T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİMDALI ALMAN TARİHÇİ OKULU: ORTAYA ÇIKIŞ NEDENLERİ, DIŞ TİCARET, KLASİK OKULA TEPKİLERİ VE YÖNTEM TARTIŞMALARI DOKTORA TEZİ Hazırlayan Hülya DERYA Danışman Prof. Dr. İşaya ÜŞÜR Ankara - 2014 T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİMDALI ALMAN TARİHÇİ OKULU: ORTAYA ÇIKIŞ NEDENLERİ, DIŞ TİCARET, KLASİK OKULA TEPKİLERİ VE YÖNTEM TARTIŞMALARI DOKTORA TEZİ Hazırlayan Hülya DERYA Danışman Prof. Dr. İşaya ÜŞÜR Ankara - 2014 i ÖZET DERYA, Hülya. Alman Tarihçi Okulu: Ortaya Çıkış Nedenleri, Dış Ticaret, Klasik Okula Tepkileri ve Yöntem Tartışmaları, Doktora Tezi, Ankara, 2014. Tarihçi Okul’un Roscher’in 1843’te Grundriss zu Vorlesungen über die Staatwissenschaft nach geschichtlicher Methode’yi yayınlamasıyla başladığı kabul edilir. Knies ve Hildebrand’la Roscher birinci kuşak, Schmoller ikinci kuşak,Weber ve Sombart üçüncü kuşak Tarihçi Okul mensupları kabul edilir.Tarihçi Okul, Klasik Okul’un mekanik toplum anlayışına karşı, bireyin sosyal hayatla iç içe geçmiş olduğu organik bir yaklaşımı benimsemiştir. Tarihçi Okul mensuplarına göre, sosyal alana ilişkin fenomenler formüller ve teoremlerle ifade edilemeyecek kadar karmaşıktır.Ayrıca değişik milletlerin ve ırkların iktisadi davranışlarını tek tip teoreme indirgemek imkansızdır. Bu Okul, iktisadi düşünce tarihinde iki önemli tartışmaya sebep olmuştur. Anahtar Kelimeler: 1. Tarih 2. Klasik 3. Tepki 4. Yöntem ii ABSTRACT DERYA, Hülya. The German historical School: Output, Foreign Trade, the Classical school of the Responses and Discussions Method, Ph.d. Dissertation, Ankara, 2014. Roscher publishes his work “Grundriss zu Vorlesungen über die Staatswissenschaften nach geschichtlicher methode” at 1843 and this was the beginning of the historian school. Roscher and Knies is considerred of the first generation of historian school. Schmoller representative of the second generation of historian school. Finaly Weber and Sombart representatives the third generation of historians of the school. The historian school not accept the mechanical concept of the classical school and prefers an organic approach to an individual's social life is intertwined adopted. According to members of the historical school are the phenomena and theorems of social life very complex. Therefore it is difficult to express them. Also the economic behavior of different nations and races is impossible to reduce one type theorem. Two important debate in the history of economic thouht, originated in historian school. Keywords: 1. History, 2. Classical 3. Reaction 4. Method ÖNSÖZ Her zaman olduğu gibi bu çalışmanın ortaya çıkmasında da birçok insanın emeği ve katkısı söz konusu olmuştur. Ben burada ilk olarak tez danışmanım Prof. Dr. İşaya Üşür’e teşekkür etmek isterim. Kendisinden akademiye, bilime, bilim insanlığına ve hayata dair çok fazla şey öğrendim. Bu uzun ve zorluklarla dolu süreçte getirdikleri yapıcı değerlendirme ve önerileriyle her zaman destek olan tez izleme komitesi üyeleri Prof. Dr. Ufuk Serdaroğlu ve Doç. Dr. Murat Baskı’cıya çok teşekkür ederim. Gazi Üniversitesi Maliye Bölümünden Yrd. Doç İsmail Engin’e ve arkadaşım Şenol Demirhan’a yardımlarından ve bana gösterdikleri sabırdan dolayı çok teşekkür ederim. iv İÇİNDEKİLER ÖZET ...............................................................................................................i ABSTRACT ....................................................................................................ii ÖNSÖZ ..........................................................................................................iii İÇİNDEKİLER ................................................................................................iv GİRİŞ ..............................................................................................................1 BİRİNCİ BÖLÜM TARİHÇİ OKUL’UN DOĞUŞU 1.1. TARİHÇİ OKUL VE ÖNCÜLLERİ ........................................................... 6 1.2. ADAM MÜLLER’İN ZAMANININ KÜLTÜRÜNE BAKIŞI ....................... 8 1.2.1. Adam Müler (1779-1829) ............................................................... 10 1.2.2. Müller’in Devlet Üzerine Görüşü ................................................... 13 1.2.3. Müller’in Smith Okuluna Yönelik Eleştirisi ...................................... 16 1.2.4. Müller’in Smith’ci Teorinin Rölatif Değerinin İngiltere İçin Önemi Konusundaki Görüşü ve Bu Teorinin Avrupa Kıtası İçin Geçerliliği ...................................................................................... 19 1.3. FREDERİCH LİST ................................................................................ 21 1.3.1. F.List Tarihçi Okul’un Bir Öncüsü müydü? List Öğretisindeki Tarihçi Elementler ......................................................................... 23 1.3.2. List’in Milli Ekonomik Teorisi .......................................................... 25 1.3.3. List’in Tarihçi Okula Yaklaşımı ....................................................... 37 1.3.4. List’in Smith’ci Sisteme Yönelik Eleştirileri Ve Müller İle Olan İlişkisi ............................................................................................ 41 1.3.5. List Topluluğu ................................................................................ 45 1.3.5.1. Günümüzde List Topluluğu ..................................................... 46 1.4. TARİHÇİ OKUL’UN ORTAYA ÇIKIŞ SEBEPLERİ .............................. 47 1.4.1. Birinci Kuşak Tarihçi Okul: Roscher, Knies Ve Hildebrand ............ 50 1.4.2. Gelişim Düşüncesi – Klasik Okul Karşılaştırması ........................ 54 1.4.3. Halkların Tarihi............................................................................... 63 v 1.4.3.1. Roscher’in Tarihsel Dogma Metodu ....................................... 74 1.4.4. İnsan Hayatını Görünür Kılmak ..................................................... 81 1.4.5. Ekonomi -Toplum -Halk Bağlamında Bütünün Materyel Ve Politik Refahı ................................................................................. 84 1.4.6. “Halk Organizması” –Yaşayan, Bağımlı Bir Bütünlük - Nüfus Tanımı ........................................................................................... 91 1.4.7. Karar Faktörü Olarak Doğa ve Çevre ............................................ 96 1.4.8. İnsanın Doğası............................................................................... 99 1.4.9. Birinci Kuşak Tarihçi Okul’da Devlet ............................................ 102 1.5. KAPİTAL ............................................................................................ 111 1.5.1. Roscher’in Kapitale Bakışı ........................................................... 112 1.5.2. Knies’in Kapital’e Bakışı.............................................................. 114 1.5.3. Hildebrand’ın Kapitale Bakışı .................................................... 116 İKİNCİ BÖLÜM GUSTAV VON SCHMOLLER VE ONUN TARİHÇİ OKUL İÇİN ÖNEMİ 2.1. TARİHÇİ DÜŞÜNCE BİÇİMİ VE SCHMOLLER ................................. 125 2.2. İKİNCİ KUŞAK TARİHÇİ OKULU’NUN ÇERÇEVESİ ........................ 137 2.3. SCHMOLLER’İN BİRİNCİ KUŞAK TARİHÇİ OKULA YÖNELİK TUTUMU ............................................................................................ 149 2.4. KÜRSÜ SOSYALİSTLERİ .................................................................. 154 2.4.1. Sosyal Politika Derneği ................................................................ 154 2.4.2. Kürsü Sosyalizmi İçindeki İktisat-Politik Akımlar .......................... 156 2.4.2.1 Adolph Wagner ...................................................................... 156 2.4.2.2. Gustav von Schmoller .......................................................... 158 2.4.2.3. Lujo Brentano ....................................................................... 159 2.4.3. Kürsü Sosyalizminin Etik Ekonomi Politik Öğretisi ....................... 159 2.4.4. Kürsü Sosyalistlerinin Sosyal Tutumu .......................................... 160 2.4.4.1. Adil Dağıtım Prensibi ............................................................ 161 2.4.4.2. İşçi Sınıfının Maddi Ve Manevi Olarak Kalkındırılması ......... 162 2.4.4.3. Kurumsal Güven ................................................................... 163 2.4.5. Kürsü Sosyalistlerinin Sosyal Düşüncelerinin Gerçekleşmesi...... 164 vi 2.5. SCHMOLLER’DE DEVLETÇİ DÜŞÜNCE .......................................... 165 2.6. İKTİSAT ANLAYIŞI ............................................................................ 173 2.7. EKONOMİ –POLİTİĞİN ORGANİSTİK BAKIŞI ................................. 206 2.8. EKONOMİ –POLİTİK KURAMIN SİSTEMLEŞTİRİLMESİ ................. 211 2.8.1. Teori Bilim Ve Gerçeklilik ............................................................. 214 2.8.2. Detay Çalışması-Dünya Bilgisi Ve Teleoloji ................................. 215 2.9. EKONOMİ – POLİTİK KURAMIN HEDEFLERİ VE GÖREVLERİ ...... 220 2.9.1. Ampirik Temelin Oluşturulması .................................................... 221 2.9.2. Gözlem Ve Tasvir ........................................................................ 223 2.9.3. İstatistiğin Tecrübe Materyali ....................................................... 230 2.10. TANIMLAMA VE SINIFLANDIRMA ................................................. 234 2.11. KÖKENSEL AÇIKLAMALAR .......................................................... 236 2.11.1. Doğal Kökenler(fiziksel –organik neden).................................... 237 2.11.2. Ruhsal Kuvvetler ........................................................................ 239 2.11.3. Teknoloji .................................................................................... 244 2.11.3.1. Teknik Dönüşümün İçselleşmesi Ve İçselleşmenin Başlangıç Noktaları ............................................................... 250 2.11.3.2. İçselleşmenin Göstergeleri ................................................. 252 2.12. PSİKOLOJİK FAKTÖRLERİN DİKKATE ALINMASI ..................... 256 2.13. EVRİMCİ DÜŞÜNCE ........................................................................ 260 2.14. KÜLTÜRCÜLÜK DÜŞÜNCESİ ......................................................... 275 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MENGER’İN HAYATI VE ESERLERİ 3.1. MENGER VE ARİSTO ........................................................................ 284 3.1.1. İdealist ve Romantik Akımlar ....................................................... 292 3.1.2. Menger’in Bilimsel Teorisi ............................................................ 293 3.2. TİP PROBLEMİ .................................................................................. 293 3.2.1. Politik İktisadın Görevleri ve Bölümleri ......................................... 296 3.2.2. Teorik Sistemin Spesifik Esasları Olarak Elementer Faktörler ..... 328 3.3. MENGER’İN MARJİNAL FAYDA FİKRİ............................................. 333 3.3.1. Hüküm Ameli Olarak Değer ......................................................... 342 vii 3.3.2. Bilinç ve Şartlar ............................................................................ 350 3.3.2.1. Yansıtma –Reflexion ........................................................... 351 3.3.2.2. Subjektif Tecrübe .................................................................. 351 3.3.2.3. Bilginin Yanlışlık Durumu ...................................................... 351 3.3.3. Nedensellik (Kozalite) ve Zaman ................................................. 352 3.4. METEDOLOJİK BİREYCİLİK ............................................................. 355 3.5. İHTİYAÇLAR ...................................................................................... 357 3.6. MÜBADELE VE FİYAT....................................................................... 370 3.7. MAL .................................................................................................... 379 3.8. PARA .................................................................................................. 387 3.9. AVUSTURYA VE NEOKLASİK OKULLAR ARASINDAKİ FARKLAR .......................................................................................... 391 3.10. POLİTİK EKONOMİNİN DİĞER BİLİMLERLE İLİŞKİLERİ.............. 395 3.10.1. Matematik .................................................................................. 395 3.10.2. Psikoloji...................................................................................... 398 4.1. YÖNTEM KAVGASI (METHODENSTREİT) ...................................... 399 4.1.1. Medolojik Çatışmanın Alanı Ve Görevi ........................................ 407 4.1.2. İktisadi Analizin Birimi Nedir? ....................................................... 414 4.1.3. Schmoller ve Menger’de Teori ..................................................... 415 4.1.3.1. Metodoloji Tartışmasında Tasvir ........................................... 429 4.1.3.2. Tecrübe Bilimlerinde, Tümdengelim – Nomolojik Argüman Olarak Açıklamalar ............................................................... 433 4.1.3.2.1. Kullanım Koşulları, Baz Cümleler ve Varsayımlar ......... 435 4.1.3.2.2. Genel Cümleler ve Kanunsallıklar ................................. 445 4.1.3.2.3. Gelişim Basamakları Problemi ...................................... 453 4.1.3.2.4. Bilimin Pratik Yönü ........................................................ 456 4.1.3.2.5. İktisadın Metodu Ne Olmalıdır? ..................................... 478 4.2. WEBER VE METOT ÇATIŞMASI ....................................................... 482 4.3. TARİHÇİ OKUL’UN ETKİLERİ ........................................................... 487 4.3.1. Çevirilerin Dili ve Önemi............................................................... 492 4.3.2. Alman Tarihçi Okul’un İlgilendiği Nesneler................................... 495 4.3.3. Alman Tarihçi Okul’un Metotları ................................................... 496 viii 4.4. TARİHÇİ OKULUN İTALYA’ DAKİ KONUMU ................................... 506 BEŞİNCİ BÖLÜM ÜÇÜNCÜ KUŞAK TARİHÇİ OKULU 5.1. WERNER SOMBART’IN HAYATI ...................................................... 521 5.2. “ MODERN KAPİTALİZMİN” YENİ BASKISI .................................... 523 5.2.1. Schmoller’den Sombart’ta ............................................................ 523 5.2.2. Tarihçi Teoriye Doğru Gelişim ..................................................... 534 5.2.3. İktisat Sistemi Kavramının Değişmesi .......................................... 547 5.3. KAPİTALİST RUH .............................................................................. 562 5.3.1. Modern Kapitalizmin Birinci Baskısı ............................................. 563 5.3.2. İşveren Makalesi .......................................................................... 569 5.4. WEBER’İN HAYATI ............................................................................ 574 5.4.1. Weber’in Tarih Konusundaki Düşünceleri .................................... 576 5.5. MAX WEBER SOSYOLOJİSİNDE, MERKEZİ BİR KAVRAM OLARAK İDEAL TİP .......................................................................................... 580 5.6. TİP KAVRAMINDAN, İDEAL TİPE ..................................................... 583 5.6.1. Kültür Bilimleri İçerisinde Metot Kavgası ...................................... 583 5.6.1.1. Tarih Bilimleri İçerisindeki Çatışma: Droysen, Buckle’ye Karşı ..................................................................................... 584 5.6.2. Weber’ci İdeal Tipin Felsefi Arka Planı Dilthey’in İdeolojisi Veya Dünya Görüşü Tipolojisi ..................................................... 588 5.6.3. Windelblandt ve Rickert’in Tipolojisi ............................................. 590 5.7. KÜLTÜR BİLİMLERİ İÇERİSİNDE METOT KAVGASINA WEBER’Cİ ÇÖZÜM .............................................................................................. 594 5.7.1. Weber’de İdeal Tip ....................................................................... 594 5.7.2. İdeal Tipin Epistemolojik Konsepti .............................................. 596 5.7.3. İdeal Tipin Metodolojik Fonksiyonu .............................................. 598 5.7.3.1. Genetik Kavram Olarak İdeal Tip .......................................... 599 5.7.3.2. Bulgusal ( Heuristisch ) Araç Olarak, İdeal Tip ................... 599 5.7.3.3. Sistematikleştiren Araç Olarak İdeal Tip ............................... 600 5.7.3.4. Hipotez Oluşumunun Kılavuzu Olarak İdeal Tip .................. 600 ix 5.7.3.5. Terk Edilmeyen Fonksiyonu İtibarıyla, İdeal Tip ................... 601 5.7.4. İdeal Tipin İki Temel Türü ........................................................... 601 5.8. MAX WEBER’ İN İDEAL TİPİK İNCELEME YÖNTEMİ..................... 603 5.9. KAPİTALİZM RUHU VE PROTESTAN AHLAK ................................. 609 5.10. EKONOMİK VE ETİK İLİŞKİSİNİN AMAÇSAL-RASYONEL ANLAMDA FESHEDİLMESİ .............................................................. 617 5.10.1. Sombart’ın Etik Milli Ekonomi Eleştirisi ...................................... 623 5.10.2. Weber’de Etik Ve Değer Yargısı kavgası .................................. 630 5.10.3. Schmoller’in Tepkisi ................................................................... 659 5.10.4. Menger’de Bilimin “Değer Yargısı” Özgürlüğü ........................... 660 SONUÇ .......................................................................................................663 KAYNAKÇA ...............................................................................................693 GİRİŞ Bu çalışmanın amacı: Tarihçi Okulun düşünce yönünü tanıtmak ve bugünkü araştırmalara olan etkilerini ve yansımalarını ortaya koymaktır. Tarihçi okul kavramı, 19. yüzyılın ortasında ortaya çıkmış bir araştırma yönüdür. Özellikle Klasik öğretiye karşı eleştirileri ile ön plana çıktılar ve modern kurumsal iktisadın öncüleri olarak gösterildiler. Etki alanı daha çok Almanca konuşulan alanda görüldü. Tarihçi Okul, sanayileşme sürecinde geniş halk kitlelerinin yoksullaşması gibi sosyal sorunlarla, yani özellikle pratik problemlerle ilgilenmiş, temsilcileri pratik bilimlerle uğraşarak güncel sorunlara çözüm getirmeye çalışmışlardır. Bunun dışında akademik alanda iki önemli tartışmanın başlatılmasına neden olmuşlardır. Bunlar, tümdengelim ve tümevarım araştırmalarındaki gereklilik ile ilgili yöntem kavgası Methodensterit; ikincisi ise, iktisadın ne kadar normatif olabileceği ile ilgili değer yargısı tartışması Werturteilstreit tartışmasıdır. Bu Okul, belirli görüşlerle ilgili çatışmış olsa da, değişik temsilcileri tarafından kuvvetlendirilmiştir. O yüzden ekonomik gelişim konusunda tüm temsilcileri kapsayan ve hepsi tarafından kabul edilen bir metottan söz etmek mümkün değildir. Yine de Tarihçi Okul akımını üç gruba ayırmak mümkündür. Birinci kuşak temsilciler, Wilhelm Roscher (1817-1894), Bruno Hildebrand (1812-1878) ve Karl Knies (1821-1898)’tir. İkinci kuşak akımın öncüsü Gustav Schmoller (1838-1917)’in yanında, Gustav Friedrich von Schönberg 1917) ve Ljo Brentano (1839-1908), Adolph Wagner (1835- (1844-1931) tarafından perçinlendi. İkinci kuşak Tarihçi Okul 1883 yılında Carl Menger (1840-1921) tarafından yayınlanan “Untersuchungen über die Methode der Socialwissenschaften und der Politischen Ökonomie” çalışmasıyla başlatılan metot kavgasıyla önem kazandı. Son bölüm olarak, özellikle Werner Sombart (1863-1941), Max Weber (1864-1920) ve Arthur Spıethoff (1873-1957) tarafından öne çıkarılan üçüncü kuşak Tarihçi Okul ele alınıyor. Tarihçi Okulun tek tek ele alınan akımları ana temsilcileri ve temel bilgilerinden sonra iktisat bilimi araştırmalarına olan etkileri de ele alınacaktır. BİRİNCİ BÖLÜM TARİHÇİ OKUL’UN DOĞUŞU Ekonomi bilimi 1800 yıllarda Avrupa’da, kendi içinde, bir bilim olarak kabul görmüyordu. Alman üniversitelerinde felsefe, hukuk bilimi ve doğa bilimi fakülteleri hâkimdi. Ekonomi burada daha çok hukuk bilimi ya da felsefe ile ilişkili olarak gelişiyordu. Öncüleri hukuk biliminin bir alt bölümü olan Kameralizm ve Ulusal Bilim’di. Bu iki bilimin bağlantısından daha sonra Almanya da ekonomi, devlet ve kamu yararı önem kazandı. İktisat bilimi, sadece bireysel olarak değil, ulusun ekonomisi olarak kabul gördü Ondokuzuncu yüzyılda hüküm süren ekonomik öğreti şüphesiz Adam Smith (1723-1790), Davic Ricardo (1772-1823) tarafından oluşturulan Klasik öğretiydi. Kendi çıkarı için çaba harcayan insan resminden yola çıkarak oluşturulmuştur –homo economicus. Buna ek olarak her bireyin kendi çıkarı için genel rahatlık ve mutluluğu yükseltme tezi ve bu rolden kendini sıyırarak ekonomik bölgelerden kendini geri çekmesi gereken devlet, unsurlar arasında yer almaktaydı. Klasik öğreti, rekabetçi bir ilişkiden ekonomik alanlar arasındaki ilişkilerden ve otomatik tahsisin doğal düzenin etkisinden yola çıkarak ilerlemiştir.1 Doğal düzen tarafından oluşturulmuş bu olgu, insan resminin değişken etkili faktörlerine sırt çeviriyordu. Hedef, insanoğlunu doğal yaşamda nasılsa o şekilde görmektir. Kendi çıkarını gözetme isteği toplumda varoluş teminatı, refah düzeyinde artış ve kabul görme isteği doğuştan beri mevcut ve zaman-mekân gözetmeksizin bağımsızdır. Milli ekonominin,birinci kuşak Tarihçi Okul’u 19.yüzyılın ilk büyük sosyal akımıdır. Bu akım tarihsellik –sosyolojik halk kavramını oluşturup şekillendirecektir. İlk sosyo –kültürel yapı taşları ise “tarihselliktir.” Bununla birlikte düşünce idealizmden çıkmıştır ve oluşmakta olan sosyal bilimlerin içine sokulmuştur. Bu büyük hareketliliğin içerisinde “özel” olanın Alman ulusal ekonomisi sürekli varlığını sürdürebilmenin kavgasını vermiştir. Tarihselliğin ideallerini bağlı bir biçimde, teorinin mutlakıyetine ve tarihsel 1 Recktenwald, Horst, Ethik, Wirtschaft und Staat, Darmstadt,1985,s114 3 yansımanın nisbiliğine karşı savaşmıştır. Bundan sonra ise, zaman kavramı aşımı olmayan teoriler aramak yerine tek tek hayat şekillerinin oluşumu ile ilgilenmiştir. İktisat doğal bir hadise değildir. Daha çok dış iktisadi sosyal, politik, milli, tarihi faktörlerle meydana gelen bir kültür gerçekliğidir. Sadece tümevarımsal nitelik taşır. Tarihsel yansımaların kapsamlı karşılaştırılması bu bakış açısının temel enstrümanı haline gelir. Halkın yaşantısına yoğunlaşma ve ona özgü iktisat ile sosyal yorum, Tarihçi Okulu sistematik içerisinde Klasik ekonomik liberalizm karşıtı olmasını sağladı. Böylece Nipperdey’e göre, Alman bir cisim haline gelmiştir.2 Bu dönemde geniş bir tarihçi hareket görülmüştür. Herder, Goethe, Grimm, Schlegel, Savigny, Hegel ile Ranke gibi isimlerin tarihçi hareketi derinden ve bilinçaltına inecek şekilde toplumu etkilemiştir. Tarihçilik çok anlamlı, parlayan bir slogandır. Öyle görünüyor ki bu oldukça muğlâk ve bilinen tüm farklı anlamlarla akrabadır. Bu kavramın kullanımında o kadar büyük bir karmaşa var ki tam olarak bu kavram altında ne anladığını anlamayan biri bu kavramı kullanmamalıdır.3 Tarihçiler, insani kuvvetlerin genel gözleminin yerini, bireyselleştiren gözlemin alması sonucu ortaya çıkar. Bu tabii ki tarihçiliğin artık genel kanunsallıkları ve tipleri aramaktan vazgeçtiği anlamına gelmez. Bunun ötesinde iddiası doğrultusunda araştırma yapılmalı ve bireyselliğe yönelik bir his geliştirerek bu araştırmanın içinde eritmelidir.4 Bireyselleşmeyi hissedebilmek demek, canlı olanı hissedebilmek demektir. Goethe’nin anlatımıyla, geçmişten geleceğe tükenmez ve kendine öz biçimde akıp giden bu nefes, genel anlamıyla tarih anlayışı demektir. Sadece hayatı dönüşebilirliği içinde görebilmek ve anlayış göstermek, sadece özelliklerin itinalı bir gözlemi nesnenin hakiki doğasını tanımamıza yardımcı olur. Bu hakikat “akıl almaz bir orjinalite içerisinde bir anda karşımıza çıkan reel ruhtur.” Gerçek teori daha yüksek bir prensipten elde edilemez ve sadece 2 Nipperdey Thomas,1983,Deutsche Gesichte,band1;1800-1866 s.345 Heussi, K, Die Krise des Historusmus, Tübingen 1932,s.1-21 4 Meinecke, Frederich, Die Entstehung des Historusmus, München,1959 s.1-5 3 4 hayatın hakikatinden çıkartılabilir; özel olandan soğukkanlı ve dikkatli bir şekilde, genel olanın mertebesine çıkmak.5 Marburg Profesörü Friedrich C. Savigny , Tarihçi Hukuk Okulunu tarih biliminin metodolojik alanında büyüyerek başka bilim dallarına ulaşması olarak görüyordu.6Birçok ekonomist bu metotları ekonomik ve sosyal süreçlere genişleterek, tarım ve ticaretin gelişimiyle ilgili sorularla meşgul oluyordu. Bu,Tarihçi Okulun odak noktasıydı. Milli Ekonominin “Tarihçi Okullarını” ancak geniş bir çerçevede, bilimsel olarak düzenlenmiş şekilde baktığınızda anlayabilirsiniz. Bu ruhi harekete kısaca “tarihçilik” denir. 7 Tarihçi Okul devlet, toplum ve iktisat üzerine olan mütalaasını, kısmen Klasik öğretinin bireysel görüşüne ve soyut izolasyoncu metoduna tezat oluşturacak şekilde, soyut ile zaman üstü iktisadi kanunların ret edilmesi sonucu geliştirmiştir. Böylece iktisadi yansımaların bilgilenmesini, onun tarihsel oluşumu üzerine kurgulamak istemiş ve bunun sonucu olarak tüm aceleye getirilmiş genelleştirmeleri ret etmiştir. Çünkü tüm ampirik gerçeklikler, toplumsal bağlamda araştırılmalı ve tanımlanmalıydı. Bunun ötesinde hukuk, maneviyat, töre, politik organizasyonlar, alışkanlıklar gibi tüm iktisat dışı faktörlerin, iktisadi yansımalar üzerindeki etkileri dikkate alınmalıydı. Tarihçi Okul için iktisadi yansımalar, tarihsel gelişimlerin bir ürünüdür. Tarihçi Okulun en önemli öncüsü Romantik Okul olmuştur. O’nun ana temsilcisi olarak Adam Müller Ritter von Nittersdorf (1779-1829) ve Carl Ludwig von Haller (1769-1854) gösterilebilir. Bu Okulun ana noktası toplumu bir organizma olarak görmesi ve bu organizmanın devlet tarafından yönlendirilip korunması inancıdır.8 5 Romantik Okul, o zaman hüküm süren Leopold von Ranke, Das politsche Gesprach und andere Schriften zur Wissenschaftslehre,Halle1923, s.17 6 Savigny, Friedrich Carl von Vom Beruf unserer Zeit für Gesetzgebung und Rechtswissenschaften, Heidelberg,1814, s. 23. 7 Menger, Die İrrthumer des Historusmus in der Deutschen Nationalökonomie,1884,7.mektup, s.34-35 Milli Ekonomik alanda tarihçilik gibi bu denli geniş bir alana yayılan yansıma, ancak evrensel nedenin bir sonucudur. 8 Winkel, Harald, Die deutsche Nationalökonomie im neunzehnten Jahrhundert, Darmstadt 1977s.36 5 Klasik öğretiye karşı kesin bir duruş sergiliyordu.9 Karşı olduğu bir başka düşünce biçimi de doğal hukuk düşüncesi ve Locke’nin sosyal sözleşmesiydi.10 Homo economicus’un kişisel çıkar anlayışına karşı devlete toplumsal görevler yüklenmiştir. Katolik Okul, sosyal devlet sınıfını destekliyordu ve bu sosyal devlet sınıfı monarşist yöneticisi derebeylik ilişkilerini idare ediyordu. Yöneten ve yönetilen arasındaki anlaşma toplum anlaşmasının tamamını kapsıyordu ve özgürlük bir ayrıcalık halini 11 alıyordu. Halk ekonomisinde bu rekabetçi bir düşünceden ayrılıp işbirliğine ve devlet kontrolüne yöneliyordu. Klasiğe olan eleştiri sadece toplumsal teorik üstyapısına yönelik olmayıp, bilgi almadaki verimliliğini de sorguluyordu. Müller, Smith’in yalıtımsal soyutluluğuna karşı gelerek 12 sosyal görünümlerin kılınabilineceğini savundu. tarihçi 13 kontekstler içerisinde anlaşılabilir Smith’in ortaya attığı anlama yetisi diye bir şey yoktu. Tarihçi Okulun amentüsü olacak bir kritik noktasıydı bu. Diğer önemli akım da özellikle Friedrich List (1789-1846) ve Heinrich Luden (1780-1847) tarafından temsil edilen ulusal politik ekonomiydi. İsminden de anlaşılacağı gibi bu akımın temsilcileri ve üyeleri toplumsal düşüncelerle meşgul olmaktan çok gelişim politikasıyla ilgileniyorlardı. Klasiğe olan eleştirileri de ulusal servetin kurulmasında yetersiz tavsiyelere ve anlama yetisinin metotlarına karşıydı.14 Luden de List gibi bir ulusun zenginliğini başarılmış şeylerle değil, potansiyel olarak bir ulusun ruhsal ya da üretken güçlerinde görüyor. Serbest ticaret bu durumda ulusal çıkarların yaralanmasından başka bir işe yaramadığını savunmuştur. 9 Recktenwald, Horst, 1985,s 115 Lieber, Politische Theorien von der Antike bis zur Gegenwart Band 299 derStuchen zur Geschichtliche und Politik, Boon,1991, s,197. 11 Brandt, Karl, Geschichte der deutschen Volkswirtschaftslehre, Band 2, Vom Historismus zur Neoklassik, Freiburg,1993,s.27 12 Stavenhagen Gerhard, Geschichte der Wirtschaftstheorie 4.Auflage Göttingen 1969, s. 192 13 Brandt, 1994, s. 27. 14 Stavenhagen Gerhard, 1969, s. 193 10 6 1.1. TARİHÇİ OKUL VE ÖNCÜLLERİ Tarihçi ulusal ekonomi literatürü genel olarak birinci kuşak Tarihçi Okulların öncüleri konusunda birbirinden ayrılıyor Burada en çok Romantik ulusal ekonomi öncülerinden söz ediliyor. Özellikle Adam Müller ve Friedrich List, hiçbir akıma atfolunamıyor. Winkel, Romantik ve List’in yanında başka ulusal ekonomistlerden de söz ediyor. Roscher, Knies ve Hildebrand’tan bir okul bağlamında bahsetmenin mümkün olup olmadığı tartışılır bir durumdur. Mark Blaug, birinci kuşak Tarihçi Okulun ortak paydalarını listelemiştir: 1. Ekonomik inceleme metot ve amaçlarının açık bir biçimde ifade edilmesinin tözsel doktrinlerin gelişiminden daha önemli olması, 2. Bütün ekonomik gerçeklerin göreceli ve belli bir ulusal ve tarihsel duruma bağlı olduğu ve dolayısıyla ekonominin geçmişin bir eleştirisi olarak ilerlemesi gerektiği, 3. Ekonomik gelişmenin biyolojik gelişmeye benzediği ve sosyalizmin yayılmasını durdurmak, 4. Çalışan sınıfa yardım etmek için bir dizi sosyal politikanın uygulanması gerektiğini vurgular. Schumpeter, okul terimini kesin bir sosyolojik fenomen olarak tanımlar ve bu üçlünün bakışlarının ne okul oluşturacak kadar benzer ne de başka çağlardan gelen ekonomistlerden farklı olduğunu söylemektedir. Pearson ise, birinci kuşak Tarihçi Okulun varlığını reddeder ve Roscher’in bir pazarlama harikası olduğunu söyler. ErikGrimmer-Solem, okul kelimesinin farklı kullanımlarının Tarihçi Okul içinde nasıl kullanıldığının detaylı bir analizini yapmaktadır.Tarihçi Okul kelimesini belirsiz ve aşırı yüklü olduğunu savunarak sistematik eleştirel bir çalışmada bir işe yaramayacağını söylemektedir. Grimmer-Solem, “tarihçi ekonomi” kavramını kullanmayı tercih etmiştir. Klasik ulusal ekonominin yatağından, Tarihçi Okulun öncüsü olarak gelen “19. yüzyılın ilk yarısındaki” neredeyse tüm ulusal ekonomi yazarlarında Tarihçi Okula yönelik yorumlanabilir işaretler ya da yaklaşımlar 7 görülebiliyor.15 Rieter, Tarihçi Okulun öncü alanını geniş tutuyor. O’nun düşüncesine göre Tarihçi Okul, devlete yaklaşımından dolayı, merkantilizm ve kameralizmin Alman varyantını; devlet anlayışından dolayı Hegel ve Fichte’yi de dâhil ediyor. Ek olarak Winkel’in referansı altında devletçi ve normatif-etik düşünceye yabancı olmadığından dolayı liberal Alman ulusal ekonomisinden de bahsediyor. Yani “hem merkantilistik –kameralistik ve idealistik- romantik, hem de kritik-klasik kaynakların16 eski ve daha yeni Tarihçi Okullara olan etkileri farklı şekilde karışık ortaya çıktığından dolayı önemliydi. Asıl tarihçi ulusal ekonominin başlangıcı olarak Tarihçi Okul kabul ediliyor. Winkel, zamansal olarak bunu 1843’ten 1870’e kadar olan döneme konumlandırıyor. Burada hareketin ağırlığını ilk on yıl olarak kabul ediyor ve bir dizi benzerliği vurguluyor: Öncelikle tümevarımla değişmesi gerektiğini düşündüğü, Klasiğin tümdengelim metodunun karşıtlıklarından söz ediyor.17 Ayrıca Klasik faydacılığı kabul etmeme konusunda bir fikir birliği oluşuyor. Faydacılığın yanı sıra başka davranış motifleri de dikkate alınıp;18 genel ve zaman dâhilinde olan geçerliliğin kanunlarına sırt çeviriyorlar. Çünkü belli tarihçi durumlara dayalı doğrular vardır.19 İkincil literatürde Tarihçi Okulun temsilcilerinin bulunduğu grup çok açık biçimde tanımlanmıştır. Bu grupta; Winkel, Wilhelm Roscher, Bruno Hildebrand ve Karl Knies’ten söz edilmektedir.20 Kruse; Roscher, Hildebrand ve Knies’in oluşturduğu grubun dar anlamda bir Okul olarak kabul görülebileceği kanısındadır. Bununla, düşüncelerinin tarihçi araştırma ve incelemeye uyarlanmadığı ve bu yüzden bilimsel olarak etki göstermediğini söylemeye çalışmaktadır.21 Rieter, birinci 15 Winkel,1977,s.133 Rieter,H;HistorischeSchule, S127ff, inİssing, O, (Hrsg.), Geschichteder Nationalökonomie 3, Überarbeitete Auflage, München,1994, s. 137 17 Winkel, 1977 s, 74-98. 18 Tümevarım metodu Schachtschabel tarafından da öne çıkarıldı, Lehrmeinungen a.a.O., s. 137. 19 Winkel, 1977 a.a.O., s. 99; vgl. Kruse, O;Wirtschaftslehre und Ehtik, in derselbe, Zur Theorie des Wertes, Eine Bentham-Studie, Halle,1901,s161-63 20 Winkel,1977, s. 92-99; 21 Kruse, 1901, s. 164; Winkel buna dikkat çekiyor, Nationalökonomie a.a.O., s. 99; vgl aynı zamanda Rieter, Historische Schulen a.a.O., s. 138; Schumpeter tarihçi okulun Schmoller’le başladığına inanıyor, çünkü birincisi, eski okul düşüncelerini uygulamaktan yoksun, ikincisi ise hala felsefi tarih eğilimleri takip ediyordu ve bu yeni okul ile birlikte ortadan kaldrılacaktı, vgl. 16 8 kuşak Tarihçi Okulun başarılarını daha olumlu olarak değerlendiriyor, çünkü O’na göre tarihçi bir pozisyondan bakıyorlar. Tek taraflı hedonistik insan resmine yöneliyor ve tüm ekonomi yasalarına ve göreceli gerçeklere karşı durduğunu söylemektedir.22 Bu çalışma çerçevesinde bu gruba daha büyük bir değer yüklemenin mümkün olmadığını savunuyor. Roscher, Hildebrand ve Knies’in aralarında birçok farka rağmen bu üç isim, genel olarak Tarihçi Okul’un birinci kuşağı olarak isimlendirilir. Çünkü Roscher, Hildebrand ve Knies’in Klasik Okula karşı tutumları ve beslendikleri damarlar birbirine çok benzerdir. 1.2. ADAM MÜLLER’İN ZAMANININ KÜLTÜRÜNE BAKIŞI Almanya’da 19.yüzyılın ilk yarısında Aydınlama düşüncesine ve sanayileşmenin getirdiği problemlere karşı Romantik akım doğmuştur. Romantik akımın çıkış noktası her ne kadar edebiyat olsa da çok geçmeden bu akım hayatın pek çok alanına nüfus etmiştir. Fakat bu akımın özü edebi ve sanatsal olmaktan öte felsefi olmuştur. Romantik akım, tam olarak tanımlanması güç olan, daha ziyade hissedilmesi mümkün olan bir akımdır. Bu akımda Alman Geist’inin Orta Çağda şeklini almış ilk formuna dönme çabası vardır. Romantik akımla, bir önceki yüzyılın aydınlanma dönemi, çok süratli şekilde tersine döner. Bu durumu Avrupa uluslarının pratik hayatlarında gözlemek mümkündür. Fransız evrensel monarşisine, doğal bireyselliklerini korumak ve geleneksel devlet hayatı organizasyonunu savunmak amacıyla karşı çıkılmıştır. Böylece ruhi kültür alanında soyut kavramların ve sübjektif inanışlara karşı, çok farklı şekillerde olan natürel gerçeklik kullanılmıştır. Eleştirel anlayışa karşı ise duygu ve ruh ileri sürülmüştür. Ayrıca tekil istemin yaratıcı gücüne karşı bireyin çeşitli toplumsal formları altındaki tam Schumpeter, Epochen a.a.O., s. 100; Sonraki çalışmalarında da bu grubu kendi anlayışı içersinde bir okul olarak görmüyordu çünkü içerik olarak bir birlik oluşturmuyordu ve çevresiyle arasında büyük bir fark vardı, vgl. ders., Geschichte der ökonomischen Analyse, Bd. 2, Göttingen 1965, s. 987f. 22 Rieter,H;Historische Schule,S127ff,inİssing,1994,s.138 9 adanmışlığı geçerli kılınmıştır. Daha önce insani değerlendirme ile ölçülenler artık yüksek dünya kudretinin dokunulmaz görüşü olmuştu. Daha önce doğal ve berrak görünen artık olağanüstü ve doğaüstü olarak değerlendiriliyordu. Felsefi kurgunun üstüne bir tarihsel gelişim şart konmuştu. Ve aynı şekilde şimdiki zamanın üzerine geçmiş yerleştirilmişti. Hatta genel insani olanın üstüne halkçı olan oturtulmuştu. Böylece Almanya’da edebiyatta eleştirel olan ‘Strum ve Drang’ akımından sonra Romantik akım gelmiştir. Bu dönem dini rasyonalizm dönemiydi. Kant’çı felsefeden ortaya çıkmıştı. Pozitif Hıristiyanlık öğeleri içeren ve çoğu kez mistik bir dini bakış olan bir periyot. Politik alanda ise, dünya vatandaşlığı anlaşması ve bunu yapılandırma teorileri söz konusuydu. Bu ise Haller’ci prensiplerin egemenliği anlamına geliyordu. Felsefi alanda ise bu yön daha ziyade Schelling’in doğal felsefesine yoğunlaşmıştı. İlginç olan ise ekonomik bilimde, bir önceki yüzyıldaki aydınlanma prensibine karşı bu denli çabuk ve şiddetli bir tezatlığın oluşmasıydı. Hatta zamanın ruhunun bu dönüşümünde Smith Okulunun egemenliği hem devlet adamları, hem de üniversitelerde devam etmiştir. Bununla ilgili Jacob Wagner’in tamamıyla izole olarak kalmış felsefi şeması bir istisnayı teşkil etmiştir.23 23 Wagner, Der Staat,1815,Würzburg adlı eserinde zümreler üzerine olan bölümde s.156 politik ekonomiye değinmiştir. Ona göre zümrelerin prensibi işgücüdür. Ve zümrelerin ayrışması ise iş bölümü üzerinden gerçekleşir. Toplam Çalışma Devlet İşi Ticaret zanaat Toprak İşçiliği Toprak İşçiliği Maden İşçiliği Ormancılık –Ziraat Faaliyeti Hayvancılık Zanaat İşçiliği Gıda Giyim Barınma El Aletleri Buradaki düşük zümreyi üretici zümreler oluşturur. Diğer ikisi ise yüksek ve düzenleyici zümrelerdir. Bunlar tekil iktisatlardan yola çıkarak toplam iktisadı meydana getirirler. Ticaret içinse aşağıdaki şema geçerlidir. Ticari Faaliyet 10 1.2.1. Adam Müler (1779-1829) Adam Müler 1779’da Berlin’de doğmuştur. Prorestan bir aileden gelmekle birlikte 1805’de Viyana’da Katolik kilisesine kabul edilmiştir. Bir ara bir Alman Prensine özel hocalık yapmıştır. İlk eserini 1804’te yayınlamıştır. Die Lehre vom Gegensatz. Ancak Müller esas eserini 1809’da Elemente der Staatskunst (Devlet Sanatının Unsurları) yayınlamıştır. Tarihçi anlayışın ilk öncüsü olarak, Romantik akımın kurucularından Müller kabul edilir. Müller’e göre, devlet içindeki iktisat, hukuktan sonra en önemli bölümü teşkil eder. Özgürlüğün karşıt özgürlük ile çatışmasında ve başkalarından bağımsız olma kavgasından canlı kanunlar oluşmuştur. Aynı şekilde ihtiyaç ile karşıt ihtiyaç kavgasından ilerleme faaliyetleri ve çalışması ortaya çıkar. Halkın ekonomisi bu şekilde oluşur. Fakat her ekonomik faaliyet sadece devletin bir organının eylemi olarak değerlendirilmelidir. Bunun içinde Milli iş gücü, Milli istemin tatmini ve Milli prodüktivite gerçekleşir. Milli servet üretilen malların kitlesel büyüklüğünde değildir. Bu servet kişilerde ve nesnelerdedir. Bireysel özelliklerinin yanında ne kadar politik ile burjuva özelliklerine geliştirmişlerse, Milli servet o derece yüksektir. 24 Milli prodiktivite ise burjuva karakterinin dörde ayrılmasıyla ve toplumsal birlikteliğin derinleşmesiyle ilgilidir. Bu şekilde her tekil üretime sürekliliğin garantisi verilmiş olur. Saf gelir büyüklüğün tamamıyla aynı kalması durumunda, Milli prodiktivite ve Milli servet hem ilerleyebilir hem de gerileyebilir. Satın Alma Ürün Para Feodal Egemen Dörde bölünmüş olan bu ‘devlet çalışma’ şeması aynı zamanda, tüm zümreleri kendi içinde kapalı halkın bir bağımsız gıda sistemini şekillendirmek görevini üstlenmiştir. Böylece ulus hayatında olan şans faktörünü ortadan kaldırmak istemiştir. Amacı ise hem fakirliğin hem de zenginliğin oluşmasını engellemektir. Ayrıca kabul gören özel hayatın ötesine geçen her şeyi ulusa mal etme esas alınmıştır. Bunlar tabiatı itibarıyla sosyalist fikirlerdir. Wagner’e göre, mülkiyet dağılımı zaman zaman tekrardan baştan dağıtılmalıydı. Bu şekilde Wagner’e göre, halkın arasında bir fakir bulmak mümkün olmayacaktı. 24 Bu noktada önemli olan aynı zamanda kişisel değerlerinin yanında toplumsal değerlerinde geliştirilmiş olmasıdır. Çünkü bunun aracılığı ile milli istemin nesnesi haline gelirler. 11 Müller Smith’in serbest ticaret fikrine ilk karşı çıkanlardandır. O,ulusal bir iktisadi sistemi savunmuştur. Bireydeki iktisadi kazanç güdüsü toplumu parçalayan bir etkendir. Bu nedenle Orta Çağ’ın değişmeyen kurumlarına dönmek daha iyidir. Müller’in üretim anlayışı da devletten bağımsız değildir. Bu anlayışta devlet bir tür ilk muharrik rolü üstlenir. Eğer devlet üretmeyi keserse, o zaman otomatik olarak, daha az üretken olan bütün güçler de işlevsiz kalır. 25 Esas zenginlik devlet tarafından üretilir. Ona göre, Smith kendisini sadece mübadele değeri taşıyan mallara hasretmekle devletin içinde zenginliği doğuran gücü incelemeyi ihmal etmiştir.26 Elementen der Staatskunst (1809) adlı eserinde Klasik Okulun ‘soyutlayıcı metoduna’ karşı çıkmış ve bunun yerine ekonomi – politik kuram için “etik – organik” bir yapılanma talep etmiştir. Etik – organik görüşün bilgilenmesi ise, bir ulusun kültür hayatının birliği ve düşüncesinden bunun gerekliliğinden oluşmalıydı. 27 Müller Klasik teoriye, sadece bireysel fayda teorisi ve özel ekonomik anlayıştan başka hiçbir şey üretmediği için ve Klasik teoriye manevi gücün birikimlerini, ilerlemenin ve üretimin gerçek kaynağı olarak kabul etmediği için karşı çıkmıştı. Zira ekonomi-politik bağımsız iktisadi sübyelerin yığışması olarak değerlendirilemez ve ayrıca tekil ekonomilere karşı bütünselliği temsil eder. Bunun neticesinde Müller’de, bir ulusun “ üretici kuvvetleri “ onun iktisadi geleceği dikkate alınarak, salt üretici rolünün dışında bir değer taşıdığına dair düşünceye de rastlamak mümkündür. Bu “ üretici kuvvetler” fikri ve bunların gelişimi, Müller’in kuramında merkezi bir rol oynar. Çünkü hem toplum, hem de ekonomi – politik tüm şartların karşılıklı etkileşimi ilişkisi içersinde, sürekli hareket ve gelişim halindedir. Bunun sonucunda yan yana dizilmiş olan iktisadi yansımalar, ancak noksan bir şekilde yakalanabilir. Müller’in “ Versuch einer neuen Theorie des Geldes mit besonderer Berücksichtigung auf Grossbritannien” adlı eserinde vurguladığı gibi, zamanı ve hareketi, ekonomik bağlam 25 Müller, Elemente der Staatskunst 1809, 2.s.7-256 Müller,1809,1.s.375 27 Bununla ilgili Jakop Baxa, Adam Müllers Philosophie, Asthetik und Staatswisssenschaft, Berlin 1929. Kitabın içersinde aynı zamanda Müller ‘ in iktisadi kuramının bir sunumu mevcuttur. 26 12 içersinde değerlendirmek ve rakamsal görüşlerin yerine canlı ile natamam bir devlet iktisadı resmi oluşturmak gereklidir. Müller bu şekilde statik gözlemin yerine dinamik gözlemi ikame etmiş ve bunun toplum – ile iktisadi hayatın organik bir şekilde ele alınmasının bir neticesi olduğunu ifade etmiştir. Burjuva topluluğu için tüm kişilerinin veya nesnelerin bir değer ifade etmesinin özelliğini Müller para olarak tanımlar.28 Bu durumda kıymetli taşlarda, diğer nesneler gibi sadece kendi özelliklerini taşırlar ve paranın karakterine sahip değiller. Fakat insanın kendisi kamusal çıkar ve refah için teknik ile ruhi kabiliyetleri geliştiği oranda sürekli olarak daha yoğun bir şekilde para haline gelir. Burada Müller kullanım ve takas değeri tanımlaması yapar. Bu tanımlama Smith versiyonundan farklıdır. Kişi ile nesne üzerine eşit ağırlıktadır. İlk değer bireysel değerlerdir. İkinci değer ise toplumsal veya politik değerdir. Para bir ulusun bireylerinin bir nesne üzerinde anlaşmalarıdır. Kelimenin tam anlamıyla tüm değerlerin ve malların ölçüsü paradır. Her türlü üretimin temelinde dört element vardır. Toprak, işgücü, fiziksel sermaye ve ruhi sermayedir. Mülkiyet fen kanunlarına bağlı bir şekilde durağanlaştıran ve süreklileştiren elementtir. İşgücü hareketli elementtir. Sermaye elementi ise tüm geçmişi temsil eder ve ilk iki elementin özelliklerini üzerinde taşır. Hem hızlı bir şekilde hareketlendirir, hem de hızlı bir şekilde durağanlaştırır. Diğer yandan bu dört element aynı zamanda ailenin elementleriyle örtüşür. Bu ise zorunlu olarak her ulusun normal ekonomik hayatının aktığı dört temel iş koluna götürür. Üretici olan tabiat dişisel prensibe denk düşer ve asalete uzanır. İşgücü ise erkekçi prensip ile uyuşur ve burjuvaziye götürür. Fiziki sermayenin ticari zümre tarafından işletilmesini ise gençlik temsil eder. Ruhi sermayeyi ise, yaşlılık temsil eder. İktisadi ulusal hayatın elementlerinin bu farklılığı neticesinde milli işbölümü gerçekleşir. Bu yüzden bunların arasında ölçülü bir oransallık ve canlı bir karşılıklı etkileşim gerçekleşmelidir. Bu şekilde bölünmüş olan işgücü daima organik bir bütün haline gelir. 28 Para ile ayrıca diğer bireylerle temasa geçme olanağı mevcuttur. 13 Maalesef yeniçağın başlaması ile Hindistanlıların denizlerden ve Romalı ile Yunanlıların topraktan çıkmalarıyla sonun başlangıcı gelmişti. Barutun, matbaanın ve pusulanın bulunmasıyla, sonsuz fiziksel sermaye gelişmeye başlar. Böylece ekonominin gerekli harmonisi ve içsel bağlantısı ise kaybolur. Yan yana duran çalışma fonksiyonlarının ayrışması tüm işlerin ruhu haline gelmiştir. Fiziksel sermayenin üstünlüğü tüm çalışma şekillerini mekanik bir fonksiyona indirgemiştir. Doğası gereği aile içinde miras yolu ile devredilmesi gereken toprağa, basit bir sermaye muamelesi yapılmıştır. Bunda amaç toprağı bölerek tüm eski gerekliliklerinden kopartmaktı. Kısaca nesnelerin tek yönlü gerçekleşmesi söz konusudur ve bunun varlığını Smith tasvir etmiştir. Onun ardından gelenler ise, yani zamanının moda Ekonomistleri, nesnelliğin ekonomik doğal gidişatı nedeniyle bunları harcamak isterler. Fiziki sermayenin diğer bütün elementler üzerine olan üstünlüğünün bir kazanımı vardır. Bu durum insani faaliyetlere sonsuz yol açmıştır. Hem eski Hıristiyan Avrupa’yı çevreleyen hem de Hıristiyan Avrupa’yı eski Yunandan ayıran bariyerleri ortadan kaldırmıştır. Fakat Milli birlik hissinin kaybı ve tüm politik hayatın soysuzlaşması korkunç bir bedel olarak karşımıza çıkar. Bu bedel gelecekte katlanarak büyüyecektir. 29 Günümüz Milli Ekonomisinin görevi elementlerin ve zümrelerin doğal dengesini tekrar kurgulamaktır. Herkese tekrar eski doğal hakkını teslim etmektir. Özellikle ruhani sermayeyi, Avrupa’da ruhani dünya kudretini tekrar tesis ederek yeni ve sonsuz büyüklükte bir ışıltıya dönüştürmektedir. Müller bu şekilde yeni ve bilinçli bir ortaçağa ulaşmayı hedefler. Onun düşüncesindeki ortaçağ mükemmel şekillenmede olan bir yapılanmadır. 1.2.2. Müller’in Devlet Üzerine Görüşü Müller, Romatik Okul’un etkisinde kalarak, devleti insani faaliyetlerin bir toplamı ve bu faaliyetlerin yaşayan bir bütün oluşturacak iç ahengi olarak 29 Müller,1809,1,s.96-98 14 algılamıştır.30 Müller’in Smith’ci sisteme yönelik eleştirisi, ekonomik teorinin bireysel faaliyetlerden değil devletten yola çıkması gerektiği tezinden itibaren başlar. Buna göre, ekonomik teori Milli ortaklık kökenli olmalıdır. Öncelikle bir devlet öğretisi oluşturulmalıdır. Bu aynı zamanda ruhi nitelikleri olan ortaçağın ile klasik eski çağın politik prensiplerini içeren bir kombinasyondur.31 Müller klasik eski çağdan kavramları ve görev tanımını alır. Ortaçağdan ise devlet içeriğini almıştır. Müller’de devlet, gerek iktisadın gerekse topluma dair her şeyin üstündedir. Her şey devlete göre açıklanır. Smith’de kamu yararı sadece bir yan ürün iken Müller’de devlet önce gelir. Bireyin önemi devletle olan ilişkisi içinde ortaya çıkar.32 Devlet sadece bir hukuk bürosu veya insani kültürün özel bir dalı değildir. Bunun yerine insani meselelerin tamını kapsar. Ve kendi kendinin amacıdır. Devletin içinde aile hayatı, bilim ve insani ruhun tüm ürünleri oluşmalıdır. Müller bu konuyla ilgili şunları ifade eder: ‘Eğer devleti ve toplumsal birlikteliği artık hissetmiyorsa, hiçbir şeye sahip değildir. Devlet tüm ihtiyaçların en önemli olanıdır. Devlet kalbin, ruhun ve canın ihtiyacıdır. İnsan devlet olmadan duyamaz, göremez, düşünemez, hissedemez ve sevemez. Kısaca insan devletin dışında düşünülmez. 33’ Aristo’daki bireyi ancak devlet içinde tasavvur etme yaklaşımı Müller için temel bir çıkış noktası olmuştur. Her birey sosyal hayatın merkezindedir ve her taraftan devletle örülmüştür. Devlet suni bir yapı değildir. Devlet, zenginliğin, üretimin, tüketimin merkezindedir. Hatta fiyattan arındırılmış haliyle değer bile bir şeyin devlet içindeki önemine atfen belirlenir. Klasik iktisatçıların değerin bu boyutunu görmemiş olmaları büyük bir eksikliktir. 34 Müller antik mantıktaki her şeyi kavrayan devlet anlayışına germanik bir köken vermektedir. Müller bu anlayışı germanik özgürlük düşüncesinden yola çıkarak elde etmeye çalışır. Bunu bir organik natürel ürün olarak tanımlar. Bu özelliği ise, ortaçağdaki feodal devlet taşır. Ona göre, devlet bir 30 Müler,1809,1.s.66-67 Aynı şekilde Schelling felsefesinin ve Burke’nin hukuki görüşlerinin etkisini içinde barındırır. 32 Müller, Bulow Friedrich, Vom Geiste der Gemeinschaft, Elemente der Staaskunst, Theorie des Geldes, Leipzig,1931,s.6-15 33 Müller,1809,1.s.29-31 34 Müller,1816,s.7-96 31 15 organizma olarak düşünülmelidir. Bu organizmanın hücreleri de bu bütünselliğin dışında düşünülmezler. Her yeni nesil, her büyük adam ona yeni bir form verir. Bundan sonra eski tanım yetersiz kalmaya başlar.35 Bu şekilde büyüyen her devlet doğal olarak diğerlerinden farklıdır ve canlı bariyerlerle ayrışmıştır. Ayrıca böyle bir devlet kendine has yaşam prensibini kendi içinde barındırır. Çünkü tabiat monoton kavramlar oluşturmaz. Bunun yerine fikirler geliştirir. Bunlar daima eserlerinin çeşitliliğini yansıtır. Bu çeşitliliğin diğer amacıysa bitmez sürtüşme ve çatışma içinde olan devletlerin varlığını teminat altına almaktır. Böylece her devlet kendisini sürekli olarak yaşayan bir varlık olarak geçerlilik kazandırmak zorunda kalır. Devletin amacı artık kendine has özelliklerini çürümeden korumak yerine, bütün yönlere doğru yayılmaktır. Bu karşılıklı aksiyonlar ve reaksiyonlar neticesinde tüm devletin doğal büyümesi gerçekleşir. Çok çeşitli olan bu devletlerin tümünün varlığı, oluşma ve büyümeden ibarettir. Devletler sadece aynı çağda yaşayan insanların basit bir bağlantısı değildir. Aynı zamanda birbiri ardına gelen nesillerin mekânsal varlığıdır. Her devlet varlığın en başından en sonuna kadar bir tek bütünü oluşturur. Bu yüzden devlet sadece hareketi ve gelişimi itibarıyla tanınabilir. Devlet üzerine bir kavram yoktur. Sadece yaşayan bir fikir vardır. Bu fikrin kendiside hareketli olmakla birlikte, öğrenilerek anlaşılmaz, yaşanarak anlaşılmalıdır. Bu yüzden pratik devlet hayatında ne tekilin özel çıkarı, nede toplamın anlık çıkarı geçerli olmamalıdır. Bunun yerine süreklilik içinde bütüne yönelik çıkar esas alınmalıdır. Her çağdaş nesil ve her iş başındaki devlet adamı daima geçmiş ve geleceği göz önünde bulundurmalıdır. Bunların neticesinde her devlet sabit ile sürekli olan hareketli ve ilerleyen bir elementin sahibi olur. Üretime dair bir element ve muhafazaya dair bir element ve bu elementler tüm halkların ortak anayasası olan ailede mevcuttur. Gençlik ilerlemeyi, yaşlılık ihtiyatı temsil eden elementtir. Erkek üretimi, kadın konsarvatifliği temsil eden elementtir. 35 Müller,Bulow Friedrich, Vom Geiste der Gemeinschaft, Elemente der Staatskunst.Theorie des Geldes,Leipzig,1931s.6-15 16 Sağlıklı bir devlette de aynı şekilde dört element dört farklı zümre tarafından temsil edilir. Tıpkı ortaçağda olduğu gibidir. Bunlar öğretim, savunma, beslenme ve transfer zümreleridir. Veya başka bir deyişle ruhani sınıf, asil sınıf, burjuva sınıfı ve tacirler sınıfı ile tüm farklı hedeflerini takip eder. Ayrıca zümrelerin oluşturduğu tezatlıklardan yola çıkarak bütünün harmonisini sağlamak zorundadır. 1.2.3. Müller’in Smith Okuluna Yönelik Eleştirisi Müller politikada son yüzyılın hem mutlakıyetçi hem de devrimci devlet öğretilerini ret eder. Ortaçağı bir ideal olarak kabul eder.36 Bununla birlikte karşılıklı tımar- zeamet düzenini gerçek özgürlüğün gerçekleşmesi olarak değerlendirmiştir. Smith’e büyük saygı duyar. Fakat Merkantalist devlet teorilerinden Smith Okuluna kadar tüm teorileri küçük görür. Müller’e göre, bunlar tek taraflı para-ve özel mülkiyet teorileridir ve nesnelliğin ekonomileridir. Bu şekilde tüm insani toplumsallığın organizasyonu bozulur. Müller için Roma hukuku ne kadar ıslah edilmezse, bu ekonomik kuramlarda aynı şekilde ıslah edilemez durumdadır. Her ikisi de tek taraflı çıkarımlarıyla tüm rahatlığı, kişiselliği, dinleri devletlerin içerisinden dışarıya atmışlardır. Kan bağına dayalı birlikteliğin yırtılmasına katkı sağlamışlardır. Yine her ikisi aşkın ile güvenin ruhunu ve tüm ortaklık hislerini yıkmışlardır. Ortaçağ ortaklıkları ve satılmaz mülkiyet hakkı ile insan ruhunun ruhi bağlantılarını ortadan kaldırmışlardır. Her bireyi kendi aritmetik ölçüsüne hapsetmişler ve ticareti bir piyango oyununa çevirmişlerdir. Roma hukukunun bazını oluşturan özel mülkiyet 36 Müller’in en önemli eseri, onun Devlet Sanatı Elementleri üzerine verdiği sunumların bir araya toplanmış şeklidir. Bu dersleri ve sunumları 1808 yılında Weimar prensi ve çok sayıda devlet adamı önünde vermiştir. 1809 yılında ise üç cilt halinde bastırılmıştır. Daha sonra devlet-ekonomi bağlamında yazdıkları Prusya asiller derneğinden prens Hardenberg için yazılmış ve yeni Prusya yasalarına karşı çıkmak üzere hazırlanmıştır. Ziraat üzerine olan yazıları ise arkadaşlarıyla birlikte gittiği Viyana’da 1816 yılında Schlegel’in Alman müzesinde sergilenmiştir. Bu yazılar daha ziyade yeni bir para teorisini oluşturmaya yönelik denemelerdi. 1824 yılında ziraat konulu ve mali polis üzerine olan makalesi ve daha sonra pek çok yerde yayınlanan başka makaleleri, ya tekrar niteliğindedir veya bu kitaptaki görüşlerinin genişletilmiş versiyonudur. 17 düşüncesi yeniçağda âdete ilahlaştırılmıştır. Hâlbuki bu düşünce hak anlayışıyla sonsuz bir tezatlık içindedir. Ayrıca Milli Ekonomik teorilerin temelinde olan özel çıkar prensibi ve saf gelir artışı, sonsuz bir şekilde Milli Ekonomi fikrinin kendisiyle çatışmaktadır. Müller’in toplum anlayışı bireyciliğin tam zıddıdır. Bireyi ancak toplumsal ilişkiler ağı içinde düşünmektedir. Bu açıdan Smith’in iktisadi faaliyetleri bilimsel bir tarzda analiz edebilmek için bireyi toplumdan soyutlama ve bireydeki egoizmi bu analizin merkezine oturtma fikrine şiddetle karşı çıkmıştır. Müller’in kafasındaki toplum modelinin en ideal örneğini Orta Çağ’da görmek mümkündür. Orta Çağ Almanya sı feodal halklarıyla; bireyler arasındaki ticari olmayan, hesaba dayanmayan ilişkileriyle ideal bir devlet örneği sergiler. Smith’ci öğretiye karşı yöneltilen bu genel tenkit, onun eserinin pek çok yerinde yer almakta ve esas itibarla aşağıdaki spesifik ispatlamaya dayanmaktadır.37Müller’in Milli Ekonomik kuramı, Smith tarafından temsil edilen mekanik ve materyalist toplum görüşüne karşı önemli bir avantaja sahiptir. Buna göre, Müller politik ve ahlaki bir ortak ruhun zorunluluğunu büyük bir enerjiye dönüştürmüştür. Ayrıca halk ekonomisi içerisinde ruhani kültürün kudretini geçerli kılmıştır. Böylece teorik soyutluluklar ile tarihe işaret eder. Bununla ekonomi içinde tüm özel teşebüsslerin temel şartı niteliğinde, ortak varlığın sürekliliğini ve garantisini mecbur kılar. Smith teorisinde öncelikle tek bir soru merkezi konumdadır: Bir devlet içinde hangi ekonomik faaliyet gerçekten zenginleştirir? Bu sorunun cevabı ise, her ‘işin’ prodüktif ilan edilmesiyle verilir. Bu prodüktivite takas değeri olan bir obje meydana getirir. Fakat bununla birlikte aynı öneme sahip iki soruyu cevapsız bırakır: Bir devlette hangi güç ve faaliyet kazanç sağlar veya muhafaza eder? Hangi iş kolu hareketli tekil ürünle birlikte bütünün sürekliliğini sağlar? Çünkü sadece anlık üretim ve bireyin geçmiş varlığı ile 37 Esas önemli noktalar Elementen Der Staatskunst adlı eserindedir. Örneğin cilt1,s.49-82,cilt2,s.201208,cilt3, s.3 18 ilgilidir. Fakat gelecek nesiller için tüm üretimin sürekliliği ve devamlılığı ile ilgili değildir.38 Bununla birlikte sadece kaba nesnelliklerin üretimini kapsamaktadır. Ayrıca tüm ruhani zevkleri, tüm ruhani ürünleri halk hayatından siler. Hâlbuki üretilen mal esasında bununla bir değer kazanır ve asil hale gelir. Smith’in kendisi bile bu kişileri ekonominin objesi, tüm ürünlerin ürünü, milli insan ve tüm değerlerin oluşum sebebi olarak algılayamaz. Bu yüzden onun teorisi ile devlet ekonomisi arasındaki büyük tezatlık ortaya çıkar. Teoride sadece bireyin mekanik iş hayatı önemlidir. Fakat devlet ekonomisinde ulusun geleceği teminat altına alınmalıdır ve ürünlerin Milli müşterek olması esastır. Devlet ayrıca daha yüksek bir burjuva anlayışı oluşturmakla yükümlüdür. Yine devlet tüm bireysel bütçelere devamlılığını kanıtlamalı ve bunları bir Milli bütçe içinde canlı bir ruhi birime dönüştürmelidir. Tüm bunları gerçekleştirmek isteyen devlet ise, zorunlu olarak bazı ticari kısıtlamalara ve ithalat-ihracat yasaklamalarına başvurmak zorundadır. Teori ise bütün bunları kökten ret eder. Smith bunun ötesinde iş bölümü prensibinin natamam bir gelişimini sunar. Smith bu prensibi insanın doğal yapısında bulunan takastan elde eder. Hâlbuki bu prensip daha ziyade sermaye kökenli olup, geçmişten aktarılan rezervlerin üzerine oturur. Çünkü böylece işçiye bir garanti sunulmuş olur ki bu onun sektörün iflasında açlıkla karşı karşıya kalmasının önüne geçer. Sermaye aynı zamanda endüstrinin iş bölümü ile mekânsal olarak ayrışmış operasyonlarını birleştirmekle mükellef güçtür. Çünkü her zaman tüm bölünmenin karşıt ağırlığını ve temel şartını oluşturur. Smith’ci öğretide ise gerekli olan ‘iş ortaklığı’ öğretisi yoktur. Bu iş ortaklığı olmadan ise bölünme milli sermayenin son kalıntılarını bile yok eder. Nihayetinde Smith’in üretim faktörü olarak kabul ettiği toprak, emek ve sermayenin yanında doğa, insan ve geçmişini koymak gerektiğini ileri sürmüştür.39 Sermaye, önceki nesillerin hali hazırda insan nesline doğa ile mücadelesinde yardımcı olmak üzere miras bıraktıkları şeydir. Bu bağlamda 38 39 Müler,1809,s.10-35 Müler,1809,s.259 19 sermaye kişiler için sadece maddi değil, aynı zamanda manevi sermayedir. Manevi sermaye, ortak varlık olan para ile temsil edilir. Para ise ortak varlık olan dil ile ifade bulur ve gelişir. Dilin içerisinde akıllığın, tecrübenin ve nesilden nesile bilinçlenmenin sermayesi büyür. Bu büyüklük her zaman ekonomi-politiğin en önemli aracıdır. Fakat bu araç özellikle son yüzyılda nerdeyse tamamen unutulmuş durumdadır. Oysa ortaçağda ulusun ruhi sermayesi ruhani örgütler tarafından idare edilmiş ve bütün düzen için bereketli hale getirilmişti.40 Müller’e göre, zenginlik sahip olunan malların toplamı değildir. Zenginlikten bahsetmek için malların yanında onlardan elde edilen faydayı da hesaba katmak gerekir. Dolayısıyla malların kullanımı da bu kavramın içine girer. Bu anlamda en büyük zenginlik en fazla somut mülkiyetin olduğu yerde değildir. Almanya’da ise edebiyat aynı ekonomik teori gibi, iş bölümünün bu tek taraflı prensibinin egemenliği altındadır. Ayrıca bu şekilde edebiyat ve ekonomik teori, halk yaşamından kopartılmıştır. Milli tecrübe ve milli tarih bazında noksanlık vardır ve bu olmadan dağılmış olan bilimsel çalışmalar bir araya toplanıp yaşayan halk hayatı ile karşılıklı bir etkileşime geçmesi sağlanamıyor. Bu yüzden var olan anın ölçülmez zenginliği, ortaklığın noksanlığından dolayı kayboluyor. 1.2.4. Müller’in Smith’ci Teorinin Rölatif Değerinin İngiltere İçin Önemi Konusundaki Görüşü ve Bu Teorinin Avrupa Kıtası İçin Geçerliliği Müller’e göre tüm Smith’ci teori Britanya endüstrisinin ve para ekonomisinin tek taraflı bir öğretisidir. Bunun için oluştuğu ülke olan İngiltere için bir zarar teşkil etmez. Çünkü İngiltere’de hala tımar hakkı ve içsel kişisel bağlantı henüz tüm etkinliği ile sürmektedir. Ayrıca bu halklar eşsiz İngiliz devleti anayasası tarafından korunmaya alınmıştır. Burada katı mülkü mülkiyet üzerine olan kanunlar tepeden dayatılmamış ve yerel niteliklerle 40 Müler,1809,s.375 20 oluşmuştur.41 İngiltere tüm Avrupa devletlerinden farklı bir karaktere sahiptir. Buna göre çok çeşitli formlarda ölçülemez bir Milli sermaye sahibidir. Kanunların, törelerin, Milli hissin, kredinin v.s. oluşturduğu bir sermaye. Ada ülkesi olması itibarıyla ise, sonsuz bir işbölümünü mümkün kılmaktadır. Bütünü işleyen süreç görünmez bir şekilde bir arada tutmaktadır. Bunun dışında İngiltere tüm Avrupa’nın şehri görünümündedir. Bütün kıtayı endüstriyel ürünleriyle kaplamıştır. Bu yüzden gelişmiş bir işbölümü mümkündür ve gereklidir. İş bölümünün başka yerlerde ortaya çıkarması muhtemel olumsuz etkilerinin Britanya’da görülmemesi beklenebilir. Fakat bütün bu nedenlerden ötürü Avrupa kıtası ne Smith teorisini nede İngiliz kuramını örnek olarak kabul edemez. Britanya kentsel hâkimiyetin, kıta Avrupa’sı ise kırsal hâkimiyet altındadır. Kırsal ekonomi içinde Smith iş bölümü prensibi uygulanmaz. Aynı şekilde bu prensip bilimsel ve sanatsal çalışmalar için geçersizdir. Kırsal alanda işgücü önemli iken, kentte ekonomi egemendir. Operasyonların bir biri ardına gelen dizimleri, toprağı sadece zamansal olarak etkiler, mekânsal olarak değil. Kırsal alanda akışkan ve hareketli olan egemen olamaz. Burada sabit hareketsiz elementler ekonomiye hâkimdir ki bunları Smith tamamen inkâr eder. Bunun için kıta Avrupa’sı için tamamen farklı ve çok daha kapsamlı bir ekonomik sistem gereklidir. Bu gerekli olan öğreti içinde tüm tekli yanlılıklar ortadan kaldırılmalı veya iyileştirilmelidir. Burada iktisadi objelerin takas değerinin yerine, burjuva ve Milli karakter ikame ettirilmelidir. Ayrıca tek yönlü üretimin yerini, Milli üretim ve Milli istemin harmonisi almalıdır. Bütün tekil özel servetlerin ve özel üretimlerin rakamsal karşılığına ise, gerçek Milli servet ve Milli gücün üretimi gelmelidir. İşbölümünün yanında birde iş gücü yoğunlaşması olmalıdır. Ve nihayetinde fiziki sermayenin yanında ruhi sermaye de kapsam içinde kalmalıdır. Müller’in İngiltere’nin şartları ile Almanya’nın şartlarının farklı olduğunu vurgulaması daha sonra Tarihçi Okul’un iktisat kanunlarının ülkeden ülkeye 41 Müler,1816,s.19-22 21 değişiklik göstereceği ve evrensel iktisat yasalarından bahsedilemeyeceğine dair görüşü ile paralellik gösterir. 1.3. FREDERİCH LİST List 6 Ağustos 1789 Reutlingen’de dünyaya gelmiştir.30 Kasım 1846 yılında Kufstein’da vefat etmiştir. List (1789-1846), çok değişik hikâyelerle dolu bir kariyere sahip, Alman Ekonomistti. Genç yaşlarda Württemberg’de devlet memurluğuna başladı ve yirmi sekiz yaşındayken Tübingen Üniversitesi’nde siyasi bilimler profesörü olarak görevlendirildi. Ne var ki ilerici düşüncelerine Metternich zamanında yer yoktu ve kısa bir süre sonra Birleşik Devletler’e kaçmaya zorlandı. Birleşik Devletler’de Alexander Hamilton’ın korumacı yazılarından etkilenen List, bir sure Pensilvanya imalat topluluğunun korumacı çıkarlarının sözcülüğünü üstlendi. Alman Milliyetçiliğinin ağır basması üzerine ilk fırsatta ülkesine döndü ve demiryollarının önde gelen destekçisi, sanayileşme takipçisi ve Almanya’nın “genç imalatçılarının” savunucusu olarak isim yaptı. Yoksulluğun ve değerinin bilinmiyor olmasının çökerttiği List, 1846 yılında intihar etti. List ismi anıldığında, Almanların vicdanı sızlıyor. 42 Heuss’es bu cümle ile List’in trajik yaşam öyküsünü vurguluyor. List hayatına intihar ederek son vermiştir. 43 List’in yazım mirası pek çok yayını ve eseri kapsar.44 Onun bilimsel faaliyetlerinin baş eseri olan “Das nationale System der politschen Ökonomie” 1841 yılında yayınlanmış ve esasında birkaç cilt olarak planlanmıştır.Fakat bununla birlikte sadece birinci cilt olan “Der internationale Handel, die Handelspolitik und der deutsche Zollverein” yayınlanmıştır. 45 42 Heuss,T.h, Friedrich List,in Recktenwald,HC,Hrsg,Lebensbilder grosser Nationalökonomien Einführung in die Gesichte der politischen Ökonomie,Köln und Berlin, 1965,s.218 43 Rieter,1994,s.218 44 Hauser, K,Friedrich List, in Starbatty, J, Hrsg, Klassiker des ökonomischen Denkens,Bd1,München1989,238 45 Lachmann, W,Lists wissenschaftliches Opus-Eine moderne Würdigung,in Recktenwald,H.C.Hrsg,Vademecum zu einem schöpferischen Klassiker mit tragischem Schiksal,Duesseldorf, 1989,s.49 22 Bu eser önemli bir başarı yakalamış ve en sonuncusu 1844 yılında olmak üzere, üç baskı yapmıştır.46 Ayrıca eserinin Macar diline olan çevirisini, ölümünden önce görmüştür.47 Eserinin yayınlanmasıyla birlikte, bir anda kamuoyunun bütün dikkatlerini üzerine çekmiştir.48 List eserlerine yönelik ilgi, onun ölümünden sonra azalmıştır. O dönemde dominant pozisyonda olan “Tarihçi Okul,” onun eseri için olumlu bir atmosfer meydana getirmiş olmasına rağmen, git gide gümrük birliğinin ve demir yolları yapımının öncüsü olarak kabul edilmiştir. Ayrıca Alman birliğinin savaşçısı olarak kabul edilmiş, ama Milli Ekonomist olarak fazla anılmamıştır. 19.yüzyıl ortamından kaynaklanan çeşitli nedenlerden dolayı, List’in eseri beklenen etkiyi yaratamamıştır. Bunun önemli nedenlerinden biri, onun öğretilerinin teorik içeriğini anlamak için gerekli olan anlayış, bu dönemde tamamıyla noksandı. Das nationale System sadece ilk cilt olarak tanımlanmasına rağmen, kendi içinde o kadar ahenkliydi ki, bunun sonucunda List’in sadece ticari-politik teori üzerine yazmış olduğu izlenimi, yanlışta olsa okurun kafasında belirmişti. 49 Onun öğretilerinin teorik ve sosyolojik çerçevesi üzerine olan genel körlük, aynı zamanda onun adının çeşitli çıkar grupları tarafından istismar edilmesine yol açmıştır.50 List’in çalışmaları hak ettikleri ilgiyi, ancak 1925 yılında kurulan F.List Topluluğu çerçevesinde almıştır. 51 46 Wendler, E,Das Nationale System der politischen Ökonomie von Friedrich List-Ein Klassiker der Nationalsysteme in Wendler, E(Hrsg),Die Vereinugung des europaischen Kontinents,F. ListGesamteuropaische Wirkungsgesichte seines ökonomischen Denkens,Stuttgart, 1996,s.18 47 List’in Nationales System adlı eseri, Alman Milli ekonomisinin dogma tarihi bakımından önemli. Bu eser birçok dile çevrilmiştir.(Macarca, Fransızca, İngilizce, Rusça, Romence, Bulgarca, İtalyanca, İspanyolca, Japonca ve Çince) Hauser,1989,s.244 48 Wendler,1996,s.3 49 Salin,Edgar,(Hrsg)Geschichte der Volkswirtschaftslehre,4.Aufl,Bern,1951,s.131 50 Salin,1951,s.132 51 Muhs,K, Urzgefasste Gesichte der Volkswirtschaftslehre Hauptströmungen der Nationalökonomie,Wiesbaden,1955,s.117 23 1.3.1. F.List Tarihçi Okul’un Bir Öncüsü müydü? List Öğretisindeki Tarihçi Elementler List sisteminin temelini tarih oluşturur. Bunu açıkça Nationale Systems der politischen Ökonomie adlı eserinde görebiliriz. Bu eserin dört kitabından ilki tamamıyla tarihe adanmıştır. Ve birinci kitabın onuncu bölümü, “tarih öğretilerinden” netice çıkarır. List giriş bölümünde, Klasik teoriye tezat olan, kendi bakış açısını açıklama yoluna gitmiştir: “Teoriyle doğrudan tezatlık içinde bulunarak; önce bu öğretilerin tarihiyle ilgilenecek. Buradan kendi kökensel cümlelerini elde edip; bunların geliştirilmesinin ardından eski sistemler üzerinde bir kontrole tabii tutulacaktır. Sonunda ise, pratik bir tandansa sahip olduğu için, ticaret politikasının geldiği son mertebeyi sunacaktır.”52 Sonra aşağıdaki sözleri etmiştir:“İşe yarayan bir sistemin, işe yarayan tarihsel bir temeli olmalıdır. 53” List’in bu bakış açısının açılımı şu şekildedir: “Politik ekonomi, uluslar arası ticaret ile olan ilişkilerinde, öğretilerini tecrübeden elde etmelidir. Şimdiki zamanın ihtiyaçlarına yönelik kuralları ve her milletin kendine özgü koşullarını dikkate almalı, ama bu esnada geleceğin ve tüm insanlığın taleplerini unutmamalıdır. Zira bunlar felsefe, politika ve tarihe dayanır.54 ” Tarih ise bu bağlamda, esasında felsefe ile politikanın talepleri arasında aracı konumdadır. Zira tüm insanlığın ve geleceğin taleplerini iletir. Ve böylece felsefenin isteklerini de dillendirmiş olur. Fakat aynı zamanda şimdiki zamanın ve ulusallığın (yani politikanın) taleplerini de doğrular. 55 Klasik teorinin “zemini olmayan kozmopolitiğine” (çünkü bu Milliyetçiliğin ne doğasını tanır, nede onun ihtiyaçlarını dikkate alır) karşı, List maddenin doğası, tarihin öğretileri ve milletin ihtiyaçlarına yönelik olan, bir 52 List,Frederich; Das nationale G.Fabiunke,Berlin,1841/1982,s.42 53 List,F,1841,s.20 54 List,F,1841,s.41 55 List,F,1841,s.41 System der Politischen Ökonomie, hrsg,von 24 sistem kurgular.56 Bu sistemin içinde “teoriyi, uygulama ile eşgüdümlü hale getirme imkânı vardır.57 List “Tarihin Öğretileri” üzerine şunları yazmıştır: “Her yerde ve her zaman, vatandaşların zekâsı, maneviyatı ve faaliyetleri Milletin refahıyla eşit ilişki içindedir. Bu nitelikler doğrultusunda zenginlik artmış veya azalmıştır. Tarih bize her yerde, toplumsal ve bireysel güçler arasında, kuvvetli bir karşılıklı etkileşimin olduğunu gösterir. 58” List böylece ekonomik alanın, diğer alanlarla olan karşılıklı bağımlığına vurgu yapmış ve bundan dolayı ekonomik ile politik fenomenlerin, aynı şekilde karşılıklı bağımlı olduklarını ifade etmiştir.59 List karşılıklı bağımlılık düşüncesi ile Klasik teorinin soyutlayıcı metodunu, ekonomik olaylar için önemli kabul edilebilecek tarihsel kuvvetleri, tekrar ekonomik teori düşünceleri içine katarak, yumuşatmaya çalışır.60 Zira tarih, bireylerin üretici güçlerinin büyük bölümünün, toplumsal kurumlar ve şartlardan ileri geldiğini gösterir.61 Hem tarihsel tecrübe, hem de halkların çeşitliliği bilgilenmesinden yola çıkarak, aşamalar teorisini geliştirir.62 Bu aşamalar öğretisine göre bir halk, çeşitli aşamalardan geçer. List aynı zamanda “Klasik Okul’a bir sürü birey yüzünden ve sürekli insanlığın peşinde koşmaktan, Milletleri görememiştir.” 63 Bu şekilde Milliyetçiliği, kendi sistemiyle var olan sistem arasındaki, karakteristik farklılık olarak tanımlar. Ve birey ile insanlık arasına, organik bir ara uzuv niteliğindeki Milleti yerleştirir. List Milleti sadece bireylerin sayısal toplamı olarak değil, aynı zamanda bağımsız bir varlık olarak tanımlar.64 Birey ile insanlık arasında, Millet vardır. Özel dili ve edebiyatıyla, kendine özgü kökeni ve tarihiyle, özel töresi ve alışkanlıklarıyla, kanunları ve 56 List,F,1841,s.209 List,F,1841,s.14 58 List,1841,F,s.151 59 Randak, H, Friedrich List und die wissenschaftliche Wirtschaftspolitik, Basel und Tübingen,1972,s.35 60 Eisermann, Die Grundlagen des Historusmus in der deutschen Nationalökonomie, Stuttgart,1956,s.111 61 List,F,1841,s.151 62 List,F,1841,s.157 63 List,F,1841,s.8 64 List,F,1841,s.34 57 25 kurumlarıyla, talepleri ve varlığıyla, bağımsız ve mükkemel haliyle, sonsuz sürekliliği ve kendi bölgesel halklarıyla, bu Millet varlığını sürdürür. 65 1.3.2. List’in Milli Ekonomik Teorisi List, teorisinin temellendirilmesinde Millet ve Milliyet kavramlarından yola çıkar. Ona göre, birey ile insanlık arasında özel dili ve literatürü ile ulus vardı.Ulus bu anlamda özel ahlaki ve alışkanlıklarıyla kanunları ve kurumlarıyla var olma talebiyle, bağımsızlığı ve en nihayetinde mükemmelliği ile bir organizmadır. Bu organizma ruhun ve çıkarın binlerce bağlantısı sayesinde içi canlı bir bütündür. Birey sadece ulus sayesinde ve sadece ulusun içinde ruhi eğitime ve üretici kuvvete sahip olabilir. Ve sadece ulusun içinde ve ulusun sayesinde güvenlik ile refaha ulaşabilir. Bu yüzden birey için Milli oluşum mutluluk için en güçlü vasıtadır. Aynı şekilde medeniyette insanoğlu için sadece ulusun aracılığı ile mümkündür. Bu yüzden insan varlığının ilk görevi korumak eğitmek ve mükemelleştirmek olmalıdır. Ayrıca halkın tüm ekonomik yaşantısı ve tüm ekonomik özel çıkarları ulusun politik amaçlarına tabii olmalıdır. Bu amaç doğrultusunda öncelikle politik ile ruhani medeniyetin ekonomiyle bir harmoni ve karşılıklı etkileşim içinde olması gerekmektedir. Bir halkın ekonomisi ne kadar gelişmiş ve mükemmelleşmişse ulus o denli kudretli ve medenidir. Ve aynı şekilde ekonomi eğitimi de bu oranda yükselir. Bunun gereksinimleri arasında ise, Milli iş bölümü ve Milli üretici güçlerin konfederasyonu vardır. Böylece tüm kuvvetler harmoni içindeki bir milli bütün haline gelir ve aynı harmoni içinde gelişmeye devam eder. Bu ise sadece nesillerin ardı ardına aynı hedefin peşinden gitmeleriyle mümkün olabilir. Ayrıca güçlerin birleşmesini sağlayan kanun tüm ulusun endüstrisi üzerinde sürekli olarak uygulanmalıdır. Çünkü bu fabrikasyonun refaha giden 65 List,F,1841,s.209 26 sonuçlarını ortaya çıkartır. Bireyin kendisi önümüzdeki yüzyılların ihtiyaçlarını dikkate almaz. Bu ihtiyaçları sadece devlet ve millet gözetebilir. Milletin bağımsız bir iktisadi yapılanma oluşturduğuna dair bilgilenme, List’i “üretici güçlere” götürür. Ona göre, bu üretici güçler etkin olduğu zaman, bir ulus zenginliğe ve kudrete kavuşur.66 Bir ulus “üretici güçleri” eğiterek ve destekleyerek ki, materyal ve materyal dışı değerlerde dâhildir, daha yüksek bir gelişim aşamasına ulaşabilir.67Üretimin mekaniği üzerine olan teori yerine, List’in “üretici güçler” teorisinde, iktisat teorisi içine, aktif ve tarihsel olan insan girer.68 Öyleyse “üretici güçler” kavramında önemli olan, onun dinamik inceleme yöntemidir.69 Gelişim aşamaları öğretisini baz alan “üretici güçler” teorisinden, aynı zamanda List’in yerli üreticiyi korumak için tasarladığı, korumacı gümrük fikri meydana gelir.70 List burada tüm uluslar ve tüm zamanlar için, aynı ticari-politik temel cümlelerin, aynı şekilde geçerli olmadığını ispatlamaya çalışır. Bilindiği üzere Klasik teori bununla ilgili, tüm zamanlar için geçerli olan kanunlardan yola çıkar.71 Tüm bunların neticesi olarak, değerlerinin miktarında değildir. Milletin değeri aynı şekilde takas Bunun yerine üretici kuvvetin çok yönlülüğünde, etkisinde ve dengesinde yatar. Hatta üretici kuvvetlerin varlığı Milli amaç için takas değerlerinin üretiminden çok daha önemlidir. Nasıl ki birey ortak amaçlar doğrultusunda özel çıkarlarından feragat etmesi gerekliyse bazen bir takas değerlerini feda etmek zorunda kalabilir. Çünkü böylece gelecekte üretici kuvvetlerin etkinliğini artırmak mümkün olabilir. Ve tam olarak bunun için Milli Ekonomi bilimi için üretici kuvvetlerin bağımsız bir teorisi elzemdir. Ayrıca bu teori şimdiye dek var olan takas değerleri teorisinin tek taraflılığını örtebilir. Eğitimli bir milletin normal durumunda, aynı gelişmişlik düzeyinde olması gereken üç ana üretim kuvveti mevcuttur. 66 Randak,1972,s.51 Randak,1972,s.51 68 Sommer, A, Friedrich Lists System der politischen Ökonomie,Jena,1927,s.28 69 Randak,1972,s.51 70 List,F,1841,s.54 71 Winkel,1977,s.75 67 27 1. Ziraat kültürü kuvveti 2. İmalat-fabrika kuvveti 3. Ticaret kuvveti İmalat-fabrika kuvveti bunların arasından bir milletin gelişimine en fazla etki eden kültürdür. Bu imalat kuvveti diğer bütün ekonomik kuvvetleri yani ziraat kültürü ve ticaret kültürünün yükselmesini sağlar. List bunları natürel, kişisel ve enstüramantal olarak adlandırır. Bununla birlikte aynı zamanda bilimi, özgürlüğü ve eğitimi şiddetli bir şekilde teşvik eder. List için “bilim” uygulamayı aydınlatmak için vardı. 72 Ulus ekonomik ve politik olarak diğer devletlerden bağımsız olmalıdır. Sadece ziraat kültürü üzerine kurulan bir devlet, hiçbir zaman manevi ve entelektüel öneme sahip ilerlemeleri gerçekleştirebilme olanağına sahip değildir. Her zaman yabancı devletlere bağımlı olmak zorundadır. Hiçbir zaman ne kadar üretmesi gerektiği konusunda ki kararı kendisi veremez. Bunun yerine daima başkalarının ondan ne kadar satın almak isteklerini beklemek zorundadır. Sadece ılıman iklim kuşağında olan ülkeler imalat yeteneğine sahip olabilirler. Sıcak iklim kuşağına sahip ülkeler ise bunun yerine bazı kullanılan ziraat ürünleri üzerinde doğal bir monopole sahiptir.(kolonyal ürünler) Böylece her iki iklim kuşağı arasında kozmopolit bir işbölümü ve konfederasyonu oluşur. Fakat bunun sonunda sıcak iklim kuşağında olan ülkeler daima, ılıman iklim kuşağında olan ülkelerin kontrolü altında olurlar. Bu bağımlılık başka bir yandan ise kendiliğinden zararsız hale gelir. Ilıman iklim kuşağında pek çok Millet ortaya çıkar. Bunların her biri imalat, ticaret, gemicilik ve politik güç alanlarının birinde özellikle gelişirler. Böylece bir oluşur. Ve bunun neticesi olarak sıcak bölgelerdeki düşük kapasiteye sahip ülkelere yönelik bir sömürü engellenir. Ilıman iklim kuşağındaki ülkeler ekonomik normal seviyeye gelene kadar, dört gelişim aşamasından geçerler: 1. İlkel yabanilik aşaması, 2. Çobanlık aşaması, 72 List,F,1841,s.167 28 3. Tarım aşaması, 4. Tarım-sanayi aşaması ve 5. Tarım-sanayi-ticaret aşaması. İspanya, Portekiz ve Napoli gibi ülkeleri List üçüncü; Avusturya, Almanya ve Kuzey Amerika’yı dördüncü; buna karşılık yalnızca İngiltere’yi beşinci aşamada görüyordu. İngiltere’nin ardından bu son aşamaya en yakın olan ülke ise Fransa olmalıydı. List dördüncü kalkınmışlık düzeyindeki uluslar dışındaki ulusların hepsi için tek bir dış ticaret politikası öneriyordu: Serbest ticaret. Ulusların yabani durumdan çobanlığa, çobanlıktan tarım aşamasına geçişleri ile tarımdaki ilk ilerlemeleri, en iyisi, uygarlaşmış yani sanayi-ticaret uluslarıyla yapılacak serbest ticaret sayesinde gerçekleşir.73 İngiliz ulusu gibi, sanayi gücü diğer bütün uluslarınkinden çok daha önde olan bir ulus, bu sanayi ve ticaret üstünlüğünü en iyisi, olabildiğince serbest ticaret yaparak korur ve geliştirir. Onun açısından kozmopolit ve politik ilkeler birbirinin aynıdır. 74 Tarım toplumu aşamasından tarım-sanayi-ticaret toplumu aşamasına geçişte ise List, yerli sanayinin korunması ve teşviki amacıyla gümrük sistemi (Douarensystem) denen bir sistem önermekteydi ki bu sanayinin başarısını da yine toplumsal organizasyona bağlıyordu. List’in dinamik aşamalar-öğretisi (Stufenlehre), Klasiklerin “kalkınmasız” olarak nitelediği değer kuramından (Werttheorie) bir sapma niteliğindeydi. Değer kuramına göre, ancak malların belli bir anda var olan miktarı ve mübadele değeri bir ulusun zenginliğinin ölçüsü olarak kullanılabilirdi; yoksa bu malları üretme yeteneği veya üretimi artırabilme yeteneği değil.75 List’e göre, gerçi gönenç veya zenginlik tıpkı Smith’ te olduğu gibi, ilke olarak yalnızca maddi nesnelerden (Sachgüter) oluşuyordu, ama o ayrıca bu zenginliğin kaynaklarını da araştırmak istiyor ve sürekli olarak, bu etkenlerin bir ekonominin kalkınma sürecinde oynadığı büyük rolü ve onların korunması gerekliliğini vurguluyordu. 73 74 F.List,1959,s.39-40 F.List,1959,s.45 29 Gümrükler gibi kimi ekonomik etkenler yanında toplumsal organizasyonca da desteklenen ve bir ekonomiyi mallar itibarıyla zenginlik artışına götüren üretken güçler geliştirilmeksizin, bu malların belli bir anda zaten çok miktarda var oluşu ulusun gönencinin artmasına neden olmayacaktı. “Zenginliğin nedenleri zenginliğin kendisinden daha farklıdır. Bir birey zengin olabilir yani mübadele değerine sahip olabilir, ama eğer tükettiğinden daha fazla değerli nesneler yaratma gücüne sahip olmazsa, yoksullaşır. Bir birey yoksul olabilir ama eğer tükettiğinden toplam olarak daha fazla değerli nesneler yaratma gücüne sahipse, zenginleşir. Buna göre, zenginliğin kendisinden çok daha önemlidir.”76 “Ulusun kudreti, yani üretken yardım kaynaklarını açacak bir güçtür de ondan; üretken güçler, üzerinde zenginliklerin yetiştiği bir ağaçtır da ondan ve meyveyi taşıyan ağaç meyvenin kendisinden daha değerlidir.77 Ayrıca List bedensel emeği, Klasik iktisatçıların yaptığı gibi, zenginliği tek kaynağı olarak görmüyordu. “Yalnızca bedensel emek zenginliğin nedeni olarak nitelenirse, yani ulusların antik çağ uluslarından kıyaslanmayacak ölçüde daha zengin, kalabalık, güçlü ve mutlu olmaları nasıl açıklanacaktır? Bu görünümleri açıklamak için, bilim ve sanatlarda, ev içi ve kamuya açık donanımlarda, zihinsel gelişimde ve üretim yeteneğinde akıp gitmiş yüzyıllar boyunca yapılmış olan bütün ilerlemelere işaret etmemiz gerekir. Ulusların şimdiki durumu, bizden önce yaşadığımız, bütün nesillerin bütün keşiflerin, icatların, geliştirmelerinin, mükemmelleştirmelerinin ve arzularının birikiminin bir sonucudur; onlar, yaşayan insanlığın zihinsel sermayesini oluşturmaktadır.”78 Domuz yetiştiren biri, Klasik ekole göre, üretkendir. İnsanları eğiten biri ise toplumun üretken olmayan üyesidir. Bir Newton, bir Watt bir eşekten, bir attan veya çifte sürülen bir hayvandan daha üretken değildir. 79 76 F.List,1959,s.143-144 F.List,1959,s.81 78 F.List,1959,s.148-149 79 F.List,1959,s.151 77 30 List’in düşünceleri; çağdaş kavramlarla ifade etmek gerekirse, ülkelerin, belli bir andaki mutlak veya karşılaştırmalı maliyet üstünlüklerine göre değil, zaman içinde değişecek olan (potansiyel) karşılaştırmalı avantajlarına göre uzmanlaşmaya gitmeleri gerektiği sonucuna çıkıyordu. Bir başka deyişle, bir malın yurtiçinde üretimi, dışarıdakine kıyasla geçici (kısa vadeli) maliyet dezavantajları ima ediyor olsa bile, uzun vadede daha avantajlı hale gelebilirdi. İşte tam bu noktada, List’in, neden yalnızca belli bir kalkınma aşamasındaki ülkeler için eğitici-koruyucu-gümrükler önermiştir yanıtına ulaşmış oluyoruz. List beş ana kalkınmışlık derecesini dış ticaretin dört değişik aşamasıyla ilişkilendiriyordu. İlkinde, yurtiçi tarım yabancı sanayi mallarının dışalımı ve yerli tarım ürünlerinin dışsatımı aracılığıyla kalkındırılır; ikincisinde, yabancı sanayi malları dışalımı yanı sıra yerli sanayi malları üretimi de yükselir; yerli sanayi malları yurtiçi pazarı büyük ölçüde besler; dördüncüsünde, büyük miktarlarda yerli sanayi malı ihracı, yabancı hammadde ve tarım ürünleri ise ithal edilir.80 Kalkınma sürecinde dışsatım ve dışalım mal bileşiminde gerçekleşen dönüşümleri betimlerken List’in sözünü ettiği ikinci ve üçüncü dönemler, kalkınma aşamalarından dördüncüsünde, yani tarım-sanayi toplumlarınca yaşanır. Bu da, ulusun gelişmesini ve bağımsızlığını sürdürebilmesi için yerli sanayinin kurulmasının büyük önemini kısmen de olsa ima etmektedir. 81 Sanayinin diğer sektörlere oranla daha büyük bir öneme sahip olduğunu düşündüğü, List’in şu sözlerinden kolayca anlaşılmaktadır: “Saf bir tarım ulusunda, kendisi sanayi-ticaret toplumlarıyla serbest ticaret yapıyor olsa bile, üretken güçlerin ve doğal yardım kaynaklarının büyük bir bölümü boş ve kullanılmadan durmaktadır. Zihinsel ve politik eğitimi, savunma güçleri sınırlıdır. Oysa sanayi gücü; bilimi, sanatı ve politik mükemmelleşmesi ilerletir, halkın gönencini, nüfusunu, devletin gelirini ve ulusun kudretini artırır, ona ticaret bağlantılarını dünyanın bütün bölgelerine yayacak ve sömürgeler edindirecek araçlar sağlar, balıkçılığı, gemiciliği ve 80 81 F.List,1959,s.44 F.List,1931,s.323-330 31 deniz kuvvetlerini besler. Yalnızca onun sayesinde yurtiçi tarım yüksek bir eğitim aşamasına çıkartılabilir.82 Sanayinin, sağladığı dışsal ekonomiler, kalkınma sürecinde önemli bir rol oynuyor olması, List’e göre, tarım toplumundan tarım-sanayi-ticaret toplumuna geçişin hiçbir güçlükle karşılaşmadan gerçekleştiği anlamına gelmemektedir. Çünkü bütün uluslar, (Lehrenprozess) aynı anda girmemektedir. Lachmann’a göre, bazı uluslar daima diğerlerine göre ekonomik ve teknolojik bakımdan daha ileri gitmiş olacak ve buda diğer ulusların, ileri ulusları yakalayabilmek için birtakım iktisat politikası müdahalelerinin yardımına başvurmalarına yol açacaktır. Dünyadaki bütün ulusların aynı kalkınmışlık düzeyinde olmaları, öyle görünüyor ki, gelecek yüzyılda da gerçekleşmeyecektir. List’in kuramı bu yüzden güncelliğini korumaktadır.83 “Tarım halklarının, serbest ticaret koşullarında tarım-sanayi-ticaret ulusları sınıflarına geçişleri; ancak aynı eğitim sürecinin sanayi gücünü yükseltme yeteneğindeki bütün uluslarda aynı anda gerçekleşmiş olması, ulusların ekonomik eğitimlerinde birbirlerinin yoluna hiçbir engel koymamış olmaları, savaşlar ve gümrük sistemleri yüzünden birbirlerini ilerlemelerinde rahatsız etmemiş olmaları durumunda kendiliğinden gerçekleşebilirdi. Oysa bazı uluslar özel koşulların yardımıyla sanayide, ticarette ve gemicilikte diğerlerinin önüne geçtikleri; bu mükemmelleştirmelerden hareketle, diğer uluslara karşı politik üstünlük sağlayacak ve onu sürdürecek en etkili araçları erkenden fark ettikleri için; bir sanayi ve ticaret monopolü sağlamak ve daha az ilerlemiş ulusların ilerlemelerinden alıkoymak amacındaki ve hala da o amaca yönelik olan önlemleri aldılar.84” List’te endüstriyel eğitimi için, yalnızca gümrükler yeterli değildir. Altyapı (demiryolları v.b.) onların geliştirilmesi, eğitim ve yasal düzenlemeler de kalkınma sürecinde önemlidir.85 82 F.List,1959, s.41 Lachmann,s,45 84 F.List,1959,s.40 85 F.List,1928,s.334 83 32 “Yerli endüstrinin, etkililiği ve kullanabilirliliği kuşku götürmez olan teşvik araçları hakkında tartışmak planımızda yoktur. Bunlar arasında örneğin öğretim kurumları, özellikle teknik okullar, sanayi sergileri, ödüllü yarışmalar, taşımacılıktaki gelişmeler, patent yasaları v.b. endüstriyi teşvik edecek iç ve dış ticareti kolaylaştırıp düzenleyecek türden bütün yasa ve kurumlar bulunmaktadır. Biz burada yalnızca, endüstriyel eğitime yönelik bir araç olarak gümrük yasalarından söz edeceğiz. 86 ” List’in gümrük sistemine göre, dışsatım yasakları ve dışsatım gümrükleri birer istisna oluşturmaktaydı. 87 Dışsatım pirimleri ise “yerli fabrikaların ileri ulusların fabrikaları karşısında üçüncü ulusların pazarlarına yapacakları dışsatımı ve oradaki rekabetlerini kolaylaştıran sürekli bir önlem olarak kötü; kendisi sanayide henüz yeni ilerlemeler kaydetmiş olan ulusların sanayi ürünü pazarlarını ele geçirmede kullanılan bir araç olarak daha da kötüydü.88 Gerçi List, ithal edilen ürünlere, mali amaçlarla ılımlı gelir gümrüklerinin (Einkommenszölle) konulmasını olanaklı görüyordu ama gümrük sisteminin asıl ağırlığı, koruyucu gümrüklerdeydi.(Schutzzölle) Yalnızca yerli endüstrinin teşvik edilmesi ve amaçlayan bu tür gümrükler ise bir tek genç tarım-sanayi toplumları için hoş görülebilirdi.89 “Ulusun ekonomik kalkınmasını dış ticaretin düzenlenmesi aracılığıyla teşvik edici bir araç olarak gümrük sistemi, ulusun endüstriyel eğitimi ilkesini temel almalıdır.90” List’e göre “yalnızca ulusun sanayi gücünü teşvik etmek ve korumak amacıyla” konulması gereken dışalım gümrüklerinin en önemli özelliği, belki de, sürekli bir önlem olma karakteri taşımıyor olmalarıydı. Bu geçici koruma dönemi, aşamalar kuramına göre, kalkınmanın yalnızca dördüncü aşamasına rastlıyordu. Bu geçicilik, aynı zamanda, List’in nihai amacının, tam ticaret serbestliği olduğunu da ima ediyordu.1839 yılında bir çalışmasında belirdiğine göre, koruma sistemi, kozmopolit öğretinin temel kurallarıyla 86 F.List,1959,s.273 F.List,1959,s.273 88 F.List,1959,s.278 89 F.List,1928,s.119-121 90 F.List,1959,s.44 87 33 çelişmemekte, bulunmaktaydı. tam 91 tersine onunla mükemmel bir uyum içinde Çünkü koruma sistemi yavaş yavaş bütün uluslar artık öyle bir endüstri, uygarlık ve politik güç düzeyine ulaşacaklardı ki birbirleriyle birleşmemeleri ve dolayısıyla da genel bir ticaret serbestliğine geçmemeleri için bir neden kalmayacaktı. List serbest ticaretten veya dışalımın tamamen yasak olduğu sistemden koruyucu sisteme geçişi aşamalı bir geçiş biçiminde düşünüyordu. Artarak veya azalarak olan gümrük oranları çok daha önceden saptanmalıydı. Bir ulusun, savaş veya benzeri nedenler yüzünden zorunlu olmadıkça, ticaret yasakları (Prohibitionen) ile dışarıya birdenbire ve tamamen kapanmasını çok zararlı ve yanlış buluyordu.”Yüksek gümrük oranlarını” ise aşağı yukarı dışalım yasaklarıyla aynı değerde görüyordu. List, o zamanların Almanya’sı için ılımlı gümrük oranlarının uygun olacağını söylüyordu. Fakat bu üç düzeyden hangisinin daha iyi olduğunun, ilgili ülkenin kendine özgü koşullarına ve sanayisinin durumuna bağlı olduğunu belirtiyordu.92 Gümrük oranlarının yüksekliğinin saptanması için kullanılabileceğini düşündüğü ölçütü ise şöyle dile getiriyordu: “Korumanın çok abartılması ve aceleye getirilmesi, ulusun kendi gönencinin azalması nedeniyle kendisini cezalalattırır. Bir kez korunmakta olan endüstri dalının korunma oranı, asla, bu endüstrinin yabancı rekabet yüzünden varlığını tehdit edebilecek kadar ileri gitmemelidir. Var olanın muhafazası ulusal endüstrinin köklerinin ve gövdesinin korunması kesin ilke olmalıdır. Buna göre, yabancı rekabetin yıllık tüketim artışından pay almasına izin verilebilir. Gümrük oranları; dış rekabet, yıllık artışın en büyük bölümünü veya tamamını elde ederse, artmalıdır93.” List üç mal grubunu, yani tarım ürünlerini, pahalı lüks malları ve karmaşık makineleri, bir ekonomide korunması gereken mal grupları arasında görmüyordu.94 91 F.List,1959,s.44-50 F.List,1959,s.44-51 93 F.List,1959,s.45 94 F.List,1959,s.46-47,277 92 34 “İç tarım koruma gümrükleriyle ilerletmeyi istemek, iç tarım ancak yurtiçi sanayiler aracılığıyla ekonomik biçimde gerçekleştirilebileceği ve yabancı hammaddelerin ve tarım ürünlerinin dışlanması yüzünden ülkenin kendi sanayilerinin gelişmesi bastırılacağı için, budalaca bir başlangıçtır. 95” “Gerçi bir iç sanayi gücünü kurabilecek yetenekteki bir ulusta, sanayi ürünlerinin fiyatları serbest dışalım durumundakinden dışalım gümrükleri ölçüsünde daha yüksektir, ama iç sanayi gücünün ilerlemesi ve böylece iç rekabetin oluşması sonucu, fiyatlar zamanla, serbest dışalımla olduğundan da aşağıya düşecektir. Oysa tarım ürünlerine konan dışalım gümrüklerinin, bu canlandırıcı etkisi yoktur, sonradan fiyat azalmasına yol açmazlar. 96” En az dikkat edilmeyi ve en az korunmayı hakkeden sektörler, sırf pahalı lüks mallar üretenlerdir; ilkin, üretimleri yüksek bir derecede teknik eğitim gerekliliği; ikincisi, bunların toplam değerinin bütün ulusal üretime oranı önemsiz olduğu ve dışalımla tarım ürünü ve hammadde veya sanayi ürünleri olarak ödenebileceği, sonra, savaş zamanı dışalımlarının kesilmesi pek hissedilir sıkıntılar yaratmayacağı; son olarak da, yüksek koruma gümrükleri bu mallarda kaçakçılık yoluyla en kolay biçimde çiğnenebileceği için. Teknikte ve makine üretiminde henüz pek kayda değer ilerlemeler yapmamış uluslar; bütün karmaşık makinelerin dışalımını, bu ilişkide, en ileri ulusun yaptıklarını yapabilecek duruma gelinceye kadar ya serbest bırakmalı yâda yalnızca düşük gümrüklendirmelidir. Makine fabrikaların, bir yerde, fabrika fabrikalarıdır ve yabancı makinelerin dışalımına konacak her gümrük, iç sanayi gücüne getirilecek bir sınırlamadır.97 . List teorisinin esas sonucu olarak, Almanya’nın günümüzde normal durumunu tesis etmek için geniş ve işlenmeye uygun bir alana ihtiyaç duyduğudur. Bu yüzden List tüm yerli fabrikasyon dalları için somut bir korumacı gümrük talep eder. Bunun yanında ayrıca kuzeyden ve güneyden deniz kıyısına kadar gümrüksüz alanın genişletilmesi, Alman deniz gücü ve 95 F.List,1959,s.44 F.List,1928,s.120 97 F.List,1959,s.277 96 35 bir politik yön belirleme kuramı talep eder. Böylece List bir sistem oluşturduğunu düşünür. Bütün bunlar bizim zamanımız için tuhaf görünebilir. Teori ile uygulama kozmopolitçiliğin zemininde uyumlu hale getirilmez. Bu uyum ancak eşyanın tabiatında, tarihin öğretisinde ve milletin ihtiyaçları üzerinden gerçekleşebilir. Ve bugüne değin skolâstiğin fazla süslü terminolojisi sayesinde sağlıklı insan mantığı sersemletilmiştir. Bundan sonra ise, politik ekonomi her eğitimli mantığa açık olacaktır. List bir yandan Burke ile karşılaştırılmıştır. Ve hatta ekonomik Luther olarak görülmüştür. Fakat aynı zamanda diğer yanda cahil Pazar tellallığı olarak nitelendirilmiş ve yazılarındaki iyi yönleri Müller’den çalmakla itham edilmiştir.98 Her iki hükümde abartılıdır ve partizanlığın emareleridir. Bu partizancılık List’e yönelik basın kuruluşları içinde ve hayatın kendisinde oluşmuştur. List, bilimi halkın meselesi haline getiren ilk Alman Milli Ekonomistti. Zamanın şiddetli eğilimleri doğrultusunda, Milli bağımsızlığa iktisadi alanda bir anlam kazandırmıştır. List ayrıca Milli Ekonomik çıkarları tanımlayarak halk partilerinin oluşmasına vesile olmuştur. Almanya’nın tüm endüstrisine ortak bir çaba ve Milli bir amaç armağan etmiştir. İlk endüstriyel hatip ve propagandisttir. Tek yönlü, rastgele, abartılı ve esasında sadece tek bir zaman fikrini bin bir farklı varyasyonda tekrarlayan fakat bunlara rağmen Alman halkının refahı için çalışan biriydi. Çünkü milli sorunlarla ilgili tüm tartışmalar, içeriği ne denli saçma olursa olsun hesaplanamaz bir katkı sağlar. Çünkü uyuyan ruhları uyandırır. Çünkü insanları egoist alanlarından dışarı çıkartır. Ve bunları ortak varlık konusunda düşüncelere sevk eder. Ve çünkü kamusal alan bilinci yaratarak ortak maneviyatın gelişmesine sebep olur. Buna bir başarı daha eklemek mümkündür. List Alman Milli Ekonomisini tarihçi çalışma yapmaya adeta zorlamıştır. Korumacı gümrük sisteminin ve Milli Ekonomik hayat eğitiminin gerekliği hususundaki sebeplerin en az yarısını tarihten almıştır. Yeniçağda kültürün zirvesine 98 Üstelik bu aşırdıklarını yanlış anlayarak tekrarladığı iddia edilmiştir. 36 çıkmış olan Avrupa devletlerinde endüstri ve ticaret onun önerdiği biçimde devlet tarafından gerçekleştirildiğini göstermeye çalışmıştır.99 Örnek olarak verdiği İtalya’da zamanın bağımsız İtalyan devletlerinin milli birlik noksanlığından deniz ulaşımı egemenliğini almalara kaptırmış olmaktan, milli denge unsurunun bulunmayışından ve içsel üretici kuvvetlerin tamamen eğitimli hale gelmesinde dolayı, battığını göstermiştir.100 List böylece kendisine itiraz eden çevrelere, bulundukları soyut alanlardan dışarıya çıkarak tarih alanına dâhil olmalarını salık verir. Çünkü bu şekilde halkların somut ilerlemelerini araştırmak mümkün olacaktır. Oysa Milli Ekonomistlerin pek çoğu bu tarihsel alanda çalışmaya alışkın değillerdi. List teorisinin zafer gibi görünen bu başarısının altında beklide bu neden yatmaktadır. Ayrıca bilim üzerinden Klasiklerin yaptığı gibi, tamamen soyutluluk içinde ve tümdengelim yoluyla, statik modellerin geçerlilik kanunlarını elde etme niyetinde değildi. Onun bakış açısı ve düşünce şekli, “mekanik değil organikti, dinamikti ve idealistti.101”List’in bir başka önemli başarısı ise, korumacı gümrük meselesinde Smith ispatlamalarını tüm zamanlar için geçersiz kılmasında yatmaktadır. Smith’in ticaret özgürlüğünün ispatı olarak ortaya koyduğu üç temel cümle, Smith öğretisinin tek taraflılığını belgeler. Gerçi bu cümlelerin savunulmaz oluşu daha önce Lauderdale tarafından ispatlanmıştı.102 Ve Müller aynı şekilde aksini kabul ettirmişti.103 Fakat her ikisi de gerçek anlamda List’in başarısını gösterememişlerdir. Çünkü bunlar bir bağlam içinde değillerdi ve pratik sorunun somut uygulamasına yönelik değillerdi. 99 Burada saydığı Avrupa devletleri arasında İtalya, Fransa ve İngiltere’de vardır. İtalya yüzyılın başına değin küçük devletlerden oluşurdu. Bunlar arasında Amalfi, Pisa, Cenoa ve Venedik vardır. 101 Salin, Edgar, (Hrsg), Gesichte der Volkswirtschaftslehre, 4.Aufl,Bern,1951,s.130 102 Lauderdale, Über Nationalwohlstand,bölüm2,s.67 Burada Lauderdale bireysel zenginliğin artış oranının genellikle milli servetin azalması oranıyla aynı olduğunu ispatlar ve tersi. Çünkü tekil ürünlerin takas değeri örneğin gıda maddeleri ne kadar büyürse bu tekil ürünlerin temin edilmesini o denli zorlaştırır. Bu tekil ürünün takas değeri ne kadar azalırsa temin edilmesi o oranda kolaylaşır. 103 Müler, Elemente Der Staatskunst, s. 18-20 100 37 1.3.3. List’in Tarihçi Okula Yaklaşımı Politik –ekonomi öğretiler tarihinde, çok sayıda yazar, List’i farklı şekillerde değerlendirmişlerdir. A.E.Ott ise, onun iktisat teorisyeni olmadığını, daha ziyade iktisat politikacısı olarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir.104 Ott bu görüşü Schumpeter ile paylaşır. Schumpeter ayrıca List’in bilimsel çalışmalarını, aşağıdaki gibi değerlendirir: “Ekonomik teoriyi yakından tanıması veya bunun daha kolay yazarlarıyla olan irtibatı dolayısıyla ve yabancı politik- ekonomilerle olan ilişkileri sayesinde, bir takım hatalardan, yanlış anlaşılmalardan ve hatta küçük düşüncelerden korunmuştur. Ama bununla birlikte, onun saf ekonomik çalışmaları, pek derin sayılmaz.”105 Randak’a göre, List dinamik kalkınmanın gerekliliğine göre, serbest ticaretçi veya korumacıydı.106 Henderson’a göre ise, politik ve yayıncılık etkinliklerinin son döneminde List, Almanya’nın ekonomik büyümesini teşvik edeceğine gücünü ve itibarını yükselteceğine inandığı iki düşünce için mücadele etmişti. Düşüncelerinden biri, koruma gümrükleri, demiryolu yapımı ve diğer önlemler aracılığı ile sanayileşmenin hızlandırılması, diğeri, bir orta Avrupa gümrük birliğinin kurulması.107 Politik- ekonomik alan üzerinde Almanya’yı anlamak isteyen, List’i okumak zorundadır. Zira List en fazla Alman olanların arasındadır.108 List, 19. yüzyılın büyük Alman Ekonomisti olarak anılmıştır. 109 Ayrıca günümüz bağlamında ise, oldukça önemli bir konuma sahiptir.110Onun eserinin bu 104 Ott, A.E, Die İdeengesichtliche Bedeutung Friedrich Lists für dieNationalökonomie,in, H.(Hrsg), Die Bedeutung Friedrich Lists in Vergangenheit und Gegenwart,Baden-Baden, 1990,s.49 105 Schumpeter,1 Joseph A;Epochen der Dogmen und Methodengeschichte, in Grundriss der Sozialökonomik,1.Abteilung, Wirtschaft und Wirtschaftwissenschaft, Tübingen,1914,s.47 106 Randak,H,Friedrich List und die wissenschaftliche wirtschaftspolitik,Basel und Tübingen, 1972,s.42 107 Henderson,1978,s.545 108 Wiskemann,E,Lükte,h,(Hrsg),Der Weg der Volkswirtschaftslehre –ihre Schöpfer und Gestalter im 19.Jahrhudert,Berlin,1937,s.54 109 Wiskemann,1937,s.47 110 Jessen,J,Volk undWirtschaft,Zugleich eine Einführung in das Wirtschaftsleben, Hamburg,1935,s.100 38 şekildeki pozitif değerlendirilişi, onun “üretici güçler” teorisine ve aşamalar teorisine dayanır.111 Wiskemann’a göre, List’in öncü rolünün önemi, onun teori ve uygulamasının birleşik olmasından kaynaklanır. List sisteminin kendi içinde, noksan olan teorik kapalılığını ise pozitif değerlendirmiştir. Zira Wiskemann, “nitelikli zenginleştirme kuramına, atomculuğuna ve kozmopolitliğine” karşı, List’in kendi “üretici güçler” teorisini yerleştirmiştir. Ve bunun sonucunda yani bir “felsefi-bütünsellik-dogması” oluşturmamış ve yeni bir “skolâstik” icat etmemiştir112.Ayrıca List kişilik itibarıyla politik bir insandı ve hedefi Almanya’ya tarihsel misyonunu hatırlatmaktı.113 “Onun içinde Alman ateşi yanar; eski İmparatorluğun çöküşü ve Almanya’nın büyük Korsikalı tarafından aşağılanmasının ardından, Almanya’nın tüm kuvvetlerini, Milli bağımsızlık ve uzlaşı, politik ve iktisadi yükseliş üzerine birleştirmek istemiştir.”114 Wiskemann, List’e ırkçı teorik bir fonksiyon yüklemekten çekinmemiştir. Zira onun için önemli olan “germanik ırkını en yüksek yayılma kabiliyetine ulaştırmaktır.” Bu perspektiften bakıldığında, List’in talebi olan bir İngiliz –Alman ittifakı esasında “germanik kardeş milletlerin” birleşmesinden ibarettir.115 Wiskemann, List’in inceleme yönteminde özellikle “politik peygamberliği” ön plana çıkarmıştır: “Milleti onun içinde, sanki varlığın kendisinin, aynadaki görüntüsü kadar özdeşti. Fakat bununla birlikte başka ulusların şartlarını ve kaderlerini, onların kök-ırk özlüklerinden ve aynı zamanda onların politik-tarihsel alanlarından analoji yoluyla, kesin bir gerçeklik içinde yakalamıştır.”116 List aşamalar öğretisini sonuçta, tarihsel bilgisinden ziyade, bu öngörü kabiliyetine borçludur.117 Buna karşı Salin, List’in “başarılı bir teori” 111 Woll,H,Die Wirtschaftslehre des deutschen Faschismus,München,1988,s.51 Wiskemann,1937,s.135 113 Janssen,H,Nationalökonomie und Nationalsozialismus die deutsche Volkswirtschaftslehre in den dreissiger jahren,Marburg, 1998,135 114 Wiskemann,1937,s.135 115 Wiskemann,1937,s.54 116 Wiskemann,1937,s.52 117 Wiskemann,1937,s.52 112 39 sunduğunu ve bunun hatta Ricardo’un “rasyonel teorisinden” bile, daha yüksek bir verimlilik kabiliyetine sahip olduğunu belirtiyor.118 List aynı zamanda iktisat bilimi tarihinde, farklı şekillerde ve farklı yerlere konumlandırılmıştır. Pek çok yazar onu özel bir şekilde değerlendirir ve ona Romantizm ile Tarihçi Okul arasında, kendine özgü ve bağımsız bir pozisyon verir.119 Bununla birlikte List, çoğu zaman Tarihçi Okul’un öncüsü olarak kabul edilir. 120 Aşamalar öğretisini ortaya çıkardı ve bu yol doğrudan Tarihçi Okul’a gidiyordu.121 Birinci kuşak Tarihçi Okul’un baş aktörü olan Roscher, onun “ender rastlanan tarihçi bir mantığa” sahip olduğunu belirtmiştir.122 Fakat bununla birlikte onun tarih bilgisi, gerçek kaynaklardan çok, etrafta bulunan el kitaplarından ileri gelir. Sözlerinden sonra şu şekilde devam eder. Bu tabiî ki daha büyük onur. Zira bu denli az olandan, bu kadar çok üretmek önemlidir.123 Hildebrand ise, List’i açık şekilde akademik bilince sahip olmadığını, fakat bununla birlikte olağanüstü etkileme kabiliyetine sahip olduğunu kabul etmiştir.124Ayrıca List Alman Milli ekonomisini, tarihçi araştırmalara zorlamıştır sözlerini sarf etmiştir.125 Ama onun aşamalar öğretisini “tarih dışı” ve “kozmopolit” olarak eleştirmiş ve onun devlet anlayışının “atomcu” olduğunu ifade etmiştir. Hildebrand, List ile ilgili şu açıklamalarda bulunmuştur:126 118 Salin,1951,s.130 Winkel,1977,s.79 120 Rieter,1994,s.133,Spiegel,1991,s.417,Schachtschabel,1971,s.134 121 Rieter,1994,s.137 122 Rieter,1994,s.138 123 Roscher, William; Geschichte der National-Öekonomik in Deutschland, München und Berlin,1874,s.978 124 Eisermann, G;Die Grundlagen desHistorusmus in der deutschen Nationalökonomie, Stuttgart,1956,s.55 125 Hildebrand, Bruno; Die Ntionalökonomie der Gegenwart und Zukunft,1848 Dasselbe in, Sammlung sozialwissenschaftlicher Meister, Bd,22,herausgeg, von Hans Gehrig, Jena,1922,s.55 126 Hildebrand,1922,s.61 119 40 “Özel çıkarın, kamusal fayda yararına ikincil kabul edilmesi sadece akıllılık adına ve bireysel fayda namına yapılmış ve bu ortak yaşamın doğası gereği, ahlaki bir görev olarak kabul edilmemiştir.127” Knies ise, eleştirileri daha ileri götürmüş ve “List oldukça orta karar tarihçi bilgilenmeyle, en başında evlat edindiği bir şemayla tarihi işletmeye çalışmıştır. Tarihten ders çıkarmak yerine, tarih öğretisini kendi teorisinin ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirmeye çalışmıştır” tespitinde bulunmuştur. Knies bununla birlikte onun hakkını teslim etmiştir: “Politik-ekonominin tarihsel gelişimini kuvvetlice işaret ederek, geçmişin karşı çıkılmaz öğretilerine olağanüstü bir şekilde dayanarak, kendisinden önce gelenlerin yapmadığı ölçüde politik-ekonominin sorunlarının doğru çözümü konusunda, tarihsel araştırmaların önemini vurgulamış ve geniş çevrelerde bunu kabul ettirmiştir.”128 Schmoller ise, onun “gerçek bir öğretici, katı bilim ve metot adamı” olmadığını belirtir.129 Ve bilimin ise “katı metotlara, serinkanlı hesaplamalara ve dikkatli bir çalışmaya ihtiyaç duyduğunu” ifade eder. Ayrıca tüm bunların “List’e yabancı olduğunu” anlatır. Buna rağmen onun bilimsel etkisini kabullenir.130 “Üretici güçler öğretisiyle ki, bütün refah bu temele dayanır. Sadece fiyatların inmesi ve çıkmasıyla yönetilen, mekanik iktisadi süreçlerin materyalist tasavvurunu, kimsenin gerçekleştiremediği ölçüde yenilgiye uğratmıştır. Bunun neticesinde kimsenin yapmadığı kadar, tüm toplumsal yaşamın tarihi –psikolojik kökenlerinin araştırmalarını enerjik bir şekilde desteklemiştir. Yeni Alman bilimi, onun düşüncelerine bulaşmış ve tamamıyla onun etkisi altına girmiştir.131” 127 Hildebrand,1922,s. 58 Knies, Karl; Die politische Ökonomie vom geschichtlichen Standpunkt,2.erweiterte Aufl, der Politischen Ökonomie vom Standpunkt der geschichtlichen Methode, Braunschweig,1883,s.16 129 Eisermann, G,Friedrich Lists Lebenswerk in Schefolt, B(Hrsg),Studien zur Entwicklung der ökonomischen Theorie X,Berlin,1990,s.62 130 Schmoller, Gustav; Über einige Grundfragen der Socialpolitik und der Volkswirtschaftslehre, Leipzig,1898,s.136 131 Schmoller,1889,s.137 128 41 1.3.4. List’in Smith’ci Sisteme Yönelik Eleştirileri Ve Müller İle Olan İlişkisi Almanca literatürde, (Erziehungszollargument) List olarak daha çok eğitici-gümrük adlandırılmaktadır. Amerika argümanı Birleşik Devletlerinin ilk maliye bakanı Alexander Hamilton(1757-1804) Report on Manufactures(1790) adıyla bilinen raporu nedeniyle, bebek endüstriler argümanının ilk savunucusu olarak tanınır. Onu, yine Kuzey Amerika’da Daniel Raymond (1786-1849) ile Henry Charles Carey (1793-1849) ve Almanya’da F.List(1789-1846) izlemiştir. List’in eğitici-gümrükleri savunuşu, başka hiçbir iktisatçıda aynı yoğunlukta olmamıştır. List’in düşüncelerinin etkileri, o günkü politikacılar ile sınırlı kalmamıştır. Yirminci yüzyılın gelişmekte olan ülkelerin yöneticileri de, onun görüşlerinden yararlanmışlardır.(ithal-ikamesi politikası) List’in kurduğu dinamik üretici güçler kuramı(die dynamische Theorie der produktiven Krafte) ve beşeri sermayenin önemini ve kalkınma sürecinde altyapının rolünü vurgulaması nedeniyle, iktisat bilimi ve tarihinde özel bir yeri vardır. List, Smith’in serbest ticaret sistemini: “Eğer Smith’in parçalara ayırma yeteneği olduğu kadar bir araya getirme yeteneği de olsaydı, işbölümünün, yalnızca, değişik sanayi dallarının kendileri ve diğerleri için eğitilmiş, gelişmiş ve birbirleriyle karşılıklı etkileşim içinde olmaları; ulusun bütün sanayi gücünün eğitilmişliği/gelişmişliği ve ona bağlı olan tarımla karşılıklı etkileşim içinde oluşları; bu iki üretim etkeninin eğitilmiş-gelişmiş ve dış ticaret tarafından desteklenmekte, taşınmakta ve onunla karşılıklı etkileşim halinde olmaları ölçüsünde olanaklı olduğu gözünden kaçmazdı. O zaman, zaten tarım, sanayi, dış ticaret ve gemiciliği bir ulusun organik tamamlayıcı öğelerinden, ulusal varlığın asli cevherlerinden olduğunu anlamış olması gerekirdi. Smith’in sisteminin temel kusuru, ulusların ekonomisini sonradan yeniden doğasına uygun olarak bir araya getirmek ve birbirine bağlamaksızın atomlarına ayırmasından; 42 böylelikle yalnızca sanayiyi ve ticareti ulusun organizmasının bütünlüğünden söküp çıkartmamasından ibarettir.”132 Ve kozmopolit olarak nitelemiştir. “Smith, ulusu ve onun aralarındaki tarım, sanayi, dış ticaret ve gemiciliğinde hesaba katılması gereken tamamlayıcı öğelerini fark etmemiş ve tanımamıştır. Biz serbest ticaret sistemini, ulusların özel koşullarıyla ve gereksinimiyle ilgilenmediği, tam tersine her ulusun bireylerini diğer bütün uluslarınkiyle karşı karşıya koyduğu ve böylece yalnızca, bireylerin ve bütün insanlığın ilişki ve durumlarını göz önüne aldığı için kozmopolit olarak adlandırdık”133 “Tıpkı insan toplumuna-bütün insanlığı göz önünde bulunduran kozmopolit ve özel ulusal çıkar ve durumları dikkate alan politik-iki bakış açısından bakılabileceği gibi, bireylerin ve toplumun ekonomisinin bütününe de iki ana noktadan bakılabilir. Yani zenginlikleri ortaya çıkartan kişisel, toplumsal ve maddi güçler dikkate alınarak veya maddi malların değeri dikkate alınarak.134 ” List, bunun yerine organik (yani atomistik olmayan) ve ulusal (yani kozmopolit olmayan) bir sistem kurdu ve bu yüzden de onu, aynen 1841’de yayınlanan ünlü kitabının başlığında olduğu gibi, ulusalpolitik-ekonomi sistemi (Das nationale System der politschen Ökonomie) olarak adlandırdı. 135 List’in çözümleme ölçeği, neoklasik kuramda olduğu gibi birey veya Marksizmde olduğu gibi belirli toplumsal sınıf değil, ulustu.136 List’in neoklasklerce ve Marksistlerce kabul edilmemiş olmasının asıl nedeni: “Ulusu canlı bir organizma olarak, List kendi sisteminde, yalnızca ekonomik olanı değil, ekonomik olmayanı da dikkate almıştır: Sosyal, sivil ve politik koşul ve kurumlar veya kısaca toplumun organizasyonu, bir ulusun kalkınma (sanayileşme) sürecinde yaşamsal bir rol oynar.137” Halkların üretken gücü yalnızca, bireylerin çalışkanlığı, tasarrufluluğu, ahlaklılığına ya da doğal taban ve maddi sermayelere sahip olunmasına bağlı 132 F.List,1931,s.331-332 F.List, 1931,s.426-427 134 F.List,1959,s.40-41 135 F.List,1931,s.324-428 136 Randak,1972,s.28-30 137 Haddad,1987,s.18 133 43 değildir. Aynı zamanda, toplumsal, politik ve sivil kurum ve yasalar ile her şeyden önce, ulusun sürekliliği, bağımsızlığı ve kudretinin sağlanmasına da bağlıdır.138 Hiristiyanlık dini, tek eşlilik, köleliğin ve kulluğun kaldırılması, tahtın babadan oğla geçmesi, matbaanın icadı, serbest toprak mülkiyetine geçilmesi ile taşıma araçları üretken gücün zengin kaynaklarıdır. Yargının açıklığı, jürili mahkeme, parlamenter yasama, devlet yönetiminin kamusal denetimi, belediyelerin özyönetimi, basın özgürlüğü, kamu yararını amaç edinen dernekler; anayasal devletlere, başka araçlarca üretilmesi çok zor olan bir güçler toplamı sağlar.139 Yine, ulusu canlı bir organizma olarak görüyor olması, List’i tarihin öğretileri (die Lehren der Geschichte) bağlamında tarihsel-ampirik ve bağımsız bir üretken güçler kuramının kurulması anlamında dinamik bir yaklaşıma götürmüştür. Çünkü ona göre, ekonominin ağırlık noktası “sürekli gelişen, hep akım halindeki toplumda” yatmaktaydı. 140List Amerika’da 1825’den 1830’a dek geçen sürgün yıllarında, ulusal “ekonomilerin aşamalı Kalkınması”nı fark etmişti.1411846 yılına kadar, çeşitli ulusların tarihlerini inceledi ve hep onlardan bir şeyler öğrenmeye çalıştı. Tarihsel deneyimlerin toplamı, onun aşamalar kuramının(Stufentheorie)ve böylece de, önerdiği dış ticaret politikasının temelini oluşturuyordu.142 List genel anlamda Smith’in teorisinin suçlamalarını üç kelimeyle özetler: Kozmopolitik, suçlaması sonucu materyalizm öngördüğü ve partikülarizm(parçacılık)Her iyileştirmeler Müller’in tavsiye üç ettiği iyileştirmeler ile denk düşer. Her ikisi de ulusun ekonomisini natürel ve gerekli olan birim olarak değerlendirir. Her ikisi de ulusları birbirinden ayıran farkları kabul eder. Buna karşın kozmopolit görüşte ulusların ayniyeti söz konusudur. 138 F.List,1959,s.41 F.List,1959,s148 140 Fuerth,1920,s.26-27 List’in en büyük katkısı eğitici-koruyucu gümrükler, sanayinin geliştirilmesi v.b. konularla ilgili görüşleri değildi. Bütün bunlar yalnızca sonuç görünümleridir. Onun kazandırdıkları bundan çok daha kapsamlıydı. O iktisada yeni bir alan açtı; statiğin yanına dinamiği koydu. 141 F.List,1959,s.67 142 F.List,1959,s.39 139 44 Her ikisi de tüm ruhi ve politik Milli gücü, bir ulusun ekonomik amacına hizmet eden araç olarak görürler. Bunun karşısında duran Smith teorisi ise, sadece materyal güçlerin ve takas değerinin toplamı olarak görür. Fakat Smith sistemine yönelik tüm bu tezatlıklar, List’in anlayışında çok farklı bir mantık taşır. 143 Müller’de birey Millet içerisinde çözünür. Bireyin amacı ve görevi ahlaki devlet toplumunu oluşturmaktır. List’te ise, birey için millet ve devlet sadece amaca yönelik araçlardır. Refah ve mutluluk ise tüm insani varlığın görevi olmaya devam eder. Müller’de ulusların sürtüşme halinde olmaları doğaldır. Hatta savaş bile gerekli araçtır. Böylece bütün ulusların kendi içerisinde bağımsız hayat kudretini koruması hedeflenir. List’te ise tüm politik ve ekonomik sürtüşmeler geçici araçlardır. Burada amaç uluslar arasında, sonsuz bir barış ve genel ekonomik eşitlik sağlamaktır. Müller milli güç kelimesiyle, canlı bir dönüşen etkileşim ve tüm değerlerin ile kuvvetlerin Milli birlikteliğini anlar. Buna karşı List bu kavram altında bir milletin tüm üretim güçlerini algılar. Her ikisi de aynı zamanda Smith’in serbest ticaret ve modern polis devletinin bürokrasisine karşı mücadele ederler. Fakat Müller bunu tekrar ikame ettirmeye çalıştığı eski hukukun kökten aristokrasi anlayışı için yapar. List ise, buna karşı yükselişte olan para ve fabrikasyon endüstrisinin çıkarları doğrultusunda davranır. Her ikisi de anlık çıkarlar yerine, bir milletin sürekli faydasını ve tüm gelişimini tercih ediyorlar. Müller bunu eski ortaçağın ekonomik anlayışını kurgulamak için yapıyor. Sonuçta bu düzen para ekonomisi tarafından yıkılmıştır. List ise modern ekonomiyi her yerde yapılandırmak ve ona sürekli olan gelecek oluşturmak için bu tercihte bulunmaktadır. Geçmiş yüzyılın soyut özgürlük prensibini, teorileri içerisinde protesto ederler. Müller bunu geçmiş ve ölmüş olan namına protesto etmiştir. Buna karşın List güncel ve canlı milliyetler adına protesto faaliyetini yürütmüştür. Müller, Smith sitemine düşmandır, çünkü kentsel fabrika endüstrisinin sadece İngiltere için uygun olduğunu düşünür. Müller’in ret ettiği her konu ve 143 K.H.Brüggemann, H,Politische Ökonomie in kritischen Jahren Die Friedrich List Gesellschaft e.V. VON 1935-1925, 1956,s.56 45 her nokta, List için olağanüstü değerlidir. List Almanya’yı iyileştirmek ister, çünkü ona göre, Almanya hala eskiye bağlıdır ve fabrikasyona henüz yeterince geçememiştir. Müller’de Almanya’yı iyileştirmek ister. Fakat Müller’in çıkış noktası farklıdır. Çünkü ona göre, Almanya eski olanı yıkmış ve İngiltere’nin endüstriyel faaliyetine doğru yönelmiştir. 1.3.5. List Topluluğu 1923yılında kurulan List topluluğunun ana gayesi, List eserlerinin araştırılması yayınlanmasıydı.144 Topluluğun diğer önemli alanıysa, aktüel iktisadi bilimsel ve politik sorunsallıklarla ilgilenmekti. Ayrıca konferanslar düzenlemek ve bilirkişi raporları hazırlamak, onların ilgilendikleri konuların başında gelirdi.145 Böylece 1928 yılında, List topluluğunda pröfösörler, politikacılar ve iş hayatının önde gelenleri, konferanslar aracılığı ile bir araya geldiler. Bad Pyrmont’ta gerçekleşen bu konferansın konusu ise, birinci dünya savaşı mağlubiyeti üzerine ödenecek olan savaş tazminatıydı. 146 List’i örnek alan bu konferansın katılımcıları, sadece teori oluşturmak üzere bir araya gelmediklerini, hatta var olan politik ve bilimsel gereklilikler doğrultusunda, pratik ve politik eylem için bilgi zemini oluşturmak amacıyla bir araya geldiklerini beyan etmişlerdi.147Uygulama savaş tazminatı konusunda kesin bir karara varamamıştı. “ Bu şekilde var olmayan tecrübenin yerini, teorik tümdengelim doldurmalıydı.” Fakat fikirler tam olarak bu noktada ayrışmaktaydı.148 Salin gibi tarihçiler için önemli olan, Alman iktisadı problemdi. Buna karşın Ricardo’cular daha çok piyasaların önemli genel ve soyut fonksiyon prensibiyle ilgilenmiştir. 144 Topluluk bu hedefi on yıl süren yoğun bir araştırma faaliyeti neticesinde yakaladı. Bunun sonucunda on ciltlik eser olan “Schriften, Reden, Briefe” ortaya çıktı. Salin’in bu konuda özverili çalışmalarını, bu noktada hatırlatmak gerekir. Salin aynı zamanda List topluluğunun kurucuları arasındadır. 145 Schuler, A,Grusswerte des ersten Bürgermeisters der Stadt Reutlingen zum 23.Gesprach der List Gesellschaft, inBesters, H(Hrsg),Die Bedeutung Friedrich Listes in Vergangenheit und Gegenwart, Baden-Baden, 1990,s.13 146 Janssen,1998,s. 147 Brügelmann,1956,s.68 148 Brügelmann, 1956,s.74 46 Pyrmont konferansı, bilimsel topluluğu ve Alman ekonomi politik kuramı içindeki çatlağı büyütmüştür. Buna göre, List topluluğunun genel başkanı olan Berhard Harms, “ Milli Ekonominin bir krizinden” bahsetmiştir.149 Oysa gerçek kriz birkaç yıl sonra geldi.1931 yılından itibaren durum List topluluğu için kritik hale geldi. Önemli iktisadi politik konular üzerine olan, bilimsel objektif tartışmalar, 1933 yılından sonra daha zor şekillenmeye başladı. Ve bunun neticesinde List topluluğu, nasyonal sosyalistlerin müdahale ihtimaline karşı, kendini feshetmiştir.150 1.3.5.1. Günümüzde List Topluluğu List topluluğu bugün kamusal alan, dernekler, politika, bilim, kurumsal –kişisel ve bireysel ekonomi temsilcilerinden oluşan, uluslar arası bir topluluktur.1955 yılında eski List topluluğunun yerine, Salin tarafından kurulmuştur.151 Yeni kurulan List topluluğu için önemli olan (eski toplulukta olduğu gibi) “teori ile uygulama arasında köprü kurmak, karşılıklı verim artışı sağlamak.152”Bu yüzden görev alanı içinde, iktisadi-ile toplumsal politik problemleri araştırma, bilimsel çözümler sunmak ve politika –yönetim ile ekonomi için uygulamaya dönük sonuçlar çıkarmak. Ayrıca topluluk için, bilim adamlarını ve uygulamada çalışanları, ortak çalışmaya sevk etmek fevkalade önemlidir. Buna uygun olarak topluluğun hedefleri ve çalışma konuları, zamanın akışına paralel şekilde seçilir. 153 Bunlar ayrıca iktisadi-teorik, politik bağlantı ve sorunsallıkların, nötr ve bilimsel temellenmiş araştırmalarına yöneliktir. List ampirik-tarihsel, sosyolojik, politik olgularını ve çeşitli hayat alanlarının karşılıklı bağımlılık bilgilenmesinin, çalışmalarına dâhil etmesiyle birlikte, tarihçi inceleme yöntemine ulaşmıştır. Buna göre, zaman ve mekân 149 Janssen,1998,s.22 Schuler,1990,s.10 151 Starbatty, J,Begrüssung zum 23. Gesprach der List Gesellschaft in Besters,H(Hrsg) Die Bedeutung F.Lists in Vergangenheit und Gegenwart,Baden-Baden,1990,s.3-10 152 Starbatty,1990,s.3-10 153 Schuler,1990,s.15 150 47 şartları dikkate alınır ve bunun neticesinde teori ve uygulama birleştirilir. 154 List çağdaş okura iktisat ile devletin ortak etkileşiminin doğru tasavvurunu sunmak istemiştir. İktisadi refah için gerekli olan manevi ve toplumsal ön koşullarını açıklamış ve bununla aynı anda, nadasa bırakılmış şanslar ve zamansız noksanlıkları vurgulamıştır.155 Alman Milli Ekonomisi, İngiliz Klasiğin “sinizmiyle” uyum sağlayamamıştı. Özel çıkarın, aynı zamanda toplumsal çıkar olabileceklerine yönelik görüş, İngiliz Klasiğinin erken dönem iktibasından itibaren, Alman kamuoyunda tartışmalı bir konu olarak kalmıştır. Homo economicus resmi, izolasyoncu ve bireysel çıkara dayalı iktisadi hedeflerin kovalanması, Alman toplumsal ruhun ahlaki tasavvuruna tezat teşkil etmişti. Hatta bunun ötesinde, devlet manevi nedenlerden dolayı, kolektif aksiyom ile pazarın finansal dengesizliğini düzeltmelidir anlayışı hâkimdi.156 Alman Milli Ekonomisi içerisinde kurgulanmaya çalışılan “devlete yönelik bu özel ilgi” ve “teori ile uygulama arasında kurulmaya çalışılan yakın ilişki,”Weimar cumhuriyetini ve üçüncü Reich’ı aşarak, Alman Milli Ekonomisinde yer edinmiştir. Ayrıca Müller ile tüm zamanlar ve tüm halklar için geçerli olan ekonomi-politik kanunların olmadığına dair düşünceyi ortaya attıklarında, bir nevi Tarihçi Okulun öncülüğünü yapmışlardır. 1.4. TARİHÇİ OKUL’UN ORTAYA ÇIKIŞ SEBEPLERİ Tarihçi Okul, Klasik öğretiden ve metotlarından bir ayrılma, yön değiştirme olarak tanımlanabilir. Bu yön değiştirme önceleri ne kadar yumuşak olduysa da, sonrasında bir o kadar devamlı olmuştur. Tarihçi Okul rasyonalizm ve aydınlanmaya, İngiliz Klasik Ekonomisine ve özellikle onun evrensel olduğu iddia edilen teorilerine, Marksçı ve Neoklasik ekonomi gibi onun ardıllarına tepki olarak yorumlanabilir. Tarihçi Okul’un büyük etkide bulunduğu sosyal bilim kavramları arasında kurumlar, 154 Randak,1972,s.50 Randak,1972,s.50 156 Randak,1972,s.105 155 48 evrim ve ulusal sosyal politika gösterilebilir. Tarihçi Okul, Klasik öğretiye yönelik eleştirilerine realiteye yabancı kaldığını belirterek başlamıştır. Türetilmiş yasa düzenlemesinin evrensel talebine karşı çıkmış ve ekonomik ilişkilerin sürekli değişimi rölâtivist bir görünümünü sergilemiştir. Roscher, Hilldebrand ve Knies’in ortak noktalarından birisi Klasik iktisatçıların bireylerin kendi menfaatlerinin peşinden koşmaları sonucunda oluşacağına inandıkları sosyal harmoni fikrine eleştirel bakmalarıdır. Alman tarihçileri insan davranışlarını etkileyen rasyonel olmayan motifler vurgulamışlardır. Toplumsal hayatı, ekonomi de dâhil olmak üzere organik bir bütünlük olarak görüyorlardı. Burada tüm sosyal yönler birbiriyle bağlantıda olduğu sonucu çıkıyordu. Bu yüzden bireysel ekonomik kararları izole şekilde ele almak doğru bir sonuca varmayı sağlamayacaktı. Okul için odak nokta, somut olarak tarihsel sosyolojik yaklaşımın savunulmasıydı. Tüm fenomenler bireysel tarihsel dayanağı ile eşsizdi, genellemeler bu yüzden mümkün değildi. Tarihçi Okul için her birey zamana ve mekâna göre değişen sosyal kontekslerin ürünüdür. İnsan davranışları incelenirken bunların tek bir motife indirgenemeyecek kadar karmaşık olduğunu göz önünde tutarlar. Tarihi, felsefi ve sosyolojik perspektif savunucusu olması bu Okul’un amacıdır. Eski Tarihçi Okul’un Klasiklerden çok önemli farkı, araştırmalarının çıkış noktasıdır. Bu nedenle, fert kendi çıkarını düşünen aktör değil, ekonomik analiz için bir bütün olarak karar verilen bir ulus sistemidir.157 Yöntem bilimi önemli olan öncelikle hususi incelemelerdir. İlk baştan genelleştirilmiş modeller önerilmemektedir. Tarihçi Okul açıkça teori odaklı değildir. Meslektaşlarının metotlarını ve uygulamadan uzak oluşlarını eleştirmişlerdir. Peki, tam olarak söz konusu olan nedir? Tümdengelim mantıktan alınmış bir kavramdır ve genel olandan özele çıkarım yapmak anlamını taşır. Yani bir hedefe olabildiğince az vasıtayla ulaşmak, bu bir çeşit genel üst cümledir. Tipik bir tümdengelim şudur: A = B ve B=C ise, A=C olmalıdır.158 Tümevarım ise, tam ters yönden bilgilenmeye ulaşmak isteyen bir metodu tarif eder. Genel ve soyut öncüller yerine özel ifadeler ile başlanır 157 158 Winkel, Nationalökonomie s. 63 Zimmerman,1961,s.110 49 ve bunlardan genel neticeler çıkartılır. Bu yöntem aynı zamanda sentez olarak ta adlandırılır.159 Klasik öğreti var oluş tarihinden itibaren tartışmalara neden olmuştur. Varsayımları, kişisel fayda uğraşı ve elde ettiği sonuçlar (örneğin bırakınız yapsınlar- bırakınız geçsinler) sert saldırılara hedef olmuştur. En önemli teorilerin başında ise, genel değer kuramı gelmektedir. Buna göre, bir malın fiyatı üretim maliyetine denktir veya bunun etrafında sallanmaktadır. Bu bilgilenme Klasik öğretinin varsayımlarından katı mantıki olarak elde edilmiştir. Tarihçi Okul bu teoriyi yeni bilgilenmelerin oluşmadığı ve gerçekliliğe yabancı metot olan tümdengelimin yanılgıya götürdüğünü, argüman olarak ileri sürmüşlerdir.160 Bawerk, Klasiklerle ilgili tartışmayı daha da tırmandırır ve Tarihçi Okul’un Klasik öğretinin tüm hatalarını sadece soyut- tümdengelim metoduna bağladığını iddia ederek, reddi desteklemek ister.161 Tarihçi Okulun teori düşmanı bir tutum içerisinde olduğunu öne sürmek abartılmış bir söylem olur. Teori bir bütün olarak kabul edilmemekten çok; amaç temelleri ampirik olarak ortaya atmak ve böylece daha kesin ve gerçeğe yakın karar vermektir. Onlar sadece gerçeğin kısmi olan anekdot ya da belirtisel analizine karşı çıktılar ve bunun yerine diğer toplum bilimlerin yardımıyla tüm incelemeyi seçtiler. Tarihçi Okul mensupları tarihi araştırmanın öneminin farkında olmakla birlikte diğer bazı metotların da uygulanabileceğini kabul ederler. Her üç iktisatçı da politik iktisadın toplumsal yanına vurgu yapmışlar; politik iktisadın diğer alanlardan koparılmayacağı kanaatine ulaşmışlardır. Bu yüzden de iktisatçının ancak büyük bir temkinle soyutlama ve bunu yaparken de ekonomik insandan uzak durması gerektiğini savunmuşlardır. Aynı zamanda insanın sadece daha çok kazanma güdüsüyle hareket etmediğini; birbiriyle çatışan pek çok güdünün kesiştiği noktada hareketlerine yön verdiğini vurgulamışlardır. Bunun için büyük ölçüde tarihsel metotlar 159 Zimmerman,1961,s.111 Bawerk,1924,s.166 161 Bawerk,1924,s.164 160 50 kullanılacaktı ve ekonomik olayların bireyselci, determinasyoncu ile faydacı olarak değerlendirilen Klasik bakış açısının boşluğunu dolduracaktı. Tarihçi Okul bunu daha ziyade bir organik- gözlem biçimiyle yapmıştır. Ekonomi ulusun refahına hizmet etmeliydi ve bunun aynı zamanda etik hükümlerde vermeliydi.162 1.4.1. Birinci Kuşak Tarihçi Okul: Roscher, Knies Ve Hildebrand Wilhelm Georg Friedrich Roscher 21 Ekim 1817’de Hanover’de bir memur ailesi çocuğu olarak doğdu. 1827’de yetim kaldı. Hanover’deki gramer okulunda okuduktan sonra 1835’te Göttingen’e taşınarak antika ve tarih öğrendi. Göttingen’deki öğretmenleri arasında Göttingen Sieben’in lideri olan Friedrich Christoph Dahlman (1785-1860), Geschichte der poetischen Nationallitteratur der Deutschen isimli beş ciltlik kitabın yazarı olan Georg Gottfried Gervinus (1805-1871) ve Karl Otfried Müller (1797-1840) bulunmaktaydı. Mezuniyetini takip eden yıllarda araştırmalarına August Boeckh (1785-1867)’in ve Leopold von Ranke (1795-1886) gözetiminde devam etti. Leipzig’de politik bilimler öğretmeni olarak geçirdiği kısa bir dönemden sonra Göttingen’de tarih ve politik bilimler öğretmesi için bir kürsüye sahip oldu. Bu dönemde aynı zamanda politik ekonomi (die Nationalökonomie) üzerine bir ders de vermeye başladı. Yardımcı doçentliği ve profesörlüğü kısa bir süre sonra geldi (1843, 1844). 1848’de Leipzig Üniversitesi’nde görevlendirildikten sonra Leipzig’den ayrılmadı ve Münih, Viyana ve Berlin’den teklifleri reddetti. Roscher, sıklıkla Tarihçi Okul’un kurucusu ve metodolojik akıl babası olarak bilinir. 4 Haziran 1894’te Leipzig’de ölmüştür. Karl Knies, küçük-burjuva geçmişine sahiptir ve gençliğinde bir öğretmen olarak hayatını kazanmak zorunda bırakılmıştır. 1821’in 29 Mart’ında Marburg’da doğan Knies tarih, politik bilim, din ve filoloji alanlarında 162 Brandt, Karl, Geschichte der Volkswirtschaft Band2.Vom Historusmus bis zur Neoklassik, Freiburg,1994,s.52 51 Philipps Üniversitesi’nde eğitim almıştır. Kariyerine bir gramer okulu öğretmeni olarak başlamış ama tezinden sonra özel ders veren birisi haline gelmiştir. Mali sıkıntı çekmektedir ve bu yüzden ücretli profesör olmaya çalışmıştır, ancak geniş bir bilimsel yayını olmadığı için üniversiteyi terk etmek zorunda bırakılmıştır. 1855’te Standpunkt der geschlichten Methode Üniversitesi‘nde profesörlüğe Die politische Ökonomie vom kitabını yayınladıktan sonra Frieburg atandı. Knies, 3 Ağustos 1898’de Heidelberg’de öldü. Bruno Hildebrand, 6 Mart 1812’de Naumburg’da doğmuş ve Schulpforta Gymnasium’unda eğitim almıştır. 1836’da Breslau Üniversitesi‘nde özel öğretmen olarak işe başlamış ve 1836’da yardımcı profesörlük almıştır. İki yıl sonra Marburg’daki Philipps Üniversitesi‘ne profesör olarak atanmıştır. Orada Xenophontis et Aristotelis de occonomia publica doctrinae illustratae adlı kitabını ve temel teorik çalışması olan Die Nationalökonomie der Gegenwart und Zukunft adlı eserini yayınlamıştır. Hildebrand, politik hayatta oldukça aktif bir insandır ancak 1848‘deki rahatsızlıklardan sonra Kurhessian parlementosu feshedilmiştir. Hildebrand bütün sıfatlarını kaybetmiş ve on yıl için İsviçre’ye kaçmıştır. Orada ilk kantonsal istatistik bürosunu kurmuştur. Almanya’ya döndükten sonra uluslararası derecede etkili olan Jahrbücher für Nationalökonomie und Statistik’i, ki daha sonra Hildebrands Jahrbücher olarak bilinen dergiyi yayına hazırlamıştır. Hildebrand, Klasik teoriye karşı çok eleştireldir ve özellikle Ricardo’ya materyalist, evrenselci ve kozmopolitan olduğu gerekçeleri ile saldırmıştır. Max Weber, Hildebrand’ın kesin ve sadece kendisinin, çalışmalarında tarihçi metodu kullandığını görmüştür. Hildebrand, 29 Ocak 1878’de Jena’da ölmüştür. Roscher, Knies ve Hildebrand’ın arkaplanları arasında büyük ayrımlar vardır. Roscher devlet görevlilerinin üst sosyal katmanından gelmekteyken, Knies ve Hildebrand, her ne kadar memur çocuğu da olsalar, fakirlikten gelmektedirler. Dahası, Roscher’in Lutherciliğe olan bağlılığı onu devlet otoritelerine boyun eğmesi konusunda eğitmiştir. Knies ve Hildebrand aktif bir biçimde liberaldirler ve politik tutuklamanın kurbanı olmuşlardır. 52 Başaktörleri Wilhelm Roscher, Bruno Hildebrand ve Karl Knies olan Milli Ekonominin birinci kuşak Tarihçi Okul’u, 19. yüzyılın ilk büyük sosyal akımıdır. Bu akım tarihsel-sosyolojik halk kavramını oluşturup şekillendirecektir. İlk sosyo-kütürel yapı taşları ise tarihselliktir; bununla birlikte düşünce idealizmden çıkmıştır ve oluşmakta olan sosyal bilimlerin içine sokulmuştur. Bu büyük hareketliğinin içinde özel olan Alman ulusal ekonomisi sürekli varlığının sürdürebilmenin kavgasını vermiştir. Tarihselliğin ideallerine bağlı bir biçimde, teorinin mutlakıyetine ve tarihsel yansımanın nispiliğine karşı savaşmıştır. Bundan sonra ise zaman kavramı olmayan evrensel teoriler aramak yerine, tek tek hayat şekillerinin oluşumu ile ilgilenilmiştir. İktisat bir “doğal hadise” değildir, daha çok dış iktisadi (sosyal, politik, milli ve tarihi) faktörlerle meydana gelen bir kültür gerçekliğidir ve sadece tümevarımsal nitelik taşır. Tarihsel yansımaların kapsamlı karşılaştırması, bu bakış açısının temel enstrümanı haline gelir. Halkın yaşantısına yoğunlaşma ve ona özgü iktisadi ve sosyal yorum Tarihçi Okul’un sistematik olarak Klasik ekonomik liberalizm karşıtı olmasını sağlamı ve böylece Thomas Nipperdey’e göre “tamamen Alman bir cisim” haline gelmiştir.163 Leipzig kökenli Milli Ekonomist Wilhelm Roscher (1817-1894) üç başaktör arasında yalnız başına “Grundlagen der Nationalökonomi” adlı eserinde (Leipzig, 1954), “halk” tabirine ayrı bir bölüm ayırmıştır. 