Kur’an-ı Kerim’de hak kavramı Prof. Dr. Muhsin Demirci Marmara Üniv. İlahiyat Fak. Herhangi bir kavramın yeri ve önemi o kavramın, içerisinde yer aldığı dildeki diğer kavramlarla meydana getirdiği ilişkinin veya gramer bağlarının zenginliği ve çeşitliliğinden anlaşılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında denilebilir ki hak kavramı, Kur’an’ın en temel kavramlarından biridir. Çünkü bu kavram insanın manevi hayatıyla birlikte maddi hayatını da kuşatmaktadır. Manevi tarafıyla insanın Allah’a ve nefsine karşı olan hakları, maddi tarafıyla da sözgelimi, fakirin hakkı, dostluk hakkı, akraba hakkı, komşu hakkı, koca hakkı, zevce hakkı, misafir hakkı, yolcu hakkı, hayvan hakkı vb. hakları ifade etmektedir. Manevi hakların başında yer alan hukukullah (Allah hakkı) tabii ki, önem ve öncelik bakımından bütün hakların önündedir. Çünkü bu haklar, tüm varlığımızı kendisine borçlu olduğumuz yaratıcımızın bizim üzerimizdeki haklarıdır. Hâl böyle olunca onları görmezden gelmek kulluğa asla yakışmayacak bir davranıştır. O hâlde her insanın başta gelen en temel görevi, bu haklardan doğan sorumlulukları yerine getirmek olmalıdır. Bu da hiç kuşkusuz iman ve ibadet sorumluluğu anlamına gelmektedir. Ancak bir bireyin iman edip bütün zamanını ibadetle geçirerek biraz önce ifade etmeye çalıştığımız beşerî ilişkilerden doğan maddi haklar konusunda ihmalkâr davranması, İslam hukukuna göre ahlaki değildir. (Buhari, Savm, 51– 55.) Bu bakımdan denilebilir ki, kul hakları da tartışmasız derecede önemlidir. Esasen böyle olduğu içindir ki, fert ve toplumların hak ve sorumluluklarının belirlenmesi ve dengelenmesi konusunda Kur'an azami titizliği göstermiştir. Hatta hakların ıskatı açısından bakıldığında kul haklarının çok daha ağır olduğu anlaşılmaktadır. Zira Allah Teala, merhametlilerin en merhametlisidir. Dilerse kulu üzerindeki -şirk hariç- tüm haklarından vazgeçebilir. Ama hak sahibi kulları razı edip helalleşmek o kadar kolay değildir. Bu yüzden kul hakkıyla Allah’ın huzuruna gitmemeye büyük ölçüde özen göstermek gerekmektedir. Aksi hâlde ahirette Hz. Peygamber’in diliyle müflis kişi konumuna düşmemek elde değildir. İslam âlimleri hakları Allah hakkı, kul hakkı diye iki ana esas üzere tasnif etmişlerdir. Bu tasnif daha çok hakkın sahibine, mahiyetine ve sağladığı yararın genel ve özel oluşuna göre düzenlenmiştir. Allah hakkı Bunlar herhangi bir şahsa has olmayıp herkesin yararına olan haklardır. Yüce Allah’ın tüm emir ve yasaklarını bu grupta değerlendirmek mümkündür. Zira kullarla ilgili olsa da her şer'i hüküm aynı zamanda Allah’ın hakkıdır. Çünkü hakları kullara bahşeden Allah’tır. Esasen bu tür hakların Allah’a izafe edilmesi, tüm toplumun menfaatini ilgilendiren ve toplum hayatının devamı için vazgeçilmez nitelikteki hükümlerle ilgili olmaları sebebiyledir. Bundan dolayıdır ki, bireylerin menfaatlerine bakılmaksızın toplumun menfaatini sağlamayı ve kamu düzenini korumayı hedefleyen hükümler, Allah hakkı olarak isimlendirilmiştir. (Hasan Hacak, “Hak”, İslam’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, İstanbul 1997, II, 137.) Sözgelimi namaz, zekât, oruç, hac gibi ibadetler bunlardan bazılarıdır. Zira namaz sahibini kötülüklerden ve fuhuştan alıkoymakta, zekât kişiye malını başkalarıyla paylaşma alışkanlığı kazandırmak suretiyle ruh temizliği gibi ahlaki bir erdemliliğe ulaştırmakta; oruç mümine fakir kimselerin durumlarını düşünme fırsatı vererek yardım etme bilinci kazandırmakta; hac ise sosyal ve ekonomik katkılarıyla tüm Müslümanlara maddi ve manevi yarar sağlamaktadır. Allah'ın kullar üzerindeki haklarından bazıları da dini yalnız Allah’a has kılmak (Bakara, 2/193.), Allah’a ortak koşmamak (Lokman, 31/13.), Allah’ı mutlak