George Orwell’in Hayvan Çiftliği romanı üzerine birkaç yorum George Orwell’in “Hayvan Çiftliği” adlı kitabını elinize aldığınızda ilk dikkatinizi çeken alt başlığının “Bir Peri Masalı” olmasıdır. Ancak, anlatılanların masal değil de toplumsal gerçeklerin aktarıldığı masal tadında yazılmış bir roman olduğunu okuduğunuzda anlıyorsunuz. Yazarımız aslında sosyal demokrat düşünen ama baskıcı ve otoriter rejimlere karşı çıkan bir dünya görüşüne sahiptir. Kitap, Sovyetler Birliği’nin kuruluşundan itibaren yaşanan tarihsel süreci, oluşan önemli olayları hicvederek mecazi bir anlatımla ve tarafsız bir gözlem ile okurlarına sunmaya çalışmıştır. Soğuk savaş döneminin Rusya’sını bir çiftliğe, çiftlik sakinlerini de devrimi gerçekleştiren topluma benzeterek hayal dünyamızı gerçeklikle örtüştürmüştür. Sovyetler Birliği kurulup çarlık rejimi tarihe karışırken eşitlikçi, adil, emeğe saygılı bir yönetim hayali ile yola çıkılmış olmasına rağmen zaman içinde çarlık rejimini bile aratan totaliter ve baskıcı bir korku imparatorluğu kurulmuştur. Çarlık rejiminin yıkılmasına neden olan insanlar arasındaki sınıf ayrımı, yoksul ve zengin kesim arasındaki gelir dağılımının dengesizliği, yoksulluk, yolsuzluk, haksızlık ve temel insani değerlerin yok olması kurulan yeni düzende de tekrarlanmıştır. Değişen yalnızca yeni zenginlerin türemesi, yolsuzluk ve yoksulluğun eski düzeni de aratacak biçimde artmış olmasıdır. Daha fazla özgürlük, daha fazla eşitlik, daha fazla adalet, daha iyi bir yaşam isteyen asıl devrimin sahipleri ne yazık ki gerçekleştirdikleri devrimin altında ezilmiştir. Eşitlikçi bir toplum oluşturmak ve insan onuruna yakışır bir biçimde yaşamak için çıkılan yolda eskisinden de acımasız bir diktatörlük kurulmuştur. Kitapta “Napoleon” karakteriyle özdeşleştirildiği gibi devrimi gerçekleştirenler iktidar olduktan sonra kişisel hırslarına yenik düşmekte, yalnızca kendi bildiklerinin doğru olduğuna inanmakta, kendisine rakip gördüklerini bir şekilde yok etmekte ve iktidar sarhoşluğuna yakalanmaktadırlar. Yönetici, tek adam olma hırsının zirvede olmasından dolayı yönetime katkısı olacak iyi niyetli ve bilgili insanları kendisine rakip olarak görmekte, onları devrim düşmanı gibi düşünmekte, yanlış olduğunu bildiği halde bu düşünceye kendisini ve etrafını inandırmaktadırlar. Bu yönetimden çıkarı olan kesim de doğru veya yanlış her hareketi sorgulamaya bile gerek görmeden kabullenmekte, kayıtsız şartsız destekle yöneticinin egosunu okşamaktadır. Napoleon’un etrafındaki dokuz köpek, “Jessie” ve “Pincer” her iktidarda olanın etrafında görebileceğimiz karakterleri simgelemektedir. Devrimin altında imzası olan “Snowball”lar bir süre sonra bertaraf edilmekte, bizim deyimimizle dokuz köyden kovulmaktadır. Düşünmeyen, aklını kullanmayan, sorgulamayan hangi amaca hizmet ettiğini bilmeden sadece çalışan her durumda emeğini ortaya koyanlar yine, yeniden daha çok üretmektedir. “Benjamin” bu grubu temsil etmektedir. Böylece eski yönetimde ezilenler ile yeni yönetimde ezilenler değişmemekte, bu defa da seçtikleri yönetimce ezildiklerinden yazgısını kabullenme kolaylığına kapılmaktadırlar. İnsanlar genelde siyaset ile ilgili kitaplar okumanın sıkıcı olacağını düşünür. Bir sürü öğreti, doktrin, terim üçgeninde dolaşacağını sanır. Fakat “Hayvan Çiftliği” bu anlamda sade bir anlatımla siyasetin, yönetici ve yönetilenlerin profilini anlaşılır şekilde ortaya koymuştur. Kişileştirmelerin çok başarılı yapıldığını düşünüyorum. Kitap, siyasetle beraber felsefe, sosyoloji ve insan psikolojisini de işlemektedir. Adeta topluma kuşbakışı bakmakta, hatta olayları yakından gözlemlemekte ve düşüncelerini okuyucuya yansıtmaktadır. Aslında tarihin tekerrürden ibaret olduğunu, geçmişte yaşananların şu anda da yaşanıyor ve gelecekte de yaşanabilir olacağını ispatlamaktadır. Bir bakıma 1945’lerden günümüze çok bir şeyin de değişmemiş olduğunu da kavrıyorsunuz. Romanı bitirdikten sonra ülkeme, topluma, halkıma bakış açımın değiştiğini söyleyebilirim. Yapılması gereken ise idareci konumundaki insanların yönetim hayatı boyunca denetlenebileceği bir sistem oluşturmaktır. Denetlenmeyen, geri bildirim mekanizmaları oluşturulmayan her sistem kokuşmaya mahkûmdur. Yönetilen grubun ise düşünen, sorgulayan bir toplum olması gerekir. Bunun da yolu akılcı, bilimsel bir eğitimden ve bu eğitimle yetişen düşünen, sorgulayan, yenilikçi bireylerden geçer. Kitabımızda özgürlüğün ancak düşünen insanlar için olduğu, toplumlara akılcı düşünmenin, eleştirisel yaklaşımın gerekliliği ve körü körüne bağlanmanın yanlışlığı hakkında mesaj iletilmeye çalışılmıştır.