164 Bunun içinde Robert Malthus geleneğinde bir nüfus teorisi de bulunmaktadır. Robert Malthus’un “devirli tarih düşüncesi”, halkların tarihsel gelişimi üzerine temel yargılar içerir. Bu sebeplerden dolayı, birinci kuşak Tarihçi Okul’daki meslektaşlarından farklılaşır. Ayrıca başka tematik konularda da önemli farklar vardır. 163 Nipperdey, Thomas (1983) : Deutsche Geschichte, band 1: 1800-1866, Bürgerwelt und starker Staat, Münih, s. 498, 514; Schnabel Franz (1965) Deutsche Geschichte im 19. Jahrhundert, Die Erfahrunswissenschaften, Freiburg, s. 155 Eisermann Gottfried (1956): Die Grundlagen des Historismus inder Deutschen Nationalökonomie, Stuttgart, s. 81, 125, 232. 164 Die Grundlagen adlı eser bir dizinin 2. kitabı (band 2) Nationalökonomik des Ackerbaus und der verwandten Urproductionen, Stuttgart, 1860; Band 3: Nationalökonomik des Handels und des Gewerbefleisses, Stuttgart, 1881; Band 4: System der Finanswissenschaft, Stuttgart, 1886; Band 5: System der Armen pflege und Armenpolitik, Stuttgart, 1894. 53 “Okulun” bir başka ünlü eseri ekonomist Bruno Hildebrand’ın (18121878) eseridir. Baş eseri olan “Bugünün ve Geleceğin Milli Ekonomisi” (1848) içinde büyük bölümünü yeni gelişen sosyalizm ve onun temsilcilerine ve özellikle Friedrich Engels’e tenkitte bulunuyor.165 Burada ayrıca Hildebrand “üç basamaklı iktisadi gelişme” öğretisini (Doğal, Para, Kredi) açıklıyor. Bunlar tam olarak tarihi düşüncesini temsil ederler. “Halk” ile ilgili açıklayıcı yayımlar (Roscher tanımlaması) ise onda rastlanmaz. Hildebrand gelişim kuramına, Milli Ekonominin tarihsel metodu ile devam sağlamak amacı ise gerçekleşmemiştir.166 Freiburg ve Heidelberg profesörü olan Karl Knies’in (1821-1898) bilimsel eseri öncelikle fazla ilgi uyandırmadı. Baş eseri olan “Die politische Ökonomi vom Standpunkte der geschichtlichen Methode” (1853) tamamen Tarihçi Okul’un karakterini almış. Tarihselliğin prensiplerine bağlı kalarak, Smith’in Klasik Ekonomilerinin temel inanışlarının değişebilirliğini kanıtlamaya çalışıyor.167Hildebrand’ın insan ve toplum tasavvuru Roscher’in ve diğer Tarihçi Okul mensupları ile örtüşür. Nationalokonomie der Gegenwert und Zukunft adlı eserinin önsözünde şöyle demektedir: “Milli İktisat (NÖ), temel alınarak tarihi metottan hareketle diğer disiplinlerden ve ulusların iktisadi gelişim yasalarının öğretisine dönüşecektir.” Kitap adı değiştirilerek 2. baskısı yapılan “Die politische Ökonomie vom geschichtlichen Standpunkte” (Braunschweig, 1883) eserinde gerçekten uygulanabilir bir “tarihsel metodu” ile ilgili endişelerini dile getiriyor. Hedef amaçlı bakıldığında her iki yazısı, onun tarih anlayışını ve bununla ilgili alakalı tarihsel-ekonomik görüşünü sergiliyor. Halk tanımı ise daha önce Hildebrand da olduğu gibi sadece küçük bir değer ifade ediyor.168 165 Eisermann, Gottfried (1956): Die Grundlagen des Historismus in der Deutschen NationalÖkonomie, Stuttgart 1894. 166 Eisermann, Gottfried (1956): s.160, 184. 167 Onun için önemli olan değersiz soyut ve acele genelleme (eski Milli Ekonomide olduğu gibi) yapılmasına savaş ilan etmişti. Özellikle Knies ve daha yeni (prensipte karşıtı olmasalar da) olanlarla mücadele etmiştir. Gustav von Schmoller ile Karl Knies: Schmoller, Gustav von (1888): Zur Literaturgeschichte der Staats – und Sozialwissenschaften, Leipzig, s. 207. 168 Eisermann, 1956, s. 189, 211, 222. 54 1.4.2. Gelişim Düşüncesi – Klasik Okul Karşılaştırması İlk Milli Ekonomistler tarihçi sıfatıyla, baş eserlerinde bir çaba içersine girip, o zamanki Batı Avrupa’da anlamı büyüyen Milli Ekonominin sorumluluğunu alarak bir başka yol denerler. Mutlak ve genel geçer bir teori aramaktan vazgeçiyorlar. Tarihselliğin gerçekliğini araştırma sahası olarak görüyorlar. Gerçi insan sosyal bir varlık olduğu gibi, medeniyetin bir çocuğu ve her şeyden önce tarihin bir ürünüdür. Bruno Hildebrand’a göre bunun anlamı: “ihtiyaçları, eğitimi ve ilişkileri insanlarda olduğu gibi cisimlerde de hiçbir zaman aynı kalmayacak. Bunlar hem coğrafi farklılık gösteriyor hem de tarihte sürekli farklılaşmış ve insan tabiatının bütün doğallığı ile gelişecektir.169 Ekonomik hayat ile ilgili sorular da, mutlak geçerli veya teorik kanıtlanabilir neticeler yoktur. Ne mutlak doğru vardır ne de mutlak yanlış. Doğanın verdiği malzemelerin hemen yanında oluşan iktisadi hayatta, saf politikanın ve her kurumun sadece nispi bir önem verdiğinden çok daha yüksek bir derecede ve hiçbir zaman tarihi olaylardan sadece rasyonel sebeplerle ölçülemeyen bir hareketlilik vardır.170 Hildebrand, “tarihsel yönü olan metot” istikametini hedef kabul eder ve Milli Ekonomiyi “halkların ekonomik gelişme kanunlarının kuramına” dönüştürmek istemektedir. Bu amaç uğruna var olan Milli Ekonomi teorilerini de “gerçek ve sürekli olan çekirdeği ortaya çıkartmak” ve sonunda “günümüzün ekonomik kültürü ile ilgili hüküm vermek” olarak temellendirmişlerdir. O’na göre, Milli Ekonominin genel bir kültür teorisi olarak gelişmesinin zorunlu ön şartı, “hakiki” iktisadın tanınır hale gelmesidir.171 Roscher gibi Hildebrand da bir analoji uygulaması yapar. Bunu “ideal tip yapılanması” ile destekler. Tarih, Hildebrand için gerçeğin enkarnasyonudur (vücud bulma). 169 Hildebrand, Die nationalökonomie der gegenwart und zukunft, Frankfurt/Main,1848, s. 29. Hildebrand, 1848, s. 326. 171 Brandt,1994,s.57 170 55 Bu gerçek öyle bir gerçektir ki, sadece ampirik eyleme açılır. İnsanlık tarihi sürekli gelişmenin sürecidir ve sonunda insanın “örfi ve ruhi bütün kimliklerin tamamlanmasıdır’.. İktisat, bu süreçte insani gelişimin şekil veren gücüdür ve böylece bunun ekonomik alt yapısıdır. Frederich Engels’e göre, bu durum Almanları her şeyden önce gerçeğin bilgisinden uzaklaştırır ve sıkıntı yaratır.172 Hildebrand gerçekliliği direkt gözlemleyerek oluşturduğu metodu ve gelişim kanunlarının varlığının ispatı ile Engels’in söyleminin içini boşaltmak istiyor. Hildebrand iktisadı üç elementsel sürece ayırır; a)üretim, b)dağıtım, c)tüketim. Üretim ve tüketim halkların gelişiminde bir eşitlik söz konusu olmaz. Çünkü bunlar dolaylı ve dolaysız olarak doğa ve toprağa bağlıdır. Sadece dağıtım süreci bazı halklarda benzer şekilde gelişebilir. Çünkü burada doğal etkiler daha azdır. Ve ayrıca burada insan akıl yürüterek davranma olanağına sahiptir. Bunun neticesinde malların dağılımı alanını tüm halklarda aynı gelişim formlarında tespit eder. Üstelik bunlar aynı düzen içindeki bir dizim halindedir. Tam olarak bu genel gelişim formları teorik sınıflandırma içinde natürel, para ve kredi iktisadıdır. Ve bunlar genetik bir dizilim içindedir. Tekil iktisat şekilleri basamak usulü ayrılırlar ve buna uygun bir sosyal gelişme tarafından eşlik edilirler. En son basamakta “kredi iktisadı” bir genel ahlak seviyesi olarak yer almaktadır. Fertlerin ahlak ve güven sahibi oluşları ile kanun ve düzenin işlerliği bu basamak için bir ön şart oluşturuyor. Bu türden bir sosyal optimizasyon ile devam eden gelişme hedefine ulaşmıştır. 173 Birinci evrede mallar mal ile değiştirilir. İkinci evrede mallar değerli metallerle takas edilir. Ve üçüncü evrede ise bir söz karşılığı takas edilir. Gelecekte aynı veya eşdeğer varlıkta geri vermek yani kredi.174 Her ulus yola birinci evreden çıkar. Takas aracı olarak paranın ortaya çıkması için işgücü ve işgücü ürünlerinde bir artış olması gerekir. Çünkü takas aracı kazanılmalı veya satılmalıdır. Kredi ekonomisi ise sadece 172 F.Engels:Hans Gehrig Sammlung Sozialwissenschaftlicher Meister,cild 22,s.6 Hildebrand, 1848 : s. 327-328. 174 Hildebrand, Naturel,Geld und Kreditwirtschaft,s.329 173 56 düzenlenmiş bir para trafiğinin var olması durumunda gerçekleşebilir. Kredinin bir ödeme aracı olarak ortaya çıkışı, ödemelerin basitleştirilmesi ihtiyacından ortaya çıkar. Eğer kredi ekonomisinden önce malların ciroları kredi aracılığı ile gerçekleşmişse, o zaman bu durum var olan bir ödeme aracı sıkıntısının olduğunu kanıtlar. Hildebrand kapitalist sistemin getirdiği problemlerin farkında olmakla birlikte bu sistemin nihai aşamasının kredi ekonomisi olduğunu ve bu aşamada çok gelişmiş bir bankacılık sisteminin her işçiye ahlaki özelliklere ve karakterine göre kredi vermesi ile kapitalistin sermaye üzerindeki monopolunun yıkılacağını düşünür. Roscher, Klasik öğretiyi tamamıyla geri çevirmeyerek onun sonuçlarını kullanmaya devam etti. Onun asıl amacı tarihsel araştırmalarla teorileri açıklayarak tamamlamaktı. Klasik teorilerin talep ettiği şekilde bir toplum ekonomisi düşüncesini, ulusal özelliklerine uygun idealleri, gerekçesi ile kabul etmiyordu. Onun düşüncesine göre araştırmalar, toplumun ekonomik çerçevede ne düşündüklerine, ne istediklerine ve ne hissettiklerine konsantre olmalıydı. Bütün halkların karşılaştırmalarından analoglar oluşur ve bunlar gelişim kanunlarının tanımlamasını mümkün kılarlar. Farklı zaman ve toplumlar içinde geniş kapsamlı veri toplama ve ampirik değerlendirme ile birlikte gelişim yasaları türetilebilir. Bunu doğa sağlıyordu. Roscher, tümdengelim teori oluşumuna temelden karşı gelmiyordu, söylemlerinin tümevarımla onaylanmasını bekliyordu kanunun mutlak iddiasına sahip değil, ama teorik gözlemler ve ampirik-statiktik anlama arasındaki bağlantıyı kurmayı sağlıyordu.175 Marburg Profesörü Hildebrand Klasiğe karşı olan tutumuyla daha kesin bir duruş sergiliyordu. Onun amacı, tıkanmış ve verimsiz ulusal ekonomiyi halkın ekonomik gelişim yasası öğretisi çerçevesinde geliştirmekti. Bunun için gerekli olan, mümkün oldukça geniş ampirik temelde istatistiksel bir etki sağlamaktı. Gerçek ekonominin tanınması O’nun için ulusal ekonominin bir kültür teorisine doğru gelişimi için mutlak şarttı. Tarihi sosyal 175 Brandt,1994,s.55 57 bilimlerin yenilenmesi için kullanılacak bir araç olarak görüyordu. Kendi bilim kavramı nedeniyle kültürel ilişkiyi ekonomideki doğa kanunu düşüncesini reddediyordu, çünkü toplumdaki kültürlerin farklılıkları böyle bir genellemeye izin vermiyordu. Bunlar farklı ulusların ve dönemleri arasındaki tekdüzeliği gösteriyordu ve sadece sınırlı bir soyutlamaya izin veriyordu Hildebrand da tümdengelimi tamamen reddetmiyordu, sadece tümevarımsal olarak ispatlanmış öncüller talep ediyordu ve bu öncüllerden tümdengelimli sonuçlara varılmalıydı. Hildebrand, tarihi sadece açıklayıcı vasıta olarak görmekten ziyade, tarihi, iktisat bilimlerinin sosyal bilimler yolunda yenilenmenin bir vasıtası olarak kabul eder. Onun bilim kavramının kültür esaslı olması sebebiyle, ekonomi için fen kanunlarının kullanımını ret eder. Çünkü kültürlerin ve toplumların çeşitliliği böyle bir genellemeye izin vermez.176 Hildebrand’ın başyapıtında, Smith ve Okulu ile çatışarak başlar. Çünkü ona göre, Milli temel cümlelerin ‘doğa kanunu’ oluşu fikri savunulmaz niteliktedir. Bu karşı çıkışta vurguladığı nokta Milli iktisat disiplinine dair esasların çok katı bir şekilde tespit edilmiş olmasıdır. Ona göre tarih, Milli iktisadı sadece daha mükemmel bir bilim yapmaz, aynı zamanda onu yeniden yaratmayı sağlayabilir. Sonrasında Müller ve List’i onların ‘politik ekonominin Milli sistemini’ metheder. Hildebrand, bugüne dek ekonomik bilim binasının yapılandığı metotların bir kontrolünü yapabilme varsayımından yola çıkar.177 Bunun sonucunda doğal olarak tek geçerli olan metoda ulaşacağız. Bu ise, Milli Ekonominin dokusunu ve vasıflarını gerektirir. En nihayetinde ise yeni keşfedilen metot doğrultusunda iktisadın şekillenmesini gerçekleştireceğiz.178 Burada kast ettiği metot tarihçi metottur. Hildebrand’ın tasvirsel eserinin ilk bölümündeki sıklet merkezi alışıldık şekilde politik ekonomide ve insanın mal âlemi ile olan ilişkisi üzerine değildir. Bunun yerine insanların diğer insanlarla olan ilişkisini esas almıştır. Burada 176 Gide,Charles, Rist,Charles;Gesichte der volkswirtschaftlichen Lehrmeinungen 2.Auflage,Jena 1921,s.420 177 Hildebrand,1922, s.5 178 Hildebrand, 1922, s.5-6 58 amaç insanın tüm sosyal ilişkileri içindeki diğer insanlara, statüye veya mesleğe yönelik tarihçi-etik bağlılığı tespit etmektir. Ve bunun neticesinde Milli Ekonomiyi kesin bir şekilde sosyal bilim olarak görünmesini istemektir.179 Hildebrand Klasiklerin kanunlarının varlığını kabul ettiği için, Roscher’ i eleştirir. ‘İnsani iktisat, zorunlu olarak doğa kanunlarının ve psikolojik kanunların bir ürünüdür.180’ Roscher bir organik düşünceye bağlı iken, Hildebrand pozitif ahlaki davranışın ekonomik etkisine inanır. İnsani iktisat, zorunlu olarak doğa kanunlarının ve psikolojik kanunların bir ürünüdür.181 Hildebrand’ın en derin inancı ‘psikolojik kanunlar’ yönündeydi. Bu zamanın optimist şartlarına uygun olarak bir prensip içerir. Buna göre, halklar nesilden nesile her zaman daha yüksek bir kültüre doğru ilerler. Onun Milli Ekonomideki reformuna ilham verense, dil bilimindeki reform hareketi olmuştur. Şüphesiz bu gerçekten 19. yüzyılın ilk yarısındaki önemli başarılardan bir tanesidir.182 Roscher ise, örnek olarak aynı zaman zarfında Savigny tarafından gerçekleştirilen tarihsel hukuk biliminin gelişimini kabul eder. Her ikisinin bu tavırları bize aynı istemi taşıdıklarını gösterir. Bu istek soyut üst cümlelerden elde edilen mutlak bilgilenmenin yerine, tarihçirolatif yöntemi ikame etmektedir. Hildebrand’ın rolativizmi birinci derecede zaman ve mekânın farklılığı üzerine kuruludur. Bunun için ekonomik ilişkilerde zaman –yere bağımlıdır. Bunun neticesinde bu gerçeklilik mutlaka teorik bilgilenmenin hesaplanmasına dâhil edilmelidir. Knies bir adım daha atarak Hildebrand’ın önüne geçiyor. O’nun için gelişim hukuku dahi bilimsel değildi. Tarihi araştırmaların sonucu göreceli kalmak zorundaydı. Gelişim kanunlarını bir devridaim, tarihin tekrarına işaret eder ve Knies bunları bu şekliyle kabul etmez. Knies ayrışmaya neden olan iki tür etken faktör belirler: İlki reel faktördür ve dış dünyanın etkilerini kapsar. 179 Aynı zamanda kültür bilimi olarak. Hildebrand, Bruno; Die gegenwartige Aufgabe der Wissenschaft der Nationalökonomie, Jahrbücher 1,1863,s305 181 Hildebrand,1863,s.305 182 Bu konuda öncelikle sayılması gereken Jakop Grimm’in ‘Alman Grameri’ üzerine olan 4.cildi 180 59 İkincisi ise, ruh hayatının ifadesi olarak kişisel faktördür. Bu özellikler bir genelleştirmeye izin vermez. Aynı olan yansımalar sadece analojilerdir ve bunun neticesinde Kraus’e göre, bilim açısından bu bilgilenmelerden bazı önemli çıkarımlar yapmak pek mümkün değildir.183 Knies gerçi gelişim basamaklarının varlığını kabul ediyor ama bunların zorunluluğunu inkâr ediyor. Her daim aynı basamak diziminin gerçekleştirilmesinin bir ispatı yoktur ona göre, bunun ötesinde gelişim süreci milli özellikler içermesi karşılaştırmaları zorlaştırmaktadır.184 Knies’in Rosher ve Hildebrand’tan farklı olarak, materyalin sistematik gözlemi ve incelemenin şekillenmesi kabiliyeti oldukça gelişkindir. Knies, Politik ekonominin tarihsel gelişimi şimdiye dek tarihçi araştırmanın ve sunumunun sadece bir nesnelliği olarak görülmüş olmasının bilgisine ulaşmıştır. Ve devamında: ‘Bu konuyla ilgili şunları ifade etmek isterim; Milli Ekonomik teorinin ve ekonomi-politik şartların tarihsel gelişiminin yetersiz değerlendirilmesi, çok dar bir birlikteliğin neticesinden kaynaklanır. Fakat sadece bundan dolayı hayat şartlarının yetersiz bilgilenmesi içerisine tamamlayıcı bir gözlem olanağı sunar. Tüm bu durum ise bilimin başarısının ve duruşunun aleyhine işler. Kaldı ki bu bilim daima ampirik gerçekliliğin araştırılmasına bağımlıdır. Hatta kendisini bile bu tarihsel gelişim içerisinden anlamak zorundadır. 185’ Knies’in çıkış noktası tarihin gözlemidir. Politik ekonomi biliminin tarihsel süreç içindeki değişimlerini ve dönüşümlerini, önemli bir bilgilenme objesi olarak kabul eder. Onun için ekonomi-politik sistemlerin ruhi ve materyal zaman elementlerine kökensel bağlılıkları hali hazırda mevcuttur. Bu yüzden onun için bilimin açıklanmasında metodik bir adım olarak soyutluluk kabul edilmez. Tıpkı Roscher ve Hildebrand gibi gerçekliliğin somut olarak yakalanmasını ister. Çünkü halkların gelişimleri ve iktisadi durumları da sadece tüm yaşam organizması ile sıkı bağlantıda olan bir uzuv olarak görülmelidir. Ekonomi-politik aslında kendi içinde tamamen bağımsız 183 Krause,Werner,G.Karl-Heinz,Siber;Rolf(Hrsg)Ökonoischen Ostberlin,1989,s.261 Brandt,1994,s.58 185 Knies, Karl; Die politische Ökonomie vom geschichtlichen Standpunkt,2.erweiterte Aufl, der Politischen Ökonomie vom Standpunkt der geschichtlichen Methode, Braunschweig,1883, s.23 184 60 ve izole bir olgu değildir. Halk hayatının ekonomik yönüdür.186 Bunun coğrafya, felsefe ve hukuk ile bağlantısı her zaman göz önünde bulundurulmalıdır. Knies bütün bu gerçekliliği yakalama uğraşı içinde dahi metodik yöntemi ihmal etmemiştir. Politik Ekonomi adlı eserinde başından itibaren berrak bir işleyiş ve farklı olanların ayrıştırılmasına büyük önem vermektedir. İlkönce anlamdaki küçük kaymanın bilinci içinde, ‘ekonomi’ tanımını ‘ekonomi öğretisi’ anlamında kullanır. Bunun ötesinde devlet-ve toplum bilimleri çerçevesinde ekonominin konumuyla ilgili bir çatışma içerisine girer. Knies burada neden ‘politik-ekonomi’ tanımlamasını tercih ettiğini öne sürerek, politik ekonomiyi ne fen bilimlerinin nede insan üzerine olan bilimlerin dizimine sokmayı redder. Ekonomi-politiği devlet-ve toplum bilimleri altında özel bir kategori olan ‘tarihsel bilimler’ sınıflandırması altına yerleştirmeyi uygun bulur.187 Politik ekonomi ne sadece iç dünya nede sadece dış dünya ile ilgilidir. Bunun içindir ki politik ekonominin ruh bilimleri içerisine entegre edilmesini kabul etmez. Ayrıca tarih biliminde fen bilimsel kesin metodun kullanımını onaylamaz. Milli Ekonomi tabii ki dış dünya ile ilgilidir, tabii ki araştırmaları için kesin bir metoda ihtiyaç duyar. Ama Milli Ekonomiyi ilgilendirmesi gereken bu dış dünya, daima iç dünyanın kökenleri ile ortak etkiye sahiptir. 188 Bu özellikler bir genellemeye izin vermeyip, aynı fenomenler genellikle benzerlerdi ve böylelikle bilimsel yönden yargıların tahminleri mümkün değildi. Knies gelişim aşamalarının varlığını kabul ediyor, fakat kaçınılmazlığını kabul etmiyordu. Her zaman aynı aşama sıralamasının olması gerektiğinin ispatlanması mümkün değildi. İktisadi faaliyetlerden ve iktisadi koşullardan sadece şu koşullar yerine getirildiğinde bahsedilebilir: İnsan faaliyetinin ve dışsal tabiatın sunduğu kuvvetlerin veya objelerin birleşmesi veya birlikte etkin olmaları halinde söz 186 Knies,1883, s.141 Knies,1883, s.1-9 188 Knies, 1883, s.6 187 61 konusu olabilir.189Knies Milli Ekonominin anlamının büyütülmesine karşı uyarıda bulunur. Bizim bilimimiz tüm dışsal kuruluşların, birey hayatının, aile hayatının, devlet ve toplum hayatının tüm amaçları ile temelleri konusunda ‘son sözü söyleme’ hakkını kendinde bulmamalıdır. Bu durum korkunç bir şekilde kendini aldatma tuzağına düşme anlamına gelirdi.190 Knies teorinin mutlakıyetçi anlayışına şiddetle karşı çıkar. Burada mutlakıyet kelimesini kullanarak iki hususu bir araya toplamak ister. Birincisi ‘politik alanın’ dışında teorinin ‘haksız bir şekilde’ talep ettiği geçerlilik iddiasıdır. İkinci olarak ‘tarihsel zamanın’ dışında ‘haksız bir şekilde’ talep ettiği geçerlilik iddiasına karşı çıkmak ister.191 Knies’e göre, politik ekonominin tarihçi görüşü şunlara dayanır: İktisadi hayat koşullarının ve politik ekonominin teorisinin temeli hangi koşullarda ve şekillerde, hangi argümanlar ve sonuçlar doğrultusunda olurlarsa olsunlar, her zaman tarihsel gelişime dayanır. Bu insani ve halk tarihi bir periyodun toplam organizmasıyla bağlantı içindedir. Ayrıca zamanın, mekânın ve milliyetin koşullarından oluşup, büyür ve ilerler.Ekonomi-politik argümanlarının içeriğini tarihsel hayattan alır. Bunun neticelerine ve tarihsel çözümlerin karakterine ehemmiyet atfetmek zorundadır. Milli Ekonominin ‘genel kanunları’ gerçekliğin tarihsel izahı ve ilerleyen manifestosundan başka bir şey değildir. Bunlar bugüne değin tanımlanmış gerçekliklerin her basamağındaki genelleştirmeler olarak dururlar. Ve ne toplamı nede formülasyonu itibar ile mutlak olarak tamamlanmış sayılmazlar. Tarihsel gelişimin bir basamağında kendine geçerlilik kazandıran mutlakıyetçilik ise esasında, sadece bu zamanın bir çocuğudur. En nihayetindeyse politik ekonominin tarihsel gelişiminin belirli bir periyodunu oluşturur.192 Salin bu noktada Knies ile ilgili olarak şunları söyler: Knies’in bu yöntemiyle teori ve tarihin sonuna kadar işlenişinin yolu açıldı diye düşünebilirsiniz. Bu durum doğrudur ama mantıki olarak 189 Knies, 1883, s.67 Knies, 1883, s. 9 191 Salin, 1951, s.163 192 Knies,1883, s.24-25 190 62 bakıldığında sadece Knies’in tarihte gördüğü öğretici değer itibarıyla doğrudur.193 Knies’in kendisi ‘saf teoricilerin’ tarihsel materyal konusundaki hassasiyetlerinin farkındadır. Ve tarihçi yönünün bir temsilcisi olarak bunlara karşı oldukça temkinli davranmıştır: Görevimiz sadece hüküm vermek değildir. Aynı zamanda raporlama faaliyetinde bulunuruz. Fakat bunun için gerekli olansa, bilimsel tartışmaya uygun ve belirli bir formulasyonda olan önemli bir sorunun iletilmiş olmasıdır.194 Knies tarihsel cevherin teorik etkinliğe sahip olmasına büyük önem vermektedir. Roscher’in Milli Ekonomik araştırma metodunu şiddetli biçimde eleştirir. Roscher’in metodu milli ekonomiyi raporlamaktan ziyade tarih yazımını tamamlamaktadır.195 Halk hayatının belirli gelişim kanunları doğrultusunda gerçekleştiği yönündeki görüşe nesnel anlamda karşı çıkar. Bununla birlikte çeşitli halklardaki eş türde gelişim adımlarını ve halk hayatında gelişimleri kabul eder. Ama bu eşitliği gelişim içinde bireyin ruhi ve materyal ihtiyaçlarının temini amacına bağlar. Çeşitli halkların bireylerin genel insani akrabalıkları ne kadar kuvvetli bir ölçüde desteklenirse ve daha sonra ruhi ile fiziki yapının belirli bir eşitlikte desteklenmesi tarihsel gelişim süreci içinde analojiyi geçerli kılma kararlılığı artar. Knies, Roscher ve Hildebrand’la beraber ‘tarihçiler’ arasında sayılabilir. Knies diğer ikisinden kuvvetli bir biçimde ayrılır. 196 Roscher’in psikolojik metodu karamsar bir anlayışa yol açar. Buna karşın Hildebrand’ın Milli Ekonomi içinde etik momentlerin etkinliği anlayışı iyimser bir bakış açısının ortaya çıkmasına vesile olur. Knies ise, Milli Ekonomi içindeki mücadeleleri politik- iktisadi oluşumlarını ve zamanın fikir akımlarını baz alır. Fakat bununla beraber çok zor ve nadiren karar verir. İşte tam olarak bu sebeplerden ötürü, Tarihçi Okul’un üç kurucusu arasında en bilimsel olandır. Temsil edilen tüm görüşlerin ortak noktası, tüm yaşam süreçlerinin tarihsel olay olarak algılanmasıdır. İnsanların davranışlarını motive eden sadece 193 Salin,1851, s.164 Knies,1883, s.31 195 Knies,1883, s. 35 196 Ch. Jaffe, Roscher, Hildebrand, Knies, s.101 194 63 kişisel fayda değildir, aynı zamanda kültürel faktörlerde etkilidir. Fakat kültürler değişimlere tabii oldukları için ve Milli Ekonomi insanlarla ilgilendiği için, sadece bir sosyal bilim olabilme imkânına sahiptir. Klasiklerin tasavvur ettiği gibi bir fen bilimi olamaz. Öyleyse amaç tabiat kanunlarının tespiti değildir. Amaç ampirik olarak tutulabilir açıklamalara kavuşmak için, tarihsel verinin sistematikleştirilmesi ve genelleştirilmesidir.197 1.4.3. Halkların Tarihi Roscher, birinci kuşak Tarihçi Okul’un önderleri arasında, çalışmalarını bilimsel dünyaya ve kamuoyuna açan ilk kişi olmuştur. Özellikle metot üzerine çalışmalar yapmıştır. Kendisinin tarihi psikolojik metot dediği, metodu savunmuş ve idealist metoda karşı çıkmıştır. Tümevarımcı bir metotla gerçek iktisadi gelişmenin ve gerçek iktisadi hayatın bir tasvirini yapmayı amaçlamıştır. Tarihçi metodun en yüksek hedefi olarak şunları göstermiştir: ‘İnsanlığın politik çıkarımlarını bilimsel çalışma ile sürdürmek. Tarihçi metot objektif gerçeklilik taşır. Pratik uygulamacı için en öğretici olandır. Gerçi bu durum dolaysız yazılardan ziyade politik hissin kendisinin eğitilmesiyle gerçekleşir.198 Bu türden yapılan bir açıklama, ufkun genişliğini ve berraklığını gösterir. Roscher’de gerçeklilik materyalleri inanılmaz bir yoğunlukta toplanmıştır. 1849 yılında kamuoyuna açıkladığı bir çalışmasında nasıl spesifik-tarihçi metoda ulaştığını anlatır.199 Roscher, ekonomi-politiğin gelişim kanunlarının bir öğretisi olan devlet bilimlerinde, milleti bir birey olarak görmektedir.200Ve burada milletlerin iktisadi yönden ne düşündüklerini, neye ulaştıklarını ve neden ulaştıklarını 197 Brandt,1994,s.39 Roscher, William; Grundriss zu Vorlesungen über die Staatswissenschaft, nach Geschichtlicher Methode, Göttingen,1843,s2 199 Roscher, Der Gegenwartige Zustand der Wissenschaftlichen Nationalökonomie und die Notwendige Reform Desselben,1849,s.174 200 Roscher, 1843, s.4 198 64 sunma niyetindedir.201 Roscher çalışması içinde metodik bir şekilde iktisadi gelişimi halktan ayırır. Hatta halkın bu iktisadi gelişime sanki ‘katlanmak’ zorunda olduğuna yönelik bir izlenim oluşur. Eğer üst mertebe gelişim kanunları varsa, o zaman halkların bireyselliği bunun tarafından diğer bireyselliklerle aynı şekilde yakalanır. Tabii ki bu pasif bir görünümde olmamakla birlikte, yinede kendi mukadderatlarını tayin etme hakkı pek çok kırılarak etkin hale gelmiştir. Bunun için her türlü gelişim tandansı onlar için eşit mesafede yabancı olarak kabul edilir.202 Roscher, genel anlamdaki bireysellik hariç, tarih içinde geri dönen olguları bilimsel olarak önemli addeder.203 Geri dönüşü mümkün kılan gelişme, paralellikler kurmayı olanaklı kılar. Bu paralelliklerin çoğalması ise, sürekli hassaslaşan gözlemlerle doğa kanunlarının karakterini onaylama hak ve yetkisini verir. Roscher organik gelişim konusundaki inancını teoriye yansıtır.204 Bu durum ‘buğday’ ticareti üzerine olan örnekte anlaşılır hale gelir.205 Roscher burada, a)fizyolojik bölüm b)patolojik bölüm c)diyetetik bölüm ayrımına gider. Her durumda patolojik bir gelişim neticesinde bir terapi uygulaması mümkün değildir. Buna Thukydides’de örnekler verir.206 Roscher değişik insan gruplarının ve ulusların tarihlerini kıyaslayarak ve onların gelişmelerindeki basamakları ve analojileri göstererek iktisadi gelişmenin yasalarını analiz etmeye çalışmıştır. O’na göre iktisadi davranış her ulusun kendi milli ve tarihi şartlarına dayanır. Bundan çıkan sonuç her bir milletin “organik bir birim” olarak algılanması gerektiğidir; bireylerin toplamı olarak değil. Roscher analiz birimi olarak açıkça ulusu almaktadır. Roscher için halkların tarihi, bir açılma ve solma döngüsünden ibarettir. Roscher bunun için hayat çemberi analojisini tercih ediyor. Halklar, organizma niteliğinde ortaya çıkıyor ve kendi tarihlerinde sırasıyla “yüksek 201 Below, Die Deutsche Gesichtschreibung, s.18 Roscher, William; Grundlagen der Nationalökonomie, München,1874, s. 15-19 203 Roscher, William; Leben, Werk und Zeitalter des Thyukydides,cilt1,Göttingen,1842,s.20-21 204 Menger’in bununla ilgili çok eleştirel ifadeleri vardır.Menger, Carl; Untersuchungen über die Methode der Socialwissenschaften und der Politschen Ökonomie insbesondere, Leipzig,1883,s.16-18 Untersuchungen 205 Roscher,1852,s.56 206 Roscher, Thukydides, s.58.59.62.63 202 65 dönemler”, “yüksek kültür dönemleri” ve “batan dönem”lerden geçerler. Her hayat çemberinin sonunda kanunsal olarak o halkın çöküşü vardır yani “ölüm”207 Burada dünya tarihinin tüm evrelerinde, büyük Milli gelişimlerin en sonunda çöküş tandansı gösterdiklerini belirtir. Halk bir birey olarak çöküşe katlanır. Fakat bu fizyolojik sürecin nedeni konusunda bir sorgulama yoktur. İnsan ırkı doğum, büyüme ve ölümden meydana gelen döngüden nasıl kurtulamıyorsa, halk bireyi de bundan kurtulamaz. Bu konudaki bir açıklamayı ise, sadece insanüstü nasihatlerden almak mümkündür.208 Bu fatalizm ise, Roscher’in zaman zaman çeşitli yerlerde ifade bulan tipik duruşu olarak karşımıza çıkar.209 Örneğin eğer olayların en yüksek mertebesine çıkmak olanaklı olsaydı, o zaman tarihi olayların anlayışı için gerekli olan zorunluluk ortadan kalkardı. Öyleyse gerekli ve zorunlu olan bilinmeyen bir arka plandır. Çünkü olayların bağlantısı ancak bunun üzerinden kurulabilir. Roscher’in görüşleri burada iki moment tarafından belirlenmiştir. Bunlardan biri onun dindarlığıdır. İkincisi ise hala etkili olan romantizme ruhi bağlantısıdır. Özellikle Hukuk Okul’u romantiklerinden etkilenmiştir.210 Halkların bu gelişim yasasına Roscher, karşılaştırma metodundan yararlanarak varıyor. Bütün halkların tarihlerinin karşılaştırmalarından analoglar oluşur ve bunlar gelişim kanunlarının tanımlamasını mümkün kılarlar, bütün halklar için geçerliliği varsayılan kanunlar. Bu gelişim kanunlarının bilinirliği önemli; çünkü “sadece gelişim kanunlarını bilen”, milli karakteristik istisnalara ve değişkelere hüküm verebilir. Bu eylemsellikle Roscher, karşılaştırma metodu ile bilimsel çıkarım yapan sosyal bilim adamlarına uyum sağlıyor. Tarihsel objektivite, historizm anlamında ancak söz konusu halkın kendine özgü gelişim süreci tamamen belirginleşir ve özel olan historik onanırsa, gerçekleşir. 207 Roscher, Milli Ekonominin Temelleri,Berlin1918,s.76 Roscher,1842, s.188 209 Roscher,1842, s.195 210 Below, Von Georg; Die deutsche Geschichtsschreibung von den Befreungskriegen bis zur unseren Tagen, Leipzig , s.10 208 66 Onun tarihsel metodu öz olandan uzaklaşıp, kendisini realizmin hizmetinde addediyor. En kapsamlı gelişim kanunları dahi halkların tarihlerindeki bütün gerçeklikleri açıklayamaz. Roscher’in tanrının düşüncesi olarak adlandırdığı açıklanamayan bir “artık” her zaman kalır. Sadece bununla bağlantılı olarak bütün tarihi ilişki anlaşılır olur. Gerçekliğin sadece ve temelde açıklanabilir olan kısmı Roscher’de bir bilimsel araştırmanın amacıdır. Çünkü bilimsel çalışma, daha önce gördüğümüz gibi, onun için sadece gerçeğin rasyonel hale gelmesinden başka bir şey değildir. Roscher’in bilgi kuramının esaslı başlama noktası, insani düşüncelerin gerçekliğin hakiki yansımalarını tam olarak kopyalayacağı, varsayımının ağırlık kazandığı noktadır.211 Öyle ise, onun için insani düşünceden bağımsız bir dış dünyanın varlığı kesindir. Dış dünyanın sadece kendisi, araştırmacının bilgi kuramı açısından önemlidir. Roscher teorik bilgi kazanımında genelde iki farklı yöntem arasında ayrım yapıyor. Birincisini felsefi bilgilenme teorisi olarak adlandırıyor. Bundan Roscher’in anladığı: “Soyut genelleme amacıyla yapılan ve gerçeklik içinden tesadüflerin elenmesiyle oluşturulan kavramsal tanımlama”. İkincisi ise, tarihsel metodu bundan farklı olarak “hakikatin bütünsel gerçeklik içersindeki tarifsel tekrarıdır.212 Roscher’in tarihsel metodu zaman zaman psikolojik veya realistlik olarak tanımlaması, akademik öğreti faaliyetinin başlangıcında, en ayrıntılı veya en genel şekli olarak siyasal bilimler için Thukydides’te sergiliyor. Ve daha sonra tarihsel metodu en etkin bir şekilde Milli Ekonomi teorisinde kullanıyor.213 211 Weber: Tarihsel milli ekonominin mantık problemleri, Tübingen, 1988, s. 19. Eisermann; Tarihselliğin Temelleri, Stuttgart, 1956, s. 132. 212 Weber, Tarihsel milli ekonominin mantık problemleri, Tübingen, 1988, s. 4. 213 Bilimsel öğretisinden mantıklı olarak elde edilen çıkarım. Roscher Milli Ekonomiyi “pozitif tecrübe bilim” olarak adlandırıyor. Bunun ötesinde Thukydides’de istatistik bilimine de pozitif tecrübe bilim tanımlaması yapıyor. Bu durumda onun için Milli Ekonomi, politikanın önemli ve özel dallarından biridir. Roscher: Thukydides, Göttingen, 1842, s. VII. Wilhelm Roscher – Klasik Tarihsel Politik Kuramı, 107 67 Kendisini tam olarak Bacon’un bilimsel geleneği içinde hissediyor, bu gelenek içinde, bütün bilimler “tecrübenin zemininde”214 duruyor. Doğal ve tarihi bilim dalları, tecrübe bilimleridir. Birbirlerinden mantıki-formel anlamda ve bundan dolayı gerçekliğin metodolojik hazırlanışının şekli ve yöntemi itibarı ile ayrılmazlar. Bunlar için içeriksel-maddesel bir ayrım söz konusudur. Felsefe ile tarih ayrışmasındaki en belirgin kriter, bilimin içinde birincil derecede “madde” olarak mı yoksa “ruhi hayat” mı olduğu sorusuna verilen cevapla değerlendirilir.215 Bu sorgulamada Roscher için geçerli olan, pozitif bilim dallarının doğal-tarihsel bilim dallarına bölüştürülebiliyor (dağıtılabiliyor) olmasıdır. Bunların karşında ise felsefe var. Felsefenin metafizik metodunu Roscher spekulatif olarak değerlendiriyor ve maddesel dünyanın arkasındaki muhtemel, cisimlerin bilgi kuramı içersinde tekrar düşünme gerekliğini belirtiyor. Filozof, metot olarak sadece düşünmeyi kullanır. “Var olmak kavramı ile bütün gerçeği ve saf düşünce kavramı ile mevcut olanı ve mevcut olmayanı tamamen kontrol altına alır.”216 Filozof, böylece sadece “gerçeği” değil “düşünülebileni” aynı zamanda değerlendiriyor. Filozofun kavram sistemi mantıklı ve karşı çıkılmaz olabilir, fakat bu durum içeriğin gerçekliğine dâhil bir açıklama değildir. Bilimlerin kategorisinde muhakeme-tecrübe bilimleri ayrımı ardında neredeyse Roscher’in bilimsel mantık tasarımı bulunmaktadır. “Tarih” kavramı ardında sadece dar anlamda tarih bilimi değil, tecrübenin zemininde duran bütün bilim dalları vardır. Roscher’in bilimsel öğreti eğitimindeki fark oluşturan iki önemli motiften birincisi, aydınlanma felsefesinin abartılı rasyonel tavrını kabul etmeyişi; ikincisi ise, idealist tanımlama felsefesinin reddidir. Böylelikle bilim için “tarihi” olan daha çok bir sinonim (eşanlam) olmuştur. Fen bilimlerini de Roscher, bizim için bugün oldukça yadırgayıcı, tarihsel bilimlerden biri olarak 214 Roscher, 1842, s.10. Roscher, 1842, s.10. 215 Roscher, 1842, s.10. 216 Roscher,1842, s. 19. 215 68 görmektedir. Muhakeme ve tecrübe bilgisinin tezatlığı burada “özel ve çağcıl bir şekil alır: Felsefe-Tarih.”217 Formel ve maddesel bölünme kriterlerinin karıştırılmasında, aynı zamanda önemli bir yanlış anlamanın da sebepleri vardır. Roscher’in metodolojik başlama noktasının fen bilimlerinden bir metot ile bunun tam karşısında duran manevi bilimlerden (tarihi bilimlerden) bir metot ile eş tutulmasıdır. Kesin fen bilimleri bir tarafta ve tarih diğer tarafta, arasında kavram oluşumunda bir karşıtlığı Roscher kabul etmiyor.218 Çünkü “felsefe” ile “tarih” arasındaki karşıtlık, tamamen formel olan bir tek kritere bağlanıyor. Oysa bu Roscher’in bilimsel öğretisinde bilgi kuramsal bakışın cismi “Felsefe” ve “Tarih” için aynı olabilir. Ama bu uygulamanın nedeni ile metodu tamamen farklıdır.219 Filozof, tanımlardan oluşan ve mantık boşluğu olmayan bir sistem geliştirmeye çalışır.220 Felsefe ise bundan hareketle bir tanım bilimdir. Bu tanım bilimin başlıca uğraşı, mantıklı ve kapalı bir kavram sistemi oluşturmaktır. Tarih bilimleri (sosyal bilimler) ise gözlem bilimleridir, öncelikle gerçeği aktarmaya çalışırlar. Bir gerçekliği açıklamadan, ideal kavramları mantıklı ve karşı çıkılmaz bir sebep sonuç ilişkisi içersinde tanımlayan bir filozof o olayı açıklamış sayılır. Bir tarihçi ise, eylem içersindeki insanların veya cisimlerin düşüncelerini, hedeflerini ve duyarlılıklarını genel ve tarihsel bir metin içerisinde topladığı zaman bir gerçekliği açıklamıştır. 221 Roscher sonuç itibarıyla her metoda kesin bir şekilde bilgi kuramı hedefi vermiştir. Yalnız (özellikle belirtilen) bilgi kuramı açısından önemli olabilecek beher tekil cisme bir metot vermemek kaydı ile. Devletin bilimsel öğretisi için bu şu anlama gelir: Filozof için hakkı, devleti, sanatı ideal bir şekilde düşünsel işlemek önemlidir. Çalışmaları sırasında “hakiki” olan yani gerçekte var olan ile 217 Roscher: William; Ansichten der Volkswirtschaft aus dem geschichtlichen Standpunkte zunachst 1861,Leipzig und Heidelberg2.Aufl,1878,s.108 218 Weber: Tarihsel milli ekonominin mantık problemleri, Tübingen, 1988, s. 17. 219 Roscher: 1842, s. 27. 220 Roscher:1842, s. 28. 221 Roscher, 1842, s. 28. 69 düşüncelerinde oluşan “sanal” ayrıştırmasına gitmek zorunda değildir. Filozof için burada önemli olan sisteminin itiraza kapalı olmasıdır. Tarihçi ise, hukuksal veya kamusal hakikati bütün gerçekliği ile yakalamaya çalışır.222 Her ne kadar filozofun düşünce biçimi ile tarihçinin düşünce biçimi bazı şartlar altında tecrübe ve hakikat ile aynı düzlemde gerçekleşiyorsa bile, filozof Roscher’in açıklamalarına göre hiçbir zaman hakikatin bütün gerçekliğine ulaşamaz. Bununla birlikte Roscher ne felsefeye, ne de filozofa özgü bir hakkı almak niyetinde değildir. Böylece felsefe ve filozof da kendi özel metodu ile idealistlik bir politik sistem ya da Milli Ekonomik sistem kurgulayabilir.223 Bununla beraber bir filozof kendi metodu ile gerçekliğin bir bölümünü düşünsel anlamda yakalamanın ötesinde bir hak iddiasında bulunamaz. Somut gerçekliklerin, kendi karmaşık ve organik etkileşim oluşumlarından anlam (Roscher’e göre bir bilimsel çalışmanın gerçek hedefi) çıkarmaya çalışmak için, bu metodun hiçbir önemi yoktur. Bir filozof için hakikat neticede düşüncelerinin bir kopyası olur. Bununla Roscher için bilimselliğin ayrıştırıcı kriteri ve bilimin objektif niteliğinin temeli oluşmuştur.224 Sadece tarih tek başına “bütün halklar, bütün zamanlar, bütün sınıflandırmalar için geçerli olan bir hakikati ortaya koyabilir.” Tarihsel çalışmanın hedefi “kuralsız gibi görünen gerçekleri, genel kabul gören temel ilkelere ulaştırmaktır.”225 Roscher’de tarihin görevi, objektif genel kabul gören hakikatin bilgilerini aktarmak değildir. Tarih, öncelikle ideolojilerin kavgasında ve aşırı politik uçların arasında, dünya görüşü ile değer yargısı aracısı konumunda olmalıdır.226 Öyle ise tarihin objektif gerçekliğinin görevi, öncelikle hakikatin çok yönlülüğünün, çok sayıdaki normun ve tek yönlü dogmatik görüşlerin yetersizliğinin idrak edilmesini sağlamaktır. 222 Roscher, 1842, s. 27. Beckman, Tarihsel Metod, Bonn, 1948, s. 20. 224 Beckmann, Tarihsel Metod, Bonn, 1948, s. 20. 225 Roscher , 1842, s. 16. 226 Roscher , 1842, s. 35. 223 70 Tarihteki tek sabit ve güvenli olan olgu “hakikat” böylece tarihteki kanunsal gelişimin kendisi olmuştur. Bunu (yani Roscher’in mantık hatası bulunan tezat düşüncesi olan tarihi süreç içindeki tek sabitin değişim ve gelişim içindeki kendisinin oluşunun tezini) bir yana bırakırsak ancak bir nedenle açıklama getirebilir. O neden de araştırmalarını tanrısal gelişim kanunlarına dayandırmasıdır. Hâlbuki burada rölativist gerçekçi düşüncenin tamamen dışında kalmaktadır. Tarih tanrısal buyruğun bir ifadesidir ve böylece hiçbir şekilde, ilk bakışta göründüğü gibi değer yargısız değildir. Öyle ise tarihin kendisi tanrısal bir mantık ifade eder. Hatta tekil değerler gelişim ve çağdaşlaşma neticesinde tekrar tekrar relative (düzenleme) edildiyse de sonuçta tarih kendisi çeşitli tezler arasında aracı olabiliyorsa da, Roscher için halen netleşmeyen “objektif” tarihi bilgilendirmenin aynı zamanda objektif değerler sunabilme kabiliyetidir. Tanrı, tarihin objektif gerçekliğini temsil eder ve bu gerçeklik insanlığın gelişiminin kanunları ile eş tutulmalıdır. Çünkü bu gelişim süreci sonuçta insanlığa kapalı kalmak zorunda olduğu için, daha doğrusu sadece belirli bir seviyede ulaşılabilir olduğu için bilimselliğe bir tek aklı başında ödev kalır. O da açıklanamayan tanrısal arka plan ve tanrının düşüncelerini sürekli daha da geriye itmektir. 227 Sadece temel olarak açıklanabilir ve temel anlamda açıklanamaz tanrısal bağ sayesinde, Roscher bilimsel mantığını büsbütün bir irrasyonelliteden uzak tutabilmiştir. Roscher dünya üstündeki rasyonalizmi, tanrının bu anlaşılmazlığı veya irrasyonellikte arıyor.228 Roscher’in burada gösterdiği bir metodudur. Bununla iktisadi gelişmenin gerçekliğinin arkasında duran prensipleri algılayabiliyoruz. Milli Ekonomist aynı fen bilimci gibi tecrübenin zemininde duruyor. Her ikisi de gözlem yapabilmek amacındadır. Milli Ekonomistin amacı burada iktisadi hayatın kanunsallığını ortaya çıkarmaktır. Fakat şu anda yan yana 227 Roscher, 1842, s. 42. Weber: Tarihsel milli ekonominin mantık sorunu, Wilhelm Roscher – klasik tarihsel politik kuramı,s16 228 71 olmaktan çok ardı ardına olmasını tercih ediyor. 229 Sadece çok az sayıda halkın araştırmaları için uygun olması problemini görmek zorunda ve tipik gelişme süreçlerinin karşılaştırmasında aynı sorunla karşılaşıyor. Bunun için kalanların tamamını araştırmak bir zarurettir.230 Sadece tarih bize insanlığın ihtiyaçlarını, kabiliyetlerini ve görüşlerini gösterebilir. Roscher için bu değişiklikler insani iktisadın önemli kategorilerinden biridir. Gerçekliğin kanunsal bilgiselliğe meyil ettiği zamanda, tarihin sağlam kalmış bir kaçış noktasını temsil ederler. Roscher’in tarihsel metodunun Milli Ekonomi için önemli iki karakteristik özelliğinden bahsedebiliriz: Birinci adımda iktisadi gerçeklik tarif ediliyor. Bu öncelikle tek tek ferdi ekolleri, kendi ferdiyetçiliği içinde anlamaya yarıyor. Sonraki adım, bilimsel anlamda tekil iktisadi görüntüleri nedensel ilintileri doğrultusunda tasnif etmektir. Bu yapılan ikinci bir aşamada gerçekleşmelidir. Üstelik ferdi ekol ve kültürlerin karşılaştırması yapılarak. Nedensellik daha doğrusu iktisadi hayatın kanunsallığı, ekonomik görüntülerin devamlılığına devredilir. Bir önceki tanımlama karşılaştırma için gerekli olan ampirik materyali temin eder ve karşılaştırma yapabilmek için vazgeçilmez bir şarttır. Tarihsel objektivite ancak bir halkın kendine ait olan gelişim süreci bilinir ise mümkün olabilir ve sadece böylece, karşılaştırma yaparken genel olanı genel olmayandan ayırt etme olanağına kavuşuruz.231 Özel bir bilimsel kalite kaybolmuş olan kültürlerin bilgi değerleri Milli Ekonomi için fevkalade önemlidir. Çünkü “pek çok halkın ve bazen ömrünü tamamlamış olanlarında dâhil edildiği bir karşılaştırma ile” 232 tarihin tipik akışının genel açıklamalarına rastlayabiliriz ve iktisat alanında ise insanlık tarihinin genel “gelişme kanunlarına” ulaşırız. Bunlar genel anlamda veya en azından birbiriyle karşılaştırılan kültürler için genel anlam içerirler. Böylelikle tarih yazıcılarının sadece geçici bir hedefi olmalıdır. Bu ise, bir toplumun olgun çağını belirlemek iddiasıdır. Sonradan bu ikinci adım tamamlandığında 229 Weber: Tarihsel milli ekonominin mantık sorunları, Tübingen, 1988, s. 9. Roscher: Milli ekonominin temelleri, Stuttgart/Berlin, 1918, s. 78. 231 Roscher: Milli ekonominin temelleri, Stuttgart/Berlin, 1918, s. 80; Wilhelm Roscher: klasik tarihsel politika kuramı, s. 112. 232 Roscher: Milli ekonominin temelleri, Stuttgart/Berlin, 1918, s. 81. 230 72 ve gerçekten iktisadın “doğa kanununu tanıdığımızda, ekonomik hayatın tekil görüntüleri sadece istatistiktir ve genel bir gelişim teorisinin özel durumu olarak algılanırlar. Aynı zamanda tanrısallığın arkasındaki tarihin objektif amacına yakınlaşmış oluruz. Her ne kadar Roscher 19. yüzyılda Milli Ekonomik düşünce tarihinin en önemli temsilcisi olarak kabul edilmiş olsa da tarihsel dogma çalışmaları ile sosyal bilimlerin tarihine kapsayıcı bir anlam ve bununla birlikte politik bilim tarihine önemli katkıları olmuştur. Öncelikle Roscher’in dogma tarihsel çalışmaları ile kendi zamanında Alman Ekonomistlerinin düşüncelerinin İngilizce konuşulan ülkelerde kabul görmesi onun başarısıdır.233Bu özellikle Almanya’daki Milli Ekonominin tarihini234,Milli Ekonominin düşünce tarihini her zaman uluslararası gelişmelere bağlamaya çalışmasının büyük önemi vardır. Ünlü Neoklasik ve marjinal fayda teorisyeni Alfred Marshall, Roscher’in dogma tarihsel öğretisi sonucu Alman Tarihçi Okul’unun düşüncelerine aşina oldu ve Alman Tarihçi Okul’u için nerdeyse hayranlığını belirten sözler söylemiştir. Tarihçi Okul’un bilimsel ilgisi esasında ulusal problemlere yönelmişti, fakat Milli Ekonomi ve karşılaştırmaları üzerindeki çalışmalar Okul’u uluslararası bir düzleme taşımıştır. Marshall’a göre, Almanlar bununla birlikte iktisat hayatındaki karşılaştırmalı araştırmaları ile tıpkı genel tarih biliminde olduğu gibi lider konuma yükselmişlerdir.235 Marshall’ın Alman Tarihçi Okul’unda özellikle beğendiği,kullandıkları metot ile çeşitli ülke ve zamanların çeşitli sosyal ve endüstriyel fenomenlerini günışığına çıkarma kabiliyetine sahip olmalarıdır. Almanlar ekonomik verileri her zaman hukuk bilimlerinin öğretici tarihi ile birlikte değerlendirmişlerdir.236 Böylece Marshall için Alman Tarihçi Okul’unun çalışmalarının değerini uluslararası düzlemde ve ekonomik alışkanlıkları ile kurumların tarihini araştırmak için, büyütmesi mümkün görünmüyordu. Bulguları şüphesiz 233 Groenewegen: Roscher “milli ekonominin tarihi”, Duesseldorf, 1992, s. 137; Roscher: milli ekonominin tarihi, München, 1874; Wilhelm Roscher: klasik tarihsel politik kuramı, s. 113. 234 Marshall: ekonomik prensipler, Londra, 1961, s. 767. 235 Marshall: ekonomik prensipler, Londra, 1961, s. 768. 236 Marshall: ekonomik prensipler, Londra 1961, s. 768. 73 Marshall için çağının büyük bilimsel başarıları arasındadır. 237 Marshall’ın çağdaşları genelde onu “ Klasik” ekolü tekrar keşfeden olarak tanırlar. Oysa bugün özellikle dogma tarihsel çalışmaları ile Joseph A. Schumpeter’in sayesinde, Marshall’ın her zaman araştırma konularının tarihsel şartlarını dikkate alması ve sonuçlarını bu doğrultuda (araştırma dünyasının korunması altındaki değerler) değerlendirmesini bilmiştir.238 Modern dogma teorisyenlerine inanırsak, değer-fiyat teorisi onun ekonomik sisteminde esas kabul edilmesi gereken çekirdek değildi. Marshall’ın amacı daha çok, bir büyüme veya gelişme modeli oluşturarak, endüstriyel kapitalist sisteme sunmaktı. Bunun neticesinde Marshall bu görüşü sonucu, istemediği kadar Neoklasik araştırmaların bir parçası ve Tarihçi Okul’un ve onun kurumsallaşmasının düşüncelerine yine kendisinin inanamayacağı kadar yakınlaştı.239 Bu gerçeklik doğrultusunda Marshall’ın kendi açıklamaları bağlamında, kendisini Alman Tarihçi Okulu’na bağlı hissettiğini, Roscher’in belli bir ölçüde üzerinde etkisi olduğu kesinlik kazanmıştır.240 Zamanın en büyük İngiliz Ekonomistlerinden biri olan Marshall’ın hayranlığı bile Roscher’in durumu için aldatıcı olmamalıdır. İngilizce kaynaklarda, Roscher’in çalışmalarının tematik genişliği ve çerçevesinin büyüklüğünden dolayı sadece kısa kısa değinildiğini görürüz. Yoksa sebep onda harika bir teorisyen veya orijinal bir düşünür olmamasından değildi.241 Dönemin muhteşem Anglosakson literatürüne etkisi, Marshall tarafından aktarılan düşün tarihsel araştırma sonuçları itibarıyla, toplamda yine de oldukça azdır. Bu arada hiçbir eseri hayatta olduğu sürece başka dillere tercüme olmamıştır.242 Çalışmalarına yurtdışında çok fazla ilgi duyulmaması, her şeyden önce Roscher’in ulusal boyutta ve önemde iktisadi düşünceler 237 Marshall: ekonomik prensipler, Londra 1961, s. 768. Cunningham: Roscher’in İngiltere’de neden etkisi az olmuştur, Leipzig, 1895, s. 11f; Wilhelm Roscher: klasik tarihsel politik kuramı, s. 114. 239 Rieter: Alfred Marshall, Münih, 1989, s. 157 ve buna ilaveten Wendt: siyasi iktisat kuramının tarihi, Berlin, 1968, s. 128f. 240 Groenewegen: Roscher’in “ulusal ekonomi tarihi”, Duesseldorf, 1992, s. 138. 241 Groenewegen: Roscher’in “ulusal ekonomi tarihi”, Duesseldorf, 1992, s. 140. 242 Cunnigham: Roscher’in İngiltere’de neden bu kadar az etkisi olmuştur, Leipzig, 1985. Wilhelm Roscher: klasik tarihsel politik kuramı 115, s. 1. 238 74 neşretmesine bağlayabiliriz ve böylece spesifik sosyal ve düşün tarihselliğin Almanya içindeki gelişimi vurgulamıştır. Bir realite, günümüz bakış açısı ile özellikle Milli Ekonomik ve politik bilimselliğin Almanya’daki düşünce tarihi literatüründe benim görüşüme göre önemi büyüktür. Çünkü kimse bütün devlet bilimlerine Roscher’in zamanında, tematik anlamda bu derece hâkim olmamıştır. Aynı zamanda Roscher’in öğretisi kendince kozmopolit sayılabilir. Çünkü bakış açısını sadece Alman bilimsel gelişimine adamamıştır. Hatta Avrupalı ülkeler arasında ve özellikle “cermen ile Latin halklar” arasında kopmaz bir bağlamda olan kültür gelişimini daima vurgulamıştır.243 Marshall gibilerinin, Roscher’in kuramında değer verdikleri, İngiliz Ekonomistlerin büyük bölümü için, muhtemelen Roscher’e ve Tarihçi Okul’a karşı mesafeli duruşlarının nedeni olmuştur. 1.4.3.1. Roscher’in Tarihsel Dogma Metodu Alman bilimsel tarihi, Roscher’de, hiçbir şekilde izole anlamda anlaşılamaz; Milli Ekonomiler literatürünün bütün Avrupa’daki gelişimine sıkıca bağlıdır.244 Roscher’in Alman Milli Ekonomi literatürünün anlamını relative etmesi ile uluslararası bilimsel kontekstteki yeri, bu açıklamanın yanlış sayılamayacağını kanıtlar. Hatta tam tersi sonuçta o kendisi -bütün doğal hali ile- Milli Ekonomi içersindeki büyüklük ve nicelik halini alana kadar Alman literatürüne yol açmıştır ve açmaya devam edecektir. 245Yalnız yüzeysel bir inceleme, Jean Baptiste Say’in, onun dogma tarihine yönelik ön yargılı tutumunu daha da sertleştirebilirdi. Jean–Baptiste Say, milli ekonomik tarihinin yasadışı bir kısıtlanması olarak söz etmişti. Buradaki önemli soru şu: Milli Ekonomi gerçekte ne kadar milli olabilir? Ve milli anlamının dogma tarihinde ne derece önemli olduğu sorusudur. 243 Backhaus: Wilhelm Roscher “milli ekonominin almanya’daki tarihi”, Duesseldorf, 1992, s109. ; Wilhelm 244 Roscher,1874, s.6 245 Roscher, 1874,s4 75 Roscher’in Milli Ekonomisinin tarihi her halükarda politik anlamda millidir. Bir ülkenin politik gelişiminin açıklamasına yardımcı oluyor. Fakat bununla beraber kozmopolit olmayı sürdürüyor. Çünkü ne yabancı ekonomilerin literatürlerindeki ferdi çabaları yok ediyor ne de onların Alman bilimsel gelişimine ve bunun anlamını inkâr ediyor. Roscher’de dogma tarihçisine sadece, (Say, Marc Blaug ya da kısmen Schumpeter’de olduğu gibi) saf bilgi teorik gelişmenin tarihini yazma fonksiyonu yüklenmemiştir. Sadece bir genel geçer ve objektif bir ekonomik bilgi teorik gelişiminin izlenimi üzerinde yapısallaşan dogma tarihi, tabii ki Milli boyutlu teorik bilimin üzerine pek fazla konamaz. Tekil çözüm bekleyen problemlerde, kültür anlamlılığı tasavvurunu reddeder ve aynı zamanda çözüm önerilerindeki kültür etkisini kabul etmez. Yoksa Milli Ekonomi teorisi bir çeşit uydurma tarih olurdu ve böylece bilgi teorisinin gelişim aşamasındaki yanılgılarını teorik anlamda yok ediyor olurdu. Bu şu anlama gelir: Gelişim aşamasının sonucunda zaman ve mekân kavramı olmayan bir teori vardır ve bütün yanılgılara karşı bağışıklık kazanmıştır. Bu tür dogma tarihlerinde, pozitif esasları adeta alnında yazılıdır. Geçmişin hataları ve yanılgıları zaman ve mekân bağımlılığından kurtulurlar ve bundan dolayı genel teorilerin çözümünde değerlendirilirler.246 Tarihin ve teorinin bütün bulmacaları bilgi teorisinin gelişim aşamasında teorik anlamda aşılacaktır. Dogma tarihinin bu anlayışı Roscher tarafından tamamen reddedilir. Roscher, Jean B. Say’in bu iddiasına şiddetle karşı çıkar. Sonuçta dogma tarihinin gelişim aşaması, tarihin akışında son derece kısalarak gereksiz hale dönüşmüştür.247 Siyasi iktisat kuramının tarihi, Roscher için bir “ilke ve görüş” ile “pratik devlet idaresi” anlayışını temel yapmış olan halidir.248 “Tarih yazarı için ilk karşılaştığı bozuk hücre, onun için daha sonra karşılaşacağı meyveden daha az değerli değildir.” 249Başka bir ifadeyle, dogma 246 tarihinin faydası kendini sadece, sistematik bilgi kuramının Backhaus: Wilhelm Roscher “milli ekonominin almanya’daki tarihi”, Duesseldorf, 1992, s. 110; Wilhelm Roscher – klasik tarihsel poltik kuramı, s. 117. 247 Roscher, 1874 s. 4-5 248 Roscher, 1874, s. 4 249 Roscher, 1874, s.6 76 gelişiminde, yani sadece kendi disiplini içinde yok olmaz. Roscher için dogma tarihi, ekonomik teorilerin anlaşılması ve ülkesinin iktisat tarihi için önemli bir anahtar olmuştur.250Öyle ise teori tarihi, sadece teorinin bilinmeyenlerini değil aynı zamanda tarihinde bilinmeyenlerini çözmeye yardımcı olmalıdır. 251 Roscher ekonomik düşünceleri, kültür tarihi oluşumuna şartlandırmaya çalışıyor, içinde geliştikleri, içinde anlam kazandıkları ve ekonomide uygulama bulduğu şartları ile değerlendiriyor. Başka bir deyişle; bir ülkenin iktisadi ve siyasi geçekliğine ulaşmak istiyorsak, Roscher için mantıklı olarak bir soru ortaya çıkıyor, politikacıların iktisadi düşünceleri ve görüşleri ile becerileri, bir ulusun hayatında nasıl bir rol oynamıştır?Bu devlet adamlarının davranışları bir dogma tarihsel bakışla ön planda değillerse; bu düşünceler, siyasi davranışlarının mahvolmasıdır. Nasıl, politik eylemin tarihi, devletten ve onun kurumlarından veya siyasi aktörlerden yola çıkarak yazılıyorsa, Roscher için aynı şekilde politik eylemin arkasındaki fikrin mantığını sorgulamak gereklidir. Aynı şekilde bir ülkenin politikasını ve gerçeğini etkileyen “ruhani önderlerin” düşünceleri, tersi durumda da düşünceleri gerçeklikten etkilenir. Milli ekonominin teorilerini (ister tecrübe olsun veya realiteyi iyileştirme çabası olsun) sadece gerçeği bilen (matematik gibi değil) herkes anlayabilir.252 Roscher’in bütün çalışmasının temel özelliği, ekonomik fikirlerin iktisadi gerçekliği fonksiyonel ve nedensel yansıtmasıdır. Bu bağlamda olan her bilimsel başarı, buna uygun olarak gerçekliğin gözlem ve tanımını kullanmalıdır. Burada ve özellikle milli politik ve ekonomik karakteristik vasıflar önemlidir. Bu tam olarak Roscher’in dogma tarihinin boyutudur. Onun dogma tarihi sadece bu çok özel durumda millidir. Teoriler Roscher’de zamandan ve mekândan soyut değildir ve daima tarihi-kültürel boyut taşırlar. Tam olarak bu onun kültür-kalkınma tarihsel araçlarıdır. Roscher’in dogma tarihsel çalışmaları fikirlerin ve teorilerin milli özelliklerine odaklanmışken, 250 Roscher, 1874.s,7 Backhaus: Wilhelm Roscher “Almanya’daki milli ekonominin tarihi”, Duesseldorf, 1992, s. 110; Wilhelm Roscher – klasik tarihsel politik kuramı, s. 118. 252 Roscher , 1874; s. 119. 251 77 dogma tarihsel bilimi için özelliklerin kaynağı ile (bügüne kadar üvey muamelesi görmüş) ilgili tezler hazırlamıştır.253 Modern gösteriyor ki, dogma Roscher tarihsel bilgi metodolojinin az enstrümanlarının sayıdaki ve bilgi çalışmaları hedeflerinin formülasyonu ile amacına oldukça yaklaşmıştır. Antonio Montaner’e göre seçilen metottan bağımsız olarak dogma tarihi sadece kuramı ve onu oluşturanın anlatımından başka görevleri olduğunu belirtir. Bunun ötesinde bilimsel tarih, özellikle bilimsel görüşü şekillendiren çağdaş düşüncelerin ve politik, tarihsel ile kurumsal oluşumlara önem vermelidir. Yani düşünce ve toplum tarihinin değişken etkisinin belirginleştirmesi çabası önemseniyor. Bunun ötesinde dogma tarihsel araştırmalarının görevi, tarihsel kontekst içine farklı öğretileri düzenleyerek, iktisat teorisinin bölümlerini ve doğrultuların oluşumunu açıklamaktır. Montaner açısından her nesil için tekrardan ortaya çıkan ve genel şekli ile sadece çağcıl bir cevabı olan soru budur.254 Bunun hemen ardından dogma tarih yazarlığının önemli görevi ortaya çıkar. Öncelikle geçerli teorilerin kökenini tespit etmek ve bu teorilerin uygulanabilirliğini saptamaktır. Sadece bu şekilde birbiriyle rekabet halinde olan çok sayıdaki iktisat teorisini anlayarak; onları bilim tarihsel ve sosyal tarihsel sınıflandırmaya tabi tutabilir. Harald Winkel açısından da gerek kendi konumunu doğru tayin etme kabiliyeti; gerekse yeni fikirlerin eleştirel analizini yapabilmek için kendi branşının bilgileri tarihsel gelişim açısından vazgeçilmezdir. 255 Bugün aşırı farklılaşan teorik Milli Ekonomide zaten çok belirgin okullar ve yönelimler kalmamıştır. Bu yüzden araştırmacıların çalışmaları geçmişte olmadığı kadar birbirinin içine girmiştir. Winkel için bu gerçeklerden yeni ve çok özel dogma tarihsel araştırma konuları ortaya çıkmıştır. Dogma tarihinin bugün görevi sadece iktisadi gerçeklik hakkındaki teorik çalışmaları sergilemek değildir. Özellikle bugünü ilgilendiren konular ise, zaman kavramı içindeki ekonomik fikirlerin ve onları daha geniş yani 253 Groenewegen: Roscher’in “ulusal ekonominin tarihi”, Duesseldorf, 1992, s. 143. Montaner: siyasi iktisat tarihinin kuramsal tezleri, Köln/Berlin, 1967 , s. 19. 255 Winkel: 19. yüzyıl Alman milli ekonomisi, Darmstadt, 1977, s. VII; Wilhelm Roscher: klasik tarihsel politik kuramı, s. 120. 254 78 sosyal tarihsel ve kültürel tarihsel bağlanmışlıklarını belirginleştirmektir.256 Dogma tarihsel kazanımlar ve ulusal ekonominin teorik gelişimi her zaman genel çağcıl ve sosyal gelişmelere sıkı bir şekilde bağlanmıştır.257 Peter Groenewegen gibi bazı çağdaş ulusal ekonomist yazarlar, Roscher’in teorilerine atıf yapıyorlar. Özellikle sürekli globalleşen çağımız ekonomisinde bu türden sorgulamalar önem kazanmıştır. Bunlar önemli ulusal ve kültürel değerlerle ekonomik düşünce ve ticarette ilgileniyorlar.258 Groenewegen’in burada vurguladığı, iktisat başarısında Milli mantalitenin etkisinin bilincinde olmak gerektiğini aksi takdirde dogma tarihsel kuramın değerinin anlaşılamayacağını belirtiyor. ( Örnek olarak Japonya’nın batılı düşünce ile iktisadi başarısını sunuyor). Ayrıca bu kuram ile (Roscher metoduna çok yakın) sadece milli fikir karakteristiğin entelektüel öneminin ortaya çıkması değil, hatta bir adım ötesinde bunun politik ve ekonomik kurumların gelişmeleri ile birleştirdiğini belirtiyor. 259 Bu uygulama şeklinin ilginç bir örneğini ise Roscher dogma tarihinde, kurumsal reformist Freiherr von Stein ile ilgili bir açıklama eşliğinde sunuyor.260 Burada aynı zamanda doğal olarak Göttingen İstatistik Okul’unun temsilcileri olan Achenwall ile Schlözer karşılaşıyoruz ve Niebuhr, şüphesiz Roscher için biraz nükteli bir kimlik, Milli Ekonominin Tarihçi Okul’unun kurucuları arasındadır.261 Roscher’in metodu özellikle verimli olabilir çünkü salt amacı spesifik Alman fikirlerinin gelişimini göstermek ve bunları tekrar tekrar güncel uluslararası metinlere uyarlamak değildi. Daha önemlisi Alman Milli Ekonomisinin uluslararası kökenlerinin aşamalarını tespit etmektir.262 Roscher’in kendisinin bu konuda her zaman başarılı olmaması metodolojik iddiasını azaltmaz. Özel bir önemi Roscher’in pratik literatür tarihi 256 Winkel: iktisat bilimine giriş, Paderborn, 1980, s. 39. Winkel: iktisat bilimine giriş, Paderborn, 1980, s. 39. 258 Groenewegen: Roscher’in “milli ekonomi tarihi”, Duesseldorf, 1992, s. 145; bakınız Roscher: milli ekonomi tarihi, Münih, 1874, s. 1039. 259 Groenewegen: Roscher’in “milli ekonomi tarihi”, Duesseldorf, 1992, s. 146. 260 Roscher, 1874, s. 702. 261 Roscher, 1874, s. 916;Wilhelm Roscher: klasik tarihi politik kuramı, s.121. 262 Groenewegen: Roscher’in “ulusal ekonomi tarihi”, Duesseldorf, 1992, s. 148. 257 79 çalışmalarından şüphesiz Smith’in Almanya’daki eserinin düzenlenmesi olmuştur. Roscher’in çabaları olmadan az sayıdaki dogma tarihi çalışmalarının (aralarındaki daha az sayıdaki 19 yüzyıl Almanya’sının Milli Ekonomi tarihi ile ilgilenenler) bu şekilleri ile oluşmaları mümkün görünmüyor. Görmezden gelinmez bir başka gerçek ise, Roscher’in örneğin Harald Winkel’in (19. yüzyıl Almanyasının bilimsel tarihini irdeleyen eseri) günümüzde standart eser haline gelmiş dogma tarihlerinin, oryantasyon ve temel kurgu materyallerini sağlamış olmasıdır. Roscher, Smith’in eserini şu şekilde değerlendirmiştir: “Hem derinlik, hem metod, hem sistem, hem bütünsellik için önemli olduğu kadar tekil için, teori için ve bilimsel uygulama için çok önemlidir. Bugünlerde olası bir yanılgıya düşmek daha zorlaşır, eğer Milli Ekonominin dogma tarihini iki parçaya bölersek; Adam Smith’den önceki ve sonraki zaman. Böylece ondan önce olan her şeyin ona hazırlık ve ondan sonra olan her şeyin onun devamı veya tezadı oldu.”263 Bir tek düşünürün bütün bir bilim için anlamını daha nükteli ortaya koymak herhalde mümkün olmazdı. Her ne kadar bugünkü bakış açısıyla değerlendirsek de böyle mutlak açıklamalar biraz dikkatli ele alınmalıdır. Roscher’den sonra Smith eserinde ampirizmden felsefeye kadar bütün İskoç aydınlanmasını ele almıştır.264 Kendi düşüncelerinin pek çoğu sadece bir belirgin noktada Smith’in temel fikirlerinden ayrılıyor: Kuralların oluşumunda, istisnaların daha fazla öneme sahip olması. Garve’nin dediği gibi “özelden genele giden yol onun için en doğal olan yoldur.”265 Roscher’in bu küçük bilgilendirmesi önemlidir. Çünkü düşünürsek, Garves’in çevirisi daha sonra hem içeriksel hem de metodik anlamda Smith külliyatının temelini oluşturmuştur. Bu bizim için bir işaret olarak algılanabilir. Almanya’da Klasik Okul’un başlangıçta metodolojik olarak tümevarımsal ve tarihsel olduğunu gösterir. Daha sonra Tarihçi Okulların öncelikli yöntem biçimine ve fikri başlangıç noktasına dönüşecektir. 263 Winkel,Harald; Die deutsche Nationalökonomie im 19.Jahrhundert, Darmstadt,1977,s56 Roscher,1874, s. 593; Wilhelm Roscher: Klasik tarihi politik kuramı, s. 122. 265 Roscher,1874, s. 598. 264 80 Roscher metodolojik söylemi, teorik bilgi gelişme ile Milli Ekonomide saf bir görünüm ve değerlendirmeye varmak istiyor. Bunun için iktisadi uygulama (günlük hayat) ile ilgili hiçbir gözetme olamayacağını belirtiyor. Bizim için şu soru gündeme geliyor: Roscher özellikle iktisadi uygulama ile kişinin arasındaki ilişkiyi nasıl öngörmüş? Daha doğrusu hükümet etme sorumluluğunda olan ve sürekli politik kararlar veren insanların durumunu. Şüphesiz politik uygulama ve ekonomik teori burada önemli bir gerilime tanık olur.266 Roscher politik bir egemenin öneminin Milli Ekonomideki kısıtlanma derecesi ile orantılı olduğunu ve politik gücünün buna bağımlı olduğunu belirterek gerilimi tanımlar. Yalnız bu problemi daha çok tek yönlü çözümlüyor. Roscher için bu gerilimi ortadan kaldırmak dogma tarihi için özel bir görevdir. Ve tabii mutlak monarşların siyasal iktisadi davranışlarını neticesi olan ekonomik ve politik fikirleri kendi araştırmalarının konusu yapması.267Öyleyse Roscher’in bu denemesi, bu görevi başarı ile tamamlayabilmelidir. Örnek olarak I. Friedrich Wilhelm’in Milli Ekonomi için önemini tespit etmeyi; dogma tarihinin özel problemi olarak seçmiştir. Roscher dogma tarihinin sistematiğinden büyük beklentiler içinde değildir. Sadece ulusal ekonomi düşüncesinin üç farklı zaman veya dönem belirlediğini görüyoruz: Teolojik-humanistik, polissel-cameralist ve bilimsel dönem. Polissel-cameralistik dönemi ile monarşizm güncel politik-tarihsel kuram arasında bir muhabere süreci başlar. Ekonomik düşüncenin bu döneminin Roscher tarafından ele alınması ile aynı zamanda politikanın, iktisadi düşünce üzerindeki etkisini kanıtlar. Roscher iktisat tarihi öğretisi için bir periodik şema kullanır. Bunda amaç belirli egemenlik dönemlerini (mesela Avusturya’dan I. Leopold veya Prusya kralı vs. gibi) irdelemektir. Bunun ötesinde bütün bir bölüm, Prusya 266 Roscher, 1874, s. 603. Roscher mutlak monarşiler arasında çeşitli farklar görür. Mezhepsel monarşi kiliseye ödün vermek zorundadır. Saraylı monarşi davranışlarında çeşitli şekil ve geleneklere ödün verir. Aydınlanmış dönem monarşi sadece özgür egemen olandır ve şimdi iktisat yöneticisi olarak anlam kazanmıştır. Roscher, 1874, s. 381; Wilhelm Roscher: klasik tarihi politik öğretisi, s. 124. 267 81 kralları I. Friedrich Wilhelm ve Büyük Friedrich’in Milli Ekonomi düşünce ve uygulamalarına ayrılmıştır. Böylelikle politik açıdan güçlü olanların ekonomik fikirlerini incelemiştir. Gerçekte metodolojik kuramı, siyasi iktisadın uygulamalarını, gözetme yolunu açmıştır. Roscher’in kendisi ise bir konuşmada insanları farklı düşünmeye sevk etmiştir: Roscher yönteminin gerçek gücü, saf dogma tarihinin ve bilgi teorisi gelişiminin tarihinin çok ötesine gittiğindendir. Ama bu tertip, özellikle kişiler (siyasi etken olan, bilimsel kimliği olmayan kişiler) dogma tarihi gözlemin orta noktasına oturduklarında baskı altında kalıyor. Çünkü iktisat öğretisi tarihinde, çelişkili politik eylemlerden önce ekonomik öğretiler araştırmalarda önceliğe sahip olmalıdır. 1.4.4. İnsan Hayatını Görünür Kılmak Knies’in temel kitabı olan Die politische Ökonomie vom Standpunkt der geschichtlichen Methode’de fiyatlar, ücretler ve rant konularına rastlanmaz. Bu eserinde tarih merkezli bir yaklaşımla tarih ve coğrafyanın değişik ulusların iktisadi yapılarını nasıl etkilediklerini görmek mümkündür. Metot konusu üzerinde uzunca durur. Knies, Klasik iktisatçıların kendi kendine dengeye gelen bir mekanizma olarak bencilliği öne çıkarmalarını eleştirmiş ve bunun karşısına bir cemaate aidiyet hissi, adalet, doğruluk gibi kavramları koymuştur. Özellikle iktisadın kültürel ve siyasi hayatla ilişkisi üzerinde durmuş ve Milli İktisadın hayatın diğer alanlarından koparılarak kendi başına bir inceleme alanına dönüştürülmesine karşı çıkmıştır. Knies bireysel faydayı ve ekonomik egoizmi, iktisadi davranış şeklinin tek ve dönüşebilen dürtü kuvveti olarak kabul etmez. Fakat bunlara iktisat uygulamalarında önemli bir rol yükler.268Özel mülkiyet ve ekonomi-politik kurumlar 268 onun için tarihsel ‘kategorilerdir.’Bunlar zaman ve şartlar Knies, Karl; Die politische Ökonomie vom Standpunkt der geschiclichen Methode Braunschweig,1853, s.223 82 doğrultusunda değişirler. Aynı şekilde bireysel fayda onun için tarihçi anlamda etkilenmiş bir ‘kategoridir.’Çünkü birey marjinal faydanın bilinçli taşıyıcısı olarak böyle genel tarihsel zeminde köklenmiştir. Hatta çevresinin atmosferi içinde yaşar ve böylece başka gelişime tabidir.269 İktisat bilimlerindeki tarihçiliğin genel görüşünün analojisi demek, teorinin iki esas dayanak noktasının yani kurumlar ve bireysel faydanın, mutlak faktör olarak onaylanmadıkları anlamına gelir. Bunlar var olan durumları içinde teoriye dâhil olabilirler. Böylece bir teorinin tüm bileşenleri gibi, tarihsel hareket halinde olan ve zaman içinde dönüşen olarak görülebilirler. Böylece Knies için geçerli olan bazı ‘zorunluluklar’ hareketli ve tarihsel koşullu bir çevreye girer.270 Bunların üzerine dayanan teorik bilgilenmenin ana alametiyse muhtemel olan dönüşümdür. Tüm keşfedilen ve keşfedilecek olan ekonomik kanunlar, bu türden hareketli ve rölatif kanunlardır. Milli Ekonomide katı fen kanunları yoktur. Çünkü bu kanunlar yansımalardan kazanılır. Ve bu yansımalar tarih alanı içinde gerçekleşir. Zorunlu olarak hiçbir zaman aynı türden olmazlar. Milli Ekonomik bir kanun sadece reel dünyanın etkilerinin fen bilimsel bir ifadesi olmaz. Nasıl ki hız kavramı hareket ile zamanın bir fonksiyonu ise, ekonomik gerçeklikler ve bundan dolayı Milli Ekonomik kanunlar iki çeşitli faktörün kombinasyonlarının neticeleridir. Bunların ilki reel faktördür. Bu faktör materyal dış dünyanın yansıma alanına dâhildir. Diğeri ise kişisel faktördür. Bunun kökeni ise, insanın içindeki ruh hayatıdır. 271 Knies Milli Ekonomiyi büyük ölçüde iktisadın veya bilimselliğin fikirlerinin tarihi olarak değerlendirir. Karl Knies için tarih araştırmaları yanlışlıkların oluşmasını engelleyen bir araçtır. “Bugününden başka bir şey bilmeyen, çevresindeki olayları bir perdenin ardından algılayan bu dar bakışlı güncel açı ile ancak kendisini mukayese edebilir.”272 Bütün geçmiş, kendisini bir kuvvet şekline taşıyarak 269 Knies,1853, s.254 Knies,1853, s.40 271 Knies, 1853, s.156 272 Knies Karl, Die politische ökonomie vom geschichtlichen standpunkte Braunschweig,1883, s. 492. 270 83 geleceğe etki eder. Bir halkın tarihsel hayatının açıklaması, mükemmel olana ve aynı zamanda ahlaki mükemmelliğe ulaşmaktır. Halkların içinde oluşan bir baskıdır kendini mükemmelliğe taşımak, fiziki ve manevi tatmine ulaşmak ve kültürün ilerlemesini (çeşitli çevrelerin ve farklı yönlerin doğru tutumuyla) temin ederek insan hayatının ortaya çıkmasını sağlamak.273Tarih bize “bütünün” sürekli ilerlemesini gösteriyor. Sürekli yeni basamaklarla karşılaşan çizgisel bir gelişim ve sonunda ulaşılabilecek bir üst seviye olan insani mükemmeliyet.274 Knies, bu sebeplerden dolayı tarihsel metod doğrultusunda yeni bir ekonomi-politik oluşturma çabasına girmiştir. Çünkü “özellikle tarihsel gelişimin hem siyasi-iktisadi iktisat gerçeklikte hem de Milli Ekonomik teoriler bazında yetersiz değerlendirilmesi, sadece bilimin başarısının olumsuz etkilemesine sebep olmaktadır. Bu anlamda ampirik gerçekliğin araştırılmasına bağımlı olan, üstelik özellikle kendisini de tarihsel bir gelişiminin neticesi olduğunu anlaması gerekiyor.” 275 Knies, Max Weber üzerinde önemli etkisi olan Tarihçi Okul profesörlerinden biridir. Tümevarımcı bir metot benimsemiş ve tecrübeden elde edilecek verileri mantıki postülalardan daha önemli kabul etmiştir. Knies, her türlü teorik mutlakiyetçiliğe ve zamansal mekânsal boyutlarda evrensellik iddiasındaki her türlü teorik yaklaşıma karşı durmuştur. Genel iktisat kanunlarının varlığını reddetmiş hem Ricardo’nun tümdengelimci akıl yürütmesini hem de Walras’ın matematiksel yöntemini eleştirmiştir. Ona göre Milli İktisat disiplini insanların sürekli değişen davranış ve alışkanlıkları ile ilgilenmelidir. Bu nedenle iktisadi analiz pratik hayata 273 Knies,1883, s. 147; Ahlaksal mükemmellik burada aynı zamanda insanlığın bütün basiret ve kabiliyetini kapsıyor. 274 Gottfried Eisermann, Karl Knies tarafından kullanılan metodu “ekonomik historizm” olarak adlandırıyor. Eisermann, 1956 , s. 205. 275 Knies, 1883 Kendi bilimsel sistematiğinin ve metodolojik seçimlerinin savunulmaz olduğunu kabul etmiştir. Baş eserinin 2. baskısında ve yeni adıyla “die politische ökomnomie vom geschichtlichen standpunkte” şunları yazıyor: “Esasen metodolojik anlamda siyasi iktisatta historik metod tanımı sadece görev olarak sonuncul bilimin sırf tarihi araştırma ve raporlama yapması durumunda kabul görür. Neticede büyük bir gayret ile kendimizi tarihe dayandırmak istiyorsak eğer, o takdirde hiçbir zaman iktisat tarihi ile milli ekonomi arasında fark unutulmamalıdır. Aynı şekilde tarihçinin branş vazifesi ile mili ekonomistin görevi karıştırılmamalıdır.” Knies teorik milli ekonominin kendine özgü bir tarihsel metodunu daima reddetmiştir, Eisermann, 1956, s. 211. 84 dönük olmalı ve değişik insanların ve milletlerin kendilerine has özelliklerini tarihi bağlamları içinde değerlendirmelidir. Bu açıdan Knies tarihi rölativizme önemli ölçüde vurgu yapar. Knies’de tarihin sorgulanması, eski öğretilerin tüketilmesi ve var olanın var olmuş olan ile bağdaştırılması tüm disiplinler için en üst önceliklerdendir. Bu pratik hayatın şekillenmesi ile bağlantılı olmalı ve pratik hayata bilimin kazanımlarını kullandırtmalıdır. Knies bilimsel-ekonomik alanda bu derece basit bir şekilde tespit edilebilecek olan gerçeğin, çok fazla dikkate alınmadığına şaşırır. Bu açıklaması olarak ise; halk hayatının alanları ve yönleri, sanki bir sıvının hareketliğinde ve baş döndüren bir dönüşüm ile ortaya çıkmışlardır. Bu durum iş kapasitesinin bu alanlara kaymasına neden olmuştur.276 Buradaki ‘pratik hayatın şekillenmesi’ ifadesi onun iktisadi sorular üzerine olan toplam duruşu ile ilgili bir çıkarıma gitmemizi sağlar. Knies ne kadar iktisadi ve sosyal politikacıysa, o kadar iktisat bilimcisidir. Knies’e göre, Milli Ekonominin görevi, karşılaştırma değeri olan iktisadi kanunlarını bulmak olmalıdır. İnsanlığın iktisat gelişiminin gözlemlenmesi sonucu analoji metodu, uygulamada karşılaştırma yapılarak kullanılıyor. Knies’in Roscher’den belirgin farkı ise, tarihsel kanunların genel geçer olmadığıdır. Knies için sadece “analoji kanunları” geçerlidir.277 1.4.5. Ekonomi -Toplum -Halk Bağlamında Bütünün Materyel Ve Politik Refahı Hildebrand’a göre, gözlem objesi bireysel olan ve özgür iradesi doğrultusunda iktisadi faaliyet yürüten insandır. Fakat insanın belirleyici faktör olduğu Milli Ekonomi, bir fen bilimi olamaz. Fen bilimi olması için, Kasik teoride olduğu gibi, sadece fen kanunları doğrultusundaki bir egoizmin odak noktası olması gereklidir. Hildebrand bununla ilgili şunları yazmıştır: 276 277 Knies, 1883, s.10 Knies,1848 s. 346, Knies, 1883, s. 25, 143, 460, 470, 484; Eisermann, 1956, s. 205, 208. 85 ‘Ekonomi bilimi içinde bireysel çıkarın en yüksek prensip olarak kabul edilmesinde aynı zamanda bireyin, insan ırkının ahlaki vazifesini ihmal ettiği’..278 Onun için bireyi ‘saf egoist bir güç’ olarak görmek imkânsızdır. Ayrıca bireyin tıpkı diğer doğal kuvvetleri gibi sürekli aynı yönde faaliyet göstermesini izah etmekte zorlanır.279 Bunun neticesinde ise, Smith’ci Okul’un kanunlarını, ekonomik doğa kanunu olarak kabul etmez. Gerçi insan ve halk hayatında birtakım doğa kanunsal olarak belirlenen davranışları onaylar. Fakat bunlar ekonomik fenomenlerin tamamının açıklanması için bunları yeterli olarak addetmez.280 Ona göre, iktisadi davranış biçimleri şu şekilde belirlenmiştir: Bütün yönleriyle ahlaki motif din, halk töresi, hukuk kavramıyla v.s. belirlenmiştir. Hildebrand burada bilinçli olarak Milli Ekonomik araştırma alanının iki bölümden oluştuğunu ifade eder. Birinci bölüm fen bilimseldir, yani bununla birlikte aynı zamanda tarihçilik dışıdır. Ve ikinci olarak ruhanitarihsel bir karakter taşır. Problemlerin ise sadece iki taraftan bakıldığında doğru olarak tanımlanabileceğini düşünür.281 Hildebrand, insani hayatın tüm birimlerinin bağlılığını, ortak ahlaksal bir temelde oluştuğunu düşünüyor. Tüm birimler tek “ahlaki ortak ruh” anlayışına uymalıdır. Yine bütün fertler “ahlak kuralları” ile topluma bağlıdır. Öyle ise etik politik normlar vardır ve iktisat, siyaset ve fertler bunlara tabidir. İnsanlık medeniyetinin tarihsel gelişiminde ekonomi merkezi bir rol oynamaktadır. İktisat ve onun kazanımları, “insanlığın kültür gelişiminde gerekli olan parça” ve olağanüstü bir anlam taşıyan “bütünün materyal ve politik refahı içindir.” Ekonomi toplumsal evrimin motoru ve toplumu sürekli bir değişime zorluyor. Bunun ise tek bir kanunsal gelişimi vardır; her zaman yüksek 278 Hildebrand, Die Ntionalökonomie der Gegenwart und Zukunft,1848 Dasselbe in, Sammlung sozialwissenschaftlicher Meister, Bd,22,herausgeg, von Hans Gehrig, Jena,1922,S. 30-33 279 Hildebrand,1922, s.34 280 Hildebrand,1922, s.288 281 A.Ammon, Objekt und Grundbegriffe der Teoritischen Nationalokonomie,2,Leipzig,1927,s.7 86 kültürün boyunduruğudur. Medeniyetin son basamağına ulaşıldığında devam eden gelişim süreci durma noktasına gelir.282 Soden, 19.yüzyılın ilk yarısındaki materyal refah artışını ve halk servetinin yükselişini kültür tarihinde bir ilk olarak değerlendirir. Ve bunun ilk defa etik ve ahlaki hedeflere ulaşmak için bir fırsat (ön koşul) olduğunu düşünmüştür. Soden bu durumu şöyle tarif eder:283 “Milli Ekonominin prensibi; fiziki refah fakat etik temellere dayanan bir refah” Ekonominin hedefi ise: “Ahlaki mükemmellik, iyiyi ve güzeli yönetebilmektir. Ve bunların noksanlığında insanlığın vahşileştiği ve çöktüğü açıktır.284” Bu görüş J.Kautz’un ekonomi-politik kuramın etik görüşünün savunucusu olarak kabul görmüştür.285 Maddi olmayan yani ruhani olan ve bunun için geniş anlamda kültürel ihtiyaçlar, beher her Ekonomistte farkı ahlaksallık kavramlarının içeriğini oluşturmaktadır. Örneğin Vorlander ekonomi-poitik prodiktivenin yükselişiyle, ahlaki ilerleme arasında, yoğun bir korelasyon görmektedir.286 Roscher’in 1851 yılında belirttiği üzere, harmoni içinde geliştirilmesi gereken iki ana yönü vardır. Bir materyal –ekonomik ve birde etik-politiktir.287 Ekonomik ve ahlaki -kültür alanlarının birbirinden ayrılması ortadan kardırılmalıdır. Bu durum ekonomi bilimin ampirik, beher tarihsel olarak oluşan ve dönüşen davranış şekillerinin ile toplumsal normların, analizinin temeli haline getirilmesiyle gerçekleşecektir. Tarihçi ekonomi “soyut” davranış biçimlerinden yola çıkmaz. Bunun yerine ampirik-tarihçi olarak bulunabilen davranış şekillenmelerini tercih eder. Eğer kültürel değerler iktisadi etkiliyorsa, o zaman ekonomik analizin bir parçası olmalıdırlar. Hegel maneviyatın (bireysel vicdan sorumluluğu) ve ahlakın ayrışımını Kant’a karşı olarak ileri sürmüştür. Burada ahlaksallık hala “toplumu ve bunun kurumlarını 282 Hildebrand, (1848): s. 29, 52, 75, 84, 227, 244, 269, 275; Hildebrand (1922), s. 355; Sommer Artur (1948), s. 550. 283 Soden,1819,s.226 284 Soden,1819,s.226 285 Kautz,1858,s.327,Roesler,1864,s.9 286 Vorlander,1857 Karl; ,s.17 287 Roscher,1851,s.55 87 ifade eden anlayış” şeklindeydi.288 Milli Ekonomistlerde, örneğin C. Schüz’de, bu durum “devlet” ile “dünya düzeni” arasındaki bir ayrışmaya dönüşmüştür.289 Sonuçta Tarihçi Okul’un etkisiyle, ekonomi politiğin kendisi “halk hayatının ahlaki yansıması” olarak yorumlanabilir.290 Öncelikle bir “hukuki ile ahlaki davranış” “egoist bireysel davranışların” sevk ve idare kabiliyetini taçlandırmaktadır. Çünkü bu “onların düzenli işleyişini en fazla güvenceye alan ve teşvik eden olgudur.291 ” Burada ahlaksallık bir kurumun dâhilinde olan bir kavram olarak görülmektedir.(Hem hukuki hem de etik-normatif yönden) Schüz, burada Lotz tarafından temsil edilen bu görüşe, yani ekonomi ile maneviyatın iki farklı dünya olduğuna dair görüşe karşı çıkmıştır. Schüz’e göre, bu durum K.H.Rau için geçerlidir. “Ekonomi-politik kuramı sınırlarını aşmadan, aynı zamanda kendi nesnelliğinin daha yüksek ilişkilerini aydınlatabilir. Fakat tam olarak burada fark ettiği, iktisadi faaliyetin temel cümleleri daha yüksek ahlak kanunlarının itirazsız uygulanmasıyla mümkündür.292” Schüz, Rau’la ilgili olan bölümü şöyle açıklar: “Nesnel mallar neticede kişiselliklerin vasıtası” olarak görülmektedir. 293 Kişisel malların oluşumu ki bunlar nesnel malların üretiminde sadece bir vasıtadır, manevi varlığın oluşumu ile identikleştirilmiştir. Bu iktisadi realiteden bağımsız olarak oluşmaz, hatta iktisadi faaliyetin türü ve yöntemiyle oluşur. Sadece bu şekilde, eğer iktisadi transfer formları ahlaksız olursa, ekonomik egoizmde ahlaksızlaşır. Schüz için bu geriye dönüş önemlidir. “Öyleyse daha egoist çıkarların kavgasından bile bu görüş oluşur: Tekillerin, sınıfların ve halkların hakiki ve uzun süreli iktisadi refahı, sadece karşılıklı anlayış ve ortak amaçların harmoni içinde takibiyle oluşturabilir.294” 288 İlting,1983,s.257 Schüz,1843,s.133 290 Schönberg,1896,s.63 291 Schüz, C.W;Grundsatze der Nationalökonomie,Tübingen1843,S.135 292 Schüz,1843,s.137 293 Rau, Grundsatze der Volkswirtschaftslehre,1Bd,des Lehrbuchs der politischen Ökonomie, Heidelberg,1837,s.34 294 Schüz, 1843,s.139 289 88 Schüz burada,”İngiliz “rekabet –Pazar oyunundaki, oyuncuların kendilerini bağlayan kuralların rasyonalitesi konusundaki faydacı görüşü tanımlamaktadır. Fakar Smith’den farklı olarak serbest pazarın pozitif refah efektlerini farklı tanımlamaktadır. Buna göre, bu “gerçekten bilgilenmenin bir yüksek basamağını temsil etmektedir. Ve bu daha az gelişmiş insanlar için bile geçerlidir. Çünkü belirli bir manevi davranış biçimine zorlamaktadır. Bunun Smith’in “görünmez eli, ”Schüz’de bir “görünen ele” dönüşür ve bu aklı başında bir şekliyle ilgili bireyler tarafından işletilebilir. Öyle görünüyor ki Schüz’ün argümanları, bireyin stratejik rasyonalitesine analoji ile bağlantıda olduğu anlaşılıyor. Çünkü bununla davranışlarını kendi koydukları kurallarla sınırlamış oluyorlar ve uzun vadeli çıkarlarını kısa vadeli olanlara tercih ediyorlar. İnsan içindeki “vicdani varlık” “vicdani aklı başında” olan şekline dönüşecektir.295 Böylece “ahlaki bir düzenin daha yüksek kanunu,” iktisadi sübyelerin kendi kendilerini rasyonel anlamda bağlamalarının “izanıyla” identik hale gelecektir. Fakat Schüz burada, çağdaşlarının bir bölümü gibi, ikili oynamaya devam etmektedir. Gerçi “ahlaki bir davranışın aynı zamanda faydada getirdiğini” kabul eder. Ama “ekonomik hesaplamaların neticesi ne olursa olsun, daha yüksek olan kanunun emirleri bellidir diye kısıtlamaya gider. Böyece maneviyatın ekonomi karşısındaki geleneksel üstünlüğü korunmuş olunur. Buna uygun olarak Schüz daha sonra etik kurallar tanımlar ve bunlar bir kusursuz ahlaksallığı tanımlamaktan ziyade, ekonominin moralfelsefi içselleştirilmesini içermektedir. “Fani mallar peşinde koşmaktan, ihtiyaçları tatmine uğratacak vasıtaları aramaktan, toplumun hiçbir sınıfında, insanlığın kendi amacı yok olmamalıdır.”296 Bundan hareketle etik bir gelir dağılımı oluşturulur: “Ancak devletin tüm uzuvlarının ahlaki kişiliklerinin tanınmasıyla toplum ve hükümet için gerekli olan mükellefiyet oluşur. Bu milli servetin ve milli gelirin dağıtılmasına yöneliktir. Ve bu olurken, halkın tüm sınıfları insani bir yaşam standardına ulaşmalıdır. Schüz “Zeitschrift für die gesammte Staatswissenschaft’ın kurucularındandır. Bu Kant’cı akım olarak, “ahlaki 295 296 Schüz,1843,s.140 Schüz,1843,s.141 89 kuralların” geçerliliğini kayıtsız şartsız var sayar. Ekonomi bu aklı başında olma faktöründen emin olmalıdır. Ve buna uygun olarak yeniden gelir dağılımı önlemleri almalıdır. Fakat 19. yüzyılın ortasında ekonomi-moral ilişkisinin tonu değişmektedir. “Ahlaki kanunların” yerini, hakiki ahlakın ve normların araştırılması almıştır. Etik, Tarihçi Okul’da karar verici kriter olarak kullanılmaktadır: Rasyonel bir seçenek değildir. Etik anlamda istenmeyen rasyonel seçeneğin düzeltilmesi amacıyla kullanılan manevi seçenektir. Knies, etiğin ekonomiden öncellikli olduğuna dair savunma sunmamaktadır. Bunun yerine “Tarihçi Okul’u” çok meşgul eden, iktisadi davranışın kültürel şartlanmasına yönelik yeni bir bakış açısı sunmaktadır. Knies ve diğerleri bilinçli olarak İngiliz Ekonomisine bilinçli bir alternatif geliştirmek niyetindeydiler. “Saf” ekonomik sürecin sadece sonuçları önemli olmaktan ziyade, bunun toplumsal kültürel gelişme etkileri ön plandaydı. “Araştırmaları, prodüktüf değerlerin olabildiğince büyük toplam rakamı üzerine kısıtlamaya devam edildiği sürece, söz konusu olan sadece kantitatif ve aritmetik büyüklükler ve kavramlar olacaktır. Fakat eğer istenirse, matematik bir görevle, her türlü fikir ayrılığı kesin hesaplamayla ortadan kaldırılabilir. Yalnız ne zaman iyi bir dağıtım söz konusu olursa, o vakit ortaya manevi-politik bir kavram ortaya çıkmaktadır. Ve bu görevin çözümünde olduğu, tüm çıkış noktaları ve ispatlamalar, az yâda çok halkların ve bireylerin tarihsel dönüşümü ile gelişimine bağımlıdır. Ve ayrıca ulusların beher her düşünürün ve toplumsal tabakalarının entelektüel hükmüne ve etik kavramlarına bağlıdır. Çünkü bunların bakış açısı bu durumu etkilemektedir.”297Eğer bu durum anlaşılırsa “istemin her türlü çeşitliliği, malların en iyi şekilde dağıtılmasının gerekliliği konusundaki hükmün anlayışı, malların en iyi şekilde üretilmesi hususunda bir teorik ispatlamanın çeşitliliğine yol açmalıdır.298 Öyleyse doğal bir dağıtım yoktur. Sadece insan tarafından oluşturulan adaletli bir etkinlik vardır. Ve bu bir “sabit karar verici norma” bağlı olmaz, 297 298 Knies,1853,s.208 Knies,1853,s.209 90 hatta izafiyet kanununun prensibi doğrultusunda modifikasyona tabii tutulmalıdır.299 Çünkü özelikle bireysel çıkarlar belirli iktisadi politikalarda oldukça aykırılaşırlar.(Burada gümrük vergisi konusunda) Her zaman tek yönlü çıkarın, genel refahın çıkarı şeklinde sunulmaya çalışıldığının bilindiği için refah teorik hükümlerini, “gerçekten var olan dağıtımın” analizinden sonra, öncelikli asli gelir dağıtımının ne olduğu konusunda vermelidir. 300 Klasik varsayım olan “bırakınız yapsınlar” içerisinde kendiliğinden gerçekleşen bir tamamlanmalıdır.301 refah Bu optimasyonu, analiz “kaltitatif iktisadi-politik ve bir analiz” kurumsal ile önlemler önermelidir. Bunlar sadece normatif –soyut olmak yerine somut araştırma bazlı olmalıdırlar, özellikle istatistikî türden.302 Knies ekonomik teoriyi yeni ve tarihçi bir gözlem yöntemine doğru çekmek ister. Ve bu zamanın etkisini teori üzerinde gösterebilir nitelikte olmalıdır. Eğer ekonomi onun ve “tarihçi metodun” kurallarına göre işletilseydi, tarihsel ve yöresel farklılıklar elle tutulur olurdu. İktisat politikası sanatını artık soyut kurallar doğrultusunda değil, bireysel tecrübeleri aşan bir tarihsel tecrübe doğrultusunda yürütebilirdi. Bunun için mutlaka olması gereken olguysa, belirli iktisadi politikaların dağıtım etkilerinin bilgisine ihtiyaç vardır. Böylelikle birden beklenmedik bir neticeyle karşı karşıyayız. Tarihçi metot bir yandan kurumsal beklentilerin analizine ilgi duymaktadır. Ve diğer yandan ki buna Klasik Ekonomi içinde zorunluydu, pazarlardaki gerçek fiyat ve mal değişimlerinin analizine ilgili kalmıştır. Yani pazarların dinamikliğine ve bunun asli gelir dağılımı üzerindeki etkisiyle ilgilenmiştir. Knies, eski Rau’cu ayrım olan ekonomi-politik teorisi ile siyaseti arasındaki farklılık neredeyse tamamen ortadan kaldırılmaktadır. Çünkü “ahlaki-politik” kararlardan bağımsız olarak kararlar alan ve kendi kanunsallıklarını oluşturan, bir teori artık olamazdı.(Bireyler, kuruluşlar ve dernekler hususundaki kararlar.) Roscher’de ekonomi ve halk yakın bir birliktelik içindedir. Halk ve ekonomi “reel” bir bütündür. Onun parçaları ise, farklılaşma etkisi altındadır 299 Knies,1853,s.233 Knies,1853,s.216 301 Knies,1853,s.243 302 Knies,1883,s.243 300 91 ve genel refah amacıyla daima birbirlerine muhtaçtırlar. Bir halkın gelişimi organik bir çemberin “oldu ve olacak” ilkesini takip eder ve daima iktisadın belirli bir gelişimi tarafından takip edilir. “Halkıyla beraber ekonomi politik de büyür ve olgunlaşıp açılır.”303 İhtiyaçları aynı anda karşılanan en fazla sayıda insanın olduğu yerde iktisat kapasitesinin doruk noktasına ulaşır. İhtiyaçların tatmini ise sadece gelir dağılımının tamamen oransal olması ile sağlanabilir.304 Aynı şekilde ekonomi politik halkını batarken takip eder. O da “halkıyla batar”. Fertlerin iktisadi faaliyetleri kendi çıkarları ve vicdanın talepleri,“tanrının sesi ile” şeklinde belirlenir. Ferdin çıkarı ise iki şekilde açıklanır: “… Mal kazanım noktasında pozitif, mal kayıp noktasında negatif.”305 Vicdan ise ferdi çıkarın muhteviyatından sorumludur. Çıkar ile vicdan arasındaki gerilim insan hayatında birliktelik duygusunu oluşturur ve toplumsal hayatın temelinde yer alır. Sadece ondan dolayı tanrı yaşantısı dünyada gerçekleşir. 306 1.4.6. “Halk Organizması” –Yaşayan, Bağımlı Bir Bütünlük - Nüfus Tanımı Karl Knies, “tarihsel olarak halkın ve onun ekonomisinin, organik bütünlük anlayışı” ile tespitini savunuyor. Bu bütünsel konsept insanlık faaliyetlerinin tamamın üzerini “halk organizması” şeklinde kapsıyor. İnsanlık faaliyetlerinin tüm yansıma şekilleri bir bütünselliğe bağlanıyor ve bundan dolayı kendi içinde karşılıklı tesir altındadır.307 İktisat ise sadece, hayat 303 Roscher Wilhelm, System der Volkswirtschaft, Stuttgart, 1906, s. 40. Priddat Birger, Produktive kraft, sittliche Ordnung und geistige Macht, Marburg,1998, s. 302. 305 Roscher, 1906, s. 25. 306 Roscher, 1906 s. 25, 30, 227, 771, 784, 811; Çıkarın günahsal kullanımında olumsuz bir şekil bozulması oluşur. Ferdi çıkar egoizm, yatırımcılık açgözlülüğe ve tasarruf ise cimriliğe dönüşür. Fakat her ne kadar pek çok insanda tanrının aksetmesi bulandırılmış ise, yine de hiçbirinde ona olan özlem kayıtsız bir şekilde kaybolmamıştır. Böylece ferdi çıkar kontrol altında tutuluyor. Çünkü ideal bir amaç uğruna dünyevi anlaşmanın aracı haline gelmiştir. Roscher, 1906, s. 25. 307 Eisermann 1956, s. 201. 304 92 organizmasına yakın bağlanmış bir parçadır.308 Bu esnada iktisat ile halkların tüm tarihsel varlığı arasında çok derin bir ilişki oluşur. 309 Halkın gelişimi daima buna uygun bir iktisadi gelişim tarafından eşlik edilir. Burada iktisada düşen rol: “insanların ve halkların en yüksek vazifelerini gerçekleştirmektir.”310 Birinci kuşak Tarihçi Okul, halkların varlığı konusunda aynı anlayışı taşımakta ve halkı organizma olarak görmektedirler. Tekil parçalar ise karşılıklı ve sürekli rahatlatıcı vaziyette bulunurlar. “Halk organizması” sarsılmaz şekilde birleşiktir. Bir halkın gelişim süreci ve onun birleşikliği, uygun olan iktisadi gelişme tarafından kolaylaştırılır. Halk gelişimi ve iktisadi ilerleme büyük ölçüde paralel gelişir. Halkların gelişim hızı doğal şartların genişliği ölçüsünde çeşitlidir. Knies, halkın “birleşik ruhsal güç” tarafından canlandırıldığını söylüyor. Böyle bir organizmanın toplam karakteri yani milli karakteri tekil kültür yansımalarının reel sebebidir. Halkın birliğinden, bu toplam fertlerin sayısından fazladır, onun kültürü çıkar. Roscher “Milli Ekonominin Temelleri” adlı eserinde kendi organizma görüşünü tanımlıyor: basamakların “Bir organizmanın üst üste binmesi gerçekleştirebilecek (dış tesirleri kendi kanunu içinde vardır, yadsımamak hem gelişim de bunları hem kaydıyla) içsel bir mekanizmaya sahiptir.”311 Halkın gelişiminin bu organik süreci yukarıda sayılan üç istasyona bağlanıyor ve varlıkların hayat çemberi ile uyumlu hale geliyor. Yüksek zamanlarda halklar (Roscher bunlardan; “yaban kavim”, “barbar halklar”, “zenci halklar”, “göçebe halklar” diye bahseder) çok sınırlı geçim kaynaklarına sahipler. Sadece hangi tür ve şekilde ‘diğer halklaşma’ ile karşılaştıkları konusunda ayrışırlar.312 308 “Halkların iktisadi durumu ve gelişmişlikleri, tüm hayat organizmasının içinde ve bağlı olan çok yakın bir uzuv olarak görülmelidir.’’, Knies, 1883, s. 141; Ekonomik gerçekliklerle hayatın bütün olguları arasında içsel bir bağıntılılık vardır, Knies, 1883, s. 472. 309 “İktisadi yaşam koşulları (…) insanlığın ve halkların tarihinin tüm organizmasının periyodu ile canlı bir bağlantı içindedir .’’ Knies, 1883, s. 164 ve Knies, 1883, s. 143, 490. 310 Knies, 1853, s. 244; Knies, 1883, s. 141, 424, 467, 490; Eisermann , 1956, s. 201. 311 Roscher Wilhelm (1858): die grundlagen der nationalökonomie, işadamları ve öğrenciler için bir el kitabı, cilt 1, Stuttgart, Augsburg: s. 21. 312 Roscher, 1858, s. 760. 93 “Yüksek kültürlü zamanlar” döneminde “olgun ve açılmış halklar” görürüz. Bu halklar orta ve üstü bir yaşam süresine sahiptiler ve insanların hayatı önemsemesi dikkat çekiyor. Bu halklarda ahlaksal sabit ve önleyici bir hâkim anlayış vardı. Canlı ve işleyen bir iktisadi hayatta fakir ve zengin arasındaki farkın az olduğu gözleniyor. Bu “ideal durum” insanların şevkinin nüfus artışını ve aynı zamanda geçim kaynağı artışını temin edebildiği sürece geçerlidir.313 “Batış (çöküş) dönemi”, bu sürecin en karakteristik özelliği, toplumun ahlaki, politik ve dini değerlerinin çözülme ve parçalanma içinde olmalarındadır. Halkın çoğalması artık heveslendirici faktör değildir ve geçim kaynağı artışı olarak değer görmüyor. Fazla nüfus “hastalık” haline gelmiştir. Ahlaksızmisilleme ve edepsiz-önlem tezatları halk çoğalmasına yönelik üstünlük kurar. “Evlilik dışı doğum”, “doğal olmayan fenalıklar” ve “ulu orta hayat kadınlığı” çoğalıyor. “Evliliğin kutsallığı’’ önem kaybediyor. “Küfürün yolu daha cazip oluyor.”314 Sonuç olarak bu halkı kaçınılmaz bekleyen ölümdür, halk bünyesini yaşlanmaktan koruyan bir ilaç yoktur. Doğal bir yaşam anlayışı ile bu çöküş ötelenebilir fakat son aşamada önlenemez.315 Bu şüphecilik ve esasında organik yaşam çemberinin analojisine Hildebrand ve Knies’te rastlanmıyor. Bunlar halkları öyle organizmalar olarak görmekten ziyade, sürekli gelişim halinde olduklarını düşünüyorlar. Knies’e göre: “bir halk, sadece anlık veya bir zaman varlık gösteren değil, bilakis zamanların ve nesillerin ötesinde olan, dünün ve yarının hayatının aynı bugün gibi olduğudur.”316 Halkların hayatı sürekli daha yüksek kültürlere yönelir. Gelişmenin en üst hedefi insanlığın mükemmel ahlakileşmesidir. 317 313 Roscher, 1858, s. 770. Roscher, 1858, s. 788. 315 “Gerçekliğe ampirik ve istisnasız girişi, herhalde bir metafizik anlam fakat kesin ve bağlantılı bir açıklamanın olmaması”, Weber, 1973, s. 26. 316 Knies, 1853, s. 120. 317 Hildebrand, 1848, s. 13, 325, 335; Hildebrand, 1922, s. 336; Sommer,1948, s. 549; Roscher, 1858, s. 760, 783, 797, 811, 823, 832; Knies,1853, s. 120; Knies, 1883, s. 68, 121, 141, 490; Weber,1973s. 141; Mükemmelliyet Hildebrand’da üç basamaklı iktisat gelişimi tarafından desteklenir. En son basamak olan “kredi ekonomisi” ile ahlaksal mükemmellik mümkün olur. Buna destek olan özel mülk “edinme ve koruma” etkisidir. Çünkü neticede “bireylerde ruhsal mükemmellik ve genişlilik oluşturur”. Halkların gelişim hızı aynı şekilde değildir, çünkü doğal olanaklar çok farklıdır. Hildebrand,1848 s. 13, 325, 335; ders, 1922, s. 336. 314 94 Milli Ekonominin birinci kuşak Tarihçi Okulu’nda, nüfus düşüncesi daha çok halk ve organizma içinde saklanmış ve olgunlaşmıştır. Aile en görünür olandır. Halkın ve toplumun ahlaksal unsurudur. Roscher için aile sadece toplum içindeki ahlaksal yaşam şekli değil; aynı zamanda reprodüksiyonun en uygun ve en ahlaksal kurumudur. Bir halkın yıkılması en nihayetinde ailenin çöküşünden belli olur. Aile yapısının kırılması ile edepli davranma düşüncesi de ortadan kalkar. Hildebrand ahlaki mükemmelliği ancak ailenin yardımı ile mümkün görür: “ Her toplumsal varlığın etik temeli,” ailenin görevi ise, “yüksek ahlaki eğitimin bir nesilden diğerine aktarımını” sağlamaktır. Sosyal düzenin “kadınları ve anneleri doğal ortamları olan evsel etkinliğin dışına atmak ve umuma açık imalathanelerin üyesi haline getirmek ya da çocukları küçük yaştan itibaren makinelere bağlamak ve bundan dolayı onları fiziksel ve ruhsal bozukluklara maruz bırakmak” biçimindeki dönüşümü mecburen ailenin parçalanmasına yol açar.318 Roscher’in nüfus tanımı sosyal ve iktisadi anlamda şekillenir ve dinamiktir. Robert Malthus geleneği duruşundan sonuç çıkararak; geçim kaynaklarının artırılmasının her zaman nüfus artışına sebep olacağını belirtir. Nüfus artışının arkasındaki itici güç “dürtü”, var olan yiyecek madde sınırlamasını aşmaktır. Sonuç cümlesinde ise Roscher, Malthuscu kötümserliğin dışına çıkar; nüfusu arttıran cinsiyet dürtüsü ve çocuk sevgisi, insanları daha fazla gıda için daha fazla çalışmaya zorluyor. Bireyler bunun için tembelliğe olan yatkınlıklarını aşmak zorunda ve böylece nüfus artışını kullanarak kalkınma ve gelişme amaçlı bütün sektörlerde kullanılabilinir. Eğer bu istek azalırsa o zaman fazla nüfus tehlikeli bir “hastalığa” dönüşür. Bunun 318 Hildebrand, 1848, s. 218, 243; Roscher,1858, s. 751, 788, 797, 823, 832. Roscher’de ailenin önemli rolü iki eserinde daha fark edilir. Roscher,1856, Kolonien, kolonialpolitik und auswanderung. Leipzig, Heidelberg: s. 38; Roscher Wilhelm, System der Armenpflege und Armenpolitik, Stuttgart/Berlin,1906 s. 4, 60, 63,75; Hildebrand, sosyalist ve komünist modellerde sosyal düzenin yıkılacağı belirtir. Ve nihayetinde ailenin yok olacağını söyler “her toplumsal varlığın temel etik değeri” -Kadınlar daha özgür olmalı fakat ailenin temel taşıyanı rolü korunmalıdır. Hildebrand, 1848, s. 218. 95 sonunda ise Malthus tarafından belirtilen facialar gerçekleşir. 319 “Daha küçük çevrelerde insani aptallıktan veya zayıflıktan, şartların inatçılığından nüfus artışı artık kalkınmanın sebebi olamıyorsa, bu şüphesiz en tehlikeli halk hastalıklarından biridir.” O zaman halk için, “en tehlikeli ahlak” meselesi olur. Zenginler için insan aşağılama ve vicdansızlık; fakirler için ise kıskançlık, yalancılık ve hayat kadınlığı.320 Bir halkın ne kadar çok sayıda güçlü, eğitimli, mutlu ve refah içinde insanı var ise, o kadar kudretlidir. Kimse bunun aksini iddia edemez. Öyle ise yine tarihsel şartlar, halkın durumuna hâkim karar verendir”, genelde kural olarak aşırı nüfus rölatif değerdir.321 Roscher “fakir politikası ve fakir bakımının sistemi” (1906) adlı eserinde fakirlik ile ilgili Hıristiyanlığın dayanışma anlayışını benimsiyor. Her ne kadar Roscher psikolojik tanımlamalardan şaşmıyor ve “fakirliğin patolojisinden” bahsetse bile bir biyolojik sebepten dolayı insanlığın geri kalmışlığının genetik mirasını kast etmiyor. Böyle düşünceler daha sonra başka bilimsel yöntemlerle ve sosyal-ekonomik düşüncenin dışında kariyer yapmıştır. Fakirliğin tedavi yöntemi olarak Roscher, Hıristiyan refah devleti propagandası yapmıştır, bu ise sadaka dağıtımı ile yetinmiştir. “Her halükarda sadaka dağıtımı refah faaliyetlerinin sadece bir bölümü, şüphesiz en etkili olanı değil.”322 Darwinistik, öjenik ve ırk teorileri tanımlarının, Roscher’in sıkı Protestan inanç ve düşünce dünyasında hiçbir yeri yoktur.323 Hildebrand ve Knies ise gelişmenin, insanın mükemmellik arayışında ve insanlığın kusursuzluğundan oluşacağı konusunda hemfikirdir. Sadece çizgisel, sürekli olan ve bütün sahaları kaplayan bir gelişme olabilir, yeni ilerleme basamaklarına sürekli bir yönleniş: “zaman süreci içersinde gelişimin itici gücü tekil sahalarda kendine büyük bir yer edinmiş olsa bile, daima 319 Hastalık tanımı Roscher tarafından tesadüfen kullanılmamıştır. Organizma anlayışı çerçevesinde Roscher bilimsel tavrını “psikolojik metod” olarak tanımlıyor. İktisat ve halkın gelişiminde hastalıklar oluşabilir, bunlar için ilaç vardır. Roscher, 1858, s. 41, 77. 320 Roscher, 1858, s. 812. 321 Roscher, 1858, s. 43 Aşırı nüfus, durağan ve geri giden bir ulusta, çöküntünün her türlüsünü hızlandırır. Roscher, 1856, s. 37. 322 Roscher, 1906, s. 51. 323 Roscher,1906, s.23. 96 bütünün üzerine hareket edecektir ve parçaların tamamını aynı düzeyde tutmaya çabalayacaktır.”324 Hildebrand burada bir “kanunsal gelişimden” söz ediyor. Knies’de ise, bu devamlı “tamamın üzerinde hareket ve tüm parçaları eşit duruşta tutmaktır.”325 Gelişim neticede farklı sahalarda çeşitli büyüklükler alabilen bir yabani ot değildir. Roscher bir organik düşünceye bağlı iken, Hildebrand pozitif ahlaki davranışın ekonomik etkisine inanır. Şöyle devam eder: İnsani iktisat, zorunlu olarak doğa kanunlarının ve psikolojik kanunların bir ürünüdür.326 Roscher için gelişim, çalışma ve performansın şevklendirilmesinin sonucudur. Ve nihayetinde nüfus artışındadır. İnsani üşengeçlik aşılmalı ve insan hayatının bütün alanları yenilenme ve ilerleme istemi tarafından yönlendirilmelidir. Roscher’e göre Malthus usulü kader yani nüfus çoğalması ile gıda maddesi arasındaki zıt ilişki, kesinlikle geçerli değildir. Malthus bu sıkıntının aşılmasında bir tek nüfus tarafını değerlendirirken, Roscher çalışkan ekonomide, sürekli artan insanda bile devamlılığın şansını fark etmiştir. Roscher aynı Friedrich List gibi Alman ekonomisinde Malthus Kritize yolunu gitmektedir. Bu süreç daha önemli olacaktır.Çünkü naturalizm ve dürtü teorilerinden uzaklaşmayı içerdiği için. 1.4.7. Karar Faktörü Olarak Doğa ve Çevre Nüfus teorileri, 1945’den sonra biyoloji ve ırkçılık tarafından kısmen az zarara uğratıldığı araştırma projelerinin merkezi tezidir. Bunları kanıtlamak için bu gelişimin teori tarihini ve bilim sosyolojisini irdelemek şarttır. Natüralizm, bioyolojizm ve rassizm karşındaki bu bağışıklık kazanmış bilimsel tavır, ancak neokantizmin metodik eserleri ile derinlemesine yapılan münakaşalardan sonra belirginleşmiştir. Öyle ise bunu dikkate almadan Milli Ekonominin birinci kuşak 324 Knies, 1883, s. 145. “zorunlu hareket halinde – öyle ise her canlı gelişim zorunludur”, Knies, 1883, s. 143. 326 Hildebrand, Bruno, Die gegenwartige Aufgabe der Wissenschaft der Nationalökonomie, Jahrbücher 1,1863,s.305 325 97 Tarihçi Okulu’nun, buradaki sorunsallıkla ilgili bölümlerini göz önünde tutmak gerekir. Hildebrand, doğa tanımını her şeyden önce iktisadi bakış açısı ile bakıyor. “Doğa her yerde sektörlere ilk talimatı verendir”. Her halkın iktisadı kendi doğal koşulları ile uyumlu olmak zorundadır. “Her halkın mesleği olan fabrikasyon; sadece yerli toprak üzerinden kolayca kazanabilinen hammadde üzerinde oluşur ya da doğa tarafından özellikle teşvik edilen bunların işlenmesidir.” Doğal bir fabrikasyon toprağın verdikleri ve halkın kendisine göre şekillenir. Üretimde doğal sınırların aşılması tümünün tehlikeye girmesi demektir. “Doğal olarak kazanan işletmelerin üretim gücünü azaltır, sermaye ve iş kaybına yol açar ve fakirleşmenin önünü açar.”327 Hildebrand üretim yapan ulusların kavgasının (savaş) kehanetinde bulunuyor. Sonuçta doğal verilerin gücü, beher her fabrikasyon dalları ve sermayenin gücü bunun sonucunu (kararını) verecektir. Çünkü seçilen üstün üretim dalının doğası temelde milli kazançta bir çeşitliliğe gitmek zorundadır. Sadece tahıl üreten ülkeler mecburen mağlup olmak durumundadır. Bu kavgayı önlemek için işbölümü ve uluslararası işbirliği (üniverselleşme) şarttır. Bunlar ulus bazında sınırlandırılmamalıdır.328 İktisadi gelişme ile meydana gelen yenileşmeler ve icatlar doğa üzerine egemen olma olanağını sağlamaktadır.329 Roscher kapsamlı bir doğa anlayışı propagandası yapıyor. Tabiat sürekli ve vazgeçilmez bir biçimde biyolojik bir varlık olan “halk” üzerine etki yapıyor. Doğa, insani yaşam ve dünyasının bütün yansımalarının temelidir. Ekonomi politik gelişim sayısız doğa kanunu tarafından belirlenir. “Ancak ona itaat etmesini bilen, onun üzerinde egemen olabilir.” Ekonomi politik kendisi 327 Hildebrand,1863, s. 87. Hildebrand,1863, s.76. 329 Hildebrand, 1848, s. 76, 84, 326. Bu kavgayı önlemek için Hildebrand hem ulusal hem de uluslar arası işbölümü için devreye girer- el ele etkileşen ve birlikte insanlığın bütün uzuvları için daha fazla ekonomik sağlığın, temel şartı olarak sosyal ve ahlaksal kültür oluşturmak ve devamlı bunu muhafaza etmek. Hildebrand, 1848, s. 87, 69; 229. 328 98 insan tarafından icat edilmiştir, fakat tanrı tarafından kullanıma sokulur. “İnsanı insan yapan dürtü ve oluşumların ürünüdür.”330 Nüfus ilişkileri ise yine doğa tarafından dikte edilir. “İnsanın etkisinin ve çeşitliliğinin oluşumunu sağlayan ve sınırlayan dış cephe ki, insan bunun içinde yaşar ve gelişir. Hayat alanı ve çevre, coğrafi şekillenme, yükseklik, toprağın verimi, orman ve arazi arasındaki fark, suyolları, toplam trafik, endüstriyel gelişmişlik, büyük şehirlere yakınlık, er ya da geç oluşan separatizm; hepsi tarımsal ekonominin aletleridir.331 Bu bölümde devlet bir “organizma” ve bunun içine toprağın üst kısmı dâhildir. Böylece devletin özelliğinin halktan ve topraktan oluştuğu belirtilmiştir. Hatta toplum bile tabiat tarafından oluşturuluyor. Roscher burada “toplumsal vücudun yere sağlam basmasından” bahsediyor. “Genç bir halkın yerleşim-ve yaşam şekli, toprağın türü ve verimine bağımlıdır. O nedenle toprağın ilk dağıtımı ile topraktan fayda sağlanması da buna bağımlıdır. Aynı zamanda halkın tarihini ve sosyal dokuyu etkiler.”332 Tabiat halk yaşantısının büyük bölümünü determine ettiği için, halkların gelişimi üzerinde şekillendirici bir kudrete sahiptir. Knies için tabiat, genel anlamı ile tarihsel gelişimi yapılandırıcı element; özel durumda ise ekonomi politiğin temelidir. Arazinin doğası ve insanın doğası bir ülkenin ekonomik politik belirleyicidir. Gerçi uluslar ve ülkeler arasında farklılıklar oluşsa da bu iki faktörün etkisi kaçınılmazdır. Genellikle bir tür benzeşmesi söz konusu, ama çerçeve şartları farklı farklı olduğundan, bir genelleştirme yapmak olanaksızlaşıyor. 333 Doğa kanunları ise sürekli geçerlidir. Hatta insanların iktisadi çabaları tabiat kanunlarının etkinliğini ne azaltabilir ne de kaldırabilir. Üstelik insanoğlu hiçbir zaman tabiat kanunlarının bütün yansımalarına anlam veremez. Çünkü sektörde 330 Roscher, 1858, s. 35, 40. Roscher tabiat kanunlarını şöyle tanımlıyor: “Ben heryerde tabiat kanunlarından bahis ediyorum. Fakat bunlardan hiçbiri insan amaçlı olmayan, etraflıca anlatılamayan ve düzen tekrarına dayanmayan, değildiler”, Roscher, 1858, s. 37. 331 Roscher, 1858, s. 742, 86. Roscher’in iktisat ve nüfus gelişim kanunları fen bilimleri sıralamasına yükseltilmeli. Metodunun tanımlamasında fen araştırmacılarına uyum sağlaması bu yolda atılan ilk adım. 332 Roscher, 1858, s. 102. 333 Knies, 1883, s. 24, 145. 99 devam eden çoğalma süreci işlemektedir. İnsan için mümkün olan, tabiat kanunlarına genelleme ve özelleme yaparak “doğru bir tanımlama” getirmektir.334 Knies tarafından temsil edilen tarih anlayışına bakarsak, insanın sürekli devam eden politik-ahlaki mükemmellik arayışı içinde olmasında; tabiat kanunlarının önemli olduğunu görürüz. Bu uğraşlara sıkı sınırlar getiriyor. Sadece gerçekten ulaşılabilir ve mümkün olan hedef noktası olarak seçilmelidir.335 1.4.8. İnsanın Doğası Bruno Hildebrand, her insanı “bağımsız bir dünyanın bilinçli taşıyıcısı” olarak tanımlıyor. İnsanlık için var olan ahlaki ve ruhi mükemmellik uğraşı, birey için de aynen geçerlidir. Bu durum özel mülk anlayışı tarafından desteklenir.336 İnsan egoizme yönelik bir intibak ile doludur ve ilk aşamada ticaret ile kendini ifade eder. Egoizm kamusal refah anlayışı ile çatıştığında etkisinden kaybeder ve özel ilgi için insanlığın refahını feda eder. Eğer egoizm, kamusal yarar amacına uygun hale gelirse, o zaman toplumsal refaha olumlu etki eder. “Bireylerin kendilerini sevmeleri, büyük bir oranda kültüre hizmet eder.” İnsanların doğal kabiliyetlerini teşvik ediyor ve onların ihtiyaçlarını arttırıyor ki, bunlar “insanoğlunun toplam kültürü” ile ilerliyorlar. Böylece fertlerin egoizmi “insanoğlunun gelişimini” olumlu etkiliyor.337 Roscher’de insan, güdüler tarafından yönlendirilen bir varlık olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanın, egoizm veya daha doğrusu varlığını muhafaza dürtüsü her şeyden önce iktisat alanında kendini gösteriyor. 334 Knies, 1883, s. 66, 480. Doğa kanunları iktisada etki eder, ama iktisat içinde doğa kanunları yoktur. Weber 1973, s. 45. 335 Weber 1973, s.486: Büyüklük bireyin aşağılayıcı egoizmine karşı tesir etmeli ve birlikte yaşanılan insanların refahının dikkate alınmasına, tesir etmeli. Weber 1973, s. 487. 336 Hildebrand, 1848, s. 52, 244. 337 Hildebrand, 1848, s. 29, 253, 269. Kamusal maksatlar doğrultusunda düzen kurallarını kabul etmek, “toplum varlığı olan insanın” tabiatından kaynaklanan bir edepsel sorumluluk olmalı. 100 “İnsanın hayvansal doğası”, daima ahlaki sınamalarla bağlantılıdır ve hepçil özelliktedir. Vicdanın talepleri, “tanrının sesi” bu içeriğe uyulması konusunda sorumludur. Şahsi çıkar ve vicdan karşıt kuvvetler olarak aklıselimi oluştururlar.338 Nüfus ilişkilerinin tanımlanması yine insanın, dürtü kumandalı varlık olduğunu kanıtlıyor. Nüfus artışı en nihayetinde cinsel dürtü ve çocuk sevgisinden kaynaklanıyor. Yalnız hayvanlar ve bitkilerden farklı olarak insanlarda, gıda maddeleri temininde bir ölüm kalım mücadelesi yaşanmaz. İnsan dürtüleri tarafından oluşturulan karşıt fikirler sayesinde nüfus artış seviyesi düzenlenir.339 Roscher’in, dini inanışları etkisiyle, insan tanımı bunların ötesinde şekillenmiştir. Onun hasta bakımı ve sosyal zayıf toplum kesimleri hakkındaki tekrar tekrar yaptığı açıklamalar, şüphesiz Hıristiyanlık ruhunun refah ve yardım severlik ile ilgili akisleridir. İnsanlık için edeplilik talebi onun tarafından propagandası yapılan kurtarılış düşüncesinin altını çiziyor. Bu tahminler, fakirlerin “hastalığına” karşı ayrıntılı tarif edilen tedavi yöntemleri tarafından destekleniyor. Roscher için ümitsizlik durumu söz konusu olamaz. Yanlış yola girenler dahi, devlet desteği ile tekrar doğru yola sokulabilirler. Tekil bireylerin özel halleri veya görevleri onun inandıklarının bir parçası değildir. Knies aynı şekilde insanın dürtüler tarafından yönetildiğine inanıyor. Weber, Knies’e dürtünün varlığını sürdürme amaçlı olduğu farkını tespit ediyor. Yani edepsel bir kendini sevmek ve bunun anormallikleri, egoizm. Her iki dürtü de neticede bütünsel bir mükemmelleşme çabasının farklı yüzleridir. Ve “bireyin yapısal bütünselliğini” kanıtlıyor. Bütünün tamamı gibi tek tek parçalarda çabalıyor -ve bu insani bireysellikleri de kapsıyor- mükemmellik arayışında.340 Roscher’e göre analog, Knies’de de aynı şekilde insani egoizmin varlığı ile her zaman ahlaksızlığın tehlikesi mevcuttur.341 İktisadın kendi alanı 338 Roscher, 1858 s. 25; Roscher, 1856, s. 37. Roscher, 1858, s. 753. 340 Weber, 1973, s. 138; Knies,1883, s. 147; Eisermann, Knies’deki insan tanımlamasını bir “organik külliyet” olarak yapıyor. Eisermann, 1956, s. 200. 341 Knies, 1883, s. 487. 339 101 için, insan tabiatı olağanüstü önemdedir. İnsan iktisadi hedeflerinin takibinde her zaman kendi tatminin gerçekleşmesine uğraş verir ve böylelikle iktisat içersinde “hem sebep hem de etken güçtür.” “Özellikle iktisadi dokuda ve insan hayatında”; ruh ile vücut ve insanın isteği ile tanıması faaliyete geçer. Bundan dolayı aynı anda ve hemen esas araştırma konusu olarak değerlendirilmelidir.342 Hiç şüphesiz, var olan bireysel hususiyet ile insanın milli karakteri, bir ülkenin ekonomi-politiğinin manifestosudur. Bu hususiyetler ki, bunlar insan ırkları arasında farklıdır, iktisat hayatında özel sektör vasıtasıyla etki ederler. Bunlar “ırksal karakterin karşıtsal tezi olarak değil, onların yanında olan değil, ortak bir kökün uzanan dalları gibidir” diye tanımlanabilir. Milli karakter kökene ve tarihsel gelişime dayandırılabilir ve doğal çerçevenin farklılaştırılmasıyla pek fazla değiştirilemez. İnsanın milli tabiatı, tek tek halkların ekonomik pozisyonunu etkiler.343 Burada dikkat edilmesi gereken; Milli Ekonominin birinci kuşak Tarihçi Okulu’nun başaktörlerinde hiçbir şekilde biyologizm ve natüralizm eğilimleri bulunmamaktadır. Tabiat ve onun değişmez kanunları toplumsal yaşam alanını ve bununla birlikte iktisadı da belirler. İktisadi faaliyetin her türlüsünün çerçeve koşullarını oluşturur. Roscher aynı zamanda toplumsal tezahürün yine tabiat tarafından önceden belirlediğini düşünür. Knies ise doğayı, insanın mükemmelleşme çabasında yol gösterici bir faktör olarak görür. İnsan genel anlamda dürtüler tarafından yönetilen varlık olarak görülüyor. Bunun en belirgin özeliği ise egoizmdir. Bu durumun tehlikesi ise “ahlaksızlık”; fakat bu neticeyi önlemek mümkündür. Knies ve Hildebrand’da ahlaksal mükemmeliyet çabasının, insanlığın gelişiminin gerekliği olduğu varsayılıyor. Roscher bu ihtimali negatif değerlendiriyor ve bir toplumun, tekillerin üstünlüğü ile hayatta kalma savaşı üzerine kurulamayacağını vurguluyor. Bu bağlamda Hıristiyan refah ve yardımlaşma olgularından yola çıkarak, sosyal güçsüz ve hastalar ile ilgili düşüncelerini belirtiyor. Knies, insana kendine özgü milli karakter çizgileri koyuyor ve toplamda bunların 342 343 Knies1883, s. 70. Roscher: Politika, Stuttgart, 1892 , s. 18. 102 halklar için ayraç olduğunu ileri sürüyor. “Geç kalmış ulus” olarak henüz varlığı bulunmayan milli devletin, Milli Ekonomisinin işletiminin bedelinin ve uğraşların izlenimini vermelidir. Bağımsız bir yol izlemek isteği, çoğu zaman diğer batılı öncülleri ile çarpışmıştır ve bugüne kadar bize izlerini göstermektedir. Rasyonel anglo sakson iktisat biliminin (günümüzde Neoliberalizm deniyor) suçlanışı ve iktisat hayatının bireyin temel geçim eğilimlerine indirgenişi (bunlara genel geçer ve tarihi olmayan denmiştir) sonucu, bunlar üzerinde insan davranışı ve insan gelişimi üzerinde her zaman geçerli kanunları kurmak amaçlıydı. 1.4.9. Birinci Kuşak Tarihçi Okul’da Devlet Roscher‘den itibaren Alman Milli ekonomisinin “ main stream‘ini “ belirleyen”tarihçi metot, ekonomik hukukçularının devletsel yönetim konularına anadan doğma uymaktır. Çünkü bunlar teorik konsepti, iktisadi politik gerçekliğe dönüştüreceklerdir. Milli Ekonomimin “ tarihçi metodunu” kendisi soyut teorilerin her birinin tarihi anlamda yeniden yorumlanması konusunda eğitirken, esasında bürokratların esas görevlerinden başka bir şey tarif etmez: Bunların yorum çalışmalarının kendileri tarihsel olaylardır, teorilerin aplikasyonlarıdır. Bunlar şartlar doğrultusunda tarihsel olarak dönüştürülmek zorundadırlar. Yönetim işlerinde faal durumda olan ekonomik hukukçular ki bunlardan Milli Ekonomistler yetiştirilir, tarihçi milli ekonomi tarafından “ change agents “ olarak onurlandırılırlar.344 Hildebrand rekabet içerisine devlet müdahalesi talep etmiştir. Çünkü serbest rekabet gerçi prodüksiyonu artırmaktadır. Ama aynı zamanda içerisine ahlaki şiddeti sokmaktadır. Roscher ise, “bırakınız yapsınlarbırakınız geçsinler” devletinin karşısına bir normatif ekonomi koymaktadır ve 344 F. K. Ringer Alman Milli Ekonomisinin profesyonellerinin kendilerini “ kültür taşıyıcısı” olarak gördükleri konusuna dikkatleri çeker. Bunlar için Pazar süreçlerinin oylaşımları, yatımcı davranışı ve işçilerin talepleri, esasında sadece “ daha yüksek “ değerlerin korunması ve teşvik edilmesi babında önemliydi. Bu sunumun tonu polemiklidir. Fakat nesnel içerik inkâr edilemez. Bunlar kendilerini kısmen bir kültür gelişimin avukatları olarak görmekteydiler ve bunların yatırımcılık başarısından öte çok daha büyük amaçları vardı. 103 bu iktisadi süreci etik ideallerden yola çıkarak düzenlemeyi istemektedir.345 Gerçi onun içinde, refahın artması önemlidir ama zenginlik onun için Milli Ekonomi içinde esas sorundur, esas amaç değil. Knies ise, aynı List gibi bir ulusun gerçek zenginliğinin üretme potansiyelinde görmektedir. İnsani dürtü gücü olarak, kendi varlığını korumanın yanında dini düşünceyi ve özgeciliği görmektedir. Knies, iletişim ve demiryollarının etkileriyle ve aynı zamanda zorunlu askerliğin ekonomik yönüyle ilgilenmiştir. Demiryolları inşatları gözlemlerinden, küçük esnafın değişimi ve iyileşen nakil sistemiyle artan rekabet hususunda pek çok kanun elde etmiştir ki, bunlar bugün bile geçerliliğini korumaktadır.346 Zamanın İngiliz Ekonomisi, özel ile genel amaçların faydacı felsefe ile rekabet mekanizmasının kesin analizi ile rastlaştığını iddia etmiştir.347 Bundan farklı olarak Alman Milli Ekonomisinin büyük çoğunluğu, devletin ahlaksallığı koruyan hükümdarlık haklarına sahip olması eğilimi içindeydiler. Pazarın sallantılarına karşın, devlet tek ahlaksal fikrin tek kurumsal garantörü olarak görünmektedir.348 Devlet organik-regülasyon yapısı olarak, ahlaki halk birliği fikrini pratik olarak gerçekleştirebilecek tek varlıktır.349 Ve “sınıf kavgası” içerisinde sosyalist ihtilafa karşı, toplumun düzeninin sağlayabilecek tek kurumdur. 19. yüzyılın ikinci yarısında “sosyal sorunun” çözümü sadece devletten bekleniyordu. Smith Almanların gözünde devlet ekonomisi konularında, iktidarsız bir yazar olarak görünmektedir. Minimal devlet konusunda ise nerdeyse hiç kabul görmemektedir. Knies bunu şu şekilde tematikleştirmiştir: “Milli Ekonominin bilimsel tespiti ile sınırlandırılması hususunda ve sistematik kurumsallığın metodik yapılanmasında, Alman iktisadı diğer bütün ülkelerin çok önündedir. Zenginlik kavramı hain bir şekilde genişletilmiştir ve malların dağıtımı ile paylaşımı konusu aslından uzaklaşmıştır. Smith’in takas değerlendirmesi üzerine çok fazla yük bindirdiği açıkça görülmektedir. Haksız olarak bunu doğrudan ekonomi- politik bakımın hizmetlerinin son 345 Brandt,1994,s.57 Gerçi Knies daha ziyade analojiden bahsetmiştir. 347 Goschen,1893,s.12 348 Oppenheim,1872,s.11 349 Kautz,1858,s.14 346 104 görevi olarak kararlaştırıldı. Fakat esasında milli refah hedef olarak görülebilirdi. Bu doğal bir şekilde özel ekonominin kendi başına bırakılması sonucu bereketli hale gelmeyecektir.” Tam olarak bu noktada Alman Okul’unun üstat Smith’e karşı olan tezatlığı ortaya çıkmaktadır. Tarihçi Okulu’nun harikulade temsilcileri, iktisadi ilişkiler üzerinde genel devlet gücünün etkisinin gerekliliğini her zaman savunmuşlardır. Hatta bu gerekli etkinliğin tespiti ve mücadelesi konusunda, Milli Ekonominin bir bölümünü seferber etmişlerdir.350 En fazla angeje olmuş Smith’ciler bile, onun devlet iktisadını minime etme fikrine karşı dikkatli ve mesafeli durmuşlardır.351 Smith’in anti devletçiliği 1800’ü yılların Aman anayasal gerçekliğinde, saf burjuva usulü toplumunun bir ütopyası olarak görülmektedir. Ayrıca bunun varlığı, büyüklüğü ve serpilmesi başkalarının üzerine olacaktı. Yani tüm ekonomi üzerinde herhangi bir hürmet göstermeyecekti. Smith’de Pazar ve sermaye toplama ekonomisi olarak dominant görünen, devletçi düşünen Alman Ekonomistleri için, diğer bütün pazarsal –olmayan kapitalist –olmayan tüm iktisadi formların ihmal edilmesi anlamına gelmekteydi. Böylece Alman ekonomik teorisinin İngiliz Klasik tarafından modernize edilmesi, kameralist temel sonucu, hükümetin görevinin konu olduğu noktada durmuştur. Ekonomi-politik “organizmadan” herkese iktisadi gelişmeden eşit pay verme teminat altında olmalıdır.352 K.H.Rau bu konuyu şu şekilde ifade etmiştir: “Serbest bir organizmada, natürel olan bir organizmaya göre, uzuvların birbiriyle olan ilişkileri, bütün içinde daha karmaşık olabilir. Bir bağlantı olmadan, kök salmış kuruluşların bile var olabilmesi fikri, bir hata bir ard niyet veya düşünmeden söylenmiş bir sözdür. Sadece refah konusuyla ilgilenen hükümet, kişisel çıkarın tüm birleşme-ayrışma çabalarının göründüğü noktada durmaktadır. Nasıl ki bu bütünü görebiliyor, aynı şekilde sadece o eksik kalan parçaların eşitleme ve aynı düzeye getirme kabiliyetine sahiptir.353” 350 Knies,1852,s.140 Knies,1852,s.137 352 Rau,1821,s.28 353 Rau,1821,s.26 351 105 Smith’in bireysel bazı, yani onun “görünmez el teoremi” herkesin refahı için özel yatırım çıkarını ön plana çıkartır. Bu ise, Rau’da sadece devletçilik temeli noksan olan, ekonominin özel hukuksal sistemi olarak tanımlanmıştır. Genel refah burada pazarın kendisi tarafından değil, devletçi refah organları tarafından gerçekleşir.354 Rau’da ise ki o esasında Smith’çi politik ekonomiye oldukça pozitif yaklaşır; görünmez el başka türlü anlaşılır. Buna göre, “bireysel fayda” amaçlı oluşan tüm faaliyetlerin birleşmesi halkın ihtiyaçlarının büyük bir bölümünün karşılanmasını sağlamada başarılı olur.355 Esas mesele “büyük bir bölümde” ifadesinde yatmaktadır. Çünkü burada ekonomi polisinin oyun alanı açılmaktadır. Smith’ci doktrin tüm dogmasını yitirmektedir. Smith’in “görünmez eli” Knies’te başka türlü değerlendirilir. “Smith’in kesin olarak belirttiği, özel egoizm aksiyomu ortak faydada etkindir. Çünkü bireysel çıkarın teşviki aynı zamanda toplumu en olumlu şekilde etkiler. Eğer durum böyleyse o zaman hükümetin ekonomi-politik hizmetleri ya saf negatif bir görevdir yâda hiç anlamı yoktur. İlk durumda bile, özel teşebbüssün önündeki tüm engellerin kaldırılması çalışmasından vazgeçmeli ve hukuk işleriyle sınırlanmalıdır. Fakat buna karşı çıkacak olursak, o zaman özel egonun en iyisi olduğuna dair temel kanunu ortadan kaldırmış oluruz. Ve aynı zamanda tek başına ortak refahı artıracak bir kaldıraç olduğu düşüncesi ortadan kalkar. Bu iktisadi alandaki disiplinlerin tümü için geçerli bir kardinal sorusudur.356 Bu “kardinal” sorusu tabii ki cevaplanmıştır. Bu gerçekçi bir şekilde meslek içindeki (Volkswirtschaftspflege’nin) ekonomi-politik hizmetler geçerliliği ve anlamı üzerindeki konsensüs ile olmuştur. Knies için böylece Smith’ci teori çürütülmüş olmadı ama geçerlik alanı sınırlandırılmış oldu. Ona göre, teorinin “ahlaki noksandır.357” Bu anlamda Alman Milli Ekonomisi “devlet- bilimsel” bir tandansta takılı kalmıştır. Her ne kadar devletçilik dar anlamıyla, bütçeye veya daha doğrusu finans bilimleri ile sınırlandırılmış olsa 354 Tieck,1989,s.400 Rau,1837,s.6 356 Knies,1852,s.142 357 Knies,1852,s.108 355 106 bile.358 Bununla beraber bulanık bir kavram olan “geniş anlamıyla devlet iktisadı” geçerliliğini korumuştur. Ayrıca bu kavram yakında devletin daha dar iktisadını devletin ekonomi –politik hizmetlerini ve hatta ekonomi-politiğin kendisi anlamına gelecekti.359 İktisat politikası iki prensip arasında “mutlak özgürlük” ile “devlet baskısı” arasında aracı olmak durumunda kalmıştır 360. Veya K.Vollgraf’ın 1828 yılında formüle ettiği biçimde: “Bu tam olarak pek çok karasal –hükümetin devletin bahsedilen hatasıdır. Tartışılmaz ortak olan refah üzerinden çok hükümet etme eğilimindeler. Ama tekil olan her zaman şu soruyu sormuştur. Acaba bunlar, şu dayatma veya bu dayatmada bulunma hakkını nereden alacaklar. 361” Çağın en önemli Smith epimetörlerinden (inceleyici) biri olan G.Sartorius, eleştirel analizinde,”herkes kendi çıkarı peşinde koşarken, toplamın çıkarı peşinden de koşmuş olur,” sözünü prototip olarak şu şekilde ele almıştır:362 “Adam Smith bir yandan doğal özgürlükten, doğal haktan bahsediyor ki buna herkes sahip olabilmeli. Yani sermayesini ve iş gücünü mantıklı olarak kullanabilmek ve bunun ürününü diğer ürünlerle rekabet haline sokabilmek. Bu kişiye ait olan özgürlüğü, daha ziyade kendi görüşü doğrultusunda elementer olan milli = servet üzerinden yola çıkan iddia üzerine temellendirir. Çünkü serbest rekabet milli = refahı en fazla teşvik eden unsurdur. Hukuki Sebeplerden ziyade politik sebepleri vecize olarak öne sürmektedir.” 363 Burada noksan olan “kamusal” hukukun veya daha doğrusu “devlet” hukukunun bulunmayışıdır: 358 Tribe,1988,s.8 Umfenbach,1859,cilt1,s.5 360 Gehrig1914,s.223 361 Vollgraf,1828,s.444 362 Sartorius G;Abhandlungen, die Elemente des Nationalreichstums und die Staatswirthschaft betreffend, Göttingen,1806,s.207 363 Sartorius 1806, s. 204 359 107 “ Kamusal hukuk bu şartları içermelidir. Fakat aynısıyla kazancın özgürlüğünü ve kazanılanın kullanımını kısıtlamalıdır. “ 364 Alman Milli Ekonomisi için proto tipik bir devlet hukuku oryantasyonu ve bu tandans yüzyıl içersinde artmaktadır. Bu durum Sartorius‘u haklı çıkarır: “ Serbest kazanç ile kişisel çıkara yönelik emek, eğer bu talepler, serbest kullanım ile başkalarının haklı çıkarlarını zedelerse ve eğer birilerinin çıkarları diğerlerin bu zararlarını başkalarının çabalarıyla kendiliğinden ortadan kalkmıyorsa, o zaman en üst devlet gücünün, bu konuda hukuku ve yetkiyi kullanması, devletin vazgeçilmezi olarak görülmelidir.365 Devlet hukuku özel – ve transfer ekonomisinin sınırlarını belirler, “milletlerin refah düzeylerinin” zenginlik hesabını değil. Eğer ekonominin hukuki zemini yapılandırılmışsa ve sağlam ise, vatandaşlar bireysel iktisadi davranışlarıyla özel amaçları takip edebilir. İktisadın “ oyun hamleleri”ile “oyun kuralları” arasında keskin bir ayrım vardır. Ekonomi her iki olguyu da eşit bir şekilde araştırmalıdır. Bu esnada “ oyun kuralları” iktisat politikasının teorisinde analiz edilir. Bunlara olan müdahaleler ve yasaklar v. s. iktisadi davranışın “ oyun alanını” tespit eder.366 L. H. Jakops ‘ un tespitleri aynı türdendir: “Sınırsız davranış özgürlüğünün sebeplerini, adaletin kavramları ile ispat etmeye çalışmak, oldukça zayıf bir girişimdir. Bireysel mülk hukukunun iktibası sadece ortak çıkar üzerine temellendirilir. Ve bunun genel kural ihlaline yol açması ise, her zaman kanun tarafından engellenmelidir. Mutlak özgürlük ve sınırsız mülkiyet hakkı aklıselime aykırıdır. Beher bir kişinin özgürlüğü bir başkasının özgürlüğü ile kısıtlanamaz. Hatta nasıl insanlar nasıl bir toplum haline geliyorlarsa, bu toplumun ortak amaçları, beher tekil kişiye sınırlandırmalar getirir. Fakat özellikle mülkiyet hakkı mutlak bir hak değildir. Daha önemli ortak amaçlar sonucu ki mülkiyet bunun için sadece vasıtadır, 364 Sartorius 1806, s. 203 Sartorius 1806, s. 210 366 Bu açıdan bakıldığında 19. yüzyıl Alman Milli Ekonomisinin kurumsal ekonomik bir görünümü vardır . Ama kurallar demokratik anayasal seçimler sonucu belirlenmez. Bunu devletin iktisat politikasının pragmatik operasyonları ile gerçekleştirirler. Bu konuda D. C. North ‘ un kurumsal dönüşüm ile ilgili araştırmaları değerlendirilebilir. 365 108 daima kısıtlanmalıdır. Özel çıkarın bu kısıtlamaları kendiliğinden dikkate almadığı durumlarda, bu kanunlar vasıtasıyla gerçekleşmelidir. Bunun için hukuk prensibi şöyledir: Devlet, vatandaşların önemli ortak amaçlarıyla ulaşılamayacak olan, tüm mülkiyetin önüne kısıtlamalar getirebilir.”367 Devletin müdahale hakkının, bu klasik manadaki tanımlaması, meşruiyetini genel geçerli olan ve varsayılan hukuk bilincinden alır. 368 Pazar ekonomisi bu esnada özel olarak kalmaktadır. Her ne kadar modern toplumun önemli hale gelmiş tesir dairesi şeklinde olsa bile, önce pazarın talepleri ve rekabet kuralları ile devletin normları arasında, elastikliğini ispatlamak zorundadır. Sartorius ve von Jakops‘un tanımlaması ise, erken 19. yüzyıl Almanya‘sının refah teorisi için tipik bir strüktüre işaret eder:369 “Tüm gelirlerin devlet hukuku ile tanımlanmış “organik” oransallığı.370” Fakat başkaları da “ halkın refahını” tanımlamıştır. Mesela Lotz “ Vatandaşın toplumsal yoldaşlığının sepetinin tüm ihtiyaçlarını, mükemmel bir şekilde tatmin etme ihtimali” olarak tanımlamıştır.” 371 Burada söz konusu olan devlet iktisat kurumu, sadece formel bir hukuk kuruluşu değildir. Yani sadece, genel amaçlara engel olduğunda, özel iktisadi amaçları kısıtlayan değildir. Bunun çok ötesinde ve hatta Smith‘ci kamusal mallarının “ publick institutions ‘ unun” ötesindedir: 367 Jakop, 1809, s. 547, Gehrig 1914, s. 225 Devlet müdahalesinin meziyeti konusunda Priddat 1994,S.34 369 “ Gelirin bu organik oransallığını” aynı zamanda “ devlet hukuku içersinde bir kriter” olarak da tanımlamak mümkündür. Daha sonraki ekonomik refah teorilerinden, hukuk cümlelerinin formülasyonu ile ayrışır. Fayda terminolojisinde değil. Daha ziyade batı etiğinin “ altın kuralının “ kamusal – hukuksal bir aplikasyondur ve “ formel bir adalet kriteri “ formundadır. Bu “ çeşitli üretim dallarının uyumlu ilişkisi “ olarak anlaşılmaktadır. Bu orantı her zaman kendiliğinden gerçekleşmez. “ Bir toplumun en verimli durumu, yatırımcının - , büyük mülk sahibinin – ve işçi sınıfının “ tümünün üretim gelirinden nispi olarak paylarını aldıkları zamandır. Fakat bu “ güçlerin dengesi “ konusunda ise, devlet gözetmen olmak durumundadır. Schmitthenner 1839 / 1845, bölüm V, s. 653 370 Alman milli ekonomisindeki “ mecaz “ ile ilgili olarak, Hutter 1992. 1800 ‘ lerde “ ekonomi “ kelimesinin başka bir genel anlamı da vardı . Bu ise “ tümünün ekonomisi “ olarak anlaşılmaktaydı. “ Organik “ söylemi ise buna bağlanır. Burkhardt 1992, s. 577 371 Lotz , “ Polis kavramı üzerine ve devlet polisinin şiddetinin başlangıcı “ 1807 Gehrig ‘ ten alıntı yapılmıştır, 1914, s. 226 368 109 “ Halkın ve bireyin refahına ve mükemmelleşmesine hizmet eden her şey, devletin amacı haline gelecekse, o zaman bunun izole olmuş güçler yerine, devlet güçleri tarafından sağlanması daha iyidir.372” tam Hegel bu anlamda 1821 yılında,“gemeinschaftlichen veranstaltung” “ kurumundaki” adalet felsefesinde, polis tarafından “kamusal gücün gözetimini ve korunmasını” temellendirmiştir.373 Kant‘cı maneviyatın sübjektif istemi ve serbest pazardaki Smith‘ci “ihtiyaç sistemin” sübjektif istemi, genel ahlaksallıktır ve bunun vücudunu devlet oluşturduğu için üstündür.374 Burjuva kazanç ilgisinin eylem alanı, başkalarının davranışı üzerinde sistematik ve genel yaptırım uygulamadığı sürece otonomdur. Sistematik ve genel burada, her türlü iki taraflı anlaşmazlıkların (dolandırıcılık v. s. ) yine özel hukuki mekanizmaya bırakılacağı anlamına gelmektedir. Fakat buna karşın, serbest ve bireysel burjuva iktisadi faaliyetin, tüm pozitif ve negatif dışsal efektleriyse devletin hukuk – ile müdahale nesnesi konumundadır.375 Pazar ekonomisi dairesi içinde öyleyse özel hukuksal otonomlar ( çünkü kamu ve genel durum için sakıncasız ) ile özel hukuksal bağlı arasında, kamusal veya devlet – hukuku alakalı davranışları arasında ayrıma gidilmektedir. İktisadi davranışın neticeleri, negatif dışsal 372 Jakop 1819, s. 152. “ Bir toplum bir kere bir devlet haline geldiyse, o zaman bunun sadece ve tek başına kanunların güvenliği ile kısıtlanmasının hiçbir mantığa uygun sebebi yoktur. Eğer başka amaçlar varsa, bunlar aynı şekilde ortak ise ve bunların gerçekleşmesi hususunda devlet çok daha fazla katkı sağlayabiliyorsa ki bunlar izole kuvvetler tarafından hiçbir zaman yapılmaz. O zaman bu ortak amaçların tümü vasıtaların mükemmelleştirilmesi kavramı altındadır. Ve bunlar, insanın içindeki iki esas maksadı, yani erdem ile refahı gerçekleştirmeye hizmet edebilirler. 373 Hegel 1821, paragraf 235 374 “ Ahlaksallığın “ üstün kılınması esasında “ saf sübjektif öz karar alma durumu, objektif ruhun müspet strüktürünü oluşturamaz ve bunun yerine kurum içersinde özgürlüğün objektifleşmesinin önemle tercih edilmesi gereğinden başka bir şey değildir ( Hegel’ci adalet felsefesinin yeni bir yorumuyla ) . Çünkü ilkin, kurumlar sağlam içsel sübjektivitenin bir medyumunu oluşturlar ve burada içsel sübjektivite sübjektivitenin kendisinden biraz yüksektir. Ve ikinci neden olarak da, bu şekilde hakkın gerçekliği garanti altındadır ve bu manevi durumda, sübjektivitenin sürekli olarak yeniden verilmesi gereken kararın takdirine bırakılmıştır. Bu sübjektiviteye üzülmek yerine, ihtiyaç doğrultusunda oluşturulacak olan bireysel hüküm, kendi benin ortaya çıkışında yüksek ölçüde merkez kaç kuvveti oluşturur. Öyleyse bana göre Hegel‘in ahlaksallık öğretisinin en derin manası, normatif bağlamda olan bir teorinin, kurumsal bir teoriye dönüşmesi gereğidir. Bu amacını kendi içinde taşımalı ve ütopik bir gelecekte ortadan kaldırılmasının hem olanaksız, hem de olumsuz anlaşılması gerekmektedir.” Hösle 1986, s. 141; Ritter 1970 375 Alman biliminde mülkiyet kavramının değişimleri konusunda – Wilhelm 1979. Özellikle bu konuyla ilgili olarak, özel mülkiyet hakkının kısıtlanmasının “ mülkiyet hakkının toplumsal karakteriyle “ ve yeni ekonomi – politik kuramının tekrardan yorumlaması sonucu, önemli ölçüde etkilediğidir. 