkü,
işverenler en az bir kişiyi çalıştırdıkları halde, kendi hesabına çalışanlar kimseyi
istihdam etmemektedir ve etse de bu ücret karşılığı değildir. Ekonomi geliştikçe de
işveren ve kendi hesabına çalışanların payının azalması beklenmektedir. Türkiye’de ise
bu grup, 1990 yılında % 31,7 düzeyinde iken çok düşük bir oranda azalarak 1999
yılında % 29,8’e gerilemiştir (Tablo: 6 ).
Türkiye’de her yaş grubu için demografik fırsat penceresinden yararlanma
şansı bulunmaktadır. İstihdamın büyümesi halinde hane halkı geliri artacak ve
tasarruflarda bir artış ortaya çıkacaktır. Bu, okul çağındaki gençlerin daha uzun süre
okula devamını ve dolayısıyla daha iyi bir eğitim almasını sağlayabilecektir.237
Türkiye’de istihdamın eğitim düzeyine göre dağılımında dikkati çeken nokta,
1990-1999 yılları arası dönemde toplam istihdam içinde okur yazar olmayanların
payının önemli ölçüde gerilemesi ve tüm eğitim seviyelerinde artışların olmasıdır.
Toplam istihdam içinde okuma bilmeyenlerin oranı 1990 yılında % 15.5 iken, 1999
yılına kadar müthiş bir gerileme kaydederek % 9,1 olarak gerçekleşmiştir. Bu bulgular,
demografik fırsat penceresini destekler niteliktedir. Aynı yıllar itibariyle lise altı
mezunlarının oranı, % 68,9’dan %67,3’e düşmüş olup toplam istihdamın yaklaşık üçte
ikisini oluşturmaktadır. Lise ve dengi mezunlarının ise istihdam içindeki payı %
9,9’dan, % 15.5’e, yüksek öğretim görenlerin payı ise % 5.6’dan % 8,2’ye yükselmiştir.
Okul mezunlarının toplam istihdam içindeki payı 1990-1999 döneminde artış
eğiliminde olmasına rağmen, istihdamın eğitim seviyesi lise altı oranın yüksek olması
nedeniyle düşüktür ve büyük ölçüde vasıfsızlardan oluşmaktadır (Tablo: 4 ).
1990’lı yılların sonlarında tarım sektöründeki nüfus yoğunluğunun hızlı
kentleşmeyle birlikte şehirlere, burada da kayıt dışı istihdama yöneldiği görülmektedir.
Kayıt dışı istihdamda özellikle kadın ve çocuk isçileri büyük yer tutmaktadır. 10-14 yaş
237
Ansal, s.52,53.
88
arası çocukların çalışma oranı söz konusu dönemde %24’e ulaşmıştır. Birçok ülkede bu
oran azalırken ve çocuk isçiler ortadan kalkarken, Türkiye’de artmaktadır. Kentlerde,
yoksullukla doğru orantılı olarak kayıt dışı istihdam da artmaktadır. Hatta bir işte
çalışanların ek gelir elde edebilmek için bu işten geri kalan zamanlarında kayıt dışı
çalıştıkları bilinen bir gerçektir.238
Türkiye’de 1990 yılında % 6.5 olan yıllık eksik istihdam oranı 1991, 1994 ve
1999 ekonomik kriz yıllarında yükselme ve hemen sonrasındaki yıllarda dalgalanma
göstermiş, 1994 krizinde % 8.5 ve 1999’da % 9.1 oranı ile en yüksek düzeyine
çıkmıştır. Son 14 yılda Türkiye’de eksik istihdamın yıllık ortalaması ise % 7.2 olmuştur.
Kriz dönemleri ve krizi izleyen yıllarda eksik istihdam oranlarının artış göstermesi,
işten atılma ve uzun süre iş bulamama riskinin arttığı dönemlerde, işin niteliğini ve
ücretinin miktarını dikkate almaksızın kişilerin buldukları işe girmeyi tercih ettiklerini
göstermektedir. Eksik istihdam oranlarındaki artış, açık işsizlik oranındaki artışı
sınırlamakta ve kişiler daha düşük ücretlerle enformel sektörde iş bulmaya
yönelebilmektedir.239
6.4 2000’li Yıllarda Meydana Gelen Gelişmeler
2000 yılı istikrar programıyla ekonomi yeni bir canlılık dönemine girmiştir.
Hemen ardından yaşanan 17 Kasım 2000 kriziyle mali piyasalarda yaşanan sorunlar
hızlı sermaye çıkışlarına neden olmuştur. Bu krizin sebebi bankacılık kesimi ile birlikte
yüksek cari açıklardır.240 2000 yılının son çeyreğiyle birlikte ekonominin çöküşünde,
aşırı yükselen işsizlik, aşırı düşen reel ücretler ve patlayan sosyal sorunlarda ve çöken
borsa göstergelerinde, uluslar arası para fonu politikalarının hataları ile finans
kesimindeki kırılganlık ve hükümetin hataları rol oynamıştır.241 Ardından yaşanan şubat
2001 döviz krizi ile artan cari açıklar ve ağır dış borç geri ödemeleri adeta karşılanamaz
duruma gelmiştir. Krizin ardından büyüme yine artış trendine girmiştir.242
238
Ekin, s.244, 246.
Özşuca, s.77,78.
240
Tarı, Kumcu, s.163.
241
Gülten Kazgan, ”1990 sonrası yıllarda Türkiye’de Krizler ve İşsizlik; Çalışanlar ve Sosyal Güvenlikleri için
Çözümler Açısından bir İrdeleme”, 17-18 Mayıs 2002,
http://kazgan.bilgi.edu.tr/docs/1990_sonrasi_yillarda_Turkiye.doc (14.06.2009), s.9.
242
Tarı, Kumcu, a.g.e., s.163.
239
89
Ekonomik büyüme için doğrudan yabancı sermayenin ve büyüme için gerekli
sabit sermaye yatırımlarının finansmanında doğrudan dış borçlanmanın toplam sermaye
birikimine ve işsizlik sorununun çözümlenmesine olabilecek katkısı, 1994 yılından
itibaren krizlerin içinde olan ekonomimiz açısından bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Aslında kırılgan bir ekonomik yapıya yol açan etken, yüksek cari açıkların
finansmanında kullanılan ve sıcak para olarak bildiğimiz portföy yatırımlarıdır.
Bilindiği üzere, net ithalat fazlalığı nedeniyle artan mal, gelir ve harcama akımı
bu fazlalığın dışarıdan doğrudan borç, yabancı sermaye gibi yabancı kaynak artışını
sağlayan fon girişlerini veya uluslar arası rezervlerin azalması gibi varlık azalışlarını
gerektiren fon çıkışlarını gerekli kılmaktadır. Ödemeler bilançosunun finansmanı için
bu gereklidir. Başlangıçta uluslararası rezervlerin 0 olduğunu, ülkeden sermaye çıkışı
olmadığını,
dış ticaret
açığının
finansmanında sadece portföy yatırımlarının
bulunduğunu, dış açık ortaya çıkarken bu açığın finansmanında kullanılmak üzere
yabancı sermaye (portföy yatırımları) girişlerinin uluslar arası rezervleri yükselttiğini
varsayıyoruz.
Dış ticaret dengesi açığından kaynaklanan net dış borç portföy yatırımları ile
finanse edildiğinden, ödemeler bilançosu finansmanı sağlanacak ancak borcun miktarı
değişmeyecek, niteliği değişecektir. Yerleşikler de dış borç kadar artırdıkları iç
harcamalarını aslında dış borcun başka bir türüyle finanse etmektedirler. Çünkü net
ithalat vardır ve dış borcun sebebi de budur. Net dış borcun portföy yatırımlarının
sağladığı rezerv artışıyla kapandığını ama ülkenin net dış borcunun aslında
değişmediğini, sadece nitelik değiştirdiğini kastediyoruz. Sonuçta da yerleşiklerin net
ithal edilen mal ve hizmetlere yaptıkları harcamalar, sonraki dönemlerde yine
kendilerinin ödeyecekleri net dış borç artışı ile karşılanmış olacaktır.
Görüldüğü üzere portföy yatırımları, yüksek reel faiz yoluyla ülke dışına net
kaynak transferi meydana getiren, büyümeyi frenleyen ve dış borcu artıran bir dış
finansman kalemidir. Ne var ki Ülkemiz risk primi yüksek ve ihracatı, yapacağı ithalata
bağlı olan bir ülke konumundadır. Bu nedenle portföy yatırımlarını devamlı olarak
çekmek ve kalıcılığını sağlamak zorundadır. Bunun için ise TL yi aşırı değerlemek
bahasına yüksek reel faiz politikasına devam etmektedir.
90
Halbuki doğrudan yatırımlar, ödemeler bilançosu açığını net olarak azaltan bir
finansman kalemidir. Başka bir deyişle doğrudan yatırımlar söz konusu açığın
finansmanını sağlarken, ülkenin net dış borcunu sabit bırakmaz, azaltır. Tersine
doğrudan borçlanma veya portföy yatırımları gibi dış finansman kalemleri ödemeler
bilançosu açığını finanse ettikleri halde ülkenin net dış borcunu azaltmazlar, sabit
bırakırlar. Yapılan doğrudan yatırım, yabancı para girişini ifade ettiğinden ilk anda
ihracat artışı gibi değerlendirilebilir. Ancak ihracattan farkı, döviz girişi karşılığında iç
üretim parçasının (mal ve hizmet üretimi) dış topluma gitmemesi, içeride kalmasıdır.
Başka bir anlatımla ekonomide atıl kapasite, dış ticaret açığı kaynaklı bir
ödemeler bilançosu açığı, sermaye birikimi yetersizliği mevcut iken yapılan doğrudan
yatırım temelde iç yatırım harcamalarına (I) bir ilavedir. Böylece ülkenin üretim
kapasitesinin yatırım harcamaları sebebiyle arttığını, söz konusu doğrudan yatırımın
işletme dönemine geçtiği andan itibaren de üretim kapasitenin tüketim harcamaları
nedeniyle arttığını söylemek mümkündür. Doğrudan yatırımlarla istihdam artar, işsizlik
azalır. Büyüme meydana gelir.
Kar transferleri dışarıya yapıldığı takdirde, doğrudan yatırımın diğer faktör
gelirlerini artırmasına karşın karlar dışarıya transfer edildiğinden uzun dönemde milli
gelir artışı transfer edilen söz konusu karların tutarı kadar eksik olur. Devletin hem
istihdam vergi gelirleri hem de kurumsal vergi gelirleri artar. Kamu açıkları, kamu
harcamaları sabitken kapanmaya başlar. Devletin iç borçlanma miktarı ve maliyeti (iç
borçlanma faizi) azalır. Bu azalma ile meydana gelen fonlar özel yatırımları finanse
etmeye başlar.
Doğrudan yatırım finansman yöntemi ile ithalat fazlalığının yol açtığı artan iç
harcama artışlarının finansmanı sağlandıktan sonra milli gelir artışı da söz konusudur.
Halbuki portföy yatırımları ve doğrudan borçlanma ithalat fazlalığının yol açtığı artan iç
harcama artışlarını finanse etmekteydi ve net dış borç sabit kalmaktaydı. Başlangıçta
uluslararası rezervlerin 0 olduğunu, ülkeden sermaye çıkışı olmadığını, dış ticaret
açığının finansmanında sadece doğrudan yatırımların bulunduğunu, dış açık ortaya
çıkarken bu açığın finansmanında kullanılmak üzere doğrudan yatırımların girişiyle
uluslar arası rezervlerin yükseldiğini varsayıyoruz .
91
Dış ticaret dengesi açığından kaynaklanan net dış borç doğrudan yatırımlar ile
finanse edildiğinden, hem ödemeler bilançosu açığının finansmanı sağlanacak hem de
borç ödenecektir. Yerleşikler de net dış borç kadar artırdıkları iç harcamalarını ilk
sermaye girişiyle finanse ederler. Çünkü net ithalat vardır ve dış borcun sebebi de
budur. Ayrıca bu kez gelir artıran doğrudan yatırım girişleri milli geliri de artırır.
Sonuçta da yerleşiklerin net ithal edilen mal ve hizmetlere yaptıkları harcamalar net dış
borcu azaltan ve sonrasında milli geliri artıracak olan doğrudan yatırımlarla karşılanmış
olacaktır.
Yabancıların yaptığı özelleştirme yatırımı finansman yöntemi ile yatırım geliri
yatırım dönemi boyunca yabancı para ile elde edilir. Yapılan özelleştirme yatırımı,
yabancı sermayeli kuruluşun bilançosunun aktifindedir. Özelleştirilen yatırım konusu
ise Devlet’in aktifinden çıkmıştır. Bir nev’i yeni milli gelir artışı eski milli gelir azalışı
ile gerçekleşmiştir.
Yabancıların yaptığı özelleştirme yatırımları, ödemeler bilançosu açığını tıpkı
doğrudan yatırımlar gibi net olarak azaltan bir finansman kalemidir. Başka bir deyişle
özelleştirme yatırımları söz konusu açığın finansmanını sağlarken, yine tıpkı doğrudan
yatırımlar gibi ülkenin net dış borcunu sabit bırakmaz, azaltır. Halbuki doğrudan
borçlanma veya portföy yatırımları gibi dış finansman kalemleri ödemeler bilançosu
açığını finanse ettikleri halde ülkenin net dış borcunu azaltmazlar, sabit bırakırlar.
