Sağlık, güvenlik 16 Türkiye 2015: Nereye? 2 Bu “İş”te bir ayrımcılık var 28 İ Ç İ N D E K İ L E R Türkiye 2015: Nereye? 2 Bir yılda en az 1886 ölüm 16 Bu “İş”te bir ayrımcılık ar 28 Hukuk 33 GSS ile ilgili önemli hatırlatmalar 36 Meteksan’da toplu sözleşme 48 Amcor Tobacco’da toplu sözleşme 50 Mayr Melnhof’da toplu sözleşme 52 BASIN-İŞ MERKEZ YÖNETİM KURULU Yakup Akkaya : Genel Başkan Savaş Nigar : Genel Sekreter Hasan Sönmez : Genel Mali Sekreter Cafer Bozdemir : Genel Eğitim Sekreteri Ahmet Özbakır : Genel Teşkilatlandırma Sekreteri BASIN-İŞ GENEL MERKEZ VE ŞUBELERİ Genel Merkez BASIN-İŞ GÜNDEM, Türkiye Basın, Yayın, Gazetecilik, Grafik-Tasarım Baskı ve Ambalaj Sanayi İşçileri Sendikası (Basın-İş) Yayın Organıdır • Yayınlayan: Basın-İş Sendikası • İmtiyaz Sahibi: Basın-İş Sendikası adına, Yakup Akkaya (Genel Başkan) • Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Savaş Nigar (Genel Sekreter) • Yasal Haklar: Bu dergide yar alan yazı, makale, fotoğraf ve tasarım unsurlarının bir bölümü veya tamamı (elektronik ortamda çoğaltmak da dahil) alıntının kaynağı belirtilerek yapılabilir • Yazılardaki görüşler yazarlarına aittir ve sendika tüzel kişiliğini bağlamaz • Dergiye iletilen yazı, belge, fotoğraf, karikatür gibi ürünler geri gönderilmez • Baskı: Ziraat Gurup Matbaacılık, Ambalaj San. ve Tic. A.Ş. İstanbul Yolu Trafo Karşısı Varlık-Ankara Tel: 0 312 384 73 44 - 45 • Baskı Tarihi: 2 Şubat 2015 • Yayın türü: Yerel Süreli Yayın Necatibey Cad. Hanımeli Sok. No: 26/7 Sıhhiye-Ankara Tel: (0 312) 230 29 08 / 229 96 15 Faks: (0 312) 229 43 15 E-posta: info@basin-is.org.tr web: www.basin-is.org.tr .com / Basın-İş Sendikası Ankara Şubesi Necatibey Cad. Hanımeli Sok. No: 26/6 Sıhhiye-Ankara Tel: (0 312) 230 29 08 / 229 96 15 Faks: (0 312) 229 43 15 E-posta: ankara@basin-is.org.tr İstanbul Şubesi Yukarı Mah. İstasyon Cad. Yankı Sokak No: 7/1 Kartal-İstanbul Tel: (0 216) 473 73 28 Faks: (0 216) 517 97 56 E-posta: istanbul@basin-is.org.tr İzmir Şubesi Anadolu Cad. No: 802 Kat: 2 Daire: 3 Çiğli-İzmir Tel: (0 530) 322 53 92 Faks: (0 232 386 36 35) E-posta: izmir@basin-is.org.tr BAŞYAZI Mücadele varsa umut da vardır Sevgili Üyelerimiz, İçinde bulunduğumuz süreç, emeğin yüreğinde kabuk bağlamayacak yaralar açtı… Güvencesiz ve taşeron çalışma düzeni iş cinayetlerini körükledi ve 2014 yılında 1886 emekçiyi hayattan kopardı… İşçi kardeşlerimiz Soma, Yalvaç, Mecidiyeköy ve Ermenek başta olmak üzere ülkenin dört bir köşesinde göz göre göre ölüme gönderildi. Kölelik düzenine, taşeronlaşmaya ve örgütsüzlüğe bir son isteyen emekçiler alanlara koştu; kiminin sesi gaza boğuldu, kimi işinden oldu… Yine bu dönemde, Açlık ve yoksulluk tırmanışa geçti, işsizlik son yılların zirvesine ulaştı. Asgari ücret, çalışan yoksullar kitlesini yarattı. Emekçinin alım gücü düştü, milli gelirdeki payı azaldı; ama vergileri yine o sırtladı. Yardıma muhtaç hane sayısı iki yılda 6,7 milyondan 8 milyona yükseldi. Sendikal hak ve özgürlükler tırpanlandı, sendikasızlaştırmaya yönelik eylemler aldı başını yürüdü… Torbalar dolusu yasalar önümüze hak diye sunuldu, kaybeden yine biz emekçiler oldu… İş güvenliği denilen paketlerden güvencesiz çalışma çıktı. Düşünce ve ifade özgürlüğü yok sayılarak, basın hedef gösterildi, şiddettin en ağırını gördü. Düşünürken düşündürenler baskı altına alındı o da yetmedi; bu uğurda ölümler ya- şandı… Dahası çocuklar öldürüldü kirli savaşlarda, kadınlar öldürüldü sokak ortalarında. Ama mücadele ve dayanışma var oldukça güzel şeyler de oluyor bu ülkede… Alanlarda hak mücadelesi vererek, haklı seslerini duyuran emekçileri de var bu ülkenin. Barajlara ve türlü engellemelere rağmen toplu sözleşmelerine kavuşan işçiler, sendikasızlaştırmaya inat örgütlü bir yaşamı var eden sendikalar da var bu ülkede. Basın-İş Sendikası olarak biz de haklı mücadeleden bir an olsun kopmadık. İzmir’de faaliyet gösteren Amcor Tobacco ve Tire’de faaliyet gösteren Mayr-Melnhof Graphia işyerlerimizi yaklaşık iki senelik mücadelenin sonucunda örgütledik ve bu kazanımı, 2014 yılında imzaladığımız toplu sözleşmelerle taçlandırdık. Üyelerimizin hakları ve örgütlü yaşam için hukuk mücadelelerimiz devam ediyor. Ve dört yıllık bir çalışma döneminin sonuna yaklaşıyoruz… 2015 yılı toplu sözleşme ve kongreler dönemi olacak. Bu dönemin herkes için en iyi şekilde geçmesini umut ediyor, Bu duygu ve düşüncelerle, tüm üyelerimize, bizden dayanışmasını eksik etmeyen yol arkadaşlarımıza ve işçi sınıfına hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmadığı, kendilerini özgürce ifade edebilecekleri, sağlık ve huzur dolu bir yıl diliyoruz… Yakup Akkaya Genel Başkan 1 GÜNDEM 2 T ürkiye 2015 yılına yeni ekonomik, toplumsal ve siyasal sorunlarla girdi. Gerçekte yaşanan sorunlar hiçbir zaman tek boyutlu bir zamanın uzanımı değildir. Sorunların tümü düne bağlıdır, bugün yaşanır ve geleceğe uzanır. Aralarındaki neden-sonuç ilişkisi ve bu ilişkileri yaratacak çok farklı etmenler belirleyici olur. Türkiye Dünyanın en sorunlu bölgelerinden birinin tam da ortasında bulunuyor. Birçok açıdan geçiş ülkesi; ekonomik açıdan geçiş ükesi, enerji kaynakları yönünden geçiş ülkesi, doğu-batı uygarlıkları açısından geçiş ülkesi, iklimler ve hatta ekolojik varlıklar açısından geçiş ülkesi... Şurası genel olarak günümüzde tartışılmayan bir olgudur: Günümüz dünyasını tanımlayacak en önemli kavramlardan biri değişimdir ve yaşamın her alanında varlığını gösteren değişim farklı kapsam- larda ve farklı şiddetlerde de olsa tüm ülkeleri ve toplumsal kesimleri kavrıyor; kimi zaman yavaş, kimi zaman da etkili dönüşümlere zorluyor. Bu durum Türkiye ve bölgemiz açısında da çok somut bir olgudur. Önemli siyasal, sosyal ve ekonomik sorunların yaşandığı Türkiye’de, yılların birikimi olan birçok ekonomik, sosyal, siyasal sorunlar bulunuyor. Sorunların çok boyutluluğu, olanakların bulunmasına rağmen çözümlenmemiş olması siyasal tartışmaları ve davranışları daha da kesinleştirmektedir. Sorunların kaynağına ve nedenlerine ilişkin kalıcı çözümler üretilememesi ve özellikle demokratikleşme süreçlerinden kaçınma, siyasal ve sosyal belirsizlikleri arttırırken süreci daha da karmaşıklaştırmakta, çözüm aşamalarını ötelemekte, geciktirmekte ve bu nedenle hemen her ekonomik, toplumsal ve siyasal sorun sı- 3 radan bir olgu olmanın ötesinde tehdite dönüşmektedir. Türkiye’nin genel ekonomik ve toplumsal sorunlarının çözümünü ve ülkenin geleceğini çoğunlukla jeostratejik potansiyeli ile değerlendirmeye çalışan; güvenlik kaygılarını, toplumsal gelişme, demokrasi ve özgürlük kavramlarına rakip olarak görenler, yıllardır yönetim erkini ellerinde tutarak, Türkiye’yi yönetmeye çalışmaktadırlar. Onların sorunların nedenlerini ortaya çıkarmayan ve çözüm üretmekten uzak politikaları sonucu ülkenin içine girdiği görünüm kutuplaşmaların ve zıtlıkların ülkesi görünümüdür. Her biri “sonuç” olan bu durum, gerçekte sorunların genel “nedeni” olan kapitalistleşme sürecine, üstelik vahşi veya barbarlıkla tanımlanan türden kapitalistleşme sürecine ve demokratikleşme hedeflerinden koparak otokratikleşme sürecine bağlıdır. Birkaç sayı Türkiye’de cinsiyet eşitsizliği hem özel hem kamusal alanda çok çarpıcı biçimde varlığını sürdürmektedir. Çalışan kadınlar Avrupa Birliği ülkelerinin ortalamasının yalnızca yarısıdır ve okuldan erken ayrılan kadınların oranı yüksektir; bu nedenle çoğu genç kadın iş ve toplumsal yaşama katılım yönünden sorunlar yaşamakta veya çok önemli bölümü kayıt dışı ekonomiye katılmaktadır. Bu durumda olanlar, istihdamdaki kadınların yüzde 30’unu oluşturmaktadır. Sorun yalnızca bununla da sınırlı değildir. Kadınlar politika ve kamu yaşamı alanlarında hemen hemen hiç varlık göstermemektedir. 2014 yılı içinde yapılan yerel seçimler bunun somut bir kanıtıdır. Bu seçimlerde kadınların ancak çok küçük bir bölümü sorumlu yerlere seçilmiştir. Örneğin 81 ilin valisi arasında ancak 1’i kadındır. KIRLARDAN VAROŞLARA YOKSULLUK Neredeyse 80 milyona dayanan nüfusuyla ülkemizin en önemli sorunlarından yaygın yoksulluktur. Gelir dağılımı eşitsizlikleri ile tanımlanması gereken yoksulluk resmi rakamlara göre nüfusun çok önemli bölümünü ilgilendirmektedir. Verilere göre Türkiye’de nüfusun yüzde 16,1’i yoksulluk sınırının altındadır. Kentsel ve kırsal yerler için hesaplanan yoksulluk sınırlarına göre, kentsel yerlerde bu oran yüzde 13,9 iken, kırsal yerlerde yüzde 15,7’dir. Bunun anlamı yaklaşık 12 milyon insan yoksulluk sınırın altında yaşamaktadır. Bu acı gerçeğin diğer bir anlatımı Türkiye’de yaşayan neredeyse her 4 kişiden birinin yoksul olduğudur. Dünyanın en gelişmiş ülkelerinin aralarında bulunduğu 34 ülkenin üye olduğu İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), Aralık 2014’te yayınladığı raporunda Türkiye'nin gelir dağılımında kaydettiği ilerlemeye karşın, üyeleri içinde servetin en adaletsiz biçimde paylaşıldığı ikinci ülke olduğunu açıkladı. OECD tarafından açıklanan "Gelir Eşitsizliği Ekonomik Büyümeye Zarar Verir mi?" adlı raporunda, Türkiye'nin son yıllarda kimi olumlu gelişmeler göstermekle birlikte eşitsizlik konusunda Meksika'nın ardından en yüksek -yani en kötü- ikinci orana sahip olduğu vurgulandı. Bunun yanında yıl içinde yayınlanan birçok uluslararası raporda ülkemiz açısından kimi siyasal iktidar temsilcilerinin böbürlenmelerine rağmen çok önemli ekonomik sorunların yaşandığı vurgulandı. Örneğin OECD üyesi ülkeler arasında; Meksika’dan sonra en yüksek yenidoğan ölüm oranına sahip ülke Türkiye’dir; Estonya ile birlikte sağlığa en düşük oranda harcama 4 yapan ülke de Türkiye’dir; ve yine Türkiye, eğitim, iş, çevre, gelir, güvenlik, sağlık, barınma başta olmak üzere yaşam kalitesi verileri açısından OECD üyesi ülkeleri içinde “en zor yaşanılacak ülkeler” arasında yer almaktadır. Yine Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nın (UNDP) her yıl düzenli olarak yayımladığı İnsani Gelişme Raporu'na göre Türkiye, İnsani Gelişme Endeksi’nde 187 ülke arasında 69’uncu sırada bulunuyor. Türkiye nüfusunun 2030 yılında 86,8 milyona ulaşacağının öngörüldüğü “İnsani İlerlemeyi Sürdürmek: Kırılganlıkları Azaltmak ve Dayanıklılık Oluşturmak” başlıklı raporda, ülkedeki kadın milletvekili oranının yüzde 14,2, internet kullanım oranının yüzde 45,1, okur-yazarlık oranının yüzde 94,1, istihdam oranının yüzde 48,5 olduğu belirtildi. Ülkemizde yetişkin kadınlar arasında en az orta öğrenim görmüş olanların oranı yüzde 39 iken, bu oran erkeklerde yüzde 60 olarak göze çarpıyor. Her 100.000 canlı doğumda 20 kadın hayatını kaybediyor ve ergenler arasındaki doğurganlık oranıysa 1000 canlı doğum başına yüzde 30,9 olarak dikkati çekiyor. EŞİTSİZLİKLER ÜLKESİ Türkiye sosyal eşitsizlikler konusunda önemli sorunları bulunan bir ülkedir. Öncelikle saptanması gereken nokta Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri bölgelerarası eşitsizliklerdir. Kırla kent arasında gelir ve yaşam standartı eşitsizlikleri bulunmakla birlikte özellikle Batı ile Doğu bölgeleri arasında büyük ekonomik ve sosyal farklılıklar bulunmaktadır. Aynı biçimde kıyı bölgelerinden iç bölgelere girildikçe sosyal yaşam yalnızca otantik yaşam biçimi ile açıklanamayacak ölçüde değişmekte; eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, çalışma koşulları, sosyal hizmetlere ulaşım, istihdam, kamu yönetiminin kalitesi gibi birçok konuda olumsuzluklar artmaktadır. Dünya Bankası ve TÜİK’in yaptığı araştırmalara göre Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki yoksulluk oranı diğer bölgelere göre çok daha yüksektir. Türkiye genelinde yüzde 16-20 aralığında bulunan yoksulluk ortaması bu bölgelerde yüzde 60-70’e dayanmaktadır. Türkiye’nin temel ve öncelikli sorununu oluşturan Kürt sorunu varlığını canlı biçimde sürdürmektedir. Bu önemli sorunun kalıcı biçimde sonlandırılması, Türkiye’nin yalnızca siyasal, ekonomik ve toplumsal sorunlarındaki açmazlarını çözümlemeyecek aynı zamanda Türkiye’yi bölgede ve dünyada çok daha etkin, barışçı bir konuma ulaştıracaktır. Ancak barış sürecini dışlamaya dönük çabaların sürdürülmesi durumunda insanlarımızı derinden etkileyen tüm sorunlar ne yazık ki bitirilemeyecektir. Türkiye bir iç göç ülkesidir. Özellikle kırsal alanlardan büyük kentlere, kırsal alanda yaşam koşullarının ağırlaşmasına koşut olarak göç yaşanmaktadır. Günümüzde kentli nüfus toplam nüfusun dörtte üçünü oluşturmaktadır. Oysa 1980 genel nüfus sayımında bu oran yalnızca yüzde 44 idi. Türkiye’de insanların neredeyse yaklaşık yarısı doğduğu köyde veya kasabada artık yaşamamaktadır. Sosyal eşitsizlikler konusu yalnızca bölgelerarası eşitsizlikler açısından değerlendirilemez. Bu sosyal konu aynı zamanda engellilere, kadınlara, gençlere, yaşlılara, emeklilere, göçmenlere ve başka sosyal kategorilerde değerlendirile- Nüfus... Kayıt-dışı Türkiye’nin nüfusu neredeyse eşit oranda erkek ve kadın nüfusundan oluşmaktadır. 2012 yılında Türkiye’de nüfusun ortalama yaşı 29,7’dir bu rakam AB ortalaması olan 41,5 yaşın dörtte üçüne bile karşılık değildir. Çalışma yaşındakilerin nüfusu (15-64 yaş arası) 10 yıllık dönem içinde 2001’de yüzde 64’ten 2012’de ancak yüzde 67,4’e yükselmiştir; bu rakam AB ortalaması olan yüzde 66,6’ın çok az üzerindedir. Türkiye günümüzde oldukça heterojen bir toplumdur. Kırsal ve kentsel alanlar arasında çarpıcı farklılıklar mevcuttur. Kentsel nüfusun oranı 2003’te yüzde 66’dan 2012’de yüzde 72’ye yükselmiştir. Son yıllarda, Türkiye tarımsal toplumdan endüstriyel ve sonrasında hizmet bazlı topluma geçiş yaparak sürekli bir değişim içinde olmuş ve bu da önemli sosyal ve ekonomik sonuçlar doğurmuştur. Türkiye, AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında çok genç bir nüfusa sahiptir. Yaşlı nüfusun düşük orana sahip olduğu (yüzde 7,3) Türkiye’de, nüfusun yaşlanması AB’de olduğundan çok daha az önemli bir sorundur; AB’de 2012 yılında 65 yaş ve üstü nüfus, toplam nüfusun yüzde 17,8’ini oluşturmuştur. Çok yaşlı insanların oranı (80 yaş ve üstü) Türkiye’de çok daha azdır. AB’de yüzde 4,9 olan bu oran Türkiye’de yüzde 1,4’tür. Türkiye’nin 15 yaş altı nüfus 2003’te yüzde 29,3’ten 2012’de yüzde 25,3’e düşmesine rağmen, AB’deki yüzde 15,6’lık ortalamadan yine de çok daha yüksektir Türkiye’de çalışma yaşındakilerin yüzde 42’si kayıt dışı işlerde çalışmaktadır (Dünya Bankası verileri) ve bunların büyük çoğunluğu tarım alanındadır. Ancak tarım dışı sektörlerde de yüksek oranda çalışan bulunmaktadır (yüzde 28). Kayıt dışı işlerin yüksek düzeylerde olması, milyonlarca insanın sosyal güvenlikten yoksun olması anlamına geldiği gibi, kamu hizmetlerinden yoksun kalmalarına da neden olmaktadır. Kayıt dışı çalışmanın en önemli sonuçlarından birisi de sendikal örgütlenmeye ve sosyal dayanışmaya ilişkin yansımalarıdır. Kayıt dışı işlerde çalışanlar güvencelerden uzak sosyal ortamlarda çalışmaları nedeniyle sendikal örgütlenmeye uzaktır. Kayıt içinde çalışanlar ise, “kayıt-içinde çalışmanın verdiği görece güvencelerden yoksun kalacağı korkusuyla sendikalaşmaya ve örgütlü sosyal tutum almaya uzak durmaktadır. 