110 efekt üretip üretmedikleri kriteri doğrultusunda analiz edilmektedir. Ve bunun için kendi planlarını artık bağımsız bir şekilde uygulayamayan, diğerlerinin davranışlarının yan etkiler ile hedef almayacak şekilde yapılır. İktisadi vatandaşların özel hukuksal çıkarlarının zedeleyemeyeceği “ genel refah,” aynı zamanda “ genel ahlaksallık “ ve iyi anlaşılan aklıselim norm olarak tanımlanır. Devletin amaçları “ terms of moral science‘de” yorumlanmaktadır ve Alman Milli Ekonomisi 19. yüzyılda bir ölçüde bunda hapis kalmıştır. Çünkü teori tarihsel yeniden yapılanma çalışmaları, bunu saçma bir mukaddemat olarak değil, ekonomi – politiğin yapı taşı olarak algılamak zorunda kalmıştır.376 Ancak yüzyılın sonuna doğru ilk defa manevi ilham alarak sosyal olarak birbirine bağlanmış özel ve mülkiyet hakkı, kamusal hukuka tabi kılınmıştır. Bu konuyla ilgili A. Wagner: “ Sadece bu şekilde kapsanmış olarak ve pozitif hukuk içersinde şeklini alarak, özel mülkiyet her zaman olduğu, her zaman olması gerektiği ve şu anda var olduğu şekildedir. Sadece basit bir özel hukuk ve saf özel iktisat hukuku kurumu olmak yerine, bir sosyal hukuksal ve böylelikle esasında bir ekonomi-politik hukuku olmuştur. Fakat bununla birlikte bir zorunluluk olarak kamusal - hukuksal bakış açısına tabidir ve bu gerekli bir mevzuattır.377 Devlet hukuku talepleri, eşit kazanç imkânının prensipsel hakkına dayanır ( Gelir ve iş konusundaki hakka değin ) ve bu kimsenin kazanç çabası sonucu materyal olarak sınırlandırılamaz. Böylece “vatandaşlık özgürlüğü” korunmuş olur.378 376 Priddat 1991, s.26 Wagner Wilhelm’ den alıntı yapar ( Wagner 1876 ) : Wagner Alman Hukuk biliminin yeni geleneği içersindedir, İherings ise bunu şöyle tanımlar : “ Özel hukukun tüm hakları, her ne kadar öncelikle sadece bireyi amaç edinmiş olsalar da, topluma ehemmiyet gösterme konusunda hem etkilenmişlerdir hem de bağlıdırlar.” İhering 1877, s. 532, Wagner İhering ‘in daha eski eserlerinden bazı pasajlar almıştır “ Geist des römischen Rechts “ 1866. İhering ise 1877 yılında mutlu olmuştur, çünkü daha yeni yayınladığı konsepti A. Wagner ‘ de zaten mevcuttur, İhering 1877, s. 523 378 Bu durum Hegel sentezinde vurgulanmış ve “ Freiheit für affirmation des Staates” içersinde ifade bulmuştur. Hegel ‘ in çok üstüne çıkan bir eser, ki bu Almanya içersinde özgürlük ile devletin yan yana yaşamasını sağlamıştır. Fakat özgürlüğün sadece bağlılık ile mümkün oluşu ise, daha genel bir özgürlük fikriyatıdır ( bugün bununla ilgili olarak Homann / Pies 1992 ) ve bu İngiliz politik felsefesinde de önemlidir. Fakat orada sadece ön koşul modelleri faklı bir şekilde ele alınır: Özgürlüğün hukuk ile politika tarafından bağlanması, topumun bir meselesidir ve bu devleti politik olarak belirler ve muhafaza eder. Buna karşın Alman devleti topluma önüne kontrpuan olarak çıkar, 377 111 Ama bunun ön şartı, herkes için eşit olarak geçerli olmasıdır. En üst refah normu, genel ahlaksallığın evrensel normu olarak kabul edilmiştir. Özel kazanç çabası temelde meşru ve arzu edilir durumdadır, ama bu refah normu kısıtlamaları dâhilindedir. Çünkü bu başkalarının hesabı üzerinden kazanç ihtimallerini yasaklar. Fakat hangi kazanç eyleminin meşru olduğu ve hangisinin gayrı meşru olduğu konusu ise, iktisadi polisin ve onun memurlarının yetkisindedir.379 1.5. KAPİTAL Kapital kavramı onsekiz ve ondokuzuncu yüzyıllarda sabit bir terim değildir. Bu, Adam Smith ve Adam Müller’in bu kavramı kullanış biçimlerini karşılaştırırsak daha rahat görülür. Adam Smith (1723-90), İskoç bir politik ekonomist ve ahlak filozofu ve umutsuz bir uyurgezerdir, tarih, ekonomi ve ekonomi tarihinin gelişimi düşünüldüğünde daima değinilen bir isimdir. Kapitali, halühazırda tüketim için kullanılmayan ve dolayısıyla üretim veya kar getirmesi için kullanlabilen zenginliğin bir parçası olarak tanımlamıştır. Bu, dolaşımda olan ve sabit (Circulating and fixed) kapital olarak daha da ayrılır. “Halühazırda tüketim için ayrılabilecek stokun düzenleşini ve geliştirimi hem sabit hem de dolaşımda olan kapitalin temel amacıdır”. Dolaşımda olan kapital, var olan paranın, mülklerin, materyallerin ve ürünlerin “efendi değiştirmesi” ile kar getirir. Buraya ait olan para başka bir tipte temsil edilebilir haldedir. Sabit kapital emeği üreten bütün kullanışlı makina ve ticaret enstrümanlarından, kar getiren binalardan, toprak onun bir organı değildir ve onu regülasyona tabi tutan bir mantıki prensiptir. Bunun neticesi olarak devlet kökenli özgürlük ile toplumun kendine biçtiği özgürlük, farklı olgulardır. K. Milford 19. yüzyıl alman ekonomisi hakkında şu hükmü vermiştir : “ individual fredom in the economics realm is legitimate only as long as the power and the interest of the state are not impeded “ . Milford 1991, s. 2 379 İlginç bir şekilde Smith, Alman eyaletlerinde yönetim üyeleri tarafından okunmuş ve propagandası yapılmıştır. ( Pribram 1992 cilt 1, s.385 ) . Bunlar Smith‘ci Pazar ekonomisinin “ bırakınız yapsınlarını “ yönetim reformu başlığı altında görmekteydiler. Yani daha etkin bir yönetim ile iktisat politikasıyla, memuriyet pozisyonunun kuvvetlenmesi açısından bakıyorlardı 112 geliştirmelerinden ve bir toplumun üyelerinin kullanışlı yeteneklerinden oluşur. Adam Müller (1779-1829), Saksonya için Avusturya Genel Konsülüdür, sıklıkla fırsatçılıkla suçlanmıştır, insanın, devletin ve devletin üretici güçlerini kendi romantik politik ekonomisinde altını çizmiştir. Kuramına göre bireyi daha yüksek seviyede olan organik bütünün altına koymuş ve parayı toplumun birleştirici bir faktörü olarak görmüştür. Pazar ekonomisi temelli kapital kavramını, kendisinin “doğru kapital” kavramı ile meydan okumuştur ki bu kavram Tanrıyı, insanı, doğayı ve kültürü içerir.380 Roscher’in, Smith’in görüşünü sosyal ilişkiler ve bazı sosyal organizasyonlar ile genişlettiği söylenebilirken ; Knies kapital tanımlamasının karakteristiklerini yaparken insanı ayıramaz ve Hildebrand her ikisinin (Smith ve Müller) görüşünden parçalar alırken bu kavramın değişik yorumlarının olduğu konusunda pek düşünmez. Bu sayede açık olarak görebiliriz ki, Kapitalin anlamı, sadece zaman içinde değil, yazardan yazara değişen bir şey haline gelir. Kavramın içeriği, üretimin sabit anlamlarından sosyal yapı ve organizasyon ve hatta bütünüyle kapsayan kültüre kadar pek çok kavramsal nosyonlara göre değişir. Son tahlilde bu kavram ekonomik terminoloji içindeki en tartışmalı terimdir. Teorisyenlerin temel ayrışmama noktası olarak görülmüştür ve bu durum hala tamamiyle değişmiş halde değildir. Bu kavram hala belirsizdir ve modern ekonomi içerisinde hataya düşülebilir, ancak günümüzde bunun sebepleri değişmiştir. Modern ekonomi ders kitapları kapital kavramını birkaç sayfada geçerken Smith ve Roscher düzinelerce sayfa kullanmışlardır. 1.5.1. Roscher’in Kapitale Bakışı Roscher’in kapital kavramını anlamak için, kişinin O’nun ekonomik malları nasıl tanımladığını bilmek gerekmektedir. Roscher bütün ekonomik ürünleri üç kategoriye ayırır: Kişiler ve kişisel hizmetler ; şeyler (hem 380 Kristen Nadja,Flut der Fakten,in Herz dokument der Okonomen , Hamburg,2000s.24-25 113 taşınabilir hem taşınamaz); kişi veya şeylerle ilişkiler. Bu ilişkilerden, kişiler ve kişisel hizmetler ve kişiler ve şeyler arası ilişkiler onun kapital ve insan kapitali üzerindeki fikirlerini düşünürken önem taşıyan unsurlar olarak ortaya çıkar. Kişiler ve kişisel hizmetler ile Roscher, her bireyin diğerinin ihtiyaçlarını tatmin etmek için bir araç olarak görülmesini anlar. Bu görüşü köleliğe ve hatta kanibalizme kadar genişletir, ama modern bir toplumda bu, kişilerin hizmetleri veya becerileri anlamına gelir. Buna ek olarak kişinin hizmet ve becerilerinin bütünü kısa bir süre için bu kategoriye girer. 381 Kişiler veya kişiler ve şeyler arasındaki ilişkileri Roscher insanların hayatta sahip oldukları farklı tipte kontratlar ve anlaşmalar ile açıklar. Örneğin uzun vadede bir şirket, eğer müşterileri ona güven duyuyorsa finansal olarak kar edebilir. Roscher kültürün gelişmesiyle bu değerli ilişkilerin çoğalacağını ve daha önemli hale geleceğini söyler. Bu tanım ile Roscher şu anda sosyal kapital olarak düşünülen şeyin kalbine gelir. Sosyal kapital, “güven seviyeleri ve sosyal ağ kalitelerinin içine gömülü insan ilişkileri ile alakalıdır.” Güncel tartışmalar, sosyal kapitali politik ve ekonomik performansla bağlantılandırmıştır.382 Yukarıda söylenilen malların hepsinin üretimde kullanılabileceği düşünüldüğünde onlar Roscher’in kapital kavramının içine girerler. Ekonomik üretim veya daha sonra kullanım için kullanılan bütün ürünler, Roscher’e göre, kapitaldir. Ulusların kapitalini on ürün sınıfına ayırmıştır. Bu sınıflardan bedensiz veya materyal olmayan kapital (unkörperliche Kapitalien veya Quasikapitalien) burada en ilginç olanlarındandır. Bedensiz kapital ile Roscher, Kundschaft (müşterilik) ilişkisinin yanısıra, insanın çalışma katılımı (enschlichen Arbeitskraft)-deneyim veya eğitimle elde edilen ayrılamaz kazanım veya becerileri ve Kilise gibi birçok kurumu da buraya koyar. Dahası Roscher bütün kapital sınıflarını materyal ürünlerin üretimi için kullanılıp kullanılmadığına (sachlicher Güter) veya kişisel ürün olup kullanışlı dolayımlarının varlığına (personlicher Güter, nützlicher Verhaltnisse) göre ayırır. Bu ayrım yukarda bahsedilen ürünler için de benzerdir. İlk kapital 381 382 Nadja, Kristen; Flut der Fakten, in Herz dokument der Okonomen , Hamburg,2000s.24-57 Nadja, Kristen; 2000s.24-57 114 sınıfları üretici kapitaldir (Produktivkapital) ve geri kalanı da çalışan kapitaldir (Gebrauchskapitalien). Her ne kadar bütün kapital sınıfları materyal, kişisel ürün üretmek için kullanılıp kullanışlı dolayımları olabilir. Dolayısıyla Roscher’e göre, üretici kapital ve çalışan kapital birçok yoldan birbiri ile etkileşime geçer. Roscher kütüphaneyi bir örnek olarak kullanmıştır; özel mülk bakışından kütüphane üretim kapitalidir ama bir ulus için bütün olarak çalışan kapital olur. Dahası kapitali sabit ve dönüşümde olan kapital olarak ikiye ayırmaktadır. 1.5.2. Knies’in Kapital’e Bakışı « Geld und Credit » kitabında Karl Knies, kendi zamanındaki kapital tanımlarına eleştirel bir açıdan bakmıştır. Her ne kadar herkes bu kavramın önemli olduğunu kabul etse de kapital tanımları büyük ölçüde değişmiştir. Knies, sadece tarihsel sunum ile bu ayrımların anlaşılabilir olacağını görmüş ve dolayısıyla bu kavramın Helenlerden ve Roma kanunlarından kendi zamanına kadar nasıl evrildiğini tasvir etmiştir. Knies, fizyokratların, kapitalin Merkantilist anlayışını bir kenara attığını söyler ki, bu kavram antik ve ortaçağdaki kullanıma daha yakındır ve borç miktarı ve faiz oranı ile temellidir. Tarım üretiminin koşullarını vurgulamakla ve kapital terimini sadece bir para toplamı ile sınırlamakla politik ekonomi ve modern ekonomi üzerinde izlerini bırakmayı başarmışlardır. Onlar kapitali herhangi bir malın aylık veya yıllık toplamı olarak tanımlamışlardır. Bu noktaya kadar Knies onlarla aynı fikirdedir. Knies kapital tanımının bir disiplin olarak politik ekonominin merkezinde olduğunu görmüştür, ancak bunun önemi pratik sosyal hayata da uzanmaktadır. Yazardan yazara değişen bir halde ve belirsizlik, bu kavramı karmaşıklaştırmış ve sosyal problemleri hızlı endüstriyelleşme ile çözme denemelerine yol açmıştır. 115 Knies, kişiler ve kendi vücut parçaları ve kapitalin dışındaki kalan zihinleri arasında bir ayrım yapar. Ekonomik ürünler, kapital olarak adlandırılabilen şeyi oluştururlar: “Dolayısıyla kapital doktrininin adil bir biçimde kullanılması için gereken temel ve kesin bir unsur sadece ekonomik malların veya sadece bu şekilde anlaşılabilecek ekonomik ürünlerin kapital olarak alınması ve kişilerin ve onlardan ayrı düşünülemeyecek beden ve zihinlerinin kapital olarak görülmemesidir.” Ancak Knies için ekonomik ürünler sadece başka bir semboldür ki, bu kapitali tanımlamak için tanımlanması gereken bir şeydir. Aynı anlamda kendi değer teorisi de tanımı açısından önemlidir. Nitekim kapital ekonomik mallarla neredeyse aynıyken bu ürünleri genelden ayırmanın bir yolu olmalıdır. Burada da Knies kendi zamanında varolan birçok teorinin yanlışlığını görmüştür. İlkece Smith ve Turgot ile varolma ve devam etme için kullanılan malvarlığının bir kısmının kapital olarak adlandırılamayacağı konusunda anlaşmaktadır. Zorunlu masraflar sonrasında geriye kalan miktar kapitalin temelidir. J.S. Mill’in görüşü malların kapital yapılmasının nesnel özelliklerinin yanında diğer mallarla bir değişim değeri olarak geçici bir durumda olmalarını da ekler. Bu daha da açıldığında ürünlerin onları kapital yapan doğal özelliklerinin olmadığı, ekonomik insanın iradesi ile böyle oldukları görüşüne itmektedir. Bu kapitali tamamiyle bir tasarımlama haline getirir ki Knies bunu kabul edemez. Knies bu durumu, politik ekonomi içinde bir odak değişiminin sonucu olarak yaşandığı şeklinde okumaktadır. Roscher, Schaffle ve Mangoldt’un görüşleri bir ürünün değerinini insanların irade ve bilinçleri ile ona atfettikleri değer olduğunu vurgulamaktadırlar. Knies’e göre bu durum Goethe’nin “War nicht das Auge sonnenhaft, die Sonne könnt es nie erblicken” şiirindeki durumla karşılaştırılabilir : “Bir insan gözlemleyebilir veya gözlerinin gözleyebilmesi için güneş gibi olması gerekir ama hala güneşin ne olduğunu bilemez”. Knies, insanların şeylere değer vermesini onların gerçek özelliklerine bağlamıştır. Bir ürünün değeri onun yararlı etkisinin algılanabilir ölçüsüdür ; 116 insanların akılları, iradeleri veya onlara atfedilen anlamlara bütünüyle bağlı değildir. Eğer eknoomik hayat insanın iç dünyasına özellikle bağlı bir biçimde resmedilirse fiyatları tanımlayan şey değerin yanlış bir biçimde sunumu olur. Knies, kendi görüşünün, malların gerçek özelliklerini ve kullanımını vurgulayan görüşünün sonunda kazanacağından emindir. Ancak, modern ekonomi subjektif değer teorisinin üzerine kuruludur. Knies, Hildebrand ile karşılaştırıldığında farklı bir fikre sahip görünmektedir zira Hildebrand, insanı fiyatın ölçeği olarak görmekte ve üretim masrafları ve gerçek özelliklerini hesaba katmamaktadır. Roscher’in değer kavramı subjektiftir ve dolayısıyla Roscher ve Hildebrand, bazen subjektif değer teorisini ve Avusturya marjinal kullanım kuramını bekler gibi görünmektedir. Benzer şekilde Knies için de bir ürünün doğal karakteristiklerinin değerine etkisi vardır. Doğal karakteristikler hangi ürünlerin üretimde kullanılabileceğini de etkiler ve dolayısıyla hangi ürünlerin kapital, hangi ürünlerin tüketim için kullanılacağını belirler. Modern bir dilde ifade etmek gerekirse, Knies için kapitalin özü, kapital ürünlerindedir - üretim için kullanılan mallardadır.383 1.5.3. Hildebrand’ın Kapitale Bakışı Bruno Hildebrand, kendi fikrince bütün ekonomilerde ortak olan alanı incelediğini düşündüğü genel bir teori geliştirmiştir. Vertheilung (ayırma veya ayrım) üretim ve tüketime kıyasla emeğin, iklime veya toprağın doğasına bağlı olmasa da farklı ekonomik modellerin, temelinde yer aldığına inanır ki, emek bölümünü mümkün kılan sosyal unsur bunun içindedir. Hayatın iki ekonomik küresini, üretim ve tüketimi, birbirine bağlar. Her ekonominin gelişiminde ortak olan ve ayrım enstrümanı ile temellenmiş üç ekonomik modeli doğal, para ve kredi ekonomileridir. Hildebrand’ın kapital kavramı bu modelleri veya aşamaları birleştirir. 383 Hildebrand, Bruno,s138 117 Doğal ekonomide kapital, üretim, faktörlerinden henüz birisi değildir ; ekonomi gelişemez, insanlar toprağa bağlıdır ve toprak ve emek sadece tek ürün üretme kaynaklarıdır -insan sadece an için yaşayan doğanın bir kölesidir. Ekonomi tükettiğinden daha fazlasını üretmeye başladıktan sonra kapital bu artıdan gelişmeye başlamış ve para kullanımı daha yaygınlaşmıştır. Hildebrand’a göre para herşeyi değiştirmiştir. Bu değerin genel ölçüsü olarak değişimin ortamı olmuştur, ama herşeyin ötesinde tüketimi zaman ve yerden bağımsız hale getirmiştir. Para üretim fazlasını gelecekte kullanılabilmek için saklayabilir. Dolayısıyla parayı, ulusal kapitalin gelişiminin temeli ve itici gücü olmuş ve doğa ve insan emeğinin üretim faktörlerini yeni üretim faktörü ile bağlantılandırmıştır. Kapital sayesinde para ekonomisi bütün üretim sürecini yenileştirmiş ve toplumun ekonomik modeli bütün sosyal hayatı da etkilemiştir. İnsanları toprağa bağlılıktan kurtararak daha önceki elitlere benzemez şekilde herkese açık yeni bir kapitalist sınıfı yaratmıştır.384 Para, kapital birikimini mümkün kılmıştır. İnsanların fiziksel ve zihinsel emek gücünden özgürleşmesi ile beraber dolaşım ve rekabet süreci ortaya çıkmıştır ki, bunlar toplumun üretim güçlerini sonsuz bir biçimde arttırabilir. (Kapitalkraft )veya finansal kapasite bilimle daha da sıkı bağlanmış ve bu sayede insanların bütün hayatını ve üretim biçimini değiştirmiştir. Kapital, özgürce dolaşmaktadır - negatif yan etkilere de sahiptir ve bunlar daha önceki yüzyıllarda mümkün olmayacak şeylerdir. Küçük işkollarını, merkezi endüstrileri yok ederek merkezileşme ve etkinliğin artmasıyla yeni tekeller oluşturmuştur ki, bunlar daha önceki devlet tekelleri kadar zararlıdır. Hildebrand, kapitalin üretici gücünün onun sayısı ile geometrik bir biçimde büyüdüğünü söylemektedir. Knies ile benzer olarak Hildebrand, politik ekonominin odağında önemli bir değişim olduğunu görmektedir. Hildebrand bu değişimi Adam Smith’e atfeder. Zira kendisi ilk defa doğa ve hammaddeleri birinci olarak 384 Hildebrand, Bruno,s138-145 118 görmeden insana ve toplumuna bir zenginlik kaynağı olarak bakmıştır. Hildebrand, bu değşimi, Kant’ın « Kritik der reinen Vernunft » kitabı ile başlayan değişimle kıyaslar. Hildebrand’a göre, Kant’dan önce bir tarafta deneyime dayalı saf empirisizm ve akla dayalı dogmatizm varken ; Kant insanın, aklı ve iç deneyimi ile doğruyu bulabileceğini görmüştür. Kant epistemolojinin, yaratabilmiştir rasyonel ve empirik görüşleri arasında bir sentez İKİNCİ BÖLÜM GUSTAV VON SCHMOLLER VE ONUN TARİHÇİ OKUL İÇİN ÖNEMİ Gustav von Schmoller 24 Haziran 1838 yılında Heilbronn’da dünya’ya gelmiştir.385 Schmoller’in babası Ludwig Friedrich David Schmoller Württemberg’li bir kameral (finans) yöneticisiydi.386 Annesi ise Württemberg’in önemli bir endüstri merkezinin tüccar ailesinden gelmektedir.387 Schmoller varlıklı bir evde büyümüştür. Annesi 1846 yılında vefat etmiştir. Babası onu ve kardeşlerini daha çok tek başına büyütmüştür. Bu yetiştirme sevgi dolu olmakla birlikte, nasıl çalışkan ve faydalı bir hayatın sürülebileceğinin öğretisi üzerine kurulmuştu. Babanın bu amacına oğlu Gustav’da ulaştığı, onun daha sonraki çalışma stiline baktığımızda daha iyi anlaşılıyordu. Liseden sonra (ülkenin en iyi üçüncü derecesini alarak tamamlamıştır ) ve özellikle Kameral (finans) bilimleri öğreniminden önce Schmoller, bir yıl babasının yanında çalışmıştır. Bunun nedeni ise, ilk olarak onun sağlık sorunlarıydı ve bunun beraberinde babasının yüksek eğitim için erken olabileceği konusundaki endişesiydi. İkinci olarak ise pratikle geçen bir sene, onu daha sonraki memuriyet hayatına hazırlamak amaçlıydı. Schmoller bu kalem odasında pratik finans- ve kamu hukukunun pratiğini öğrenmiş ve ülkenin ekonomik ile sosyal durumu hakkında ilk izlenimini edinmiştir. Tübingen’deki yüksek okulda Schmoller, 1857 – 1861 yılları arasında kameral bilimleri eğitimi almıştır. En fazla etkilendiği dersler Milli Ekonomi dersleri değildi. Bunun yerine tarih ve felsefeden daha çok etkilendi. Max Duncker’in onun üzerindeki etkisi hakkında “ yarı yarıya tarihçi oldum “ 385 Schmoller’in kişiliği, hayat anlayışı ve bilimsel süreci ile ilgili yazılar aşağıdaki kaynakçaya dayanır: Beckerrath 1961 s. 376, Brinkmann 1956 s. 135, Hintze,O,Gustav Schmoller,Deutsches Biographisches Jahrbuch,Band2, 1928 s. 366, Schmölders Gunter; Historische Schule, in Issıng,1988,s.109 Spiethoff Arthur; Gustav von Schmoller, in Recktenwald,1918,s.371, Winkel Harald; Gustav von Schmoller(1838-1917),in Starbatty,1989,s.97 386 Kameral - verwalter, kökeni kammer den geliyor ( yunanca kamara ) . Tekil olarak oda anlamında, birleşik şekilde ise bir prensin mahzen veya deposunun yöneticisi 387 Romalı bir klan başının soyundan gelendir. 120 demiştir.388 Aynı zamanda fizik, kimya ve makine dersi onun ilgisini çekmiştir. Öğreniminin sonunda “Die Untersuchung der volkswirtschaftlichen Anschauungen zur Reformationszeit” adlı çalışmasıyla bir ödül kazanmıştır. Bu çalışması aynı zamanda doktora teziydi ve devlet (kamu) bilimleri doktoru olmuştur. Bu ilk büyük yazılı eserinde bile, Milli Ekonomi ile tarih arasında bir bağlantı kurmanın denemesi kendini belli ediyor. Schmoler kameralist (finans) lisansını tamamladıktan sonra Stajının ilk bölümünü babasının yanında finans stajyeri olarak Heilbronn’da yapmıştır. Bu dönemde ise her şeyden önce felsefi çalışmalarla ilgilenmiştir. Çünkü ekonomi – politik kuramın 1750 – 1850 arasındaki felsefi sistemden oluşması ile ilgili bir eser yazmak niyetindeydi. Bu projesi gerçekleşmemiştir ama sonraki pek çok çalışmasında ortaya çıkıyor. Stajının ikinci bölümünü Würtemberg devlet dairesinde tamamlamıştır. Ve buranın yöneticisi kayınbiraderi olan Gustav Rümelin’di. Onun tarafından değerlendirilen, 1881 yılının Würtemberg işletme sayımının sonuçlarının 1883 yılında “Würtembergische jahrbücher’de” yayınlanması üzerine Schmoller ‘in Halle üniversitesinden bir çağrı almasına yol açmıştır ve Schmoller bunu kabul etmiştir. 1865 yılında profesör olmadan önce bir makale yazarak, ilk defa işçi sorununun ile ilgili sosyal politik görüşlerini açıklamıştır.389 Artık Schmoller Halle’de daha fazla sosyal hayata katılır olmuştu. Halle şehir yöneticisi olarak, şehir idaresini daha yakından tanımak istedi. Bunun ötesinde Prusya onun devlet-ve iktisat bilimsel çalışmaları için git gide daha ilginç hale gelmeye başlamıştı. Halle’de aynı zamanda Lucie Rathgen‘le evlendi. Halle’de yazdığı baş eser olan Kleingewerbs im neunzehnten Jahrhundert,” “Geschichte des deutschen ( 1870 ) oldukça güncel bir arka plana sahipti. Almanya’da son görünmez engeller aşılmış ve yatırım özgürlüğü 1869 yılında kuzey Alman birliğinin yatırım düzeni kanunlarında yer almıştı. Eserindeki küçük esnaf ile ilgili görüşü ise bunların bir devlet düzenlemesine ihtiyaç duydukları yönündeydi. Ayrıca toplum yararına serbest rekabet koşullarında küçük esnafın tamamen özgürce piyasa 388 389 Schmoller’in kendi iddiası, Schmoller Gustav; Die Soziale Frage, München und Leipzig,1918,S.60 Hansen, Reginald; Gustav Schmoller und die Sozialpolitik von heute, in Backhaus,1993, s.75 121 oluşturmasına karşı olması, onun iktisadi liberalizmin oldukça kabul gördüğü bir dönemde, şiddetli tepki görmesine neden olmuştur. Heinrich Bernard Oppenheim onu ve yeni sosyal politik yönünü eleştirmiş, ayrıca Tarihçi Okulun temsilcilerine “Kürsü Sosyalistleri” ismini takmıştır. Bu isim bugüne dek Schmoller adı ile birlikte anılmıştır. Lujo Brentano ve Adolph Wagner (Schmoller, Wagner ile onun sosyal politik görüşleri nedeniyle bağlıydı, fakat teorik görüşler bakımından tam zıt görüşleri savunuyorlardı ) Schmoller ile temasa geçerek onunla Eisennach’ta bir görüşme ayarladılar. Bunun neticesinde ise 5 ve 6 Ekim 1872 tarihinde “Sosyal Politika Derneği” kurulmuştur. Schmoller ilk açılış konuşmasını yaptığı derneğin 1890 yılında genel başkanı olmuştur. Dernek ise memurların, gazetecilerin, politikacıların, tarihçilerin, istatistikçilerin Milli Ekonomistlerin ve yatırımcıların birlikteliğinden meydana geliyordu. Balabkin’e göre, bu dernek bir refah projesi ile yükselen Marksizmi durdurmayı başarmıştır.390Ayrıca dernek Bismarck’ı 1880‘li yıllarda sosyal kanunların yasalaşması konusunda ikna etmiştir. Bu bakımdan Schmoller için sosyal devletin en önemli atalarından biri olarak bakılır. Derneğin kurulduğu yıl yani 1872 yılında, yeni kurulan Strasburg üniversitesinden bir çağrı almıştır. Orada iktisadi – ve sosyal araştırmaları bağlamında, 13. ve 14. y.y. Strasburg bez- ve dokuma zanaatı hakkında bir eser vermiştir. İktisadi tarihsel araştırmalarının derinleşmesinin yanında, Strasburg’da “ Jahrbuch für gesetzgebung, Verwaltung und Volkswirtschaft “ adlı bir iktisadi politik dergi çıkarmıştır ve bu dergi kısa bir zaman içersinde “ Schmoller’in yıllığı” olarak adlandırılmıştır. ( 1881 ) Ayrıca Strasburg’da seminer’i” yeni bir ders işleme formu olarak geliştirmiştir. Genç “ Seminer öğrencilerinden “ ampirik ile istatistiki materyale dayanan çalışmalar talep etmiş, ve 1878 yılında bazı tartışmaların ve düzeltmelerin ardından “Devlet Bilimsel Araştırmalar” adıyla yayımlamıştır. 1870 ve 1879 yıllarındaki reddin üzerine, 1882 yılında Berlin üniversitesinden bir çağrı almıştır ( bunun nedeni politikadaki düşünce değişiminden kaynaklanmıştır ve sosyal reformistlerin 390 Balapkin, , Nicolas W;Schmoller und der Stammbaum der nationalökonomischen Wissenschaft, Tübingen,1993,s.23 122 taleplerine bir yönelme söz konusudur.)391 Schmoller Strasburg’u, seminer çalışmalarını ve meslektaşları Georg knapp ile Wilhelm Lexis’i istemeyerek bırakmıştı ama devletine, yönetimine ve ekonomisine hayran olduğu Prusya’dan aldığı bir çağrıyı ret edemezdi. Berlin’deki ilk yıllarında, aynı zamanda bu çalışmanın da merkezinde olan, Menger ile metot kavgasına tutuşmuştur. Araştırma – ve öğreti hayatının özetini, iki ciltlik “Grundriss der Volkswirtschaftslehre’de” bir araya toplamıştır. (1900- 1904 ) Bu eser, her ne kadar ilk cilt basımından sonra tükenmiş ve ikinci basım olmuşsa da, çağcıllarının büyük bir bölümünün tepkisine yol açmıştır. Bundan sonra ise nerdeyse tamamen unutulmuşluğa terk edilmişti ve ancak 150. doğum günü çerçevesinde tekrar hatırlanmıştır. 1884 yılında Schmoller Prusya devlet konseyinin üyesi olmuştur, 1897/1898 döneminde Berlin üniversitesi rektörü olmuş ve bu görevi 1899 yılından itibaren Prusya senatosundaki makamından gerçekleştirmeye başlamıştır. 1908 yılında Schmoller’e asalet ünvanı verildi ve bu onun hayatı sürece çalışmalarının konumunu ifade ediyordu. Schmoller 27 Haziran 1917 ‘de 79 yaşında iken, Harzburg’a bir seyahat esnasında vefat etmiştir. Schmoller’in kişiliği ile ilgili olarak Hintze, her zaman sadece bir bilim adamı olmak isteyen Schmoller’in, devlet adamı niteliği taşıdığını söylemiştir.392Fakat sadece iyi bir bilim adamı değildi, aynı zamanda talebelerini şevklendirebilen harikulade bir öğretmendi. Spiethoff ise Schmoller’in pek çok özelliğini methetmiştir393 : “Schmoller her zaman dengeleyici olmaya çalışmıştır ama sağlamlık ve karalılık onun başka meziyetleriydi. Bir doktrincinin aksine, her zaman son bir açıklama veya nihai bir hüküm peşinde olmuştur. Yazar ve konuşmacı olarak yapıtlarının büyüklüğü ki bunlar yavaş - basit ve yapmacıktan uzak bir şekilde gerçekleştirmiştir.” 394 Schmoller hayatında ürettikleri, sadece onun çalışma kuvveti ve ideal çalışma koşullarında olmasından kaynaklanmıştır. 391 Bu ret edilmelerin nedeni , “ Katheder sosyalistlerinin” baskın gelecekleri korkusundan kaynaklanmıştır. Çünkü aynı dönemde Berlin’de Adolph Wagner ordinaryüs ve Brentano özel doçentti. 392 Hintze,1928,370 393 Spiethoff, 1918, s: 371 394 Spiethoff, 1918, s: 375 123 Onun “çalışma enerjisi” nefes kesiciydi : “ Schmoller bütün gün okur ve yazardı. Evinin etrafında yaptığı yürüyüşleri okuyarak yapardı. Hiçbir zaman bir kitabı kendini eğlendirmek için okumazdı; okurken yazı masasında otururdu ve ayrıntılı bir biçimde not tutardı. Elinde kalem olmadan okumayı, oyun oynamak olarak görürdü. Schmoller’e yönelik methiyelerin dışında, aynı zamanda kuvvetli eleştirilerde mevcuttur. Buna göre Schmoller, teorik ilgisizlik ile beceriksizlikle suçlanır. Ve ayrıca onunla ilgili olarak, onun Milli Ekonomist’lerin gözünde tarihçi, tarihçilerin gözünde ise Milli Ekonomist olarak görüldüğü söylenir. Aynı şekilde Berlin yılları esnasındaki üniversite politik etkisi sebebiyle, sadece taraftarı yoktu. Çeşitli başarılıklara uğramış akademik kariyerler ve 1895 yılında Freiherr von Stumm tarafından dillendirilen eleştiri, onun öğreti politikası üzerindeki önemli etkisini, onun tarafından temsil edilen araştırma programı lehine kullandığını gösteriyor. Freiherr von Stumm ‘un eleştirisi şöyleydi: “Berlin’de tamamen bir üniversite sosyalizmi yayılmıştır. Ve bu sosyalist boynuzu taşımayan her bilim adamı boykot ediliyor, takip ediliyor ve bilim dışı olduğu iddia ediliyordu.”395 Onun kişiliği ve “ egemen bir öğretinin” başı olarak manevi etkisi, pratikte Alman Milli Ekonomisinin bütün bir neslini şekillendirmiştir. Bunun tabii ki “ikinci kuşak Tarihçi Okulun” yayılmasında etkisi olmuş ki bunun tartışmasız kurucusu ve lideri Schmoller’di. Görüşlerinin hâkimiyeti ve yayılışı o derece yüksekti ki, Alman Tarihçi Okul çoğu zaman Schmoller adıyla eş tutulmuştur. Üstelik çok doğal olarak birinci kuşak ile ikinci kuşak Tarihçi Okulluların programları arasında ve bu Okulların içerisinde farklılıklar olmasına rağmen, ekonomi – politik doktrininde bilgilenmeye ulaşmak için Schmoller’ci görüşün gerçekten bir okulun tamamının araştırma programını temsil ettiği görülmüştür. 395 Lindenlaub, Dieter,Richtungskampfe im Verein für Sozialpolitik und Wissenschaft im Kasierreich vornehmlich vom Beginn des neuen Kurses bis zum Ausbruch des ersten Weltkriges1890-1914,2Bde(VJSWG),Wiesbaden, 1967, Winkel’e göre yazılmıştır, 1989, s. 112 124 Baş temsilcileri Wilhelm Roscher, Bruno Hildebrand ve Karl Knies olan birinci kuşak Tarihçi Okul yavaş fakat belirgin bir şekilde, klasik liberalizme uyumlu hale gelmeyi terk etmişlerdi.396 İkinci kuşak Tarihçi Okulun başı olan Schmoller’in yanı sıra özellikle Büchner, Brentano, Held, Knapp, Conrad, ve Herkner bu Okulun önemli isimleri olarak sayılabilir. Aynı şekilde Werner Sombart’da Schmoller’in talebesi olarak üçüncü kuşak Tarihçi Okula dâhil edilir. Sombart’ın eserinde ve Max Weber ile Walter Euken‘in çalışmalarında, ama aynı zamanda Commons tarafından temsil edilen Ameriklan intitutionalizm’de (kurumsalcılık) ve aynı şekilde Stammler ile Diehl tarafından temsil edilen ekonomi- politik kuramın sosyal – hukuksal yönünde, Tarihçi Okulun bir mirası belirgin bir şekilde görünür. Schmoller hem yüksek saygı duyulan hem de çok tartışılan bir kişilikti. Schmoller’in egemenliği altında olan Milli Ekonominin Tarihçi Okulunun oluşumunun, felsefi, iktisadi ve politik arka plan ile olan bağlantısını, şu şekilde özetlemek mümkündür. 19. y.y. ikinci yarısının ruhu, tarihçilikten önemli ölçüde etkilendiği için ve tarihçi düşüncenin bu dönemde nerdeyse fen – bilimleri dışındaki bütün bilimlere hâkim olduğu için, tarihçilik sosyal – ve ruh bilimlerinin pek çok alanında evrensel bir arka plan niteliği kazanmıştır. Bu şekilde Milli Ekonominin Alman Tarihçi Okulu, Alman zamanının ruhuna uygun bir hareket olarak görünüyor. Derin çevreler tarafından verilen destek o kadar etkili olmuştur ki, tarihçi harekete yönelik eleştirel sesler nerdeyse önemsiz görünmüşlerdir. Tarihçi Okulun temsilcilerinin hem politik hem de iktisadi politik görüşlerinin zamana uygun ve probleme yönelik oldukları görünmüştür. Çünkü bu zamanın politik ve iktisadi gelişimin problemlerini tematik hale getirip çözüm yollarını sunuyorlardı. Milli hareket politik arenaya hâkimdi ve endüstri devriminin etkileri tartışmaların odağına oturmuştu. Bu genel çağcıl arka planda Schmoller çeşitli görüşleri ve hayat akışının önemli dönemeçleri belirginleşiyor: Mukayeseli olarak devletin kabiliyetine aşırı 396 Gide ve Rist, 1915 / 1959, s. 383 125 güven, bu kabiliyetlerin toplum yarına olduğu düşüncesi ve bununla bağlantılı olarak sosyal sorunsallıkla ilgili olarak sosyal politikaların geliştirilmesi. Bütün bu görüşler Schmoller’ci iktisat politikasının temel taşlarının karakteristiğini yansıtıyor. Aynı şekilde “ Soysal Politik Derneğinin” kuruluşuna katılması, onun için iktisat politikalarının bilimsel anlayışında ne derece önemli olduğunun bir göstergesidir. Schmoller’in iktisadi politikalarının arka planını ve çıkış noktasını, Klasiklerin teorik görüşleri oluşturur. Schmoller bir yanda bireysel faydanın hâkimiyetini, gerçekliğin basit nedenlere indirgenmesini ( örneğin, Milli Ekonomide hedef olarak yasaların aranması gibi …) kabul etmediği halde Smith’de olduğu gibi, kurumsal etkilerin dikkate alınmasının doğru anlayış olduğuna inanıyordu. Ricardo’cu gelişim çizgisini ise, Schmoller yanlış bir yol olarak görmüştür. Kurumların oluşumu ve dönüşümü, yada daha doğrusu batışı, Schmoller’in eseri üzerine olan yeni literatür kaynaklarında, araştırma programının içeriksel manada ağırlık noktası olarak görülmektedir 2.1. TARİHÇİ DÜŞÜNCE BİÇİMİ VE SCHMOLLER Schmoller tarihsel iktisat ve toplumsal inceleme taraftarıydı. Tarihin anlamı 19.yüzyılda ruh ve sosyal bilimler için o kadar önemliydi ki bir ‘tarihi yüzyıldan’ bahsedilir olmuştur. Tarihçi Okullar sosyal ve ruh bilimleri üzerinde egemendiler. Tarihçi Okul tanımı çok anlamlıdır. Birinci olarak, tekil bilim disiplinlilerinin içerisindeki Tarihçi Okulları temsil eder. Örneğin hukuk bilimlerinin Tarihçi Okulu veya iktisat bilimlerinin Tarihçi Okulu gibidir. Tarihçi Okul burada, genel ruhani bir hareket anlamında ve tarihçilik en önemli bilgi temelini oluşturmaktadır. Burada bütün insani davranışlar bir tarihçi bakış açısı ile değerlendirilir. İlk özellik olarak bilinmesi gereken, tarih biliminin nesnesi olarak genel olan değil, bireysel olan kabul görmektedir. Sadece kişiler, olaylar ve süreçler değil, aynı zamanda kurumlar ve tüm kolektif 126 yapılarda, bireysel nesnellik ve tarihi ama tekrarı olmayan yapılanma olarak ele alınırlar.397 Tarihçilik özellikle Almanya da etkili olmuş ve kendi akımını kurmuştur, buna aynı zamanda ‘Alman Hareketi’ denmiştir. Alman felsefi idealizmi, ilintili olduğu romantik akım ve tarihçi toplumsal incelemeleri, bir yandan 18.yüzyılın rasyonalist – liberal düşün dünyasına karşı gelişmiştir. Otonomi ve özgürlük arayışı diğer yanda organik bütünsellik arayışı ve devlet düzeninin ahlaki anlayışı gerçeği; tarihsel olarak büyümüş ve ahlaki açıdan ilerlemiş sosyal sistemler içinde bu heterojen bileşenler sorunsuz bir şekilde uzlaşması gerekmektedir. .Almanya da yayıldığı biçimiyle tarihçilik, toplumun genel gelişimlerine karşı çıkmıştır. Tarihçiliğin temsilcileri her dönemin ve her halkın kendi öz şekillerini ortaya koydukları argümanlarıyla sürekli geçerli kanunsallıkların varlığını inkâr etmişlerdir. Öyleyse Roscher in belirttiği üzere, izole bir soyutluluk gerçekliliğe uygun olmaz, çünkü gerçek var olan tüm çıplaklığı ile sunulmalıdır. Schmoller, Klasik Ekonomiye yönelik olarak Smith, Ricardo, Say ve Mill’in insanın tamamlanmamış analizine dayandırdığı suçlamasını yapmaktadır. .Ayrıca Klasik Okulu tarihçilik dışı, yüzeysel, mekanik ve gerçekçi olmamak, şeklinde değerlendirmiştir.398 Tarihçi Okulun bazı ekonomist temsilcileri, örneğin Schmoller, Knapp ve Bücher ‘soyut Manchester Okulunda’ kendilerine suni bir düşman yaratmışlardır. Çünkü onların tarif ettikleri gibi bir gerçeklik, hiçbir zaman olmamıştı. Schmoller ‘içi oyuk bir teoriden’ bahsetmiş ve bunun pratik hayatın ihtiyaçlarının karşılanmasından uzaklaştığını ifade etmiştir. Ayrıca ‘soyut kavram oyunları’ ve ‘amatör yapısallıklar’ ifadelerini kullanmıştır. Ona göre Manchester Okulu bir zamanlar ‘pratik bir idealizm’ ile yola çıkmış ve kapitalistlerin, zenginlerin sınıfsal silahı biçimine dönüşmüş; dünyadan kaçan dört duvara hapis öğreticilerin bir oyuncağı olmuştur.399 397 Nipperdey, Thomas; Deutsche Geschichte 1866-1918,2 Bande, München,1994,636 Schmoller,Gustav,Grundriss der allgemeinen Volkswirtschaftslehre,2.Bde, 1.Aufl,Leipzig19001904,3.Aufl,Leipzig, 1923,1,s.93 399 Schmoller,1923,s.94 398 127 Ulusların, insan ırkının ve sosyal kurumların tarihsel gelişimini açıklayabilen ancak Tarihçi Okul olmuştur. Bu görüş, Klasik teorinin görüşü olan, insanın daima aynı olduğu ve daima aynı iktisadi formlar ile hareket ettiği, anlayışına karşıttır. Schmoller kendi çalışmalarından övgüyle bahsetmektedir. Çünkü Tarihçi Okul, sadece tarihi analiz etmemiştir. .Suçlamaların aksi olarak, tarihçi düşünce ‘Klasikler’ de Ferguson, Smith, Ricardo, Mill de mevcuttur. Eğer ekonomi –politik kuramın gelişim sürecine bakacak olursak bu suçlamalar erken bir dönemde yapılmıştır. Ayrıca belirtilmesi gereken, bunun oldukça keskin bir eleştiri olduğudur. Çünkü bu erken dönem görüşlere bakarak, soyutlayıcı ve tarih dışı tandanslar neticesinde, hangi fikrin ekonomi-politik kuramını şekillendireceğini anlamış olmaları gerekmektedir. ‘Tarihçilik’ veya ‘tarihselcilik’ tanımları altında, tarihi-sosyal incelemenin farklı varyasyonları sunulmaktadır. Bundan dolayı gerekli olan kavramlar birbirinden ayrı olarak değerlendirilmediğinde, tuhaf karışıklıklar meydana gelmektedir. Bu varyasyonlar arasındaki fark gösterilmelidir. Bu kavramlar, tarihsel sürecin bir fikrini tanımlamaktadırlar. İngiliz bölgesindeki tarihselciliğe göre, gelişim sabit kanunsallıklara tabidir ve bunların yardımıyla aynı zamanda öngörülerde bulunması mümkündür. Tarihçi Okul bağlamında ise, böyle bir durum hiçbir şekilde söz konusu değildir. Burada Tarihçi Okul, tarihe olan ilgiyi metodik mevzuat ile birleştirmektedir. Kavram olarak öğretmeyi ifade eder böylece toplumsal yansımaların tarihi nitelikleri vurgular ve bunları savunur. Tarihi fenomenleri araştırma sürecinde, tarihi olarak büyüme özelliklerine, spesifik bir döneme dahil olmalarına ve belirli kültürel alanda var olmalarına dikkat eder. Böylece sosyal davranışın, zamana bağlı olmayan ‘kanunların ‘ varlığını ret eder. Ek olarak bu türden soyutlukların ve farklı toplumsal formasyonların kullanımının mutlaka bir yanlışlığa götüreceği iddia ederler. Klasik öğretinin hatalı yorumları ki bu yorumlar karşıt görüşlere yönelik polemikli bir sonuç doğurmuştur. Söz konusu dönemde iki nedenden ortaya çıkmış görünmektedir. Birincisi bilimsel sosyolojik neden, diğeri pragmatik politik neden. Bilimsel sosyolojik argüman, bilimin farklılaşma süreciyle 128 ilgilidir. Daha 18.y. da bileşik olanlar, bu dönem içerisinde farklılaşmıştır. Tarihçi inceleme yöntemi, bir önceki yüzyılda sıkı bir şekilde birlikte olduğu akım ile yollarını ayırmış ve ayrılma eylemi düşman saldırıları ile 400 nihayetlenmiştir. Bu saldırılar hem ‘tarihçiler’ tarafından zayıf olan ‘Manchester Okuluna’ yani katı, sıkışmış hayata yabancı ‘bir teoriye’ karşı401 hem de aynı şekilde ‘yeni teorilerin’ tarihçilere yönelik haksız saldırıları ile olmuştur. Hatırlanması gereken herhalde Carl Menger in polemikçi ve hatta hakaret içeren saldırılarıdır. Schmoller’in amacı sosyal bilimleri entegre etmekti. Daha doğru bir ifade ile onların iş bölümü içerisinde özel disiplinlere dönüşmesini engellemekti. Bunu gerçekleştiren spekülatif oluşturulması sürecine girilmemesidir.402 Çünkü Schmoller bir birliğin tarafından oluşturulan tarihçi ufkun genişliği, tarihsel olarak serpilen ve oluşum sürecinin kopyası olan fenomenlerle kapsamlı bir şekilde bağlanmayı talep ediyor. Yani Tarihçi Okul için Milli İktisatı; tarih, felsefe, sosyoloji, sosyal-psikoloji kültürel, politik ve diğer varyasyonlarla tanımlamak istemektedir. Tarihin önemi ise, burada önemli bir Almancı özellik olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun nedenleri yüksek okul ve üniversiteler de egemen olan klasik –hümanist eğitimdir. Böylelikle sosyal bilimsel disiplinlerin sınırlandırılması, bir tarihçi perspektif ve çok uzak olan bilgilenme kaynaklarının organik bir bağlantı ile hayata geçirilmesini gerektirmektedir. Sombart, Spann veya Oppenheim’ın birçok çalışmasında görüldüğü gibi Tarihçi Okulda, toplumun gerçekçi bütünsel bir resmine ulaşabilmek için tarih, felsefe, sosyoloji, sosyal-psikoloji birbirinin içine girmektedir. Bu anlamda tarihçilerinde ve özellikle Gustav Schmoller’in soyut metot ile ilgilenen ekonomistlerden farklı olarak, başka bir problemi çözmeye çalıştıklarını iddia etmek herhalde yanlış olmayacaktır. Tarihçiler için sınırlandırılabilir iktisadi sorunsallıklar önemli değildir. Onlar için önemli olan toplumsal gerçekliliğin yakalanmasıdır. Ve bunun merkezinde olan iktisadi-sosyolojik bir programdır. Bu yüzden metot kavgasında birbirini anlamadan, 400 dinlemeden konuşmalar yapılmıştır. Methodenstreit Milli Brinkmann, C,Gustav Schmoller und die Volkswirtschaftslehre, Stuttgart,1937,s.125 Lütge, F,Gustav von Schmoller als Sozialpolitiker, Jahrbuch 62,1938,s.78 402 Schumpeter, Joseph A; Gustav von Schmoller und die Probleme von heute, in Schmollers Jahrbuch,1926, s.366 401 129 Ekonomik ve iktisadi sorunlar üzerine bir çatışmaydı. Fakat her şeyden önce Milli Ekonominin ne ile ilgileneceği konusunda bir çatışma alanıydı. Bir yandan tarihselleşen düşünce ‘büyük toplumsal teorileri’ ret etmesiyle politik ve ekonomik gelişim döneminin oryantasyon hırsı içerisinde olan zamanın ruhuna karşı çıkmıştır. Bu durum o dönemin, kuvvetli felsefi akımının bir parçasını teşkil ediyordu. Çünkü tarihçiliğe dönüş genel anlamda gerçekleşiyordu. Tarihçi Okulun Almanya da ortaya çıkmış olması da tesadüf değildir. Schmoller’e göre bunun nedeni 19. yüzyıl başlarından itibaren Ranke,Niebuhr,Savingny gibi isimlerin yaptığı tarihi çalışmalardır.403 Böyle bir altyapıyı kendisine temel alarak yükselen bir Milli İktisat, kendisinden önce Milli İktisat adına yapılanlardan çok farklı olacaktır. Schmoller bu konuyu Menger’e hitaben şu şekilde dile getirilir. “Gelecekte Milli İktisadın yeniçağı yaşanacak. Bu tarihi materyali çoğaltarak olacak. Eski dogmatizmin yüz defa işlenmiş soyut önermelerin tekrar işlenmesi ile değil.”404 Hildebrand, Roscher ve Knies Milli Ekonomi içerisinde tarihçi dönüşümü beyan ediyorlardı. Bununla birlikte geriye bakışın ‘neticeleri ise çok başka tabiatta idi.’ Yani halk bilgisine yönelik ilgisiyle çeşitli çevrelerin tasviriyle ve doğal olarak serpilen organizasyonsal ilişkileriyle uyum içerisindeydi. Ve hatta onun geçmiş dönemi idealize eden burjuva ve köylü ruhuyla anlaşılabilirdi. Bu ‘organik düşünceye’ yüzyılın başından Weimar Cumhuriyetine dek uzanan rasyonalizm dışı öğretiler bile bir bağlantı kurabilirdi. Diğer yandan ise tümevarım usulü oryantasyon ciddi tarihçi detay çalışmalarına yol açabilirdi. Ayrıca hızlı genelleştirmelere karşı sağlıklı bir güvensizlik oluşmuştu. İktisadi tarihsel araştırma A.Meitzen, Georg Frederich Knapp gibi isimlerin belgeledikleri üzere yükseliş dönemindeydi.405 Tarihçiler aynı zamanda bilimsel olarak değerlendirebilecek yeni materyaller sağlayacak olan, istatistikî tekniklerin genişleterek kullanımına açtılar. Çünkü tarihselleştirici düşünce aynı zamanda modern ampirik metotların kullanımını teşvik ediyordu. Robert von Mohl hedefi şu şekilde formüle etmiştir; 403 teorik Schmoller, Gustav; Die Volkswirtschaftslehre und ihre Methode, in Schmoller,1893,s.40 Schmoller,1893,s.6 405 Kempski, Jürgen; Stein, Schmoller, Weber und Die Einheit der Sozialwissenschaften, Systeme und Methoden in den Wirtschafts und Sozialwissenschaften, Tübingen,1964,s.124 404 130 açıklama prensiplerinin yerine sınıflandırıcı gerçeklilikler otuturmuşlardı. Mohl ‘Geschte und Literatur der Staatwissenschaften’ adlı eserinde şu ifadeyi kullanmıştır; ‘eğer siz gerçekliklere bağlı kalırsanız, açıklama kendiliğinden gelecektir.406’ Schmoller’e göre, Milli Ekonominin ilk görevi monografik detay çalışması ile gerçekliliğin tespit edilmesidir. Schmoller; Bugün bizim kabiliyetli iktisat tarihçilerimizin pek çoğunun yaptığı gibi ben, teorik tarihsel yapısalcılığın değerini hiçbir şekilde küçümsemiyorum; tarih ve istatistik Milli İktisada herhangi iki yardımcı bilim değiller. ‘Eğer gerçeğin bilgisi söz konusu ise bu ikisi bilim adamını dilencilikten zenginliğe terfi ettirirler demiştir.407 Pratik-politik neden ise, sosyal-politik cepheleşmeden kaynaklanır. Politik ‘düşman’ Klasik Ekonominin argümanlarıyla silahlanmıştı. Bunun üzerine Schüller’in belirttiği gibi, ‘hakiki’Klasik öğretiler yüzeysel, şematik ve boş formül içeren Schulz, Delitzsch, Prince, Smith v.s. öğretileriyle karıştırılmıştır. Teorik ve etik argümanların daha sıkı bir şekilde birbirine bağlanmasını savunan tarihçiler, bunun tersine çevrilmesini meyletmişlerdir. Tarihçilerin görüşlerine göre, liberallerin ‘yanlış’ politik-etik pozisyonları aynı şekilde bu tavsiyelerden yöneltilen teorinin de yanlış olmasını gerektirmektedir. Gerçekten de görünen şudur ki bazıları örneğin Ludwig Bamberger veya Julius Wolf gibi sadece tarihçiler ve reformistlerin belirlediği sosyal programa karşıt oldukları için Klasik öğretiyi savunmuşlardır. Esasında ‘İngiliz’ öğretiler her zaman uygun bir şekilde kabul edilmemiştir. Fakat bu aynı zamanda gerçek bir liberalizm Almanya’da uygun zemin bulamamasından kaynaklanmaktadır. Alman liberaller zaten fazlasıyla müdahaleci, monarşist ve devletçiydiler. Schmoller inanmış bir reformisttir. Toplumsal ilişkilerden yola çıkmıştır. Bundan dolayı toplumsal strüktürleri değişmeyen varlık bilgisine veya en azından değişmeyen tecrübe potansiyeline bağlamak isteyen, istatistiki inceleme şekline itibar etmeyip; tarihsel perspektif ile sosyal şekillendirmeyi 406 407 Jonas, F;Gesichte der Soziologie,3Bde,Reiberg,1968/1976,s.286 Schmoller,1901,s.37 131 yakın bir ilişki içinde birbirine yaklaştırmıştır. Özellikle tarihçi varyasyon Schmoller için gizli bir süreçte insani bilinçsizlik olarak görünmemektedir. Çünkü Schmoller argümanları doğrultusunda gelişim süreci kültürel düzenlemeleri değiştirmektedir. Böylece tarihi olarak var olan kurumlar veya değerler, alternatif konseptler karşısında ‘daha yüksek bir geçerlilik hakkı’ talep etmeyip; sosyal ilişkilerin dönüşebilirliği bilgisi var olan kurumlara yönelik etik bir rölativizmi mümkün kılmaktadır. Fakat tam olarak bu var olanın kısmileştirilmesi, bir farklılaşmaya yol açmayıp; bunun yerine bireylere sorumluluk yüklemektedir. Çünkü kendi değerini ve şekillendirme hayallerini, toplumsal sürece dâhil edebilme şansını tanımaktadır. Toplum bunun için dönüşebilen kültürel görüşler tarafından taşınmaktadır. Bütün halkların ekonomi-politik organizasyonları, uzun zamanlar düşünüldüğü gibi doğal bir ürün değildir. Çeşitli sosyal sınıfların ilişkilerinde haklı ve adaletli olanın ahlaki görüş olarak kabul gördüğü ürünlerdir. Ekonomi –politik organizasyonlardaki her ilerleme şimdiye kadar ahlaki fikirlerin zaferiydi. Böyle olmaya gelecekte de devam edilecektir.408 Schmoller için tarihçi rölativite, muhafazakârlara, liberallere ve Marksistlere yönelik bir eleştiri anlamına gelmektedir. Öncelikle korkmuş olan muhafazakârlarla arasına mesafe koymuştur. Bunlar demokrasinin ve endüstrileşmenin genişlemesinden rahatsızlık duymuşlardır.409Ayrıca modern özgürlük idealinin temsilcileriyle birlikte neredeyse sınırsız bir iyimserliği paylaşmaktadır. Liberallerin ilerleme inançları ile serpilme –yetiştirilme kabiliyetine yönelik güven duygusunu devralmıştır. Ama liberal düşünceye egemen olan tasavvurda kendiliğinden etkileyen,değişmeyen mekanizmalarla sosyal refahı gizli bir biçimde azamileştiren ve her türlü müdahaleyi yasaklayan görüş, ona saçma gelmektedir. Bunun için (bırakınız yapsınlar) modellerine karşı çıkmıştır. Bu konuyu şöyle ifade etmiştir. ‘Ekonomi-politik organizasyonların zaman ve mekân üstünde duran sabit form fikrine karşıyım. Bu serbest ticarette, yatırım özgürlüğünde, serbest mülkiyet alış408 Schmoller, Gustav; Die Kaiserlichen erlasse vom 4.2.1890 im Lichte der Deutschen Wirtschaftspolitik von 1886 bis 1890,Jahrbuch,1890,s.55 409 Treitschike Von, Heinrich; Der Sozialismus und seine Gönner, Preussische Jahrbücher, Leipzig,1874,s.47 132 verişinde yüceltilerek sadece devletin ve yasa koyucunun yanlış kararları ile rahatsız edilebilir. Bunun ötesinde ise, artık bir ilerlemenin gerçekleşmesi mümkün olmayacaktır.’410 Schmoller, liberal modelin toplumun dengesini teorik olarak sağlayamadığını belirtir. Bugünün iktisadi söylemiyle ifade etmek gerekirse; toplumun üretim imkânları eğrisi, kurumların hedefine uygun dizaynlarıyla daha ileriye götürülebilir. Öyleyse refahı bilinçli artırmak mümkündür. Schmoller, sosyalist düşüncelerin ütopik ve anarşist varyasyonları ile ülke içerisinde etkin olduklarını dile getirmiştir. Bunlar Karl Marks ve Friedrich Engels’in parti politikası olarak kabul ettirdikleri öğretiyle örgütlenmişlerdi. Schmoller sosyal demokrasinin tüm insani çabalara duyduğu sempatinin ötesinde, temelinde Marksist bir teori olan determinasyon fikrine pek sıcak bakmamıştır. Buna göre: İktisadi gelişimin dışsal ve teknik gerçeklikleri, mevzu bahis ekonomipolitik organizasyon için mutlak ve tek belirleyen midir? Her türlü doğal toprak yapısına, her iklime, sermaye zenginliğinin her periyoduna, nüfus sayısına, zanaatkârların zamanına olduğu kadar büyük endüstri kuruluşlarına, tekniğin her periyoduna mutlak anlamda gerekli olan bu materyalist gerçeklilikte belirlenen bir ekonomi-politik yaşam düzeni var mıdır411? Schmoller böyle bir iddiayı ciddiye almamıştı. Fakat bununla birlikte yeni tekniklerin kuvvetli olan etkilerini kabul edip; yeni hayat düzeninin, hukukun, ahlakın teknik ilerlemelerle zaten verilmiş olduğuna dair düşünceye sahipti. Ve yine karşı olduğu, bunların sadece bir şekle bürünecekleri konusundadır. ‘Karl Marks ve Max Weber’in aynı şekilde gördükleri gibi Schmoller’de, iktisadi ve toplumsal faktörlerin belirli bir uygunlukta olması gerektiğinin farkındadır. Ama tarihsel çeşitliliklerin üzerinde durmakta en azından ‘üst yapının’ şekillendirilmesi konusunda var olan boşlukların değerlendirilmesi anlamında bir tercih yapmaktadır. Bunun içindir ki Lassalle 410 Schmoller, Gustav; Über einige Grundfragen der Socialpolitik und der Volkswirtschaftslehre, Leipzig,1898,s.52 411 Schmoller, Gustav Über eine Grundfragen des Rechts und der Volkswirtschaft, Sendschreiben an H.Von Treitschke, in Über einige Grundfragen der Sozialpolitik und der Volkswirtschaftslehre, Leipzig, 1898,s.52 133 onun için ‘hırslı bir demagogdur’ Marks ise, ince eleyip sık dokuyan talmudist (Yahudi öğretisi), sosyal filozof, uluslar arası hain, pesimist ve nefret fanatiğidir.412 Schmoller liberal ve sosyalist tasavvurlardan ziyade, muhafazakâr düşünceye daha yakındı. Romantik akımın etkisinde olup; pazar mekanizmasının ‘soğuk izamına’ karşı var olmanın rasyonalite dışı faktörlerini kullanma tandansının etkisindedir. Friederich von Baader, Adam Müller tarafından savunulan organik bir devlet görüşüne sempati beslemektedir. Bütün bunların ötesinde tam olarak Kant ve Hegel fikrine uygun olarak sosyal kavgaların üstünde duran, kuvvetli ahlaki devlet yapısını savunmaktadır. neticesinde, Schmoller egemen alanların ahlaksallığına duyduğu güven egemenlik kadrolarının klasik sorunlarını görmezden gelmektedir. Tarihin yüksek olarak konumlandırılmış olması beraberinde muhafazakâr bir dünya görüşü bağlamında başka irtibat noktaları da getirmektedir. Schmoller için önemli olan Milli hissiyat ve onurdur. Bunlar 19.yüzyılın sonundaki pek çok teorisyenin düşüncesinde liberal görüşün zayıflamasına paralel olarak daha etkin olmuşlardır. Schmoller gelişkin kurumların saygınlığını kabul etmektedir. Yani aynı Edmund Burke, Ludwig von Haller, Ranke’de olduğu gibi statüko lehine olan argümanları kabul edip; bazı muhafazakarlarda olduğu gibi Schmoller’de mevzuatın dokunulmazlığını beraberinde getirmemiştir.Heinrich von Treitschke ise, Schmoler’in sosyal-politik tezlerinin eleştirisinde şu sözleri söylemiştir. “Bir toplum iktisadi düzenin temel düşüncelerini dokunulmaz olarak görmüyorsa, sosyal demokrasinin barbarlığına karşı direncini yitirir.” 413 Schmoller bu tür düşüncelere mesafeli durup; toplumun modifikasyona uğratılabileceğini dikkatli davranış yöntemleriyle değiştirilip, ‘sosyo teknokratik’ bir biçimde manipüle edilebileceğini savunmaktadır. En azından dokunulmaz ‘temel düşünce’ olmadan toplum ayakta kalamaz anlayışına karşı, 412 413 çıtayı yükseltmiştir. Schmoller, 1923,s.626 Heinrich von Treitschke,1874,s.67 Özellikle egemenlerin ahlakileştirilmesinin 134 enstrümanı olan sosyal politika, onun görüşüne göre iktisadi düzenin modifikasyonundan geçirebilirliğin en iyi örneğidir. ‘Yeni teknikler, büyük makineler bizim için vazgeçilmezdirler. Fakat kadın ile çocuk işçiliği, var olan çalışma antlaşmalarının türü, fabrika endüstrisinin toplam üretiminin dağıtılma çeşidi, işçilerin yaşlılık ve hastalık hizmetleri, tehlike taşımanın türleri (sermaye kaybı, işçi ölümü v.s.) bütün bunlar makine işletmelerinin teknik gerçeklilikleriyle açıklanamaz. Bunlar tamamen hukuka, ahlaka ve zamanın kültür anlayışına bağlıdır.’ 414 Pek çok kişi tarafından kıymetli olarak addedilen ‘doğal gelir dağılımı’ Schmoller tarafından alaysı bir şekilde Thomas Hobbe’nin ‘bellum omnium contra omnes’ sözlerine bağlanmıştır.415 Schmoller reform yanlısı idi. İç savaşı önleyebilmek için reformlar şarttı. Sosyal politik konseptin düşmanlarıysa, sosyal reformun mümkün olmadığı argümanını ileri sürüp; iktisadi faaliyetlerin sonsuz kanunlarının buna engel olduğunu ifade etmişlerdi.’Teorik eserler sadece etik hassasiyete sahip insanların eserleri değildi ki’ bu Schmoller eleştirilerinde sıkça duyulmuştur. Ve sadece, ‘Katı teori’ sonucu hayallerindeki daha iyi dünyanın engellendiğini görmemişlerdir. Saf’ ve dönüştürülemez teori görüşü, çok çeşitli teorisyenler tarafından temsil edilmiştir. Üstelik çok farklı oryantasyona sahip olanlar tarafından bile. Örneğin Ammon, Schumpeter, Mieses. Bunlar ekonomik hayatın tarih dışı geçerliliği olan kanunları aramışlardır416. Bu durum von Arnd’ın kitabının başlığında ifade bulmuştur. ‘Die Volkswirtschaft begründet auf unwandelbare Naturgesetze’(1863) Kitabın içindeyse şu ifadelere yer verilmiştir: ‘Bu doğa kanunları hiçbir şekilde dönüşebilen bir zaman ruhunun akımları, moda veya güncel bir fikir değillerdir. Bunlar insanın ve nesnelerin içsel doğalarına dayanıp; aynı evrenin fiziki kanunları gibi ne sonsuzdurlar, nede dönüşebilmişlerdir.’417 414 Schmoller,1898,s.55 Schmoller,1898,s.55 416 Schmoller,1898,s.56 417 Mombert, Paul, Soziale und wirtschaftspolitische Anschauungen in Deutschland,2.Aufl, Leipzig,1928,s.16 415 135 Tabii ki ‘saf teorinin’ temsilcileri tarihsel olayların etkilerini, kültürel tasavvurların veya farklı egemenlik gerçekliklerinin etkilerini görmeyecek kadar kör değillerdi. Fakat onlara göre insanlar sadece, içinde ekonomik kanunların etkili çerçeve koşullarını değiştirebilme olanağına sahip olup; bununla birlikte kanunları değiştirebilme olanakları yoktu. 418Tarihçi Okul, Klasik Okulun kullandığı ‘ceteris paribus’ yöntemini analiz için basit bir enstrüman olarak görüyordu. Fakat bu enstrüman tam olarak bu basitliği dolayısıyla kanunun aplikasyonunu, belirli bir tarihsel gerçeklikte tekrardan yanlış olmasını sağlardı. Tarihçi Okul sa iktisadi süreç analizini doğal olarak çok farklı bir şekilde başlatmıştı. Ve bunu insani davranış ile dışsal hayat koşulları arasındaki değişen ilişkilerinde yapmıştır. İktisadi süreçler tüm sosyal olaylar gibi, dönemin değerlerinden, fikirlerinden anlaşılmıştır. İktisadi hayatın kanunsallıkları tarihselliğin üstünde değildir. Bunun yerine mevzubahis olan durum, belirli ‘toplumsal figürasyonlar’ için tipik olan, zaman ile sınırlı davranış şekilleridir. Buna uygun yöntem ise, sadece tarihçi-ampirik yöntemdir. Gerçekte ise Schmoller’in itirazları, bir modelin tam olarak var olan gerçeklikte kullanımının mümkün olmadığı sürece hangi faydayı sağlayacağı yönündeydi. Bu durumda ‘teorik anlamda doğru’ olmasının da önemi yoktu. Çünkü Pazar toplumunun liberal modeli beklide bazı avantajlara sahiptir. Fakat zor durumda kalmış olan işçi yığınları, bu türden bir sosyal düzeni gerçekleştirmeye çalışan, söz konusu sosyal düzeni devireceklerdir. Öyleyse bu model nedir?’Çalışma kabiliyetine sahip, bir dönem içindeki verilen şartlar altında stabil tutabilecek olan bir iktisadi düzeni tanımlamak ve şekillendirmek daha mantıklı değimlidir? Böyle bir soruyu cevaplandırabilmek için tarihi, politik, kültürel ve diğer boyutlarında dikkate alınması gerekmektedir. Çünkü sadece bu yöntemle hangi iktisadi düzenin çalışabileceği konusunda tahmin yürütmek mümkün olabilmektedir. Tüm zamanlar için optimal toplumsal durumu tanımlamak isteyen bir model ne yapmalıdır? Schumpeter’in daha sonra tarihçilere itiraf ettiği gibi, sosyal kurumlar açısından gerçekten de bir 418Böhm –Bawerk, Eugen von,Macht und ökonomisches Gesetz,Zeitschrift für Volkswirtschaft, 23,205ff, 1914 136 şüphe olmamalıdır. Bunların varlıkları tarihsel olarak dönüşüp, her teorinin sadece bir dönemin hayat sitili içinde anlamı olmalıdır. Böylece tarihsel koşulun saf iktisadi teorinin cümlesinin içine girdiği an gelmiştir. 419 Tarihçiler, teorinin belirli bir geçerliğini tanımışlardır. Ama iktisadi insanın antrolopojik cevherini oluşturmadığı ve sadece iktisadi davranışını kapitalist tipini oluşturduklarını belirtmişlerdir. Özellikle egoist duruşuyla bu dönemin rekabet anlayışını, sınıf mücadelesinin, kar anlayışının ve maneviyat dışlığı ifadesi olmuştur. Sorun, tarihsel sınırlı olan bir yansımanın çok sert bir şekilde genelleştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Tarihçi Okulun bu temel görüşünü ön şart olarak kabul ettiğimizde, metodolojik tartışmanın sosyal reformist tartışmayla nasıl birleştiği ortaya çıkmaktadır. Ayrıca okullar arasındaki mücadelenin keskinliği bunun neticesinde anlaşılmaktadır. Tarihçiler, Klasik teorinin insan tipinin evrensel ve sonsuz olduğunu iddia etmişlerdir. Tarihçilerin ifadelerinde sosyal politik iktidarsızlık ve etik kayıtsızlık söylemi mevcuttur. Böyle durum özellikle o dönemin pek çok Ekonomistinin, işçi sınıfının hayat koşullarından değişiklik yapma konusunda bir ilerleme görmemelerinden kaynaklanmaktadır. Bu Malthus`cu nüfus kanunundan, ücret fonu teorisine kadar geçerlidir. Bana göre, Methodenstreit sadece modellerini ideal dünyadan kurgulayan ‘teorisyenler ile günlük hayatın düşüşünde politik olarak yükselmeyi beceremeyen “uygulamacılar” arasındaki bir tezatlık olarak görülmemelidir. Çünkü liberallerde aynı zamanda politik olarak faaldiler ve fikir ile düşüncelerini gerçekleştirme uğraşı içerisindeydiler. Kısacası belirtmek gerekirse, metodik tartışma politik tartışmayla birleşmiştir. “Sonsuz” olan bir şey reforma tabii tutulamaz. Sonsuz geçerli olan kanunlar beyan ederler. Kendilerini reformlara kapatırlar. Teorik ve pratik birleştirilmesi aynı zamanda belirgin bir basitleştirme getirse bile, saf teorinin Tarihçi Okul anlayışıyla modern kapitalizminin ideolojik, egoizmin, kalpsizliğin çıkmazlığı ve egemen çıkarların teorisi olmaktan sorumludur. 419 Schumpeter,1926,s.372 137 Öyleyse tarihçiler bir yandan spekülatif toplumsal teorileri ret etmişlerdir. Sosyal tarihi tecrübenin zeminine oturtmayı hedeflemişlerdir. Diger yandan fen bilimlerine karşı kendilerini korumuşlardır. Çünkü bu türden uygulanacak yöntemler, fenomenlere özgü gelişimleri ve tarihsel aktörlerin sübjektivizmini taşıyamayacak durumdaydı. Ruh ile sosyal bilimlerindeki bilgilenme, analiz objesinin nitelikte özellikleri üzerinde oluşturulmalıydı. Böylece metodik bir cepheleşme belirgin hale gelmişti. Bu cepheleşme sonuçta genişletilmiş müzakerelere yol açacaktı. Tarihçilerin görüşleri şu şekilde bir araya toplanabilir. İncelenen konuların özellikleri, emsalsizlikleri sadece bilimsel tarih çalışmalarıyla aydınlatılabilir. Bilgi soyut, evrensel olmak yerine somut ve tasvirler olmalıdır. Tarihçi çalışmanın değerinin artmış olması ise Schmoller’in başarısıdır. Onun Friedrich Althoff ile olan münasebetiyle Prusya yüksek okul politikası üzerinde büyük etkiye sahipti. Max Weber, Schmoller ile ilgili şu sözleri etmiştir: “En kurak ekonomik rasyonalizm zamanında siz bizim bilimimizdeki tarihçi düşünceye bir payanda hazırladınız. Bu aynı şekilde ve türde hiçbir ulusun başına bugüne dek gelmemiştir. Zamanın teorik çalışmalar için tekrar olgunlaşmasını, bilgilenmenin, tarihçi verinin, pskilojik analizinin ve felsefi şekillenmenin olağanüstü yapısının önümüzde durmasının sadece sizin on yıllar boyunca eşsiz başarılı çalışmalarınıza borçluyuz. 420” 2.2. İKİNCİ KUŞAK TARİHÇİ OKULU’NUN ÇERÇEVESİ Rieter’e göre, birinci kuşak Tarihçi Okula nazaran, ikinci kuşak Tarihçi Okul; ihtiyaç duyulan, “temel eğitim kitabı, ortak çalışma programı, organize araştırma, bilimsel bütünlük, kendi basın yayın olanakları, sayıca çok talebe, kendi içinden maksatlı yetiştirilen bilimsel kadro ve en nihayetinde bir okul yöneticisi (saygı gören ve işi sıkı tutan)”421 gibi vasıflara daha fazla sahiptir. 420 Herkner, Heinrich, Zur Stellung G.Schmollers in der Gesichte der Nationalökonomie, Schmollers Jahrbuch,1924,s.9 421 RieterH; Historische Schule,S127ff,in İssing, O,(Hrsg.),Geschichte der Nationalökonomie3,überarbeitete Auflage, München,1994, s.76 138 Kabul edilen kişi sayısı, ikincil literatürde sık sık sayılarak tespit edilen ve birbirinden farklı olan ve bütünlük arz etmeyen insanlardan oluşuyordu. Winkel, liderler olarak Schmoller’in yanında Brentano, Bücher ve Knapp’ı saymaktadır.422 Bunların yanında Theodor von Eheberg, Friedrich von Schönberg, Wilhelm Stieda, Eberhard Gothein, Gustav Cohn, Wilhelm Hasbach, Ludwig Elster, Karl Rathgen, Adolf Held, Georg Adolf Soetbeer, Johannes Ernst Conrad ve Schmoller’in talebesi Heinrich Herker ile Knapps’ın talebesi Karl Helfrich, Friedrich Bendixen, Georg Hansen, August von Miaskowski ve bayan E. August Meitzen. Bunların dışında saydıkları arasında Paul Mombert, Richard Böckh ve İktisat tarihçileri Karl Theodor von İnamaSternegg, August Sartorius von Walterhausen, Karl Lamprecht ve Jakop Strieder. Georg von Schanz’ın üyeliği ise tartışmalıydı. Sonuçta şu tespiti yapıyor: “19. yüzyılın sonlarında Alman Milli Ekonomistlerin büyük çoğunluğu en azından düşüncelerinde Tarihçi Okuldan çok fazla etkilenmişlerdir.”423 Schumpeter’de Alman Milli Ekonomistlerin büyük çoğunluğunun Tarihçi Okul tarafından etkilendiği görüşünde, fakat aynı zamanda şu iddiada bulunuyor: Onlar, istikametin aslını en saf şekilde temsil edenlerdir. Ve bu 422 Rieter, 1994, s.76-78 Winkel, Harald; Die deutsche Nationalökonomie im 19.Jahrhundert, Darmstadt,1977,s.114 Stavenhagen, Okulun önderi olarak Schmoller’i gösteriyor ve teorik çalışmalarıyla ilgili kitapları baz alıyor. Bunun dışında Okulun üyelerini tespit etmiyor, yalnız Stieda, Brentano, Schanz, Schönberg, Knapp ve Gothein’ın önemli monografilerini dile getiriyor, Stavenhagen, s. 197-201; Jahn ise Schmoller yanında önemli temsilci olarak Brentano, Bücher, Gothein, Held, Knapp, Schönberg, Sering ve Stieda’yı sayıyor, Jahn- Historische Schule. S. 44; Schachtschabel ise Georg Schanz’ı dahil ediyor, Schachtschabel, Lehrmeinungen, s. 137; Kruse ise Schanz, Gothein, Stieda, Brentano ve Knapp’ı sayıyor, Kruse,Therorien, s. 166; Schafer ise tümevarım-empirik çalışmalarının temsilcileri olarak Schmoller, Brentano, Wagner, Bücher, Cohn, Held, Knapp, Schönberg, Sering, Stieda vs. kabul ediyor, S.36; Schafer, özellikle Schmoller, Brentano, Schönberg ve Wagner’in çalışmalarının benzerliği üzerinde duruyor. Fakat tarihsel Milli Ekonomistleri Okul olarak araştırmıyor. Walter ise Schmoller, Bücher, Brentano, Knapp, Held, Conrad ve Herk er’i sayıyor. Rolf Walter, Einführung in die Wirtsschaft-Sozialgeschichte, Paderborn, 1994, s. 220. Brinkmann iki Okul arasında ayrım yapmayarak temsilcileri; Hildebrand, Roscher, Knies, Scmoller, Hanssen, Gothein, Brentano, Bücher, Knapp, Herkner, Schanz, Soetbeer, Meitzen, Böckh, Miaskowski, Schönberg, Conrad, Cohn, Held, Hasbach, Sartarious, Waltershausen, Stieda, Elster, Lamprecht, Rathgen, Sieveking, Mombert ve Strieder olarak sayıyor, Brinkmann, s. 124- 126. 423 139 ruhun gerçek taşıyıcıları olanlar ise, her büyük harekette olduğu gibi sadece küçük bir azınlıktırlar.424 Schumpeter, kriter olarak, Tarihçi Okulun, metot olarak tarihi monografyaların üzerinde çalıştığını ve bunun yalnız genel bilgi yorumu ile mümkün olacağını söyler.425 Bu tanımın ışığında Schumpeter, Tarihçi Okulun hiçbir ülkede kesin egemen olmadığını ve Almanya’da yüzyıl sonunda çok önemli konuma geldiğini belirtiyor.426 Müssigang, Wagner’in düşüncelerinden yola çıkarak Tarihçi Okulu daha dar bir anlamda sınırlamaya çalışıyor. Ait olmanın kriteri olarak da liberalizm eleştirisini şart koşuyor. Ayrıca özel devlet anlayışı ile iktisat ve etiği dışlamayan, Alman idealizm kökenli olması gerekiyor. Yoksa çerçeve çok genişlemiş olur. Bunun için “tarihsel metodu” bir belirteç olarak kullanıyor. Yalnız bunu daha ayrıntılı tarif etmiyor.427 Rieter ise, Tarihçi Okul ile tarihsel diğer fikirler arasında bir ayrıma gidiyor. Bunların arasında Stammler ve Diehl’in sosyal–hukuksal yönünü, Gottl –Ottlilienfelds’in Ontolojik Okulunu, Spanns’ın universalistik kuramını ve Stolzmanns’ın öğretisini sayıyor.428 Bunların hepsi uzak bir ilişki ile Tarihçi Okul’un karşında duruyorlar. Aynı şekilde Schachtschabel bir dizi kişi sayar ve bunların Tarihçi Okul ile benzerlik gösterdiğini fakat eşit olmadığını belirtir.429 Tarihçi Okul’un çerçevesini kişileri sayarak belirtmeye çalışmak yerine, Schumpeter altı ana vasıf ile Tarihçi Okulun detaylı ayrışmasını yapmıştır. 424 Schumpeter, Epochen, s. 101. Schumpeter lider Scmoller ile ‘’ayak takımı’’ Brentano , Bücher , Held ve Knapp karşı karş Schumpeter’de Schmoller ve çevresi ile tarım araştırması yapanları ayırıyor ( Hanssen, Meitz Knapp).Schumpeter Geschichte s. 990. 425 Daha sonraki çalışmalarında bu eğilimi tamamen Schmoller adı bağdaştırıyor. Schumpeter, Epochen, s.100. 426 Schumpeter,Geschichte, s. 986. Bu tanım ile Schumpeter problemli görünüyor, çünkü saf iktisat tarihçilerine olan sınır kayboluyor. Epochen, s. 99-102. 427 Müssigang, Albert; Die soziale frage in der historischen Schule der deutschen Nationalökonomie, Tübingen,1968,s.3 428 Rieter,1994, s. 149, 129. 429 Schachtschabel. Lehrmeinungen, Benzerlik gösterdiğini fakat hiçbir şekilde eşit olmadığını belirtiyor. O da Gottl-Ottlilienfeld, Wagner ve Mitscherlich’i sayıyor. Stammler’s ve Diehl’in sosyalhukuksal okulunu ise başka yön olarak tanımlıyor. Bunun yanında Amerikan kurumsalizmine işaret ediyor. 140 Burada öncelikli konu, bilginin relativizasyonu ile sosyal hayatın bütünselliğidir. Üçüncü olarak anti rasyonel husus üzerinde duruluyor. Çünkü motiflerin çoğulculuğunu dikkate almak zorundadır. Dördüncüsü ise, gelişim düşüncesidir. Beşinci olarak öneme sahip, ilginin kişisel bağlamlara odaklaşması. Altıncı ise mekanik olanın organik varsayımlar tarafından devir alınmasıdır. Bu ekonomi-politiğin bütünselliğini vurgular ve sadece bireysel ekonomilerin toplamı olarak algılanmamasına sebebiyet verir. 430 Winkel, Tarihçi Okulun altı ortak özelliği olduğunu belirtiyor. Birincisi Klasiklere göre önemli teorik–metodik farklılıkların oluşudur. Soyut teori, detaylı ampirik çalışma uğruna unutuluyor. Kanunsallıklar sadece gözlem ile oluşturulabilinirler ve bu kanunlar zaman ötesi mutlak değildirler. Klasiklerin bulguları sadece relatif gerçekliği ortaya koyuyor çünkü kendi niteliğinde, sadece toplumsal bağlamda saf iktisadi olaylar üzerine eğilir. Toplamda ise Tarihçi Okul her şeyden önce gerçekliğin tanımlamasına önem veriyor, yasaların arayışında olmak ise arka planda kalır. Bunun ötesinde iktisat süreci kendi kendini düzenleyen bir döngü değildir (devlet faaliyeti ile biçimlenen). Tarihçi Okul için bir: “sosyal–organik hayat süreci, döngüsü olmayan, sürekli bir var olma ve yok olma yaşayan”431 durumu söz konusudur. İktisat hayatı sadece bireysel değil aynı zamanda grup çıkarlarının belirlendiği ve devletin merkezi bir rolünün olduğu ve karşıt çıkarları koordine ve uyumlu hale getirme sürecidir. Böylece üçüncü olarak devlet faaliyeti Klasiğe göre farklı değerlendirilmiş oldu. Çünkü toplam ekonomik hedeflerde daha fazla eylemsel ve dönüştürücüdür. Winkel bir sonraki noktada tarihsel Milli Ekonominin, Klasiğin faydacıl (ultilarizm) anlayışının karşında durduğunu tespit ediyor. Bireysel egoizmin yerine, etik karakterli bir iktisat anlayışı yerleştirmiştir. Ve bununla diğer motifleri saygıyla karşılamakla birlikte aynı zamanda değer yargıları da geliştiriyordu. Buradan hareketle beşinci olarak özel iktisat (ahlak ve kanun tarafından denetlenir) kamu iktisadı (tüm 430 Schumpeter,Joseph A;Epochen der Dogmen und Methodengeschichte, in Grundriss der Sozialökonomik,1.Abteilung, Wirtschaft und Wirtschaftwissenschaft, Tübingen,1914,s.110-113 431 Winkel,1977, s. 86. 141 çıkarların temsilcisi, hayırsever görünümlü, devlet –özel çıkar çatışması alanında) ayrımı yapılmıştır. Son olarak iktisat ve hukuk arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla gösterilen çaba olarak değerlendiriliyor. 432 Winkel, bu genel düşüncelerinin yanı sıra ikinci kuşak Tarihçi Okulu diğer öncüllerinden tamamen ayrıştırmaya çalışıyordu. Farklılığı ise, doğal iktisadi kanunların sorusunun (bir dönem İngiliz Ekonomistlerin relative ettikleri) önemini kaybettiği noktasındadır.433 Kanunlaşabilme ihtimali artık tartışılmamakla birlikte, Klasiklerin yöntemleri ile tanımlanamayacağı anlaşılmıştır. Gelişim kanunlarına (basamak teorisi formülüne rağmen) aynı ihtiyat devam etmektedir.434 Winkel, iktisadın toplumsal bütünlüğüne entegrasyonunu savunmuştur. Ve bunu tarihi-sosyolojik metot olarak tanımlar ve bunun Tarihçi Okulun etik düzenlemesi ile edinilen bilginin pratik iktisat hayatına uyarlaması olarak değerlendirir. Teorinin geleceğe dönüklüğünün inkârı ve soyut-izolasyonun reddi ile teori, uzun bir zaman için arka plana düşer. Böylece “betimsel çalışma bazında bir tarihsel teori oluşturmak başarısız olmuştur.”435 Hauser, Tarihçi Okula dahiliyet kriteri olarak sosyal bilimlerin birliğini talep etme, soyut izolasyonun reddi, tarihsel metodun ve bununla birlikte değerlendirmenin relativasyonunun, sonuçta gelişimin kanunsal eğilimlerinin arayışını dâhil etmektedir.436 Bir başka yerde ise söylemi sosyal bilimlerin birliğini kapsıyor. Çünkü bilim izole değerlendirilemez. Sadece iktisadi amaç ve motiflere uyumlu teorinin ret edilmesi ve normatif amaçların dikkate alınmasının birliğinden söz eder. Bunun neticesinde soyut izolasyonu tecrit 432 Winkel, 1977, s.84,89; Kruse, Theorien, s. 160. Bu düşünce muhtemelen Eisermann kökenlidir. Eisermann, s. 211. 434 Bir başka durumda ise basamak teorisinin eğitimini tarihsel uyuma bağlıyor ve onlarda tümevarımsal gelişim kanunları oluşturma amacını görüyor. Winkel,1977, s.175. 435 Winkel, 1977, s. 103; Kruse, Theorien, s. 165: Buna karşı ise Stavenhagen, Tarihçi Okul’un teorik başarılarını vurguluyor. Stavenhagen, s. 198-200. Müssigang,1968, s. 233-235; Rieter, Tarihçi Okula “teorisiz” eleştirisinin kabul edilmeyişini yeni değerlendirmede modern literatürü kullanarak ortaya çıkartıyor. Rieter,1994, s. 157. 436 Hauser,K, Finazwissenschaft der zwanziger Jahre und das Ende der Historischen Schule,S.143ff,in Studien zur Entwicklung der ökonomischen Theorie 13,hrsg,v.H.Rieter,Berlin,1994, s. 159. 433 142 etmeyi talep eder ve saf iktisadi amaçlar doğrultusundaki teorinin, etik amaçları dâhil etme uğruna feda etmeyi önerir. 437 Milli Ekonominin tüm tarihi yönleri Rieter’e göre, hepsi bir arada bir düşünce şeklidir. Bu düşünce şekli çok çeşitli etkenler tarafından şekillendirilmiştir. Rölâtivisttir. Çünkü ekonomik gerçekliği tarihsel bağlamda değerlendirir. Bundan dolayı, model düşmanıdır. Çünkü soyutsal oluşumları inkâr eder. Holistik sayılabilir, çünkü verisel ilgi alanı kurumlara dönüktür ve bunlar bağımsız hiyerarşik üst kabul edilirler. Ekonomik görünümleri daha ziyade biyolojik olaylara analojik değerlendirme gibi gördüğü için anti mekaniktir ve organizmacıdır. Bu ise sıkça nedensel analizlerin teleolojik bakış ile toplanması sonucunu doğurur. Evrimseldir. Çünkü iktisat ve toplumun gelişimini ve ilerlemesini inceler ve Etik–normatiftir. Çünkü bu gelişmeyi “arzu edilen yolları gösterebilme” amaçlı değerlendirdiği için. 438 Bunun ötesinde ampiriktir. Çünkü tümevarımsal araştırma, tümdengelim teorisine tercih edilir. En sonunda “toplumsal - kültürel ve sosyal bilim odaklıdır.’’439 İktisat bilimini fen bilimleri ile birlikte görmediği ve bilgilerin kazanılmasını “bütün insanlar ve birlikte yaşamın ilgilendiği bütün branşlar dâhilinde” talep ettiği için, 440 özellikle ikinci kuşak Tarihçi Okul ile ilgili çalışmasında Rieter, Schmoller’in önemini vurguluyor: “Onun bilimsel programı aynı zamanda ikinci kuşak Tarihçi Okulun temelini oluşturuyor.”441 O, çizdiği program ile tarihsel ilaveyi dillendirmiştir. Soyut olanın tecriti ile betimsel çalışmayı teşvik etmiştir. Politik uygulamaya uyumlu olmuştur. Kurumların ve ekonomi-politiğin yansımalarının bütünselliğini ve gelişim beklentisini 437 basamak teorisinde bulunabileceğini belirtmiştir.Etiğin Hoffmann da Tarihçi Okul’un Milli Ekonomiyi soyut bir kanun bilimi olarak görmediğini, hatta sosyal bilim olarak tanımladığı tespitinde bulunuyor. Hoffmann, Gesetz, s. 119. 438 Rieter,1994, s. 133. 439 Rieter,1994, s. 133. 440 Rieter, 1994, s.132, 133. 441 Rieter,1994, s. 141; Schafer de yazılarında, özellikle Schmoller’in pozisyonunu vurguluyor ve bunu Okul üzerindeki aşırı etkisi sebebiyle değerlendiriyor. Schafer, s. 36; aynı şekilde Betz, ikinci kuşak Tarihçi Okulun irdelenmesinde karışıklıkları önlemek amacıyla tamamen Scmoller üzerine odaklanıyor. s. 421. 143 vurgulanması ve özellikle savunma hakkının ve sosyal sorunların ilgili çatışmalarda, Alman – ulusal ruh hali Milli Ekonominin problemli metodik statüsü bir hedef olmakla birlikte, onun görüşü de Scmoller’in nihai amacının ulaşılamayan yeni bir teori olduğu yönündeydi.442 Tarihçi Milli Ekonominin önemli bir özelliği daha ise, bilim ile politik maksat arasındaki sıkı ilişkidir. Ve sosyal reform çabasında birleşmiştir. Sonra bu çerçevede Sosyal- Politik Derneğinin kuruluşu gerçekleşmiştir. Müssigang bir tespitte bulunarak; “Tarihçi Okulun yazarlarının düşüncelerinde Milli ekonomik teoriler yerine sosyal reformist eylemler" olduğunu söylüyor.443 Salin ise, ikinci kuşak Tarihçi Okulun bütünlüğünün bilimsel anlamda tereddüt uyandırdığını ve tarihçi yönünün bunun için yeterli olmadığını belirtiyor. “Fakat Schmoller’in sosyolojik tarih araştırmalarını Knapp’ın hukukunu ve Gothein’ın kültür tarihini birleştiren nedir?”444 Burada pek az metodik uyum görüyor ve Okul’un gerçek bağının sosyal-politik olduğunu belirtiyor.445 Bilimsel pozisyon ile politik amaç arasındaki ilişkiyi değerlendirme görevi, öncelikle bilimsel anlayışın açıklığa kavuşturulması ile mümkün olur. Tarihçi Okulun politik yönü şu soru ile önem kazanıyor: “Bilim ne kadar ve hangi 442 bazda politika üzerinde etkili olabilir, yani değer yargıları Rieter,1994,s. 141-148; Scmoller, programının bir başka irdelemesini Backhaus yapıyor. Backhaus, Einleitung, s. 10; Social Economics, s. 13. Rieter,1994, s. 157; anlatılan kriter oluşturma denemeleri belki de en kapsamlı olanları, fakat hiçbir şekilde tek mevcut bunlar değil. Müssigang, her iki Okulun ortak karakteristiği olarak liberalizm ile sosyalizm arasındaki duruşlarını sayıyor. Aynı zamanda tarihsel-organik (Alman idealizm kökenli) varsayım için mekanik olanın inkârını değerlendiriyor. Müssigang,1968, s. 224. Schafer ise, Schmoller’in çalışmalarından yola çıkarak gelişim düşüncesini, psikolojik–ahlaksal inceleme usulünü ve soyut metotların reddine bağlıyor. Yalnız bu kriterlerin bir Okul bütünlüğü oluşturabileceği sorusunu ise yanıtsız bırakıyor. Schafer, s. 49; Bog, Tarihçi okullarda dört prensip görüyor. Kurumsal Wirtschaftspolitische Konzeptionen in der Geschichte, s. 81; Schachtschabel ise tümevarım ve evrim düşüncesini belirtiyor, büyüme ile ilgileniyorlar. Bütünsellikten yola çıkıyorlar, özellikle devlet ilintili ve karşısında bireyin gerilemesi. İktisadı toplumsal çerçeve içersinde değerlendiriyorlar. Ve milli ekonomiye iktisat politikası olarak etik görev veriyorlar; İngmar Bog, Schachtschabel–Lehrmeinungen, s. 138. 443 Müssigang,1968, s. 239. 444 Salin, Edgar; Politische Ökonomie, Geschichte der wirtschaftspolitischen İden von Platon bis zur Gegenwart. Fünfte erweiterte Auflage der Geschichte der Volkswirtschaftslehre, Tübingen/Zürich,1967,1.Auflage, Berlin,1923,s.140 445 Salin,1923, s. 140. 144 çatışmasında.” Bunun üzerine belirtilmelidir ki, Okulda da gelişim konusunda kanunsallık belirtilmelidir sorusu ki, bu tartışılıyordu. problem Kriter ikincil geliştirme literatürde denemelerinde farklı şekillerde değerlendirilmiştir. Bu sadece problemi incelemek isteyen yazılarda özellikle dikkat çekiyor. Hauser ise, iktisadi durumun, endüstrileşme ve hızlı değişimin, toplumsal gelişme sorusuna olan ilgiyi dağıtığı tespitinde bulunuyor. İngiliz örneğini takip etme denemesi, “iktisadi büyümenin şartlarını ve evrelerini” araştırmaya yönlendirmiştir.446 Hauser, bir başka taraftan ise gelişim kanunlarının genel anlamda fen bilimleri kanunları mantığında olmadığını tespit ediyor. Ve “yerleştirilmiş gelişim tandanslı ve sosyal yansımalar ki, bunların düzenliliği çok sayıda gözlem sonucu makul olduğu kabul edilir.”447 Winkel’in tahminine göre, Schmoller aynı Hildebrand gibi ekonomipolitik öğretinin bilgi hedefinin, halkların gelişim kanunlarından elde etme yoluna gittiğidir.448 Basamak teorilerinde ekonomi-politiğin indüktif ispatlanmış gelişim kanunlarını oluşturmaya çalışmıştır.449 Dikkatleri, olaylar ve faktörler ile “bunların doğal kanunsal çıkarımlarına” yönelmiştir. 450 Homann’a göre ikinci kuşak Tarihçi Okul’da basamak teorisi daha çok sınıflandırıcı olarak kullanılmış, fakat “basamakların gerçekçi tanımının yorumunu bununla yumuşatmadan” yapmıştır (bu sorunu Weber devir alacaktır).451 Neticede ikinci kuşak Tarihçi Okul’un gelişim teorilerinin, kanunsallığın formüle edilmesi amacı tartışmalı kalıyor. Benim görüşüme göre; kim ya da ne Milli Ekonominin ikinci kuşak Tarihçi Okulunu temsil ediyor– sorusunun karşılığı burada anlatılanla ikincil literatürde yeterince cevaplanmıyor. Gerçi, Milli Ekonomide geniş tarihsel yönlü bir akımın mevcut olduğu açıkça 446 Hauser, Karl; Gründe des Niedargange, in Bock,1988,s.56 Hauser,1998,s. 160. Aynı zamanda doğal kanunsal özelliği bulunmayan ve ağırlıklı olarak eğilimleri betimleyen kanunlardan bahsediyor. 448 Winkel,1994, s. 105. 449 Winkel,1994, s. 175. 450 Winkel,1994, s. 179. 451 Homann, Gesetz, s. 117. 447 145 anlaşılıyor. Fakat yine açıkça belli olan savunulan pozisyonların hiçbir şekilde bütünsel olmadığıdır. İkincil literatürde kısmen de olsa sıkı bir çekirdeği, etkilenmiş olan çevreden ve tali akımlardan ayırma eğilimi görünüyor. Fakat tam belirgin olmayan, bu çekirdeği oluşturan grubun yani esas ikinci kuşak Tarihçi Okul olarak tanımlananların kapsamında mutabık kalınan Schmoller’in önder olarak görülmesidir. Aynı şekilde kriterler bütünü, her ne kadar büyükçe bir bölüm için genel kabul görüyorsa da nerdeyse aynı niteliktedir. Benim görüşüme göre, ikinci kuşak Tarihçi Okul’u belirleme imkânı vermiyor. Bunun için iyi bir örnek Hauser, Tarihçi Okul için kriterler oluşturuyor. Daha sonraki yazarlar, bunları hem onun hem de kendileri tarafından okula dâhil olmadıklarını kanıtlamak için kullanılıyor. Üstelik kriterleri kısmen ve tamamen yerine getirmiş olsalar da. İnkâr edilemeyecek olan, Schmoller’in tarihsel Milli Ekonominin en şöhretli kişiliği olduğudur. Ve kuvvetli bir etki bıraktığıdır. Sürekli yenilikçi teşviki ve metot kavgası ile ilgili yazılarıyla ve sözlüğe geçmiş devlet bilimlerinin metot maddesi ile metodik bir konumun formüle edilmesi için merkezi durumdadır. Fakat daha 1904’te Below buna itiraz eder ve Meitzen, Nasse, Lexis, Miakowski, Cohn, Brentano, Knapp, Hildebrand, Schönberg, Sternegg ile Bücher’i ondan ayrı olarak tanımlar. Bunlar kendi çalışmalarında bağımsızdırlar. Ve iktisat tarihine olan ilgileri Schmoller bağlantılı değildir. Aynısı Neumann ve Conrad içinde geçerlidir. Ve esasen Tarihçi Okuldan uzaklaşmışlardır.452 Below’un pozisyonu kimileri için haklı görünüyor. İkinci kuşak Tarihçi Okul’u bir yandan Schmoller merkezli bir yapı olarak sunmak ve öteki yandan ise, teorik ve metodik olarak Schmoller anlayışını benimsemeyen kişileri dâhil görmek – yamuk bir resim oluşturur. Below’un eleştirisini tesirsiz hale getirmek için ve Bücher’in ikinci kuşak Tarihçi Okul’a Scmoller’e karşı olan ilgili tutumu itibarıyla, Bücher’in Okula yönelik duruşu önem kazandı. Karl Bücher ikincil literatürde devamlı Tarihçi Okul üyesi olarak kabul edilmiştir. 452 Georg von Below-Zur Würdigung der historischen Schule der Nationalökonomie,Berlin,1904, s.710-713 146 Fakat kendi yazılarına bakarsak önemli tereddütler oluşur. Bücher’e göre, ekonomi-politik üzerine yapılacak bir araştırma ile herhangi bir ekonominin, ekonomi-politik olup olmadığına dair belirginleştirmeye ihtiyaç vardır. Ve bunu Tarihçi Okul ihmal etmiştir. “İkinci kuşak Tarihçi Okul kaçamayacağı suçlamalar içinde, böyle araştırmalar yaparak eski iktisat dönemlerine girmek yerine, alışılan modern ekonomi-politik kategorileri, geçmişe uyarladığıdır.” yansımalarından soyutlanmış 453 Bu söylemde Bücher’in kendini Okula dâhil görmediği kesinleşiyor. Şaşırtıcı olan ise hangi araştırmaları talep ettiğidir. Bir iktisadın, ekonomi– politik olup olmaması “sadece geçmişin ekonomik yansımalarını hor görmeden, yine aynı kavramsal ayrıştırma yöntemleri ile psikolojik-izole tümdengelim kullanarak araştırma yapmaktır. Bunlar çağcıl iktisat ve geçmişin soyut Milli Ekonomist üstatların ellerinde muhteşem ispatlamışlardır.”454 İkincil literatürde tarif edilen tarihçi Milli Ekonomik metodun aksine, Klasik ekonomide olduğu gibi tümdengelim ve soyutluk talep ediliyor. Tarihçi Okulun bu çalışmayı yapmaması ise en çok sonuçları etkilemiştir. Böylelikle “bütün tarihsel yansımalara olan bilimsel egemen olma yolunu kapatmıştır. Günümüzde büyük kitle halinde meydana gelen iktisadı tarihsel materyalin çoğu ölü bir hazine olarak kalmıştır. Ve iktisadi değerlendirilmesini sabırsızlıkla beklemektedir.”455 Bücher, aynı zamanda kendi çalışma sonuçlarının yorumlanması konusunda şu tespiti yapıyor: “ Sanki suçlu olanlar ekonomi-politik kuramın görevini varlık ve alışveriş arasındaki bağlamı tespit etmek isteyenler ve haklı olanlar sanki iktisat şekilleri ile tarihsel dönüşümü tanımlamakla yetinenenler.”456 Tabii ki bu bir yanlışlıktır ve kumaş toplama döneminin biteceğini belirterek söylemine şöyle devam ediyor: 453 Georg von Below,1904,s.87 Georg von Below,1904, s. 86 455 Georg von Below,1904, s. 87 456 Georg von Below,1904, s. 157 454 147 “ Son zamanlarda modern alış-veriş ekonomisinin problemleri yeniden bir şevkle ele alınıyor ve eski sistemin düzenlenmesi ile yapılandırılmaya aynı yolla, yani bunun oluştuğu yolla, sadece çok daha fazla hakiki materyalin kullanımı ile devam edilmesi. Çünkü esas itibarıyla başka bir araştırma metodu yok; izole soyutluk ve mantıklı tümdengelim metodu dışında, karmaşık nedensellik ilişki biçimlerin yakınlaşmak mümkün görünmüyor.” 457 Tümevarım metotlarından ise bu sadece istatistik kullanılabilir niteliktedir (fakat bu tartışılan sorun konusunda değil). Bu pozisyonunu aynı şekilde geçmişe de yayıyor. Sadece bu şekilde tarihsel araştırma ile teori birbiri için faydalı hale gelebilir. Bücher, Klasik Ekonomiye bir dönüş gerçekleştirmiyor, çünkü o da mutlak ve daim yasaları kabul etmiyor. Fakat Tarihçi Okula karşıda bir duruş sergiliyor.458 Bunun nedeni ise tümevarım metodunu temsil etmemesi ve kendini buna dâhil hissetmemesi. Bununla beraber eleştirisinin somuta dönüşmesi çok fazla fark edilmiyor.459 Gerçi yazılarında keskin bütünselliğine önem veriyor. kavram tanımlamasına ve çalışma Ama yinede çalışmalarının çoğu tarihsel ve istatistiksel kökenlidir. Ve onun önemli teorik başarısı olarak görülen basamak teorisi de metodik anlamda tarihçi Milli Ekonomi çizgisindedir. Bücher sadece propagandası yapılan metot ile değil, aynı zamanda başka alanlarda da Tarihçi Okul’dan kendini uzaklaştırmış görünüyor. Bücher’in, Scmoller’le olan ilişkisi her zaman gergindi. Aralarındaki farklılıklar hem iktisadi-siyasi (ör. Korumacı gümrükler ) hem de bilimsel alanda (sınıf oluşumu) ortaya çıkmıştı. Schefold, ayrıntılara değinmemekle birlikte, kişisel ilişkilerin oldukça gergin olduğunu belirtiyor.460 457 Georg von Below,1904, s.158 Georg von Below,1904, s. 85 459 Arthur Spiethof _ Die Allgemeine Volkswirtschaftslehre als geschichtliche Theorie . Die Wirtschaftsstile; 1932 s. 67 Johann Plenge – Wirtschaftsstufen und Wirtschaftsenwicklung 1916 s. 526 460 Schefold, Karl Bücher, s. 244-246: Muhtemeldir Bücher’in hatıratına bakınca bu sorun çözülecektir. Bücher 1882 yılında kendisinden önce Wilhelm Stieda ‘nın doldurduğu, Dorpat üniversitesinde istatistik bölümünü alır. Yalnız bu görevlendirme ile ilgili tepkiler oluştu. “Bütün 458 148 Bücher, Tarihçi Okula olduğu gibi sosyal reformlara da mesafeli durmaya başladı. Ve“Kathader( kürsü ) Sosyalistlerine çok fazla güven duyulamayacağı” tespitinde bulundu.461 Bücher, Tarihçi Okula kimin dâhil olduğu hususunda fazla bir yorum getirmemekle birlikte aynı şekilde metodik eleştirileri belirli kişilere yönelik değildi. Fakat belli olan onları belirli sayıda sabit kişilerin oluşturduğunu ve ortak özelliklerinkinde Klasik metoda karşı çıkmak olduğunu belirtmiştir. Bücher’i geriye dönük kim, nasıl tanımlamak isterse istesin, kesin olan onun kendisini “Milli Ekonominin ikinci kuşak Tarihçi Okuluna” dâhil görmediğidir. Hatta özellikle baş eseri, onu hem sonraki dönemde hem de çağcılları arasında merkezi temsilci olmasına sebep olmuştur. Bu da Tarihçi Okul’a mal edilmiş metodiğin üzerine saldırı amaçlı kullanmıştır. Bücher’i tarihçi Milli Ekonomiye yakın görmek için pek çok sebep vardır. Fakat onu Okul’un üyesi olarak tanımlamak (Schmoller’in bilimsel organizasyonu ve önderliğinde tanımlayan) benim kanaatime göre mümkün değildir. Below’un bu konudaki eleştirisi yerindedir.462 Bücher’in Tarihçi Okuldan kendi kendini uzaklaştırması şu soruyu gündeme getiriyor. Tarihçi Okul’daki diğer kişilerin aidiyetleri nedir? Ve bu soruyu çözmek için tek tek kişilerin durumunu incelemek gerekli midir? Below’un eleştirisi ve Bücher’in yorumları, Tarihçi Okul un ikincil literatürde belirtilen görüşlerine, şüphe ile bakmak mümkündür. Rieter’in düşüncelerinde olduğu gibi; bir Okula iç bilimsel organizasyon nitelikleri doğrultusunda oldukça yakın bir kişi grubu görüyorsak, o zaman bu kriterler ile kim gerçekte Okul üyesidir sorusu akla geliyor. Üstelik bu olayda Schmoller etrafında gruplaşma olması ve Tarihçi Okul’un üyesi kabul edilen pek çok kişinin bu kriterleri yerine akademik atamalarda önemli bir rol oynayan bir Milli Ekonomist, beni uyararak geçmiş redaktion yönetimimi hatırlattı “ ~ Karl Bücher – Lebenserinnerungen : cilt 1 ; tübingen 1919 s 281. İsim kibar bir şekilde gizli tutulsada , tanımlama büyük etkiye sahip olan Schmoller’i hatırlatıyor . 461 Bücher – 1919, s. 408 462 vom Bruch’da, Bücher ve Sombart’ı Schmoller’in okulunda sınıflandırmıyor , ama etki alanı içersinde görüyor . Sonuçta Okul tanımlamasını daha çok Schmoller’in çevresindeki talebe grubununun araştırma progamı ve metodolojik çalışmaları ile sınırlandırıyor. Rüdiger vom Bruch – Weiterführung der Schmollerschen und Lamprechtschen Traditionen in der Weimarer Republik ? = Gerald Diesener – Karl Lamprecht weiterdenken . Universal und Kulturgeschichte heute , Leipzig 1993 s. 228-230 149 getirmediği sonucu “ Okul” tanımının uygun olmadığıdır. Sonuçta sadece sınırlı kesit verdiği için, İmparatorluğun tarihçi Milli Ekonomisine dâhil olması mümkün görünmemektedir.463 Geniş anlamda Okul kavramını kullanmak (ortak tarihsel ilgi ve ampirik çalışmalar doğrultusunda) bir taraftan von Salin’in yönelttiği bütünsellik sorusunu cevapsız bırakırdı. Diğer taraftan ise Schmoller’in lider olarak rolünü yeniden değerlendirmeye açardı. Bu düşünceler büyük ölçüde spekülatiftir. Buna rağmen ikincil literatürde birey, Schmoller’in grubu neticede İkinci Kuşak Okulun gelişim teorilerinin, kanunsallığın formüle edilmesi amacı tartışmalı kalıyor. 2.3. SCHMOLLER’İN BİRİNCİ KUŞAK TARİHÇİ OKULA YÖNELİK TUTUMU Schmoller’in birinci kuşak Tarihçi Okul’dan metodik anlamda en önemli kurucu isim olan Knies’in yerine esasında metodik anlamda zayıf olan Roscher’e daha fazla ağırlık verdiği görülür.464 Hemen belirtilmesi gereken, Tarihçi Okullardan birinin diğerleri ile olan fikri-ruhi birliktelikten ayrıştırarak incelemenin mümkünü yoktur. Aynı şekilde her iki Okul’a tek bir çerçeveden bakmanın mümkün olmadığıdır. Birinci kuşak Tarihçi Okul’a bu çok yakın bağlantı, Schmoller’i ‘Tarihçi’ Milli Ekonomi içinde bir ayrıştırıcı çizgi çekmesine mani teşkil etmiyor. ‘Tarihçi’ araştırma Schmoller’e göre, ‘İkinci Kuşak Tarihçi Okul’ temsilcileri ile oluşur.465 Bu ayrıştırma (zamansal nitelik de taşır.) Sadece akademik bir nesil sıralaması değildir. İkinci Kuşak Tarihçi Okul’u, birinci kuşak Tarihçi Okul’dan ayıran özelikler; 463 süratli biçimde genelleme yapmak istemesinden ve milletlerin, Rieter,1994, s. 140 Kautz,G, Die Geschichtliche Entwicklung der Nationalökonomie und ihrer Literatur,Wien,1860, s.6 465 Schmoller, Gustav; Grundriss der Allgemeinen Volkswirtschaftslehre, Leipzig,1900,1902 und 1904 ,s.114 464 150 dönemlerin, iktisadi şartların özel araştırmaları için tarihi veri toplamaya çok daha fazla ihtiyaç duymamasından kaynaklanıyor. 466 Schmoller’e göre, birinci kuşak Tarihçi Okul süreklilik addetmedi. Bazen bir görüş diğerine baskın geldi. Temsilcilerinin aralarında nadiren ortak bir anlayış zemini oluştu. Çalışmalarının başında birinci kuşak Okul temsilcileriyle çatışır ve kısa bir süre kendi yoluna gider.467 Schmoller bir konuşmasında şöyle demiştir: “1750 ve 1879 arasındaki büyük literatür, daha yeni bir bilimin doğum sancıları şeklindedir. Bilimin kendisi olmaktan çok onun temeli ve tohumu.”468 Başka bir yerde ise List, Roscher, Hildebrand ve Knies’in aşırı önemli hale gelmiş tarihin anlamını Milli Ekonomiye aktaran ilk iktisatçılar olduğunu kabul ediyor.469 Birinci kuşak Tarihçi Okul’un üç kurucusunu eserleri ile birlikte bir ‘ön hazırlık safhasına’ yerleştiriyor.470 Ve Eski Okul’un yeni bir sistem kurmaktan çok, eski dogmaları düzelttiğini belirtiyor. 471 Schmoller, Birinci kuşak Okul’un, Milli Ekonomi içinde yeni bir tarihçi sistem oluşturma amacını kabul etmiş fakat yeterli görmemiştir. K. Knies Okul’un en tutarlı metot-sistemcisi olarak ihmal edilmiş ve Schmoller tarafından nadiren gündeme getirilmiştir.472Fakat onun doğanın sosyal yansımalar üzerindeki tezatlığı ile ilgili metodik çalışmalarına büyük önem vermiştir. Ve bunları Alman Milli Ekonomisinin 19. yy’daki en önemli ilerlemelerden biri olarak görmüştür.473 Aynı yerde ‘List’in pragmatik anlamı neyse Knies’in teori olarak anlamı odur’ diyecek kadar ileri gitmiştir. Ve içi boş soyutluluğa karşı mücadelede, aceleci ve yanlış genellemede, birinci kuşak Tarihçi Okul’da olduğu gibi Knies kendini harikulade şekilde 466 Schmoller,1900, s.116 Schmoller,1893,s.42 468 Schmoller,1893,s.49 469 Schmoller, Gustav; Wechselnde Theorien und feststehende Wahrheiten im Gebiete der Staatsund Sozialwissenschaften und die heutige deutsche Volkswirtschaftslehre in Schmoller,1897,s.15 470 Aynı sonuca V.Below’da ulaşıyor,1904,s.224 471 Schmoller,1897,s.1400 472 Schmoller diğer açıklamalarıyla tezat anlamda, Knies’i Tarihçi Okul’un kurucuları arasında kabul etmez. 473 Schmoller,Gustav,Besprechung der Kniessen Politischen Ökonomie,Jahrbuch,1883, s.1385. Burada Knies ile olan farklı düşüncelerini die getiriyor. 467 151 ispatlamıştır.474 Beklide onun kuvvetli olduğu yöndür diye devam ediyor. Schmoller ‘bir yönden gerçeklik duyusu ve somut araştırmaları, diğer yandan ise karmaşık soyut bağlantıları yavaşça işlemesi, bilimsel karşıtlığı en rastlanır biçimde kapsamıştır. Bunun dışında Knies’in belirttiği gibi, tarihin sorgulanması Milli Ekonomik mesleğinin tam ortasındadır.475 Fakat Knies’in baş eserini, ‘çoğu kez hedef gösterip, ulaşamamıştır’ diyerek eleştirmiştir.476 Below’a göre, Schmoller Knies’in çalışmalarından ziyade Hildebrand’ın çalışmalarını baz almıştır.477 Schmoller’in, Hildebrand ve Roscher çalışmalarının halefleri (tabii kendisi içinde) için önemleri hakkındaki sübjektif görüşü, kesin ve bir meydan vermeyecek şekilde açıktır. Milli Ekonominin tarihi işlemesini genel anlamda tercih ederdi. Fakat Milli Ekonomik bilimin yeni bir dönemi ancak iktisat tarihsel monografiler dönemi ile mümkün olmuştur.478 Öyleyse birinci kuşak Tarihçi yönün liderleri, onun için birer öncüydü. Bu durumu Roscher’in eserinin ‘Geschichte in der Ntionalökonomik Deutschlands’ ilanında daha belirgin hale geliyor: ‘Roscher’in Alman Milli ekonomisi için önemi… Bu bilimin tarihçi işlenişini şevklendirmiştir. Bugüne dek ise, soyut, dogmatik ve hatta skolastik inceleme vardı. Onun adı her zaman için, Milli Ekonominin bu büyük dönüşümü ile anılacaktır. Kendi kişiliği doğrultusunda, saygın ve kibar bir Alman eğitici tabiat itibarıyla hiçbir zaman var olan Milli Ekonomik dogmaya, kaba ve şiddetli bir çıkış yapmamıştır. Hep verilen düşünceleri detay çalışmasıyla, tarihçi anlamda dönüştürmeye ve vurgulamaya çalışmıştır. Esaslı bir tasfiye yapmak ve yeni bir iktisat oluşturmak yerine, daima bütün Milli Ekonomik öğretileri, tarihçi gelişim çerçevesine yerleştirmeye çalışmıştır. Fakat bu durum yeni metot sonucu gerçekleşmek zorunda kalmıştır. 479 Ve şöyle devam ediyor 474 Schmoller,1883, s.1384 Schmoller, Gustav, Volkswirtschaft, Volkswirtschaftslehre und methode Hdw. Staatsw,8.Bd,1.Aufl, Jena,1894,s.544 476 Schmoller,1883, s.1386 477 V.Below,1904,s.87 478 Schmoller,1894, s.546 Sanki Hildebrand ve Roscher’in monografik çalışmaları yokmuş gibi. 479 Schmoller, Literarisches Centralblatt,s. 445-446 475 d. 152 ‘Öncelikle her iki dönem arasında duran bir adam gelmeliydi. Birini kapatıp, diğerini açacak biri.’ Bu açıklamalardan bir sonuç çıkaracak olursak, Schmoller’in kendisini Roscher’e karşın, bir evrimsel düzeltici ve Milli Ekonominin ruhani devrimcisi olarak gördüğü belirginleşir. Schmoller’in gerçek başarılırına ve iç olanaklarına uygun olmayan değerlendirme. Sanki Roscher’in bu eserinin tartışıldığı an, bu çok haklı olmayan değerlendirmeyle ilgili düşüncelere kapıldığı, hissi uyanıyor. Roscher’e bir mektup yazarak bu başka yerlere yönelen görüşleri için özür diler. Fakat bilim adamları arasında, maddesel farklardan dolayı özür dilemek gereksiz olduğu için, bu tutumu yersiz olmuştur. Mektubun devamında ise gerçek ortaya çıkar: ‘Her halükarda, benim sizin bilim içerisindeki yerinizi belirten bu açık itirafımdan dolayı, bana olan ilginizde bir azalma olmaz. Önümüzdeki gelişim sürecinin, sizin durduğunuz noktada durmayacağını düşünüyorum. Fakat benim, bizi bu noktaya getiren adam için, sonsuz saygı ve hayranlığım vardır. Yolun ilk bölümü her zaman en zor olandır. Biz hepimiz sizin halefiniz konumundayız.480’ Roscher’le olan kapsamlı mektuplaşması, onun bu kişiye yönelik tutumunu netleştiriyor. Onun için daha genç olarak, Roscher’in manevi talebesi olarak görülmesi avantaj olarak kabul edilmelidir. Bununla ilgili Roscher’ şöyle yazıyor; ‘Sizin sözleriniz, yani ilk Alman Milli Ekonomistinin takdir sözleri, benim gelecek yaşamım üzerinde belirleyici bir etkiye sahip olacaktır.481’ Veya ‘Benim en büyük hedefim, takdirinize layık olma olacaktır.’482 Schmoller hırslı idi. Beklide Roscher’in her şeye yönelik anlayışlı tutumunu kendi çıkarı için kullanmıştır. Yavaş bir şekilde Usta-çırak ilişkisini, 480 Roscher ve Schmoller arasında mektuplaşma-yayınlayan W.E. Biermann; Greifswald1922; Schmoller’in Strassburg’tan Roscher’e yazdığı mektup 20 mart 1875 481 Schmoller’in Tübingen’den Rosher’e olan mektubu, 5 aralık1861,Schmoller burada ilk eseri olan’Zur Geschichte der nationalokonomischen ansichten in Deutschland wahrend der reformationsperiode ile Roscher’e postalamıştır. Ve Roscher bunu 1861 yılında Literarischen centrallblatt’ta yayınlamıştır. 482 Schmoller’in Halle’den Roscher’e olan mektubu,24 Şubat 1870 153 önce eşit konuma, sonra ise tersine çevirmeyi başarmıştır. 483 Fakat bir gerçeği unutmamamız gerekiyor, Schmoller her zaman Roscher’i methetmiştir.484 Roscher hakkında çok sayıda açıklamasında bunu gözlemek mümkün. Her ne kadar aynı anda başka konulardan ve metotlar üzerine konuşulmuş olsalar bile. Kendi eseri olan ‘Literaturgeschichte’de şöyle devam ediyor: “Önce Roscher tarihçi metot ile büyük bir adım atarak, bütün kültür hayatını arka plan olarak ortaya çıkarmayı başarmış ve bununla en derin kökenlere bağlanarak, teleolojik bakış açısını getirmiştir. Fakat bunu sadece seyrek bir biçimde gerçekleştiriyor. Sanki değerli bir mücevher gibi, bazen orda burada.” 485 Bir başka zaman Roscher’i Menger’in saldırısına karşı savunmuştur. Oysa gerçekte bu savunmanın arkasında başka bir neden vardır. “Eğer bir Okul’un kurucusu kendi hedefini bu kadar yükseğe koyarsa ve eğer o bu denli hızlı bir biçimde evrenselleşirse, o takdirde bu düşünce yanlış mıdır?” En sonunda bu savunma kendi çıkarına hizmet etmiş olacaktı. Roscher ve Schmoller’i birbirine bağlayan bir özellik daha Roscher’de aydınlatılmayan arka plandan söz etmiştik. Schmoller de çok benzer bir tutuma rastlıyoruz. Schmoller şöyle diyor: “Var olanın komplike halde yan yana olması eski kombinasyonlara bağlıdır, en son araştırılamayacak kökenlere iner.”486 Her iki görüşte oldukça tutarlıdır. Çünkü neticede araştırılamayacak olanın ihtimali itiraf ediliyor. Roscher’de bu tutum romantizme ve onun dini anlayışına bağlanarak açıklanıyordu. Schmoller’de ise, insan ruhunun belirli tarihi durumu itibarıyla, henüz var olmanın bütün kökenlerini yakalayamayacağı yönündeydi. Fakat ihtimaller dâhilinde her zaman daha fazla derinliğe inerek, bir gün belki bunu gerçekleştirebilecek duruma 483 Mektuplaşma nedeniyle takip edilebilir gelişmelerdir. Nisan 1861 yılında, mektup trafiği Schmoller’in kısa zaman önce doktorasını yapması ile başlar. Ve 1881 yılında bilim dünyasında bir yer edinmesi ile son bulur. 484 Schmoller, Gustav, Zur Literaturgeschichte,der Staats und Sozialwissenschaftens, Leipzig,1888,s. 156-163,bu eser Roscher’e adanmıştır. 485 Schmoller,1888,s.144 486 Schmoller,1894,s. 549 154 gelebilirdi. Böylelikle savunduğu görüş, fen bilimcisinin görüşü olan elementer doğa kanunlarına benzediğini, kabul eder. Doğa kanunlarında bilinmeyen ve anlaşılmayan nedenler vardır. Fakat artan bilgiler ışığında fen bilimlerinde elementer kabul gören bağlantılarının parçalanması gibi, iktisadi yansımalar alanında aynı ihtimali görmektir. 2.4. KÜRSÜ SOSYALİSTLERİ Tanım olarak Kürsü Sosyalistleri 1870 lerin başlarında bir basın polemiği esnasında ortaya çıkmıştır. Heinrich B. Oppenheim, İngiliz Ekonomisinin serbest ticaret anlayışına karşı çıkan bir grup profesörü alaycı bir şekilde kürsü sosyalisti olarak tanımlamıştır. Bu ifadelere maruz kalan profesörler arasında Gustav von Schmoller’de vardı. Schmoller bu tanımı bilinçli olarak Okuluna mal etti ve böylece İngiliz Ekonomisinin öğretisinin soyut kanunları ile arasına mesafe koydu. Hedefi ise tarihi araştırmalar bazında ve toplumsal şartlar çerçevesinde daha kapsamlı bir ekonomik bilim geliştirmekti. Kürsü Sosyalistleri hakkındaki olumsuz kanı ise ‘Alman İktisat Biliminin’ tarihsel dogmatizm içinde donup, yurtdışı ile bağlantısını koparmıştır. Ayrıca evrensel öğreti içinde, işe yarar bir teori oluşturamamışlardır. 487 Kürsü sosyalistleri kendi zamanları için başka bir aydınlatıcı model peşindeydiler. Hedefleri özellikle sosyal sorunlara çözüm getirmekti. 2.4.1. Sosyal Politika Derneği Bu dernek, Kürsü Sosyalistlerinin tasarımı sonucu oluşmuştur. Bir gereklilik olarak gördükleri bu dernek, sosyal sorun ve ‘sermaye ile işgücü arasındaki kavgada’ bilim adamları ile uygulamadaki temsilciler yani yatırımcılar, memur ile basın temsilcileri arasında bir diyalog tesis etmek 487 Jürgen Kempski,1964,s.200 155 amacıyla kurulmuştur.488 Schmoller, Sosyal Politika Derneğinin kuruluşu ile ilgili amacını programlı bir şekilde açıklamıştır: ‘Biz kesin olarak şu görüşteyiz, eşit olmayan karşıt çıkar gruplarının sınırsız bir şekilde çatışmaları bütün toplumun yararına değildir. Hümanizm ve ortak hissin iktisat hayatında da egemen olması ve devletin bütün çıkar gruplarının menfaatlerini korumak için müdahale etmesi gerekmektedir. Derneğin öncelikli görevi bağımsız davranmak ve her çeşit politik-ekonomik çevrede oluşan fikirleri toplayarak, pratik bir organizasyon oluşturmaktadır. Çünkü bununla kamuoyuna ve hukuk sistemine daha fazla etki edebilme ihtimali vardır.’489 Schmoller’in başarılı şekilde teşvik ettiği heterojen yapı sayesinde, toplantılara Kürsü Sosyalistlerinin yanı sıra daha ölçülü sosyalist üyeleri ile merkez üyeleri de katılmaktaydı. Fakat politikanın pragmatik olarak desteklenmesi hedefine ulaşmak çoğu zaman mümkün olmuyordu. Daha çok genel anlamda formüle edilen deklarasyonlar ilan ediliyordu. Bu basiretsizlik kendini en fazla, Bismarck tarafından ilan edilen sosyalistler kanununda gösteriyordu.490 Lujo Brentano, bir sosyalist takibine karşı çıkarken; Schmoller tam Bismarck düşüncesine uygun tavır almıştı. Sosyalist yasaları ile ilgili derneğin resmi yazısının daha çok tarafsız görünmesi konusunda Boese; “Derneğin resmi açıklamasının bilinçli olarak aldatıcı, bir ört pas etme niyetini taşıdığını, çünkü bununla derneği bir arada tutma çabasının olduğunu’ belirtmiştir.”491 Bismarck’ın 1878 yılındaki koruyucu gümrük politikasına karşı dernek içinde şiddetli görüş ayrıkların meydana gelmiştir. Dernek bu konuda ikiye bölünmüş örneğin A.Wagner gibi pek çok üye dernekten ayrılmıştır. 488 492 Boese Franz,Aus Gustav von Schmollers letztem Lebensjahrzehnt,Jahrbuch 62, 1938 ,s.249 Boese,1938, s.7 490 Boese ,1938,s.7 491 Boese ,1938 ,s.32 492 Sonntag Heinz,1970,738 489 156 2.4.2. Kürsü Sosyalizmi İçindeki İktisat-Politik Akımlar Wagner, Schmoller ve Brentano’nun iktisat-sosyal politik görüşlerini kısa bir şekilde anlatmak istiyorum. Çünkü her üçü, zamana ve kürsü sosyalist harekete büyük katkı yapmış şahsiyetlerdir. 2.4.2.1 Adolph Wagner Bir finans bilimci olan Adolph Wagner (1835-1917) kendisini şiddetli devlet sosyalisti olarak tanımlar. Ayrıca sosyal politik iradeden, iktisat sürecine bilinçli bir devletsel yönlendirme talep eder. Wagner’de devlete iki kabiliyet vehmedilmiştir. Birincisi bireysel bir özel ekonomi ile sosyalist genel çıkarlar arasındaki optimal karışımı bilmesi, ikincisi ise pazarı ve insanları bu optimal karışım gerçeği düzenleme gücüne sahip olarak görür. Sadece, bütün yasallığını halktan almayan, kuvvetli ve kurumsal bir krallık, bu otonom devletin rolünü üstlenebilir ve adaletli bir gelir dağılımını temin edebilir.493 Brentano, Schmoller ve ikinci kuşak Tarihçi Okul üyelerine nazaran onun iktisat araştırmaları tarihi zeminden çok istatistiki zemini baz almıştır.494 Wagner’in esas meselesi “sosyal finans ve vergi politikalarının ölçüm kurallarının” analizinde yatmaktaydı.495 Bunlar “iktisadi olarak zayıf olanların lehine vergisel tedbirlerle, 496 tematikleştirmiştir. yeniden gelir dağıtımı konusunu Buna göre devlet: “Sosyal politik- ekonomi ve politik- finans ile milli gelirin ve servetin anayasal dağılımına müdahale etmelidir. Ayrıca milli gelirin serbest kullanımına ve tüketime de müdahil olmalıdır.497 ” 493 Boese ,1938 ,s.250 Heilmann Martin, 1980,s.27 495 Wagner, A, Grundlegung der politischen Ökonomie, Grundlagen Volkswirtschaft,1.Halband,3.Auflage,1.und 2.Theil, Leipzig,1892/ 1893,s.1 496 Kirchgassner,1990,s.74 497 Wagner,1893,s.706 494 der 157 Wagner “sosyalist devlet” bileşenini bu şekilde formüle etmiştir. Bu “anlaşmalı (anayasal veya yasal ) olan ve bunun için özel hukuki anlamda meşru kabul edilen düzenlemelere devletin müdahalesini savunur. Wagner bir konuşmasında, sosyal gerginliklerin nedeninin servet kullanımından kaynaklandığını belirtmiştir. Yüksek sınıfların görev bilinçlerine hitap etmiştir. Buna göre devlet mantığını kabul etmelidirler. Çünkü ancak o zaman, eğer kendiliklerinden “çok daha iyi bir yaşam vazgeçerlerse, bir devrimin önüne geçebilme imkânı vardır. şeklinden” 498 “Servet ve bununla birlikte sınıf tezatlıklarının artmasını önleyecek olan devlet müdahalesinin hedefi Wagner’de vergi yükünün daha adil bir dağıtımı olmuştur.499” Serbest rekabetin sadece zincirlerini çözmenin, devletin ekonomipolitik siyasetinin yalnızca negatif bir prensibi olduğu tecrübesine dayanarak ki Wagner bu görüşü pek çok Alman Ekonomist ile paylaşmıştır. Ve şu sonucu çıkarmıştır.”Özellikle dezavantajlarının ve tüm mal kazancının dağıtımındaki bu kazancın üretimine katkı sağlayan kişilerin dezavantajlarının daha fazla göz ardı edilmemesi gerektiği” tespitinde bulunmuştur.500 Fakat bu sadece “sosyal sorunun” çözümünün genişletilmiş halinin bir hareket tarzıdır. Wagner pek çok Kürsü Sosyalistlerinden daha kuvvetli olarak, sosyal ilerleme için artan üretimin önemini ön plana çıkarmıştır: 501 “Tüm ekonomi-politiğin artan üretimiyle, işçilere milli gelir dağılımının başka formlarından ziyade, “oldukça cömert, kalıcı ve kapsamlı yardımlar yapılabilir.” Bunlar üretimin aynı verimliliğinde, toplam kazançta alt sınıfların yüzdesini büyütme olanağına sahiptir.502 Yüzyılın ortasında ise, ekonominin etik temellenmesinin başka bir çizgisi nerdeyse tamamen kaybolmuştur. Bu çizgi, sosyal etik-ahlaki olgulardan ziyade, zorunlu bireysel –manevi olgulara 498 Wagner, Adolph; Rede über die sociale Frage (ursprünlich ein untituliertes Korrelerat zu Wicherns Vortrag, Die Mitarbeit der evangelischen Kirche an den socialen Aufgaben der Gegenwart, gehalten, Berlin, 1872,S.27 499 Müssing,1968,s.142 500 Wagner,1872,s.21-22 501 Gehrig,1914,s.304 502 Wagner,1872,s.23 158 ağırlık veren çizgidir. Schüz 1884 yılında “saf faydacılık prensibinin ötesine geçerek, ahlaki bir düzenin yüksek yasalarına bağlanan maksimler neticende şu sonuca varmıştır.” 503 “Dışsal kurumlar, kuruluşlar ve bağlayıcı kurallar ne kadar güçlü bir şekilde halkların refahına ve acısına dokunursa dokunsun, gerçek ve sürekli refah durumunun vazgeçilmez bağlamı, kişisel ahlaki güç ve bireylerin bizahati kendisi ana kaynaktır.” felsefenin neo-Kantist 504 Bu erdem olgusu yüzyılın sonuna doğru Okullarının etkisiyle, tekrardan etik-ekonomik müzakerelerde ortaya çıkar. Gizycki’ni yeni Kantist emrine L.Stein “sosyal etiğimizin en üst emriyle” cevap vermiştir:505 “Öyle bir davran ki bu davranışında sadece kendinin değil, aynı zamanda beraber olduğun insanların yaşamını da olumlu hale getir. Fakat özellikle gelecek kuşakların hayatını teminat altına al ve yükseltmeye çalış.506” Fakat devletin ahlaki regülasyon için müdahale edemediği yerlerde sosyal ekonomik partiler manevi sorumlulukların gereği kooperatif fikirlerin peşinden gitmelidir. Sosyal etik problemlerin oluşturacağı problemlerin oluşturacağı problemlerin bilinci içinde, sosyal sorumluluk fikri daha fazla propagandaya konu olmuştur. Bu çok farklı tonlarda olmuştur. Yoldaşlık kuruluşları veya üretim birlikleri gibi.507 2.4.2.2. Gustav von Schmoller Bir sosyal politikacı ve monarşi taraftarı olan Schmoller’e (1838-1917) göre devletin görevi Wagner’de olduğu gibi sosyalist devlet konsepti içinde bilinçli bir müdahaleden yana değildi. Ona göre devlet hak ve hukuk garantörü olmalıydı. Devlet kurumsal güven sağlamalıydı. Çünkü sermaye ile işgücü arasında adil bir rekabeti garanti etmek ile yükümlüydü. Schmoller bu 503 Schüz,1844,s.139 Schüz,1844,s.158 505 Gizycki,1895,giriş bölümü 506 Stein,1897,s.697 507 Mohl,1835,s.34 504 159 ideal devleti bir Prusyalı milliyetçi ve monarşist olarak, sosyal krallıkta görmekteydi. Brentano’nun adil rekabete ulaşmak için talep ettiği koalisyon özgürlüğüne karşın Schmoller, burada yatırımcı ile işgücü arasında iki taraflı bir monopol olduğunu belirterek, bunun neticesinin uzun vadede tek taraflı olarak yatırımcının egemenliğinin olacağını savunur. Literatürde, 19.yy. sonu ile 20 yy. başlangıcının önemli ekonomistlerinden biri olarak kabul edilir. Etkisi özellikle Avusturya Okulunun kurucusu olan Carl Menger ile arasındaki metot kavgasında ortaya çıkmıştır. 2.4.2.3. Lujo Brentano Wagner ve Schmoller’in tersine Brentano (1844-1931) sosyal liberal görüşü doğrultusunda, devletin düzeltici olarak iktisat düzenini oluşturmada etkin olması gerektiğini savunmuştur. Böyle bir düzeltme hareketi, büyük Britanya’daki ‘trade union’ benzeri işçi sendikaları olabilirdi.508 Schmoller’de olduğu gibi ahlaki kurumlara güvenmek yerine, sosyal çözümünde yatırımcıya karşı işçi birliğinin gücüne güveniyordu. Brentano’nun etik anlayışı Schmoller ve Wagner’de olduğu gibi toplumun tümünü kapsamıyordu. Bireye yönelikti. Her insanı kendi amacı doğrultusunda, içindeki kabiliyetleri en verimli şekilde kullanabilmeye yardımcı olmaya dönüktü. Ekonomi sonuçta insana hizmet etmektir. Ona göre: ‘İktisat politikası açısından mümkün olabilen, sadece sosyal anlamda Mümkün olandır.’ 2.4.3. Kürsü Sosyalizminin Etik Ekonomi Politik Öğretisi Schmoller hem ikinci kuşak Tarihçi Okulun kurucusuydu, hem de uzun süre Sosyal Politik Derneğinin başkanıydı. Bu bölümde Kürsü Sosyalistlerinin öğretisini Schmoller’in eserleri doğrultusunda sergileyeceğim. Schmoller’e 508 Brentano Lujo,1931,s.75 160 göre iktisat ‘toplumsal hayatın bir parçasının içeriğidir.’ Doğal teknik zeminde oluşarak iktisadi gelişmelerin toplumsal şekillenmesini esas prensip olarak kabul etmiştir.509 Bu iktisadi oluşumlar iki kökensel grupta kümelenirler; birincisi doğal-teknik, ikincisi psikolojik-ahlaki.510 Birinci grup(iklim, hammadde, hayvan varlığı ve nüfus sayısı) iktisadi faaliyetlerin dışsal varlığını belirler. Sermaye birikimi, refah ve teknolojik ilerleme. Bütün bu varlıklar doğa kanunlarına dayanır ve ölçülebilir nitelikleri itibarıyla sınırlıdırlar. Fakat bu iktisadi varlıklar oluşumlarını öncelikle ikinci gruba borçludur; “insanın ruhani gücüne, bizi öncelikle his, dürtü, hayal ve amaç ile sonra iradenin daimi yönü ve davranışı olarak temsil ederler.” 511 Böylece ekonomi bir bütünün parçası olarak değerlendirilmeli. Ve bir yandan doğa, teknik ile toplum arasında, diğer yandan kültür, töre ve hak arasında bir çeşit değişken oyun olarak algılanmalıdır. Schmoller’e göre eğer iktisat bu iki nedensel grup çerçevesinde araştırılacaksa, bunlardan tarihi gelişim kanunları kazanmak mümkün olabilir. “İktisadi hayatın tarihi gelişimi şüphesiz, öncelikle daha iyi üretim ile insanın daha iyi beslenmesi ile olacaktır. Fakat bu sadece daha iyi kurumlarla ve daha komplike organizma oluşumları ile gerçekleşecektir”.512 Schmoller için sosyal sorun üzerine yeni tartışmaların temelini, insanın ekonomik gelişimine yönelik bu kurumsallık ve ahlak arasındaki sıkı ilişki oluşturacaktır. Böylelikle iktisat öğretisini, bir sosyal bilim haline getirmiştir. 2.4.4. Kürsü Sosyalistlerinin Sosyal Tutumu Kürsü Sosyalistlerinin sosyal anlayışlarının ağırlık noktası, bir sosyal devrimi önlemek üzerinedir. Burada komünizm ile düzensiz denetimsiz (laissez-faire) arasında burjuva sosyal reformu yardımı ile bir orta yol bulmak esastı. Bu ise sosyal sınıfların kendi aralarında yeniden kuracağı ‘dostça 509 Schmoller, 1901,s.5 Schmoller,1893,s.50-51 511 Schmoller,1893,s.52 512 Schmoller,1901,s.6 510 161 ilişki’ ile yapılacaktır. Adil bölüşüm prensibine yaklaşarak, sosyal bir hukuk yapısını oluşturarak, alt-orta sınıfların ahlaki ve maddi olarak garantisidir.513 2.4.4.1. Adil Dağıtım Prensibi Schmoller’e göre adalet duygusu, toplum içinde dinamik bir süreç ile ahlaki değer yargılarının değişimi ile gelişir. Birey, sadece karşılaştırma yaparak adaletin değer yargısı tassavuruna ulaşabilir. Fakat birey karşılaştırma yapabilmek için, bir toplum içinde faal olan insanları gözetmelidir. Ve henüz bireysel olan adalet duygusu böylece kamusal alanda yapılan fikir alış-verişi ile toplumun konvansiyonel ölçütü haline gelir. Bunlar ise adalet üzerine verilmiş her hükmün temelini oluştururlar.514 Burada özellikle değer yargıları kristalize hale gelecek ve fikir oluşturacaktı. Bunlar ise tamamı gözetecek şekilde bireye yoğunlaşacak. Bu konvansiyon sonuçta bir toplumun ahlak düşüncesine ve hukuk sistemine girerek, sabit bir form esasında nesilden nesile aktarılacak. Sonuçta iktisadi davranışın üzerinde durduğu hareketli ara yapıyı oluşturmaya katkı yapıyorlar. İktisadi değerler, pazar hâkimi değerleri ve ahlaki değerler arasında bir rekabet ortamı oluşuyor. İktisadi değer takdiri, bir bireyin ihtiyaçlarını tatmin eden faaliyetlerden ve mallardan oluşur. Ahlaki değer takdiri ise adil olanın hükmü üzerinden verilir. ‘Bireylerin faaliyetlerinin içsel amaçlarının tümü üzerindeki değeri kapsar.’515Her iki değer takdiri “insanlık kusursuz hale geldikçe birbirine yaklaşır.”516 Bu yaklaşma süreçleri ile bir toplum içinde git gide daha yumuşak ve insani bağımlılık formları oluşur. Aynı zamanda sınıf karşılığı yumuşama eğilimine giriyor ve rekabet anlayışı barışçıl bir hal alıyor. “Kısaca egoizmin bütün faaliyetleri, binlerce yıllık ahlaki kültür çalışmaları ile düzenlenmiş ve birbirine bağlanmıştır.”517 513 Schmoller,1874,s.313 Schmoller,1881,s.29 515 Schmoller,1881,s.41 516 Schmoller,1881,s.41 517 Schmoller,1881,s.42 514 162 Ahlak ve hukuka çapalanmış olan adalet duygusu, sadece birey ve toplum arasındaki ilişki üzerine kurgulanamaz. Aynı zamanda birey devlet arasındaki ilişkiye de dayanır, yani bu şekilde olmasa bile, vergi vererek hissetmelidir.518 Çünkü vergi vermek Schmoller için (vatandaşın devletten aldığı emek ücretlerinin ödenmesi yanında) bir yurttaşlık görevidir. Devletin sonuçta vatandaşın mal ve birikiminden pay talep etme hakkı vardır. Tekil insan, sonuçta bir devletin vatandaşı olmanın keyfini ve avantajını anlayamaz. Eğer insan mükemmel olgunlukta olsaydı, toplumun onu oluşturduğu ve yücelttiği şekilde olurdu. O zaman anlayabilirdi ki özellikle verdiği en büyük bedellerde en yüksek ahlaki mükemmelliği yakaladığını ve bundan avantaj sağlayacağını, bir toplum içerisinde ve toplum için yaşadığı hayatın, esasında en hakiki hayat olduğunu kavrayacaktır.519 İnsan ahlaki olarak mükemmel seviyede olmadığı için, ödemesi gereken vergileri haksızlık olarak algılar. Fakat ahlaki yükseldiğinde, vermesi gereken bedelin (kurbanın- opfer) anlamını kavrayacaktır. Adil bölüşüm ise, toplumsal bir adalet anlayışının ahlakın kuvvetli bir parçası haline gelmesi ile orantılıdır. Ve insanın kendisini ahlaki yönden toplum menfaati doğrultusunda konumlandırmasına bağlıdır. 2.4.4.2. İşçi Sınıfının Maddi Ve Manevi Olarak Kalkındırılması Sosyal bir devrim tehlikesini azaltmak için Kürsü Sosyalistleri burjuva (yurttaş-bürgerliche) reformları talep ederler. Schmoller’in amacı, Mark’ta olduğu gibi sınıfsız bir toplum yaratarak tarihi gelişimi sonlandırmak değildir. Niyeti bütün sınıfların birbirine yaklaşarak, bütün toplumsal kuvvetlerin harmoni ile birleşmesidir. Burada yurttaş sosyal reformu iki yönden etkili olmalıdır. Birincisi maddi olarak, bir sosyal devrimi önlemek maksadıyla, ikincisi ahlaki yönden, işçileri toplumun bir parçası haline getirmek için. Her iki süreç karşılıklı olarak bağımlıdır. Fakat 518 519 Schmoller,1881,s.42-45 Schmoller,1863,s.46-47 ‘bir başka içsel insan eğitimi 163 neticede daha önemlidir.’ Ve en azından dışsal ilerleme ile paralel durumda olmak zorundadır.520 Çünkü bir işçi ancak ahlaki olarak yükseldiği zaman ve ancak toplumsal ile iktisadi süreçleri bir bütünün parçası olarak gördüğü zaman, sistem içindeki kendi görevini fark eder ve davranışını toplumsal çıkar doğrultusunda düzenler. Bu durumda işçi aile planlaması, tasarruf ve eğitim ile kendi çıkarının büyük olduğunu anlayacaktır. Nüfusun daha yavaş artmasıyla, kadın –çocuk çalışmasının kısıtlanmasıyla ve işçi arzının daralmasıyla maaşlar daha yükselecektir. Devletin yardım kurumları ve sigortalarıyla, kamusal bir eğitim sistemi sayesinde, işçi hayat planlaması güvence altına alınarak yükselme şansına sahip olacaktır. Böylelikle Schmoller’e göre işçi sorunu bir ahlaki sorundur. Aynı zamanda burada Schmoller’in teleolojik (erek bilim) bakış açısını görüyoruz. Çünkü etik gelişim düşüncesi sonunda bir ideal toplum fikrinde son bulur. Bu süreç, toplumsal kurumların mükemmelleştiği oranda hızlanır. 2.4.4.3. Kurumsal Güven Schmoller tarihi –etik araştırma yönteminden yola çıkarak, bir kültürel gelişim kontekstine bağlı olarak politik, hukuki ve iktisadi kurumlar düşüncesini kurgular.521 Kurumlar bir toplumun, ahlaki ve hukuki varlığından oluşur. Bir toplumun adalet duygusu ne kadar yüksek eğitimli olursa ve bu ne kadar kültürel ahlak ile hukuk bağlantılı olursa, kurumlar yüksek eğitimli olursa kurumlar o kadar yüksek değere kavuşurlar. Öyleyse ikinci gruptan yeni hareketli ara zemini oluşturan ahlak ve hukuktan, bir toplumun kurumları oluşur. Reform ve dönüşüm kabiliyetine sahip ve şartlar doğrultusundaki adaletin etik tasavvuruna, dinamik bir şekilde uyum sağlarlar. Fakat bununla birlikte sabittiler ve geçmişin kavgalarını ve 520 521 Schmoller,1874,s.326 Schmoller,1901,s.61 164 tecrübelerini korurlar. Sonuçta buradaki hedef kurumların özgür davranışını gereksiz yere kesmeden, istenen gelişmeyi teşvik etmektir.522 Devlet, yurttaşlarını Klasik ekonominin kurallarına uygun donanımda davranması kurumsal güvencesini verebilir. Kültürel gelişim sürecinde devlet tarafından (dayatılan) çerçeve koşulları içselleştirilir. Bunlar öncelikle yüksek sınıflar tarafından içselleştirilir ve bunların görevi ise işçi sınıfını ahlaki anlamda yükseltmektir. Kurumlar ‘ekonomi-politik vücudun iskeletini’ oluştururken, devletin kendisi ‘bütün kurumların merkezidir.’ Devlet kurumlar vasıtasıyla eğitici manada ekonomi üzerinde etkin olabilir. Bu noktada Wagner ile olan fark ortaya çıkıyor. Wagner doğrudan devlet müdahalesi talep etmişti. Ve Brentano, Schmoller’i liberal fırsatçı olarak tanımlamıştır. 523 Brentano, sosyal reformlara, işçilere ücret sonunda pazarlık gücü veren özür sendikalar ile ulaşmayı planlıyordu. 2.4.5. Kürsü Sosyalistlerinin Sosyal Düşüncelerinin Gerçekleşmesi Liberal kurumsal analizi, Schmoller sosyal bir krallık düşüncesi ile birleştiriyor. Bu düşüncesini ‘Prusya bürokrasisinin ve Prusya devletinin hukuk eşitliği için, alt sınıfların yükseltilmesi için kavga veriyor. Monarşiye sonsuz bir güven duyan Schmoller şöyle devam eder: ‘Sosyal geleciğin tehdit altında olduğu durumlarda, bunun başı sadece bir yöntem ile koparılır. Krallık ve bürokrasi yani devlet düşüncesinin en seçkin temsilcileri, sınıf kavgasını tek tarafsız temsilcileri liberal devlet fikri ile barışık olarak ve parlamentarizmin en iyi elementleri tarafından desteklenerek, kararlı ve emin bir şekilde büyük bir sosyal reform hukukunun inisiyatifini ele almasıyla sonuca ulaşır.524’ Wildenmann’da Schmoller’in sosyal politika derneğinde oynadığı olağanüstü ruhi rol konusunda harikulade yorumlara rastlarız. Dernek Schmoller’in etkisini genişlettiği kuruluşların başında geliyordu. Onun 522 Schmoller,1901,s.64 Brentano Lujo,1931,s.98 524 Schmoller,1874,s.342 523 165 ölümüyle bu değişmiştir ve buna bağlı olarak derneğin fonksiyonu da farklılaşmıştır. Dernek iki yönden önemliydi. Birincisi onun Bismarck dönemini özellikle 1870lerde doğrudan etkilemesidir. İkinci olarak ise Wildermann’in belirttiği üzere uzun süreli etkisi söz konusudur. Dernek bu etkisini toplantılarla ve oturumlarla sağlamaktaydı ve bunların tutanakları Schmoller tarafından düzenli bir şekilde yayınlanırdı. 525 Bismarck, büyük bir dikkatle Sosyal Politika Derneği yayınlarını takip etmiştir. Schmoller, 1890 yılından ölümüne değin bu derneğin başkanlığını yapmıştı. Dernek kamuoyunu etkilemek amacıyla kurulmuştu. Bu etki pek çok iz bırakmıştır. Sosyal reform sisteminin kurulması için alınan önlemler bunun başında gelir. Bu önlemler Bismarck’ın şansölyeliği altında uygulamaya sokulmuştur.526Bu reformlar itinalı bir biçimde araştırılmışlardır ve pek çok kez İngilizce konuşan dünyanın içersinde örneklem olarak kabul edilmişlerdir. Sosyal Politika Derneği Amerika’da etkili olmuştur. American Economics Association’un kurucularının Sosyal Politika Deneğinin modelini örnek almışlardır. Bugün de geçerli olan 1923 statüleri, Association‘un hiçbir partisel - siyasi harekete dâhil olmasını engeller ve kurala bağlarlar. Böylece üyeleri pratik iktisat politikası konumunda yer alır. 2.5. SCHMOLLER’DE DEVLETÇİ DÜŞÜNCE Liberal düşünceler Almanya’da ortaya çıkmaya başladıktan sonra, devlet İngiltere’dekinden farklı olarak, politik hayatın içinde kudretli bir güçtü. Ayrıca Almanya’da devlet modernleşme sürecinde pozitif rolü ile umut vaat ediyordu.527 Bu arka plan doğrultusunda Schmoller ve o dönemin pek çok Milli Ekonomisti için, aristokratik ve bürokratik özelikleri bulunan bir devletçi perspektife sahip olmak, şaşırtıcı değildi. Schmoller için Milli unsurları 525 Wildermann, s.56 Bismarck’ın Schmoller ile olan ilişkisi başlı başına bir araştırma konusudur. Bugün çok fazla takdir edilmese bile Bismarck zamanının aydınlanmış mükemmel devlet adamı olarak kabul edilir. Örneğin Andrew Dickson White onu ruhi karanlığa karşı insanlığın kavgasını veren, yedi büyük devlet adamından biri olarak tanımlar. 527 Sheehan,1983,s.58 526 166 harekete geçirecek, düzenleyecek ve koordine edecek bir güce ihtiyaç duyulması kaçınılmazdır. Bu güç devlettir. Schmoller için devlet ve onun iktisattaki rolü araçsal olmaktan çok uzaktır. Devlet Milli İktisat’ın altında değil; Milli İktisat devletin altında konumlanır. Ona göre iktisadi hayatın istenilen şekle sokulabilirliği ve aydın bir bürokrasi milletin iktisadi refahının artmasında göz ardı edilmeyecek etkenlerdir. Schmoller’e göre, sosyal-politik baş aktör devlet olmalıydı. Bunu şu şekilde ifade etmiştir: ‘Devlet tüm kurumların merkezi ve kalbidir.’Herkes buradan geçer ve birleşir.528 Schmoller devleti öven bu konuşmasından sonra, Hegel’in ve Lorenz von Stein’in Alman geleneğine atıfta bulunur. Hegel ve Stein için devlet, gerçekleşecek olan ahlaki düşüncenin ta kendisiydi. Eniştesi Gustav Rumein tarafından etkilenmiş olan Schmoller, bir Milli Ekonomist ve sosyal- politikacı olarak Prusya’nın hayranıydı.529 Schmoller, devlet tarafından kontrol edilmeyen bir ekonominin ‘gazinosal spekülatif mantaliteyi’ ortaya çıkaracağından korkar. Bu da sahte iflaslara, değerlerin yerleşmesine engel olarak suça, bireyselciliğin artışına, gelir seviyesinin kutuplaşmasına, uzmanlık gerektiren mesleklerin kaybolmasına, orta sınıfların yokluğuna ve sürekli iş değiştiren bir alt sınıfın oluşmasına neden olur.530 Schmoller, devletin entegrasyon başarısını vurgulamış, sınıf kavgaları karşısında giderek nötrleştiğini, bununda reformist politikalarla aşılacağını belirtmiştir. Schmoller reformistlerin görüşlerini Eisenach’taki konuşmasında şöyle dile getirmiştir: “Reformistler (bununla salonda toplanmış olan Milli Ekonomistleri kast etmiştir) bir devlet görüşünde birleşmişlerdir. Bu görüş, bireyin doğa kanunuyla yüceltilmesine (bunun keyfine) ve her şeyi yutan bir mutlakıyetçi devlet şiddetine, eşit mesafededir. Çünkü devleti tarihsel oluşumun akışına bırakarak, onun görevlerinin kültür değerlerinin o anki durumuna göre daralıp genişlediğini itiraf etmiş oluyorsunuz. Fakat devleti hiçbir zaman, doğa kanuncular 528 veya Manchester Schmoller,1890,s.244 Herkner,1922,s.6 530 Schmoller,1870,675-681 529 Okulu gibi, gerekli ama olabildiğince 167 sınırlandırılması gereken ‘ehveni şer’ olarak görmüyorsunuz. Sizin için devlet her zaman, insan ırkının yetiştirilmesinde en mükemmel kurumdur.”531 Schmoller bununla ilk olarak, fonksiyon yönelimli bir perspektif çizmiştir. Devlet faaliyetlerinin kapsamı onun eylemlerinin amacına bağlıdır. İkinci olarak ise bu görüş tarihsel olarak değişkendir. Schmoller tarih süreci içerisinde devlet eylemlerinin genişleyip tekrar daralabileceği varsayımından yola çıkmıştır. Üçüncü olarak devletin üzerine büyük ölçekli ve anti liberal bir güven içinde, ahlaki bir yetiştiricilik görevi vermiştir. Schmoller başka bir yerde şöyle yazmıştır: ‘Varlık sahibi olan sınıfları gerçek bir öz regülâsyona çekmek ve devlet ile kamunun ahlaki sorumluluğunu almaya yükseltmek gereklidir. Bunun için en yakında olan çıkarları ve kısa vadeli –egoist alanı aşarak, toplumsal görev bilincinin ahlaki yüksekliğine ulaşmalıdır. 532’ Schmnoller’in devletten beklentilerini ‘bekçi devletinin’ gerçekleştiremeyeceğini düşünmüştür. Onun devlete olan güveni sınırsız olup; devletin kendisine verilen sorumlulukları gerçekleştirebilecek konumda olduğu konusunda hiç şüphe duymamaktadır. Ayrıca devlet mekanizması içinde yer alacak olan kişilerin bu ahlaki sorumlulukları diğer bütün eğilimlerin önüne koyacaklarından emindir. Schmoller’e göre Tarihçi Okul ‘kudretli bir devlet istemiştir.’ Bu devlet egoist sınıf çıkarlarının üzerinde duracak, kanun koyucu olmalıdır. Adaletli bir elle ülkeyi yönetmeli, zayıfları korumalı ve alt sınıfları yükseltmelidir.533 Schmoller, bu konuda büyük kanun koyucu ve ileri görüşlü parti önderlerinin kurumların bu şekillenmesinde olağanüstü başarılar gösterebileceğine emindir. Ludwig Bamberg ise, Schmoller’e yazdığı bir mektupla endişelerini dile getirmiştir. “Ben bizim devleti bireysel üretimin organizasyonuna dâhil edebilecek kadar anlayışlı, erdemli ve basiretli olduğunu düşünmüyorum.” Bu türden ifadelere Schmoller polemikçi bir tavır içinde karşı çıkar.534 Schmoller’in çeşitli tarihsel çalışmaları ve özelliklede Prusya tarihi üzerine olanlar, onun sosyo-politik taleplerine uygundur. Bu çalışmalar büyük 531 Schmoller,1890,s.9 Schmoller,1870,s.703; Condradt,1906,s.7 533 Schmoller,1890,s.9 534 Schmoller,1890,s.244 532 168 bir ciddiyet taşır. Ayrıca bu çalışmalarında sık sık Hohenzoller hanedanının mirasının tükenmediğini vurgulamıştır.535 “Egemen monarşinin” sosyal reformlar konusunda hep ilerlemesini talep edip; bunu da tarih de ki Hohenzoler’in dinamik modernleştirme faaliyetlerini, sosyal reformist çabalarını örnek göstererek desteklemeye çalışmıştır. Sürekli birinci Friedrich Wilhelm’in başarılarını methederek; görevde olan ‘egemen monarşiye’ bu geleneğin sürdürülmesi ve reform çalışmasına davet etmiştir.536 Schmoller’in inancına göre, eğer büyük mülk sahipleri ve büyük sermaye sahipleri bir uzlaşmaya zorlanmasaydı, reformlar daha hızlı gerçekleştirilirdi. Çünkü bir yandan parlamenter çoğunluğun isteği dikkate alınmalıydı. Diğer taraftan sosyal demokrasiye karşı gerekli olan ortak cephe bozulmamalıydı. Schmoller’in görüşüne göre, olası reform perspektifinde olan sadece, devletin genişlemesinin toplumun farklılaşması ile aynı ölçüde olmasıydı. Onu endişelendiren zayıf bir devlet olasılığıdır. Çünkü ‘kuvvetli toplum ve zayıf devlet modeli olan burjuva ideali’ sadece yatırımcıların devleti kendi mantıkları doğrultusunda düzenleme isteklerinden kaynaklanmaktadır. (bu aynı zamanda işçi talepleri içinde geçerlidir, çünkü onlarda sadece taleplerini kabul ettirme niyetindeler.)537Fakat bunun gerçekleşmesi durumunda gerçek sınıf diktası oluşur. En kuvvetli sınıfın devlet gücünü elde ettiği bir bağımlık söz konusu olur.538 Bu ‘soysuzluk’ ancak iç ilişkilerin demokratikleşmesi ve devlet gücünün yerleşmesinin ardından şu şekilde önlenir:’Hür eyaletlerdeki egoist sınıf çıkarlarının artan etkisine karşı, hükümet mekanizmasının mükemmelleşmesi ile kuvvetlenmesi aynı düzeyde olmalıdır. Bununla birlikte devlet gücü temiz ellerde olmalı, sınıfsal şiddetin ve sınıfsal etkilerinden daha kudretli olmalıdır.539 ‘Devlet’ bir soyutluluktur, devlet mekanizması ise somuttur. Çağın restore ve moderne önlemlerinin çokluğu içinde, memuriyet prensliğin aristokrasinin çıkarlarına karşı kullandığı bir enstrümandı. Memurlar işleyen 535 Schmoller,1918,s.647,1923, 2.cilt, s.646 Noack,1976,1.cilt, s.619 537 Schmoller,1923,birinci cilt, s.619 538 Schmoller,Schmoller,1923,2.cilt,s.633 539 Schmoller,1923.2.cilt.s.635 536 169 bir idare, kanun önünde eşitlik ve materyalist refahı görmek istiyorlardı.540 Memurlar grup olarak, aydınlanmış eğitim elitlerine dâhildirler. Büyük mülk egemenliklerinin ortadan kaldırılmasını, loncaların ve odaların yıkılmasını, alt yapının oluşturulmasını ve tekel ekonomisinden rekabet ekonomisine geçişi isteyen, aydınlanmış egemenler ve etkili bürokratlar olmuştu. Schmoller bürokratik işleyişi iyi tanırdı. Bu sadece onun bir dönem yönetici olarak çalışmasından ileri gelmiyordu. Aynı zamanda Prusya Kültür Bakanlığının yüksek okul bölümünde Friedrich Aldhoff’un danışmanlığını yapıyordu. Berlin üniversitesini, parlamentosunun alt kanadında temsil etmiştir. Schmoller memurluğu, aynı Max Weber gibi, sadece etkili bir sınıf olarak görmemiştir. Aynı zamanda geniş anlamda insan yetiştirmesi, iş bölümü ve özellikli eğitimi dolayısıyla önem arz etmektedir. Memurları, sınıfsal teorik hareket noktaları itibariyle değerli kabul etmiş ve ona sınıf çatışmaları içinde orta tabakada bir arabulucu rolü vermiştir.541 Memurlar, burjuvalardan öncelikli bir biçimde tüm sınıfların kabiliyetlerini kullanarak kendilerini tamamlama ayrıcalığına sahiptir. Onların ruhani ufku ve ahlaki geleneği orta düzeyin anlayışıyla aynıdır. Sınıf çatışmaları içinde, aynı bir terazide olduğu gibi, dengeyi değiştirebilirler. Ve her iki yöne köprü ile arabulucu rolünü oynayabilirler. Schmoller her ne kadar toplumsal strüktürlerin çıkar tezatlıkları tarafından bölündüğünü görse bile, ‘akıl’ bürokrasiyi bu çatışmaların dışında görmektedir. “Ancak son yüzyıllarda Avrupalı devletlerin pek çoğunda hukukçu, memur, subay, din adamı ve öğretmenlerden oluşan bir çember oluşturmuşlardır. Bunlar toplumun tüm sınıflarından gelmekle birlikte, aynı şekilde üniversitede eğitim görürler. Kısmen mülkiyet ve kısmen nemalandırma şeklinde ekonomik olarak güvence altına alınmışlardır. Böylece tüm hayatlarını kamusal işlere adarlar.” Bununla birlikte Schmoller olası bir sınırlandırma ihtiyacını hisseder: “Bu çevrelerin içinden kendi çıkarının peşinde koşan insanlarda olmuştur.”Fakat bu durum, toplam değerlendirmenin pozitif olması hususunda bir değişiklilik yapmaz. 