Yabancı sermayedarın satın aldığı Devlet kurumunun eskisi gibi faaliyetine
devam ettiği, teknoloji ve verimlilik yatırımlarının yapılmadığı varsayımı altında
özelleştirme yatırımlarının doğrudan yatırımlardan farkı, milli gelir artışı meydana
getirmeden elde edilen bir gelir olmasıdır. Doğrudan yatırımlar da yapılan yatırım
karşılığında istihdam ve milli gelir artmaktaydı. Burada ise aynı istihdam devam
etmekte ilave bir üretim olmamaktadır.
Özelleştirme yatırımı ile elde edilen ilk satış geliri, tıpkı doğrudan ve portföy
yatırımlarında olduğu gibi ödemeler bilançosunun finansmanını sağlamakta ama
doğrudan yatırımlar gibi dış borcu azaltmakta ve ancak portföy yatırımlarına benzer
biçimde milli geliri artırmadan ithalat iç harcamalarını finanse etmektedir.
92
Doğrudan yatırımlar hem ilk elde edilen bir gelirdir, hem de geliri devamlı
artıran bir yatırım türüdür. Özelleştirme yatırımları ise eski milli gelirin satılması
karşılığında ilk elde edilen bir gelirdir. Doğrudan yatırımlar, gelir ve varlık artışı ile
borç azalmasını gerçekleştirir. Özelleştirme yatırımları gelir ve varlık artışı olmaksızın
borç azalmasını gerçekleştirir. Portföy yatırımlarında ise gelir ve varlık artışı olmaksızın
borç değişmeden kalır. Yapılan özelleştirme yatırımı da, yabancı para girişini ifade
ettiğinden ilk anda ihracat artışı gibi değerlendirilebilir. Ancak ihracattan farkı, döviz
girişi karşılığında önceden üretilen bir iç üretim parçasının (tesis) dış topluma
gitmemesi, içeride kalmasıdır. Özelleştirme yatırımlarında net istihdam yoktur, hatta
azalma ihtimali bile vardır. Özelleştirme yatırımının diğer faktör gelirlerini artırmaması
ile birlikte karlar dışarıya transfer edildiğinden uzun dönemde yabancı sermaye sahibi,
daha önce ödediği varlık için katlandığı maliyeti geri alır.
Doğrudan borçlanma ve portföy yatırımları ithalat fazlalığının yol açtığı artan
iç harcama artışlarını yine elde edilen ilk gelirle finanse etmekteydi, ancak net dış borç
sabit kalmaktaydı. Doğrudan yatırımlar ile ithalat fazlalığının yol açtığı artan iç
harcama artışlarının hem ilk defa elde edilen gelirle finansmanı söz konusuydu, hem
milli gelir artışı meydana gelmişti, hem de net dış borç azalmaktaydı. Öyleyse
özelleştirme yatırımları etkileri itibariyle birbirine zıt iki yatırım türü olan doğrudan
yatırım ile portföy yatırımları veya doğrudan borçlanma arasındadır.
Başlangıçta uluslararası rezervlerin 0 olduğunu, ülkeden sermaye çıkışı
olmadığını, dış ticaret açığının finansmanında sadece özelleştirme yatırımlarının
bulunduğunu, dış açık ortaya çıkarken bu açığın finansmanında kullanılmak üzere
Yabancıların özelleştirme yatırımları girişiyle uluslar arası rezervlerin yükseldiğini
varsayıyoruz. Özelleştirme yatırımları ile hem ödemeler bilançosu finansmanı
sağlanmakta hem de borç ödenmektedir. Yerleşikler de net dış borç kadar artırdıkları iç
harcamalarını bu kez bir defalık gelir sağlayan özelleştirme yatırım girişleri ile finanse
etmektedirler.
Çünkü
net
ithalat
vardır
ve
dış
borcun sebebi de
budur.
Sonuçta da yerleşiklerin net ithal edilen mal ve hizmetlere yaptıkları harcamalar, net dış
borcu azaltan ve sonrasında bir defalık gelir sağlayan özelleştirme yatırımları ile
karşılanacaktır.
93
Dış borçlar meselesi günümüz dünyasında ve ülkemizde gündemin ilk
sıralarında yer almakta ve önemini gittikçe artırmaktadır. Gerçekten bu soruna ciddi
olarak yaklaşılmalı ve popülizmden uzak teknik ve etkin tedbirlerle bu meselenin sorun
olmaktan çıkarılarak, kalkınmada hangi ölçüler içerisinde yararlanılabileceği bilimsel
metotlarla ortaya konulmaya çalışılmalıdır.
Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde belli sınırlar dahilinde dış
borçlanmanın kalkınmayı gerçekleştirmede rol oynayabileceği kanaatindeyiz. Aşağıda
belirtilen şartlar dahilinde yapılacak dış borçlanma söz konusu ülkelerde kalkınmaya
ivme kazandırabilecektir. Büyüme ve kalkınma, yeterli tasarruf hacmi ve dolayısıyla
yeterli yatırımla gerçekleşebilir. Dış borçlanma ilk yapıldığında bu mevcuda ilave
niteliğindedir.
Ancak devlet reel faiz oranının altında borçlanmayı başarabilmelidir. Bu da
finansal kırılganlık düzeyinin düşük olmasıyla mümkündür. Yüksek faizli ve kısa vadeli
mevcut dış borçları, düşük faizli ve uzun vadeli yeni borçlanma yaparak ödemeli ve dış
ödeme sıkışıklığını kısa dönemde rahatlatmalıdır. Dış borçlar üretken yani verimli
alanlara, istihdamı ve ihracatı artırıcı, sermaye malı ithalatına imkan veren, turizmi
geliştiren atıl kapasiteyi harekete geçirebilecek, sanayileşmeyi hızlandıracak ve bu
doğrultuda tarım kesimindeki gizli işsizlerin sanayi ve hizmetler kesiminde iş
bulabilmelerini sağlayacak, eş zamanlı olarak da tarımda modern teknolojiyi, ucuz girdi
teminini gerçekleştirecek tarzda kullanılmalıdır.
Dış borçlar sermaye hasıla katsayısı yüksek olan bu tip ülkelerde, hiç olmazsa
bu katsayının nispi olarak düşük olduğu sektörlere aktarılmalıdır. Dış borçlar maliye
politikası ile ahenkli bir biçimde, yatırımları, üretimi, istihdam ve ihracat kapasitesini ve
dolayısıyla vergi kapasitesini artırıcı alanlara yönelik kullanılmalıdır. Gelir meydana
getirici alt yapı, baraj, modern tarım, limanlar, havayolları, hammadde merkezleri
arasında kolay ulaşımı sağlayacak karayolları, ihracata yönelik yük taşımacılığı, şehir
içi ulaşım, metro, telekomünikasyon, elektrik, doğalgaz, moral ve sosyal tesisleri vb. bu
alanlara örnek olabilir.
94
Dış borçlar para ve kur politikası ile de ahenkli olarak yürütülmelidir. Dış
borçlanma gerçekleştikten sonra, bu borcun geri ödenmesini sağlayacak toplam arzı
artıran alanlara yatırım yapıldığı esnada ihtiyaç duyulan para arzı artarken enflasyona
sebep olunmamalı, artan yabancı para arzı ise döviz kuru istikrarını bozmamalıdır. Dış
borçlar ülke içi sermaye birikimini sağlayan sermaye malı üretimi ve ihracat
kapasitesini genişletmek kaydıyla sermaye malı ithalatında kullanılmalıdır.
Dış borçlar enflasyonu körüklememeli, tüketim malı talebini azdırmayacak,
toplam tasarruf hacmini artıracak biçimde kullanılmalıdır. Dış borçlar turizm, eğitim ve
sağlık alanlarına bütçeden ayrılan payın artırılmasını sağlayacak tarzda kullanılmalıdır.
Dış borçlar ülke içinde Küçük ve orta boy işletmeleri geliştirmek ve onlara finansman
desteği sağlamak amacıyla da kullanılmalıdır. Böylelikle stratejik olarak büyüme
potansiyeli olan, üretimi artırma ve işsizliği azaltma fonksiyonu bulunan ve
kanaatimizce gelir dağılımında da adaleti sağlamaya yardımcı olacak bu sektöre ucuz
kaynak temini milli gelirin artırılmasını da sağlayacaktır.
Yabancı sermaye çeşitleri ve dış borçlanmadan söz ettikten sonra 2000’li
yıllardaki gelişmelere baktığımızda, 2000 ve 2001 yılında peş peşe yaşanan söz konusu
krizlerin ve ekonomideki belirsizliklerin işsizliğin artmasında etkili olduğunu görürüz.
2001 krizi özellikle bankacılık sektörünü derinden etkilediğinden çok sayıda beyaz
yakalının, dolayısıyla eğitimli kişilerin işsiz kalmasına sebep olmuştur. İşsizliğin çok
yüksek olduğu Türkiye’de istihdam yaratılamamakta, ekonomik büyümeye rağmen
işsizlik azalmamaktadır. Türkiye, 2000’li yıllardan itibaren özellikle 2001 krizinin
beraberinde getirdiği ekonomik sorunlarla birlikte ekonomik anlamda oldukça zor bir
döneme girmiştir. 2002 yılından itibaren başlayan ekonomik büyümeyle birlikte
enflasyon tek haneli rakamlara düşmüş, ekonomi reel olarak yüksek bir büyüme hızına
ulaşmış, Yeni Türk Lirası değer kazanmış, ihracat artmış, kamu borçlanması giderek
azalmış, merkez bankasının rezervleri artmış, reel faizler düşmüştür. Ancak, bütün bu
olumlu gelişmelerden işgücü piyasası pay alamamış, işsizlik önemli bir sorun haline
gelmiştir.243
243
Ataman, Türkiye’de 2000-2005 Dönemi İşsizlik Üzerine Tartışmalar, s. 94,96,97.
95
İşsizlikle mücadelede bilinen en etkin yol ekonomik büyüme olduğu halde
değinildiği üzere 2000’li yılların başlarında Türkiye’de ve dünyada istihdamsız bir
büyüme süreci yaşanmıştır. Bu süreçte dünyada özellikle imalat sanayinde üretim
artarken, istihdam artmamış, hatta birçok ülkede azalmıştır. Bu dönemdeki büyüme
daha çok verimlilik artışı kaynaklıdır. İstihdamsız büyüme artan küresel rekabetin bir
sonucu olmuştur. Küresel rekabet, firmaları daha az istihdamla daha çok üretmenin
yollarını aramaya zorlamıştır. Söz konusu problemler ülkemiz açısından da geçerlidir.
İşgücü piyasasında arzın karşılanabileceği yeterli talebin yaratılamaması, işgücüne her
gün yeni katılımların olduğu genç nüfusa sahip ülkemizde bu problemi daha da
ağırlaştırmaktadır. Özellikle istihdamın sektörel dağılımındaki dengesizlik işsizlikle
mücadelede köklü yapısal değişimlerin gerekliliğini ortaya koymuştur. Gelişmiş
ülkelere bakıldığında tarımın en az istihdam yarattığı, ardından sanayi ve hizmetler
sektörü istihdamının geldiği bir yapı ile karşılaşılmaktadır. Türkiye’de ise istihdam
yoğunluğu sırasıyla hizmetler, tarım ve sanayi sektörlerindedir.244
Bilindiği üzere Türkiye ekonomisi 1998’den bu yana dolaylı ya da dolaysız
biçimde uluslararası para fonu (IMF) tarafından yönetilmekte ve denetlenmektedir.
Özellikle Şubat 2001 krizi sonrasında şekillenen uluslararası para fonu (IMF)
programının temeli piyasalara güven sağlama yoluyla istikrar görüşüne dayanmaktadır.
Türkiye söz konusu fon tarafından kendisine sunulan yapısal uyarlama reformlarını
gerçekleştirmeyi taahhüt edecek; belli aralıklarla da bizzat bu fon tarafından denetime
tabi tutulacaktır. Bu denetimler sonucunda Türk hükümeti ve bürokrasisi başarılı
bulunduğu ölçüde piyasalar tarafından güvenilir olarak algılanacak, böylece de faizler
üzerindeki risk marjı düşerek, tüketim ve yatırım talebi uyarılacak ve Türkiye büyüme
patikasına girecektir.245
Kriz yılı olan 2001 yılında ekonomi 1987 yılı fiyatlarıyla bir önceki yıla göre
yıllık ortalama %9,4 oranında küçülmüştür. Söz konusu küçülmenin başta ithalat vergisi
olmak üzere sırasıyla mali kuruluşlar, ticaret, sanayi, serbest meslek ve hizmetler ile
tarım
ve
inşaatta
yoğunlaştığı
görülmektedir.
244
Harcama
yöntemiyle
Devlet Planlama Teşkilatı, 9. Kalkınma Planı, İşgücü Piyasası, s.2.
Erinç Yeldan, “Büyümenin Kaynakları Üzerine”, http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org,
(03.02.2009), par.1.