5 Çocuk... Türkiye’de her dört çocuktan biri yoksul, Afrika’da çocuklar açlıktan ölüyor ve dünyanın başka bir köşesinde çocuklar obezite hastalığı ile boğuşuyor, yine başka bir çocuk ait olmadığı bir memleketin kaldırım kenarlarında yaşam mücadelesi veriyor; ama bu çocuklar sağlıklı yaşam hakkına sahip(!) Eğitim hakkı çocuğun vazgeçilmez haklarının başında gelir. Peki, bugünkü “eğitim” sistemiyle küçük yaşta eğitilmelerine paralel olarak küçük yaşta” işçileştirilen” çocukların eğitim hakkı? Bugün Türkiye’de 1 milyon çocuk işçi bulunuyor ve bu çocuklar, yasak olmasına rağmen en tehlikeli işlerde çalıştırılıyor. En çok korunması gereken bireyler olarak; en korunmasız, en acımasız alanlarda, en ucuz işgücü olarak… Bugün kız çocuklarını eğitimin dışında bir yere konumlandırıyoruz; oysa bilmiyoruz ki kız çocuklarının okullaşma oranındaki 10 puanlık bir artış bebek ölümlerini 4.1 oranında azaltıyor… Ancak biz kız çocuklarına hak ettikleri gibi adil bir eğitim, insan onuruna yaraşır ve çocuklukla bağdaşır bir yaşam sunmak yerine onları “gelinleştiriyoruz”... Hal böyle olunca yaşam ile eğitim arasındaki bu ince çizgide, eğitimden uzaklaştırdığımız çocukları yaşamdan da soyutluyoruz… Bugün çocuklar zorla çalıştırıldıkları gibi zorla suç işlemeye teşvik ediliyor ve bu suçlarla en doğal halleri olan masumluktan soyutlanmaya çalışılıyor aynı zamanda… Ve bugün her daim gülmesi gereken bu çocukların yaşam hakları ihlal ediliyor… (Basın-İş 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü basın açıklamasından...) cek kesimlere dönük eşitsizlikler ile birlikte değerlendirilmelidir. İŞ VE İSTİHDAM SORUNLARI Ülkemizin önemli sorunlarının başında işsizliğin ve genel olarak istihdam sorunlarının gelmediği ileri sürülemez. Türkiye, işsizlik oranları yönünden resmi rakamlara göre genellikle iki haneli oranlarda bir işsizlik oranına sahip olmuştur. İşgücü konusunda TÜİK tarafından yayınlanan Ağustos 2014 verilerine göre Türkiye’de işsbizlik gerçek bir tehdit olarak varlığını korumaktadır. - Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 2014 yılı Eylül döneminde 3 milyon 64 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise yüzde10,5 düzeyinde gerçekleşti. - İşsizlik oranı erkeklerde yüzde 9,1 iken kadınlarda yüzde 13,6 oldu. Aynı dönemde; tarım dışı işsizlik oranı yüzde 12,7 olarak tahmin edildi. 15-24 yaş grubunu içeren genç işsizlik oranı yüzde 19,1 iken, 15-64 yaş grubunda bu oran yüzde 10,7 olarak gerçekleşti. - Eylül 2014 döneminde 15 ve daha yukarı yaştaki istihdam edilenlerin sayısı, 26 milyon 169 bin kişi, istihdam oranı ise yüzde 45,8 oldu. Bu oran erkeklerde yüzde 65,2, kadınlarda ise yüzde 26,8 olarak gerçekleşti. - İşgücü nüfusu 2014 yılı Eylül döneminde 29 milyon 233 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise yüzde 51,1 olarak gerçekleşti. İşgücüne katılma oranı erkeklerde yüzde 71,7 kadınlarda ise yüzde 31,1 oldu. 6 - TÜİK verilerine göre bu dönemde herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olmadan çalışanların oranı yüzde 35,7. Bu oran tarım sektöründe yüzde 83,9 iken, tarım dışı sektörlerde yüzde 22,5 oldu. Bu durum Türkiye’de kadınların işgücüne katılma oranının ne kadar düşük olduğunun somut bir göstergesidir. Yine burada unutulmaması gereken başka bir olgu da Türkiye’de kadınlara dönük ayrımcılık ve eşitsizliğin çok önemli toplumsal sorunlardan biri olduğu gerçeğidir. İşgücünün niteliği ve işsizlik olgusu değerlendirilirken gözden kaçırılmaması gereken temel nokta çalışma süreleri konusudur. Türkiye haftalık çalışma sürelerinin çok daha yüksek olduğu bir ülkedir. Avrupa Birliği ülkeleri ile karşılaştırıldığında haftalık çalışma sürelerindeki fark 12 saati bulmaktadır. Buna göre Türkiye’de 5 kişinin yapacağı işi 4 kişi yapmaktadır. Bir yandan işgücüne katılım oranlarını yükseltirken, öte yandan işsizlik verileri ile mücadele etmenin tek yolu, gelir kaybına yol açmaksızın haftalık çalışma sürelerini azaltmaktan geçmektedir. SENDİKALAR VE TARİHSEL GÖREVLERİ Günümüzde tüm dışlama çabalarına rağmen sendikaların demok– ratik hak ve özgürlükler konusundaki toplumsal sorumlulukları giderek daha da artıyor. Sosyal güvencelerin yerine güvencesizliklerin, sosyal korunmaların yerine ayrımcılıkların korunduğu bir ortamda sorunların azalmasını beklemek olanaksızdır. Son günlerde işçilerin temel kazanımı olan kıdem tazminatına dönük yeniden düzenleme çabaları dikkat çekmektedir. Onlara göre kıdem tazminatı hakkından yararla- nanların sayısı azdır ve bu nedenle herkesin yararlanabileceği düzeyler yeniden belirlenmeli, sınırlandırılmalıdır. Yani anlatmak istedikleri kıdem tazmınatı hakkını yok etmektir. Diğer yandan önemli bir sorun da işçi simsarlığı anlamına gelen Özel İstihdam Büroları aracılığıyla “Kiralık İşçilik” ya da “Ajans İşçiliği” sistemini yaşama geçirmektir. Bunun anlamı standart ve tam istihdamın bozularak standart dışı çalışmaların egemen kılınmasıdır; aşırı sömürü ve güvencesizliğe dayalı esnek çalışma sistemlerini yaşama geçirmektir. Yapılmak istenen bunlarla da sınırlı değildir. 2015 yılında yenilenecek olan kamu işçilerinin toplu sözleşmelerinde kısıtlamaların getirilmek istenmesi, bölgesel asgari ücret uygulamasına geçilmesi, sığınmacı ya da mültecilerin kuralsız biçimde işgücü ortamına sokulmak istenmesi sendikalar yönünden önemli riskleri oluşturmaktadır. Siyasal iktidarın gündeme getirmek isteği hedefler, sendikal hareket için güncel birer tehlikedir. Sendikal hareketin tüm zayıflatılma girişimlerine karşı yanıtı, daha etkili örgütlenmek, daha yoğun örgütlenmek olmalıdır. Bunun için sendikaların içine kapanık örgütler olmaktan çıkması, demokratik ve sosyal sorumluluklarını kitle örgütü olma niteliği ile güçlendirerek, işçilerin somut sorunlarının çözümlenmesi doğrultusunda işyerlerini sarması gerekiyor. Sendikalar, demokratik hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmak istenmesine, emekçi haklarının baskı altında tutulmasına hiçbir nedenle ve suskun kalamaz, kalmamalıdır. Sendikalar yaşanacak tehlikelere karşı gerekli uyarılarını yapmalı demokratik toplumsal tepkilerini çok yönlü ve etkili olarak gündeme getirmelidir. Yoksulluk+Yoksunluk Son olarak Eylül ayı ortasında Türkiye İstatistik Enstitüsü (TÜİK)’in yayınladığı “Gelir ve Yaşam Koşulları” araştırmasının 2013 yılı sonuçlarına göre Türkiye’yi Avrupa’nın en eşitsiz ülkesi durumundadır. Bir önceki yıla göre küçük iyileşmelerin büyük gelişme olarak sunulmak istenmesine rağmen gerçek durum tüm çıplaklığı ile ortada. -Türkiye’de nüfusun yüzde 15’i yoksulluk sınırının altında yaşam sürdürmektedir. -2013’te en zengin yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay, yüzde 46.6 iken, en düşük gelire sahip ilk gruptakilerin toplam gelirden aldığı pay sadece yüzde 6.1’dir. - Türkiye’de en zengin yüzde 10’un gelirden aldığı pay yüzde 31.3; en yoksul yüzde 10’un gelirden aldığı pay yüzde 2.3’dir. - Nüfusun yüzde 39.7’si konutunda “sızdıran çatı, nemli duvarlar, çürümüş pencere çerçevesi vb.” sorunlar yaşıyor. -Türkiye’de yaşayanların yüzde 42.2’si oturduğu konutta “izolasyondan dolayı ısınma sorunu” ile karşı karşıya... -Nüfusun yüzde 65.4’ü taksit ödemeleri ve borçları ile boğuşu- 7 yor. -Türkiye’nin yüzde 78.5’i “evden uzakta bir haftalık tatile” çıkamıyor. -Nüfusun yüzde 49’u “beklenmedik harcamalarını” karşılayamıyor. -Bölgelerarası gelir dağılımındaki uçurum sürüyor. Buna göre Güneydoğu Anadolu Bölgesi ile Orta Anadolu en yoksul, Marmara Bölgesi ise en “zengin”... -İstanbul’un en fakiri ile en zengini arasındaki fark da 6.5 kat. Gelir dağılımı en bozuk bölge yüzde 7.28 ile Kuzeydoğu Anadolu (Kars, Ardahan, Iğdır, Ağrı, Erzurum, Erzincan Bayburt). Zengin-fakir arası en az olan bölge Doğu Marmara (Bursa, Eskişehir, Bilecik, Kocaeli, Sakarya, Düzce, Yalova, Bolu). Ekonomistlerin yaptığı değerlendirmelere göre bu durum, orta gelir grubunun yok oluş sürecini sürdürdüğü, refahın zenginden yoksula değil orta gelirliden zengine kaydığının bir kanıtı. Vergi yükü T.İ.S Yolsuzluk Türkiye’de vergi yükü, sıradan bir ekonomik olgu olarak değerlendirilemeyecek sosyal bir sorun düzeyindedir. Şu özet rakamları izleyiniz: Vergi yükünün ağırlığın ücretliler çekmektedir. Asgari ücretin yaklaşık yüzde 15’inden vergi alınmaktadır. Türkiye, 34 OECD ülkesi arasında, vergi yükünde sondan altıncı sırada yer almaktadır. En düşük vergi yüküne sahip OECD ülkesi yüzde 18,1 ile Meksika. Türkiye'nin vergi yükü ise yüzde 26. Dolaylı vergilerin payının yüksekliği, gelir ve kazançlar ile mülkiyet üzerindeki vergi yükünden oluşan dolaysız vergilerin düşüklüğünden kaynaklanıyor. Türkiye’de dolaylı vergilerin yükü öylesine büyük ki, benzin fiyatları açısından Türkiye dünyanın en pahalı benzinin satıldığı ülke konumunda. Oysa Türkiye kendine yetecek benzin üretmemekle birlikte, dünya petrolünün yarıdan fazlasını üreten ülkelerle sınır komşusudur. Ortadoğu, Kafkas ve Balkan ülkeleri dünyanın en çok petrol üreten ülkeleri arasındadır. Gerek tüm çalışanlar, gerekse kendi hesabına çalışanlar yönünden Türkiye’de vergi inanılmaz ağır yükü ile gündelik yaşımın ekonomik yükünü arttırıyor. Bütünlüklü bir hesap yapıldığında bu ülkede yaşayanlar, yılda en az 4 ay devlet için çalışıyor. Günümüzde çalışma yaşamının en önemli sorunlarından birini hatta önceliğini sendikal ve toplu sözleşme hakları oluşturuyor. Burada unutulmaması gereken ana konu, yasal hakların darlığı ve genişliği sorunu yanında sendikal ve toplu sözleşme haklarının nasıl kullanıldığının değerlendirilmesi ve sorgulanmasıdır. Genel olarak sendikal haklara ulaşma ve toplu sözleşme haklarının yaşama geçirilmesi konusunda Türkiye’nin geldiği nokta çok büyük sorunların yaşandığı, önlem alınmazsa, sorunun sosyal ve sendikalar politikalar geliştirilmezse çok daha karmaşıklaşan boyutlara genişleyeceğidir. Birincisi, yaklaşık 16.2 milyon ücretliden ancak yaklaşık 1 milyon işçinin toplu iş sözleşmesi hakkından yararlandığıdır. Bunun anlamı 14 milyon 500 bin işçinin sınırlı ve yetersiz de olsa “kolektif haklardan” yararlanamadığıdır. Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası uluslararası sözleşmelere aykırı yasaklayıcı hükümleri nedeniyle bu süreci çok daha olumsuz düzeylerde gerçekleştirme özelliğine sahiptir. İkincisi, imzalanan sınırlı sayıdaki toplu sözleşmenin hükümleri hem kapsadığı işçileri korumada yeterli içerikten yoksundur, hem de bilinçi olarak uygulanmamaktadır. Bu genel görüntü değiştirilmediği sürece toplu iş sözleşmesi haklarının daha da genişlemesi olanaksız olacaktır. Son yıllarda ülkemizde gündeme gelen en önemli sorunların başında yolsuzluk sorunu geliyor. Siyasal iktidar temszilcilerinin ve yandaşlarının neden olduğu yolsuzluk olaylarındaki artış hem ülke içinde hem de ülke dışında gündeme getirilen en önemli konuların başında yer alıyor. Özellikle 2013 yılının Aralık ayında gündeme gelen yolsuzluk olayları ve bu olaylara ilişkin tartışmalar ülkemizde nasıl bir çürümenin olduğunu göstermesi yönünden anlamlıydı. Türkiye tarihine 17 ve 25 Aralık soruşturmaları olarak geçen bu süreç AKP iktidarı tarafından baskı ile kontrol altına alınarak gizlenmek-saklanmak istendi. Rüşvet ve yolsuzluk olayları nedeniyle ortaya çıkan belgeler karartılmaya çalışılırken, yargı bağımsızlığı tümüyle ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Yolsuzluk ve rüşvet olaylarında ortaya çıkan en önemli sorunların başında da bu çüremenin olağanlaştırılması, sistematikleştirilmesi ve içselleştirilmesidir. Ancak günümüzde her ne şekilde karartılmaya, gizlenmeye, yönlendirmeye, önemsizleştirmeye çalışılırsa çalışılsın ve yine ucu ve kapsamı kime dayanırsa dayansın rüşvet ve yolsuzluk olaylarının kapatılacağını, unutturulacağını sanmak bu ülkenin insanlarına ve kurumlara yapılacak büyük haksızlık olacaktır. 2015 yılının karanlıkların dağılacağı bir yıl olmasını diliyor ve umuyoruz. 8 “Taşeron Cumhuriyeti” T ürkiye’de siyasal iktidar, sendikaların yıllarca uyarılarına rağmen kölece çalışma biçimi olan taşeronda çalışmaya önlem almadı, almak istemedi. Son olarak 10 Eylül 2014 tarihinde yürürlüğe giren 6552 sayılı yasa ile bazı değişiklikler yapıldı. Ancak bu düzenlemeler kamu kuruluşları ile sınırlı tutuldu. Özellikle 2000’li yıllardan sonra yaygınlaştırılan taşeronlaşma, son 10 yılda katlanan bir sayıyla artış göstermiştir. Taşeronlaşma bir virüs gibi temel kamu hizmeti olarak adlandırılan sağlık hizmetleri ve yardımcı sağlık hizmetleri alanında, yerel yönetim hizmetleri alanında, koruma ve genel güvenlik hizmetleri alanında ve kamu ya da özel tüm üniversitelerde genişletildi ve inanılmaz boyutlara ulaştırıldı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yaptığı açıklamalara göre 2002 yılında yaklaşık 390 bin olan taşeronda çalışan sayısı bugün 2 milyonu geçmiştir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın son kez yaptığı bir açıklamaya göre 2014 yılında yalnızca kamu kuruluşlarında taşeronda çalışan işçi sayısın 660 bindir. Türkiye’de çalışanların en önemli sorunlarının başında işsizlik sorunu ile güvencesizlik anlamına gelen taşeronlaşma geliyor. Özellikle kamuda her yıl taşeron işverenler değişirken, işçilerin aynı kalması dikkat çekiyor. Bu durum nedeniyle yüzbinlerce işçi asgari ücret düzeyinde tutarlarla çalışmak zorunda kalıyor. Çok uzun sürelerle çalışmalarına karşın çoğunlukla fazla çalışma ücreti alamıyor, izin kullanamıyor ve birçoğuna kıdem ve ihbar tazminatı da ödenmiyor. Sorunlar bununla da sınırlı değil: - Taşeron işçilerinin bireysel iş sözleşmeleri genellikle bir yıldan çok daha kısa sürelerle düzenlenmektedir. - Taşeron işçileri açlık sınırında öldürmeyecek tutarlarda bir ücretle çalışmaktadır. Ücret ödemeleri geciktirilmekte ya da düzenli yapılmamaktadır. Kimi zaman ise hiç ödenmemektedir. - Taşeron işçileri birçok parasal sosyal hak ve ikramiye gibi ekonomik katkılardan yoksundur. - Taşeron işçilerinin çalışma süreleri çok uzundur, yoğundur, düzensizdir. - Taşeron işçileri kıdem tazminatı haklarından yoksun bırakılmaktadır. - Taşeron işçileri izin haklarını kullanmakta zorlanmaktadır. - Taşeron işçileri güvencesiz koşullarda çalıştırılmaktadır. - Taşeron işçileri, sendikal örgütlenme haklarından yoksun tutulmaktadır. - Taşeron işçileri çalışma ortamında iş deneyimi yoksunluğu, çalışma ortamına uyum ve iş stresi yoğunluğu gibi nedenlerle çok daha fazla iş sağlığı ve güvenliği risk ve tehlikeleriyle yüz yüzedir. - Taşeron işçileri çok daha fazla fiziksel, psikolojik ve 9 sözel şiddetle karşı karşıyadır. Taşeron işçilerinin sendikal örgütlenmelerinin engellenemeyeceğine ilişkin yasal haklar konusundaki en önemli olanak, Türkiye’nin 1960 yılında kabul ettiği “Bir Kamu Kurumca Yapılan Sözleşmelere Konulacak Çalışma Şartları Konusunda 94 Sayılı ILO Sözleşmesi”dir. Bu sözleşmenin önemli hükmü, taşeron işçilerine korumalar getirmesi ve alt işverenlerin işçi çalıştırma koşullarını kamu yönetimlerinin titizle denetlemekle sorumlu kılınmasıdır. Bu konu sözleşmenin 2. Maddesinde şöyle belirtilmektedir: “Bu sözleşmenin kapsamına giren iş sözleşmeleri, ilgili işçiler için yapıldığı aynı bölgedeki işkolu veya sanayide aynı nitelikteki iş için (...) belirlenmiş ücretlerden daha az elverişli olmayan ücretleri (Ödenekler dahil), iş sürelerini ve diğer çalışma şartlarını garanti eden hükümleri kapsayacaktır.” Bunun anlamı, taşeron işçi çalıştıranlar, benzer koşullardaki işçilerin çalışma koşullarını (örgütlenme hakkına ulaşmak da dahil) garanti etmek zorundadır. İşte tüm bu nedenlerle taşeronda çalışan işçilerin sendikal örgütlenmeleri çok önemli zorluklar içermesine, esas işveren ile alt işverenin yani taşeron şirketin önlem alma, yasal araçları türlü hilelerle çıkarları yönünde kullanma çabalarına rağmen sendikal örgütlenme için işçilerin birliği, kararlılığı ve direnci son derece önemlidir. Basın ve iletişim özgürlüğü Türkiye’yi yıllardır tanımlayan en önemli kavramlardan biri, demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlılığıdır; basın, iletişim ve fade özgürlüğünün sınırlandırıldığı, baskı altında tutulduğudur; açık baskı ve şiddet uygulamaların yanında gözaltıların, tutuklamaların, yıllarca sürecek hapislerin yapıldığıdır. Kısaca Türkiye, basın ve iletişim özgürlüğü yönünden özürlü bir ülkedir. Uluslararası Af Örgütü, Mart 2013’te yayımladığı “Türkiye: İfade Özgürlüğünün Tam Zamanı” adlı raporunda Türkiye’de basın özgürlüğünün ciddi bir şekilde kısıtlandığı, gazetecilerin sadece mesleklerini sürdürdükleri için belirli yasalar uyarınca kovuşturmaya uğradıklarını ve hatta hapis cezası aldıklarını belirtilirken bunun sürdürülemez olduğu vurgulandı. Uluslararası Af Örgütü, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü nedeniyle yaptığı basın açıklamasında, basın özgürlüğü sorunun çok önemli bir insan hakları ihlali olduğu vurgulanarak şu saptamalar yapıldı: “Ulusal medya kuruluşları için çalışan birçok gazeteci, hükümetin Gezi Parkı eylemlerine tepkisi ile ilgili eleştirel habercilik yapmaktan kaçınmaları için editörlerinden ve hükümet ile ilişkileri olan medya patronlarından baskı gördü. Muhalif görüşlerini dile getirmek isteyen eylemcilere ana akım medyada yer verilmedi. Muhalif yayın kuruluşları için çalışan gazeteciler ise, hem hükümetin eleştirilerinin hedefi oldular, hem de alanda gözaltına alındılar, sözlü tacize ve fiziksel şiddete uğradılar. Sosyal medya üzerinden paylaşılan bir konuşma kaydına göre, 2013 Haziran ayında Başbakan, Haber Türk adlı haber kanalının Genel Yayın Yönetmeni’ni arayarak bir muhalefet partisi liderinin konuşmasından canlı yayında verilen alt yazıları ekrandan kaldırılmasını istedi. Bu Türkiye’deki ana-akım medyanın hükümete çoktan boyun eğdiğinin bir göstergesi sayıldı. İnternet medyası ve sosyal medya, ana akım medyaya mensup gazetecilere yönelik cezai kovuşturma tehditlerinin yaşandığı ve ana akım medyanın ciddi oto sansür uygulamalarıyla sarmalandığı bir ortamda, fikirlerin ifade edilmesi ve bilgi edinilmesi için hayati bir önem taşıdı. Muhalif görüşlere tahammülsüzlük ve hükümet yetkililerinin yolsuzluklarını ispat ettiği iddia edilen telefon konuşmalarının dökümleri için de Twitter önemli bir ifade platformuna dönüştü. Fakat bu mecraları da hedef alan uygulamalar ve sınırlamalar hayata geçirildi.” Avrupa Birliğinin Ekim 2014’te açıkladığı 2014 Yılı İlerleme Raporu’nda ise ülkenin içinde bulunduğu durumun “Endişe verici” olduğu saptaması yapıldı. Raporda şu çarpıcı belirlemeler yapılmaktadır: “İnternet dahil olmak üzere, ifade özgürlüğünü daha da kısıtlayan mevzuat kabul edilmiş ve ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğünün etkili bir şekilde kullanılması uygulamada kısıtlanmıştır. Anayasa Mahkemesi tarafından daha sonra iptal edilmiş olmakla birlikte, You- 10 tube ve Twitter’ın tamamen yasaklanması kararları ciddi endişelere neden olmuştur. Siyasetçilerin caydırıcı açıklamaları, muhalif gazetecilere karşı açılan davalar ve medya sektörünün mülkiyet yapısı, medya sahiplerinin ve gazetecilerin geniş çapta oto sansür uygulamalarına ve ayrıca gazetecilerin işten çıkarılmasına yol açmıştır.” 