540 541 Sheenon,1983,s.44 Rössle,1938,s.26 170 “Devlet mekanizması bütün bunlara rağmen işbölümünün türü itibarıyla, yöneticilerin eğitimleri sonucunda oluşan doğru düzgün gelenekler ve düşünceler neticesinde, belirli bir güce ve sağlam bir organizasyona kavuşmuştur. Bu durum hiçbir zaman olmayan bir gerçekliktir. Diğer yandan ise antik çağ ve ortaçağ devletlerinin ellerinde bulunmayan, sınıf egemenliğine karşı bir tahkimat elde etmiş oldular.” Schmoller sadece, özel memuriyet sınıfının diğer kalan herkese karşı üstünlüğünü beyan etmekle kalmaz, aynı zamanda normatif anlayış doğrultusunda yeni tabakanın sosyal-entelektüel rolünü vurgular: ‘Bu çevreler ideal bir devlet ve iktisat görüşünün taşıyıcılarıdır; her ne kadar feodal aristokratik veya burjuva kökenli olsalar bile, onların ufku artık sınıf çıkarlarının ve kazanç dürtüsünün üstündedir. Ekonomik özel hayatlarının artık kara dönük kazanç hayatıyla bir bağlantısı yoktur. Sabit ve uygun maaş rejimi onlar için esastır. Her türlü resmi ilişki münasebetiyle haşır neşir oldukları alt ve orta sınıflarını ticaret yapanlardan ve yüksek sınıflardan daha iyi anlayabilmektedirler.Avukatlar, hekimler, sanatçılar,gazeteciler ile birlikte yeni bir sınıf oluştururlar. Böylece sadece mal-mülk için kavga eden sınıflara karşı bir tezat olarak ortaya çıkarlar.’ 542Bu tanım Weber’ci tanımlardan oldukça farklı bir şekilde ele alınmıştır. Sınıf bağından kurtulmayı başaran bürokrasinin, sadece haklı olana hizmet etmek için nötrlük tavrı takınması herhalde etik sorumlulukların ötesindedir.”543 Schmoller kendisi tarafından kurgulanan ideal tipi gerçek olarak kabul eder. Max Weber ise bir yandan ideal tipik bir modeli geçerli saymaz ama diğer yandan politik yazılarında, politik realitenin içindeki bürokrasinin gerçekten tehlikeli olabileceğinden bahseder. Var olan çerçeveyi aşma ve bağımsız bir politik güç faktörü tandansı içerisindedir. Ayrıca belirli politik görevleri üstlenmek niyetindedir. Schmoller tarafından oldukça methedilen Prusya olayında sınıf çıkarlarını temsil etmesi, bu tehlikeli duruma bir işarettir. Bu olay Weber için daha ziyade, Prusya’daki derebeyliğin korunması için bürokrasinin bir enstrüman olarak kullanılmasıdır. 542 543 Schmoller,1923,2.cilt, s.636 Brinkmann,1938,s.104 171 Krallık ve yönetim bunlar taşıyıcı güçlerdir. Çünkü Schmoller demokrasinin düzenleyici mekanizmalarından ziyade, akıl ve ahlaki egemenliğe inanırdı.544Tabii ki onunda itiraf ettiği gibi demokratik eşitlik düşüncesi hem halkın politik eğitimi bakımından hem de eski sınıf suiistimallerin ortadan kaldırılması için ‘gerekli’ iyileştiricilerdir.545Ama Schmoller çağdaşlarının endişelerini paylaşmaktaydı. Buna göre, parlamento sınıfı çatışmalarının giderek sertleşen şekilde yaşandığı bir sahne haline gelmesi mümkündü. Grupların bu şiddetli çatışmalarından genel refahın ortaya çıkabileceği ve grupçu egoizmin çoğulcuğuna batmayan bir ortak refah oryantasyonunun oluşabileceğine pek ihtimal vermemekteydi. Demokratik yaşamın varlığı, birkaç formalite içinde ifade edilemez niteliktedir. Schmoller bütün şüpheciliğine rağmen demokratik yöntemleri şu şekilde tanımlamıştır: Çoğunluk egemenliğinden ziyade, uzlaşı oryantasyonu bir demokratik düzenin ruhunu oluşturmaktadır. Schmoller fiyat kontrollerini veya bürokratik düzenlemenin gelişmesini savunmamak ta, var olan özel mülkiyet ilişkilerine de şüpheyle yaklaşmaktadır.546 Kendi kendine karar veren otonom hücreleri tercih etmektedir ki bu başka yayınlarında da savunduğu bir fikirdir. Onun görüşüne göre, açık pazarlar ve daha yüksek dereceden kurallar ve güven organlarının önemi birbirini gerektiren şeylerdir. Buna bir örnek olarak borsa verilebilir; bu hem en mükkemel bir biçimdir hem de en sık regüle edilen kapalı bir pazardır. Bu Pazar sıkı bir biçimde kuralları uygulayan üyelerden oluşan özel bir organizasyon ile yönetilir.(Adalet ve adil pazarlık ve içeriden bilgiye karşıdır.) Almanya’da finansal hareketler daha güvenli ve çekici olsun diye, kontrol ve kanun çıkarma, uygulama devlete verilmiştir. 547 Schmoller ‘Bismarck döneminin sosyal kanunlarının akademik savunucusu’ değildir.548Bismarck’ın sosyal sigorta fonunu kendi kendine yöneten bir sigorta sistemi değil de devlet tarafından yapılan bir iyi niyet 544 Wiese,1938,s.104 Schmoller,1923,2.cilt, s.644 546 Schmoller,1870,s.683 547 Lütz,1996,s.45 548 Richter,1996,s.571 545 172 haline olan direnişi sertçe eleştirmiştir.549 Schmoller aslen Prusya’lı bir milliyetçidir ancak bilimsel çalışmalarında ‘Obrigkeitsidealist’ değildir. .Prusya ülkesine verdiği bilimsel destek gayet bu dünya temellidir; üretim güçlerinin bölgesel yayılımı, kısmen demiryolu gibi yeni taşıma sistemleri yüzünden yerel politik sistemler ile uyumsuz hale gelmiştir. Pozitif reform çağrıları pazarları yok etmeyi değil onları daha etkili yapacak şekilde entegre ederek düzenlemeyi teklif eder. Dahası farklı Pazar aktörleri arasındaki asimetrileri azaltmak istemekte ve kuvvetli gelir farklılığına sahip olmayan güçlü bir orta sınıfa sahip, kamusal ve mesleki eğitimlerle aynı ahlaka sahip ticari bir toplum yaratmak istemektedir. Birikim bankaları ve sağlık sigortasının getirilmesini, işçilerin kazalarında işverenin sorumluluğunu, kar paylaşma planlarını, endüstriyel ortaklık organlarını, üretim ortaklıklarını, daha sıkı bir fabrika yardım sistemini v.b. savunmuştur.550 Bu onun ilk ve temel olarak istatistikî araştırmalarının ne kadar zengin önerilerle dolu olduğunu kanıtlamaktadır. Schmoller’in bakış açısına göre özelikle yapılan tasarılar önemli rol oynar. Devlet önemli bir rol oynar. Devlet önemli bir kamusal hizmet sağlamaktadır ve tekrardan dengeleyen bir role sahiptir. Dürüstlük ve sosyal adalet normları toplum ekonomi için önemlidir. Normların kendi mantığı ve standardı vardır. Bunlar sadece ‘ekonomik alet’ olarak görülmez.551Veya masrafları azaltacak bir dizi kuruma indirgenemezler. Aynı zamanda sosyal kurumlar olan mal ve anlaşma gibi kavramların ihtiyaç duyduğu temel şey adil olmalarıdır yoksa hile ve fırsatçılık galebe çalar. Kazananın her şeyi aldığı bir toplumda çoğunluk azınlığın yüksek gelirini adaletsiz ve saf egoist tavır olarak bulabilir ki bu Schmoller için normal bir davranış tarzı değildir. 549 Richter,1996,s.572 Schmoller, 1870,s.693-694 551 North,1981,s.49 550 173 2.6. İKTİSAT ANLAYIŞI Bazı açılardan karşı çıksa da birinci kuşak Tarihçi Okul’un görüşleri de Schmoller’de uzantısını bulmuştur. Schmoller’in İktisat anlayışında Romantizm’in, Kant’ın ve Hegel’in, İçsel İlişkiler Doktrini’nin çeşitli açılardan etkilerini görmek mümkündür İçsel İlişkiler Doktrininin etkisini, Tarihçi Okul’un Milli İktisat’ın alanını çizmede ve hangi bilimlerle ilişkili olduğunu belirlemedeki yaklaşımında görmek mümkündür. İçsel İlişkiler doktrini bir kabule dayanır. Bu kabule göre mevcut her şey bir birlik içinde birbirine bağlanmıştır. Buna göre, iki nesne bir ilişki içinde ise, bu ilişkinin değiştirilmesiyle her iki nesne de değişir. Çünkü her ilişki, o ilişkide yer alanların bir parçası olan bir özellik doğurur.552 Schmoller, Milli İktisat disiplinini, insanın doğayla ilişkisinin çok geniş bir perspektif açıdan görür ve bugün mühendisliğin alanına giren pek çok şeyi bile iktisadın içinde değerlendirir.553 İçsel İlişkiler Doktrini’ni savunanlara ve Schmoller’e göre, iktisadın etkisini görmek istediği değişken dışındaki değişkenleri sabit kabul eden yaklaşım yanıltıcı bir tabloya neden olmaktadır. Doğru olan iktisadın tarih, siyaset bilimi, hukuk, ahlak gibi bilimlerle mümkün olduğunca ilişki içinde analizlerini yapmasıdır. İktisat, toplumun bütününden ayrı olamayacağına göre onun evrensel yasaları da yoktur. Milli İktisat’ta Organizmacılık İçsel İlişkiler Doktrini’nin den bağımsız düşünülmeyecek bir olgudur. Bu anlayışa göre bir uzvu diğer uzuvlarla uyum içinde ve üst organizmanın bir parçası olarak çalışır. Tarihçi Okul’a ve Schmoller’e göre de ekonomi de aynen böyle çalışır. Menger ise bu yaklaşımı eleştirmekte ve bu metodun iktisadi fenomenin ancak bir kısmını açıklayabileceğini düşünmektedir. Schmoller’e göre, Milli İktisat, her şeyden önce, tarih merkezli bir bilimdir. Milli İktisat, iktisadi fenomenleri tasvir eder. Tanımlar ve nedenlerini 552 553 Gordon,s.4 Schmoller,1893,s.2-48 174 açıklar ve aynı zamanda bir bütünsellik içinde kavrar.554 Her milletin kendi Milli İktisat’ı vardır ve bu bağlamda evrensel bir Milli İktisat yoktur. Klasikler soyut öncüllerle ve varsayımlarla Milli İktisadın genel kanunlarına ulaşabileceklerini sanarak yanılmışlardır. Menger’inde yapmaya çalıştığı aceleci ve erken genellemelerdir. Onun iktisat yaklaşımı ulus-devlet ve milliyetçilik ile bire bir örtüşür. Yani birey üretmez, millet üretir; birey tüketmez, millet tüketir; birey yatırım yapmaz, millet yatırım yapar. Her milletin de kendine has karakteri vardır, bunlar iktisadi faaliyetlerin incelemesinde en az somut değişkenler kadar dikkate alınmak zorundadır. Milli unsurları harekete geçirecek güç ise devlettir. Alt sınıfları yükselten, zayıfları koruyan, adaletli bir yönetim sergileyen, kanunları koyan, egoist sınıf çıkarlarının üzerinde duran, kuvvetli bir devlettir. 555 Bu görüş Prusya’lılık duygusuyla derinlik kazandırılarak Schmoller’in bir refah devleti sunumu olarak ideal şekline kavuşmuştur; Prusya’lı memurların ve Prusya krallığının alt sınıfların yükseltilmesi ve dayanışma için, yüksek sınıfların sahip olduğu hakların ve ayrıcalıkların kaldırılması için, zaferle savaştığı, bizim Alman devlet yapımızın en iyi mirasına, asla sadakatsiz olmamalıyız. 556 Adalet bir ideal tassavurdur ve gerçekliğe yaklaşmakla birlikte onu hiçbir zaman yakalayamayacağıdır. Bir insanın ahlaki hükmü adildir. Bu olgu bir tasavvurun idealidir. Tekil birey belki bunu tam olarak gerçekleştirebilir. Fakat bütün toplum ve onların eylemleri ise buna sadece göreceli olarak yaklaşabilir. 557 Adalet fikri, bizim ahlaki oluşumumuzun ve mantığımızın gerekli olan ürünüdür. Bunun neticesi ise sonsuzdur. Her zaman bir başka formla, fakat eşit şekilde manifesto eden gerçektir.558 Schmoller burada belirgin bir biçimde tarihçi-rolativist bir zeminde durmaktadır. Bu duruş ona bir yandan, adalet problemini ele almayı dayatmakta. Diğer yandan ise onu, genel geçer bir kanun aramaktan korumaktadır. 554 Schmoller,1893,s.14 Schmoller,1873,s.9 556 Dito,s.19 557 Schmoller, Gustav; Die Gerechtigkeit in der Volkswirtschaft, Leipzig,1904,s 22 558 Schmoller,1904, s.53 555 175 Schmoller’in teorisinin esas kategorileri olan sosyal sorumluluk ve adalet problemselliği ile ilgili ve çok itibar gören iki büyük makalesinde, bir randıman adalet kriteri geliştirir.559Bu ücretli çalışanlara prodüktive büyümesinden bir pay vermektir.560 Ayrıca bunu politik bir tehdit olan devrimi, sosyal sorumluluk içinden sosyal reformist bir çözüme kavuşturduğu için yapmamaktadır. Bunun esas nedenini kalifiye iş gücüne kavuşma ihtimalinin olmasından kaynaklanmaktadır. Böylece oluşturulan iş gücü pazarı zeminiyle Schmoller zamanında yakalanan büyüme-ve prodüktivite düzeyini uzun vadede garanti altına almış olacaktı. Teknik ilerlemenin problemlerini dikkatli bir şekilde kayda almıştır. Daha sonra bunları ‘humankapital’ oluşumu için düzenlenmiş düşüncelerle birleştirir. Serbest ücret tarifesi anlaşmalarını, bu iş gücü gelişimini sadece işçi sayısıyla değil, aynı zamanda işçilerin kalifikasyonları doğrultusunda mümkün kılar (ve eş zamanlı olarak çocukların eğitiminde garanti eden bir ücret olur) ve sosyal sigorta güvencesi ile birleştirir. Çünkü bu eğitilmiş kalifiye iş gücünün korumasını sağlar ve kriz ile hastalıklara karşı dirençli kılar. Daha 1863 yılında gelir vergisi konulu bir sorunun cevap yazısında Schmoller, von Hermann’ın “Klasik gelir kuramına” yönelik eleştirisini ele almış, prodüktivitenin getirisi ile ulaşılabilir gelir arasındaki farkı değerlendirmiştir.561 Schmoller için adalet ve reform kavramı çok önemlidir. İş gücü sorununun çözümünün alt sınıfları yükseltmek, olabildiğince eğitmek, barıştırmak, uyum ve sevgi ve toplum organizması ve devletin içinde yaşamaları anlamına geldiğidir.562 Böylece Millet yüksek kültür ürünlerinden, eğitimden ve refahtan yararlanabilir hale gelecektir. Bu bağlamda işçi sınıfı monarşik devletle bütünleşecektir. Monarşi Schmoller için reformların taşıyıcısıdır. Schmoller’in tüm konseptinin iki ana çizgisi vardır: 1-İş gücü varlığının ekonomik ve kültürel gelişime dâhil olması 559 Schmoller, Gustav; Über einige Grundfragen des Rechtes und der Volkswirtscaftslehre, in Schmoller,1874/75,s.98 1875 ve 1881 560 Seifert,1989,s.45 561 Schmoller,1863, Meyer 1887 562 Schmoller,1873,s.11 176 2-Bir ön kabul olarak, ücret artışı ve bununla paralel ahlaki ilerlemenin, sosyal durumun sürekli olarak iyileştirilmesinin koşullarını şart koşmasıdır. 563 Schmoller iktisadı şöyle tanımlamıştır: “İlişkilerin ve düzenlemenin, bir ya da daha fazla insan iş gücü ile materyal dış dünyaya etki ile geçim için takas ile öncelikle esas olarak kendi aralarında ve daha sonra üçüncü kişiler ile oluşturduklarının hepsinin kapalı çemberidir.” 564 İktisadi çabanın merkezi amacı, ihtiyaçları olabildiğince bol mal ile karşılamaktır. Mal ne kadar fazla olursa, bizim geleceğimiz o kadar güvence altına alınır. Geleceğe yönelik tassaruflar yapılabilir. Tüm iktisadi gelişmenin esas sırrı pek çok etkenin birleşmesindedir. Bu en eski kooperatiftir. Mükemmelleşmiş kurumları sadece vücutsal, ruhi ve ahlaki mükemmelleşmiş insanlar yapabilir. İnsani özellikler, sosyal kuruluşlar ve iktisadi kurumlar arasındaki karşılıklı etkileşim, esas önemli noktayı teşkil eder. Schmoller iktisadi fenomeni, statik değil, dinamik bir gözle görmektedir. Buradaki en önemli etkenlerden birisi ondaki tarihi derinliktir. Metodik olarak bir başarı göstermiştir. O teori ile tarih problemini görünür kılmıştır. Ona göre iktisadi olayların tabii ve psikolojik sebepleri vardır. Birinci kuşak Tarihçi Okul’un temsilcileri esas itibarıyla Klasik gelenek ile bir kırılmaya gitmeden, sadece geleneksel öğretinin üzerine tarihi ilave yapmak niyetindeydiler. Mesela bu Hildebrand’da, Ricardo ve Smith’in özel çabalarını methettiği zaman belirgin olarak anlaşılıyor. Klasikler tarafından tüm zamanlar ve halklar için geçerli olacak olan, teorilerden oluşturdukları kanunları eleştirmiştir.565 Bunun dışında, Klasiklerin konsepti onlar tarafından kısmen kabul edilir. Schmoller ise Klasik ekonominin çalışmalarını ‘gerçeğe yabancı konstrüksiyon’ olarak tamamen ret eder. Smith’in haleflerine, ayaklarının altındaki gerçek zemini kaybettikleri suçlamasında bulunuyor. 563 Schmoller,1873, son paragraf Schmoller, Gustav; Die Volkswirtschaftslehre und ihre Methode, in Schmoller,1893,s.528 565 Hildebrand, Bruno; Die Ntionalökonomie der Gegenwart und Zukunft,1848 Dasselbe in, Sammlung sozialwissenschaftlicher Meister, Bd,22,herausgeg, von Hans Gehrig, Jena,1922,s.27 564 177 Klasiklerin soyut –teorik araştırmasını kesin bir şekilde ret etmesi, vardır. 566 Bu durum Klasik gelenekteki bir Ricardo, Jevons ve Walras ile bir kırılmanın olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Schmoller’in teorisi gerçektir. Metodu ise, tarih, coğrafya, istatistik, psikoloji ve teknik tecrübe materyalleri ile oluşturulmuş bir çalışma biçimidir. En büyük önemi ise tarihi tecrübe materyaline vermektedir. Her ne kadar psikolojik ve istatistikî ampiri, şiddetle şart koşulmuş olsa bile567Schmoller kendi metodunu şu şekilde ortaya koyar:568 Metot belirli bir amaca ulaşmak için düzenlenmiş süreçlerdir. Bu bilimsel esaslara göre işleyen bir süreçtir ki bu süreç Milli İktisat’ın bilgi birikimine hizmet etmelidir. Bu metot Milli İktisat’ın zaman ve mekâna göre bütünsel bir resminin belli bir ölçüye ve tarihi ard arda gelişe göre ortaya konulmasına, iktisadi fenomenlerin karşılaştırmalı bir düşünce süzgecinden geçirilmesine bunları bütünsel bir kavramlar sistemi içinde düzenlemeye ve aynı zamanda bütünsel olarak kavramaya yardımcı olmalıdır. Bunu sağlayacak metotsa tümevarımdır. Klasik İktisat daha ilk ortaya çıkışında tümevarımla ilerleme kaydetmiş ancak bir kez öncüllere ulaştıktan sonra tümevarım kısmını tamamen bir tarafa bırakıp elde edilen sonuçları mutlaklaştırmıştır. Bu iki rakip metot için kriteri şöyledir:’Tümdengelimin bizim için yeterli olduğu, bizim bilimimizin ilerlemesiyle anlaşılır(tümdengelim metodunu terk etmek için)’Schmoller için tümevarımın ön koşulu, yeterli sayıda tümevarımla kazanılmış hükümlerdir. Aynı zamanda buna bir şart koyuyor; her tümevarımsal kazanılan cümle daha sonraki tümdengelim uygulamada doğru olmalıdır. Tümevarım Schmoller’in iktisadi anlayışında önemlidir. Fakat yine kendi ifadelerinde, tümdengelimi tamamen dışlamamaktadır. Onun vurgulamak istediği şey tümdengelimin yeterli tarihi veriye dayanması gerektiğidir. Ancak tümevarımla genel kanunlar bir kez elde edildikten sonra 566 Schmoller, Gustav; Über eine Grundfragen des Rechts und der Volkswirtschaft, Sendschreiben an H.Von Treitschke, in Über einige Grundfragen der Sozialpolitik und der Volkswirtschaftslehre, Leipzig, 1898,s.148 567 Schmoller, Gustav; Die volkswirtschaft, die Volkswirtschaftslehre und ihre Methode, Frankfurt am Main, 1949,s.545 568 Schmoller,1893,s.18 178 tümdengelim kullanılabilir ve Milli İktisat disiplini için faydalı bir araca dönüşebilir. Bu yolda Schmoller, problemlerin psikolojik, sosyolojik ve felsefi yanlarını da dikkate alan interdisipliner bir yaklaşımı savunmuştur. Detaylı tarihi araştırmalarla istemiştir.569 Milli İktisat’ı yanlış soyutlamalardan kurtarmak Yeterli birikim sağlandıktan sonra tümevarımla tümdengelim birlikte yürüyebilir. Yıllardır öğrencilerime sağ ve sol ayakların yürümedeki yeri ne ise tümevarım ve tümdengelimin bilimsel düşüncedeki yeri odur diyorum. 570 Klasik İktisatçıların hataları ise, Schmoller’e göre sadece tümdengelime yer vermeleridir.571 Kim belirli bir iktisadı ilişkiyi egoizmden değil de Milli karakterden, o zamanın ilişki formlarından hareketle açıklarsa o, tümevarımsal Milli İktisatçıdır. Milli İktisatta, onun tarihi, istatistiksel kısmında tümevarımın kullanılması metodolojik değil ontolojik bir zorunluluktur. Tarihi ve istatistikî araştırma ve bu tarz araştırmaların sonuçlarının sentetik kombinasyonları tümevarımsaldır.572 Schmoller hem ‘teoriyi’ hem de ‘tarihi’ birbirine eşit şekilde yan yana koymuştur. Ve tümden gözlem gibi tekil analizleri kabul etmiştir. Hatta birinin mükemmelleşmesini, diğerinin kesinliğine bağlı kılmıştır. Schmoller’in bununla ilk başardığı ise, Klasik Okul’un ‘fen ‘bilimselliğini,’ ‘dogmasını’ delmek olmuştur. İkinci olarak ise, kesin teorinin formalizminin yerine materyal bilgilenmeye yer vermesi olmuştur. Bütün bunlar şu parçaların üzerindedir. Bir bütün olarak bireye ait bir gerçeklilik oluşturmaktadır. Menger’e tezat olarak Schmoller problemin her iki tarafını da görmektedir. Schmoller’de ruhi, doğal, ahlaki, teknik, politik, manevi ve dini türden şartların tüm toplam etkileri fark edilir. Schmoller, Klasiklerin kendi çıkarının peşinde koşan insan varsayımını reddetmiştir. Bu varsayımın insan davranışını etkileyen faktörlerden sadece birisi olduğunu; Klasik iktisatçıların bu motifi iktisadi analizin merkezine 569 Schmoller,1893,s.63-5 Schmoller,1893,s.63 571 Schmoller,1901,s.110 572 Schmoller,1901,s.110 570 179 yerleştirmekle hata yaptıklarını vurgulamıştır. Bireysel fayda, tarihçiler tarafından inkâr edilmez, ama kendi anlamı içinde farklı değerlendirilir. Bu iktisadi yanlış görüntü algılaması ise, sadece egoist ekonomik oluşum nedenleri, iktisadi davranışın ve yansımaların sebebi olabilirmiş gibi düşünülmüştür. Bununla birlikte iktisat-toplum bağı daha fazla dikkate alınmalıydı ve özellikle bir toplumsal faktör olan ‘devletin’ ekonomi üzerindeki etkisi yeterince değer görmemiştir. Klasik ekonomi materyal refahı ve ilerleme bazlı olarak iktisadi süreci ve kurumları değerlendirmiştir. 573 Sosyal değerlerin bütününden sadece egoist-iktisadi değerler refahın artmasını teşvik etmez. Aynı zamanda materyal dışı ve egoist olmayan bir refah ile toplamda gerçekten sağlıklı bir strüktur olarak davranışlarında, kendini gerçekleştirme, iş görme, anlaşılmalı.İnsanların cinsiyet, kökensel anlamda saf olan zevk –ve nefret hislerinin yanında bir de kendini idame ettirme, sosyal kabullendirme güdüsü ve rekabet dürtüsü vardır. 574 Schmoller, doğal insandan yola çıkarak iktisadi fenomenin açıklanıp anlaşılabileceğini düşünmez. Ona göre, her bireyin kendine has bir karakteri varır. Bu karakter toplum tarafından da şekillenir. Bu noktada devreye Millet girer. Bu yüzden iktisadın analiz birimi birey değil millettir. İnsanların kazanma güdüsünü kamçılamak insanları barbarlığa iter. İnsanın gerek duyacağı hazların tatmini onun hayatının amacı haline getirilirse, hayatı birbirini dışlayan iki alana ayırır. İş ve hazdır. 575 Schmoller, kazanma güdüsüyle benciliği birbirinden ayırır. Kazanma güdüsüne sahip olupta; bencil olmayan pek çok insan vardır. Kazanma güdüsü bölgeden bölgeye farklılık gösterir. Aynı şehirde ki tüccarlar, arasında bile fark vardır. Tefecinin kazanma güdüsüyle sanayicinin kazanma güdüsü aynı değildir. 576 Rekabet dürtüsü ilerlemenin tekeri olarak görülür. Daha sonraları kültür teşvik edici bir niteliğe bürünerek kazanç dürtüsü olarak ifade bulur ve 573 A.Amonn Grundzüge,s.355-356 Smith sosyal kabullendirme dürtüsünü, insanlarda ahlaki davranışın kökeni olarak yorumlar. Schmoller,1901,s.25-36 575 Schmoller,1901,s.34 576 Schmoller,1901,s.37 574 180 şeref, liyakat, kudret v.s.etrafında dolanır.577 Kazanç dürtüsünün ortaya çıkışı geliştirilmiş ürün-para-kredi olanaklarına bağlıdır. Pazar sadece sosyal hukuki birim olarak oluşur. Ve tüm Pazar hareketleri toplumsal ahlaki –hukuki düzen içinde gerçekleşir. Sosyal kabullendirme dürtüsü üzerine, toplumsal gruplaşma varlığı yaslanıyorsa, toplumun hareketleri de rekabet duygusuna dayanır. Schmoller’in mikro ekonomik temel modeli ‘Grundriss’in ikinci temel cildinde bulunur. Pazar Schmoller için bir soyutluluk değildir. Bunun yerine zaman –mekân içerisinde somut ve ayrıştırılabilen bir kurumsal organizasyondur. Biz politik hukuki ve iktisadi kurum olarak, belirli bir amaca hizmet eden, topluluk hayatının kendi başına ulaştığı bir düzeni anlarız. Bu ticaretin sağlam yapısını oluşturur. Mülkiyet, kölelik, kulluk, Pazar varlığı, para varlığı ve yatırım özgürlüğü işte bunlar kurumsallık örnekleridir. Her kurumda söz konusu olan maneviyat, ahlak ve hukuk üzerine bir dizi alışkanlık ve kuraldır. Bunların ortak bir noktası veya amacı vardır. Kendi içlerinde birbirlerine bağlı bir sistem oluştururlar. Ve ortak bir pratik –teorik eğitimden geçerler. Biz organ oluşumu altında kurumların kişisel yönünü anlarız. Evlilikte bir kurumdur. Aile ise organdır. Ekonomi-politiğin çeşitli zaman ve ülkeleri karşılaştıran evresi aynı zamanda doğal ile teknik farklılıkları, ırksal farklıkları, sermaye miktarı ve benzeri olguyu hesaba katacaktır. Fakat öncelikle kurumları ve organları karşılaştıracaktır. İktisadın, aile, topluluk, devletsel yasaların, ziraat ile yatırım işletme formlarının, Pazar ve transfer varlığının kurumlarının, iş bölümü ve sınıf oluşumunun nasıl dernek, kooperatif, birlik ve kurumlarda sabitlendiğini araştırır. 578 Schmoller bütün kurumların ve organizasyonların temelci ikiliğine dair bir teori formüle eder ki burada bu ikilikten kastedilen sempatetik içselleşen ve egoist ayrılan eğilimlerdir. Mikro seviyede olan insanın orta seviyede kurumlar ve makro seviyede olan topluma dönüştürülmesidir. Örneğin kredi şirketleri ‘iki eğilime veya ruha’ sahiptir. Biri idealist-paylaşımcı, borçlu 577 578 Schmoller,1978,s.17-35 Schmoller,1978,a,s.64 181 ortaklığı ve yüksek kar elde etmek isteyen hissedarların kar merkezli eğilimi. Ancak bunlar her organizasyon ve insan göğsünde olan iki trenddir.’ 579 Sigorta şirketleri için de aynı gerilimden bahsedilebilir. ‘Saf bir kanunsal ve egoist tarafa ve tamamıyla insancıl ve kamusal tarafa sahiptirler,’ işadamı için ilk özellik çekiciyken sosyal politikacıyı ikinci kısım çeker.580 Bireycilik ve bütüncülüğün bir nevi aşkınsal bir bakışında her ne kadar son söylediğine daha yatkın olsa da Schmoller çağımızın büyük sorusunu hangi etik kurallar ve sosyal kurumlar ile ahlaki ve ekonomik varlığımızı tehlikeye atmadan açgözlülük ve sosyal adaletsizliği yasaklayabileceğimiz olarak görür. Schmoller için esas nokta bireycilik ve bütüncülüğün toplum ve ekonomi dâhilinde dengelenmesidir. Bu noktada ekonominin büyük sorunu olarak şöyle bir şey formüle eder: Ekonomik gelişimin büyük sırrı birçok kişinin ortaklığını gerektirir. İnsan karakteristikleri ve sosyal ekonomik kurumlar arasındaki etkileşim anahtar noktadır. Gelişmenin zorluğu daha büyük sosyal birimlerin ve daha karmaşık organların kurulmasında yatar.581 Bu Schmoller’in ekonomi görüşünün özel bir karakteridir ve Menger ile olan metot tartışmasında bunu imlemiştir. Bu aslında metot üstüne bir tartışmadan ziyade tözsel sorular üstüne eğilen bir tartışmadır. Menger hatalıdır zira o sadece temel değişim süreçlerini analiz etmiş ve değişim, değer, para v.b. gibi kavramların tözünü düşünmekte ve ekonominin omurgası değinmemektedir.582Kant’ın olan ekonomik manevi organlara öğretilerini ve kabullenme kurumlara sonucu Schmoller, tüm vatandaşların daha fazla eğitilmesine büyük önem vermiştir. Onun yeni eğitim kurumları oluşturmaya yönelik sürekli olan çabaları sonucu, ‘bilgi ile kendini özgürleştirme’ çizgisine ulaşmıştır. Söz konusu eğitimle toplum içindeki yerlerini hazırlamak amacını gütmekteydi.583 579 Schmoller,1978,b,s.288 Schmoller,1978,b,s.398 581 Schmoller, 1978,b,s.748-749 582 Schmoller,1883,s.247 583 Schmoller, Die Reform der Gewerbeordnung .., s. 160,Ein Wort über den neuen organizationsplan für die preussischen provinzialgewerbeschulen , jahrbücher für nationalökonomie und statistik , cilt 15 , Jena 1870,s.89 580 182 Schmoller,4.2.1890 yılının imparatorluk bildirimlerinin tartışılması esnasında ve bazı başka vesilelerle ‘ekonomi politik krizin’ ve ‘sosyal demokrasinin’ yedekte beklettiği perspektiften büyük memnuniyet duymuştur. Çünkü ‘çok zaman önce hazır hale gelmiş olan çocuğu, bu şekilde reformist bir iktisadi politikayla ve Milli bir stille hayata bağlamak mümkün olacaktır.584 Yaptığı tarihsel araştırmaların sonunda, zayıf grupların devrimden hiçbir kazancı olmadığını ortaya çıkarmıştır. Hatta birbirine rakip olan kuvvetlerin elinde adeta bir oyun topuna dönüşme riskini taşıdıklarını belirtmiştir.585 Bu sorunun cevabını ise daha doktora tezi çalışmalarında ortaya koymuştu. 586 Endüstrileşme ve teknik devrim sosyal değişimlere yol açmıştı. Bu değişimler zayıf vatandaş gruplarının karşısına, zamanının sosyal sorunları olarak olanca sertliği ile kendini göstermiştir. Bütün bu nedenlerden dolayı, zayıfların korunması sadece toplumsal ilişkilerin sosyal manada yönetilmesi için sabit ve geleneğe dayalı kurumların regülasyon vazifesi görmesi ile mümkün olabilirdi. Schmoller’in bilimsel bilgilenmeleri regülasyon mekanizmasının temelini oluşturacaktı. araştırmayla, Bu bilgilenme ise karşılaştırıcı tarihçi sosyal ampirik olarak kontrol edilebilir olan bilgi formunda sosyal realite ile olan bağlantılarında hazırlanmalıdır.587 Schmoller bunun ötesinde kamusal maneviyatın eğitim kurumları tarafından kalkındırıldığını görmek istiyordu. Bunun içinse regülasyon neticelerinin kontrolü için ampirik gerçekliğe başvurmuştur. Kurumsal düzenlemelerin toplumsal kontrole açılmasıyla, geniş bir kamuoyunun anlayışının düzeleceği beklentisi içersindeydi. Böylece çoğu kez hayali tasavvur suçlamasıyla karşı karşıya 584 Schmoller , Die Kaiserlichen erlasse vom 4. 2 . 1890 im Lichte der Deutschen Wirtschaftspolitik von 1886 bis 1890 , Jahrbuch , 1890 , s. 699 585 Schmoller, Offenes sendschreiben… s. 117,Schmoller için toplumdaki zayıfları sömürüden korumanın yolu iyi geliştirilmiş kurumsal düzenlemelere bağlıydı. 586 Schmoller, Zur Geschichte der nationalökonomischen Ansichten in deutschland wahrend der reformationsperiode, Zeitschrift für gesamte Staatswissenschaften 1860,s.461-716 Schmoller gelişimi bu şekilde teorik ekonomik hareket noktaları itibarıyla incelemesi sonucu Roscher‘in dikkatini üzerine çekmişti. Aynı tematiğin geleneksel Tarihçi Okul gölgesinde bulunan Heinrich Wiskemann tarafından da tarihçi bir şekilde incelenmiş olması, Roscher ‘ e mukayese imkânı vermişti. 587 Schmoller , Die soziale Bewegung in Deutschland von 1770 bis 1912 im Lichte der marxistischen Klassenkampfidee , Jahrbuch 1938,s.9-21 183 kaldığı, sosyal kurumların sürekli olarak iyileştirilmesiyle ahlaki bir ilerlemenin sağlanabileceği inancıyla birleştirmişti.588 Schmoller’in dogmatik olmayan düşünce şeklini aynı zamanda onun sendikalar üzerine olan değerlendirmelerinde tespit edebiliriz. Ayrıca bu düşüncelerini Brentano, Wagner ve diğer Kürsü Sosyalistleriyle mukayese ettiğimizde, aradaki fark daha net bir şekilde anlaşılacaktır. Schmoller’in ‘doğal bir düzenin prensiplerine uygun olarak’ oluşturulmuş politik önlemleri ret etmesi, burada bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır. 1864 yılında sendikal kuruluşların hukuki olarak tanınması ve çalışma hayatının bünyesine dâhil edilmesi için çalışmalar yapmıştır. Fakat Schmoller bu çalışmaları, iş hayatını engelleyen eşitsizliği ortadan kaldırmak ve işçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi noktasında gerçekleştirmiştir. Hâlbuki Schmoller bir yandan bu sendikaların doğal olarak bazı sorunları beraberinde getirdiğinin farkındaydı. Bu yüzden bu problemlerin büyümeyi ve teknik ilerlemeyi engellemesinden endişe duyardı. Schmoller’in spesifik kurumlara olan ilgisi burada da anlaşılmaktadır. Şöyle ki bunlarla toplumun tespit edilen bölümlerinde tatmin edici bir düzenleme gerçekleştirmeyi arzulamıştır. Ayrıca bu tedbirler, bilimsel değeri kalmamış dogmatik prensiplerden ihtiva edilen önlemlerin yerini almıştır. Schmoller büyük bir dikkatle İngiltere’nin iç iktisadi gelişimini incelemiştir. Ayrıca Karl Marx’ın ve Manchester liberalizm tezleriyle çok önceden tanışma fırsatı bulmuştur. Onun 1862 yılından beri yürüttüğü çalışmalar, endüstrileşmenin yeni üretim şekilleri için beraberinde getirdiği hızlı teknik ilerlemenin zanaatkâr, işçi, orta sınıf, eğitimsiz işgücü, zayıf ve diğer düşkünler için korkunç neticeleri beraberinde getirdiğini göstermiştir. Onun dogmatik olmayan tavrı hem Klasik sonrası liberalizmden hem de Marksist görüşten oldukça uzaktaydı. Schmoller’in tutumu, daha önce belirtildiği şekilde iktisadi çerçeve koşulları içersinde bir reform talebine yönelikti. Şüphesiz ki bu talep ‘sosyal politika’ esas 588 alınarak yaratığı etkiden daha tabiri, fazlasını bugünkü dil anlayışı ifade ediyordu.Geçiş Schmoller, 1904, s. 255, Schmoller‘in kurumların dogmatik hareket noktaları yerine, hukuki düzlemde araştırılması gereği konusundaki görüşü, bu bağlamda unutulmaması gerekir. 184 yansımaları görünmeye başlamış bir toplumun temel taleplerini formüle etmeye çalışmıştır.Bu formülasyonlar esas itibarla iktisadi anlayışla kumanda edilen düzenin çerçeve koşullarını oluşturmaya yönelikti. Bunlar ekonomik olayların oyun kuralı olarak genel anlamda kabul görmeliydi ve endüstrileşmenin refah artırıcı etkisini azaltmamalıydı. Ayrıca gelir ve servet farklılıklarını azaltarak sınıfsal farklılıkların artmasını engellemeliydi. 589 Schmoller’in sosyal reform talebi onu Brentano ve Wagner gibi oldukça farklı politik yönleri temsil eden bilim adamlarıyla uzlaşma zorunluluğunu getirmiştir. Schmoller parlamenter parti hükümetlerine sahip ülkelerde, örneğin İngiltere’ de, özellikle zayıf sınıfların teşvikinin yetersiz olduğunu belirtmiştir. Ayrıca burada birbirine rakip güç odakları tarafından halkın aşırı şekilde sömürüldüğünü belirtmiştir. Asalet ve sermayenin zengin ile fakir arasındaki uçurumu daha da açtığına işaret etmiştir.590 Bunlar işsizlik, barınma sorunu, şehirleşme, aile yapısının çökmesi, sömürü, yeni bir proleter sınıfın ortaya çıkması, açlık ve sosyal yoksunluktur. Schmoller bunları birtakım dayanışma toplulukları kurarak azaltma ve yok etme cihetindeydi.591 Schmoller’e göre Milli Ekonomi temelinde ampirik bilim olan yeni bir sistematikle, bu türden yönlendirici müdahaleler için uygun olan kurumları oluşturmalıdır. Bu da bizi Schmoller’in ekonomisinin merkezine getirir: “Teorimizin temel fikri bizim ekonomi kuramımızın ekonomik hayatı kendi bütünlüklerine sınırlar ve içselleştirilmiş bir bölgede sahip olan politik ve sosyal organlar içerisinde olduğudur. Ama ilk olarak onların ruhsal birliktelikleri kanunlar, ahlak ve din gibi aktörlerin sosyalizasyonu ile sağlanır 589 Schmoller, Offenessendschreiben… s.43 Schmoller‘in sürekli istekleri arasında devletin aktif bir rol üstlenmesi, sosyal olayların yöneltilmesi için çerçeve koşullarının oluşturulması, empirik teorik olmuştur . Bunlarla sosyal çıkarımları garanti altına almak istemiştir. Tüm çalışmalarında bu taleplerin dile geldiği görülür. 590 Schmoller, Die soziale bewegung in England von 1770 –1912 im Lichte der marxistischen klassenkampfideen, jahrbuch 38, s.67 591 1864 ila 1878 yılları arasındaki yazılar kurumların kurulmasına ve çıkar çatışmalarının önlenmesine yönelik bir dizi tavsiye içerir. 592 Gustav Schmoller , Über Einige Grundfragen Des Rechts Und Der Volkswirtschaft . Ein offenes Sendschreiben an Herrn professor Dr. Heinrich von Treitschke, Halle 1874,s.45 593 Schmoller, 1978,a,s.9 185 ve bunlar onların temel ifade ediliş biçimleridir.592 Bağımsız pazarlardan çok, az çok düzenli kurumlar ekonominin temelidir ve bunlarda kanunlara, ahlaki kurallara ve dine bağımlıdır.593 Ekonomi, kültür, sosyal ve politik organlar verimli gelişimi sağlamak için beraber çalışmalıdır. Schmoller politik kurumların giderek azalan bir öneme sahip olduğu ve endüstrinin, ekonominin, yatırımın, bireylerin ve bilginin önündeki tek engel oldukları şeklinde ifade edilen fikre ve dünya toplumunun birbirini aşan politik ve normatif değer bağımlılıklarını gerçek kılmak için fazla kompleks olduğu yönündeki fikirlere şiddetle karşı çıkardı.594 Onun için kurumların önemi artar zira kompleks toplumlarda hilecilik ve fırsatçılığın getirdiği karlar artar. Becker ve Stigler’i de eleştirerek, onlar herhangi bir ideolojinin sistem hakkındaki iyilik veya adalet hakkındaki yargısını etik ve ahlaki değerler olarak addederek duymazdan gelir. Sadece bireyselci rasyonel amaçsal davranış tarihine karşı: “Seküler ekonomik değişimler sadece değişen görece fiyatların neoklasik modelleri vurgulamasından ötürü değil aynı zamanda kendi durumları üstünde çelişen bireyleri ve evirilen ideolojik perspektiften de kaynaklıdır.”595 Schmoller için sosyal kurumlar tarafından karşılıklı güven organları oluşturmak için merkezi bir şekillendirme işlemine yatırım yapılmalıdır. Ekonomik sistemler politik makro içerisine gömülüdür ve bunlar barış yaratan ve koruyan topluluklardır. Onlar içsel olarak tekil ve dışsal olarak farklılaşmıştır ve bir dost –düşman şemasına göre çalışırlar. İlk olarak hislere ve kansal akrabalığa dayalı olan bu formel kurallar evlerin gelişmesi, kalıcı tarımın, büyük grupların ve daha yoğun bir kalabalığın olmasıyla daha önemli hale gelmiştir. Askeri çatışmalar merkezi bir tahakküm sistemine ve yönetici bir liderliğe yol açmıştır ve bunlar daha önceden merkezi olmayan ve egaliter olan toplulukların yerini almıştır. Savaşçı, rahip, aristokrat ve bürokrat 594 595 Luhmann,1997,s.78 Schmoller,1981,s.58 186 grupları var olmaya başlamıştır. Bunların düzenlenmesi ve üst seviyede entegre olması iktidarı oluşturmuştur. Bu da politik temelli mülkiyet haklarının ortaya çıkmasına izin vermiştir. Bu durumlar legal olarak sağlam daha büyük Pazar ve ticaret bölgeleri için gereken önkoşullardır.596 Schmoller tarafından zamanında talep edilmiş olan kurumsal düzenlemelerin barıştırıcı etkileri bu şekilde gerçekleşmiş ve bir zamanlar aşılmaz olarak görünen üretim erkine sahip olanlar ile olmayanlar arasındaki sınıf çatışmasını ortadan kaldırmıştır. Sendikaların ve sosyal demokratların çatışmacı tavırları, Schmoller’in sosyal politikaları sayesinde rekabet eden bir işbirliğine dönüşmüştür. Gerçektende Schmoller’in Treitschke’nin dogmatik mülkiyet kavramına yönelttiği eleştiriler ve onun büyük işletmelerin organizasyonuna ilgin görüşleri, Alman anayasal sistemine paragraf 14‘te “mülkiyetin sosyal bağlamı” olarak girmiştir.597 Schmoller ilkin 1864 yılında sistematik olmayan bir şekilde dile getirdiği ve sonraları sık sık tekrarladığı talepleri, uzun zaman önce modern kurumsal kanunlara dönüşmüştür Schmoller tamamen yeni kurumsal regülasyonları şu alanlar için talep etmiştir: İşçilerin ortak çıkarları doğrultusunda koalisyon hakkının tanınması ve sendikal derneklerin ihtivası, grev hakkı. İşçi ile işveren arasındaki çatışmaların giderilmesine yönelik uzlaştırıcı kurulların oluşturulması, ticari düzenin reformu ve ticaret mahkemelerinin kurulması, işçi ile işveren arasındaki tarife görüşmelerinde yasal eşitliğin tesis edilmesi, özel emekli sandıklarının kurulmasına yönelik yasal alt yapılar, iş akitlerinin yasal fesih şartları, kaza – ve hastalık sigortası, fabrika kuralları ve buna uygun denetim kurulları, kadın ve çocuk işçililiği… Schmoller’e göre, Pazarlar şekillendirilmiş kurumsal yansımalardır. Belirlenmiş ve nötr olmayan kurallar bunu takip eder. Nasıl ki nötr para yoksa nötr ve regülasyondan geçirilmemiş bir Pazar yoktur. Bu kuralı ve kantitatif olarak şekillenebilen anlayış ile neo klasik arasında görüş farkı oluşturmaktadır. Burada geçerli olan ekonomi-politik, özel ekonomilerin 596 Schmoller,1978,a ,s.12-45 Schmoller, Gustav; Zur Geschichte der deutschen Kleingewerbe im 19.Jahrhundert Statistische und nationalökonomische Untersuchungen, Halle,1870,s.606 597 187 sadece bir dışsal toplamı olarak ele alınır. Ve ekonomik faaliyetler ise sadece mal kalitatifliğinin mekanik bir oyunu olarak değerlendirilir. Grundriss’in ikinci cildinde tarihçi bir perspektif içinde belirtildiği gibi ekonomi-politik önemli oranda bir toplumsal tertiptir. Modern toplumlar kendilerini özellikle anlaşma hukukunda gösterirler. Bu pozitif antlaşma hukuku, bugün kendisini sayısız iş ahlakı kuralında, transfer geleneğinde ve statüde kendini gösterir. Buna ilave ceza ve yönetim hukukunu, yatırım hukukunu ve derneklerin statülerini sayabiliriz. Bütün bunların birleşmesiyle, tüm ekonomi-politik sürecin tüm mal ve hizmetlerin büyük toplumsal normlaştırma sistemi ortaya çıkar. Bu bir normlar, yasaklar sistemidir. Her zaman ahlaksız anlaşmalar cezalandırılmıştır. Amaç burada zayıfı kollamak, genel çıkarı hedeflemek ve ahlaksız bireysel kudretin önüne geçebilmektir. Öyleyse ekonomi- politiğin ön koşulu normlaştırmadır. Schmoller bu konuya 152ff de pazarın varlığı ile oluşumu ile ilintili olarak değinmiş bunun eşit bir şekilde çalışabilmesinin giderek artan bir kural etkinliğe ihtiyaç duyduğunu belirtmiştir. Bu iş sadece kamuoyunun şeffaflığında, şiddet ve sahtekârlığın ortadan kaldırılmasıyla, Pazar varlığının toplumsal düzene alınmasıyla, ölçü-ağırlık para varlığının kontrol altına alınmasıyla mümkündür. Bundan dolayı pazarlarda hiçbir zaman basit egoist dürtüler ve basit kar istekleri egemen olmaz. Toplumsal duyarlılıklar töreler ve düzen bunları bir şekilde sınırlandırmalıdır. Bu sınırlandırma pazardaki insan çeşitliliği arttığı oranda artmalıdır. Ortodokslar için “Pazar” gerçeklik içersinde konumlanmış ve akis etmeyen bir şekilde doğal olarak gelişen bir ‘varlıktı.’ Şekillendirme olanağı yoktu ama teşvik ile görünür hale getirilebilirdi. Schmoller için Pazar ampirik araştırmayla ulaşılabilen bir düzenleme aracıydı ve bağlantıların bilinmesi durumunda nesnel belirli bir çerçeve içersinde şekillenebilme kabiliyetine sahipti. Ekonomik rekabet kompleks ve çok basamaklı bir yapıdır.Schmoller’in aslında rekabet dediği şey komplike toplumsal, her türden yarı psişik yarı materyalist süreçtir. Bunların çeşitli sonuçları vardır. Ancak kişi ve grupların, pazarın büyüklüğü ve darlığı transfer ilişkilerini, psikolojik ve ahlaki atmosfer, 188 etkin olan hukuk kurumları arasında bir fark gözettiğimiz zaman, iyi ispatlanmış bir neticeye ulaşabilir. Rekabet bir kanun ile belirlenmez.598 Pazar aktörleri çoğu kez asimetrik bilgilerle karşı karşıya kaldıkları için, rekabet baskısı doğru kanallara yönlendirilmelidir. Neo klasiklerin Pazar partisiplerinin takas eşitliğini, mükemmel bilgilenmesini ve yeterli bir gelecek oryantasyonunu oluşturmuştur. Bu ise Schmoller’e göre, daha yapılanmalı ve öncelikli olarak şekillenmelidir. Aktörler prensip olarak mükemmel bilgiye sahip değillerdir. Bunun yerine dış çevreyi yorumlanmış konseptler vasıtasıyla algılarlar. Bunlar içsel bireysel algılama sonucu geniş bir varyasyon gösterebilirler ve iktisadi sürecin evrimsel karakteri tarafından sürekli olarak yenilenmeleri gerekmektedir. Davranışları bunun için determine değildir. Ve öngörü kabul etmez. Çünkü öncelikleri sürekli tecrübelere dayalı değişimlere tabidir. Ve bunun için aktörler daha önceden sabitlenemeyen evet-hayır pozisyonları alabilirler. Sürekli olan regülâsyonların yerine, değiştirilebilen kuralları takip eden planlar ve kurumlar geçer. Davranış pozisyonları çoğu kez objektif değildir. Tamamlayıcı değildir ve rakamsal olarak ifade edilebilir nitelikte değildir. Bunun yerine komplekstirler ve bu belirgin bir azamileşme problemi olarak seçim pozisyonunun tanımlanmasında şüphe uyandırır. Pozisyonlar ise, belirtilmiş, yorumlanmış ve davranış hedefi ile etkilenmiş konseptler tarafından elde edilir. Saf veriler veya bilgiler yoktur. Nesneler onu kullanan insanlar ne düşünüyorsa odur. Beklenti genel prensiplerin kısmi gerçeklikler üzerinde kullanımıyla oluşur. Gerçeklik ise o kadar kişisel geçmiş ile deneyime, yoruma, tecrübenin karakterine bağlıdır.599 Schmoller’de tüm rekabet insani dokunuşa bağlıdır. Bu dokunuş kendini görme, kendinle konuşmadır. Ayrıca tüm katılımcıların fiyatlar, stoklar, mal kalitesi konusunda bilgi ve haber alabildikleri oranında bir oryantasyona gereksinim vardır. Rekabetin türünü belirleyen faktörler ise 598 599 Schmoller, 1978,b,s.40-55 Schmoller,1978,b,s.40-57 189 genel iktisadi yetişme, kamusal organizasyonunu iyi veya kötü oluşu ve iş dünyasının ahlaklı veya ahlaksız oluşudur. Arz-talep arasındaki bilgi aktarımı ise sömürüye oldukça açıktır. Çünkü burada bir taraf oldukça kötü bir oryantasyona sahiptir. Rekabetin iyi etkilerinin görülebilmesinin başında, olabildiğince iyi, çabuk ve gerçekçi hareket eden bir sivil görüşün olmasıdır. Tabii ki hiçbir kamusal uygulama veya sivil teşebbüs insanları Pazar, iş ve mal konusunda aydınlatmaz. Fakat sahtekârlığı ve sömürüyü ortadan kaldırmak için gereklidir. Bunun ötesinde, Pazar katılımcılarının tamamının davranışlarının toplum üzerindeki etkilerini dikkate alarak, buna uygun olarak ileri bir görüş ile topluma zarar verecek davranışlarına yön vermeleri gerekir. Bu mümkün olmadığına göre, maneviyatın, ahlakın, hukukun genel kuralları ile bu zararın oluşmaması için oluşturulmalıdır. Bu geniş tutularak pazarın kendisine de uygulanmalıdır. 600 Yani rekabet regülâsyondan geçmelidir. Schmoller bu görüşleri ile metodik olmayan ve uygulamacı perspektif taşıyan ekonomik hermeneutğin ilk işaretlerini vermiştir. Schmoller’de değer en içsel dürtü ve iktisadi davranışa en yakın kökeni olarak karakterize edilir.’Değer’ genel olarak bizim ruh hayatımıza eşlik eden ve bizim bütün davranışlarımıza egemen olan yansımadır. Her tassavur ile her izlenme zevkin ile nefretin kabul etmenin ve ret etmenin bazı hisleri eklenir. Bu hisler belirli bir kuvvete ulaştığında ise bilincimize ulaşır.601 Schmoller berrak olarak tanımlanmış ve mal alanı ile sınırlı bir öncelikler düzeni tasarlamamıştır. Bunun yerine kompleks antropolojik – psikolojik temel görüşüne uygun olarak, bilince olan yönelişin hiçbir zaman tamamlanmayan dinamik bir içsel değer yargısına ve düzenli değer verme duygularına öncelik vermiştir. Schmoller organizasyoncu tezden yola çıkarak, tekil ‘değer ölçülerini’ izole edip taksim ettikten sonra ihtiyaç derecesine göre sıralamak yerine tüm ‘değerlendirmelerin’ karşılıklı bağımlı olduklarını ifade eder. Böylece değerlendirmeler söz konusu zamandan-mekândan ve değerlendirmeyi yapanın genel durumundan etkilenir. ‘Hayal eden ve 600 601 Schmoller,1978,b,s.52-53 Schmoller, 1978,b,s.109 190 hisseden varlığın içinde bulunduğu genel durumu bize açıklayan değer hisleridir.’Her zaman geçerli olan ise, ruhun komplike bir işlem içinde oluşudur. Hayal edenin kar zarar hesaplamalarıdır. Çünkü bir değer hissi oluşturan tassavur bunun hemen yanında olan diğer tasavvurlarda bir çatışmaya girer. Çünkü bizim ruhumuzun önünde seçenek olarak bir dizi amaç vardır. Bu amaçların her birinde genellikle bir dizi vasıta seçeneği mevcuttur. Bunun sonunda bizim değer duygumuz şunları söyler: Çok sayıda seçenek, ihtimal, amaç, mal ve davranış açısından bugün ve yarın tercih edilecek budur ifadesinde bulunur.602 Schmoller için değerlendirme, hiçbir zaman rasyonel tanımlanmayacak tercihtir. Bugün ve yarın tercihini yapar. Schmoller tercihte bulunan bireyin, tüm genel eğitim tarihi tarafından etkilendiğini dikkate alır. Böylece bireyin tarihi onun değerlendirmeleri ve ufku konusunda belirleyici faktörlerden biridir. Tüm değer hisleri ve hükümleri güncel olan zevk ile nefret kabul etme ile etmemenin yanında, eski hislerin ve geçmiş hükümlerin birikimine dayanır. Değerlendirme üzerine olan bu holistik bakış bariz bir şekilde neoklasik tasavvurdan uzaklaşır. Burada değer sübjektif değer teorilerinin aksine esansiyel bir biçimde tüm ekonomik davranışın son birimine ulaşmayı hedeflemez. Ve kantitatif bağıntıları, matematiksel yöntemlerle ortadan kaldırma girişiminde bulunmaz. Değer veren bağlantının, toplam basit birimlerin veya tandans olarak evrensel olan alakasız kombinasyon eğrilerinden elde edileceğine inanmıyordu. Schmoller ekonomi-politiğin, bu birimlerinin belirli bir otomatik-mekanik ortak iletişimlerinin neticesinde bir denge arayışına girdiğine dair olan, bir ispatlama ihtiyacı hissetmemektedir. Ondaki değer tanımlama sistemi aynı zamanda, formel-mekanik oluşumların nerede maliyetli olduklarını gösterir. Schmoller’in sübjektif olarak görülebilen bu değer teorisi istikametinin dışında, aynı zamanda bir ikinci yönü de vardır. Schmoller’in düşüncelerine göre, iktisadi faaliyetin hukuki ile ahlaki temellerine ve ‘ortak insani anlayışın 602 Schmoller,1978,b,s.109-111 191 psikolojik temeli anlamında dil ve yazıya’ yaklaşmak mümkündür. 603 Schmoller’in buradaki yayınları, kendi zamanının sosyal bilimsel araştırma sonuçlarına dayanır.604 Tüm değerlendirmenin tüm düzenine hâkim olan bu ölçütler, sadece basit sübjektif hatıralardan kaynaklanmaz. Ve her ne kadar hatıradan gelen tekil değer yargısını, genel değer bağlantısı içinde bir araya getirse bile, bunlar dilin, anlaşmanın, toplumsal bağlam ve hükümlerin bir neticesidir. İşte bu şekilde her sübjektif değerin içinde ‘objektif’ değer vardır. Schmoller burada saf sübjektif beklentiyi dışlayan bir bilgilenmeden yola çıkarak değerlendirmenin bir tekbencilik –basit tek olanın öğretisi olmadığını belirtir. Bunun yerine değerlendirme onun toplumsallaştırma teoremi doğrultusunda olduğu gibi, büyük bir bölümü diğerleriyle olan anlaşma sonucu ve basit devralma yönteminden ibaret olduğunu belirtir. Böylece tüm sosyo-psikolojik araştırma ve teorilere temel baz olarak görülebilecek bir cümle ortaya koyar. Bunun neticesinde radikal sübjektivizm için neredeyse hiç anlaşılmayacak olan bir mucizeyi ortaya koyar. Bu saf sübjektif değerlendirme eylemleriyle, objektif fiyatlara nasıl ulaşılacaktır. Bu soruya bireysel olmayan sosyal yönden verilecek iki basamaklı bir cevap vardır. Çünkü birey değeri, toplumun genel değerlendirme ufkunun yanında aynı zamanda referans grupları tarafından belirlenir.’Her değer hissi ve değer yargısı, ikili bir tabiata sahiptir. Bunlardan ilki, bireyin ruhunda oluşmuş olmasıdır. Bireyin değeri burada dürtüleri ve yapısı, kaderi o anki durumu ve uyarımlar tarafından belirlenir. İkincisi ise bu aynı zamanda duyguların ifadesi, bir toplumsal sınıfın tasavvurları ve ruhi-sosyal bir atmosferin eseridir. Schmoller değer problemine enteraktif ve tarihsel bir perspektif çizer. Çünkü değerlendirmeyi ve hissetmeyi, diğerlerinin yanında tarihsel bir gelişim süreciyle tespit edildiğini düşünür. Ve bireysel değerlendirme üzerinde kökten etki ettiği tahmin edilen başkalarının değer yargılarını bu hesabın içine katar. 603 Schmoller,1978,a,s.112-117 Bununla birlikte bu sosyal bilimsel araştırma sonuçları bugünde büyük oranda geçerliliğini korumaktadır. 604 192 Schmoller için aynı şekilde marjinal faydanın takip edilmesi, bir dürtüleme kaynağı değildir. Schmoller bunun yerine bunu belirli sosyal değerlendirme süreçlerinde oluşan bir davranış heyecanı olarak yorumlamıştır. “Egoist,” kendisini aile veya başka bir çevrenin ortamına yerleştiren birinden, farklı olarak değerlendirmede bulunur. Fakat egoist, diğerleriyle bir mutabakata varsa bile, sadece kendisine inanır. İnsanlığın büyük bir bölümü, bir otoritenin veya çevrenin kabul ettiği ve kamuoyunun benimsediği açıklamaları, değer olarak onaylar. Tekil insan burada ne kadar saf ve primitifse, bu eğilim artar. Ve sürü içinde kendini hayvan gibi hisseder ve hüküm verirse o kadar bağlılığı yüksek olur. 605 Değer elementleri babında ‘en özgür sübjektif değer hissi’ ile ‘toplumsal –objektif değer hissi’ arasında bir ayrışıma gider. Ayrıca bunların arasında bir diyalektik ilişki oluşur. Bu nihayetinde dilsel –hermeneutik anlama ile değerlendirme süreçlerine dayanır. Schmoller’in kavram seçimleri ise, onun tarafından belirtilen J.Neumann’ın çalışmalarından kaynaklandır. Neumann’ın sübjektif-objektif ayrışmasına kısa bir şekilde değinir. Bu noktada vurgulanması gereken, Neumann’ın değer probleminin hukuki olgusunu sildiği ve meşru bir tassaruf hakkı olarak tanımlamasıdır. Böylece bir kişinin bir mal için belirlediği sübjektif değeri, değer olarak tespit eder. Onun için ‘değer’ objektif bir anlamda ve bir kişiye bağlı olmadan vardır. Ayrıca bağımsızlığı, hukuki düzenin oluşturduğu kategoriler içinde bölüştürür.(servet değeri, alım değeri ve kazanç değeri gibi) Aynı zamanda Schmoller’in metodolojik yöntemleri içinde önemli olan ise, her türlü değer esansiyalizminin inkâr edilmesidir.606 Schmoller’in epistemolojik –ontolojik temel pozisyonu kendisini Neumann’ın taslağının içinde gösterir: İktisadi değerin son bir element parçası yoktur. Öyleyse Schmoller için objektif –toplumsal değerde iki farklı olgu vardır. Birincisi dilsel-sembolik, toplumsal anlam isnat etmesidir. Bu bireye yöneliktir. Diğeri ise hukuk düzeni ve Pazar ilişkileri belirli kazanç 605 606 Schmoller,1978b,s.110 Kaulla 1906,s.252-255 193 değerlerini tespit eder. Bunlara para birimleri cinsinden objektif zamansal değerler yüklenebilir. Schmoller bir sonraki adımda ise, değerlendirmelerin saf mal kantitatifliğine yönelik olduğu şeklindeki tasavvuru ortadan kaldırır. İnsan topluluklarının ilerlemesi ise, tam olarak bunun yegâne olgu olmadığını göstermektedir. Bunun yerine ilerlemiş kültür evrelerinde başka ‘ilişkilerinde’ dikkate alınması gerektiğidir. Ve bunlar aynı zamanda devlet bütçesi içerisindeki malların değerlendirilmesi açısından önemlidir. Daha yüksek duyguları eğiterek ve daha rafine ihtiyaçlar ortaya çıktıkça, bu duygulardan ötürü daha yüksek amaçları takip eder. Böylece değer yargılarının ve değer tasavvurlarının yeni değerler grupları ortaya çıkar. Ve bunlar kısmen artık bir varlık, mülk ve çalışmaya dayanmazlar. Bunun yerine bazı ilişkilerin varlığına, bir bakış ve zevkle, sosyal birliklerin kurulmasına estetik yansımalara ve ahlaki gelişimlere yönelimlidirler.607 Schmoller’de bu görüş, eski son birim yararı teorisyenlerinin bazcılık (hedonistik) bazından tamamen sıyrılır. Bunu yapmasının sebebi, bireysel tasdik gerektiren son ölçütler peşinde koşmasından kaynaklanır. Tahminin sosyal değer yargılarının yanında, değerlendirmenin yeni türleri ortaya çıkar ve bunlar toplam kültürel gelişime bağımlıdırlar.608 Fakat bunların kompleks kombinasyonları, daima ‘insan bilinci’ içerisinde biçimsel olarak odaklanırlar. Değişen toplam kişilik her değerlendirme ameline katılır: Eski duygu tanzimleri yavaş yavaş yenileri tarafından modernleştirilir ve uzaklaştırırlar. Gelişim ile daima tüm değerler az veya çok farklılaşır. Fakat her zaman değerlerin dengesi, düzeni ve hiyerarşisi yeniden tesis olmalıdır.609 Ama sadece bireysel değerlendirme amelleri ele alınmaz. Bunlar aynı zamanda bir ahlaki hükme tabi tutulur. Schmoller bundan çeşitli insani hedeflerin ve malların alt alta düzenlenmiş birimleri itibarıyla değerlendirmesini anlar.610 607 Schmoller,1978b,s.110 Bunlar politik değerlendirme ve estetik değerlendirmelerdir v.s. Schmoller kültürel bir rafinaj modelini esas almıştır. 609 Schmoller,1978b,s.111 610 Schmoller,1978b,s.111 608 194 Her aklı başında tercih böylece değerlendirmelerde bulunurken karşılıklı bağımlı bir örgünlük içinde daha yüksek bir duruş noktasında mevzilenmeyi gerektirir. Bunun için her değer yargısı aynı zamanda diğer bütün değer yargılarını da etkiler. Bunların hiyerarşisi içinde çeşitli kültürel, politik ve ekonomik değer alanları vardır. Bunun için iktisadi amaçlar doğrultusundaki analizler için öncelikli olarak iktisadi vasıtaların hangi düzeyde olduklarını sormak gereklidir. Çünkü iktisadi değer bir sahip olma ve çalışmayı hedefler. O zaman ortaya çıkan soru, iktisadi çalışmanın ve iktisadi kazancın insani hayat amaçlarının bütününe nasıl yerleştirilecek oluşudur. Ve bunların hangi mertebede olması gerektiği sorulmalıdır. Ayrıca iktisadi uğraşlar hangi ölçüde bireysel amaç ve vasıta olmalıdır. İktisadi değer yargıları daha yüksek olan değer yargıları karşısında nerede ve ne kadar geri çekilmelidirler. Schmoller sınır düşüncesinin sadece iktisadi vasıtaların ve amaçların çok farklı bir sektöründe uygulanabileceğini belirtmiştir. Çünkü iktisadi sübyelerin doğrultusunda fayda değerinin tercihi dışında olan alanlar vardır.611 İnsanlığın en büyük ahlaki gelişimleri, bireyin bazı yönlere karşı en yüksek değer, en önemli amaç olarak yansımasından kaynaklanır. Bu yansıma tüm iktisadi değerlerin ötesinde, artık satın alınmayan davranış olarak yansımalardan ileri gelir. Aile içindeki hizmetlerin ödenmemesi, bazı makamsal faaliyetlerin karşılığı olarak para değil, onur ile ödüllendirilmesi v.s. Tüm iktisadi davranış böylece iktisadi ve yüksek değerler arasındaki düzenleyici fayda regülâsyonu ile daha yüksek bir kültür basamağına çıkartılmıştır. İktisadi değerler alanında öncelikle hangi birimlere, amaçlara ve vasıtalara yönelme konusu gerektiği önemli değildir.(birey, aile, toplum)Fakat karar bir kez verildikten sonra bu kez sınırlanmış bölgede sadece marjinal düşünce etkin olabilir. Fakat bu katı formda olmaz. Çünkü burada sadece ordinal taksimat söz konusu olabilir. İnsan kendisine soruyor, içinde bulunduğu durum gereği var olan vasıtalar doğrultusunda en önemli amacın ne olduğunu ve bundan sonra ne olacağı merak ediliyor. İnsan amaca hangi vasıtaların hizmet 611 Örnek olarak Schmoller tarafından belirtilmeyen Solon’un klasik köleleştirme ile ilgili yasakları 195 edeceğini düşünüyor ve daha iyi görüneni tercih ediyor. Eğer aynı vasıta birden çok amaca hizmet ediyorsa o vakit önemli olan amaca hizmet etmekten ziyade önemsiz amaca ne kadar hizmet ettiğine bakıyor. Faydanın sınırlarının arayışı içine girilir ve büyük miktarda var olan nesnenin faydası değerlendirilir. Yani marjinal faydaya bakılır. İnsan aşırı miktarda bulunan malları ve hizmetleri değerlendirir. Bunlar kullanıma değin çok sıradan amaçlara hizmet eder. Buna karşın sadece önemli amaçlarda kullanılan malların kullanımı ise daha sınırlıdır.612 Schmoller bununla birlikte, serbest mallara yönelik marjinal faydanın önemini azaltır. Çünkü çeşitli kademe basamaklarında duran amaçların değerlendirildiğini ve büyük amaçlar doğrultusunda malların temel prensip esas alınarak düzenlendiğini belirtmiştir.Buna göre eşit ağırlıkta olan amaçlar için az sayıda bulunan mallara daha fazla önem verilir. Çünkü bu mallara ulaşmak için daha fazla zahmet ve maliyeti göze almak gerekir. Böylece en geniş anlamıyla bir çalışma değeri veya üretim maliyetleri teorisi argüman olarak kullanış, fakat daha derine inen bir açıklama yapılmamıştır. Malların hizmet ettiği farklı amaçların öne alınmasıyla eşit fayda yoğunluğuna sahip iki mal arasında sadece daha ucuz olanın üretileceği gerçeğini burada gizlemektedir. Schmoller bu düşünceyi iktisadın iki iddiasını gerçekleştirmek için ortaya koymuştur. Bunlar doğal-teknik olan ve toplumsal –ahlaki elementtir. Ayrıca Schmoller bu şekilde birinin diğerine bağımlı olmasının önüne geçmek ister. Fakat bunun bedeli teorik sağlamlık olmuştur.613 Ama sonunda bir kullanım değeri duruşu sergiler: Değer hiçbir zaman nesnelerin kendisinde değildir. Değer insan veya insan gruplarının hükmündedir. Değer içinde yaşadıkları ilişkilerde ve kültür şartlarındadır. Fakat durum böyle olmakla birlikte değer, insanlara her zaman nesnelerin içindeymiş gibi yansımaktadır. Çünkü tabiatın ve toplumun objektif düzeni hükmü esas itibarla belirlemektir. Bütün üretim değeri veya kazanç değeri bir 612 613 Schmoller, 1978b,s.112 Örnek olarak gösterilen iki terazi kolunda olduğu gibidir. 1978b,s.113 196 mülke, bir makineye ilave edilir. Bunun için ise, üretimine katkı sağladıkları nesnenin kullanıma veya hazza uygun olması gerekir.614 Schmoller tekrardan bireylerin nasıl davranması gerektiği yöndeki soruyu tekrar ele alır. Çünkü sürekli değişen şartlar dolayısıyla davranışın somut zaman dilimi içinde sürekli olarak yeniden değerlendirmek zorunda kalmaları gerekmektedir. Schmoller buna karşı ikinci bir rahatlatma momenti daha ortaya koyar. Zaman israfına karşı olan ve sürekli alınması gereken kararlarların önüne geçen toplumsal değer avanslardır. Bunun yanında ise bir rahatlama momenti daha ortaya koyar. Şu an içinde bulunduğu durumu hesaba katmayan biride doğanın ve toplumun, dürtülerin ve ihtiyaçların iktisadi amaçların ve vasıtaların varsayılmış bir ortalama pozisyonunu kabul etmiştir. Ve bundan yola çıkarak artık değer duygularını ve değer hükümlerini şekillendirir.615 Değer vermenin bilinci aynı zamanda, düzenli toplumsal ölçü-ve ağırlık sistemlerinin gelişimiyle bağlantılıdır. Toplumsal organlar ve kurumlar bunun için bir serilmiş sübjektivizmi ve bireysel değer yargısı özgürlüğünü mümkün kılmıştı. Schmoller Pazar konusunda ki görüşünde ortaya çıkan soru, onun sübjektif kullanım değeri duygularından objektif fiyatlara nasıl ulaştığıdır. Değer vermenin ölçümünü belirgin bir şekilde ret eder. Duyguların kökenine soyut denemeler yaparak inmeye çalışılmış ve bunu ölçmenin mümkün olmadığını söyleyerek; zevk ve nefretin karanlık yarı güdüsel hisleri, doğrudan ölçülebilir değillerdir. Schmoller ‘içten dışa giden’ değer oryantasyonunda berrak sayısal değerlere içsel sabitlenme tasavvurunu ret eder. Bunlar pazarda sabit azami değer olduğunda alıcı, sabit minimal değer olduğunda satıcı olarak ortaya çıkar. Fakat bunun yerine, bireylerin oryantasyon sağlayabilecekleri toplumsal yardımcı yapısallıkların sunulmasını onaylar. Bunlar sadece belirli dışsal tahmin olarak yoğunlaştıklarında elle tutulur ve karşılaştırılır hale gelirler. Bu ise binlerce yıllık tecrübe ile alışkanlıkların oluşturduğu ölçü ve 614 615 Schmoller,1978, s.113 Schmoller,1978,s.112 197 büyüklük tasavvurlarının ve bunun devamında gelen ölçülebilir kazanç –ile takas değer tahminlerinin gerçekleşmesiyle mümkün olmuştur.616 Bu türden yardımcı büyüklükler olarak, Neumann’cı kazanç ve transfer değerlerini uygulamaya koyar. Çünkü bunlar sayısal olarak yakalanabilir, elle tutulabilir ve ortak paydalara bağlanabilirler. Ve bunlar hesap yapılabilir, toplanabilir ve muhasebe kayıtlarında kullanılabilir niteliktedir. 617 Schmoller burada tekrardan sübjektif ve objektif değer öğretisinin iyileşmez bir karmaşasına girme tehlikesini atlatıyor. Haz alma değeri önceliklidir ve böyle kalacaktır. Fakat zor olarak yakalanır ve değerlendirilir. Bunun için sadece kazanç –ve takas değerine sahiptir. Bu onun rakamsal büyüklüğünün geriye yansıtılmasına dayanır.618 His ettiğimiz bir şeyi kesin rakamsal değerlerle nasıl karşılaştırırız? Schmoller’in geleneksel ortamlara yönelik düşünceleri ise, bu konuda en azından kısmi bir açıklama getirmektedir. Yalnız Schmoller burada dogma tarihine dayanır. Klasik üretim değer teorisine makul bir düzlemde karşı çıkar: Sanki her hangi bir tarihte bir insan sadece çalışma saatlerini hesaplayarak, ihtiyaçlarından ve kitle ilişkilerinden bağımsız bir şekilde malları değerlendirmiştir.619 En nihayetinde bu konuyla ilgili, Klasiklerden Smith ve Ricardo’nun iktisadi politik kavramsal içeriği Schmoller’in hoşuna gitmemiştir. Schmoller Dietzel’den alıntı yaparak, değerin faydaya ve sınıra dayandığını belirtir. Böylece tekrar daha önce tespit ettiği bulanıklığa geri döner. Fakat bu bulanıklık Avusturya Okulunda da mevcuttur. Avusturya Okuluna ithaf edilen, onun bazı noktaları daha iyi ve keskin gördüğü konusu ise, büyük ölçüde mesnetsizdir. Schmoller Pazar değerinden takas değerini belirleme konusuna girer. Pazarda var olan fiyat üzerinden yola çıkar. Bu noktada arz-talepte bulunan alıcı ve satıcı ortaya çıkar ve bunlar fiyat üzerine baskılama yaparlar. Fiyat arzın artması durumunda düşme ve azalmasında yükselme tandansına girer. 616 Schmoller, 1978b,s.114 Schmoller,1978b,s.114 618 Schmoller,1978,b,s.114 619 Schmoller,1978b,s.115 617 198 Talebin artmasıyla ise yükselir. Shmoller bu tandansı doğal olarak karşılar. Fakat Schmoller’in bu görüşü sadece çok genel bir gözlem ve yüzeysel bir tasavvur için geçerlidir. Bu var olan fiyat değerinin varsayımı üzerine olan ‘tarihçi’ yaklaşım ile Schmoller, doğal fiyatın esansiyalist sorunsallığından uzaklaşır. Çünkü arztalebin iletilen değer üzerine baskı yapması, iktisadi aktörlerin güncel gözlemlerine uygundur. Ayrıca bu durum Avusturyalılar tarafından da inkâr edilmeyen, takas değerinin arz-talep öğretisini ortaya çıkarmıştır. Fakat bu öğretiyle arz-talebin daha derininde yatan kökenlerine ulaşmak mümkün değildir. ‘Pazar pazarlığı’ tanımlamasıyla yukarıda belirtilen Pazar ve rekabet ile ilgili Schmoller’ci üç kendine has bileşen ortaya çıkmaktadır. 620 Pazar değeri objektif bir değerdir. Bu objektif değer satıcı ve alıcılardan oluşan bir grubu kapsamaktadır. Her ne kadar daha önce çok çeşitli sübjektif değer tahminlerinden yola çıkmış olsalar bile, bazı pazarlıklar ve belirli rekabet kuralları çerçevesinde anlaşılırlar. Böylece belirli bir piyasa değeri üzerinden anlaşılması sonucu, işlerin büyük bir çoğunluğu bunun üzerinden gerçekleşir. Schmoller burada başından beri objektivist müzayede modelini ayırır. Çünkü bu modelde aktörler sabit fiyat tasavvurları ile piyasaya çıkarlar. Schmoller’e göre insanlar sübjektif değer tahminleri doğrultusunda pazarlarda yerlerini alırlar. Bunlar ‘değer rakamları’ konusunda genel olarak emin değillerdir ve öncelikle oryantasyon sağlamaya çalışırlar. Bunun için anlaşma ve pazarlık yoluna giderler. Fiyatın ne kadar yüksekte ve zaman sabitleneceği ayrıca bu fiyatın ne kadar zaman değişmeden kalacağı, bu çok belirgin olmayan konuşmalara bağlıdır. Bu eylemsellik ise ‘durumun açıklığı tezine’ uygun düşer. Bunun üzerine eklenebilecek diğer gerçeklik ise, bir kez tespit değerlerin arz-talebin belirli bir aralığında değişmesi için, ‘bir otoriteye’ ihtiyaç duyulduğudur. Schmoller bunları Pazar aktörlerinin rasyonel ihtiyaçları doğrultusunda öngörülebilinir plan verilerinden elde eder. Tüm iş dünyası ve 620 Schmoller,1978,b,s.116 199 tüm kesin iktisadi hesaplamalar, sabit objektif değer büyüklüklerine ihtiyaç duyar. Bu durum canlı bir transferin oluştuğu yerde Pazar değerlerine ve ödenme fiyatlara uygun kalır.621 Schmoller burada Pazar aktörlerinin yapısal bilgi noksanlığını hesaba katar. Çünkü daha sonra belirttiği üzere arz-talepte söz konusu olan gerçi büyüklük tasavvurlardır. Ama bunlar kendiliğinden ve açık bir şekilde tespit edilemezler. Arz, malların bir türünün belirli bir miktarının ilgililer tarafından bilinen veya tahmin edilen kısmıdır. Bu belirli bir pazarda ve belirli bir zamanda alıcı arar. Ayrıca satışa hazırdır. Belirli bir teslimat süresi içinde satışa hazır hale gelir.622 Fiyatlar basit ve berrak işaretler göndermek yerine, güvenli olmayan bir yorum gerektirirler. Gelecekle ilgili hesap yapan, değerin muhtemel inişçıkışını hesaplayan, sadece bugünü düşünenden farklı olarak hüküm verir. 623 Arz-talep doğrudan ulaşılabilir büyüklükler değildir ve bunlar önem taşıyan spektrum üzerinden ilgili satıcı ile alıcı tarafından veri olarak bilinmezler. Bunun yerine aranması gereken ve öncelikli olarak bilinmeyen verilerdir. Tüm rekabet insanın dokunuşuna ve benliğin görme-konuşmasına bağlıdır. Ayrıca tüm katılımcıların üst üste gösterdiği oryantasyona bağlıdır. Bunun dışında fiyatlar, rezervler, mal kalitesi ile haber konusundaki katılımcıların elde ettikleri bilgiler, rekabet unsurunu belirler. Arz talep konusundaki bilgisizlik daha kolay bir biçimde sömürülebilinir. Çünkü burada bir taraf çok daha kötü bilgilenmiştir. Rekabetin olumlu yanları ise iyi, çabuk ve gerçekçi oluşan kamuoyudur.624 Schmoller her türlü değer esansiyalizmini ret ettiği için onun için soyut bir fiyat teorisi pek anlamlı gelmez. Ekonomistin amacı, sadece somut tekil fiyat açıklamalarında bulunmaktır.625 Bunun için ise Pazar formu şematiğinin az sayıdaki temel tipi ile bir arz-talep şeması pek yeterli değildir. Çünkü pazarlarda sadece sayısal miktarların basit bir şekilde üst üste bindirilmesi 621 Schmoller,1978,b,s.117 Schmoller,1978,b,s.117 623 Schmoller,1978b,s.123 624 Schmoller,1978,b,s.52 625 Burada tekrar pratik iktisadi sübjelerle buluşur. 622 200 gerçekleşir. Schmoller bu argümanı, komplike bağlantıları olan ve bir formüle indirgenmiş kantitatiflik teorisi üzerinde örnek gösterir. Schmoller, bunları somut tandans ifadeleri yüzünden eleştirmez. Sadece bunların, basit miktarlar üzerine kısaltılarak soyut bir şekilde indirgenmelerini eleştirir. 626 Bu hedeflere ulaşmak için pazarın büyüklüğünü, ilişkilerini ve tedarik yönteminin türünü bilmek gerekir. Arzın ana miktarının nerde ve ne zaman yoğunlaştığını bilmek gerekir. Örneğin belirli depolarda veya müzayedelerde, bunun ötesinde çeşitli pazarlar arasındaki bağlantıları bilmek gerekir.627 Sadece geniş büyüklükler değil aynı zamanda keşif büyüklüklerde Pazar süreçlerini belirler. Pazarda türlü iktidar sahipleri karşılaşır ve tartışma –konuşma-ile kavgaya tutuşurlar. Bunlar farklı bilgilere ve objektif çıkış noktalarına sahiptirler. Söz konusu olan arz-talebin büyüklüğünden yola çıkarak fiyat elde etmenin hesaplaması değildir. Bunun yerine olan çok sayıdaki insanın karşılıklı psişik etkileşimidir. Bu genelde pazarda gerçekleşir ve burada iki insan grubu vardır. Satış ve alış meraklılarında bulunan motivasyon, bilgilenme, iktidar ilişkileri, kişilerin kendi özellikleri içinde birbirlerini ve değeri, somut ilişkiler doğrultusunda ve Pazar oluşumları çerçevesinde etkileşimlerinin türleri önemlidir. Basit büyüklüklerin yerini ise komplike toplumsal ilişkiler ve psişik bağlantılar ortaya çıkar. Öyleyse Schmoller, maliyeti olmayan pazarlar ve soyut bir müzayedeci tanımaz. Bunun yerine somut ilişkiler ve Pazar anlaşmalarından yola çıkar. Daha küçük esnaf üzerine olan araştırmasında fabrikatörün tüccar ile olan ve esnafın müşteri ile olan ilişkisini enformasyon simetrileri doğrultusunda tartışmıştır.628 Toplumsal ilişkileri genel olarak fiyat oluşum süreci için yapısal olarak değerlendirir. Böylece belirgin bir şekilde Pazar formu şemasının bir varyasyonunu işaret eder. Burada mükemmel rekabet, teorik anlamda ‘normal form’olarak kabul edilir. İki insan grubundan bahseder. Bunlar onun takas değerinin çapraz kesit metoduna göre Pazar müzakerelerinde bulunurlar. Ve doğal olarak anlaşırlar. Schmoller’in Manchester Okuluna 626 Pazar formu şemaları Schmoller’in zamanında henüz formüle edilmiş biçimde yoktu.1978b,s.118 Schmoller,1978,b,s.117 628 Schmoller,1978,s.680 627 201 yönelik eleştirisi acaba teorinin bugünkü gelişim seviyesin de geçerli olur muydu? Bu noktada kısa bir şekilde iki taraflı monopol’e girmek gerekmektedir. İki yönlü monopolde dağılım güç kavgasının neticesinde oluşur. Ve bu ekonomik teorinin vasıtalarıyla daha yakından tayin edilemez. 629 Schmoller buradan hareketle Tarihçi Metodu neticelendirir. Fiyat oluşumunu tespit eden uyumdan ziyade, aktörlerin farklı stratejileridir. Bunlar bilgilenmeye, yatırımın önemine ve eğitime v.s. bağlıdır.630 Bununla beraber iki taraflı monopolü standart olay olarak kabul etmek aynı zamanda önemli iktisadi-politik içerikler barındırır. Ekonomik anlamda iki taraflı monopoller karşıt olurlar. Denge durumu sadece eğreti olarak oluşturulabilir. Genel tandans ise dengesizlik üzerine kurulmuştur. Bunun neticesinde gruplar zorunlu olarak karşılıklı kavga ederler.631 Schmoller Brentano’nun bu konudaki görüşüne itiraz eder.632 Buna göre, ana talep olarak koalisyon özgürlüğünü istemek, arzın kısmi oligarşinin iki taraflı bir monopol haline gelmesine yol açar. Fakat burada yatırımcıların avantajlı pozisyonları nedeniyle opsiyon sabitleyici rolünü üstlenerek uzun vadeli olarak sömürge noktasına hakim olurlar.633 Schmoller ise tam olarak bunu engellemek istemişti. Schmoller’in sosyal politika ile ilgili düşünceleri buradan elde yönelmiştir. Ekonomik rekabet ilişkileri tek başına iki taraflı monopolün reel ekonomik durumu göz önüne alındığında bir denge oluşturmazlar. Schmoller’e göre, bu durum ayrıntılı olarak tanımladığı gibi çok sayıdaki kurum ile mümkündür. Bu kurumlar bir tarafın diğerini acımasızca sömürmesini engelleyecektir. Veya bu kurumlar sertleşmiş cephe politikası sonucu, her iki tarafın opsiyon sabitleyici rolünü oynamak istemesinin önüne geçecektir.634 629 Schumann,1992,s.301 Bunlar örneğin sosyal kanun oluşumu sonucu önemli ölçüde etkilenir. Schmoller 1931 ve Ott 1979,s.52 631 Euken Walter; Grundsatze der Wirtschaftspolitik, Tübingen,1968,s.171 632 Schmoller,1871,s.309-339 633 Euken,1965,s.111 634 Bu cepheler iradecilik mahiyetindeki bir ücret politikası veya ücret dampingidir. 630 202 Bu türden sertleşmiş stratejilerin aşılmasında aynı zamanda ‘sosyal Pazar ekonomisinin’ bir başarısı görülebilir. Bunların kurumsal şekillenmesi ise çoğu yerde, Schmoller tasarısının gerçekleşmiş bir ütopyasıdır. Yani eşit koşullar tandansında, iki yönlü uzlaşı anlayışıdır. Fakat burada zorunlu bunun şekillenmesi sırasında, adalet sorusu gündeme gelir. Bu türden kollektif müzakerelerde, örneğin sendikalar ve işveren kuruluşlarında olduğu gibi geçerli olan şunlardır: Fiyatlar üzerine olan tüm kolektif müzakerelerde üretim maliyetleri, kazançlar ve fiyatların iş kapasitesi üzerine olan etkileri tespit edilir. Eğer söz konusu olan ücretler ise, o zaman bununla ilintili olan hayat koşullarının iyileşmiş veya kötüleşmiş olması tespit edilir. Bundan sonra analojik çevre ile karşılaştırmalar yapılır. Euken tarafından bu noktada haklı olarak ön plana çıkartılan, grup anarşisi tehlikesi Schmoller tarafından dikkate alınır. Schmoller bu tehlikeyi kurumsal mantığı içerisine yerleştirir. 635 Pazar dengesi bir anonim –mekanik Pazar mekanizması tarafından değil, iki taraf tarafından kurallara uyan partilerin kooperatifsel müzakere çözümleriyle sağlanır. Yine aynı düzlemde oligarşi niteliği taşıyan pazarların yeniden şekillenmesine yönelik düşünceler yer alır. Oligarşi nitelikli pazarlar Schmoller tarafından stabil olmayan Pazar olarak nitelenmiştir. Bunlar iki taraflı monopole benzer şekilde, kesin belirgin olmayan davranış strüktürleriyle karakterize edilmişlerdir. Ve monopolleşme veya karteller konusunda çoğu kez tek stabil çözüm olarak değerlendirilmişlerdir. 636 Bu yüzden Schmoller’de, belirli bir yasal çerçeve içinde kartellerin varlığını kabul eder.637Kartelleri, pazarsal istikrarsızlığın giderilmesi konusunda, organ, spesifik ve ara form olarak görmektedir. Bu bir dizim şeklindedir ve kooperatif formu taşıyan ‘derneklerle’ başlar buradan ‘birliklere’ geçer ve bunun akabinde ‘topluluklar’ ile son bulur.638 Karteller, rekabeti kısıtlayan bir form olarak engellenmesi gereken bir fenomen olarak görülmemiştir. Rekabet politikasının bir nesnesi olarak 635 Albrecht,1959,s.104 Ott,1979,s.218 637 Bu soruların Schmoller zamanındaki tartışmaları Maschke,1964.s34,Blaich,1971,1973,s.18,s.76 638 Birlikler örneğin loncalar, karteller, sendikalar bağışlayıcı olan iktisadi davranış kuralları taşıyan organlar Topluluklar: Örneğin anonim şirketler, tröstlerv. s.Liefmann,1923,s.78 636 203 algılanmıştır. Burada görünen Schmoller’in temel modeli olan iki taraflı monopolün analizinin iç bağlantısıdır. Ayrıca buradan ortaya çıkan tarihçi model, stabilleştiren kurumların önemi ve onun kartellere yönelik poziyonlarıdır. Burada amaç, bunun arkasında duran düşünce figürünü aydınlatmaktır. Yoksa onun ‘iyi kartellere’ sahip toplumsal illüzyonu Weimar cumhuriyetinde yaşanan kartel tecrübesi ile kıyaslayarak meşrulaştırmak değildir.639 İkili monopolün gerçekten Pazar formu ve fiyat analizinin çıkış noktası olarak kabul edilip edilmeyeceği soruluyor. Williamson kendi işletme temeline Asset Specififity ve Lock –in efektlerini koyar. Bunlar tüm iktisadi sektörlerde ‘temel trans formasyonları’ gerçekleştirir.640 Bunların sayesinde gelişmiş pazarlarda trans aksiyom Asstsler oluşur ve bunlar öncelikle anonim Pazar vekillerinin ilişkilerini değiştirirler. Williamson’un fenomen olarak kabul ettiğini Stützel mikro ekonomik temelde antlaşmaların hususi değeri olarak tanımlar. Schmoller,Alchian ve Demsetz ile birlikte bir işletmenin basit fiziki malların kombinasyonun unu yapmadığı görüşünü paylaşır. Merkezi kontrol temsilcisi olan bir Team –Productıon-Process ile çalışır. Burada toplam yaratılan değer miktarı, tekil olarak yapılmış yatırımların toplamından yüksektir. Schmoller bu görüşü, daha önce işletmelerin eş zamanlı büyüme sınırlarının dikkate alınması gerektiğini belirttiği sırada ifade etmiştir. Bunun açıklaması ise Coase ve Williamson’un sunduklarının benzeri niteliğindedir. Schmoller’e göre, birbirine alışılmış bir grup insanın çekirdek birliği ruhani güçtür. Bu güç insanların toplamının oluşturacağı güçten çok ötedir. En iyi büyük Alman işletmelerinden biri olan Jena’daki Abbe, bu gerçekliliği işletme kazancının açıklaması için değerlendirmiştir. Diğer taraftan el üretimi daha pahalı hale gelir ve sonuç olarak karı azaltırken çalışma süresini uzatır. İç çatışmaları ve bürokratikleşmeyi artırır. İş anlaşmaları uzun vadeli sorumluluklarla gelişmelidir.641 639 Kroll,1958,s.57 Williamson,1985,s.52-62 641 Schmoller,1913,s.252-275 Bu işletme bugünde varlığını Mainz ve Jena’da sürdürmektedir. 640 204 Schmoller’de Grundriss’inde yer alan bir görüş de, Böhm Bawerk’in ‘at takası’ konusundaki rakamların ve fiyatların nasıl sabitlendiği açıklanıyor. Schmoller burada daha ziyade illüstrasyon karakterini ve Böhm-Bawerk’in merkezi beklentisini ön plana çıkarır. Buna göre, ‘tüm katılımcılar pazarın durumuyla ilgili tamamen bilgilendirilmişlerdir.’ Ayrıca uydurma rakamsal örneğin Pazar yansımalarının büyük bir bölümünü yakalayamadığını belirtir.642 Böhm Bawerk’in sıkça kullanılan ve ilginç bir şekilde iki taraflı bir monopole uygun örneği şudur: Bir at sahibi atını satmak ister. Fakat bunu 300 guldenden aşağıya satmak istemez. Komşusu, bir at almak ister ama bu kadar para ödemek istemez. Ve sonuçta iş olmaz. Fakat eğer bunun tersi olsaydı, yani at sahibi 100 gulden isteseydi ve at alıcısı 300 gulden vermeye hazır olsaydı 100 ile 300 arasında bir netice almak mümkün olabilirdi. Bu rakamı ise pazarlık sanatı ve kişilerin kabiliyetleri belirler. Schmoller araştırmalarını pek çok Pazar katılımcısı üzerine yaydıktan sonra, Pazar sürecinin belirli bir oyun alanı içinde hareket ettiğini tespit eder. Bu alan yukarı ve aşağı doğru katılımcıların azami ile minimal değer tahminleri neticesinde belirlenir. Bu noktada sınırların sübjektif değer tahmini ile belirlendiği şeklindeki ifadeden memnun kalmaz. Bunun yerine Böhm Bawerk ile birlikte, tahmin rakamlarını (at satıcısı)bağımlı olarak belirler.643 Bu bağımlılık: a,altın kullanım faydasının b,Paranın değeri ile karşılaştırılmasında yatar. Schmoller Böhm Bawerk’te hesaplamaların sübjektif sınır değer belirlenmesine göre yapılmasını eleştirir. Çünkü Böhm Bawerk ‘in kendisinin de itiraf ettiği gibi, yüksek çıkmış bir rakam sonunda yeni rakam marjinal faydaya göre değil, toplam maliyetlere göre belirlenir. Böhm Bawerk bunu hiçbir zaman inkâr etmemiştir. Sadece Menger ile birlikte bunların yüksek düzeye sahip fiyatlar olarak, daha düşük düzeydeki fiyatlara geri döneceği tespitinde bulunmuştur. 642 Schmoller,1978b,s.119-120 Schmoller burada Hermann’a dayanır. Çünkü Hermann bunu Böhm Bawerk ve marjinal fayda okulundan çok önce tespit etmiştir. 643 205 Schmoller bundan sonra Böhm Bawerk’in başka bir eleştiri stratejisine geçer. Ve bu gerçekten onun temel modelinin merkezinden alınmıştır. Schmoller önce Klasiğe ve Avusturya Okuluna, takas partnerlerinin buluşmasının nadir rastlanan bir spesifik olay olduğu suçlamasında bulunur. Bir pazarın ideal şekli daima eşit güçlerin eşit rakamlar ile ve eşit dürüstlükle pazarsal bilgilenmeyle ve kudret ile karşı karşıya kalmalarıdır. 644 O vakit değer değişimleri eski teorinin kural olarak gösterdiği şekilde gerçekleşirdi. Schmoller Avusturya Okulunun sübjektif değer tahminleri sınırlamasını eleştirir. Çünkü ona göre, bunların ifade kabiliyeti azdır. Benim söylemek istediğim burada önemli olan iş yapma önceliği ve satıcı ile alıcı gruplarının kuvvet ilişkisidir. Bütün iktisadi hayatta olduğu gibi pazarda da önemli olan Pazar kabiliyeti ile bilgisi, gelir ile servet, etki ile güçtür. Hatta özellikle pazarda bir taraf güçlü bir taraf zayıf, bir taraf aktif diğeri pasif, bir taraf liderdir diğer taraf her şeyi kabul etmek zorundadır.645 Schmoller bu konuyla ilintili olarak pazara son atını satmak için çıkan köylü ile büyük hara sahibinin kıyaslanamaz olduğunu vurgular. Çünkü köylü son atını hayatta kalmak için satar, toprak sahibi ise zevk ve spor yapmak için bir at daha satın alır. Schmoller’e göre sübjektif değer tahmini burada fakir köylünün durumunu karanlıkta bırakır. Burada yapılması gereken aktifpasif ile zayıf-güçlü ayrımına gitmektir. Ayrıca ‘veri ağacının’ kullanımını yapısal olarak değerlendirir. Ekonomist sadece arz-talebin niceleyici değişimlerini dikkate almakla yetinmez. Çünkü bunlar iletilen fiyat üzerine baskı oluşturur. Bununla birlikte değişen arz-talep koşullarında fiyat sabit kalabilir. Bunun şartı ise kalitatif olarak tespit edilen psişik beklentilerin toplumsal kuruluşların ve güç dengelerinin değişmemesidir.646 Schmoller’in Milli Ekonomi üzerinde bıraktığı artçı etki bugün federal Almanya’da sosyal anlamda içselleşmiştir. Bu modern toplum politikası ise kısaca “sosyal Pazar ekonomisi” olarak 644 Schmoller,1978,b,s.121 Schmoller,1978,s.20-31 646 Schmoller,1978,b,s.121 645 206 adlandırılır.647“Sosyal Pazar ekonomisi “Schmoller‘in 1874 yılındaki fikirlerinin takipçisi konumundaydı ve bu anlayışın kanunlarını Alman toplumunun iktisadi düzeninin vazgeçilmez olguları haline getirmiştir.648 2.7. EKONOMİ –POLİTİĞİN ORGANİSTİK BAKIŞI Schmoller ekonomi –politiğin (volks-wirtschaft) temel olgularını, kavramsal içeriğin yönelimiyle tespit etmiştir ve bunlara volk-millet ile wirtschaft –ekonomi kavramını doldurmuştur. Buna göre iktisadi olmak kavramı, Schmoller’e göre, insanların geçim ve materyal türü ihtiyaçlarını gidermek için organize ettikleri aktiviteler ile ilişkileridir. Davranışın amaca dönük oluşunu, ekonomik faaliyetin esas ölçütü olarak görüyor. Schmoller volk-millet kavramı ile dil, köken, ahlak, töre, hukuk, kilise, din, tarih ve devlet şekli ile oluşan ‘insanların psişik –manevi ilişkilerini’ anlıyordu. Bütünsel duygu ve düşünceleri baz alan ‘millet – ruhunun’ 647 Müller – Alfred Armack; Die Wirtschaftsordnung, Grundtexte zur sozialen Marktwirtschaft, Stuttgart 1981, s. 28.Walter Euken, die politik der wettbewerbsordnung: sozialpolitik, Köln 1971,S.67 Sosyal Pazar ekonomisi “kavramı ilk defa 1947 yılında Alfred Müller Armack tarafından şekillendirilmiştir. Savaş sonrasında günlük tüketim mallarının temininde yaşanan sıkıntılar, yeniden kalkınma için uygun olmayan iktisat yönetimine bir alternatif arayışını zorunlu kılmıştı. Çünkü söz konusu olan bu başarısız iktisadi yönetimin en belirgin özellikleri değişken fiyat – ve değer hesaplama sistemlerinin etkisizleştirilmesi ve fiyatların sabitlenmesi ile satın alma gücünün düşürülmesidir. “Pazar ekonomisi ise “ tüm iktisadi süreçlerin tüketime endeksli” olması anlayışıyla şekillenmiştir. Sosyal pazar ekonomisi ayrıca “ üretim hareketlerinin değerlendirmesini fiyatlar üzerinden sağlayarak gerekli sinyallerin oluşmasını gerçekleştirmiştir.” Müller Armack‘a göre Pazar düzeninin önemi “gerekli olan organizasyon vasıtası” olmasından ileri gelmekteydi. Fakat bu düzenin zorunlu bir biçimde “ yaşam akışına “ müdahil olması neticesinde , “ mal üretiminin tamamıyla teknik bir şekilde gerçekleşmesine yönelik düzenlemelere” ihtiyaç duymaktaydı. Böylece “ sosyal Pazar ekonomisi” konsepti için “ idare edilen bir Pazar ekonomisinin prensiplerine” ihtiyaç duyulmaktaydı. Bunun neticesinde ise fonksiyon kabiliyetine haiz bir rekabet ekonomisinin avantajları ortaya çıkacak ve aynı zamanda hem liberal hem sosyal yönelimli politikalarla noksan olan regülasyon yetisi canlanmış olacaktı. Freiburg Okulu bununla ilgili rekabet düşmanı Pazar ekonomisi anlayışlarının tecrübesine dayanarak, rekabet ekonomisinin organizasyonuna daha fazla ilgi göstermiştir. Müller – Armack çevresindeki anlayış ise iktisadi liberalizm sonucu tatmin edici sonuçlara ulaşılmayan alanların sosyal çerçeve koşullarına kavuşturulmasına çaba göstermiştir. Bu çabalar esnasında Pazar ekonomisin enstrümantal karakteri ön plana çıkartılmış ve toplumsal hedeflerin takibine yönelik Pazar ekonomisine gerçekleştirilecek müdahalelerin bir katalogu hazırlanmıştır. Bu yüzden Müller Armack‘ın görüşlerini Schmoller‘in devamı kabul edebiliriz Müller – Armack‘a göre saf liberalizm ile kumanda ekonomisinin toplumun ihtiyaçlarını karşılayamamasından ötürü , “ çağın sosyal anlayışı gereği iktisadi uygulamanın en elementsel olgularıyla” bir senteze gitme zorunluluğu vardır. Bu yeni sentez ise “ sosyal Pazar ekonomisi” kavramı altında Pazar ekonomisi ile sosyal politikalar arasında gerçekleşmeliydi. 648 Schmoller , Die Arbeiterfrage , preussische Jahrbücher , cilt 14 , 1864 , s. 393 207 varlığına inanırdı. Töreler, ortak yaşam iradesi ve gelecek inancı ile milletruhu ifade bulur ve milletin içindeki tekil uzuvların arasında kuvvetli bir bütünleşmeye yol açar. Schmoller ekonomi –politiği birleşik reel bütünsel olarak algılardı. Bu bütünsellik bir yandan materyal ve doğal sebepler kompleksinden oluşmuştur, diğer yandan ise psişik bir neden kompleksine dayanır. Bütünü oluşturan elementlerin bağdaşması, her zaman hem ekonomik hem de sosyal kökenlidir. Ekonomik kökende mevzu bahis bağlantı bir takas, üretim ve anlaşma üzerine kurulmuştur. Sosyal bağlantılar ise dil, köken, hak, ahlak, din, tarih ve anayasa (töre) kökenlidir. Ortak milli kurumların, ortak anlayışın ve geniş bir takas ilişkisinin dışında, Schmoller’e göre dil, duygu, fikir, ahlak ve hukuk kuralları birlikteliği çok sayıdaki tekil ekonominin bir ekonomi-politik olarak düşünülebilmesi için bir ön şart oluşturmaktadır. Bir sosyal sistemin elementleri olan aileler, şirketler, kamusal ve özel kuruluşlar, organizasyonlar ile aynı zamanda güdüler, gelenekler ve adetler birlikte gelişmişlerdir ve bu süreçte birbirlerini etkilemişlerdir.649 Ekonomi-politiğin tekil elementlerinin sürekli değişmesine rağmen, kendisi bir bütün olarak değişmiyor. Bir elementin değişimine uygun olarak, bütün değişimler ekonomi-politik içinde bir gelişim olarak kabul görüyorlar . Böylelikle bir ulusa sadece tekil (bireysel) olgularda geçerli olabilecek olan bazı özellikler ihtiva edilebilir. Yüzyılın ortasında Schmoller’in bilimsel anlayışının değişme sürecinde ise ona aile, eğitim, öğrenim, arkadaş çevresi ve kişisel ilgisi etkili olmuştur. (Thomas Kuhn bu süreci bir “paradigma değişimi” olarak adlandırır.)650 Schmoller, büyük babası Gartner’in bilimsel düşünce şeklinden 649 Schmoller,1893,s.219 Thomas Kuhn, Die Struktur Wissenschaftlicher Revolutionen, Frankfurt 1967, s.14- 36 Buna örnek olarak ise Charles Darwin‘in öğretileri gösterilebilir. Darwin düşünce modelini, yakından tanıdığı Wilhelm Whewell’İn bazı cümlelerinin spekülatif anlamda ileriye götürerek geliştirmiştir. Ayrıca tezler için önemli ve Schmoller ‘ in büyük babası olan Carl Friedrich Gartner‘in yeni ampirik araştırma sonuçlarını, tezatlıkların önlenmesi için dikkate almak zorunda kalmıştır. Bütün bunlar zamanın fikri çatışmalarının önemi konusunda dikkatlerimizi çekecek olan hususlardır. Charles Darwin, Gesammelte Werke, dördüncü cilt – Das Variieren Der Tiere Und Planzen, Stuttgart 1899. İndekste ise Gartner‘in araştırmalarıyla ilgili gerekli belirtmeler vardır. Gustav Schmoller dünya 650 208 etkilenmiştir. Gartner, türlerin sabitliği ve bitkilerin cinsiyetiyle ilgilenmiştir. Aynı zamanda yeni türlerin yaratılması konusunda somut bilgilenmeleri kazanma konusunda çalışmıştır. Bu bitkiler belirli bir hedef tasavvuru bağlamında ele alınmış ve gerçekte böyle bir tasavvur 1840 lardar dan önce mümkün değildir Gartner’in katkıları‘suni’ deneylerden oluşmaktaydı. Yaklaşık 9000 denemeyle eskiden aktarılmış olan dogmatik inançların yanlış olduğu ispatlanmış oldu. Ayrıca bu deneylerle melezleşmenin nesnel bağlantılarının, ampirik kontrol edilebilir hipotezleri elde edilmiş oldu.651 Gartner sessiz ve ampirik güvenli bilgiyi araştıran bir öğretici olarak kalmıştır. Gartner’in çalışmaları daha sonraları Gregor Mendel tarafından sürdürülmüştür. Schmoller’de sürekli tekrarlandığı üzere, toplumu bir sosyal organizma olarak görmek, Tarihçi Okul için belirleyici bir niteliktir. Organizma teorisinde canlı organizmalar ile sosyal gruplar arasında bir analoji oluşturulur. Hem organizmalarda hem de sosyal gruplarda, bir bütünselliğin olduğu görüşünü baz alır. Ayrıca yine bu bağlamda, grup ruhu fikri ve grup geleneği düşüncesi sürekli olarak farklı yerlerde ortaya çıkmıştır. 652Schmoller’in hayat çizgisindeyse aynı yenidünya görüşü ile bununla oluşan bilimsel görüş belirgin hale gelmektedir. Örneğin zamanında geçerli olduğu gibi organizmaları gizli ‘varlıklar’, formlar veya fikirler olarak görmemiştir. Schmoller bunun yerine sosyal organizmaları etkileşimin neticeleri olarak görmüştür. Buna göre bunlar sınırlar dâhilinde ve bilgilenmenin temelindedirler. Ayrıca hedeflerin doğrultusundaki sabit ilişkiler bağlamında, uygun olan müdahalelerle uzun süreli şekillendirilebilir nitelik taşırlar. 653 çapında pek çok ( fen bilimi ) bilim adamıyla daha gençlik yıllarından itibaren tanışmıştır. Alman dilli ülkelerdeki ilk fen bilimi kürsüsü Tübingen ‘ de açılmıştı. 651 Gartner, Versuche, s.45 652 Schmoller ekonomi-politiği bir insan vücudunu örnek olarak isimlendirdiğini defalarca vurgulamıştır. Burada amacı tekil olayların merkezi olarak idare edilmemesine rağmen söz konusu olanın bir bütünselliğini anlatmaktı. Analojiyi ise sadece sunum için kullanmaktadır, açıklama için değil. 653 Schmoller bu konuda A. Schaffle, C. Menger ve diğerlerinden ayrılır. Schmoller daha ziyade “ organlar,” “ dernekler,” “ topluluklar” ve “ kurumlardan “ bahsetmiştir. Bunlar toplum içersinde karşılıklı etkileşim halindedirler. Hatta bunlar istenen politik hedefler doğrultusunda, belirli bir ölçüde şekillendirilebilirler. Bu temel duruştan, Menger‘e doğru giden bir 209 Daha sonra Schmoller’in rakibi olacak olan Ekonomist Menger, Ernst Landsberg tarafından yeni oluşmuş olan ‘genç Tarihçi Hukuk’ Okulunun etkisi altına girmiştir. Klasik form öğretisinin dogmatik kuramlarına inanmış bir şekilde, sosyal organizmaları “gizli varlıklar” olarak değerlendirmiştir. Bununla ilgili Schmoller’in değerlendirmelerine ise katılmamıştır. Çünkü Schmoller bunları sadece etkileşim bağlantıları olarak değerlendirmiştir ve bunların şekillenmesinin etkin müdahale sonucu değişebileceğini bildirmiştir.654 Bu yeni bilimsel bakış açısı sayesinde sosyal realitenin nesnelliğini ve bağlantılarını tamamen farklı bir yorumla görmesini sağlamıştır. Bunun neticesinde ise şekillendirme imkânlarına yönelik kontrol etme mekanizmalarını geliştirmiştir.655 Burada belirgin olan Schmoller’in ekonomi politikte organcı bir bakış açısını temsil ettiğidir. Çeşitli yerlerde ekonomipolitiğin bütünlüğünün ve elementlerinin birbiri ile olan olgusal bağlantısını belirgin bir şekilde vurgulamak için, insan vücudunun analojisine gönderme yapmıştır.656 Ekonomi-politiği nispi olarak bağımsız ve en büyük sosyal vücut olarak kabul etmek, sonuçta tekil ekonomik faaliyetlerin örgün olmasına dayanmaktadır. Fakat bütün tekil ekonomik faaliyetlerin toplamından fazladır. Çünkü bu bütünlüğün ‘kanıtlanabilir etkileri’ vardır.657 Sosyal vücudun merkezi organı ise devlettir ve bu olmadan ekonomi-politik düşünülmez konumdadır. Hatta ekonomi-politiği bağımsız bir bireysel ve toplumsal yol yoktur. Çünkü var olan bir fikirden veya kökensel formdan oluşan “ sosyal yansımaların organik kökeni” tasavvuru, nedensel bağlantıların yapısının araştırılmasını mümkün görmez. 654 Landsberg Ernst; Geschichte Der Deutschen Rechtsgeschichte, Münih 1910,s.65-110 Carl Menger 1858 ile 1863 yılları arasında okumuştur. Bu dönem Thun üniversite reformunun gerçekleştiği yıllar ve Alman Tarihçi Okullara yönelimin en yoğun olduğu yıllar olmuştur. Landsberg, Josef Unger ve onun fikir yoldaşı Julius Glaser etrafında oluşan “ Hukuk Okulunu,” “ daha genç tarihçi – pratik yönelimli” olarak tanımlamıştır. Bu okul Savigny görüşün yeniden canlanmasının getirdiği fikirlerden oluşmuştur. Aynı yaşta olan ve aynı üniversitede tahsil yapan Carl Menger ve Adolf Exner daha sonralarıysa aynı fakültede çalışmaya başlamışlardır. Bu iki arkadaş benzer pozisyonları savunmuş ve Thun‘cü yüksek okul kazanımlarının korunması için fakülte konferanslarında benzer aynı yönde oy kullanmışlardır. Her ikilide kraliyet okullarında eskiden beri eğitici olarak görev yapmıştır Menger açık bir şekilde Alman Tarihçi Okul geleneğinden gelmektedir ve bununla ilgili zengin bir literatür mevcuttur. Hal böyleyken anlaşılamaz olan ise Menger‘in bu özelliğinin, neden Schmoller ile sürdürmüş olduğu metodolojik farklılıklar çatışmasında dile getirilmemiş olmasıdır. 655 Schmoller,1875, s. 79 656 Schmoller,1893,s.221,1900,s.3 657 Schmoller,1893,s.220 210 davranma sistemi olarak düşünürsek bile bütün temellendirici elementlere olan devletsel etki göz ardı edilemeyecek niteliktedir. Schmoller’de tarihçi-genetik varsayımının yanında, ekonomik-politik görüşün temellendirici anlayışına sahip fonksiyonel entegrasyon varsayımı vardır. Bu ikinci varsayım elementlerin tamamıyla birbirlerine karşılıklı bağımlı oldukları tezinden oluşmuştur. Bu durum ise bir tek olgunun analizi için bile gerçekliğin gereksinmesine ihtiyaç duyar. Buna göre sosyal fenomenlerin gerçek kökenleri ve etkileri, hiçbir zaman diğer elementlerden izole edilerek tespit edilmez. Tarihçi-genetik bağlantılığın bu görüşü ve iddiası ontolojik bir faraziyenin yani bir ulusun kendi başına yeterli ve bütünsel bir birim olduğunun bazını oluşturur. Öyleyse Schmoller’e göre ekonomi-politiğin bir bütün olarak düşünülmesinin gerekçesi, milletin tekil ekonomileri arasındaki bağlantı ve karşılıklı bağımlılıktır. Schmoller bunun nedenini yani bu birimi oluşturan sebepleri irdeledi. Onun için önemli görünen insanların bireysel ihtiyaçları ile dürtülerine rağmen, direkt olarak birlikte veya takas üzerinden dolaylı bir biçimde birbirleri için ekonomik faaliyet yürütmeleridir. İnsanları ne ayrıştırır veya ne birleştirir, toplumsal grupların oluşumunun hangi etkileri vardır soruları, Schmoller’e göre ekonomi-politik doktrini bütün devlet ile sosyal bilimler için temel sorulardı.658 Meyer’e göre, ekonomik ile sosyal elementlerin bağlantısı şüphesiz mevcuttur. Ekonomik oluşumun tekil olgularının, tarihi bütünsel bağlantılara entegre edilmesi mantıklı ve verimli olabilir. Fakat daha kapsamlı bir entegrasyonu talep eden bir kuralı istemek imkânsızdır. 659 Holistik analiz denemelerinin gereksizliği ile ilgili Popper’in eleştirileri ise, holizm temelinde olan ‘bütünsel bakış açısının’ baz aldığı düşünce, bütünün tekil parçaların toplamından fazla olduğudur. Popper’e göre, bu açıklamanın muadilliği, ancak ne türden bir ‘bütünlük’ sorusu cevaplandığında verilebilir. Çünkü iki farklı türde ‘bütünlük ’ayrımı mevcuttur. 658 Schmoller,1893,s.221 Meyer, Willi; Wissenschaftstheoretische Probleme und Grundbegriffe, in Schüler/Krüselberg, 1991,s.37 659 211 İlkin elementlerin organizasyonu sonucu nesnelerin bir strüktürü oluşabilir. Ve bu oluşan strüktür sonucu bütün, hakikaten parçaların toplamından fazladır. Böyle bir durumun örneği olarak Popper melodiyi göstermiştir. Ancak tekil tonların beraber çalınması sonucu melodiyi algılamak mümkündür. Bu türden bütünsellikler oluşturulabilirdi. Fakat bu ihtimalden, ikinci türden bütünsellik için bir netice çıkarmak hata olur. Çünkü kavram olarak bütünsellik, bir olayın tüm özelliklerinin ile elementlerinin toplamı için ve bu tekil elementlerin arasındaki ilişkiler için kullanılmıştır. Bu totaliter nitelikteki bütünsellikler ne sezgisel olarak nede yavaş yavaş ele alınabilir veya bir işlemde bulunabilir. Popper’in ifadesiyle, Holistikler uzmanın gerçekleştirdiği ikincil detayların araştırması, tüm sürecin yeniden yapılanmasını hedef alan bir entegre veya sentetik metot ile tamamlanmalıdır.660 Schmoller’in ekonomi-politiğin elementleri ve bunların kendi aralarındaki ilişkileri ile bir bütün olarak analiz etmeyi talep ettiğinde, bu talebini ikinci türden bütünsellik üzerinden istemiştir. Popper tarafından eleştirilen tekil elementlerin entegrasyonu ile sentezi ki bunlardan ekonomipolitik ya da toplum oluşur. Buna karşın Popper sosyal realitenin somut bir strüktürünü bir bütün olarak yakalamanın veya tanımlamanın mümkün olmadığını vurgulamıştır. Mümkün olabilecek olan ise, realitenin bazı olgularını araştırma konusu yapmak olacaktır. Fakat her türden araştırmalar seleksiyoncu olarak kalmak zorundadır.661 Tarihçi holistler sıklıkla bütünselliklerin, totaliter manada tarihçi metotların yardımıyla işlenebilecekleri görüşünü savunurlar. 2.8. EKONOMİ –POLİTİK KURAMIN SİSTEMLEŞTİRİLMESİ Schmoller ekonomi-politik doktrini şöyle tanımlamıştır: Ekonomi – politik yansımaları tarif eden, tanımlayan ve kökenini açıklayan ve bütün 660 661 Popper, Karl R;Das Elend des Historizismus,6.Auflage, Tübingen,1965/87,s.60-64 Popper,1965/1987,s.60-64 212 bunları birbiriyle bağlantılı bir bütün olarak algılamak isteyen bilimdir. 662 Bu tanımlama araştırma programının yapılanmasına denk düşmektedir. Ve birincil Schmoller’in ekonomi-politik kurama yüklediği ve gerçekleşmesini istediği, görev ile amaçlar hakkında bilgi vermektedir. Onun kavramsal açıklamasında talep ettiği tarifler, tanımlamalar ve köken açıklamaları ekonomi-politik kuruluşlara ve fenomenlere yöneliktir. Örneğin iş bölümü, çalışma organizasyonu, özel ve kamusal kuruluşlar, milli gelir dağılımı, değer-fiyat-para ve kredi yansımaları gibi.663 Schmoller sosyal ve ekonomik strüktürlerin durumunu tespit etmek ve gelişim çizgisini belirleyebilmek uğraşı içindeydi. Bu iki görevi göz önünde tutarak, ekonomi-politiğin oluşumundan itibaren saf bir istatistikî duruştan çok daha ileri doğru geliştiğini ve problem alanının genişlemesi ile dinamik bir bileşenin gerekliliğini belirtmiştir. Ekonomi –politik yansımaların süreçleri ve şartları çoğu zaman birbirine benzer olduğu için ve rakamsal olarak iktisadın ortalama değerini belirttiği için, ekonomi-politik araştırmaların başlarında önce istatistikî bakış açıları ön plandaydı. İlerleyen gelişim süreci içinde iktisadi ve çeşitli organizasyon formlarının ayrışmalarının araştırmaları buna eklenmiştir. Çeşitli formların ve yansımaların bağlantılarını ve sonuçlarını anlamak için yapılan çabalara, dinamik gözlem şeklinin dâhil edilmesi gerekirdi. Çeşitli formların bir kozal gelişime tabii oldukları ve iktisadi şartların tarihsel bir zincirlemeye bağlı oldukları düşüncesi ise, dinamikliğin koşullarına uygun olmalıdır. Bu istatistikî ve dinamik boyutun vurgulanmasının yanında Schmoller, ekonomi-politik kuramı başlangıcından itibaren pratik bir fonksiyona sahip olduğunu ve ‘hayat için öğretiyi’ sunmak amacında olduğunu belirtmiştir.664 Ekonomi-politik kuramı her zaman, ahlaksal-tarihsel değer yargıları bazında idealler oluşturan etik bir bilim dalı olmuştur. Ekonomi-politik kavramının anlayışının gösterilmesi ile ilgili olarak, sistematikleştirmenin üç ihtimalinden bahseder: Birinci olan istatistikî – ekonomi politiğin dinamik hale getirilmesidir. İkincisi ise kullanımsal ayrılık 662 Schmoller, 1893,s.223 Schmoller bu yansımaları ‘Grundrisse’adlı eserinin 1.cildinin son bölümünde ve 2.cildin başlarında işlemiştir. 664 Schmoller,1893,s.224 663 213 ifade eden ekonomi-politik teori(volkswirtschaftstheorie) ve ekonomi-politik uygulama (volkswirtschaftspolitik) arasındaki ayrışmadır. Üçüncü olarak ise özel ve genel bir ekonomi-politik kuram arasında bir fark gözetmiştir. Bu açıklamalar ile ekonomik-politik bilgilenmeye nasıl ulaşacağı konusundaki düşüncesini belirtmek istemiştir.665 Schmoller’e göre genel Milli Ekonomi felsefi-sosyolojik bir karaktere sahiptir. Ve ortalama ekonomi yönelimlidir. Ayrıca teorik olarak ekonomipolitik bilgiyi bir araya toplamaya çalışmaktadır. İktisadi fenomenlerin genel kökenlerinin çıkış noktasından itibaren, tipik ve kendini tekrarlayan durumlar ile gelişmeler incelenmektedir. Ampirik bilgilenme ve tekil olayın gözlemi gerçeğin ortaya çıkması ve iddia edilen gerçekliğin desteklenmesi amacıyla kullanılmaktadır. Özel ekonomi-pratik yönetim kanunsal ve tasvirseldir. Çıkış noktası ise somut olandır. Çünkü fenomenlerin detaylarını tanımlamakta ve tekil olan ise kökenler itibarı ile açıklanmaktadır. Bir ülkenin iktisadi ve sosyal gündelik problemlerinin irdelenmesi ise özel ekonomi-politik kuramın önemli bir görevidir. İlkin bununla ampirik ve sağlam zemin sunmaktadır. Ve ikinci olarak ise, sürekli olarak genel ekonomi-politik kuramı ve etik yönelimlidir. Schmoller genel ve özel ekonomi-politik kuramın içerik ve metodik olarak birbirini tamamladığını vurgulamıştır. Özel ekonomi-politik kurama seçkin bir statü tanımıştır. Tüm sosyal bilgilenmenin amacı ‘pratik’ olmuştur. Onun tarafından iddia edilen genel ekonomi-politik kuramın hak ve liyakati ise, buna uygun olarak özel ekonomi –politiğin gözlem ile kazandığı bilgilenmenin bir araya toplanmasında yatmaktadır. Smith ve Ricardo etkili ekonomik teorinin yönelimleri, ekonominin ilerleme sürecinde, metodik anlamda ayrı olan iki gelişim çizgisinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. İkisi de ekonomi-politik araştırmanın bir yönünü temsil ederler. Fakat teori ile tecrübeye farklı bir konumlandırma vermişlerdir. Smith teori ve tecrübeyi bir araya getirerek reel iktisadi yansımaları açıklamaya 665 çalışmıştır. Schmoller,1893,s.225 Ricardo için önemli olan, teorik sorunsalın 214 çözümünün varlığı önemliydi. Ampirik çalışmaların rolünün büyütülmesi Merkantalistler’de bile görülmüştür. Tekrar Tarihçi Okulda ortaya çıkmıştır. Her ne kadar Smith ampiriyi büyük ölçüde dikkate alsa da, onun görüşü bu anlamda tecrübe yönelimli olarak tanımlanmaz.666 2.8.1. Teori Bilim Ve Gerçeklilik Schmoller, karşıt manada tartışılan ve üzerinde bütünsel bir bakış açısı hüküm sürmeyen bütün kurumsal düşünceleri teori olarak tanımlamıştır.667 Burada mantıklı görünen, teorilerin tartışılabilir olması yönündeki taleptir.Tartışılmayacak bütünsel bir bakış açısı ve görüşü, ancak doğru bilgilenme ve hakikat söz konusu olduğunda mevcuttur. Schmoller bir yandan teorilerin emniyetli bilgilenme sunamadıklarını vurgulasa bile, bu gerçeklikten teorileri bilimden sınırlandırabilmek amacıyla bir kriter oluşturmuştur. Bunun bilim olması için artık tartışılmaması gerekmektedir. Bu durumda eğer bütünsel bir görüş hâkim ise, bilim emniyetli bir bilgilenmeye sahip olmaktadır.668 Eğer çeşitli teorilerden, herkes tarafından kabul gören bir hakikat ortaya çıkıyorsa, o zaman bilim “mükemmelleşmiştir.” Dünyayı açıklama denemelerinin çıkış noktası, gerçeği bulabilmeye olan inançtır. 669 Schmoller’in gerçekliliğe nasıl yaklaşabileceği konusundaki görüşü kabul edilebilir niteliktedir. Ona göre, her ne kadar emniyetli bilgiye sahip olmasalar bile, birbirine karşıt olan teoriler bilimsel araştırmaların arka planına atılmamalıdır. Çünkü gerçekliğe giden yol onların üzerinden geçmektedir. Teoriler olmadan bilimsel hedef olan, doğruluğa yaklaşmak mümkün değildir. Bununla beraber Schmoller’in natamam bilginin formulasyonu için yapılmış geçici denemeler olarak tarif ettiği teoriler, ona göre bundan ziyade insani bilgilenmenin oluşum sürecini teşkil ederler. 666 Ott/Winkel,1985,s.55-56 Schmoller,1897,s.318 668 Schmoller,1893,s.237-245,1897,s.320 669 Schmoller,1897,s.319 667 215 Ona göre, teorilerin hata kaynakları ve oranları, metodik araştırmanın, gözlemin ve kozal açıklamaların gelişimi ile azalacaktır.670 Schmoller’in teorilerin düzeltilebileceği konusundaki açıklaması ise, bu bağlamda yani eleştirel tartışmanın yardımıyla çeşitli teorilerde doğruluğa yaklaşmanın mümkün olabileceği olarak algılanabilir. Ve teorilerdeki hataların azalmasının bir bilgilenme ilerlemesi anlamına geldiği olarak değerlendirilebilinir. Bununla ilgili olarak Schmoller’in teori kavramının bir olgusu Popper’ci anlayış olan teorileri hipotez ve tahmin olarak kabul etme ile benzerlikler göstermektedir. İspatlama ve haklı gösterme problemi ile ilgili(bilgilenmeye esasında nasıl ulaşılır?)sorusunun cevabını Schmoller şöyle vermiştir: Sadece çeşitli teorilerin incelemesi değil, aynı zamanda yeni bilgiye ulaşmak için ampirik araştırmalarında önemli çıkış noktası olacağı. Doğruluğa ulaşmanın yolu olarak, karşıt teorileri tartışmak, ampirik olarak kontrol etmek, hataları elimine etmektir. 2.8.2. Detay Çalışması-Dünya Bilgisi Ve Teleoloji Burada ele alınan teorik bilgi, “olgu” bir gerekliliktir.(İcap, şarterfordernis)Bu durum Schmoller’in araştırdığı iki sorunun aşılması konusunun bir neticesidir. Birinci problem alanı, tekil ile somut olana yani detay çalışmalarının nesnel alanına yöneliktir. Diğer problem alanı ise bütünlüğe, totaliterliğe ve bunlarla bağlantılı olan dünya bilgilenmesine yöneliktir. Bu iki bilgi düzlemi arasındaki bağlantıyı bulgusallık ile kurmaya çalışmıştır. Buna göre bütünün bir ilgi noktası bulunmaktadır ve tüm elementler bir şekilde buna yöneliktir. Buradaki Schmoller’ci görüş, daha önce anlatılan özel ve genel ekonomi-politik kuramına bağlantılıdır. Özel ekonomi-politik kuramı kendisini özel bilim olarak konumlandırıyor. Ve dünya bilgisi ile ilgili büyük soruların (evrensel bilimlerin yönelttiği sorular) cevapları için gerekli olan temellendirmeyi sunmaktadır. Evrensel ile özel bilimler ayrışması bağlamında Schmoller, tekrar emniyetli bilgilenmeye ulaşma ile ilgili tezini tekrarlamıştır. 670 Schmoller,1897,s.319 216 Araştırma nesnesi ne kadar komplike olursa, problemler ne kadar büyük olursa ve cevaplandırılacak sorular ne kadar çok olursa, emniyetli bilgilenmeye ulaşmak o kadar zordur. Bu durum, evrensel bilimlerin özel bilimlere karşıt olan farklı bilgilenme ilgilerinden netice olarak çıkmaktadır. Evrensel bilimler dünyayı bir bütün olarak açıklama denemesi yaparken, özel bilimler spesifik, tekil ve küçük olanı ele alma ile kendisini sınırlamıştır. Sadece özel ve empirik –kesin olan bilimler ‘emniyetli ve güvenli bilgi’ veren bir yönteme başvurabilirler.671 Her ne kadar ilerleyen detay bilgisi ile artık sorunların temellenmesi giderek artsa bile ve hipotezler reel içerik olarak zenginleşse bile, son ve büyük sorular güvenli ve ampirik bir zemine ihtiyaç duyarlar.672 Schmoller ise bir yerde bilimden hakiki bilgilenme talep ederken, diğer yanda dünya bilgilenmesinin imkânsızlığını vurgulamıştır. Popper buna Wilhelm Busch dörtlüğü ile itiraz eder. İki kere iki dört eder gerçektir Ne yazık ki içi hafif ve boştur Benim için esas olan berraklıktır İçi dolu ve ağır olan hoştur.673 Buna göre, Popper bir bilimin amacının her hangi bir gerçekliliği veya bir takım gerçek teorileri bulmak olmadığını göstermiştir. Bunun yerine bilim adamının her zaman ‘ilginç gerçeklilik’ araması gerektiğini belirtmiştir. Schmoller tarafından ortaya çıkan doğruluğu ‘içi hafif ve boştur’ olarak tanımlamıştır. Schmoller’in bu suçlamaya olan karşılığı ise, evrensel bilimler ile özel bilimler arasındaki bir teleolojik denemenin söylemidir. Kozal bağlantıları belli olan tekil yansımaları anlamak için, teleoloji en önemli yardımcı araçtır. Schmoller ampirik maddeyi teleolojik bir işlem sonucu genel bir çerçeve itibarıyla düzenlenmesini gerekli görmüştür. Teleoloji bir ‘refleks prensibi’ ve 671 Schmoller,1897,s.321 Schmoller,1897,s.323 673 Popper,1960,s.175 672 217 ‘bulgusal yardımcı’ desteklemelidir. araç olarak ampirik bilimi destekleyebilir ve 674 Teleoloji bir dizi yansımayı amacı doğrultusunda muntazam bir şekilde algılar ve düzenler. Bütün ahlaksal değer yargıları insan hayatının genel amacına hitap ettiği için, bütün etik anlayışlar, buna ekonomi-politik kuramda dâhil olmak üzere teleolojiye ihtiyaç duyar. Schmoller’e göre, teleolojinin fonksiyonu ekonomi-politik kuramın ampirik ve etik yönünün bağdaşma noktasında bulunmaktadır. İhtiyacı bir bütünsel dünya ve hayat görüşü doğrultusunda doğal ve gerekli olarak algıladığı için, teleoloji onun için uygun ve gerekli araç gibi görünmüştür. Ve aynı zamanda bu ihtiyaca cevap verebilmesi için uygundur. Yani ampirik metodu oluşturan tekil bilgiyi, bir bütüne yöneltmek için. Bunun için öncelikle detay çalışması gereklidir. Gözlem, tanımlama ve sınıflandırma yani detay çalışmaları, büyük denemeler için gerekli bazı oluştururlar. Burada örneğin ahlak, hukuk ve kurumların arasındaki bağlantı söz konusu olabilir. Bu denemeler ‘var olan tekil bilgilenmenin’ ötesine geçmelidir. Ve bir şekilde bütünün bir resmini yapmalıdır. Tüm varsayılan ile bilinenin kendi içinde kapalı bir ortamını oluşturmalıdır.675 Schmoller, detay çalışması ile dünya bilgisi arasındaki teleolojik bağlantının gerekliliği konusunda sosyal bilimlerin dogma tarihsel gelişimlerinin kendi yorumunu temel olarak argümanlaştırmıştır. Ona göre, din sistemleri sosyal bilimlerin çıkış noktasıydı. Bunlardan öncelikle moral sistemleri oluşmuştur ve bunlar sonra etik evrensel bilimler formuna girmişlerdir. Bu etik sistemlerden yola çıkarak, devlet, hukuk ve iktisat üzerine özel bilimler ortaya çıkmıştır. Schmoller’e göre, evrensel bilimlerin problem çözme denemeleri, her zaman kendi içlerinde kapalı bir dünya görüşünü, bütünsel bir hareket noktasını(tüm eylemlerin ve tüm olayların bağlanabileceği yer) şart koşmuşlardır. Eskiden bu nokta ruhlara ve tanrılara inanmaktı. Zaman içinde tek bir tanrıya olan inanç gelişmiştir. Bu tanrı dünyanın sebebi ve tüm iyinin 674 675 Schmoller,1893,s.237 Schmoller, 1897 s.322 218 ile kötünün kökeni olarak düşünülmüştür. Hayat şartlarının değişmesi, süregelen dinler sistemini sarstığı gibi, aynı zamanda ampiriye dayalı bilgilenmeyi ileriye götürmüştür. Bu gelişim ise, sebep ve amaç doğrultusunda ispatlanmış bir kural ile dünyanın aydınlanmasını şart koşmuştur.676 Fakat her zaman çok sayıda hayat amaçları ve dünya görüşleri olduğu için, dünyayı tanımak için oluşan çok sayıdaki görüş, birbirine karşıt ve çatışmacı felsefi ile etik sistemler oluşturmuştur. Sonuçta bunlar din sistemleri ile benzerlikler göstermişlerdir. Bu benzeşmenin kökeni ise, son prensibe olan inanç ve bunların ideolojik temellendirmesine dayanmaktadır. Aynı şekilde çeşitli ekonomi-politik teori sistemleri de, bu türden moral sistemlerine eş güdümlüdür. Schmoller, Merkantilizmin, Klasiğin, Fizyokratların ve Sosyalizmin tek taraflı ideal üzerine hangi ölçüde kurgulandıklarını tanımlamıştır. Son prensipler için örnek olarak kişisel özgürlük düşüncesini, toplumsal düzeni, hak ve eşitliği saymıştır. 677 Bu fikirlere tek eğilimli bir yönetim konusunda uyarıda bulunmuştur. Birbirini karşılıklı olarak tamamlayan ve oluşturan bu ‘olguları’ ile ‘hedefleri’ tek olarak takip etmek yerine hepsini aynı anda takip etmenin esas olduğunu belirtmiştir.678 Schmoller, bir yandan prensiplerin istismarı tehlikesinden bahseder ve tekrardan bunu vurgularken; dünyayı ve tarihi bir bütün olarak açıklamak isteyen sentezlerin münakaşa edilebilir olarak kalmaları gerektiğini belirtmiştir. Diğer yandan ise tekil bilgi parçalarının bütün olana ilavelerinin vazgeçilmez bir hak olduğunu açıklamıştır. Çünkü ‘bir sentez, milleti, zamanı ve insan hayatını bütün olarak algılar ve zengin tecrübelerden yola çıkarak mükemmelleşmiş nesnel bilgiyi sanatsal sezgisellik ile birleştirir.’Bu sentez, 676 Schmoller,1893,s.236 Schmoller,1893,s.239 678 Krüsselberg,1989,s.ç58 Bu fikir daha sonraları Müller Armack’ın yazılarında ortaya çıkmıştır. Armack sosyal-irenik-barışçıl olan bir bilimsel görev olarak kabul etmiştir. Bu uzlaşma barışmaya yönelik bir sosyal düşüncedir ve amacı dünya görüşlerini ve çıkar gruplarını birleştirmektir. 677 219 gerçek bilgilenmeye o derece yaklaşabilir ki bizim amaçlarımız doğrultusunda bilgilenmeyle aynı ortamdan da kaynaşabilir.679 Bu gelişimin Schmoller’ci yorumunda belli olan, bir yandan tarihçi metodu ile kendisine göre, ideolojik ve tek yönlü olan araştırma programlarının dışına çıkmıştır. Diğer yandan ise, ekonomi-politiği toplamında bir etik bilim olarak gördüğü ve bu bağlamda totolojiye hangi değeri verdiği anlaşılmaktadır. Dünyaya bakış açıları bütün zamanlarda tüm sosyal bilimler için kaçınılmaz gerçekliklerdir. Bu ise, insanın belirgin bir dayanak noktasına duyduğu ihtiyacın neticesidir. Aranan bu pratik teorik nokta, dünyanın varlığının ve var olmanın hedeflerinin bir tassavuru olmalıdır. Bu dünya görüşü ile verilen değer yargıları neticesinde insan bir hayat idealine kavuşur.680 Bilim ile ideoloji arasındaki bağlantı bugüne dek tartışılan bir konudur. İdeoloji kavramı farklı şekillerde yorumlanmıştır. Bir kılavuz resim yöneliminde (ideoloji) ekonomik, toplumsal ve politik temel kararlar alınır. Ve bu kılavuz resim (ideoloji) parçalı veya kapsamlı mantığın bir ürünü veya duygunun bir yansıması olarak anlaşılabilir. Geri çevrilemez bir gerçeklilik talebi mantığı durumunun olduğu zaman ise, (örneğin bir ideolojik temelli egemen grubun temsil ettiği gibi) bilimin görevi bu tür ideolojilerden kendisini sınırlamaktır.681 Schmoller’de ifade bulan kılavuz resim yorumu ise ki bu beher bilimin değer bazına yöneliktir ve bu bağlamda politik düzen mekanizması ile yakından ilgilidir. Bir bilimin değer bazı açık olduğu ve tartışılabildiği sürece, kılavuz resim rasyonel olarak ele alınabildiği sürece, bu anlamda bilimin bir ‘ideolojik’ elementine yönelik itirazı yoktur. Kılavuz resim olgusu çoğunlukla teorik fikirlerin iktisadi politik uygulaması ile yakından bağlantılıdır. 679 Schmoller,1893,s.230-241 Schmoller,1893,s.232 681 Kloten,1967,s.334 Kılavuz resim burada Von Kloten mantığında kullanılmıştır. Von Kloten kılavuz resmi şöyle tanımlar: Toplumsal ve ekonomik durumun istenen ve düşünülen bir düzenin timsali. Bir kılavuz resim aynı zamanda insani istemin bir ifadesidir. İnsani yargının bir ölçüsüdür ve insani davranışın bir motorudur. 680 220 2.9. EKONOMİ – POLİTİK KURAMIN HEDEFLERİ VE GÖREVLERİ Schmoller için ekonomi-politik kuramın görevleri arasında sadece toplumsal ilerlemeyi, onun tarihsel oluşumunun tekrarı ile anlamak yoktu. Aynı zamanda sosyal reformları mümkün kılan önlemlerin tamamıydı. Bu önlemlerin düzenlenmesi sonucu sosyal reformlar gerçekleşebilirdi.682 Schmoller, bilimin objektifliği için, ekonomi –politik kuramı bir özel (spesifik) bilim olarak ele almayı gerekli görmüştür. Katı tarihçi metodun yardımıyla, bu hedefe ulaşmaya çalışmıştır. Tarihçi metot ekonomi – politikliğin zaman, mekân, ölçüt ve tarihsel süreç ile ilgili mükemmel bir resmini ortaya çıkarmak amacındaydı. Aynı zamanda ekonomi-politik yansımaları karşılaştırmak ve düzenlemek görevleri arasındaydı. Bu süreçte yansımalar kavram ve sınıflandırmalardan oluşan düzenli bir sisteme yerleştirilir ve böylece bağlantılar belirgin hale gelir.683Her ne kadar Schmoller normatif cümleler ve pratik eylem biçimlerini tasarılarını özellikle daha kibar bir görev alanı olan Milli Ekonominin eski sistemleri babında, önemli olarak görse bile 19.yy. ‘da oluşan bilimlerin öncelikle bilgi kazanımın bu katı metoduna yönelmeleri açısından bir ilerleme teşkil ediyordu.684 Gerçi iktisadi politik tavsiyeleri formülasyonunu, iktisat bilimlerini araştırma uygulamalarının önemli bir alanı olarak değerlendirmiştir. Ama aynı zamanda onun tarafından metot yardımıyla öncelikle, reel bağlantıların bir anlayışına ulaşmak niyetindeydi. Bu anlamda Schmoller Milli Ekonominin Alman Tarihçi Okulunu sıkı bir bilim olarak algılamıştır. Onun tarafından formüle edilen hedefler ve yerine getirilmesi gereken görevler, yani gözlem, tanımlama, sınıflandırma ve köken açıklamalarıdır. Schmoller’e göre, insana metafiziksel bakış sonucu politik ekonominin konumunu tespit edebilir nitelikteydi, sadece tabiat ve ruh, teknik ve ahlak ile tarih ve teori arasındaki bir evrensel bağlantıyla, politik ekonominin çapını ve alanını tespit eder(veya kendi deyimiyle ekonomi-politiğin çehresini). 682 Schmoller,1898,s.55 Schmoller,1893,s.228 684 Schmoller,1900,s.100 683 221 Ekonomi-politik kuramı izole bir devlet disiplininde tüketemezdi. O daha fazla olmalıydı. Bunun için sadece ekonomi –politik kuram olarak kalamazdı ve bir toplum bilimine genişlemeliydi.(Bir kültür ve sosyal bilim olarak.685 ) 2.9.1. Ampirik Temelin Oluşturulması Schmoller’e göre karmaşık bağlantılar araştıran tüm bilimler, büyük bir tasvirsel bölüme ihtiyaç duyarlar. Bu durum iktisat bilimleri içinde geçerlidir. Buna göre önce Kameralistler(finans bilim) ve Merkantilistler büyük miktarda gerçeklik olgusu toplamışlardır. Klasiklerin ve fizyokratların denemesi olan materyallerin rasyonel olarak kullanımı sonucu, ampirik çalışma şekli arka planda kalmıştır. Bilgilenmeyi ampiri temelinde elde etmek yerine, genel ifadeler temelinde elde etme denemeleri olmuştur. Schmoller Alman ekonomi-politik öğretisini realizme giden yolu tekrara keşfettiğini ve ‘gerçekliğin duyumunu’ yeniden kazandığını vurgulamıştır. Tarihçi Okul tarafından talep edilen tasvirsel çalışmasının merkantilistlerin kullandığı ampirimden farkı, bugün artık tesadüfü notlar toplamak yerine, katı metot çalışmaları doğrultusunda bilimsel anlamda tamamlanmış gözlemler ve tanımlamalar istenmeleridir.686 Ampirik bilimin gerçekliliğin tüm bağlantıları ile tanımayla ilgili tüm denemelerinin hepsi, en azından kendilerinin koydukları kanunlar içerisinde prensip olarak ‘tam gerçeklikler’ elde edebilme ön koşulundan yola çıkmıştır. Ve bunun için ruhun temel güçlerine ulaşmak, yani insani dürtü yaşamının psikolojik, etik ve politik alanında en derin varlığı içinde anlamak.687 Menger’in öğretileri hiçbir şekilde ampirik gerçekliğin algılanabilir yansımalarını konu almaz, hatta bunlar yazarın umurunda bile değildir. Buna 685 Schmoller,1882,s.1382 Milli ekonomi bugün sadece bilimdir. Bunu toplum doktrini olarak genişletmek gerekir. Tüm çıkış noktası birey ile onun teknik üretimi değil, toplum ve tarihsel gelişimi olmalıdır. Yayınları iktisadi hayatın toplumsal yansıma formlarının araştırmaları olmalıdır. Birinci derecede iktisadi organlar ve iktisadi kurumlardan bahsetmelidir. Nasıl tarihsel olarak geliştiklerini veya pratik anlamda hangi bağlantıda ve ilişkide bulunduklarını belirtmelidir. 686 Schmoller,1893,s.254 687 Schmoller,1898,s.322 222 göre Menger yansıma formlarını, yansımaların ardında duran entelekya strüktürlerinin görünen fenomenlerinin varlıkları olarak değerlendirmiştir. 688 Buna karşın Schmoller’in öğretilerinde daima farklı bir bilgilenme objesi bulunurdu. Somut yansımalar, sosyal politik hareket noktaları itibarıyla ele alınmıştır. Menger’in katkılarının değerlendirilmesi aşamasında çoğu kez bu şartlar göz ardı edilmiştir. Schmoller metodik duruşunun temel düşüncelerini, İngiliz fen bilimci ve bilim teorisyeni Wilhelm Wheywell’in görüşlerinden devralmıştır. Wheywell ise tıpkı Schmoller’in daha sonra yapacağı gibi, Klasik sonrası Milli Ekonominin durumuyla ilgilenmiştir. Bunun ötesinde Kant sonrası idealizm çatışmalarının önemli yönlerini Alman dil bölgesine kazandırmıştır. Wheywell’in bilimsel görüşü tüm bilimleri için ki o bunların arasında özellikle politik-ekonomiyi görmüştür, basit gerçeklik kriterlerinin inkılâba tabi tutulmasını ve bilimsel şemanın yeniden oryantasyondan geçmesini talep etmiştir. Bu yeni oryantasyon ise, Kant felsefesinin dogmatik olmayan sistematik hareket noktalarından geliştirdiği yöntem ile sağlanacaktı. Wheywell’in üç basamaklı tümevarım öğretisini Schmoller’de kabul etmiştir. Buna göre açıklayıcı olaylar hipotez olarak kabul eden bir sistematik oluşturulur ve bunun somut neticeleri daha sonra tümdengelim yöntemine tabi tutularak en nihayetinde ampirik gerçeklikte kontrol edilir. Fakat ampirik realitenin düşünülmesi zorunlu olan, form kökeni ile amaçsal köken olarak gelişimin temelinde olan bu “genel tümevarım” metodunu ise ret etmiştir. Çünkü gerçeklik, hiçbir gözlem veya ampirik realite sonucu tartışılır hale getirilemezdi. Menger ile temel farklılığı ise tam olarak burada yatmaktadır. Schmoller’e göre tarihçi tecrübe materyali tüm iyi gözlem ve tasavvur gibi, teorik cümlelerin açıklanmasında, tasdikinde, sınırlandırılmasında yardımcı olmalıdır. Bu teorik cümleler dâhilinde bazı gerçekler geçerli olmalıdır ve yeni gerçekler elde edilebilmelidir. Burada söz konusu olan mekanik anlayışla birkaç kanuna ulaşmak değildir. Bilimsel araştırma sürekli gerçekleştirilen bir ispatlama ve yalanlama kavgası değildir. Bunun yerine 688 , Menger,1883, s.89-100 223 hissetmeye ve vicdani araştırmaya daha yakındır. Schmoller bu türden ifadeleri makalelerinde sürekli olarak tekrarlamıştır. Zamansal veya mekânsal formda nispi düzenlilikler içeren nomolojik hipotezlerin bile, politik öneme sahip olduklarını belirtmiştir ve bunları tavsiye etmiştir. Böylece suni bir müdahaleyle söz konusu olan araştırmalar, stabil kabul edilen bir iktisadi kültür seviyesi ile sınırlandırılır. Onun tarihçi araştırması bu yüzden, zaman süreci içersindeki kurumsal yapının tasviri sonucu, teorik çıkarlarına bir yardımcı bilim olarak hizmet etmiştir. Çünkü bu türden kazanılmış olan genellemelere özel ilgi göstermiştir : “Bunları ister kanun ister hipotetik gerçeklik olarak tanımlayın.” Doğru sınırlandırmayla bir anlam ifade ederler. Bu şekilde her iyi devlet uygulaması ve yönetimi için, bilgilenmenin önemli bir enstrümanı ve dayanağı olur. Schmoller’in bu görüşleri, modern bilimsel açıklamaların bakış açısına göre uygundur. Schmoller pratik kullanım kolaylığı sağladığı gerekçesiyle yapısallıkları tercih etmiştir ve bugün bunlar teoriymiş gibi değerlendirilirler. Bunlar geçişken akıcılık neticesinde, strüktürel nispi nomolojik hipotezler haline gelebilir ve evrensel geçerlilik talepleriyle faydalı olabilirler.689 2.9.2. Gözlem Ve Tasvir Schmoller’e göre bir ekonomi-politik gözlem, bireylerin ve grupların iktisadi davranışlarının süreç, motif, sonuç ve etkilerinin tespit edilmesidir. “Bir bilimsel gözlemden objektif gerçeklilik, titiz bir kesinlik ve kapsayıcı bir tamamsallık talep eder.” Nesnenin bütün algılanabilir ilişkileri kesin bir büyüklük zaman ve mekân şekillenmesini meydana çıkartırlar.690 Schmoller’in formüle ettiği gibi, hem tanımlama hem de talep edilen koşullar, problemli olgular barındırırlar. Bir bağlantının bütün çeşitliğini dikkate almak neredeyse olanaksızdır. Olabildiğince kesin gözlem yapabilme denemelerinde, her zaman sadece problemsellik için önemli olan olguları 689 690 Carl Hempel, Aspekte wissenschaftlicher erklarungen, Berlin 1977,s.78 Schmoller,1893,s.249 224 dikkate almak esastır. Schmoller nesnel olayların algılanması manasındaki genel gözlemi üçe bölmüştür. İç gözlem (selbst beobachtung),direkt gözlem ve endirekt gözlem. İç gözlem, kendi ruhsal hayatın gözlemidir. Burada kendisi hakkında bir belirginlik elde eder. Ve bunun üzerinden karşılaştırmadan yardım alarak, başkalarının davranışlarının motiflerini tanımlar. Dış gözlem ya duyusal tecrübe üzerinden ya da kitaplar, raporlar veya benzer formalar üzerinden gerçekleşir. Direkt gözlem çok yönlü olarak derin ve etkilidir. Çünkü görmek ve yaşamak üzerine kurgulanmıştır. Endirekt gözlemin derinliği ve gücü ise, bir yandan raporlayanın canlı olguyu ifade ve anlatım kabiliyetine bağımlıdır ve diğer yandan raporları alanın hayal gücü ve tasavvur kabiliyeti ile orantılıdır.691 Genellikle bizzat yaşanmış tecrübeler, üçüncü kişiler tarafından aktarılan tecrübelerden daha kuvvetlidir. Bunun neticesi olarak insan ve dünya bilgilenmesi önemli ölçüde kitap bilgilenmesinden ayrılır . Schmoller’in genel gözlem ayrışması, gözlemlerin çeşitli ihtimalleri bakımından oldukça ilginç görünüyor. Fakat gözlem formları ile ilgili tezler bazı noktalarda problemli görünmektedir. İç gözlem konusunda ortaya çıkan soru, bunun yardımıyla hakikaten üçüncü kişilerin iktisadi davranışlarının motifleri anlaşılabilir mi? Bu durum şunu gerektirir, kendi duygularımızdan gözlemlenen davranışlara ilişkin sonuç çıkarmak; aynı davranışların çok farklı motifsel temellendirmeleri olabilir. Örneğin A kişisi iyi niyetinden ve yardımseverliğinden ötürü para bağışında bulunurken, kişi B sadece toplumsal kabul görme motifi sebebiyle para bağışında bulunabilir. Eğer yardım sever A,B yi para bağışlarken gözlemlerse, A için iç gözlem ile B’nin motifini anlamak mümkün değildir. Direkt ve endirekt gözlemin kalitatif ayrışması ve bir duyusal tecrübenin etkisinin derinliğinin ve kuvvetinin, endirekt gözleme göre üstün olduğu iddiası, sübjektif elementlerin eliminasyonu talebiyle, uyum içinde görünmemektedir. Çünkü Schmoller’e 691 Schmoller,1893,s.251 225 göre bir gözlem sadece bütün sübjektif etki gözlemin sonucundan elimine edildiği takdirde ‘doğrudur.’Ve bilimsel olarak kullanılabilir.692 Duyusal tecrübe için geçerli olan, çoğunlukla sübjektiftirler. Sıcak suya dokunan bir el için, ılık su soğuk gelir. Suya bandırılan düz bir sopa yamuk görünür. Araştırmalar, bir adi suçun ortak tanıkları olan kişilerin, olayları çok farklı şekilde gözlemlediklerini gösteriyor.693 Herkes bu türden duyusal yanılmaları tanır ve ona göre bilimsel araştırma için önemli olan soru, Schmoller bu türden duyusal yanılmaları tanır ve muhtemelen ona göre bilimsel olarak kullanılmaz gözlem şeklinde örnek olarak sunardı. Fakat bilimsel araştırma için önemli olan soru, duyusal yanılmaları bu manada tanımlama kabiliyetine sahip miyiz den çok, sade bir yansımayı gerçeklilikten nasıl ayırırız sorusudur. Ya da Schmoller’in ifadesiyle, hangi vasıtalar yardımıyla bilimsel ve doğru gözlem yaptığımızı anlayabiliriz. Schmoller bu soruyu istatistiğe dikkat çekerek cevaplamaya çalışmıştır. Schmoller’e göre, ekonomi- politik yansımaların gözlemleri, fen bilimleri alanındaki gözlemlere göre daha zordur, çünkü bunlar daha komplekstirler. Ekonomi-politik yansımalar çok çeşitli nedenlere bağlıdır ve çok farklı şartlardan etkilenirler ki bunlar fen bilimleri alanında olduğu gibi istenildiği zaman değiştirilebilecek veya sabit tutulacak nitelikte değildirler. Schmoller ekonomi-politik için önem taşıyan olay ve gerçekliklerin (örneğin fiyatların yükselmesi, kurların değişmesi, ticari krizler) insanların duygularından, motiflerinden, davranışlarından veya tabiat olayları ile teknik gelişmelerden kaynaklandığını belirtmiştir.694 Ekonomi –politik hayatın tipik formları ‘mesela aile işletmeleri, şirketler, borsa yatırımcıları, sendikalar, piyasalar ve başka kuruluşlar şartların çok şekilliliği yüzünden ve kendi iç ilişkilerinin yoğunluğu sebebiyle oldukça zor gözlemlenebilirler.695 Sonuç olarak geçerli olan nesnel oluşumlar ne kadar kompleks ise, bunların gözlemi de o derece zordur. 