245
96
yapılan
hesaplamalarda ise en fazla azalmanın gayri safi sabit sermaye oluşumunda meydana
geldiği, mal ve hizmet ithalatı harcamalarında da ciddi bir azalma kaydedildiği
görülmektedir.246
2001 mayıs ayına kadar geçen sürede çöken 15.317 firma dahil, krizin
başladığı 1998’den bu tarihe kadar toplam 94.905 firma kapanmış, işsizlik oranı da
%6.8’den %8.6’ya atıl işgücü oranı %16.7’ye yükselmiştir. Ancak kayıt dışı çalışan
işçiler ya da kayıt dışı firmalardaki işsizlerin sayısının ne olduğu tespit edilememiştir.
Yalnızca işsizlerin sayısında bir milyonluk artış olduğu tahmin edilmiştir. Dolar
üzerinden birim ücret endeksi 1997 sabit fiyatlarıyla 1990-1993 arası 140-150 civarında
seyrederken 2000 ve sonrasında önce 100’e sonra bunun da altına inmiştir. Söz konusu
dönemde işsizliği artıran başka bir faktörde kaçak olarak ülkemize gelen yabancı işçiler
olmuştur. 2002 yılında 500 bin ile 1 milyon arasında yabancı işçi, kaçak olarak
Türkiye’de çalışmıştır. Bunlar hem yerli işgücünü ikame ederek işsizliği artırmışlar,
hem daha düşük ücretlerle çalışmaya razı olduklarından reel ücretlerin düşmesine neden
olmuşlardır.247
İşsizlik, planlı dönemin başından itibaren önemini koruyan ekonomik ve sosyal
nitelikli bir problemdir. 2002 yılında ekonomimizde büyüme yaşanmasına rağmen 2003
yılı hane halkı işgücü anket sonuçlarına göre işsizlik oranı %12’lere ulaşmıştır.
Türkiye’de
işsizliğin
bu
seviyelerde
olması
AB
ülkeleri
ortalamaları
ile
karşılaştırıldığında yanıltıcı sonuçlar çıkarılmasına neden olmaktadır. Çünkü Türkiye’de
kırsal kesim istihdamının göreli olarak yüksek olması dolayısıyla ücretsiz aile işçiliğinin
yaygın olması, işgücüne katılma oranının düşüklüğü ve sosyal güvenceden yoksun
düşük verimle çalışanların fazlalığı, işsizlik oranlarının gelişmiş ülkelere göre ister
istemez düşük seviyelerde görünmesine neden olmaktadır.248
Bilindiği üzere mayıs 2001 tarihli güçlü ekonomiye geçiş programı ve
sonrasında taahhüt edilen niyet mektuplarının makroekonomik hedefleri, 2006 sonuna
246
Genel İş Sendikası, “Türkiye Raporu”, httpwww.genel-is.org.trTURKIYE%20Raporu.doc, (12.12.2008),
par.1-3,6.
247
Gülten Kazgan, ”1990 sonrası yıllarda Türkiye’de Krizler ve İşsizlik; Çalışanlar ve Sosyal Güvenlikleri için
Çözümler Açısından bir İrdeleme”, 17-18 Mayıs 2002,
http://kazgan.bilgi.edu.tr/docs/1990_sonrasi_yillarda_Turkiye.doc (14.06.2009), s.9,14,31,32.
248
Cem Kılıç, “Türkiye’de İşsizlik ve Avrupa İstihdam Stratejisi”, ekim 2003,
httpwww.tisk.org.trisveren_sayfa.aspyazi_id=808&id=48, (12.12.2008), par.1.
97
kadar kamu kesimi faiz dışı bütçe dengesinin milli gelire oranının %6.5 düzeyinde bir
fazla
oluşturmasını
öngörmektedir.
Hükümet
ve
kamu
bürokrasisi,
Türkiye
ekonomisinin 2002 ve 2003’ün birinci çeyreğindeki %7’yi aşan büyüme performansını
da faiz dışı fazla hedeflerini tutturmadaki ve genel olarak yapısal reformları
uygulamadaki başarıların bir sonucu olarak yorumlamıştır. Oysa 2002 ve 2003 başında
gerçekleşen büyümenin kaynaklarını yakından incelediğimizde, söz konusu büyümenin
hükümetin iktisadi politikaları ile hiç ilgisi bulunmadığını; büyümeyi sağlayan ana
kaynağın öncelikle ücret ve ithalat maliyetlerindeki ucuzlamaya dayandığını ve üretimin
de çoğunlukla stok birikimine yöneldiğini görmekteyiz.249
Ekonomide 2001 yılında tarihi bir küçülme yaşanmasını takiben 2002 yılının
tamamı ve 2003 yılının ilk yarısı itibariyle ekonominin bir büyüme süreci içine girmiş
olduğunu görüyoruz. 2002 yılının tümünde gayri safi milli gelirde %7,8 artış
sağlanmıştır. 1987 yılı fiyatlarıyla yapılan hesaplamaya göre en yüksek büyüme
sırasıyla ithalat vergisi, ticaret ve sanayi sektörlerinde gerçekleşmiştir. Harcamalara
göre yapılan gayri safi milli gelir hesabında ise en yüksek büyüme sırasıyla mal ve
hizmet ithalatı, mal ve hizmet ihracatı ve devletin nihai tüketim harcamalarında
gerçekleşmiştir. 2002 yılında gayri safi sabit sermaye oluşumu için yapılan
harcamalarda yaşanan % 0,8’lik negatif büyüme dikkat çekicidir. 2003 yılının ilk yarısı
itibarıyla gayri safi milli gelir büyümesi %5,4 oranındadır. 2003 yılı ilk altı ayında en
yüksek oranlı büyüme ithalat vergisinde meydana gelmiştir. Büyüme hızları dönemsel
olarak incelendiğinde büyüme hızının 2002 yılı 4. döneminden itibaren düşmeye
başladığı görülmektedir. Hem 2002 yılında hem de 2003 yılının ilk altı ayında mal ve
hizmet ihracatı ve ithalatı harcamalarındaki yüksek büyüme hızları ise dikkate
değerdir.250
Veriler 2002’de gayri safi yurt içi gelirdeki artışın %90’ının stok artışları
olarak ortaya çıktığını göstermiştir. Bunun anlamı, 2002’deki reel büyümenin halkın
refah gücüne yansımamış olup reel kişisel gelirlerde durgunluk yaşanırken ve sabit
sermaye yatırımları gerilerken, bütünüyle stok birikimine yönelen bir üretim artışının
249
Erinç Yeldan, “Büyümenin Kaynakları Üzerine”, http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org,
(03.02.2009), par.2,3.
250
Genel İş Sendikası, “Türkiye Raporu”, httpwww.genel-is.org.trTURKIYE%20Raporu.doc, (12.12.2008),
par.12,13,14,15,17.
98
gerçekleştirilmiş olmasıdır. 2003 için de benzer tespitleri yapmak söz konusudur.
Ayrıca 2003 yılı başında tüketim talebinde gözlenen canlanma tümüyle gayri safi yurt
içi gelirdeki artışın %115’ine ulaşan ithalattaki olağanüstü genişlemenin eseridir.
İthalattaki bu yüksek sıçrama ise doğrudan doğruya döviz kurundaki aşırı değerlenmeye
bağlanabilir.251
2002 yılında sektörler itibariyle katma değer artış hızları tarımda %6.9,
sanayide %9.4 ve hizmetlerde %7.5 oranında gerçekleşmiştir. Ekonomideki canlanma
2003 yılında da devam etmiştir. Mali krizleri aşmak için uygulamaya konulan
programda öncelikle ihracat, küçük ve orta büyüklükteki işletmeler ve işletmelerin
finansal sorunlarına ilişkin çeşitli önlemler alınmıştır.252
2002 ve 2003 yıllarında gayri safi milli gelirde artış meydana gelmiş olmasına
yani ekonomide bir büyüme gerçekleşmiş olmasına rağmen, işsizlik artmıştır. Bu
durumun temel sebebi, mevcut işletmelerin yeni yatırımlar yapılmaksızın kapasite
kullanım oranlarını ve verimliliklerini arttırmış olmalarıdır. Başka bir anlatımla
istihdam yaratmayan büyüme olgusu ortaya çıkmıştır. Ancak, yatırım yapılmaksızın
büyüme sağlanmasının sınırı olduğu da bilinmektedir. Bu nedenle, Türkiye’de
istihdamın arttırılması için kaçınılmaz olan, yeni yatırımların yapılması gerekliliğidir.253
Başka bir görüşe göre ise 2002 yılında yüksek oranlı bir büyüme gerçekleşmiş olmasına
rağmen istihdam düzeyindeki gerileme, tarımsal istihdamdaki azalmanın tarım dışı
sektörler tarafından bütünüyle emilememesinden kaynaklanmıştır.254
Türkiye’nin ticaret fazlası verdiği emek-yoğun sektörlerde uluslararası
rakipleri yine Türkiye’ye benzer koşullarda üretimin gerçekleştiği çevre ülkeleridir.
Rekabet
gücünü
artırmak,
birim
emek
maliyetlerinin
aşağı
çekilmesiyle
gerçekleşmektedir. Döviz kuru politikalarının giderek devre dışı kaldığı ve üretim
teknolojisinde büyük farkların olmadığı koşullarda, birim emek maliyetlerinin düşmesi,
reel ücret ve istihdam hareketlerinin bastırılması yani işgücü verimliliğinin yükselmesi
251
Erinç Yeldan, “Büyümenin Kaynakları Üzerine”, http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org,
(03.02.2009), par.4,5.
252
İşkur, “Arka Plan” httpstatik.iskur.gov.trtrdis_iliskilerkisa_ulke_raporu.htm, (12.12.2008), par.1.
253
Cem Kılıç, “Türkiye’de İşsizlik ve Avrupa İstihdam Stratejisi”, ekim 2003,
httpwww.tisk.org.trisveren_sayfa.aspyazi_id=808&id=48, (12.12.2008), par.5.
254
Erinç Yeldan, “Büyümenin Kaynakları Üzerine”, http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org,
(03.02.2009), par.4.
99
ile mümkün olmaktadır. Sonuç olarak gelişmekte olan ülkelerde üretim ve verim
artışlarına rağmen çalışanların reel kazançları baskı altında kalmakta; ekonomik
büyümeye paralel istihdam artışları gerçekleşmemekte; işsizlik oranları giderek
artmaktadır.255
Bu dönemlerde sanayi üretimi gerilemiş ancak üretimde çalışan kişi başına
verimlilikte bir gerileme kaydedilmemiştir. Ancak üretimde çalışanların sayısının
düştüğü görülmektedir. Bu tablo krizin başlıca mağdurlarının işsiz kalan işçilerle, işsiz
kalanın işini de yapmak zorunda kalan işçiler olduğunu göstermektedir. İşveren kriz
dönemi ile birlikte üretimindeki gerilemeyi işgücü maliyetlerini azaltarak telafi
etmektedir. Kısmi verimlilik endeksi incelendiğinde sanayi üretimi ile üretimde çalışan
kişi başına verimlilik endeksinin paralel bir eğilim içinde olduğu ama üretimde
çalışanlar endeksi ile sanayi üretimi endeksi arasındaki ilişkinin tam bir paralellik arz
etmediği görülmektedir. Nihayet tamamlayıcı bir diğer veri de reel ücret kazançlarıdır.
Devlet İstatistik Enstitüsünün (1997=100) temelinde imalat sanayi üretiminde çalışan
kişi başına reel ücret kazancı ile ilgili yaptığı çalışmada, kriz döneminde reel kazancın
keskin bir biçimde düştüğü tespit edilmiştir.256
Büyüme süreci 2004 yılında da devam etmiş ikinci çeyrekte gayri safi milli
gelir % 14.4 ve gayri safi yurt içi gelir ise % 13.4 oranında büyümüştür. Gayri safi milli
gelir ve gayri safi yurt içi gelir artışları sanayi üretim endeksi ve diğer ekonomik
göstergelerdeki olumlu gelişmeler çerçevesinde yüksek oranlarda gerçekleşmiştir. Bu
olumlu gelişmede, sanayi, ithalat vergisi, ve ticaret sektörlerindeki yüksek büyüme
oranları etken olmuştur. 2000 yılından 2004 yılına kadar olan dönemde düşüş eğilimi
içerisinde olmasına rağmen hala yüksek oranlarda seyreden eksik istihdam, istihdam
edilmiş olan kişilerin potansiyel kapasitelerinden tam olarak yararlanılmadığını
göstermekte olup işgücü piyasasında işsizlik kadar önemli bir sorun teşkil etmiştir.257
255
Bağımsız Sosyal Bilimciler,”2007 İlk Yazında Dünya ve Türkiye Ekonomisine Bakış”, Haziran 2007, Ankara,
Bağımsız Sosyal Bilimciler 2007 Yılı Raporu,
httpwww.bagimsizsosyalbilimciler.orgYazilar_BSBBSB2007_Final.pdf, (13.02.2009), s.36.
256
Genel İş Sendikası, “Türkiye Raporu”, httpwww.genel-is.org.trTURKIYE%20Raporu.doc, (12.12.2008),
par.39,40.
257
İşkur, “Arka Plan” httpstatik.iskur.gov.trtrdis_iliskilerkisa_ulke_raporu.htm, (12.12.2008), par.2,3,9,11.