5 Şubat 2014’te Meclis tarafından onaylanan İnternet Yasası’nda yapılan değişiklikler, uluslararası standartlarla uyuşmayan bir şekilde uygulanan yasaya, internet içeriğinin engellenebilmesi için çok daha fazla olanak sağladı. Yetkililer ülkenin internet yasası ile ilgili değişik yaptıklarında, aslında internetin içeriğini engelleyecek ve baskı yaratacak kontrolsüz bir gücü de serbest bırakmış oldular. 2013’ün son haftalarında, hükümet ayrıca üst düzey devlet görevlilerine yönelik yolsuzluk iddialarını kanıtladığı ileri sürülen internet içeriklerini de engellemeye çalıştı. Bu tartışmalardan birkaç ay sonra ana akım medyaya ciddi bir alternatif sayılan Twitter yetkililer tarafından erişime kapatıldı ve iki hafta kapalı kaldı. Anayasa Mahkemesi, yapılan bireysel başvurular sonucu Nisan ayında Twitter yasağını kaldırdı. Düşünce, basın, iletişim ve ifade özgürlüğü hakkı temel insan haklarındandır ve uluslararası sözleşmelerle koruma altındadır. Basın özgürlüğü ise ifade özgürlüğünün olmazsa olmaz bir koşuludur. Grev ertelemelerine hayır! “Son sözü direnenler söyler” Metal işçilerinin 29 Ocak 2015 tarihinde, 10 ilde 22 fabrikada başlattıkları yasal grevleri, "milli güvenliği bozucu nitelikte olduğu” gerekçesiyle ertelendi. Grev ertelemeleri ile "hakkın var; ama ben istediğim zaman kullanırsın” denilmektedir. İşçi sınıfının en büyük silahı olan grev hakkının elinden alınması; yasakçı, baskıcı ve otoriter bir zihniyetin ürünüdür. Bugün sadece metal işçilerinin değil; iş, ekmek, barış isteyen tüm işçi sınıfının hakları gasp edilmiştir. Unutulmamalıdır ki, sendikal mücadeleyi ve sınıf bilincini ortadan kaldırmak isteyenlerin karşısında birleşe birleşe kazanacaklarına inanan işçiler, emekçiler olacaktır. Ve yine unutulmamalıdır ki, hiçbir grev ve hak mücadelesi, iş cinayetleri ve sömürü koşulları kadar can yakmamakta ve güvenliği tehdit etmemektedir. Basın-İş Sendikası olarak bu duygu ve düşüncelerle, Birleşik Metal İş Sendikası’nın ve metal işçilerinin her türlü meşru ve demokratik tepkilerinin yanında olacağımızı bildiririz (31 Ocak 2015). BASIN-İŞ SENDİKASI MERKEZ YÖNETİM KURULU 11 Genel Başkanımız Yakup Akkaya, Genel Sekreterimiz Savaş Nigar, Genel Teşkilatlandırma Sekreterimiz Ahmet Özbakır, Genel Eğitim Sekreterimiz Cafer Bozdemir, İstanbul Şube Başkanımız ve Yöneticilerimiz, Darphane ve Amcor işyerlerimizden işçi arkadaşlarımız 6 Ağustos 2014 Çarşamba günü insanca yaşanabilir bir ücret için yaklaşık 23 gündür grevde olan Kent Gıda İşçilerini ziyaret etti. Burada bir konuşma yapan Yakup Akkaya, “Hiçbir sendika toplu sözleşme öncesinde ben bu iş yerinde greve çıkacağım diye masaya oturmaz” diyerek, sendikalar için grevin bir amaç değil, hak almak amacıyla başvurulan bir araç olduğunu ve bu aracın yerinde ve zamanında kullanıldığında karşılığını alacağını söyledi. Akkaya, Kent Gıda İşçilerinin bu hak mücadelesindeki kararlılığını yürekten kutladığını ifade ederek, grevin masa başında elde edilemeyen haklar için son derece meşru ve önemli bir hak olduğuna dikkat çekti. Toplu sözleşmenin, herkesin kabul edebileceği bir şekilde çözümlenmesini temenni eden Akkaya, Basın-İş Sendikası’nın sınıf dayanışması bilinciyle, başından sonuna kadar, bu haklı ve meşru mücadelede Tek Gıda-İş Sendikası’nın ve Kent Gıda İşçilerinin yanında olacağını dile getirdi. 12 UNI 4. Dünya Kongresi Cape Town’da gerçekleştirildi: “Tüm dünyada daha güçlü ve etkin sendikal hareket için” Sendikamız Basın-İş’in üyesi olduğu uluslararası sendikal örgüt UNI (Küresel Sendikal Birlik) ‘nin 4. Dünya Kongresi, 7-10 Aralık 2014 tarihlerinde Güney Afrika’nın Cape Town kentinde yapıldı. 108 ülkeden 420 sendikal örgütten yaklaşık 2 bin sendika temsilci ve delegesinin katıldığı UNI 4. Dünya Kongresi’ne sendikamızı temsilen Genel Başkan Yakup Akkaya, Amcor Tobacco Packaging işyeri baştemsilcisi Yusuf Yörükler ve Mayr-Melnhof Graphia işyeri baştemsilcisi Fatih Çıvgın katıldı. Tüm dünyada ticaret, bankacılık, ambalaj, grafik ve matbaa ve hizmetler sektörlerinde çalışan 20 milyondan fazla işçiyi temsil eden sendikalar 4. Dünya Kongresinde sorunlarını gündeme getirdi ve çözüm yöntemlerini tartıştı. 4. Kongrenin dikkati çeken bir yanı da kongre öncesinde 800’e yakın kadın sendika temsilci ve işçisinin katılımıyla UNI Dünya Kadın Konferansının toplanması ve çalışan kadınların sorunlarının tartışılması oldu. UNI 4. Dünya Kongresinde dünya emekçilerine seslenen Genel Başkanımız Yakup Akkaya, Soma’da iş cinayetine kurban verdiğimiz 301 madenci ve madenlerde yaşamını kaybeden tüm işçiler için bir dakikalık saygı duruşu ile başladı… Konuşmasında toplumsal barışa dikkat çeken Akkaya, barışın sadece savaşı sona erdiren bir sözcük olmadığını; temiz su kaynaklarından yoksun, açlıkla, işsizlikle mücadele eden ya da mülteci olarak başka ülkelerde ekmek ve umut arayan milyonlarca insanın yaşadığı ve emekçiye esnek, kuralsız ve örgütsüz bir çalışma yaşamının reva görüldüğü bir dünyada toplumsal barıştan söz edilemeyeceğini ifade etti. Yoksulluk, sömürü, iş kazaları ve demokrasiye yönelik saldırıların; ülke, inanç, meslek ve kültür farkı olmaksızın tüm emekçilerin ortak derdi olduğunu dile getiren Genel Başkanımız, ”Yaşasın işçi sınıfı” diyerek sözlerini noktaladı. Diğer taraftan, örgütlenme konusundaki düşünce ve deneyimlerini dile getiren Baştemsilcimiz Yusuf Yörükler, örgütsüzlüğün işçiler açısından büyük sorun teşkil ettiğini ve işten atılma tehdidinin sendikasızlaştırma açısından önemli bir silah olarak kullanıldığını açıkladı. Bu endişenin ancak güvenle aşılacağını belirten Yörükler, Amcor ve Mayr-Melnhof Graphia işyerlerinin örgütlenme süreçlerini örnek vererek, uluslararası birlik ve dayanışmanın yanı sıra Sendikamızın örgütlenme yaklaşımının her iki işyerinde de yüzde yüz başarıyı getirdiğini ifade etti. UNI 4. Dünya Kongresi’nde, Finlandiya’nın en büyük sendikası olan PAM’ın Genel Başkanı Ann Selin UNI Başkanlığı’na seçilirken, Philip Jennings yeniden UNI Genel Sekreterliği görevine getirildi 13 GÜNDEM 6 . So sya l İn s a n H a kl a r ı U l u sa l Se m p o z y u m u Esk i ş e h i r ’ d e y a p ıl d ı Akkaya: “Temel haklar baskı altında tutulmak isteniyor” T ürkiye’de akademik çalışmalar yönünden olduğu kadar sendikal hareket açısından da önemli bir bilimsel etkinlik olan ve her yıl düzenlenen Sosyal İnsan Hakları Ulusal Sempozyumu’nun Altıncısı, 14 Kasım 2014 tarihinde Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi tarafından düzenlendi. Her yıl bir üniversite tarafından gerçekleştirilen sempozyuma Sendikamız Genel Başkanı Yakup Akkaya ile Genel Sekreter Savaş Nigar da katıldılar. Anadolu Üniversitesi İİBF Dekanlık Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen sempozyumda “Türkiye’de Çalışma Yaşamının Sorunları ve Sendikal Hak İhlalleri” konusunda bir sunum yapan Genel Başkan Yakup Akkaya öncelikle küreselleşmenin çalışma yaşamı üzerindeki etkilerine dikkat çekti. Akkaya; “Sorunlara ve hak ihlallerine bütüncül bir açıdan bakmak gerekir. Elbette her ülkenin kendine özgü kültürü, yaşam biçimi ve uygulamaları vardır; ancak çalışma yaşamının sorunları ve sendikal hak ihlallerine ilişkin yaşanmış hikâyeler birbirine benzerdir. Bu bakımdan, ülkemize gelen çok uluslu şirketler ile üretimlerini Balkan ülkelerine ve Mısır’a taşıyan büyük Türk şirketlerinin hedefleri tek bir noktada kesişir: Ucuz işgücü sağlamak ve sendikalaşmayı önle- mek… İşte bu nedenledir ki çalışma yaşamında sorunlar ve hak ihlalleri artarak devam ediyor” dedi. Akkaya, Türkiye’de yaşam hakkına yönelik ihlallerin hiç kuşkusuz ilk sırada yer aldığını belirterek, iş cinayetleri, çocuk işçiliği ve cinsiyet ayrımcılığı konularına vurgu yaptı: “Türkiye’de kanunen yasak olmasına rağmen, 1 Milyon çocuk işçi bulunuyor ve bunların en az 400 Bini mevsimlik tarım işçiliği yapıyor. Ülkenin geleceği olan bu çocukların barınma, sağlık ve eğitim sorunları var. ILO’nun 182 Sayılı Sözleşmesi’ni imzalamışız, gayet güzel; ancak uygulanmıyorsa hiçbir anlamı yok.” Akkaya, sendikalaşma ve sendikalara ilişkin durum değerlendirmesi yaparak, sendikalı işyerlerinde işçilerin kendilerini daha güvende hissettiğini ve çalışma yaşamına ilişkin sorunların tam anlamıyla olmasa da çözülebildiğini belirtti. Ancak içinde bulunulan baskı döneminin çalışma rejimi ve sendikal anlayışı da derinden etkilediğine dikkat çekti. Genel Başkan Yakup Akkaya demokratik hak ve özgürlüklerin savunulmasında sendikalara önemli sorumluluklar düştüğünü belirtirek şunları söyledi: “Türkiye’de sendikal hak ve özgürlüklerin ihlal 14 “Sorunlara ve hak ihlallerine bütüncül bir açıdan bakmak gerekir. Elbette her ülkenin kendine özgü kültürü, yaşam biçimi ve uygulamaları vardır; ancak çalışma yaşamının sorunları ve sendikal hak ihlallerine ilişkin yaşanmış hikâyeler birbirine benzerdir. Bu bakımdan, ülkemize gelen çok uluslu şirketler ile üretimlerini Balkan ülkelerine ve Mısır’a taşıyan büyük Türk şirketlerinin hedefleri tek bir noktada kesişir: Ucuz işgücü sağlamak ve sendikalaşmayı önlemek… “Demokratik, güçlü, ortak hareket edebilen, sürece karşı emek adına mücadele perspektifini geliştirebilecek kurumsal yapılar oluşturulmalıdır. Sendikalar artık siyasetin üstünde ya da uzağında değil, üyeleri ve işçi sınıfı adına tam ortasında yer almalıdır.” edildiği, kısıtlandığı, yasaklandığı bir çalışma yaşamı ile karşı karşıya kalınmaktadır. Bu tablo, çalışanlar açısından bir cehennem, sermaye içinse bir cennet görünümündedir. Endüstriyel ilişkiler sisteminde bir gözetmen, denetmen olarak yer alan devlet, artık en büyük işveren olarak, kuralsız ve taşeron çalışma biçimlerinin önemli bir aktörü haline gelmiştir. Çalışanların hak ve özgürlüklerini korumak üzere ortaya çıkan sendikalar ne yazık ki bu sürece karşın etkin bir mücadele mekanizması işletememektedir. Bu durumun yapısal nedenleri olduğu kadar mevzuatla getirilen kısıtlama ve yasaklardan kaynaklanan dışsal nedenleri de bulunmaktadır. Ancak en önemli unsur sendikal yaklaşım sorunudur. Bu kapsamda sendikalar işyeri temelli sendikal hak ve özgürlük geliştirici mücadele yönteminin uygulayıcıları olmak yerine sadece hizmet sunan yapılara dönüştürülmüştür. Aynı zamanda demokratik sendikal yapılar yerine hiyerarşik, bürokratik örgütler ortaya çıkmış ve sendikal hareket parçalanmıştır. Tüm dünyada sendikalar sermayenin uluslararasılaşması, merkezileşmesi ve yoğunlaşmasına karşı etkin mücadele edebilmek için gerek uluslararası alanda gerek ulusal düzeyde birleşmeye yönelirken, Türkiye’de ne yazık ki sendikal hareket, gerek konfederasyonlar gerekse sendikalar düzeyinde parçalanmakta ve süreç karşısında çaresiz kalmaktadır. Nitekim sendikalar, 6356, 6552, 6331 ve 4688 sayılı kanunlar gibi çalışma yaşamı ve sendikal hak ve özgürlükleri doğrudan ilgilendiren kanunların yapım süreçlerinde toplumsal aktör olmaktan çıkmış, temsil güçlerini yitirmişlerdir. Sendikal hareket sadece dönüşen bu yapının sonuçlarıyla yaşamaya çalışan örgütler topluluğu haline gelmiştir. Bütün bu hak ve özgürlüklerin gelişmesi için öncelikle sendikal anlayışın değişmesi gerekir. Demokratik, güçlü, ortak hareket edebilen, sürece karşı emek adına mücadele perspektifini geliştirebilecek kurumsal yapılar oluşturulmalıdır. Sendikalar artık siyasetin üstünde ya da uzağında değil, üyeleri ve işçi sınıfı adına tam ortasında yer almalıdır. Siyaseten yeniden toplumsal aktör olabilmenin ön koşulu güçlü ve kitlesel sendika anlayışının yeniden hayata geçirilmesidir.” 15 GÜNDEM D ile kolay 2014 yılında en az 1886 işçi (*) çoğu katliam niteliğindeki iş kazalarında yaşamlarını yitirdi. Şimdi geride yalnızca 2014 yılında yitirdiklerimizin arkasında en az 10.000 insan var. Bu rakamları on yıl geriye götürün; çıkan rakam inanılmaz düzeylere ulaşıyor: Onbirbin işçi ve geride bıraktıkları yüzbin insan... Peki niye? Bunun birçok nedeni var. Bu nedenlerin başında yasal düzenlemelerin yetersizliği; iş sağlığı ve güvenliği denetimlerin yapılmaması ya da sıradan bir prosedüre indirgenmesi; iş sağlığı ve güvenliği sorununu yalnızca teknik bir olgu olarak elealınması buna karşılık sosyal boyutlarının dikkate alınmaması; aşırı ve yoğun çalıştırma; güvencesiz koşullarda gerçekleştirilen üretim; standart tam süreli çalışmanın dışlanarak bunun yerine standart dışı çalışmanın egemen kılınması veya modern kölelik anlamına gelen taşeronlaştırma... Tüm bu nedenler daha alt unsurlarına bölünebilir. Ancak tüm ne- 16 denlerin ulaşacağı yol ya da sonuç, kapitalizmin emek sömürüsüne, barbarlığına, insan haklarını hiçe sayan vahşiliğine dayanacaktır. BİR SİSTEM SORUNU Dünya Sağlık Örgütü ile Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 1950 yılında düzenlediği ortak konferansta iş sağlığı konusunda yaptığı tanım evrensel bir tanım olarak değerlendirilmektedir: “İş sağlığı şunu amaçlar: Her çeşit işte çalışan işçilerin, fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden tam iyilik hallerinin kollanması ve geliştirilmesi; çalışma koşullarından ötürü işçilerin sağlıklarının yitirmelerinin önlenmesi; çalışmaları sırasında, işçilerin sağlıklarını olumsuz yönde etkileyecek etmenlerden korunmaları; işçilerin fizyolojik ve psikolojik yapılarına uygun işe yerleştirilmesi ve bunun sürdürülmesi, özetle işi işçiye, işçinin işe uydurulması.” İş sağlığı kavramının boyutlarını değerlendirirken sağlığın yalnızca hastalığın bulunmayışı değil, fiziksel, ruhsal (*) Veriler İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin 2014 yılı rakamlarıdır. ölüm biryıldaenaz binsekizyüzseksenaltı 17 ve sosyal yönden tam bir iyilik hali olarak değerlendirilmesi gerekiyor. İşçilerin sağlığının iş kazası geçirildiğinde ya da meslek hastalığına yakalandığında bozulduğunu düşünmek, sorunu dar boyutları ile değerlendirmek olur. İşçilerin özel yaşamlarından kaynaklanan sorunlar, yeterince beslenememeleri, iyi bir konutta barınamamaları, insanca yaşamaya yetecek ücret alamamaları, kültürel ve sanatsal etkinliklere katılamamaları, işe gidip gelirken ulaşım sorunu yaşamaları, işyeri ortamında bireysel özgürlüklerini değersizleştirmeye dönük olarak izlenmeleri; fiziksel nitelik yanında sözel, duygusal, ekonomik yıldırma ya da mobbing eylemleriyle karşılaşmaları da onların sağlıklarını çok önemli biçimde etkilemektedir. Tüm bu nedenlerde iş güvenliği konusunda alınan önlemler yalnızca teknik ölçüler içinde değerlendirilemeyecek bir konudur. Yine eğer iş sağlığı ve güvenliği sorunu bir sistem sorunu olarak elealınmıyorsa; her çalışan tehlikeler ve riskler konusunda sürekli olarak bilgilendirilmiyorsa; özellikle sendikal örgütler yapı, işleyiş ve denetim süreçlerinden dışlanıyorsa veya herhangi bir sendika, toplu iş sözleşmeleri başta olmak üzere iş sağlığı güvenliği konusunda farklı katılım yöntemlerini harekete geçirmiyor, denetleyici olmuyor ve edilgen tutumu kültürel bir yaklaşım olarak koruyorsa, teknik koşullar ve yeterlilikler ne ölçüde gelişmiş olursa olsun, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alındığını ve başarılı olacağını sanmak gerçekçi değildir. RAKAMLAR GERÇEĞE IŞIK TUTUYOR İş sağlığı ve güvenliği sorunu ülkemizde öylesine büyük boyutlardaki, bu konunun çarpıcılığı özellikle çoklu ölümlerde tüm toplumun yüzünü yalayan bir ateş gibi yakıyor. Ancak sorun gerçekte çok daha derin, çok daha yaygın ve çok daha şiddetli biçimde yaşanıyor. 