692 Schmoller,1893,s.248 Musgrave,1993,s.40 694 Schmoller,1900,s.101 695 Schmoller,1893,s.249 693 226 Schmoller’in tezi olan, sosyal bilimlerin analiz alanının insani arzu-ve karar verme özgürlüğü sebebiyle fen bilimlerinden daha kompleks olduğu tezi, literatürde oldukça sık temsil edilen bir görüşe denk düşüyor. Popper ise bunu yaygınlaşmış bir önyargı olarak görmektedir. Bu önyargı ilkin, eşit olmayanı karşılaştırma eğiliminden yani sosyal hadiseleri suni deneme hadiseleri ile karşılaştırmaktan ileri gelir. İkinci olarak ise çoğunlukla var olan görüş bir sosyal hadisenin analizinde kişilerin ruhsal ve manevi durumunun dikkate alınması gerektiği veya hatta sosyal hadisenin bunlar üzerine indirgenmesi gerektiğidir. Popper bu teze karşılık, sosyal hadiselerin doğa hadiselerinden daha az komplike oldukları tezini ileri sürmüştür. Bu ifadesini bütün sosyal hadiselerde bulunan bir element ile ispatlıyor, kısmi rasyonel davranış. Bu noktada, fen bilimleri ile sosyal bilimler arasındaki önemli metodik fark yatmaktadır.696 Hangi bilimin daha kompleks olduğuna dair olan soru nasıl cevaplanırsa cevaplansın bilimin bir görevi de her zaman kompleksliği azaltmaktır.697 Ona göre gözlem soyutluluk üzerine oturmuştur. Çünkü tek bir olayı veya nesnelliği izole ediyor ve bunun bir kısmını veya olgusunu analiz eder. İdeal durumda gözlemlenecek olan olay, en küçük tekil parçasına ayrışması gerekiyor. Bunlar ise daha sonra toplam bir sonuca götürülmelidir. Bu arada bu noktada tasvire olan bağlantı belirgin hale gelmektedir. Bu sadece en uygun şartlar altında gerçekleştirilebilir. Şayet en uygun şart yoksa bütünün (bağlanmış olan parçalar) ele alınması gereklidir. Bunun için ise, gözlemlenmeyen verilerin, bir tamamlayıcı sonucu gerekmektedir ki bunu deneyimli bir araştırmacı tümü üzerinde edindiği intiba ve hayal gücünün yardımıyla gerçekleştirir.698 Soyutluluğun gerekliliği ve gözlem objesinin tekil parçalara ayrıştırılması, Schmoller’in kesinliğin sınırlarını ve gözlemin kapsamının farkında olduğunu gösteriyor. Bütüne olan bakış bağlamında, tamamlayıcı 696 Popper,1965,s.109 Machlup,1978,s.346 698 Schmoller,1893,s.250 697 227 sonuçlandırma talebinde tekrar ekonomi-politik bağlantıların organsal ifade buluyor ki bunun işlenişi bir yandan teleolojik bir uygulama ve diğer yandan araştırmacının kabiliyeti olmasını gerektiriyor. Bu noktada özellikle belirgin hale gelen Schmoller’in gözlem kavramını ne kadar geniş yorumladığıdır. Bununla ilgili olarak gözlem ile tasvir arasındaki geçişler akışkandır ve oldukça zor yakalanabilir niteliktedir. Bir gözlem ancak tasvir ile üçüncü kişiler için anlamlı hale gelir. Tasvirin görevi izole bir nesneyi tarif etmek, tanımlamak, sınıflandırmak ve başka nesnelerle benzerliklerini, eşitliklerini, sonuçlarını yan yana mevcutluk durumunu ve bağlantılarını karşılaştırmaktadır.699 Tasvir bilgi teorik manada gözlemden daha yüksekte durmaktadır, çünkü gözlem ve diğer bilgilenmelerden sonuçlar aktarmaktadır. Bunun devamında tekil gözlemleri sayısal olarak birbirine bağlar.’Büyüklük, köken ve sonuç itibarıyla bir tasvirin neticelenmesi için’ analitik olarak kazanılan verileri bir araya toplayabilme kabiliyeti gerekmektedir.700 Genel olarak tasvirin ana amacı tümevarımı hazırlamaktır. Bunun ötesinde tümdengelime ve tasdik olunmasına hizmet eder.701 Tamamlanmış tasvir zamansal ve mekânsal bağlantılı gerçeklikleri karşılaştırır. Başka bilim dallarında giderek artan bir öneme sahip olan gözlem ve her türlü deney karşılaştırma metodunu baz alırlar. Karşılaştırma benzer olgular üzerinde çeşitli fonksiyonları yerine getirebilir. Bir deneyin yedeği olabilir, kozal faktörlerin değerlendirilmesini sağlayabilir, aynı kökenlerin ihtimalini tespit eder ve sosyal ile iktisadi gelişimi büyük bir ihtimalle öngörebilme olanağını sunabilir.702 Bir tasvirin temsil fonksiyonu bir tecrübe bilimi için tartışmasız önemlidir. Schmoller’in özellikle karşılaştırıcı metot babında bir tasvirden talebi, mevcut olan üretme kabiliyetinin biraz üstünde gibi görünüyor. Tasvir bir ifadedir ve iktisat bilimleri için ekonomik bağlantılar hakkında bilgi verdiği için büyük önem taşır. Burada tasvirsel bir ifadenin normatif veya izah edici 699 Schmoller,1893,s.252 Schmoller,1893,s.252 701 Schmoller,1900,s.102 702 Schmoller,1893,s.269,1900,s.102 700 228 bir ifadeye göre farkı, açıklayıcı bir müzakereyi ile kozal bağlantıların tahminini ve olayın olası kökenlerinin sunumunu içerir.703 Tasvirler çoğunlukla tanımlamalar, sınıflandırmalar ve karşılaştırmalar içerirler. Burada karşılaştırmalar, Schmoller’in belirttiği üzere olguların etkileyici bir biçimde sunumuna ve daha iyi değerlendirilmesini sağlar. Ama karşılaştırmaların kullanımında tasvirlerin objektifliğine dikkat etmek gereklidir. Çünkü bağıntılar sıklıkla değerlendirmeler içerirler. Ampirik bir tasvirin kontrolü genelde basit olması ve bir tasvirin isabetliliği konusunda genelde fikir birliğine varırken, bir tasvirin objektifliği otomatik olarak oluşmaz. Schmoller’in sosyal-ve iktisadi bilimler için gözlem ve tasvirin önemi belirtilmiştir ve bu ifade ampirik olgular içermektedir. Buna göre tecrübe veyahut gözlem ile duyu tecrübesi tüm bilgilenmenin çıkış noktasıdır. Empirist John Locke (1632-1704) bu görüşü şu şekilde formüle etmiştir: “Bir an için genelde ifade edildiği gibi, ruhun yazılmamış bir sayfa olduğunu kabul edelim, üzerinde hiçbir işaret olmayan ve bütün fikirlerden arınmış; o vakit ona nasıl veri yüklenir? Nasıl o olağanüstü fikirlerin yedeklemesini yapabiliyor ve insanın sınırsız fantezisi onu neredeyse sonsuz çeşitlemede ne ile yazmıştır? Aklıselimin ve bilgilenmenin bu kadar çok materyalini nerden almıştır.” Buna tek bir kelimeyle cevap vereceğim: Tecrübeden Bunun üzerine bizim bütün bilgilenmemiz kurgulanmıştır ve buradan yönelimli hareket eder. Bizim gözlemimiz ya duyusal olarak algılanabilen dışsal objelere yöneliktir ya da bizim algılayabildiğimiz ve üzerinde düşündüğümüz ruhun içsel faaliyetlerine yöneliktir. Şuurumuz düşüncenin tüm materyalini aktarır. Bunlar bilgilenmenin iki kaynağıdır. Bunlardan bizim sahip olduğumuz veya doğal olarak sahip olabileceğimiz, tüm fikirler oluşur. 704 Popper gözlemin önemine ilişkin şu argümanlarla Locke’in görüşlerini eleştirmiştir: 703 704 Grass Stützel,1988,s.1 John Locke, 1690 – 1990, s. 386 229 Gözlemler tecrübe bilimlerinde önemli bir rol oynarlar. Sosyal bilimler ve iktisat bilimleri bir manada “ ampirik” olarak tanımlanabilirler. Milli ekonomi ne kadar ampirime dayanıyorsa, o kadar ampirik. Bir sosyal bilimin açıklamaya çalıştığı problemler ve ön görüde bulunması gereken olaylar, gelişimler ve süreçler çoğunlukla (belki de her zaman) gözlemlenebilir niteliktedir. Hatta açıklamaların veya ön görülerin kabulü ya da ret edilişi, genelde ampirik sonuçların var olan teorilerle uyuşmasına bağlıdır. İddia edilen kanunsallıkların kontrolü, gözlemin yardımı ile gerçekleşmektedir. 705 Gözlemlenebilirlik olgusu iktisat bilimlerinde de bir çıkış şartı değildir, çünkü iktisat bilimindeki analizlerde pek çok nesnellik soyuttur ve ancak üzerinde düşünüldüğü takdirde gözlemlenebilir ya da görülebilirler. Popper’e göre bilimin çıkış noktası, problem çözebilme ilgisidir. Ancak bu ilgi uyandırılabilirse, gözleme ve veri toplamaya başlanabilir. 706 Bu görüş, sosyal bilimlerin bazının sadece gözlem olduğuna dair tez ile uyumsuzdur. Popper aynı şekilde, sosyal bilimlerde planlı deney olamayacağı yönündeki görüşü yanlış olarak kabul eder. Hatta çok sayıda deneysel bilgi mevcuttur, bunlar hem ön bilimsel hem de bilimsel karakter taşırlar. Ve bu bilgiler gözlem ile değil, deneme – yanılma yolunun yardımı ile elde edilirler. Popper’e göre, ampirik bilimlerin bazını ve metodunu, basit gözlemlerin işlenmesi değil, problem çözme denemeleri ve hatalardan öğrenme isteği teşkil etmektedir.707 Schmoller araştırma programının hakkını verebilmek için denemeleri çerçevesinde, tekrardan ve sürekli olarak yapılmazın sınırlarına dayanmıştır. Bu konuda bir örnek onun “Grundrisse’sinden “ bir bölüm olan” Halklar ve Cinslerdir.” Schmoller burada çeşitli halkları psikolojik ve fizyolojik olarak ve miras ile gelenek anlamında bağlı birimler olarak algılamaya çalışmıştır. Burada gerçekleştirmek istediği, bu birimlerin kökenlerini ve karakterini meydana çıkarmaktı ve bunun üzerinden bu halkların “ varlığını “ anlamaya çalışmıştır. Çok sayıda etnografik tekil tanımlama ile bu amacın temellendirmesini sağlamak istiyordu. On sayfa üzerinde 15 ten fazla kavim 705 Popper, 1965, s. 29 Popper, 1965, s. 106 707 Popper, 1965, s. 68 706 230 ve halk işlemiştir. Bunların arasında olanlar ise, Orman İnsanı, Hotantolar, Bantu kavimleri Moğollar, Hamitler, Samiler, Hint – Avrupa kavimleri, Ruslar, İtalyanlar, Fransızlar, vurgulanarak verilen Almanlar, farklı İngilizler görüşler, ve Schmoller’in Kuzey halklar Amerikalılar ve uluslar konusundaki değerlendirmeleri üzerine oldukça ilginç ve neşeli bir bakış açısı sunmaktadır. 2.9.3. İstatistiğin Tecrübe Materyali Schmoller, istatistiğe ve tarih bilimine özel bir önem vermiştir. Ona göre, istatistik, yığınları sistematik anlamda gözlemleyen olarak daha derin bilgilere ulaşmaya çalışmaktadır. Bunu grupları belirli karakteristik özellikleri itibarıyla bir araya toplayarak onları bütün içinde sayımdan geçirir ve karşılaştırmalar yapar.708 Sayma ve karşılaştırma ile gözlemin sübjektivitesi en kolay biçimde anlaşılır. Sosyal bilimler alanında, uzun bir zaman zarfına yayılan materyal toplanması sayesinde (örneğin nüfus sayımları sonuçları, ithalat ve ihracatın istatistikî verilerinin toplanması şeklinde), önemli ilerlemeler kaydedilmiştir.709 Schmoller oldukça erken bir dönemde ‘bireysel istatistiğin’ temel fikirleri üzerinde çalışmıştır. Bu çalışmalar için eniştesi Gustav Rümelin gerekli olan zemini ona hazırlamıştı.710 Bu ise topluma sinyal - kumanda – 708 Schmoller,1900,s.158 Schmoller, 1893,s.256 710 Kurt Lewin, Der Übergang,s.439,Schmoller,Die neuren ansichten bevölkerungs und moralstatistik, 1888,s.8 Yeni tasarı Schmoller makalesi olan “ Ergebnisse der im jahre 1861 zu zolllvereinszwecken veranstalteten aufnahme der gewerbe in würtemberg ‘ de “ ifade bulur. Würtembergische Jahrbücher, Stuttgart 1963. 1871 yılından önce yayınları kısa makaleler ve uzun çalışmalar, onun zamanın öğretisinden daha farklı yerlerde olduğunu göstermektedir. Bu eserlerde Schmoller uygulamaya yakın ve teorik çalışmaya istekli bir kimlik sergilemiştir. Schmoller daha 1864 yılında, bugüne değin Mlli Ekonomi ile istatistik yıllıklarının içersinde bulunan ve fazla önemsenmeyen kısa makalesinde bu konuya değinmiştir. Buna göre Cenevre kentinin 1819 ila 1862 yılları arasında önemsiz gibi görünen miras vergisi istatistiklerinin incelemesiyle, uygun teorik analiz ve trendlerin ile korelasyonların dikkate alınması durumunda, mesleki teşvik konusunda pek çok pratik bilgilenmeye ulaşmak mümkündür. Daha sonraki bir makalesindeki yazıda ise zamanın moral istatistiğini eleştirmiş ve Aristo‘cu bilimsel görüşten kopmuştur. “ Nüfus artışı ve maneviyat istatistiğinin neticeleri” isimli bir makalesinde 1869 yılında egemen olan görüşleri eleştirmiştir. Bu eleştirilerin içersinde aynı zamanda kanunsal, tanımlanabilen ve tesadüfen tanımlanabilen fenomenlerin, içinde bulundukları dünyanın ikiye katlanması eleştirisi de vardır. Buna örnek olarak, istatistiğin tarihin yardımcı vasıtası olarak 709 231 ve kontrol enstrümanı olarak hizmet edecekti. Böylece Schmoller oldukça erken bir dönemde resmi istatistiğin zamana uygun olarak genişletilmesi ve etkinleştirilmesi için seferber olmuştur. Sosyal Politika Derneğinin ilk iki toplantısında İngiliz tecrübelerden yola çıkarak, sosyal araştırmanın ilerlemesi için temel adımlar atılmıştır. Bu temeller bir yandan 18. yüzyılın sonuna değin tarihçi – tasvirsel istatistiği, evrensel düzeyde genel devlet bilgisiyle iyileştirmesini içermekteydi.711Diğer yandan ise 19.yüzyılda Herschel ve Quetelet tarafından geliştirilen fen bilimsel oryantasyonlu ‘kolektif istatistiğe’ bağlanmasını içermekteydi.712 Schmoller’in eniştesi Gustav Rümelin’in oluşturduğu bireysel ve modern yönelimli istatistiğin esas sadece fikir kuramı doğrultusunda resmedilmiş bireysel fenomenlerin basit, basit sayılar itibarıyla değerlendirilmesini göstermiştir. Schmoller aynı şekilde 1869 yılında, özgür istem veya kanunsallık arasındaki kavgayı sanal problem olarak tanımlamıştır. Bu noktada Wheywell‘in yeni kanunsallık kavramını devralmıştır. Schmoller bu olguyu “ zaman ve mekan sınırlı” düzenliliklerin yakalanması maksadıyla kullanmıştır. Normal bilimsel görüşü taşıyanlar için istatistik bir gelişimin tipik veya genel varlığının empirik olarak ispatlanması görevi ifa etmekteydi. Bununla birlikte aynı zamanda bir yansımanın özel, bireysel ve farklı olanın rakamsal olarak yakalanması, istatistiğin görevleri arasındaydı. Daima empirik gelişim ön plandadır. Bu dokunulmamış doğallıktan, kendine has özellikler var olan dışsal etkiler vasıtasıyla soyutlama yöntemiyle okunur. Schmoller ‘in istatistiğinde ise ancak materyalin bazı belirli bakış açıları doğrultusunda, teorik olarak irdelemesi neticesinde bilgilenmeye ulaşmak mümkündür. Bunun için Schmoller‘de ön planda zamana bağlı düzenlenmiş ve mekânsal ile strüktürel verilere göre konumlandırılmış toplanmış sayı dizimleri vardır. Kurumsal düzenlemelerin bakış açısına göre belirlenmiş. Bu ise tıpkı suni bir deneyde olduğu gibi karşılaştırılır ve bağıntıların içersinde düzenlilikleri değişen olgulara göre incelenir. Bunun ağırlık noktası ise değişen bakış noktasına göre gözlemlerin irdelenmesinde ve kayıt alınmasında yatmaktadır. Bu bakış noktası ise bilgilenmeyi yöneten bir fikir tarafında kumanda edilir ve bu saf bir gözlem ile kıyaslandığında “ dış müdahale “ içermez. 711 Gustav Schmoller, Offenes Sendschreiben, s. 173 Irmela Gorges : Sozialforschung in Deutschland 1872-1914,Königstein,1980,s.119,Harald Homann, Gustav Schmoller,s.335 Irmela Gorges derneğin erken dönem aktivitelerinin sürekli olarak ilerleyen endüstrileşmeyle birlikte değişen toplumu daha şeffaf hale getirme ve daha tepkiselleştirmeye dönük olduğunu belirtmiştir. Bu ise Schmoller ‘ in sürekli resmi istatistikler üretmesinden ve bunların tarihsel monografiler ile birleştirerek işlenmesinden dolayı gerçekleşmiştir. Söz konusu çalışmalar Schmoller tarafından bir devlet – ve sosyal bilimsel araştırma olarak yayımlanmıştır. Burada Alman bölgesinde modern sosyal araştırmaların başlangıcı yatar ve sonuçta bunlar Schmoller‘in yeni bilimsel konseptinden dünya gelmiştir. Schmoller‘in istatistikî rakamsal materyalin etkinleşmesiyle ilgilendiği ise, Homann ‘ ın son yıllarda yaptığı araştırmada meydana çıkmıştır. Schmoller muhtemelen eylemi gerçekleştirenlerin ahlaki temeldeki ilişkileri, rakamsal düzenlilikleri zaman – mekân izafiyetine sahip kanunsallıklarla, bağlantıya somaya çalışıyordu. Yani bunları sosyolojik – psikolojik nomolojik hipotezlere indirgemeye çalışmıştır. Homann, Schmoller ‘ in çalışmalarını ve müdahalesini farklı yorumlamıştır 712 Karl Pribram, Die Statistik als Wissenschaft in Österreich im 19. jahrhundert, Statistische Monatschrift viyana 1913, s 130.Karl Pribram istatistiğin gelişiminin güzel bir sunumunu yapmıştır. Bu sunum istatistiğin modern bilimsel temelde politik şekillenmeye uygun hale gelmesine kadar olan bölümü kapsar. Pribram bu yeni istatistiğin başlangıcını ise Schmoller‘in eniştesi Rümelin‘de görmekteydi. Ayrıca Avusturya‘daki istatistiğin olumsuz durumundan dolayı da Menger‘i suçlamıştır. Belki de Pribram bir Avusturyalı olarak Schmoller adını anmak istememiş ve Rümelin adını tercih etmiştir. 232 hatlarını bunlar teşkil etmiştir. Bunların amacı seçilmiş hareket noktaları itibarıyla, iktisadi yansımalar içersinde korelasyon formunda düzenlilikleri ve bunun ötesinde gelişimlerin kökensel bağlantılarını aramaktı. Bu bilgilenmelerin neticesini ise sosyal sorunlara yönelik çözüm üretmeyi amaçlamışlardı.713 Schmoller’in bilgilenme hedefi ise, sınıf kavgasıyla yırtılmış olan vatandaşların kavgalı durumlarından kurtararak, bozulmayacak bir barışmayı tesis etmekti. Ayrıca bununla bağlantılı olan servet – ile gelir fakırlıklarının giderme ve üretim mallarının artışıyla fakirliğin her türlü yansımasını ortadan kaldırma amacındaydı. 714 Buradan hareketle ortaya çıkan sorunsallıklar ise fiyat – ile gelir gelişimi, maaş hareketleri, para değerindeki değişimler, üretim süreci v. s. üzerine olmuştur.715 Schmoller ilgisinin arka planında daima gerekli olan bağlantıların düzenliliklerinin bilgilenmesi vardı. Bu düzenlilikler ise halkın geniş kesimlerinin ihtiyaçlarını giderme, engelleri önleme ve refah artışına hizmet edebilecek niteliktedir. Schmoller‘in istatistiğe yüklediği görev onun bakış açısı doğrultusunda, Adolph Wagner’in görüşlerinden önemli ölçüde ayrılır. Wagner’in istatistiki görüşleri ortak bir varlığın verilmiş global strüktürlerinin ispatı ve sunumuyla ilgiliydi.716Quetelet‘in ‘sosyal fiziğine’ oryantasyonlu olan görevlendirmeyle kanun ve kanunsallıklar tespit etmeye çalışır ve insani davranışın özelliklerinin bağıntılarının ortalama rakamlarıyla kıyaslardı (örneğin intihar, evlilik, suç, v. s.)Wagner bu rakamları dışsal doğal olaylar olan iklim, mevsim, günün saati yaşam şartları, mezhep ve mesleki bağdaştırmaya çalışırdı.717 Wagner ‘ in tasavvuru olan istatistiği bir yardımcı bilim olarak organize etme isteği, onun derin dini inancına uygundu ve babasından 713 devraldığı dogmatik tabiat felsefesinin dünya görüşüyle Gustav Schmoller, Ergebnisse, s. 161 Zukunftsvisionen der Bedeutung der Statistik, 12 Schmoller Die Natur des Arbeitsvetrages und der Kontaktbruch, Leipzig 1890. s.34 715 Schmoller, Die Landliche Arbeitsfrage mit besonderer Rücksicht auf die norddeutschen Verhaltnisse, 1886, s. 171 716 Adolph Wagner, Statistisch – antropologische Untersuchungen der Gesetzmassigkeit in den scheinbar unwillkürlichen Handlungen, Hamburg 1864,s.56 Alexander von Öttingen, Die Moralstatistik, Erlangen 1868,s.90 717 A. Wagner, Statistik, s. 15 714 233 bağdaşıyordu. Schmoller ise çok fazla önemsenmeyen bir makalesinde, bu düşünce ile 1869 yılında çatışmaya girmiştir.718 Schmoller için, istatistik ekonomi- politiğin büyük alanlarında eksik olan deneyin yerini almıştır. İstatistik, gözlemlenen yansımaların temelinde olan köken tahminlerini mümkün kılmıştır. İstatistiğin önemi ampirik iktisat araştırmaları için şüphesiz çok büyüktür. Schmoller’in istatistiği kullandığı alanlarla ilgili olarak bir örnek gösterebiliriz. Borsa komisyonun bir üyesi olarak 1892 yılında istatistikî verilerin şekillendirilmesi için bir alt komisyonun kurulmasını sağlamıştır. Bunlar ‘önemli verilerin tahmini büyüklüklerini’ sunacaktı. Böylece bu büyüklüklerinin ve değişimlerinin tüm ekonomi – politik ve değişimiyle hangi bağlantıda olduğunu gösterecekti. Schmoller’in bilimsel bir yardımcıyla beraber gerçekleştirdiği bu sayısal mekanizma, onun yatırım ve emisyonun, servet oluşumu ve servet dağılımı ile hangi bağlantıda olduğunu ispatlayacaktı. Esas olarak ise zamansal Milli ve Uluslar arası karşılaştırmayı kabul etmişti. Schmoller burada kullandığı istatistikî yöntemlerin büyük bölümünü “Grundrisse” içersine dâhil etmiştir. Bu denemeler onun ekonomi – politiğin teorik zemine oturtma çalışmalarını gösterir ki bu gerçekte bilimsel temelde olan modern iktisat politikası için vazgeçilmez niteliktedir. Schmoller için istatistik, konuya hâkim durumda olan için rakamlarla mukayese yaparak bağlantıları tahmin etme imkânı vermektedir. İlgisini çeken iktisadi – gerçekler, sonuçlar ve nitelikler aynı zamanda sosyal öneme sahipler, yani vatandaş için önemliler.719Menger’in istatistiğin görevleri ve organizasyonuyla ilgili görüşleri, Schmoller’in görüşleriyle taban tabana zıttı. Tam olarak Schmoller tarafından eskimiş olarak nitelendirilen iktisadi görüşe uygundu. 718 719 Scmoller, Die neueren Ansichten, s. 18 Adolph Wagner, Statistik, Deutsches Staats – Wörterbuch, Stuttgart, s. 456 234 2.10. TANIMLAMA VE SINIFLANDIRMA Schmoller’e göre, tanımlamalar ve sınıflandırmalar, tasvir yapabilmek için önemli bir rol oynamaktadır. Bu durumu göz önünde bulundurarak bilimin görevi kelimelere belirginlik ve sabitlik sağlamaktır. Bu ise güvenli ve genel geçer kelime anlamlarının oluşturulması ile mümkündür. Tanımlamalar kelime ve isimleri kavramlara dönüşürler. “Bizim kullandığımız tanım, kelimenin anlamının bilimsel ispatlanmış hükmüdür.”720Tanımlamalar Schmoller’e göre, iki şekilde oluşabilirler. Birincisi bir yansıma, zaten var olan tanımlanmış bir sınıfın bir alt-türü olarak kabul edilir. Bunun için örnek olan kişisel kredidir.(alt-tür) Bu bir tür kredi (tanımlanmış sınıf) tanımını içerir ve borçlunun kişisel sorumluluğu kefil olanın inancını artırır. İkinci ihtimal ise bir yansımanın önemli elementlerini tanımlamaya dâhil etmektir. Her iki durumda da bilimsel bir terminoloji şarttır. Fakat bu hiçbir zaman tam bitmiş olmadığı için, her tanımlama geçicidir. Kavramsallaştırma birinci derecede bilimsel amaçlara yöneliktir. Tanımlamaların içerisinde kullanılan kavramların kendi içlerinde tanımlamalar olduğu için ve bir kelimenin sınırlandırılmasında her zaman akraba kelimelerin kavramları da bulunduğu için, bir tanımlama aynı zamanda yansımaların bir sınıflandırmasını sunmaktadır.721 Bu sınıflandırmalar ya mevzu bahis gözlem için önemli olan yansımaları önemli olmayan yansımalardan ayrıştırılması ile meydana gelirler. “Volkswirtschaft” kavramının tanımlanmasında, “volkswirtschaftlich” yansımaların sınıfını, “volkswirtschaftlich” olmayandan ayrılır. İkinci bir ihtimal ise, sınıflandırıcı kavram oluşumudur. Burada yapılan, toplam yansımaları bir hareket noktası itibarıyla tekil sınıflara ayırmaktır ve bu sınıflar kendi içlerinde bir dizinin kümelerini oluştururlar.”Bütün tekil olanların en kesin bilgileri ve tamamının tüm kökenlerin ve sonuçların üzerinde hâkim bir bakış, bunun için bir ön şart teşkil eder.722 Bu ön şart hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleşmediği için, her sınıflandırma geçici ve hipotezsel olarak kalmak 720 Schmoller,1893,s.271 Schmoller,1893,s.272,1900,s.103 722 Schmoller,1893,s.272 721 235 zorundadır. Var olan dizi sıralanmasını dikkate alarak, analitik sınıflandırmaları genetik sınıflandırmalardan ayırmak mantıklı olacaktır. Schmoller analitik bir sınıflandırma için örnek olarak, ekonomi-politik sistemleri özel ekonomi, toplumsal ekonomi ve yardım sever olarak ayrılmasını göstermiştir. Natürel iktisattan para- ve kredi ekonomisine olan gelişim ve tarihi köy, şehir, bölge ve ekonomi –politik dizimi, genetik sınıflandırma için örnek temsil etmektedirler.723 Schmoller kesin bir şekilde reel tanımlamaların varlığına karşı çıkmıştır. Buna neden olarak ise, kavramların reel bir olgu olmadıklarını ve tanımlamalar ile bir nesnelliğin en iç cevherini görmenin mümkün olmadığını belirtmiştir. Milli ekonomiyi doğru çekirdek kavramı ile yakalayabilmenin inancının yanlış olduğunu söylemiş ve gerçek bir kavramdan diğer bütün her şeyi elde etme düşüncesinin aynı şekilde yanıltıcı olduğunu belirtmiştir. Bu inanca Hegel’in öğrencisi olan Lorenz von Stein inanmıştır.(diğer öğrenciler gibi)724 Schmoller bir bilimin sadece, çok basit yansımaları işlediğinde çok sayıda neticenin bulunduğu durumlarda, aynı zamanda mükemmelleşmiş kavram ve tanımlamalara sahip olabileceğine inanıyordu. Bu bilim “kanunlarını ve yüksek gerçekliklerini” bu kavram ve tanımlamalara geçirebilir, bunlardan başkalarını elde edebilirdi.725 Karmaşık bir bilim ise bu idealden uzaklaşır. Bilim içerisinde kullanılan kavramlar ne kadar soyut ve genel olursa, o derece reel ve kesin etkiler ön görülebilmekten uzaklaşır. Ve tanımlamalar o ölçüde yansımaları karakterize edip düzenleme mantığına bürünür ve gerçeklikleri tanımların içine almaktan kaçınır. Bu durum ekonomi –politik kuramı için geçerlidir. Kavramlar ve sınıflandırmalar önemlidir, kavram araştırması ise bilimin hedefini ve alanını belirlemek için gereklidir. Ama “reel tanımlama mistikliğine” her türlü yaklaşım ve “içi boş kavramsal 723 Schmoller,1893,s.273 Schmoller,1893,s.273,1900,s.103 725 Schmoller,1893,s.274 724 236 tanımlamalardan çevrilmelidir. gerçeklilikler oluşturma” denemeleri, şiddetle geri 726 2.11. KÖKENSEL AÇIKLAMALAR Schmoller pek çok yerde, gözlemlerin, tanımların ve sınıflandırmaların sadece hazırlayıcı faaliyetler olduklarını vurgulamıştır. Bu hazırlığın amacı ise, ekonomi- politik yansımaların bağlantılarının bilgilenmesidir.727 Bilim adamı hangi yansımaların aynı anda ve hangi yansımaların sırayla geldiğini bilmek ister. Burada çoğulun içinde ortak olanı bulmaya çalışmaktır ve yansımaların gerekliklerinin aydınlatılmasını istemektedir.728 Tanımanın ideal olanı ise kökenlerden meydana gelen açıklamalardır. Köken-etki ilişkisinin önemi bağlamında Schmoller, fen bilimleri ile bağlantı kurmuştur.729 Burada her zaman söz konusu olan yeterli kökenlerdir ki bunlar kuvvet olarak anlaşılır ve ayrıca tüm olayları ve süreçleri etkilerler. Hiçbir şey tesadüf ve keyiflilik üzerine kurgulanmamıştır. Yansımalar ne kadar karmaşık haldeyse, o sıklıkta mevzu bahis olan etki bir dizi şartın ve olayın karşılaşmasının neticesidir. Schmoller’in neden(köken) olarak tanımladığı durum, mutlaka belirli bir ardılın oluşmasına neden olan kökendir. Bu mutlak ardıl yani etki, kökenden tümevarım yolu ile elde edilmez ve bağlantısı sadece tecrübe ile tespit edilir.730 Schmoller ekonomi-politik yansımaların kökenleri itibarıyla, psişik ile fiziksel –organik ayrımına gitmiştir. Ve bunları iki bağımsız kendi kökenlerinin kanunlarını takip eden gruplar olarak değerlendirmiştir. Her iki durumda da katı kozalite ön şarttır. Çünkü bu olmadan bilimsel bir gerçeklik söz konusu değildir. Bu doğal ve ruhi kökenlerin inkâr edilemez birlikte etkileşmesine rağmen, her ikisi de birbirinden ayrıştırılmış olarak araştırılmalıdır. Çünkü 726 Schmoller,1893,s.275 Schmoller, 1893,s.277 728 Schmoller,1893,s.277 729 Bu fen bilimleri metoduna doğru eğilim Schmoller’in sosyal bilimlerinin metodik bağımsızlığı görüşüne ters düşmektedir. 730 Schmoller,1893,s.278 727 237 birincisi mekanik, ikincisi ise psikolojik motiflerin kanunları doğrultusunda etki eder. 2.11.1. Doğal Kökenler(fiziksel –organik neden) Ekonomi –politiğin gelişimini belirleyen doğal etki faktörlerine örnek olarak gösterilebilecek olanlar iklim, toprak, maden durumu, ülkenin konumu, akarsular, dağlar, flora ve bitki örtüsüdür. Hayvan –insan ilişkisi organik kökenlerin dikkate alınmaması sonucu anlaşılmaz. İktisadi faaliyetler birinci derecede dış mallara yöneliktir. Aynı şekilde refah yükselmesi kendisini öncelikle objelerde gösterir. (örneğin evler, fabrikalar, makineler, damızlık hayvanlar, aletler, para v.s.) Bu objeler doğal kanunlara itaat ederler ve genelde sınırlı sayıda mevcutturlar.731 Bunlar büyüklük ölçüleri ve teknik – fiziksel özellikleri ile ekonomi hayatını etkilerler. Bu noktada belirtilen doğa kanunsallığı olgusu, Schmoller’in doğal kökenleri sadece dışsal anlamda değerlendirmediği konusunda bize ipucu vermektedir. Bazı gereklilik ve düzenlilikler sonucu ortaya veya yok olan süreçleri ile özellikleri, natürel güçler başlığı altında tartışmıştır. Schmoller ekonomik analizi natürel şartlara ve süreçlere yönelimli olmasını eleştirmiştir. ( özellikle klasik ve fizyokrati sınırlandırmasını eleştirmiştir.) Schmoller özellikle iktisadi gelişimin koşulu olarak, ekonomi –politiğin natürel organizasyon formunun serbest yayılmasını gören ekonomistlere mesafeli durmuştur. Yukarıda anlatılan natürel köken kavramının geniş yorumu ile Schmoller, bu açıklama strüktürlerini araştırma programına prensip olarak, katmayı başarmıştır. Schmoller’e göre natürel güçleri işlerken sadece fen bilimlerinin sonuçlarını kullanmak yeterli değildir. Bundan ziyade ekonomi – politik doktrin kendisi bu kökensel grupları incelemelidir. 731 Schmoller, 1893,s.279 238 Schmoller’in doğal kökenler ile ilgili çalışmaları hakkında daha ayrıntılı bir bilgiyi onun Grundrisse adlı eserinin ilk cildinde mevcuttur.732 Ülke, insanlar ve teknik başlığı altında Schmoller ekonomi-politik gelişimin bazı doğal şartlardan bağımsız olduğunu belirtmiştir. Birinci bölümde meteoroloji, iklim bilgisi, bitki ile hayvan coğrafyası ve bitki ile hayvanların kültür tarihine dayanarak hangi şartların farklı ülke ve kıtalara onlara has karakterlerini belirleyebilmeyi analiz etmiştir.733 Bunun ötesinde tabiat olaylarının fizyolojik ve psikolojik olarak insanı nasıl etkilediğini araştırmış ve milliyetler ile iktisadi gelişim arasında hangi ilişkilerin olduğunu incelemiştir. Doğanın genel olarak ve özel anlamda ise iklim, coğrafi konum ve toprak kalitesinin iktisadi yaşam tarzını nasıl etkilediğini araştırmıştır.734 Schmoller aynı zamanda insan ve doğa kültürü arasındaki etkileşimi vurgulamıştır.735Çünkü doğa içerisinde, insanın teknik ve kültürel kabiliyetinin oluşturduğu yaşam biçimi önemlidir. Ruhsal kudret ve teknik yeterlilik sayesinde, olumsuz şartlar değiştirilebilir veya olumlu şartlar değerlendirilebilir. Uygun doğal ekonomik koşulların varlığı, hiçbir zaman onların kullanımını açıklamaz. Eğer iyi veya kötü toprakta zenginlik oluşacaksa, mutlaka insanın buna uygun ruhsal, ahlaksal ve teknik eğitimi ile sosyal hakları ve politik organizasyonu buna kesinlikle ilave olmalıdır. Öyleyse Schmoller ekonomi-politik gelişim için, psişik ve fiziki kuvvetlerin yanında, teknolojik kabiliyeti de vurgulamıştır. Onun Grundrisse’de bulunan tarihsel-teknik beyanları, öncelikle beslenmenin teknik metotlarına ve teknik aletlerine yöneliktir. Bunun hemen devamında da Asya’nın, Avrupa’nın ve modern zamanların alet-makine tekniklerini ele 732 Schmoller natürel –teknik kavramının geniş bir şeklini başka bir yerde daha kullanmıştır.(1900,s.59)Burada insanların elementer dürtülerini, bunların teknik yeterliliği ve arz – talep ilişkisi ile takas sürecini ele almıştır. 733 Bu noktada Schmoller tarafından kullanılan kavram olan karakter, onun organik dünya görüşünü yansıtmaktadır. 734 Schmoller,1900,s.130 735 Schmoller’in tipik sözleri onun stili hakkında bilgi verebilir: İnsan güneyde daha az et ve yağa ihtiyaç duyar. Alkol ve yakıt gereksinimi yoktur, kuzey ile güney arasında önemli bir iklim fark vardır ve bu bütün iktisadi ahlaki etkilemektedir. Kuzeyde insanlar daha evcimen, daha tasarruflu ve çoğunlukla daha çalışkandır. Güneyde ise daha iyi yaşarlar ve hayatı gidişatına bırakırlar… Ratzel bu bağlamda günü yaşayan bir hayattan bahseder ve güneyin Avrupalı halklarının genel proleter karakterine vurgu yapar. 239 almıştır. Schmoller ekonomi-politiğin gelişiminin iki ana grubu olan doğal ve psişik kökenlerin yanında, teknik kökeni ‘çok önemli ortanca organ’ olarak nitelemiştir. Schmoller belirgin bir şekilde, çeşitli ülkelerin farklı kültürel ve teknolojik gelişimi, farklı karakterlere yol açtığını ve buna uygun olarak insanların farklı davranış biçimleri edindiğini vurgulamıştır. Çeşitli ülkelerin ekonomilerinin benzer teknoloji ile önemli ölçüde gelişim farklılıkları göstermesi gerçeği ise, Schmoller’e göre sadece psişik kökenlerle açıklanabilir. Bunlar doğal ve teknik kökenlerin yanında, insanların ve kurumların ahlaksal ideallerini düzenler, etkiler ve şekillendirir. 2.11.2. Ruhsal Kuvvetler Ruhsal kuvvetler öncelikle hisler ve dürtüler, tasavvurlar ve amaçlar, niyetler ve davranışlardır.736 Tüm bireysel bilincin ve tüm davranışların çıkış noktası olarak Schmoller öncelikle acı ve zevk hissinin önemine vurgu yapmıştır. Bu duygular, dürtü ve ihtiyaçları ortaya çıkarır, arzuları yönlendirir ve davranışları tetikler. Duygular, dürtü ve ihtiyaçlar ve bunların neticesi olan arzu ifadeleri ve davranışlar, bütünsel kuvvet olarak değerlendirilmemelidir. Az gelişmiş doğal halklarından yüksek kültür halklarına değin tarihsel gelişimin gözlemi veya insanın bebekken, çocukken ve yetişkin insan olarak davranışının araştırılması, duyguların, dürtülerin ve ihtiyaçların bir tür basamak dizimi içinde olduğunu göstermiştir. Düşük kültürde veya gelişim basamağında öncelikle basit ve bireysel duygular davranışları belirler.(Örneğin açlık veya susuzluk gibi) Fakat bu elementler duygular gelişir, düzenlenir ve dizginlenir. Schmoller’e göre düşük duygular vücuda, o ana ve bireyselliğe yöneliktir. Yüksek duygular ruh, devamlılık ve topluma dair olanlardır. Eğer duyusal hisler estetik, entelektüel ve edepsel hislerle tamamlanırsa, ahlaki bir ilerleme sağlanabilir. Bu ahlaki ilerleme toplumsal ve 736 Schmoller,1893,s.280 240 ekonomi –politik ilerleme için gerekli olduğu için, devlet ve toplumsal ve ekonomi-politik ilerleme için gerekli olduğu için, devlet ve toplum bilimleri için öncelikli olarak ‘hislerin gelişiminin tarihi’ doğru bir temellendirme olacaktır.737 Hisler bir yandan ihtiyaç diğer yandan dürtü olarak ifade buldukları için, her iki ifade formu bir analize tabii tutulmalıdır. Schmoller bir ihtiyacı, düzenli ve öncelikli tatmin edilmesi gereken biçimde ortaya çıkan gereklik olarak tanımlamıştır(şehveti artırmak ve acıyı azaltmak maksatlı). Schmoller bu durumu, psikolojik ve bireysel yansıma, yığınların yansıması, iktisadi köken, tarihsel gelişimin neticesi ve ruhi-ahlaki hayat ile anlamaya çalışmıştır.738 Schmoller her ne kadar aynı sınıf içinde benzer gelir düzeyinde farklı ihtiyaçların oluşabileceğini belirtmişse de, insani ihtiyaçların yetiştirme, çevre faktörleri ve menşei etkisinde olduğunu kabul etmiştir. Ekonomi-politik ve toplumsal araştırmalar benzer şartlar ve koşullar altında yaşayan insanların, benzer ihtiyaç strüktürlerine sahip olduklarını varsayarlar. İhtiyaçların gelişimi onların temelinde olan duyguların gelişimi ile paralel şekilde gelişir. Böylece burada hissi, estetik, entelektüel ve ahlaki ihtiyaçlar daha yüksek bir kültürün gelişim basamaklarını teşkil ederler. Bu gelişimin sadece tek yönlü olmadığını bazı örnekler göstermiştir. İhtiyaç yükselmesi egoizmin, zevk bağımlılığının ve kendini beğenmişliğin yükselmesi şeklinde olmuştur. Bu türden çıkmaz yollar her zaman batan kültürlerin işareti olmuştur. Bu toplumlarda ahlaki düzen az gelişmiş olmakla birlikte elementler zevk duygularının yaşanması esas teşkil etmektedir. Dürtüler formunda ifade bulan duygularda sanki belirli ‘vücutsal mekanizmaların’ ile ‘ruhi temel güçlerin’ insanın davranışına ve arzusuna bir şekilde hâkim oldukları izlenimi vardır.739 Aynı ihtiyaçlarda olduğu gibi dürtülerde tarihsel olarak gelişirler. Buna uygun olarak burada da kültür seviyesinin yüksekliği ile bir bağlantı mevcuttur. Daha yüksek kültür seviyesine ulaşma süreci içinde, davranışların 737 Schmoller,1900,s.22 Schmoller,1900,s.23 739 Schmoller,1900,s.26 738 241 aksi sürekli olarak önem kazanır. Bilinçsiz refleks davranışlar yerlerini ki bunlar doğrudan hislere bağlıdır, git gide daha iyi düşünülmüş ve sonuçları irdeleyebilen davranışlara bırakır. Burada beklenen neticeler ile ilgili beklenti, davranış ile his arasında ortaya çıkar ve dürtüler ortadan kaybolmaz(sadece dürtüsel davranışlar ortadan kaybolur.)Bu aksettiren düşünceler ile dürtülerin etkilerinde bir değişim meydana gelir. Bu gelişim ise her yetiştirmenin temel amacıdır ve bununla amaçlanan ‘dürtüleri etik ile faziletli hale getirmektir.740 Schmoller çeşitli dürtüleri ve bunların ekonomik gelişim üzerine olan etkileri çerçevesinde, özellikle kendini koruma, cinsel ve eylem dürtüsünü, elementer dürtü olarak ele almıştır. Kabullenme rekabet ve mesleki faaliyet dürtüleri ise toplamda daha yüksek dürtüler olarak konumlandırılmalıdır. Her birey somut ahlaki şekillenmesinde oldukça aykırılaşabilir. Kendini idame ettirme ve cinsiyet dürtüsü bütün dürtülerin elementleri olduğu için tüm iktisadi ve toplumsal organizasyonların çıkış noktası olarak görülebilir. Bireye ve onun varlığına yönelik olan tüm insani davranışlar ve çabalar, bu dürtülere bağlanabilir. Böylesi davranışların spektrumu avcılık ile başlar iş hayatı ile devam eder ve suç faaliyetine değin uzanır. Hem tembellik hem de çalışkanlık ve savurganlık ile tutumluluk bu kendini idame ettirme dürtüsünün hem de cinsellik dürtüsünün artık sadece ‘ben’ odaklı olmadığı ve çok sayıda hedef ile bağlantıda olduğu sabittir. Bunlar ise sosyal düzen ve medeni toplum için büyük önem taşır.741 Elementler, dürtülerin üçüncüsü olan çalışma faaliyeti dürtüsü, her türlü güç kullanımı baskısında kendini gösterir: Oyun, spor, sanat, çalışma ve kasların ile sinirlerin kullanıldığı diğer bütün eylemler bu faaliyet dürtüsüne bağlanabilir. Aynı zamanda iktisadi faziletlerin, devamlılığın cesaret ve fantezinin temelidir. Ücretlendirme olmaksızın çalışma ve bir şeyi oluşturma ile etkileme sevgisi bu dürtü kökenlidir. Üç elementer dürtü doğal ve ruhi kuvvetler arasında bağlantı uzuvları olarak değerlendirilebilir. Fiziksel zevk hissi şeklindeki dışa vurumlar ile bu elementer dürtüler, doğal kuvvetler alanına dâhildirler. Ahlaki ve etik olarak ayrıştırılmış ve uyarılmış dürtülere bir 740 741 Schmoller,1900,s.27 Schmoller,1900,s.28 242 gelişimin neticesi olarak ise ruhsal kuvvetler alanına dâhildirler. Buna karşın kabul görme dürtüsü ise belirgin bir şekilde ruhsal kuvvet olarak görülebilir. Her insan kabul görmenin, sevilmenin ve tecviz görmenin çabası içindedir. Sosyal değere başkaları üzerinden ulaşmak belirli bir tatmine neden olur. Bu durum Adam Smith tarafından sempati olarak değerlendirilmiştir. Bu kabiliyet yani aynı şeyleri hissetmek, kendini başkalarının yerine koyabilmek ve bu bakış açısı ile aynı zamanda kendi davranışlarını değerlendirmek, vicdanın ve ahlakın bazını teşkil eder. Başkaları tarafından beğenilmek onların kabulüne mazhar olmak çabasından, başkalarından daha iyi olmak çabasına sadece küçük bir adım kalmıştır. Schmoller’e göre, rakiplik dürtüsü kabul görme dürtüsünün bir alt türüdür. Bireysellik duygusundan kendini sevmişlik, başkasının zararına sevinme, kibir çabası oluşur. Rakiplik duygusu ile motive edilmiş çatışmalar ilerlemenin tekerleğidir. Var olmanın çeşitli formlarda kavgasına neden olurlar. Schmoller mesleki dürtüyü, rakiplik dürtüsünün bir alt türü olarak tanımlamıştır. Aynı şekilde bu dürtüde sadece temellendirici dürtülerin gelişimi ve ayrıştırılması dolayısıyla anlaşılır. Öncelikle kendini idame ettirme dürtüsü ve eylemsellik dürtüsü ile bunlardan oluşan kabul görme ve rakiplik dürtüsü bütün insani davranışlara temel oluşturduğu için mesleki dürtünün yerine bunlar birincil ekonomik davranışında temelini oluştururlar.742Ancak kalabalık insanların (sürü) , kıymetli madenleri, kölelerin oluşumuyla ve ticaret –ile kredi yatırımlarının ortaya çıkmasıyla, büyük miktarda nesnel malları toplamanın bir anlamı olmuştur. Önceleri şiddet içerikli kavgalar bu “ mal toplama egoizminin” belirtisi olmuşsa bile, ahlak ve hukuk temelinde mesleki dürtü “ izin verilen bir para ve mal edinme” biçimine dönüşmüştür. Mesleki dürtü, anlık zevk duygularının gelecekteki kazanç uğruna ötelenmesine yol açmıştır. Bunun sayesinde insan düşünce ve kendini kontrol basamağına yükseltebilmiştir. Bağımsızlığın, kendine yeterliliğin, onurun ve özgürlüğün bir ön şartıdır. Bu mesleki dürtülerin ve onun istenen toplumsal etkilerinin tam anlamıyla etkili olabilmesi için, bir yandan piyasa 742 Schmoller, mesleki dürtü adı altında, nesnel malları kendisi için büyük miktarlarda toplamak veya biriktirmek olarak anlamıştır. 243 strüktürlerinin ve diğer yandan ahlak, hukuk ve kurumsallık ile sağlamlaştırılması gereklidir. Daha yüksek bir gelişimin neticesidir, yani temel esas ve bütünsel dürtü değildir. Sadece bunun zemininde ekonomik strüktürler ya da süreçler açıklanamaz. Schmoller’e göre, mesleki dürtü moral, hukuk ve ahlak gibi bazı teknik-toplumsal ön şartlar ile temellendirici dürtülere dayanır.743 Fakat ahlaksal, hukuksal ve kurumsal baz belirli bir zamanda, belirli bir halkta, belirli bir sosyal sınıfta oldukça homojen olabilir. Bunun sonucunda piyasalarda ve çalışma hayatında bazı insan grupları onun sayesinde düzenli olarak, az kurban vererek çok kazanç sağlamaları belirlenebilir. 744 Öyleyse Schmoller mesleki dürtüyü insan arzusu içeriğinin bir bölümü olarak değerlendirilmiş onun karşılaştırmalı olarak dominant konumunu piyasa hadisesinin dar alanı içerisinde görmüştür. Fakat onu orada da bağlı olarak ve sınırlı anlamda etkin biçimde değerlendirmiştir. Örnek olarak büyük iş adamlarının genelde ve bir sınıf olarak değerlendirildiğinde, borsada ve piyasalarda ki faaliyetlerinin mesleki dürtü nedeniyle yürüttüklerini öngörmek olanaklıdır. Ama Mill’in de iddia ettiği gibi, bu durum her zaman geçerli değildir. Bunun ötesinde mesleki dürtü genel geçer nitelik taşımıyor ve belirli insanlara ve gruplara bağımlıdır ve zaman ile mekân anlamında sınırlıdır. Yine aynı şekilde mesleki dürtü, çeşitli sınıfların içerisinde, mesela işadamları, köylü, zanaatkâr v.s. farklı oluşumlara neden olur. Araştırmalara göre ise, genel anlayışta önemli farklılıklar görünmemesine karşın, ayrıntıda belirgin bir basamaklaştırma dikkat çekiyor. Mesleki dürtünün her türü ve her basamaklaştırması, duyguların, ahlak kurallarının ve hukuk anlayışının toplam neticesi olarak görülmelidir. Bunları sınıf özelliği veya belirli ırkların ile halkların özellikleri olarak, anlamak ve tanımlamak gereklidir.745 Toplumsal ve ekonomik hayatın her şekli bağlılık ve güven üzerine kurgulanmıştır. Ve moral özellikler olmaksızın gerçekleşmesi mümkün değildir. Schmoller bir toplum içerisindeki minimal 743 Schmoller,1900,s.35 Schmoller,1900,s.37 745 Schmoller,1893,s.285 744 244 ahlaki şartlar konsensüsü talebi ile iktisadi faziletin bağlantıların analizi için önemini vurgulamıştır. ekonomi-politik 746 İktisadi önemli faziletler arasında özellikle çalışkanlığı, ekonomikliği, düzenliliği, tutumluluğu, ticari zekâyı ve devamlılığı vurgulamıştır. Bu türden yüksek karakteristik özellikler olmaksızın ekonomi-politiğin yüksek gelişimi mümkün değildir. Bir yandan duyguların ve dürtülerin düzenlenmesi, diğer yandan akseden değer yargılarının duygu ve davranışlarımıza etkileri insani ahlaki bir varlık haline getiriyor.747 Schmoller dürtüler ve iktisadi fazilet arasındaki bağlantıları ortaya çıkarmak için, ahlaki düzenin yani ahlak, hukuk ve moral arasındaki ilişkinin dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Eğer sosyal olay gerçeğe uygun bir şekilde araştırılacaksa ise, bunun için insan hayatının her alanındaki psişiketik kökenleri irdelemek gerekmektedir. Çünkü daha yüksek bir kültürün oluşumu her zaman, duyguların ve dürtülerin düzenlenmesi, değerlendirilmesi ve hiyerarşik olarak sıralanmasından geçmektedir. Yani ahlaki hüküm ve davranış ile gerçekleşir.748 Bunun ötesinde tarihsel gelişim çerçevesinde çeşitli psikololojik nedenlerin etkileşimi ile kurumlar, organizasyonlar ve diğer sosyal yansımalar meydana gelir. İktisadi olayları anlayabilmek için, bunu da aynı şekilde analiz etmek gereklidir. Schmoller’e göre ekonomi-politik düzen ile natürel ve ruhi güçler arasında var olan bağlantıları ve bunların tekil ifadelerinin birbirlerine olan etkileri kompleks ilişkiler yumağında ifade bulur. 2.11.3. Teknoloji İktisat bilimi literatüründe teknolojik dönüşüm uzun süre, ekonomi dışında gerçekleşen teori değişimi ve bununla birlikte iktisadi gelişimin dışsal faktörü olarak görülmüştür. Bu durumda teknolojik ilerleme, açıklanabilir büyüklük olarak tarif edilmemiştir. Diğer yandan ise, iktisadi ilerlemenin 746 Schmoller,1900,s.38 Schmoller,1900,s.41 748 Schmoller,1900,s.41 747 245 teorisi, yeni teknik bilgilerin üretiminin yaygınlaştırmanın ve kullanımını oluşturur. Teknik ilerleme bu şekilde teknolojik evrim olarak yorumlanmıştır. Neoklasik ekonomik teorinin yükselişiyle birlikte teknolojik dönüşümün evrimsel oryantasyonlu bakış açısı bir kenara atılmıştır. Grundriss adlı eserinde bu evrimsel bakış açısı geçerliydi. Schmoller’in araştırma nesnesi toplum ve toplumsal dönüşüm olduğu için, teknik ve iktisadi ilerlemenin önemi merkezi bir yer işgal etmiştir. J.Backhaus’a göre, Schmoller, teknolojiyi ekonomi-politik analizin merkezine yerleştirmiştir.749 Schmoller Grundriss’e ekonomi-politik ile iktisat kavramlarının sınırlandırmasıyla başlamıştır. Burada üç gerçekliliği ön plana çıkartır. 1-Ekonomi- politik devlet bilimsel kolektif bir kavramdır. 2-Tüm bunların içinde bizim için iktisadi amaca uygun olarak sadece bazı teknik bilgilerden, berrak düşüncelerden ve manevi fikirlerden yönlendirilmiş faaliyetler geçerlidir.750 3-Kültür halklarının iktisadi faaliyetlerinin önemli bir bölümü iyileştirilmiş yüksek teknolojik varlıkların kullanımı ile karakterize edilir. 751 Schmoller eserlerinde teknolojinin gelişimi ve kullanımına verdiği önem belirgindir. Teknoloji amaç olmaktan ziyade, insani ihtiyaçların tatminine yönelik malların üretiminde araç vazifesi görür. Bunu için ekonomi- politik içerisinde iktisadi faaliyetler teknolojinin gelişimi ve işbölümü önemli bir yer tutar. Schmoller böylece eserinin iki önemli özelliğini ifade etmiş oluyor. Birincisi gelişim olgusu, ikincisi ekonomi-politik analizin pek çok disiplini kapsaması. Her iki uygulamada da Schmoller tarafından ön plana çıkartılmış devlet, kamu yönetimi, kurumlar, strüktürler ve bunların fonksiyonu önemlidir.752 Schmoller ekonomi-politikacılar tarafından ihmal edilen dört alan olduğundan bahseder. Schmoller’e göre, bu alanlar önemli ağırlıktadır: 1-Ekonomi-politiğin dışsal doğa ilişkilerine olan bağımlılığı 2- Antropolojik ve psikolojik birimler özellikle ırklar ve halklar 749 J.Buckhaus,1989,s.36 Schmoller,1.cilt,1923,s. 751 Schmoller,1.cilt,1923,s. 752 Schmoller,1.cilt,1923,s. 750 246 3-Nüfus 4-Teknoloji ve bunun tarihsel –coğrafi gelişimi. Schmoller bu dört alanı birbiriyle dar bir ilişki içinde ve toplam sonuçları babında sunar. Özellikle komşu bilimler ile olan ilişiklerdeki neticelerin bir araya toplanması Schmoller için değerlidir. Teknolojiyi de aynı şekilde ekonomik-toplumsal bağlamından ayırmaz. Ayrıca teknolojinin tarihini ön plana çıkartır. Teknoloji tıpkı iktisat gibi toplumsal bir yansımadır. H.Kallfhold’un belirttiği üzere, Schmoller için iktisadın topluma dâhil edilmesi doğal bir olaydı. G.Rosegger’e göre, Schmoller’in iktisadi büyümeyle ilgili teorilerini ve teknolojik dönüşümün iktisadi gelişim teorileri ile ilgili olan görüşlerini zamana uygun bulmakla kalmıyor, aynı zamanda geleceğe ışık tuttuğunu belirtiyor. 753 Schmoller fonksiyonel ve tarihçi oryantasyonlu bir teknik tanımlamayla, teknolojik ilerlemeleri dış şartların ve insani kabiliyetlerin ortak süreci olarak tanımlar. Teknolojik dönüşümü ise, evrimsel bir süreç olarak görmektedir. Schmoller’in bu tanımlaması önce statik olarak görünür: “Biz burada teknik tabiri altında daima uygulanan metotları ve bunun için kullanılan yardımcı vasıtaları anlarız. Tüm bunların katılımıyla var olan çeşitli problemlerin üstesinden geliriz.754” Oysa çeşitli zaman ve mekânlarda kullanılmasında ötürü bir sınırlama getirir : “Bizi burada ilgilendiren, farklı zaman ve uluslar bazında tekniğin çeşitli şekiller ve bunun ekonomi – politik üzerine olan etkisi. Tekniğin ve metotların, alet ve makinelerin tarihsel olarak nasıl geliştiği konusunda fikir sahibi olmalıyız. Ayrıca bunların nasıl dağıldığını ve iktisadi hayatı hangi yönde etkilediğini bilmek zorundayız”.755 Schmoller’e göre, teknolojinin tarihi sadece kısmen işlenmiştir. Teknik periyotlara olan bölünmeler tek yönlü ve karmaşıktır. Hatta teknolojik gelişimin nedenleri yeterince araştırılmamıştır. Schmoller bütün bu zorlukların farkında olmakla birlikte, teknolojinin uzun süreli gelişiminin evrimsel bir süreç şeklinde olacağına inanmaktadır. ‘Tek bir bütünsel gelişim dizimi vardır. Bu 753 G.Rosegger,1988,s.591 Schmoller,1.cilt,1923,s.190-198 755 Schmoller,1.cilt,1923,s 192 754 ‘ 247 süreç ilk çekiçten bugünkü dinamo makinesine değin devam etmiştir.’ 756 Bu sürecin üç önemli özelliği olduğunu belirtmiştir: Birincisi, bu süreç “şanslı şartların ve mükemmel ruhi kabiliyetlerin neticesidir.” Gerçi teknolojik gelişim taklit ve temas vasıtasıyla kolaylaşır ama iklim, dışsal şartlar, sosyal zorunluluk ve nüfus artışı daima tazyik ve itici güç olmuştur.” 757 İkincisi, evrimsel süreç, teknolojik ilerlemenin daha eski olan üretim metotlarıyla olan ilişkisinin bir neticesidir. Schmoller günümüzde “ yeni mikro ekonomide” ve “kamusal iktisat teorisinde” tekrardan ön plana çıkan alternatif maliyet prensipleriyle ilgili çok sayıda örnek sunar.758 Bu şekilde zaten bilinen yeni üretim tekniklerinin gecikmiş kullanımı ile ilgili nedenler belirtilir. Örneğin ‘Metal işçiliğinin başladığı yerde veya metal aletlerin ve kıymetli takıların üretilmeye başlandığı yerde uzun zaman çok pahalıydılar. Bu yüzden kereste, - taş – ve kemik teknikleri metal işçiliği üzerine fazla etkin olamamıştır.’ Oysa bir başka açıdan mülkiyet haklarının anlamı vurgulanır: Örneğin eski batı Asya toplumlarında teknolojik ilerlemeler kölelik, zorunlu ekonomik düzen, uzun süreli eğitim ve istikrarlı toplumsal düzen temelinde yerleştirilmiştir. Teknolojinin uzun süreli gelişimi tüm yeryüzü halklarının yükseliş, - durgunluk – ve çöküş periyotlarıyla bağlantılıdır. Schmoller bu halkların istikrarlı olmayan durumlarını aşağıdaki şekilde açıklamıştır: “Çünkü büyük teknik ilerlemeler aynı zamanda oldukça yüksek, hemen etkin olmayan veya bazen yerine getirilmesi mümkün olmayan politik– manevi görevler yüklemesinden kaynaklanır. Hâkim sınıflar aç gözlülük ve zevk pereselikle kolayca yozlaşmış olurlar. Böylece yönetilenler ilerlemelere dâhil olmaz ve kulluk ile sert baskı vasıtasıyla yozlaşmış olurlar. Bunun neticesinde toplumun harmonisi ve bireyin iç ahengi bozulma eğilimi gösterir.” 759 Schmoller bu eski Asya halklarına yönelik sunumla, teknolojik ilerlemelerin tek başına yeterli olmadığını göstermek ister. Bununla bağlantılı olan toplumsal ilerlemeler ve uygun kurumsal gelişimler, daimi teknolojik 756 Schmoller,1.cilt,1923,s.193 Schmoller, I.cilt, 1923,s.195 758 P. Weise 1979, Schuman 1987 759 Schmoller,1.cilt, s.194 757 248 ilerlemeyi ve toplumsal gelişimi mümkün kılar. Her ne kadar Schmoller’in ‘toplumsal harmoni’ tasavvuru endüstri toplumu için yetersiz görünse bile, yeni ilmi çalışmalar toplumsal gelişimin sarsıntılarını belgelemiştir. Örneğin Mancur Olson’un 1982 yılında milletlerin yükselişi veya çöküşü üzerine olan araştırması. Veya 1981 yılındaki refah devletlerindeki kriz üzerine olan OECD raporu. Schmoller’in görüşleri, teknolojik ve toplumsal ilerleme araştırmaları bağlamında aktüeldir. Ayrıca devlet ve toplumsal kuruluşların raporları da dikkate alındığında Schmoller’in çalışmalarının, ileriye götürülebilecek nitelikte olduğu söylenebilir. Schmoller uzun süreli teknik gelişimin tayin edici evresi olarak teknolojik devrimi görmektedir. Schmoller’e göre bu modern batı Avrupalı – Amerikan makine çağıdır: ‘Kişisel teknik deneyim ve ustalık çağı, kökenleri mükemmel tespit edilmiş teknik görevin rasyonel çağına intikal etmiştir.’ 760 Schmoller’in makine çağındaki teknolojik gelişmelerin neticelerine yönelik değerlendirmeleri, aynı şekilde yol göstericidir. Schmoller öncelikle alet ile makine ayrımına gitmiştir. Bunu daha sonra çalışma – ve kuvvet makineleri olarak sınıflandırır. Aleti ise teknik çalışmanın vasıtası olarak niteler ve bunun çalışma sürecini kolaylaştırdığı ve teşvik ettiğini belirtir. Bununla birlikte çalışanı bu konuda yetkili olarak değerlendirir. Makine kelimesinde ise teknik bir çalışma vasıtası görür ve bunların doğal kuvvetler ile kombine alet sistemi içersinde mekanik dizimde hareket sağladıklarını belirtir. İnsan ise burada çalışma sürecinin sadece yönetimi ve gözetiminden sorumludur. Tarihsel olarak aşağıdaki evreler birbirini takip eder: Spesifik aletler kullanımı sonucu oluşan iş bölümü – iş makineleri – iş ve kuvvet makinelerinin bir kombinasyonu – kuvvetin yayılmasına dayalı gelişen makine çağı ve kuvvet makineleri -son olarak ise çalışma sürecinde yükselen 760 Schmoller, I.cilt, 1923,s.214-227 18. Yüzyılın ortalarına değin iktisadi gelişim hala eski yolundan gitmiştir. Fakat 1830 yılından sonra Üniversiteler, politeknik yüksek okullar ve meslek okulları sayesinde teknik bilgilenmeler çok farklı türden yayılmaya başlamıştır. Ayrıca var olan doğa kuvvetleri çok farklı biçimde kullanılmaya başlamıştır. ‘Aynı zamanda üretici kabiliyetin korkunç bir yükselişine tanık olduk.’ Hâlbuki iş bölümüne dayalı yoğunlaştırılmış makine işçiliği diğer yandan, milyonlarca insanın proleterleşmesine sebep olmuştur. Schmoller‘in bu tespiti bugünkü bakış açısına göre de geçerlidir. Yeni sosyal tarihin önemli bir kısmını bu süreç sonunda meydana gelen iş ilişkilerinin, dönüşmesine ve farklılaşmasına sebep olmuştur. 249 bir oranla kuvvet – ve iş makinelerinin yayılmasıyla meydana gelen makine çağı. Schmoller bununla birlikte gerçekleşen üretim strüktürlerinin dönüşümünün tüm çalışma süreçlerini kapsamadığını belirtir. ‘Bu şartların noksan olduğu yerde, makine bir rol oynayamaz veya sadece kısıtlı bir rol üstlenir.’761 Bununla birlikte tüm ekonomi – politik esas alındığında, makineleşmiş çalışma sürecine dolaylı etkiler mümkündür. Bu etki ilkin üretimin hassalaşması, hızlanması, mekanikleşmesi ve tek sisteme dâhil edilmesiyle gerçekleşir. İkinci olarak ise makinelerin kullanılmadığı veya daha geç kullanıldığı sektörlerde, teknolojik ilerleme ile bu sektörlerin prodüktivitesini yükseltilebilir. Schmoller burada teknolojik dönüşümün yeni çerçevesi içersindeki örgünleştirme – ve difüzyonunda, özellikle yeni teknolojilerin neticelerinin uygulamaya alınmasını oldukça önemser.762 Schmoller kendi zamanı için makine kullanımının doğrudan etkilerini şu şekilde görmüştür: 1-Dünya ticaretinden kitlesel savaşlara değin uzanan “transfer kolaylığı.” 2- Sanayi üretiminin artması ve ucuzlaması. 3-Ekonomi-politik organizasyonun değişmesi. Sosyal sınıfların, ailenin ve işletmelerin konumlarının farklılaşmasıdır. Schmoller’e göre bunlar gerçekleşirken aynı zamanda bir farklılaşma sürecide meydana gelir. Buna göre önder olan uluslar veya işletmeler yükselir, diğerleri batar. Gelir seviyesi gelişimi de etkilenmiştir: artan sermaye birikimi ve düşen faiz oranları yatırımların artmasına neden olmuştur. Bunun neticesinde gerçekleşen iş gücü talebinin artması, sonucu maaşlar yükselmiştir. Teknolojik gelişimin diğer önemli neticeleri arasında Schmoller coğrafi yerleşim konumu strüktürünün değişmesini sıralamıştır. Bununla ilgili özellikle büyük şehirlerde eğitim seviyesinin yükselmesini ve köy nüfusunun azalmasını saymıştır. Bunun yanı sıra büyük işletmelerin ve büyük teknik kuruluşların gelişimini, teknolojik ilerlemenin neticeleri arasında görmüştür. 761 762 Schmoller , I , 1923,s.221 B . Mettel siefen, I, Barens 1987,s.37-89 250 Ayrıca büyük teknik kuruluşlarının ortaya çıkarttığı en önemli gelişme ise maaş bazında çalışan geniş bir kesimin ortaya çıkmasıdır.’763 Ekonomik teoride Ricardo’dan beri gelenek olduğu üzere, teknolojik ilerlemenin tamamlayıcı sorgulanmıştır.Aynı efekti şekilde ve ikame Schmoller‘Çalışma etkisinin fırsatının toplam tesiri artması ve azalmasını sorgulamış ve bunun düzenliliği ile ilgilenmiştir.’ Onun gözlemleri doğrultusunda farklı çalışma tipleri vardır: Bir yandan endüstrileşme öncesinde zararlı olan el işçiliği vardır. Makinelerin kullanımı ile şartlar kısmen iyileşmiştir. Fakat diğer yandan ise ruhi ve fiziki olarak koşullar zorlanmıştır.764 Gerçi Schmoller yeni teknolojinin işçileri bazen baskıladığını ve bazen de yükselttiğini vurgulamıştır. Ama bütün sorunun gerçekte çalışmanın düzenli veya düzensiz oluşuyla ilgili olduğunu vurgulamıştır: Son kertede bu sorunların teknoloji ile değil, ekonomi – politiğin sosyal düzenlemesiyle çözüme kavuşturulabilirliğini vurgulamıştır. 765 Schmoller’e göre, ekonomi – politik organizasyon teknoloji tarafından etkilenir. Ayrıca teknolojiyi ‘iki önemli dizim olan ekonomi – politik kökenler ve saf doğal kökenler Ruhi – manevi köken’ olarak görmektedir. Bu üç köken ise birbirini karşılıklı olarak etkiler ama hiç biri diğerine tam olarak egemen değildir. Schmoller bu bölümü yeni bir gelişim basamağı şeması oluşturmadan kapatır. Çünkü bugün artık yapısal şiddet kullanmadan hiçbir şey verilemez.766 2.11.3.1. Teknik Dönüşümün İçselleşmesi Ve İçselleşmenin Başlangıç Noktaları İktisadi gelişiminin çalkantılarının etkisi altında ve yeni teknolojik bilimlerin gelişimi için gereken artan araştırma ve gelişim maliyetleri, yeni teorik ve empirik iktisat – ile sosyal bilimsel araştırmaları bir soruya 763 Schmoller, I,cilt, 1923,s.227-230 Schmoller,1.cilt,1923,s.227 765 Schmoller,1.cilt,1923,s.228 766 Schmoller,1.cilt, s.232 764 251 yöneltmiştir. Teknolojik dönüşüm iktisadi gelişimin dâhilimi yoksa haricimi bir faktörü olduğu sorusunu ortaya çıkarmıştır. Schmoller her ne kadar bu tabirleri kullanmadıysa bile, teknolojik dönüşümün içselleştirilmesine artan bir katkı sağlamıştır. 1- Toplumsal gelişimin birbirinin toplamı olan teknolojik ilerlemelerin üzerine oturduğunu tasavvur etmiştir. 2-İktisadi teorik olayların mono kozal açıklamalarını ret etmiştir. 3-Toplumsal ilerlemenin sürekli olmadığına inanmıştır. Bunun yerine dalgalı, durgunluk – ve canlanma periyotları içersinde devam ettiğini vurgulamıştır. Bunun neticesinde Schmoller‘e göre teknolojik dönüşüm, tüm toplumsal gelişim sürecinin içsel bir faktörüdür. H C. Wright’a göre, Schmoller’in tüm eserleri baz alındığında arzuladığı ‘İktisat tarihinin optimist yönünün babası’ olarak kabul görmektedir. Fakat bununla birlikte Schmoller kendisini daha ziyade realist olarak tanımlar. Çünkü bu yönde özellikle makine çağının sosyal problemlerini vurgulaşmış ve devletin alması gerektiği sosyal politik ile sosyal düzen önlemlerini hatırlatmıştır. Schmoller devlet tarafından yürütülen ve sınıfsal çatışmaları azaltan bir sosyal reform taraftarıydı. Aynı şekilde dağılım içersindeki eşitsizlikleri ayrıntılı bir şekilde dile getirmiştir. Bunun için daha olumlu çalışma şartlarıyla daha çok adalet için çaba sarf edilmesini talep etmiş ve diğer dağıtım eşitliği tedbirlerinin kuvvetlenmesini istemiştir.767 Böylece K. H. Kaufhold‘un belirttiği üzere Schmoller’in realist ve optimist olduğu aşikardır. Schmoller bu bağlamda sadece kurumlara ve ruhi hareketlere güvenmemiştir.768 Hatta daha ziyade ülkelerdeki nüfus gelişimini dikkate almıştır. Ayrıca teknik ilerlemenin süresini ve neticelerini, anayasal düzenin kurgulanışını ve ulusal – uluslar arası politik çatışmaların seyrini önemsemiştir. Bu tavır onun evrimsel araştırma anlayışına denk düşer. G. Rosegger’in tespit ettiği gibi, bunun neticesinde Grundriss’in teknik ilerlemeyi iktisadi ilerlemenin içsel bileşeni olarak gördüğü ortaya çıkar.769Schmoller, içsel ve dışsal kavramlarını 767 Schmoller 2.cilt,1919,s. 700- 721 K. H. Kaufhold, 1988, s. 217 – 252 769 G . Rosegger, 1988,s.56 768 252 kullanmamakla birlikte, teknik ve iktisadi ilerleme üzerine olan sunumu, onun makine çağının toplumun gelişimini şekillendirdiği ölçüde, ‘teknolojik dönüşümün içselleşmesinin sürekli kuvvetlendiğini düşündüğünü ortaya koyar.” İçselleşme kavramı ise bir ülkenin iktisadi sistem strüktürünün ve iktisadi sürecinin yeni teknik ve organizasyon bilgisinin oluşumunun, kullanımının ve yayılmasının artan şekilde etkilediği anlamına gelir. Bundan sonra ise strüktür ve süreç üzerine tekrardan tesir ederek, bir ülkenin iktisadi ve toplumsal gelişimini oluşturur. Sosyal kurumlar, üretimin ve yeni bilgi inovasyonunun bir yandan ön şartı ve diğer yandan neticesidir. Schmoller eserinin pek çok yerinde, teknik ile toplumsal gelişme arasında sadece dar dönüşen ilişkilerin olmadığını belirtmiştir. Bunun ötesinde ampirik gözlemden yola çıkarak devletin, yardım kuruluşlarının ve işletmelerin teknolojik dönüşüm üzerinde etkili olduğunu varsaymıştır. Onun teknoloji – ekonomi problemi üzerine olan görüşleri, Grundriss’ te (her iki cilt) ve çok sayıda spesifik eserde dillendirilmiştir.770 2.11.3.2. İçselleşmenin Göstergeleri Schmoller özellikle davranış şekillerinin, gelişim ve yeni teknik uygulamalar konusundaki etkisini araştırır. Bununla birlikte teknolojik gelişim için nüfus gelişimimin ve gıda maddesi üretiminin önemini ortaya koymaya çalışır. Ayrıca teknolojik ve iktisadi ilerleme ile ilgili olarak sermaye oluşumunun, toplumsal organizasyonun ve eğitimin tesirlerini tespit etmeye çalışır: ‘Bir toplum tekniği ve organizasyonuyla yaşam alanı içersindeki doğal sınırlarına ne kadar yaklaşırsa, o derece yeni teknik ilerlemenin zor uygulamaları ile yüz yüzedir. Dış göç problemi, yeni idari organizasyonlar problemi ve Pazar istilası problemi hat safhaya ulaşır. Bunlar komplike toplumsal süreçlerdir ve çoğunlukla sosyal çatışmalara ve sosyal reformlar 770 Schmoller,2.cilt,1919,s. 710- 734 253 sayesinde gerçekleşirler. Ayrıca yeni kanunlar, devlet yaptırımları ve ruhani ilerleme bunun için gereklidir.771’ Tekniğin aşamaları ve alanlarıyla ilgili ortaya çıkan teknolojik ilerlemenin kullanımı ve yayılmasına ilişkin zorluklara Schmoller özellikle vurgu yapmıştır: “Kültürün her basamağında pek çok teknik ilerleme vardır.” Fakat bunlar maliyeti, sermaye ihtiyacı, eğitimli personel açığı ve komplike mekanizması dolayısıyla kullanılamaz durumdadır.’ Bu yüzden tüm teknik ilerlemeler bir ölçüde ekonomik şartlara ve toplumsal ilişkilere bağlıdır. 772 Yükselen sermaye ihtiyacı, daha uzun üretim süreçleri, artan toplumsal komplikasyon ve iktisadi sürecin dalgalanması tüm yüksek teknik sahibi ekonomi – politik sistemlerin ana özelliğidir. Bunların neticesinde iktisadi – politika için ortaya çıkan problemler ise Schmoller’e göre, çözülebilir niteliktedir. İktisadi gelişimin birbirine bağımlı tayin nedenlerinden üç grubu ön plana çıkartmıştır.‘Mükemmelleşmiş teknik, yüksek ekonomik hayat ve yüksek kültür yansımalarını tespit etmek mümkündür. Özellikle dünya tarihine bakıldığında bu yansımalar refakat edici ve zaruri nitelik sergiler.’ 773 Schmoller bu şekilde teknolojinin içselleştiğini belirtmiş ve böylece ekonomi – politik köken dizimlerinin arasında çok önemli bir yer tutar. Bunlar bir yandan iklim, insan bitki – ve hayvandır. Diğer yandan ise ruhi – manevi faktörlerdir. ‘Teknik tam olarak bunların arasında bir faktördür.’ Ayrıca Schmoller’in tasavvurlarına göre teknik ilerleme olmadan daha yüksek bir ruhani hayata ulaşmak mümkün değildir. Fakat aynı şekilde ruhi ve manevi ilerleme olmadan daha yüksek bir tekniğe ulaşmak da mümkün değildir. Bu olguların arasında daha iyi kendi kontrol edebilme yetisini ve daha yoğun muhakeme alışkanlığını saymamız gerekir.774Bununla birlikte Schmoller aynı zamanda teknolojik dönüşümün içselleştirilmesinde önemli olan teknik üretim olgusuna dikkatleri çekmiştir. Schmoller makine çağının büyük işletmeler devrinde, iki doğal ve gerekli olan tandans birbiriyle mücadele halindedir. Bir 771 Schmoller,2.cilt,1919,s. 710- 734 Schmoller , I.cilt , 1923,231 773 Schmoller , I.cilt , 1923,231-232 774 Schmoller , I.cilt , 1923,231-232 772 254 yanda sürekli artan üretim vardır. Diğer yanda ise, sürekli artan üretim maliyeti vardır. Bunun için özelikle üç neden ortaya koyar: İşletmelerin yönetimi, bunların sahiplerinin yaşadığı kişiye özel kaderlerinden etkilenir. Bunun neticesinde “kolektif kişilikler” ortaya çıkar. İkinci olarak ise eleman, mühendis ve ustabaşı sayısının büyük işletmelerde artmış olmasıdır. Bu durum personel yönetimi – ve gelişiminde yeni problemlere yol açmaktadır. Üçüncü olarak ise yükselen iş gücü sayısıyla birlikte, bunların hukuki konumlarının tekrar düzenlenmesi gereğidir.775 Ancak büyük işletmelerin bu türden organizasyon problemleri çözüldüğünde, önemli dalgalanmalara maruz kalmadan gelişme olanağına sahip olur. Schmoller esasında bu şekilde, mikro elektronik kullanımında endüstrinin yaşadığı problemlere değinmiştir.Bunlar sadece kitlesel üretimin yükselen kazanç skalasından meydana gelmez, hatta küçük üretim süreçlerinin meydana getirdiği maliyet avantajlarından kaynaklanır. Ayrıca bununla bağlantılı olan, yeni teknolojilerin âdemi merkeziyetçiliğinden ileri gelir. Bunun için özellikle büyük işletmelerin âdemi merkeziyetçiliğini teşvik eder. Aynı zamanda iş gücünün iş yerindeki sorumluluğu arttırılır, işçi temsilcileri lehine işletme hukukunda düzenlemelere girişilir ve karar verme süreçlerine katılım hakkı genişletilir. Schmoller devletleştirmeyi ve sınıf kavgasını çözüm yolu olarak kabul etmez. Bundan ziyade işletme hukukunda aklı başında reformlar ve çalışma - tarife - ile sosyal hakların geliştirilmesi gerektiğini savunmuştur. Özel ve hisse sermayedarlığı şeklindeki mülkiyet hakkı ortadan kaldırılmamalıydı. Bunun yerine daha fazla sayıda çıkar grubu üzerine dağıtılması uygundur.776 Böylece üretimin hukuki ve organizasyonsal çerçeve koşulları aşağıdaki hedef göz önünde tutularak değiştirilmeliydi. Büyük işletmenin ilerlemesi ayrıca teknik ilerleme ve tüm büyük işletmelerin toplam ekonomi – politik içersine ticari anlamda başarılı bir şekilde entegre edilmesi gerekirdi. 775 776 Schmoller , I , 1923,s.516 Schmoller, I, 1923,s.515 255 Bununla birlikte Schmoller’in dikkate aldığı bir diğer husus büyük işletmelere giden ilerleme süreci çok farklıdır.777Sombart, Sinzheimer, Schulze – Gavernitz‘in yaptığı gibi kendisini büyük işletmelerin coşkulu methiyetçiliğinden sınırlandırmıştır. Daha dikkatli ve objektif olarak gördüğü Hasbach ve Tarihçi Okulun araştırmalarına ise katılmıştır. 778 Bu durum özellikle iş bölümünün değerlendirilmesinde ortaya çıkar. Schmoller’e göre bu Smith’in iddia ettiği gibi mutlak harmoni barındıran bir süreç değildir. Ayrıca Karl Marks’ın yorumunda olduğu gibi anarşik de değildir. Bunun yerine toplumsal bir süreçtir. Ve bunun strüktürü, teknik ilerlemenin etkisiyle sürekli olarak değişmektedir: “Toplam sistem ne denli komplikeyse ve bu sistem ne denli hızlı bir şekilde değişip büyüyorsa, tek yönlü bir büyüme o denkli kolay gerçekleşebilir. Böylece iş bölümü olarak birbirine muhtaç parçalar arasında bir uzlaşmazlık ortaya çıkabilir.779’ Schmoller bunun için iş bölümünü sosyal farklılaşma sürecinin temeli olarak değerlendirmiştir. Çünkü ona göre bu tüm büyük toplumların gelişimini işaret eder. İş bölümü kültür ilerlemesinin büyük enstrümanıdır. Aynı zamanda daha büyük refahın ve daha iyi iş yönetiminin de enstrümanıdır. Schmoller’in bu görüşleri aynı zamanda Schumpeter’in iktisadi gelişim açıklamalarından ayrılır. Schumpeter öncü işletmeyi iktisadi gelişimin taşıyıcısı olarak tanımlamış ve gelişim sürecini “yaratıcı yıkım faaliyeti” olarak görmüştür.780 Buna karşın Schmoller iktisadi gelişim konusunda mono kozal anlayışı ret eder. Gerçi bununla birlikte özellikle ilerleme için önemli olanın insanın ruhi kabiliyetinde yattığını belirtmiştir. Ama bununla kastettiği sadece işletmeci değildi. Aynı şekilde işçiyi ve ustayı da kastetmiştir. Çünkü bunlar yeni makine aksamını ve metotları keşfeder.781 Schmoller bunun ötesinde işletmelerin uzun süreli yükseliş – ve çöküş periyotlarını önemsemiştir ( bilindiği üzere halkların bu özelliğine büyük önem 777 Schmoller, I, 1923,s.513 Schmoller , I , 1923,s. 392 779 Schmoller, I, 1923, s. 392 780 J. A. Schumpeter, 1946,s.56 781 Schmoller, I, 1923,s.194 778 256 verir.) Burada sendikaların, yoldaş kuruluşların, devlet ve özel işletmelerin hem artan işletme yoğunluğuna karşı sosyal reform çabaların odağını, hem de “saf büyük endüstrilerin geliştirdiği karanlık gölgelerini oluşturmaktaydı.” Bunun neticesinde ortaya çıkan Merkeziyetçilik ise, toplumsallıktan uzaklaşmaydı.782 Schmoller bu noktada tekrardan realizm ve optimizm kombinasyonunu tekrarlamıştır. Esas olarak iktisadi gelişim içersindeki yasal basiretsizlikten, çirkin sosyal çatışmalardan ve rahatsız edici soysuzlaşma yansımalarından bahseder. Fakat aynı zamanda bunun yeni bir kalkınma hamlesinin önüne geçemeyeceğine inanıyordu. Bu konuda kuvvetleri tayin edicidir.’ ‘ulusların ahlaki Bunların serpilmesi için ise karma bir ekonomik sistem önerisinde bulunmuştur.783 2.12. PSİKOLOJİK FAKTÖRLERİN DİKKATE ALINMASI Schmoller’in bir dürtü öğretisi oluşturma çabası, psikolojik detay araştırmaları ile ekonomi – politik analizleri kombine etme talebinin bir neticesi olarak görülebilir. Bu denemesinin çıkış noktası, Milli Ekonomik bilim sistemlerinin motifsel noksanlığına yapmış olduğu eleştiridir. Schmoller fizyokratların ve sosyalistlerin, soyut insan tabiatının temeli üzerine objektif bir ekonomi – politik kuramın kurgulanabileceği doğrultusundaki inançlarını eleştirmiştir. Klasik ekonomide basitleştirilmiş iktisadi insan psikolojisi, tamamıyla yetersizdir.784 Schmoller Milli Ekonomide psikolojinin yükselişini gösteren, çeşitli argümanları ve gelişimleri tartışmıştır. Mill’in talebi olan her sosyal bilime psikolojiyi temel olarak vermek, Fransa‘daki sosyalistlerin psikolojisini, Jevons ile Bentham tarafından ele alınan zevk – ve acı hisleri ile ilgili düşünceleri ve en önemlisi Avusturya‘da temsil edilen sübjektif değer yargısı ile marjinal fayda kuramı. Bunların hepsi psikolojinin prensip olarak öneminin tanındığına yönelik örneklerdir. Ama aynı zamanda mevzu bahis denemeleri 782 Schmoller, I, 1923,s.561 Schmoller, I, 1923,s.560 784 Schmoller, 1897, s. 325 783 257 yetersiz olarak eleştirmiş ve ‘egoizmin yanına toplum-ile hak duygusunu ve özgeciliği koymak meseleyi çözmez’ demiştir.785 Schmoller ise buna karşın detay çalışmaları ve geniş anketlerle, psişik güçlere girmek niyetindeydi. Hem ortalama insan hem de alışılmadık insan, varlıkları ve etkileri itibarıyla gözlemlenmeli ve analiz edilmelidir. Schmoller ikinci bir yolu hermeneutik metodunda görmüştür. Bu konuda çeşitli yerlerde yaptığı açıklamalarda, insanın ruhsal hayatının kendini gözlem ile hissetme ve tekrar canlandırma ile analiz edilip anlaşılabileceğini vurgulamıştır.786 Üçüncü olarak ise, bilgi objesi insan ve toplum olan, diğer bilimlerle eşgüdümlü bir ortak çalışma zemininin gerekliliğini vurgulamıştır. Bununla aynı zamanda özel bilimlerdeki ilerleyen işbölümü gerekliliğinin önemine değinmiştir.787 Meyer’e göre, Schmoller’in Klasik ekonomiye, onun tek yönlülüğü ve önemli davranış temellerini yetersiz değerlendirilmesine yönelik eleştirisi, en azından Smith’çi davranış teorisi olan ‘etik duygular teorisi’ bağlamında anlamsız kalıyor.788 Smith iktisadi teorik araştırmaları çerçevesinde iki probleme çözüm getirmeye çalışmıştır: Bireylerin dâhili hareketine (interaktion) ve sosyal kurumlar problemine çözüm bulmaya çalışmıştır. Birincisinin çözümüne yönelik üç öneri sunmuştur. İlkin kabul ettiği metodolojik görüş, bireysel davranışın yol açabileceği genel ve sosyal etkilerle açıklanması gerektiğini belirtmiştir. Yararlı etkilerden meydana gelen mekanizmaları analiz etmek ve anlamak önemlidir. İkinci olarak Smith psikolojik görüşü savunmuştur, yani insanın içsel hareket nedenlerinin ve natürel kabiliyetlerinin dikkate alınması. Üçüncü olarak insanların interaksiyonlarının hem moral değerler alanında hem de oluşan piyasa fiyatları bağlamında, bir süre sonra dengeye kavuşacağına inanıyordu.789 785 Schmoller, 1893, s. 280 Schmoller, 1893, s. 235, s. 248, s. 321 787 Schmoller, 1897, s. 325 787 Meyer, 1982, s. 84 786 789 Meyer, 1982, s. 84-89 258 İkinci problem alanında yani sosyal kurumlar ve otoriter olmayan bir yönetim faaliyetinin olabilirliği konusunda, üç hususa vurgu yapmıştır: Ahlaki duyguların varlığını, rakip piyasaların olumlu etkisine ve devletsel hukuk güvencesini belirtmiştir. Smith’in ahlaki duyguların oluşumu ve gelişimini açıklamak için kullandığı mekanizmalar, modern sosyal psikolojik teori ve konseptlerde uygulananlara çok benzemektedir: kendisini bir başkasının yerine koyabilme kabiliyeti, sosyal karşılaştırmalar, referans grupları, mutabıklık baskısı, kendini düzenleyen sistemler ve dışsal ile içsel üçlük motivasyonu.790 Eğer Smith bu motifleri dikkate aldıysa, o zaman Schmoller niye onun ekonomik davranış teorisini psikoloji dışılık ile yüzeysel olarak eleştirmiştir? Bu soru ancak uygulama alanına bakılarak cevaplanabilir. ‘Ahlaki duygular teorisinde’ Smith özellikle birbirine yakın olan insanların sosyal ilişkilerini açıklamak istemiştir. Ekonomik ilişkileri ve süreçleri ise ki bunlar çoğunlukla anonim olarak ve rekabet edenlerin kişisel bilgileri olmadan gerçekleşir, basit bir takım prensiplerle açıklamıştır. Sonuçta bunlar Schmoller’in eleştirilerine hedef olmuştur. Smith anonim ekonomik ilişkiler araştırmaları için, moral duygular araştırmasının sonuçlarını dikkate alması gerekmiyordu. Fakat başka alanlar için bunları önemli addetmiştir. Bu noktada Smith’in görüşü Schmoller’in görüşünden ayrılmaktadır. Psikolojik faktörlerin önemi konusundaki farklı görüşler için bir örnek, Schmoller tarafından verilen çeşitli ulusların zihniyet farklılıklarıdır. Onun iddiası olan ortalama bir gözlemde farklılıkların görülebileceği hususu, oldukça rahat bir şekilde anlaşılmaktadır. İtalyanların ortalama davranışının hararetli olduğu ve buna karşın Hollanda‘lıların daha soğuk olduklarını, İtalya ve Hollanda‘ya giden biri inkâr etmez. Fakat bu türden zihniyet farklılıkları ekonomik teori için bir öneme haiz midir? Buna karşın Schmoller zihniyet farklılıklarını önemli bulmuştur. Çünkü ona göre ruhi güçler bu farklı zihniyetlerde ifade bulmaktadır. Ve bunlar bir ülkenin doğal kaynaklarının kullanımını, var olan teknolojinin uygulanmasını 790 Meyer, 1982, s. 84-89 259 ve ekonomi – politiğin tüm gelişimini etkiler. Schmoller’in görüşü bir yandan Klasik ve diğer yandan modern bakış açısına göre uzak olmasına rağmen, onun farklı olanları ayıran dürtü öğretisinin ve belirli dürtü davranışları görüşünün, modern psikolojideki davranış açıklamaları ile paralellikler gösterdiği görülür. Özellikle eyleme niyetlenme ile hakikaten eylemi gerçekleştirme arasında, karar vericinin ahlaki ve etik uygunluk ve toplumsal kabulü yansıttığı ile ilgili görüşü, Ajzen ve Fishbein’ın üzerinde çalıştığı psikolojik davranış teorisine benzemektedir. 791 Sosyal psikolojide zihniyet – davranış – kıvamı ile ilgili sürdürülen tartışmanın şiddetini konusunda, modern Milli Ekonominin çoğu temsilcisi tahmin bile edemez. Dışa vurulmuş zihniyet ile davranışı açıklama teşebbüsü veya bir davranışı ifade edilen bir görüş ile ön görebilmek, pek çok ekonomist için problemli bir yöntem olarak görünmektedir. Friedmann bile, işadamlarının eylemlerinin nedenlerini ve motiflerini açıklayacakları röportaj ile anketlerin, tamamıyla zırvalık olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Ekonomist insanların sadece yaptıklarıyla ilgilenir, yapmayı amaçladıkları ile hiçbir şekilde ilgilenmez.792 Nerdeyse hiçbir Ekonomist, analiz edilecek olan davranışın, bir nesnelliğe yönelik olarak kabul ile reddin tahminine dayanarak açıklamaya çalışmazdı. Pek çok insanın neden dört haftalık bir Bahama tatilini (üstelik güneş, deniz, kum sevmelerine rağmen ) pek sık yapmadıkları konusundaki soruyu, bir ekonomist öncelikle tatil masrafı ve yıllık izin hakkı ile açıklamaya çalışır. Bu gerçek aynı zamanda Schmoller’ci açıklama denemelerinin büyük problemlerinden biri olarak görülmektedir. Onun köken analizi ve özellikle dürtü öğretisi, büyük ölçüde davranışların fayda maliyetini dikkate almamış görünmektedir.793 Ama aynı zamanda Schmoller’in insani dürtü ile iktisadi fazilet görüşleri oldukça makul görünmektedir. Ayrıca kimse, Schmoller tarafından tasvir edilen aktivasyon, cinsellik veya rekabet dürtüsü olarak adlandırdığı 791 Meyer, 1988, s. 575 Meyer,1982,s.83 793 Meyer,1982,s.83 792 260 motivasyonların gerçekten insan için sıklıkla kozal bir öneme sahip olmadığını iddia edebilecek durumda değildi. Bunun neticesinde, çeşitli Ekonomistlerin sürekli ve tekrardan ekonomik teoriyi bazı farklılıklarla insani motivasyon strüktürleri ile bağdaştırmaya çalıştıklarına şaşırmamalıyız. Örneğin Schmoller tarafından tanımlanan rekabet dürtüsünün etkisinin, Dussenberry‘nin oluşturduğu bireysel öz değerlendirme önemi ile ilgili hipotezi ve zamanın tüketim davranışının gözleminin açıklamasının sosyal karşılaştırmasına, yakın düştüğü görülmektedir. Aynı şekilde Dussenberry’de sosyal psikolojik elementlerin kullanımı ile ekonomik açıklama noksanlıklarını azaltmaya çalışmıştır. Hem Schmoller (kendini kabul ettirme dürtüsü ile birlikte)hemde Dussenberry tarafından önemli görülen sosyal karşılaştırmalar ve kendini öz değerlendirme, insani davranışın pek çok alanında ifade bulmaktadır. 2.13. EVRİMCİ DÜŞÜNCE Schmoller’in öğretisi “toplumsal yansımaların tümünü… Yansımaların birbiriyle bağlantıda olduğu doğal – ruhani, kozal bir sistem olarak tarif etmek, anlamak ve açıklamak” ister.794 Tabii ki bu daha sonraları Milli Ekonominin gelişimini sürekli daha fazla şekillendirecek olan matematikselleştiren, hassaslaştıran ve detay çalışmasına kısıtlayan teori değildi. Bir “ toplumsal teorik çerçeve” eserinin elementlerini kullanır, bu öyle bir yapıdır ki içersinde toplumsal ilişkilerin bütününü düzenlemek mümkündür. Ona tarihsel algılamayı mümkün kılan “tarih dışı olguları,”795 özellikle toplumsal gelişimin genel bir kanunu hüviyetinde yapılandırır. Schmoller tümevarım – tarihçi detay araştırmasıyla karşı çıkmaya çalıştığı “büyük teoriler çemberini,” bununla zenginleştirmiştir. Schmoller’ e göre toplumsal dönüşüm sapkın bir karaktere sahip olmaktan öte, ilerlemenin kanununa tabidir. 794 795 Schmoller, 1923 s.72 Schumpeter 1926, s. 363 261 Werner Sombart burada barıştırıcı bir neticeyi, mecazi bir şekilde formüle etmiştir: “Farklı olarak ele alınması gereken, ne bir teorik nede tarihçi Milli Ekonomi vardır. Her ikisi de birbirine aittir ve biz bunların üzerinde, aynı bacaklarımızın üzerinde yürüdüğümüz gibi yürürüz. Sadece teorisyen olan veya sadece tarihçi olan tek bacaklıdır, yani sakattır.” Bu durumu teorik olarak haklı gösterme teşebbüsü, karşılıklı bağımlılığa ve hatta her iki görüşün birbirinin içine geçmiş olmasına dayanır. Dolayısıyla bu ayrışmayı ortadan kaldırmaya yöneliktir. Schumpeter bununla ilgili olarak “orada mantıklı ayrıştırma unsurları bulunmamaktadır” beyanında bulunur. “Söz konusu olan yöntemin türü değildir. Anlamak ve anlatmak isteyen iktisat tarihçisi, mantıklı olarak Milli Ekonomistten farklı bir yöntem kullanamaz.” Öyleyse yöntem konusunda en iyi ihtimalle farklı hassasiyetler olabilir ama gerçek anlamda farklı çalışma metotları olamaz. Bu durum “ilgi alanın yönü” içinde geçerlidir. Çünkü bir karşıt türlülük, yani buna göre bilim adamlarından biri genel olanla ilgilidir ve diğeri özel olanla ilgilidir, savunulamaz bir durumdur: Gerçekten emsalsiz olan anlaşılmaz olurdu ve gözlemci açısından ilginç olmazdı. Her zaman en azından genel bir insani ilgi gereklidir. Bu aynı zamanda, analiz ölçüsünün kaldıracı durumundadır. Ve bu olmadan, masal anlatımı bile olmazdı. “796 Schmoller oldukça açık bir şekilde “Ben, özellikle tabiatın temel fiziksel süreçlerinde daima aynı kalanı görüyorum. Bunun dışında, her yerde ilerlemeyi görüyorum ve buna inanıyorum” ifadelerini kullanmıştır. 797Bu inanç özellikle 19. yüzyılda olağandışı değildi. Turgot, Comte ve Marks gibi pek çok toplum teorisyeni bu inancı paylaşmıştır. Augustinçi vizyon üzerine ilerleyen insan varlığının kurgusunu temellendirmiş ve bunun tek yönlü gelişim çizgisi üzerine bütün toplumları yerleştirmiştir. Ve her gün, tabiat üzerindeki egemenliğin gelişmesiyle, kendisinin haklı olduğunu düşünmüştür.798 Schmoller’ci Gelişim Kanunu ki onun farklı yazılarından derlenerek bir araya toplanmıştır, şu karakteristik özellikleri taşır: İlkin kültür ve ahlaklılığın 796 1926, s. 326 .Schmoler, II, s. 639 1898, s. 40 ve 1923 798 Bury 1920, Nisbet 1980 797 262 eş zamanlı gelişimi ile ilgili bir tez içerir. İkinci olarak, inovasyon ve süreklilik dengesi hususunda bir tez içerir. Üçüncü sırada ise, farklılaşma ve iş bölümü tezi gelir. Dördüncü olarak ise, toplumsal dönüşümün hareketli kuvvetleri hakkında bir tez vardır. Ve nihayetinde beşinci olarak, sınıf çatışmalarındaki devirlilik ile ilgili bir tezi vardır. Schmoller’in özellikle Grundriss’deki yaklaşımı büyük ölçüde ahlak, hukuk, gelenek üzerine kuruludur. Bunların etkisinde olmayan doğal bir insan anlayışı olmaz. Schmoller, için bu üçlü bütün iktisadi ilişkiler ağının iskeletidir. Klasik İktisat ve Avusturya İktisat Okulu bu çerçeveyi dikkate almamakla dar bir alana sıkışıp kalmışlardır. Ona göre, bencilliğin ve kişisel çıkarın iktisadi analizde bir yeri olabileceğini ancak bunun ahlak, gelenek ve hukuktan oluşan kurgunun bir alt sistemi olması ile mümkün olabileceğini düşünür. Ahlak, iktisadi faaliyetlerin ruhunda hissedilen bir olgudur. İnsanlar bütün iktisadi davranışlarında ahlaki yargılarının ve kabullerinin etkisi altında faaliyette bulunurlar. Klasik İktisatçıların iddia ettikleri gibi bütün insani ve toplumsal vasıflarından soyutlanmış, kendisini piyasaya bırakmış bir insan yoktur. Örneğin, fakir bir kadıncağıza bakkalda hileli bir mal satılırken, aristokrat bir kadın kaliteli bir malı daha ucuz fiyata almış olsa bu durum ahlak anlayışına ters düşer. Bununla da kalmaz, hemen bunun önüne geçecek kanunlar ve düzenlemeler yok mu diye bakınmaya başlarız. Serbest rekabet en uygun sonucu üretsin diye bakınmayız. 799Schmoller’e göre, Klasik İktisatçılar doğal güdülerini takip eden bir insan prototipinden hareketle bir toplum modeli geliştirmeye çalışmışlardır. Bu ‘doğal’ insanın hiçbir toplumsal bağı yokmuş gibi teorilerini geliştirmişlerdir. Bunun için de bu teoriler her bilimin başlangıcında görülen geçici düşünce temrinleri olmaktan öteye gidememişlerdir.800 Schmoller’e göre, töre hukukta ispatlanabilir ve töresel-ruhi ortak bilinci’ ve insanların tüm davranışlarını etkileyen (iktisadi davranışlar dâhil), ortak ahlaktır.801 Ahlak bir insanın veya halkın, töresel veya manevi normlar 799 Schmoller,1901,s.58 Schmoller,1901,s.58 801 Schmoller,1904, 254 800 263 tarafından belirlenen türde, inanışlarını ve davranış şekillerini elde etmesini, sağlayan ve özelliklerini verendir. Bu yeti sadece insanın doğal izanı ile ispatlanmaz. Aynı zamanda alışkanlık, tekrar ve geleneğe uyum gösterme bunu sağlamlaştırır. Bu çifte menşei gerekli olan kültür antropolojik kavramsal içeriği taşımaktadır ve bu ahlak ile birlikte, bir halk tarafından yaşanılan ve karşılığı olan tüm yönelimsel resimler ve davranış örnekleri olarak tanımlanır.802 Ahlak ortak ‘psişik dürtü gücünün’ bir ürünüydü ki bu Schmoller tarafından iktisadi olayların sebepsel faktörleri olarak görülürdü.803 Ve ekonomi politiğin en önemli hedefi bundan dolayı bu psişik güçlerinin araştırılmasıydı. Schmoller insanlığın fikir dünyasının esas gelişimini, etik ve insani davranış tamamen buna bağlıdır görüşünü benimser. Peki, etik olan nedir? Ahlak ve hukuk bağlamında etik de temellenmiştir.’İnsan özgürlüğündeki gelişim’, ‘Özgür ahlaki halk ruhu’, bir halkın ahlaki temel düşünceleri hukuk fikri içinde bir dayanak ve doğruluk sağlarlar. Böylece Schmoller’in daha sonraki gelişiminde oldukça önemli olan bir düşünce şekli ortaya çıkmıştır; Milli Ekonomi etik bir bilimdir. Devlet bu etik tandansların taşıyıcısı ve gerçekleştiricisidir. Bunun pratik etkisi ise reformlardır. Liberalizm bununla kırılmıştır. Ekonominin ‘fen kanunları,’etiğin emirlerine ve normlarına yenilirler. Gerçi bu bilimin etik bazının ekonominin gerçeklerini regülasyona tabi tuttuğu ve değiştirdiği anlamında değildir. Ama genel olarak genişletme ve seyreltme manasındadır. Her ekonomi –politik görüşte, her hangi bir hukuk fikri ve maneviyat ön koşul niteliğindedir. Ve ahlaki halk ruhu ilaçları daima elinde tutar. Çünkü her sağlıklı organizmanın içerisinde etik tandans ve istekler vardır. Ekonomi ve ahlaksallık birbirinin karşılıklı olarak hem koşulunu oluştururlar hem de birbirlerine dayanak olurlar. Bu son derece kuvvetlidir. Hiçbir ekonomik davranış yoktur ki, eğer gerçekten ahlaksız ise, uzun vadede ekonomik zarara yol açmasın.(bütün hayat bağlamında) Tabii bunun terside geçerlidir. Organik toplumun ahlaki ruhu, sağlam bir organizasyona ihtiyaç duyar. Ve egoist ayrışmayı ortadan kaldıracak olan 802 803 Schmoller,1893,s.102 Schmoller,1898,s.43 264 kooperatifsel etkileşme, söz konusu şartlar doğrultusunda bunun için gerekli olan organlara daha fazla ihtiyaç duyar. Schmoller‘ in ahlaksallık ve gelişmişlik seviyesi arasındaki paralelliğin, insanlığın etik yükselişinin süreci olarak algılanması gerektiğini içerir: “Benim iddiam, şartlar ne kadar kaba olursa, ahlak ve var olan, o ölçüde şiddet – dolandırıcılık ve ve bu hukuk o ölçüde zedelenir. Mallar, ödül ve cezalar değil. Bu durum yüksek kültür, hassas ahlaki anlayış, hinlik yaygınlaşır. Adalet, onur, hukuk o ölçüde kabadır. Ve ne kadar haksızlık olursa, bu ahlak hukukun ve ahlakın yaygınlaşmasıyla yavaş değişir.” Schmoller‘in zamanında böylesi bir kültür optimizmi yüz yılın sonuna dek oldukça yaygındı. En nihayetinde şüpheci ve karamsar sesler yükselmiştir. Bunlar insanlığın düzetilemez bir varlık olduğunu düşünmüş ve hatta batı medeniyetinin sona doğru yaklaştığını ifade etmişlerdir. Buna karşın Schmoller tarafından yönlendirilen yükseliş söz konusu olansa, bir yandan ahlak, hak ve sosyal kurumların içersindeki objektifleşmiş ahlaksallığın gelişimidir. Ve diğer yandan insanın kendisinin yüksek gelişimiyle ilgilidir. Bu esnada Schmoller evrimsel ve hatta dönüşümcülüğü, zamanın oldukça etkili biyolojik tasavvurlarının tesiriyle, basit bir üretme süreci olarak görür. (Herbert Spencer ‘e dayanarak) Ona göre “ Kalan miras ile… Her nesillin ilave yaptığı yetiştirme birikimi eşit bir şekilde sabitlenir ve bir sonraki nesle iletilir… Eğer insanlar bu şekilde miras bırakmasaydı, o zaman her nesil baştan başlamalıydı, o zaman bugün bile kaba ve vahşi bir durumda olurduk.” 804 Schmoller böylece sosyal ve biyolojik evrimsel kategorilerin sayısını artırmış ve sosyal süreçleri, biyolojik olarak transfer edilebilir görünüme sokar. Öyleyse çok daha mantıklı olabilecek şekilde, süreci bir nevi kültürel seleksiyon olarak algılamaz. Fakat bununla birlikte Schmoller’in yazılarında, tam olarak Emile Durkheim veya Herbert Spencer çizgisinde bir sosyolojik ispatı bulmak mümkündür. Nüfus yoğunlaşması bireyler arasında etkileşiminin artmasına ve organizasyonsal dokunun 804 Kromphardt 1938, s. 718 265 sıkılaşmasına yol açar. Fakat bu durum diğer taraftan, seleksiyona uğramış bir toplumun büyük bağlantısızlığını sürdürmeyi imkânsız kılmaktadır. Toplum içersinde daha yüksek karşılıklı saygıyı garantileyecek önlemler gerekli olur ve bu sadece daha yüksek bir ahlaki kurallar sisteminin kurumsallaştırılmasıyla mümkündür. Davranış şekilleri kompleks bir toplum içersinde daha fazla düzenlenmeye ihtiyaç duyar. Kompleks sistemler, insani davranışın koordinasyon - mekanizmalarının daha çetin (ince, dakik) olmasını gerektirir. Çünkü insani davranışlara yönelik giderek artan bir disiplinleşme meydana gelir ve hatta bireyin kendi kendini disipline etmesi söz konusudur. 805 Hayat alanlarının bu kısıtlaması sonucu ahlaki bir yüksek gelişimin gerçekleştiği, bu kuralların zorunlu olarak sıkılaştırılmasıyla gerçekleşmez. Bu düşünce daha ziyade Schmoller’in kesiksiz optimizmine dâhildir. İnsanı, iktisadi bilimin ortasına yerleştirmek demek, birinci derecede onun temel kurumlarının yansımaları demektir. Ve bunlar sadece bireylerin davranışlarını manevi olarak koordine etmezler, aynı zamanda ‘kendileri manevi toplumsallaşmanın’ sonuçlarıdır. Kurumlar ise netice itibarıyla kendi temelinde olan kültür değerleri itibarıyla değiştiklerine göre, ekonomi genel kültür biliminin bir parçası olmak zorundaydı. 806 Metodik olarak bakıldığında Schmoller bununla ekonomi-politik araştırmanın bir araştırma objesine kavuşur. Toplumun ve kurumların değişimini yakalamak için tarihçi yöntemi kullanmıştır. Toplumsal politik olarak bakıldığında ise Schmoller, kurumlarda somut toplumsal bir vaziyet ile karşılaşır ve bu sosyal reformlara açıktır. Bu sosyal reformun temel prensibi, ‘adaletli olmanın fikridir.’ Bu fikir aynı zamanda dönemsel spesifiktir, diğer tüm zamanlar ‘konvansiyonel egemen değer ölçüleri ’getirirdi ve bunlar ‘insanların özelliklerinin, davranışlarının, erdemlerinin ve yükümlülüklerinin üzerindeydi.807’ 805 Elias 1978 Hilldebrand ve Knies’in yanında Milli Ekonominin Eski Tarihçi Okulunun baş temsilcisi olarak Roscher: Biz Milli Ekonomiyi ve ekonomi-politiği, iktisadın ve iktisadi halk hayatının gelişim kanunlarının öğretisi olarak algılıyoruz. Halk hayatının bütün diğer bilimlerinde olduğu gibi, bir yandan insanın gözlemine bağlanır diğer yandan ise tüm insanlığın gelişimini araştırmak için genişler. Schmoller,1878,s.30 807 Schmoller,1881,s.29 806 266 Buna göre ekonomi –politik kurumların meşruiyeti sadece, bir kertenin kültür spesifik haklılık anlayışının bir neticesi olduğu zaman vardır. 808 Schmoller için burada berrak olan, etiğin ampirik bir bilim olması gerektiğidir. Hak ile ahlakın ölçüsü, değer yargılarıdır yani hak ve ahlak hissinin konvansiyonlaşmasıdır.809 Tüm ahlaki hayat, hislerin hayal ve hükümlere sürekli olarak dönüşmesi ile oluşmuştur ki bunlar daha sonra davranışa dönüşmüşlerdir. Schmoller’e göre bir toplum bununla git gide ekonomik, hukuki ve ahlaki davranışın bir ‘ortalama kuralına’ ulaşmaktadır. Bunun için ahlaki toplumsallaşma konseptinde ahlak, iktisadi davranışın dışsal veya içsel tahdidi değildir. Bunun yerine kolektif seçim sonucu, toplumsallığa bireyin kendisinin bağlanması konusunda rasyonel alaka, kurumsal kural içerisine bir hak ve ahlak kodlanmıştır. Bu noktada “etik Milli Ekonomi” kavramıyla ilgili kısa bir açıklamada bulunmak uygun olacaktır. Çünkü bu kavram Schmoller’in öğretilerinde kullanılmış ve sanki suçlayıcı bir tavır içersinde gündeme getirilmiştir. Weber’in değer çatışması içersindeki saldırıları, dokunulmazlık şemsiyesi altında ve sosyal prestijlerini kullanarak “katheder beyannamelerinde” bulunan profesörlere yönelikti. Fakat tarihçilerin “etik bir ekonominin” gerekliliğinden bahsetmeleri ise, birinci derecede çok farklı bir şeyi kastetmişlerdir: Bu bir politik beyanname olmaktan ziyade, kültürel değerlerin ekonomik süreçlerin analizinde dikkate alınmasının bir görev olduğunu ifade etmekti. Mevzu bahis olan öncelikle sadece genişletilmesidir. Böylece suçlu kabul edilen araştırma “değerler” alanının artık analiz üzerinde etkili olmayacaktı ve objektif alanda kalacaklardı. Ama tarihçiler bunun ötesinde aynı zamanda reformist de olmak istiyorlardı. İnsan ırkının ahlaki gelişimi bazında, biraz önce bahsedilen ilerleme kanununda formüle edilen optimizm, gerçek bir “etik ekonominin” varlığından söz ettirmiştir. Medeni ilerlemenin ve özellikle bilimsel ilerlemenin aynı zamanda gelecekteki etik problemleri de çözeceğine yönelik tasavvur, tabiî ki dar anlamda bir bilimsel incelemenin sınırlarını aşmaktadır. Ayrıca belirtilmesi 808 809 Schmoller,1881,s.37 Schmoller,1881, 267 gereken, 19. Yüzyılda bu türden genişletilmiş toplumsal – teorik görüşler, hiçbir şekilde oğlan dışı kabul edilmemişlerdir. Schmoller’in yazılarında elde edilebilecek ikinci tez ise, inovasyon ve süreklilik üzerinedir. Her ikisi de Schmoller’in haklı bir şekilde belirttiği gibi, toplumsal düzenin sağlamlaştırılması için gereklidirler. Schmoller’e göre eski zamanlarda, normları din ile bağlantılı olan katı bir ahlak anlayışı vardı. Ahlak burada dine dayanmıştı. Kendilerini eski ahlaktan kurtarmak isteyen tekil bireyler, diğer yurttaşlardan farklı bir biçimde davranmaya başlıyorlar. Ve bunu yapmaya başladıkları anda, kendileri yeni ahlak kuralları oluşturmaya başlıyorlar. Diğer yandan ise sübjektif düşünceleri ve sübjektif hatalarıyla, toplumun ve devletin güvenli varlığını tehdit ediyorlar. İnovasyonlar her zaman toplumsal güvensizlikle beraber gelirler. Bu inovasyon kaynaklı rahatsızlıkları azaltmak için, hayat düzeninin önemli bölümleri hukuk metinlerinde sabitlenir. Kalan bölümleriyse yine aynı şekilde sadece kültürel kurallar aracılığıyla kontrol edilir. Schmoller bir yandan Hobbes’ci bir iç savaşı önleyen, birlikte yaşamın güvenli dışsal çerçevesine işaret eder: Kurumsalcı normlarla garanti altına alınan hayat hakkına ve bununla karar alabilme konusunda meydana gelen rahatlamaya işaret eder.810 Diğer yandan ise onun için önemli olan, sosyal sistem içersindeki bireylerin inovatif – uyarlanmış davranışları için gerekli olan alandır. Çünkü böylece temel varlık argümanını özgürlük lehine kullanmak mümkündür. (Friedrich von Hayek’in bugün büyük önem verdiği gibi – 1973 ) Schmoller‘e göre ahlak ile hukuk kurallarının ayrışması, kültür ilerlemesi için bir ön koşuldur: “Ancak bu şekilde birey kendi gücünü sınamak için bir serbest alana kavuşur. Ve sadece bu şekilde ruhani özgürlük eğitimi başlayabilir. Sadece bu şekilde yeni yollara girebilecek olan az sayıdaki kişi için bu olanaklar sağlanır. Diğer yandan ise sabit olarak korunması gerekenlereyse, çok farklı bir dayanak sağlanır. Ve bu ticaret ile ekonomik transfer ve komplike bir 810 Gehlen 1940, 1963 268 kültür hayatı için şarttır.”811 Öyleyse adalet vazgeçilmez normları kayıt altına alarak güvence sağlar. Böylece insanların yaratıcı özelliklerinin serpilebileceği özgür alanı teminat altına alır. Toplumsal gelişimin dinamik elementi ise bunun içersindedir. Ayrıca Schmoller, bu gerçekleştirilmiş sürekliliğin ve özgür alanın koşullarının, ilk defa Tarihçi Okul tarafından doğru boyutu içersine yerleştirildiğini belirtir. “Merkantilizm ve kameralizm devlet, kanun ve prensin arzusuyla her şeyi yeniden yaratma ve düzenleme imkânını büyütüyorlar. Hobbes’tan Büyük Friedrich’e kadar maneviyat ve adalet bile devletsel talimat olarak değerlendirilmiştir. Bunun için kurumlar onlar için her ifade etmiş, bireyler için özgür alan ise nerdeyse hiçbir şey ifade etmemiştir. Aydınlanma bu düşünceleri tersine çevirmiş ve liberal doktrin bugün bile bu tasavvur çemberine tutunmuştur. Bireysel hisler ve davranışlar, anlaşmaların özgürlüğü, özgür dernek varlığı ve iradecilik, devlete ve devlet kurumlarına, sabit ve sürekli organizasyonlara karşı methedilir.” 812 Sosyalizm kurumların için ve organ oluşumu için geri dönecek( miş.) Ve hatta sosyalizm insanların davranış dürtülerini değiştirebileceğine inanıyor(muş.) Bu türden tasavvurlara karşı, ister toplumsal yapısalcılık ister müdahaleciliğe karşı akım olsun, geçerli olan iki taraflı karşılıklı koşullanmadır: Kurumlar belirli bir katılık ve sağlamlık taşımalıdır, ama aynı zamanda yeniliklere açık olmalıdır. “ Herhalde mükemmel sosyal gerçeklik, halk hayatının psişik güçlerinin kurumlar tarafından engellemek yerine teşvik edildiği ortamda bulunur. Sabit kurumlar ile bireysel güçlerin özgür alanları, karşılıklı etkileşim içersinde birbirlerini tamamlamalıdır. Kurumların özgür hareketleri gereksiz yere kısıtlamaması ve istenilen gelişimiyse teşvik etmesi gereklidir.” Schmoller bu mantıklı denge oyunuyla, aynı zamanda muhafazakar ve anti – yapısalcı hürmette kusur etmez: “Kurumlar sübjektif hamleler değildir. Bunun yerine objektif vücut bulmuş metot ve özdeyişlerdir. Bunlar tecrübenin ve yüzyılların bilgeliğinin, 811 812 Schmoller, 1898, s. 60 Schmoller, 1923, s. 63 269 pratik ilişkilerin aklı başında ve doğru bir şekilde irdelenmesi konusunda tespit ettikleridir.” Hiçbir toplum fabrikasyon ürünü gibi, fark gözetilmeksizin tespit edilemez. Bu söylem nerdeyse Menger’in uyarıları gibi çınlamaktadır. Önemli olan “ pragmatik” ve “organik” fenomenleri ayırmaktır. Organik fenomenler olgunlaşmış kurumları içerirler ve bunlar insani davranış neticeleridir ama insani planlamanın neticeleri değillerdir. Bunlar Schmoller’e yönelik saldırıları nispi hale getirmektedir. Çünkü bunlara göre Schmoller’in sosyal kurumlar üzerindeki düşünceleri, gereksiz azimkâr bir tutum içersinde sosyal – teknolojik niteliktedir. Üçüncü tez ise farklılaşmaya ve iş bölümüne yöneliktir. Schmoller’de ilerlemelerin büyük çoğunluğu, insanların normal yaşam biçimine uyumlu hale gelir. Ancak hayat alanının bir parçası, artık dâhil olduğu bütünün bir uzvu olarak kalamayacak ölçüde büyürse ve kendi ayrıcalığını talep ederse, iş bölümü gerçekleşir.813İnsani işgücünün özel görev ile faaliyetlere, ağırlıklı anlamda ve sürekli uyum sağlaması olarak ifade edilir. Bunu sadece kendileri için değil, aynı zamanda başkası içinde yaparlar. Schmoller, iş bölümüne tarihsel bakış açısının bir uzantısı olarak bakmıştır. Bu sebeple genel geçer bir iş bölümünü kabul etmez. “Her milletin kendi iş bölümünün tarihi vardır.”814 Değişik milletlere ait bu tarihler bir araya geldiğinde ise genel anlamda iş bölümünün tarihini oluştururlar. Schmoller toplumsal fenomen bağlamında fazla rasyonalist beklentilerin önüne geçer: İş bölümünün sevindiren sonuçları, yani iktisadi etkileme avantajları, tarihsel anlamda bu sürecin kökenleri olamaz. Smith’deki mübadele güdüsü de bunun nedensel bağlamını veremez. Çünkü toplam kapsamları içersinde, önceden güvenli bir şekilde tahmin edilemezlerdi. Schmoller’e göre, aile içinde bir mübadele olmadığı halde iş bölümü vardır. İlkel topluluklarda da mübadele olmadan iş bölümünün var olduğu görülür.815 Zaten Smith’in ve ondan da çok takipçilerinin, düştüğü hatayı Schmoller, belirli bir dönemde, 813 Schmoller, 1918, s. 5 Schmoller,1901,s.328 815 Schmoller,1901,s.327 814 270 belirli bir coğrafyada hâkim olan şartların zamansal ve mekânsal boyutta evrensel kabul edilmiş olması olarak yorumlar. Schmoller’e göre: Smith, kendi zamanındaki küçük atölyelerdeki iş bölümünü incelemiş ve bu incelemelerden genel sonuçlar çıkarmıştır. Buna göre de teknik ve mübadele esaslı iş bölümünü sistemin esas unsuru yapmıştır. Takipçileri de onun örneklerine ve ilkelerine sıkı sıkıya yapışmışlardır. Bu Marx’ın gözlem alanını genişletip bugünün fabrikasını 18. yüzyılın atölyeleri ile karşılaştırancıya kadar.816 Schmoller, Klasiklerden farklı olarak iş bölümü sürecinin çerçeve koşullarına dikkat çekmektedir. Bu ise iş bölümünün içinden geliştiği aile, rahipler, savaşçılar gibi erken formlardır. Ve bu sunum Schmoller’in komplike ve taşıyıcı argüman yöntemine örneklem teşkil etmektedir. Biz burada, onun gelişimlerini ve ilişkilerini analiz ettiği faktörleri, sadece sıralayabiliriz. İlkin sosyal faktörlerden bahseder – daha yoğun nüfus, daha büyük ortak alan, daha iyi iletişim ve transfer olanakları. İkinci olarak teknik – organizasyonsal faktörler – teknikte ve sermaye oluşumundaki ilerlemeler. Üçüncü olarak ekonomik faktörler – rekabet kurallarına pratik olarak bağlanma. Bu ise sadece liberal olanaklarıyla, iktisadi pazar kanunlarla, üretimiyle, mal iyileştirilmiş ticaretiyle ekonomik ve serbest transfer işgücü antlaşmalarıyla mümkün olabilir. Dördüncüsü ise kültürel faktörler – insanların ilerlemeye yönelik hevesleri, donuk ahlaki kuralların aşılması, yükselmiş iş görme kabiliyetine anlayış ve yükselmiş ile rafine olmuş ihtiyaçlar. Beşinci olarak politik faktörler – örneğin para ekonomisi üzerine kurgulanmış bir devlet aparatının oluşması.817 Fakat bu örnekte yine belirgin hale gelen ise, Schmoller’in tüm tarihsel etkilerin peşinden gitme uğraşı içersinde, farklı varyasyonların kombinezonlarının kompleksliliklerinden dolayı sürekli olarak bocaladığıydı. Çünkü sıkça yapılan bu tür listelemelerden, tarihsel süreci etkileyen ve düzenleyen bir veri elde edilemez. Ve yine bu örnekte belirgin hale gelen, toplumsal fenomenlerin modelleşmesinde biraz daha fazla soyutluk ve biraz 816 817 Schmoller,1901,s.325 Schmoller, 1918, s. 71 271 daha sadelik talep edenlerin, pek de haksız olmadıkları ortaya çıkmıştır. Tabii ki bu varyasyonlar örgün bir sistemde olması gerektiği gibi “ mütekabiliyet” esasına göre açıklanırlar. Fakat bu esnada bütün kompleks oluşumları dikkate almak gerekiyorsa, çetrefil durumdaki faktörler demetinin içersine giriliyor. Ve bunların tümü bir şekilde açıklayıcı olan fenomen için önem arz etmekteler. Öyleyse Schmoller iş bölümünü kendi ifadesiyle şu şekilde kazanır: “Ruhi ve teknik ilerlemelerden elde eder. Bunlar daha büyükçe devletlerde yoğun nüfus tesiri altında, var olma savaşının baskısıyla oluşmuştur. Biz bunları en basit şekilde gerekli olan toplumsal entegrasyon ve farklılaşma süreci olarak algılarız. Bu daima toplumsallaşmanın daha yüksek formunu hedefler. Fakat Sadece daha iyi maneviyat, mükemmel toplumsal organizasyon ve hukuk formuyla bu hedefe, fazla zarar görmeden ve kötüye kullanılmadan ulaşabilir.”818 Schmoller için özellikle materyal tabiatlı pozitif gelişmeler önemli görünmektedir: Kuvvet birikimi ve toplam hayat enerjisinin artması, yükselen beceriklilik, refah artışı vs. Bu çok sevindirici neticelerin yanında, Emile Durkheim’ın (1893 ) düşündüğü gibi insanların arasındaki dayanışmanın artmasına ise, Schmoller tereddütle yaklaşır. Bunun nedeni ise var olan ve gelecekte beklenen sınıf mücadeleleridir. Schmoller iki değerlendirme arasında gelip gitmektedir. Buna göre iş bölümü insanları birinden bağımsız hale getirir819 görüşü ve mütekabil bağımlık artar görüşü Schmoller’i karar vermekte zorlamıştır. Bulmaca sonunda Georg Simmel’in “ Philosophie des Geldes” adlı eserinde ortaya koyduğu çift yönlü sunum ile çözülür. Schmoller bunu aydınlatıcı olarak kullanmıştır: Fen bilimlerinde kişisel bağımlılıklar sadece az sayıdaki kişiye yöneliktir ve bu çok hissedilir ve dolaysız bir bağımlılıktır. Para ekonomisinde ise ilişkiler binlerle ölçülür. İnsanlar bunlara bağımlıdır ama farklı şekillerde. Bu bağımlılık kişisellik formunda değildir ve seçme ile değiştirme olanağı mevcuttur. Diğerine daha yüksek bir oranda ihtiyaç vardır ama bu belirli bir kişi değildir. Simmel şöyle demiştir: 818 819 Schmoller, 1918, s. 78 Schmoller, 1918, s. 76 272 “ Büyük şehir insanı sürekli olarak bütünselliklere ve toplamsallıklara daha bağımlı hale gelmektedir, ama tekil olaylardan bağımsızlaşmaktadır.” 820 Doğal olarak anonim hale gelişmiş ilişkiler, sosyo– kültürel kontrolleri ve bağlantıları yoksun kalır. Bunlar daha basit toplumsal formasyonlarda etkiliydiler. Çünkü mütekabil sosyal bağlantılardan oluşan ahlaki sorumluluklar yok olur. Küçük gruplardaki sosyal kontrolün yok olmasıyla birlikte, sorumluluk duygusu da doğrudan yok olur. Dördüncü tez, Schmoller’in ilerleme teorisinin yeniden yapılanması olarak formüle edilebilir. Bu teori sosyal çatışma ve bunun toplumsal dönüşüm için olan önemiyle ilgilenir. Schmoller şöyle der: “Biz bugün biliyoruz ki tarih hiçbir zaman sakin durmaz. Tüm ilerlemeler tarihe, halkların ve sosyal sınıfların kavgaları vasıtasıyla, aktarılır. Ve bu olaylar her zaman barışçı bir mücadeleyle olmaz.” 821 Schmoller bu global çatışma teziyle eşgüdüm içersinde, toplumsal sürecin bir sosyal Darwinci perspektifini geçerli kabul eder. Schmoller aynı zamanda, Marksistlerden farklı olarak, insanlar arasındaki çatışmaları önlemez olarak görmektedir. Dışsal çatışmaların nüshasını, grup dâhili çalışma ile gözlemleyebileceğine inanmaktadır: “ Eski zamanlarda kabilelerin, halkların ve devletlerin organizasyonları tamamıyla içe doğru sempati, dışa doğru antipati hislerine dayanır. İçe dönük barış, karşılıklı yardımlaşma ve ortaklık vardır. Dışa dönük ise tezatlık gerilim ve yok olmaya (etmeye) varacak çapta savaşlar söz konusudur. Fakat bunun yanı sıra kavimlerin içersinde tezatlık ve dışa dönük barışçı çabalar da eksik olmazdı. Fakat kültür seviyesi düşük olduğu zaman bunun tersi geçerliydi. Kültür seviyesi yükseldikçe ve gruplar, kabileler ile halklar büyüdükçe, dışa dönük olan kavgacı tutum yumuşardı. Ve savaş ile yok etmenin yerini barışçı iş bölümü, uyum ve karşılıklı teşvik alırdı. Fakat büyük sağlam toplulukların içersinde artık küçük gruplara ve bireylere daha fazla alan açmak gerekliydi. Böylece yeni kavgalar için zemin hazırlanmış oluyordu. Burada bir nevi topluluklar, aileler, şirketler ve bireyler arasında bir çatışma oluşmuştu. Ama 820 821 Schmoller 1923, II, s. 104 Schmoller, 1890, s. 241 273 bu daima aktırılmış olan sempati hisleri, ortak çıkarlar, din, ahlak, hukuk ve moral tarafından belirlenen sınırlarlar içersinde hareketlilik göstermiştir. 822 ” Bu aynı zamanda şu şekilde de yorumlanabilir, uluslar arası rekabet ekonomisi tandans olarak uluslar arası pasifleştirme ile gerçekleşir. Bu iddianın benzerini Herbert Spencer ve Ludwig Gumplowiccz bulabilirsiniz. Dışsal çatışmalar, barışçı rekabet çatışmalarına dönüştürülür. Ve bütün koşullar altında toplumun giderek pasifleştiği görülür. Hâlbuki Schmoller sosyal Dar winci toplumsal modelleri mübalağalı bulur ve bunları bir nevi zayıflatmak ister: Doğal olarak ilerleyen bu ayıklanma, yok etmeden eylemi ile başlamamalıdır ve tüm ilerleme bu ayıklanmaya dayanmamaktadır. Bireysel çatışma ve pazar rekabeti kısmen kendi kendisini regülâsyona tabi tutar. Fakat diğer kısmı kontrol altına alınmalıdır. Bütün kayıplar ve yenilgiler önlenemez, ama daha gelişim kabiliyetine sahip olanların önlenebilir. Bu tabii ki tümüyle birlikte bir anlam çıkarabilmek için yetersiz bir ifadedir. Çünkü Schmoller, grupların ne zaman gelişim kabiliyetine sahip oldukları ve ne zaman ümitsiz vaka olduklarına dair bir takım kriterler tespit etmemiştir. Süratli iktisadi büyüme Schmoller tarafında, istikrarsızlık faktörü olarak görülmektedir.823 Ve bu beşinci tezdir: “Bir milleti daha önce tahmin edilmeyen zenginliğe uğratan her ilerleme, tüm halkın ahlaksallığını indirger. Ayrıca genelde ticaretin, mal trafiğinin ve toplumsal etkileşimin bilinen tüm kurallarını değiştirir. Eski ahlaki bağlar ve düşünceler yok olmuştur. Ve ahlaki kuvvetlerin dengesi, ancak belirli bir zaman içersinde kurulur.”Yüzyılın başlangıcında bu modelin kullanımı, liberal dönem ile birlikte kolay olmuştur. Çünkü Schmoller bu türden düzleme süreçlerinin, çoğu zaman sosyal asimetrileri beraberinde getirdiğini açıkça ifade etmiştir. Dar görüşlü ve tutkulu bir egoizm çok basit bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Varlıklı insanların servetleri arttıkça, bir o kadar daha kazanmak istiyorlar. Materyalist hayat endişe verecek şekilde büyütülüyor. Alt sınıflar baskılanıyor. Yüksek sınıflar ise avantajlarını iş ve 822 823 1923, I, s. 65 Schmoller, 1890, s. 42 274 ürün pazarında aynı şekilde tüketme peşindeler. Ve amaçları politik egemenlikleri ekonomik avantajlara çevirmektir. Talep etmenin devrimsel zaferi, sosyal bağları gevşetir ve kuvvetli olanlar başarıya ulaşır. Diğer yandan ise zamana uygun olan aplikasyon çok uzakta değildir ve Schmoller bunu düzensizlik ortamından kavga ortamına geçme olarak tarif etmiştir. Çünkü belirli bir zaman içersinde bu süreç kritik bir aşamaya girer ve alt sınıfların tutkuları uyanır: “ Haklı olduklarına inanarak, büyük para yağmurundan kendi paylarına düşeni talep ederler. Çünkü kendilerini nerdeyse tamamen bu varlıktan mahrum olarak hissetmişlerdir. Yüksek sınıfların akıllı hesaplarla elde ettiklerini şimdi onlar, aynı zamanda demagoglar tarafından tahrik ve teşvik edilmiş bir biçimde, şiddet ile talep ediyorlar. Sosyal kavga başlamıştır. On yıllar sürecek bir savaş başlar ve çok kısa bir zaman içersinde kanlı bir sosyal devrime dönüşür.” 824 Yeni iktidar ilişkilerini taşıyabilecek olan bir hukuk düzeni, yavaş yavaş şekillenir. Yeni oluşan durum konsolide olur ve kısa bir süre sonra “doğal” olarak kabul edilir. Bu devirler pek sevimli görünümler sunmaz, fakat aynı zamanda Schmoller’ci anlamdaki optimist çatışma teorisi çevresinde, pozitif yönleri de vardır. Çünkü Schmoller bizi bu yıkıcı görünüme alıştırdığı anda antitez gelmiştir, üstelik iki farklı formda. İlkin, sınıfların mücadelesi tarihsel ilerlemenin nakil vasıtasıdır. Schmoller bunu çok keskin bir ifadeyle formüle etmiştir: “Kurumlar içersinde belirli sosyal kavgalar olmadan bir ilerleme olmaz. 825“ Böylesi bir mücadele öylesi iyileştiricidir ki, formel hukukun bir kez bozulmasını bile kabullenebiliriz.Fakat aynı zamanda ki Schmoller’in argümanları tamamıyla buna yöneliktir, aklı başında kurumsal önlemlerle ve sosyal reformlarla, çatışmanın büyümesini önleyebiliriz ve protestonun başını koparabiliriz. Schmoller uzak görüşlülüğü sayesinde, işçi hareketinin başarılı bir politikayla reformist bir sürece itilebileceğini anlamıştır.Eğer sosyal 824 825 Schmoller, 1890, s. 42 Schmoller, 1890, s. 242 275 demokrasiyi gerçeklerin zeminine indirmek ve tekil pratik reformlar için mücadele vermeye ikna edebilirsek, onun tüm tehlikesi kırılır. 2.14. KÜLTÜRCÜLÜK DÜŞÜNCESİ Schmoller için ekonomi-politik kuramın görevleri arasında sadece toplumsal ilerlemeyi, onun tarihsel oluşumunun tekrarı ile anlamak yoktu. Buna göre sosyal-politik, iktisadi düzenin değişimlerini manevi olarak kumanda etmek için bir çalgı aleti olmalıydı. Bu Schmoller için ‘ekonomipolitik kuramın psikolojik-manevi temel meselesiydi.826 Schmoller’in büyük önem verdiği sosyo – manevi arka plan, somut bir gelişim sürecinin neticesi olarak toplumun temelini oluşturur. Üstelik her şeyden önce iktisadi bağlantıları incelese bile, toplumsal ana zemindir. Bu yüzden romantik toplumsal öğretinin baş temsilcisi Othmar Spann onu suçlaması, absürt bir yanlış anlamadan ibarettir. Othmar Spann şu ifadeleri kullanmıştır: “ Her türden ayrıntıları dikkate aldığı için, teorik anlamda bütünsel bir görüşe ulaşamamıştır.” Schmoller çok açık bir şekilde kültürcü bir eğilim gösterir, bu yüzden kültürel değerlerin gelişimini tarihi belirleyen olgu olarak değerlendirir. Schmoller için önemli olan, bir milleti bütün haline getiren kültürel mirastır. ‘Bir milletin, ortak olgusu sadece devlet değildir. Bu çok daha derindir: Ortak dil ve tarih, ortak geçmiş, ahlak ve fikirler. Söz konusu ekonomileri birleştiren Ortak his – ve düşünce dünyasıdır, ortak egemenlik tasavvurudur, Psikolojik dürtülerin az veya çok örtüşmesidir ve bundan fazlasıdır. Bu uzlaşılan psikolojik temellerin üzerinden büyüyen ve objektifleşen, ortak bir hayat düzenidir. İnsanların tüm davranışları, yani iktisadi olanları da etkileyen, ortak bir zihniyettir. Aynı yunanlının, ahlak ve kristalize olan, bunu ahlaki – ruhi ortak bilinç olarak adlandırması gibidir.” 827 826 827 Schmoller,1904,s.678 Schmoller 1923, II, 770 276 Kültür ve politikanın, iktisadi değişimlere karşı önceliği, aynı zamanda uzun süreli süreç içinde geçerlidir. (Gençlik evresinden çöküş dönemine değin.) Schmoller‘in görüşüne göre, iktisadi canlanmanın en önemli etkenleri egemenlik ve toprak genişlemesidir. Çünkü bu politik çerçeve içersinde, yüksek ölçüdeki görev duygusu ve ortaklık hissi serpilebilir ve bundan sonra büyük devlet adamları ortaya çıkar. Bunların aracılığıyla gerekli olan iktisadi ve sosyal reformlar başarıyla gerçekleştirilir. Fakat zaman içersinde iç heyecan azalır ve egoizm ortaya çıkar. Sınıf kavgaları başlar.Kültürel dejenerasyon yaşanır ve politik ile sosyal hayat donar. Bir kriz ortamı oluşur.828 Ve bu krizin çıkış noktaları olan, yok olma veya yenilenmenin sonu açıktır. En nihayetinde ise kültürel erozyon meydana gelir. Batan ulusların ve ekonomi–politiklerin son nedeni olarak, ahlaki kudretlerinin sönmesini görürüz.”829 Peki, bu ahlaki fikirlerin kökeni nedir? Sosyal kurumların irdelenmesi esnasında Schmoller’ci açıklamaların teorik karakteri, berrak bir şekilde görülebilir. “Bunlar sadece işlenmemiş gerçekliklerin derlenmesi ve basit niceleyici veya niteleyici uyarlamalar değiller.”830 Doğal dürtülerin, basit ihtiyaç tatmininin ve duyuların oluşturduğu kaos ortamından, daha erken evrelerde kurallara bağlı bir düzen meydana gelir. Bir nevi uzlaşma ve kabullenme durumudur. Bu düzen aktarımlar vasıtasıyla sağlam bir şekle bürünür ve ahlak haline gelerek, toplumu birleştirici tutkal olur. “İnsan ahlak ile doğanın içine yeni bir dünya inşa eder”, kültür dünyası. Ve bu kültür dünyasına dâhil olansa ekonomi – politiktir. 831 Ekonomi böylece bir kültürel fenomen haline gelir ve toplumun kültürel konteksti olmadan anlaşılamaz. “Ahlaki fikirlere süreklilik ve sabitlik veren töre ve hukuktur. Bunlar büyük kitlelerin “böyle olmalıdır” konusunda uzlaşmalarını sağlarlar. 828 Prisching 1986,s.78 Schmoller 1923, II, 773 830 Schumpeter 1926, s. 369 831 Schmoller,1898, s. 47 832 Schmoller, 1890 s.233 829 832 Schmoller bu noktada sosyal konsensüsün esası 277 üzerine dikkatleri yoğunlaştırmıştır. Bu normatif kurumsal bir temeldir ve bu olmadan düzenleyici mekanizmalar var olamaz. (Pazar gibi ) Sabit bir ahlak olmadan pazar olamaz, takas olamaz, para trafiği olamaz, iş bölümü olamaz, kast sistemi olamaz, kölelik olamaz ve devlet yapısı olamaz.” 833 Düzenleyici sistemlerin kültürel çerçeve koşullarına olan yönelimi, hem toplumun mekanik tespitlerine hem de doğal oluşumlara karşıttır. “Hiçbir yerde saf doğal ihtiyaçlara rastlamıyoruz, bunun yerine medeni ihtiyaçlar karşımıza çıkıyor.” Hiçbir yerde saf teknik iktisadi süreçlere rastlamıyoruz, bunun yerine ahlak, hukuk ve alışkanlık ile düzenlenen süreçleri tespit ediyoruz” 834 Schmoller’in doğrudan liberal teorilere yönelttiği suçlama ise, pazarın da kültürel bir temele ihtiyaç duyduğu ve “doğal sayılabilecek” mekanizmalara bağlanamayacağı yönündeydi: “Bugün için tüm taraflar tarafından talep edilen adaletli takas alış – verişi bir zamanlar, idealist bir gelecek tasarımı Olarak değerlendirildiği bir dönem vardı. Soygun yapıldı, hırsızlık yapıldı, dolandırıcılık yapıldı, sahtekârlık yapıldı, pazarlarda kavga edildi, zorla hediye alındı – işte tüm bunlar eski zamanlarda bir mülkün devredilmesi formlarıydı. Bin yıllık bir kültür çalışması, adalet üzerine olan tasavvurlara bağlanarak, hukuk formlarını geliştirmiştir. Ve bugün bunlar Tüm ekonomik hareketliliğe egemen ve bağlayıcılar.” 835 Aynı kültürel koşullanmalar, bir sosyal fenomen olan “eşitsizlik” içinde geçerlidir. Toplumsal eşitsizlik, kültürel manada şekillenmiş bir gelişim sürecinin sonucudur. Bu eşitsizlik bazı sınırlar içinde, değişebilir niteliktedir. Schmoller‘e göre “ Toplumsal sınıfları neyin ayırdığı ve nesilden nesile aynı ailelere toplumun aynı hayat alanını veren, sadece basit bir miras değildir. Bu kültür tarihinin egemen olduğu bir miras bırakma sürecidir.” 836 Schmoller tabiî ki tabiat tarafından verilen, insani kabiliyetini ve insani başarı ehliyetini kabul eder.Fakat bu tespiti, yunanlı teorisyenlerinin 833 . Schmoller, 1890 s.233 . Schmoller 1898, s. 47 834 Schmoller, 1898, s. 48 835 Schmoller, 1898, s. 238 836 Schmoller, 1898, s. 32 833 278 iddialarında olduğu gibi, geçerli olmasına izin vermez.Öylesine insani varlıklar vardır ki, bunlar ruhun vücuttan ve insanın havyandan farklı olduğu kadar farklıdırlar. Köleleri tabiat yaratmıştır ve kölelik bunun için hukuki olarak vardır ve bu hukukun, sadece tabiatın gösterdiğini yerine getirmektedir. (ispatlamaktadır.)837Bireysel kabiliyetler, bireyin kendi sınıfı içersindeki konumunu belirler. Buna karşın sınıf ayrışması, temelde şiddet esaslıdır. Şiddet mülkün ve eğitimin adaletsiz dağıtılmasını sağlar ve açık bir şekilde gerçekleştirilen şiddet ise dolandırıcılığa, sömürüye ve ayrıcalığa dönüşür. 838 Şüphesiz bu diğer teorisyenlerin basit analizleriyle karşılaştırıldığında ki bunlar çoğu kez her şeye “ doğal” demekle yetinirler. Oldukça keskin bir analizdir. Ancak tarihçi anlamda izafileştirildiğinde, bunun üzerinde değişiklik yapabilme olanağı ortaya çıkar. Schmoller bunun ötesinde bir tesviye sürecinin devam ettiğini ve bunun kaldırılamaz eşitliksizlik tezini ampirik olarak çürüttüğünü belirtmiştir. Schmoller’e göre , “ okul, basın, tiyatro ve kamusal görüş tüm nüfus üzerinde, git gide artan bir şekilde tesviye etkisi göstermektedir. Ruhi bir tesir oluşmuştur ve bu tüm hücrelere girerek toplumu bir şekilde demokratikleştirmektedir.839 Tüm sosyal oluşumların, kültürel temellenmesi varsayımından hareketle Schmoller, sosyal düzeni şekillendirme kabiliyeti konusunda sonuçlar çıkarır: Zaman ve mekâna göre farklılaşan ve dönüşen insani davranış parametreleri ele alınmalıdır. Buna yönelik bir önlemin, yani pazar mekanizması üzerinde devlet müdahalesi, alınıp alınamayacağı tespit edilmelidir. Bu ise iktisadi süreçlerin soyut bir modeliyle değil, kültürel şartların anlaşılmasıyla mümkündür. Bazı önlemler eşyanın tabiatı gereği gerçekten olanaksızdır. Ve bazıları gerçekten kendiliğinden gerçekleşir. Fakat tam bu ikisinin arasında, kültür bağımlı müdahalenin geniş alanı bulunmaktadır : “Her pratik ekonomi – politik tespit, hangi Millet ile ilgileniyorsa bu milletin karakterinden yola çıkmalıdır. Söz konusu olanın güncel durumundan, meslek türünden, yerinden yola çıkılmalı ve zamanın 837 Schmoller, 1898, s. 31 Schmoller, 1890, s. 40 839 Schmoller, 1923, II, s. 641 838 279 ahlakı ile tasavvurları dikkate alınmalıdır.”840 Öyleyse yapılabilirliğin gerçek sınırları dönemin kültürel görüşleri içersinde gizlidir. En şiddetli devrim bile, daha adaletli bir hukuk için ön şart olan, insanın içindeki dönüşümün yerini alamaz. Önemli olan, güç sahiplerinin ve adalet konusundaki görüşün, her zaman başka olduğudur. Ancak bu durumda bir kavganın başarı şansı vardır. Fakat Schmoller‘in “sosyal sorun” konusundaki fayda kullanımı, bu dönüşümün hakikaten gerçekleşeceğini belirtir. Ve yeni hukuk yavaş yavaş uygulanabilir duruma gelir. Schmoller oldukça heybetli bir pratik – politik konuşmayla “ Biz bunun için karanlık adamlar ve korkak ruhlar gibi, adaletle bir hukuk için hiçbir kavgadan korkmuyoruz “ demiştir.841 Sadece Schmoller değil, aynı zamanda pek çok çağcıl meslektaşı da somut bir devrim tehdidinin ortaya çıkmasına kadar, kavganın ve sınıf tezatlığının artacağı tahmininde bulunmuştu. Barrinton Mooore‘un “içsel toplumsal antlaşma” olarak adlandırdığı, yani her toplumun manevi – meşru var oluş koşulu, 19. Yüzyılın ikinci yarısında sorun haline gelmiştir. Schmoller bunu berrak bir şekilde tespit etmiştir. Ve “Die Sociale Frage und der preussische Stat” adlı makalesinde, bu meşru bazın varlığının merkezi önemde olduğunu belirtir. “Kitlelerin adalet anlayışları var olan tüm mülkiyet kurallarını savunuyor. Burada tekil bireylerin ve farklı sınıfların erdemleri, bilgileri ve basiretleri aşağı yukarı aynıdır. Fakat bunun tersi olarak her mülkiyet – ve gelir düzeni, onların dünyalarında çoktan etkisini yitirmiştir. Ve zamanla bu düzen çürümüştür. Çünkü artık bu inanca dayanma olanağı kalmamıştı.” Schmoller daha belirgin bir şekilde: “ Her gelir dağılımının ‘ tabutunun çivisi,” adi kazanç olanaklarının hür bir şekilde faaliyet gösterebildiğine dair inançtır. Ve namussuz kazancın namuslu kazançtan daha fazla kazanç getirdiğine yönelik inançtır. Ayrıca Bireylerin çalışmaları ile neticeleri arasında çok büyük ve adaletsiz bir farkın olduğuna dair olan inançtır“842 840 Schmoller, 1898, s. 51 Schmoller, 1890, s. 241 842 Schmoller, 1890 , s. 51 841 280 Böylece toplumsal stabilliğin koşuları, bir sübjektif nitelik kazanır. Bunun neticesinde toplumsal düzenin politik sağlamlığını, sadece objektif iktisadi emarelerden okumak isteyenlerin, teşebbüsleri yetersiz kalmaktadır. Devrimi zorlayan artık materyalist uyarıcılar değildir ve genel sistem huzurunu belirleyen enflasyon ve büyüme rakamları değildir. Bunun yerine söz konusu olan, belirli bir sosyal durumun sosyo – kültürel olarak işlenmesi ve sübjektif olarak algılanması gerekmektedir.843 Bismarck “ işçi sorunuyla” ilgili oldukça pragmatik bir görüşü vardı, ve bir sosyo – politik stabilliğin tesisini sağlamıştır. Bununla tehdit altında olan “ içsel toplumsal antlaşma” korunmuş olacaktı. 843 Prisching 1988 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MENGER’İN HAYATI VE ESERLERİ C.Menger 23 Kasım 1840 yılında Neuzsandez’de (Galiçya) dünyaya gelmiştir. Galiçya, Dalmaçya ve Bukovinya ile birlikte Habsburg hanedanına bağlı olarak “gelişmekte olan ülkeler” arasında yer almaktaydı. Menger, (1859-1863) arasında Viyana Prague Üniversitesinde okuduktan sonra 1863 yılından itibaren gazeteciliğe başlamıştır.1866 sonbaharında hukuk doktorasının sözlü sınavına hazırlanmak için Wiener Zeitung’daki işini bırakmıştır. İmtihanı geçtikten sonra Mayıs 1867’de avukat stajyeri olarak çalışmaya başladı.1867 Ağustos’undaki Krakow Üniversitesinde hukuk doktorasını almış fakat kısa bir süre sonra tekrar gazetecilik işine dönmüştür.1870 yılında başbakanlık basın bölümünde görev almıştır. 1871 yılında yayınladığı Grundsatze ve 1872 yılında geçtiği doçentlik sınavı ile Menger, Viyana Üniversitesinde Privat-Dozent olma hakkı elde etmiştir. 1873 sonbaharında maaşlı ve tam zamanlı bir akademik pozisyon aldığında başbakanlıktaki gazetecilik işinden ayrılmış ancak özel sektördeki gazetecilik faaliyetlerini kesmemiştir.1876’da o zaman on sekiz yaşında olan veliaht prens Rudolf’un eğitim görevini kabul etmesiyle akademik çalışmalarına ara vermiştir. Rudolf ile Avrupa’nın büyük bir kısmını gezmiştir. Bununla beraber Menger’in Rudolf üzerinden Avusturya politikalarını etkilemesi mümkün olmamıştır. Çünkü Rudolf, 1889’da intihar ederek ölmüştür.844 1879’da Rudolf’un babası İmparator Franz Joseph tarafından Viyana Üniversitesi Hukuk Fakültesinin Milli İktisat kürsüsüne atanmıştır. Uluslar arası iktisatçılar dünyasında Avusturya Okulu adının ilk defa duyulması, Menger’in ikinci kitabıyla Alman Tarihçi Okulu özellikle Schmoller ile giriştiği metodoloji tartışmaları sırasında olmuştur. Ustalar arasındaki bu çatışma kısa bir süre sonra takipçileri tarafından taklit edilmiştir. 844 Boss, Marggerete; Die Wissenschaftstheorie Carl İdeengeschichtliche Zusammenhange, Wien, Köln,1986,s.25 Mengers Biographische und 282 Wieser, Menger’in bir zamanlar resmi bir gazete için, “Wiener Zeitung,” pazarların durumu hakkında anketler yazmak olduğunu ve bu Pazar raporlarını incelerken geleneksel fiyat teorileri ile deneyimli pratik insanların fiyat belirlerken belirleyici olarak kullandığı şeylerin arasındaki bariz farka çarpıldığını söylemektedir. Bu Menger’i fiyatların nasıl kararlaştırıldığını incelemeye götürmüştür. Üniversiteyi bıraktıktan sonra yaptığı çalışmalara bir yön veren iten sebep midir değil midir tam olarak bilinmez. Ancak Üniversiteyi bırakıp ve Grundsatze’nin yazılmasına kadar olan sürede bu sorunlar hakkında yoğun olarak çalıştığını ve kafasında sistem tam olarak oturana dek yayınlamayı geciktirdiği konusunda şüphe yoktur. Menger Grundsatze’yi 1871 yılında yayınlarken farklı bir iktisat okulu kurmak gibi bir niyeti yoktu.845 Amacı iktisat teorisini, Klasik öğretiden farklılıklar içeren daha sağlam temellere oturtmaktı. Kitabının, özellikle o dönemde Almanya’da hâkim bir yaklaşım olan ve Klasik öğretiye yönelttiği eleştirileri paylaşacağını sandığı Alman Tarihçi Okulu’nca ilgi göreceğini umuyordu ki kitabını Roscher’e atfetmiştir. Ne var ki Alman Tarihçi Okulu’nun kitabını görmezlikten gelmesi ve yalnızca kötü teoriye değil her türlü teoriye karşı çıkarak tarihsel çalışmaları (tarihçi yöntemi) vurgulayan yaklaşımı karşısında, üç cilt düşündüğü ilk kitabını bırakarak iktisadın metedolojik problemlerini ele aldığı Politik İktisat ve Sosyolojinin Problemleri (1881)’ni yazmaya yönelmiştir. Untersuchungen, Menger’in aslında Grundsatze’de uygulamış olduğu metodun detaylı seçimidir. Grundsatze Almanya’da ihmal edilmiş ve görmezden gelinmiş olmasaydı Untersuchungen hiç yazılmayabilirdi. İrrthumer ise, Schmoller’in Untersuchungen’e yönelttiği eleştirilere polemik olarak kaleme alınmış ve hayali bir dosta hitaben yazılmış anlatı mektuplardan oluşur. Schmoller’in eserlerinin aksine Menger’in eserleri ölümünden sonra basılmıştır. Hayek’in editörlüğünde Menger “Gesammelde Werke” adı altında dört cilt yayınlanan eserinin ilk cildini Menger’in en ünlü eseri olan “Grundsatze der Volkswirtschaftslehre” oluşturmaktadır. 845 Heinz Haller, Typus und Gesetz in der Nationalökonomie, Köln,1950 ,s.34 283 İktisat disiplinin önemli dönüm noktalarından biri olan marjinalist devrim yılları olarak adlandıran bu dönemin başında yalnızca Menger’in kendisi ve düşünceleri vardı. Dönemin sonunda düşüncelerinden etkilenen iki genç iktisatçı Wieser(1851-1926) ve Böhm-Bawerk(1851-1914) ile birlikte oluşturduğu çekirdek kadro bir yanda, yetiştirdiği öğrencileri diğer yanda, farklı bir okul oluşturmayı başarmıştı. Günümüzde Menger, Wieser ve BöhmBawerk Avusturya Okulu’nun ilk kuşağı olarak kabul edilmektedir. Avusturya Okul’unun dünyadaki namı ve sisteminin gelişimi Menger’in başarılı takipçileri olan, Böhm-Bawerk ve Wieser gibi insanların çabaları ile olmuştur. Ancak bu yazarların yazdıkları temel fikirlerinin bütünüyle ve tamamıyla Menger’e ait olduğunu söylersek yazarları hor görmüş sayılmayız. Eğer o bu temelleri geliştirmeseydi; görece olarak bilinmez kalacaktı. Ve onu bekleyen ancak o gelmediği için unutulacak olan birçok parlak adamın kaderini paylaşacaktı. Uzun bir süre Almanca konuşulmayan ülkelerde az bilinecekti. Ancak Avusturya Okulu üyeleri için ortak olan şey, onların kendine haslığını ve daha sonra yapacakları katılımların temellerini oluşturacak olan olay Menger’in öğretilerini kabul etmelidir. Avusturya Okulu’nun ikinci kuşağından, öğrencileri üzerinde en etkili olan Mises olmuştur. Mises’in ilginçliği Avusturya Okulu’nun “müstesna” bir üyesi olmasıydı. Hiçbir zaman Viyana Üniversitesi’nden bir maaş yada profesörlük titri almadı; Viyana Ticaret Odasında verdiği özel seminerlerle(privatseminar) para teorisi, konjonktür teorisi, sosyalizmde iktisadi hesaplama sorunu, metedoloji konularında yaptığı çalışmaları ile uluslar arası bir üne kavuştu.1920’li yılların sonlarına doğru Avusturya Okulu’nun üçüncü kuşağını oluşturan ve sonradan meşhur olacak F.A.Hayek, F.Machup, O.Morgernstern, Haberler gibi iktisatçılar yetişmiştir. Schmoller’in Prusya ve Alman bürokrasisine angaje olması kadar olmasa da Menger ailesi de bürokrasi ve siyasetin içinde olan bir ailedir. Menger’in kardeşlerinden Anton ünlü bir sosyalist ve Viyana Üniversitesi Hukuk Fakültesi parlamentosunun profesörüdür. liberal Max ise avukattır milletvekillerindendir. ve Avusturya Menger Rudolf’un öğretmenliğine atanmadan önce de, liberal partinin iktidarında başbakanlık 284 basın bölümünde çalışmıştır. Bürokrasiyle iç içe olma Avusturya İktisat Okulu mensuplarının diğer üyeleri için de geçerlidir. Mesela Böhm-Bawerk’te, Wieser’de Avusturya hükümetlerinde bakanlık yapmışlardır. 846 Menger, kamu hayatında onu çok etkili bir adam haline getirecek fırsata sahipti ki bunu umursadığı pek söylenemez.1900’de Avusturya parlamentosunun lordlar kamarasında hayat boyu üyelik verilmişti. Ancak bu kurumun kararlarında çok ta aktif olduğu söylenemez. Zira onun için dünya hareketten ziyade araştırma alanı idi. Sadece bu sebepten ötürü onu yakın mesafeden incelemeye bayılıyordu. Yazılı çalışmalarında onun politik görüşlerini arayan bir kişi boşuna vaktini harcar. Gerçekte eski tip liberalizm veya gelenekselciliğe yatkın denilebilirdi. Sosyal reform hareketine sempati ile bakmaktaydı. Menger gelecek nesil öğrenciler tarafından en başarılı öğretmen ve Avusturya kamu hayatını dolaylı yoldan etkileyen adam olarak hatırlanmaktadır. 3.1. MENGER VE ARİSTO Milli birliğin sağlanması ile oluşan Almanya Devleti tek bir milletten oluşuyordu. Bu nedenle Almanya’da milliyetçi unsurların vurgulanması çok yerinde idi. Ancak Avusturya çok farklı etnisyenleri bünyesinde barındırıyordu. Bu nedenle Tarihçi Okul’un söyleminde olduğu gibi milliyetçi bir vurgu Avusturya için hiç uygun değildir. 847 Avusturya’da milliyetçi çağrışımlar taşımayan bir yaklaşıma ihtiyaç vardı. Diğer yandan başlangıçta liberal öğreti de Avusturya’da büyük bir kuşkuyla karşılanmıştır. Avusturyalılar Smith’i çok erken tanımış olsa da Metternich döneminden itibaren Liberalizm Avusturya’da bir öcü gibi algılanmış ve Avusturya devleti daima paternalistik ve müdahaleci olmuştur. Öyle ki 1848 yılına kadar Smith ilkelerine uygun iktisat kitabı yayınlanmasına izin verilmemiştir. Ancak 846 Kauder, Emil, İntellectual and Political Roots of the Older Austrian Littlechild,1957,s.424 847 Zimmermann R. “Philosophie und Philosophen in Österreich, 1881,s.268-271 School, in 285 yüzyılın sonlarına doğru bu tutum değişmeye başladı ve bürokraside Liberalizm yanlılarının ağırlığı artmıştır. Menger döneminde kültürel ortama ve etkili felsefi akımlara baktığımızda; Almanca konuşulan iki ülkede, hem mevcut hâkim pozitivist paradigmaya itirazların şekillendiği, hem de iki ülke arasında felsefi tutum açısından belirgin farklılıkların kendisini gösterdiği bir dönem olmuştur. Bu iki ülke arasındaki farklılığa dikkat çeken isimlerden birisi Smith olmuştur. Smith, Aristoculuğun Alman versiyonundan söz etmektedir. Ona göre, Katolik Avusturya’da ilgili dönemde kurumsallaşmış bir Aristoculuk zaten hâkimdi. Almanca konuşulan ülkelerin Protestan kısmında ise, Kant ve kantsal metafizik eleştirisi hâkimdi. Dönemin Avusturya’sın da Aristocu etkilerin ağır bastığı bir entelektüel hava hâkimdi.848 Menger’in eğitim gördüğü Üniversitelerde politik-ekonomi, hukuk müfredatında öğretilen bir derstir. Ve çoğunlukla Almanya’dan gelen ekonomistler tarafından anlatılırdı. Menger’in anlayışı bakımından Aristo’nun ayrı bir önemi vardır. Hem metodik oluşumunda hem de değer öğretisinde Aristo etkisi açık bir şekilde ortadır. Eğer Menger ne kadar Aristo kaynaklarından besleniyor sorusunu sorarsak, dikkate almamız gereken Menger’in Brentano ile aynı akademik ortamda yaşadığı ve araştırdığıdır. Aynı zamanda aynı sosyal bilimsel akımların etkisindeydi. Viyana Üniversitesinde 19.yüzyılın ikinci yarısında felsefe profesörü olarak çalışan Brentano, Menger’in hem meslektaşı hem de arkadaşıdır. Hayatının önemli bir kısmını Katolik kilisesinde rahip olarak geçirmiş, ancak dini konuda giriştiği bir tartışmanın akabinde ve rahip olarak evlenme isteği yüzünden kiliseden ve profesörlükten ayrılmak zorunda kalmıştır. Din hususunda aldığı eğitim Brentano’nun Aristo’ya olan yoğun ilgisini artırmıştır. Kant ve Hegel’e itibar etmeyerek; içsel ilişkiler doktrinini reddetmiştir. Ona göre, zihin dış dünyadan belirgin bir şekilde ayrıdır. Brentano’ya göre, teorik psikolojinin amacı, bir araya getirildiğinde bütünsel pisişik unsurları bulmaktır. 