100
2004 yılında gayri safi milli gelir büyüme hızı % 9.9 olmasına rağmen,
istihdam artış oranı % 2 gibi düşük bir seviyede seyretmektedir. Gayri safi milli
gelirdeki bu büyümenin istihdamsız bir büyüme olduğu söylenebilir. Ekonomide 2002
ve 2004 yılları arasında gözlenen ihracat odaklı büyümenin kaynağını da bu dönemdeki
verimlilik artışları oluşturmaktadır. Verimlilik artışlarının yükseldiği bu süreçte, reel
ücretlerde artış gözlenmezken, yeni istihdam da yaratılamamıştır.258
2004 yılında tarım sektörünün istihdamın büyük bir bölümünü barındırdığı
görülmektedir. Ekonomideki yapısal dönüşüm sürecinde bazı sektörler küçülürken bazı
sektörler büyümüş ve bu durum istihdamın da sektörel dağılımını etkilemiştir. Son
yıllarda tarımda yeniden yapılanma sürecinde bu sektörde rekabetin tesis edilmesi
çabaları devam etmektedir. Bu durum, tarım sektöründe işgücünden kopmalar meydana
getirmiştir. Tarım sektörünün çözülmesi sonucu sanayi ve hizmetler sektörünün payı
hem üretim hem de istihdam açısından ciddi olarak artış göstermiştir. Bunun yanı sıra
tarım sektöründeki istihdam ve sektörün gayri safi yurt içi gelir içindeki payları arasında
hala bir paralellik söz konusu değildir. Bu durum çoğunlukla tarımda verimliliğin düşük
olmasından kaynaklanmaktadır. 2004 yılı itibarıyla, verimlilik artışlarında doyma
noktasına ulaşılması, 2003 ve 2004 yıllarında gerçekleşen yüksek oranlı özel kesim
sabit sermaye yatırım artışlarının gecikmeli olarak istihdama yansıması ve böylece daha
fazla büyüme için daha fazla istihdam yaratılmasının zorunlu hale gelmesi ve ekonomik
istikrarın kalıcı olduğuna olan inancın artması sonucunda, istihdamda % 3 oranında artış
kaydedilmiştir. Böylece, üretim faktörlerinin büyümeye katkıları açısından, önceki
yıllara kıyasla çok daha dengeli bir yapı oluşmuştur. Ancak Türkiye İstatistik
Kurumunun verileri 2004 yılında kayıt dışı istihdamın da arttığı ve 2004 yılındaki
istihdam artışının büyük çoğunlukla kayıt dışı alanda gerçekleştiğini göstermektedir.259
2005 yılında 2004 yılına göre düşmekle beraber yüksek bir büyüme
performansı yakalanmıştır. Büyüme %7.6 olarak gerçekleşmiştir. Büyüme rakamlarının
tartışmalı tarafı, bu kadar yüksek büyümenin ardından istihdamda yeterince artış
258
259
Eyüboğlu, s.42.
Devlet Planlama Teşkilatı, 9. Kalkınma Planı, İşgücü Piyasası, s.26,27,29,30.
101
olmaması, başka bir deyişle işsizliğin azaltılamamış olmasıdır. Bu dönemde de
büyümenin aksine işsizlik oranları düşürülememiş ve %10.3 olarak gerçekleşmiştir.260
Türkiye İstatistik Kurumunun açıkladığı rakamlara göre; 2006 yılının dördüncü
üç aylık döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre sabit fiyatlarla gayri safi millî
gelir % 4.6’lık bir artış göstermiş olup yılın tamamında ise sabit fiyatlarla % 6.0’lık artış
kaydedilmiştir. Gayri safi yurtiçi gelir ise 2006 yılının dördüncü üç aylık döneminde bir
önceki yılın aynı dönemine göre sabit fiyatlarla % 5.2, yılın tamamında ise % 6,1
oranında bir artış göstermiştir. Büyümenin kaynaklarına bakıldığında istihdamın
yeterince artmamasının ve yüksek büyüme oranları açıklanmasına rağmen işsizliğin
azaltılamamasının nedenleri açıkça görülmektedir. Sonuç olarak, ithalata ve tüketime
dayalı bir büyüme söz konusudur. Bu sağlıklı ve sürdürülebilir bir durum değildir.
Önemli istihdam sağlayan tarım sektörü de ancak revizyonlarla büyütülebilmektedir. Bu
durumda işsizlik de azaltılamamaktadır. Yüksek büyüme oranları açıklanmasına
rağmen, işsizlik oranı hâlâ yüzde 10’lar düzeyinde devam etmektedir. İşsizlik oranı
2004’te ve 2005 % 10.3 olarak gerçekleşmiş olup ekim 2006 itibarıyla % 9.1’e
düşmüştür. Genç ve eğitimli nüfusta işsizlik oranı çok yüksektir.261
1997-2006 döneminde gayri safi milli gelir ortalama artış hızının gayri safi yurt
içi gelirinkinden yaklaşık 0,5 puan düşük gerçekleşmesi, net dış alem faktör gelirlerinin
2000 sonrasında negatif değerlere geçmesi nedeniyledir. Türkiye’nin dış kaynak açıkları
büyüyerek sürdükçe ve bu açıkları kapatan yabancı sermaye girdilerine yüksek getiri
sağlandıkça bu eğilim kalıcı olacaktır. İmalat sanayi kapasite kullanım oranları, 20042006 yıllarında hem özel sektör, hem kamu sektörü için konjonktürel zirve değerlerine
ulaşmıştır. Tarımsal gelirin 1997-2006 döneminde yılda ortalama yüzde 1 civarında bir
hızla artması sonucunda, sabit fiyatlarla hesaplanan tarımsal gelir / gayri safi milli gelir
oranı 1997’de yüzde 13.3 iken, 2006’da yüzde 11.1’e gerilemiştir. Sanayinin gayri safi
yurt içi gelir içindeki payı ise 1997’den bu yana oldukça istikrarlı seyretmiş olup sabit
ve cari fiyatlarla hesaplanan paylar sırasıyla %29 ve %25 düzeylerindedir. Dolayısıyla
260
Ahmet Ay, Zeynep Karaçor, “2001 sonrası dönemde Türkiye Ekonomisinde Krizden Büyümeye Geçiş
Üzerine Bir Tartışma”, httpwww.sosyalbil.selcuk.edu.trsos_makmakalelerAhmet%20AY%20%20Zeynep%20KARA%C3%87ORAY,%20AHMET.pdf (13.02.2009), s.74.
261
Mehmet Günal, “Büyüme Sanal mı, Gerçek mi?”, 2007, www.2023.gen.tr/nisan2007/5.htm, (13.02.2009),
par.4,9,10,11.
102
tarımsal gelir paylarındaki daralma hemen tümüyle hizmet sektöründeki göreli
genişlemeye yansımıştır. 1997-2006 döneminin tamamında ekonomik büyümeye en
büyük katkıyı yüzde 59 ile tüketim sağlanmış olup sabit sermaye yatırımlarının pozitif
katkısı yüzde 26 dolayında gerçekleşmiş, stok artışlarının katkısı ise yüzde 14 olmuş,
net mal ve hizmet ihracatının katkısı ise yüzde 1 gibi, ihmal edilebilir düzeyde
gerçekleşmiştir. 1997-2006 döneminin üç aylık bazda düzenlenmiş imalat sanayi
verilerini kullanarak yapılan bir ekonometrik sınamada sanayi sektöründe istihdamın
uzun dönemli gelir esnekliği 0.5 çevresinde tahmin edilmiş, daha açık bir deyişle sınaî
istihdamın sınai gelir artış hızının yarısı kadar bir hızla artabileceği kestirilmiş, öte
yandan işgücü maliyeti esnekliği istatistik olarak anlamlı bulunmamıştır. Bu sınamalar
işverenler çevresinde sık sık dile getirilen ve işgücü maliyeti düşürüldüğü takdirde
istihdamın artacağını iddia eden görüşlerin geçerliliğini kuşkulu kılmaktadır.262
2001-2006 döneminde gerçekleşen ortalama yüzde 7,2’lik büyüme hızına
rağmen, işsizlik oranları 2006 yılında 2002 yılına göre sadece yüzde 0,7 oranında
düşerek % 9,9 olarak gerçekleşmiştir. Görüldüğü gibi 2001-2006 döneminde ekonomik
büyümenin istihdam üzerindeki etkisi sınırlı kalmıştır. Başka bir deyişle söz konusu
yıllar içerisinde istihdam dostu olmayan bir büyüme gerçekleşmiştir. 2007 yılında yüzde
4,5’lik bir büyüme ile son 6 yılın en düşük rakamı gerçekleşmiş olmasına rağmen
ülkemiz 24 çeyrektir kesintisiz büyümektedir. 24 çeyrektir kesintisiz süren bu
büyümeye rağmen işsizlik sorununa kalıcı çözümler bulunamamıştır. Bunun en önemli
nedenlerinden biri, mevcut işletmelerin yeni yatırımlar yapmaksızın kapasite kullanım
oranlarını ve verimliliklerini artırmış olmalarıdır. Yeni yatırımlar yapılmaksızın
sağlanan büyümenin sürekli olamayacağı böylelikle apaçık ortaya çıkmıştır. Bu açıdan
bakıldığında, Türkiye’de yeni yatırımlar yapılarak yeni istihdam alanlarının açılması
gerekmektedir. Bunun için özel sektör mantığını ön plana çıkaracak yeni düzenlemelere
ihtiyacımız bulunmaktadır.263
262
Bağımsız Sosyal Bilimciler,”2007 İlk Yazında Dünya ve Türkiye Ekonomisine Bakış”, Haziran 2007, Ankara,
Bağımsız Sosyal Bilimciler 2007 Yılı Raporu,
httpwww.bagimsizsosyalbilimciler.orgYazilar_BSBBSB2007_Final.pdf, (13.02.2009), s.19,20,37.
263
İzmir Ticaret Odası, “Türkiye’de İşsizlik Sorunu Çıkmaz Sokakta”, Mayıs 2008, Arge Bülten,
httpwww.izto.org.trNRrdonlyres7475BDA1-95B7-4855-B351-9ADCE4362AFE9931issizlik_saiterdem.pdf
(13.02.2009), s.8,9.
103
2008 yılında ise yeni bir küresel finans krizinin başladığı yıldır. Bu yılın
tamamına ait ekonomik büyüme oranını vermeden önce söz konusu krizin ilk 9 ayda
pozitif büyüme kaydetmiş olan ülkemizin son çeyrekte nasıl negatif oranda büyüyerek,
yılın tamamı için büyüme oranını düşürdüğüne dikkat çekmek gerekir. 2008 yılının son
çeyreğinde hızlanan küresel kriz ve bunun öncesinde gelişen diğer bazı iç ve dış
dinamikler, Türkiye’nin büyüme ivmesini daha da azaltmıştır. 2008 yılında ortaya çıkan
küresel kriz ile birlikte Türkiye’nin artık durağan dönemden çıkıp, küçülme dönemine
girdiği görülmektedir.
2008 yılının ilk dokuz aylık döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre
sabit fiyatlarla hesaplanan gayri safi yurtiçi gelir % 3.0’lık artışla 77 547 milyon YTL
olurken, 2008 yılının ilk dokuz aylık döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre bu
kez cari fiyatlarla hesaplanan gayri safi yurtiçi gelir %15.6’lık artışla 731 277 Milyon
YTL olmuştur. Gayri safi yurt içi gelir artarken işsizlik oranında bir düşüş meydana
gelmemiş, bu oran % 10.3 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye genelinde işsiz sayısı geçen
yılın aynı dönemine göre 295 bin kişi artarak 2 milyon 548 bin kişiye yükselmiştir.
İşsizlik oranı ise 1 puanlık artış ile % 10.3 seviyesinde gerçekleşmiştir.264
2008 yılında gayri safi yurt içi gelir birinci çeyrekte %6.7, ikinci çeyrekte %2.3
ve üçüncü çeyrekte sadece %0.5 düzeyinde büyürken, beklenen esas daralma ise % -6.2
ile son çeyrekte gelmiştir. Böylece yıl ortalaması olarak ekonomi %1.1 büyüyerek,
gayri safi yurt içi gelir cari fiyatlarla 950 milyar TL, 1998=100 sabit fiyatlarıyla 102,3
milyar TL olmuştur.
Global ekonomik krizin ve Türkiye’deki makroekonomik konjonktürün etkisi
ile işsizlik hızla artmaya devam etmektedir. Yükselen işsizlik rakamlarının ardında
işgücü piyasasına yeniden giren kadınların etkisi dikkate değerdir. Buna karşılık
istihdam rakamları bu kadınların ancak bir kısmının iş bulabildiğini göstermektedir.
264
Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu, “Ekonomik Gelişmeler Raporu”, Kasım 2008, Arge
Müdürlüğü, httpwww.tesk.org.trtrguncelsoneko0811.pdf (13.02.2009), s.2,3.

Türkiye İstatistik Kurumu web Sitelerinde bulunan; Türkiye’de nüfus, Gayri Safi Yurt İçi Gelir ve Kişi Başı
Gelirdeki Gelişmeler tablolarındaki bilgilerden yararlanılmıştır.