2014 Yılının ikinci yarısından itibaren önce 13 Mayıs 2014 tarihinde Soma’da sonra Ermenek’te, Mecidiyeköy’de Torunlar İnşaat’ta ve İsparta Yalvaç’ta çoklu işçi ölümleri, tüm ülkemizde derin etkiler bırakırken yetkili kamu yöneticilerinin ve siyasal iktidar temsilcilerinin iş sağlığı ve güvenliği konusunu ekonomik gelişme ve ilerlemenin önünü tıkayan aşırı duyarlılık olarak değerlendiğini, umursamadıklarını ve yıllardır sendikaların uyarına karşı Soma’da 13 Mayıs 2014 günü 301 madencinin ölüm haberinin verilmesini izleyen saatlerde Genel Başkan Yakup Akkaya ve Genel Sekreter Savaş Nigar, Soma işçilerinin yanındaydı. Yöneticilerimiz, madenci ölümlerinin nasıl gerçekleştiği konusunda bilgi alırken işçilerin ve ailelerinin acısına ortak oldu. 18 “kıllarını kıpırdatmadıklarını” bir kez daha gösterdi. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin 2014 yılı için yaptığı değerlendirmeler bu yargıyı kanıtlayan verileri yansıtması yönünden anlamlıdır: - İş cinayetlerinde 2014 yılında büyük bir artış yaşanmıştır... 2014 yılında yaşamını yitiren 1886 emekçinin 1693’ü işçi, memur statüsünde çalışan ücretlilerden; 161’i çiftçilerden/küçük toprak sahiplerinden ve 32’si esnaflardan olmak üzere, 193’ü kendi nam ve hesabına çalışanlardan oluşmaktadır. - İş cinayetleri inşaat, maden, tarım ve taşımacılık işkollarında; mevsimlik çalışmanın, sendikasız, örgütsüz ve güvencesiz çalışma koşullarının hakim olduğu işkollarında yoğunlaşmıştır. - Yaşamlarını yitiren 1886 işçinin işkollarına göre dağılımı şöyledir: İnşaat, yapı ve yol işkolunda 423; madencilik işkolunda 386; tarım, orman işkolunda 309; taşımacılık işkolunda 138; ticaret, büro, eğitim işkolunda 93; belediye, genel işler işkolunda 87; metal işkolunda 81; savunma ve güvenlik işkolunda 48; enerji işkolunda 43; gemi, tersane, deniz, liman işkolunda 37; tekstil, deri işkolunda 36; çimento, toprak, cam işkolunda 31; ağaç, kağıt işkolunda 30; petro-kimya, lastik işkolunda 29; sağlık, sosyal hizmetler işkolunda 28; konaklama, eğlence işkolunda 28; gıda, şeker işkolunda 21; basın, gazetecilik işkolunda 8; banka, finans, sigorta işkolunda 3; iletişim işkolunda 2. İşkolu belirlenemeyen işçi sayısı: 25. - 1886 iş cinayetinin toplumsal cinsiyetlerine göre dağılımı şöyledir: Yaşamlarını yitirenlerin 131’i kadın ve 1755’i ise erkek işçidir. - Son 10 yılda yılda yaklaşık bin 100 işçi yaşamını kaybederken, son 10 yılda iş kazaları sonucu toplam 11 bin işçi yaşamını yitirdi. Bu rakam 2000-2012 yılları arasında 12 bin 686... YALNIZCA ÖLÜMLÜ OLAYLARA BAKILMAMALI İş kazalarına ilişikin veriler incelendiğinde yalnızca ölümlü sonuçlara bakmak yanıltıcıdır. Çünkü bu yaklaşım iş sağlığı ve güvenliği sorununu ölüme Soma’da 301 madencinin ölümü tüm yurtta büyük tepkilere yol açtı. Genel Başkanımız Yakup Akkaya, Genel Sekreterimiz Savaş Nigar ve Sendikamız İzmir Şubesi, 22 Haziran 2014 tarihinde “İş Cinayetlerine, Talana ve Soyguna Hayır” sloganlarıyla gerçekleştirilen Soma Mitingindeydi. 19 ya da ağır yaralanmaya indirgemek olur. Oysa sorun küçük-büyük, genel-özel, dar-geniş denemeden bir sağlık ve güvenlik sorunu, üstelik mutlaka bir sosyal sorun olarak değerlendirilmelidir. TÜİK tarafından son olarak 2013 yılında yayınlanan “İş Kazaları ve İşe Bağlı Sağlık Problemleri Araştırma Sonuçları, 2013” verilerine göre Türkiye genelinde son 12 ay içinde istihdam edilenlerden yüzde 2,3’ü bir iş kazası geçirdi. Sektörel olarak; madencilik ve taş ocakçılığı sektöründe iş kazası geçirenlerin oranı yüzde 10,4, elektrik, gaz, buhar, su ve kanalizasyon sektöründe iş kazası geçirenlerin oranı yüzde 5,2 iken, inşaat sektöründe iş kazası geçirenlerin oranı yüzde 4,3 olarak gerçekleşti. “Elde edilen temel bulgular, Türkiye genelinde son 12 ayda istih dam edilenlerin yüzde 2.3’ünün bir iş kazası geçirdiğini, sektörel olarak incelendiğinde, iş kazalarının en yoğun yaşandığı sektörlerin “madencilik ve taşocakçılığı”, “elektrik, gaz, buhar, su ve kanalizasyon” ile “inşaat” sektörleri olduğunu ortaya koymaktadır. Yine, çalışma sonuçların göre lise altı eğitimlilerde iş kazası oranlarının, lise ve yükseköğretime göre daha yüksek olduğu, işyeri büyüklüğü açısından, çalışan sayısının yüksek olduğu işletmelerde iş kazası oranlarının daha yüksek olduğu dikkat çekmektedir. İstihdam edilen ya da geçmişte çalışmış olanlardan işe bağlı sağlık problemleri yaşayanların oranı yüzde 2.1 olarak tespit edilmiştir. Sektörel olarak incelendiğinde, işe bağlı sağlık sorunlarına maruz kalanların oranının en yüksek olduğu sektörlerin “madencilik ve taşocakçılığı”, “elektrik, gaz, buhar, su ve kanalizasyon” ile “inşaat” sektörleri olduğu görülmektedir. Yaş grupları itibarıyla, işe bağlı sağlık sorunlarının en yüksek olduğu yaş grubunun 35‐54 yaş grubu olduğu görülmüştür. İşe bağlı sağlık problemlerinin ağırlıklı olarak “sırtı veya beli etkileyen kemik, eklem ve kas sorunları” ile “stres, depresyon veya anksiyete sorunları”ndan kaynaklandığı belirlenmiştir. İstihdam edilenlerden yüzde 7,1‘i çalıştığı işle ilgili olarak “zaman baskısı ve aşırı iş yükü” şeklinde ruhsal sağlığını etkileyen elverişsiz faktöre maruz kaldığı belirlenirken, bu oranın erkeklerde yüzde 7,9, kadınlarda ise yüzde 5,2 olduğu tespit edilmiştir. Fiziksel sağlığını etkileyen faktörlerden “kaza riski”ne maruz kalanların oranı ise yüzde 17,1 olduğu görülmüştür. Bu oranın erkeklerde yüzde 21,4, kadınlarda ise yüzde 7,3 olduğu tespit edilmiştir.” ETKİN ÖNLEMLER ZORUNLU İş sağlığı ve güvenliği sorunu çok yönlü, çok boyutlu psikolojik, sosyolojik bir sorundur. Bu konunun sürekli gündemde tutulması, güvenlik algısının korunması, sağlık temelli bir iş ortamının yaratılması yalnızca devlet ve kurumları yönünden değil öncelikle sendikalar açısından önemlidir. Çalışma yaşamında iş sağlığı ve güvenliğinin birincil tarafının sendikalar olduğu gerçeğinin anlamı, sorunun gözlemleyici, denetleyici, yapılandırıcı yanında sendikaların olduğu ve olması gerektiğinden kaynaklanmaktadır. Ülkemizde sendikaların iş sağlığı ve güvenliği konusunda duyarlılıklarını arttırması, politikaların oluşumunda etken olması gibi önemli yükümlülükleri bulunmaktadır. Sendikaların öncelikli yükümlülüklerinden birisi hiç kuşkusuz iş sağlığı ve güvenliği konusunda toplu sözeşme hükümlerini daha da güçlendirmeleri, tüm kurumsallaşma önlem ve kurallarının yaşama geçirilmesi konusunda etkin davranmaları, daha ileri kuralların yaşama geçirilmesini sağlamak üzere yeni yapılanmaların öncüsü olmalarıdır. Özellikle toplu iş sözleşmelerinde vurgulanacak yaptırımcı, düzenleyici ve denetleyici önlemlerin gerekliliği tartışılamaz bir gerçektir. Günümüzde yasalara gönderme yapılarak oluşturulan toplu sözleşme düzenlemeleri işverenlerin yükümlülüklerini somutlamadığı gibi toplu iş sözleşmelerinin evrensel niteliğini tanımlayan “toplu iş sözleşmesi özerkliği” ile bağdaşmaz. Önemli ve öncelikli bir sorun ise iş sağlığı ve güvenliği önlemleri konusunda yasal düzenlemelerin hiçbir ertelemeye uğratılmaksızın yaşama geçirilmesi ve denetleyici kurumlaşmaların her düzeyde etkin biçimde yaşama geçirilmesidir. Son dönemde kamu edilen ILO Sözleşmelerinin dışında hala kabul edilmeyen birçok iş sağlığı ve güvenliği içerikli sözleşmeler bulunmaktadır. Ayrıca iş denetim sisteminin özerkliği zaman geçirilmeden sağlanmalı, sürekli, etkin ve bilimsel denetimler gerçekleştirilmelidir. Unutulmamalıdır ki ölüm kolay, , yaşamak özellikle insanca yaşamak zordur. 20 “Cinayetlerin hesabı sorulmalı” Y alnızca ülkemiz tarihine değil dünya tarihine de geçen 13 Mayıs 2014 Soma Madenci Katliamından 116 gün sonra 6 Eylül 2014 tarihinde İstanbul Mecidiyeköy’de Torun İnşaat’a ait bir rezidans inşaatının 30. katından düşen bir asansörün içindeki 10 işçi yaşamlarını yitirdi. Ekim ayının 28’inde bu kez toplu cinayet Karaman'ın Ermenek ilçesindeki bir maden ocağında işlendi; 18 işçi madenin su basması sonucu mahsur kaldı. Onlara günlerce ulaşılamadı. Ve Ermenek’te işlenen cinayetin üzerinden birkaç gün sonra bu kez ölüm, Yalvaç’a elma toplamaya giden mevsimlik işçileri buldu. Tüm bu toplu cinayetler, Türkiye’nin iş sağlığı ve güvenliği yönünden nasıl bir ülke olduğunu bir kez daha acı biçimde gösterdi. Basın-İş Sendikası Merkez Yönetim Kurulu basına ve kamuoyuna yaptığı açıklamada, iş cinayetlerine karşı etkili önlem almanın zorunlu olduğu belirtti. Merkez Yönetim Kurulu’nun topu cinayatler üzerine yaptığı basın açıklamasında şu görüşlere yer verildi: “Biz Unuttukça “Doğallaştırdılar” Ölümü! Ucuz insan hayatı üzerine kurulu düzen yine ekonomiye can verirken, bizim canımızı yaktı. İnsanca çalışmak, insanca yaşamak isterken biz, sermayenin bitmek tükenmek bilmeyen kâr hırsı kara tabloya yeni faciaları ekledi. İnsanın insana yaptığı zulüm “doğallaştırıldıkça” , sermaye ne cana doydu ne de bu iş cinayetleri bir son buldu. Bir kez daha yineliyoruz: “Kaza Değil, Kader Değil, Fıtrat Değil, ‘Doğal Afet’ Hiç Değil” … Çünkü bu ülkede bir günde en az 4 işçi çalışırken can veriyor… Çünkü bu ülkede işçiler açlık ile ölüm arasında bir tercih yapmak zorunda bırakılıyor… Çünkü bu ülkede programlar, stratejiler, yasalar “ucuz” insan hayatı üzerine kurgulanıyor… Çünkü bu ülkede işçinin insanca yaşam için verdiği onurlu mücadele yasaklarla ortadan kaldırılıyor… Çünkü bu ülkede işçilerin kitlesel bir şekilde hak aramasına izin verilmezken, kitleler halinde işçi ölümlerine ses çıkarılmıyor… Çünkü bu ülkede sendikalar sadece zam organı olarak algılatılıyor… Çünkü bu ülkede işçinin bir tas çorbası maliyet unsuru olarak görülüyor… Çünkü bu ülkede “kaçsalardı kurtulurlardı, kaçanın anası ağlamaz” diyen bir zihniyet maden işletiyor… Çünkü bu ülkede kan paralarıyla aklanan patronlar, yeni ihalelerle ödüllendiriliyor… Çünkü bu ülkede adları sadece ölümle, yoksullukla anılan mevsimlik tarım işçileri, insanlık dışı ulaşım koşulları yüzünden yollarda can vermeye devam ediyor… Çünkü bu ülkede çalışma koşulları açısından Ortaçağ karanlığı hüküm sürüyor… Çünkü bu ülkede işçiler güzel yaşamak isterken “güzel” öldürülüyor… Çünkü bu ülkede taşeron var… Çünkü bu ülkede özelleştirme var… Çünkü bu ülkede sömürü var… Ve bu nedenledir ki biz unuttuk artık bağışlamayı Bunun hesabı ne yolda kalacak ne de yer altında…” 21 “Taşeron Ölüm Demektir” 25 Mayıs 2014 tarihinde İstanbul Kadıköy’de TÜRK-İŞ, DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve TDB tarafından düzenlenen mitingte Soma’da yaşamını yitiren emek şehitlerinin isimleri anılarak hep bir ağızdan “Taşerona Hayır” denildi. “Taşeron Ölüm Demektir, Yasaklansın” yürüyüş ve mitinginde Soma katliamına tepki gösterilirken yapılan konuşmalarda taşeronlaştırmanın yaratacağı olumsuz sonuçlara dikkat çekildi. Mitingde konuşan Somalı madenciler yaşadıkları olumsuzlukları anlattılar ve madenlerde yaşanan çalışma koşullarını protesto ettiler. Basın-İş Sendikası’nın üye ve yöneticileri de, “Soma kaza değil, kader değil cinayet! Taşeron ölüm demektir; yasaklansın” sloganıyla iş cinayetleri ve taşeron köleliğine karşı Kadıköy Meydanı’ndaydı. 22 Amcor Tobacco İzmir Darphane Darphane Etapak Etapak Unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız Soma’da 301 madencinin ölümü nedeniyle 15 Mayıs 2014 tarihinden itibaren 3 günlük “Ulusal Yas” ilan edilirken öfkenin ve tepkinin sokaklara taştığı ülkemizde başta Soma olmak üzere İstanbul, Ankara ve İzmir ve birçok kentte kitlesel protesto gösterileri gerçekleştirildi. Bu onurlu kitlesel tepkilere güvenlik güçleri yine aynı tepki ile yanıt verdi: Gazlı-Tomalı-coplu şiddet... Sendikamız bir avuç kömür için bir ömür veren madencilere saygı amacıyla örgütlü işyerlerinde üretim durdurdu. Üyelerimiz, iş cinayetine kurban verdiğimiz madencilerimiz anısına saygı duruşunda bulunurken, yaşadıkları acıyı hep bir ağızdan dile getirdiler ve Soma katliamını unutmayacaklarını ve unutturmayacaklarını bir kez daha kanıtladılar. 23 Basın-İş Merkez Yönetim Kurulu 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle yayınladığı basın açıklamasında çalışan kadınların sorunlarını gündeme taşıdı. Açıklamada; emek sömürüsü ve şidde- tin sonlandırılması istenerek toplumsal cinsiyet ayrımcılığın olmadığı bir dünyanın mümkün olduğu vurgusu yapıldı. Sendikamız yöneticileri 8 Mart nedeniyle işyerle- Meteksan Amcor Flexibles İstanbul Darphane ve damga Matbaası TÜİK Matbaası Propak Ambalaj 24 rinde kadın üyelerimizle buluşarak onların toplumsal mücadelesine destek verdiklerini açıkladılar. Basınİş Genel Sekreteri Savaş Nigar, Ankara’da örgütlü olduğumuz işyerlerini ziyaret ederken, TÜİK Matbaası’nda Ankara Şube Sekreteri Yasin Çağlar ve Düzce’de bulunan Propak Ambalaj işyerinde de Genel Mali Sekreterimiz Hasan Sönmez kadın üyelerimizi ziyaret ettiler. İzmir’de Mayr-Melnhof Graphia işyeri baştemsilcimiz Fatih Çıvgın; Amcor Tobacco işyerinde, baştemsilcimiz Yusuf Yörükler; Etapak Ambalaj işyeri baştemsilcimiz Turgay Güler ve işyeri temsilcilerimiz Behçet Özkan ve İlhan Karabağ, işyerindeki kadın üyelerimize 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü nedeniyle sendikamız armağanı çiçekleri sundu ve eşitsizliğe, ayrımcığa, dışlanmışlığa karşı tüm emekçilerin kadın-erkek birlikte mücadele etmeleri gerektiğini vurguladılar. Amcor Flexibles İstanbul işyerinde çalışan kadın üyelerimizin 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Genel Teşkilatlandırma Sekreterimiz Ahmet Özbakır tarafından kutlanırken, Darphane ve Damga Matbaası işyerinde kadın üyelerimize hediyeleri işyeri temsilcilerimiz tarafından takdim edildi. Etapak Mayr-Melnhof Graphia Mayr-Melnhof Graphia Amcor Tobacco 25 Dünya işçilerinin birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs, tüm dünyada coşkulu gösterilerle kutlandı. Milyonlarca işçi alanlara, caddelere, sokaklara çıkarak işçi sınıfının birliğini, dayanışmasını dile getirdiler; demokrasi ve özgürlük sloganlarını vurguladılar. Demokratik hak ve özgürlüklerin baskı altında tutulduğu birkaç ülkede ise 1 Mayıs üzerindeki yasaklar yine kalkmadı; gerçekleştirilmek istenen eylemler baskı ile engellenmek istendi. Sendikamız Basın-İş emeğin dayanışma günü 1 Mayıs’ta düzenlenen kitlesel gösterilere katılarak demok- Ankara Ankara Ankara İzmir İzmir İzmir 26 ratik ve sendikal istemlerini sokağa, alanlara kararlılıkla taşıdı. Merkez Yönetim Kurulu’nun 1 Mayıs nedeniyle yaptığı açıklamada şu görüşlere yer verildi: “Bugün 1 Mayıs… Emeğin, mücadelenin ve dayanışmanın günü… Bundan tam 124 yıl önce, 1890’da, günde 8 saatlik çalışma süresi ve insan onuruna yakışır bir çalışma hayatı için ilk direniş ateşinin yakıldığı gün bugün. Bizler de bu bilinçle mücadeleye devam ediyor ve her türlü baskı ve engellemeye rağmen haykırıyoruz haklı davamızı. Ne yazık ki bu 1 Mayıs’ı da birçok sorunun gölgesinde karşılıyoruz. Bir yandan işsizlik, diğer yandan taşeronlaşma ve iş cinayetleri, sendika ve toplu sözleşme hakla- rına yönelik kısıtlamalar ve yasaklar… Tüm bu sorunlar emekçilerin canını yakmaya devam ediyor. Bugün gelinen noktada, işsizlik, işçileri yıldırmaya yönelik önemli bir baskı aracı haline gelmiş, iş kazaları iş cinayetlerine dönüşmüş ve ölümlerin önlemlere tercih edildiği güvencesiz çalışma koşulları egemen hale gelmiş, yeni kölelik olarak tanımlanan taşeronlaşma ülkeyi işçiler için adeta cehenneme döndürmüştür. Çocuklar da bu olumsuz koşullardan paylarına düşeni almış, 