848 Zimmermann, s, 1881,s.269 286 Bu tıpkı alfabedeki harflerin bir araya gelmesi ile sözcükler bütünü oluşması gibidir.849 Aristo’nun 19.yüzyılda yeniden keşfedilmesi sadece felsefeyi kapsamıyordu. Brentano’da da belli olduğu üzere bütün bilim teorisi ve bununla tekil bilimler içinde, etki faktörü olmuştur. Menger Aristo’nun yazıları ile haşır neşir olmuştu. İlk araştırmalarını daha okul döneminde yapmıştır. Felsefi yetiştirme, lise eğitiminin entegre bir bölümüydü ve Aristo öğretisini kapsıyordu. Dersin temelini Viyanalı felsefe profesörü Robert Zimmermann’ın “Philosophische Propadeutik” adlı eseri oluşturuyordu.850 Menger’in eserlerinde kapsamlı dip notlar incelendiğinde, Aristo metafiziğini bildiği ve özellikle “kesin kanunları” onların ontolojik statülerinden ise alıntı yaptığı görülür. “Untersuchungen” ile Tarihçi Okul’a saldırmadan önce Aristo ile yoğun çalışma içine girmiştir.851 yedinci ekindeki sözü Aristo’ya dayandığı Yine Untersuchungen’un söylenen fikir, devletin yansımasının kökeninin, insanın varoluşu ile aynı anda verilmesi onun Aristo ile ne kadar yoğun ilgilendiğini gösterir. Bu ek bölüm Menger’in Aristo ile ilgilendiği tek yazıdır. Menger’in ne kadar Aristo etkisinde olduğu son yıllarda merkezi bir öneme kavuşmuştur. Yeniden çünkü 1900 ler de Kraus, Menger’in ihtiyaç teorisi bağlamında ilgilenmişti.852 Kraus, ayrıca Menger ve Aristo’nun eserlerini karşılıklı okuyarak benzerliklerini ortaya koymuştur. Menger’in “Unterschung’da” altını defalarca çizdiği iktisatta esas amacın mutlak bilgiyi aramak olması gerektiği düşüncesi853 Atisto’nun esas bilginin değişmeyenin bilgisi olduğu, değişene ait bilginin değişmeyenin bilgisi olduğu, değişene ait bilginin ”bilimsel” bilgi olmayacağı görüşünün bire bir yansımasıdır. Aristo, tam bir bilimin, belli bir aksiyon ile başlaması gerektiğini ve tümdengelimi kullanarak bütün disiplini parça parça ortaya çıkarması gerektiğini belirtir. Aristo’da olduğu gibi Menger’de metotla ulaşılacak bilgiler zorunlu olarak 849 Brentano,Lujo,Das Wirtschaftlichen der antiken Welt,Jena,Fischer,1929,s.137 Zimmermann,1853 851 Kauder,1957 ,s.414 852 Kraus, O;Wirtschaftslehre und Ehtik,in derselbe, Zur Theorie des Wertes,Eine BenthamStudie,Halle,1901,s.242 853 Menger,1883,s.39 850 287 doğrudur. Bu sebeple mutlak teori ampirik araştırma ile test edilmez.854 Menger’de ki mal olmak için gerekli olan dört şart Aristo’nun dört sebebine benzetilebilir. “Maddi, suni, gai ve fail” sebepler. B. Smith’e dayanarak Aristo özelliklerini şu şekilde bir araya getirebiliriz: -Bizim düşüncemizden ve idrakimizden bağımsız bir dünya var -Bu dünyada nesneler vardır ve bunların “varlığı” veya “doğası” kesin kanunların ve strüktürlerin egemenliğindedir ve kati olarak evrenseldir -Bizim dünya ile ilgili tecrübelerimiz genel ve spesifik görüş içeriklidir. -Genel olanın bilgisi, diğer bütün bilgiler gibi eksik ve hatalıdır.(fehlbar) Bunlar sadece nesnelerin ontolojisine değil, aynı zamanda sosyal bilimlere de yöneliktir. Ekonomi –politiğe aktarımı ise, bir yandan mübadele, para yâda devletin varlığının arandığı için ve bundan dolayı realist bir ruhçuluğun temsil edildiği olgusu vardır. Diğer yandan ise, sosyal bilimler çerçevesinde kompleks fenomenlerin davranış gösteren bireylere geri götürüldüğüdür. Belirleyici olan bunları oluşturan yapısal elementlerin bulunması ve kendi aralarında ki ilişkilerin tespit edilmesidir. İktisadi fenomenler için geçerli olan yapısal elementlerin davranış gösteren bireyler olduğudur. Bu aynı zamanda şu anlama gelir: Mesala fiyat veya paranın bağımsız olarak ontolojik bir antide(mevcut) olmadıkları ve sadece insan davranışının neticeleri olduklarıdır. Araştırma nesneleri tecrübenin ulaşımına açık oldukları için aynı zaman da ampirik giriş mümkündür. Böylelikle iktisadi fenomenlerin analizi, saf bir tanımsal analizin ötesine geçiyor.855 Menger şu şekilde formüle ediyor: “Teorik ekonomi-politik öğretisi, genel anlamda iktisadi yansımaların genel varlığını araştırmakla yükümlüdür. Yoksa ekonomi-politiğin analiz etmek ve bunlardan neticeler çıkarmak vazifesi yoktur. Yansımalar veya ilişki 854 855 Menger,1883,s.155 Smith, BarryAustrian Philosophy,the legacy of Franz Brentano, 1994,s.320 288 olarak aynı özelliği taşıyan yönler, ama onların ses resimleri değil, tanımlar iktisat alanındaki teorik araştırmaların objeleridir.856 ” Aristo etkisinin sorusunu, çeşitli konu bütünlükleri içinde yöneltebiliriz. Mesela bilgi teorisi, ontoloji, kamu yönetiminde ve değer öğretisi gibi. Bir dizi bilim adamı Menger bilimi ve bilgi teorisinde Aristo kökenini inceleyip; önemli etki faktörü olarak belirlemiştir. Kauder, Menger’in epistemolojisini, Aristo’nun metafizik yansıması olarak nitelendiriyor.857 Aynı zamanda Bostaph ve Hutchinson Menger’in iktisat teorisini Aristo’cu olarak yorumluyor.858 Barry Smith’in vurguladığı gibi, kanun görünümlü a priotik strüktürlerin (Menger bunları kesin kanun olarak görüyor) sadece arka plandaki Aristo ruhçuluğu ile anlaşılabileceğini ve bunun von Mises ile Hayek’in eserlerinde devam ettiğini belirtiyor.859 Bu teze aynı zamanda eleştirel yaklaşanlarda var. Mesela Alter, ona göre, idealizm etkisi belirgin bir şekilde var.860 Aristo’cu tanımının nasıl anlaşıldığına bağlı olarak, bilgi teorisinde olarak mı, değer teorisi veya devlet kavramında olarak mı, Menger’in Aristo’culuğu konusundaki soruyu yeniden sormalıyız. Crespo eleştirisini, Menger’in Aristo’cu kökenine hitaben bilimin bölünmesine ve sosyal organik yapısalların işleyişine yöneltiyor.861 Milford ise, bilgi teorisindeki Aristo etkisine fazla değer vermeyi ret ediyor. Ona göre, dikkat edilmesi gereken Untersuchung’taki neredeyse saf haldeki bilgi teorisidir, çünkü bu öncelikli olarak tümevarım sınırlama problemini ön plana çıkartıyor. Buna uygun olarak bir bilgi psikolojisi yorumunda (“anlama tanımını” açıklayıcı ana noktası olarak gören) ret ediyor.862 Bu teorik bilgi girişi, ontoloji ile direkt bağlantılıdır ve reel strüktürlere özel bir anlayış 856 Menger, Carl; Über die sogannente ethische Richtung in der Politischen Ökonomie, Anhang 9,S.288f,in derselbe, Untersuchungen über die Methode der Sozialwissenschaften und der politischen Ökonomie insbesondere, Leipzig, reprint in, C.Menger; Gesammelte Werke, Hrsg, F.A.Hayek,Bd2,Tübingen,1883/1969,s.6 857 Kauder,1957 858 Bostaph, 1976, s.12, Hutchinson, T.W., AReview of Economic Doctrines, 1870-1929, Okfort, 1973, s.17 859 Barry Smith,1994 ,s.34 860 Alter,Max, Carl Menger and Homo Oeconomicus Some Thougts,on Austrian Theory and Methodology,in Journal of Economic İssues,Vol.16,s.149-160,1982 861 Crespo,2002, 862 Milford, 1986,s.74 Milford neredeyse Max Alter’in karşıt pozisyonunu kabul ediyor. 289 sergiliyor. Fenomenlerin analizinde onların gerçek varlıklarını sadece “tanımak” ile kalmıyor aynı zamanda “anlaşılıyor.” Tanımak ve anlamak(vestehen) arasındaki fark Menger’in bilgi teorisinin temel pozisyonunu belirginleştiriyor. Öncelikle bu tanımlarla ilgili olarak Wilhelm Dilthey’in etkisi nedir sorusu akla geliyor. Dilthey’in görüşü, sosyal bilimleri bilgi teorisi temeline oturtmaktı. Fen bilimlerinden farklı olarak, sosyal bilimler için görmüştür.”Anlama” muadil ön şart metodu olarak, “anlamanın” araştırma konsepti nesnesinin içinde doğasının mantık(duyusal-sinnhaft) içerikli olmasını ve böylelikle dâhili bir açıklamasının olmasını talep ediyor. Fen bilimleri tesir dairesi içinde duyusallık (sinnhaftigkeit) noksanlığı var. Burada uygun olan metot nedensel (kausal) bağlantıların açıklanmasıdır. Anlama konsepti, sosyal bilimlerin tesir dairesinde duyusallık ile araştırma nesnelerine bir bilgi teorik girişin mümkün olduğunu içerir. Araştırma nesnelerinin kendileri psişik fenomenler ile ilişki içindeler veya beraber yaşıyorlar. Dilthey bu Geisteswissenschaft” görüşlerini adlı 1883 eserinde yılında “Einleitung yayınlamıştır. Yani in die Menger’in Untersuchung’u yayınladığı yıl. Dilthey’in direkt etkisi ispatlanmıyor. Gerçi Menger’in “anlama” tanımı, Dilthey gibi, bilimsel araştırmanın metodik temellerine yöneliktir. Ama Menger’de söz konusu olan fen ve sosyal bilimlerin farklılaşmasını sağlayan kriterler değildir. Menger’in “anlama tanımında” ontolojik strüktürlerin bilgisi ile mümkün olan bir duyusallık yoktur. Bunun yerine “içten” yakalanan bir anlamak vardır. “Bilimsel araştırmanın hedefi sadece bilgilenme değildir. Aynı zamanda yansımaları anlamaktır. Eğer ruhsal resim bizim bilincimize ulaşırsa, biz bir yansımayı tanımış oluruz. Biz bunu sadece, varlığın nedenini ve kendine özgü yaradılışını tanıdığımızda yapmış oluruz.863” Burada Menger’in Klasiklerden farkı belli oluyor. Avusturya Okulu’nun en önemli özelliklerinden biri ortaya çıkıyor. Ölçüm ve istatistik metot ile tespit edilen dışsal metotlar yansımaları, tek başına söz konusu değil. Dışsal 863 Menger,1969,s.10-15 290 strüktür, gerçek olarak algılandığı ve kanunlar tarafından yakalandığı zaman “tanınabilir.” Varlığın yansımasının derin irdelemesi bu pozitivist görüş ile mümkün değildir. Menger buna karşın ispatlanmış bir derin bilgiye ulaşmak niyetinde. Her ne kadar “anlamak” tanımı çoğu kez idealist gelenek ile düşünülse de, burada yinede Aristo etkisi ön plandadır. Sadece tek başına değildir, tanımsal anlamdaki tipik öğretisi “var ve böyle var. 864 Aynı zamanda “var olma” nedenine yönelik olma ve bireyselleşmiş varlığın yaratılmışlığının nedeni “ böyle –olma(var) kuvvetli bir şekilde Aristo metafiziğini hatırlatıyor. Varlığın bilgisinde ve onun içsel strüktüründe var olma nedeninin cevabının anahtarı yatmaktadır. Ontolojik strüktürler hem Menger’de hem de Brentano’da somut yansımaların analizi sonucu açıklığa kavuşuyor. Bunların arkasında, özel olanın içinde genel olanlar prensibi vardır. Hem onların tanınabilir hem de soyut kanun olarak başka yansımaları anlamaya hizmet eder. Menger ihtiyacı ve bununla ilgili olan değerleri çıkış noktası olarak gördüğü için yukarıda anlamı ile “anlamak” aynı zamanda psişik olay olarak “yaşamak” demektir. Anlayan ekonomi “Menger’de değer teorisinin psikolojik yönü ile bağlantılıdır. Ve sonuçta bütün ekonomik sistemi bunun üzerine kurgulanmıştır. İktisadi fenomenlerin ana elementi olarak Menger “davranan bireyi” gösteriyor. Bu ise, davranışlarını ihtiyaçlarını tatmin etme doğrultusunda yönetiyor. (yani psişik süreç) Bu metodik konsept ile takas ve fiyat gibi fenomenler, bireyin psişik strüktürleri ile açıklanabiliyor. Buna karşın “tanıma” daha çok dışarıdan görülebilen iktisadi fenomenlere yöneliktir. Ve bunları nitelikli büyüklükler ile bu büyüklükleri kanunsal bağlamlarıyla, resim olarak yakalar.865 Menger’in görüşü subjektif bir duyulama olarak anlaşılmamalı. Anlama ancak, fenomenin analizi ile a priotik ve objektif strüktür kanunları tespit edildiği için mümkün olabilmiştir. Böylelikle burada söz konusu olan subjektif anlama ve objektif tanıma arasında bir sentez söz konusudur. Bu sentez, Helge Peukert‘in bellirtiği üzere Avusturya Ekonomisinin bir özelliğidir. Ve hem birinci neslin çalışmalarında, hem Böhm 864 Menger,1969,s.14 Sosein(to ti en einai) Aristo metafiziğinde büyük bir rol oynar. Hermann Bonitz 865 s.1028,1029,1030 çevirmen 291 –Bawerk ve Wieser’de olduğu gibi Mises, Hayek’tede, hem de Lachman’da görüldüğü şekilde önemli bir rol oynamıştır.866 Aynı Dithley’de olduğu gibi Menger’de de anlamanın vurgulanmasını, pozitivist meyilli Klasiğe karşı tavır olarak anlayabiliriz. Burada dışsal strüktürlerin nedensel (kausal) bağlamları araştırma nesnesini oluştururlar. Klasik yaklaşım şekli ise, mekanik bir dünya görüşünün ifadesidir. Ve iktisadi fenomenlerin nesnelerini ve onların kanunsallıklarını fen bilimlerine analoji olarak kabul eder. Menger ise, buna karşın iktisat bilimlerini ruh ve sosyal bilimlerine dâhil görüyor ve insani davranış üzerine kurgulanmış bir bilim olarak kabul ediyor. Metodun buna uygun olması gerekli değildir. Fakat aynı Brentano’da olduğu gibi, bu fen bilimlerine aykırı bir metot kullanımı anlamına gelmez. Menger verilerin esaslı analizini talep ediyor. Kesin kanunlar ile sıkı tip arayışındadır. Bu durum ise onu Tarihçi Okul’dan ayırıyor. Bu arayış “dışsal strüktürleri” tanıması ve resmedilmesi ile gerçekleşmez.”İçerden” bu strüktürlerin analizi ve anlaşılması ile gerçekleşir. Bu konsepti, Brentano’nun psişik fenomenleri araştırmasındaki yaşam ve yaşananın analizi ile benzerlik gösteriyor. Menger, Untersuchung’ta direkt bu ayrıma değiniyor. Somut yansımaların “tarihsel ve teorik” olarak anlaşılabileceğini belirtiyor. Genel kanunlar somut fenomenleri açıklamaya hizmet edebilir.(zaman ve mekân açısından belirgin ve “bireyselleşmiş” fenomenler) Bu bakımdan teorik bilim tarih biliminin temellendirici bilimi olarak kabul edilebilir. “Teorik anlamda somut bir yansımayı, sürekli olan belirli bir düzenlilik içinde aynını özel bir olay olarak veya yansımada beraber var oluşta tanırız. Başka bir deyişle, var olmanın bilincinin temeline ve varlığın özelliğine somut bir yansıma ile ulaşırız. Sadece onun içindeki kanunsallığın misallerle anlatılışını (exemplifiktaion) gerçekte tanımayı öğrenmeliyiz.867 ” Tarihçi yansımaları açıklamak için kesin kanunları kullanmalı. Yani sadece onlardan yararlanırsa onları açıklayabilir. Menger tarihsel metoda belirli bir yer vermiştir. Ama Tarihçi Okul için bu kabul edilemez. 866 867 Peukert,1997,s.321 Menger,1969,s.17 292 Menger Grunsatze’nin önsözünde bir yandan Geisteswissenschaften ile Naturwissenschaften arasındaki epistemolojik dualizmin üstesinden gelmeye çalışmaktayken diğer yandan da tek yönlü rasyonalizm ya da pozitivizmi aşmaya çalışmaktadır. Aristoculağa müracaatı da bu dualizmi aşmada onu bir araç olarak görüyor oluşundadır. Menger Naturwissenschaft yerine Geisteswissenschaften’i tercih etmektedir. Menger’in bu tercihini destekleyen o dönemin entelektüel havasıdır.868 3.1.1. İdealist ve Romantik Akımlar Aristo etkisinin yanında, Menger’in eserinde idealist ve Romantik akım etkisi göstermek isteyen kaynaklar mevcuttur. Alter’e göre, idealist tandanslar Menger’in eserinde fazla bir anlam taşımamamaktır. Esasında iktisat bilimlerinde, teori oluşumlarında ruh-tarihsel arka planda bir rol oynarlar.869 Özellikle Tarihçi Okul idealist ve romantik görüşlere yatkındır ve böylelilikle Menger’in eleştirisi açık bir şekilde bu idealist tasavvurlara yöneliktir. Menger özellikle organik büyümüş olan sosyal birimler düşüncesini ki, bunlara ontolojik bir birimin statüsü verilmiştir düşüncesini şiddetle ret eder. Bu birimler, örneğin Tarihçi Okul’da Hegel’e yaslanarak önemli bir rol oynar. Aynı Avusturya felsefesinde olduğu gibi Avusturya Ekonomisi’nde ve özellikle Menger’in iktisat teorisinde idealist tandanslara belirgin bir sınırlama getirilmiştir. Bu durum özellikle bununla birlikte anılan “tarihçi metot” içinde geçerlidir. Bu metot iktisadi yansımaların gelişimini organik antide anlamında, tarihsel verilerin metinleri açısından çözülemez olarak görür. Menger’i Romantik gelenek içinde, bir “hayat” felsefesi anlamında tanımlamak isteyen denemeler olmuştur. Burada ihtiyaçlar ön plandadır. İhtiyacın biyolojik kompozisyonu hayatın romantik konsepti içinde değerlendirilmiştir. 870 868 Alter, Max, C.Mener and the Origins of Austrian economics,1990,s.324 Alter,1990,s.23-79 870 Alter,1990,s.102 869 293 İhtiyaçların tatmini, organizmanın korunması ve teşviki ile doğanın bir parçası olarak görür. Bu doğal insani durum sonuçta iktisadi faaliyetin temel nedeni olarak kabul edilir. Biyolojik faktörlerin ihtiyaç strüktürü olarak belirlenmesi, Menger’in analitik metodu ile belirlenmiştir. İhtiyaç sıralamasında ise, birinci sırada vücutsal ihtiyaçlar gelir. Çünkü bütün sistemin garantisidir. Öne sürülen tanımlar ise, romantik olmaktan çok dönemin kelime hazinesinin kullanımıdır. Örneğin Max Alter’in belirttiği “organizma” veya “hayat ve büyümek” gibi kelimeler daha çok dilsel niteliktedir. 3.1.2. Menger’in Bilimsel Teorisi Menger’in bilim tanımı, politik iktisadın durumunun değerlendirilmesi ile ayrıştırılamaz. Grundsatze’de geliştirdiği kuram, teorik ekonomi-politik öğretisini (volkswirtschaftslehre) temelini atmak amaçlıydı. Menger Untersuchungen’de politik iktisadı üç bölüme bölmüştür. Bunların görev ve hedeflerini tayin edip; görevlerini tanımlamıştır. Menger’e göre önemli olan teorik bilimin buradaki rolüdür. 3.2. TİP PROBLEMİ Tipler oluşturulması, genelleştirilmiş soyutluğa iktisat teorisi içinde sınırlandırmalar getirebilmak maksadıyla uygun bir vasıta olarak değerlendirilmektedir. Aynı şekilde Menger’de tiplerden bahsetmektedir. Tipler Menger’de belirli yansımalardır ve bundan dolayı kurumlardır. Bunlar dönemsel olarak az veya çok kesinlikte tekrarlanır. Ve nesnel dönüşüm ile geri gelirler. Menger aynı değerlendirmeyi tipik bağıntıların veya tipik süreçlerin varlıkları için yapmaktadır. Ona göre, bunların bilgilenmesi olmaksızın reel dünyanın derin bir anlayışı ve nesnelerin öngörüsü ile bunların egemenliği mümkün değildir. Örneğin tipik bağıntıdan anladığı 294 malların fiyatlarının sirkulasyon vasıtalarının çoğalması sonucu yükselmesini veya yüksek miktarda sermaya birikimi neticesinde faizlerin düşmesi olarak algılanmaktadır. Menger, ampirik-gerçekçi araştırma çerçevesinde reel tipleri reel yansımaların temel formları bunların tipik resimleri içinde az veya çok belirli özellikler için bir esneme alanı mevcuttur olarak tanımlar.871 Bunun yanında ise,”katı tipleri” farklı değerlendirir. Bunlar kesin araştırmanın temelini oluştururlar ve tüm gerçekliğin en basit elementlerini oluşturmaya çalışmaktadırlar.872 Böylelikle Menger’e göre, kesin yönün görevi reel yansımaları en basit ve katı tipik olarak düşünülen elementlere geri götürmesidir. Ve bu elementlerin katı tipik bağıntılarını yani fen kanunlarını aramaktır.873 Bu reel tip katı tip ayrımı ki aynı zamanda ideal tip olarak tanımlanır. Bu iki tip arasında berrak bir ayrışmaya gitmemektir. Aynı şekilde sadece bahsettiği reel tipe herhangi bir önem arz etmez. Dogmatik bağlantıları ve tarih dışı tutumu nedeniyle sadece katı tip veya ideal tipi önemser. Bu tüm gerçekliliğin en basit elementlerini kapsar. Ve en basit oldukları için katı tipik olarak düşünülmelidir. Fakat Menger bu ideal tipin neye benzediğini veya nasıl kazanıldığını göstermez. Bu yüzden bu noktada sadece genel anlamda onun tip oluşumunun temel değerini önemsediği ama tiplerin spesifik varlığı hakkında somut açıklamalarda bulunmadığını belirtmekten başka bir tespitte bulunmak mümkün değildir. Gerçi Malchup özellikle Menger’de ideal tip-reel tip ayrımının kuvvetli bir biçimde olduğunu belirtmiştir.874 Ama burada fark edemediği, Menger için tipin sadece mutlak bir kategori olduğunu ve bundan dolayı reel tip ile katı tip ayrımının kaybolduğudur. Son olarak bu tiplerin Menger’de taşıdıkları hakiki anlamsızlığı fark edememiştir. Menger reel tip anlamında tarihsel temelli ve zaman kısıtlaması olan tipi teorik açıdan uygun olmadığı için ret eder. Bu onun tarih dışı duruş noktası itibarıyla doğru bir eylemdir. Fakat burada 871 Menger,1883,s.4 Menger,1883,s.41 873 Menger,1883,s.115 874 Machlup Fritz,İdeal Typus,Wirklichkeit und Konstruktion,Ordo-Jahrbücher,cilt7,1960-1961,s.26 872 295 meydana gelen tezatlık, Menger’in bir başka yerde reel tipi pozitif olarak değerlendirmesinden kaynaklanmaktadır. Herhalde burada her iki tip arasında ayrım siliniyor. Çünkü burada belirtmek istediği muhtemelen ideal tip olmuştur. Bu durumu daha sonra Walter Eucken daha kesin bir şekilde ortaya çıkarmıştır. Eucken’e göre, saf ideal tipli iktisadi formlarından geçmişte ve gelecekte somut iktisadi düzen oluşturulur.875 Menger’in katı tipinin Eucken’in “ideal tipinin” birbirinin aynısı olmasa bile, çok yakın akraba oldukları Eucken’in ideal tipi altında aynı şekilde reel iktisadın temel formlarını anlamasından belli olacaktır. Ve bundan dolayı iktisadın, geriye dönen yapısal formları olan ekonomik sistem piyasa formu, para sistemi şeklinde görülmelidir.876 Eucken’de de ideal tiplerde zaman kısıtlaması yoktur. Ve değer yargısı hükmü taşımazlar. Bu Menger ile Eucken arasındaki hem fikir olma durumu pek şaşırtıcı değildir. Çünkü netice itibarıyla her ikiside saf teori zeminine basmaktadır. Metodolojik anlamda bu kadar enterasan olan tip sorunsalında belirtilmesi gereken bu problemselliğin Menger’de sadece alt düzeyde rol oynadığıdır. Tip tasavvurunun yeterli miktarda temellendirilmiş olması itibarıyla bir yardımcı vasıtanın teorideki kullanımına çok dar sınırlar konulmuştur. Fakat her şeyden önce ideal tip ile reel tip arasındaki ayrışma eksiktir. Ancak reel tip milli ekonomi için oldukça önemli olan politik ve tarihsel gerçekliklere girişi mümkün kılar. Öyleyse milli ekonomi içinde özel ruh bilimlerinin (sosyal bilimler) ile tarihsel temellenmenin teori için önemi kabul edilmediği sürece tüm tipolojik çabalar sadece yüzeysel olarak kalmaya mahkûmdur. 875 876 Eucken Walter, Die Grundlagen der Nationalökonomie,5.baskı, Godesberg,1947,s.117 Eucken Walter, s.125 296 3.2.1. Politik İktisadın Görevleri ve Bölümleri Eğer Menger’in en önemli iki eserinin önsözünü karşılaştıracak olursak, her iki eserin maksatlarının oldukça farklı olduğu görülür. Die Grundsatze der Volkswirtschaftslehre’deki amaç bütünsel bir fiyat teorisi oluşturmaktır. Bunun üzerinden sermaye faizi, işgücü ücretini ve temel emekliliği açıklamıştır. Menger doktorasından sonra, Viyana’daki Avusturya başbakanlığında basın bölümünde memur olarak çalışmaktadır. Görevleri arasında pazarları izlemekte vardı. Burada onun dikkatini çeken, fiyatların çoğu kez Klasik fiyat teorisi doğrultusunda oluşmadıklarıdır. Bu yönde araştırmalar yapmıştır. Menger’in yolu, malın tanımından iktisadi mallara, değer üzerinden fiyata ve sonunda mamul ile paraya çıkıyor. Untersuchungen’in hedefi teorik bilgi araştırmalarının durumuna uygun olarak politik ekonominin varlığını tespit etmektir. Onun parçalarını, gerçekliliğin tabiatını yani bilim alanındaki araştırmalarını hedeflemektedir. Menger analizine, ekonomi politik kuramın durumunu değerlendirerek başlıyor. Ve ön konuşmasında çoğu kez “bizim bilim” diye söz ediyor. Bizim ekonomi politik olarak gördüğü, Untersuchungen’de politik ekonomi sisteminde “teorik ekonomi-politik kuramı” olarak adlandırdığı ile denk düşüyor. Fen bilimlerinin o dönemdeki korkunç gelişmesinden Menger’de etkilenmiştir. Kontekst anlamında ekonomi-politik öğretisini bu bilimlerin yükselme ortamında görüyor. Brentano’ya bu konuda şunları yazıyor “Hiçbir zaman bugünkü kadar iktisadi değerler yükselmemiştir. Hiç bir zaman genel ve derin hisli iktisat davranışının, bilimsel temele ihtiyacı olmamıştır. Hiçbir zaman uygulayıcıların kabiliyetleri, bilimin kazanımlarını insan emeğinin her alanında bu derece yüksek oranda kullanılması olmamıştır.”877 Menger daha önsözünde bile, her türlü metodik çoğulculuğu, keskin bir dille ret etmiştir. Farklı metodik anlayışların yerine, sadece doğru veya yanlış bir metodik anlayış söz konusu dur. 877 Menger,1969,s.4 Çünkü sonuçta araştırma 297 hedefleri, eşyanın tabiatına bağlıdır. 878 Buna göre iktisadi süreçleri tanımlayan, bir dizi yaklaşım vardır ve bunların görevi ise, ekonomi – politik öğretinin teorik bilimsel yönünü incelemektir. Bunun sonunda ise politik ekonomi bir bilim olarak, ekonomi – politiğin kanunlarına tabidir. Menger burada monist bir duruş sergiler, çünkü sosyal bilimlerin yanına, daima fen bilimlerini yerleştirmiştir. Metot yaklaşımıyla ilgili bir gerginlik ise, daha önsözünden anlaşılır, zira burada tarihçi – tasvirsel bilgilenme hem sağlıklı bir tamamlayıcı, hem de aynı zamanda saf teorik araştırmanın, önemsiz bir yaklaşımı veya yönü olarak değerlendirilmiştir.879 Menger bilimsel olan ve bilimsel olmayan düşünce arasında, asimetrik bir yol izler. Esas itibarla, bilgilenme teorik araştırmaları fazla önemli bulmaz, ama bununla birlikte o dönemde oldukça gerekli olduğunu düşünür. Prensip olarak normal bilimler ve yeni oluşan bilimler arasında ayrıma gider ve bunu şu şekilde izah eder : “Büyük sorunların çözümü sadece dâhilere mahsustur.” 880 Menger’e göre, ekonomi-politiğin temellerini ampirik araştırma talebi, bu güne dek gerçekleşmemiştir. Ona göre, bu durum teorik, bilimsel bir talepten çok ötede psişiklerin doğru anlaşılmasıdır. Burada, sosyal politik genel refahı ilgilendiren içerik söz konusu. Ve bunlar iktisadi fenomenlerin doğru anlaşılması ile sağlanır. Sonuçta bunlar iktisat politikası için karar verme temeli anlamındadır.19.yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlangıcı için bu iyimserlik karakteristiktir. Buna göre, temel araştırma kullanımı olan bilgilerin kazanılabileceği ve insan hayatının pozitif değişeceği düşünülür. “Bizim bilimimizin temellerini araştırmak demek, çözüm kuvvetini insanların refahına en yakın bağlamda duran göreve adamak demektir. Yüksek öneme haiz toplumsal bir çıkara hizmet etmek ve bunu öyle bir alanda yapmak, bu alanda “yanılgı” bile kayda değer sayılır.881” Menger’e göre, fen bilimsel metot, “fen bilimleri” özellikleri olan metot değildir. Çünkü iktisadi fenomenler ve yansımalar kalite olarak, fen bilimleri 878 Menger,1969, s.19-21 Menger,1969,s.21 880 Menger,1969,s.12-21 881 Menger,Carl, Gessamelte Werke Hrsg,mit einer Einleitung und einem Schriftenverzeihnis von F.Hayek, Tübingen,1968,s.6 879 298 yansımalardan daha farklıdır. Bunlar insan davranışını temel alırlar. Ampirik, doğaya uygun metot nesnesinin dikkate alıp; ona uyum sağlar ve bununla onun spesifik karakterini kazanırlar. Menger’in ön konuşmasında verdiği bu metodun tanımı, tam anlamıyla uyguladığı ve daha sonra Untersuchungen’da Tarihçi Okul’un metoduna karşı kullandığı metot programıdır. “Şimdiye dek bizim uğraşlarımız, en karmaşık yansımaları en yalın hali ile güvenli gözlem ile ulaşılan elementlere bağlamak. Elementlerin doğasına uygun ölçü ile onları değerlendirmek ve bunları tekrar araştırarak en karmaşık iktisadi yansımaların, onların elementlerinden kanunsal nasıl olarak geliştiğini görmek.” 882 Analiz “aşağıya inmek” anlamında, bütünden parçalara doğrudur. Bu parçaların belirlenmesi ve bu bilgi ile “yukarı çıkmak” kompleks strüktürlere doğrudur. Bunlar artık “tanınmış” kanunsallıklardan oluşmuştur. Brentano’nun kullandığı analiz tanımlamasının aynısıdır. Burada ampirik metot ile a priorik kanun arasında bir sentez vardır. Araştırma pozitif verilere dayanır. Menger burada iktisadi fenomenlerin ontolojisini geliştiriyor; bu tamamen 19.yüzyıl son çeyreğinde Aristoculuk geleneği içindedir. Bunlar “doğalarına uygun ölçü” ile yakalanırlar, onların içinde olan şartlar doğrultusunda, Menger’in belirgin hedefi varlığın veya ruhun yakalanmasıdır. Fazla sayıda benzer nicelikli yansıma yakalamayı hedeflemiyor. Buna mukabil niteleyici anlamda az sayıda yansımayı yakalamak niyetinde. Ve bunlar “parçalama” ile “birleştirme” yapılarak yani tasvirsel analiz strüktürleri anlaşılır hale getirilir. Bu giriş ile ortaya çıkan insani davranıştır. Menger bunu içe bakış olarak adlandırır. Brentano’nun “ içe bakışı” (in ich gehen) içsel algılamadan ayırıyor. Ve sadece içsel algılamayı psişik fenomenlere ulaşmak için uygun buluyor. Bunun nedeni ise, onda psişik fenomenlerin kendisi veya strüktürlerinin araştırma nesnesi olmalarından kaynaklanıyor. Menger’de aynı zamanda önemli olan bilgidir ve bu ancak “yaşamak” ile anlaşılabilir. Yani genel tecrübelerin içeriği olarak mesela, bir ihtiyacın bir mal ile tatmini gibi. Konu 882 Menger,1968,s.7 299 olan genel bilgi anlamında evrensel geçerli strüktürlerdir ve prensip olarak günlük yaşantı içinde herkese açıktır. Menger, özgür iradenin katı kanunları ret edeceği görüşünü kabul etmez. Daha yüksek sınıflandırılmış strüktürler tanımlayarak, özgür iradeye bunun içinde yer verir. Fakat bu strüktürler özgür irade dolayısıyla değiştirilmez. Bunun sonunda şu kanıya varır: “Teorik ekonomi-politik kuramı, iktisadi davranışın pratik çözümleri ile ilgilenmez. Fakat insanların ihtiyaçlarının tatminine yönelik, yaşamsal faaliyetlerini oluşturdukları şartlara yöneliktir.” Bu şartlar, tek bireyin kontrolünü araştırmaz ve insani davranışın strüktürlerini meta-zeminde aydınlatırlar. İradenin özgürlüğü kısıtlanmamıştır. Çünkü aynı Brentano’da olduğu gibi verilen strüktürlerin içinde belirli bir özgürlük kademesi mevcuttur. Ve strüktürlerin kendisi özgür iradenin sınırı olarak algılanmaz. Menger’in görüşüne göre, politik iktisat temelden reform ihtiyacı içindedir. Sadece bilgiye ulaşma yolları değil, aynı zamanda bu bilgilerin nereye götüreceği, yani politik iktisadın hedefleri. Böylece Menger sadece teorik bilgi temelli bir araştırma yürütmüyor. Aynı zamanda genel ekonomipolitik analizi yapıyor. Menger’in talebi:”Politik- ekonomik varlık ve onun parçaları, gerçekliliğin doğası ile bilim alanı üzerindeki amaçlarının aydınlatılmasıdır.883 Metotlar ise, ancak bu ön çalışmalar tamamlandıktan sonra, araştırılabilir. Bu görev esnasında mantık bilimcilerin çalışmalarına ve felsefenin perspektifine başvurulmaz. Bilim adamları kendileri bu hedefler konusunda bir sonuca ulaşmalılar. Hedeflere ulaşıldığında “genel teorik-bilgi araştırmalar yüksek derecede teşvik edici unsurlar olacaktır. ”884 Fakat Menger Untersuchung’ta bunun çok ötesine gidiyor. Çünkü düşüncelerini arka planda iyi eğitilmiş Erkenntnistheoretisch-bilgi teorisi bir ile metafizik ile geliştirmiştir.885 methodisch-metodik” tanımlarını değişen anlamlarda ve hatta sinonim olarak kullanıyor. Bunun nedeni çoğu kez “metodik” dediği zaman “metodolojik” demek istemiştir. Bu ise, tanım olarak “bilgi teorisine” oldukça yakındır. 883 Menger,1969,s.10 Menger,1969,s.11 885 Neue Wege der Nationalökonomie, s.126 884 300 Menger’in kurguladığı, parça sistem olan disiplinin; her birinin araştırma nesnelerine, amaçlarına ve metotlarına kendine özgü girişi vardır. Bunun hem ontolojik önemi vardır. Çünkü parça disiplinlerde gerçekliğin çeşitli bölümleri araştırılıyor. Hem de bilgi teorik anlamı vardır. Çünkü giriş buna uyumlu olmak zorundadır. Menger’in pek çok kez vurguladığı, metodun tespitinin esasında ekonomistin görevi olmadığıdır. Fakat şartların ve Tarihçi Okulun metodik görüşünün iktisat biliminin metodunun mükemmel hale gelmesi olarak gördüğü ve alternatifin yani Klasik Okul’un aynı şekilde yetersiz metodik kuramlar servis ettiği için buna zorlanmıştır. Menger’e göre, problem tek yönlülüktür. Çünkü temsilciler salt kendi görüşlerinin gerçeklikleri konusunda diretmeleri buna yol açıyor. Çözümü ise, içinde pek çok şey barındıran kapsamlı bir sistemde görüyor. Böylece kompleks ve reel strüktürlerin hakkını verebilecektir. Çeşitli türlerde ortaya çıkan yansıma formlarının bilgilenmesine değin, Menger ve “Tarihçilerin” görüşleri aynıydı. Fakat bu çeşitli türlerin “nasıl” ele alınmalı sorusunda ise, yollar ayrılmıştır.”Tarihçiler” ampirik gerçekliliğin geniş yelpazesinde sadece bireysel yansımaları ve bunların çeşitliliğini görürken, Menger bireysel fenomenlerden daha büyük bir grup olan genel yansıma formlarını ayrı olarak değerlendirmiştir. Tarihçilere göre, bilimsel ekonomistin görevi, ampirik gerçeklikte detaylı araştırmayla hak ve ahlak değerlerinin katılımıyla, insanlığın sürekli daha yüksek bir kültüre ulaşabileceği bir yol oluşturmaktır. Ama bu yol tarih içinde olan araştırmadır ve tarihçi metot ile yürütülmek zorundadır.”Tarihçiler” tüm ampirik gerçekliliği yakalama uğraşında ve halk hayatının tüm dışavurumlarını dikkate almak niyetindeler. Menger bu konuyla ilgili görüşlerini şöyle dile getirmiştir: “Bizim tarihçi iktisatçıların hayallerini evrensel bilim haline gelmiş bir ekonomi-politik süslüyor. Bu tüm çeşitli türlerde bilgilenmeyi, yani ekonomipolitik alanına giren tarihi, teorik ve pratik doğrulukları kapsıyor. İktisat tarihi ile istatistiği ve milli ekonomi ile ekonomi-politik arasında bir ayrımı kabul etmezler.” 886 886 Menger, Besprechung des Handbuchs der politschen Ökonomie,Wien,1887,s.572 301 Menger, Tarihçi Okul’un bu birleştirici niyetine karşı çıkmış ve belirgin şekilde şunları söylemiştir: “Artık böyle bir evrensel bilim sadece bilimsel sistematik açıdan bir manasızlık ifade etmez. Aynı zamanda bir olanaksızlığı da ifade etmektedir.”887 Fakat gerçekten ekonomik bilimlerin ve sosyal bilimlerin çok çeşitli türden karakter taşımaları sebebiyle, sunumun birleştirilmesi bir münasebetsizlik mi dir? Öyleyse metottan konuşmak daimi münasebetsizliktir. Sadece politik ekonomilerde metottan bahsedilebilir. Çünkü özel (spezialwissenschaften) bilimlerin formel doğaları da farklıdır. 888 Öyleyse Menger sosyal bilimler içinde hangi sınıflandırmayı kullanmaktadır? Sınıflandırmanın farklı formel doğası nasıldır? Ve çeşitli metotların gerekliliği nasıl ispatlanır889? Kesin olan ise, sadece işlenecek olan verilerin bulunduğu yerde ve çalışmanın hedefinin belirgin olduğu zaman, metot hakkında konuşulabilir.890 Menger bundan dolayı, işlenecek olan verilere uygun olan metodu tespit edebilmek için, öncelikle bilgilenme hedefleri doğrultusunda sosyal bilimlerin bir sınıflandırmasını gerekli görmüştür. Fakat bu konuyla ilintili olabilecek iki eserinde farklı sınıflandırmalar gerçekleştirmiştir.891 Untersuchungen’de bir üçe bölünmüşlük söz konusudur. Tarihsel Bilimler, Teorik Bilimler, Pratik Bilimler. Ve bu teorik bilgi bir ikiye bölünmüşlüğe dayanır.892 Fakat Untersuchungen’den altı sene sonra oluşan Grundzüge’de sosyal bilimleri dörde bölmüştür.893 Menger’in bu konuda bir açıklaması olmamasına karşın, dörde bölünmüşlüğün daha eski olan üçe bölünmüşlükten oluştuğunu düşünebiliriz. Tarihçiler ile Menger’in yollarının ayrılmasının, yansıma formlarının çeşitli türde oluşları ve çeşitli bilgilenme ihtimallerinin bulunmasından kaynaklandığını belirtmiştik.894 Menger bu bölünmenin gerekliliği konusundaki 887 Menger,1887, s.572-573 Menger,1883, s.21,E 889 Başlıktan alınmıştır. Untersuchungen 890 Menger1883,s.11 891 Menger, Grundzüge und Untersuchungen 892 Menger,1883, s.6-9 893 Menger, Carl; Grundzüge einer Klassifikation Hayek,1889/1970,s.477 894 Menger,1883,s. 71 888 der Wirtschaftwissenschaften, in 302 inanışa,”bizi çevreleyen on binlerce somut yansımanın” ve “insan hayatının görmezden gelinemez çokluktaki tekil yansımaların” direkt inceleme ile bir varlık incelemesinin mümkün olmadığı kanaatinden ortaya çıkar. 895 Ona göre, yansımaların dünyası iki farklı noktadan incelebilir. Bu ya zaman ve mekân kavramı içinde somut fenomenler ve bunların birbirleriyle olan ilişkilerlidir. Ve yahut geri dönen yansıma formlarının dönüşümünde oluşan bilgilenmesidir ki bunun nesnesi bizim bilimsel ilgi alanımızı oluşturmaktadır. Araştırmanın birinci yönü somut bireysel yansımalara yöneliktir. İkinci yönü ise, daha ziyade genel yansımalara yöneliktir.896 Bireysel ve somut olanın tüm bilgilenmesi formel tabiata sahiptir.897 Genel yansıma formları geri dönen yan yana yaşama bağıntısı gösterirler. Menger’e göre, Alman Ekonomistlerin birçok metodolojik görüşü, herhangi bir teorik bilimin ve epistemolojik temelinin görevini ve hedefini basitçe yanlış anlamalarından ötürü hatalıdır. Menger’e göre, hedef ya “tarihsel” ya da “açıklamalardan” oluşmaktadır. Değişmeyen bir fenomen, özellikle tarihi yoldan onun bireysel gelişim sürecini inceleyerek yeni geliştirdiği sağlam ilişkilerin ayırtında ve ona kendi özel durumunda ne olduğunun farkında olunur. Ekonominin sabit fenomenlerini teori sayesinde anlamak, teorik ekonominin bu anlayışa ulaşmak için kullanılmasında, ekonomi teorisinin ekonomi tarihi içinde yapılandırılmasıyla olur ve tüm bunlar tarihçi için bir sorundur. Zira sosyal bilimler bu şekilde düşünüldüğünde yardımcı bilimlerdir. Buna karşın sabit bir fenomeni kuramsal olarak anlamamız onu sürekli olarak tekrar eden belli bir düzenliliğin özel bir örneği veya beraber var olan fenomenler şeklinde olmakla açıklar.898 Menger’in kendi metot analizini bu düşüncelerle başlatmak için sebepleri vardı: Birincil olarak ekonomi içerisindeki metot tartışmasının tarihçi ve kuramsal açıklamalarındaki genel bir kafa karışıklığı yüzünden geri kaldığını düşünüyordu. Tarihçi Okul’un bazı üyeleri tarafından kabul edilen 895 Menger,1883,s.253 Menger,1883, s.3 897 Menger,1883, s.250-238 898 Menger, 1883,s.44-46 896 303 bazı büyük varsayımların örneğin ekonominin sadece tarihsel bir disiplin olarak görülmesinin bu karmaşadan ötürü olduğunu savunuyordu.899 İkinci olarak, tarihçi ve teorik açıklamanın yapısını göstererek teorilerin, kanunların, kesin evrensel ifadelerin her iki türden açıklamaları gerektiğini işaret etmektedir.900 Bunu izleyen şey herhangi bir kuramsal aktivetinin kanun arayışı, teori ve kesin bir biçimde önermeler ortaya çıkartma olduğudur. Araştırmalara baktığımızda Menger kuramsal bilimin herhangi bir epistemolojik yargısının kesin bir biçimde evrensel önerme, teori veya kanunun meşrulaştırılmasına dayalı olduğunu söyleyebiliriz. Menger genel olgulara daha fazla ağırlık verebileceği inancında ve bunun direkt incelemeden daha fazla, var olan zorlukları aşmaya yardımcı olacağını düşünür. Bu zorluklar oluşumun çok çeşitliğinden oluşmakta ve “acele bir gözlem ile bile” bu büyük çeşitlilik içinde “her tekil fenomenin diğer bütün fenomenlerden farklı bir özellik göstermediği” anlaşılabilmektir.901 Menger şu şekilde devam ediyor: “Tecrübe bize karşı daha fazla öğreticidir.”Belirli yansımalar yakında daha kesin veya muğlak şekilde kendilerini tekrarlayacağını ve nesnelerin değişiminde geri döneceklerini öğretmektedir. Biz bu yansıma formlarını “tip” olarak adlandırırız. 902 Fakat nasıl ki yansıma formları kendisini tekrarlayan bir dönüşüme tabiseler, aynı şekilde bunların kendi aralarındaki ilişkilerde düzenli bir şekilde tekrarlanabilir. Menger bu bağlantıları ise, “tipik” olarak adlandırmaktadır. Bu bağıntılar onun deyimiyle “kelimenin tam anlamıyla kanundurlar. 903” Burada da belirtilen bilgilenmenin ikiye ayrılması esnasında, Menger’ci sosyal bilimlerin üçe sınıflandırma çalışmasını temel alır. Menger birinci olarak “ekonomi-politiğin tarihsel bilimlerini” görmektedir ve buna “insanlık iktisadının tarihi” dâhildir.904 Her ikisi de “bireyselliğin bilimidir.”905 Bireysel yansımaların direkt gözlemi ve konsültasyonu ile muadil bilgilenme 899 Menger, 1883,s.44-46 Menger,1883,s.45 901 Menger,1883, s.4 902 Menger,1883, s.4 903 Menger,1883, s.4-5 904 Menger,1889, s.477 905 Menger, 1883, s.6 900 304 olanaklarını kullanırlar. “İnsanlık iktisadının tarihi” yansımaların araştırmasını “gelişim” hareket noktası itibarıyla yapmaktadır. Ve böylelikle görevi olan “ekonomik yansımaların bireysel bağlantılarını araştırmayı ve çözmeyi” gerçekleştirmek ister. İstatistik ise, toplumsal hayatın bütün faktörlerini sunar. Bunlardan toplumsal hareketler meydana gelir. Ve tarih bu hareketleri işaret eder. İkinci olarak ise, Menger “iktisadi yansımaların teorisini” veya “teorik ekonomiyi” görmektedir ki bu “genel olanın” bilimidir.906 Bu iki yöne bölünmektedir. 1-Gerçekçi-Ampirik yön907 2-Kesin Yön908 Menger “tipik yansıma formlarının ve bağlantılarının bilgilenmesini iktisat teorisi ile özdeşleştirmektedir” ve “bireysel iktisadi fenomenlerin bilgilenmesini ve bağlantılarını, iktisat tarihi ile özdeşleştirmektedir.”909 Bununla birlikte Menger bilimin genel ile bireysel olarak ayrıldığında, büyük bir alanın bilimleri)910 noksansızdır. kaplanamayacağının Gerçekleştirilen “Çünkü ikiye bilimsel farkındadır.(ekonomi-politiğin bölünme anlamda kendi gerekli içinde ve teorik pratik tutarlı ve anlamda ispatlanmıştır.911” Fakat sosyal bilimlerin tümünü kapsama kabiliyetine sahip değildir. İktisat teorisi ve iktisat tarihinin her ikisi, kendi yöntemleri doğrultusunda “var olanı” ve “var olmuş olanı” inceler. Bu esnada ise, uygulanan ikiye bölünmüşlüğü kullanmak mümkündür. Fakat “olmak-olmalı” ile ilgilenen pratik bilimler, yani daha gerçekleşmeyen veya hiçbir zaman gerçekleşmeyecek olan, bu çerçevenin tamamen dışında kalmaktadır. Bu durumda Menger pratik bilimleri üçe bölünmüşlükle, organik olan ikiye 906 Menger,1889, s.477,1883, 6-9 Menger, 1883, s.34 908 Menger,1883, s.43 909 Black, J, Die Entwicklung der reinen Ökonomie, Jena,1929,s.29 910 Menger,1883, s.9 und s.256-257 911 Black.1929, s.29 907 305 bölünmüşlüğe dâhil etmeye mecbur kalmıştır. Menger bunu teori ile birlikte “politik –ekonomi” altında toplamıştır.912 Böylece daha sonra yine kendisinin değiştireceği bir sınıflandırma oluşturmuştur. Bunun için pratik bilimleri sadece bilimsel çalışma olarak tanımlamıştır. Öyleyse saf teori bakış açısı itibarıyla, tarih ile istatistik sadece politik ekonomiye dâhil değiller. Öteki taraftan ise, yeni dâhil ettiği pratik bilimleri çerçevenin dışına atmıştır. Çünkü bunları sadece bilimsel çalışma olarak değerlendirmiştir. Netice olarak ise, bunların sonucunda Menger politik- ekonomiyi teorik bilimler ile sınırlandırmıştır. Menger’in bu ayrımı, Rickert ve Winkelmann‘ın görüşlerine oldukça yakındır. Pratik bilimlerin dışlanmasıyla birlikte, pragmatik oryantasyonlu olmadığını göstermeye çalışmıştır. Fakat bununla birlikte kozal kanunsallıkların yanında, genel varlığın kabulüyle birlikte, bir nomolojik – tümdengelim görüşünü kalsifikasyonculuğu benimsemediği “tahrif, yanlışlama” ortadadır. Popper‘in aynı şekilde, onun görüşleriyle örtüşmüyor. Çünkü daha önsözünde açık bir şekilde, “reel dünyanın ve bunun süreçlerinin, ileriye giden bilgilenmesinden” bahsetmiştir.913 Menger varlık bilgilenmesi ile kozal bilgilenme arasındaki farkı, minimize etmeye çalışmıştır. Zira sermaye, faiz ve bunun gibi olguları, ekonomi – politiğin eşit tipik yansıma formları olarak değerlendirmiş ve düzenliliklerin tipik tespitini, ardı ardına gelen ekonomik olayların araştırılmasıyla gerçekleşebileceğini düşünmüştür. Max Weber sonraki dönemlerde tanımsal tip oluşumları ile (örneğin Max Weber‘de kent ekonomisi ve Carl Menger‘de sermaye ile faiz gibi ) kanunsallıkların kozal bilgilenmesi ( Menger‘deki tipik düzenlilikler gibi ) arasındaki farkı, özellikle vurgulamıştır. Varlık bilgilenmesi, esasında belirli bazı yöntem ve uygulamaları beraberinde getirir. Menger bu anlamda kararlı bir şekilde, Roscher türünde varlılığın değerini ortaya koyan araştırmalara, karşı çıkmıştır. Çünkü ona göre 912 “Politik ekonomi altında volkswirtschaft’ın tüm teorik –pratik bilimlerini anlayacağız.”Öyleyse bu oluşum çeşitli disiplinlerin bir toplamı mahiyetindedir. 913 Menger,1969,14.s.1-23 306 bunlar sadece kavramsal analizdir.914 Bireysel – genel tezatlığı ( veya tarihçi –teorik tezatlığı)perspektif dışı ve objektif olarak değerlendirilmiştir. Bu durum ise başka bir problem ortaya çıkartır, çünkü bireysel – genel ayrımıyla birlikte, doğal olarak duruş noktasına bağımlı bir bileşen ortaya çıkar. Brütüs Sezar’ı öldürdü ifadesinin yanında, evli olmayan erkeklerin yüzde 0,5 ‘i cinayet işler ifadesi ise, bu anlamda genel bir ifadedir. Aynı şekilde Menger‘in istatistiği, tarih bölümü içersine adapte etmesi, inandırıcılıktan uzaktır, çünkü ifadelerin mahiyetini tespit etmek zordur. Öyleyse genelin bireysel olandan sınırlandırılması için, oluşturulmaya çalışılan berrak bir prensip çalışması, sonuçsuz kalmıştır. Menger böylesi bir prensibin oluşturulmasından vazgeçmiştir, çünkü ona göre hayatın içersinde yer alan, nesnelliklerin belirlenmesi için, genel bilgilenme vazgeçilmez konumdadır. Eğer bir gezgin, bir kaya parçasının yuvarlandığını görürse, o zaman davranış pratiğine uygun bir şekilde, bu kayanın tartışmasının epistemolojik bataklığında batmıştır. Onun görüşüne göre, bireysel ile genel arasındaki farklılığın, tamamen berraklaştığı yönündeki düşüncesine, katılmak mümkün değildir. Menger bununla birlikte bu ayrışımın, tatmin etmediğinin farkındaydı ve durum böyle olduğu için, kitabının ikinci bölümünde, teorik milli ekonominin formel tabiatını ispatlamaya çalışmıştır. Bu durum, bir tür ikame etme niteliği taşımayan (nichtsubstitutionstheorem ) teorem tarafından düzenlenmiştir. Buna göre teorik ve tarihçi yön, farklı nesnellik alanlarından sorumludur. Her iki araştırma yönü, birbirlerinin yerini karşılıklı olarak alamaz veya başka bir deyişle birbirlerinin yerine ikame edilemezler.915 Peki öyleyse gerçekçi –ampirik teori ile kesin olanın birbirlerine karşı duruşları nedir? Ve “reel tipler” ile “ampirik kanunların,” kesin kanunlara karşı tutumları nedir? Birbirlerini tamamlarlar. Bunu, beher her birinin kendine özgü yöntemle, ekonomik politik yansımaların tüm alanını aydınlatması türünde 914 915 Menger, 1969,s.61-74 Menger,1969,s.13 307 yaparlar.916 Örneğin teori bu bağlamda, fiyatın genel varlığını araştırmakla yükümlüdür ve tarihçi metot ise, somut fiyatların gelişimini değerlendirir. Buradan ortaya çıkan ise, saf teorik rakamsal değerlerin, yönlendirilemez oluşlarından başka bir şey değildir. Bir dipnotta, Roscher ve eski ile yeni Tarihçi Okul’un diğer temsilcileri, ekonomik teorinin az gelişmişliği konusunda, gerçek sorumluları olarak değerlendirilmiştir.917 Bununla birlikte ikinci bölümde, Roscher sadece tarihçi metodu temsil edip etmediği konusunda, ciddi kaygılar içersinde olduğunu belirtmiştir. Buna göre hem Roscher‘in, hem de Schmoller‘in yazılarındaki problem, kullandıkları diplomatik dilde yatmaktaydı. Menger‘e göre her ikisi de yazılarında, teorik ve ampirik sorulara daima kaçak yanıtlar vermiş muhtemel” “fakat; bununla birlikte; türünde yuvarlak kelimeler kullanmışlardır. Menger bunun ardından tarihçi araştırmanın üzerine gider. Savignys‘in salt tarihçi temsil iddiasına karşı çeşitli argümanlar ortaya çıkartır ve bir başka dip notun içersinde, Tarihçi Milli Ekonomi ile Hukuk Okulu arasındaki farklılıkları gösterir. Menger bu noktada Roscher‘in belirsizliklerinin farkına varmış ve bunun üzerine, Tarihçi Milli Ekonomistlerin, teorinin hakkını tam anlamıyla vermeklerini belirtmiştir.918 Menger bununla ilgili olarak, teorik araştırmaya yönelik bir örnek verir : “ Var oluşun temelinin bilincine ve somut bir yansımanın varlığının özelliklerine, yansımanın kanunsallığını tanımladığımızda ulaşırız. Örneğin emeklilik ücretinin yükselmesini, sermaye faizinin düşmesini ve bunun gibi olayları “teorik yöntemlerle” anlarız. Zira bununla ilintili olan fenomenleri, sadece sermaye faizinin veya temel emeklilik kanunlarının misali olarak görebiliriz Peki ama kanunların içeriği tam olarak nasıldır? Bu kanunlar nasıl tespit edilir? Söz konusu olanların bir kanunsal sunum olduğu ve spesifik – tarihsel bir köken olmadığı nasıl anlaşılır? Zira spesifik – tarihsel kökenlerde, kanunsal ifade olarak tanımlanabilir. Bunun sadece uç koşulları iyi tespit 916 Bruch, Rüdiger vom, Gustav Schmoller in Wolfgang Treue/Karlfried Gründer Hg. Berlinische Lebensbilder, Bd.3, Wissenschaftspolitik in Berlin Minister, Beamte, Ratgeber, Einzelveröffentlichungen der historischen Kommission zu Berlin, Bd, 60, Berlin, 1987,s.110-134 917 Menger,1969,s.13-14 918 Menger, 1969,s.16 308 etmek ve olası bir durumda, kanun dışı kalan olayın olmamasına veya bunun birden fazla olmamasına izin vermek gerekir. Menger bu yüzden kanunları, zaman – mekân bağından kurtarması gerekir. Fakat bununla birlikte aynı bölümdeki diğer ifadeleri, boş ve anlamsızdır. Çünkü burada sadece Milli Ekonominin teorik, pratik ve tarihçi olarak üçe ayrıldığını tekrarlar. Bunun neticesinde teorinin sunumunu ve yapılandırılması görev olarak kabul değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. 919 eden kişinin, teorisyen olarak Peki, ama bir teori nedir? Teorik ve tarihsel yaklaşımlar nasıl belirgin ve berrak biçimde anlaşılır 920? İkinci bölümde ise, beklenmedik bir şekilde, Menger’ci düşüncenin başka bir yönü ortaya çıkar. “Bilimsel araştırmanın amacı, sadece yansımanın bilgilenmesine ulaşmak değildir. Aynı zamanda yansımanın “anlayışına” (vestehen) ulaşmak önemlidir. Eğer bir yansımanın ruhi resmi, bizim bilincimize ulaşırsa, biz o yansımayı tanımlarız. Biz bu yansımayı ancak, onun var oluşunun nedenini ve doğasının kendine has özelliklerini algıladığımız zaman, tam anlamıyla anlayabiliriz. 921 Menger burada aniden determinasyoncu argümanlardan vazgeçer ve tam olarak Aristo’nun “son neden” mantığında, var oluş ve var oluş nedenleri üzerinde durur. Fakat bu durum gerçekte Menger‘in argümanlarında, yabancı bir madde gibi kalır. Üstelik sorunsallık, bu şekilde çok daha kompleks hale gelir. Kauder‘in iddia ettiği gibi, Menger’in Aristo’nun metot öğretisinden kuvvetli bir şekilde etkilenmiş olması, oldukça belirsiz olarak kabul edilmelidir. Çünkü sonuçta Aristo’nun dünya görüşünde önemli bir ağırlık teşkil eden, “materyal neden” anlayışına, Menger‘de rastlamak mümkün değildir. 922 Menger daha sonra, kanunsallık kavramının bulanıklığını fark ettiğini belirtmiştir. Bu konuda şöyle demiştir: “ Yansıma dünyasının tipleri ve tipik bağıntıları, her zaman aynı katilikte değildir. Teorik bilimlere baktığımız zaman, birlikte var oluşta ve fenomenlerin dizilimindeki düzenliliklerinin, 919 Menger, 1969,s. 18-24, Menger burada Tarihçi yaklaşımın, sadece Roscher ve Schmoller tarafından temsil edildiğini vurgulamıştır. 920 Menger, 1969,s. 14 921 Menger, 1969,s.18 922 Kauder, Emil, İntellectual and Political Roots of the Older Austrian School, in Littlechild, 1957 s.67 309 kısmen istisnasız olduğunu görebiliriz. Ama diğer yandan bunların bazı istisnai özellikleri sergilediklerini görebiliriz. Genel olarak ilk grupta bulunanlar fen kanunları ve ikinci grupta bulunanlar ise ampirik kanun olarak adlandırılır.923 Ampirik kanunlar ifadesi, “çelişkili ifade” olarak görünür. Aynı şartlar altında, ortaya çıkan bir kanun, bununla birlikte arada bir geçerli değilse, bir kanun değildir. En azından böylesi bir farklılaşma, bireysel / tarihçi ve genel / teorik araştırma arasındaki ayrımı daha da artırır. Menger belirgin ve berrak bir kanunsallık kavramı ortaya çıkartamadığı için, sürekli daha fazla karşıt bir anlayış benimsemek zorunda kalmıştır. Her ne kadar ampirik kanunları kabul etse bile, ki bunların statik düzenlilikler arasındaki farklıkları yoktur, monist bir objektivistten farkı olmadığını gösterir. Çünkü sürekli olarak, sosyal fenomenler için fen kanunlarının geçerli olduğunu göstermek ister.924 Fakat bununla birlikte tarihçi ile teorik araştırma arasındaki keskin ayrımını, kademeli bir soruna dönüştürmek istediği zaman, bunu seyreltme yoluna gitmiştir : “Ekonomi – politiğin tipleri ve tipik bağıntıları, çok katı veya az katı olabilir. Hatta hangi tabiatı taşıdıkları, önemli bile değildir.”925 Menger öyleyse bu durumda, fen kanunlarının geçerli olmadığı veya ortaya çıkmadığı zamanlarda bile, ayrışımın korunmasını savunmuştur. Hatta bazı fen bilimlerinin, fen bilimsel kanunlara aykırı davrandığını belirtmiş ve ampirik ile fen kanunları arasındaki ayrımın, sadece aşamalı bir ayrım olduğunu belirtmiştir.926 Menger daha sonra problemselliğin tekrar üzerine gider. Burada Hume türündeki tümevarım problemini, Bacon‘un “novum organum” yönüne çevirerek, reel dünyanın bilgilenmesinden ve onun üzerinde egemen olmaktan, açık bir şekilde bahseder. “ A ve B yansımalarının ardında, C yansımasının gelmesi veya burada söz konusu olan fenomenlerin birlikte yaşadıkları varsayımı, katı ampirizmin tecrübesinin 923 Menger, 1969,s.25 Menger, 1969,s. 26 925 Menger, 1969,s. 26-28 926 Menger, 1969,s. 26-28 924 310 ve bakış açısının dışındadır. Dolayısıyla yukarıda belirtilen inceleme yöntemine göre, kesin ve kati değildir. 927 Öyleyse kanunsal bilgilenmeye giden, ampirik yol çıkmaza girmiştir. Peki, ama şimdi ne olacak? Bütün bilimlerin tümevarım problemi yaşadığı göz önünde tutulursa ve nesnel bağlamda, tümevarım probleminin ampirik kanunlarla aynı paralellikte olmasından dolayı, Menger radikal bir sonuç çıkartma yoluna gider : “Araştırmanın gerçekçi yönü, yansıma dünyasının tüm alanlarında prensip olarak, katı teorik bilgilenmeye ulaşmanın yollarını kapatır Menger bundan sonra kanunları yeniden bölümlendirmeye çalışır. Bu kanunlar artık, var olan fen bilimleri kanunlarıyla identik değildir veya başka bir deyişle bunlar kesin kanundur.”928 Menger, teorik milli ekonominin yeniden canlandırılmasının bir savunucusu olarak özellikle, bu yönün daha geniş yer edinmesine büyük önem göstermektedir. Sosyal bilimlerin üçe bölünmüşlüğü ile ilgili belirtilenlerden sonra Menger’in şu cümlesi daha iyi anlaşılır olmuştur: “Ekonomi-politiğin teorisi kesin kes ve hiçbir şekilde tarihsel veya pratik bilimlerle karıştırılmamalıdır.929 Teorik bilimlerin amacı, dolaysız tecrübe ile ilgili yeterli bilgilenmeye sahip olmak ve reel dünyaya egemen olmaktır.”930 Teorik iktisadın kanunları, bizim zihnimizin kurguları değil, iktisadi hayatın formlarının tasvirleridir. İktisadın zaman ve mekân üstü bir kurgusunu hedefler. Böylece bütün tarihi özelliklerinden sıyrılmış bir iktisadi toplum öngörür. Bu tarih akışı toplumun analiz birimleri ise bireylerdir.931 “Biz yansımaların, dolaysız tecrübenin ötesinde bir bilgilenmesine ulaşıyoruz. Bunun için somut olayda, yansıma dizisi ve birlikte var olma kanunları temelinde, belirli gözlemlerden elde ettiğimiz gerçekleri, diğerlerine yani dolaysız olarak algılayamadıklarımıza aktararak ulaşabiliyoruz. Biz reel dünyaya egemen olmak için, teorik bilgilenmemiz temeline bizim hükmümüz 927 Menger, 1969,s.35 Menger, 1969,s.38 929 Menger,1883,s.26-27 930 Menger,1883, s.14 931 Menger,1883,s.31-40 928 311 altında olan yansımanın koşullarını oturtarak, bu türden yansımaları kendimiz oluşturuyoruz.” 932 Tarihsel bilimin görevi, iktisadi yansımaların bireysel bağlantılarını araştırarak sergilemektir. Burada dolaysız tecrübeden faydalanılır. Ampirik iktisat, teorik iktisadın kanunlarının pratikte uğradıkları sapmayı ölçer. Ona göre, ekonominin kesin teorisinin ampirik metot ile inceleme ve ölçmek bir saçmalıktır.933 Teorik iktisat bütün zamanlar ve uluslar için geçerli iken, ikincisi her ulusta farklı tezahüre imkân verir. Ona göre, ampirik milli iktisat (Volkswirtschaft) çok sayıda gayri-iktisadilikler (Unwirtschaftlichkeit)içerir.934 Bu gayr-i iktisadiliklerin nedeni de insanın homo-economicus yanı ile hareket etmemesidir .Menger‘e göre tümevarım bilgilenmesi, bir tür düşünce kanunudur. Menger burada Kant’cı bir çözüm yolana gitmek istemiş, ama başarısız olmuştur. Çünkü onun iddia ettiği ampirik kanunlar, ancak bazen kanunsal nitelik gösterir. Sınırlandırma amacıyla ampirik – realist tümevarım kullanmıştır. Böylece ilk adım olarak tüm reel olanların en basit elementlerinin kullanılması gerektiğini belirtmiş. Ve bu yüzden ekonomik alan dâhilinde, sadece ekonomik hedefleri takip eden insanları ve sadece az sayıda içsel kozal ilişkiyi, kullanmak gerektiğini söylemiştir.935 Menger bu sözlerle aynı zamanda, büyük ölçüde bugün Neoklasik kabul edilen, aksiyomcu bir yaklaşım sergiler. Menger bununla ilgili şunları söylemiştir: “ Kesin bilim buna göre, reel fenomenlerin dizilimleri sonucu ortaya çıkan, düzenlilikleri araştırmaz. Kesin bilim bunun ilerisinde, daha önce belirttiğimiz gibi, reel dünyanın en basit ve nerdeyse ampirik olmayan elementlerini araştırır. Bunlar yine aynı şekilde ampirik olmayan izolasyonları içersinde, diğer etkilerden daha karmaşık olan fenomenler geliştirir. Bu süreç daima kesin ve ideal ölçüler dikkate alınarak gerçekleştirilir. 936 Menger sosyal bilimlerin teorik bilimler olarak tekil veya evrensel olsun sadece 932 Menger,1883,s.33. Menger,1883,s.69 934 Menger,1883,s.9-58 935 Menger, 1969,s.40 Menger’in burada kullanmış olduğu içsel varsayımı, gerçekte mantıki atomculuktur. 936 Menger,1969, s.41-42 933 312 deneyimle oluşturulması ilkesine uyarak kabul görüp görmeyeceğini düşünerek yaklaşmıştır. Tarihçi Okul’un ampirik deneyimle değerlendirilmesini değil saf ampirikliğini reddetmiştir. Buna karşın iktisat bilimlerinde teorinin görevi, “dolaysız tecrübe ötesine geçen bilgilenmeyi” aktarmaktadır. Fakat reel dünyanın tekilliğinde izole olmayan bilgilenme için, bunun varlık itibarıyla genel bilgilenme olması gerekmektedir. Böylece Menger teorik ve bundan dolayı genel bilgilenmenin temelini oluşturan tiplere ve tipik bağlantılara ulaşılır. Fakat teorik Milli Ekonomi içinde genel bilgilenme iki yolla kazanılabilir. Bu durum Menger için çift şeritli şekilde tekrardan teorik Milli Ekonominin görevinin incelemesinden meydana gelir.937 Bu görevin hakkını vermek için öncelikli olan ihtimal, “tiplerin ve fenomenlerin tipik bağlantıları”(bunların tüm ampirik gerçekliliği ile) yani, varlıkların tümünü ve bütün karmaşıklıklarını araştırıp sergilemektir. Veya başka bir deyişle bütün reel yansımaları düzenlemek ve bunların birlikte var olma ile üst üste dizilme esnasında olan düzenliliklerini ampirik yolla elde etmek.938 Menger’e göre tecrübe, ampirik gerçeklilik içinde belirli yansımaların kendini tekrarladığını ve bununla birlikte birbirleriyle olan ilişkilerin tekrarlandığını öğretir. Nasıl ki bir somut yansımanın hiçbir zaman elde edilemeyecek çeşitliliği ile en küçük parçanın içine dek ve bunların kendi aralarındaki kombinasyonunu gösteriyorsa, aynı şekilde çeşitliliğin bu momenti, genel bilgilenmeye ulaşma çabasını doğrudan bakışla etkilemektedir. Genelleştirme muayene için bireysel farklılıkların tesviyesi anlamına gelmektedir. Bireysel farklılıkların tesviyesi, araştırmada yapılacak büyük çalışmalar neticesinde bazı neticelere ulaşılabilir. Fakat bireyselliğin tamamen iptal edilmesi, mantıki olarak ampirik yolla mümkün değildir. “Mantıki olarak” çünkü ampiri içinde basit bir şekilde sayısız tip ve tipik bağlantı oluşturmak belki mümkün görünebilir. Fakat bu tipleştirme gereği yerine getirilmiş olsa bile mantık dışı yoldur. Çünkü metodun hedefi olan 937 938 Benzer bir olayın kendisini gösterdiği gibi. Menger,1883,s.34 313 genel bilgilenmeyi ıskalamış olurdu. Menger şöyle diyor: “Fenomenler tecrübenin gösterdiği üzere, kendilerini tüm ampirik gerçeklilikleri içinde belirli yansıma formları şeklinde tekrarlarlar. Fakat hiçbir şekilde katı bir kuralcılık içinde değil. Burada neredeyse hiçbir zaman iki fenomen geçerli bir uzlaşı sergilemezler.” 939 Öyleyse tüm ampirik gerçeklilik üzerinden ve tüm yansımaların bütünselliği üzerinden geçen, katı tiplere ulaşma yolu, gerçekleşebilir niteliktedir.940 Tiplere ve tipik bağlantılara ulaşabilir ve aynı zamanda genel ifade kullanımını mümkün kılar. Ama bu yolla kazanılan tipler “reel tiplerdir” yani reel yansımaların temel formu şeklindedir ve bundan dolayı bunların tipik resimleri içinde bazı özellikler için bir esneklik alanı mevcuttur. Ve kazanılan tipik bağlantılar “ampirik gerçekliler ve teorik bilgilenmelerdir.” Bunlar bize reel fenomenlerin dizimlerinin ve birlikte var olmalarının düzenliliklerini gösterir.941 Menger’in ampirik-gerçekçi olarak adlandırdığı bu araştırma istikameti buna göre “kesin (katı) teorik bilgilenmeye ulaşabilme ihtimalini”dışlamaktadır.942 Deneyimin öğrettiği şey kesin fenomenlerin tekrarlandığı şeylerin varyasyonunda yine olduğudur.943 Dolayısıyla buradaki mantık fenomenin tekrarlanan gözlemleri bir kavramsallaştırma süreci ile hangi fenomenlerin hangi sınıf veya tiplerle gruplanabileceğini gösteren ortak özelliklerini ortaya çıkarır. Menger’in vurguladığı şey, bu kavram formasyonu metodunu uygularken iki önemli nokta olduğudur. Birincisi bu metot sadece “gerçek kavramları, gerçek tipleri, gerçek biçimleri ortaya çıkarır. İkinci önemli noktada kavram oluşturma metodunun “gerçekçi ampirik” halinin uygulanması ile alakalıdır. Bunu gerçek kavramların oluşumunda “araştırma alanı” varlıklarında herhangi bir değişim geçirmeyen fenomenlerle alakalı bir teorik bilimde hiçbir sorun olmayacağını böylesi fenomenlerin doğa ve kanunlarını belli bir anda tanımlayabilecek birisinin genel olarak da 939 Menger,1883, s.34-35 “Katı” kelimesi bu cümlede “mutlaka” ve “istisnasız” anlamında kullanılmıştır. 941 Menger, 1883,s.36 942 Menger,1883,s.37 943 Menger,1883,s.36 940 314 tanımlayabileceğini söylemiştir.944 Vurguladığı şey sosyal fenomenlerin kendi tarihlerinde değiştiğidir. Menger eğer “işçi” gerçek kavramına ulaşmak istiyorsak onu gelişiminin en yüksek olduğu anda değil, aynı zamanda gelişim ve yeteneklerinin çöküş evresini de düşünmemiz gerektiğini söylemiştir.945 Menger dolayısıyla “gerçek tipleri” tipik görüntü içerisinde gerçek fenomenin temel biçimleri olarak tanımlamaktadır. Menger “ampirik kanun” terimini numerik evrensel ifadeleri imlemek için kullanır ki, bunlar tekil gözlemlenebilir ifadelerden çekilmiştir. Bu “ampirik kanunlar” geçmiş gözlemleri tasvir eden tekil ifadelerin basit özetleridir. Ancak bu ifadeler gözlem temeline dayandığı için onların doğruluk kriteri de deneyimdir. Menger için kesin veya değişmez yasaların ortaya konması “kesin” veya “değişmez tiplerin” oluşturulmasına kıyasla araştırılan fenomenin bütün empirik özelliklerini tasarımlayarak “gerçek tiplere” varır. Bununla birlikte bu durum bütün bilimlerin gerçekçi araştırma yönü için geçerlidir. Bu noktada Menger’in “Grundzüge”’de işlediği sosyal bilimlerin dörde bölünmesini ele almak durumundayız. Üçe bölünmüşlükte teori içinde bir “çift yönlülük” ortaya çıkmıştı. Daha sonraki dörde bölünmüşlükte “ekonomi-politiğin tarihsel bilimi” ile “iktisadi yansımaların teorisinden” bir “iktisadi yansımaların morfolojisi” ortaya çıkmıştır. Bunun görevi ise, “reel iktisadi yansımaların sınıflandırılmasını (tür, alt tür, v.s.) ve genel varlıkların sunumunu (benzer yansımaların çeşitli gruplarının ortak resimlerinin tasvir edilmesi”) gerçekleştirmektir.946 Fakat katı formel ifadeleri tanımadıkları için reddedilmez kanunlara ulaşamıyorlar. Ampirik kanunlar hem gözlemlenemeyen yansımaların algılanması (ama var olan) nedenli, hem de gelişim dolayısıyla ortaya çıkan gerçek yansımalar neticesiyle, istisnalara yer verir. Bu sürekli istisnalar imkânı, noksan olan güvenlik ve bunun neticesinde daha yakalanamayan yansımaların kesin dizim güvenliği içinde kabul edilmesi, onların kesin kanun olarak değerlendirilmesini önlüyor. Buna göre, bu türden kesin bilgilenmelere 944 Menger,1883,s.105 Menger,1883,s.105 946 Menger,1889, s.477 945 315 giden bir yol daha aranmalıdır. Menger bu yolu kendi araştırma yönünde bulur ve onu “kesin – excat” olarak adlandırır.947 Bunun amacı “yansımalarının katı kurallarının tespiti, fenomenlerin ard arda gelen dizilerinin düzenliliğini tespit etmektir.” Bu bize sadece istisnasız olarak değil aynı zamanda istisnasızlığın vekâletini üstlenmiş olarak geri dönmelidir. Bahsedilen bu olgu, yansımaların kanunlarını kapsamakta ki, bunlar aynı zamanda “fen kanunları” olarak adlandırılırlar, biz ise bunları “kesin –exacte kanun” olarak tanımlarız.948 Bu yönün, ampirik-gerçekçi yönden farkı, hedefleri ve epistemolojik giriş şeklidir. Kayıtsız geçerli olan tip ve kanunlarla ilgileniyor. Brentano’nun Psychologie vom empirischen Standpunkt und Deskriptiven Psychologie’de kullandığı ile aynıdır. Fen ve sosyal bilimler arasında “ruhsal” bir fark yoktur.949 Bir dipnotta Menger ayrıntılı olarak “fen bilimsel” ve “kesin metot” tanımlarını inceliyor. Burada aynı Brentano gibi, “fen bilimsel metot” olarak adlandırılanın “kesin” metot olduğunu belirtiyor. Bu hem fen hem de sosyal bilimlerde kullanılmakla birlikte katı tip ve kanunlara götürür.950 947 Menger,1883, s.38 Dietzel, H, Beitrage zur Methodik der Wirtschaftwissenschaften, Jahtbücher,43,1884,s. 28 949 Menger, 1969,s.37 950 Menger,1969,s.31-42 Teorik fen bilimleri ile teorik sosyal bilimler arasındaki karşıtlık sadece yansımalardır. Bunlar aynılarını teorik bakış açısı ile araştırırlar. Fakat hiçbir şekilde metotların tezatlığı yoktur. Yansıma âleminin her iki alanında, hem gerçekçi, hem de kesin yönde olan teorik araştırmalar yapılabilir. Bir fark sadece bunların neticeleri bağlamında ampirik ve kesin teorik bilimleri kapsar. Menger bununla sosyal bilimleri ve bununla iktisat bilimini katı bir bilim olarak değerlendirir. Ve genel geçerlilik konusundaki hakkının, fen bilimlerinin hakkından daha az olmadığını gösterir. Bu ise, artık ardı ardına gelen reel fenomenlerin düzenliliklerinin araştırılmasının yerine, daha çok bunun türünün ve yönteminin “reel dünyanın en basit ve kısmen neredeyse ampirik olmayan elementlerinin, diğer bütün etkilerden izolasyonları içinde komplike fenomenlere gelişirler. Her zaman dikkate alınması gereken ise kesin ölçüdür. Katı tipik elementlerin, kesin ölçülü bir element ile birlikte tamamıyla izolasyonuyla, her ne sadece bir olayda gözlemlenmişse, tam olarak aynı gerçek koşullar altında, daima tekrardan yansır hale gelmesi gerekir varsayımı, bizi yansımaların kanunlarına götürür ki bunlar sadece istisnasız değiller, aynı zamanda bizim düşünce kanunlarımız doğrultusunda, istisnasız olmanın dışında her hangi bir şekilde düşünülemezler bile. Ve bunun için yansımaların kesin kanunlarına, yâda fen kanunlarına dâhildirler. Buradan teorik araştırmanın kesin neticelerine ulaşılır. Eğer etik yansımaları, insanlık fenomenlerini en kökensel ve basit yapısal faktörlerine geri götürürsek ki bunun ikincisi onların tabiatına uygun ölçüyü belirler ve en nihayetinde kanunları araştırmaya başlarsak ki bunlara göre en basit elementlerin izolasyonu komplike insanlık fenomeni şekillenir. Bu tekil elementlerden izolasyon içinde komplike insanlık fenomenleri şekillenir. Bu tekil elementlerden esas kökenlerden yavaş yavaş kendiliğinden ve eşit bir şekilde elementin yaşam süresi ve ileri itmesi ölçüsünde komplike hale gelir, çoğulculaşır, dallanır ve davranışının hareketinde berrak hale gelir. Bir dizi sosyal teori, ki bunlar bize bütünsellik içinde reel hayatı vermezler ama insani ve etik yansımaları tüm çeşitliliği ve komplike hali içinde geliştirilirler.. 948 316 Kesin kanunlar sadece içerisinden oluştuğu, her elementin detay bilgisinin bulunması ile yapılabilirler. Fakat gerçekliğin çok yönlülüğü bu detay bilgilenmesini önlemektedir. Bunun için ise, soyutlaştırmalara ihtiyaç vardır ve ancak bunlar ifadenin temel bileşeni olarak kullanılabilir. R.Zuckerkandl bu konuyla ilgili olarak “tüm kesin bilimlerde yansımaların en basit elementleri ele alınır ve bunu yaparken bunların gerçekte bağımsız bir yansıma olup olmadığına bakılmaz veya tam saflıkta bağımsız olarak temsil edilip edilemeyecekleri düşünülemez. Ve bu ampirik olmayan elementlerden aynı şekilde gerçek dışı izolasyon ile bu karmaşık yansımalar elde edilir. 951 Bununla öncelikle çalışma materyali oluşturulmuştur. Bu karmaşık olmayan, düşünsel bütünlük içinde ve bölünmez olarak bilgilenmeyi en detaylı şekilde sunar.(önemli olan bölünmez bütünlüktür) Bu atomlar “tüm iktisadi davranışın meşru elementleridir”.Bunlar “kesin tiplerdir.”952Ve bunların bağlantıları “kesin tipik bağlantıdır”. Menger “tip” tanımlaması somut olarak şunları görmektedir:”İlkin insani motifleri iktisadi faaliyete ihtiyaçları ve bu ihtiyaçları olabildiğince tatmine yönelik olan uğraşlar” olarak değerlendirmiştir.953 İkincisi ise “dışsal nesnel konumundan yani tabiat tarafından insana dolaysız olarak sunulan mallar.954” Bu gerilim alanında düşünülen ve ampirik olmayan iktisadi faaliyet az veya çok yoğunlukta gerçekleşir. Tabii burada sabit moment olarak çıkış noktalarının determisyanu ve bunun için dışsal nesnel konumun ile hedef noktasının dikkate alınması gereklidir. Böylece kesin araştırma reel yansımaları, basit ve katı tipik olan elementlerine geri götürür. Ama araştırma için geçerli olan “yansıma formlarıdır” ve hangileri ile operasyonel faaliyet yürüttüğüdür. Burada dikkate alınması gereken sadece mekânsallık değildir. 951 Zuckerkandl, R,Menger, Carl, in Deutschen Biographisches Jahrbuch, Bd.3,Berlin und Leipzig, 1921, s.197 952 Biz iktisat kelimesi altında insanların mal ihtiyacının karşılanması için ihtiyati olarak yürüttükleri faaliyeti anlıyoruz. Ekonomi –politik kavramı altında ise, aynısının toplumsal formunu anlarız. Böylece politik –ekonomi alanında teorik araştırmanın görevi,”insani iktisadın en elementer faktörlerinin en kökenlilerini, mevzu bahis fenomenlerin ölçülerinin tespiti ve insani iktisadın komplike yansımalarından oluşan bu en basit elementlerden gelişerek meydana gelen, kanunların araştırılmasıdır. 953 Menger,1883,s.45 954 Menger,1883,s.45 317 Aynı şekilde zamansal ilişkilerde katı tipik olarak değerlendirilmelidir. Ve kesin araştırmanın hangi yöntem ile teorik problemi çözmesi üzerinde, fenomenlerin gelişiminin gerçekliliğinin bir etkisi olmaz.955 Kesin olarak yakalanmış olan katı tiplere uygun olarak, bunların arasındaki bağlantılar tipik bağlantılardır, yani kesin kanunlardır. Eğer katı tipler kendi içlerinde determinasyona uğramışlarsa, katı tipik bağlantılarda böyledir. Çünkü yeni bir moment içermezler. Aynı şekilde bunlar üzerinde de gelişimin bir etkisi olmamaktadır veya en azından onun kesin –teorik karakterini alamaz. Menger bu görüşlerinin sonrasında beklenen son oldukça nettir. Eğer bu kadar sıkı bir determinasyon başlangıç ve hedef noktası olarak görülürse o zaman determinasyon noktaları birbiriyle eşit olan her iktisadi faaliyet diğerleriyle eşit olmak zorundadır. Fakat Menger bu sonucu çıkarmamıştır. Menger elementlerin ile faktörlerin insan iradesi sonucu meydana gelen, bir gelişimini ve hareketini kabul etmiştir. Fakat (burada yine öğretisine yönelik bir saldırı noktası vardır ) temsilde çoğu kez gelişim momentini ihmal etmektedir. Bir yandan şöyle ifadeler kullanır: “Kesin teoriler bize, komplike fenomenlerin yapılandığı, en basit katı tipik olarak düşünülen kurucu yansımaların faktörlerini ve kanunları öğretmelidir.”956 Bu görevi sadece yukarıdaki anlayışı fenomenlerin gelişiminin bütün aşamalarını sunmaları veya başka bir söylemle fenomenlerin gelişimlerinin her basamağında nasıl kanunsal bir oluşum sürecinin ürünü olarak oluşturduklarını belirtmesi, sonucunda layıkıyla gerçekleştirebilir. 957 Menger sürpriz bir şekilde, Tarihçi Okulun basamak veya aşama teorilerini metheder: “Belirli bir aşamanın gelişim seyrini tanımlayan, ampirik kanunlar, her zaman veya zorunlu bir şekilde, bir başka aşamanın gelişim süreci için, geçerli olmak zorunda değildir.” 958 Bu noktada özellikle belirgin hale gelen, Menger‘in bir “hepsini yakala” stratejisi izlemiş olduğudur. Ve bunun neticesinde modifikasyondan geçirilmiş şekilde, Tarihçi Okulun “burada 955 Menger,1883, s.115 Menger,1883, 957 Menger,1883, s.116 958 Menger, 1969,s.106 956 318 aşama veya basamak kanunları” konseptlerini kabul etmeye hazır hale gelmiştir. Öyleyse Menger her gelişim aşaması için, katı tipler ve yeni kesin kanunlar oluşturulması gerekliliğini düşünür. Fakat daha sonraları, özellikle Salin tarafından temsil edilen görüş doğrultusunda, ekonomi – politik yansımalarının her gelişim basamağının ve aşamasının, kendi teorisini gerektirdiğine dair fikir, bu anlamda Menger için kabul edilemez olmuştur.959 Bu bilgilenmeyi takip etmez ve reel fenomenlerin gelişimleri ile teorik araştırmanın kesin yönü üzerinde bir etkilerinin olmadığı görüşünü savunmaya devam eder. Gerçi burada haklı olarak “bizim bilim alanımızda kesin araştırma sosyal fenomenlerin gelişim gerçekliğine hiçbir zaman olumsuz yaklaşmamıştır ” diyebilmiştir. Ama aynı şekilde “hiçbir zaman prensip olarak ihmal etmemiştir” diyemez.960 Menger burada “prensip” olarak mutlakıyetçi bir yönde katılaşmıştır. Ve bunu şu şekilde bir ifadeyle belirtmiştir: “Teorik gerçekliliklerin araştırılmaları için tek bilgilenme kuralı ve bu sadece eğer mümkünse tecrübe ile değildir. Aynı şekilde bizim düşünsel kanunlarımız tarafından kefalete kavuşursa ve buna göre, teorik araştırmanın kesin yönü için temel anlamı ifade eden cümle şudur: Bir olayda her ne gözlemlendiyse, tam olarak aynı şartlar altında, tekrar mutlaka yansıma olarak görünecektir. Veya varlık olarak ortaya çıkan, katı tipik yansımalar ile belirli şekilde aynı şartlarda yer zaman ve hatta bizim düşünsel kanunlarımıza göre neredeyse bir şart olarak, belirli başka türden katı tipik yansımalar takip etmelidir.961 Bu açıklamada ilginç olan öncelikle, gelişimin dikkate alınması için bir esneme payının kalmamasıdır. Diğer ilginç olan husus ise, Menger’de bir gerçekliliğe yabancılığın söz konusu olmayacağıdır. Schmoller’in suçlaması olan, Menger’in sert tavrı ile tamamen soyuttur ve onun teorisi “savunulmaz bir 959 hipotezdir962”Menger ampirik- gerçekçi araştırma çerçevesinde Menger 1969,s.108-109,Salin, Edgar; Geschichte der Volkswirtschaftslehre, Bern, 1944,s23 Weinberger, Otto, Carl Menger, in Handwörterbuch, der Sozialwissenschaften, Bd.7, s.167168 961 Menger,1883, ,s.40 962 Schmoller,1883, s.981 960 319 yapamayacağına inandığı adımı, tam olarak kesin yönde beklenen şekilde atmıştır. Menger’ci düşüncede bu cümle, saf teorik bilgilenmenin mantığında ön şart olarak gereklidir. Bu inkâr edilemez. Fakat ampirik- gerçekçi yine son bilgilenme olanağını, sadece onu tanımadığı için kabul etmemek, biraz olağandışı görünmektedir. Eğer Menger onu kesin yönün metodik başlangıcına koymayıp, ampirik-gerçekçi yönün sonuna koysaydı, o zaman muhtemelen birinden diğerine geçmek mümkün olabilirdi.963 Ve bu şekilde ampirik-gerçekçi yön teorik araştırmanın ilk basamağı olurdu ve ilerleyen bir soyutlulukla git gide saf teorik bir karakter kazanırdı. O vakit Menger’de haklı olarak, gelişim momentinin hiçbir zaman prensip olarak bile, onun tarafından ihmal edilmediğini söyleyebilirdi. Fakat onun teorik bilgilenmesi bize bu şekilde sadece katı tipleştirilmiş dürtülerin bir anlayışını ve dışsal bir nesne oluşumu sunmaktadır..(ampirik temelde yapılanmış fakat aynı anda tamamen ampiri dışı kalmış) Fakat bu hiçbir zaman gerçekliliği teyit eder nitelikte olamaz ve sadece kendi içinde olan bu hatasız ile mantıklı yapılanmada teyit edilebilir kalacaktır. Bu bağlamda kesin bilgilenmenin çıkış noktası olan tümdengelim ile gerçeklikte yaklaşılan yansıma şekilleri ve bunların bağıntıları, mecburi bir dizilenme şeklinde kazanılabilir.964 Burada belirtilmesi gereken, katı tiplerin ve kesin kanunların tüm teorik varlık bilimlerinde en az bir kez gözlem temelinde bulunabileceği belirtilmemiştir. Tipler ve kesin bağıntılar hakkında bir kez bilgilenme ile tüm varlığın bütün fenomenlerinin yakalanmış olacağı belirtilmemiştir. Menger ekonominin kesin teorik alanında gelişimin momentinin dikkate alınmasını ret eder. Yani iktisadi fenomenlerin diklemesine bir kesitinin alınmasını ve bunun için onların çok çeşitli reel yansıma formlarını dikleme bir kesitini kabul 963 Beklide bunu biraz hınç duygusu ile yapmaktadır. Çünkü onun sunumlarında “tarihçiler” en iyi ihtimalle empirik-gerçekçi yönü işletebilen araştırmacılardır.”Tarihçiler” etkileri itibarıyla bir ilerleme sağlamıyorlar. Var olmasalar daha iyi olurdu. Ve bu yüzden bu yön nihai amaçlara ulaşmamalıdır. 964 “Yansıma tipleri” manasında değil. 320 etmez. Fakat bununla birlikte henüz tüm sosyal fenomenlerden çaprazlama bir kesitinin alınmasının faydasını ve hatta gerekliliğini inkâr etmiş olmuyor. 965 Kesin yön içinde çeşitli sosyal fenomenlerin dikkate alınmasının imkân dâhilinde olduğunu düşünmektir. Ama bunu izolasyon ve soyutlama metodu ile aynı şekilde yakalar. Çünkü bunları kurucu özelliklerine kavuşmasını sağlar. Bu özellikler (insan davranışının genel kökenleri) iktisadi yansıma formları içinde kural olarak tekrardan ve sürekli bir şekilde anlaşılabilir niteliktedir. Çünkü bunlar tüm iktisadi faaliyetlerin temelini oluşturmaktadır.966 Menger’in görüşü her halde başka türlü ifade edilemezdi. “Biz bu yönü (kesin yönü kast ediyor) takip edersek, bir dizi sosyal teoriye ulaşırız. Fakat bunların her biri bize sadece, insan faaliyetlerinin yansımalarının bir özel tarafının anlayışını sunmaktır.” (tüm ampirik gerçeklikten soyutlayarak)967 Menger “kişisel çıkar dogmasına” (eigennutzdogma ) ve “sonsuz ilim” teoremine geniş (allwissenheittheorem ) ayırmıştır. Özellikle sonsuz ilim teoremini kullanmakla birlikte ki Menger bu teoremi, kesin bilimler içersinde tamamen meşru kabul eder, Streissler tarafından dillendirilen zamansal – yanılgıya işaret eder. Menger bunu hava dışı ortamdaki, nesnellerin mekaniği ile açıklamaya çalışır. Buna göre tüm bilgilenme ancak, toplam yansımaların belirli bir yönünün dikkate alınmasıyla, fen bilimlerine bir paralel oluşturabilir. Lowe bu bağlamda, Menger bakış açısı içersinde olmayan, önemli bir soru yöneltir: Dışsal kuvvelerin basit ve katkı sağlayabilecek bir şekilde, sistem içersinde olan kuvvetler üzerindeki, bir etkisinden bahsetmek mümkün müdür? Ve tıpkı Galileo ‘ nun formülünde ifade ettiği gibi, rüzgâr aşağıya düşlen bir maddenin yönünü etkileyebilir ve değiştirebilir, ama zaman ve mesafe arasındaki ilişkiyi ortadan kaldıramaz. 968 Sosyal yansımaların bir bilimi olarak teorik milli ekonomi, buna göre ikinci yönü olan kesin yönde de sadece “insan hayatının iktisadi tarafının özel 965 Spiethoff, Die Allgemeine Volkswirtschaftslehre als geschichtliche Theorie, Jahrbuch 56, 1932, s.923 966 Menger bu soruyla ilgili olarak, Mill’ci mantıktan oldukça etkilenmiş görünmektedir. 967 Menger,1883, s.44 968 Lowe1965,s.79 321 ve en önemli olanlarının anlayışını elde etmeye uygundur.969 Menger’e göre bu en önemli yön bireysel fayda ile eş tutulmalıdır. Bu noktada yine olası bir saldırı noktası belirginleşir. Bireysel faydanın (iktisadi davranışın tek motifi olarak) anlamını oldukça abartılı değerlendirmiş olma suçlaması. Bu suçlamayı “tarihçiler” haklı olarak Menger ve “ Klasiklere” yöneltmişlerdir. Öyleyse tüm kesin teoriler ve özelde sosyal fenomenlerin olabilesi kesin teorileri, tarihsel araştırmanın birincil görevi olan, belirli yansımaların bütün taraflarını sunmak kabiliyetine sahip değiller. Hatta bunun zıddı olarak, tüm yansımaların belirli yönlerinin anlayışını iletme eğilimindeler. O zaman ekonomi- politiğin kesin teorisi tüm önemli iktisadi yansımaların “bireysel faydacı” olanlarını sunar.970 Veya Menger’in bu noktada belirttiği gibi “teorik araştırmanın kesin yönü ekonomikliğin yansımalarının araştırılmasıdır. 971 Sosyal bilimler içindeki üçüncü grubu yani “ekonomi-politiğin pratik bilimlerini” daha dar bir tanımla, politik ekonominin uzvu olarak sunmuştur. Sonuçta ekonomi – politik siyasetin, tarihçi boyutunu tam anlamıyla kabul eder. Çünkü mevzu bahis şartlar ve ilişkiler, politik tavsiyelere açıktır. Bununla birlikte burada formüle edilmiş olan mutlak çözümler, liberal kanatta tartışmalara neden olmuştur. Örneğin ordo – liberaller, Schmoller‘in iktisadi – politik tavsiyelerindeki, şartlara uygun değerlendirme elementini eleştirmişlerdir. Milli ekonomik araştırmanın bilimsel ilgisi, tarihsel ve teorik yöntemle gerçek dünyanın bilgilenmesini ve anlayışını toplamakla tükenmiyor. Menger şöyle diyor: “Araştırmaları yukarıda sayılan yönlerin yanında, reel dünyanın tüm alanlarında, yansımaların amaca uygun şekillendirilmesinin temel kuralları ve yöntemleri hususunda bir uğraş belirgin hale geliyor. Bunun sistematik olarak düzenlenmiş sonuçlarını biz pratik bilimler ve uygulamalı bilimler olarak tanımlarız.972İktisadi sektördeki hayatın pratik şekillenme problemi ile ilgilenmenin gerekliliğinin anlaşılması, Menger’i “pratik bilimleri” ekonomi-politikten sosyal bilimlere dâhil etme konusunda, zorlayıcı olmuştur. 969 Menger,1883,s.78-79 Menger,1883, s.67 971 Menger,1883, s.265 972 Menger,1889, s.468 970 322 Bundan dolayıdır ki Menger, pratik bilimleri, kelimenin tam anlamıyla bilim kabul etmeyip, bilimsel çalışma olarak nitelemiştir.973 Bu bilimsel çalışma karakterini üzerinden atamamanın bir nedeni ise, henüz tam bağımsız katı bir sistematik ile metodik sahibi olmamalarından kaynaklanıyor. Bunun yerine ise deyim yerindeyse, yabancı vasıtalar kullanıyorlar. Menger iktisat politikasının doğruluklarını, teorik milli ekonominin sistematiği ile veya aksi olarak iktisat politikasının sistematik sunumunu bazı teorik açıklamalar ile desteklemek mümkündür” olabileceğini belirtiyor. Ama hemen peşinden şu ifadelerde bulunuyor: Böyle bir süreçte daha tam gelişmemiş pratik iktisadi bilimlerin bir semptomundan başka bir şey belirgin değildir. Bundan dolayı pratik bilimlerin temsilini teoriden sürekli olarak ayrı tutma uğraşı ile meşgul olmak zorunda olacaktır. 974 Fakat bu ifade Menger’in teorik ve tarihçi disiplinlere dayanmayı ret ettiği anlamına gelmez. Tam aksine, Menger’e göre, pratik bilimler bunların tecrübelerinden olabildiğince yararlanmalıdır.975 Tarih ile olan ilşki babında ise, Menger’e göre, pratik bilimleri “tarih” babında sadece geçmiş bireysel – olaylara indirgemek yanlış olur. Çünkü pratik bilimler “insani amaçların niyetlerini davranış şekillerini ve bunların temellendirmesini tespite yönelik çalışmalarda” yalnızca yaratıcı insan ruhunun sunumu ile yukarıda belirtilenler doğrultusunda sınırlı değildir. Şimdiye değin oluşan tecrübeye bağımlı kalmayarak aynı zamanda onunla çalışanın dehasını yansıtır ve yaratıcı ile kombinasyoncu düşüncenin bir ürünüdür.976 Bu sözlerle Menger’in sosyal bilimler ile tarihsel bilimler arasındaki ilişki konusundaki pozisyonu şöyledir: Pratik bilimler berrak bir şekilde çevrelenmiştir. Pratik bilimlerin politik ekonomik çemberden bağımsız bir bilim olarak dışlanmasını yadırgıyor. Çünkü bununla pratik bilimlere sadece tarihsel materyalin bir toplama havuzu hüviyetini vereceklerdir. Böylece pratik bilimler “tarihselleştirilmiş disiplin” olurdu. Bağımsız konumunu kaybedip tarih ile olan sınırları silinirdi. 973 Menger,1889, s.483 Burada genelde kullandığı “sosyal bilimler” yerine “iktisadi bilimler” tabirini kullanmıştır. 975 Menger, 1889, s.485 976 Menger,1889, s.485 974 323 Buna karşın teorinin gerçekçi yönü, muadil olan araştırma sonuçları reel tipler ve ampirik kanunlar bunlar araştırmacının tarihi ve istatistikî monografileri gibi olaylara kökünden bağlıdır. Fakat bunun ötesinde genel bilgilenme karakteri ile pratik bilimlerin karşısında durursa, bundan ancak pratik bilimler kazançlı olabilir. Çünkü pratik bilim adamı da politik alan üzerinde, öncelikle tarihten genel bilgiler kazanmalıdır. Ancak bundan sonra gelecekti olayların şekillenmesi ile ilgili uygulamalarını gerçekleştirebilir. 977 Menger teorik iktisatla ampirik iktisat arasında yaptığı ayrımın bir uzantısı olarak iktisat teorisyeni ile iktisat tarihçisini de birbirinden ayırır. İktisat teorisyeni iktisadi fenomeni teorileştirerek anlamaya çalışan kişidir. İktisat teorileri ile iktisadi olayları anlamaya çalışan kişi değil. Bu ikinci iş tarihçinin görevidir.978 Tarihçi, insan hayatının somut tezahürlerini ve bunun zaman ve mekâna dair somut ilişkilerini ki birincisi gelişim, ikincisi “durum” (Zustandlichkeit) bağlamında ele alırlar.979 Teorisyen ise insan hayatının fenomenal formlarını ve bu formların yasalarını inceler.980 Menger üçüncü kitabında özellikle, sosyal yansımaların organik anlayışına yönelmiştir. Burada metot sorunları, en dar anlamıyla sosyal felsefeye dokunmuştur. Menger burada sosyal fenomenlerin ve doğal organizmaların, karşılaştırılmasına yönelik düşünceye karşı çıkar. Her şeyin aynı zamanda birbirine bağlı bir şekilde, hem köken, hem de etki olabilmesi düşüncesine karşı, tekil köken – etki ilişkilerinin berrak kozal konseptini yerleştirir. Menger buradaki organik yaklaşıma yönelik eleştirisinde, daha önce kullandığı objektif kozal cümlelerin yanı sıra, davranış teorik bir konsept (handlungstheoretisches konzept ) ikame eder. Bu konsept ise sonuçta, kendi esas metodik konseptinin yanında yerleştirilir.” “her ne kadar bulanık olsa bile Natürel organizmalar, bütünün fonksiyonuna mekanik olarak hizmet eden, elementlerden meydana gelmiştir. Bunlar natürel kuvvetlerin mekanik oyunlarının ve saf kozal süreçlerin neticeleridir. Buna karşın sosyal 977 Menger,1883, s.129 Menger,1883,s.237 979 Menger, 1885,s.6-17 980 Menger, 1885,s.6-17 978 324 organizma olarak adlandırılanlar ise, saf mekanik kuvvetin bir ürünü olarak kabul edilmez ve yorumlanmaz. Bunlar daha ziyade düşünen, hisseden ve davranan insanların, bir takım insani çabaları olarak değerlendirilmelidir. 981 Schumpeter prensibine göre tanımlanan metodik bireysellik, öncelikle sosyal felsefi anlamda nötr bir davranış konseptine dönüştürülür982 Bu konsept daha sonraları, özellikle Hayek‘in spontane düzen konsepti tarafından canlandırılarak, büyük bir etkiye sahip olacaktı. Bununla birlikte Menger‘in kendisi, çoğu zaman bu konsepte bağlı kalmamıştır. Örneğin veliaht prens Rudolph‘a devlet, bir bireysellik olarak tanıtılmış ve bunun incelendiğinde bütünü, bir kişi gibi davrandığı anlatılmıştır.983 Daha üçüncü bölümün başlangıcında, ana düşünce açık bir şekilde ortaya konur: Pek çok sosyal fenomen, bizim karşımıza daha ziyade “natürel ürün” veya “tarihsel gelişimin yansımamış” sonuçları olarak çıkar. Örneğin paranın yansımasını bu bağlamda görebiliriz. “Zira para kurumsal olarak, büyük ölçüde toplumun refahına hizmet eder. Fakat bununla birlikte hakların pek çoğunda, hiçbir şekilde sosyal kurumsallaşmaya yönelik bir mutabakatın veya pozitif kanun koyuculuğunun, bir neticesi olarak ortaya çıkmamıştır. Bunun ötesinde tarihsel gelişimin yansımamış bir neticesi olduğu aşikârdır. Aynı bağlamda hukuk, dil, piyasaların ve devletlerin kökeni v. s. …görülebilir. Tüm bu sosyal fenomenler, hiçbir nedene veya kökene dayanmayan “ortak iradenin” sonucunda ortaya çıkmamıştır. Hatta bunun yerine, bireysel insani çabaların ( bireysel çıkarlar takip eden ) hedeflenmeyen neticeleridir.”984 Öyleyse Menger pragmatik – planlı köken ile yansımamış – organik sosyal fenomen oluşumu arasında, bir ayrıma gider. Gerçi Menger her iki kökenin gerçekliğini veya olabilirliğini keşfetmesine rağmen, genel anlamda dil, hukuk ve devlet üzerinden piyasaların sosyal yansımalarıyla ilgilendiği için, ekonomik alanda yansımamış toplumsallaşma kipini, esas kabul ettiği ortaya çıkar. Menger‘in yaklaşımı bu yüzden, tipik liberal düşüncenin 981 Menger,1969,s.144 Menger,1969,s.145 983 Streissler E; Carl Menger, der deutsche Nationalökonom, S,15tff,in Studien zur Entwicklung der ökonomischen Theorie10,hrsg, v,Bertram Schefold, Berlin,1990,s.124 984 Menger,1969,s.141 982 325 dışavurumu olmaktan ziyade, Schmoller‘in tek yönlü organ teorisine, tezat olarak değerlendirilmelidir. Çünkü daha sonra özellikle Eucken, pragmatik – planlı ve şekillendirilmiş bir düzen anlayışıyla ortaya çıkmıştır. 985 Bu düşünce özellikle yapısal ve düzenleyici prensipler bağlamında, hiçbir şeyi tesadüfe bırakmak niyetinde değildi.986Menger‘in yaklaşımı ise daha ziyade, AngloSakson “toplumsallaştırma tasavvuruna” denk düşer ve kuvvetli bir şekilde Mandeville‘nin kurumsalcılık teorisi ile Smith ‘in“görünmez elini” hatırlatır. Menger‘in kurumsalcılık teorisinin genelleştirilmesi ve reel ontolojileştirilmesi, iddia edilen mutlakıyet anlayışı içersinde, haksız bir abartıdır. “ Dil, din, hukuk ve hatta devletin kendisiyle birlikte, özellikle bazı spesifik sosyal fenomenleri hatırlatma babında, piyasaların yansıması, rekabet ve para gibi pek çok sosyal yapı, tarihin belirli dönemleri olarak karşımıza çıkar.” Burada bilinçli ve hedefe yönelik yapılmış faaliyetler veya bazı egemenler, bu saydıklarımızın tesisi bakımından söz konusu bile olamazlar. Menger‘in bu hedefe – yönelik olmayan “tarih teorisi” , şüpheli görünüyor. Örneğin Solonik reformlar, toplumsal problemlerin bilinçli bir şekilde çözümüne yönelik bir plan anlayışına dayanır. 987 Atinalılar kölecilik, borç ve para düzeni gibi konuları, demokratik yöntemlerle oy kullanarak kabul etmiştir. Ayrıca federal Alman parlamentosu, bilinçli olarak yeni bir toplumsal düzen ortaya koymuştur. Schmoller tarafından yazılan Prusya gelişim çizgisi ki bu gümrük birliği üzerinden imparatorluğa gitmiştir, bir dizi bilinçli olarak gerçekleştirilmiş faaliyeti içerir. Menger uzak tarih bağlamında, örneğin takas ile paranın ortaya çıkmasında, “yansımamış sonuç teorisini” kabul eder.988 Fakat Menger bununla birlikte söz konusu zaman üzerine olan, antropolojik ve etnolojik yazıları ile yayınları dikkate almaz. Bununla birlikte bugünkü bilgi seviyesi doğrultusunda, yapılan incelemelerin sonunda, ne organizma tezi, nede spontane tezi belirgin bir şekilde ispatlanamaz. Sonuçta Menger‘in teorisinin, 985 Özellikle Weimar cumhuriyetinin çöküş işaretleri vermesinin ardından, bu düşünceye daha fazla vurgu yapılmaya başlandı 986 Eucken Walter; Grundsatze der Wirtschaftspolitik, Tübingen1968,s.48 987 Solon – Atinalı devlet adamı ve şair ( m . ö . 640 – 560 ) . Akıllılık veya bilginlik anlamında kullanılır. Peukert 1994, bölüm 3,s234-140 988 O ‘ Driscoll 1986, s.23 326 hiçbir şekilde nesnel bilgi üzerine oturmadığı kesindir. Bunun yerine teorisi esensiyal bir tahmine veya varsayımına dayanır. Burada söz konusu sosyal ve kurumsal gelişimler, toplum içersinde yer alan kişilerin,“spesifik bireysel çabalarının,” yansımamış sonucu ve kasten gerçekleştirilmemiş eylemlerinin bir neticesi olarak görülmelidir. Söz konusu toplumsallaştırma modülleriyle ilgili, reel tarihe uygun ve mantıklı verilebilecek yanıt ise, örneğin tüm para sistemlerinin, her zaman değişen etkileme oranlarıyla, spontane evrim ve düzenleme çalışmalarıyla ortaya çıktığı söylenebilir. Örnek olarak, savaş sonunda Almanya‘da spontane evrimleşen tütün kanunu ve 1949 yılından sonra, düzenli bir para varlığının merkez bankası şemsiyesinde, yeniden kurulmasını gösterebiliriz. Hudson paranın evrimselleşmesi konusundaki Menger teorisi eleştirisinde, işlem maliyetlerinde ve yön bağımlılığında, tesadüfen seçilmiş bir aracın dışsal ağ bağlantıları geliştirdiği ve bunların “uzun koşu” şartlarında bile, mutlaka optimal kurumsal aranjmanlara götürmeyeceğini vurgulamıştır.989 metodik – teorik Metodik bireyselliğin ve kolektivizmin, önemi oldukça düşük olmalıdır. Ne Schmoller organ oluşumlarının başlangıçta, küçük grupların veya kişilerin çıkarlarına ve hedeflerine hizmet ettiğini saklıyor, nede Menger‘in perspektifinden bakıldığında, piyasaların araştırması gerçekten tüm bireysel eylemleri yapısal ve etkin bir şekilde kendini gösterir. Bu tartışma bu yüzden, daha ziyade politik – normatif ve toplumsal – felsefi düşüncelerden ortaya çıkmıştır. Ayrıca söz konusu olan bu tartışma, devlet – ve toplumsal felsefesinin var oluşundan itibaren, bireysellik ve bunun tezadı olan kolektivizm ekseninde devam eder. Menger, Tarihçi Okul’a eleştirisini sürdürür. Burada öncelikle genel anlamda tarihçiliğin meşrutiyetinin, antik çağlardan beri fazla itiraz edilmeyen bir zorunluluk olarak kabul edildiği belirtilir. Ve yazarların bu gerçeğe karşı genel bilgilenmeyi, pragmatik – planlanmış bir kurumsallık oluşumuyla, bağdaştırdığını ileri sürer. 990 Tarihçi Okul bu iddiaların ilerisine gitmiştir. Örneğin Knies ulusları, doğal varlık ve makro sübye olarak, basit bir şekilde kabul etmekle yetinmiştir. Tarihçi bir 989 990 Hudson, 1992, s. 399 – 401 Menger,1969, s. 201 327 duruş noktasını temsil etmek, Menger‘e göre basit bir şekilde, Üniversitelerde Tarihçi Okul’un çok geçerli olduğu zamanlarda, iktisadi sorunlarla ilgilenen profesörlerin, esasında tarih veya politika almış olmasından ileri gelmektedir. Fakat bununla birlikte daha önceleri yaygın olan, idealist – felsefi devlet bilimleri öğretisine muhaliftiler.991 Roscher‘le birlikte esasında belirsiz bir gelişim başlamıştır. Çünkü Roscher tarihsel, teorik ve pratik hareket noktası arasında bir ayrım gözetmiyordu. Ayrıca gelişim kanunları oluşturma heyecanıyla, sadece yüzeysel paralellikleri model olarak değerlendirmiş ve bununla birlikte bunları yalnızca Savigny – Eichornschen metodu içersinde değerlendirme yoluna gitmişti. Menger, Roscher ile ilgili şu sözleri söylemiştir: “Etki altında olmayan birinin kabul etmesi lazım gelen, politik ekonomi sistemim esasında, iktisat tarihinin felsefesinden başka bir şey olmadığıdır.” Burada kendisi tarafından belirlenmiş bir mantık içersinde, tarihselliğin içersinde teorik ve pratik bilgilenmenin derlenmesi gerçekleşir. Fakat bu derleme gerçekte çoğu zaman, “tarihsel olmayan” politik ekonominin çalışmalarıyla gerçekleşir. Bu derlemenin tarihsel elementi, olayın bütünü göz önünde tutulduğunda, ekonomi – politiğin teorik ve pratik bilgilenmesinin karakterine uymaz. Bunun yerine buraya ilave edilmiş olan tarihsel ile istatistikî verilerin ve bunun içersine yerleştirilmiş olan, ekonomi – politik üzerine olan, tarihsel ve tarih felsefesi özdeyişlerinden meydana gelir. Politik ekonomi temel itibarıyla, ekonomi – politiğin “tarihçi metot” yönündeki, bir bilimi değildir. Sonuç olarak Menger’in Tarihçi Okulu eleştirdiği ortadadır. Kurgulamaya çalıştığı yeni toplumsallaşma modeli Smith‘in ilerisine gider ve Schmoller ile tamamlayıcı bir nitelik taşır. Fakat bununla birlikte yetersiz kaldığı aşikârdır. Menger bununla teorik ve tarihsel olanın ayrışımında, yine tamamıyla başarısız olmuştur.992 Menger ve Schmoller’in her ikisinin yaklaşımı arasındaki farklılık, üzerine olan soru, bu anlamda ilginç ve zor bir sorudur. Çünkü her ikisi de tümevarım, tümdengelim ve kanunsallık bilgilenmesini oldukça önemli olarak addetmiş ve bu yöndeki çalışmalarına, 991 992 Menger,1969, s. 212 Milford 1989,s.45-57 328 tarihsel araştırma ile eylemsel teorik elementler eşlik etmiştir. Menger’ci yazıların yeteneği veya karakteri, herhalde bunların anlaşılmazlığına dayanır. Bu bağlamda metodiğe fazla ilgi duymayanlara, burada tarihçiliğin etkileyici bir düzeyinde çalışmaların sürdürüldüğü mesajı verilir. Ayrıca önemli olan gerçek zeminin derinliğinden ziyade, daha önsözden anlaşılacağı gibi, tarihçiliğe karşı yöneltilmiş sonuçların belirginliği önemliydi.993 3.2.2. Teorik Sistemin Spesifik Esasları Olarak Elementer Faktörler Menger için elementer faktörlerin oluşması merkezi teorik bir anlam taşımaktadır. Menger bunların yardımıyla “rahatsızlık” veren tarihsel materyalden kurtulmak niyetindedir. Elementer faktörler tanımlaması altında iktisadi hayatın en köklü ve en genel yapısal elementleri anlaşılmaktadır. Bundan dolayı bu teorik araştırmanın ilk hedefi insan iktisadının bu “elementer faktörlerini” yakalamaktır. Bu onların diğer reel insani yansımalara etki eden faktörlerin izolasyonuyla gerçekleşir.994 Bu faktörler için bir gerçeklilik talep edilir. Bu hem mevzubahis somut iktisadi düzen hem de insanın arzusundan bağımsız olacaktır. Teorinin dogmatik bağlantı problemi tüm zamansal etkilerden arınma ile aşılmaya çalışılmaktadır. Menger üç elementer faktör arasında ayrıma gider: 1-İhtiyaçlar 2-Vasıtasız olarak doğa tarafından sunulan mallar 3-İhtiyaçların olabildiğince tatmine yönelik uğraşlar Bu faktörler şüphesiz iktisadi olayları etkiliyor. Fakat bunlar o kadar genel tutulmuşlar ki açıklama kabiliyetleri düşüktür. Buna karşın burada yöneltilebilecek olan itiraz bu faktörlerin milli ekonomik teorinin özellikle en genel ve en son elementini tamsil ettiği ve insanın kendini idame ettirme dürtüsünün yanında çalışma dürtüsünün yanında çalışma dürtüsünün de 993 994 Milford 1989,s.45-5 Menger,1883,s.45 329 iktisadın “motoru” olacağıdır. Bu elementlerin önemsiz olmadığını onlar üzerinden keşfedilen marjinal fayda prensibi teorisi ispatlamaktır. Bu üç elementer faktör ile en fazla iktisadi olayların kökeni hakkında bir ifadede bulunmadan sadece genel ilişkiler gösterilebilir. Mutlak olan ihtiyaçların tüketiciyi belirli bir iktisadi davranışa sevk ettiğidir. Fakat bu ihtiyaçların neden kaynaklandığı neden oluştukları neden belirli bir yoğunlukta ortaya çıktıkları ve hangi ölçüde manipule edildiklerini teorik milli ekonomi söylemez. Milli ekonomi burada bu soruların sosyoloji ve sosyal psikolojiyi ilgilendirdiği tezini yineler. Bunun için şaşırtıcı olmayan Menger’in teorisinde bu elementer faktörler arasında ki ilişkileri homo economics’in katı yönteminin altına sokmasıdır. Oysa tam bundan dolayı aynı şekilde insanın iktisadi davranışını belirleyen diğer elementer faktörlere ulaşmayı zorlaştırır. Homo economics katı rasyonel davranmakta ve tereddüt halinde ekonomik prensibi yönelir. Bununla beraber gelişmiş bir insanın davranışı, daha geleneksel ve muhafazakâr olan bir insanın davranışından farklı olacaktır. Pek çok gelişmekte olan ülkenin dâhil olduğu tropik iklim kuşağındaki insanlar çoğu kez sadece yemek ve içecek ihtiyaçları karşılanana kadar çalışmaya meyillidirler. Özellikle bu örnek yanlış anlaşılması mümkün olmayacak şekilde hoş tembelliğin daha yüksek bir değere sahip olabildiğidir. Bu durum kazanım dürtüleri ve refah düşüncesi egemen Avrupa da önemli bir rol oynar.995 Bununla bile Menger’in genel elementer faktörlerin kısıtlanmasında rol oynamayan doğru varyasyonlar ile nüanslar dile getirilmiştir. Aynı şekilde dikkate alınmayan insanın sadece katı rasyonel düşünen bir varlık olmadığıdır. Hatta pek çok rasyonalite dışı faktör ve tarihsel kökenli politik durumdan davranışı konusunda yönlendirilebildiği aşikârdır. Bunun için bu noktada haklı olarak insanın aklına gelen soru şudur: Menger de milli ekonominin nesnelliğinin pratik açıklama kabiliyetinde tehlikeli bir daraltmanın yapılamadığı mıdır? 995 Menger,1883, s.45-50 330 Menger temel itibarıyla bu problemi tanımıştır. Menger insanların uygulamada ekonomik çıkarlarını tam olarak algılama hususunda “nadiren uğraş verdikleri” konusunda vakıftır.996 Hatta kararlı bir şekilde iktisadi faaliyet yürüten insanın sadece ekonomik çıkarları doğrultusunda azami mal elde etme dürtüsü tarafından yönetildiğini ret eder. Ve insanların iktisadi faaliyetleri esnasında gerçekte sadece bireysel ihtiyaçları bağlamında davrandıkları konusunda oldukça tereddütlüdür.997 Menger’e göre, yanılgının ihtimali bile bu dogmaya aykırı düşmektedir. Fakat aynı zamanda ortaklık duygusu vefa, ahlak ve hak duygusu gibi başka faktörlerde sıralamaktadır. Bunlar özellikle Tarihçi Okul temsilcileri için önemli rol oynamaktadır. 998 Menger bu tek yönlü eylemini mevzu bahis olanın bir yanlış anlama olduğu şeklinde geçiştirmeye çalışmıştır. Bu dogmayı araştırmalarının temeli olarak kullanan teorisyenler reel başka faktörlerin de etkin olduğunun bilincindeler. Fakat kesin araştırma için bu dogma vazgeçilmez niteliktedir. 999 Bu yanlış anlama böylece ekonomik –politik kuramın yetki alanının sınırlı olduğu şeklinde açıklanmıştır. Menger’e göre, insan davranışlarının vefa ve paylaşım hissi ile felsefe ve etiğin ilgilenmesi gerekir. Fakat bu ekonomi –politiğin işi değildir. Menger, ekonominin araştırma objesini sınırlandırmıştır. Burada problem olan geniş bir kısıtlamanın ve tüm saf teori için belirleyici olmasının bir gerçeklik bilimi olan milli ekonomiye yöneltilen görevler ile talepler babında nasıl bir uyum sağlayacağıdır. Menger’in kendisi vefa duygusu veya ortaklık hissinden bahsediyor ve böylece başka faktörlerin önemini inkâr etmiyor. Fakat sadece homo economics ile ilgilenmesi sonucu katı “ekonomik” düşünceyi fazla büyütüyor. Böylece iktisadi hayatın sadece bir parçası yani saf piyasa ekonomisi ve belki biraz teknik yön ön plana çıkmıştır. Bunların üstünde duran ve esas “ekonomik bütçe alanını” teşkil eden politik ve sosyal konular buna karşın ya hiç yada çok az dikkate alınmaktadırlar. Bu yöntemde sadece tüm araştırma yönünün bilgi teorik 996 Menger,1883, ,s.56 Menger,1883, s.72 998 Menger,1883, ,s73 999 Menger,1883, ,s.80 997 331 anlamda tek yönlülüğü göze batmamaktadır. Aynı zamanda “katı” ekonomik düşünen insanın bir ideal haline gelmesi tehlikesi gizlenmiştir. Bu yüzden bu görüşler doğrultusunda kurgulanan bir teorinin gerçekliğe yabancı olması, suçlamasına maruz kalıyor oluşu şaşırtıcı olmamalıdır. Daha çok sanal veriler kullanmaktadır. Bunlardan sonra genel ile kapsayıcı bilgilenme elde edeceğine inanmaktadır. Fakat çoğunlukla formel açıklamalara ulaşır. Bu mesala arka planda olan birincil faktörleri analiz etmeden ve onların etkilerini kontrol etmeden sadece arz-talep oyununda fiyat oluşumu gibi olaylarla meşgul olur. Başka elementer etki faktörleri ile aynı şekilde mesala bütün genişliliği ve çeşitliliği ile devletin kanuni ve politik etkisi bir sınırlandırma ile bahsedilen üç faktör vasıtasıyla görmezden gelinir. İnsani ihtiyaçların analizi sırasında, gözden kaçmaması gereken, özellikle bu faktörün derine giden tarihsel dönüşlerin etkisi altında olduğudur. Bu yüzden gerçekçi bakış açısı için ihtiyaç yapılarını sadece özel sosyolojik katmanı içinde (sosyolojinin git gide artan şekilde “ampirinin yardımıyla” yaptığı gibi) yakalamak yeterli değildir. Bunun yerine ihtiyaç strüktürünü belirli dönemlere olan bağımlılığı araştırılmalıdır. Bu şekilde belirli ihtiyaç strüktürünün kökenine yönelik önemli giriş olanağı sağlamak mümkün olabilir. Öyleyse homo economicusun gerçeklikte sadece az veya çok sapma ile elde edilebileceği tespiti şaşırtıcı değildir. Tam olarak bu sapmalar ve bunların nedenleri ile etkileri iktisadi süreç içinde araştırılmalıdır. Bu aynı zamanda teorinin de somut ve güncel bir hedefi olmalıdır. İnsani davranışın katı yönelimli eylemlerin, tespit edilebilir sapmaları teori ile yüzleştirilmeli ve bunun içerisine (tipik özellikler doğrultusunda) alınmalıdır. Eğer teorinin gerçekçi bir açıklama kabiliyeti bekleniyorsa. Bu durum gerçekleşemediği sürece teori için soyut bir yapı olması mevcuttur. Ve iktisadın ideal teorik resimden teknik, sosyolojik, devlet hukuku ve politik anlamda olan etkilerden ne kadar saparsa, ekonomi-politik organizmanın işleyişini ve bağlantılarını o oranda açıklayamaz hale gelir. Burada Menger’in teorik temellendirmesine yönelik önemli bir eleştiri yapılmalıdır. Bu eleştiri bugünde devam eden problemin önemine göre, bu noktada tüm belirginliği ile gerçekleştirilmelidir. Fakat bugün tespit edilebilen ve artık görmezden gelinmeyen bu tek yönlü 332 “homo economicus” düşüncesinin yumuşatılması hususundaki tandansları görmemek, kaba ve haksız bir genelleştirme olurdu. Özellikle davranış şekilleri teorisi alanında son zamanlarda önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Burada şiddetle belirtilmesi gereken George Katona’nın çalışmalarıdır.1000 Ama bugün bile çok yaygın olan noksanlık kendisini iki yönden görmektedir. Birincisi modern davranış şekillerinin teorisinin tarihsel ilinti noksanlığı vardır ki bunun neticesinde ortam sadece tesadüfü güvenilmez ve bundan dolayı ilginç olmayan şekliyle dikkate alınır. Diğer yandan ise, davranış şekilleri teorisi çoğu kez tek başınadır. Ve fiyat teorisi sistemi veya konjoktür sistemi ile bağlantıları eksiktir. Sonuçta bu sistemler için önemli bir temellendirme teşkil etmeliydi. İhtiyaçlar ve mal arzı arasında değişken bir ilişki söz konusu olduğu için çok katmanlı ve çok anlamlı faktör olan “ihtiyacın” tanınması ile mal arzı faktörü de farklı türde değerlendirmeye başlamıştır. Son yüz elli yıldaki muazzam endüstri devrimi neticesinde ki bu haklı devrim olarak nitelenmiştir. Bu faktör bilinçsiz bir şekilde sürekli olarak yeniden zenginleştirilmiştir. Mal arzı olağanüstü bir şekilde artmış ve aynı zamanda kapsamlı sapmaların tecrübesini yaşamıştır. Ayrıca bu alanda gelecekteki değişimlerin ne olacağı henüz belirgin değildir. Vurgulanan bu hususlar bile bilimsel problemselliği belirtmek için yeterli olmuştur. Aynı problemsellik Menger mantığındaki bir mal arzında fazla genelleşmiş bir teorik tasavvurda oluşur. Burada Menger’in elementer faktör odaklı teorisine yöneltilen eleştiriler onun teorisinin temellenmesindeki tek yönlülüğü açık şekilde göstermiştir. Schmoller’i tahrik eden şüphesiz bu teorik darlıktı. Ve bunun akabinde çok arzulu bir şekilde tarihçi araştırmalarını sürdürmüştür. Özellikle geçmiş ve çağcıl ekonomi-politik yapılar ile ilgilenmek iktisadi süreçlerin farklı etki faktörlerine değerli bir bakış sunmaktadır. Bu tarihçi çalışmalar iktisadın izole bir hadise olmadığını ispatlamakta ve sadece insanın ihtiyaç tatminini hedef almadığını göstermektedir. İnsanın fiziksel varlığı garanti altına alındıktan sonra ekonomi sadece amaç için araçtır. Esas hedefler genelde materyalist 1000 Katona George,Das Verhalten der Verbraucher und Unternehmer,Tübingen,1960,s.67 333 alanın çok dışına çıkar. Bunlar ideal doğallıktır. Ve genellikle “sosyal refahın” tüm yapılanmasını kapsarlar. Bu çok anlamlı iktisadi bütçe ve politik kompleks kendi içinde aynı zamanda “sosyal adalet” problemini içermektedir. Schmoller’in doğru olarak tanımladığı gibi, iktisat sosyolojik ve politik olaylardan ayrılmaz bir bağlantı içindedir. 3.3. MENGER’İN MARJİNAL FAYDA FİKRİ Menger bir yandan Avusturya Okulu’nun temellerini atarken, bir yandan da ilk kitabında ortaya koyduğu düşünceleri ile 1870’lerin “marjinal fayda devriminin” yaratıcılarından biri olmuştur. Diğer ikisi ise, Jevons (Politik İktisat Teorisi ) ile Walras (Politik İktisadın Temelleri) dir. İktisatçılar bir düşüncenin aynı anda birden fazla iktisatçı tarafından (birbirinden habersizce) ortaya konmasına, “çoklu devrim”e, örnek olarak marjinal fayda devrimini gösterirlerse de, bu benzetmeyi bir ilk yaklaşım kabul etmek ve düşünce sistemlerindeki farklılıklara dikkat etmek gerekir.1001 Bu üçlünün birbirinden bağımsız olarak çalıştıkları kesindir. İlginç olan soru bu derece benzer sonuçlara ulaşmak için nasıl bu kadar farklı rotalar çizildiğidir. Klasiklerin karşılaştıkları güçlüklere aranan çözüm 1871 yılında, iktisat tarihine “marjinalist devrim” diye geçerek sınıflar yerine, bireye dayalı analiz tarzı ile ortaya çıktı. Ve Neoklasik İktisat teorisi doğmuş oldu. İngiltere’de Jevons, İsviçre’de Walras, Avusturya’da Menger birbirinden bağımsız olarak değer paradoksunu çözecek teorik yaklaşımı geliştirdiler. Üç yaklaşımın özü de marjda, yani sınırda tercih yapan bireye dayanmasına rağmen ayrıntıda farklılıklar vardır. Jevons’un sisteminde birey daha çok birim tatmini daha az birim tatminine tercih eder. Birimleri olan değer, ölçülebilir görünür. İngiliz iktisatçılarının çoğunluğu Ricardo’ya bağlı oldukları için Jevons fazla taraftar bulamamıştır Menger Avusturya Ekonomisinin kurucusu olarak kabul edilir. Fakat bu iktisat teorisi “havadan” oluşmamıştır. Zaten mevcut olan görüşlerin devamı 1001 Neue Wege der Nationalökonomie, s.120-121 334 ile gelişimini temsil eder. Menger kendisini daha 1871 yılında, Alman öncüllerinin geleneklerinde görür. “Grundsatzen’in bir ön konuşmasında, reformların neredeyse tamamen Alman araştırmacı ruhunun oluşturduğu önsel çalışmaların temelinde oluştuğunu, belirtmiştir. Alman Mlli Ekonomistlerin önemini öne çıkararak şöyle devam ediyor: “Bu yazı Avusturya’dan bir meslektaşın iyi niyet dilekleri olarak kabul edilsin. Bilimsel teşvikin zayıf bir karşılığı olsun. Biz Avusturya’lılara Almanya’dan gelen çok sayıda harika hoca gönderdiği için. Ve çok isabetli yazılarıyla oldukça zengin bir şekilde bizim parçamız oldukları için.1002” Alman yazarlarla ilgili görüşleri “Grundsatzen’de özellikle dipnotlarda ifade buluyor. Burada belirgin bir şekilde İngiliz ve Fransız yazarlardan çok Alman yazarlar göze çarpıyor.1003 Özellikle ansiklopedik Roscher’i örnek almıştır. Grundsatze’yi yazdığı zaman yaşının genç olması birçok yazar tarafından “bilgisizlikle” suçlanmasına neden olmuştur.1004 Menger’in Jevons ve Walras’tan farkını açıklaması konusunda oldukça şüpheli bazı boşluklar vardır. Bu konudaki bariz bilgisizliği konusundaki en önemli örnek Grundsatze’sini yazdığı sırada Walras, Marschall ve çok muhtemel olarak Jevons’un direkt olarak veya dolaylı yoldan borçlu olduğu Cournot’un çalışmalarından haberdar olmamasıdır. Daha da sürpriz olan şey Menger’in von Thünen’in çalışmalarından haberdar olmamasıdır ki, kişi yakın olmalarını beklemekledir. Tabii ki Menger daha çok kullanım doğrultusunda yapılabilecek bir analiz ortamında geliştiği söylenebilir. Eğer Menger matematiksel analizin bu geliştiricileri ile tanışsaydı düşüncesinin nasıl olacağı sorusu ilginç bir spekülasyondur.1005 Menger’e göre, 1807’de yayınlanan Gottlieb Hufeland’ın eserleri özel bir ilgiyi hak etmiştir. Hufeland subjektif –bireysel teori geliştirerek şu görüşleri sergilemiştir: i-Sosyal fenomenler, tekil bireylerin ortak bir oyunu dolayısı ile açıklanır. 1002 Menger,1968,s.10 Streissler,1990,s.37 1004 Neue Wege der Nationalökonomie, s.124 1005 Neue Wege der Nationalökonomie, s.124-125 1003 335 ii-Değer bireyin sübjektif değerlendirmesidir. Bundan mübadele, fiyat ve para ilgili bir teori geliştirir. iii- Metot en basit ilişkilerden, en kompleks strüktürlere ilerleyen bir gerçektir.1006 Hufeland’ın eserine yönelik yankı, Menger’in onu diriltmesine kadar düşüktü. Menger için Hufeland önemli bir kaynaktı. Menger daha eski kaynaklarda kullanmıştır. Örneğin İtalyan Fernando Galiani(1728- 1787).Galiani fayda, fiyat ve miktar arasındaki bağlantıyı belirtmişti. Sübjektif para teorisi ile ilgili Avusturya Ekonomisinin kökeni 19. yüzyıldan oldukça geridedir. Bu bağlamda değinilmesi gereken İspanyol skolâstiktir. Salamanca’daki okul 16. yüzyılda sübjektif ve fayda hesabı yapan kuramlar geliştirmiştir.1007 Ve burada ilk kez marjinal fayda teorisinin görüşleri ortaya çıkıyor. Menger Grundsatzen’de daha çok değer, ihtiyaç v.s. konularına yöneliyor. Alman, İtalyan ve Fransız yazarlarla ilgili bilgisi, Hayek’in belirttiği gibi olağanüstü kapsamlı.1008 Bu durum kütüphanesinin kaynak listesine bakıldığında belirginleşiyor.1009 Tarihçi Okul ile sertleşen çatışmasından dolayı, Alman Milli Ekonomisinden uzaklaşır. Ve Avusturya Okul’unun bağımsızlığına önem verir. Streissler’in belirttiği gibi, Menger artık maksatlı şekilde Avusturyalı yazar ve teorilerden söz etmeye başlar.1010 Öyleyse bağımsız bir Avusturya iktisat teorisi ile aynı şekilde bağımsız bir Avusturya felsefesi, Alman bilim geleneğine tepki olarak ortaya çıkmıştır. Fakat Avusturya felsefesi de, Alman felsefesi gibi idealist meyilli tarihsel metot etkisinde kalmıştır. Menger ayrıca iki ana kaynak noktası olarak Smith ve Mill’i göstermiştir. Klasik Okul şu düşüncelerden hareket eder: 1006 Hufeland’ın Menger üzerindeki etkisinin ayrıntılı bir analizi, Milford,1997,s.45-56 Rothbard,1994,s.53 1008 Menger, 1968,s.9 1009 Tokyo ticaret üniversitesinin kataloguna bakarsak, yirmi binden fazla ekonomi- politik üzerine kaydı görmek mümkündür. Menger’in geride bıraktıkları buraya gitmiştir. Ve dönemin en önemli arşivlerinden birine sahipti. 1010 Streissler,1997,s.39 1007 336 Bağımsız kanunlar vardır, fen bilimlerinde olduğu gibi. Bunlar formel analitik olarak tanımlanabilir. Bu “doğa kanunlarından” bir tanesi Pazar mekanizmasıdır. Devlet müdahalesi olmadan en uygun dağıtım sonucuna ulaşır, yani en üst düzey refaha. Bundan dolayı liberalizm, Klasik ve Neoklasik teori ile yakından bağlantılıdır.1011 Smith’de bir malın fiyatı, kullanım değerine göre değil mübadele değerine göre belirlenir. Malın değeri ise üretim masrafları ile belirlenir.1012 Pazar fiyatlarının, doğal fiyatlara uyumu arz-talep mekanizması ile gerçekleşir.1013 Smith’e eleştiri daha Hufeland zamanında yapılmıştır. Ve özellikle “işgücü değer öğretisi” odaklıdır. Bir malın değerinin oluşumundaki süreç değil, bireyin bir mala yönelik davranışı sorumludur. Milford’un anlattığı üzere, önce Hufeland sonra Menger “oluşum sorunundan” “davranış sorununa” bir kaydırma talep ediyorlar.1014 Menger’in Smith’de özellikle eleştirdiği, mallara objektif bir değer biçme fikridir. Menger’e göre, bu durumda mübadele açıklanamaz. Çünkü objektif eşit malların mübadelesinin bir anlamı (nedeni) yoktur. 1015Klasik değer kuramı bununla fiyat oluşumunu ve Pazar mekanizmasını tatmin edici şekilde açıklamıyor. Menger o zaman İngiltere’de egemen olan ve Smith önderliğindeki Klasik Okul için, ekonomik teorinin gelişimi açısından engel olduğunu düşünüyor: “Klasikler, kanunlardan oluşan bir bilimin yani iktisadın, problemlerini tatmin edici şekilde çözememektedir. Fakat bu kuramın otoritesi bizim üzerimize baskı yapıyor ve ilerlemeyi engelliyor.” 1016 Eğer Marjinalizmin tarihine daha yakından bakacak olursak, o zaman daha onun yapısallaştığı dönemde dahi, en temel sorularda bile derin görüş ayrıklarını barındırdığını görebiliriz. İşte bu görüş ayrılıkları, o zamanın Ekonomistlerinin bilinci dâhilinde, her üç yöne doğru serpilmişti. 1017 1011 Menger’in görüşüde liberal bir temelli tutuma yöneliktir. Smith’de toplum refahı düşüncesi ön plandadır. Her insanın kendi ihtiyaçlarını iyi bildiği için, bunların tatmini ön plandadır. 1012 Smith, Adam; Wohlstand der Nationen,5.Aufl, München, Engl, Orig, London,1990,s.46 1013 Smith,1990,s.48 1014 Milford,1997,s.95 1015 Milford,1997,s.173 1016 Menger,1969,s.15 1017 Rosenstein – Roden 1927,S.45-76 337 “Schmoller ve Menger‘in, Jevons ve Walras‘tan farklı olarak bazı temel nitelikteki görüşleri aynıdır.”Her ikisi de matematiğin, ana hatları itibarıyla sunum ve gösterim için uygun olduğunu, fakat araştırmaya yönelik olmadığını belirtmiştir. Söz konusu bu ifade, Menger‘in 1883 yılında Walras‘a yazmış olduğu bir mektupta, açık bir şekilde dillendirilmiştir. Walras Neoklasiğin kurucusu olarak görülebilir. Sübjektif fayda teorisini genel bir denge teorisi içine entegre etmeyi başarmıştır. Ve bu büyük ölçüde matematik metot üzerine yapılanmıştır. 1018 Walras için önemli olan birbirinden bağımsız çok sayıda faaliyetin yönlendirdiği bir ekonomide faaliyetler arasındaki tutarlılığın gösterilmesidir. Bu amaçla, bireysel marjinal faydanın talebi belirlediği tam rekabet piyasalarında genel dengenin formülasyonu temel araştırma programı olmuştur. İktisatçının işi, bireysel davranışları incelemek değil, bireysel mübadelelerin otomatik olarak nasıl uyuştuğunu keşfetmek olmalıdır. Jevons, İngiliz faydacı felsefe geleneğinden hareketle marjinal fayda ilkesine dayanan bir değer teorisi geliştirirken, birey ve toplumun temel iktisadi probleminin var olan kaynakların verili amaçlar arasında etkin dağılımı olduğunu vurgulamıştır. Böylece iktisat teorisinin ilgi odağının, büyüme sorunundan iyi tanımlanmış bir sistemde optimazyon sorununa kaymasına yardımcı olmuştur. Menger’in temel sorunsalı ise, insan ihtiyaçlarının teminine yönelik bilinçli insan faaliyetidir. Menger, iktisadi faaliyetleri, neden-sonuç ilkesi yardımıyla birbirini izleyen nedensellikler zinciri şeklinde açıklamaya çalışır. Bu nedensellik zincirinin başlangıç noktası insan ihtiyaçlarından hareketle, bireysel ihtiyaçların karşılanma yollarının algılanmasının nasıl olup ta bazı nesnelerin mal olarak sınıflanmasına neden olacağını; bazı malların neden iktisadi mal sayılacağını ve bunlara nasıl değer atfedilebileceğini; bazı malların neden değişime konu olacağını ve değişim değerini belirleyen unsurların neler olduğunu; bir kimsenin sahip oldukları ile yetinmektense mübadele ile ihtiyaçlarını daha etkin sağlamasını anlamasının insanları nasıl 1018 Niehaus,1990,s.207-220 338 satmak üzere mal üretmeye ve biriktirmeye yönelteceğini; mübadeleyi kolaylaştırdığından ve mübadele sürecinin bir sonucu olarak bazı malların nasıl mübadele aracı-paraya dönüştüğünü sistematik olarak açıklar. Menger’in sübjektivizmi, bu nedensellik zincirinin hemen başında karşımıza çıkmaktadır. Bir nesnenin mal sayılabilmesi onun insanın kişisel ihtiyaçlarını karşılama fiziki niteliği yanında, insanın bu ihtiyaçlarını gidermeye yönelik bilgiye sahip olmasına da bağlıdır. Sübjektivizmimle bilgi arasındaki bu bağlantı, Menger’in düşüncesinde sübjektivizm öğretisinin Jevons’ta olduğu gibi yalnızca iktisadi büyüklüklerin incelenebilmesi için metedolojik bir ilk adım olmadığı, aksine temel bir inceleme konusu olduğunu göstermektedir. Menger’in teorisinde de marjinalizm ve fayda kavramları vurgulansa da bunların algılanış biçimleri farklıdır. Walras ve Jevons’da bir değişkenin “marjinal değeri” ile kastedilen, o değişkenin toplamındaki anlık değişme oranı idi. Menger ise iktisatta matematiğin kullanılmasına karşı olduğundan soyut değişkenlerle çalışıyordu. Avusturyalılar için marjinal fayda ve ondaki azalmalar, yalnızca bireyin psikolojik zevklerini değil, aynı zamanda bu zevklere atfettikleri ölçülemeyen (ordinal) önemi de ifade ediyordu. Neoklasik iktisatta değer, sübjektif fayda ve objektif fiziki maliyet şartlarca belirlenirken, Menger’de yalnızca veri bir mal veya üretim olanakları çerçevesinde yaşayan tüketicilerin faaliyetlerince belirlenir. Maliyet ise gelecekte daha fazla tercih edilen bir duruma geçebilmek için, gelecekteki muhtemel faydaya karşılık bugünkü özveriyi ifade eder.1019 Menger için önemli olan, öncelikle büyüklük ilişkilerin tespitinden ziyade, fenomenlerin varlıklarıdır. (Örneğin fiyatlar veya faizler bağlamında) . Avusturya Okulunun son kökenleri ve kozal ilişkileri araştırması, Klasiklerle paylaştığı bir görüş olarak kabul edilir. Bunun sonucunda ise, eski marjinal fayda teorisi ( diğer bazı teorilerin yanında, örneğin Ricardo’cu dış ticaret teorisi gibi ) ,Neoklasik içersine entegre olmuştur. Talep sorunu – ve kullanım değerine gösterilen önemin yanında, aynı zamanda emeklilik, ücret ve kar 1019 Krizner,1987,s.78 339 talebi taşıyan durmaktaydı. açıklayıcı bir yaklaşım, bu anlayışın tam ortasında 1020 Marjinal fayda teorisinin prensip olarak, bazı temel görüşleri Neoklasik’lerle aynıydı. Örneğin piyasa sürecinin özellikle vurgulanması ile bunun etkisine yönelik inanç, aynı bağlamda değerlendirilmelidir. Üstelik bununla bağlantılı bir şekilde, kapitalist piyasa ve rekabet ekonomisi için normatif tercih, gelişmiş bir ekonominin sürekli ve doğal bir ölçütü olarak görülmüştür. Bu açıdan bakıldığında Klasik ve Neoklasiğin standart eserleri, süreklilik arz eden bir gelenek sergiler. İşte bunlardan hareketle, Marks‘ın düşüncelerine karşı ve çeşitli nonkonformist “toplum kurallarına uymayan” akımlara karşı, ortak bir cephe oluşturmuşlardır.1021 Talep anlayışına doğru kayış ve Menger‘in çabaları neticesinde, varlığı bu noktadan hareketle değer ve fiyat bağlamında incelenmesiyle birlikte, bunları tayin eden faktörler analiz edilmiştir.1022 Bunun sonucundaysa zorunlu olarak marjinal fayda konseptine, tüketen birey (individuum) anlayışına ve Klasikler tarafından da iddia edilen, malların sübjektif değerlendirilmesine ulaşılmıştır. Klasik rölatif fiyatları, değer teorisinin ve teorik ekonomin çekirdeği olarak, objektif verilerden elde etmeye çalışmıştır. Örneğin emekliliği, objektif değerlendirilen farklı toprak yapılarından yola çıkarak, çeşitlendirmesi gibi. Ricardo‘nun objektif bir ölçü ve değer birimine yönelik, esantiyel ( özcü ) arayışı başarısızlığa uğramıştır. Üstelik Ricardo ölümünden çok kısa bir süre önce, bu durumun farkına varmış ve büyük üzüntülere boğulmuştu ( burada söz konusu olan arayış, toplumsal bakımdan gerekli olan, ortalama çalışma süresi üzerineydi).1023 Cassel tarafından vurgulanan ve Ricardo’nun eleştirilerine karşı “realite noksanlığı eleştirisi gibi,” eleştiriler aynı zamanda Menger ve diğer marjinal fayda teorisyenleri tarafından paylaşılmıştır.1024 Söz konusu fikir, bunların erken dönem eserlerinde yeterince dile getirilmiştir. Aynı hedef 1020 Cowen,1994,s.65 Rotschild, Kurt W, Die Wiener Schule im verhaltnis zur klassichen Nationalökonomie, unter besonderer Berükschihtigung von Carl Menger, in Leser,1986,s.20 1022 Sreissler,1986,s.20 1023 Neue Wege der Nationalökonomie, s. 127 1024 Cassel, G; Theoretische Sozialökonomie, Erlangen,/Leipzig,1918,s.80 1021 340 doğrultusunda, nihai bir esentiyel ( özcü ) ispat etmek amacıyla, tüm ekonomik değerin çekirdeği, sübjektif kullanım değerinden elde edilir veya yöneltilir. Bunun sonucunda özneler arası ( intersubjektiv ) denetlenebilen, objektif kanunlara ulaşılır. Menger’in yukarıda belirttiği gibi. Eğer bunu paradoks bir şekilde ifade etmek gerekirse, o zaman burada her saf objektif olan, varlık itibarıyla saf sübjektiften elde edilecektir. Bunun sonucunda ise Avusturya Okulu içersinde, açıklama ile anlama veya sübjektivizm ile objektivizm arasında ( bunun bir Gadamer yargısı olduğu unutulmamalıdır, ) teori içinde bir gerilim ortaya çıkacak ve tekil görüşlerin egemenliği konusunda, bir çatışmaya yol açacak. Fakat bundan önce, sübjektivizm kavramının netleştirilmesi gerekir. Çünkü tüm marjinal fayda teorileri, bir anlamda zorunlu olarak sübjektivisttir.1025 Bu hakikat kendisini, örneğin Paretos‘un (Ophelimite) konseptinde gösterir. Paretos burada bireyselliği ölçülemez ilan etmiş, bununla genel anlamda ihtiyaçların açıklanamayacağını ve marjinal faydanın değerlendirilmesinde kullanılamayacağını belirtmiştir. Fakat bununla birlikte Blaug tarafından, doğru bir şekilde sübjektivist olmayan, genel denge okulu içersinde değerlendirilmiştir.1026 Leser ise, Avusturya Okulu’nun tarihsel ve sosyo kültürel arka planın yanında, objektif bir açıklayıcı yaklaşım ile idrak yaklaşımı arasında, başarılı bir ayrışıma gitmiştir. Leser burada metodik oryantasyonlu fen bilimleri örneğinden yola çıkarak, Sigmund Freud‘u bir tarafa, bireyselci Adler‘i diğer tarafa yerleştirmiştir. Adler‘in çalışmaları esasında, sosyalist düşünceye yatkın bir toplum dürtüsü iddiası ki bu Seneca’nın sözüyle pekiştirilmiş ve daha sonra onun hayat stili konseptini oluşturmuştur, oldukça sübjektivist kabul edilmektedir.1027 Leser bu durumu kısa ama özlü bir şekilde tanımlamıştır: 1025 Neue Wege der Nationalökonomie, s.128 Neue Wege der Nationalökonomie, s.124 1027 Seneca Eski çağ filozofu, Neue Wege der Nationalökonomie, s.126 1026 341 “Adler bu şekilde, insanların maddeler ve objektif veriler tarafından belirlenmediğini, bunun yerine saf materyal olarak buldukları maddeler ve bunun üzerine verdikleri sübjektif kararlarla belirlendiğini belirtmiştir. 1028” Hatta Adler bu bağlamda, bunları etkileme kabiliyetine sahip faktörlere, dönüştürdüğünü belirtmiştir. Adler’in teorik bilgilenme pozisyon bilinci, gerçekliğin yakalanmasında son ve değiştirilemez bir kategorik birim olarak belirlenmiştir. Bunun spontane aksi ise, her türlü kozal oryantasyonlu ve objektif düşüncenin önünü kapatır. Burada tercihler, net şekilde determinasyondan geçmiş davranışlar olarak, dışsal faktörlere reaksiyon olarak yönlendirilebilir niteliktedir. Menger‘de aynı şekilde, bugünkü sübjektif oryantasyonlu komünikasyon teorisi fikrini benimsemişti.1029 Literatürde Avusturya Okulu –Neoklasik ilişkisini en fazla ele alan Streissler olmuştur. Streissler’e göre, “Avusturyalılar marjinalci değildi.”1030Streissler bu iddiasını, Menger’in yazılarından yola çıkarak ispatlamaya çalışmıştır. Zira ona göre Menger, ürün ve süreç inovasyonunu (yenilenmesini ) savunmuş, malları üç boyutlu irdelemiş “kalite, miktar ve varyasyon.” malların zamansal boyutun ve fiyat çatışmaları sırasında, davranış prensipleri ile kurumların oluşumunu dikkate almıştır. Hatta bunun ilerisinde, dengeleme amaçlı etkin olan kuvvetleri incelemiş, statik noktasal dengeleri ret etmiş, fiyat oluşumuyla ilgili geniş sınırlar çizmeye çalışmış ve fonksiyonel esaslı makro kavramlara ( bununla birlikte faizi tanımlayan bir cümleye ) karşı çıkmıştır. Yani buna göre agrega ( toplam ) ekonomisi yerine, strüktürel bir ekonomik anlayışı temsil etmiştir.1031 Streissler’e göre, onun anlayışında determinasyona uğramış modellerin yerine, (pattern prediction) model öngörüsü ön plana çıkar. Bunun yanında basit bir piyasa formları şeması kullanmak yerine, bir zamansal – yanılgı yöntemi geliştirmiştir. Menger bunun dışında, daha ziyade piyasa koşulları sürecini önemli addetmiştir. 1028 Leser, Norbert; Die Wiener Schule der Nationalökonomie, Wien,1986, s.43 Watzlawick,1988,s.37 1030 Streissler,1973,s.76 1031 Streissler,1973,s.160,1969,s.49 1029 342 Steissler‘e göre en nihayetinde Menger, bir dizi teori elementini ortaya çıkarmış ve ekonomik teoriye dâhil etmiştir. Streissler bu yüzden Menger’i, “Alman Milli Ekonomisinin, Tarihçi Okulunun, son yarım asırda çıkardığı tek temsilcisi,” olarak nitelemiştir.1032 Bu noktada kısa bir şekilde, Tarihçi Okul ile Avusturya Okulu arasında bir köprü kurmaya çalışan, Alter‘in katkılarına değinmek gerekir. Alter ilk makalesinde, Alman dilli ruh bilimlerinin sonradan sosyal bilimler tamamının, Menger‘in çalışmalarını etkiliğini ispatlar. Alter‘e göre romantizm, idealizm, aydınlanma düşüncesi, Alman Klasiği, Schelling‘in identiklik felsefesi Menger düşüncesini temelden etkilemiştir. Bununla birlikte orijinal kaynaklara dair referans yoktur ve her şey bir yerde, genel ikincil literatürden kazanılmıştır.1033 ( Streissler burada Menger‘i suçlayıcı bir tavır takınmıştır.)Menger‘in metodolojisi üzerine olan ikinci makalesinde ise, bunun tarihçi zemin ( Roscher‘in zemini ) oturduğunu belirtmiş ve fen ile doğa bilimleri arasındaki derin çatlağı, esensiyalist bir ( özcü ) Aristoculukla aştığını ifade etmiştir. Buna göre metot kavgası bu bağlamda, Aristocu Menger ile Kantçı Schmoller arasında gerçekleşmiştir. Alter, zamanın Alman sübjektif değer öğretilerinden farklı olan, Menger değer teorisinin bu özelliğini ön plana çıkartmıştır. Buna göre Menger‘in konsepti, ansiklopedik bir dizime benziyordu. Alter bununla birlikte değerlerden fiyatlara geçerken, bir transformasyon probleminin ortaya çıktığını belirtmiştir. Çünkü teorideki fiyat tespitinde, dışsal faktörler değerlendirmeye katılmıştır.1034 3.3.1. Hüküm Ameli Olarak Değer Menger’in teorisindeki değer kavramı her türlü iktisadi faaliyetin temelidir. Değer fiyattan tümüyle bağımsızdır. Bu yüzden değer kavramının geleneksel mikroekonomideki birim fiyat olarak değerle hiçbir ilişkisi olmadığı gibi Neoklasik İktisat’ın marjinal fayda kavramı ile de birebir aynı değildir. Marjin 1032 Streissler, Erich, Carl Menger,1840-1821,in Starbatty,1989,s.134 Alter, Max, Carl Menger and Homo Oeconomicus Some Thougts on Austrian Theorie and Methodology, in Journal of Economic İssues,vol16, 1982,s.98, 1034 Alter,1982,s. 80-98 1033 343 kavramı Menger’de argümantasyonların bir sonucudur. Bir başlangıç varsayımı veya davranışsal bir hipotez değildir. 1035 Değer ne faydacı bir hesaplamanın bir parçasıdır ne de fiyatla elde edilir.1036 Menger’in değer tanımı bireysel ihtiyaç strüktürlerinden türemiştir. Değer sübjektif bir anlayıştır.1037 Değerin anlamı, bireyin ihtiyacının tatminine yönelik uygun gördüğüdür. Değer… Esasında bir yargıdır. 