104
Tarım dışı işsizlik açısından aralık 2007’den aralık 2008’e (yani 2008 yılında) tarım dışı
işsizlerdeki 937 bin artışın 688 bini erkeklerden 249 bini kadınlardan oluşmuştur.265
2000 yılı için Türkiye’de tarım sektörünün istihdamdaki payı % 36,0 sanayi
sektörü payı % 17,7 ve inşaat ve hizmet sektörünün payı da % 46,3 seviyesindedir. Bu
oranlar 2008 yılında ise sırasıyla; tarımda % 26,4, sanayide % 20,1 ve inşaat ve hizmet
sektöründe ise % 53,5 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’de istihdamın sektörel dağılımı
2000-2008 yılları arası incelendiğinde, tarım sektörünün istihdamdaki payının, azalma
eğilimde olduğu görülmektedir. Ancak, tarım sektöründeki istihdam payının 1990’lı
yıllardaki gibi hâlâ yüksek olduğu söylenebilir. Aynı dönemde sanayi ve hizmetler
kesiminin payı ise hizmetler kesiminin payı daha hızlı olmak üzere yükselmiştir. Bu
yüzden istihdamın sektörel kompozisyonunda 2000 yılından itibaren tıpkı 1990’lı
yıllardaki gibi tarım ağırlıklı yapıdan, hizmetler ağırlıklı yapıya doğru bir geçişin
olduğu gözlenmektedir (Tablo: 9 ).
Tarım dışı istihdam ise 2000 yılında % 64,0 iken 2008 yılında % 73,8’e
yükselmiş, tarım istihdamı ise aynı yıllar itibariyle % 36,0’dan % 26,2’ye düşmüştür.
Tarım istihdamında kadın nüfus erkek nüfustan daha yavaş azalmış, tarım dışı
istihdamda ise kadın nüfus erkek nüfustan daha hızlı artmıştır. Tarım dışı istihdamda
kırdan kente gelmeyen kadın ve erkek istihdamında artış çok daha yüksek
gerçekleşmiştir. 2000’li yıllarda kırdan kente olan göçler, başta hizmetler sektörü olmak
üzere sanayi sektörünün istihdamını artırmıştır (Tablo: 3 ).
2000 yılında kurumsal olmayan nüfus 66.187 iken 2008 yılında 69.724’e
yükselerek % 5,3’lük bir artış göstermiştir. İşgücü arzı ise 23.078 iken 2008 yılında
23.805’e yükselerek % 3,2’lik bir artış göstermiştir. 2000 yılında % 49,9 olan işgücüne
katılım oranı ise 2008 yılında % 46,9 seviyesine gerilemiştir. Nüfus artış hızının işgücü
artış hızından daha yüksek artmış olmasına rağmen işgücüne katılım oranının düşmesi
15 ve daha yukarı yaştaki nüfusun aynı dönemde % 9,9’luk artış kaydetmesi
nedeniyledir. Bu da genç nüfusun payının giderek yükselmesine rağmen, işgücüne
giderek azalan miktarlarda dahil olduklarını göstermektedir. Bunun nedeni ise
265
Seyfettin Gürsel, Gökçe Uysal Kolaşin, Mehmet Alper Dinçer, İşsizlik Büyük Ölçüde Erkeklerde Yaşanan
İşgücü Artışı ile İstihdam Kayıplarından Kaynaklanıyor, Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal
Araştırmalar Merkezi Araştırma Notu, 031, İstanbul, 2009, s.1.
105
verimlilik ve kapasite kullanım artışlarının istihdamın artırılamamasına yol açması ve
işsizlik oranlarını yükseltmesidir (Tablo: 1 ).
Aynı yıllar itibariyle istihdam oranı % 46,7 den % 41,7 ye, kayıt dışı istihdam
oranı % 50,6 dan % 43,5 a, eksik istihdam oranı % 6,9 dan % 3,3 e düşmüştür. Ancak
işsizlik oranı % 6,5 dan % 11,0 a yükselmiştir. İstihdam oranı düşmüş olmasına karşın
işsizlik oranı ise artmıştır (Tablo: 2 ).
Türkiye’de 15 ve daha yukarı yaştaki çalışma çağındaki nüfus 2004 yılında 49
milyon 944 bin kişidir. Buna karşılık, işgücü 25 milyon 265 bin kişidir ve işgücüne
katılma oranı % 50.6 olarak gerçekleşmiştir. Bunun anlamı, çalışabilecek yaştaki her
100 kişiden ancak 50 kişinin çalışmakta veya iş aramakta olduğudur.266
İstihdamın işteki durumuna göre dağılımı incelendiğinde,
işgücü içinde
ücretlilerin payı sürekli artış halindedir. 2000 yılında % 38,7 olan bu oran, 2008 yılında
% 58,9’a yükselmiştir. İşgücünün işteki durumuna göre dağılımı cinsiyet açısından ele
alındığında ücretliler, işveren ve serbest çalışanların çoğunluğunu erkeklerin
oluşturduğu görülmektedir. Ücretsiz aile işçiliğinde ise kadınların payı yüksektir.
Ücretsiz aile işçiliğinin payının özellikle kadınlarda yüksek olması Türk işgücü
piyasasının ayırt edici bir özelliği olmaktadır. Ancak toplam istihdam içinde bu oran
kadınlarda 2000 yılında % 14,0 iken, 2008 yılında % 10,0’a düşmüştür. Aynı dönemde
kadınlar her yıl erkeklerden fazla olduğu halde toplam istihdam içinde payının
erkeklerden daha hızlı düştüğü görülmektedir. Türkiye’de kendi hesabına çalışanların
payının yüksek olması da işgücü piyasası açısından anlamlı bir durumdur. Çünkü,
işverenler en az bir kişiyi çalıştırdıkları halde, kendi hesabına çalışanlar kimseyi
istihdam etmemektedir ve etse de bu ücret karşılığı değildir. Ekonomi geliştikçe de
işveren ve kendi hesabına çalışanların payının azalması beklenmektedir. Türkiye’de ise
bu grup, 2000 yılında % 29,8 düzeyinde iken çok düşük bir oranda azalarak 2008
yılında % 27,2’ye gerilemiştir (Tablo: 7 ).
Türkiye’de istihdamın eğitim düzeyine göre dağılımında dikkati çeken nokta,
2000-2008 yılları arası dönemde toplam istihdam içinde okur yazar olmayanların
266
Türk Sanayici ve İşadamları Derneği, Türkiye’de İşgücü Piyasasının Kurumsal Yapısı ve İşsizlik, Tüsiad
Yayınları, Yayın No:11/381, İstanbul, 2004, s.29.
106
payının önemli ölçüde gerilemesi ve tüm eğitim seviyelerinde çok düşük artışların
olmasıdır. Toplam istihdam içinde okuma bilmeyenlerin oranı 2000 yılında % 8,9 iken,
2008 yılına kadar olağan üstü bir gerileme kaydederek % 1,2 olarak gerçekleşmiştir. Bu
bulgular, demografik fırsat penceresini destekler niteliktedir. Aynı yıllar itibariyle lise
altı mezunlarının oranı, % 65,9’dan % 64,7’ye düşmüş olup toplam istihdamın yaklaşık
üçte ikisini oluşturmaktadır. Lise ve dengi mezunlarının ise istihdam içindeki payı %
16,5’dan, % 19,8’e, yüksek öğretim görenlerin payı ise % 8,8’den % 14,2’ye
yükselmiştir. Okul mezunlarının toplam istihdam içindeki payı 2000-2008 döneminde
artış eğiliminde olmasına rağmen, istihdamın eğitim seviyesi lise altı oranın yüksek
olması nedeniyle düşüktür ve büyük ölçüde vasıfsızlardan oluşmaktadır (Tablo: 5 ).
107
SONUÇ
Bu çalışmanın konusu, öncelikle milli gelir, ekonomik büyüme, istihdam ve
işsizlik ile ilgili teorik gelişmelerin, görüş ve düşüncelerin incelenmesi, analiz edilmesi
ve bu çerçevede 1990’dan günümüze Türkiye ekonomisinde büyüme, istihdam ve
işsizlik olguları ile bunların arasındaki ilişkilerin analiz edilmesi olmuştur.
Çalışmamızda uyguladığımız araştırma metodu, alan araştırması şeklinde literatür
taraması olup kullandığımız literatür, konu ile ilgili kitaplar, makaleler, süreli yayınlar,
tezler, raporlar ve güvenilir internet kaynaklarını kapsamıştır.
Çalışmanın başında ortaya koyduğumuz hipotez, Türkiye’de ekonomik
büyümenin reel bir büyüme olduğunun ve bu büyümenin istihdam üzerindeki etkilerinin
1990’dan günümüze kadar olumlu yönde geliştiğinin belirlenmesi olduğu halde
çalışmamızın sonunda elde ettiğimiz bulgular söz konusu hipotezimizi kanıtlar nitelikte
olmamıştır.
İşsizlik, planlı dönemin başından günümüze kadar ekonomik ve sosyal nitelikli
önemli bir problem olmaya devam etmiştir. Kalkınma planlarında ekonomik büyüme ile
işsizliğin azaltılabileceği belirtildiği halde bugüne kadar kapsamlı bir ulusal istihdam
politikasının oluşturulamamış ve uygulanamamıştır.
1990 yılından 1994 krizine kadar geçen dönemde, ülkemizde oldukça hızlı bir
ekonomik büyüme kaydedilmiştir. TL nin aşırı değerlenmesi girişimci ve sanayicilerin
yatırım malı ithalatını artırmıştır. Ne yazık ki düşük maliyetle ithal edilen makine ve
teçhizat sanayileşmiş ülkelerin artık kullanmadığı teknolojileri içermektedir Buna
rağmen eski teknoloji ürünü ithal yatırım malları, ülkemizdeki geri teknolojiye göre
daha ileri olduğundan, reel ücret düşüklüğü avantajı ile birlikte sanayi üretimi artmıştır.
Ancak, sınai üretim teknolojisinin ithal teknoloji olmakta devam etmesi, teknoloji
üretiminin zayıf kalmış olması takip eden dönemde büyük sorun teşkil etmiştir. Öte
yandan ekonomik büyümesine rağmen istihdamda daralma meydana gelmiştir. Başka
bir deyişle, ekonomi nüfus artışındaki hıza paralel olan bir istihdam büyümesi meydana
getirememiştir. Bunun doğal sonucu ise işsizliğin giderek büyümesi olmuştur.
108
Dışa açık yeni sanayileşme stratejilerinin uygulandığı 1990’lı yıllarda da, İthal
ikameci sanayileşme politikalarının uygulandığı 1980’li yıllardaki gibi ekonomik
büyümenin sermaye birikimine dayalı yapısı sürdürülmüştür. Ancak, piyasa
ekonomisinin yerleşmesine ve dışa açılma yönünde harcanan çabalara rağmen toplam
faktör verimliliği düzeyinde belirgin bir iyileşme gerçekleştirilememiştir.
Sanayileşmenin belirli bir düzeye vardığı yıllarda sırasıyla 1994 krizi, 1997
Asya Krizi, 1998 Rusya Krizi meydana gelmiştir. Bu olumsuz gelişmeler Ülkemizin
yapısal sorunlarıyla birleşerek ekonominin büyüme hızında büyük düşüşlere neden
olmuştur. Büyüme oranında meydana gelen bu düşüşler, istihdam hacmini, işgücü
verimlilik oranlarını ve dolar bazında kişi başına gelir düzeyini düşürerek ciddi sosyal
sonuçlar meydana getirmiş, işsizlik artmıştır. Ayrıca krizler zinciri gayri safi milli gelir
artışını nüfus artışının altına düşürmüştür.
2000 ve 2001 yılında peş peşe yaşanan krizler ve ekonomideki belirsizlikler
işsizliğin daha da artmasına yol açmıştır. 2001 krizi özellikle bankacılık sektörünü
derinden etkilemiş ve pek çok eğitimli ve bankacı kişi işsiz kalmıştır. İşsizlik oranı ve
atıl işgücü oranı yükselmeye, dolar cinsinden birim ücret endeksi düşmeye devam
etmiştir. Krizler nedeniyle artan işsizliğe bir de dağılan Doğu Bloku ve eski Sovyetler
Birliği’nden Ülkemize gelen binlerce yoksul ve işsizin eklenmesi, hızla yükselen
işsizlik ve düşük ücret sonucunu daha da perçinlemiştir.
2002 yılından itibaren başlayan ekonomik büyüme ve temel makro ekonomik
göstergelerdeki iyileşmeye rağmen işsizlik artmaya ve önemli bir sorun olmaya devam
etmiştir. İşsizlikle mücadelede bilinen en etkin yol ekonomik büyüme olduğu halde
2000’li yılların başlarında Türkiye’de ve dünyada artan küresel rekabetin bir sonucu
olarak istihdamsız bir büyüme süreci yaşanmıştır. Bu durumun temel sebebi, mevcut
işletmelerin
yeni
yatırımlar
yapılmaksızın
kapasite
kullanım
oranlarını
ve
verimliliklerini arttırmış olmalarıdır. Verimlilik artışlarının yükseldiği bu süreçte, reel
ücretlerde artış gözlenmezken, yeni istihdam da yaratılamamıştır. Ayrıca büyüme
gerçekleşmiş olmasına rağmen istihdam düzeyindeki gerilemenin bir nedeni de, tarımsal
istihdamdaki azalmanın tarım dışı sektörlerin istihdam artışlarına tam yansımaması
olmuştur.