2013 yılı itibariyle 55 çocuğun iş cinayetleri sonucu yaşam hakkı elinden alınmıştır. Bizler biliyoruz ki, hak kazanımları ancak mücadele sürdüğü müddetçe elde edilecektir. Basın-İş Sendikası olarak bu duygu ve düşüncelerle tüm işçi ve emekçilerin 1 Mayıs emek, dayanışma ve mücadele gününü kutluyoruz.” Düzce Düzce İstanbul İstanbul İstanbul İstanbul 27 KADIN Ezgi Aslan (Sendika uzmanı) T oplumun kanayan yarası ayrımcılık… Maalesef kadınlar bu toplumsal yapıda en dezavantajlı grubu oluşturuyor. Öyle ki ayrımcı tutum ve uygulamalar, çalışma hayatında da kadının peşini bırakmıyor. Engelleri aşıp çalışma hayatına dahil olabilen kadınlar ise hem emekçi hem de kadın olarak iki kat derinden hissediyor ayrımcılığı… İşe alma, ücretlendirme, terfi, işin yürütülmesi ve işten çıkarma… Türkiye’de cinsiyete dayalı ayrımcılığın çalışma hayatının her evresinde açığa çıktığı görülüyor. TÜİK Hanehalkı istatistikleri incelendiğinde, “ev işleriyle meşgul” olunması, kadınları işgücünün dışında tutan en önemli etken olarak göze çarpar. “Ev işleriyle meşgul” yanıtı birçok toplumsal gerçeği içinde barındırır. Diğer taraftan, emeklilik, eğitim-öğretim gibi nedenlerin erkeklerde yoğunlaştığı görülmektedir. Bu durum da, emeklilik ve eğitim-öğretim olanaklarından kadınların daha az yararlandığı şeklinde yorumlanabilir. İşgücü piyasasında kadınların dezavantajlı konumu, geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinin bir yansıması olarak düşünülebilir. Kadınlar, işgücü piyasasına dahil olma sürecinde, erkek egemen toplum yapısı tarafından kendilerine “fıtrat” görülen rolleri de beraberinde getirir ve bu roller nedeniyle ya “güvenilmez” ya da “uysal, sabırlı” emek şeklinde, duruma göre değişen tutarsız tanımlamalara maruz kalırlar. Bu durum, kadın emeği açısından, işlerin toplumsal cinsiyet temelinde ayrıştığı bir işgücü piyasası yaratmaktadır. Yani kadınlar istedikleri işlerde değil; başkaları tarafından belirlenen “uygun” işlerde istihdam edilir. Kadın için öngörülen geleneksel istihdam yapısı, güvencesiz, korunmasız, düşük ücretli atipik istihdamı içinde barındırır. Kadınların işgücü piyasasına erkeklerle eşit koşullarda erişememesi, çalışan yoksullar içinde de kadının payını önemli ölçüde arttırmaktadır. Ağır sömürü koşulları ve aşırı hak ihlallerine rağmen kadın emekçilerin örgütlü bir şekilde hak aramamaları; ekonomik gelişmişlik düzeyi, sosyal ve kültürel özellikler ve sendikal örgütlenmenin önündeki yasal kısıtlamalar bir yana; erkeklerin egemen, kadınların bağımlı olduğu geleneksel istihdam yapısının sendikalara da yansımasından kaynaklanır. Geleneksel sendikal anlayışın en temel problemi, kadın sorununun görünmez kılınmasıdır. Bu çerçevede cinsel taciz, ayrımcılık, eşit değerde işe eşit ücret, baskı ve şiddet gibi kadın işçilerin kendine özgü sorunları görmezden gelinmektedir. Ve yine bu yapıdan dolayı kadınların sendika yönetimlerinde eşit temsil sorunu vardır ve bu durum kadın işçilerin üyesi oldukları sendikalara yabancılaşmalarına yol açmaktadır. Gelişmiş ülkeler, kadın örgütlenmesinin önündeki engelleri kaldırmak adına; üyeliğin arttırılmasına yönelik kampanyalar, kadın sorunlarının dile getirilip çözüme kavuşturulması için yapılandırılan bürolar, çalışma yaşamına bağlı sorunlar kapsamında geliştirilen çözüm önerileri, toplu iş sözleşmelerinde kadına yer verilmesi, karar organlarında yeteri kadar temsil için kota uygulaması gibi birtakım girişimlerde bulunmaktadır. Ancak Türkiye’de, birtakım istisnalar dışında kadın emeğinin örgütlenmesine yönelik çalışmalar eksik bırakılmakta, sendikaların kadınlar için öngördüğü etkinlik programları 8 Mart “kutlama”larının önüne geçmemektedir. İstihdamda görülen statü ayrımına gelelim. Kadınların işbölümünde düşük statülü işlerde, vasıfsız işgücü olarak yoğunlaştığından bahsettik. Ancak burada eğitim ile ilişkilendirilen vasfın, ne derece objektif bir değerlendirme olduğu tartışma konusudur. Aynı eğitim düzeyine sahip bireyler, işgücü piyasasında vasıfsız 28 kadın ve vasıflı erkek şeklinde bir ayrıma tabi tutulduklarında, vasıf-eğitim ilişkisinin de tutarlılığı ortadan kalkmaktadır. ILO’nun 2014/2015 Küresel Ücret Raporu bu durumu destekler niteliktedir. 38 ülkede yapılan araştırma, Avrupa, Rusya ve Brezilya’da çalışan kadınların erkeklerden daha fazla para kazanmaları gerektiğine işaret ediyor. 26 Avrupa ülkesinde, erkek meslektaşlarına göre daha eğitimli, tecrübeli kadınların bu donanımlarıyla yüzde 0.9 daha fazla ücret almaları gerekirken, gerçekte olan bunun tersi yönünde, yüzde 18.9 oranında daha az kazandıkları… Brezilya ve Rusya’da da neredeyse oran yüzde 30’larda… (http://www. cumhuriyet. com.tr /haber/ekonomi156647/Emekcinin_geliri_dustu. html) Profesyonel mesleklere yönelik bir araştırmada, ayrımcılığın daha çok idari görevlerde terfi aşamasında ortaya çıktığı dile getirilmiştir. Enformel ağların terfilerde ön plana çıkarak, ahbap çavuş ilişkisinin kişisel özellikleri ve başarıları önemsizleştirdiği ifade edilmiştir. Profesyonel mesleklerde ayrımcılığın boyutları, kadın işi erkek işi ayrımının eğitim aşamasında başladığı ve alanların cinsiyete göre ayrıştığı mühendislik örneğinde açıkça görülebilir. Peyzaj mimarlığı, iç mimarlık gibi alanlar kadın “becerilerine” bırakılırken; inşaat mühendisliği, jeoloji mühendisliği, elektrik mühendisliği gibi alanlar en başından erkeklere ayrılmış; sınıflarda kadınlar hep azınlıkta kalmıştır. Okulu mühendis olarak bitiren birçok kadın da iş hayatına mühendis olarak devam edememiş; çok farklı alanlarda istihdama katılmışlardır. Burada ayrımcılığın en belirgin yaşandığı aşama işe alım aşamasıdır. Diğer yandan kamuda idari pozisyonlarda görev alan kadınlar, özellikle kendileri ile aynı kademedeki 29 erkek meslektaşları tarafından mobbinge maruz kaldıklarını belirtmişlerdir. Buna neden olarak erkeklerin iktidar erkini kadınlarla paylaşmak istememeleri gösterilmiştir. Sonuç olarak, çalışma ilişkilerinde iş arkadaşı ya da ast üst ilişkisinden çok “kadın” algısının ön planda olduğu söylenebilir. Özel sektörde üst düzey yönetim kademelerinde yer almayı başarmış kadınlarda ise bazı ortak özellikler görülmektedir. Bu özelliklerin başında ön plana çıkmamak gelir. Kadınlar çok önemli görevlerde bulunsalar dahi kimliklerini hep geri planda tutmaktadır. Toplumda görünürlük istemeyen kadınların bu tutumunun ardında aynı önyargılar vardır. Kadınlar üst düzeylerde yer alabilmek için daha çok çalışmaları gerektiğinin farkındadırlar. Üst düzey kadın yöneticilerin bir diğer özelliği, sosyoekonomik açıdan üst sınıfa mensup olmalarıdır. Burada sosyoekonomik durum cinsiyetin önüne geçerek kadınları üst düzey yönetici kadrolarına taşımaktadır. Görüldüğü üzere, eğitim ve vasıf düzeyi de çalışma yaşamında adaleti sağlamak için tek başına yeterli olmuyor, mesele zihniyet meselesi… Oysa kadınlar, eğitim, teknoloji ve bilişsel süreçlerin “kol” gücünün önüne geçtiği bir dünyada bu ayrımın kesinlikle zihniyet meselesinden kaynaklandığının ve böyle bir ayrımın hiçbir şekilde inandırıcılığının kalmadığının bilincindeler, yeter ki onları ikincil konuma yerleştiren zihniyet de bunun farkına varsın … Kısa Kaynakça: http://www.petrol-is.org.tr/kadindergisi/pdf/betulurhan.pdf Berktay, A. (Der) 75 Yılda Kadınlar ve Erkekler, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları. KADINLARA YÖNELİK ŞİDDET SAVAŞ + KANSER + TRAFİK KAZASI + SITMA ŞİDDET EYLEMLERİ 15-44 yaş arası kadınlarda şiddetten kaynaklanan ölümler, kanser, sıtma, trafik kazası ve savaşların yol açtığı ölümlerin toplamından daha fazladır. Yani kadınlar en çok şiddet nedeniyle hayatını kaybetmektedir) Kadınların yüzde 70’i yaşamları boyunca şiddete maruz kalmaktadır. Şiddetin en yaygın şekli olan fiziksel şiddet; eşler (nişanlı, sevgili vs.) tarafından, dayak, cinsel saldırı veya hakaret şeklinde gerçekleştiriliyor. 30 5’te 1 Dünya genelinde kadınların 5’te 1’i tecavüz veya tecavüz girişiminin kurbanı oluyor. 4’te 1 Kadınların 4’te 1’i hamilelikleri süresince fiziksel veya cinsel şiddete uğruyor ve bu kadınların düşük, ölü doğum, kürtaj olasılıkları artıyor. KADIN TECAVÜZE UĞRADI 1994 Ruanda Soykırımında, Hırvatistan ve Bosna Hersek’teki savaşlarda 60.000; 1991-2001 yılları arasında Sierra Leone’de 64.000 kadın, savaştan dolayı cinsel şiddete maruz bırakıldı. Terörü savaş stratejisi olarak düşünenler için kadın bedeni savaşın bir parçası haline gelmiş; kadınlar tecavüze uğramış, kaçırılmış, aşağılanmış ve hamileliğe, cinsel köleliğe zorlanmıştır. 31 25 KASIM KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI ULUSLARARASI DAYANIŞMA GÜNÜ: “HAREKETE GEÇ, İSYAN ET!” D ominik Cumhuriyeti’nde Trujillo diktatörlüğüne karşı direnen 3 yiğit kadının; Mirabel Kardeşlerin 25 Kasım 1960’da diktatörlük askerleri tarafından vahşice katledilişinin anısına, Birleşmiş Milletler, bugünü 1985’te Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü ilan etti. Ancak kadına yönelik şiddet son bulmadı... 57 yıl sonra kadınlar yine aynı yaşam mücadelesindeler; yine insanca yaşamak isterken bu uğurda can vermekteler… Eğer bu bozuk düzen bir son bulsaydı; bu yıl da 260 kadını kadın cinayetlerine, 112 kadın işçiyi iş cinayetlerine kurban vermezdik. Eğer yürekten inanılarak dur denilseydi şiddete, kadınlar yaşamlarını en çok şiddet nedeniyle yitirmezlerdi. Eğer son bulsaydı her türlü ayrımcı tutum; narin, kırılgan, güçsüz ya da duygusal gibi söylemler kadının “fıtratı” sayılarak, şiddetin ve ayrımcılığın üzeri örtülmeye çalışılmazdı… Kendilerine reva görülen bu yaşam koşullarında zaten zorla gülebilen kadınların, gülmelerinin dahi “iffetsizlik” olarak nitelendirildiği, İşlerinin gereğini yerine getirirken tarafsızlıktan ödün vermeyen basın emekçisi kadınların “edepsizlikle” suçlandığı, Kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik her türlü şiddetin “doğal” karşılanarak kadının önemsizleştirildiği, Kadın bedeni üzerinden yürütülen ülke politikaları nedeniyle, evlenme yaşı, doğum, kürtaj, çocuk sayısı gibi kadına dair olan her şeyde söz söyleme hakkının hep başkalarında olduğu, Kadından sorumlu bakanlığın aile çatısı altında birleştirilerek kadının aileye hapsedildiği, Aktif çalışma yaşamının dışına itilen kadınların, görünmez emek olarak en güvencesiz, en acımasız koşullarda çalışırken can verdiği, Örgütlülük düzeyi oldukça düşük seyreden kadınların sendikal anlamda da cinsiyet ayrımcılığının hedefi haline geldiği, Kadın problemlerinin erkekler tarafından erkek zihniyetiyle çözülmeye çalışıldığı, Kadına yönelik suçların haksız tahrik indiriminden yararlandırıldığı, Bu düzen böyle devam ettikçe ne yazık ki bunlar ne ilkti ne de bir son olacak… Basın-İş Sendikası olarak, insan onuruna yaraşır bir şekilde yaşamak varken insanlık dışı katliamlar sonucu yaşamını yitiren tüm kadınların anıları önünde saygıyla eğiliyoruz… Basın-İş Sendikası Merkez Yönetim Kurulu 32 HUKUK Ancak, yine bu kanunlara göre 3008 Sayılı Çıraklık Kanunu ve Stajyerlikte geçen sürelerde yaşlılık, maluliyet ve ölüm sigortası primleri ödenmediği için emeklilik için sigortalılık başlangıç süresi olarak ele alınamayacaktır. Bu konu ile ilgili uyuşmazlıklar sigortalılar tarafından yargıya taşınmış ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca 2013/21-337 Esas ve 2013/1545 Karar Sayılı 06.11.2013 tarihli kararıyla kesin olarak karar verilmiştir. Bu karara göre; 506 Sayılı Kanun’un 3/II-B bendine göre; özel kanunda nitelikleri belirtilen çıraklar, çıraklık devresi sayılan süre içerisinde malullük, yaşlılık, ölüm sigortaları hükümlerine ÇIRAKLIK VE STAJYERLİKTE GEÇEN SÜRELERİN EMEKLİLİK İÇİN SİGORTALILIK BAŞLANGIÇ TARİHİ OLARAK TESPİTİ YAPILABİLİR Mİ? Üyelerimizden, sigortalılık başlangıç tarihlerinin daha önce olmasına rağmen Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarında sigortalılık tarihlerinin prim ödenmeye başlanan tarih olarak belirlendiği ve bu nedenle daha geç emekli oldukları belirtilerek bu durumun nedeni sorulmaktadır. Gerek 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, gerekse 5510 Sayılı Kanun’da emeklilik sigortası için sigortalılık başlangıç tarihi işçinin ilk defa çalışmaya başladığı tarih olarak alınmaktadır. 33 tabi olamazlar ve bu hükmün sonucu belirtilen sürelerin sözü edilen Kanun’un 108. Maddesinde belirtilen sigortalılık başlangıcı olarak kabul edilemez. Bu tür çalışmaların dışında sigortalı olarak çalışmış ancak işvereni tarafından SGK’ya bildirilmemiş sigortalılar açısından ise sigortalılık başlangıç tarihinin saptanması için işyeri sigortalı giriş bildirgesinin bulunması veya numarasının olması yeterli görülmemektedir. Bu kişilerin Yasanın belirtmiş olduğu şekilde çalışmaları bulunduğunun tespiti gerekir. Buna ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurul Kararı aşağıdadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2011/21-575 E.N , 2011/697 K.N. ”Bir kimsenin sigortalı sayılabilmesi için sigortalı işe giriş bildirgesinin varlığı yeterli değildir. Aynı zamanda o kimsenin Yasa'nın belirlediği biçimde (506 sayılı Yasa'nın 2. maddesi ve 5510 sayılı Yasa'nın 4/a maddesi) eylemli olarak çalışması da koşuldur. Bu yön 506 sayılı Yasa'nın 6. maddesi ile 5510 sayılı Yasa'nın 7/a maddesinde ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 1999/21-549-555, 2005/21- 437-448 ve 2007/21-306-320 sayılı kararlarında da vurgulanmıştır. Bu bakımdan davacının işyerinde eylemli olarak çalışıp çalışmadığının yöntemince araştırılması gerektiği ortadadır. Bu tür davalar yalnızca bir günlük çalışmanın tespitinden ibaret olarak görülmemeli, bir günlük çalışmanın kabulü ile saptanacak sigortalılık başlangıcının sigortalıya sağlayacağı sigortalılık süresi ile birlikte kazandıracağı haklar dikkate alınmalı ve giriş bildirgesi ile birlikte eylemli çalışmanın bulunup bulunmadığı özellikle belirlenmeli, buna göre dönem bordrosunda yer alan ve davacının talep ettiği tarihte çalışması mevcut tanıklar ile gerektiğinde komşu işyerleri çalışanları olduğu kayıtlarla ya da emniyet yolu ile yaptırılacak araştırma ile belirlenen kimselerin beyanlarına başvurulmalı, sonucuna göre karar verilmelidir. YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİ: “İŞÇİLERİN İŞYERİNDE VE DIŞINDA DEMOKRATİK TOPLU EYLEM YAPMA HAKKI VARDIR” Karar özeti: 6356 sayılı Yasanın ilgili hükümlerinin yorumu noktasında Anayasa değişiklikleri önem taşımaktadır. Zira, Anayasa değişikliği öncelikle yasa koyucunun bu konudaki iradesini ortaya koymaktadır, İrade: maddede sayılanların Anayasa metninden çıkarılmasıdır. Ancak bu noktada önemli olan husus; anayasa koyucunun yasakların uluslararası düzenlemelere aykırılığından hareket etmesi, dolayısıyla yasaklamaların Türk Hukuk sisteminde uygulanmaması gerektiğini benimsemesidir. Anayasadaki yasakların kaldırılması ile bağlantılı olarak değerlendirilmesi gereken bir başka durum konuya ilişkin uluslararası düzenlemeler ve Anayasanın 90. madde hükmüdür. Gerek ILO gerekse Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Mahkeme kararları ve yine Avrupa Sosyal Şartı kapsamında grevi de kapsayan toplu eylem hakkı bir insan hakkı olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda toplu eylem hakkı bir üst kavram olarak benimsenmiş olup, buna grev yanında grev benzeri protesto eylemleri, Kurallı çalışma, işi yavaşlatma gibi eylemler de dahil edilmiştir. ILO denetim organları çeşitli tarihlerde verdikleri kararlarda siyasi amaçlı grev, genel grev ve sempati grevlerinin yasaklanmasını Türkiye bakımından eleştirmiş ve sendika üyelerinin menfaatlerini etkileyen konularda eylem yapma imkanının tanınması ve desteklenen grevin yasal olması kaydıyla sempati eylemlerine izin verilmesi gerekliğini belirtmiştir. ILO'nun denetim organlarına göre: Grev hakkı yalnızca toplu iş sözleşmesinin imzalanması ile çözülebilecek endüstriyel uyuşmazlıklarla sınırlı değildir. İşçilerin grev hakkı vasıtasıyla korudukları mesleki ve ekonomik menfaatler sadece daha iyi çalışma koşulları veya mesleki nitelikteki toplu taleplere ilişkin değildir. Ayrıca işçileri doğrudan ilgilendiren ekonomik ve sosyal politika sorunları ve iş34 letmenin karşılaştığı problemlere yönelik çözümleri de içerir. Hükümetin ekonomik politikasının