1038 Böylece Menger, Brentano’da bulunan ve Hume kökenli “subjektif turn” gerçekleştirir. Değer artık bir maddenin objektifleştirilen özelliklerinde bulunmuyor. Bununla birlikte bireyin maddeyi değerlendirmesindedir.”Değer” buna göre, mallara bağlı değildir.1039 Aynı kendi başına duran bağımsız bir şeyde değildir. Bu bir hüküm olarak, iktisat yapan insanın yaşamı ve refahı için önemli gördüğüdür.1040 Bu yüzden değerin tespiti kolay iş değildir. Ve buna uygun olarak da… Sadece bilincin içersindedir. Dikkat edilmesi gereken nokta, değerin ancak ordinal olarak gösterilmesi, kardinal olarak ölçümüze girmeyeceğidir. Değer üniteleri ile matematiksel işlemler yapmak tamamen hatalıdır.1041 Değer teorisinin ve bundan geliştirilen iktisat teorisinin çıkış noktası öyleyse, psişik bir oluşumdur. Mallar üzerindeki hüküm, hayat ile refah üzerindeki hüküm ile doğrudan ilişkidedir. Sonuç ise, ontolojik bir değerlendirme ile “değerin” psişik bir olgu olarak anlaşılmasıdır. Bunun taşıyıcısı ise, sübjektif değerlendirmededir. Brentano bu oluşumun strüktürleri ile ilgilenirken, Menger ekonomik neticelere bakmıştır. On dokuzuncu yılın ikinci yarısında, Mill ve Ricardo ile doruk noktasına erişmiş olan Klasik İktisat teorisinin bazı problemleri yeterli biçimde çözemediği dikkat çekmiştir. Klasik İktisatçılar toplumu ekonominin içindeki oynadıkları role göre,”sınıflara” ayırmışlardır. Analizlerinde birey yerine grupları ele almışlardır. Bu yaklaşım mal ve hizmetlerin piyasa değerlerini yansıtan nispi fiyatları tutarlı 1035 Alter,1990,s.334 Alter,1990,s.334 1037 Menger, Carl; Grundsatze der Volkswirtschaftslehre, 2.Aufl, Leipzig,1871,s.77 1038 Menger,1871,s86 1039 Menger,1871,s.86 1040 Menger,1968,s.86 1041 Menger,1871,s.95 1036 344 açıklamıyordu. Klasikler üretimin tüketici tercihleri tarafından yönlendirildiğini tespit edemediler. Mal ve hizmetleri gruplara ayırdıkları için karşılarına “değer paradoksu” çıkmıştır. Yaşam için büyük önemi olmasına rağmen ekmeğin piyasa değeri düşük, buna karşılık sadece ultra lüks süs eşyası olma özelliğine sahip elmasın piyasa değeri çok yüksekti. Bu çelişkinin nedeni ne olabilirdi? Klasik iktisatçılar, kullanım değeri ve mübadele değeri bulunan mallar şeklinde ikiye ayırdılar. Bu ayrım ileriki yıllarda, bazı iktisatçıların piyasa ekonomisini, kıt kaynakları kullanım değeri yerine tüketim değeri olduğu düşünülen malların üretimine yönlendirilmekle suçlamalarına yol açacaktı. Klasikler arz-talep ilişkisini teorik yapıya yansıtmalarına rağmen, piyasa fiyatlarını tek bir olgu şeklinde açıklayabilen bireysel tercihleri ortaya koyamadılar. Değerin malların özünde bulunduğunu, yani bir çeşit mallara yüklü olduğunu, üretim süreci ile değerin mallara aktarıldığını düşündüler. Bu anlayışı savunan Ricardo’nun ünlü emek teorisi, değerin kaynağını üretim maliyetlerinde görüyordu. Gerektiğinde değer, üretime katkıda bulunan işgücü saatleri ile ölçülebilirdi. Marx Ricardo’nun bu analizinden yola çıkarak, yani değerin emek saatlerinden oluştuğunu kabul ederek, kapitalistlerin elde ettiği faizi ve karı artık değer olarak yorumlamış, işçi sınıfının payından haksız olarak kesildiğini öne sürmüştür. Ricardo yanlısı İktisatçılar, kapital donanımın üretken olduğunu ve kendi payına düşeni alması gerektiğini kabul etseler de, Marksistler sermayenin “cisimlendirilmiş, donmuş emek” olduğunu söylemişler ve ücretlerin üretimden kaynaklanan tüm karları alması gerektiğini savunmuşlardır. Ricardo’yu izleyenlere göre; ücretler, karlar ve kiraların ait olduğu gruplar arasında sürekli bir çıkar çatışması, işçiler girişimciler ve toprak sahipleri arasında sürekli bir bölüşüm vardır. Yanlızca toplulaştırılmış kavramlarla çalışan Ricardo’cu yaklaşım, sonraki yıllarda etkisi sürecek biçimde, iktisat teorisini üretim ve bölüşüm ayrımına götürdü. Bölüşüm, ekonomiyi oluşturan sınıflar arasında daimi bir tartışma konusu olarak, uzun yıllar yansımaya devam edecekti. Klasik teoriye göre ücretlerin artması ancak 345 kira ve kar paylarının azalması ile mümkündü. Kar ve kiraların artması ise ücretlerin düşmesini gerektiriyordu. Birey yerine sınıfları ele alan teorik yaklaşım, zihinleri kurcalayan bazı sorulara cevap veremeyerek iktisat bilimini ciddi tutarsızlıklarla karşılaştırdı. Menger, sübjektif değeri iktisadi süreçlerin tasvirsel analizinin çıkış noktası olarak değerlendiriyor. Burada ne denge oluyor nede matematiksel metotlar bir rol oynuyor. Önemli bir fark ise, Menger’in (Walras ve Jevons’tan farklı olarak) Gossen’in ikinci kanununu tanımadığıdır. Buna göre, farklı malların tekil faydası, aynı büyüklükte olmalıdır. Klasik iktisatçılar değeri, üretim faaliyetleri sonucu elde edilen karşılık olarak görmekteydiler. Jevons ve Walras’ın değer ve fiyat teorilerine katkıları marjinalizm ve fayda üzerine odaklanmıştır. Walras ve onu takiben diğer mikro iktisat teorisyenlerine göre, bir değişkenin marjinal değeri, toplam değişkenin ana değişim oranına dayanır. Avusturya’lı İktisatçılara göre son birim yararı kavramı sadece psikolojik zevklere ve tatminlere dayandırılmaz, zevklerin marjinal değerlendirilmesine de dayandırılır. Menger’in teorisinde değer, belirli malların veya mal miktarlarının bizim onların ihtiyaçlarımızı tatmin etmede işe yaradıklarını bilmemizden kaynaklanan önemleridir. 1042 Menger burada Bedeutung’u hem “önem” hem de “anlam” manalarında kullanır. Bu da onun Alman Romantik hareketinin özellikle hukuk, dil ve tarih yazıcılığındaki yansımalarından etkilendiğini gösterir. Menger’in değer anlayışı Jevons’da olduğu gibi birim cinsinden ölçülüp faydaya eş olmadığı gibi Klasik İktisatçıların da maliyetlerce belirlendiği savından farklıdır. Bu fark onun Alman tarzı bir iktisat eğitiminden geçmiş ve farklı felsefi akımlardan etkilenmiş olmasından kaynaklanır. Değere ilişkin özselci, zaman teorisi bilinmezliklerle dolu ki, bu romantiklerin dünyasıdır. Menger’in Romantik Okul’dan etkilenmesi dünya görüşüne de yansır. Menger, bireylerin kavranabilir davranışlarını, karmaşık piyasa olgularını açıklamaya yarayacak temel taşları olarak kullanır. Kendisinin atomostich ve bileşkeli composotive olarak adlandırdığı yaklaşımına daha 1042 Menger,1871,s.77 346 sonra metedolojik bireycilik denir. Zamanının Alman bilim çevrelerinin tersine, Menger her zaman ve mekânda geçerli olacak iktisat teorisinin geçerli olduğuna inanır. Kendisinin Klasiklerden ayrı değil, onların tamamlayıcısı olarak görür. Menger bireyin tercih sıralaması ile değer yargısında bulunduğunu gösterir. Değeri ortaya çıkaran, bireyin kendi sübyektif özelliklerine göre mallar arasında yapacağı tercihtir. Belli bir ortam ve zamanda, belli bir kişi açısından farklı isteklerin tatmini için kullanabileceği bir tüketim malının, veri miktarının her bir ünitesinin önemi elinde bulunan toplam ünitelerin, giderebileceği son ihtiyacının tatminine bağlıdır. Son ihtiyaç, kişinin bu mal için yaptığı, giderilmesini istediği ihtiyaçların önem sıralamasında son basamakta yer alandır. Menger bu yaklaşımı ile değerin kaynağına ışık tutarak araç-amaç “mal ihtiyaç tatmini” ilişkisinin temel yapısını aydınlatmıştır. Avusturya İktisat Okulu’nun teorik temel taşı “saf tercih eylem mantığı ”bu noktadan hareket edilerek geliştirilmiştir. Marjinal fayda terimi ilk olarak, on üç yıl sonra, Menger’in öğrencisi Wieser tarafından Almanca Grenznutzen biçiminde kullanılmış ve literatüre geçmiştir. Avusturya değer teorisinin merkezinde birey yer alır. Eylemde bulunan bireyin tercihlerine dayalı seçimleri ve gerçek dünyadaki değer yargıları tüm iktisadi olguların temelini oluşturur. Her tüketici kendi tercihlerini yansıtan değer sıralamasından hareketle iktisat olgusuna katılır ve bu katılımların etkileşimi ve birleşmesi tüketici talebini oluşturur. Ekonomideki üretim faaliyetleri, tüketici taleplerini yerine getirme beklentisi ile girişimciler tarafından alınan kararlar çerçevesinde oluşur. Menger’e göre, hiçbir üretim faaliyetinin mal ve hizmetlere değer yüklemesi mümkün değildir. Değer, her bir tüketicinin sübjektif olarak, kendi özünde yaptığı önem sıralamasından ibarettir. Dikkat edilmesi gereken nokta, değerin ancak ordinal olarak gösterilebilmesi, kardinal olarak ölçüye giremeyeceğidir. Değer üniteleri ile aritmetik işlemler yapmak tamamen hatalıdır. Menger değer paradoksunu bir malın toplam ve marjinal faydasını ayırarak çözmüştür. Menger değeri açıklamakla kalmaz, azalan marjinal faydayı da açıklar. Mallar ve insan ihtiyaçlarının giderilmesi arasında 347 doğrudan bağlantı kurar. Buradan tamamlayıcı tüketim mallarına ve üretim faktörlerine geçer. Üretim faktörlerinin derecelerine ve birleşimlerine ulaşır. Maliyeti malların alternatif kullanımdaki faydası ile açıklar. Malların değerini açıklarken amaç-araç ilişkisinin temellerini geliştirir. Böylece saf tercih teorisi teorik yapısını ortaya koyar. Devrin ön yargısı olan değer paradoksu, yani değersiz pırlantaların faydalı sudan daha değerli oldukları görüşünü, Klasiklerin temsilcileri ve onların aydınlatıcı kuramları ile çözülememiştir. Avusturyalılar “özgün değer teorileri” ile “değer paradoksunu” çözmüşlerdir. Menger’in görüşüne göre, insanların sübjektif ihtiyaçları tecrübesinde, cisimlere belirli bir fiyat biçmeye meyilli olduklarıdır. Bir maddenin sübjektif değeri marjinal faydasını belirler. Bir maddenin marjinal faydası ve toplam faydası ayrıştırması ile Menger, değer paradoksunu ortadan kaldırmıştır. 1043 Oldukça bol olan su, çok yüksek toplam faydasına rağmen sadece sınırlı bir değere sahiptir. Çünkü suyun son biriminin faydası çok küçüktür. Oysa pırlanta gibi maddeler, çok sınırlı sayıda bulunurlar ve çoğaltılamazlar. Toplam faydanın düşük olmasına rağmen yüksek bir değere sahiptirler. Çünkü son biriminin faydası yüksektir. 1044 Bireyler hiçbir zaman genel anlamda “ekmek mal grubu” yani tüm ekmek kavramı ve genel anlamda “elmas mal grubu”, yani tüm elmas kavramı arasında tercih yapma durumunda kalmazlar. Bireyin her tercihi belli bir tercih ortamını yansıtır. Bireyin biçeceği değer, spesifik bir mal veya hizmetin ek birimleri konusunda tercihini kullanacağı anda, sahip olduğu aynı mal ve hizmetin toplam birim sayısı tarafından belirlenir. Issız bir çölde mahsur kalan bir insanın en acil, en önemli ihtiyacını giderecek madde sudur. Bu durumda bir bardak su için cebindeki tüm parayı vermeye razı olacaktır. Çölde bir bardak su için ödeyeceği fiyat, bol sulu bir ortamda ödeyeceği fiyatın üstünde olabilir. Bu durumda suyun fiyatı elmasın fiyatını kat ve kat aşabilir. Dikkat edilmesi gereken nokta, kişinin her birim suya biçeceği 1043 Menger eserinde marjinal fayda tabirini kullanmaz. Onun yerine “ekonomik miktar ilişkisi” formülasyonunu kullanır. 1044 Schumann, J,Grundzüge der mikroökonomischen Theorie, Berlin, 1992,s.73 348 değerin çöl ortamından kaynaklanmadığı, kişinin o anda elinde bulunan toplam su miktarı” birim olarak” belirlendiğidir Menger’in fikri olan, sübjektif ihtiyacın artan tatmini ile faydanın azalacağı, sadece bu düşünceyi çok daha kompleks ilişkilerle kullanmanın çıkış noktasıdır. Bu “sübjektivizm” ile Menger, bütün ekonomik sistemin en son üretim şekline kadar ve her mübadele işlemine kadar, bütün iktisadi faaliyet yürüten bireyler ihtiyaçların olabildiğince tatmine yönelik ilhamı içinde olduklarını belirtmiştir. Bu bakış açısı ile ekonomik fenomenler artık kombine ve dönüşmüş üretim faktörlerinin sonucu olarak görülmeyecektir. Artık insani isteklerin, beklentilerin ve hayallerin sonucu olarak görülecektir.1045 Gottl çok farklı değer tanımlarını karşılaştırdıktan sonra, belirgin bir şekilde sınırlanmış nesnellik objesinin söz konusu olmadığını ve hatta bunun yerine, kaosun egemen olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla değer öğretisi ifadesiyle, ne belirgin bir araştırma nesnelliğinin, ne de bütünsel olan ve doğal bir şekilde sınırlanmış, ekonomik araştırma alanının bulunmadığını belirtmiştir. Gottl‘ın, bu konudaki doktora çalışması dikkat çekicidir. Zira burada marjinal fayda teorisinin, sübjektif olmayan kuruluş tarzına işaret eder.1046 Menger‘in matematiği ve değer teorisinin elementini fayda kavramında” ret etmesinin ötesinde, “en azından diğer marjinal fayda teorilerine göre, bir başka ayırt edici özelliği ortaya çıkmıştır. Zira Menger, kozal – genetik bir yaklaşımı savunmuştur. Bu görüş, denge içersindeki karşılıklı dönüşen pozisyonları içersinde, fiyatların bütün niteliklerini ve bağlantılarını tespit etmek istemez. Menger bunun yerine reel ekonomik tandanslara yönelmiştir ve sonuçta bunlar, ancak zaman içersinde dengeyi sağlayabilir. Bu yüzden onun için önemli olan, fiyat oluşumu sürecidir. Ve hatta bununla birlikte, tekil fiyatların genetik oluşum süreci, onun için büyük ehemmiyet taşır. İşte bu görüş ve yönelim, onun öğrencisi Mayer tarafından, veciz bir şekilde ifade edilmiştir : “ İki fiyat teorisi arasındaki fark, sonsuz hesapların 1045 Kirzner, İsrael M,The meaning of market process, Essays in the development of the modern Austrian Economics, London,1992,s.73 1046 Gottl,1987,s.26-27 349 içersinde yatmaz. Gerçekte Matematikçiler ile Avusturyalıların temsil ettiği fiyat teorisi arasındaki fark, çok farklı bir noktadadır.1047” Buna karşı matematikçiler, fiyatların karşılıklı bağımlılığını, piyasada meydana gelen denge pozisyonuyla açıklar. Ama bunu yaparken bu bağımlılığı gösteren, derinde yatan kozal bağlamları ve uzuvları meydana çıkarmazlar. Avusturyalı Ekonomistlerin fiyat teorisi ise, özellikle “bu kozal bağlamların ve uzuvların ortaya çıkarılmasına yöneliktir.” Bakış açısının hakiki kozal – genetik fiyat oluşumu sürecine yönelmesiyle birlikte ( bu anlamda Schmoller‘i hatırlatan bir uygulama), Avusturyalılar reel süreçleri zaman – mekân bağlamında araştırmaya başlamışlar ve bunun için ağır bir yükümlülük altına girmişlerdi. Çünkü böylesi bir araştırma, salt simültane dengeleyici sistemleri aracılığı ile yapılan, saf fonksiyonel bağımlılık analiziyle, hiçbir zaman söz konusu bakış açısına bile girmesi mümkün değildi.1048 Avusturya teorisi içersinde uygulanmaya başlayan bu genetik - kozal yöntemden dolayı, değer oluşumu bağlamında, zaman, gelecek üzerine belirsizlik ve genel anlamda gelecek üzerine, bazı problemler ortaya çıkarmıştır. Aynı şekilde karar verme hürriyeti, kurumsal oluşum, yanılgı ve beklenti oluşumu, ekonomik değer olarak zaman, bilgilenme maliyetleri ve bazı uyum zorlukları konusunda, çok çeşitli karaktere ve niteliğe sahip problemler ortaya çıkmıştır. Bunlar en nihayetinde denge arayışına yönelir ve bunu gerekli bir kota olarak gösterir. Kozal – genetik metot bunun sonunda, piyasa tandanslarının reel analizine ihtiyaç duyar ki bunun tarihçi bileşeni, Schmoller‘in bakış açısını andırır. Fakat bununla Avusturyalılara güvenilmemesi gerektiğini vurgulamıştır. birlikte Cassel, Çünkü sübjektif değer tahmini ve başlangıç stokları varsayımından yola çıkarak, malların fiyatlarının ve paranın dağılımının, fiyatların kaçınılmaz bağımlılığı ve miktarın çokluğu nedeniyle, sadece tüm eşitlemelerin aynı anda gerçekleştirilmesi durumunda, tespit edilebilir olduğunu belirtmiştir. Bu 1047 1048 Mayer,1927,s.11-12 Neue Wege der Nationalökonomie, s.129 350 gerçeklik Walras ve diğer fonksiyoncu değer yargısı teorisyenleri tarafından şart koşulmuştur.1049 Fiyatların eşzamanlı oluşumu ve genetik – kozal metot, hakikaten bunu büyük ölçüde sınırlandırır. Bu yüzden Menger‘in itirafları arasında olan, fiyatların bütün bağlantılarının genel anlamda sunumun için, yeterince gelişmedikleri yönündeki beyanı, kimseyi şaşırtmamıştır. Bununla beraber, bu yöndeki bir yapılanmanın önünde bir engel bulunmadığına dair ifadesi ise, oldukça şüpheli görünmektedir. Bilakis tüm bağlantılar ve kozal bağlantı arasında, karşılıklı bir dışlama ilişkisinin olduğu söylenebilir ve şüphesiz bu durum, Avusturya yaklaşımı içersinde, başka bir gerilim kaynağının doğmasına neden olur. Fakat bununla birlikte unutulmaması gereken, söz konusu kozal analiz, sonuçta onu Neo – klasik görüşten ayırır. Bir başka soru ise Avusturya yaklaşımının, Chicago varyasyonundan, ne ölçüde farklı olduğuna yöneliktir. Paque bu soruyu 1985 yılında, üç boyutlu ele alarak, her iki varyasyonun birbirinden oldukça uzak olduğunu açıklamıştır. Bu üç boyut birincisi rasyonalite olgusunun statüsü ( a priorizm burada enstrümantalizme karşıdır ) , ikincisi denge konseptinin önemi ve kapsamı alanı ve üçüncüsü ise ekonomi içersindeki ampirik araştırmaların hedefi ile sınırlarıdır.1050 3.3.2. Bilinç ve Şartlar Bu iki tanım değerlendirme için fevkalade önemlidir. Bir maddeye bir değer biçilmesinin şartı, bireyin ihtiyaç ile olay arasındaki ilişkisinde maddenin ihtiyacını tatmin edebileceğini algılamasıdır. Öyleyse kendi durumu ile ilgili bilinç olmalıdır. Ve var olan şartları kendi kullanımı dâhilinde olan olanaklar ile değiştirebilme bilgisine sahip olmalıdır. Bu durum pek çok şey içerir. 1049 1050 Neue Wege der Nationalökonomie, s. 129-130 Dolan,1976,s.45 351 3.3.2.1. Yansıtma –Reflexion Kendi ihtiyaçlarının bilgisi ve tatmini konusu bir miktar entelektüel kabiliyet gerektirir. İhtiyaçların bir kısmının tatmini dışsal-vücutsal ihtiyaçların tatminine yöneliktir. Hayatta kalma ve bunun bilgisi kuvvetli psişik tecrübeler (açlık gibi) ile yerleşmiştir. Öyleyse ihtiyacın tatmini ile ilgili strateji yansıtma ile bağlantılı olduğu için, en basit çabuk ve kolay olarak bu ihtiyacın tatminine yönelik yöntemdir. “içsel psişik” ihtiyaçlar, düşünceler kompleks hale gelir. İlave olarak temel etik ve dini dünya görüşleri ve bunların tecrübeleri etkilidir. 3.3.2.2. Subjektif Tecrübe Birey sadece tanıdığı ihtimalleri dikkate alabilir. Bu kişisel temayüller bütün yeni tecrübeleri ve önyargıları dikkate alır. Ve değer yargısının içine akarlar. Değer yargısının kendisi böylece kendi ihtiyacı bağlamındaki çevre koşulu ile ilgili şahsi bir değerlendirme halini alır. 3.3.2.3. Bilginin Yanlışlık Durumu Değerlendirilen subye iki çeşit hata yapabilir. Birincisi kendi ihtiyaçları konusunda hata yapabilir. İkincisi maddenin (şeyin) ihtiyacın tatminine yönelik tahminde hata yapabilir. Birincisinde hata kendi değerlendirmesidir.1051 İkincisinde ise, objektif özellikler bahis konusudur. Değerlendiren subye, maddenin ihtiyacını tatmin edecek özellikler olduğuna inanıyor. Bu durum hem nicelik hem de nitelik kökenli olabilir. Menger bundan dolayı, “anlamın değişken bilgisi” olarak söz ediyor.1052 1051 1052 Menger,1968,s.122 Menger,1968,s.122 352 3.3.3. Nedensellik (Kozalite) ve Zaman Menger’in kozalite tanımı her şeyden önce değer teorisi açısından önemlidir. Ona göre, “her şey nedensellik ve etki kanunları altındadır.” Bu büyük prensibin istisnası yoktur ve beyhude bir şekilde, empiri alanında onun karşıtını arar durumda olurduk.1053 Menger bu temellendirici strüktürü, psişik hassasiyetlerin dünyasına taşıyor: “Bizim kendi kişiliğimizde ve bunun benzerlerinde, bu büyük dünya bağlamının parçalarıdır. İçinde bulunduğumuz durumdan bizim kişi olarak yönelişimiz kozaliteden başka türlü değerlendirilmez. Nedensel- bağlamda insani tatmin ile yan yana gelebilme kabiliyetine haiz şeyler, faydalı olarak değerlendiriliyor.” Menger’e göre, bu kozalite (nedensel) bağlamı nereden tanıdığımız ve aynı zamanda eğemezliğimize aldığımız ve gerçekten ihtiyaçlarımızı tatmin etme durumuna gelmiş olması, onları mal (güter) olarak adlandırmamızı sağlar.1054 Nedensel bağlam en nihayetinde kanunsal strüktürler kökenlidir. Bunlar dünyanın temelinde vardır ve onu belirler. Böylece değer teorisinin “objektif yönü” oyuna dâhil olmuştur. Çünkü burada şeylerin özellikleri söz konusudur. Ve bunlar ihtiyaçların hakikaten tatmin etmesinin ön şartıdır. Menger “Grundsatze’de” ihtiyaç ile değer arasındaki ilişkiyi (kozal) nedensel olarak niteliyor. 1871 yılında kitabın basılmasından hemen sonra bu kozal-bağlam Hack tarafından eleştirilmiştir. Onun eleştirisi ihtiyaç-mal arasındaki ilişkinin kozal tanımlı ilişki olarak belirlenmesine yöneliktir. Çünkü bunun içinde sadece hedef-araç ilişkisi görmekteydi.1055Menger bu eleştiriyi dikkate almış ve daha “Untersuchung’da” bu yaklaşıma mesafe koymuştur. Ve artık ihtiyaç ile mal arasındaki ilişkiyi araç-amaç münasebeti olarak değerlendirmiştir ve kozal (nedensel) bağlantı artık söz konusu bile olmamıştır. Menger Untersuchung’ta şöyle demiştir: 1053 Menger,1968 Menger,1968 1055 Priddat, Der ethische Ton der Allokation Ehtik und Politik in der deutschen Nationalökonomie des 19.Jahrhunderts Nomas, Baden-Baden, 1991,s.185 1054 353 “İnsani iktisadın çıkış noktası ve hedef noktası artık sıkı bir şekilde tayin edilmiştir. İhtiyaç ve mal arasındaki ilişki artık amacına uygun vasıtayla belirlenmiştir ve ihtiyaç duyma durumundan, tatmin olmuş duruma yol açacaktır.”1056 Kozal tayin edilmiş objektif gerçeklilik düşüncesinden vazgeçmiyor ama bunu subye meyilli bileşen üzerine genişletiyor. Menger, bireysel beklentilerin tayin edilmesiyle mallarla donanması ve ihtiyacın ne zaman tatmin olduğunun tespiti ile birlikte var olan veriler doğrultusunda ihtiyaç tatminin sıkı tayin edilmiş süreci için gerekli olan kuvvet sağlanmış oldu. Kozal ilişkilerden meydana gelen ontolojik bölüm budur. Kendi ihtiyacımız ile obje arasındaki kozal bağlantı, subye tarafından tanınması gerekiyor. Bu bilinçli yansıtma, tanım olarak amaç-araç ilişkisinin ön şartıdır. Öyleyse kozal ilişki hemen subye vasıtasıyla bir amaç-araç bağıntısına dönüştürülür. Birinci baskıda bu bölümün başlığı “malların kozal bağlantısı üzerine” iken,1057 ikinci baskıda Menger bunu “ insanın bilinçli amacına uygun malların bağlantısı üzerine” olarak değiştirmiştir.1058 Menger bir dipnotta ise şöyle diyor: “Malların kozal bağlantısının gözünü çıkartanlar ve kozal kanunların tespitinde aynısını hedefleyenler, iktisat teorisinin görevini yanlış anlıyorlar. Bu görevi fen bilimleri psikolojisinin katılımıyla çözerler. Biz ise, buna karşı araçları insani amaçlar doğrultusunda değerlendirmeliyiz. Ve bağlantılarını ekonomik faaliyet yürüten insanın bilinç maksadına (zweckbewusstsein ) uygun olarak araştırmalıyız. Ve bunların kanunlarını tespit etmeliyiz. 1059 ” Menger böylece esas sorunsallığı ontolojik zeminden, değerlendiren ve davranan subyenin zeminine taşımış oluyor. Bu durum ise, rasyonel fayda maksimize eden seçimin, ihtiyacı tatmin etmeye uygun olan çeşitli araçların ve bununla davranan, seçen insan tabiatının ön plana çıkartılmasını mümkün kılmıştır. Dünyanın kozal strüktürlerine olan inancını kaybetmiyor. Fakat dikkatini değerlendiren subyenin transformasyonu üzerine yoğunlaştırıyor. Zaman Menger’in teorisinde önemli bir olgu. Aktif olan bireyin ve ihtiyacının 1056 Menger, Carl; Grundsatze der Volkswirtschaftslehre,2.Aufl, Leipzig,1871/1923,s.16-21 Menger,1968,s.7 1058 Menger,1923,s.20 1059 Menger,1923,s.21 1057 354 analizi ile zoraki olarak zaman boyutu ve bundan dolayı oluşan neticelerle ilgili soru ortaya çıkıyor. İki olgu birbirine karıştırılmamalı. A) Menger için zaman kavramı kozalite ile direkt bağlantılıdır. İhtiyaç ve mal arasındaki kozal ilişki zamansal bir boyut içerir; çünkü malların düzeni –birinci sınıf malların düzenine dönüştürülmek zorundadır. İhtiyaç tatmini birinci sınıf mallarla hemen, yani neredeyse hiçbir zaman aşımı olmadan gerçekleşiyor. Fakat düşük sınıflı mallarda sürecin karakteri dikkate alınmak zorundadır. Yani dönüşüm sürecinde bulunan zaman bileşkeni etkindir. Değişim ve dönüşüm sadece zamansal boyutta yakalanabilir. Her dönüşüm süreci, oluşmak anlamına gelir. Fakat bu durum sadece zaman içinde düşünülebilir.1060 Menger burada Aristo’nun zaman kavramına dayanıyor. Değişim ve dönüşüm ontolojik zeminde zaman kavramı ile bağdaşıktır. 1061 Yüksek sınıf mallar değerini, dönüştürüldükleri birinci sınıf mallardan alırlar ve bunlar ise değerini ihtiyaçlardan yani bireyin subjektif değerlendirmesinden alırlar. Olası ihtiyaçları tatmin etmek için, bu ihtiyaçların ortaya çıkmasından evvel gerekli üretim süreçleri oluşturulmalıdır. Bilgilendirmenin eksik oluşu büyük bir rol oynuyor: “Ürünün nitelik ve niceliği üzerindeki yüksek veya derecedeki güvenliği, az ya da çok bilgilenme ile kozal süreçteki elementlerden oluşan malların üretim sürecindeki gerçek bağlam veya aynılarının düşük özellikli bağımlılığı ile insanın kullanımına dayanır.”1062 B) Zaman kavramının konu olması ile güvensizlik tanım olarak ortaya çıkar. Aktif olan birey kendi olanağı dâhilinde bulunan birinci sınıf malların nitelik ve nicelikleri oldukça iyi tahmin edebilir ve güncel ihtiyaçları konusunda irtibat kurabilir. Gelecekteki ihtiyaçlar ve onların tatmini ile ilgili mallar konusunda ise durum farklılaşıyor. Burada planlı eylem şarttır. Ne gelecekteki malların nitelik ve nicelikleri ile ilgili yeterli bilgi olmadığı için, aktif birey çoğu kez güvensizlik ile hareket eder. 1060 Menger,1968,s.21 Aristo, Metafizik, s.994 1062 Menger,1968,s.26 1061 355 Menger insanın karar verme davranışını zamansal boyuta bağlayarak, Neoklasik yazarlara göre, oldukça gerçekliliğe uygun resim çizmiştir. İnsan ticaret ile planlayarak aktif bir varlık olarak çevresinin şekillenmesine doğrudan katılır. Davranışlarının büyük bir bölümü geleceğe dönüktür ve sadece o anın tahminine yönelik değildir. Ve gelecekteki tatmine yani Aristo terbiyesi ile “iyi hayata” yöneliktir. Sadece noksan bilgi uzun vadeli kararların hatalı olmasına yol açmıyor. Aynı zamanda geleceğin kararlarını günümüzün kararları altına alma isteksizliği önemlidir. Şimdiki ve gelecekteki ihtiyaç tatmini arasında bir gerilim ilişkisi mevcuttur. Şimdiki ihtiyaç tatmini gelecektekinden daha önemlidir. Bu zaman tercihi (zeitpreferenz) olarak adlandırılır. Güncel ihtiyaçlar ve istekler üzerinde kontrol sahibi olmak bir ticari oyun alanı rahatlığı sağlar. Bu durum sadece insana özgüdür. Uzun vadeli kararlar verebilmek kabiliyeti, etik olmasa bile ona yakın bir karaktere sahip olmayı gerektirir.1063 3.4. METEDOLOJİK BİREYCİLİK Menger’de atomisik metot olarak ifade edilen ilkeye göre, toplumsal bilimlerin konusu olan bir grup olarak insan davranışları ve toplumsal kurumlar, onları oluşturan “bireylerden” hareketle incelenmelidir. Devlet ya da ulus gibi olgular büyük bir karar alıcı olarak değil, çok sayıda bireysel karar alıcıların karmaşık bir bileşiği olarak düşünülmelidir. Medolojik bireycilik en iyi ifadesini Menger’in şu sözlerinde bulmaktadır.1064 Ulusal ekonomi kavramını anlamak isteyen bir kimse, onun gerçek öğelerine, bireysel ekonomilere yani bireysel karar alıcılara inmeli ve ikincisinden hareketle birincisini inşa edecek kanunları araştırmalıdır. Toplumsal bilimlerde, toplumsal bireyciliğin tam tersi yaklaşım, metedolojik bütüncülük holism 1063 Koslowoski, Peter, Prinzpien der Ethischen Ökonomie, Stuttgart,1988,s.35 Littlechild, S, Owen G,An Austrian model of the entreprenteuial Market process,Journal ofMonopoly power,Economic Journal,Royal Economic Society,vol91, 1980,s.18 1064 356 olarak bilinmektedir. Bu yaklaşımda önemli olan grup ya da kurumların bir bütün olarak özelliklerinin anlaşılmasıdır.1065 Menger, bireyi iktisadi fenomenlerin en küçük yapısal parçası olarak görmüştür. Bir mevcutluğun ontolojik statüsüne sadece subye sahiptir ve bir kurumun mesela devletin böyle bir statüsü yoktur. Bu bireylerden meydana gelir fakat son aşamada sadece tanımsal düzlemde gerçekleştirilir. Menger insan davranışının karakterini, hedefe yönelik ve maksatlı olarak değerlendiriyor. Fakat bunun istenmeyen neticeleri vardır. Bunlar pozitif yasama yöntemleriyle yani kurumsal yapılanmanın yönetilen değişken süreçleriyle bir sosyal yapının ve kurumun oluşmasına yol açar. Örneğin Pazar, para veya hukuktur. Menger’de bireycilik araçsal değil, ontolojik bir bireyciliktir. Yani metodolojik ferdiyetçilik sadece karmaşık sosyal ve iktisadi fenomeni analiz etmenin bir aracı değil, aynı zamanda toplumun ve iktisadın yapısının bir yansımasıdır. “Sosyal Organizma” diye tabir edilenler maalesef saf mekanik kuvvetlerin bir ürünü olarak yakalanıp yorumlanmazlar. Daha çok insani çabanın neticeleridir. Eğer bu “organik kökenli” sosyal yapıdan bahsedilecekse; o zaman şu nedenden ötürüdür: Bu sosyal fenomenlerin bir bölümünün, kendi ispatlarının ortak iradesinin sonucu olduğundan dolayıdır. Ve diğer bölümünün, insani uğraşa yönelmiş oldukça bireysel amaçları yakalama isteğinin, yansıtılmamış sonuçları olduğundandır.1066 Böylelikle kurumlar, bir tasarımın sadece bir bölümünün bilinçli olarak uygulandığı sonuçlardır. Büyük bir bölümü ise, bilinçsiz ve plansız davranışın neticelerinden oluşur. Menger bu süreçleri birkaç örnek ile gösteriyor. Para ve hukukun ortaya çıkışıdır. Önemli bir nokta ise, kurumların oluşumunun evrimsel bir süreç ile gerçekleştiğidir. Ekonomik fenomenler bireysel önceliklere ve kararlara dayanır. Bu fenomenlerin anlaşılması sadece bireysel zeminin analizi ile mümkündür. Sosyal fenomenlerin araştırılmasında da Menger resoluta-kompsitiv metodunu kullanarak, en küçük yapısal elemanı arayarak ve bu elementlerin 1065 1066 Neue Wege der Nationalökonomie, s.134 Menger, 1969,s.145 357 strüktürlerini ve bağlantılarını alt alta araştırmıştır. Ekonomik davranan subye böylelikle Menger’de iki yönden ön plandadır. Menger değer teorisinde “mikro zeminde” aktif olan bireyin nasıl motive olduğunu ve bununla ekonomik fenomenlerin nasıl açıklanabileceğini araştırıyor. “Makro zeminde” ise birey sosyal teorinin ortasındadır. Menger’in Untersuchung’da geliştirdiği metodolojik bireysellik aynı zamanda Tarihçi Okulların teorilerine, içerik yüklü eleştirilerde bulunuyor. Ve onların “devlet” varsayımına karşı kutup olarak, subyesi ile şekillenen bireyi yerleştiriyor.1067 Alter’e göre, Menger’in temel kavramlarından biri olan metodolojik bireyciliğin Verstehen geleneği ile olan ilişkisinin tarihsel olarak uyumsuz olduğudur. Çünkü Verstehen geleneksel olarak gerçekliğin bütüncül “holist” kavramsallaştırılmasıyla birlikte anılır ve bu da bireyciliğin karşı kutbundaki bir metedolojik tercih anlamına gelmektedir. Menger ise kendi metodolojik bireyciliğini psikolojik Verstehen kavramsallaştırmasına empoze etmektedir. Ve bunun sonucunda karmaşık bir birliktelik ortaya çıkmaktadır. Bu birliktelikte Verstehen, sübyektivizm, psikolojizm ve bireycillik bir aradadır. Böylece Menger olgusal bilginin temeli olarak yalnızca özel deneyimi kabul eden spesifik bir anlama çeşidi öne çıkarmaktadır. Ve bu anlama biçimini psikolojik olguların ve bireylerin iktisadi eylemleriyle sınırlamaktadır.1068 Hayek’e göre, bireycilik felsefi nominalizmin bir sonucudur. Kolektivist teoriler ise büyük ölçüde realist ya da özcü gelenekte köklerini bulmaktadır.1069 Burada Menger bir orta yol arayışı içindedir. 3.5. İHTİYAÇLAR Menger’in temel sorunsalı, ne milletlerin zenginliği ne de piyasa sisteminin tutarlılığı idi. Önemli olan insan ihtiyaçları ve bu ihtiyaçların teminine yönelik bilinçli girişimleri ifade eden bireysel insan faaliyetleridir 1067 Boos, Marggerete; Die Wissenschaftstheorie Carl Mengers İdeengeschichtliche Zusammenhange, Wien, Köln,1986s.174-181 1068 Alter,1990,s.327 1069 Hayek, Unemployment and the Unions,1980,s.6 Biographische und 358 Bütün iktisadi teori araştırmalarının çıkış noktası ihtiyaç halinde olan insan tabiatıdır. İhtiyaç olmasaydı ekonomi olmazdı v.s. İhtiyaçlar, onların tatminin garantisi insan iktisadının hedefidir. İhtiyaçların öğretisi iktisat bilimi için büyük önem taşır. Ve aynı zamanda fen bilimlerinden sosyal bilimlere ve özellikle iktisat bilimine bir köprüdür.1070 19.yüzyılın sonu ile 20.yüzyılın başlangıcında insan davranışının esas dürtüsü olarak görülen “ihtiyaçlar” dönemin önemli konularından biri olmuştur. Oskar Kraus, Lujo Brentano ve Cubel bu konu ile ilgilenmişlerdir. 1071 Menger’de ihtiyaçlar (Bedürfnisse), insanları iktisadi faaliyete iten dürtülerdir. Ancak Menger’in buradaki çıkış noktası Jevons’da olduğu gibi hedonostik bir yaklaşım değil, ihtiyaçların doğallığıdır. Menger’le Neoklasik İktisat’ın kavramsal düzeydeki bu farklılaşması Menger’in aldığı Alman tarzı iktisat eğitiminden kaynaklanır. Menger( Bedürfniss)ihtiyaç kavramını da Alman Milli İktisat’ından almıştır. İhtiyaç kavramından farklı olarak bir de ihtiyaç miktarı(Bedarf) kavramını kullanır. Bedarf’ı “bir insanın ihtiyaçlarını tatmin için gerek duyduğu mal miktarı” olarak tanımlar.1072 Burada ortaya çıkan soru, Menger’in iktisadi aktörünün, Neoklasik yapı olan homo-economicus ile ne kadar uyumlu olduğudur.1073 Bu durum şu varsayımları içerir: Aktör, - faydasını maksimize eder - rasyonel davranır - zaman ve mekândan ayrılmıştır - tepkisel davranır - geçiş önceliği vardır Birinci varsayım ihtiyaç ile bunun bilincine varmak arasındaki ilişkiyi kapsar. Hangi aracın ihtiyacı karşılayacağına dair tespit ve bu araca ulaşmanın yoludur. İlkönce ihtiyacı karşılayan araç tespit edilirse, o zaman buna giden yol katı bir şekilde tayin edilmiştir. 1070 Menger,1923,s.1 Kraus, Oskar; Das Bedürfnis, Leizig,1894,Brentano1908,Cubel1907 1072 Menger,1871,s.32 1073 Alter1982,s.149-161 1071 Ein Beitrag zur Beschreibenden Psychologie in 359 Menger hem Grundsatze’de hem de Unterschung’ta bu konuya kendisini adamıştır. Onun varsayımına göre, aktif birey imkân dâhilinde olan malların niceliği ile ihtiyaçlarını olabildiğince karşılama niyetindedir.1074 Bu ise, Neoklasik fayda maksimizasyonuna denk düşüyor. Büyük farklılıklar ise başka noktalarda ortaya çıkıyor. Menger aktif olan bireyi zamansal bir çerçeveye oturtur. Ve onun ihtiyaçları ile malların niteliği ve niceliği hakkında yetersiz bilgiye sahip olduğunu varsayar. Böylece bireyin güvensizliği çok büyük rol oynar. Menger’in aktörü dışarıdan gelen olaylara tepkisel karşılık vermiyor. Aynı zamanda aktif davranan bir “homo agens” Bunun nedeni ise, içsel faktörler (ihtiyaç) ile dışsal faktörler (mal) arasında, değişken bir etkileme olduğundandır. Böylece Menger’in “homo agens’i” çok daha fazla davranan bireyin psişik strüktürlerinin varsayımları üzerine oturur. Ve bu ise bütün psikolojik sorunsallıklardan soyut olan “homo economicus” tur. Menger’in iktisadi faaliyet yürüten insanı, dinamik bir gözlemin temelidir. 1075 Menger’de ihtiyaçlar kesinlikle sınırlıdır. Bu bağlamda Menger’deki Bedarf kavramı Neoklasik İktisattaki wants ile karıştırılmamalıdır. İhtiyaçların sınırlılığı Menger’in iktisadi malı anlatmak için verdiği bir örnekte açıkça görülmektedir; günlük bin kova suya ihtiyacı olan bir köyden günlük yüz bin kova taşıyan bir dere geçiyorsa, Menger’e göre, suya olan ihtiyaç fazlasıyla karşılandığı için o köyde su iktisadi mal olmaz. Görüldüğü gibi burada ihtiyacın bir sınırı vardır.1076 Kirzner‘in eleştirisi ise, Menger‘in ikinci bölümde yer verdiği, ihtiyaç konsepti üzerine yoğunlaşır.1077Menger bu bölüme, aşağıdaki sözlerle başlar: “ İhtiyaçlar bizim dürtülerimizden ortaya çıkar, fakat bunların kökenleri ise, tabiatımızda yatmaktadır. Buna göre ihtiyaçların tatmin edilmemesi, tabiatımızı parçalar. İhtiyaçların kısmen tatmin edilmesi ise, tabiatımızı zedeler.1078 Menger burada hiçbir sübjektivist çağrışım taşımayan, natüralist 1074 Menger,1968,s.51 Priddat,1977 1076 Menger,1871,s.82 1077 Krizner, Market Theorie and the Price System, Van Nestrand, 1963, ,s.68 1078 Menger,1968,s.65 1075 360 bir ihtiyaç konseptini savunur.1079 Burada sanki psikoloji, bireyin psikolojik strüktürünü, bireyin tüm özgür seçim eylemlerinin ilerisinde, kesin talepler ivedilikle oluşturmuştur. Menger hiçbir otonom önceliği veya spontane ve bağımsız takip edilen hedefleri vurgulamaz. Bunun yerine ekonomik davranış, var olan ihtiyaçlara, kaçınılmaz bir biçimde uyum sağlamasından bahseder.1080 Öyleyse ikinci bölümü ara fasıl olarak değerlendirebiliriz. Burada bazı konulara değinilmiş, ama hiçbir şey analitik anlamda ele alınmamıştır. Bu bölümün bütününde, pek çok genel geçerli anlayış tekrarlanmıştır. Menger burada sergilediği özelliği itibarıyla, Roscher‘in zayıf noktalarını hatırlatmıştır. Menger sürekli olarak, birinci sınıf malların ekonomik karakterinin, düşük sınıflı mallar tarafından tayin edildiğini tekrarlamıştır. Ayrıca planlanan üretimin, bazı verilere ihtiyaç duyduğunu belirtmiştir. Örneğin “ticaret raporları veya ekonomi muhabirlerinin açıklamaları gibidir.”1081 Menger daha sonra genel kıtlık teoremi üzerinde durmuştur. Bunun rasyonel bir seçim davranışı gerektiğini belirttikten sonra, doğrudan ve basit bir şekilde, özel mülkiyetin gerekliliğine geçer. Fazla sayıda veya bol miktarda bulunan malları, serbest mal olarak tanımlar. Menger’e göre; insan ihtiyaçlarının önemli bir özelliği sonsuza kadar gelişim kabiliyetine sahip olmalarıdır. Bu sonsuza gidiş belirsizlik doğurmaz. Çünkü ihtiyaçlar, halkalar ve kademeler şeklindedir. Her kademeyi tanımlayabiliriz. Bu kademeler sonludur. Kültür ilerledikçe bir üst kademedeki ihtiyaçların tatminine geçilir.1082 Buna göre yüksek kültür gelişiminde, toplumsal ihtiyaç düzeyi yükseldiği için, daha önce serbest olan malların, sınırlı mal haline dönüşür. Kültür ilerledikçe ve insanlar ihtiyaçlarının tatmini için gerekli malları daha uzun üretim süreçleri sonunda elde etmeye başladıkça kendileri için ihtiyaçlarının tatmini yolunda canla başla uğraşma artar ve ihtiyaç miktarlarını temin etme gereği daha zorlayıcı olur. Menger gelecek hakkında çok iyimser değildir. Burada soyut düzlemden reel hayata geçerek Avusturya’nın ilkel 1079 Menger,1968,s.49 Krizner, İsrael M;The Austrian Perspektive on the Crisis, in Littlechild,1990,s.68 1081 Menger,1968,s.32 1082 Menger, 1968,s.33 1080 361 kabilelerini örnek verir. Zira bu kabileler acıkmadan avlanmazken, “kültür insanları” hem kendi geleceklerini hem de nesillerin geleceklerini de düşünürler.1083 Menger insanları ve kültürleri geçim konularını hangi vadede ele aldıklarına göre tasnif eder. Mesela Kızılderililer’in yarının yiyeceği için uğraştıklarını, göçebelerin birkaç gün sonrasının yiyeceğini yetiştirdiklerini, gelişmiş kültürlerin ise onlarca yıl sonra birinci derece mala dönüşecek ürünleri üretmekte olduklarına değinir.1084 Kültür insanı geleceği düşünür, periyodik plan yapar, gelecekte beklediği, tahmin ettiği ve olası gördüğü ihtiyaçları için üretim yolları bulur. Bunlar iş bölümü mantığı içersinde, diğer iktisadi sübyelere bağlıdır. Peki, buradaki toplumsal iş bölümü nasıl gerçekleşir? Periyodik planı belirleyen nedir? Hangi kanunlar basamakların uyumunu sağlar ve nihai tüketici ürünleri ile üretim yolları arasındaki ilişkiyi, tespit eder? Bu noktada Menger‘in eseri içerisindeki zamansal bağlantılar arasındaki boşluk, şaşılacak ve görmezden gelinmeyecek bir şekilde, kendisini gösterir. Bu boşluk sonraki zamanlarda Böhm -Bawerk tarafından, onun Agio “hafifletmek” teorisi ve üretim strüktürlerinin yapılanmasını tanımlamasıyla birlikte kapatılacaktır. Menger‘in yazıları ise, basit bir şekilde tarihçi – ampirik düzlemde kalır. “ Eğer bir mala yönelik ihtiyaç …., malın miktarından daha büyükse , o zaman daha işin başında belirgin olan , ihtiyaçların bir bölümünün tatmin edilemeyecek oluşudur.Söz konusu malın ulaşılabilir miktarı ve pratik anlamda kesin gözüyle bakılan belirli bir miktar mal, hiçbir şekilde bununla ilgili olan ihtiyacı etkilemeden azaltılamaz.” 1085 Söz konusu bu bir miktar malın ( kısmi kantite ) öneminin tespitiyle, esasında sadece önemsiz ( trivialitat ) bir gerçekliliğe ulaşılmıştır. Fakat bu tespitin üzerinden, milli ekonomik yansıma için, oldukça değerli önerilerin ortaya çıktığı ise, şüphesiz bir başka gerçektir. Menger öncellikle ekonomik – kıt olan mallarla, ekonomik – olmayan mallar arasında bir ayrıma gider. 1083 Menger, 1871,s.33 Menger,1871,s.127 1085 Menger,1968,s.77 1084 362 İhtiyaçların tatmini birinci derece mallarla olur. Menger “mal” ve “iktisadi mal” ayrımını ihtiyaçtan hareketle yapar. Mallara sahiplik ile ihtiyaç miktarı üç farklı biçimde karşımıza çıkmaktadır. i) İhtiyaç miktarı, sahip olunan miktardan büyüktür. ii) İhtiyaç miktarı sahip olunan miktardan küçüktür. iii) İhtiyaç miktarı sahip olunan miktara eşittir. Bir malın iktisadi mal olabilmesi için birinci kategoride bulunması gerekir. Dolayısıyla bir malın iktisadi mal olup olmaması kendi iç özelliğine değil, ihtiyaç miktarından az yâda çok olmasına göredir.1086 İhtiyaç miktarının sahip olunan mal miktarından küçük olan mallar ise, fayda sağlayan, fakat bir değer ihtiva etmeyen mallardır. Çünkü bunlar bir kova su örneğinde olduğu gibi, hayati önem taşımakla birlikte, sonsuz miktarda bulunurlar. Bunun sonucu bir kova suyun kısmi kantitesi, bir değer taşımaz. Zira suyu dönük ihtiyaç, problemsiz bir şekilde tamamıyla temin edilebilir. Menger‘de marjinal değerin, sübjektivist mi yoksa objektivist mi olarak yorumlandığı belirgin değildir. Gerçi Menger değerin mallara yapışık olmadığını ifade eder ve bununla birlikte sübjektif mal değerinin hüküm ve koşullarıyla bağlantıda olduğunu belirtir.1087 Fakat bütün bölüm göz önünde tutulduğunda aydınlığa kavuşmayan, onun bununla insanın fizyolojik – psikolojik yapısal şartlarıyla, içsel – bireysel kısmen karşılaştırılabilir değerlerini mi, yoksa tekil bireylerde oldukça sabit bir ihtiyaç strüktürünü mü kullanmış olduğu veya onaylamış olduğudur. Zira Menger bunun dışında, değerlendirmeler arasındaki farklılıkların, daima bireylerin farklı somut doyum noktalarına dayanabileceğini belirtmiştir. (Gıda maddeleri ihtiyaçlarının, birey a‘ da x noktasına, birey b‘ de y noktasına kadar.1088 ) Menger bununla birlikte, sanal değer konseptinden vazgeçmez. İhtiyaç analizine, ihtiyaç sınıflandırmasıyla başlar ve bunun tepesine gıda ihtiyacını oturtur Fakat bundan sonra belirleyici yenileşmeyi yürürlüğe koyar, bu yenilik Alman dilli sübjektif değer öğretisinin, açıkta kalan noktasına 1086 Menger, 1968,78 Neue Wege der Nationalökonomie, s. 136 1088 Streissler, 1963,S.34 1087 363 işaret eder. Buna göre çeşitli ihtiyaçlar, sadece bütünsel çerçeve içersinde tercih için önemli değildir. Aynı zamanda bu ihtiyaçların yanında, az veya çok tamamen tatmin olmaya yöneliktir. Öyleyse “Klasik Yerleştirme,” şu belirttiğimiz şekildedir: “ Buna göre insanların gıda ihtiyaçlarının tatmini ve bunun anlamı oldukça farklı kabul edilmelidir. Hayatını idame ettirebilecek olan noktaya kadar giden gıda ihtiyacı, her insan için hayatını devam ettirmek, birincil derecede önemlidir. Bunun dışında kalan tüketim ise, insanlar için sağlığını koruma babında önemlidir. Gıda ihtiyacı artık tamamen tatmin edildiği noktada, yani bundan sonra tüketilecek olan gıdalar ne hayatı idame ettirmek, nede sağlıklı yaşamak için önemli olmadığı için ve hatta tüketiciye bir haz verme noktasını da aştığı için, söz konusu tüketim devam ettirilirse, hem kişinin hayatı, hem de sağlılığı tehlikeye düşer.”1089 Bu formülasyon içersinde, bireyler üzerine genel ve fazla inkâr edilemeyecek bir değerlendirme yatar. Oysa bununla birlikte, söz konusu formülasyondan teori oluşumu için, ortaya bir sonuç çıkmaz. Hatta onun on ölçekli grafiği, formülasyonda daha fazla amaca hizmet eden, bir anlayış sergiler. Bu şema esasında araştırılacak alanda, sıradan bir yaşamın sadece psikolojisini tanıtmaya yönelikti.1090 Ama daha Stigler, bunun oldukça önemli bir skala olduğunu fark etmiş, fakat aynı zamanda şu sözler sarf etmiştir: Ama ne yazık ki onun büyüklükleri, anlam olarak bir kesinlik taşımaz. 1091 Grafik 1 gıda ihtiyacına işaret eder. Grafik V ise tütün tüketimini gösterir. Rakamsal değerler ise, ihtiyacın derecesini gösterir.1092 1089 Menger,1968, s. 91 Menger, 1968, s. 92 – 95 1091 Stigler, 1937, s. 238 1092 Gıda ihtiyacı 10 değer ile başlar ve seviyeden, değer 1 noktasına kadar basamak azalır. 1090 364 Figür 1: Menger 1968 , s. 93 – ihtiyaç grafiği . I II III IV V VI VII VIII IX X 10 9 8 7 6 5 4 3 2 1 9 8 7 6 5 4 3 2 1 0 8 7 6 5 4 3 2 1 0 7 6 5 4 3 2 1 0 6 5 4 3 2 1 0 5 4 3 2 1 0 4 3 2 1 0 3 2 1 0 2 1 0 1 0 0 Buna göre şemadan ilk edebileceğimiz sonuç ise, gıda ihtiyacının tütün ihtiyacından çok daha büyük olduğudur. Menger bu şema vasıtasıyla, ihtiyaç tatmininin kesin denge analizini sunar. Ayrıca bu grafik onun kozal – determinasyoncu metot yaklaşımına uygundur. “ Rakam altıyla göstermek istediğimiz, tütün ihtiyacının birey için, gıda ihtiyacını tatmin ile aynı anlamı kazanmaya başladığını göstermek isteriz. Bu yüzden birey bu noktadan itibaren, tütün ihtiyacı ile gıda maddesi ihtiyacı arasında, bir denge bulma yoluna gitmeye çalışır.”1093 Menger bu sunumu öncelikle Neoklasik anlayışa göre, bireylerin ihtiyaçlarının marjinal değer dengelemesine bir tezatlık oluşturur. ( Miktar sunulabilen bir ihtiyaç grafiğinde. )Ayrıca bununla birlikte burada oldukça heterojen nesnelliklerin, bu grafik içersinde yer bulması problemini beraberinde getirir. Örneğin genel anlamda gıda ihtiyacı ( I ) ve spesifik tütün hazzı. ( V ) Gıda ihtiyacı çok farklı maddeler aracılığı ile tatmin edilebilir. Bunun önkoşulu ise tüm bireylerin gerçekten toplulaştırılmış, ihtiyaç bileşenleri taşımalarıdır (örneğin gıda.) Peki, ama bunlar sürekli sabit ve 1093 Menger,1968, s. 93 – 94 365 bütün bireylerde aynı mıdır? Ekonominin her niceleyen yaklaşımı, zorunlu olarak fayda ölçüsü problemini barındırır. Tıpkı Menger‘in grafiğinde olduğu gibi. Peki, bu durumda, söz konusu farklı basamaklar neyi ifade eder? Derece I ( en üst basamak ) örneğin 3 kilo ekmek, 20 gr yağ ve 10 gram et olabilirdi veya buna benzer bir kombinasyon. İşte bu söz konusu derece, pratikte bir birim ihtiyacın baz ihtiyacını temsil eder. ( Bu derece aynı zamanda diğer basamaklar içinde bir ölçüt oluşturur. ) Menger sübyeye yönelik yüksek şartlar belirler. Buna göre sübye hem grafikteki tüm ihtiyaçları, farklı şekillerde bir araya toplayabilir, hem de sayısız mal tanır ve bunları kısmi karışımları içersinde, miktarlarına göre belirlenmiş seviyelere dağıtabilir. Ve bunun sonunda grafik seviyelerinde hala zihinsel ölçü ve karşılaştırma faaliyetinde bulunabilir. ( Örneğin 5 gram et ile 10 gram tahıl veya 30 gram ekmek ile 5 gram tahıl = 1 paket sigara. ) Bununla birlikte bu kombinasyonların tümü, aynı anda değerlendirilmedir, zira Menger‘in şeması basit bir şekilde gerçekçi değildir.1094 Aynı şekilde X ekmek = Y tütün yaklaşımının, bu tercihte bulunan kimse tarafından hangi ortak nitelikten yola çıkarak değerlendireceği, tamamıyla belirsizdir. “Örneğin bu tüm tatmin birimleri üzerine uygulanabilen” Edgeworth tarafından iddia edilen zaman – fayda partikül üzerinden mi yapılacaktır1095? Eğer Menger yaklaşımının güçlü olduğu yönlerden biri, hedonist yaklaşımın “arzu –arzusuzluk teorisinin” dışında kalmaksa, o zaman teorik bağlamda burada bir boşluktan başka bir şey kalmaz.1096 Menger grafiğinin bir diğer varsayımı ise, tercihi ölçeğin kalıcılığı ve ex post ile ex ante tatmin arasındaki ayniyettir. Buna göre birey grafik I‘ deki ilk tatminden önce, üç kez I‘de tatmin olduktan sonra gelen birimin, tütün birimi olduğunu bilir. Öyleyse Menger gerçekleşen bir kısmi tatminin, daha sonraki değerlendirmeleri etkilemeyeceğini varsayar.1097 Önceliklerin ve tercihlerin nasıl oluştuğu ve bunların gelişimini nelerin etkilediği ise, tam bir muamma 1094 Neue Wege der Nationalökonomie, s. 140 Edgeworth, Mathematical Psychics: An essay on the application of mathematics to the moral sciences, 1881,s.16 1096 Neue Wege der Nationalökonomie, s. 142 1097 Edgeworth,1881, s. 1 – 16 1095 366 olarak kalır. Ayrıca daha önce belirttiğimiz gibi, bunların bağımlılıkları ve hangi zamansal ufka yönelik oldukları belirsizdir. Daha önce ret edilmekle birlikte, onun sunumu için oldukça önemli olan ve oldukça güçlü bir etki yaratan bir başka implikasyon ( içerme ) ise, sürekli olarak azalan marjinal faydadır, “buna diğer fayda birimleri de dâhildir.1098 ” W. Wundt fayda eğrisinin önce maksimum seviyeye doğru yükseldiğini ve ancak bundan sonra düştüğünü teyit eder.1099“Çan veya çan eğrisi fonksiyonu” gibidir. Çünkü ekonomik temel varsayım mallar genel anlamda kıt olarak kabul ettiği için, öncelikli olarak eğrinin yükselen bölümü geçerlidir. Dolayısıyla bu bölüm, ekonomik eylemin belirleyici bölümüdür. Bu yüzden yükselen ve düşüş eğilimi göstermeyen fayda grafikleri önemlidir.1100 Sübjektivist bir pozisyondan, genelleştirilmiş içsel - bireysel bir tanımlamanın, geçerli olup olmadığı sorgulanabilir. Schmoller bu durumda zamana bağlı ve ihtiyaç eğrileri üzerine olan, merkezi açıklamalarda bulunmak için, tarihçi – ampirik – istatistikî araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu söylerdi. Burada yine açıkta kalan ise zamanlar arası bileşendir. Bireyin planlamaları hangi zaman aralığına yöneliktir? İhtiyaçların geri dönmesini rasyonel olarak nasıl planlar? Menger daha sonraları gerçekçi bir şekilde, bu grafikleri içersine yerleştirilemeyecek olguların olduğunu itiraf eder. Çünkü Menger bunları esasında, yanılgı yaklaşıma bağlamıştır. Buna göre iki değer vardır. Birincisi bireyin uzun vadeli tatmin değeridir ve ikincisi aksettirilmemiş “impulsiv wert” dürtüsel değeridir. Öncellikle insanların kolay yönlendirilebilir olduğunu bilmemiz gerekir. Buna göre hızlı ve daha yoğun olarak gerçekleşen ve geçici refah sağlayan ihtiyaç tatmini, daha az yoğun ama daha uzun vadeli refah sağlayan ihtiyaç tatmininden daha önemlidir. Öyleyse çoğu zaman geçici haz ve zevkleri, uzun süreli refahlarına tercih ederler. Hatta bu hazları bazen hayatlarının üzerinde bile görürler.”1101 1098 Menger,1968,s.23 Bu ifade Graziadei tarafından aktarılmıştır, 1899 1100 Neue Wege der Nationalökonomie, s.143 1101 Objektivist yanılgı yaklaşımı Topos, s. 121 – 122 ‘ de ele alınmıştır 1099 367 Menger kendi taslak çalışmaları içersinde söz konusu grafiği silmiştir.1102 Bu konuda iddiaları ise açıktır : “Buna göre biz şimdiye kadar yaptığımız araştırmalarla, bir yandan mal değerinin farklılıklarını son kökenlerine kadar geri götürdük, fakat diğer yandan ise insanların tüm malların değerlerini tayin ettiği, son ve en kökensel ölçüyü yakaladık, Menger‘in kendisi bile, bu söylediklerine inanmamıştır.1103 Menger büyük bir olasılıkla rakamsal problemlerin dengeleme bilincindeydi. Bütün sunumunun inatçılığı beraberinde içersinde tüm getirdiği, tezatlıkları görmezden gelmiştir, çünkü paradoks bir şekilde teorik sübjektivizmin genel zemini üzerinde, objektif – kozal ve fen bilimlerinin gerisinde kalmayan bir kanıtlama girişiminde bulunmuştur.1104 Menger mutlaka yansımaların kanunsallıklarını, diğer bütün fiyat yansımalarından daha belirgin bir şekilde göstermek niyetindeydi. Bu yüzden Lachmann, Menger‘de sübjektivizmin sınırlı ve noksan bir devrim yaşadığını belirtmiştir. Menger bir mal türü ( ör . Tahıl türleri ) ile çok sayıda ihtiyaçtan (hayatta kalmak, hayvanları besleme… gibi ) yola çıkarak ve söz konusu rezervin, marjinal fayda teorisinde bağımsız rasyonel karar doğrultusundaki kullanımıyla, formel örneklerdeki nicelik ve ölçüt problemini aşar. Buna göre çiftçi tahılı tekil önem basamağı doğrultusunda bölüştürür ve bunun sonucunda, tahıl miktarında meydana gelen azalmayla birlikte, en düşük karakterli ihtiyaç kullanımı ortadan kalkar. Menger‘in tek ürün – çok ihtiyaç örnekleriyle birlikte, dikkatler ilginç yeni bir problem üzerinde toplanır. Buna göre son kısmi kantititeye (miktar ) hangi değerin verileceği açıklığa kavuşmuştur, ama bununla birlikte bütün tahıl çullarının birlikte, hangi değeri taşıdıklarıysa belirgin değildir. Kimse bu noktada ihtiyaç tatmininin oldukça farklı olduğunu inkâr etmez ve bunun grafikte 10 ile tanımladığımız değerden, 1 ile tanımladığımız değere kadar gerilediğini görürüz ( burada söz konusu olan tahılın miktarı dolayısıyla, kısmi kantititeler garanti altına alınmış gibi görünüyor. ) Ayrıca hiç kimse bir miktar 1102 Kauder, Emil, A history of marginal utility theory, 1965, s. 76 Neue Wege der Nationalökonomie, s.148 1104 Neue Wege der Nationalökonomie, s. 148 1103 368 tahılın ( ki bu tahıl ailenin kış boyunca gereksinim duyduğu buğday miktarı olabilir ) , aynı kalitede olan tahıldan daha az bir değer taşıyacağını iddia edemez.1105 Bu problemle ilgili olarak Böhm – Bawerk ve Wieser farklı sonuçlara ulaşmıştır. Genellikle geçerli kabul edilen ise, ya kısmi kantiteler oranının marjinal faydayla çarpılmasıdır, yâda farklı kısmi kantitelerin (teilquantitat ) marjinal faydalarının toplanmasıdır. Şüphesiz bu ikincisi çok daha büyük bir toplam değer ortaya çıkartır.1106 Sık sık ifade edilen iddianın zıttı olarak ki buna göre Menger Wieser‘in çözümüne daha yakındır, metin içersindeki kapsamlı açıklamalara rağmen, belirgin bir cevaba ulaşmak mümkün değildir. Çünkü burada belirsiz kalan nokta, onun değerlendirmesinin sadece herhangi bir birime yönelik olup olmadığıdır. Sonuçta bu durum en düşük fayda değerine işaret eder. Bunların dışında tüm katılımcıların, marjinal fayda konusunda birleştikleri bir nokta vardır. Buna göre belirgin ve saf objektif olan bir çözüm vardır. Sübjektivist bir pozisyondan yola çıkarak, aynı zamanda farklı aktörlerin, farklı toplam değer tespitinde bulunduklarını varsaymak mümkündür. Fakat eğer durum bu olsaydı, o zaman saf rakamsal değerlerde objektifleşen dengeleme çözümlerine ulaşmak mümkün olmazdı ve bunun yerinde anlayarak iktisadi sübyelerin üzerine gitmek gerekirdi. 1107 Net miktar ve sübjektif ile objektif, kantitatif ve kalitatif değer tespiti arasındaki gerginlik, Menger’in peşini bırakmamıştır. Çünkü Menger farklı malların ihtiyaçlar doğrultusunda, ya tamamıyla homojen olarak ele alınması gerektiğini ( her ne kadar farklı tür ve çeşitlere dâhil olsalar bile… ) ,yada farklı kalitatif ihtiyaç tatminine yöneleceklerini, berrak bir şekilde fark etmiştir.1108 Kullanım değeri teorisindeyse aynı problem ortaya çıkıyor ve bu problemi Marks ile Ricardo üretim teorik yönden ele almaya çalışmıştır. Peki nitelikleri farklı olan mallar, kantitatif yönden nasıl irdelenebilir? Veya başka 1105 Fakat bununla birlikte, çiftçinin üretim planına neye göre oluşturduğu ise, bu bağlamda irdelenmez. 1106 Neue Wege der Nationalökonomie, s.150 1107 Neue Wege der Nationalökonomie, s. 151 1108 Neue Wege der Nationalökonomie, s. 151 369 bir deyişle farklı performanslar, nasıl ortalama toplumsal çalışma süresine indirgenebilir? Rakamsal değerlerle operasyon yapan ve determinasyoncu dengelemeyi hedefleyen, mutlaka karakteristik bir iddia taşımalıdır. Menger yaklaşımının gizli objektivizmi burada yatar. Bununla birlikte Liefmann çoğu zaman Menger’i, gizli objektivist olmakla suçlamıştı.1109 Bir yandan farklı ahşap türlerinin, değişken ısı değerleri vardır ama Menger‘e göre, “gösterişli olmayan yiyecek ve içecekler, karanlık ve nemli yaşam alanları, zekâsı kıt doktorların çalışmaları… Büyük miktarlarda elde edilebilecek olsalar bile, bizim ihtiyaçlarımızı kalite yönünden hiçbir zaman tatmin edemez ve daha yüksek kalitede mallarla yarışamazlar.”1110 Menger daha sonra sübjektivist değer öğretisine çelişkili bir biçimde, aşağıdaki iddialarda bulunur: “Yüksek kalite sahibi bir malın düşük miktarlarda bulunması ki bu esasında insani bir ihtiyacı düşük kalitedeki ve yüksek miktardaki mallar gibi aynı şekilde karşılar, ekonomik faaliyet yürüten insan için önemli değildir (veya aynı değerdedir. ) Buna göre yukarıdaki ilişki babında, farklı kalifiye mallar arasında aynı miktarda tüketilirler.”1111 Menger‘in tutarlı olmaya çalıştığını hissedebiliriz. Fakat bununla birlikte değer teorisi ile ilgili en zor sorular cevapsız kalmıştır. Örneğin Daha yüksek derece malların değerinin tespiti gibi Menger‘in ifadeleri bu bağlamda gelişigüzel kalmıştır, ama tam olarak böyle olduğu için Böhm – Bawerk ve Wieser‘in analitik izanı buraya yönelmiştir. “Yüksek derece mallarının değerinin daima ve istisnasız bir şekilde, oluşumunu sağlayan daha düşük derece malların tahmini değeri doğrultusunda biçimlendiği, berrak bir şekilde ortadadır. ”1112 İlerideki zamanlarda ihtiyaç duyulacak malları teminat altına alabilmek için, işgücü, ham maddenin… v.s… yanında sermayenin kullanılması, durumu daha da karmaşık hale getirir. Menger burada özellikle Böhm – Bawerk tarafından eleştirilen ve sermayenin daha ziyade saf bir prodüktivite 1109 Liefemann, Robert; Grundsatze der Volkswirtschaftslehre Vols 1und 2,Stuttgart, 1920,s.78 Menger,1968, 116 1111 Menger, 1968, s. 116 1112 Neue Wege der Nationalökonomie, s. 160 1110 370 – veya fayda teorisini benimser. Bu yaklaşımın kenarında ise, gelecek refahın garanti altına alınmasının, şimdiki refah üzerindeki psikolojik etkisine değinir. Bu düşünceyi Böhm – Bawerk faizin Agio teorisinde geliştirir.1113 Sermaye – ve faiz probleminin yanında, Wieser tarafından sorumluluk problemi olarak adlandırılan durum ortaya çıkar. ( zurechnungsproblem ) Menger ise nihai ürünün değerinin, tamamlayıcı mallarda katılımcı tekil mallar üzerine nasıl dağıtılacağı sorunuyla ilgilenmiştir. Üretim faktörleri ile mallar arasında sübjektivist bir ilişkinin egemen kılınması sonucunda, onun çözümü büyük ölçüde sınır ürününün ücretlendirmesine dönük şekillenir.1114 3.6. MÜBADELE VE FİYAT İnsanlar ihtiyaçlarının tatminini en çoğa çıkarmak için mübadele yaparlar, yani değiş-tokuşun amaçları mübadele yapan için yalnızca farklı anlamı olan kullanım değerleridir. Nasıl üretim yalnızca tüketim için yapılıyorsa mübadelede öyledir. Esas itibarı ile herkes kendi ihtiyacı için ortaya çıkar. Yalnızca piyasada kazanç teklif edilir. Kapitalist ekonomi basit bir mal üretimi karakterini kabul eder. Gerçekte Menger’in ele aldığı sadece piyasa yasalarıdır. Onun öğretileri sosyal çalışma yaşamının organik, planlı yapısını göstermez. Bilimin eski ustaları Smith ve Ricardo’nun doğal doğru üzerine kurdukları büyük kazanımları görmezden gelirler. Pazar fiyatları bu değerden sapmalar oluşturur, bunlar yağmur ve dalgalar gibi yalnızca yüzeyde hüküm sürerler.1115 Menger’e göre, insanları mübadeleye sevkeden esas saik onların bütün iktisadi faaliyetlerinde geçerli olan ihtiyaçlarını tama en yakın şekilde tatmin etme çabalarıdır. Fakat bunu gerçekleştirmesi için üç şart vardır.1116 1113 Neue Wege der Nationalökonomie, s. 161 Neue Wege der Nationalökonomie, s. 161 1115 Neue Wege der Nationalökonomie, s.151 1116 Menger,1871,s.159 1114 371 1- Mübadeleye girecek kişinin sahip olduğu malların bazılarının değeri onun için daha düşük olmalıdır. Başka bir kişi içinde bu malların değeri yüksek olmalıdır. 2- İktisadi faaliyette bulunacak kişiler bu ilişkinin farkında olmalıdırlar. 3- Bu kişiler söz konusu mübadeleyi gerçekleştirecek güce sahip olmalıdırlar.1117 Bu koşullardan sadece birinin bile olmaması, iktisadi bir mübadele için gerekli bir ön koşulun eksik olması, iktisadi davranan bireyler arasında malların mübadelesinin iktisadi bakımdan imkânsız olması anlamına gelir. Menger, Smith’in insanların ticaret ve mübadeleye tabiatları gereği meyilli oldukları “doğuştan gelen mübadele dürtüsü” fikrini reddeder. Ona göre mübadele sadece her iki tarafa çıkar sağladığı zaman gerçekleşir. Menger’e göre, insanlar refahlarını artırmaya dönük rasyonel bir istekle mübadele yaşarlar. Bu durumda iktisatçıya düşen, ticaret hadlerini belirlemektir. Yani her tarafında artık değiş –tokuş yapamayacakları noktayı bulmaktır. Birey ancak aldığı malın kendisi için değeri, verdiği maldan daha fazla ise mübadeleye girecektir.1118 Buna örnek olarak aynı ülkede yaşayan iki kişiden birinin, rekolte fazlası buğday ve diğerinin rekolte fazlası şarap ürettiği varsayılır. Mübadele durumu burada her iki iktisadi sübyenin değerini artırır, zira bir üreticinin elindeki mal, diğeri için daima daha değerlidir. Menger‘in bu örneği tüm toplumsal çerçeve koşullarının soyutlanmasına izin verir ve piyasalar için spesifikleşmiş üretimi şart koşmaz. Bilakis bunun ilerisinde günün şartlarından kaynaklı, izole bir mübadele anlayışını yansıtır. Bu mübadele aynı zamanda kira, toprak kullanımı ve bunun gibi konuları kapsayabilir.1119 Amaç daima ihtiyaç tatminini daha iyi karşılamaktır. Çünkü üretimin hedefi burada yatar ve amaç değildir. 1117 Menger,1871,s.159 Menger,1871,s.175 1119 Menger,1968, s. 159 1118 “fiziki malların artışını” sağlamak 372 Buna göre mübadele ekonomik davranışların açıklandığı dürtüden yola çıkarak açıklanır. Mübadele bu anlamıyla refahın güvenliği ve yükselmesini hizmet eder. Burada marjinal fayda dengesinin kanunsallıkları geçerlidir. Onun örneğindeki komşu evler inek ve at mübadele eder. Ve bu durum, her iki aktörün marjinal faydası identik haline gelene kadar devam eder.1120 A ve B olmak üzere her biri farklı bir malın, at ve inek mevcuduna sahip iki çiftçinin var olduğu örneğini verir. A’nın 6 ata ve B’nin 6 ineğe sahip olduğunu varsayar. A ve B kaç tane ineği ve atı mübadele etmek için anlaşabilir.1121 Cevaben Menger her birinin aldığı malın değeri, karşılığında vazgeçtiği malın değeri karşılığındaki değerini aştığı sürece yani, her iki taraf mübadele ettikleri mallara ters sırada değer biçtikleri sürece iki tarafın bir ata karşılık bir ineği mübadele etmeye devam edeceklerini savunurdu. Mübadelenin duruşu iki tarafın ticaretten kazandıkları faydaları tükettikleri anlamına da gelir. Bu faydalar her tacirin yeniden yapılandırılmış mülkiyeti ile mallarının başlangıçtaki mübadele öncesi mevcudu ile karşılayabileceğinden daha önemli ihtiyaçları karşılama fırsatını ihtiva eder. Bu yüzden Menger’e göre, mübadele ihtiyaç tatmini nedensel sürecinin üretimin olduğu kadar bir parçasıdır. Menger bu feraseti, mübadelenin ve aracıların verimsiz olduğu şeklindeki Klasik önerme safsatasını göstermek için kullanıp savunmuştur. Malların mübadelesinin iki tacirin her birinin iktisadi konumu üstündeki tesiri daima yeni bir servet nesnesinin onun mülkiyetine dâhil olması ile aynıdır. Zira ekonominin gayesi ürünlerin fiziksel artışı değil, ama insan ihtiyaçlarının mümkün olan en tam suretle karşılanmasıdır.1122 Mübadele sınırlarını gösterme esasında, Menger gerçek dünyadaki fiyatlama süreci tahlilinin praksiyolojik yöntemini icat etti. Her nedensel süreç bir başlangıç ve bitişe sahip olduğundan, fiyatlama sürecinin tam bir açıklaması onu hızlandıran ve hareket halinde tutan ve onun inkıtasına neden olan faktörlerin bir tasvirini icap ettirir. Bu tahlili yöntemin merkezinde yer alan şey, Bawerk’in “parasal denge” ve Mises’in “fasıla durumu diye” 1120 Menger burada reel ve hakiki ölçüler kullanarak argümanlarını sıralar Menger,1968,s.187 1122 Menger,1968,s.184, 1121 373 adlandırdığı kavramdır. Yukarıda örnekte, mübadele süreci A ve B iki malın değerlerini ters sırada tasnif ettiği sürece devam eder; süreç ters sırada yapılan değerlemeler artık devam etmediğinde geçici olarak durdurulur. Ve fasıla durumu ortaya çıkar. Doğrudur ki gerçek dünyada ürünlerin bireysel değerlemeleri, tüketici ihtiyaçları ve üretimin şartlarındaki değişimlerden dolayı sürekli bir akış halindedirler. Bu suretle mütemadiyen daha ileri mübadele koşullarını yeniden yaratırlar. Bununla birlikte bu Menger’in tahlilini geçersiz kılmaz. Aslında belirli bir mübadele fiiline hudut tayin etmek için zaruri olan şey, tam olarak fasıla durumu tasarısıdır. Menger’in açıkladığı gibi: Ekonomik mübadelelerin temelleri sürekli değişmektedir. Biz bu nedenle daimi bir silsile fenomeni gözlemleriz. Fakat işlemlerin bu zinciri içinde dahi yakından gözlem ile belirli zamanlarda, belirli kişiler için ve belirli ürün çeşitleriyle mübadelenin fasıla zaten noktaları sınırına bulabiliriz. ulaşıldığı için Bu hiçbir fasıla ürün noktalarında, mübadelesi gerçekleşmez.1123 Menger’in fiyatların nasıl belirlendiğine dair açıklaması tabiatıyla onun mübadele analizini takip eder. Menger fiyatları “fiilen mübadele edilen malların miktarları” olarak tanımlar. Bununla birlikte genel ihtiyaç tatmini sürecinin bir parçası olarak, fiyatlar yalnızca “ekonomik” faaliyetleri doğal olarak takip eden tezahürler, bireylerin ekonomileri arasındaki iktisadi bir dengenin emareleridirler. Bu gerçekleşen fiyatın meydana çıkışının yani iki malın kesin miktarlarının fiili mübadelesinin yalnızca mübadele sürecinin tükenişi ile değil, ayrıca bu mübadeleye katılan tarafların aracılığı ile geçici bir fasıla, durumuna ulaşılması ile de aynı zamanda vuku bulduğu anlamına gelir. Yukarıdaki örnekte eğer A toplam dört atı B’nin ineklerinden dördü karşılığında öderse bu, hem işlemin tahakkuk eden fiyatını, hem de A ve B arasında atlar ve inekler bakımından geçici bir mübadele dengesi kurmak için gerekli malların, belirli miktarlarının değişimini teşkil eder. Benzer şekilde modern parasal bir ekonomide herhangi bir anda, fiilen gözlemlenen her parasal fiyat işlemcilerin her çifti 1123 Menger,1968,101 374 vasıtasıyla katalaktik fasıla durumlarına erişilmesini kolaylaştırmak için gerekli malların mübadele miktarlarını belirtir. Her birey için bu durum kısa veya uzun süreliğine piyasaya tekrar girilmeden ve başka bir mübadeleye başlanılmadan önce geçici bir fasıla şeklini alır. İşte bu ara dönem süresince mübadelenin karşılıklı faydaların tüketilmiş olduğu fark edilir. Menger mübadele sınırını yine rakamlarla belirler ve böylece kesin kanunsal büyüklükleri belirleme yetisine kavuşur. Ayrıca Menger bu noktada mutlak büyüklükler yerine, rölatif büyüklükler elde edileceğini vurgulamıştır. Yani burada asıl sayılar ( kardinal skala ) yerine, sıralı sayılar bulunur. Menger‘in didaktik anlamda iyi hazırlanmış örneği, burada detayları içersinde gösterilemez. Fakat bununla birlikte özellikle belirtilmesi gerekense, burada söz konusu olanın sıralı sayılar ( ordinalskala ) olduğunu belirtmek oldukça zordur. Çünkü daha ilk iki mübadeleden sonra özellikle belirtilmiş olanlar, bizim farklı düşünmemize yol açar : “ İlk olarak yukarıda bahsedilen mübadelenin sonunda, her iki mübadele yapan kişinin ekonomik çıkarı aynı büyüklüktedir. Üstelik bu durum sanki kendi ellerindeki malın değerinin, 40 kat artmış olmasına denk bir etki sağlamıştır.”1124 Onun rakamsal mekanizması örnekleşmiş ( prafixierte ) bir fayda atfetmesini varsayar, sonuçta bu mübadele süresince ve eski tecrübelerinin bir neticesi olarak, öğrenme yoluyla değişmez. İlginç olan bir başka yön ise, mübadele yapanların mal, istek ve fiyat tasavvuru ile piyasa çıktıkları anda, ihtiyaç grafiklerinde bulunan tüm sübjektif niteliklerin, ortadan kaybolmasıdır. Menger hedefi olan determinasyoncu bir dengelemeyi yakalamak için, bir yaklaşım farklılaşması içersine girer. Buna göre artık piyasa aktörlerindeki geleneksel homo economicus’un, sübjektif özellikleriyle değil, tipik evrensel özellikleriyle ortaya çıkmasını ister. Menger fiyat oluşum alanı içersinde, “matematiksel olmayan” bir sınır kabul eder. Bu sınıra her iki tarafın elinde düşük değerde mal kalmadığı anda varılır. 1125 Menger‘in mübadele örneği hiçbir zorlama veya sıkıntı olmaksızın, iki bireyin fazla üretimlerini değerli maddelerle mübadele etmelerini varsayar. Ayrıca her iki tarafında eşit üretim 1124 1125 Menger,1968, s. 164 Menger,1968, s. 168 375 araçlarına sahip olmalarını şart koşar. Çünkü bu şekilde bir egemenlik anlayışının ortaya çıkması engellenir. Schmoller tarafından trans – aksiyom maliyetlerinin düşürülmesi için ortaya atılan kurumsallaşma koşullarına ise, sadece bir kelimeyle değinilmiştir: “Ekonomi – politiğin gelişimi, bu ekonomik kurbanları aşağı düşürme tandansı içersindedir.” Menger, fiyat öğretisini mübadele yansımasının en önemli niteliği olarak sunar. Çünkü fiyat tek mantıklı algılanabilen ve ölçülebilir büyüklük olarak yansır. Fiyat oluşumu bağımlı bir dengeleyici sistem doğrultusunda oluşturulmamıştır. Bunun yerine Menger‘in alışıldık mübadele formu olarak kabul ettiği (ve kültürel gelişiminin başında gördüğü ),izole edilmiş mübadeleden yola çıkmıştır.1126 Menger bunun dışında “Ekonomik faaliyet yürüten bir sübyenin elinde, onun için düşük değer taşıyan mallara sahip olması gerekir. Ve bu değer, farklı bir ekonomik faaliyet yürüten başka bir sübyenin elindeki mallara verdiği değerden farklı olmalıdır.1127 Artık daha önce verilmiş olan rakamsal değerlerin önemi ortaya çıkıyor : “ Çünkü burada artık katı bir şekilde çizilmiş bir sınır vardır. Fiyat oluşumu bunun içersinde, her halükarda gerçekleşmelidir.” Örneğinde bunun sonucunda oluşturulmuş olan fiyat, yüz misli daha fazla buğday verir.1128 Eğer Menger bazı rakamsal değerleri var saymamış olsaydı, o zaman iki taraf arasında bir pazarlık sürecinin gerçekleştiği söylenebilirdi. Şüphesiz bu durum oldukça yanlış ve kanunsallıklara aykırı bir oluşum olmak kalmaz, aynı zamanda onun determinasyoncu metot talebiyle de çelişirdi.1129 Tamamen belirsiz olan bir başka konu ise, bireylerin değerlendirmesi neticesinde, fiyat birimlerinde somut kuralların ortaya çıkmasıdır. Hassas bir psikolog ve sosyolog olan Simmel bile, kuvvetli bir Avusturya etkisi altında 1126 Neue Wege der Nationalökonomie, s.170 Ekonomik antropolojik araştırmanın bu uygulamayı onaylaması ise, oldukça zor görünüyor. 1127 Menger,1968, s. 175 1128 Menger,1968, s. 175 – 176 1129 Neue Wege der Nationalökonomie, s.142 376 olan paranın felsefesi anlayışıyla, bu sorunu görmezden gelir.1130 Üst – ve alt fiyat sınırları arasında bir fiyat oluşum alanı meydana gelir. Bu sınırlar Menger tarafından değiştirilemez sınır çizgisi olarak çizilmiştir. Fakat bu durum bir miktar paradoks görünür, zira söz konusu durumun tek objektif verisi bu sübjektif fiyat tasavvurlarıdır ve bu yüzden bunlar, sübjektif – düzensiz bir tecrübeden geçemezler. Fakat özellikle izole edilmiş mübadelede, iki tarafın bir araya gelmesi ve beklentilerini karşı tarafa göre şekillendirmesi beklenir. Oysa burada aynı şekilde paradoks olan, fiyat oluşum sürecinin kanunsallığının iki taraflı monopolle ( izole takas ) yürürlüğe konmasıdır. Ayrıca bu durum diğer standart olaylardaki teori oluşumunda, zor ve hatta uygulanamaz olarak kabul edilir.1131 Her halükarda Menger söz konusu arındırılmış fiyat sınırları içersinde, etkileşime ve birimler arası determinasyona izin vermiştir. Daha önce belirttiğimiz gibi Streissler bunun üzerine Menger’ci determinasyon teoremini oluşturmuştur. Negishi ise Streissle‘in yazılarından yola çıkarak, Menger‘in determinasyoncu bir piyasa fiyatı kavramının olmadığını belirtmiştir.1132 “ 40 ölçü şarabın fiyatının, 80 ila 100 ölçü buğday arasında olacağını söylememiz doğrudur. Bununla birlikte benim için aynı şekilde, mübadele edenlerin bireysellikleri doğrultusunda, iş hayatı üzerine tecrübe ve bilgileri ile mübadele yapan kişilerin konumları, söz konusu takasın biri için daha avantajlı hale getirecek oluşu kesindir.” 1133 Ama Menger gerçekte bu potansiyel asimetriyi, hemen kısıtlar. Çünkü Menger farklı beceri ve başarıları .. v. s... varsaymak için, teorik anlamda bir gereklilik yoktur. Sonuçta bu olayda insanlar 90 ölçü üzerinde anlaşır ve her iki tarafta yine aynı şekilde avantajlı çıkar. Burada Menger‘in bu düşüncesinin, yine Streissler‘in çatışma – fiyat mücadelesi anlayışından farklı olduğunu görebiliriz.1134 Ayrıca sapmalar tesadüfî olarak kabul edilmiş ve 1130 Simmel, Georg, Soziologie Untersuchungen über die Formen der Vergesellschaftung 4.Auflage,1958, s.43 1131 Neue Wege der Nationalökonomie, s.142 1132 Negischi,1985, bölüm 13. 1133 Menger,1968, s. 177 1134 Menger,1968, s. 177 Burada sıralı grafik ve kişiler arası bir fayda karşılaşması, yine önkoşul olarak kabul edilmiştir. 377 bunların herhangi bir ekonomik karakterinin veya anlamının olmadığı ifade edilmiştir. Bu tabi ki şaşırtmayan bir açıklamadır, zira Menger‘ in hedefi sonuçta saf ekonomik bir alanın varlığını ispatlamaktır.“Ekonomik mübadelede karşılıklı olarak verilen mal miktarları, buna uygun olarak söz konusu ekonomik nesnel durum doğrultusunda, tam anlamıyla determinasyondan geçmiştir.” İnsani istem ise aynı yerde, artık bileşen olarak tanımlanır (rezidualkompenente. ) Menger‘in ikinci baz olayı ise ( burada gelişmiş bir piyasa araştırması grafiği oluşturmamıştır ) , monopol içersindeki fiyat oluşumudur.1135 Menger “tekel ticareti” altındaki piyasanın bir tarafının tek bir satıcıdan oluştuğu bir pazardaki fiyat oluşumunun genel ilkesini şöyle özetler: “Fiyat oluşumu, tekelleştirilmiş malın bir biriminin mübadeleye halen iştirak edenlerle rekabet etmeye en az muktedir ve istekli olan fert için eşit değeri olan şey ile mübadeleden iktisadi bakımdan dışlanan rekabetçilerle rekabet etmeye en istekli ve muktedir olan fert için eşit değeri tarafından tayin edilen sınırlar arasında gerçekleşir.” 1136 Menger, ilaveten tekel piyasasında fiyat oluşumunun temelini teşkil eden aynı ilkenin sadece “tekele” uyduğunu değil ama aynı zamanda bütün piyasalardaki fiyat oluşumuna evrensel olarak uygulanan iktisadın mutlak doğru ve kesin yasası olduğunu da kabul etti. Böhm-Bawerk tarafından “marjinal çiftler” yasası diye adlandırılan bu yasaya göre, her piyasada, fiili fiyat daima ilave mübadelemden karşılıklı kazançları tamamen dağıtan ve bir fasıla durumu ile neticelenen bir seviyeye yerleşecektir. Menger’e göre, “Verili her bir ekonomik durum, ürünlerin fiyat oluşumunun ve dağılımının içinde gerçekleştiği kesin sınırları tanzim eder. Ürünlerin bu sınırların dışındaki herhangi bir fiyatı ve dağılımı iktisadi yönden imkânsızdır. Bir ürünün verili bir miktarı, ister bir tekelci ister arz tarafındaki birkaç rekabetçi tarafından satılsın, ürünün rekabet eden satıcılar arasındaki başlangıç itibarı ile dağılım tarzından bağımsız olarak fiyat oluşumu ve ürünün rekabet eden alıcılar arasındaki sonuç olarak dağılımı üstündeki tesir 1135 1136 Menger,1968, s. 2-13 Menger,1968s.207 378 tam olarak aynıdır.”1137 Menger’in burada “fiyat oluşumu” ve “ürünlerin dağılımına niçin eşit vurgu yaptığını” açıklayan şey, onun ihtiyaç tatmininin nedensel süreci hakkındaki kapsayıcı kaygısıdır. Mallar ihtiyaç tatmininin en yakın nedenleridir ve bu nedenle, mübadele ile meşgul olmanın doğrudan güdüsüdürler. Bu ayrıca Menger’in tarihi olarak gerçekleşmiş fiyatlara odaklanışını da açıklar. Çünkü bu fiyatlar Menger’in ifadesiyle sadece “fiilen mübadele edilen malların miktarları” dırlar. Bundan dolayıdır ki piyasa katılımcıları arasındaki karşılıklı ihtiyaç tatmininden doğan ilerlemeyi hâsıl eden şey, bu malların fiyatlarının ödenmesidir. Menger’in fiyat teorisinde böylesine büyük önem kazanan geçici “fasıla noktaları” bu fiyatlar ödendikten hemen sonra piyasa katılımcıları arasında karşılıklı tatmin artışı için daha fazla imkânlar kalmadığında hâkim olan durumlardır. Menger’in en büyük başarısı, fiyatların insan ihtiyaçlarını karşılama amacıyla maksatlı olarak başlatılan ve yönlendirilen nedensel sürecin objektif tezahüründen daha azı veya fazlası olmadığının gösterilmesi. Böylece, Menger’ci ve bu nedenle Avusturya iktisadının kalbi olan şey fiyat teorisidir.1138 Schumpeter methiyesindeki derinlemesine kavrayış gösteren bir bentte Menger’in katkısının bu yönünü vurgular. Fark eden şey bu nedenle insanların malları, ihtiyaçların tatmini noktasındaki nazarından değerlendirmeleri nedeniyle ve değerlendirdikleri sürece, satın aldığı, sattığı veya ürettiğinin keşfi değil, fakat hayli farklı türden bir keşifti. Bu basit gerçeğin ve onun insan ihtiyaçları yasalarındaki kaynaklarının modern mübadele ekonomisinin bütün o karmaşık fenomenlerine dair basit olguları açıklamak için tamamiyle yeterli olduğunun ve aksi yöndeki çarpıcı tezahürlere karşın, insan ihtiyaçlarının Robinson Crusoe ekonomisi veya mübadelesiz ekonominin ötesindeki iktisadi mekanizmanın hareket kazandırıcı gücü olduğunun keşfi. Bu sonuca yönlendiren fikir silsilesi fiyat oluşumunun bütün diğer sosyal tarihsel teknik özelliklerden müstakil olarak, ekonominin kendine has iktisadi vasfı olduğunun ve bütün kendine has ekonomik olayların fiyat oluşumu 1137 1138 Menger,1968,216-219 Yazar Neue Wege der Nationalökonomie, s.142 379 çerçevesinde kavranabileceğinin kabulü ile başlar. Tamamıyla iktisadi bir bakış açısından, ekonomik sistem yalnızca bir bağımlı fiyatlar sistemidir. Bütün özel sorunlar her neyle adlandırılırsa adlandırılsınlar mütemadiyen tekrarlanan tek ve aynı sürecin özel vakarından başka bir şey değildirler. Ve bütün kendine has ekonomik intizamlar fiyat oluşumu yasalarından mantıki olarak çıkartılabilirler. Zaten Menger’in eserinin önsözünde bu kabulü aşikar bir varsayım olarak buluruz. Onun asli amacı fiyat oluşumu yasasını keşfetmektir. Menger, fiyatlama sorununun çözümü bu sorunun “talep ve arz” veçhelerinin her ikisinde de insan ihtiyaçlarının ve Wieser’in “marjinal fayda” ilkesi diye adlandırdığı şeyin bir tahlil üzerinde temellendirmeyi başarır başarmaz ekonomik hayatın bütün o karmaşık mekanizması birden bire umulmadık ve berrak bir suretle basit bir görünüm kazandı.1139 Schumpeter, Menger’in diğer esaslı katkılarına karşın, “değer ve fiyat” teorisi onun kişiliğinin ifadesidir sonucuna ulaştı.1140 3.7. MAL İnsanlar ihtiyaçlarını karşılayabildikleri zaman eşyalar mal olurlar. Ancak malların kalitesinin insanların ihtiyaçlarından bağımsız olabileceği söz konusu olmaz. Kişi ihtiyaçlarını karşılayacak çeşitli malların yeterliliği konusunda bilinçli olması için onları zihninde sıraya dizer. İhtiyacın karşılanması için ekstra bir planlama gereklidir. Çünkü birçok mal yeterli miktarda bulunmamaktadır. Bunu yerine getirmek Menger için ekonomik bir davranış biçimidir. Bu toplumsal ilişkileri saf bir insan –eşya ilişkisine indirgemektir. Bütün ekonomik olguların bu öznel yaklaşımdan açıklanması denenmelidir. Menger’e göre, iktisat disiplinin yapması gereken şeylerden biri malların iç nedenlerine göre tasnif etmektir. İnsanların ihtiyaçlarının tatminine dönük 1139 Schumpeter, Joseph A;Theorie der wirtschaftlichen Entwicklung, eine Untersuchung über Unternehmergewinn, Kapital, Kredit, Zins und den Konjunkturzyklus,2.Aufl, München, Leipzig,1911/26,s.46 1140 Schumpeter,1926,47 380 nedensellik ilişkisinde faydası olan nesnelere yararlı şeyler diyoruz. Bu ilişkiyi algıladığımız ve aynı zamanda ihtiyaçlarımızı tatmin etmede kullanabilecek güce sahip olduğumuz durumda ise bunlara mal diyoruz.1141 Bu maddeleri mal veya ürün haline getiren ise, onların hakiki çekiciliğidir ve bunlar ihtiyaçlardan, malın veya ürünün faydasından, kozal bağlantının bilgilenmesinden, bağımsızdır. 1142 etkileri ve ulaşılabilirlikleri babında Gerçi Menger mal veya ürün kalitesinin, ürünün kendisiyle bir ilişkisi olmadığını iddia etse bile, ihtiyaç – tatmin ilişkisini mallar üzerinden objektivist bir şekilde elde eder. Menger bununla ilgili şu sözleri etmiştir: “Dışsal maddelerin bizim üzerimizdeki etkisi, esasında onların tabiatı gereği taşıdıkları özelliklerin, olmasından kaynaklanır.”1143Mal bizim veya ihtiyaçlarımızın ürünlerin tatminine yönelik niteliklerini kaybetme potansiyeli üzerine ise, farklı yorumlarda bulunmamıştır: “Maddenin niteliklerinde meydana gelen farklılıklar, insani ihtiyaçların tatmini bağlamında kaybolması ve işe yaramaz hale gelmesidir.” Bu yeniden tesis, Knight‘ın başeserinde, temel hata olarak nitelendirilmemiştir. Menger bununla birlikte gerçek olan ve sanal olan mallar arasındaki Aristo’cu ayrımını ise, bir miktar sistemi ters bir şekilde irdeler. Bu bağlamda sübjektivist – hermeneutik bir ihtiyaç teorisi, söz konusu bile olamaz. Menger bunun ötesinde, bir nevi hissiyatçı bir materyalizmi temsil eder. Çünkü ona göre güzellik iksirleri, aşk şurupları, önemli olmayan hastalıklara karşı ilaçlar, tılsım ve muskalar, sanal mal olarak tanımlanır. Menger hangi malları objektivist bakışla, gerçek mal olarak kabul ettiğini ve bilim adamının bu hükümleri nasıl verdiğini veya bunu metodik olarak nasıl açıkladığını ise, dile getirmemiştir. Ama bununla birlikte burada, psikolojik ısınma ihtiyacını örnek olarak kullanabiliriz. Buna göre 18 – 20 derecelik bir ısı oluşturmak için, bir madde ihtiyaç tatmin aracı olarak kullanılır. Örneğin objektivist bir yanma değeri taşıyan tahta. Menger mantıklı 1141 Menger,1871,s.1-2 Menger,1968,s.3 1143 Menger,1968,s.1 1142 381 / mantıklı olmayan mallar ayrımını, aynı zamanda Schmoller ve Roscher‘i de karakterize eden, aydınlanmacı bir ilerleme teoremiyle birleştirir: “ Bir halkın kültürü ne kadar yükselirse ve insanlar maddelerin gerçek varlığı ile kendi tabiatlarını, ne kadar derinden araştırabilir duruma gelirlerse, açık bir şekilde anlaşılacağı üzere, sanal malların sayısı o kadar azalır.” 1144 Refah daima nomolojik bilgiye bağlıdır. Bu ne kadar büyük olursa, fiktif yorumlanmış anlamlar o oranda vazgeçilmez hale gelir. Menger‘in mal kavramı içersinde aynı zamanda, mal niteliği sergileyen ilişkiler veya şartlar dâhildir. Örneğin monopoller, müşteri çevreleri ve patentler gibi. Bunlar zamanımızın reel gidişatına uygun olarak, materyal kazanç değeri taşır. 1145 Fakat bununla birlikte aile, arkadaş, aşk, kilise ve bilimsel topluluklar, bu oluşumun dışında kabul edilir. Menger Autors Copy dergisine daha sonraları, insanın kendisinin, arkadaşlığın ve tanrı inancının ekonomik mal olup olmadığına dair bir soru yöneltmiştir. Ekonomik olmayan türde, ihtiyaçların var olduğunu kaydetmiştir. Bunun marjinal analizinin bir modifikasyona ihtiyaç duyup duymadığı ise, belirgin değildir. Menger, malların belirgin bağlantılarını ortaya koyarak; malları “birinci derece mallar” ve “yüksek dereceli mallar” olarak ayırır. Birinci derece mallar insanlar tarafından direkt olarak ihtiyaçların tatmininde kullanılan mallardır. Yüksek dereceli mallar ise, kendileri ile diğer malların üretildiği mallardır. Bu malların en küçük derecesi ikidir. Üçüncü, dördüncü ve beşinci derecelere doğru kademeler şeklinde sıralanırlar. Eğer elimizdeki mal birinci derece ise, onu direkt olarak kullanarak ihtiyacımızı tatmin ederiz. Yüksek dereceli ise birinci derece olana kadar onu işleriz. Ancak yüksek dereceli bir malla ihtiyacı karşılamak için tamamlayıcı mallara ihtiyaç vardır. Örneğin ekmek, ihtiyaç ile doğrudan ve nedensel bir kozal bağlantı içersinde kabul edilir. ( birinci derece mal) Un vasıtalı kozal bağlantı ikinci dereceli mal ve buğday değirmenleri ise, üçüncü dereceli mal olarak değerlendirilir.1146 1144 Peukert, H;Die neue İnstitutionenökonomik und die jüngere historische Schule Zwei wege zu einer neuen wirtschaftswissenschaftlichen Theorie der İnstitutionen, Arbeitspapier, Ffm, 1993,s.34 1145 Menger,1968,s.8 1146 Menger,1968,s.8-9 382 “ Bizim özellikle önem verdiğimiz, mallar ile insani ihtiyaçların tatmini arasındaki, kozal bağlantılardır. Burada malların durumuna göre, insani ihtiyaç tatmini arasındaki küçük veya büyük nedensel ilişki, aynı şekilde önemlidir.1147” Menger, bir kişi açısından tüketilme niteliğini kazanmış varsaydığı bir malın kişinin kendisine sağlayacağını düşündüğü faydaya göre ordinal bir tercih sıralamasına koyar. Belli bir ortam ve zamanda, belli bir kişi açısından farklı isteklerin tatmini için kullanabileceği bir tüketim malının veri miktarının her bir ünitesinin (marjinal faydası) elinde bulunan toplam ürünlerin gidebileceği, son ihtiyacının tatminine bağlıdır. Son ihtiyaç, kişinin bu mal için yaptığı, giderilmesini istediği ihtiyaçların önem sıralamasında son basamakta yer alandır. Menger, bu yaklaşımı ile değerin kaynağına ışık tutarak araçamaç (mal-ihtiyaç tatmini) ilişkisinin temel yapısını aydınlatmıştır. Yüksek dereceli malların mal olma statüsü kazanabilmeleri için birinci derece malı üretmede gerekli malların hepsinin yeterli miktarda mevcut olması gerekir. Bir tanesi eksik olursa diğer yüksek dereceli mallar da mal olma şartlarını sağlamaları zorlaşır.1148 Birinci derece mallara ihtiyacın bulunmadığı durumda söz konusu birinci derece mallar üretmede yüksek dereceli mallara ihtiyaç oluşmaz.1149 Birinci derece mallar, söz konusu ihtiyaçları tatmin ettikçe mal olma niteliğinin temellerinden birini yok etmiş olurlar. Menger’e göre, birinci derece mallar için daha çok miktarda kullanıldıkça mal olma niteliklerinin zayıflaması bir istisna değil, kuraldır. Menger’in ne Jevons’ta olduğu gibi faydacı felsefeye, ne de Walras’da olduğu gibi matematiksel yöntemlere başvurmadan azalan marjinal fayda kuramına ulaşması bu şekilde olmuştur. Menger mallar konusunda azlık fikri ile ayrım yapar. Ancak kendisinin de dediği gibi bu kavram İngiliz literatüründe bilinmiyor iken kendisinden önce bunu kullanan Alman yazarlarda, özellikle Hermann’ın çaba anlamında fiyatın varlığı veya yokluğu üstüne temellendirmeye çalışmaktadır. Menger’in 1147 Menger,1968,S.8-9 Menger,1871,s.14 1149 Menger,1871,s.35 1148 383 analizinin bütünü azlık fikri üstüne temellense de bu terim hiçbir yerde kullanılmaz. Yetersiz miktar, bu kavramın yerine kullanılır. Menger bu görünürde önemli olan ve saf sınıflandırıcı ayrışımla, doğrudan yeniden tesis çalışmasının tam merkezine ulaşır.1150 Zira Menger burada üretim süreçlerinin, klasik teknik – fiziki yönünden sapar. Sonra bunu son aşamada teknolojik olarak yorumlar ve bunun daima son tüketici ihtiyacının tatminine bağlı olduğunu belirtir. Söz konusu mal basamağı düzeninde, kozal bağlantı kavramı kullanılmasına rağmen, esasında kozal bir mantık uygulamasının, önemli olmadığı anlaşılır. Menger bunun yerine ekonominin varlığının, hermeneutik bir ihtiyaç yorumunu yapar. Bunun üzerine ekonomik davranışın ne içini ile nedenini ve üretim sürecini tesis etmek ister. Öyleyse burada tasarladıkları, Smith‘çi değer paradoksunun çok ilerisine gider. Malların sınıflandırması her ne kadar ihtiyaç – mal bağıntısının, arkasında duran bir konsept olsa bile, ilk defa Menger tarafından gerçek anlamıyla uygulanmıştır. Ve bu onun için iktisat nesnellik alanı içersinde, şekillendirme aracı olarak hizmet etmiştir. Malların düşünsel bağlamda düzenlenmesi ne kadar önemli görünse bile, kendisini tekrardan üreten ekonomik toplam sistem içersindeki, Klasik arka planında o kadar gereksiz görülmüştür. Stigler ise temel problem olan, mal düzeninin veya sınıflandırmasının tanımlanamamasının yanında, Menger‘de Schmoller mantığında, tarihçi bir yaklaşım olduğunu belirtmiştir. Menger şüphesiz Knight ile yürüteceği teorik bir tartışma sırasında, Bieber ve Hirsch‘in rölatif fiyatlarının, uzun vadede başlangıç üretim giderlerinin dışına çıkamayacağını, itiraf etmek zorunda kalırdı. Fakat bununla birlikte, fiyatların gerekli olan başlangıç maliyetleri doğrultusunda, oluşmadığı konusunda diretirdi. Çünkü ihtiyaçlar sonuçta, tüketicileri bu malları almaya zorlar veya başka malları takas yoluyla değerlendirmeye iter.1151 Peki, ama durum, objektif bir değer teorisini, tartışmalı bir hale sokar mıydı? Menger daha sonra belirttiği gibi, kının maddesinin değersizliğinin, ihtiyaç strüktürünün değişmesinden kaynaklandığı düşünülürse, o zaman 1150 1151 Knight,1950,s. 25 Krizner,1900,s.78 384 teknik bir gelişmeyle birlikte, örneğin sentetik bir üretim yönteminin uygulanmasıyla, daha ziyade üretim – tekniğinin bir faktörü meşrulaşmış olurdu.1152 Menger mal sınıflandırma düzenini, tamamlayıcı ( komplemantere ) mallar konseptiyle devam ettirir. Burada nesnel gerçekliği değiştirir ve buna göre üretim için, birden fazla mala ihtiyaç duyulduğunu belirtir. 1153 Bunun ise yüksek derece ortaya çıkartacağını ve farklı tüketici ihtiyaçlarını tatmin edeceğini belirtir.1154 Menger‘in hangi üretim fonksiyonlarını benimsediği, büyük ölçüde belirsizliğini korur. İdeal tipik ayrımda sınırlandırıcı ve vekâlet eden faktör kombinasyonları ortaya çıkar ve her ikisi de onun tamamlayıcılık kavramıyla yakalanır (bu durum kısıtlayıcı bir büyüklük olarak görülmemelidir), ama bununla birlikte ikinci bir tarihçi – empirik geçidi açtığı ise muhakkaktır. O’nun tamamlayıcılık konsepti organik bağlamda, Avusturya teorisinde tartışılan dağıtım sorunu konusunda, oldukça verimli olduğu anlaşılır.1155 Menger söz konusu tamamlayıcı mallar konseptiyle, üretim sisteminin karşılıklı bağımlılığının, formel olmayan bakış açısını ispatlar. Bu ise daha sonra Keynes‘te gerçekleştiği üzere, ne eş zamanlı dengeleyici (veya eşitleyici denklem sistemi – gleichungssyteme ) sistemler, nede toplam ekonomik büyüklükler üzerine oturmaz. Bunun yerine çıkış noktası olarak, tekil nihai ürünleri kabul eder ve koordinasyon problemini, strüktürel bir perspektifle açıklama yoluna gider. Bu düşünce daha sonra, Hayek‘in ilk konjonktür teorisinde yer alır.1156 Tamamlayıcı mallar konsepti aynı zamanda, Smith‘in ulusların zenginleşmesi bağlamında, iş bölümünün ve piyasa genişlemesinin önemini, objektivist bir şekilde formüle ettiği tezine, bir alternatif veya yedek oluşturur. Çünkü üretim basamakları ne kadar fazlalaşırsa, iş bölümü o oranda büyür. Yalnız burada Menger bu gerçeği, doğrudan ihtiyaç konseptiyle birleştirir. 1152 Menger,1968,s.17-19 Menger,1968,s.20 1154 Menger,1968,s.20 1155 Menger,1968,s.15 1156 Streissler,1969,s.41 1153 385 Menger‘in esensiyal ekonomik tanımlamalarından, daima ekonomik araştırma için, ilginç teorik sorular ortaya çıkıyor. Bu düşüncelerin bir sonucu olarak, “yüksek sınıf mallar, mal kaliteleri bağlamında, ortaya çıkmasına yardımcı oldukları düşük mertebe mallara bağımlıdırlar,” cümlesi ortaya çıkar.1157 Burada da göründüğü üzere Menger, esasında katı bir fen bilimsel kanunsallık kavramının peşinde değildi Menger şu tespitlerde bulunur : “Kozalite fikri… Zaman fikrinden ayrılamaz. Beher her dönüşüm süreci bir oluşum, bir var oluş demektir ve bunlar sadece zaman içersinde gerçekleşebilir… Bu sürecin tekil aşamalarının arasında yatan zaman aralıkları, bazı olaylarda oldukça kısa görünebilir. Ayrıca teknik ve ekonomik hareketlilik, bu zamanı daha da kısaltma tandansı içersindedir. Fakat bununla birlikte zaman aralığının tamamıyla ortan kaybolması, mümkün değildir. 1158 Mal seviyesi düzeniyle kozal teorik ve fiili zorunlu zaman aralığı radikalleştirilir. Menger burada Condillac ve Galiani‘nin değer teorisi anlayışının ilerisine geçer, çünkü üretici üretim vasıtalarının ve tüketim mallarının mal değerini, aktüel marjinal fayda üzerinden tespit etmek yerine, tüketim mallarının beklenen faydası ve olgunlaştıktan sonra gelecekteki durumu üzerinden belirler.1159 Menger henüz değer teorik kontekste değinmeden, şu iddialarda bulunur: “Yüksek dereceli mallar, buna göre kendi kalitelerini, şimdiki zamanın ihtiyaçları dikkate alınarak kazanmazlar.”Bunun yerine ihtiyaçlar bağlamında ve insani öngörü doğrultusunda, yukarıda bahsettiğimiz üretim sürecinin, tamamlandığı zaman aralığında sahip olurlar.1160 Hayek tarafından ortaya çıkartılan enformasyon problemi, Kirzner tarafından duyurulan tüm iktisadi aktörler içerisindeki girişimci kalitesi ve bunun dışında esasında, dengesizlik teorisinin tüm yansımaları, bunun içinde doğal kökenine ulaşır. Yüksek dereceli mal üreten kişi, yakın gelecekteki 1157 Peukert, Die Krise des liberalen Systems und die faschistischen Bewegungen, Munich : R. Piper, 1968,s.21, ,bölüm3 1158 Menger,1968,s.21-22 1159 Kauder,1965,s.79 1160 Menger,1968,s.23 386 zaman aralığı içersinde, mal ihtiyacı üzerine doğru bilgilenme talep eder. Ayrıca gelecek ihtiyaçlarını doğru tahmin etmek ister, zira üretim strüktüründe meydana gelecek olan, çok sayıdaki hatalı planlama, dengesizliğin bu şekilde sürüp gitmesine neden olur.1161 Fakat Menger böylesi bir teorik yaklaşımın, gerçekleşme şansını dikkate almamıştır. Çünkü Menger istikrarsızlıkları ve güvensiz ortamı, çok farklı iki koşula bağlar. Bunun birincisi iklimsel koşullara bağlı olarak gerçekleşen, zirai üretim miktarının ve kalitesinin belirlenememesidir. İkincisi ise, üretim sürecindeki nomolojik bilgi noksanlığıdır. Ayrıca bunların yanında , “burada bahsettiğimiz güvensiz ortamı görmezden gelen”, bir kültürel dokunun varlığı unutulmamalıdır.1162 Menger bundan sonra, Smith‘in iş bölümü ve refah arasındaki dar ilişkiye karşı çıkmıştır. Fakat burada tam belirgin hale gelmeyen ise, yüksek dereceli malların bu teoriye dâhil edilmesinin, hangi ölçüde veya ne şekilde tezatlık meydana getirdiğidir. Bununla birlikte Menger, bazı nomolojik bilgi stoklarını, fazla berrak bir formülasyonla olmamakla birlikte, kısmen düzeltme yoluna gitmiştir. Çünkü burada bir otonom faktör olarak teknik ilerlemeye yönelseydi, klasik – objektif alana kaymış olacaktı. Henüz daha birinci bölümün sonunda, açık bir şekilde temsil edilen kozal – determinasyoncu açıklayıcı yaklaşım ile potansiyel eylemsel – teorik anlama yaklaşımı arasındaki, belirsizlik ve çift anlamlılık kendisini gösterir. Kirzner, Menger eseriyle ilgili en isabetli çalışma içersinde, bunu açık bir şekilde ortaysa koymuştur. Kirzner bununla birlikte burada bahsettiğimiz ikilemi, fazla dikkate almamış ve daha ziyade eski bir çalışmasıyla geçiştirmiştir.1163 “Onun iktisadi sistem tasavvurunda yer alan, tüketicilerin verdikleri ekonomik öneme sahip kararların, yüksek dereceli mallar alanında taşınması fikri, modern sübjektivizm bakış açısı itibarıyla, önemli zayıflıklar gösterir. Bu anlayış söz konusu girişimci adımları atacak, kabiliyetten yoksundur. Oysa bu 1161 Menger,1968,s.45 Menger, 1968,s.24 1163 Krizner,1963,s.23-34 1162 387 hükümler, geleceğin anlaşılmaz sisli ortamı içersinde, yaratıcı, spontane ve cesaretle aktarılmalıdır. Onun için hakikaten, tüketici önceliklerini rezerv dağılımı ile birbirine bağlayan ekonomik kanunsallıklar, otomatik ve mekanik bir şekilde ele alınmalıdır. Menger‘in sübjektivizmi bu perspektif itibarıyla, natamam olarak değerlendirilmelidir.”1164 3.8. PARA Menger’e göre paranın ilk ve temel fonksiyonu değeri ölçmesidir.1165 Menger paranın değerini veri olarak alır ve diğer her şeyin değerini ona kıyasla tespit eder. Buna bağlı olarak, paranın ikinci önemli fonksiyonu bir mübadele aracı olmasıdır. Menger Geld “para” sözcüğünün, geçerli olmak, geçmek, ödemek anlamlarına gelen “gelten” fiilinden türemiş olmasına atıf yaparak bu iddiasına etimolojik destek sağlamaktadır.1166 Paranın diğer bazı işlevleri ise ödeme aracı olması, kendisiyle servet transferi yapılabilmesi, sermaye akışına aracılık yapmasıdır.1167Menger’e göre, para olmazsa iktisadın çarklarının çok zorlanarak döneceğini düşünür. Çünkü bu durumda taleple arzın buluşmaları çok zor gerçekleşecektir. Para bunu, iktisadi faaliyetlerin kişisel yanını ortadan kaldırarak yapmaktadır.1168 Paradan bahsederken, onun en ilkel formlarından başlayarak, modern dönemlere kadar nasıl geldiğini ayrıntılı bir şekilde anlatır.1169 Para kanunla ortaya çıkmamıştır. Para orjininde devletsel değil, toplumsal bir fenomendir.1170 Avusturyalılara göre, devlet veya hiçbir otorite para yaratamaz. Para serbest piyasanın ürünü olarak ortaya çıkar. Yani para maldır. Onu diğer mallardan ayıran özelliği, değiş- tokuş aracı olarak talep edilmesidir. Paranın fiyatı, toplam arzının veya stokunun, para almak veya 1164 Söz konusu bu noksanlık, daha sonraki bölümlerde, fiyat teorisi örneğinde daha belirgin bir şekilde kendisini gösterecektir. Krizner,1990, s. 70 – 71. 1165 Menger,1871,s.250-254 1166 Menger,1871,s.250-254 1167 Menger, Geld, Vol.4,Tübingen, J.C.B. Mohr(Paul Siebeck),1892,s.52-91 1168 Menger,1892,s.6 1169 Menger,1892,29-31 1170 Menger,1892,s.41 388 tutmak isteyen insanların toplam talebi ile ilişkilendirilmesi yoluyla belirlenir. İnsanlar mallarını satarak para satın alırlar. Ve başka mal ve hizmetleri almak için paralarını satarlar. Para sayesinde insan toplulukları iş bölümünü son derece ileriye götürdüler. Ekonomik gelişme büyük uygarlıklara zemin hazırladı. Para, malların zor bölünmesi ve ihtiyaçların aynı ana rastlamaması gibi“barter” mübadelelerinin sorunlarını çözmüştür. Para sayesinde karmaşık üretim biçimleri örgütlendi; toprak, emek ve sermaye malları, ihtiyaca göre, değişik üretim evrelerinde rol aldı ve üretimdeki payları oranında para ile karşılandılar. Mübadele oranların para cinsinden ifadesine “fiyat” dendi. Para diğer malların ifadesi için ortak payda olarak kullanıldı. Avusturyalılara göre, altın veya gümüş mübadele aracı olarak kullanılan mallar arasında en geçerli olanıdır. Para birimi olarak kullanılan altın veya gümüş ağırlık ölçüsü birimleri ile mübadeleye girer. Xgram altın veya gümüş, Y malı karşılığında ödenir, yani mübadele edilir. Altın veya gümüş gibi kıymetli madenlerden oluşan parayı tercih ederler. Böyle bir paranın “yasal koruyucu” şeklinde devlet desteğine ihtiyacı yoktur. Ancak Menger, paranın kurumsal varlığının ve bir mübadele aracı olarak işlev görmesinin devletin icbar gücü ile temin edildiğini kabul eder.1171 Para darp etmenin gelişim sürecinin analizini yapar. Söz konusu analizler Menger’in politik müdahalelerin iktisadi düzenlemeleri ne derece etkileyebileceğinin son derece farkında olduğunu gösterir. Menger sadece liberal toplumu “doğal” görüp ondan her türlü sapmayı arızi gören bir yaklaşıma sahip değildir.1172 Menger’in para teorisi, onun bir kurum olarak kökenlerine getirdiği açıklama,metodolojik bireycik ilkesinin rolünü en kuvvetli olarak ortaya çıkarır ve dolayısıyla devletin organik bir yapı olarak görüldüğü kurama da en kuvvetli eleştiridir. Seksenlerin sonlarına doğru Avusturya’nın daimi para birimi sorunu ciddi bir reformun hem mümkün hem de gerekli olduğu bir hale ulaşmıştı. 1878 ve 1879’da gümüşün fiyatının düşüşü en başta fiyatı zaten düşmüş kâğıt parayı gümüş kuruna getirmiş ve sonra da gümüşün bozuk para olarak kullanılmasının sürdürülmeyerek bunun yerine 1171 1172 Menger,1892,s.41 Roll,1936,s.456 389 altın kullanılması gündeme gelmiştir. Bu dönemdeki durum – birçok açıdan parasal tarihin en ilginç olaylarından birisidir – giderek daha tatmin edici olmayan bir şekilde görülse ve Avusturya’nın finansal durumu uzun bir süreden beri ilk defa stabil bir dönemi vaadederken genel olarak devletin işleri ele alması beklenmekteydi. Dahası Macaristan ile 1887’de imzalanan anlaşma bir komisyonun derhal toplanarak çeşitli ödemelerin devamının mümkünatını sağlayacak önlemler almak için toplanması gerektiğini koşul tutuyordu. İkili monarşinin iki tarafı arasındaki olağan politik güçlükler yüzünden olan ciddi bir gecikmeden sonra, komisyon veya daha doğrusu biri Macaristan diğeri Avusturya için oluşturulan komisyonlar, tayin edilerek 1892’de sırasıyla Viyana ve Budapeşte’de toplandı. Menger’in en önemli üyesi olduğu, Avusturya “Wahrungs-EnqueteKomisyonu”’nun tartışmaları, başa çıkmaları gereken özel tarihsel durumdan ayrı olarak çok ilginçtir. Avusturya Maliye Bakanlığı bu komisyonun hareketliliklerinin temeli olarak kullanılacak üç adet kalın cildi ciddi bir dikkat ile hazırlatmıştır ki bu ciltlerde muhtemelen herhangi bir yayın ile kıyasla geçen dönemin parasal tarihini bütünüyle ele alan belgesel bir koleksiyon yapılmıştır. Menger haricindeki üyeler arasında iyi bilinen Sax, Lieben ve Mataja gibi Ekonomistler, bir grup gazeteci, banker ve Benedikt, Hertzka ve Taussig gibi ünlü yatırımcılar bulunmaktaydı ki bu üyelerin hepsi parasal sorunlar hakkında genel bir bilgiden daha fazlasını bilmekteydiler ki BöhmBawerk, ki o zamanlar Maliye Bakanlığında çalışıyordu, devlet temsilcilerinden birisiydi ve yardımcı oturum başkanı idi. Komisyonun görevi bir rapor hazırlamaktan ziyade, üyelerinin devlet tarafından sorulan bir dizi soruya ne yanıt vereceklerini duymak ve tartışmaktı. Bu sorular gelecek para biriminin temeli, mevduatlar, Altın standardına geçilmesi durumunda var olan gümüş ve para dolaşımının oranı, var olan kâğıt florin ve altın değişimini ve kabul edilecek yeni para biriminin doğası ile alakalıydı. Menger’in soruna olan hâkimiyeti, olan biteni apaçık anlatma becerisinden daha aşağı kalır olmadığından bu iki özellik ona komisyonda liderlik pozisyonu verdi ve yaptığı açıklamalar dikkati en fazla çeken açıklamalar oldu. Hatta bir ekonomist için olabilecek en kendine has bir 390 başarı olarak borsayı geçici olarak durduracak nitelikte açıklamalar yaptı denilebilir. Katılımı sadece standart seçimi ile alakalı genel soru ile alakalı değil – ki burada komisyonun bütün üyeleri ile beraber Altın standardına geçilmesinin olabilecek en pratik ve işe yarar çözüm olduğu konusunda hemfikirdi – bunun yanı sıra seçilecek kesin paritenin ve geçiş dönemi için seçilecek zamanın getireceği pratik sorunlar konusuna da eğilmişti. Herhangi bir yeni para birimi değişikliği süresince olan geçişte karşılaşılacak bu pratik sorunlarla ve hesaba katılması gereken diğer faktörlerle alakalı bu değerlendirmeleri yüzünden haklı bir biçimde kutlanır. Bu yorumların günümüzde bile aynı sorunlarla yüzleşen ve etkilenen ülkeler tarafından dikkate değer bir şekilde kullanılması takdire şayandır.1173 Ancak aynı sene para sorunlarını daha gelen bir biçimde inceleyerek günün sorunları ile alakası olmayan bir yayının yayınlanmasını görmüştür ki bu yayının Menger’in ekonomik teori konusundaki son ana katkısıdır. Bu o sıralarda yayınlanmak üzere olan Handwörterbuch der Staatwissenschaften’ın ilk baskısında olan para konusundaki makalesidir. Genel para teorisini olabildiğince açık seçik anlatmakla alakalı derin araştırmalara girerken hazırlanması onu Avusturya’nın özel sorunlarını tartışılmasından iki üç sene önce olduğu için Menger kendisini bu tartışmalarda tekil bir biçimde çok yetkin hale getirmiştir. Ancak Menger hep parasal sorunlar ile dikkatli bir biçimde ilgilenmiştir. Grundsatze’nin son kısmı ve Unterschungen über die Methode’un bazı kısımları önemli katkıları içermektedir ki özellikle paranın orijini ile alakalıdır. Burada dikkati çekilmesi gereken en önemli nokta Menger’in, gençlik yıllarında, günlük gazetelere yazarken kullandığı çok sayıda makaleler içerisinde 1873’te iki tanesi J.E. Cairnes’in altın keşiflerinin etkileri üstüne yazdığı makaleler üzerinedir. Bazı açılardan Menger’in sonraki görüşleri Cairnes’in bazı görüşlerine oldukça yakındır. Ancak Menger’in ilk katılımları, özellikle malların “satış”ın farklı derecelerinin kavramlarını paranın işlevlerini anlamanın temeline koyması parasal doktrinler tarihinde onun yerini onurlu bir yere koymaya yeterliyken 1173 Neue Wege der Nationalökonomie, s. 154 391 bu son yayınında merkezi bir sorun olan paranın değeri kavramına katkıda bulunmuştur. Yirmi yıl sonra Menger’in çalışmalarının direkt devamı ile yapılacak olan Profesör Mises’in çalışmasına kadar, bu makale “Avusturya Okulu”nun para teorisine olan temel katkısı olarak kalmıştır. Bu katkıının doğası konusunda biraz durmaya değer zira bu konu yanlış anlaşılmaya hala müsait olan bir sorudur. Sıklıkla düşünülen şey Avusturya’nın katılımının marjinal kullanım ilkesinin para değeri sorununa mekanik bir şekilde uygulama denemesi olduğudur. Ancak bu böyle değildir. Avusturya’nın bu alandaki temel başarısı marjinal kullanım analizinin altında yatan subjektif veya bireysel yaklaşıma para teorisinin tutarlı bir biçimde uygulanmasıdır ki bu hem daha önemlidir hem de daha geniş bir biçimde etkilidir. Paranın değerinin farklı kavramlarının, değişiminin, ve bu değerin ölçülebilme ihtimalinin anlamları konusundaki açılımları ve paraya olan talebi kararlaştıran faktörlerin tartışması sayı teorisinin geleneksel ele alınışının ötesinde hem ortalama hem de bütünüyle daha ileride bir katkı gibi görünmektedir. Ve paranın “iç” ve”dış” değeri arasındaki tanıdık ayrımı örneğinde bile kullanılan terimler biraz yanlış yerlere götürebilir nitelikte olsa da – aradaki ayrım, farklı değer türlerine değil, fiyatları etkileyen farklı güçlerle alakalıdır – sorunun altında yatan kavram inanılmaz bir biçimde moderndir.1174 3.9. AVUSTURYA VE NEOKLASİK OKULLAR ARASINDAKİ FARKLAR Avusturyalı kuramcılar için ekonomi bilimi, bir karar kuramından ziyade bir eylem kuramı olarak kavranır ve bu, onları Neoklasik meslektaşlarından en açık bir biçimde ayıran özelliklerinden biridir. Aslında, insan eylemi kavramı, bireysel karar kavramını ve çok daha fazlasını içermektedir. Her şeyden önce, Avusturyalılar için, eylemin ilgili kavramı, sadece amaçların ve araçların “verilen” bilgisinin bir çevresindeki kararın varsayımsal sürecini değil, her şeyden önce ki bu en önemli noktadır, “ bölüştürmenin ve ekonomi 1174 Neue Wege der Nationalökonomie, s. 155 392 yapmanın gerçekleşmesinin gerektiği araçlar-amaçlar çerçevesi algısının ta kendisini içerir.1175 Dahası, Avusturyalılar için en önemli unsur bir kararın alınması değil, bu kararın süreci boyunca (bu sonuçlanabilir veya sonuçlanmayabilir) bir dizi etkileşimin ve koordinasyon sürecinin olduğu, çalışmasının yer alan farklı aktörler tarafından gösterilen kıvraklığa az yâda çok oranda bağlı bir şekilde düzenlenmiş olabilen, sosyal etkileşim süreçleri üzerine olan bir kuramdır1176. Dolayısıyla, Avusturyalılar için, ekonomi çok daha genel ve geniş bir bilimi, insan eyleminin (insan kararının değil) genel bir kuramını kapsar veya onun içinde bütünleşir. Avusturyalılar için, öznelci algılama biçimi, tüm süreçlerde yaratıcı ve öncü aktör olarak düşünülen, etten ve kandan oluşan gerçek insana dayanan ekonomi bilimini kurma çabasından meydana gelir. Bu yüzden Mises için, “ekonomi şeylerle, elle tutulur maddi nesnelerle ilgili değildir. İnsanlarla, onların anlamlarıyla ve eylemleriyle ilgilidir. Eşyalar, mallar, bolluk ve diğer tüm yönetim unsurları doğanın unsurları değildir. İnsan anlamının ve yönetiminin unsurlarıdır. Onların üstesinden gelmek isteyen kişi dış dünyaya bakmamak zorundadır. Onları, eylem halindeki insanın anlamında aramak zorundadır. Avusturyalılar için, neoklasiklerin aksine büyük bir oranda, ekonomideki kısıtlamalar, nesnel fenomenler ve dış dünyanın maddi faktörleri tarafından değil, insanın girişimci öznel bilgisi tarafından dayatılmaktadır. Girişimcilik, neoklasik ekonomi biliminde yokluğuyla dikkat çekmekte iken, Avusturya ekonomi kuramında tam tersine, öncü rolü oynayan güçtür. Aslında girişimcilik, gerçek dünyanın, her zaman dengesizlik durumunda olan ve neoklasik yazarların dikkatini çeken denge durumu modelinde hiçbir şekilde yer almayan tipik bir fenomendir. Buna ek olarak, neoklasikler girişimciliği basit olarak, beklenen maliyetleri ve karları ile uyumlu bir biçimde bölüştürülebilecek olan fazladan bir üretim faktörü olarak düşünürler. Girişimciliğin asıl işlevi, daha önceden var olmayan ve bilinmeyen yeni bilgiyi yaratmayı ve keşfetmeyi içerir. Bu da herhangi bir neoklasik öncel kararı, 1175 1176 Krizner,1973,s.33 Kirzner,1991,s.201-208 393 beklenen maliyetlere ve karlara dayanarak bölüştürme üzerinden vermenin insanca imkânsız olduğu anlamına gelir. Girişimciler sürekli olarak, aslında öznel, pratik, dağnık ve dolaşımı zor bir şekilde yeni bilgi üretmektedir.1177Dolayısıyla bilginin öznel algısı, Avusturya metodolojisindeki, neoklasik ekonomilerde bilgiyi her zaman nesnel olarak ele alma eğiliminde oldukları için eksik olan esas unsurdur. Aslında neoklasikler için, mallar gibi bilgi de, nesne olan ve azamileştirme kararının bir sonucu olarak getirilip pazarda satılan şeydir. Farklı dayanaklarda saklanabilecek olan bu bilgi hiçbir şekilde Avusturyalıların öznel bakışındaki bilgi değildir: yaratılan, yorumlanan, bilinen ve belli bir eylemin bağlamında aktör tarafından kullanılan alakalı pratik bilgi. Neoklasik ekonomistlerin denge durumu modeli genellikle girişimciliğin Avusturyalılar için olan düzenleme gücünü göz ardı eder. Aslında bu güç yalnızca bilgiyi yaratıp iletmekle kalmaz. Daha önemlisi, toplumdaki acentaların ayarlanmamış davranışları arasındaki koordinasyonu yönlendirir. Etkili bir şekilde, tüm sosyal diskoordinasyon, girişimciler tarafından keşfedilinceye kadar gizli kalan fırsatını gerçeğe dönüştürür. Girişimci kazanç fırsatını gerçeğe dönüştürür. Girişimci kazanç fırsatının var olduğunu fark edip bundan faydalanmak için harekete geçince, bu ortadan kaybolur ve herhangi bir piyasa ekonomisinde var olan denge durumuna doğru olan eğilimi açıklayan kendiliğinden bir koordinasyon süreci oluşur. Dahası, girişimciliğin düzenleyen doğası, ekonomi kuramının bir bilim olarak var olmasını, sosyal süreçleri açıklayan koordinasyon yasalarının kuramsal bir varlığı olarak anlaşılmasını mümkün kılan tek faktördür. Bu yaklaşım neoklasik ekonomistler özellikle karşılaştırmalı statikçilerin karakteristiği olan (“kusursuz rekabet, tekel, kusurlu veya tekelci rekabet”) denge durumu modeli üzerinde yoğunlaşırken Avusturyalı ekonomistlerin neden rekabetin dinamik (rakipliğin bir süreci olarak anlaşılan) çalışmayla ilgilendiklerini açıklar.1178 1177 1178 Kirzner,1994a,cilt1,s.223-226 Huerta Soto,1992,s.78-79 394 Avusturyalılar için, temel ekonomik sorun, bilinen kısıtlamalara tabi bilinen bir hedef işlevinin azamileştirilmesinden oluşmaz. Aksine sorun ekonomiktir; sorun kendileri arasında rekabet eden birçok amaç ve araç olduğu, bilgisinin verilmiş veya sabit değil, bunu sürekli olarak yaratan ve üreten sayısız insanın aklında dağınık olduğu zaman ortaya çıkar. Ve dolayısıyla tamamı gelecekte yaratılacak olan ve her bir görece yoğunlukla takip edilecek olan mümkün alternatifler bilinemez bile.1179 Dahası, Avusturyalılar için, mikroekonomileri ve makroekonomileri neoklasik ekonomistlerin yaptığı gibi iki sıkı bölümde ayırmanın mantığı yoktur. Aksine, ekonomik sorunlar birbiriyle ilişkili temeller üzerinde, mikro ve makro bileşenleri arasında ayrım yapmadan birlikte çalışılmalıdır. Ekonomi biliminin “mikro” ve “makro” yanları arasındaki esas ayrım, siyasal ekonomi üzerine olan modern tanıtıcı el kılavuzlarının ve ders kitaplarının en karekteristik eksikliklerinden biridir. Ekonomik sorunların birleşik bir değerlendirmesini sağlamak yerine, ekonomi bilimini her zaman, aralarında hiçbir bağlantı olmayan ve dolayısıyla ayrı olarak çalışılabilen iki farklı disipline “mikroekonomiler ve makroekonomiler” bölünmüş şekilde sunarlar. Avusturya metodolojisinin bir diğer esas unsuru, maliyetlere dair sadece öznel olan algısıdır. Çoğu yazar, bunu ana akım neoklasik paradigmanın bünyesine sokmanın çok zor olmadığına inanır. Bununla birlikte, neoklasikler yalnızca maliyetlerin öznel doğasını retorik olarak dâhil ederler. Ve son analizde, fırsat maliyeti kavramının önemine değinmiş olsalar da, bunu modellerinin bünyesine her zaman nesnelleştirilmiş bir biçimde katarlar. Avusturyalılar için maliyet, aktörün üzerine almaya ve belli bir eylem akışını takip etmeye karar verdiği zaman ferekat ettiği amaçlara yerleştirdiği öznel değerdir. Diğer bir deyişle, nesnel maliyetler yoktur. Maliyetler bunun yerine, her bir aktörün girişimci tetikliği vasıtasıyla keşfedilmek zorundadır. Aslında, birçok muhtemel alternatif fark edilmeyen gider ama bir kez keşfedildikten sonra, maliyetlerin girişimcinin görevi üzerindeki öznel algısını 1179 Endres,1991,s.275-295 395 değiştirir. Amaçların değerini belirleme eğiliminde olan nesnel maliyetler, dolayısıyla mevcut değildir. Gerçek durum tam tersidir.Maliyetler,aktörler tarafından gerçekten aranan (tüketici malları) amaçların öznel değerlerine dayanarak öznel değerler olarak varsayılır.Dolayısıyla Avusturyalı ekonomistler için, onları üretmek ve üretmemek için aktörün maruz kalmaya gönüllü olduğu maliyetleri belirleyen, neoklasik ekonomistlerin sıklıkla vurguladığı gibi, piyasadaki öznel değerlemelerin gerçekleştirilmesi olarak tüketici mallarının nihai fiyatlarıdır. 3.10. POLİTİK EKONOMİNİN DİĞER BİLİMLERLE İLİŞKİLERİ 3.10.1. Matematik Avusturya Okulu’nun önemli bir özelliği onun matematik metotları kullanımı ile olan ilişkisidir. Menger’in sunumu olan “teorik iktisat biliminin görevi ve hedefleri” ile rahatça anlaşılabileceği üzere, matematik olmadan çalıştığıdır. Çünkü analitik –tasvirsel yöntemi takip etmektedir. Amaç iktisadi fenomenlerin a pritoik strükler açısından incelemektir. Nitelikli büyüklük ve bağlantıları değil. Bu onun görüşünü kuvvetli bir şekilde Jevons ile Walras’ın görüşlerinden ayırıyor. Bunlar, İktisadi fenomenleri matematik modellerle anlatmaya çalışıyor. Niehaus’a göre, matematik kullanımı noksanlığı sonucu Avusturya Okul’u erken batmıştır.1180 Avusturya Okulu ile Neoklasikler arasındaki farklardan birisi, matematik dışı yöntem ve bununla birlikte iktisadi fenomenlerin ve onların varlıklarını analiz ederek açıklama istekleridir. Walras ve Jevons’a karşın Menger’in temellenmiş matematik bilgisi yoktu. Avusturyalılar iktisata, hukuktan devlet memurluğundan, tarla yaşantısından, eski Gymnasiumlardan 1180 Niehaus,1990,s.221 396 (lise) gelmektedir ve diferansiyel hesaplamalarla ilgili hiç bir şey 1181 öğrenmemişlerdir. Menger’in oğlu matematikçi Karl Menger’in belirttiği gibi, o zamanki lise eğitimi göreceli olarak iyi değildi. Ders kitapları matematik konusunda yetersizdi.1182 Menger fikirlerini matematiksel olarak formüle etme yeteneği yoktu. Fakat onun hedefleri başka türdendi. Tanımsal anlatım, uygun bir metot olarak Menger’in derin metafizik düşüncelerinde yer almıştır. Menger, Walras ile olan mektuplaşmasında; öncelikle takas ve pazarı açıklayıcı yeni bir teori ve ortak çabadan bahsediyor. Fakat sonra farkları belirtiyor: “Bununla birlikte bizim bilimimiz için matematik yöntem savunucularından değilim. Bana göre, matematik gösterme ve sunum amaçlıdır, araştırma değil. Her Milli Ekonomik kanun, doğru yâda yanlış, ampirik yada kesin matematik formülleri ile giydirilir yada grafiklerle sunulur. Sadece çok az olayda yani büyüklük ölçüsü olan olaylarda, matematik bir metot değildir. Sadece politik ekonomiye yardımcı bilimdir.”1183 Menger, Walras’ı teorik ve formel davranan bir ekonomik metot kurmaya teşvik ediyor. Ona göre, bunun için matematik formüllerine ihtiyaç yoktur. “Biz büyüklük ölçülerini değil; iktisadı, varlık olarak inceliyoruz.” Buna göre, bilgi kazanımı sadece varlığı anlayan analiz metodu ile mümkündür. Avusturya felsefesinin ana tezlerinin, tanımsal ve matematik görünüm olarak açıklama kabiliyetleri ile ilgili soru matematikçi Karl Menger(Menger’in oğlu ) tarafından araştırılmıştır. Sonuç olarak şuna varıyor: Bazı cümleler vardır. Mesela “fiyat yükselirse, talep azalır.” Bu açıklama hem anlatımda hem de matematikte aynı kesinlikte ve genelliktedir. 1184 Marjinal fayda temsilinde ise, durum karmaşıktır. Bu noktada, şu açıklamayı yapmak durumundayım; Menger’in kullandığı formda yani ordinal 1181 Robinson j. Doktrinen der Wirtschaftswissenschaften München,1965, s.64 Menger,1973,s.45 1183 Jaffe,1965,s.768 1184 Menger, 1973,s.40 1182 397 olarak ve tüm birime yönelik, bu temsil açıklama kabiliyeti bakımından tanımsal olarak ve matematiksel olarak eşdeğerdir.1185 Ordinal strüktürler nedeniyle matematiksel uygulamalar baştan imkânsız hale geliyor. Buna karşın matematik formülü, marjinal değer konseptlerinde mantıklıdır. Çünkü kardinal strüktür bazlıdır. Ayrıca bu temsil daha kesindir ve strüktürler daha iyi resmedilebilir.1186 Buda sonuçta bir varsayıma bağlıdır. O da marjinal değeri bir intellgilde strüktür olarak mı görmek gerekiyor yoksa kardinal olarak mı değerlendirilmeli. Eğer Menger’in belirttiği gibi birinci durum söz konusu ise, tanımsal açıklama oldukça yeterlidir. Verilen tecrübelerin, tanımsal formülün analizi sonucu ekonomik bağlantılar “anlaşılır” hale gelir. Bu esnada yeni bilgiler kazanılır. Matematik açıklama ise, yapısal elementlerin izafetine yöneliktir ve yeni bir bilgi vermez. Böylece Menger için matematik bilgi kazanımı açısından gerekli değildir. Menger’e göre, politik ekonominin metot ve amaçlarında, açıklamacı tasvirsel metoda öncelik vermiştir. Burada aynı zamanda Avusturya Okulu ile Neoklasikler arasındaki temel fark görünüyor. Tümdengelim yöntem sözlü formüle bağımlıdır. Çünkü bununla anlamlar taşınabilir durumda oluyorlar. Bu yüzden matematik sembollere dönüşü mümkün değildir.1187 İdeal tipler ve kesin kanunlar için matematik bir rol oynamaz. İlginç olan ise, matematiğin ampirik –gerçekçi yönde kullanımı ile ilgili sorudur. Menger burada aydınlatıcı bir açıklamada bulunmuyor. Ama muhtemelen Menger matematiği bu bağlamda da pek gerekli görmüyor. Burada ortaya çıkan soru Menger’in ampirik verilerin nicelik kazanmasını nasıl değerlendirdiğidir. Makro ekonomide bunlar mevcutluk olarak değerlendirilir. Ve fonksiyonel bir ilişki içerisine yerleştirilir. Böylece onlara bir ontolojik statü kazandırılmış olur ve bu durum aslında onlar için geçerli değildir. Bu sorunsallık Menger tarafından açık olarak ifade edilmemiştir. Fakat Tarihçi Okul’a eleştiriler içinde mevcuttur. Menger’in ontoloji anlayışı, veri toplamlarını mesela antolojik mevcut gibi işlenmesini yasaklamıştır. Tarihi yansımalar bireyselleşmiş 1185 “ Ordinal” burada çeşitli fayda düzeylerinin sıraya dizilmesi anlamına geliyor. Menger, 1973,s.42 1187 Rethband,1976,s.22 1186 398 şekillerde, çok yönlü olarak etkilenmiştir. Bunları bir araya toplamak, arkalarındaki a priorik kanunları etkisizleştirmek anlamına gelirdi. Buradan yola çıkarak Avusturya ekonomisi ile ilgili başka bir soru ortaya çıkıyor; makro ve mikro ekonomik alanda istatistik denge unsurlarına olan yaklaşımı. Avusturya Okulu denge durumunun ayarlanabilirliğini ret eder. Çünkü mekanik bir temele dayanır ve büyüklüklerin birbiriyle olan ilişkisinde sağlam bir doku oluşur. Kendi dokuları içinde belirli denge durumları oluşturmak mümkün olabilir. Menger’in ekonomik sistemler konusundaki düşüncesi ise, dinamik karakterli bir süreç görünümündedir. Bu durum onun araştırmasının çıkış noktası olan aktif insan etkisindedir. İnsan, ihtiyaçlarını tatmin etme uğraşı ile aktif hale gelir. Hangi türden mallara ihtiyaç duyduğu üzerinden, aktivite (ticaret)kendisi, ihtiyacı tatmin etmekte kullanılır ve burada noktalanır.1188 Menger, kendisini ilgilendiren şeyin sadece halk iktisadi tutumunun tespitini ve işlevsel ilişkisini değil özellikle varlığını, nedensellik bağlantısını görmeyle ilgili olduğunu vurgulamıştır. Varlığa ve felsefeye olan ilgisi matematikten daha fazladır. Matematik bu durumda sadece yardımcı birim ya da şekil oluşturmada katkı sağlayan destektir. Örneğin, grafik çizimi için metodun kendi değil, çalışmaları destekleyen açıklayan unsurdur.1189 Gerçi, üniversite eğitiminden sonra matematiğe merak sarmıştır. Kardeşi Anton’dan gerekli olan bilgileri alarak “Bergbohm” takma adıyla oldukça iyi bir matematik bilimi açıklamıştır.1190 3.10.2. Psikoloji Menger’in kuramında psikolojik görüşler büyük bir önem oynuyor ama bilim olarak psikoloji ile milli ekonomi ilişkisi konusuna değinmiyor. Sadece dipnot ve belirtmelerle psikolojinin rolüne değiniyor. Onun için ticaret yapan birey araştırmanın çıkış noktası ihtiyaçları tarafından sürüklenir ve bunları 1188 Hoppe Salerno,1939,s.126 M. Boos,Wirtschaftstheorie,C.Mengers,1986,s.46 1190 Zitschrift für Nationalokonomie, 1972,s.34 1189 399 alabildiğince tatmine yönelik çabalar.Eğer burada söz konusu olan mallara ihtiyaç onların niteliğinden fazla ise, oyunun içinde ekonomik bir boyut oluşur. Menger için Grundsatze’de önemle göstermek istediği ise genel değer kavramının bireysel ihtiyaçların tatmini ile direkt bağlantıda olduğudur. İhtiyaçların kökeni ve bunların ne kadar manipule edilebileceği gibi sorular, psikolojik içerikli sorulardır ve Menger tarafından sadece kısmen işlenmiştir. Menger Grundsatze’de ihtiyaçların kapsamlı analizi olmadan çalışmalarını sürdürüyor. Birey ve onun ticaret dürtüsü, yani ihtiyaçlarını tatmine yönelik uğraş, a priorik kanunsaldır ve bunlar anlayan analiz ile kazanılırlar. Onun için ilginç olan, bunlardan oluşan sonuçların değer tanımı için geçerli neticeleridir. Her ne kadar Menger psikolojiyi milli ekonominin temellendirici bilimi olarak görmese bile, psikolojik görüşler ve tanımlar onun teorisinde yer buluyor. Menger bu durumun oluşturduğu anlamın farkında ve daha sonra yoğun olarak psikoloji ile ilgilenir. Von Mises bu görüşü kendi “praxeloji” gelişimi için alır ve aynı zamanda özellikle psikoloji ile ekonomiyi ayırır; ticaret yapan birey temel eylemdir. Bunun üzerinden tümevarım yapılabilir. Subyenin neden ve nasıl davrandığı sorularını psikoloji cevaplamalı ve gerçekte ekonomik alan dâhilinde değildir.1191 4.1. YÖNTEM KAVGASI (METHODENSTREİT) 19. yüzyılın ikinci yarısında iktisat bilimlerinde Alman bilim adamı Schmoller ile Avusturyalı bilim adamı Menger arasında metodik bir tartışma yaşanmıştır. Bu metot kavgası milli ekonominin hedefleri, görevleri ve sorunları ile ilgili ihtilaftan ortaya çıkmıştır. İktisadi düşünce tarihine Methodenstreit olarak geçmiş olan tartışmayı başlatan Menger’in “Untersuchungen über die Methode der Sozialwissenschaften und der politschen Okonomie İnsbesondere” adlı kitabıdır. Untersuchungen’de Menger Tarihçi Okul’u açıktan hedef almıştır. 1191 Menger,1968,s.86 400 Menger’i Untersuchungen’i yazmaya iten en önemli nedenlerden biri “Grundsatze’nin” Almanya’da dikkate alınmamış olmasıdır. 1870’lerde Almanya’da profesyonel anlamda iktisadi konuları ele alan dört dergiden yalnızca üçünde ilişkin değerlendirme yazısı çıkmıştır. Schmoller’in dergisi olan “Jahrbuch für Gesetsgebung Verwaltung und Volkswirtschaft’ta,” kitap hakkında hiçbir değerlendirmede bulunulmamıştır. Untersuchungen yayınlandığında ise, Schmoller’in dergisindeki değerlendirme yazısını Schmoller yazmıştır. Schmoller’in Jahrbuch’daki yazısı “Zur Methodologie der Staats-und Sozialwissenschaften” (Devlet Bilimleri ve Sosyal Bilimlerin Metodu Üzerine) başlığını taşır. Bu yazıda Schmoller Menger’in Untersuchungen’ı ile Dithley’in “Einleitung in die Geisteswissenschaften, Versuch einer Grundlagen für das Studium der Geschichte” adlı kitaplarını birlikte değerlendirmiştir. Bu değerlendirmede Schmoller Dilthey’e daha yakın bir konum benimsemiş ve Menger’i ampirik realiteye dayanmayan, aceleci soyutlamalar ve genellemeler yapmakla itham etmiştir. Schmoller, Dilthey hakkında şunları söylemiştir: “Menger ne kadar dar bir ufka sahipse, Dilthey o derece geniş bir ufka sahiptir.1192 ” Menger’in bu yazıya cevabı gecikmemiştir. 1884’de hayali bir dosta hitaben kaleme alınmış onaltı mektuptan oluşan İrrtümer’i (Alman Milli Ekonomisinde tarihçiliğin yanlışlıkları) ve bunlarla Schmoller’i suçlama yoluna gider ve bir kopyasını Schmoller’e göndermiştir. Schmoller kitabı okumayı reddetmiş ve bir mektupla birlikte Menger’e iade etmiştir. Böylece milli ekonominin metot kavgası Weber’in formüle ettiği gibi ateşi yükseltmişti.1193 1192 Schmoller,1883,s.251-257 Schmoller Dilthey’in uğraş alanı olan, fen bilimleri ile ruh bilimleri tezatlığını ortaya çıkarmayı paylaşmamaktadır. Schmoller bu konudaki görüşlerini şu şekilde bir araya toplar: Sadece psikoloji ile antropoloji sayesinde ve ruh bilimlerinin üç ana sınıfının bir araya toplanmasından ötürü, birbiri ardına gelen toplumsal durumların tarihsel bağlantılarının bilgilenme problemi ileriye götürebilir. Ayrıca bilgilenme problemi için kültür sistemleri ve toplumun dışsal organizasyonları dikkate alınmalıdır. Tekil bilimlerin mükemmelleşmesi ve genişlemesinde bütüne tamamıyla egemen olmanın koşulu yatmaktadır. Böylelikle Dilthey’in çalışmalarına yönelttiği methiyelere rağmen, Dilthey’in eserinden yola çıkan teorik bilgi davetine uymaz. 1193 Weber, Max; Roscher und Knies und die logischen Probleme der historischen Nationalökonomie, in Gesammelte Aufsatze zur Wissenschaftslehre, Tübingen,1988,s.43 401 Burada bilgilenmenin iki farklı türü birbiriyle karşılaşıyor: “Menger’in görüşü olan fizik ve kimya ile analoji halinde olan politik ekonomi.1194 Tarihçi Okul, tüm toplumsal olayların tarihsel önemine vurgu yapmakta ve milli ekonomiyi bir doğa bilimi (fen bilimi) olarak ele almak istememektedir. Fakat bunları bir bilimsel boyuta tartışmak yerine, Schmoller bilgilenmenin türü üzerine olan sorunsallığı görmezden gelip, çatışmayı metodolojik sorun üzerine kilitlemiştir. Tümevarım mı yoksa tümdengelim mi sorusuna indirgemiştir.”1195 Metot kavgası çok katmanlı bir olaydır. Bu kompleks çatışmanın içinde baş aktör çatışmanın yanı sıra, aynı zamanda karşılıklı suçlamalar eşiğinde kendi okulunun veya metodunun geçerliliğini talep etme hakikati vardır. Metot kavgası neticesinde bir tek metodun yüksek okullarda kabul edilmesi gerçekleşmemiştir. Methodenstreit’in temelinde iki soru bulunmaktadır. Ekonomik kararların ve etkileşimlerin tam olarak anlaşılabilmesi için ahlaki değerlerin yâda normların dâhil edilmesine gerek var mı? İktisat ve etiğin birleşmesine ihtiyaç var mı? Bu surular Menger ve Schmoller tarafından tartışıldı. Schmoller her iki soruya da olumlu cevap vererek “etik” yönelmeyi ekonomik olayları uygun bir biçimde araştırma yöntemi olarak tanımlamıştır. Menger ise aksine her iki soruya da olumsuz cevap vererek iktisat biliminde böyle bir etik yönelimin olmayacağını vurgulamıştır. Menger, karmaşık sosyal olayların anlaşılması için iktisadi ve etik bakış noktalarının ayrı ayrı araştırılması gerektiğini düşünmüştür.1196 Seager’in değerlendirmesine göre, tartışma zamanla kişisel bir karaktere bürünmüş ve her iki tarafta maksadı aşan ifadeler kullanmıştır. Ancak yine de tartışmanın bilimsel bir karakteri olduğu kesindir.1197 Metodenstreit genellikle iktisadi araştırmada teori ve tarih arasında gereksiz bir çatışma olarak yorumlanmıştır. Schumpeter ise bu duruma şöyle yorum yapmıştır: “Bu dinmesi on yıllar alan birçok kötü duyguya yol açtığı gibi sel 1194 Menger,1883,s.8 Menger,1883,s.160 1196 Wilhelm, Hennis, Die vole Nüchternheit des urteils, G.Wagner ve H.Zipprian, Webers Wissenschaftslehre, İnterpretation und Kritik-Frankfurt am Main, Suhrkamp,1994,s.106 1197 Seager, H.R,Economics at Vienna and Berlin,in Journal of Political Economy,1892, s.237 1195 402 gibi akan bir literatüre de yol açmıştır.” Bu literatürün tarihi, mantıksal alt yapıya yönelik bazı katkılar sağlamasına rağmen, önemli ölçüde daha iyi bir şekilde kullanabilecek boşa gitmiş bir enerjinin tarihidir.1198 Schumpeter, yöntem tartışmalarında gözlemlenebilecek üç unsur bulunduğunu ve bunların bu tartışmada büyük ölçüde mevcut olduğunu ifade etmektedir. Birinci unsur tarafların birbirlerini bilinçli ya da bilinçsiz olarak yanlış anlamaya meyletmeleridir. İkincisi kişisel zaaflardan ve kaprislerden kaynaklanan boyuttur. Üçüncüsü ise tartışmanın sosyolojik yanıdır. Özellikle Methodenstreit’ta tartışan taraflar birer ekolün de lideri olduklarından taraflarının ilgilerini ve bağlılıklarını kaybetmek istememektedirler. Bu da onların karşı tarafa hak vermelerini engellemektedir.1199 Bawerk’e göre, söz konusu olan “kavganın” bir nesilden sonra gelenler için böyle bir kavganın nasıl yapılabileceğini dahi anlayamayacağı türden olduğunu belirtmiştir.1200 Menger, Tarihçi Okul’un Politik- Ekonomi alanındaki araştırmalarında bir hedef ve metot karmaşasının olduğunu belirtiyor. 1201 Tarihçilerin kendi düşüncelerine uymayan teorilere karşı şımarık bir tavır takındıklarını belirtiyor. Tarihçileri “yabancı işgalci” olarak tanımlıyor. Ve kendine özgü araştırma yöntemine uymayanlara sabırsızca saldıran olmak ile itham ediyor.1202 Menger Untersuchungen’de bir yandan Tarihçi Okul temsilcilerini eleştirirken, diğer yandan kendi araştırmalarının sonuçlarını savunuyor. Eleştirisi bir yandan tarih ile istatistiğin ayrılmamasına yöneliktir, diğer yandan ise politik ekonomi teorisine yöneliktir.1203 Menger Tarihçi Okul’u direkt olarak karşısına almamıştır. Tarih ve ampirik verilere kendiside birçok defa atıfta bulunmuş ancak bir taraftan da Tarihçi Okul’un yaklaşımında eksik olan teorik boyutu gidermeye çalışma iddiasında bulunmuştur. Menger, Schmoller’in tarihçi ve bununla birlikte 1198 Schumpeter, Joseph A; Gustav von Schmoller und die Probleme von heute, in Schmollers Jahrbuch,1926,s.78 1199 Kurmış, s.136 1200 Bawerk, Böhm Eugen von, Macht und ökonomisches Gesetz, Zeitschrift für Volkswirtschaft,23,205ff, 1914,s.95 1201 Menger, Carl; Die İrrtumer des Historismus in der deutschen Nationalökonomie, in Hayek,1884/1970, s.3 1202 Menger,1884,s.6 1203 Menger,1884,s.12 403 teorisiz kabul edilen veri toplama yöntemini eleştirir. Çünkü bu şekilde üst düzey kabul edilen tarih biliminin esasında milli ekonominin içerisine taşındığını belirtir.1204 Bununla birlikte çoğu zaman gözümüzden kaçan, Schmoller’in metodolojik yöntemleri aynı zamanda çağdaşı olan diğer alanlardaki tartışmaları dahi etkilemiş olmasıdır. Örneğin lonca tarihçilerinin çalışmalarıyla bunların yöntemlerini çatışmalarında taraf olmuştur. etkilemiş ve bunların metodik 1205 Menger, Tarihçi Okul’a dostane tavsiyelerde bulunmuştur. Ayrıca Untersuchungen’de çok sık olarak Schmoller’i doğrudan hedef almamış daha ziyade Roscher’i eleştirmiştir. Fakat Max Alter’e göre bu durum (1871 ile 1883) arasında Menger’in düşüncesinin temelden dönüşüm geçirdiği anlamına gelmez. Alter’e göre, Menger’deki bu değişim sadece duygusal düzeydedir. Çünkü Roscher 1874’de yayınladığı Geschichte der Nationalökonomie’in Deutschland adlı eserinde Menger’in iktisat teorisine katkısını değerlendirirken “anlayışsız” bir tavır takınmıştır. Bu nedenle, Alter’e göre, Menger’in Tarihçi Okul’a sevgisinin nefrete dönüşmesinin nedeni kendisinin tarihçi teoriye katkısının takdir edilmemiş olmasıdır.1206 Ritzel’e göre, tartışma aslında Roscher’le Menger arasındadır. Ancak Schmoller’in birazda aşırı hoşgörüsüzlüğü nedeniyle Menger’le Schmoller arasında gerçekleşmiştir.1207 Tarihçi Okul, Avusturya Okul’unu ampirik realiteden yoksun, gerçek dışı dogma ve fanteziler üretmekle suçlarken Menger’de tarihçileri bu ekonomik realiteyi aşmada yetersiz kalmaları ile suçlamıştır.1208 Bu çatışma içerik olarak, bilimin tanımı ve uygun metot üzerinedir. Burada belirtilmesi gereken husus, Menger ve Schmoller arasındaki farklılıkların bir bölümünün yanlış anlamadan kaynaklandığıdır. Her iki Okulda, iktisat bilimlerinde bilgiye ulaşmak amacıyla doğru metodun hangisi 1204 Menger,1884,s.27 Schmoller’in çalışmalarını Tarihçi-istatistikî mikrografi olarak adlanmıştır. Menger,1884,s.173 Menger, Schmoller’i lonca tarihçilerinin yöntemleri üzerinde tasvirsel bilim ile bireysellik üzerine olan bilim arasında bir ayrıma gitmemekle suçlamıştır. 