109
2002 yılından itibaren başlayan ekonomik büyümenin kaynakları analiz
edildiğinde, büyümenin öncelikle ücret ve ithalat maliyetlerindeki ucuzlamaya
dayandığını ve üretimin de çoğunlukla stok birikimine yöneldiğini görmekteyiz. Ayrıca
tüketim talebinde gözlenen canlanma tümüyle ithalattaki olağanüstü genişlemenin eseri
olmuştur. İthalattaki bu yüksek sıçramanın nedeni ise doğrudan doğruya döviz
kurundaki aşırı değerlenme olmuştur.
2002 yılından itibaren işsizliği azaltamayan ve artış hızı yavaşlayarak devam
eden ekonomik büyüme, 2008 yılının dokuzuncu ayının sonuna kadar devam etmiştir.
2008 yılı küresel finans krizinin başladığı yıldır. Söz konusu kriz ülkemizin son
çeyrekte negatif oranda büyümesine yol açmıştır. 2008 yılının son çeyreğinde hızlanan
küresel kriz ve bunun öncesinde gelişen diğer bazı iç ve dış dinamikler, Türkiye’nin
büyüme ivmesini daha da azaltmıştır. 2008 yılında ortaya çıkan küresel kriz ile birlikte
Türkiye’nin artık durağan dönemden çıkıp, küçülme dönemine girdiği ve işsizliğin daha
da arttığı görülmektedir.
Türkiye’de büyüme, istihdam ve işsizlik arasındaki ilişkiler ile Türk işgücü
piyasasının karakteristik özellikleri arasında sürekli bir etkileşim meydana gelmiştir.
Ekonominin
gelişmekte
olduğu
Ülkemizde
istihdam
ve
işsizlik
sorununun
şekillendirdiği işgücü piyasasının ortaya çıkan olumsuz karakteristik özellikleri çarpıcı
bir niteliğe sahiptir.
Araştırmamızın
kapsadığı
dönemlerde,
Türkiye’de
çalışanların
büyük
çoğunluğunun gelir düzeyinin yetersiz olduğu ve ücretlilerin istihdam edilenlerin içinde
düşük bir oranı oluşturduğu tespit edilmiştir. İşsizliğin görünümü daha çok kentsel ve
eğitimli genç işsizliği şeklindedir. Türkiye’de işgücüne katılma oranı, çalışma çağındaki
nüfusun yarısının işgücünün içinde olmadığını, başka bir deyişle insan gücü kaynağının
verimli kullanılmadığını göstermektedir. İstihdam oranı kadınlarda istihdam başta
olmak üzere çok düşük bulunmuştur.
Araştırmamızın kapsadığı dönemlerde, Türkiye’de tarım sektörünün gayri safi
yurt içi gelirdeki ve toplam istihdamdaki payı giderek düşmesine rağmen, bu sektörün
istihdamdaki payının günümüzde hala çok yüksek seviyede olduğu belirlenmiştir.
110
Tarımda egemen olan istihdam biçimi ise ücretsiz aile işçiliğidir. Ücretsiz aile
işçiliğinde kadınların payı yüksektir. Ücretsiz aile işçiliğinin istihdam biçimi büyük
çapta gizli işsizliktir. Bu nedenle işgücü verimliliği düşük seyretmektedir.
Araştırmamızın kapsadığı dönemlerde,
Türkiye’de
istihdamın sektörel
dağılımı, tarım sektöründe devamlı azalışlar, sanayi ve hizmetler sektöründe ise yavaş
ve istikrarsız artışlar şeklinde gerçekleşmektedir.
Kayıt dışı ve eksik istihdamın büyüklüğü de, araştırmamızın kapsadığı dönem
itibariyle Türk işgücü piyasasının çarpıcı özelliklerinden biri olarak karşımıza çıkmıştır.
Kayıtlı ekonomide çalışanlara uygulanan yüksek vergi oranları ile çalışanın işverene
maliyetinin yüksek olması gibi maliyet etkenleri kayıt dışının büyümesinde rol
oynamıştır. Ekonomik krizler nedeniyle işten atılma ve uzun süre iş bulamama riskinin
arttığı dönemlerde, işin niteliğini ve ücretinin miktarını değerlendirmeksizin kişilerin
buldukları herhangi bir işe girmeyi tercih etmeleri ise eksik istihdamın artmasında rol
oynamıştır.
Çalışmamız sonucunda sosyo-ekonomik bir olgu olan işsizliğin, sadece
ekonomik bir değer kaybı meydana getirmediği aynı zamanda ciddi bir sosyal sorun
haline geldiği ortaya çıkmıştır. Ekonominin gelişmekte olduğu ülkemizde istihdam ve
işsizlik sorununun ve bu sorunların şekillendirdiği işgücü piyasasının olumsuz
özelliklerinin başlıca nedenleri; hukuki alt yapı eksikliği ve doğru işlemeyen bir
bürokrasi, yüksek girdi ve istihdam maliyetleri, verimsizlik ve israf, teknolojik
gelişmeler, bölgelerarası gelişme farklılıkları, yerli ve doğrudan yabancı sermaye
yetersizliği, katma değeri, ihracatı ve istihdamı artırmayan yanlış yatırım politikaları,
kırılgan finansal yapı, iç ve dış borçların yüksekliği, istihdamı artıracak sanayi-mesleki
eğitim ve emek-eğitim politikasının belirlenememesi, hızlı nüfus artışı, genç nüfusun
payının yüksekliği, iç ve dış göçler, ekonomik istikrarsızlıklar ile iç ve dış siyasi
istikrarsızlıklardır.
Beşeri sermaye unsuru olan insanı merkeze koyan, işgücünü eğitim düzeyine,
vasıf ve yeteneğine uygun ve devamlı işlerde çalıştırabilme koşullarını sağlayan, normal
çalışma usullerinin dışında çalışanların haklarını güvenceye alacak ve esnek çalışma
111
modellerine uygun mevzuat düzenlemeleri gerçekleştiren, girişimciliği desteklemek, iş
meydana getirmek, kayıtsız ekonomiyi daraltmak ve özellikle küçük ve orta boy
işletmeler üzerinde üretim ve istihdam artışını sağlamak amacıyla, istihdam ve işgücü
maliyetlerini düşürücü önlemler alan, işsizliğin kadınlar ve eğitimli gençler gibi bazı
kesimlerde yüksek olması nedeniyle bu gruplara yönelik özel politikaların
geliştirilmesini sağlayan bir istihdam politikası oluşturulmalıdır.
Ayrıca, istihdamın artırılmasında yerli ve yabancı sermayeyi ülkede yatırım
yapmasını özendirecek makroekonomik ortamın ve istikrarın sağlanması gereklidir. Bu
anlamda kayıt dışı istihdamın kayıt altına alınması, iş ve istihdam yaratma gücü yüksek
olan üretken alanlara yatırımların yönlendirilmesi gerekmektedir.
112
EKLER
Tablo 1
Nüfus, İşgücü, İstihdam ve İşsizlik Dağılımı (000)
Yıllar
Kurumsal
Olmayan
Nüfus
15 ve
Daha
Yukarı
Yaştaki
Nüfus
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
55.294
56.407
57.521
58.478
59.455
60.585
61.724
62.871
64.008
65.139
66.187
67.296
68.393
69.479
70.556
71.611
72.606
68.901
69.724
35.601
36.869
37.984
38.957
40.038
41.176
42.243
43.299
44.295
45.311
46.211
47.158
48.041
48.912
49.906
50.826
48.485
49.994
50.772
İşgücüne
Kayıt
Dahil
İşgücü İstihdam Eksik
İşsizler
Dışı
Olmayan Arzı Edilenler İstihdam
İstihdam
Nüfus
15.451
15.859
16.720
18.643
18.161
18.890
19.546
20.544
20.910
21.433
23.133
23.667
24.223
25.272
25.616
26.261
25.235
26.880
26.967
20.150
21.010
21.264
20.314
21.877
22.286
22.697
22.755
23.385
23.878
23.078
23.491
23.818
23.640
24.290
24.565
23.250
23.114
23.805
18.539
19.288
19.459
18.500
20.006
20.586
21.194
21.204
21.779
22.048
21.581
21.524
21.354
21.147
21.791
22.046
20.954
20.738
21.194
1.309
1.513
1.748
1.568
1.856
1.568
1.539
1.398
1.449
2.164
1.591
1.404
1.297
1.143
995
817
890
693
786
Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları
http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, (15.06.2009).
114
1.611
1.722
1.805
1.814
1.871
1.700
1.503
1.551
1.606
1.830
1.497
1.967
2.464
2.493
2.499
2.519
2.295
2.376
2.611
10.314
9.878
9.578
8.784
9.138
10.134
11.153
10.946
10.953
11.494
10.925
11.382
11.133
10.943
11.549
11.050
10.160
9.423
9.220
Tablo 2
İşgücü, İstihdam ve İşsizlik Oranları (%)
Yıllar
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
Kayıt
İşgücüne
Eksik
İstihdam
İşsizlik
Dışı
Katılma
İstihdam
Oranı
Oranı İstihdam
Oranı
Oranı
Oranı
56,6
57,0
56,0
52,1
54,6
54,1
53,7
52,6
52,8
52,7
49,9
49,8
49,6
48,3
48,7
48,3
48,0
46,2
46,9
52,1
52,3
51,2
47,5
50,0
50,0
50,2
49,0
49,2
48,7
46,7
45,6
44,4
43,2
43,7
43,4
43,2
41,5
41,7
6,5
7,2
8,2
7,7
8,5
7,0
6,8
6,1
6,2
9,1
6,9
6,0
5,4
4,8
4,1
3,3
3,8
3,0
3,3
8,0
8,2
8,5
8,9
8,6
7,6
6,6
6,8
6,9
7,7
6,5
8,4
10,3
10,5
10,3
10,3
9,9
10,3
11,0
55,6
51,2
49,2
47,5
45,7
49,2
52,6
51,6
50,3
52,1
50,6
52,9
52,1
51,7
53,0
50,1
48,5
45,4
43,5
Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları
http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, (15.06.2009).
115
Tablo 3
İstihdamın Cinsiyete, Tarım ve Tarım Dışı Kesimlere Göre Dağılımı (000)
YILLAR
TARIM
ERKEK
KADIN
TARIM DIŞI
ERKEK
KADIN
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
8.734
9.079
8.691
7.606
8.416
9.205
9.525
8.321
9.388
7.894
7.769
8.089
7.458
7.165
7.399
6.493
6.088
5.601
5.646
4.306
4.468
4.603
4.328
4.530
4.950
4.934
4.746
5.031
4.257
4.261
4.309
3.784
3.718
4.100
3.550
3.272
2.985
3.016
4.428
4.611
4.088
3.278
3.886
4.255
4.591
3.575
4.357
3.637
3.508
3.780
3.674
3.447
3.299
2.943
2.816
2.616
2.630
10.295
10.130
10.870
11.073
11.610
11.707
12.023
12.760
12.945
13.613
13.812
13.436
13.896
13.982
14.391
15.553
16.242
15.588
15.925
8.822
8.859
9.166
9.455
9.895
9.985
10.362
10.841
10.926
11.409
11.591
11.246
11.448
11.538
11.922
12.796
13.248
12.676
12.823
1.473
1.271
1.704
1.618
1.715
1.722
1.661
1.919
2.019
2.204
2.221
2.190
2.448
2.444
2.469
2.757
2.994
2.912
3.102
Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları
http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, (15.06.2009).
116
Tablo 4
1990-1999 Döneminde İstihdamın Cinsiyete ve Eğitim Durumuna Göre
Dağılımı (000)
YILLAR
(EKİM)
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
CİNSİYET
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
OKUR YAZAR
DEĞİL
LİSE ALTI
LİSE VE
DENGİ
YÜKSEK
OKUL
1.068
1.890
2.958
1.001
1.862
2.863
901
1.538
2.439
707
1.049
1.756
724
9.858
3.261
13.119
10.172
3.396
13.568
10.554
3.478
14.032
10.270
2.968
13.238
10.681
1.431
456
1.887
1.423
367
1.790
1.581
453
2.034
1.886
518
2.404
2.024
771
294
1.065
732
258
990
734
322
1.056
920
361
1.281
997
1.266
3.430
489
416
1.990
806
1.399
2.205
748
14.111
10.878
3.566
14.444
11.072
2.513
2.290
589
2.879
2.512
1.413
961
422
1.383
963
1.444
3.734
660
414
2.192
769
1.129
1.898
711
1.316
2.027
665
1.291
1.956
14.806
11.285
3.221
14.506
11.479
3.729
15.208
11.152
3.314
14.466
3.172
2.472
659
3.131
2.623
766
3.389
2.661
668
3.329
1.377
1.061
485
1.546
1.145
565
1.710
1.187
569
1.756
Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları
http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, (15.06.2009).