sosyal ve istihdama ilişkin sonuçlarını protesto eden ulusal grevin yasak olmadığına ilişkin açıklama ve grevin yasaklanması, örgütlenme özgürlüğünün ciddi ihlali niteliğindedir. Grev hakkı bakımından önemli bir diğer düzenleme Avrupa Sosyal Şartı ve denetim organı olan Avrupa Sosyal Haklar Komitesidir. Avrupa Sosyal Şartının 6/4. Maddesinde “grev hakkı dahil toplu eylem hakkı” düzenlenmiştir. Avrupa Sosyal Haklar Komitesi maddeyi yorumunda: grev hakkının sadece toplu iş sözleşmesi prosedürü sırasında ve bu prosedürle bağlantılı olarak kullanılamayacağını kabul etmektedir. Komiteye göre: toplu iş sözleşmesi prosedürü dışında, işçilerin iş sözleşmelerinin feshinin bildirildiği dönemde bir grup işçinin bunu önleme veya işten çıkarılanların geri alınması için yaptıkları eylemler toplu eylem hakkı kapsamında yer alır. Belirtmek gerekir ki. Türkiye Avrupa Sosyal Şartı'nın 5 ve 6. Maddelerini onaylamamıştır. Bununla birlikte, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Türkiye'ye ilişkin kararlarında Şartın ilgili hükümlerini uygulamıştır. Nitekim 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununda bu yasağın kaldırıldığı dikkate alındığında, temelde bir protesto niteliği taşıyan bu eylemin uluslararası normlar kapsamında toplu eylem hakkı çerçevesinde korunan bir eylem olarak değerlendirilmesi gerektiği söylenebilecektir. Uluslararası normlar uyarınca demokratik bir hakkın kullanımı şeklinde protesto eylemleri barışçıl nitelik taşıdığı takdirde ve ölçülülük ilkesine uygun olmak şartıyla yasadışı eylem olarak değerlendirilmemelidir. Anayasanın 90. maddesiyle uluslararası sözleşmelerin kanun hükmünde kabul edilmesinin sonucu, temel hak ve özgürlükler konusunda uluslararası normlar ile iç hukuk kuralları arasında bir çatışma olduğu takdirde uluslararası normların dikkate alınmasını gerektirir. “GECE ÇALIŞMASI’NDA 7,5 SAATİ AŞAN ÇALIŞMALAR FAZLA ÇALIŞMADIR” YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ (Esas No. 2011/22849 Karar No. 2012/17760 Tarihi: 21.05.2012) Karar Özeti: Dosya içeriğine göre davacı işçi davalının matbaa işyerinde sunulan 2008 ve 2009 yılı işe giriş ve çıkış saatlerini gösteren cetvellere, tanık anlatımlarına göre gece çalışmıştır. Hükme esas raporda bilirkişi, davacının gece çalışmalarını dikkate almadan, haftalık 45 saat çalışma esasına göre haftada 45 saati aşan çalışması bulunmadığı gerekçesiyle fazla mesai ücret alacağı bulunmadığını belirtmiştir. Davacı taraf bu rapora itiraz etmiştir. Yukarda açıklandığı gibi gece çalışmalarında günlük çalışma esası dikkate alınmalı ve 7,5 saati geçen çalışmalar fazla çalışmalar olarak kabul edilmelidir. Hükme esas rapor fazla çalışma esasları yönünden kanuna ve yönetmelik hükümlerine aykırı olduğundan, bu rapora dayanılarak fazla çalışma ücret alacaklarının reddi hatalıdır. 6100 sayılı HMK.’un 30, bilirkişi raporuna itirazı düzenleyen 281. Maddeleri dikkate alınarak gece çalışmaları nedeniyle günlük çalışma esasına göre davacının 7,5 saati aşan çalışmaları fazla çalışma kabul edilerek, bilirkişiden ek rapor alınmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir. (Esas No. 2014/7643 Karar No. 2014/12368 Tarihi: 04.06.2014) 35 UYARILAR Genel Sağlık Sigortası ile ilgili önemli hatırlatmalar Dr. Oğuz Topak 1 Ekim 2008 tarihinde uygulamaya konulan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (GSS) ülkemizde yaşayan herkesi Genel Sağlık Sigortası kapsamına almıştır. Söz konusu Yasa uyarınca aşağıda belirtilenler genel sağlık sigortalısı sayılmaktadır. • İş sözleşmesine tabi olarak, kendi adına bağımsız olarak ve kamu görevlisi olarak çalışan sigortalılar, • Sosyal güvenlik kurumlarından gelir -aylık alan emekli dul ve yetimler, • 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun hükümlerine göre aylık alan kişiler, (Kurum tarafından 01.01.2012 tarihi itibari ile tescili yapılacaktır.) • İstiklal Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatani Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanun hükümlerine göre şeref aylığı alan kişiler, • Vatani Hizmet Tertibi Aylıklarının Bağlanması Hakkında Kanun hükümlerine göre aylık alan kişiler, • Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun hükümlerine göre aylık alan kişiler, • Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu hükümlerine göre korunma, bakım ve rehabilitasyon hizmetlerinden ücretsiz faydalanan kişiler, • Harp malullüğü aylığı alanlar ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamında aylık alan kişiler, • Köy Kanununa göre aylık alan kişiler, • Dünya Olimpiyat ve Avrupa Şampiyonluğu Kazanmış Sporculara ve Bunların Ailelerine Aylık Bağlanması Hakkında Kanun hükümlerine göre aylık alan kişiler, • İsteğe bağlı sigortaya devam eden kişiler, • Sigortalılar ile emeklilerin bakmakla yükümlü olduğu kişiler. GENEL SAĞLIK SİGORTALISI’NIN BAKMAKLA YÜKÜMLÜ OLDUĞU AİLE BİREYLERİ 2008 yılı Ekim ayı başından sonra yürürlüğe giren Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasasında, genel sağlık sigortalısının bakmakla yükümlü olduğu aile bireyleri bu tarihten önceki sosyal güvenlik yasalarından farklı düzenlenmiştir. 1 Ekim 2008 tarihinden önce sigortalının bakmakla yükümlü olduğu aile bireyi olarak sağlık yardımlarından yararlanmakta olan kız çocuklarının önceki mevzuat hükümlerinden doğan hakları aynen korunmaktadır. 1 Ekim 2008 tarihinden sonra uygulanmakta olan genel sağlık sigortasına göre sigortalının bakmakla yükümlü olduğu aile bireyleri şunlardır: • Çalışmayan, kendi çalışmalarından dolayı gelir aylık almayan ve isteğe bağlı sigortaya devam etmeyen eşi. • 18 yaşını doldurmamış çocukları, • 18 yaşını doldurmuş olanların, Lise ve dengi öğrenim veya Meslekî Eğitim Kanununda belirtilen aday çıraklık ve çıraklık eğitimi ile işletmelerde meslekî eğitim görmesi halinde 20 yaşını, Yükseköğrenim görmesi halinde 25 yaşını doldurmamış ve evli olmayan çocukları, Lise ve dengi öğrenim veya Meslekî Eğitim Kanununda belirtilen aday çıraklık ve çıraklık eğitimi ile işletmelerdeki meslekî 36 2008 yılı Ekim ayı başından itibaren yürürlüğe giren Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasasında, genel sağlık sigortalısının bakmakla yükümlü olduğu aile bireyleri bu tarihten önceki sosyal güvenlik yasalarından farklı düzenlenmiştir. Kimi istisnalar dışında ülkemizde yaşayan hemen herkesi kapsamına alan Genel Sağlık Sigortası, aradan geçen yaklaşık 6,5 yılda büyük uygulama sorunlarına neden olduğu gibi genellikle çok az bilinen bir yasa olma özelliği göstermektedir. eğitimi bitiren ve 20 yaşını doldurmamış olan çocuklar okulu bitirdikleri tarihten itibaren 120 gün süre ile sağlık yardımlarından yararlanacaktır. • Yaşına bakılmaksızın Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanuna göre malûl olduğu tespit edilen evli olmayan çocukları, • Ekim/2008 ayı başından önce yürürlükten kalkan yasalar uyarınca sigortalının bakmakla yükümlü olduğu aile bireyi olarak sağlık yardımlarından yararlanan, 18 yaşını Ekim/2008 ayından önce veya sonra doldurduklarına bakılmaksızın kız çocukları. Bu durumdaki kız çocukları, evlenmedikçe, çalışmadıkça, evlenenlerin boşanması veya dul kalması, çalışanların ise işten çıkması halinde ebeveynin sağlık yardımlarından yararlanma hakları devam edecektir. • Her türlü kazanç ve irattan elde ettikleri gelirleri asgari ücretin net tutarından az olan, gelir ve/veya aylık almayan, diğer çocuklarından dolayı sağlık yardımlarından yararlanmayan ana ve babası. Eşlerin her ikisinin de çalışmalarına bağlı olarak zorunlu sigortalı olmaları veya sosyal güvenlik kurumlarından gelir-aylık almaları hallerinde, eşlerin genel sağlık sigortasından yararlanma hakları kendi sigortalılıklarına bağlı olacaktır. Boşanan eşlerin çocuklarının bakmakla yükümlü aile bireyi, mahkemenin çocukların velayetini verdiği eştir. Ancak, çocukların velayeti verilen eş, sigortalı değilse ikamet edilen yerdeki sosyal güvenlik il ve Merkezine bir dilekçe ile başvurularak, çocukların sigortalı eşten dolayı sağlık yardımlarından yararlanmalarına olanak sağlanabilmektedir. 37 GENEL SAĞLIK SİGORTASI SAĞLIK YARDIMLARININ SONA ERMESİ HALLERİ Genel Sağlık Sigortası, her ay için noksansız 30 gün üzerinden prim ödenmesi esasına göre oluşturulmuştur. Bu nedenle işçilerin Yasalarda öngörülen sürelerden fazla kullandıkları ücretsiz izin sürelerinde, kısmi süreli iş sözleşmesi ile çalışan işçiler ile mevsimlik işlerde çalışan işçilerin iş sözleşmeleri askıda iken ay içinde veya aylarda çalışmadıkları sürelerde genel sağlık sigortalılıkları son ermiş sayılmaktadır. • İş Kanunu uyarınca, özel sektörde kısmi süreli iş sözleşmesi veya çağrı üzerine ay içinde 30 günden az çalışanlar ile ev hizmetlerinde 30 günden az çalışanlar. • iş sözleşmesi sona eren sigortalılardan, iş sözleşmelerinin sona erdiği tarihten önceki bir yıl içinde 90 gün zorunlu sigortalı olarak prim ödemiş olanlardan, işten ayrıldıkları tarihten itibaren 10 uncu günden sonraki 90 günü dolduranlar, işsizlik ödeneği alanlardan ise ödenek sürelerini tamamlayanlar. • İş Kanununda öngörülen, ücretsiz yol izni süreleri, kadın sigortalı işçilere verilen doğum öncesi ve sonrası ücretsiz izin sürelerinden sonra kullanılan 6 aylık aylık ücretsiz izin süreleri ile diğer iş kanunlarında öngörülen ücretsiz izin süreleri hariç bir takvim yılı içinde bir aydan fazla ücretsiz izin kullananlar. • Sigortalının bakmakla yükümlü olduğu aile bireylerinden; Eşin, zorunlu sigortalı olarak çalışmaya başlaması veya isteğe bağlı sigortaya girmesi halinde, zorunlu veya isteğe bağlı sigortalılığın başladığı tarihten itibaren, Çalışmayan, okumayan çocukların 18 yaşını doldurduğu tarihten itibaren, Lise ve dengi öğrenim gören çocukların, 20 yaşını dolduracakları tarihi aşmamak kaydıyla bu öğrenimlerini bitirdikleri tarihi izleyen 120 günün dolduğu tarihten, yüksek öğrenime devam edenlerin ise 25 yaşını doldurdukları veya bu yaşlardan önce okulu bitirdikleri tarihten itibaren, Sigortalının bakmakla yükümlü olduğu aile bireyi olma hakları sona ermektedir. Yukarıda sayılanların Genel Sağlık Sigortalısı veya bakmakla yükümlü olunan kişi sıfatlarının sona ermelerinden hemen sonra genel sağlık sigortalısı olarak tescilleri için SGK’ya gelir testi için Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemindeki ikametlerinin kayıtlı olduğu Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarına bizzat kendileri başvurmak zorundadırlar. 38 Gelir testine müracaat bildirimini” aldıkları tarihten itibaren altı ay geçtikten sonra vakfa başvuranlardan yoksul oldukları tespit edilenlerin, gelir testinin yapıldığı tarih itibariyle yoksulluk statüsünde tescilleri yapılacak, bu tarihe kadar asgari ücretin iki katı üzerinden tahakkuk ettirilen prim borçları kendilerinden tahsil edilecektir. Kuruma yazılı olarak başvurarak gelir testi yaptırmak istemediğini bildirenler ile “gelir testine müracaat bildirimini” aldıkları tarihten itibaren bir ay içinde vakfa başvurmayanlar veya hiç başvurmayanlar genel sağlık sigortası primini asgari ücretin iki katı tutarı üzerinden ödeyeceklerdir. GELİR TESTİNİN GEÇ YAPTIRILMASI YA DA HİÇ YAPTIRILMAMASININ SONUÇLARI ücretin iki katı üzerinden tahakkuk ettirilen prim borçları kendilerinden tahsil edilecektir. “Gelir testine müracaat bildirimini” aldıkları tarihten itibaren bir aylık süre geçtikten sonra (altı ay içinde veya dışında) vakfa başvuranlardan, aile içindeki kişi başına düşen gelirleri asgari ücretin üçte birinden fazla olduğu tespit edilenlerin ise , gelir testinin yapıldığı tarih itibariyle gelirleri güncellenerek, primlerini bu gelir üzerinden ödenmesi istenecek ,ancak önceki süreler için asgari ücretin iki katı üzerinden tahakkuk ettirilerek tebliğ edilen primleri kendilerinden tahsil edilecektir. Kuruma yazılı olarak başvurarak gelir testi yaptırmak istemediğini bildirenler ile “gelir testine müracaat bildirimini” aldıkları tarihten itibaren bir ay içinde vakfa başvurmayanlar veya hiç başvurmayanlar genel sağlık sigortası primini asgari ücretin iki katı tutarı üzerinden ödeyeceklerdir. Gelir testine müracaat bildiriminin” tebliğ edildiği tarihten veya Genel Sağlık Sigortalılığının sona ermesinden itibaren bir ay içinde sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfına başvurmayanların, tescil başlangıç tarihinden itibaren aile içindeki gelirinin kişi başına düşen aylık tutarı, aylık bürüt asgari ücretin iki katı olarak kabul edilecek ve ödemeleri gereken primleri buna göre tahakkuk ettirilerek, sosyal güvenlik il müdürlüğü/ sosyal güvenlik merkez müdürlüğü tarafından 7201 sayılı Kanuna göre iadeli taahhütlü posta yoluyla tebliğ edilecektir. Gelir testine müracaat bildirimini” aldıkları tarihten itibaren bir aylık süre geçtikten ancak altı aylık süre içinde gelir testini yaptırmak için vakfa başvuranlardan, yoksul olduğu tespit edilenlerin, asgari ücretin iki katı üzerinden prim ödemek üzere yapılan tescilleri, tescilin yapıldığı tarih itibari ile iptal edilerek yoksulluk statüsünde tescilleri yapılacak ve tahakkuk ettirilen primleri iptal edilecektir. Gelir testine müracaat bildirimini” aldıkları tarihten itibaren altı ay geçtikten sonra vakfa başvuranlardan yoksul oldukları tespit edilenlerin, gelir testinin yapıldığı tarih itibariyle yoksulluk statüsünde tescilleri yapılacak, bu tarihe kadar asgari TORBA YASA İLE GELİR TESTİNE BAŞVURU SÜRESİNİN UZATILMASI VE PRİM BORÇLARINA KISMİ AF Kamuoyunda “Torba Yasa” olarak bilinen 6552 Sayılı Yasayla Gelir testine başvuru süresi 6 ay uzatılmış ve prim borçlarına kısmi af getirilmiştir. Kurum tarafından resen tescili yapıldığı halde henüz gelir testi yaptırmamış olan genel sağlık sigortalıları bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihi takip eden ay başından itibaren 6 ay içinde (31.03.2015 tarihine kadar) gelir testine başvurabilecek. Bu süre içerisinde gelir testine başvuranların genel sağlık sigortası primi tavan yerine belirlenen gelirleri üzerinden hesaplanarak tahsil edilecek. Daha önce gecikmeli olarak gelir testi yaptırmış olması nedeniyle asgari ücretin iki katı tutarı üzerinden prim ödemekte olanlarda bu Kanunun yürür- 39 lüğe girdiği tarihten itibaren gelir testi sonucu belirlenen gelirleri üzerinden genel sağlık sigortası primlerini ödemeye devam edebilecek. Ancak daha önce asgari ücretin iki katı üzerinden ödemiş oldukları primler ile gecikme zammı ve gecikme cezaları iade edilmeyecektir. Nisan 2014 tarihinden önce ki aylara ilişkin, Genel Sağlık Sigortası primi borçlarının yeniden yapılandırılması için, borçlu genel sağlık sigortalısının; • Yasanın yayım tarihini takip eden aybaşından itibaren (01.10.2014 tarihinden itibaren) yedi ay içinde (30.04.2015 tarihine kadar) Kuruma başvurması, • Yasanın yayım tarihini takip eden aybaşından itibaren (01.10.2014 tarihinden itibaren) en geç sekiz ay içinde (31.05.2015 tarihine kadar) birinci taksitini yatırması, • Bakiye borçlarını ikişer aylık sürelerde, 18 ay kadar taksitle ödenmesi, Halinde gecikme cezası ve zammı uygulanmadan, taksit süresine göre Kurumca belirlenecek kat sayı oranında uygulanacak faizle tahsil edilecektir. şınmazları ile bunlardan doğan hakları da dikkate alınarak, her türlü kazanç ve irattan elde ettikleri gelirlerin toplamının aileyi oluşturan kişi sayısına bölünmesi ile yapılacaktır. GELİR TESPİTİNİN YENİLENMESİ Sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları tarafından gelir tespiti yapıldıktan sonra gelir durumları değişenler, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemindeki kayıtlarına göre hane içinde yer alan ailede; • doğum, • ölüm, • evlenme, • boşanma, ve benzeri nedenlerle değişiklik meydana gelenler, değişikliğin meydana geldiği tarihten itibaren bir ay içinde Kuruma ya da vakfa müracaat etmeleri gerekmektedir. Gelir tespiti yapılanlardan, tescilin yapıldığı tarihten itibaren doksan günde bir aile içindeki bireylere ait verilerin Bütünleşik Sosyal Yardım Hizmetleri Projesinde (BSYHP) otomatik olarak güncellenmesi sonucunda gelir durumu değişenlerin tescil işlemleri, değişikliğin meydana geldiği tarih itibariyle yaptırılacak gelir testi sonucuna göre yenilenecektir. Yukarıda belirtilen durumlar hariç olmak üzere isteyenler, gelir tespitinin yapıldığı tarihten itibaren altı ay geçtikten sonra yeni bir gelir testi talebinde bulunabilirler. GELİR TESTİNİN YAPILMASI NEDİR? Gelir tespitinde aile olarak, aynı hane içinde yaşayan MERNİS kayıtlarında yer alan eş, yaşlarına bakılmaksızın evli olmayan çocuk ve genel sağlık sigortalısı olarak tescil edilecek kişinin ana ve babası esas alınacaktır. Gelir tespitinde aynı hanede yaşamayan ve öğrenim nedeniyle başka bir hanede yaşayan evli olmayan çocuklardan 25 yaşını doldurmayanlar gelir tespitinde aile içinde değerlendirilecektir Aynı hanede yaşayan aile bireylerinden genel sağlık sigortalısı ya da bakmakla yükümlü olunan kişiler de gelir tespiti işleminde dikkate alınacak, ancak bu kişiler hakkında gelir testi sonuçlandığı tarihe göre herhangi bir işlem yapılmayacaktır. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemin de yer alan adreste birden fazla aile olması halinde her bir aile için ayrı ayrı gelir tespiti işlemi yapılacaktır. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemin de yer alan adreste yaşamayan ve genel sağlık sigortalısının bakmakla yükümlü olunan kişisi olan ana ve baba hakkında ayrı gelir tespiti işlemi yapılacaktır. Gelir testi ile kişi başına düşecek gelirin hesaplanması, aile bireylerinin harcamaları, taşınır ve ta- GELİR TESTİNİN SONUCUNA İTİRAZ Sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları tarafından yapılan gelir tespiti sonucunda, yoksulluk 40 kapsamında tescil edilecekleri bildirilenler ile belirlenen gelirlerine göre aile içindeki kişi başına düşen gelir üzerinden tescil edilerek ödeyecekleri prim tutarı bildirilenler, buna ilişkin yazının kendilerine tebliğ edildiği tarihten itibaren 15 gün içinde gelir testi sonucuna, gelir tespit işlemini yapan ilgili vakfa yazılı olarak itiraz edebilecektir. Gelir testine yapılan itiraz, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfının kayıtlarına intikal tarihinden itibaren, 15 gün içinde, vakıf tarafından karara bağlanarak, sonuç itirazda bulunan genel sağlık sigortalısına ve Kuruma bildirilecektir. YOKSULLUK SINIRI VE BELİRLENECEK GELİRLERE GÖRE ÖDENECEK PRİM TUTARLARI Yapılan gelir testi sonucu aile içindeki gelirin kişi başına düşen aylık tutarı, asgari ücretin üçte birinden az olduğu (400,50 liradan az olduğu) tespit edilenler yoksul sayılarak bu kapsamda tescil edileceklerdir. Genel sağlık sigortası primleri devlet tarafından ödenecektir. Aile içindeki gelirin kişi başına düşen aylık miktarı; • Asgari ücretin üçte birinden asgari ücrete kadar olduğu tespit edilenler, prime esas günlük kazanç alt sınırının otuz günlük tutarının üçte biri tutarında, (kişi başına düşen aylık gelir 400,50 ila 1.201,50 TL arasında olanların ödeyeceği aylık prim: 48,06 TL) • Asgari ücretten asgari ücretin iki katına kadar olduğu tespit edilenler, (1.201,50 ile 2.403 TL arasında) prime esas günlük kazanç alt sınırının otuz günlük tutarı olan 144,18 TL., • Aylık Geliri 2.403 TL’den fazla olanlar ise 288,36 TL. GSS primi ödeyeceklerdir. 2015 Genel Sağlık Sigortası (GSS) Prim Tutarları 01/01/2015 – 30/06/2015 Tarihleri Arası Aylık Geliri 400,50 TL’den Az Olanlar (Primleri Devlet Tarafından Ödenir) Aylık Geliri 400,50 TL’den 1.201,50 TL’ye Kadar Olanlar Aylık Geliri 1.201,50 TL’den 2.403 TL’ye Kadar Olanlar Aylık Geliri 2.403 TL’den Fazla Olanlar 0 48,06 TL 144,18 TL 288,36 TL 01/07/2015 – 31/12/2015 Tarihleri Arası Aylık Geliri 424,50 TL’den Az Olanlar (Primleri Devlet Tarafından Ödenir) Aylık Geliri 424,50 TL’den 1.273,50 TL’ye Kadar Olanlar Aylık Geliri 1.273,50 TL’den 2.547 TL’ye Kadar Olanlar Aylık Geliri 2.547 TL’den Fazla Olanlar 0 50,94 TL 152,82 TL 305,64 TL 41 İSTANBUL YÖNETİCİ VE TEMSİLCİ EĞİTİM SEMİNERİ Basın-İş Sendikası İstanbul Şubesi Yönetici ve Temsilci Eğitim Semineri, 27 Kasım 2014 tarihinde, Gebze’de kurulu bulunan Basın İlan Kurumu Sosyal Tesisleri’nde gerçekleştirildi… Genel Başkan Yakup Akkaya yaptığı açılış konuşmasında, çalışanların işsizlikle terbiye edildiği bir dönemde sendikalı işçi olmanın büyük bir şans ol- duğunu belirtti. İş cinayetleri, taşeronlaşma, sendikal hak ihlalleri gibi çalışma yaşamının çok önemli sorunları hakkında açıklamalarda bulunan Akkaya, güvencesiz, kuralsız, baskı ve sömürüye dayalı bu çalışma düzeniyle mücadele etmenin öncelikle bilgi birikiminden geçtiğini vurgulayarak, bilgi birikiminin ve paylaşımının sağlanması doğrultusunda sendika 42 temsilcilerine büyük sorumluluklar düştüğünü ifade etti. Sendikamız Merkez Yönetim Kurulu’nun da hazır bulunduğu eğitim seminerinde, Türk-İş Sosyal Güvenlik Danışmanı Celal Tozan, “5510 Sayılı Yasa ve Sosyal Güvenlik Haklarında Güncel Gelişmeler” başlığı altında; gelir testi, prim ödemesi, yoksulluk tespiti gibi merak edilen konularda bilgilendirme yaparak, katılımcıların sosyal güvenlik ile ilgili sorun- larını yanıtladı. Sendika Eğitim Danışmanımız Dr. Oğuz Topak tarafından verilen seminerde, sendika temsilcilerinin hak ve yükümlülüklerine ilişkin yasal ve pratik bilgiler paylaşılırken, temsilcilerin çalışmalarını nasıl etkin kılacaklarına ilişkin önerilerde bulunuldu. Ayrıca Hukuk Danışmanımız Avukat İsmail Ertan da hukuki süreçler ile ilgili soruları yanıtlayarak eğitime katkılarını sundu 43 AMCOR TOBACCO’DA İLK İŞYERİ EĞİTİMİ İki buçuk yıllık bir sendikal mücadelenin sonucunda 11 Temmuz 2014 tarihinde Toplu İş Sözleşmesi imzaladığımız İzmir Amcor Tobacco işyerimizde ilk işyeri eğitimi gerçekleştirildi. 18 Kasım 2014 tarihinde, işyerinin kurulu bulunduğu İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi Kon- ferans Salonu’nda gerçekleştirilen toplu iş sözleşmesi haklarına ilişkin eğitiminde Genel Sekreterimiz Savaş Nigar ve İzmir Şube yöneticilerimiz hazır bulundu. Genel Sekreterimiz Savaş Nigar, eğitim seminerinin açılış konuşmasında sendikal mücadelenin 44 önemine değinerek Amcor Tobacco’da sürdürülen örgütlenme sürecinin, hem basın ve ambalaj işkolu hem de ülkemiz sendikal hareketi açısından önemli olduğunu belirtti. Nigar, örgütlü mücedelenin edinilen kazanımları koruduğu gibi yeni kazanımların temelini de oluşturduğunu söyledi. Sendika Eğitim Danışmanımız Dr. Oğuz Topak tarafından verilen eğitimde, toplu sözleşme ve sendikal örgütlenme, toplu sözleşme süreci, imzalanan toplu sözleşmenin içeriği ve getirileri gibi konuların yanı sıra, kıdem tazminatı fonu, taşeronlaşma ve gelir vergisi gibi çalışma hayatının güncel sorunları hakkında bilgi verilerek üyelerimizin soruları yanıtlandı. 45 ETAPAK İŞYERİ EĞİTİMİ 26 Aralık 2014 Cuma günü, Etapak işyerimizde işyeri eğitimi gerçekleştirildi. Sendika Danışmanımız Dr. Oğuz Topak tarafından verilen eğitimde, Genel Sağlık Sigortası ve Kıdem Tazminatı hakkında bilgiler verilerek, üyelerimizin konuya ilişkin soruları yanıtlandı... Eğitim Seminerinin açılış konuşmasını yapan Genel Sekreter Savaş Nigar, sendikal eğitimin her sendikal örgüt açısından önemli olduğunu belirterek, sendikaların bilinçli üyelerinin dayanışma ve mücadelesi ile ilerleyebileceğini söyledi. 46 PROPAK’TA EĞİTİM SEMİNERİ Düzce’de kurulu bulunan Propak Ambalaj işyerinde, 25 Ocak 2015 tarihinde eğitim semineri yapıldı. Genel Sekreterimiz Savaş Nigar'ın da hazır bulunduğu seminerde, Türk-İş Sosyal Güvenlik Danışmanı Celal Tozan, sosyal güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası hakları üzerine bilgiler vererek, katılımcıların sorularını yanıtladı. Diğer yandan, Sendika Danışmanımız Dr. Oğuz Topak, kıdem tazminatı ve çalışma hayatının diğer güncel sorunlarına ilişkin gelişmeleri üyelerimizle paylaştı. 47 METEKSAN TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ VE YENİ KAZANIMLAR Sendikamız Basın-İş’in 2014 yılı içinde sonuçlandırdığı toplu sözleşmeler arasında Meteksan toplu iş sözleşmesi önemli bir tutuyor. Basım sektörünün öncü kuruluşlarından olan Meteksan’da sürdürülen toplu iş sözleşmesi görüşmeleri 7 Şubat 2014 günü anlaşmayla sonuçlandı. 1 Ocak 2014-31 Aralık 2016 döneminde geçerli olmak üzere uygulanacak olan toplu iş sözleşmesinde sosyal yardımlara yüzde 22,5'e varan oranlarda zam yapılırken ücretlere birinci yıl için yüzde 16, ikinci yıl için yıllık enflasyon artı 3 puan oranında ve üçüncü yıl için yıllık enflasyon artı 4 puan oranında zam yapılması kararlaştırıldı. 48 49 AMCOR TOBACCO’DA İLK TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ İMZALANDI Amcor Tobacco’da 2.5 yılllık bir örgütlenme mücadelesi sonucunda toplu iş sözleşmesi görüşmeleri anlaşmayla sonuçlandı. 2012 yılında başlayan ve yaklaşık 2,5 yıldır süren örgütlenme süreci, sendikamızla işveren yetkilileri arasında yapılan görüşmeler neticesinde anlaşmayla sonuçlandı ve Amcor Tobacco’da toplu iş sözleşmesi 11 Temmuz 2014 tarihinde imzalandı. Toplu iş sözleşme- sinin imzalanması için Amcor Tobacco işyerinde 11 Temmuz 2014 tarihinde saat 16.00’da üyelerimiz, işveren temsilcileri ve sendikamız adına Genel Başkan Yakup Akkaya, Genel Sekreter Savaş Nigar, İzmir Şube Başkanı Murat Berk’in hazır bulunduğu bir tören düzenlendi. İmza töreninde Amcor Tobacco Genel Müdürü Fuat Polat ile Sendikamız Genel Başkanı Yakup Akkaya üyelere hitap ettiler. 50 Genel Başkanımız yaptığı konuşmada 2,5 yıldır sürdürülen örgütlenme mücadelesinde emeği geçen üyelerimize teşekkür ettiğini belirterek toplu iş sözleşmesinin imzalanmasının örgütlenme mücadelesinde sadece bir adım olduğunu asıl önemli olanın imzalanmış toplu iş sözleşmesinin hayata geçirilmesi olduğunu vurguladı. Sendikal örgütlenme mücadelesinin çalışma barışının sağlanmasında en etkili yöntem oldu- ğunu belirten Akkaya, toplu iş sözleşmesinin hem işçilerin yaşam standartlarının arttırılması ve çalışma koşullarının düzenlenmesi, hem de işyerinin sürekliliğinin sağlanması açısından önemli olduğunu vurguladı. İmzalanan toplu iş sözleşmesi ile üyelerimiz hem sendikal hak ve güvenceler açısından, hem de ücret ve parasal sosyal haklar açısından önemli kazanımlar elde ettiler.. 51 MAYR-MELNHOF GRAPHIA’DA TOPLU SÖZLEŞME MUTLULUĞU Mayr Melnhof Graphia’da 1,5 yıldır devam eden örgütlenme mücadelesi sonucunda toplu iş sözleşmesi görüşmeleri anlaşmayla sonuçlandı ve 1. dönem toplu iş sözleşmesi 19 Ağustos 2014 tarihinde imzalandı. Toplu iş sözleşmesinin imzalanması için, Mayr Melnhof Graphia işyerinde 19 Ağustos 2014 tarihinde işveren adına Genel Müdürler Necmi Mindek ve Metin Kaya, Genel Müdür Yardımcısı Çiçek Kopraman, İnsan Kaynakları ve İdari İşler Müdürü Bürra Pekak, avukatlar Selim Güven, Selçuk Argun ve Aydın Buğra İlter; Sendikamız adına Genel Başkan Yakup Akkaya, Genel Sekreter Savaş Nigar, Genel Başkan Danışmanı Yılmaz Yurteri, sendika uzmanı- mız Fatih Aydemir ve işyeri sendika temsilcilerimiz Osman Engin ve Emine Kocaman’ın hazır bulunduğu bir tören düzenlendi. İmza töreninde, Mayr Melnhof Graphia Genel Müdürleri Necmi Mindek ve Metin Kaya ile Sendikamız Genel Başkanı Yakup Akkaya duygularını ifade ederek, sürecin ve toplu iş sözleşmesinin her iki tarafa da hayırlı olmasını dilediler. İmzalanan 3 yıllık toplu sözleşme ile 200'ü aşkın Mayr Melnhof Graphia işçisi ikramiye ve sosyal yardımlara kavuştu; ücret, ücrete bağlı ödeme, izin, mesai oranları, sosyal haklar ve daha pek çok konuda önemli iyileştirmeler sağlandı. 52 Sendikamız 10 Temmuz 2014 tarihinde, Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı (TÜİK) Matbaa Müdürlüğü ve DSİ Basım ve FotoFilm Şube Müdürlüğü işyerlerinden emekli olan değerli üyelerimizle plâket töreninde buluştu. TÜİK Matbaası Genel Müdürü Altan Altanlar ile DSİ Basım ve Foto-Film Şube Müdürü Hüseyin Özalkan’ın da katıldığı törende, üyelerimize plâketlerini veren Genel Başkan Yakup Akkaya konuşmasında, üyelerimizin göstermiş oldukları dayanışma ve dostluğa teşekkür ederek, emeklilik yaşamlarının sevdikleriyle birlikte sağlık ve mutluluk içerisinde sürmesini diledi. Genel Başkan Yakup Akkaya ile Genel Sekreter Savaş Nigar, 18 Ekim 2014 Cumartesi günü, Meteksan Matbaacılık işyeri baştemsilcimiz Baki Er’in oğlunun sünnet düğününe katılarak üyelerimizle mutlu günlerinde birlikte oldular. 53 Meteksan futbol takımı Business Cup Turnuvası kapsamında Arçelik’i 3-1 yenerek Ankara Şampiyonu oldu. Meteksan Futbol Takımını tebrik eder, Antalya’da yapılacak Türkiye Finali’nde başarılar dileriz. 54 Sendikamız Genel Başkanı Yakup Akkaya ve Genel Sekreteri Savaş Nigar, Düzce’de kurulu bulunan Propak İşyerini ziyaret ederek üyelerimizle birlikte oldular. 55 Genel Başkan Yakup Akkaya 9 Şubat 2014 tarihinde Mayr-Melnhof Graphia işyeri ziyaretinde (Üstte); Genel Sekreter Savaş Nigar 17 Şubat 2014 tarihinde Yenilik ve Eğitim Teknolojileri işyerleri ziyaretlerinde üyelerimizle birlikte (Altta)... 56 2014 yılında gerçekleştirilen İzmir Etapak işyeri ziyaretlerinden... 57 Amcor Flexibles İstanbul işyeri ziyareti: 6 Ağustos 2014 . 58 Genel Başkan Yakup Akkaya ile Genel Sekreter Savaş Nigar, 24 Haziran 2014 tarihinde Kırklarel, Bursa ve Eskişehir’de Şişecam’a bağlı fabrikalarda grevde olan cam işçilerini ziyaret ederek desteklerini ilettiler. 59 Genel Başkan Yakup Akkaya ile Genel Sekreter Savaş Nigar; yargı kararıyla kazandıkları kadro hakları ve taşeronsuz, sömürüsüz bir çalışma yaşamı için direnen Karayollarında çalışan taşeron işçileri bu haklı mücadelelerinde yalnız bırakmayarak Ankara’da, Karayolları Genel Müdürlüğü önünde düzenlenen kitlesel basın açıklamasına katıldılar. Genel Başkanımız Yakup Akkaya, 15 Eylül 2014 tarihinde, bir haftalık zorlu mücadelenin ardından Ankara’ya ulaşan ve Abdi İpekçi Parkı’nda toplanan Vanlı İŞKUR işçilerini ziyaret etti. Burada bir açıklama yapan Akkaya, “Devlet yurttaşına iş ve çalışma imkânı yaratmak zorundadır. Ancak içinde bulunduğumuz dönemde, Van örneğinde de gördüğümüz üzere, iş yaratılmadığı gibi işçiler işlerinden olmakta, açlığa ve işsizliğe mahkûm edilmektedir. İşçilerin seçimleri kazanamayınca işten çıkarılması gibi uygulamalar, ne çalışma barışını ne de toplumsal barışı sağlayabilir. Siyasi rant uğruna işçilerin, emekçilerin işsiz kalmasını kabul edemeyiz. Bir an önce işçilere işlerinin geri verilmesi gerekir” dedi. 60 15 Şubat 2014 tarihinde Ankara’da düzenlenen “Kölelik Düzenine Son-Taşeronlaşmaya, Örgütsüzlüğe, Kuralsız Çalışmaya Hayır Yürüyüş ve Mitingi”ni kamuoyuna duyurmak amacıyla 13 Şubat’ta Ankara Kızılay’da Türk-İş tarafından bir basın açıklaması yapıldı (üstte). 15 Şubat’ta düzenlenen mitinge, Türkiye’nin çeşitli illerinden yaklaşık 50 bin işçi katıldı. Basın-İş olarak tüm örgütlü olduğumuz işyerlerinden gelen üyelerimizle mitingdeki yerimizi aldık. Mitinge Genel Başkan Yakup Akkaya, Genel Sekreter Savaş Nigar, Genel Mali Sekreter Hasan Sönmez, Genel Örgütlenme Sekreteri Ahmet Özbakır ve Genel Eğitim Sekreteri Cafer Bozdemir, şube başkanları ve işyeri temsilcileri katıldı. 61 Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy’de özelleştirmelere karşı direnen işçileri desteklemek için 24 Ocak 2014 tarihinde Özelleştirme İdaresi önünde eylemdeydik. Genel Sekreterimiz Savaş Nigar’ın da aralarında bulunduğu Türk-İş’e bağlı sendikaların Ankara Şube Başkanları, 28 Nisan 2014 tarihinde Kurtuluş Parkı’nda direnişe devam eden Yatağan işçilerini ziyaret etti. 62 10 Ocak 2014: Ankara, Yolsuzluğa Hayır Mitingi 12 Haziran 2014: Türk-İş Başkanlar Kurulu’nun Yatağan işçileriyle birlikte Özelleştirme İdaresi Başkanlığına yaptığı yürüyüş. 