şari olarak kabul etmek (En’am, 6/57.), verdiği nimetlere karşı Allah’a şükretmek (Bakara, 2/172.), O’na secde etmek (Fussılet, 41/37.), haccı Allah için yapmak (Âl-i İmran, 3/97.), ganimetlerin taksimi konusunda Allah’ı hakem kabul etmek (Enfal, 8/1.), şefaat yetkisinin sadece Allah’ın iznine bağlı olduğuna inanmak (Zümer, 39/44.), tüm ibadetleri Allah’a tahsis edip O’nun için yaşamak (En’am, 6/162.) vb.den ibarettir. Esasen tüm hakların belirleyicisi Allah'tır. Bu yüzden hakları Allah hakkı, kul hakkı diye birbirinden kesin hatlarıyla ayırmak da pek mümkün değildir. Ancak burada asıl olan Allah haklarının önceliğidir. Yani ister Allah’ın kendi zatını ilgilendiren ister kamu yararına belirlenen haklar olsun, Allah hakkı olarak bilinen tüm haklar kul haklarına nispetle uygulamada mutlak bir önceliğe sahiptirler. Nitekim bir hadiste kulun ahirette ilk olarak Allah hakkı olan namazdan hesaba çekileceği, şayet namazında bir eksiklik söz konusu ise, bu durumda kişinin hüsrana uğrayacağı belirtilmektedir. (Tirmizi, Salat, 188.) Ancak bütün bunlara rağmen Kur’an, şirk hariç Yüce Allah’ın irade etmesi neticesinde tüm haklarından vazgeçerek kulların günahlarını bağışlayacağını da ifade etmektedir. Kul hakkı Bireylerin menfaatleriyle ilgili olan ve fertlerin söz sahibi olduğu haklara da kul hakkı denilmektedir. Kul hakları genel ve özel olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Genel olanlar, toplumda bulunan bütün fertleri ilgilendiren yani onların ortaklaşa sahip oldukları haklardır. Özel olanlar ise, kamuya açık olmayıp bireyin kendisine ait olan haklardan ibarettir. Sözünü ettiğimiz özel haklar arasında yaşama hakkı, kişisel özgürlükler, özel hayatın gizliliği, seyahat etme ve yerleşme hürriyeti, mülkiyet hakkı, düşünce ve inanç özgürlüğü, öğrenim hakkı bunlardan bazılarıdır. Bu haklar içerisinde en önemlisi, yaşama hakkıdır. Bu yüzden Kur’an yaşam hakkını hiçbir etnik ayırıma gitmeden, hiçbir inanç ve düşünce mensubiyeti gözetmeden mutlak olarak savunmaktadır. O, bir taraftan “Hataen olması dışında bir müminin başka bir mümini öldürmesine asla izin verilemez…” (Nisa, 4/92.), “Kim bir insanı kasten öldürürse, onun cezası cehennemdir ve o kimse Allah’ın lanetine müstahak olmuştur.” (Nisa, 4/93.) diyerek, haksız yere cana kıymayı çok büyük bir günah sayıp yasaklarken; diğer taraftan da "Her kim bir kişiyi haksız yere öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir…” (Maide, 5/32.) şeklinde evrensel bir ilke koyarak bir insanı öldürmeyi bütün insanlığı öldürmekle eş değerde görmektedir. Allah Rasulü (s.a.s.) de aynı amacı gerçekleştirme adına Veda Hutbesi’nde: “Ey insanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız ve namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur…” (Tirmizi, Cihad, 28; İbn Mace, Menasik, 84; Ebu Davud, Menasik, 67.) demek suretiyle yaşam dokunulmazlığının kutsallığına vurgu yapmaktadır. Ancak bütün bunlara rağmen günümüz İslam dünyasında haksız yere kıyılan canlar, dökülen kanlar nedeniyle yaşam hakkı gibi en temel hak ve hürriyetlerin ihlal edilmesini, üstüne üstlük Türkiye gibi cennet bir vatanda özellikle kadınlara yönelik çoğu ölümle sonuçlanan insanlık dışı eylemleri anlamak mümkün değildir. Hele hele son günlerde Türkiye'deki bazı erkeklerin eşlerine yönelik cahiliye dönemini bile geride bırakan yaşam hakkı saldırıları, genelde tüm insanlığı özelde ise ülkemizde yaşayan herkesi derinden üzmektedir. O hâlde bu tür hak ihlallerine son vermek hem dış dünyada hem de kendi ülkemizde insan hak ve hürriyetlerine saygılı bir toplum oluşturmak için başta yaşam hakkı olmak üzere, Kur'an'ın kişi hak ve hürriyetleriyle ilgili değer hükümlerini hayata geçirmekten başka çaremiz yoktur.