117
Tablo 5
2000-2008 Döneminde İstihdamın Cinsiyete ve Eğitim Durumuna Göre
Dağılımı (000)
YILLAR
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
CİNSİYET
OKUR YAZAR
DEĞİL
LİSE ALTI
LİSE VE
DENGİ
YÜKSEK
OKUL
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
670
1.247
1.917
634
1.266
1.900
490
1.159
1.649
451
1.042
1.493
504
976
1.480
398
867
1.265
371
817
1.188
309
720
1.029
72
175
247
11.041
3.163
14.204
10.719
3.356
14.075
10.265
3.505
13.770
10.029
3.322
13.351
10.642
3.314
13.956
10.562
3.178
13.740
10.532
3.171
13.703
9.908
2.976
12.884
9.965
3.067
13.032
2.807
760
3.567
2.894
706
3.600
3.042
753
3.795
3.202
768
3.970
3.341
772
4.113
3.661
840
4.501
3.759
906
4.665
3.588
907
4.495
3.588
403
3.991
1.262
632
1.894
1.309
642
1.951
1.435
704
2.139
1.574
759
2.333
1.536
705
2.241
1.725
815
2.540
1.857
917
2.774
1.856
926
2.782
1.996
868
2.864
Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları
http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, (15.06.2009).
118
Tablo 6
1990-1999 Döneminde İstihdamın Cinsiyete ve İşteki Durumuna Göre
Dağılımı (000)
YILLAR
(EKİM)
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
CİNSİYET ÜCRETLİ YEVMİYELİ İŞVEREN
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
KENDİ
HESABINA
ÜCRETSİZ AİLE
İŞÇİSİ
5.296
1.125
812
186
929
31
4.447
631
1.644
3.929
6.421
998
960
5.078
5.573
5.184
982
1.080
189
944
23
4.232
448
1.888
4.240
6.166
1.269
967
4.680
6.128
5.206
1.115
1.221
209
1.036
24
4.295
749
2.011
3.694
6.321
1.430
1.060
5.044
5.705
5.391
1.181
1.270
235
1.076
25
4.118
419
1.928
3.036
6.572
1.505
1.101
4.537
4.964
5.480
1.217
1.503
347
1.054
31
4.456
563
1.933
3.444
6.697
1.850
1.085
5.019
5.377
5.601
1.306
1.485
295
1.134
44
4.701
507
2.014
3.824
6.907
1.780
1.178
5.208
5.838
5.929
1.366
1.592
323
1.192
32
4.541
505
2.042
4.026
7.295
1.915
1.224
5.046
6.068
6.230
1.516
1.894
292
1.068
48
4.688
530
1.707
3.109
7.746
2.186
1.116
5.218
4.816
6.329
1.631
1.712
313
1.252
45
4.692
521
1.973
3.866
7.960
2.025
1.297
5.213
5.839
6.250
1.588
1.950
352
1.175
40
4.588
612
1.703
3.250
7.838
2.302
1.215
5.200
4.953
Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları
http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, (15.06.2009).
119
Tablo 7
2000-2008 Döneminde İstihdamın Cinsiyete ve İşteki Durumuna Göre
Dağılımı (000)
YILLAR CİNSİYET ÜCRETLİ YEVMİYELİ İŞVEREN
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
KENDİ
HESABINA
ÜCRETSİZ AİLE
İŞÇİSİ
6.566
1.788
1.875
259
1.066
43
4.638
687
1.635
3.024
8.354
2.134
1.109
5.325
4.659
6.667
1.718
1.506
265
1.100
40
4.596
769
1.686
3.179
8.385
1.771
1.140
5.365
4.865
7.086
1.275
1.125
4.326
1.421
1.893
371
61
763
3.034
8.979
1.646
1.186
5.089
4.455
7.142
1.901
1.320
345
1.010
42
4.533
716
1.250
2.888
9.043
1.665
1.052
5.249
4.138
7.353
1.927
1.461
338
971
49
4.805
583
1.433
2.870
9.280
1.799
1.020
5.388
4.303
8.178
2.180
1.273
318
1.081
51
4.664
774
1.150
2.377
10.358
1.591
1.132
5.438
3.527
8.629
2.388
1.274
326
1.132
69
4.485
761
999
2.267
11.017
1.600
1.201
5.246
3.266
9.636
2.681
0
0
1.088
72
4.062
666
876
2.110
12.317
0
1.160
4.728
2.986
9.863
2.847
0
0
1.162
74
3.978
654
836
2.157
12.710
0
1.236
4.632
2.993
Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları
http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, (15.06.2009).
120
Tablo 8
1990-1999 Döneminde İstihdamın Cinsiyete Göre Sektörel
Dağılımı (000)
YILLAR (EKİM)
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
CİNSİYET
TARIM
SANAYİ
İNŞAAT
HİZMETLER
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
4.306
4.428
8.734
4.468
4.611
9.079
4.603
4.088
8.691
4.328
3.278
7.606
4.530
3.886
8.416
4.950
4.255
9.205
4.934
4.591
9.525
4.746
3.575
8.321
5.031
4.357
9.388
4.257
3.637
7.894
2.468
565
3.033
2.457
422
2.879
2.671
737
3.408
2.499
597
3.096
2.678
605
3.283
2.759
550
3.309
2.932
544
3.476
3.286
694
3.980
3.049
651
3.700
3.221
775
3.996
916
11
927
1.013
9
1.022
1.092
22
1.114
1.192
19
1.211
1.245
29
1.274
1.268
22
1.290
1.350
36
1.386
1.345
29
1.374
1.356
35
1.391
1.429
23
1.452
6.337
898
7.235
6.229
840
7.069
6.348
944
7.292
6.764
1.001
7.765
7.053
1.082
8.135
7.106
1.148
8.254
7.162
1.083
8.245
7.408
1.196
8.604
7.856
1.335
9.191
8.164
1.405
9.569
Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları
http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, (15.06.2009).
121
Tablo 9
2000-2008 Döneminde İstihdamın Cinsiyete Göre Sektörel
Dağılımı (000)
YILLAR
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
CİNSİYET
TARIM
SANAYİ
İNŞAAT
HİZMETLER
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
4.261
3.508
7.769
4.309
3.780
8.089
3.784
3.674
7.458
3.718
3.447
7.165
4.101
3.299
7.400
3.550
2.943
6.493
3.272
2.816
6.088
2.985
2.616
5.601
3.016
2.630
5.646
3.080
730
3.810
3.071
703
3.774
3.137
817
3.954
3.083
762
3.845
3.201
786
3.987
3.453
830
4.283
3.571
836
4.407
3.399
785
4.184
3.495
805
4.300
1.331
33
1.364
1.089
21
1.110
935
23
958
936
29
965
1.004
26
1.030
1.145
28
1.173
1.231
36
1.267
1.191
33
1.224
1.041
10
1.051
7.108
1.529
8.637
7.086
1.465
8.551
7.377
1.607
8.984
7.517
1.654
9.171
7.717
1.657
9.374
8.197
1.899
10.096
8.446
2.122
10.568
8.086
2.094
10.180
8.123
2.259
10.382
Kaynak: TÜİK, Hanehalkı İşgücü Anketi Sonuçları
http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, (15.06.2009).
122
KAYNAKÇA
Kitaplar
4.baskı,
Acar, Yalçın. İktisadi Büyüme ve Büyüme Modelleri, Bursa: Vipaş AŞ,
2002.
Ansal, Hacer. Türkiye Emek Piyasasının Yapısı ve İşsizlik, İstanbul: Türkiye
Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, 2000.
Aren, Sadun. İstihdam, Para ve İktisadi Politika, Ankara: Savaş Yayınevi,
2005.
Başol, Koray.Türkiye Ekonomisi, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları,
1995.
Boratav, Korkut. Türkiye İktisat Tarihi, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları,
11.Baskı, 2007.
Çakmak, Ahmet. İktisat Makro, İstanbul: Economics, John Sloman, Bilim
Teknik Yayınevi, 2004.
Çakmak, Ahmet. Oktar, Suat. Şişman, Mehmet. Yavuz, Suat. İktisat Giriş,
İstanbul: Economics, S. Ison, Stuart Wall 4. basımından çeviri, Bilim Teknik Yayınevi,
2007.
Dinler, Zeynel. İktisada Giriş, Bursa: Ekin Kitabevi Yayınları, 2003.
123
Dirimtekin, Halil.İşsizlik Sorunları, İstanbul: Eskişehir İktisadi ve Ticari
İlimler Akademisi Yayınları, No: 30/7, 1965.
Ekin, Nusret. Türkiye’de Yapay İstihdam ve İstihdam Politikaları, İstanbul:
İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 2000.
Gürak, Hasan. Ekonomik Büyüme ve Küresel Ekonomi, Bursa: Ekin
Kitabevi, 2006.
Güran, Sevgi. Makro Ekonomik Analize Giriş, İstanbul: Der Yayınevi, 1989.
Gürler, Arslan Zafer. Ekonomi, İstanbul: MEB Yayınları, 2000.
Gürsel, Seyfettin. Ulusoy, Veysel. Türkiye’de İşsizlik ve İstihdam, İstanbul:
Yapı ve Kredi Bankası Yayınları, 1999.
Hatiboğlu, Zeyyat. İktisadi Kalkınma, İstanbul: Hamle Matbaası, 1967.
Hiç, Mükerrem. Büyüme Teorileri ve Gelişen Ekonomiler, İstanbul: İstanbul
Üniversitesi Yayınlarından, No: 372, 1975.
Hiç, Mükerrem. Büyüme ve Gelişme Ekonomisi, İstanbul: Menteş Kitabevi,
1988.
Karadeniz, Oğuz. Türkiye’de Kayıt Dışı İşçilik ve Nedenleri, Ekonomide
Durum (Güz), Ankara: 1999.
Karluk, Rıdvan. Türkiye Ekonomisi: Tarihsel Gelişim, Yapısal ve Sosyal
Değişim, İstanbul: Beta Yayıncılık, 2002.
124
Kılıçbay, Ahmet. Türk Ekonomisi, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, Yayın No:263, 1994.
Köklü, Aziz. Makro İktisat, Ankara: “S” Yayınları, 1973.
Köse, Ahmet Haşim. Büyüme ve Verimlilik, Ankara: Milli Prodüktivite
Merkezi Yayınları, 1992.
Küçükkalay, Abdullah Mesud. Türkcan, Ergun. Nüfus ve Kalkınma, Ankara:
Ekin Kitabevi, 2005.
Özgüven, Ali. İktisat Bilimine Giriş, 5. baskı, İstanbul: Filiz Kitabevi.
Özşuca, Şerife Türcan. Esneklik ve Güvenlik İkileminde Türkiye Emek
Piyasası, Ankara: İmaj Yayınevi, 2003.
Parasız, İlker. İktisada Giriş, Bursa: Ezgi Kitabevi, 1998.
Parasız, İlker. Ekonomi Sözlüğü, Bursa: Ezgi Kitabevi, 1999.
Parasız, İlker. Kalkınma Ekonomisi, Bursa: Ezgi Kitabevi, 1.baskı, 2005.
Parasız, İlker. Ekonomik Büyüme Teorileri, Bursa: Ezgi Kitabevi, 3.baskı,
2008.
Paya, Merih. Para Teorisi ve Para Politikası, İstanbul: Filiz Kitabevi, 2.baskı,
1988.
125
Savaş, Fuat Vural. İktisadın Tarihi, Ankara: Siyasal Kitabevi, 3.baskı, 1999.
Savaşan, Fatih. Kalkınma Ekonomisi, Bursa: Ekin Kitabevi, 2004.
Seyidoğlu, Halil. Ekonomik Terimler, İstanbul: Güzem Can Yayınları, 1999.
Şahin, Hüseyin. İktisada Giriş, Bursa: Ezgi Kitabei, 5.baskı, 1997.
Şıklar, İlyas. Çakmak, Ahmet. Yavuz, Suat. Finansal Piyasalar ve Kurumlar,
İstanbul: Frederıc S. Mıshkın, Bilim Teknik Yayınevi, 2000.
Taban, Sami. İktisadi Büyüme, Ankara: Nobel Yayınevi, 2008.
Talaş, Cahit. Sosyal Ekonomi, Ankara: 6.baskı, 1983.
Uluatam, Özhan. Makro İktisat, Ankara: Savaş Yayınları, 1998.
Unay, Cafer. Makro Ekonomi, Bursa: Vipaş AŞ, 7.baskı, 1999.
Uzay, Nasfet. Verimlilik ve Büyüme, Ankara: Nobel Yayıncılık, No: 330,
2005.
Ülgener, Sabri Fehmi. Milli Gelir, İstihdam ve İktisadi Büyüme, İstanbul:
Der Yayınevi, 1991.
Ünsal, Erdal Muzaffer. Makro İktisat, Ankara: İmaj Yayınevi, 2000.
126
Ünsal, Erdal Muzaffer. Makro İktisat , Ankara: Turhan Kitabevi, 2004.
Ünsal, Erdal Muzaffer. İktisadi Büyüme, Ankara: İmaj Yayınevi, 2007.
Varçın, Recep. İstihdam ve İşgücü Piyasası Politikaları, Ankara: Siyasal
Kitabevi, 2004.
Yılmaz, Selman. Makroekonomik Teoride Yatırım, Büyüme ve Enflasyon,
İstanbul: Beşir Kitabevi, 2004.
Zaim, Sabahaddin. Çalışma Ekonomisi, İstanbul: Filiz Kitabevi, 10.baskı,
1997.
Zelka, Mehmet. İstihdam ve İşsizlik, Türkiye Ekonomisi Ansiklopedisi,
Ankara: YÖK Basımevi, 1999.