63 ÇALIŞMA YAŞAMINA İLİŞKİN GÜNCEL VERİLER ENFLASYON ORANLARI Haziran 2013 Aralık 2013 Haziran 2014 Aralık 2014 12 Aylık 8,30% 7,40% 9,16% 8,17% 6 Aylık 4,00% 3,27% 5,70% 2,33% KIDEM TAZMİNATI / AİLE VE ÇOCUK ZAMMI Kıdem Tazminatı Tavanı 3.541,37 TL 01.01.2015-30.06.2015 Çocuk Zammı (1 çocuk için) 19,83 TL 01.01.2015-30.06.2015 Aile Yardımı (aylık) 169,24 TL 01.01.2015-30.06.2015 Not: Çocuklar için ödenen aile ve çocuk yardımı ödeneği, 657/Md: 202/2. Fıkra hükümlerine göre 0-6 yaş (72. ay dahil) grubunda yer alan çocuklar için bir kat artırımlı uygulanmaktadır. Dolayısıyla 0-6 yaş grubundaki her bir çocuk için tablodaki çocuk yardımı, 2015 yılında 39,66 TL olarak uygulanacaktır. SGK KAZANÇ SINIRLARI Aylık Üst Sınır Aylık Alt Sınır Günlük Üst Sınır Günlük Alt Sınır Yürürlük Tarihi 7.809,75 TL 1.201,50 TL 260,33 TL 40,05 TL 01.01.2015-30.06.2015 8.277,75 TL 1.237,50 TL 275,93 TL 42,45 TL 01.07.2015-31.12.2015 ASGARİ ÜCRET TUTARLARI Brüt Asgari Ücret Net Asgari Ücret Yürürlük Tarihi 1.201.50 TL 949,07 TL 01.01.2015-30.06.2015 1.273,50 TL 1000,54 TL 01.07.2015-31.12.2015 ASGARİ GEÇİM İNDİRİMİ TUTARLARI (AGİ) Eşi çalışmayan ve dört çocuğu bulunan %85 153,19 TL Eşi çalışmayan ve üç çocuğu bulunan %80 144,18 TL Eşi çalışmayan ve iki çocuğu bulunan %75 135,17 TL Bekar olan veya eşi çalışan ve çocuğu olmayan %50 90,11 TL TÜRK-İŞ’İN AÇIKLADIĞI AÇLIK-YOKSULLUK SINIRLARI Haziran 2013 Aralık 2013 Haziran 2014 Aralık 2014 Açlık Sınırı 1.021,67 TL 1.081,59 TL 1.158,09 TL 1.232,35 TL Yoksulluk Sınırı 3.327,91 TL 3.523,09 TL 3.772,27 TL 4.014,17 TL ENGELLİLİK İNDİRİM TUTARLARI (Gelir Vergisi Kanunu 31. Madde) Madde 31: Çalışma gücünün asgari %80’ini kaybetmiş bulunan hizmet erbabı birinci derece engelli, asgari %60’ını kaybetmiş bulunan hizmet erbabı ikinci derece engelli, asgari %40’ını kaybetmiş bulunan hizmet erbabı ise üçüncü derece engelli sayılır ve aşağıda engellilik dereceleri itibariyle belirlenen aylık tutarlar, hizmet erbabının ücretinden indirilir. Engellilik indirimi, -Birinci derece engelliler: 880 TL, -İkinci derece engelliler: 440 TL, -Üçüncü derece engelliler: 200 TL 64 ÜCRETLİLER İÇİN UYGULANACAK GELİR VERGİSİ TARİFESİ (Gelir Vergisi Kanunu 103. Madde) 12.000 TL’ye kadar %15 29.000 TL’nin 12.000 TL’si için 1.800 TL fazlası %20 106.000 TL’nin 29.000 TL’si için 5.200 TL fazlası %27 106.000 TL’den fazlasının 106.000 TL’si için 25.990 TL fazlası %35 SSK PRİM HESABINA DAHİL EDİLMEYECEK KAZANÇ TUTARLARI Yemek Parası (Günlük) Çocuk Yardımı (1 Çocuk) Aile Yardımı 2015 1. 6 Ay 2,40 TL 24,03 TL 120,15 TL 2015 2. 6 Ay 2,55 TL 25,47 TL 127,35 TL ASKERLİK BORÇLANMASI ÖDEME TUTARI (18 AY İÇİN) Borçlanma tutarı (18 ay): 40.05 TL X %32 X 540 gün 6.920,64 TL 01.01.2015-30.06.2015 Borçlanma tutarı (18 ay): 42.45 TL X %32 X 540 gün 7.335,36 TL 01.07.2015-31.12.2015 Askerlik Borçlanması = (SSK primine esas kazancın günlük alt sınırı) X %32 X borçlanılacak gün sayısı (en geç 1 ay içinde yapılmak zorunda). Diğer borçlanmalarda da (grev, doğum, doktora vb.) aynı yöntem uygulanmaktadır. EMEKLİLİK İÇİN SİGORTALILIK SÜRESİ, YAŞ KOŞULU VE PRİM GÜNLERİ ERKEKLER KADINLAR İşe Başlama Tarihi 01.04.1981 öncesi ise 01.04.1981 - 08.09.1981 09.09.1981 - 23.05.1984 24.05.1984 - 23.05.1985 24.05.1985 - 23.05.1986 24.05.1986 - 23.05.1987 24.05.1987 - 23.05.1988 24.05.1988 - 23.05.1989 24.05.1989 - 23.05.1991 24.05.1990 - 23.05.1991 24.05.1991 - 23.05.1992 24.05.1992 - 23.05.1993 24.05.1993 - 23.05.1994 24.05.1994 - 23.05.1995 24.05.1995 - 23.05.1996 24.05.1996 - 23.05.1997 24.05.1997 - 23.05.1998 24.05.1998 - 23.05.1999 24.05.1999 - 08.09.1999 08.09.1999 - 30.04.2008 01.05.2008 - 31.12.2035 01.01.2036 - 31.12.2037 01.01.2038 - 31.12.2039 01.01.2040 - 31.12.2041 01.01.2042 - 31.12.2043 01.01.2044 - 31.12.2045 01.01.2046 - 31.12.2047 01.01.2048 ve sonrası arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında Sigortalılık süresi Yaş şartı Prim günü İşe Başlama Tarihi 20 20 20 20 20 20 20 20 20 20 20 20 20 20 20 20 20 20 20 - Yok 38 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 58 58 59 60 61 61 63 64 65 5000 5000 5000 5000 5075 5150 5225 5300 5375 5450 5525 5600 5675 5750 5825 5900 5975 5975 5975 7000 7200 7200 7200 7200 7200 7200 7200 7200 8.09.1976 ve daha öncesi 09.09.1976 - 23.05.1979 24.05.1979 - 23.11.1980 24.11.1980 - 23.05.1982 24.05.1982 - 23.11.1983 24.11.1983 - 23.05.1985 24.05.1985 - 23.11.1986 24.11.1986 - 23.05.1988 24.05.1988 - 23.11.1989 24.11.1989 - 23.05.1991 24.05.1991 - 23.11.1992 24.11.1992 - 23.05.1994 24.05.1994 - 23.11.1995 24.11.1995 - 23.05.1997 24.05.1997 - 23.11.1998 24.11.1998 - 08.09.1999 09.09.1999 - 30.04.2008 01.05.2008 - 31.12.2035 01.01.2008 - 31.12.2037 01.01.2038 - 31.12.2039 01.01.2040 - 31.12.2041 01.01.2042 - 31.12.2043 01.01.2044 ve sonrası 65 arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında arasında Sigortalılık süresi Yaş şartı Prim günü 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 25 - Yok 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 60 60 61 62 63 64 65 5000 5000 5000 5075 5150 5225 5300 5375 5450 5525 5600 5675 5750 5825 5900 5975 7000 7200 7200 7200 7200 7200 7200 E ÖRGÜTLENM Birlik, kararlılık ve direnç... Yusuf Sadettin Yörükler (Amcor Tobacco İzmir İşyeri Baştemsilcisi) A mcor Tobacco Packaging işyerinde altı yıldır çalışmaktayım. Sendikaya karar vermemizde, 2011 yılı sonunda aldığımız maaş zamları ve işverenin “Sizlerin tiplerinize bakarım ve maaş zammınızı ve görev değişikliğini ona göre yaparım, beğenmiyorsanız kapı orada” şeklindeki söylemleri etkili oldu. Ücret adaletsizliği konusunda aşırı derecede sıkıntı yaşayan bir grup işçi olarak, bu durumun daha ne kadar devam edeceği konusunda şüphelerimiz bulunmaktaydı. Ülkemizde sendika üyesi olmak her ne kadar anayasal bir hak olsa da uygulama konusunda zafiyetler vardı. Arkadaşlarımızla yaptığımız grup toplantılarında bir şekilde bu sorunun üzerine gitmemiz gerektiği konusunda görüş birliğine vardığımız zaman itibariyle, sendikalaşma ve yasal haklarımızın korunması adına bir karar aldık. Ben çocukluktan beri çalışıp kendi işlerimi kendim yapan biriyim. Artık yaşım büyümeye başlamıştı ve kaybedecek bir şeyim yoktu; ya bu iş olacaktı ya da sanırım bu işyerinden gidecektim. Korkmuyordum, çünkü anayasal hakkım olan bir şey karşısında dimdik ayakta durmalı ve bu sendikalaşma döneminde arkadaşlarımın bize olan güvenini boşa çıkarmamalıydı. Sendika olaylarını ilk olarak babamdan duymuştum. Fakat Schineider Elektrik’in örgütlenmesinin arkadaşlarım tarafından yapıldığını öğrendiğimde, sendikayı daha anlamlı bir şekilde benimsemiş ve alınan haklar, iş güvencesi ve sosyal özgürlükler gibi konuları arkadaşlarıma anlatmaya başlamıştım. Örgütlenmeye başladığımız anda Çiğli İşçi Kurultay Komitesindeki arkadaşlarımla temas halindeydik. Sendikaya başvurmadan önce kalabalık bir grup oluşturmak ve sendikanın karşısına çıktığımızda istekli olduğumuzu göstermek istiyorduk. Tarih olarak tam hatırlayamıyorum ama bir Pazar günüydü… Sendika ile ilk buluşmada 30 kadar arkadaşımızı Şubeye gönderdik ve fabrikada çalışırken, oradan gelecek haberleri sabırsızlıkla bekledik. Örgütlenme kararı alınır alınmaz da çalışmalara başladık. Atatürk Organize Sanayi Bölgesi içerisindeki sendikalı işyerlerinde bulunan arkadaşlarımızla temas kurup sendika ve sendikal hak ve özgürlükler hakkında bilgi almaya ve bu durumu şirket içerisinde güvendiğimiz arkadaşlara anlatmaya başladık. Ve sanırım o andan itibaren sosyal hak ve özgürlüklerimizi, ücret adaletsizliği karşısındaki duruşumuzu ve daha da önemlisi bilinçlenerek kendimizi daha güçlü ve güvende hissedeceğimiz ve bu güne kadar sömürülmüş olan haklarımıza kavuşabileceğimiz sendika ateşini yakmış olduk. Ve toplantılar yapmaya, gün be gün artan kalabalıklara ulaşmaya başladık. Artık çevremiz genişliyordu ve her türlü haksızlığa karşı nasıl mücadele edebileceğimizi öğrenmeye başlamıştık. Bu konuda Sendikamız ve Organize Sanayi Bölgesindeki Çiğli İşçi Kurultay komitesi ile her defasında haberleşiyorduk. Bu komite, gönüllü olarak örgütlenme ve var olan hakların işçilere anlatılması konusunda çalışıyordu. Ve artık örgütlenmiştik. Sayımız günden güne artıyordu ve işyerinde sesimiz işçinin kendine güveniyle daha gür çıkmaya başlamıştı. Ama işveren her mücadelede olduğu gibi elinde bulunan şartları iyi bir şekilde kullanabiliyordu ve her defasında süreyi uzatabilmek için anlaşma yerine bekleme yoluna giderek işçiler üzerinde psikolojik baskı kurma çabasındaydı. Böyle bir dönem içerisindeyken yapacaklarımız kısıtlıydı ve kanunen yetkimiz olmadığı için zor durumdaydık. Masada oturup düşüncelerimizi söylememiz gerekiyordu. Sendikamız ile konuşarak örgütlü gücümüzü gösterip işvereni masaya oturtmamız gerektiğine inanıyorduk. Nitekim bir eylem planı hazırladık ve o dönem içerisinde uluslararası kuruluşumuz UNI’den Seksiyon sorumlusu ile de tanışma fırsatımız olmuştu. Onun da 66 Örgütlenmeye başladığımız anda Çiğli İşçi Kurultay Komitesindeki arkadaşlarımla temas halindeydik. Sendikaya başvurmadan önce kalabalık bir grup oluşturmak ve sendikanın karşısına çıktığımızda istekli olduğumuzu göstermek istiyorduk. Mücadelemizin karşılığını aldık. Ve bu mücadeleyi 11 Temmuz 2014 tarihinde imzaladığımız Toplu İş Sözleşmesi ile taçlandırdık. Şu anda yüzde yüz örgütlü ve daha güvenli bir şekilde çalışıyoruz. Bu süreç için öncesi ve sonrasına (Sendikalı / Sendikasız) şeklinde bir değerlendirme yaptığımızda farkı net olarak görüyoruz. yardım ve tecrübeleriyle global anlamda bir eylem planı hazırladık. Uygulamaya başladığımız anda işveren daha da tehlikeli hale gelmişti; çünkü artık sesimizi duyuyor ve tek başına karar veremiyor, yaptığı her türlü işçi sömürüsüne karşı karşısında bizleri buluyordu. Bir eylem günü örgütlenme komitesinden bir arkadaşımla birlikte mola alanı içerisinde dururken, işveren yanımıza koşa koşa gelip ikimizi de işten uzaklaştırdığını söyledi ve biz altı gün boyunca işimize gidemedik. Bu esnada sendika ile eylem planımızı devam ettiriyorduk ve ateşimiz daha da büyümüştü. İşyerimizde vardiyadan çıkan arkadaşlarımız evlerine gitmiyordu ve Genel Müdür ile her gün toplantı yapılmaya başlanmıştı. İşveren örgütlülüğümüzün sağlamlığını o anda anlamıştı; çünkü biz, en çok ezilen arkadaşlarımızla sağlam bir temel atarak bu yola çıkmıştık. Ve sonrasında disiplin kuruluna sevk edildik. Ancak fabrikamızın disiplin kurulu da yetmedi, bulunduğu grubun en üst koordinatörü gelerek bizim ile ilgili verilecek kararda kurulun içinde yer aldı. Sonrasında bizi işe almak durumunda kaldılar. Ve böylece fabrikamızda çalışan her arkadaşımız bize sahip çıkarak örgütlü çalışmanın ne demek olduğunu işverene göstermiş oldu. Sendikal mücadelenin işçi hak ve özgürlüklerini koruduğuna ilk kez inanmış oldular, sadece maddi anlamda değil manevi olarak da bir güç kazanıldığının farkına vardılar. Sonuç olarak, mücadelemizin karşılığını aldık. Ve bu mücadeleyi 11 Temmuz 2014 tarihinde imzaladığımız Toplu İş Sözleşmesi ile taçlandırdık. Şu anda yüzde yüz örgütlü ve daha güvenli bir şekilde çalışıyoruz. Bu süreç için öncesi ve sonrası (Sendikalı/Sendikasız) şeklinde bir değerlendirme yaptığımızda farkı net olarak görüyoruz. Sendikal örgütlenme mücadelemizde bizimle birlikte olan ve bu süreçte emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. 67 E ÖRGÜTLENM Haksızlıklara son vermek için... Fatih Çıvgın (Mayr Melnhof Graphia İşyeri Baş Temsilcisi) Ç alıştığımız işyerinde düşük ücretlere ve giderek kötüleşen çalışma koşullarına bağlı olarak sorunlarımız da artmaktaydı. Bu nedenle bu durumun nasıl düzeltilmesi gerektiğini işyerinde arkadaşlarla sürekli konuşuyorduk. Sendikayı ilk olarak halaoğullarımdan duydum. Kendileri Tire Kutsan sendika kurucularındandır. Haksızlıklara bir son verilmesi için, insanca bir muamele ve hep birlikte yaşanılası güzel bir işyeri için Şubat 2012’de örgütlenmeye başladık. Fabrikada çalışan 3 arkadaşımız bir araştırma içine girmişlerdi. Zaman içinde bizimle paylaştılar ve bizler de insanlara anlatmaya başladık. Bu işi başlatan Bülent Önaç ve Serkan Kavaklı abilerimiz işlerinden oldular. Onları hiçbir zaman unutmayız. Sonra tüm işi biz üstlendik. 23 Temmuz 2012 günü sabah saat 08.00’de imza atmaya başladık ve 25 Temmuz 2012 günü saat 13.00’de 142 kişi ile bu işe baş koyduk. Ardından, 4 ay süresince işkolu tespitinin yapılmasını bekledik. İşkolu tespiti yapılınca öğrendik ki işkolumuz kağıt işkolu değilmiş. Selüloz-İş Sendikası’nda çalışan abilerimiz bizleri Kasım 2012’de Basın-İş Sendikası ile tanıştırdılar. Onlarla da bir görüşme yaptıktan sonra,1 günde 142 kişi Basınİş Sendikası’na üye olduk. Bir arkadaşım bile davasından yılmadan imzasını attı. O gün zaten kendi kendime “Fatih bu iş bitti” dedim. Beni en çok motive eden olay, tüm iş arkadaşlarımın arkamda olduklarını bana her an hissettirmeleri oldu. Çalıştığımız işyerinde ilk sendika tecrübem ol- duğu için kafamda sadece “acaba nasıl olur?” sorusu vardı. Onun dışında süreçle ilgili hiçbir problemim olmadı. Örgütlenme sürecinde işsizlikten bir gün bile korkmadım. Arkadaşlarımı ikna etmek, onların güvenini kazanmak için devamlı okuyup araştırdım. Tüm arkadaşlarımı elimden geldiğince bilgilendirdim. Bana bu süreçte, diğer temsilci arkadaşlarım Osman Engin, Vildan Ertuğrul, Emine Kocaman ile işyeri komitesi ve başta Fatih Aydemir ve Yılmaz Yurteri olmak üzere Sendika çalışanlarının ayrı ayrı yardımları dokundu. Bu ruhu, babamdan aldığımı düşünüyorum. Babam yıllar boyu Lokantacılar Odası Başkanlığı ve Tire Spor’da yöneticilik yaptı. Ama sendika, ailemde ilk başta itici geldi. Alışkın olmadıkları bir durumdu; ancak zamanla onlar da sendikanın benim için her konuda faydalı olacağının farkına vardılar. Şimdi ailem en büyük destekçim. Eskiden arkadaşlarımda şüphe, korku ve endişe vardı. Ama ne zaman toplu halde eylemler yapmaya başladık; o zaman hiç kimsenin korkusu kalmadı. Ve Kasım 2012’de başlayan örgütlenme mücadelemiz, 19 Ağustos 2014 tarihinde toplu sözleşme ile sonuçlandı. İmzalanan 3 yıllık Toplu İş Sözleşmesi ile ikramiye ve sosyal yardımlarımıza kavuştuk; ücret, ücrete bağlı ödeme, izin, mesai oranları, sosyal haklar ve daha birçok konuda önemli iyileştirmeler elde ettik. Başta çalışma arkadaşlarım olmak üzere, bu süreçte emeği geçen Sendika Yöneticilerine ve çalışanlarına teşekkür ederim 68 YİTİRDİKLERİMİZ PROPAK Tevrat Şentürk (Annesi vefat etti) DARPHANE Cemal Temir (Annesi vefat etti) Abdullah Uçar (Emekli Üye-vefat etti) Cemil Duman (Emekli Üye – vefat etti) Hasan Balta (Babası vefat etti) Orhan Şengül (Babası vefat etti) DARPHANE Nalan Yerlibucak Fuat Can PROPAK Caner Oğuz • Ali Tekin • Harun Sağlam • Davut Yıldız • İslam Ercan • Mustafa Şimşek AMCOR TOBACCO İZMİR Yusuf Yörükler (işyeri Baştemsilcisi) ETAPAK Ayşe Karaköse YAŞAM BOYU MUTLULUKLAR DİLERİZ. DAMGA Ömer Çakmak (Babası vefat etti) ZİRAAT GRUP Eyüp Sefa Delikan (Babası vefat etti) Cengiz Aldoğan (Babası vefat etti) Aydın Karaduman (Babası vefat etti) MEB DÖNER SERMAYE İŞT Ali Altınbaş (Annesi vefat etti) Hüseyin Koç (Abisi vefat etti) MEB ÖLÇME DEĞERLENDİRME Mustafa Günay (Annesi vefat etti) TÜİK Osman Dağdeviren (Vefat etti) Sadi Bolat (Babası vefat etti) AMCOR İSTANBUL Tayfun Acar (Babası vefat etti) METEKSAN Salih Şahin (Emekli Üye) ACILARINI PAYLAŞIRKEN, YİTİRDİKLERİMİZE ALLAH’TAN RAHMET, TÜM YAKINLARINA SABIR VE BAŞSAĞLIĞI DİLİYORUZ. BASIN-İŞ SENDİKASI MERKEZ YÖNETİM KURULU DOĞUM ETAPAK Ercan Pişkinöz ( Eda ve Efe isimli ikizleri oldu) • Oğuz Bülbül• Kemal Sönmez • Nazan & Erdin Çelik (Her İkisi de üyemiz, Enes isimli bebekleri oldu) PROPAK Gürhan Güneşdoğdu • Mevlüt Çavuş • Kerim Hunç • Recep Karakullukçu • Fatih Ören • Ömer Tüney • İsmail Koç • Emrah Kalyan • Emre Yılmaz ZİRAAT GRUP Musa Yıldırım DARPHANE İbrahim Kılıç • Nesrin Schefir METEKSAN Kürşat Yağmur (Zeynep isimli kızı oldu) • Fatih Alptekin (Zehra isimli kızı oldu) • Metin Adler (Batu isimli oğlu oldu) • Asım Ay (Kayra isimli oğlu oldu) • Hüseyin Yılmaz (Muhammet Halil isimli oğlu oldu) TÜM BEBEKLERE SAĞLIKLI VE MUTLU BİR YAŞAM DİLİYORUZ. EMEKLİLİK İŞ KAZASI DARPHANE İrfan Yılmaz • Casım Tatlı • İbrahim Kılıç • Zafer Pişkin • Cengiz Gödek • Ziya Öztürk • Yıldıray Kurtaran DAMGA Ramazan Ay DMO Necdet Gülten DSİ Kazım Yıldız • Levent Erdem DARPHANE Kemalettin Kayalı ZİRAAT GRUP Levent Albayrak • Serdar Aldoğan TÜİK Mustafa Çam TÜİK Orhan Gökkaya • Ali Çetintaş • Cengiz Ceylan • Hüsnü Kocabay • Kemalettin Bayraktar • Nevzat Düver • Zafer Erdem • Ahmet Bulut • Selma Abay • Osman Kılıç • Adnan Akbay • Osman Dağdeviren ETAPAK Ayhan Türkmener PROPAK Yaşar Yalçın • Yusuf Okutan DARPHANE Abdulkadir Öztürk • Çetin Akyayla • Ahmet Alıcı • Bülent Dizdar METEKSAN Rıdvan Ünver • İsmail Darıcıoğlu • Nuri Bağlan HASTALIK/AMELİYAT ACİL ŞİFALAR DİLİYORUZ. YENİ YAŞAMLARINDA SAĞLIK VE MUTLULUKLAR DİLERİZ. Bu Dergi sendika üyesi işçiler tarafından basılmıştır. ETAPAK Sinan Altay (Annesi vefat etti) Murat Tekgöz (Annesi vefat etti) Hüseyin Doğan (Annesi vefat etti) Kadınşah Tüccar (Babası vefat etti) EVLİLİK