127
Süreli Yayınlar
Aktürk, Faik. Türkiye’de İşgücü Piyasası, İstihdam ve İşsizlik, Ankara:
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Dergisi, Sayı:3, 1999.
Algan, Neşe. Ildırar, Mustafa. Güçlü ve Büyük Türk Ekonomisi İçin Üretim
ve İstihdam Politikaları, Ankara: TİSK Yayınları, Yayın No:236, 2003.
Ataman, Berrin Ceylan. İşgücü Piyasası ve İstihdam Politikasının Temel
Prensipleri, Ankara: A.Ü. SBF İstihdam ve Danışmanlık Hizmetleri Eğitim Programı,
1999.
Ataman, Berrin Ceylan. Türkiye’de 2000-2005 Dönemi İşsizlik Üzerine
Tartışmalar, İstanbul: İktisat İşletme ve Finans Dergisi, Sayı: 239, Şubat, 2006.
Baştaymaz Tahir. Gelişmekte Olan Ülkelerdeki Açmaz: Aşırı İşsizlik veya
Kırsal Eksik İstihdam, İstanbul: MESS Yayınları, Yayın No:3, Sayı:9, 1998.
Beyazıt, Mehmet Fuat. Türkiye Ekonomisi ve Büyüme Oranının
Sürdürülebilirliği, İstanbul: Doğuş Üniversitesi Dergisi, Sayı:5, 2004.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Türkiye’de İşsizliğin Önlenmesi ve
İstihdamın Artırılması, Ankara: T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Genel
Yayın No:117, 2004.
Devlet Planlama Teşkilatı, 8. 5 Yıllık Kalkınma Planı, Nüfus, Demografi
Yapısı, Göç, Ankara: Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Yayın No:2556, 2001.
Devlet Planlama Teşkilatı, 9. Kalkınma Planı, İşgücü Piyasası, Ankara: Özel
İhtisas Komisyonu Raporu, Yayın No: 2709, 2007.
128
Eren, Aslan. Türkiye’nin Ekonomik Yapısı ve Güncel Sorunlar, Muğla:
Muğla Üniversitesi İİBF Yayınları, 2002.
Eyüboğlu, Dilek. 2001 Krizi Sonrasında İşsizlik ve Çözüm Yolları, Ankara:
MPM Yayınları, Yayın No: 674, 2003.
Gök, Mehmet. İşgücü Piyasası ve Kobiler, Ankara: Roma Yayınları, No:12,
2004.
Gürsel, Seyfettin. Kolaşin, Gökçe Uysal. Dinçer, Mehmet Alper. İşsizlik
Büyük Ölçüde Erkeklerde Yaşanan İşgücü Artışı ile İstihdam Kayıplarından
Kaynaklanıyor, İstanbul: Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal
Araştırmalar Merkezi Araştırma Notu, 031, 2009.
İşkur Genel Müdürlüğü, Ulusal İstihdam Politikası Önerileri, Ankara:
Ankara Üniversitesi Basımevi, 2004.
İşkur Genel Müdürlüğü, 2004 yılı Faaliyet Raporu, Ankara: 2005.
Kumaş, Handan. İşsizliğin Psiko-Sosyal Boyutu ve Çalışma Yaşamına
İlişkin Değerler Üzerindeki Etkileri, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 4, 2001.
Lordoğlu, Kuvvet. Özkaplan, Nurcan. Çalışma İktisadı, İstanbul: Der
Yayınları, No: 358, 2003.
Murat, Sedat. Prof.Dr.Nusret Ekin’e Armağan, Ankara: TÜHİS (Türk Ağır
Sanayii ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası) Yayını, Yayın No: 38, 2000.
Özdemir, Süleyman. Ersöz, Halis Yunus. Sarıoğlu, İbrahim. İşsizlik
Sorununun Çözümünde KOBİ’lerin Desteklenmesi, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası
Yayınları, Yayın No: 45, 2006.
129
Serter, Nur. 1998’e Girerken İşsizlik ve Eğitim İlişkisi, İstanbul: MESS
Yayınları, Yayın No:3, Sayı:9, 1998.
Tarı, Recep. Kumcu, Funda Sera. Türkiye’de İstikrarsız Büyümenin Analizi,
Kocaeli: Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:1, 2005.
Türk Sanayici ve İşadamları Derneği, Türkiye’de İşgücü Piyasasının
Kurumsal Yapısı ve İşsizlik, İstanbul: Tüsiad Yayınları, Yayın No:11/381, 2004.
Türk Sanayici ve İşadamları Derneği, Türkiye’de İşgücü Piyasası ve İşsizlik,
İstanbul: Tüsiad Yayınları, Yayın No:12-354, 2002.
Yılmaz, Özlem Göktaş. Türkiye Ekonomisinde Büyüme ile İşsizlik Oranları
Arasındaki Nedensellik İlişkisi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi
Ekonometri ve İstatistik Dergisi, Sayı: 2, 2005.
130
Diğer Yayınlar
Akalın, Gülsüm. Kesikoğlu, Ferdi. ”Türkiye’de Kayıt Dışı Ekonomi ve
Büyüme İlişkisi”, 2007, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
cilt:3, sayı:5, httpiibf.karaelmas.edu.trsbdmakaleler1303-9245200703005071087.pdf,
(13.02.2009).
Algan, Neşe. “Türkiye’de Kayıt Dışı Sektör: Boyutları, Etkileri ve Kayıt
dışı Sektörü Küçültme Konusunda Öneriler”, Ağustos 2004, Türkiye İşveren
Sendikaları Konfederasyonu, İşveren Dergisi,
http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1028&id=58 (13.02.2009).
Altuğ, Sumru. “Türkiye’de Büyüme, Yapısal Dönüşüm ve Dış Ekonomik
Gelişmeler”, Uluslar arası Ekonomi ve Dış Ticaret Politikaları, 2006, Konjonktür
İzleme Dergisi, Sayı:1,
httpwww.dtm.gov.trdtmadminuploadEADKonjokturIzlemeDbdergi2006, (03.02.2009).
Arısoy, İbrahim. “Türkiye’de Sanayileşme ve Temel Göstergeler Açısından
Sanayinin Gelişimi”, http://sosyalbilimler.cu.edu.tr/dergi/dosyalar/2005.14.1.196.pdf,
(12.12.2008).
Ataman, Berrin Ceylan. “İşgücü Piyasalarında Bilgi Kaynakları ve İşsizlik:
Türkiye Açısından Bir Değerlendirme”,
httpdergiler.ankara.edu.trdergiler424605225.pdf, (07.06.2009).
Ay, Ahmet. Karaçor, Zeynep. “2001 sonrası dönemde Türkiye
Ekonomisinde Krizden Büyümeye Geçiş Üzerine Bir Tartışma”,
httpwww.sosyalbil.selcuk.edu.trsos_makmakalelerAhmet%20AY%20%20Zeynep%20KARA%C3%87ORAY,%20AHMET.pdf (13.02.2009).
Bağımsız Sosyal Bilimciler,”2007 İlk Yazında Dünya ve Türkiye
Ekonomisine Bakış”, Haziran 2007, Ankara, Bağımsız Sosyal Bilimciler 2007 Yılı
Raporu, httpwww.bagimsizsosyalbilimciler.orgYazilar_BSBBSB2007_Final.pdf,
(13.02.2009).
131
Berber, Metin. httpwww.metinberber.comkullanici_dosyalarifileanlam.pdf
(18.05.2009).
Bozkurt, Hilal. “Eğitim-İktisadi Büyüme İlişkisi ve Türkiye İçin
Kointegrasyon Analizi”, http://www.bilgiyonetimi.org/cm/pages/mkl_gos.php?nt=255,
(10.09.2008).
Canbay, Feray. “Kaynak: Türkiye’de İşsizlik ve İşsizlik Sigortası; Doç. Dr.
Birsen Ersel”, 22.02.2001, http://www.sufizmveinsan.com/arastirma/issizlik.html
(18.05.2009).
Doğan, Üzeyme. “İstihdam-Verimlilik-Eğitim İlişkileri”,
httpdergiler.ankara.edu.trdergiler424805574.pdf (07.06.2009).
Gediz, Burcu. Yalçınkaya, Hakan.Türkiye’de İstihdam-İşsizlik ve Çözüm
Önerileri: Esneklik Yaklaşımı, 2000, Celal Bayar Üniversitesi, İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi, Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Sayı: 6,
http://paribus.tr.googlepages.com/gediz3.doc, (05.10.2009).
Genel İş Sendikası, “Türkiye Raporu”,
httpwww.genel-is.org.trTURKIYE%20Raporu.doc, (12.12.2008).
Günal, Mehmet. “Büyüme Sanal mı, Gerçek mi?”, 2007,
www.2023.gen.tr/nisan2007/5.htm (13.02.2009).
İşkur, “Arka Plan” httpstatik.iskur.gov.trtrdis_iliskilerkisa_ulke_raporu.htm,
(12.12.2008).
İzmir Ticaret Odası, “Türkiye’de İşsizlik Sorunu Çıkmaz Sokakta”, Mayıs
2008, Arge Bülten, httpwww.izto.org.trNRrdonlyres7475BDA1-95B7-4855-B3519ADCE4362AFE9931issizlik_saiterdem.pdf (13.02.2009).
132
Kazgan, Gülten. “1990 Sonrası Yıllarda Türkiye’de Krizler ve İşsizlik;
Çalışanlar ve Sosyal Güvenlikleri İçin Çözümler Açısından Bir İrdeleme”, 17-18
Mayıs 2002, http://www. kazgan.bilgi.edu.trmain.aspp=makaleler, (14.06.2009).
Kılıç, Cem. “Türkiye’de İşsizlik ve Avrupa İstihdam Stratejisi”, ekim 2003,
httpwww.tisk.org.trisveren_sayfa.aspyazi_id=808&id=48, (12.12.2008).
Ongan, Nilgün Tunçcan. “Esneklik Yaklaşımının İstihdam Hacmi
Açısından Değerlendirilmesi”, Çalışma ve Toplum, 2004/3,
httpwww.calismatoplum.orgsayi3makale4.pdf, (12.12.2008).
Örnek, İbrahim. “Yabancı Sermaye Akımlarının Yurt İçi Tasarruf ve
Ekonomik Büyüme Üzerine Etkisi: Türkiye Örneği”, Ankara Üniversitesi SBF
Dergisi, 63-2, httpwww.politics.ankara.edu.tr, (03.02.2009).
Saygılı, Şeref. Cihan, Cengiz. Yurtoğlu, Hasan. ”Verimlilik ve Büyüme:
Türkiye Ekonomisi İçin Ülke Karşılaştırmalı Bir Analiz”, Sayıştay Dergisi, Sayı:
43,
http://www. tusiad.orgyayingorus4710.pdf, (07.06.2009).
Şen, Ali. Karagöz, Murat. “Türkiye’deki DoğrudanYabancı Sermaye
Yatırımlarının Büyüme ve İhracata Etkisi”,
httpiibf.kocaeli.edu.trcekosskkitap5042.pdf, (03.02.2009).
Tıktık, Ahmet. “Kayıt Dışı Ekonomi, İstihdam ve İşsizlik”, Ağustos 2004,
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, İşveren Dergisi,
http://www.tisk.org.tr/isveren_sayfa.asp?yazi_id=1020&id=58 (13.02.2009).
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, “Türkiye’de Enflasyon ve Büyüme
İlişkisi: Genel Bir Değerlendirme”, 1999,
http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/konusma/tur/2000/enflasyon.html, (03.02.2009).
133
Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu, “Ekonomik Gelişmeler
Raporu”, Kasım 2008, Arge Müdürlüğü, httpwww.tesk.org.trtrguncelsoneko0811.pdf
(13.02.2009).
Tuncer, Selahattin. “Türkiye’de İşsizlik Sorunu”, 02.08.2000,
http://www.dunyagazetesi.com.tr/haberArsiv.asp?id=11155, (18.05.2009).
Uzay, Nısfet. “Kamu Büyüklüğü ve Ekonomik Büyüme Üzerindeki
Etkileri: Türkiye Örneği (1970 – 1999)”, Temmuz-Aralık 2002, Erciyes Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, sayı:19,
httpiibf.erciyes.edu.trdergi08_Uzay.pdf, (03.02.2009).
Yapraklı, Sevda. “Ticari ve Finansal Dışa Açıklık ile Ekonomik Büyüme
Arasındaki İlişki: Türkiye Üzerine Bir Uygulama”, 2007-06-08, İstanbul
Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi, sayı:5,
httpeidergisi.istanbul.edu.trsayi5iueis5m4.pdf, sayı:5, (03.02.2009).
Yavilioğlu, Cengiz. “Kalkınmanın Anlambilimsel Tarihi ve Kavramsal
Kökenleri”, 2002, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi,Cilt:3, sayı:1, httpwww.cumhuriyet.edu.tredergimakale133.pdf (10.09.2008).
Yeldan, Erinç. “Büyümenin Kaynakları Üzerine”,
http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org, (03.02.2009).
Yüceol, Hüseyin Mualla. “Türkiye’de Sanayinin Üretim ve İstihdam Yapısı
ve İşgücü Gömülemesi Olgusu”, 2003,
http://www.isgucdergi.org/?p=makale&id=164&cilt=5&sayi=2&yil=2003,
(03.02.2009).
134
Download