1206 Alter, Max, C.Menger and the Origins of Austrian economics,1990,s.323 1207 Ritzel, G;Schmoller versus Menger, Eine Analyse des Methodenstreits im Hinblick auf den Historusmus in der Nationalökonomie, Offenbach,1951,s.15 1208 Alter,1990,s.323 1205 404 olduğu üzerine çeşitli yazılarda şiddetli münakaşaya giriştiler. Bawerk’e göre, metot kavgasının esas nedeni; ekonomi araştırmalarında “tarihsel” olanın yanında “izoleci” yöntemi temel metot olarak kabul etmek.1209 Milli ekonomistler zaman zaman Schmoller’in iktisat bilimlerinin temel duruşunu otuz yıl boyunca sterilize ettiğinden şikayetçi olurlar.1210 Tarihçiler, O’nu zamana uygun metodik yöntem olan tarihsel fikir öğretisini kabul etmemekle suçlamış ve bu durum onun meslektaşları arasında kabul edilmesinin önüne bir set çekmiştir.1211 Menger’in iktisadi bilimler sınıflandırılması, bu eleştirinin ana yönünü belirlemiştir. Menger burada tüm teorik disiplinlerin ağırlık noktasını “genel bir varlığın” yansımalarının bilgilenmesi üzerine odaklamıştır. Bu iktisadi anlayış doğrultusunda tarihçiler, yansımaları tek ve yegâne bireyselliği olarak ortaya çıkarmayı ihmal ediyorlar.1212 Tüm disiplinler için bilgilenme arayışında geçerli olan ortak yardımcı vasıta Aristo tarafından ortaya konan tümevarım öğretisidir. Bu öğreti ampirik realitenin entelekyasını (kâmili evvel) durdurarak; itici güç olarak Klasik doku-metafiziksel formu şart koşar.1213 Menger’e göre, bilim olma yolunda iktisat, iki özelliğe sahip olmak zorundadır. Birincisi pür bilim olarak değer-bağımsız olmalı, öncülleri ve sonuçlarında hiçbir değer yargısı barındırmamalıdır. İkincisi ise, ister tüketicilerin ister firmaların davranışlarıyla ilgili olsun, sadece bireylerin davranışlarıyla ilgilenmelidir. Bilimsel olarak iktisadi toplamlardan bahsetmek mümkün değildir. Bu bağlamda iktisat biliminde milli menfaat, kolektif zenginlik gibi makro –ekonomik kavramlara yer yoktur. 1209 Bawerk,1924,s.24 Schneider, Erich; Einführung in die Wirtschaftstheorie,4.Teil, Ausgawalte Kapital der Geschichte der Wirtschaftstheorie,1.Band, Tübingen,1965/70,s.295Sonuçta bu görüş egemen olmuştur. Çünkü metot kavgası hiçbir zaman raporları hazırlayan kişiler tarafından 19.yüzyılın sosyo-tarihsel ve bilimsel teorik çatışmaları ışığında irdelenmemiştir. Ayrıca bilindik sunumların üzerinden yapılan değerlendirmeler söz konusu bu düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olur. 1211 Hansen, Reginald; Gustav Schmoller und die Sozialpolitik von heute, in Backhaus,1993,s.126 1212 Lamprecht, K; Über gesichtliche Auffasung und gesichtliche Methode Alte und Neue Richtungen in der Gesichtwissenschaf, Berlin,1896, s.4 1213 Menger,1883,s.293 Menger’in Grundsatze der Volkswirtschaftslehre isimli doktarasının fihristinde Aristo’in yanında en fazla bulunan isimler Rau, Roscher ve Smith olmuştur. Aynı durum Menger’in 1883 yılındaki çalışmaları içinde geçerlidir. Her iki çalışmada Platon’da önemli bir rol oynamıştır. Klasik felsefe Menger için iktisadi bir öğretiden başka bir şey değildi. 1210 405 Menger’e anlamıştır. 1214 göre, Schmoller politik iktisadın görevini yanlış Menger burada yanlış anlaşılabileceğinin de farkındadır. Bu yüzden kendisinin iktisatta tarih ve istatistiğin kullanılmasına karşı olmadığını hatta bunların önemini teslim ettiğini ancak eleştirdiği şeyin Tarihçi Okul mensuplarının tek yanlılığı olduğunu vurgular.1215 Ona göre, Tarihçi Okul mensupları tarihi Milli İktisat’a yardımcı bir bilim olarak kullanmak isteseler bu konuda söylenecek fazla söz olmazdı. Hâlbuki onlar iktisat tarihini politik iktisadın yerine ikame etmek istemektedirler.1216 Schmoller’e göre, ise Milli İktisat’ın anladığı şekliyle dar bir kapsamda anlaşılması mümkün değildir. Çünkü iktisadi fenomenleri bu şekilde anlamak onları sosyal bağlamlardan kopartmaktır. Bu ise daha baştan iktisadi süreçlerin gerçek mahiyetlerini anlayamamayı kabullenmek demektir. Schmoller’in burada özellikle vurgu yaptığı şeyse organlar ve kurumlardır. Kurumları ve onların milli iktisat’taki rollerini anlayabilmek içinse kapsamlı bir felsefe ve tarih nosyonuna ihtiyaç vardır.1217 Bir bilim olarak iktisadın doğasını tespit etmede Menger istatistik ve tarih ile iktisat bilimleri arasında çok keskin bir ayrım görür. Schmoller ise farkı kabul etmekle birlikte bu ayrımın o kadar derin olduğu fikrine katılmaz. Ona göre, bu ikisi iktisadı son derece zenginleştiren veriler sağlar. Neticede metot kavgasında söz konusu olan sadece, ekonomik araştırmanın gerçek metodu üzerine olmamıştır. Aynı zamanda Schmoller’in hâkim öğretisinin işgal ettiği konuma saldırmak ve bununla başka yönlerin geçerliliğini sağlamak esastı.1218 Her iki çatışan tarafın fikirlerinin karşılaştırılması hem Menger hem de Schmoller’in derin bir şekilde 1214 Menger, Carl; Über die sogannente ethische Richtung in der Politischen Ökonomie, Anhang 9,S.288f,in derselbe, Untersuchungen über die Methode der Sozialwissenschaften und der politischen Ökonomie insbesondere, Leipzig, reprint in, C.Menger; Gesammelte Werke, Hrsg, F.A.Hayek,Bd2,Tübingen,1883/1969,s.27 1215 Menger, 1883,s.13 1216 Menger,1883,s.37 1217 Schmoller, Gustav; Zur Methodologie der Staats und Sozialwissenschaften in Jahrbuch für Gesetsgebung, Vervaltung und Volkswirtschaft im deutschen Reiche, Leibzig,1883,s.983 1218 Tam olarak belirtmek gerekirse üç farklı metot kavgası vardır. Birincisi Menger ile Schmoller arasında olan 1883-1884.İkincisi tarihçi Geoerg von Below ile Schmoller arasında olan 1904.Burada Below’un suçlaması Schmoller’in tarihçi metoda yeterince egemen olmadığı yönündeydi. Ve üçüncüsü W.Sombart, M.Weber ve Schmoller arasındaydı. 1904-1911. Burada kavganın esasını “etik” bir milli ekonominin sorunsallığı üzerineydi. Vom Bruch,1987 406 ispatlanmış sistematik bir bilimsel doktrinin üzerinde oturduklarını göstermektedir. Bu durum ilk bakışta fark edilmemektedir. Eğer bu tartışmadaki esas önemli noktaları göz önüne alırsak o zaman Schmoller’de bu “bilimsel psikolojidir” ve tecrübenin, tanımanın objesi olarak tarihtir. Menger’de ise önemli olanlar “kanunlar, yansıma formları ve insanlık fenomenleridir.1219 ” Bununla beraber her ikisi de yeni felsefenin ve mantığın sonuçlarını kullanırlar. Tabii bu esnada her biri kendi teorisine dayanak olan parçayla ilgilenmiştir. Bu tartışma hakkındaki standart bakış açısı Schmoller tarafından savunulan tümevarım, gerçekçi, ampirik, tarihçi bütüncül ve etik yaklaşımına karşı Menger’in, tümdengelim, kuramsal, aprioristik ve bireysel yaklaşımı olduğu şeklindedir. Bu popüler yaklaşım detaylı olarak bakıldığında kesinliği ve açıklığı taşımaz. Aşırı basitleştirir, homojenize eder ve dolayısıyla çoğu zaman yanlış yönlendiricidir. Bunun sebebi kısmen de orijinal metinlerin kendilerindeki belirsizliktir. Menger Irrtümer’de metot tartışmasında kimin haklı olduğuna zamanın karar vereceğini belirtir.1220 Haney’e göre de tartışma bir sonraki nesilde her iki tarafında diğer tarafa biraz hak vermesi ile sona ermiştir.1221 Schmoller ise, bunu iki Okul mensuplarının bu tartışmadan artık yorulmuş olmalarına bağlar. Yoksa aralarındaki farklar azalmış değildir. Bu çatışma özellikle Avusturya Okul’u için önemliydi. Çünkü çatışma süreci içinde kurumsallaşmıştı. “Avusturya Okul’u” kavramı önceleri Tarihçi Okullar tarafından aşağılayıcı ve yöresel olduğunu belirtmek için kullanılırdı. Yüzyılın sonunda büyüme rakamlarındaki yüksek düzeyin konsolide olmasıyla sınıflar, karteller, sendikalar politik tezatlıklarını daha keskin bir şekilde savunmaya başlamışlardır. Etik ekonomiye yönelik bu eleştirel dönem, tarihsel anlamda tesadüfen ortaya çıkmamıştır. Bu dönem Metot kavgasıyla başlamış değer yargısı çatışmasına değin devam etmiştir. Schmoller ve Menger tarafından sıkça tartışılan bazı problemler, bilimin 1219 Menger,1884,s.17 Menger,1884,s.89 1221 Haney, Lewis; History of Economic Thought, New York the Macmillan Company, First edition,1911, s.816 1220 407 bugünkü düzeyi itibarıyla çözülmüştür. Fakat bununla birlikte henüz açıklanmamış problemler vardır. Ve üstelik yeni problemlerde ortaya çıkmıştır. 4.1.1. Medolojik Çatışmanın Alanı Ve Görevi İktisat biliminin görevi iktisadi olayları tanımlamak, sistematikleştirmek, açıklamak ve gelecekteki gelişimleri üzerine tespitlerde bulunmaktır. Bu görev öncelikle iktisat teorisine düşer. Buna karşın teorik iktisat politikasında, toplumsal hedef ve değer anlayışı dikkate alınarak, politik biçimlendirme imkânları araştırılır. Ekonomi reel bilimlere ve bu ana bilim dalı üzerinden sosyal bilimlere dâhildir.1222 Böylece ekonomi öncelikle insan davranışlarıyla ilgilenir.1223 Reel iktisat sürecinin tüm karmaşıklığını yakalamak mümkün olmadığı için, ekonomik hipotezler sadece belirli uygulamalarda, olası davranış ve olası reaksiyonlar üzerine ifadelerde bulunulabilir. İktisat tarihinin bize gösterdiği üzere, örneğin Smith zamanında milletlerin zenginliklerinin varlığı ve kökeni önemliydi; bugün ise işsizlik, konjonktür dalgalanmaları, teknik ilerleme, sosyal güvenlik ve ekoloji önceliklidir. Schmoller ve Menger bilgilenme programı açısından, politik ekonominin ve politik ekonomi doktrinin farklı bakış açılarını baz almışlardır. Farklı görüşleri ifade ederek, bunların politik –ekonominin temel kavramları olduklarını belirtiyorlar. Farklı temel pozisyonları yansıtıyorlar. Ama her şeyden önce, politik ekonomi doktrine farklı hedefler koymuşlardır. Bu durum ise, politik ekonomi kuram içinde kullanılan teorilere de farklı taleplerin iletilmesine sebep olmuştur. Schmoller ve Menger kendileri tarafından temsil edilen pozisyonların muadilliği konusunda, kavga etmişlerdir. Öyleyse bu metot kavgasında genel olarak, hangi bilgilenme objesinin, hangi bilgilenme 1222 Bunlar aynı zamanda tecrübe bilimi veya ampirik bilim olarak adlandırılır. Bilim genelde formel-ideal veya reel bilim olarak sınıflandırılır. Formel bilimler matematiğin ve mantığın disiplinlerinden meydana gelir. Reel bilimler gerçekliğin nesnelliği ile ilgilenir. Fen ve sosyal bilimler ise reel bilimlerin dallarıdır. 1223 408 hedeflerinin ve hangi bilgilenme vasıtalarının, politik –ekonomiye uygun olduğu tartışılmıştır. Menger doktora tezi olan Grundsatze der Volkswirtschaftslehre isimli çalışmasında, teorik yönelimli disiplinin içeriğini bazı kavramlarla temellendirmiştir. Bu kavramların arasında mal, değer, takas, fiyat ve parayı sayabiliriz.1224 Menger bu noktada ampirik realitenin bilgilenmesi için tanımlamalarının gerekçesi olarak Aristo’nun felsefi bilimsel öğretisini göstermiştir. Menger aynı zamanda çağının egemen olan bilimsel görüşleri doğrultusunda kavramlarına, ampirik realiteye uygun formlar bilgilenme karakteri de kazandırabiliyordu. Zira bunlar realiteyi kesin bir şekilde belirleyen form kozmosunun, son ideal tipik yapı taşlarını oluşturuyordu.1225 Fakat yansımalardaki bu kazanımlar, daima kirlenmiş bir şekilde gerçekleşmiştir. Ayrıca bunların form anlayışına uygun olarak gerçekleşmeleri, bu görüş doğrultusunda rasyonel bir iktisat politikasının bilgilenmesini hedef olarak görür ki bu bilindiği üzere Menger tarafından ekonomi-politik siyaset veya bakım olarak adlandırılmıştır.1226 Buna göre, ekonomi politikasının görevi, ampirik realitede verilen strüktürleri, yansımalardaki büyümenin doğal kanunsallıkları olarak kullanmaktır. Bu esnada politik ekonomi içerisindeki mal teminin ideal durumunun tanımına, buna dâhil olan iktisadi sübyelerin bireysel fayda büyüklüklerinin optimize edilmesi üzerinden temel bir anlam yüklenmiştir. Bu yüzden Menger dikkatini sadece “yanılgı ve arzunun” etkisi altında olan iktisadın reel yansımaları üzerine odaklamamıştır. Menger’e göre bunlar katı anlamda determinasyondan geçmemiştir ve kanunsal olarak belirlenmemiştir. Menger’in ilgisini ekonomik fiyatlar, ekonomik mallar ve ihtiyaçlar v.s. çekmiştir. Öyleyse o sadece ekonomikliğin yansımalarıyla ilgilenmiş, çünkü 1224 Conrad ’ın Jahrbücher für Nationalökonomik und Statistik, 1872, s. 343. Menger Klasik felsefenin tertibine uygun olarak daima doku ile form arasında bir ayrıma gitmiştir. Yani kendi ifadelerinde yansıma ile yansıma formunu farklı kullanmış ve buna uygun olarak veri toplama ile kanunsallık arayışını birbirinden ayırmıştır, Menger 1883, s. 38. Daha sonraları Schmoller’in araştırma faaliyetleri, Max Weber tarafından ortaya atılan maddeci tanımlamasıyla anılmıştır. Bu noktada belirtilmesi gereken, Max Weber’in Tarihçi Hukuk Okul’unun ve Tarihçi fikir kuramı geleneğinde yetiştiği için bu terminoloji geliştirmiş olmasıdır. 1226 Menger,1884,s.43 1225 409 sadece bunlar kesin yönün bilgilenme objesi olarak hizmet verebilir niteliktedir.1227 İşte bu yapı toplum içerisinde gizlenmiş olan ve katılımcıların davranışlarında kendini gösteren kökensel etki nedenlerine açıklık kazandırıyor ve bununla birlikte arzulanan bir liberal iktisat politikasını, tek doğal ve rasyonel yol olarak haklı çıkartıyordu. Rasyonel davranan sübyenin azami fayda peşinde koşması, bütün ekonomik katılımcıların davranışlarını mal kullanımın marjinal faydasına göre düzenlemelerini de beraberinde getirir. İşte bu hedeflenen optimal durum için gerekli olan mantıki bir kriteridir.1228 Tanımlamada fark edilmeyen ve bütünsel bir ölçünün kullanımı sonucu fayda büyüklüğünün tespit edilemeyişi, ampirik realitenin tanınmasında önemli bir güçlük çıkarmıştır. Çünkü bunun içsel bir yaşama ve hatta tezatlığa yol açan varsayımlara referans oluşturması, kendi içerisinde birbiriyle uyumsuz sonuçların ortaya çıkmasına yol açmıştır.1229 Menger iktisadın alanını yalnızca Schmoller’e kıyasla değil, Klasik İktisatçılar’a kıyasla da daha dar tutmuştur. Schumpeter, Menger’i Smith’le karşılaştırıldığında, kapsam açısından Menger’in Smith’e göre, daha dar olduğunu belirtmektedir. “Menger’in çalışmaları pür bilimseldir. 1230 ” İktisadın alanını teorik ve ampirik olmak üzere ikiye ayırdıktan sonra ilgisini teorik alana yöneltmiştir. Teorik iktisat, iktisadi fenomenlerin genel özü ve genel bağlantılarını araştırmalıdır. İktisadi kavramları analiz etmek ve bundan sonuçlar çıkartmak onun işi değildir.”1231 Schmoller ise, milli iktisat’ın alanının bu şekilde daraltılmasını kabul edilemez bulur. Her bilim gibi milli iktisat da sadece çekirdeğinde kendine has olabilir ona göre. Çevresinde ise pek çok yan disiplinle kesişir. Zaman zaman 1227 Menger 1871, s. 51 Bu düşünce şekli için rasyonelci Leibnitz felsefesinin ne kadar önemli olduğu aşikârdır. Buna göre tanrı olabilecek en iyi dünyayı yaratmıştır ve etkili entegral yasası burada önemli bir boşluğu doldurur. Schmoller’in psikolojik temelleri veya onun deyimiyle faydacılık öğretisini ret etmesi, Whewell’in eleştirilerine ve bugünkü hükümlere tamamıyla uygundur, Schmoller 1900, s. 73. 1229 Albert Hans; Marktsoziologie und Entscheidungslogik, Neuwied, Berlin,1967,s.24 Menger’inkesin metodu için aynı kalan bireysel fayda dogması ve iktisadi olaylarda insani etki dogması önemli bir rol oynar. 1230 Schumpeter,1952,s.6-85 1231 Menger,1883,s.6 1228 410 konusu veya metodu itibarıyla onlarla ortak yanları olur, onlardan pek çok şey alır ve onları besler. Çekirdek hakkında mantıklı bir şekilde tartışmak mümkündür. Ancak çevre hakkında değildir. Çevre, özellikle manevi bilimlerde, daima genişleyen sınırlara, ortak bir çıkış noktasına sahiptir. 1232 Schmoller başlangıç noktası olarak iktisadın fiyat ve dağıtım konularından ziyade toplumların değişimiyle daha çok ilgilenilmesi gerektiğini ele almıştır. Schmoller tarihsel ve etik yöntemlere yaptığı vurgu ile ana iktisada amaç ve yöntem konusunda bir alternatif getirmiştir. Bunun sonucunda felsefe ve politika tarihsel bir bakış açısı ile bir araya getirilmiştir. Saf ekonomi ancak, ekonomik ilişkilerin tüm gelişmiş formlarını tanımladığı zaman geçerlilik talebinde bulunabilir. Schmoller’in tarihçi – normatif ekonomisi 19. yüzyıl Alman anayasal gerçekliliğin ekonomisidir. Menger ekonomiyi iktisadın nesnesine o derece sıkıştırır ki sanki hukuki ve sosyal normların büyüme gelişimi üzerinde hiçbir yapısal etkisi yokmuş gibi göstererek, bir Avusturyalı olarak bu Alman ekonomisini tanımaz. Menger tüm kolektif ihtiyaçları ve böylelikle tüm geleneksel “kültürel şemaları”, “bireysel ihtiyaçlara” indirgemekte, kolektif bir ihtiyacın olmadığını var saymıştır. Devlet tarafından düzenlenen kolektif gereksinimin iktisadi çıkarlar ile bir ilgisinin olmadığı varsayılmıştır. Fakat böyle bir davranış tertibi ise öncelikle tarihsel olarak oluşmalıdır. Bu durum 30 yıl savaşlarından beri devletsel üstünlüğe ve desteğe alışmış bir ulusta, doğal olarak kabul edilemezdi.1233 Tarihçi metoda göre, “tarihçi metotları” kendi kriterlerine biat kılmak mümkündür. Tarihçililiğin sınırı, onun doğmaya dönüştüğü yerdir. Bundan dolayı kültürün tarihselliğini sadece tespit etmez aynı zamanda onu normatif olarak yükseltir ve güzelleştirir.1234 Mill’in “sosyal bilimlerin mantığıyla” ve Menger’in “sosyal bilimlerin metoduyla” ilk defa politik-ekonomi doktrinin tamamında bilinçli ve ispatlanmış bir metot öğretisi ile teori garanti altına alınmıştır. Benzer durum Schmoller içinde geçerlidir. Schmoller’e bilinçli bir 1232 Schmoller, Gustav; Die Volkswirtschaftslehre und ihre Methode, in Schmoller,1893,s.15 Ellwein,1987, 1234 Koslowski,1991,s.87 1233 411 şekilde tarihçi metodunun sistematik ve metodik ispatını daha kurumsal ve daha katı ampirik arşivci bilimsellikten mahrum olan öncüllerinin tarihsel araştırmalarından uzaklaşmıştır. Metodik anlamda değişmeyen klasiklere nazaran bu daha “yüksek” bilimsellik daha katı bilimsel öğretiler ve daha kesin teoriler, çağın tüm bilimsel şartlarına uygun olarak ispatlanmıştır. Bunların karakteristik özelliği, fen bilimlerine olan yönelimdir. Bu yönelim bilimin tüm alanlarına ve ruha sosyal bilimlere sirayet etmek ona metodik ve materyal anlamda hâkim olmak ve bunları elemeye tabi tutmak olarak tanımlanabilir. Fen bilimsel bu işleyiş yönteminin yayılmasına eşdeğer şekilde bilimsel düşünce ve araştırma yeni bir alanı kapsamıştır. Tarih böylece artık tarih bölüm disiplinin ve eleştirel ayrımın statik materyali olmayacaktı. Bunun yerine insanlık tarihinin oluşumunun dinamik formu ve canlı içeriği olarak değerlendirilecekti. Hayat olarak tarih, bu tarihçilerin yeni düşüncesiydi.1235Bunlar tarihsellik dışı kriterlerin etkili olmasına karşı, kendi varlıklarını ve tarihin özel konumunu ile özel metodunu kurtarmayı kendilerine görev bilmişlerdir.1236 Buna karşın İngiltere’de daha 1830’lu yıllarda, dünyaya yabancı olan varsayımlar üzerine kurulmuş olan açıklama modellerine karşı bir Tarihçi Okul’un tesis edilmesi talebi, oldukça erken bir dönemde ortaya çıkmıştır. 1237 1235 Dithey, Wilhelm; Gesammelte Schriften, Leipzig und Berlin,1914,s.132 Hayat felsefesinin, fen bilimleri yönelimli bilimsel ideale karşı aniden ortaya çıkışını, bir paralel yansıma olarak değerlendirmeliyiz. Bununla beraber, ancak tarihsel ve kültürel dünya akımının etkisiyle ruhani hayata bilimsel ve felsefi bir alt yapı oluşturma imkânı ortaya çıkmıştır. 1236 Ranke, Das Politische Gesprach und andere Schriften zur Wissenschaftslehre,1925,s.34 Bu öz tarihsel element özellikle Droysen’in Grundriss der Historik’te bir çığır açma noktasına gelmiştir. Droysen’in orijinal sorusu ise, “meşguliyetlerden nasıl tarih oluşur.” sorusuydu. Bu soruyu şöyle cevaplamıştır. Tarihçi metodun alanı ahlaki dünyanın evreni olduğuna göre, ahlaki dünyanın oluşumu ile büyümesi ardı sıra gelen hareketlerin yakalanması, bunların tarihsel olarak tespit edilmesi. Kesin ile spekülatif disiplinler arasındaki materyalist ile doğa üstü olaylara inanma dünya görüşleri arasındaki tarih dünyası, bir harf bulmacasından çok duyu ve his bulmacasını andırıyor. Bu bulmaca spesifik tarihsel metot olan “anlama” ile çözmelidir. Meşguliyetlerin yan yana olmasından ziyade, ardı sıra gelişen olaylar tarihsel dünyayı oluşturur. Aynı şekilde anlamlı ve doğru olan ise, Ranke’nin sürdürdüğü şekilde rasyonalizme karşı olan kavgadır. Ranke bilgiden yola çıkarak “sosyal bilimlerin ortak bir problemselliğini oluşturma amacındadır. 1237 Bununla ilgili Whewell 1830 ve 1833. Whewell Alman felsefesinin, bilimin ve edebiyatının yayınlanmasıyla çok yönlü olarak ilgilenmiştir. Whewell ile Schmoller’in büyük dedeleri arasında çok yönlü bilimsel ilişkiler vardı. Bununla birlikte Schmoller ailesinin bir dostu olan ve esasında bir tıp adamı olan Mayer, Whewell’in araştırmaları sayesinde ısı eşdeğerliliği keşfinde bulunabilmişti. Schmoller ve onun meslektaşı olan Wilhelm Hasbach önemli metodik sorularda daima bu İngiliz matematikçi, fen bilimci ve bilim teorisi kuramcısını referans olarak kabul etmişlerdir ( bakınız 412 Hatta düşünce sürecinin sadece birkaç temel varsayımla sınırlandırılması ki burada iktisadi sübyelerin davranışlarına önemli bir rol düşmüş ve bunlar dogmatik olarak dolaysız bir şekilde gerçek olarak sunulmuştur, açıklayıcı bazı düşünce modellerinin ortaya çıkmasına vesile olmuş ama bunların realiteyle bağlantısı ihmal edilmişti. Adam Smith’de hala tarihsel verilerin gerçekçi ve kapsamlı tarifi egemen olsa dahi, bununla birlikte düşünce sürecini daha ziyade önemli köken olarak değerlendiği olgular üzerine yoğunlaştırmıştı. Bunun sonucunda ortaya çıkan ardıllar tamamıyla bu varsayımlarla sınırlandırılmıştı. Böylece yansımaların kökenlerinin bilindiği anlayışı egemen olmuş ve somut gerçekliği açıklamak için sadece bunları tümdengelimden geçirmenin yeterli olacağı düşüncesi hâkim olmuştu.1238 Ampirik realitenin, teorik milli ekonomi içerisindeki hatalı evrensel hipotezlerin regülasyonunda görev alması gerektiği ki bu daha sonra Schmoller’in sürekli olarak tekrarladığı bir talep haline gelmiştir, Mill tarafından Logik adlı eserinin 6.kitabında Whewel’in üç basamaklı tümevarım öğretisine karşı dillendirilmişti. Mill’in buradaki hedefi daha önceki dogmatik öğretilerini desteklemekti.1239 Menger’in metodolojik Schmoller 1894, s. 546. Hasbach 1895, s. 472 ) . Whewell henüz 1829 yılında klasik sonrası milli ekonomist olan Ricardo’nun öğretilerini, matematiksel – formel bir modele dönüştürmüştü ( bakınız Whewell 1830 ) . Whewell bu öğretilerin ampirik gerçekliği açıklamayacağını tespit etmiştir. ayrıca bunun temelinde gerçekçi olmayan varsayımların kullanıldığını kanıtlamıştır. Bunun ardından ise yeni bir Tarihçi yönelimli politik ekonomi biliminin kurgulanması çalışmalarına başlamıştır ( bakınız Whewell 1833) . Ricardo’nun öğretileriyle uğraşması sonunda, pratik olarak uygulanabilecek bir tümevarım kuramının formülasyonuyla ilgilenmiştir. Kant felsefesini önemiyse onu bilimsel bilgilenmeye ve Almanya’daki bilimsel gelişmeleri incelemeye yöneltmiştir. Bu şekilde bugün “Phlosophy Of Science” olarak adlandırılanın kurucuları arasına girmiştir. Mill klasik sonrası milli ekonominin şüpheyle karşılanmasının önüne geçmek için Whewell’e karşı, 1840’ta bir tümevarım kuramı oluşturmuş ve 1843 yılında kapsamlı Logik adlı eserini yayınlamıştır. Mill ancak bu ön çalışmaları tamamladıktan sonra Principles Of Politica Economy adlı eserini yayınlamıştır. (bakınız Hansen 1996 s. 189 ) . Menger’de aynı şekilde Mill’in erken dönem yazılarının yani Smith – Ricardo’cu milli ekonomiyi savunan teorinin yetersizliğini anlamıştı. Ayrıca bununla birlikte Logik adli eserinin 6. kitabındaki yetersizliğin farkına varmış ve bunun milli ekonomi içerisindeki tümdengelim yöntemi açıklamak için yeterli gelmediğini fark etmişti. Bu yüzden Almanya’daki zaman anlayışına uygun ve buradaki geleneğin içerisinden gelen bir temel arayışına girdi ( bakınız Menger 1873 ) 1238 Mill John Stuart; System der deduktiven und induktiven Logik Eine Darlegung der Grundsatze der Beweislehre und der Methoden wissenschaftlicher Forschung, in Gomperz (Hrsg),John Stuart Mills Gesammelte Werke, Band 2,Aaalen,1884/1968,s.20 1239 Hansen, Reginald; Der Methodenstreit in den Sozialwissenschaften zwischen Gustav Schmoller und Carl Menger, seine wissenschaftliche und wissenschaftstheorie Bedeutung, in Betrage zur Entwicklung der Wissenschaftstheorie im 19.Jahhundert, Meisenheim,1968,s.149 413 yayınları bundan sonra Klasik felsefeye dayanarak, bilimlerin gelişiminin Francis Bacon’un katkılarından sonra hatalı yollara girdiğine dair anlayış üzerinde yoğunlaştı. Sosyal bilimler içinde düşünce şeması olarak Aristo felsefesini kabul etmiş ve bunun İngiliz ampirizmi içinden kaybolduğunu ifade etmiştir. Buna göre, ampirik realite bilgilenme ve bunun yapısal bağlantıları üzerinde kontrol birimi olarak görev yapmayacaktır.1240 Menger’in bu geliştirilmiş düşünce şekli, yeni yüzyılın başlamasıyla birlikte milli ekonominin içinde ikinci kavganın ortaya çıkmasına neden olur. Bu çatışmanın içeriği ise genel bağlayıcı niteliği olan değer yargılarının bilimsel geçerliliği üzerineydi.1241 Schmoller iki çatışmada da merkezi bir rol oynamıştır. Gerçekteyse Schmoller zamanın genel anlayışı dışında olan düşünceleri nedeniyle, kendisine politik anlamda yakın olan sosyal politika derneği üyeleri tarafından bile, bir yabancı veya dışarıda kalan adam Mill’ci tümevarım öğretisinin amacı ampirik realite üzerine güvenli bilgilenmeye ulaşmaktı. Burada fen bilimlerinin aksi olarak manevi bilim içerisinde deneysel çalışamayacağını düşünüyordu. Diğer yanda milli ekonomi içinde teorilerinin aksiyonunu insani davranışın motif strüktürleri üzerine inşa edebileceğini düşünmüştü. Bunlar onun için sosyal realitenin teorileri olarak hizmet vermiş ve aksiyomcu tümdengelim sistemi formu içinde güvenli, genel ve bunun için zaman mekân açısından kısıtlanmamış ters tümdengelim metodu olarak işlev görmüştür. Bununla birlikte ortaya çıkan tezatlıkları görmemezlikten gelmemiz gerekir. Whewell tarafından tümevarım öğretisi içinde geliştirilen kanunsallık kavramı, realiteyi açıklamak üzere kurgulanmış tahminlerdi. Bunlar evrensel anlamda geçerli, somut neticeler üzerinde sınanabilecek hipotezlerde formüle edilmiştir. Wheywell’e göre, ancak genel anlamda geçerli bir kanunsal hipotezin onayı ve ampirik realitenin var olan tekil marjinal koşullar üzerine ifadeleri sonucunda bir teori doğrulanabilir. Hipotezlerin doğruluğu bu onayla elde edilmemekle birlikte bunları hatalı oluşları bu şekilde anlaşılabilir. Mill’in bir doğa kanunundan beklediği ispatlanmış bilgilenme şartı, Wheywell için yeterli değildir. Aynı şekilde Schmoller ve onun rakipleri arasındaki bu farklı kanunsallık anlayışı önemli bir rol oynamıştı. Zira Schmoller düzenlilikleri tespit etmek için hipotezleri şart koşar. Ve Menger’ci anlamdaki kesin kanunsallıkları sorgulardı. 1240 Hansen,1993,s.123 Klasik felsefenin Menger öğretisi için önemini vurgulamaktadır. Whewel ise 1930 yılından sonra Aristo felsefesinin dogmatik niteliklerinden kurtulmuş bir bilimsel öğretiyi geliştirmeye soyunmuş ve deneyselliğe yönelmiş olan Bacon’un programı olan Novum Organon Renovatum anlayışını geliştirmiştir. Buna göre, düşünce şeklini “kopernikçi dönüşüm” olarak adlandırılan Kant felsefesi yönünde ve dogmatiklikten uzak bir biçimde yeniledi. Bu durum ampirik eğilimli olan İngiliz düşünsel geleneği için oldukça yabancıydı. Mill ise, buna karşı ampirik İngiliz geleneğine uygun bir şekilde Aristo düşünce biçimini, Logik ismi altında modern bir tümevarım öğretisini kurgulamak amacındaydı. Ona göre, bu öğreti Aristo düşmanı Bacon’dan itibaren hatalı bir yola girmişti. İşte tüm bunları 1883 ve 1884 yılındaki çatışmacı yayınlarında dile getirdi. Burada deneyselliğin rolünü kesin araştırmanın metoduna yükler ve bunu tüm deneyselliğin ile tecrübenin üzerinde konumlandırır. Özellikle kesin kanunların formülasyonunda ayrı ayrı ele alınması ve kamuoyuna sunulmasını talep eder. Bununla birlikte Menger yukarıda vaat etmiş olduklarını hiçbir zaman gerçeğe dönüştürmemiştir. 1241 Lindenlaub, D;Richtungskampfe im Verein für Socialpolitik Wissenschaft und Socialpolitik im Kaiserreich Vornehmlich vom Beginn des “Neuen Kurses”bis zum Ausbruch des ersten Weltkriegs (1890-1914),1967,Wiesbaden 1967,s.443,Hansen,1968,s.156 414 (aussenseiter) olarak değerlendirmişlerdir. Milli ekonomistler onu genellikle tarihçi olarak değerlendirmişlerdir. Buna karşın tarihçiler onu daima milli ekonomist olarak görmek istemişlerdir. Daha 1861 yılında hazırlamış olduğu “Zur Geschichte der nationalökonomischen Anschichten in Deutschland” isimli eseri tamamen zamanın tarihçi anlayışın dışına çıkmıştır. 1242 Daha sonraki yayınları da aynı nitelikte olmuştur. Sosyal Politika Derneğinin kurucularından olan Wagner henüz 1876 yılında Schmoller’in eleştirel çalışmalarından dolayı onu kasıtlı olarak bir metot çatışmasını provoke ettiğini belirtmiştir.1243 En şiddetli tepkiyi ise, eski öğrencisi Brentano göstermiştir. Brentano çok uzun bir zaman için neredeyse Schmoller’le olan tüm ilişkilerini dondurmuştur.1244 Metot kavgasında, rakipleri onu politik davranmakla ve değerlendirmelerini gerçekleştirmekle suçlamışlardır. izafiyesini eleştirmiş ve 1245 bunu politik hedefleri doğrultusunda Karşıtları Schmoller’in noksan olan etik politik hedeflerine kurban verdiğini belirtmişlerdir. 4.1.2. İktisadi Analizin Birimi Nedir? İktisadi analizin birimi söz konusu olduğunda tartışmanın her iki tarafı da metodolojik bir zorunluluktan dolayı değil realite öyle olduğu için iktisadi analizin biriminin millet ya da birey olduğunu iddia etmektedirler. Schmoller’e göre iktisadi hayata baktığımızda, faaliyette bulunan öznenin birey değil, millet olduğunu görürüz. İktisadi faaliyetin bireysel faaliyete dayalı bir süreç olduğu fikri ki bu fikir bireysel ihtiyaçlarını tatmine çalıştığı düşüncesine dayanır. Medeniyetin hiçbir aşaması için doğru değildir. Ve tarihte geriye doğru gittiğimizde yanlışlığı bir kat daha ortaya çıkar.1246 1242 Literarisches Centralblatt für Deutschland, Leipzig,1862,bölüm 760 Hansen, R;Die praktischen Konseqenzen des Methodenstreits. Eine Aufarbeitung der Einkommensbesteuerung, Berlin,1996,s.180 1244 Brentano, L;Mein Leben im Kampf um die soziale Entwicklung Deutschlands, Jena,1931,s.74 1245 Eucken, W;”Die Soziale Frage” in Synospis, Alfred Weber 30,7.1868 bis 30.7.1948,Heidelberg,1948,s.111 1246 Schmoller, 1897, s.1389 1243 415 Menger ise, sadece fertlerin eylemde bulunabileceğinin özellikle altını çizmiştir. Metodolojik ferdiyetçilik prensibine göre devletler, toplumsal sınıflar, kurumlar, cemaatler bire bir ilişkiler açısından bireyler düzeyine indirgenebilirler.1247 İktisadi analizin biriminin ne olduğu sorusuna normatif olmayan bir cevap vermek imkânsız görünmektedir. Realite her iki teze de destek sağlayan bol miktarda veri sunmaktadır. 4.1.3. Schmoller ve Menger’de Teori Schmoller’e göre, ekonomik bilim, bütün ekonomi-politik yansımaları yakalayıp tanımladığı için onun kanunları da mutlak gerçeği ve mutlak geçerliliği temsil edemezler. Öyleyse tümevarım en önemli acil görevdir. Genel karakter taşıyan açıklamalar mesela Ricardo ile başlayan ve Smith’in ardından gelenlerin yaptığı gibi belirli zamansal gelişimlerinden sonra, ekonomi-politiğin yansımalarının yeni araştırmalarına dayanan yeni tümevarım sonuçlar çıkarmadan yapılması “bilim” olma niteliğini belirler. Bunlar teoridir. Bundan dolayı tamamlanmamış bilginin formüle edilmesinin geçici denemeleridir. Ve ne kadar sabit detay bilgisi büyürse, o kadar sabit gerçeklilik yani bilim haline gelirler.1248 Schmoller, bunun anlaşılmış olmasını, devlet, toplum ve ekonomipolitiğin yeni ve gerçek bilimin kazancı olarak görür. Bu bilim tekil araştırmalar ile kendini inkâr edercesine, büyük teorilerin peşine koşmak yerine, daha çok parçalı halde fakat kesin gerçekler kazanmak ister.1249 Menger’e göre, tarihçi element gerçeği, ampirik teoride kabul görür ve bununla birlikte kesin teori tarafından da inkâr edilemez. Kesin bilimler beher her teorinin varsayımı olarak fenomenlerin gelişim gerçeğini, yansımaların değişimini inkâr etmez. Ayrıca biz bu şekilde tüm evrelerde bunları kavrayabiliriz. Hayatın meydana getirdiği her yeni yansıma ve her yeni fenomen gelişim evresi, teorik araştırmanın kesin yönünün yeni bir problemini 1247 Menger, 1883, s.86 Schmoller,1897,s.1389 1249 Schmoller,1897,s.1389 1248 416 oluşturur. Gelişim gerçeği, kesin araştırma sonuçlarının formel karakterine dokunamaz. Fakat buna karşın objelerin çevresini genişletir ve modifikasyondan geçirir.1250 Milli ekonomi içindeki tarih ve istatistik konularında, Schmoller- Menger tartışması program olarak önemli bir farkın önemli olmadığı, her iki sininde bunları değerli addettiğini görebiliriz. Aradaki fark “yapı taşı ve yardımcı bilim” farkıdır. Buna karşın uygulamadaysa büyük bir farklılık vardır. Zira Menger, tarihi yeterince ciddiye almış olsa bile, Schmoller’in tarihçi detay araştırmalarına verdiği önem nedeniyle burada belirgin bir farklılık ortaya çıkar. Menger, Schmoller’in monografilerde sergilediği başarıyı kabul etmiş ve bunların teorinin yapı taşları olarak değerlendirilmediği sürece itirazda bulunmamıştır.1251 Menger için, tarih içindeki detay araştırmaları, söz konusu araştırmanın karakterini tehdit etmeye başladığı anda mantıksız hale gelir. İşte bu durumda artık sadece yarı yabancı bir yardımcı bilim olarak milli ekonomik araştırma faaliyetlerinde bir rol üstlenebilir.1252 Menger burada kendi ifadesiyle milli ekonomi içerisindeki tarihçi bakış açısını korumak ve bunları iktisadi fenomenlerin gelişimlerinin bir gerçekliği olarak dikkate almak istemiştir.1253 Buna göre, tarihçi açısını teorik milli ekonomi içinde korumak demek, “genel varlığın araştırılmasında, ekonomi-politik fenomenlerin gelişimini ve ekonomi politiğin kanunlarının genel bağlantılarını korumak” demektir.1254 Peki, ama tarihsel dönüşümleri dikkate almak teorik araştırmanın sonuçlarını ve bunun genel bilgilenmesini hangi ölçüde etkiler? Modifakasyon ne kadar korunursa gelişim gerçekliği o ihmal edebilebilir. Menger için ekonomi politiğin kesin teorisinin ampiri üzerinde sınanması yanlıştır. Bu kesin araştırmanın temellerini ve koşullarını anlamamak demektir. Fakat bununla birlikte aynı zamanda yine pozitif 1250 Menger,1883,s.116 Menger,1884, s.24 1252 Schmoller,Beschrechung des handbuches der politischen Ökonomie,s.1387 Schmoller burada monografik araştırmaların milli ekonominin gerçek görevi olarak takdim eder. 1253 Menger1884,s.121 1254 Menger,1884, s.121 1251 417 bilimlerin hizmetinde olan özel amaçları yanlış anlamaktır.1255 Bu öncelikle metodik bir yanılgıdır. Ama diğer yanda şüphesiz özel amaçları tamamıyla göz ardı etmektir. Kesin teorinin genel amacı genel geçerli olan ifadeler oluşturmaktır. Menger bunu şu ifadelerle dile getirmiştir: “Ampirik realiteye mutabık kesin bilgilenmeleri tabii ki arzularız. Veya daha doğrusu aynı zamanda kesin bilgilenmenin avantajlarını sağlayan ampirik bilgilenmeye sahip olmak isteriz.”1256 Menger burada Schmoller’in aksi bir yorumla, bütün ampirik gerçekliliği dikkate almanın mümkün olmadığını düşünüyor. Ayrıca Menger kesin kelimesinin anlamını Schmoller’in anladığı kesin kelimesiyle aynı anlama getirilmesinin olanaksız olduğunu söylüyor. Schmoller ampiri üzerinden aynı zamanda kesin bilgilenmenin avantajlarına sahip ifadelere ulaşmak istiyor. Bu yüzden hem Schmoller hem de Menger aynı anda kesin açıklamalar getirdiklerini iddia edebiliyorlar. 1257 Menger’e göre bu durum “yansıma dünyasının çeşitli alanlarındaki genel yönün aynı olduğunu düşünmek tamamıyla tek yönlüdür.1258 Evet, bu tıpkı milli ekonominin tarihçi yönünün bireysel varlığın bilgilenmesine ve ekonomi politik yansımaların bağlantısına ulaşmak için istatistiki ve gelişim alanında araştırma yapması gibi, söz konusu olan bu yönde geneli araştırmak için ayrışır.1259 Kesin yönün yanında yer alan diğer yönse ampirik-gerçekçi yöndür. Bu yönde tıpkı kesin yön gibi genel varlığın anlayışına ve yansımaların genel bağlantısına ulaşmak ister.1260 Bununla birlikte bu öğretinin ismine bakıldığı zaman bunun içeriğini anlamak mümkündür. Evet bu öğretinin çıkış noktası gelişimin ampirik anlamda tezahür bulması sonucu, gerçekliğin dikkate alınmasına dayanır ve bu neticede kesin ifadelerden farklı bir formel karakterin ortaya çıkmasına neden olur. Saf teorinin kesin ifadelerinin formel karakteri kesinlikle dönüşemez, çünkü ifadelerin kendi genel geçerlilik iddiasını taşır. Saf bir teori ya kesin doğrudur ya da kesin yanlıştır. Eğer bir teori sadece tarihsel olarak doğruysa, 1255 Menger,1884,s.55 Menger,1884, s.55 1257 Wagner, A;Systematische Nationalökonomie,Jahrbücher46,1886,s.206 1258 Menger,1883,s.32 1259 Menger,1883, s.253 1260 Menger,1883, s.50 1256 418 o zaman saf bir teori değildir.1261 Ampirik-gerçekçi bir araştırmanın teorik açıklamaların geçerliliği zamansal ve mekânsal sınırlandırmaya tabidir. Bunlar kesin veya saf bir teorinin ürünü olmadığı için kesin değildir. Bu teoriler ampirik gerçeklilikteki yansımaların gözlemi üzerine kurgulanır. Zaman ve mekân perspektifi içinde önemli olan ampirik yansımalarla karşılaştırmanın ardında genel ifadeye dönüşürler. Reel gelişimin gözlemi ve karşılaştırması sonucu buna uygun olarak oluşumları sonucunda en iyi ihtimalle tarihin içinden bir kesit sunarlar, fakat bu hiçbir zaman zamansal ve mekânsal koşullanmanın dışında olmaz. Menger bütün ampirik gerçekliliğin yakalanamayacağına inanır. Schmoller ise bunun mümkün olduğunu düşünür. Bunun detay araştırmalarıyla gerçekleştirebileceğini belirtir. Bu şekilde kazanılan gerçekliğin geniş ve güvenilir bilgilenmesi kesin kavramıyla örtüşür.1262 Teorik araştırmayla bilgilenmenin bütününe yani hem genel hem de bireysel bilgilenmeye ulaşmak mümkünümdür? Salin’e göre, bu sorunun yanıtı hayırdır. Evet, teorik araştırmanın yapısı gereği ortaya sadece genel ifadeler çıkar ve bu her iki yön içinde geçerlidir. Çünkü bunlar soyutluğun derecesinde ve bununla birlikte ifadelerin keskinliğinde ayrışır. Ama prensipsel bir ayrışım söz konusu değildir. Buna göre, teori daima sadece kısmi bilgilenme sağlar. Bu başka, kısmi bilgilenmelerle zenginleştiği zaman oldukça değerlidir. Bunun için ayrıca iktisat tarihinin görevi ve metodu üzerine olan muadil bir anlayış oluşmalıdır. Ancak bu sentezin ardından rasyonel bir teorinin karakteri tespit edilebilir ve bunun tarihsel geçerlilik alanı tayin edilebilir.1263Schmoller böylesi bir sentezi arzuluyor. Schmoller gerçekleşen olayların açıklanmasını teorik bilgilenmeyle sağlayan bir tarihe ilgi duymaktaydı. Daha doğrusu belirlenmiş bakış açısıyla, realitenin içindeki kanunsallık karakterlerinin düzenliliklerinin arayışındaydı. Menger’e göre, Tarihçi Okul yüzünden, politik –ekonominin istatistik tarihini ve teorik milli ekonomiyi birbirine karıştıran bir iktisat öğretisi 1261 Helander, S;Die Ausgangspunkte der Wirtschaftswissenschaft, Jena,1923,s.52 Schmoller,1897, s.1403 1263 E. Salin, Hochkapitalismus, s.330 1262 419 oluştu.1264 O’na göre, tarihçilerin politik –ekonomi ile ilgili iddiaları yüzünden iktisadın bağımsız bir başlanmıştır.1265Tarihçilerin olmasının bilim hatası, tarihi sorgulanmasına araştırmalara tek yönlü bakmalarından kaynaklanıyor.1266 Menger’in amacı ise bu tek yönlülüğü ortadan kaldırmak ve Tarihçi Okul’un hatalarını silmektir.1267 Onun görevi: “İktisat alanında teorik araştırmaların haklı olan yönlerinin sistemini tespit etmektir.”1268 Menger, teorik araştırmalarda iki ana yön arasında ayrıştırmaya gidiyor. Ampirik-reel yön ile gerçekçi yön arasında fark gözetiyor. 1269 Menger tarafından, teorik araştırmaların “kesin yönünün” özellikle savunulmalısı gerektiğini iddia ediyor. Çünkü Tarihçi Okul’a göre, bunun geçerliliği yoktur.1270 Menger’in tarihi ve teorik sosyal bilimler arasında bir karşıtlığın olduğu yönündeki açıklaması, Schmoller tarafından kategorik olarak ret edilmemiştir.1271 Fakat Schmoller bu tezadı aşılmaz bir derinlikte görmemektedir.1272 Bunun neticesinde Menger, Schmoller’in teorik ve tarihi bilimler arasında bir sınırlandırmaya değer vermediğini belirtmiştir. 1273 Schmoller’e göre, tasvirsel bilim genel teori için ön çalışmayı yapacaktır. Ama bunun için yansımaların tamamlanmış bir sınıflandırmasını ve yine tamamlanmış bir tanımlama yapısını ve gözlemlenen tiplerin tekil olarak doğru sıralanmasını ön şart olarak ileri sürmüştür. Bilimin bu tasvirsel özellikleri ile teorik milli ekonomi, tarihi araştırmalar ile açıklanacaktır. 1274 Menger buna karşı çıkar: “Teorik araştırmaların politik-ekonomi alanında ve iktisat tarihi içinde değerli bir ampirik temele sahip olduğunu, fakat bunu diğer disiplinler gibi 1264 Menger,1884,s.12 Menger,1884,s.23 1266 Menger,1884,s.12 1267 Menger,1884,s.17 1268 Menger,1884,s.13 1269 Menger,1884,s.19 1270 Menger,1884,s.19 1271 Menger, 1883,s.3-25 1272 Menger,1884,s.20 1273 Menger,1884,s.27 1274 Menger,1884,s.21 1265 420 (mesala istatistik gibi) teorik milli ekonomiye sadece yardımcı bilim olarak tanımlanabileceğini belirtiyor.”1275 Ve şöyle devam ediyor: “İktisat biliminde teori çalışanların amacı ile tarih çalışanların amacı ayrı olmalı.1276 Tarihçiler tarih çalışmaları ile politik ekonomiyi akıllarından sildiler.”1277 Schmoller’de ise, “ Hiçbir şekilde teorinin ihmal edilmesi değildir. Sadece ona bir alt yapı oluşturmaktır. Eğer bir bilimde bir dönem daha çok tasvirsel çalışılmışsa ve bundan dolayı gücün bir kısmı teori üzerinde çalışmayı engellemişse bu bilimsel işbölümünün varlığının doğasından kaynaklanmaktadır.” Menger tekrar tekrar tarih ve istatistiğin politik –ekonominin önemli yardımcı bilimleri olduklarını söylemiştir.1278 Menger’in önemle belirttiği tarih ve istatistik alanında yapılan araştırmaların neticelerini sadece toplanarak politik-ekonomi alanındaki çalışmalara sunulmasıdır.1279 O’na göre, tarihi araştırmaların sonuçları problemli değildir. Problem olan tarihi araştırmanın kendisidir. Ve bunu “iktisat alanındaki tarihi-istatistikî içiçelik” olarak adlandırır.1280 Menger’in teori içindeki iki araştırma yolu “gerçekçi-ampiri ve kesin yön” Schmoller için tümevarım ve tümdengelimdir. Schmoller’de, Menger’e göre, karşıt olan durum, tümevarım araştırma yolunun kesin ve katı neticelere ulaşmış olmasıdır. Araştırma kantitatif ve kalitatif olarak tamamlanır tamamlanmaz, o zaman bizim düşünce düzenimiz bizi, sadece bir kez gözlemlenen diziyi, eşit kantitatif ve kalitatif kökenlerin, sürekli ve tekrardan aynı diziyi üretmeleri fikrine yöneltir. Schmoller’in burada dayandığı düşünce kanunları, bilimsel psikolojiden elde edilmişlerdir Menger, düşünce kanununlarına yaslanmıştır. Teorik araştırma Schmoller için, “basit elementlere ulaşmak” veya bilimsel bir psikolojiyle kazanç dürtüsünü ve egoizmi başka paralel ruh kuvvetlerinden sınırlandırmak için sadece insani 1275 Menger,1884,s.22 Menger,1884,s.24 1277 Menger,1884,s.25 1278 Menger,1884,s.35 1279 Menger,1884,s.35 1280 Menger,1884,s.44 1276 421 ihtiyaçlardan, kazanç dürtüsünden veya bireysel faydadan yola çıkamayacağı gibi, Schmoller, devlet, maneviyat, töre, adaletin ekonomi politik ile ilişkisini görmezden gelemez. Menger teorik araştırmanın gelişimini kendine görev addetmiştir. Soyut ile genel kanunsallıklar hedeflemiştir. Araştırmanın tarihsel yönünü tamamen işe yaramaz diye ret etmiyor, daha çok Tarihçi Okul’un hâkimiyetini eleştiriyor. Schmoller’in eleştirisi kesin kanunlara yönelik olmuştur. Buna karşı Menger Schmoller’in eleştirisini yanlış anlıyor. Ve şuna inanıyor: “Schmoller tarihsel analiz ile kesin kanunlara ulaşmak istiyor. Bu durum Menger’in metodik görüşüne göre, doğal olarak olanaksızdır.” Schmoller’in amacı ise bu değildi.1281 Metot kavgası son olarak, sosyal bilimlerin bilgi teorik temellendirmesi üzerine toplanmıştır. Schmoller’e göre, ekonomik fenomenler, kompleks bir bağlamın olguları olarak, sosyal-kültürel ve etik şekillenmiş bir gerçektirler. Bunların anlaşılırlığını sadece bu konteks içinde mümkün görüyor. Bireysel yansıma tekil bir olaydır ve tam olarak bir daha tekrarlanmayacak kenar yansımalar sebeplidir. Ampirik giriş dışında yakalanamaz durumdadır. Buna karşın Menger’in amacı ekonomik fenomenlerin temel olan, yer ile zaman bağımlı yapılarını ortaya çıkarmayı hedefliyor. Menger’in teorik araştırma içinde, sadece ampirik –reel yöne tarihçi önem addetmesi ve bununla birlikte, kesin yöne, tarihsel koşullanmayla ilgili, her türlü dayanaktan alıkoyması, onun Schmoller’in neden gerekli olduğunu, hiç anlayamayacağını ortaya koyar. Çünkü bunun için gerekli olan nosyon onda yoktur. Tarihçi Okul, gerçekliğin bilimsel olarak elde edilmesini temsil eder. Schmoller ise, hiçbir gerçeklik taşımayan, bir dizi soyut sisli resimden bahseder.1282 Schmoller prensipte teoriye karşı olmadığını, sadece gerekli bütün ön çalışmalar yapıldıktan sonra teoriye geçilmesi gerektiğini düşündüğünü ısrarla vurgular. “Bireysel olanın bilimi daha doğrusu, deskriptiv bilim genel 1281 Alter,1990,s.47 Schmoller, Gustav, Leipzig,1888,s.280 1282 Zur Literaturgeschichte, der Staats und Sozialwissenschaftens, 422 teori için ön çalışmayı sağlar.1283 Tabii bu ön çalışmaların da iktisadi fenomenlerin değişimlerini, nedenlerini, sonuçlarını kapsamlı bir şekilde tasvir edici olması gerekir. Bunlardan hareketle de fenomenlerin mükemmel bir tasnifi, mükemmel bir kavramsal çerçeve ve fenomenlerin muhtemel nedenlerine ilişkin genel bir bakış elde edilebilir. Her tamamlanmış tasvir, ilişkili olduğu bilimin genel doğasının tespitine bir katkıdır. 1284 Bir bilim ne kadar mükemmelleşmişse, yaptığı tasvirlerle fenomenlerin genel doğasına ilişkin kurduğu öğreti o derece birbirine yakınlaşmış olur. Bir bilimdeki deskriptiv kısım ne kadar eksikse ve teori ne kadar eksik ve muğlâk verilere dayanıyorsa da bu ikisi arasındaki mesafe o kadar açık olacaktır. Schmoller’e göre Milli İktisat’ın kendi zamanındaki durumu da bu şekildedir. Schmoller’in bu duruma önerisi şudur: Her şeyden önce gözlemler çoğaltılmalı, geliştirilmeli ve keskinleştirilmeli, sonra bu kapsamlı deskriptiv materyalin yardımıyla fenomenlerin tasnifi ve kavramsal çerçeve iyileştirilmeli, daha sonra da fenomenlerin tipik olarak ard arda gelişleri ve bağlamları ve fenomenlerin sebepleri bütün kapsamıyla açıklığa kavuşturulmalıdır. Bu kesinlikle teorinin ihmali değil, bilakis onun için gerekli alt yapının sağlanmasıdır.1285 Teoriyi ikinci plana atmakla birlikte Schmoller tarihi araştırmalara fazlaca yoğunlaşmanın sakıncalarının da farkındadır. Bir bilimin tarihçilerinin o bilimin büyük teorisyenleri olmayacaklarını söylerken Menger haklıdır. Çünkü tarihçi yol, genellemelere ve teorilere karşı ihtiyatlı yaklaşır. Fakat bu olumsuz taraf onların meziyetlerinin doğal bir sonucudur.1286 Schmoller’e göre, bu böyle olmak zorundadır. Çünkü insanlar tek taraflılığa bir ölçüde mahkûmdurlar. Schmoller’e göre, ahlak(Moral), gelenek(Sitte),ve hukuku(Recht) dikkate almayıp, kendisini sadece değere, fiyat oluşumuna gelir dağılımına ve parasal konulara hasreden bir yaklaşımın Milli İktisadın özünü verecek bir teoriye ulaşması imkânsızdır.1287 Mesala para gibi organik 1283 Schmoller,1883,s.977 Schmoller,1883,s.977 1285 Schmoller,1883,s.977 1286 Schmoller,1883,s.978 1287 Schmoller,1883,s.980 1284 423 olarak gelişen kurumların açıklanmasında Menger’in mutlak teorisinin son derece yetersiz kalacağını düşünür. Schmoller gerçi o sosyal yapıların bireylerin psikolojik süreçlerinin sonucu olduğunu kabul etse de aynı zamanda bireyin iç dünyasında rol oynayan sonsuz sayıda etken olduğunu düşünür.1288 Tabiî ki Schmoller ekonomik bir teorisyendi. Her ne kadar bugün tercih edilen teori türünden olmasa bile. Schmoller’in teorik ekonomisi şimdiye kadar düşünüldüğünden farklı olarak yabana atılacak durumda değil ve sanılandan daha fazla teorik konsepte sahiptir.1289 Schmoller kendi kanunsallığı olan bir teori olarak ekonomi fikrine karşı,“ekonomi politik” kurumların, kolektif insani aranjmanların bir ürünü olduğu tezini savunmuştur. Burada “değer yargıları” insani yaşam koşulları üzerine verilmektedir. Dolayısıyla bunların analizi Milli Ekonominin en nazik nesnelliğidir. Bunun için “etik olarak” adlandırılmıştır.1290 Çünkü Schmoller için ekonomi-politiğin “esas prensibi” iktisadi oluşumların toplumsal anlamda şekillenmesidir. 1291 Şimdiye dek egemen olan “ekonomi-politik” kurumların sağlamlığına olan güven daha eski Milli Ekonominin bireyselliğin gücüne olan çocukça bir batıl inancın somut ürünüdür.1292 Ekonomi nevi şahsına mahsus değildir. Bunun yerine sadece “sosyal ekonomik” insiyatif uzun vadede ekonomik kurumların sağlamlığını garanti altına almaya muktedirdir. Çağın koşullarına uyum sağlamayan tamamlanmamış kurumlar “sosyal reformlar” vasıtasıyla yeniden kurulmalıdır.1293 Schmoller, Menger’in her zaman kesiti için teori üretiminin çok zor olacağı görüşüne hak verir ancak şu soruyu yöneltir: Neden sadece genel geçer teoriler üretelim1294? 1288 Schmoller,1883,s.985 Dopfer, Kurt; How Historical is Schmoller’s EconomicTheory? in Journal of İnstitutional and Theoretical Economics, Vol.44, 1988,s.552 1290 Gehrig, H;Die Begründung des Prinzips der sozialreform, Jena,1914,s.280 1291 Schmoller,1978,cilt 1,s.5 1292 Gehrig,1914,s.280 1293 Örneğin ücretlerde 1294 Schmoller,1883,s.983 1289 424 Menger’e göre ise, İktisadi fenomenlerde kategoriler bulunduğunu ve her bir kategorinin de bir özü olduğunu düşünür. Bu özler iktisatçının iradesinden bağımsız olarak var olduğundan, onlardan hareketle üretilecek teoriler de evrensel olmak zorundadır. Tarihi ve ampirik araştırmalar da bu teorilerden hareket etmek zorundadır. Ampirik araştırmalardan hareketle teoriye varılmaz. Menger kendisinin Schmoller’i eleştirmesinin nedeninin de politik ekonomiye bir yardımcı bilim olarak tarihi kullanması değil, tarihe çok fazla yer verip politik iktisadın kendisini gözden kaçırmaları olduğunu söyler.1295Ampirik yaklaşım ise iktisadi fenomenlerin ampirik kanunlarını verir. Ancak ampirik fenomenler kısmen gayr- ı iktisadi faktörlerce de belirlenir.1296 Menger’in eleştirdiği diğer bir noktada Schmoller’in teoriye az çok yer verenlerin de Milli İktisat’ın teorisine tek yanlı yaklaşmalarıdır. Onlar teorik çalışmaların bütün sahalarına eğilmemekte sadece tarihi-istatistiksel çalışmalarla ilgili olan boyutlarını ele almaktadırlar. 1297 Menger’in büyük metodik yanlışlığına karşın “zamanın varlığını ekonomi-politiğin varlığı sanmak” ve organik sosyal resimleri “kesin” olarak geri götürmeyle yorumlama uğraşı, gayri ihtiyarı olarak, toplumsallığın tamamını kapayan neticelere götürür. Schmoller, neden özellikle tüm sosyal olayların bireysel psişik çabaların sonuçları olduğu konusundaki sorunun sorulması ile oluşan irrasyonel boşluğu doldurur. Bunu kendisi için “bireysel” ruh hayatının bir tezat olarak, kıyıcı ve egoist hisler tarafından tüketilmediğini, hatta sonsuz sayıdaki özsel ve sempatik duygu ve düşüncelerden oluştuğunu ki bunların bazıları bilinçli bir anlaşma, kısmen bilinçsiz veya sadece hissedilmiş bir uzlaşma ile daha farklı neticelere, iktisadi ve sosyal hayatın sabit şekillenmelerine götürür. Tüm psişik birey ve yığınların yansımaları dâhil edilmesiyle, bir evrensel psikolojik bütünsel bakışla, ekonomi-politiğin esas anlamıyla anlaşılması ve bundan metodik anlamda haklılığını ortaya koyan tarihçi bakış açısı, Schmoller’in gördüğü derin tezatlıkları gösterir. 1295 Menger,1885,s.38 Menger, Zur Kritik der politischen Ökonomie, 2.Auflage, Tübingen: J.B.Mohr (Paul Siebeck), 1887,s.28 1297 Menger,1887,s.9-28 1296 425 “Schmoller, bilimsel anlamda gerçekliğin dönüşünün temsilcisidir. Her türlü gerçeklikten uzak bir takım soyut resimlerin yerine gelmiştir. Menger’in görmediği bütün önemli ekonomi-politik yansımaların zaman ve mekân açısından oldukça kapsamlı oldukları ve sadece kolektivist bakış açısı ile tarihin ve istatistiğin yaptığı gibi, ulaşabilir durumdadırlar. Menger, sadece tek bakışı ile tekil ekonomilerden yola çıkıyor. Hep sadece takas, değer, para v.s. düşünüyor. Ekonomik organları ve kurumları değil ki bunlar ulusal ekonomik vücudun iskeleti gibidirler.”1298 Menger’in cevabı mektup formatında hiciv olmuştur. Menger’in katı araştırmaların ve doğa “fen” kanunlarının, ampirik realizmin çektiği sınır bizim “düşünce kanunlarımız ve bunların bilgilenme kuralları tarafından yükseltilir. Teorik gerçekliklerin araştırılması için tek bilgilenme kuralı ki bu sadece tecrübe ile değil aynı zamanda bizim düşünce kanunlarımız ile tereddüt edilmeyecek şekilde tescil edilir. Ve teorik araştırmanın kesin yönü için bu durumda, en temellendirici öneme sahip olur. Her zaman tek bir olayın gözlemlenmesi ile oluşan cümle, aynı şartlar altında tekrar bu yansımalara ulaşmak zorundadır veya varlık itibarıyla aynı olan, belirli türden katı tipik yansımaların aynı şartlar altında, üstelik bizim düşünce kanunlarımız dikkate alındığında neredeyse bir gereklilik olan, belirli türden katı tipik yansımaların gerektiğidir. A ve B yansımalarının ardından, aynı şartlar altında daima katı tipik fenomen C takip etmelidir. A ve B nin katı tipik olarak düşünüldüğü ve burada söz konusu olan yansıma diziminin aynı şekilde sadece tek bir olayda gözlemlenmiş olmasıdır. Bu kural sadece yansımaların varlığı itibarıyla değil, aynı zamanda ölçüsü oranında geçerlidir. Ve tecrübe bize bunun aynısından bir istisna vermekle kalmaz, böyle bir durum eleştirel mantığa için daha çok düşünülmez olarak görünür. Hayatın empirisi, araştırmanın olayların ile nesnelerin akışının realitesi, teorik suçlamasıyla karşılaşmaz. Hatta “düşünce kanunu” ile “bilgilenme kuralı” sosyal bilimlerin tüm teorileri için düzenin, yakalanabilir olanın ve ifade verenin esas unsurudur. Bu durum fen ile doğa kanunları 1298 Schmoller,1888,s.278-279 426 içinde geçerlidir. Tüm bunların ön koşulu, tüm ampirik gerçekliliğin bu örnekte kontrol edilememesidir. Ve bu örnek üzerinden değerlendirilemeyeceğidir. Çünkü burada söz konusu olan yansıma formları, örneğin saf oksijen, saf alkol veya saf altın mutlak anlamda sadece iktisadi amaçlar takip eden bir insan için vardır. Kısmen ise sadece bizim fikirlerimizin ürünüdür.1299 Menger’e göre tümdengelim tümevarıma vurmaktır, Nasıl mı? “Evet, bunu teorik araştırmanın bütün reel olanın en basit elementlerini kurmaya çalışmakla yapar. Ki bunlar en basit elementler oldukları için katı tipik olarak düşünülmelidir. Bu elementlerin tespiti için benimsediği yol sadece kısmen olan ampirik –gerçekçi analizdir. Bunun için bunların gerçeklikte bağımsız yansıma olarak var olduklarını dikkate almadan gerçekleştirir. Bu yolla teorik araştırma, kalitatif katı tipik yansıma formlarına ulaşır1300.” Gerçi bunlar tüm ampirik gerçekliliğe uymazlar. Ama kesin kanunların kazanılması için gerekli olan “bazı” temin ederler. Artık tipik varlığın ötesinde tipik element elenme ile izolasyonla teorize edilerek, kanunun sadakatini korur ve koruyabilir durumdadır. Çünkü eleme ile izolasyon “kesin olmamayı” engeller ve böylece yukarıdaki örnekte olduğu gibi artık minimum bir kesinlik değil, tipik bağıntıların ve yansımaların kanunlarının tespiti söz konusudur. Bu ise, artık ardı ardına gelen reel gelen fenomenlerin düzenliliklerinin araştırılmasının yerine, daha çok bunun türünün ve yönteminin reel dünyanın en basit ve kısmen neredeyse ampirik olmayan elementlerinin, diğer bütün etkilerden izolasyonların içinde komplike fenomenlere gelişirler. Her zaman dikkate alınması gereken ise kesin ölçüdür. Katı tipik elementlerin, kesin ölçülü bir element ile birlikte, diğer bütün kökensel faktörler ve bilgilenme kuralı ile birlikte tamamıyla izolasyonuyla, “her ne sadece bir olayda gözlemlenmişse, tam olarak aynı gerçek koşullar altında daima tekrardan yansır hale gelmesi gerekir.” Varsayımı bizi yansımaların kanunlarına götürür. Ki bunlar “sadece istisnasız değiller, aynı zamanda bizim düşünce kanunlarımız doğrultusunda istisnasız olmanın dışında her hangi bir şekilde 1299 1300 Menger,1888,s.67 Menger,1888,s.69 427 düşünülemezler bile. Bunun için yansımaların kesin kanunlarına yada fen kanunlarına dahildirler. Bu şekilde kazanılan metedolojik hareket noktaları esas itibarıyla teorik bilimler için geçerlidir. Menger bunu, her ne kadar çok içgüdüsel olsa bile daha önce tespit ediyor. Bu yöntemlerden sonra, teorik araştırmanın kesin neticelerine ulaşırız. Menger Schmoller’ e karşı oldukça kaba bir üslup ile kişisel bir polemiğe başlaması ve Menger’in Schmoller’i ne kadar az anladığını gösteriyor.1301 Metodik kavga bugün gereksiz olarak değerlendiriyor. Çünkü tarihsel araştırmanın bilim için önemini sorgulayacak bir şüphenin olmamasından ister, bir tarihsel süreç işlesin veya materyalin işlenmesi için bir dizi teorik aletin geliştirilmesinin gerekliliği. 1302 Aksini iddia etmek ne kadar gereksizse, burada birbirine çarpan düşüncelerin temelden farklılığını küçümsememek o kadar önemlidir. Gerçi Menger tarihçileri kendi alanlarında rahat bırakmıştır. Ve Schmoller’i tümden ret etmemiştir. Esas farklılık ise problemlerde değildi, teorinin içeriği sorusundaydı. Bu bağlamda çözülmez şekilde teorinin oluşum şeklindeydi. Menger için teori, genel ve süresiz geçerli önermelerin bir sistemiydi. Bunlar birkaç eylemden mantıki operasyon ile elde edilirlerdi. Teorik Milli Ekonomi olarak iktisadi yansımaların genel görünüşünü açıklardı. Bunun bireysel yönleri için tarihsel çalışan Milli Ekonomi sorumluydu. Bu düalizmi Schmoller kesinlikle kabul etmiyordu. Teori ona göre gerçekçi olmalıydı. Yani tarihsel ampirik metotlar tarafından araştırılan faktörler üzerinde durmalıydı. Bunlardan meydana gelmeliydi. Ayrıca kendi içinde genel ve bireyseli birleştirdi ve zamana bağlıdır yani tarihseldir. Bugünlerde yapıldığı üzere Menger ve Schmoller’e hak verirsek o zaman düalizme dönmüş oluruz. Schmoller bunu aşmıştı.1303 Aynı zamanda en son Schmoller’in belirttiği, soyut, zamansız, eylemsel açıklanan teori tipinin neden olduğu büyük endişeleri ihmal ediyoruz. 1301 Bundan çıkan netice Schmoller’in teorisinin hiçbir şüphe Schneider, Erich; Einführung in die Wirtschaftstheorie,4.Teil, Ausgawalte Kapital der Geschichte der Wirtschaftstheorie,1.Band, Tübingen,1965/70s.320 1302 Schumpeter, Joseph A;Geschichte der ökonomischen Analyse, Zwei Teilbande, Göttingen,1965,s.995 1303 Euken,1959,s.30-37 428 bırakmadan başarıya götürür değildir. Euken ikna edici bir şekilde göstermiştir ki saf ampirizmin yani Schmoller ve Okul’unun eserlerinde görüldüğü gibi somut gerçekliliğin içine girebilecek durumda ve onu bütün yönleriyle tanımlayabilme yetisine sahip değildir.1304 Bu doğru ama Schmoller’in metodu sadece saf ampirizm mi? Onun soyut teori eleştirisi, ampirik –istatistik araştırma talebi, erken genellemelere karşı çekincesi, teori kullanımındaki ihtiyatlı davranışı, onun sebep olduğu çok sayıda ki araştırmadaki faktör bolluğu öyleyse bunların hepsi Euken’in istikametine uygun düşüyor. Buna inanmakta tereddütlerim var. Schmoller’in ünlü resmini bir düşünelim. Sağ ve sol ayak yürümek için neyse, tümevarım ve tümdengelim eşit düşünme için odur. Neden Schmoller kendisine yönelik olarak, olanağı var iken, teori geliştirme yolunda bu derece kendisini mesafeli tutmuştur. İyi bir Milli Ekonomist Walter Euken bile onun metodunu yalnızca ampiri olarak yanlış anlayabilmiştir. Bunun cevabı basit değil ve kesin bir yargıya varmak hayli güç. Belki de nedeni şudur: Schmoller’in inanışına göre, eleştirdiği ekonomik ve sosyal düzenin (manchesterizm) çürümüş Klasik Ekonomisinden yeni bir gelişmiş düşünceyi ekonomi-politikte bulduğunu düşünmesidir. Bu aynı zamanda çift taraflı bir bereket olmalıydı. Birincisi insan egoizminin eylemselliğinden yola çıkan Klasik öğretiden bir etik-somut adalet yönünden ispatlanmış bir ekonomi-politik karşısına koymuştu ve bu sosyal sorunların karşısına çıkma kabiliyetine sahipti. İkincisi ise, gerçekle ilgisi olmayan soyutlamanın yerine bir yöntem koydu ve bununla gerçekliliği hem tarihteki hem de günümüzdeki şekillenmelerin tümünü algılayabiliyordu. Schmoller açık bir şekilde fark etmiştir ki bu fikirleri geleneksel olanlardan oldukça ayrılıyordu. Ama aynı zamanda çok zaman ve emek alıcıydılar. Beklide her iki nedenden ötürü ve de ihtiyatlı karakteri dolayısıyla kendine ve Okul’a bir deneme süresi verdi. Bu zamanda ise, yeni yolunun daha basit olan tarafı yani gerçeklilik araştırması ve toplanması yapılacaktı. Bu zaten gerekliydi çünkü bunun 1304 Euken,1959,s. 34-37 429 noksanlığı tümünün zeminsiz kalması demekti. Diğer tarafta ise kesin teorinin savunucuları belirli ekonomik problemlerin berraklaşması ve bireysel olayların araştırılması için, tarihçi bir temellenmenin gerekliliğini kabul etmişlerdir. 4.1.3.1. Metodoloji Tartışmasında Tasvir Schmoller’in hedefi iktisadı, tarihçi özel çalışmalarıyla sadece tarihi ekonomi-politik yönleriyle kavramayı amaçlamamıştı. Bununla aynı zamanda ekonomik teoriyi ampirik anlamda yapılandırmak istemişti. Böylece teorinin gerekliliği inkâr edilmemiştir. Fakat Schm oller’e göre, ampirik-somut olayların yakalanması ve araştırılması uygulamasının dışında kalan yöntemlerle elde edilmesi olanaksızdır. Tasvirsel araştırma bunun için sadece daha kapsamlı ve genel bir teorinin ön çalışması niteliğindeydi. Schmoller’in çalışmaları aynı zamanda, onların politik -ekonomiyi sadece toplumsal hayatın bir parçası olarak gördüklerini ve bu yüzden tüm iktisadi gerçeklikleri yalnızca tüm toplumsal yansımalar bağlamında değerlendirildikleri için, kuvvetli bir sosyolojik nitelik taşır. Schmoller, iktisat tarihinin tasvirlerinin milli ekonomik bir teori olmadığının, bunun yapı taşları olduğunun farkındadır. 1305 Bir tasvir ne kadar mükemmelse, ne kadar olayların gelişimini açıklıyorsa, iktisat tarihi özel tasvirlerinin sonuçları o kadar bir teorinin elementleri olabilirler ve genel gerçekliklere götürebilirler. Fakat bu “yapı taşlarının” bir teori kurgulamaya olan uygunluklarını, sonuçta bu iktisadi gerçekliğin bilgisine hizmet edeceği için ancak tanımsal yöntemlerle gerçekleşebilir.1306 Milli ekonominin bugünkü tasvirsel yönünün, diğer yüzyıllardan olan farkı, bugün artık tesadüfü not toplamak yerine, katı metotlar doğrultusunda bilimsel anlamda mükemmel gözlem ve açıklama talep edilmesidir.1307 1305 Schmoller,1894, s.545 W.Hasbach, Die geschichte Jahrbuch19,1895,s.774 1307 Schmoller,1894, ,s.541 1306 der methoden streits in der politischen Ökonomie- 430 Schmoller metodunun vasıtası yansımaları doğru gözlemlemek, tanımlamak ve sınıflandırmak neden veya kökenleri itibarıyla açıklamak.1308 Ekonomipolitik yansımaları gözlemek demek, iktisadi davranışların motiflerini ve bunların sonuçlarını, süreçlerini, etkilerini tespit etmektir.1309 Bütün gözlemlenen ekonomik-politik yansımalar, şartların bir ürünüdür. Şartlar ne kadar iç içe geçerse, gözlemde hata yapma ihtimali o derece yüksektir. Bundan dolayı gözlemlenecek olan oluşumu düşünsel anlamda olabildiğince küçük parçalara bölmek önemlidir. Bütün bu gözlemlerin neticesinde bir bütünsel sonuç çıkarmaktır.1310 Bütün zorluklara rağmen gözlem mutlak, kesin ve eksiksiz olmalıdır.1311 Gözlemin ilk değerlendirmesi gözlemin açıklanmasıdır.1312 Açıklamanın ihtiyacı ise, kesin tanımlamalardır. Tanımlamanın görevi, çok sayıdaki gözlemlenen yansımalardan, kavramlar vasıtasıyla tekil gözlemleri seçerek bir tek resimde toplamaktır. Çok sayıda gözlemin bir araya toplanması ve bunların karşılaştırılması, yani deneyerek ekonomi-politik hayatın büyük alanları üzerinde bir bütünsel resim elde etme çabası, bir ana yöntemdir. Kaosun hâkim olduğu birimlere düzen getirmeye yöneliktir. Aynı zamanda tümevarımsal sonuçlara ulaşma amacı vardır. Tümevarım şekillerinin sonuçlarının üzerinde durduğu kanunları hazırlamaktır. Fakat bu anlamda henüz tümevarım değildir. Aynı zamanda tümdengelim ve onun tasdikine hizmet eder.1313 Schmoller ekonomi-politik yansımaları kökenlerinden hareketle açıklar.1314 Schmoller için bilim bireysel kökenli olanı iletir. Veya tasvirsel bilim genel teori için ön çalışmayı yapar. Bilimsel mükemmelliğin ve kesinliğin özelliği ise yansımaların tasvirdir. Ki bunlar tüm önemli özellikler, değişiklikler, kökenler ve neticelerdir. Fakat mükemmel tasvir, yansımaların mükemmel 1308 Schumpeter, Joseph A;Epochen der Dogmen und Methodengeschichte, in Grundriss der Sozialökonomik,1.Abteilung, Wirtschaft und Wirtschaftwissenschaft, Tübingen,1914,s.103 1309 Schmoller,1894, s.538 1310 Schmoller,1904, s.101 1311 Schmoller,1894, s.39 1312 Schmoller,1894, ,s.540 1313 Schmoller,1904,s.101 1314 Schmoller,1904, s.102 431 sınıflandırmasını, mükemmel bir kavramlaştırmayı, olası kökenlerin mükemmel bir dizimini, şart olarak talep eder. Öyleyse her mükemmel tasvir, mevzu bahis bilimin genel varlığının sabitlenmesi hususunda önemli bir katkıdır. Her ne kadar ekonomik bağlantıların tasviri, tecrübeye dayalı ampirik ile istatistiki veri analizi ve tarihsel gelişimin bilinmesi, ekonomik fenomen ile ilerleme için gerekli olsalar da, teorik bir tecrübe bilimin hedefleri için yeterli gelmiyorlar. Bu hedef çok daha fazla bilimsel açıklama gerektiriyor.(Sadece tanımlama olarak değil, aynı zamanda fenomenlerin daha derin açıklaması olarak düşünülmelidir.) Tasvirlerin bilgi verdikleri, fakat açıklama getirmedikleri (tasvir edileni sorgulamaktan başka) görüşü, Menger tarafından savunulur. 1315 Bu görüşün, Schmoller’ci bakış açısı ile aynı istikamette olmadığı anlaşılıyor. Schmoller’ci inanç, yani sadece ampirik çalışmayla ve sürekli daha derin bir gözlemle ve daha kesin tasvir ile genel kanunlara ulaşmadır. Hume’nin belirttiği gibi ve Popper’in sürekli vurguladığı, az sayıda olaydan çok sayıda olaya aktarım olabilecek bir tümevarım yöntemi yoktur. Bu bakımdan Schmoller Menger’e göre, tecrübenin anlamını oldukça yüksek olarak değerlendirmiş, herhalde prensip olarak, gerçeği cümlelerden tümevarım ile ispatlayabileceğine inanmış, Menger ise böyle bir uygulamanın mümkün olmadığına inanmıştır. Fakat tümevarımı bilimsel bir yöntem olarak inkâr etmek gibi bir tutum takınmamıştır. Bunu ampirik araştırmaları ile yan yana koymuş ve bir istisnasızlık talebinde bulunmamıştır. Popper’in tümevarım sorunu konusundaki tavrı olan, bir teorinin ampirik olarak doğruluğunu değil yanlışlığını denetler görüşünü ise, Menger en azından saf teori için kabul etmez. Çünkü tecrübeyi kesin araştırma alanında temel eleştiri olarak görmüyordu. Schmoller, ampirik temellendirmenin hedefinde, gözlem ve tasvirden olan beklentileri yüksek tutmuştu.1316 Musgrave’e göre, gözlemde kesinlik ve mükemmellik mümkün değildir. Ve aynı şekilde kozal faktörlerin tasvir ile karşılaştırma yardımıyla 1315 1316 Musgrave, Alan; Altagswissen, Wissenschaft und Septizismus, Tübingen,1993,s.56 Musgrave,1993,s.56-59 432 değerlendirilmesi mümkün değildir. Yine tarihe ve istatistiğe bilgilenme ölçeğinde fazlaca rol yüklenmiştir. İlkin sayı ve verilerin tek başına bir objektivite sağlayamadıklarını anlayamamıştır. İkinci olarak ise, hedefi olan tarihin kozal olayların açıklamasını vermesi, abartılmış ve Schmoller tarafından talep edilen metot ile gerçekleştirilemezdir. 1317Çünkü sadece ampirik açıklamalar sonucu ki bunlar geçmişin gözlemi ile kazanılmışlardır. Açıklamalar ve teşhisler mümkün değildir. Öyleyse Schmoller’in ampirik analizin kapasitesi ile ilgili görüşleri önemli noksanlıklar taşır. Fakat tanımların uygunluğu bilimsel amaç üzerine kurgulanır görüşü ve reel tanımlamalardan bir doğruluk kazanılmaz, görüşü ise kabul edilebilir niteliktedir. Bununla birlikte Schmoller bu inancından teorileri bilimsel tartışmaların ortasına yerleştirme sonucunu çıkarmamıştır. Gerçi kavramların doğru yâda yanlış olmadığını anlamıştı. Ama sadece teorik cümlelerin doğru olduğunu görmezden gelip, sadece gözlem ile tasvir üzerine kurgulanmış çalışmaların doğruluğuna inanmıştır.1318 Böylece Menger’e göre, Schmoller’in sınıflandırıcı dürtü kuramında kendisi tarafından talep edilen başarıları da kazanamamıştır. Çünkü nomolojik açıklamaların önemini anlamamıştır. Sürekli olarak zaman dilimleri ile çağcıl ekonomi-politik bağlantıları detay çalışmaları ile ulaşmaya çalışmıştır. Her ne kadar Schmoller’in bazı görüşleri, bugün modern ekonominin teorisyenleri tarafından da formüle edilseler bile örneğin psikolojik bağlantıların dikkate alınması bugün genel bağlantıların analizi için sadece tasvirden daha fazlasına ihtiyaç olduğu görüşü hâkimdir. 1319 Schmoller yaşam koşullarının oluşmasını sağlayan etkileri ve bunların bağlantılarını ortaya çıkarmaya çalışıyordu. Schmoller’in metodolojik bağlılığının temel ve ayırtıcı yanı bilimsel iktisadın temel ilkesinin tarihsel monografilerin sonuçları ile tutarlı olması gereğinden gelmektedir. İktisatçı, mesleğinin bilimsel kısmıyla ilgili tüm temel tarihsel tekniklere ihtiyaç duymaktadır. İktisatçıların ihtiyaç duyduğu, tüm bilimsel donanımların olduğu, 1317 Musgrave,1993,s.56-59 Musgrave,1993,s.50-57 1319 Musgrave,1993,s.50-57 1318 433 bu teknikler ile belirli yapıları ya da yaşamdaki tüm detaylı süreçleri incelemek amacıyla iktisat tarihinin deryasına dalması gerekir. Sosyal bilimlerde ulaşabilir tek genel bilgi türü bu çalışmadan doğar. Bu iktisatta tarihsel yöntem olarak bilinen şeyin asıl çekirdeğidir.1320 Bununla birlikte Menger gibi bunların gizemli bir içselliğin içinde ve ampirik realitenin arkasında gizlenmiş etkili bir kuvvet şeklinde bulunduklarını düşünmüyordu. Ayrıca sadece basit yansımalardan yola çıkarak bunların tanımlanabileceğine kesinlikle inanmıyordu.1321 Bunun yerine somut çerçeve koşullarının peşindeydi. Onun teorik anlayışına göre, bunlar somut ekonomik ve toplumsal olayların gelişimi konusunda önemli olabilirdi.1322Daha sonraları sistemsiz ve bilimsel olmayan kanıt toplama suçlamaları esasında bu amaca hizmet ediyordu. 4.1.3.2. Tecrübe Bilimlerinde, Tümdengelim – Nomolojik Argüman Olarak Açıklamalar Metot kavgasında görüldüğü gibi, teorik araştırmada tecrübenin rolü üzerindeki tartışmalarda, Schmoller ‘in tecrübenin bilgi verimini gözünde fazla büyüttüğünü, Menger’in ise fazla küçülttüğünü, görebiliriz. 1323 Schmoller gözlem ve tecrübe ile genel köken açıklamalarına ulaşabileceğine inanırdı. Tecrübe bilgisine vakıf olunan az sayıdaki olaydan, tecrübe bilgisine vakıf olunmayan olaylarla ilgili neticeler çıkartmanın mümkün olamayacağını, Schmoller herhalde anlayamamıştır. Fakat tecrübenin, cümlelerin doğruluğu konusunda önemli bir rol oynadığı konusu ise, onun tarafından haklı olarak ön plana çıkartılmıştır.1324 Menger’ci tezde ise, teori ile gerçeklik arasındaki bir ayrışmada, teorinin hemen yok sayılmaması gerekmektedir. Teorik cümle sistemlerinin araştırması ise, faktörlerin çokluluğu nedeniyle sıkıntılıdır. Her zaman arka 1320 Schumpeter,1965,s.152 Menger,1883,s.107 1322 Schmoller,1894,s.543 1323 Musgrave,1993,s.57-59 1324 Musgrave,1993,s.57-59 1321 434 plandaki yorum problemi mevcuttur. Teorilerin kendilerini ispatlama şansları olmalıdır ve teorilerin sonradan kurtarılmasında sadece bağımsız olarak kontrol edilebilen yardımcı hipotezlerin kullanılması gereklidir. Ampirik kontrollerin genelde daha zor oldukları yönündeki itiraf, bir kontrol etme yasağı olarak algılanmamalıdır. Menger’in ampirsi, kesin teorilerin değerlendirilmesinde ve sınanmasında tamamen işe yaramaz olarak tanımlaması ve bir kontrol yasağı koyması, tecrübenin önemini anlayamamış olmasından kaynaklanıyordu. Genel ile spesifik öncüllerin oluşturduğu bir cümlenin sonuçlarının mantıki yöneltiminin, bir açıklama için akılcı bir yöntem olduğunu belirtmiştir. Fakat yöneltilen neticelerin gerçeklik içeriği için, öncüllerin gerçekliğini ve kullanılan kanunların gerçekliğini, Menger önemsiz olarak kabul edip bunu görmezden gelmiştir.1325 Menger’in görüşleri ile bu günkü bakış açısı bilgi kazanımı için kullanılan yöntemler arasında, önemli farklılıklar mevcuttur. Örneğin Menger’ci teori ve gerçeklik ilişkisi görüşü, bazı yönleriyle modern bilim teorisi temsilcilerinin görüşü ile ayrışır. Fakat çok sayıda iktisat bilimcisi bu gün hala Menger’ci pozisyonu savunurlar. Muafiyet stratejileri ile teorileri kollamak ise, eleştirel-rasyonel bakış açısı ile kabul edilemez niteliktedir. Eğer teorik analiz, ampirik neticelere denk değilse, bunun tecrübe bilimleri için en azından bir problem olduğu kabul edilmelidir. Aynı fen bilimlerinde, teori ile gözlem arasındaki her tutarsızlığın bir problem olması gibi ve öyle yâda böyle bir şekilde çözüme kavuşturulması gerektiği aşikârdır. Bu durumda sosyal bilimlerde de sadece karşıtlıklar inkâr edilmediği sürece, bir bilgi kazanımı ilerlemesi sağlanabilir.1326 Schmoller monografileri hazırlar ve kendi çağının genç neslini milli ekonominin bu alanında araştırma yapmaya yönlendirir. Schmoller bu faaliyetleri bilimin gereği olarak addeder ve 1897 yılında şu sözler sarf eder: “Bizin bilimsel dürtümüz ne kadar alçak gönüllü olmayı başarır, en basit yansımalarla yetinmeyi bilir, komplike alanlarda en küçük olayları izole etmeyi öğrenir, kendisi için gözlem ve araştırma yapmayı becerirse, o derece 1325 1326 Musgrave,1993,s.57-59 Musgrave,1993,s.57-59 435 yansımaların kökenleri ve varlığı ile ilgili kesin sonuçlara ulaşır ve elementlerin büyüklük ilişkilerini kavrayabilir.1327”Bu şekilde Schmoller’in öğretisi bir ekonomi-politikten bir tecrübe bilimine dönüşür ve çok kolay yakalandığı için çok daha amaçsal olan gerçeklikler bu anlamda çalışma kategorileriyle idendik hale gelir. Kısaca bunlar daha sonra tekrardan büyük sorunların çözümüne yönelik bir teorinin temel taşlarını oluşturur. Fakat bu tekil araştırmalar pek fazla yapılmadığı için ve bütün teoriler sonsuz komplike olanları olayları daha basit kabul ettiği için az sayıda formül ve sunum ortaya çıkar.1328 Onun amacı reel bütünün sürekli yeni parçalarını yakalamaktır. Bunun için tekil incelemeler ve detay çalışmaları artırılmalı, monografi olarak toparlanmalıdır. İşte bundan sonra elde edilenler tüm araştırmacıların karşılaştırmada kullanabileceği materyallere dönüşür.1329 Schmoller’ci görüşlerin gösterdiği gibi, Schmoller bir açıklamanın genel cümleleri(yasa) yani cümlelerin nomolojik içerik taşıması gerektiğini uygun görmemiştir. Buna karşın Menger’in teorik araştırmanın yasalarına verdiği değer, onun nomolojik cümlelerin teorik bilim içersinde anlamını ve bunların görevi olan nesnel davranışların açıklanmasını, gösteriyor. Teorik bir tecrübe biliminin en önemli hedefinin açıklama olduğu ve bir açıklamanın nomolojik içerik taşıması gereği, dile getiriliyor. 4.1.3.2.1. Kullanım Koşulları, Baz Cümleler ve Varsayımlar Menger’ci teorinin ve onun tarafından formüle edilen çeşitli tiplerin analizi, bir gerçeği belirgin hale getirmiştir: Menger, başlangıç koşullarının ve varsayımların kullanımının, strüktürleri itibarıyla keskin bir şekilde yasaların formüle edilmesinden ayırmadığı ortaya çıkar. Bazı yerlerde tipler sanki yasaların bir parçasıymış gibi duruyor. Daha başka yerlerde ise, tiplerin yardımıyla, sanki yasaların kullanım koşullarının geçerliliğini spesifikleştirmek istediği, görünümünü veriyor. Örneğin bir yandan, ihtiyaç tatminine yönelik 1327 Schmoller,1897,s.1390 Schmoller,1897, s.1390 1329 Schmoller, Hand wörterbuch der Staatswissenschaften,4.baskı,Jena1926,s.252 1328 436 uğraşa, saf tip statüsü verirken, diğer yandan yasanın formülünü, insanların ihtiyaçlarını her zaman ve her yerde olabildiği kadar tatmin etmeye çalıştıkları, şeklinde yapmıştır. Bunun ötesinde reel tiplerin ve saf tiplerin yanında, teorileri için bir dizi uygulama alanı sıralamıştır. Bunlar kısmen iktisadi gerçekliğin reel tanımlamasını yapmakta ve kısmen gerçekliğin bilinçli seçilmiş soyutluklarıdır. Menger’e karşıt olarak Schmoller, gerçek dışı varsayımların kullanılmamasını talep etmiştir. Her ne kadar Schmoller bazı yönlerden soyutluğu bir takım tavizler verdiyse de ve bütün faktörlerin dikkate alınmasının mümkün olmadığını kabul etmiş olsa bile, Klasik teori içersinde gerçek dışı varsayımları eleştirmiştir. Onun tarafından gerçek dışı ve kısaltılmış bir figür olarak görülen “homo oeconomicus’u”, yetersiz bir davranış modeli olarak değerlendirmekteydi. Menger ise öncülleri farklı şekillerde değerlendiriyordu. İlkin kullanılan şartlar ve öncüller tipler oluşturur. Reel tiplerin formüle edilmesinde reel oluşumları dikkate alıyor iken, saf tiplerde bir varlık bakışını sadece mantık bazında mümkün görüyordu. Öyleyse her teorik analizde yani her iki durumda, onun için bir soyutluk gereklidir. İkinci durumda ve özellikle kesin teori çerçevesinde, kullanım şartları talep eder, çünkü bunları muhtemelen gerçek dışı olarak algılamış ve bunları bilinçli olarak ön plana çıkarmıştır. Ayrıca saf ekonomi bu türden öncüller ile çalışmalıdır, çünkü bunlar kesin teorinin gerçekliğinin oluşmasına etki ederler. Öncüllerin gerçek dışılığı yönündeki eleştirileri ise, metodik bir yanlış anlama olarak tanımlamıştır. Saf ekonomiye gerçeklik bazında hüküm verilemez ve öncüllerin gerçek dışılığı yüzünden eleştirilemezdir. Menger’ci ekonomik kanunlarının temelinde olan varsayımlar, ya teorinin kullanım alanının ifadesidir, yâda teorik ve hakiki sonuç arasındaki farklılaşmanın bir argümanı olarak hizmet eder. Tarihçi Okul’un etkili olduğu zamanlar aynı zamanda Klasik Okul’unda itibar kaybettiği dönemlerdir. Bu itibar kaybının önemli bir nedeni Klasik Okul’un yaklaşımının merkezinde bulunan emek- değer teorisinde ortaya çıkan açmazlardır. İktisatçılar piyasadaki fiyatların birbirine oranlarının malların içerdikleri emek oranlarına tekabül etmemesi şeklinde tarif 437 edilebilecek olan dönüşüm problemini çözememişlerdir. Schmoller’e göre ise Klasik Okul’un gücünü kaybetmesinin nedeni ulaştığı sonuçları soyut öncüllere dayandırmaya başlamış olmasıdır.1330 Ona göre, İktisat bir kez başarılı oldu diye soyutlama yöntemine saplanıp kalınmamalıdır. 1331 Schmoller milli iktisat’ta başlangıçta soyutlama yönteminin kullanılmış olmasını bir yere kadar normal karşılamakta, ancak bunun artık aşılması gerektiğini düşünmektedir. Aksi takdirde bu bir doğa bilimcisinin bir tek tarz deneye bağlanıp kalması gibi olur. Aslında Schmoller Milli İktisat’ta soyutlamanın diğer yöntemler gibi bir yöntem olarak kullanılmasına karşı değildir.1332 Schmoller’in bakış açısına göre, Klasik teori ve Menger’in teorisi tek yönlü ve eskimiş kaynaklara dayanıyordu. Ayrıca bunların gerçekte sadece hipotezsel bir karaktere sahip oldukları düşünüyordu. Schmoller bunların izolasyoncu metodu tek geçerli metot olarak kabul ettiklerine yönelik suçlamalarda bulunmuştur.1333 Diğer yanda soyut yönü temsil eden Menger’se bir reformun gerekli olduğunu ve bunun gerçekleştirebileceğini açıkça belirtmiştir. Çünkü Menger her ne kadar Klasik teori ve metodolojiyi övse de, Schmoller’in dediği gibi aynı zamanda bağımsız bir düşünür, keskin zekâlı bir mantık adamı ve serinkanlı bir öğreticiydi.1334 Spiethof, izolasyoncu –soyutlayıcı metotla kazanılan ifadelerin realite içerisinde gösterilmesinden yanadır.1335 Yani bunun anlamı teori ile gerçeklik arasındaki, gerçeklik ile bilim arasındaki ilişkinin problem olmaktan çıkması demektir.1336 İktisadi faaliyet yürüten insanın tüm dürtüleri ve erdemlerini tarihsel süreç içinde somut bir şekilde yakalamak için Schmoller’e göre olabildiğince geniş detay çalışması ve bunun için tüm alanların monografik şekilde temsili 1330 Schmoller,1883,s.978 Schmoller,1883,s.975-978 1332 Schmoller, 1883,s.979 1333 Arndtt Karl, Die Volkswirtschaft begründet auf unwandelbare Naturgesetze, Frankfurt,1863,s.56 1334 Schmoller,1883,s.987 1335 A.Spiethoff, Die allgemeine Volkswirtschaftslehre als geschichtliche Theorie,Jahrbuch56,s.895 1336 A.Amonn,Alfred. Objekt und Grundbegriffe der theoritischen Nationalökonomie,2.baskı, Leipzig,1927,s.42 1331 438 gerçekleşmelidir. Schmoller, Menger’in “Grundsatze” adlı eserini yorumlarken şu sözlere yer vermiştir. Milli ekonominin her çömezinin detay araştırmalarıyla işin aslını öğrenmek yerine, eline bir kitap alıp ortalıkta dolanması neredeyse bir gelenek haline gelmiştir.1337 Soyut –tümdengelim metodu astronomi, fizik veya tarih gibi pek çok bilim alanında başarıyla uygulandı. Hiç bir metot en başından itibaren kusursuz değildi, üstelik bu hatalar zamanla elendi ve yavaşça bir gerçeklilik oluştu. Schmoller teorinin varlığını yani model üzerinde düşünmeyi hiç anlamamıştır.1338 Avusturyalılar daha etkin süzme ile yeni gerçeklerin ortaya çıkacağına inanıyorlar. Sadece yeni ham materyali bir araya toplamak ile yeni bilgilere ulaşmak mümkün değildir. Hemen bir teorik gelişme istiyorlar, daha sonra değil. Ampirik materyalden genel bir teori çıkarmak için belli bir ölçüde soyut ve bir oranda tümdengelim yönteminden faydalanmak gereklidir.1339 Ekonomi-politiğin liberal doğal kuramı, iktisadi hayatı sadece egoist davranan kuvvetlerin doğal-uyumlu bireysel düzenlenmiş bir sistemi olarak görüyor. Bunlar geçerli ve mutlak bir tanrı tarafından öyle düzenlenmiştir ki, bunları sadece kendi başına bırakarak olumlu ve hatta mutlu edici sonuçlara ulaşmak mümkündür.1340 Öyleyse ampirik ekonomi-politik bilgilenme-diye devam ediyor bütün zamanların bütün iktisadi yansımaların öncülleri olarak görülmelidir. Kendilerini “psikoloji etik ve devlet –yönetim” öğretilerden koparmaya çalışarak her iki kuramda uyduruk ve soyut mutlak geçerli bir “ekonomi- toplumu” oluşturmak istiyorlar. Büyük bir idealizm üzerinde duran bu kuram ilerlemiş ruhların davranış kabiliyetleriyle fakat her ikisinde de amacının dışına çıkmış, doğru düzgün karşıt güçleri bilmeden oluşan, devrim ve acele değişime yönelik aldatan bir idealizmdir.1341 Schmoller’e göre, Ekonomi-politik öğretinin ampirik yüzü “genel teori için ön çalışmaları” zaten temin ediyor ve bu hepsinden daha iyi, hazır 1337 Schmoller, Gustav;Beschrechung der Mengerschen Centralblatt,1863,s.143 1338 Bawerk,1896,s.49 1339 Bawerk,1896,s.56 1340 Schmoller, 1897, s.1394,Schmoller,1874, s.50-53 1341 Schmoller,1897, s.1401 Grundsatze, Literarischen 439 durumda. Bununla beraber çağcıl milli ekonomide ampirik çalışmalar henüz yeterli gelişmişlik düzeyinde olmadığı için özellikle teorinin gelişimini göz önünde tutarak desteklenmelidir. “Hiçbir şart altında teorinin ihmal edilmesi değildir. Hatta onun için gerekli olan altyapı çalışmasıdır. Eğer bilimde bir süreliğine deskriptif uygulama olacaksa..Böyle çalışmalar sonucu zaman zaman gücün bir bölümünün, teorinin gelişimi üzerinde çalışmaktan alıkonulması ise bilimsel işbölümünün doğasında vardır.. Biz ölümlü insanlar sadece tek taraflı olarak üretimde bulunabiliriz.” Menger tarafından iktisadi davranışın yegâne dürtüsü olarak kabul ettikleri, “bireysel fayda” sayılmaktadır. Fakat insan davranışı başka dürtü güçleri tarafından belirlendiği için, yegâne motif olarak kullanılması, onun gerçeklikten soyutlanmış olarak görülmesine yol açmıştır. Psişik–reel olanlar ise, alışkanlıklar, dürtüler ve ön şartlanmalardır. Bir bireyin veya toplumun ve organlarının bütün duygusu ve istemi “klasiklerin” muhtemelen yanlış algılaması olan, bir dürtü olan egoizmin, ekonomik faaliyet yürüten insanın tek itici gücü olduğu varsayımını çıkış noktası olarak görüyor. Buradan hareketle psişik motifler ile ilgili sorunsalına karşı duruşun revizyonuna girişir. Ona göre, tek insanda bile sadece egoizm değil, aynı zamanda insan davranışları bile egoist ve diğer özelliklerin yüksek veya düşük birleşmesi ile şekillenir. Bunlar ise mesela bilinçli –istekli duruş üzerindedirler. Sonra çalışma şevklerini tassaruf isteğini ekonomik olmayı ve ticaret yatırım ruhunu sıralıyor.1342 Daha eski soyut Ekonomi büyük işler başardıktan sonra, hayat güçlerini yitirdiler. Çünkü sonuçları çok fazla soyut şemalara kaçışmaya başlamıştı ki bunlar bütün gerçeklilikten mahrumdular. Bu soyut istikametin devamı artık yardımcı olamayacaktı. Bunun yerine önce olayları çok farklı bir yönden yakalamaya çalışan bir dönüşüm gerekliydi. Fakat tarihsel istikametin şu anda ürettiği ise, eski teorinin zeminine oturuyordu. Ve gelecekte milli ekonomi için yeni bir dönem açılacaktır. Ama sadece bütün tarihsel – 1342 Schmoller, Grundriss, s.38-40 440 deskriptiflerin ve istatistikî materyalin değerlendirmesiyle olacaktır. Yoksa yüz kere damıtılan soyut eski dogmatizmin bir kez daha damıtılması ile değil. 1343 Menger’in İktisat teorisine yaklaşımı zaman dışıdır ve bu nedenle incelenen bireylerin sayısı veya bulundukları mekândan bağımsızdır. Schmoller’in yaklaşımı ise, yapılan tasvirlerin tamlığını sağlamak için mümkün olduğunca çok sayıda bireyin incelenmesini öngörür.1344 Menger’de kesin teori soyutluluk, izolasyon ve tek yönlülük olmadan zaten mümkün değildir. Öyleyse ampirik kanunların kazanımı içinde aynı şekilde soyutluluğa, izolasyona ihtiyaç vardır. Eğer reel tip “reel yansımaların” temel formlarının yakalanması demek ise, o zaman daha başından itibaren belirli bir soyutluluk, somut yansımaların ampirik gerçekliğinden verilmiştir. Öyleyse bu durum teorinin tabiatında vardır. Bu “kesin” ve “ampirik-gerçekçi” türünde tam ampirik gerçeklikten yola çıkarak ve bunu belirli olgular ve perspektifler ile duruş noktaları itibarıyla aydınlatmak.1345 Menger, esas itibarıyla genel bir teoriden yola çıkar. Bunun spesifik elementleri ve vekaletleri düzenli bir biçimde, tekil disiplinler üzerine uygulanabilir niteliktedir. Tüm teorik araştırma formeldir. Aksi durumda ise, yani formel bakış noktasının yok sayılması, bir tekil bilimin tanımlama özelliğini oluşturur. Bu durum örneğin politik ekonomi için geçerlidir. İster tarihi, ister teorik veya ister pratik olsun. Sosyal bilimsel fenomenlerin tanınmasının formalizminde, hem bireysel hem de genel olanında, metotların formalizmine devrolur.(übergeht) ve bununla kamüfüle olur. Bu ise, kesin fen ve sosyal araştırmasının “formel analojisini” oluşturur. Çünkü insani faaliyetlerin yansımaları alanındaki kesin araştırma, davranış gösteren sübyelerin belirli istem yönünü varsayar. Bu kesin sosyal araştırmaların kendine özgü durumu, kesin fen ile sosyal araştırma, davranış gösteren sübyelerin belirli istem yönünü varsayar. Bu kesin sosyal araştırmaların kendine özgü durumu, kesin fen ile kesin sosyal araştırma arasında faz farkı ispatlamaz. Tezatlık veya benzerlik sadece basit olarak fen bilimleri –sosyal 1343 Schmoller, 1888, s.278–279 Menger,1885,s.14 1345 Menger,11.18.23 1344 441 bilimler çiftinin içinde değildir. Hatta bunun yerine, sosyal bilimlerin ve fen bilimlerinin, metot ve düşünce kanunları tarafından yarılan çeşitli katman ve türlerinde bulunur. Sosyal bilimlerin kesin teorisi, fen bilimlerinin kesin teorisine denk düşer, ampirik gerçekçi olanlarda durum aynıdır. İnsanlık yansımaların karşılığı, doğa yansımalarıdır. Tabii ki fen bilimlerinde de reel nesne ile uydurma element, yerleştirilmiş büyüklük, tecrübe –ve bilgilenme objeleri birbiriyle örtüşmez. Fakat nasıl ki matematiksel fikirde ve matematiksel gerçeklilikte muadilliğin hatalı momenti,kesin teoriyi minimumda bile etkilemediği gibi, özellikle iktisadın ve insani davranışın psikolojik faktörleri ve motifleri ne bu kozal dizimlerinin katı kanunsallıklarını, nede kesin teorinin öngörülerini olasılıklarını etkilemez. Menger esasında kesin teorinin en derin duruş noktasını Schmoller ile olan tartışmasında göstermiştir. Onun belirleyici olan ve tüm itirazlara karşı koyabilen argmanları şöyledir: “Bunlar bireysel faydanın yanında sadece töre, dayanışma hak duyumu değildir. Ayrıca bunlar iktisadi davranışı, reel ekonomiyi etkiler ve katı kanunsallıkları işlevsiz kılabilme özelliğine sahiptir. Tüm insani davranışı ve iktisadi olanları özellikle determinasyona uğratan ise, yanlışlıktır. Her ne kadar iktisadi faaliyette bulunan insan kendilerini daima her yerde sadece öz çıkarları tarafından yönlendirilmelerine izin verseler bile, tecrübe olarak edinilen gerçeklik sayısız olayda iktisadi ilgilerinin dışında bir aldanmayla veya ekonomik nesnelliğin ötesinde bilgisizlik durumunda olduklarını gösterir. Bu ise iktisadi yansımaların katı kanunsallıklarının en azından etkisiz kaldıklarını göstermektedir. Bizim tarihçilerimiz kendi bilimsel rakiplerine karşı fazla anlayışlıdırlar. İktisadi yansımaların katı kanunsallıklarının ön koşulu ve deyim yerindeyse teorik milli ekonominin ön şartı, sadece daima aynı kalan öz çıkar doğması değildir. Hatta insanların iktisadi şeylerdeki “her şeyi bilme” ve “hatasız olma” türünde bir gerçekliliktir. Bu ince alay bizi Menger’in bu açıklamalarının içinde bulunan derin bilimsel çekirdeğinden uzaklaştırmamalıdır. Çünkü burada ender bir berraklıkta davranışın, hissetmenin, istemin psikolojik motifin değil ve hatta objektif tümdengelimin, izole soyutluluğun teorinin mükemmelleşmesini başaramadığını görürüz.” 442 Bunu yerine mantıki element, bilgi kuralını ve düşünce kanununu insan tabiatının tipik ile en basit kökensel yöntemlerinin geri götürülüşü ile mevzuata kavuşturduğunu ve psikolojik faktör ile birleştiğini görebiliriz. Kendini devreden ve düşünce kanunun mantıki tarafından sarmalanan öz çıkar, kanunsallığın bu belirgin çizgisi ve yönünde davranıştan ortaya çıkan insanlık yansımalarının içinden meydana gelerek kendini geliştirir. Kesin teori, insanlık yansımalarını en kökensel ve en genel kuvvetlerin ve dürtülerin dışavurumuna geri götürmek ve bunu incelemekten başka bir şey demek değildir. Serbest ve diğer faktörler tarafından etkilenmeyen düzenin, insan tabiatının beher her temel tandansının hangi şekillere götürdüğünü görmektir. Kesin bilim olarak milli ekonomi kimya, fizik, mekanik ve matematik somut yansımaların belirli gruplarının “reel kavramlarını” öğretmezler. Bunun yerine bize ideal bir zemin ve ideal bir bağam verirler. Bunun faktörleri kısmen kalitatif kısmen kantitatiftir ve ampirik değillerdir. Ne gerçekçi nede idealist manada ne ampirik nede fenomenci mantıkta, var olmak ve yansımalar değil, bunun yerine insani eylem ve davranış momentinin ve bireyselcilik momentinin, kanunsal sürecin mantıki mevzuatının arkasına geri çekilerek, bununla kendisini ayağa kaldırmasıyla gerçekleşir. Schmoller, dürtü yaşantısından sadece bir değil, bir dizi ekonomik önemli dürtü ortaya çıkarır.1346 Burada toplumsal kurumları gözlemler. Bireysel faydaya ilave olarak etik davranma isteğini, kabul görme arzusunu, ceza alma korkusunu ve hak ile hukukun yaşanan alışkanlıklarını eklemlemletir. Tüm bunlar bu kurumlarda manifestolaşırlar. O’nun tezine göre, iktisadi ilerleme sadece bu kurumların dönüşmesiyle mümkün olabilir.1347 Schmoller’in soyutlamada itiraz ettiği bir taraf onun milli iktisat’ın tek yöntemi yapılması, diğer taraf da soyutlama ile insan davranışlarının kazanma güdüsüne indirgenmiş olmasıdır. Rcardo’nun takipçileri ve özellikle Menger ve Dietzel, kasıtlı bir şekilde kazanma güdüsünü veya iktisadi anlamı 1346 1347 Schmoller,1900, s.26 Kirsten,2000,s.24 443 izole ederek ele almak istiyorlar. Fakat bunu psikolojik metotlarla gözlemliyorlar, bilakis onların soyutlamaları salt sübjektif temelli düşünce terimleridir.1348 Soyut ispatlama; iktisadi kurumların ve teorilerin gelişiminin araştırılmasında uygun olmayan bir yöntem. Aynı şekilde “genel iktisadi ilerlemenin sorularına” geçerli bir cevap veremediği gibi.1349 Schmoller devlet, maneviyat, töre, adaletin ekonomi-politik ile ilişkisini görmezden gelemez. Schmoller için, ekonomi politiğin genel varlığının teorisi, değer-fiyat oluşumu öğretisinde, gelir dağılımında ve para varlığı içinde tükenmez. Schmoller bunun Menger için söz konusu olduğunu düşünür. İzolasyoncu yöntem onun için, tüm etkilen kökenlerle olan evrensel bağlantısını yok etmemeli ve parçayı bütünden ayırmamalıdır. Ve bunu sadece teori ile kanunlar uğruna hiç yapmamalıdır. “Biz her bedeli ödeyerek hemen kanun sahibi olma zorunluluğunu hayal etmiyoruz. Çünkü biz birinci derecede hakiki bilgilenme ve gerekli ile genel geçer hükümler aramaktayız. Kanunların noksan olduğu yerlerde ise, bizde gerçekliğin mükemmel gözlemi ile yetiniriz. Bu materyalin sınıflandırılması, kökenlerin araştırmasındaki çalışma gibi. Fakat inandığımız diğer olgular ise, belirli “genel” cümlelerin psişik yığınsal bağlantısıyla, yığınsal hareketlerin oluşumunu, maneviyat, töre, adalet ile ayrıca devlet gücü ve demokratik haklar vs yani tüm disiplinlerden beraber giriş ve yardımcı cümlelerin izah edilmesi gerektiğine inanırız. Bununla tarih araştırmalarının spesifik noktaları, milli ekonomik teori içine taşınmaz. Bunun yerine psişik ve sosyal süreçler için ki bunlar aynı zamanda iktisadidirler, bu alanda bulunan tüm bilgilenme kullanılır.” Bu ilkesel görüşlerin karşısında Menger’in soyutlulukları, daha çok uydurma gibi görünmektedir. Çünkü bunlar ekonomi-politik araştırma ve gerçeklilikten uzaktır. Schmoller Menger’in ekonomi-politik ve finans bilimini haklı olarak, sanat öğretisi olarak ret etmiştir. Ayrıca parçaların teorisini, tekil olanların teorik işlenmesini, nesnenin en önemli yönlerinin ele alınmasını talep eder. Bu öncüllerden yola çıkarak ki bunlar tümevarım ile kazanılan tekil 1348 1349 Schmoller,1893,s.85 Schmoller,1894, s.544 444 bilgilenmeden, genelleştirilmiş gerçekliğe ve genel geçerliliğe iktisat, devlet, hak, maneviyat, töre, din, bilim ve doğruluğun temellenmesine ulaşılır. Schmoller için önemli olan doğru soyutlama yapmaktır ki böylece soyutlamalarımız sonucunda bilimsel gerçeklere ulaşılmasıdır.1350 Schmoller’le Menger soyutlamadan çok farklı şeyler anlıyorlar. Schmoller pek çok gözlem yapıldıktan sonra bunlardan hareketle bir soyutlamanın mümkün olabileceğini düşünüyor. Schmoller’in çok abartılı gerçeklik tutkusunun yanı sıra, Menger çoğunlukla yüksek bir soyutluluk derecesi ile çalışır. Fakat bununla kazanılan bilgilenmeler git gide iktisadi gerçeklikten kopar. Ve elde edilen sonuçları mutlak ile daimi bir sonuç olarak görme eğilimi baş gösterir. Oysa bununla daha ziyade, oldukça basitleştirilmiş tahminler üzerine oturur ve sadece koşullu olarak değişen olaylarla bağdaştırılabilir. Öyleyse soyutluluk derecesi sorusu altında, Menger ile Schmoller tezatlığını ifade eden tüm metot problemini görebiliriz. Bu daha çok özel bir metot problemi olmak yerine, metot tezatlığının bir semptomu niteliğindedir. Menger’in öncelikle teorik araştırmanın düşünülebilir gerçekçi yönünün soyutluluk ile çalışılmalıdır tezine karşılık; Schmoller manasında, tüm evrenin dikkate alınmamasının bir soyutluluk oluşturduğu temelleniyor. Çünkü bunun aksi durumda, araştırmalarda tüm evrenin dâhil edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bunun devamında ise, reel yansımaların tipleri ve tipik bağıntılarına ulaşma çabasının, ki bunlar her halükarda mantıki olan ampirik gerçekliğe meyillidirler. Maalesef gerçekliğin zeminin bize gösterdiği gibi teorik araştırmanın varlığına tezattır.1351 Menger burada gerçekçi bir tip yapılanmasına karşıt bir tutum benimsemiş olsa bile, soyutluluk problemiyle ilgili, metodolojik açıdan ve ifade içeriği bakımından belirsizlik vardır. Şüphesiz ki her teorik araştırma ancak soyutluluğun yardımıyla mümkündür. Soyutluluk, geneli yakalamak veya açıklamak isteyen tüm teorilerin en belirgin özelliğidir. Genel olanı yakalamanın koşulu, en azından bir tekil parçanın analizini gerektirir. Menger’in teorik araştırmalarında tespit edilen yüksek derecedeki soyutluluk 1350 1351 Schmoller,1883,s.980 Menger,1887,s.69 445 ve araştırma neticelerine doğrudan gerçekçi anlamda bağlanmanın gerekliliğini kabul etmeme, onun Aristo’cu duruşunun bir semptomu olarak görülebilir. Soyutluluk ile ilgili tüm sorularda, ekonomik araştırma ancak kapsamlı bir şekilde reel iktisadi bağlantıların açıklanmasına hizmet ettiği oranda mantıklıdır. Bu temel koşulu özellikle Menger’ci olanlar ve saf teoriyi destekleyenler, teorik yapılanmaları abartılmış bir soyutluluk ile delmişlerdir. Böylelikle sürekli gerçeklikten uzaklaşmışlardır. Soyutluluğun derecesi Menger ve Schmoller’de temelden farklıdır. Schmoller büyük ölçüde soyutluluklardan çekinmiştir. 4.1.3.2.2. Genel Cümleler ve Kanunsallıklar Schmoller’e göre, hangi tür kanunsallıkla karşı karşıya olunduğunun farkına varılmalıdır. “Kesin kanunlar” düzenlidir ve kökenleri tam olarak tespit edilir bunlara tümevarım yardımı ile ulaşılır. Ampirik kanunlar ise dizi itibarıyla düzenlidir ve açıklamalarını sadece tahminen yapabilir. Ampirik kanunsallık ta bir gerçekliliktir ve inkâr edilemez. Önümüzde kanunsallıklarla dolu bir alan vardır. Bunlardan çıkarılan bazı bilgiler ve verilen bazı hükümler “ampirik kanunun çok ötesine geçer ve kesin kanunlara yaklaşırlar.1352 Ampirik kanunlar, doğru kalabilmek için sürekli tekrardan gerçekliliğe dönmek zorundadırlar. Değişimleri ve hatta varsayılan gelişimin dışında oluşanları bile içselleştirmesi bir zorunluluktur.1353Kesin kanunların, temelinde de yine ampirik kanunlar vardır. Bunlar basit yöntemle, karşılaştıran ve ayrıştıran düşünce ile kazanılmazlar. Onların kazanımı için ruhsal faaliyete ve tümevarıma ihtiyaç vardır. Ampirik kanunlar bilinçli ya da bilinçsiz geçici bir genellemenin etkisiyle kazanılır. Kesin kanunlar da genellemelerin sonuçlarıdır, fakat ölçü kullanıldığında gerçek olurlar ve 1352 1353 Schmoller, 1894, s.559 Schmoller,1894, s.559 446 mükemmel gözlem üzerinde durmazlar. Sürekli kullanıldıklarında, oluşturulan ve sıralamada, sürekli ve tekrardan kendilerini gerçek olarak gösterirler.1354 Tekilden yola çıkıp, sonra pek çok yansımadan bir eşit olanı tespit etmek; bununla ilgili olan ve gözlemi açıklayan kuralları aramak; genelleme yaparak bir kanunu meydana çıkarmak tümevarımdır. Ne kadar fazla tekil yansıma çıkış noktasını oluşturursa, kazanılan kanun o derece doğrudur. Schmoller bunun için de hep daha fazla detay araştırması istemiş ve acele genellemelere karşı uyarmıştır. Öyleyse kesin kanunların genel geçerli olmalarının temelinde, detaylı araştırma ve köken bilgisinin olabildiğince kapsamlı olması yatıyor. Bir kez kazanılan bir kanun, iki türlü yolla genel geçerliliği konusunda sınanabilir. Birincisi ekonomi-politik yollardan yola çıkarak yapılacak bir yeni tümevarımdır. Diğer yol ise tümdengelimdir. Eğer kanun doğru tanımlanmışsa, o zaman ortaya çıkacak olan yeni bir yansımada, elde edilen kanun kendisini yeni yansıma üzerinde ispatlamalıdır.1355 Kanundan ekonomi-politik yansımaya giden yol, yani git gide bireyselleşen bir yol, tümdengelim olan bir yoldur. Öncelikli haklı olarak şu söylenebilir, tümevarım giderek artan genelleştirmeler ve buna karşın tümdengelim giderek artan bireyselleştirmedir.1356 Schmoller’e göre, bütün kanunların bulunuşunun amacı, komplike olanların basit olana geri getirilmesidir. Ne kadar az sayıda en üst düzeydeki kanunlardan her şeyi oluşturabiliyorsa, insan entelektüeli o kadar gururlu olabilir.1357 Menger’e göre, bireysel yansımaları açıklama görevi ekonomipolitik tarihin ve istatistiğindir. Buna karşın genel yansımalar ve onların bağlamındaki bilgilenme objesi, teorik araştırmanın görev alanındadır. Ve nihayetinde pratik bilimler, yani ekonomi –politik siyaset ve finans bilimi, ekonomi-politik alanındaki amacına uygun davranışın temel kurallarını tespit etmelidir. Tarihçi, belirli iktisadi araştırmaların yansımalarının hem varlığını hem de gelişimini tanımlayabilir. Fakat dönüşümde olan fenomenlerin 1354 Schmoller,1894, s.554 Schmoller,1894, s.555 1356 Schmoller,1894, ,s.554-557 1357 Schmoller, 1894, s.558 1355 447 tekrarlanan yansıma formlarını tanımlayamaz. Örneğin fiyatların nesnelliğini açıklayamaz. Menger’e göre, teorik araştırma içinde gerçekçi-ampirik ve kesin metot arasında ayrıma gidilmelidir. Gerçekçi –ampirik araştırma tipik yansıma formlarını ve tipik bağıntıları iki şekilde yakalamaya çalışır:1-Real yansımaların temel formları olarak yakalar. Burada farklı özellikler için büyük ve küçük bir oyun alanı vardır.2-Ampirik kanun olarak, bunlar kendilerini reel fenomenlerin diziliminde olağan düzenlilikler olarak gösterir. Kesin araştırma, kayıtsız doğru olan bilgilenmeleri takip eder. Bunlar her zaman aynı şartlar altında aynı neticelere ulaşmalıdır. Bu şekilde katı tipik yansıma formlarının bilgilenmesine ve katı tipik bağıntıların tespitine, yansımaların kanunlarına ulaşılır. Tipik yansımalar, yani en basit elementleriyle, bağıntılarının, gerçekte hiçbir zaman bütün saflığı içerisinde görünür olması gerekmez. Kesin araştırma bunları tanımak için çoğu zaman izolasyoncu ve soyutlayıcı metodu kullanmak zorunda kalır. Bu şekilde örneğin, sadece iktisadi hedeflerin peşinde koşan bir insan tasavvuru ortaya çıkar. Homo econonmicus. Kesin teorinin bilgilenmesi katı ve istisnasız geçerli kanunlardır. Buna örnek olarak, belirli şartlar altında belirli ölçüde artan talebin aynı ölçüde fiyatların artmasını beraberinde getirecektir. Buna karşın ampirik kanun sadece, talebin artmasıyla fiyatlarında artacağını açıklar. Ama burada hiçbir şekilde, kesin olarak belirlenmiş bir ilişki yoktur.1358 Menger’de genel ve bireysel olanın bilgilenmesi, metodik birleştirme ile değerlendirilmez. Kesin teori tam olarak ampirik –gerçekçi teorinin tezat şeklini oluşturmaktadır. Aynı zamanda somut tarihi olaya yönelimlidir. Buradaki düşünce kanunu “bilgilenme kurallarının” kesin yapılandırmasıdır. Bunlar “tüm reel olanın en basit elementidir ” ki teoriyi “kısmen sadece bizim fikirlerimizde vardır. Yansıma formlarına ve bu yansımaların kanunlarına şişirirler (aufblahen.) Bunların “kesinliği” ve “doğa kanunlarına uygunluğu” 1358 sadece bizim düşünce kanunlarımız ile ispatlanmış Haller Heinz, Typus und Gesetz in der Nationalökonomie, Stuttgart,1950,s.45-50 ve 448 korunmuştur. Tipik ve en basit elementin yayılma süreci içindeki her ampirik element iptal edilmiştir. Sadece var oluş şekliyle tipik element, tarihsel olarak uygundur. Fakat çıkış noktasının tarihi önemi, kesin teori tarafından tamamen yutulur. Zamansız geçerli kesin teori mevzuatı nesnelerin ampirik gerçekliliğinin ve somutluluğunun üzerine hakimiyet kurar. Kesin teoriden farklı olan ise, ampirik –gerçekçi olandır. Fakat onunda metodik “reel tipi” yani reel yansımaların temel formlarının ve bunların ampirik kanunlarının yakalanması somut olanın bilgilenmesi değildir. Kanunsal ve reel fenomenlerin bilgilenmesi, bunu sadece kendi yöntemleriyle tarih ve istatistik yapmaktadır. Bunun yerine olgu ile izole gözlem ki bunda aynı kesin teoride olduğu gibi dinamik olan gelişim elementi ampirik yansımaların kanunlarında değil, yansıma formlarının katı kozal kanunsallıklarında kesin olarak determinasyona uğramış düşünce kanunlarında gerçekleşir. Çünkü hata teoride kapatılmıştır, ama bu alan ampirik olarak açıktır. Mill’ci ve Menger’ci metodolojinin kendine özgülüğü, olayların ve gerçeklerin kozal sürecini metodik olarak belirtmek ve belirginleştirmek istememesinden kaynaklanır. Bunun yerine “insani” davranışı akışı içinde yakalamaya, yapılandırarak gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Menger bunu asli olarak düşünce kanunlarından hareketle gerçekleştirmeye çalışır. Reel somut olayı zamanında tanımlamak teorik bilgi sebeplerden ötürü imkânsızdır. Menger tüm gerçeklilik ve tüm tekil bilimler için geçerli olan bir bilgi ve metot kuramı için uğraşmaktadır. Bütün gözlemleriyle pek çok arasından formel olan prensiplerle ele alınacak olan disiplinler arasından, onun evrensel bilimi olan politik ekonomiyi seçmiştir. Sayısız tekil disipline ayrışan gerçekliğin verdiği garantiyle, bir tek bilgi kuramını ve metodunu kesin olarak araştırma gerekliliğinin sonucu Menger için bir kanat oluşturur. Tekil bilgilerin ve tekil disiplinlerin toplanması ve birbiriyle temas ettirilmesiyle bir toplam bakış açısı ve sistematik bir toplam bilgilenmeye ulaşmak mümkündür. Mill’in doğal insani kanunlardan ve ruh ile onun spekülatif kabiliyetlerinden oluşan öğretisinden evrensel bilim metodunu çıkarmıştır. Somut bir durum sadece spesifik evrensel bilim şartlı somut tümdengelim metodu ile özel bir alan olan politik ekonomi alanına uygulanabilir. Benzer 449 şekilde ise Menger, “düşünce kanunlarından” ve “bilgilenme kurallarından” tipleri yansımaların tipik bağıntılarını ve bunların kanunsal süreçlerini, elde eder. Menger’deki bu evrensel teorik duruşun karşılığı, aynı şekilde fen bilimlerinde ve sosyal bilimlerde de geçerlidir. Tarih, parçaya sahiptir. sadece bir karşıt Eğer bölüm disiplinine fizik, geometri, politik ekonomi başlanırsa hemen ortaya çıkar. Sadece bizim “düşünce kanunlarımıza” göre serpilen tipik ve en basit element bunun çıkış noktasını oluşturabilir. Schmoller’in doktora tezinde, insana metafiziksel bakış sonucu politik ekonominin konumu tespit edebilir nitelikteydi. Sadece tabiat ve ruh, teknik ve ahlak ile tarih ve teori arasındaki bir evrensel bağlantıyla politik ekonominin alanını tespit eder. Burada onun gelişim ve ruhani insan varlığı görüşü spesifik tarihçi metodu da yansıtır. Ayrıca Schmoller sadece gerçek ile var olanın sınıflandırmasıyla ve bunun isimlendirmesiyle mantığına uygun kavramı elde ettiğine, bir nesnelliğin varlığını yakalayabileceğine ve bütün bunları basit bir şekilde bireysel kozal bağlantılardan genel gerçekleri soyutlayarak yapabileceğine inanır. Menger tarafından sürekli dile getirilen bakış açısı, nesnel davranışların açıklaması için, kanunların formüle edilmesi gerekliliğidir. Buna karşın modern ekonominin pek çok temsilcisi bu görüşe katılmamaktadır, Schmoller’in pozisyonu olan, sosyal bilimlerin ampirik düzenliliklerin kazanımının dışına çıkamayacağı yönündeki görüşünü, kabul ediyorlar. Gerçeğin gözlemi ile tespit edildiği söylenen düzenlilikler, bu bakış açısıyla bile istisnasız ve zaman-mekân bağımsız olamazlar. Çünkü insani bir davranışa yönelik veya kökenlidirler. İnsani istek-ve karar verme özgürlüğü, sosyal bilimlerde doğa kanunları bağlantısını ortadan kaldırır, doğa bilimsel fenomenlerde olduğu gibi, düşünmez ve karar vermez ve davranmaz, değildirler. Sosyal bilimlerin kesin kanunlarına karşı, genelde totolojik itiraz yapılır. Buna göre kesin kanunlar sadece mantıklı düşünce cümleleri olabilirler. Her ne kadar bu itiraz, Menger’ci kanunların tartışmasında kendini kısmen kabul ettirmiş olsa bile, yine de belirgin olan Menger’in teorisinin çerçevesi içersinde, totolojik olmayan ve daha çok ampirik düzenlilik temsil eden, kanunlar kullandığı anlaşılmıştır. 450 Menger’deki çeşitli kanun türlerinin işlenmesinde, ekonomik bilgi kazanımı için kanunların ve kanunsallıkların ifadelerinin ayrımı, sadece ekonomik teorinin çoğunlukla tamamlanmamış hipotezler ile çalışması ve bundan dolayı natamam açıklamalar hazırladığı için, önemli olabilir. Fakat natamam açıklamalarda, kanun ihtiyacı içinde ( burada iktisat teorisyenlerinin aksine, bilim teorisyenlerinin büyük bir bölümü aynı fikirde. ) Menger’in bütün kanunları, modern bakış açısıyla bir açıklamanın ihtiyaç duyduğu yapıya, sahip değildir. Bunun için Menger’in ampirik kanunları temellendirdiği kriterler, hipotezler tarafından zenginleştirilerek, nomolojik içerik sahibi cümlelere dönüştürülmelidir. Bunun ötesinde, kesin kanunları, fazlaca tecrübenin eleştirisinden korumanın pek bir anlamı yoktur. İnsanların her zaman ve her yerde ihtiyaçlarını olabildiğince tatmin etmelerine ( ve bu arada var olan vasıtaları kendi açılarına göre rasyonel olarak kullanarak) yönelik olan kanun, bugüne dek, bütün ampirik itirazlara rağmen, ekonomik teorilerin içersinde yer almıştır. Yalnız bu türden bir “ sağlamlık “ esasında kanunun gerçekliğini ortaya koymaz. Kesin kanun, öncüller geçerli olduğu sürece, tüm zamanlar ve tüm halklar için geçerlidir. İktisatçılığın içkinliğinin, gelişim ve oluşum fenomenleriyle hiçbir ilgisi yoktur. Kesin kanunların kozalitesi, tarihsel iktisadi olayların kozal süreci tarafından etkilenmez. Kesin teorinin bilgilenme objesi “gelişen ekonominin” tecrübe objesinden bağımsızdır. “Tarihsel bakış noktası” ise kesin teoriden elimine edilmiştir. Buna karşın teorik araştırmanın gerçekçi yönü, gelişim, varyasyon ve farklılık momentini içerir. Reel kavramlar bize, reel iktisadi yansımaların bireysel gelişimin bütünü içinde varlıklarını getirir. Veya yansıma formlarının gelişimini biçimlendirir. Ampirik kanunlar gelişim süreci içinde sadece çıkış noktasının modifikasyonu ve dönemi için geçerlidirler. Genel “yansımalar” veya “gelişim” için değil. Tarihsel bakış açısı ise, gerçekçi teori içinde dikkate alınmalıdır. Kesin teoride zaman, istem, keyiflilik ve yanılgı momenti süpürülmüştür. Kesin teorinin neticelerini bekleyip bununla yetinmek mümkündür. Çünkü kesin ve gerçekçi teori sunumda çoğu kez birbirlerine karışırlar.“İktisatçılığın 451 kanunlarını” düşünce mantığından ve nesnelerin ile bağıntılarının içkinliğinden tümevarım ile elde etmeye çalışırlar. “Bizim doğrudan ihtiyacımız ve bizim doğrudan kullanabileceğimiz mallar, günümüzde keyiflilik göz önüne alındığında verilen gerçeklerdir. Her insani iktisadın çıkış noktası ile hedef noktası böylelikle son tahlilde var olan ekonomik nesnellikle sıkı bir şekilde determinasyona uğramıştır. Bu somut, yani ampirik iktisadın çıkış noktasının ve hedefinin kesin olarak tespitiyle, kendi eşdeğerini tipik bağıntıların kesin teorisinde bulduğu aşikârdır.Bu kanunsal olarak determinasyonlu çıkış pozisyonundan determinasyonlu sonuç pozisyonuna doğru çeker. Bu yolu amacına uygun olarak, politik ekonomide ve iktisadi alanda ne kadar ekonomik olarak geçeceğimiz, ayrıca bizim gücümüze ve keyifliliğimize bağlıdır.” Schmoller bilinçli olarak zamansız ve evrensel kanunlarından vazgeçmiştir. Schmoller ampirik kanunlar ve kesin kanunları sadece isimleri itibarıyla farklı değerlendirmiştir. Fakat ampirik kanunların varlıkları ile amaçları hususunda, Menger ile Schmoller’in görüşleri birbirinden oldukça ayrılmaktadır. Menger’de bir ampirik kanun daha başlangıçta, yani metodik yapısı itibarı ile istisnasız geçerliliğin kefaletinden mahrumdur. Fakat bu bir yana, gözleminden kazanıldığı tüm ampirik gerçeklilikle örtüşmelidir. Yoksa yanlış ve değersizdir.1359 Schmoller’in ampirik kanunlar natamam ifadeler içerir, yönündeki ifadesi Menger’de mevcut değildir. Bu bile önemli bir farklılıktır. Menger’e göre, ampirik kanunlar bütün gerçeklilikle uyumlu olmalıdır. Bu konuda Schmoller’den oldukça ileri gitmiştir. Çünkü Schmoller bir tam uyum aramamaktaydı. O’nun istediği sadece belirli bir zaman arlığı için kayıtsız geçerlilikti. Tam uyum veya tam iz düşüm mümkün değildir. Çünkü Hiçbir ampirik tekil olay diğerleriyle eş değildir. Nasıl ki bir insan bir başkası ile fiziksel ve ruhsal manada eş olmadığı gibi. Burada en fazla iki yansımanın akrabalığından bahsedilebilir ve bu durum tabik ki bir ayniyete izin vermez. Buna ise uygun düşen tanım ampirik düzenliliktir. 1359 Menger,1887,s.59 452 Öncellikle bilimsel kanunlar, kural koyucu kanunlar değildir. Olayların (şeylerin ) nasıl olması gerektiğini belirtmezler, olası gerçek iddiaları ve düzenlilikleri açıklarlar. Hausman kanunlar ve kanunsal benzeri beyanlar arasında bir ayrıma gidiyor: 1360 “Bir kanun gerçek (doğru) olmalı, fakat kanunsal beyanlarda gerçeklik (doğruluk ) talebi yersizdir. Hausman’a göre kanunları anlamanın zorluğu, bunların sadece düzenliliklerden meydana gelmediği, aynı zamanda genellemelerin bulunduğu ve bunların yanlışlıkla ortaya çıktığından bu zorluk vardır. Böylece yanlışlıkla otaya çıkan ve kanunsal benzeri olan genellemeler ayrıştırılmalıdır. Zaman ve mekâna bağlı olan bir genelleme, gerçek bir kanun değildir. “Bu değerlendirme” renklidir tasın içindeki bütün şekerler turuncu “ mantıklı fakat bu değerlendirme “ bütün binalar 10000 katın altındadır” ifadesinde ise problemler ortaya çıkıyor. 1361 Çünkü bu durum her yerde ve her zaman geçerlidir. Kanunların gerçek dışı şartlandırıcı cümlelere izin verdiği tezi, problemsiz bir sınırlama değildir. Çünkü tecrübenin beyanları nasıl ispatlayacağı, belirgin değil. Bir cümlenin ne zaman nomolojik olarak değerlendirmesi gereği, belirgin bir şekilde standart ve kriterler ile cevaplanmalıdır. Bunlar ise, beyan ve cümlelerin yerine getirmesi gerekenlerdir ve ancak bundan sonra kanun statüsünü taşıyabilirler. Kanunlar genel bir form taşımalıdır. Fakat sonsuz sayıda tekil olaya bağlanmaya ihtiyaçları yoktur. Aynı zamanda gözlem mantığına geri götürülemezler.1362 Schumpeter’e göre, tarihsel araştırma iktisadi politika alanında genel olarak geçerli, uygulanabilir kuralların varlığının nasıl savunulmaz bir fikir olduğunu diğer herhangi bir yöntemden daha iyi öğretmektedir. 1363 Kanun problemin Popper’ci işlenişi, ifadelerinin ne derecede fen bilimlerine yönelik olduğunu ve ifadelerinin sosyal bilimlerde ve özellikle iktisat bilimlerinde hangi öneme sahip olduğu, ayrıca kanun izahı ihtimali ile gerekliğinin olup olmadığı, sorularını ortaya çıkartıyor. Popper fen ve sosyal bilimlerindeki 1360 Hausman, 1992, s. 292 Hausman, 1992, s. 293 1362 Hausman, 1992, s. 293 1363 Schumpeter,98 1361 453 metotların birliğini belirttiği için, ifadeleri aynı zamanda sosyal bilimleri kapsamalı. Öyleyse Menger’in görüşleri üzerinde bir mutabakat var. Popper fen bilimleri dışındaki alanda sürdürdüğü kanun – sorunu ile ilgili tartışmada, özellikle gelişim kanunlarının tarihsel varsayımlarına karşı eleştirel olmuştur. (buna göre tarihsel gelişim kanunsal olmuştur ) Popper, tarihsel gelişimin teorisi için sosyal gelişim kanunlarını tespit etmeyi yanlış olarak değerlendirmiş ve bir nevi kehanet anlamında tehlikeli olarak görmüştür. Öyleyse bir yandan tarihsel kanunların varlığını inkâr etmekle birlikte, sosyal bilimler alanlarındaki kanunları esas olgu olarak görmüştür. Bunlardan gerçek anlamda, fen bilimleri ile sosyal bilimler arasında, kökten benzerliklerinin ifade bulma şansı yakaladığını düşünmüştür. Popper’in tezi, bütün kanunların (fen bilimleride dâhil ) bir biçimde formüle edilebileceği ve bir şeyin neden olmayacağı konusunda bilgi vereceği, düşüncesine dayanıyordu. O zaman olayların olma olasılığı, kanunlar tarafından sınırlandırılmış oluyor. 4.1.3.2.3. Gelişim Basamakları Problemi Kesin yöne eğilim ve kesin kanunlara ulaşma gayreti, zorunlu olarak iktisadi gelişimin bazı basamaklarından vazgeçmeyi gerektirmektedir. Bu bakımdan Menger’in ekonomi-politik yansımalarının gelişim basamaklarının oluşturulmasına karşı çıkması şaşırtıcı olmamalıdır. Bunun açıklamasını ise, iktisadı, temsil ve bilimsel engellerden dolayı, bu türden basamakların yapılanmasının mümkün olmadığı ile temellendirmiştir.1364 Batı tarihinin her zamansal kesiti şüphesiz bir tarihsel gelişimi göstermektedir. Ayrıca bu kendini aynı zamanda ve özellikle bir toplumsal dinamik ile ifade eder. Bu gelişim belirli politik veya iktisadi olayların ile teknik keşiflerin sonucunda oluşmaktadır. Bunun için bir iktisat basamağı sadece, ekonomi-politik sürecin belirli politik çerçeve koşulları içinde sürdürdüğü iktisadi bir gelişimin yalnızca bir dönemi olarak değerlendirilebilir. Bunlar temel strüktürlerinde değişime 1364 Menger,1883, s.108 454 uğramazlar. Bu durum örneğin 19.yüzyıl iktisadi ve iktisat politikası yönelimli olan “Lassiez- faire” prensibi için geçerlidir. Her ne kadar bu çabalar bağlamında, sübjektif sapması olan hükümler, basamakların veya gelişim kesitlerinin türüne ve yapılanmasına verilmiş olsa bile örneğin, List, Hildebrand, Knies, Schmoller veya Bücher’de olduğu gibi, bununla bilimsel objektif bir kavrayışın mümkün olmadığı ispatlanmış değildir. Bununla beraber burada söz konusu olan oldukça kompleks ve bundan dolayı zor bir problemdir. Ama bunun çözümü Menger’de iddia edildiği gibi bilimsel ilerleme adına ve özellikle gerçekçi bir iktisadi teorinin temeli olarak, bu derece yüzeysel argümanlarla çözülmez. Menger gerçi iktisadi ile kültürel gelişimin varlığını inkâr etmiyor ve hatta buna teorik anlamda destek vermek niyetinde. Bundan dolayı tavsiye ettiği yol özel bir dikkat gerektirir. Menger “zaman ve mekânı dikkate alarak” özellikle ekonomi –politiğin nitelikli varlığının bizim temsilimizin temeli olarak görmek ve sadece, çeşitli gelişim basamaklarında ortaya çıkan modifikasyonlara yönelmektir.1365 Bu noktada artık bastırılamayan bir soru dile getirmek gerekir. Gerçekte burada ne kadar pek te önemsemeden Tarihçi Okul’a bir imtiyaz verilmiştir. Menger gerçi bir yandan iktisadi gelişimden söz etmekte ama öbür yandan ise genel varlık bilgilenmesiyle bunu kapatamasa bile, en azından etrafında dolanmak veya daha doğrusu tek bir teorik ifade ile yakalamak istemektedir. Ayrıca bu iktisadi gelişimin açılımı ile ilgili, herhangi bir bilgi vermemektedir. Eğer bu problemi daha ayrıntılı olarak işleseydi o zaman belki de ekonomi-politik teoriyi farklı bakış açısı ile değerlendirdi. O zaman varlık olarak farklı iktisadi düzenlerin olduğunu anlayabilirdi. Zaman ve mekânın önemli olduğu ve politik temel Menger için muhtemelen ekonomi-politik yüksek kapitalizm içindeki liberal ekonomidir. Çünkü o dönemin insanı olmakla birlikte sübjektif anlamda bu yönü mutlak ekonomi olarak görmüştür. Ama neden özellikle bu durum genel bir iktisat teorisi için bu kadar merkezi önemdedir? Tarihsel gelişim noktası itibarıyla 1365 Menger,1883,s.109 455 17.yüzyıl ekonomi-politik düzeni aynı büyük öneme haiz değimlidir? Bu dönemde de 19.yüzyıl benzeri bir ekonomi – politik süreç yok muydu? Sadece buradaki temel fikir monarşik devlet fikriydi. O zaman bu bakış açısı ile “önemli vaziyet” konusundaki doğru tercih sorusuna bir cevap bulamıyor. Bu problem sadece Menger’de olduğu gibi liberal düzen nesnelerin varlığı içinde en muadil olanı olarak görüldüğünde aydınlanabilir. Bu noktada Menger’in neden liberal iktisat düzeni ile bu ölçüde kendini sınırlandırdığı konusunda, bir fikir sahibi olabiliriz. Menger tarafından tercih edilen bu yöntem bu belirtilen itirazların yanı sıra bir başka nedenden ötürü daha başlangıcında teredüte mahal vermektedir. Menger araştırmanın temelinde liberal ekonominin “modifikasyonuna” yönelimin, yeterli olacağı görüşünü taşımaktadır. Fakat bu noktada şu soruyu yöneltmektedir. Batı tarihinin akışı içinde görebileceğimiz iktisadi strüktürlerin temel değişimleri, sadece “modifikasyona” dikkatleri toplamak ile yeterince sorumluluk yüklenmediğini sorgular. 14.yüzyıl ile 19. yüzyıl arasında, Almanya ile Fransa’nın, olan iktisadi düzen değişimleri küçük boyutta değildir. Hatta daha çok varlık olarak farklı iktisadi vücutlardan veya iktisadi düzenlerden bahsedebiliriz. Bunlar sadece içerden çıktıkları farklı politik fikirlerin, üzerinde oturdukları iktisadi yapıların ve var olan üretim ilişkilerinin tanınmasıyla anlaşılır hale gelebilir. Fakat öyleki bu merkezi faktörlere Menger’de rastlamak mümkün değildir. Sonuçta Menger modifikasyon bakış ile belirli bir iktisadi basamakta pekâlâ oluşabilen az yâda çok miktarda bir sapma olarak görmek istemesi zannı altındadır. İktisat teorisinin temellendirilmesi problemi ile ilgili Menger hususunda bir itirazı dikkate almak zorundayız. Menger gerçekte önemli bir vaziyet yakalamak niyetinde değildir. O iktisadın genel varlığını tanımak istemiştir. Bu insani iktisadın kökensel faktörlerini teorinin temeli olarak tespit etmesi ve bunun üzerine iktisadi sürecin saf teorisini kurmaya çalışması ile gerçekleşir. Bu durum ise araştırmacıları insani arzulardan ve politik etkilerden korur. Bağımsız hale getirir.1366 1366 Menger,1883, s.110 456 Öyleyse bir tarafı ile tamamen somut iktisadi politik durumdan ayrılmış oluyor ki bu onun ruhani duruş noktası itibarıyla beklenen bir hareket tarzını teşkil etmektedir. Diğer tarafta ise inkâr edilemez bir tarihi olguyu, teorisinin temeli olarak kabul ediyor. Bu tezatlık onun gelişim düşüncesine olan bağlantısının bir soru olarak kalmasının bir başka nedenini oluşturuyor. Menger’in iktisadın durumuna bağlı olan teori ile ilgili muhtemel bir modifikasyon konusundaki ifadesi bunun neticesinde anlamını yitiriyor. Şüphesiz Menger tarafından daha fazla yorumlanmaya muhtaç ilginç bir teorik yaklaşım mevcuttur. Bu şekilde Menger’in tezi olan, metodunun içinde gerçekte gelişimin tarihsel olgusunu dikkate alarak bir gerçekçi teorinin köklerinin olduğu ifadesinin bir anlamı yoktur.1367 Onun yolu sonuçta milli ekonominin spesifik özellikleri itibarıyla bir tecrübe bilimi olarak işe yaramaz olarak değerlendirilecektir. 4.1.3.2.4. Bilimin Pratik Yönü Teorik tecrübe bilimlerinin tanımlama ve açıklamadan sonra, üçüncü hedefi olarak, genelde olayların öngörüsü kabul edilir. Özellikle iktisat politikaları sorunlarına olan yaklaşım, bir oryantasyon gerektirir. Buna göre hangi neticelerin beklendiği, ne türden önlemlerin alınması gerektiği ve hangi yöntemlerin tercih edilmesi gerektiği gibi v.s. , konusunda bilgi verir. Teorik görevlendirmenin yanı sıra burada, bilimin pratik yönü ifade buluyormuş gibi bir izlenim vardır: Pratik değerlendirilebilir öngörüler için, teorilerin kullanımı ve teorilerin teknik anlamda uygulanması.1368 Kanunlar açıklamaların önemli bir bölümünü teşkil eder. Kanunlar genel iddialar formunda, henüz sınanmamış olaylara yönelik olduğu için, kanunların fonksiyonu ve strüktürü ile ilgili olarak, açıklamalar ve öngörüler ile 1367 1368 Menger,1883, s.110 Popper, Karl; Naturgesetze und theoretische Systeme in, Albert,1949,s.90-95 457 yakın bir ilişki görülebilir. Teori ile verilen açıklama bize başka yansımalarının anlayışını açar ve bunu tecrübeye başvurmadan yapar.1369 Kanun ve başlangıç koşulları veya daha doğrusu öncüller biliniyor ve bilinmeyen mantıki süreçte, prognostik p aranmaktadır. Bir teorinin teknik uygulamasında, genelde teknik hedefler ve fiziki kanunlar bilinir (örneğin bir köprünün yapımında, gerekli olan şartlar yeterli olur.) Burada aranan ise teknik başlangıç koşullarıdır, bunlar teknik anlamda gerçekleştirilebilir olmalıdır ve fiziki kanunlar yardımıyla hedefe ulaşabilecek, türden olmalılar.1370 Açıklama şemasının mantığı ile prognostik verim ve teknik uygulamanın ötesinde, teorileri sınamak imkânı mevcuttur. Eğer oluşturulmuş bir prognoz olan p, gözlemlenebilen durum ile uyum halinde değilse, o zaman açıklananın ( explanans) yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Bunun neticesinde ise ya kanun hatalıdır yâda uygulama koşulları namüsaittir. Buna karşın, başarılı olmuş bir prognoz p ile teorinin doğruluğunu iddia etmek mümkün değildir. Çünkü hatalı olan bir açıklanan (explanans ) ile gerçek prognozlar oluşturulabilir. Bununla birlikte Popper’e göre, prognoz imkânının yardımıyla, teorinin kalitesi hakkında bir fikir oluşturulabilinir. Popper bunu, teorilerin sınanabilirliliklerin dereceleri ile bağdaştırmıştır. Popper’in metodik talebi, şu ifadeyi içerir: Her zaman daha iyi kontrol edebileceğin teorileri ara. Bir teorinin kontrol derecesi, o teorinin genelleşme derecesi arttıkça (veya kesinlik ile belirginlik derecesi ile), yükselir. Genelleşme ise, teorinin öngörüde bulunabileceği alanın büyüklüğü ile irtibatlıdır. Bütün bunların ötesinde geçerli olan öngörüler ne kadar belirli ve kesin olursa, bir teori o kadar kontrol edilebilir nitelikte olur.1371 Hempel prognoztik imkân bağlamında, tümdengelim – nomolojik bir öngörü, sadece kanunlara ve başlangıç şartlarına dayanarak var olmayacağını, belirtir. Hatta prognoz, geleceğin durumu ile ilgili şartlar konusunda, ilaveten öncüller gerektirir. Buna göre genel olarak, bozucu büyüklüklerin ve etkilerin, öngörü ile öngörünün gerçekleşmesi arasındaki 1369 Hempel, Carl G;Typologische Methoden in den Sozialwissenschaften, in Topitisch, 1952/65,s.41 1370 Popper,1949,s.96 1371 Popper,1949,s.99 458 zaman dilimi için, olmayacağı düşünülür. Bir tümdengelim– nomolojik açıklamanın, bir öngörüden, mantıki strüktür anlamında değil de, pragmatik anlamda farklı olduğu görüşü, strüktürel özdeşleşmek veya açıklama ile öngörünün simetrisi olarak, tanımlanır. Pek çok yazar, Hempel ve Oppenheim’ın daha 1948 yılında savundukları bu tezin, uygunluğunu kabul etmemişlerdir. Sunulan argümanlar doğrultusunda, daha ayrıntılı bir inceleme için Hempel tezi, iki alt teze bölmüştür: 1- her muadil açıklama, potansiyel bir öngörüdür. 2- her muadil öngörü, potansiyel olarak bir açıklamadır. Hempel, birinci alt teze karşıt örnek olarak sunulan, üç örneği tartışıyor1372 : İlk örnekte konu olan bir ifade “ frengi, hafif felcin tek nedenidir” sonucu, belirli bir hastanın neden hafif felç semptomunu gösterdiğinin, bir açıklamasının bulunmasıdır. Fakat çok az sayıda frengi olan insan, hafif felç geçirirse, o zaman frengi olanda hafif felç olur diyemeyiz. Hatta bunun aksi düşünülmelidir. Burada olan açıklama, bir öngörü için uygun değildir. Hempel buna karşın, Scriven (1959) tarafından getirilen örneği gösterir ve frenginin, hafif felç için uygun bir açıklama olmadığını, çünkü bu semptom, hastalığın oldukça az rastlanan bir sonucu olduğunu belirtir. Eğer bir olay, gerekli olan şartın gerçekleşmesi ile açıklanabilseydi, o zaman bir gerçek olarak lotoda kazanan bir kişi, bunun açıklaması olarak biletinin olduğunu söylemesine, denk düşüyor. Çünkü sadece bir loto bileti olan biri, büyük ikramiyeyi kazanabilir. İkinci örnek, Toulmin (1961) tarafından ortaya konmuştur ve Darwin’e dayanır. Buna göre var olan türlerin kökeni, varyasyon ve doğal elenme ile açıklanır. Yeni bir hayvan türünü öngörmek için, Darwin teorisini kullanmak mümkün olmadığı için, Toulmin’e göre mevzu bahis olan, açıklama için bir örnektir ve potansiyel bir öngörü içermez. Hempel bu argümanı tetkik ederken, evrim tarihi ( tarih sunumu hipotezi karakteri taşır farz edilen evrim süreçlerini tanımlar ) ile - mutasyon ve doğal seçim mekanizması teorisi, arasında bir ayrıma gider. Mutasyon ve doğal seçim mekanizması teorisi, 1372 Hempel,1965,s.42 459 evrim sürecinin üzerinde duran açıklayıcı görüşleri, sunar. Evrim tarihinin, dinozorların oluşup ve daha sonra yok olduklarını tanımlayabilmesi, bunun neden olduğunu tabii ki açıklamaz. Aynı zamanda teoride, bu açıklamayı veremez. Çünkü bunun için şartlar hususunda, pek çok ilave hipoteze ihtiyaç duyulmaktadır fakat bunlar erişilebilir olmaktan uzaktadır. Eğer bu hipotezler kullanılabilir nitelikte olsaydı ve bunlarla dinozorların yok olması açıklanabilir olsaydı, o zaman açıklanan (explanans ) aynı zamanda potansiyel öngörü vazifesi görürdü. Bunun neticesinde Hempel, ikinci örnektede, mevzu bahis olanın tümdengelim – nomolojik bir açıklama olmadığını belirtmiştir. Üçüncü itiraz ise, bazı olaylarda açıklayıcının (explanandum) ortaya çıkması ile açıklanan (explanans)konusunda belirtinin oluştuğudur.1373 Scriven bu konuyu netleştirmek için bir örnek verir. Buna göre çok kıskanç bir adam, karısının kendisini aldattığını öğrenmesi üzerine öldürür. Prensip olarak daha önceden görünen kıskançlık, cinayeti açıklar. Açıklayıcının (explanandum) yani cinayetin ortaya çıkması, açıklananın (explanans) önemli bir parçasıdır ( eğer kıskançlık yeterli derecede olursa, onu öldürür.) Bundan dolayı açıklayıcı (explanandum ) bu olayı önceden öngörememiştir. Hempel’e göre bu örnek bazı durumlarda, açıklayıcının (explanandum) ortaya çıkmasından önce, açıklananın ( explanans) şartlarının oluşup oluşmadığının söylenemeyeceğini, gösterir. Argüman mantıki olarak, kritik açıklama faktörün açıklayıcının (explanandum) ortaya çıkmasından önce keşif etmenin, mümkün olmadığını göstermiyor. Neticede ise Hempel, birici alt tez için yapılan itirazları yetersiz görüyor. Ve bundan dolayı bütün açıklamaların bir potansiyel öngörü olmadığı, yönündeki eleştiriler geçersiz hale geliyor. Hempel bu tezi savunmaya devam ediyor, fakat ikinci alt teze yöneltilen itirazların, her zaman öngörülerin argümanlarının probalilizm ( olasıcılık) üzerinde kurgulandığında, tuhaf sorunsallıkla karşılaştığını itiraf ediyor. Fakat tümdengelim - nomolojik bir öngörünün strüktürü için, ikinci alt tezi de savunmaya devam ediyor. Açıklamaların ve öngörülerin simetrisi ile ilgili bilimsel teorik tartışma, 1373 Hempel,1965,s.48 460 ekonomi-politik kuramın teorik ve pratik boyutlarının ilişkisi bakımından önemlidir. Menger’in belirttiği üzere, gelecekteki olayların öngörüsüne dayanan, pratik bir eylem tarifinin, her zaman teorik temellenmesi gerektiğini belirtmiştir. Başka bir baz üzerinde kurgulanmış olan prognozlar, isabetli olabilirler. Fakat bu isabetlilik, bilimsel açıdan tesadüfî olarak değerlendirilmelidir. Teorik temelli bir öngörünün, güvenirliği ve sistematiği, buna karşın var olan kanunların uygunluğuna ve verilen durumun şartlarına bağlıdır. Kim bir ekonomik teori ile bazı ekonomi –politik kararların verilebileceğini ve bunların prognozlarının yardımıyla, hangi önlemlerin hangi neticelere yol açacağı tespit etmenin mümkün olduğuna inanırsa; bir teorinin yardımıyla olayları bulunulabileceğini ve hem tanımlanabileceğini hem de öngörülerinde sosyal alanda kanunsallıkların olduğunu kabul etmelidir. Pek çok pratik olayda, iktisat bilimcilerinin politik önlemlerin bütün neticelerinin prognozunu yapamamaların nedeni ise, pek çok alanda temelde olan kanunsallıkların henüz bilinmediğidir yâda kullanım koşullarının tam anlamıyla oluşmadığındandır. Bu durum ise sistematik öngörülerde bulunmak için kanunların, pratik kullanım gerekliliğinde ve mantıki değerlendirilmesi gerektiği gerçeğini değiştirmiyor. Knight’e göre, bilimler insanı konu aldığına göre, bilimsel analizde mevzu bahis olan temel sorun, insanın onu çevreleyen dünya ile olan ilişkilerdir. Rasyonel veya bilimsel açıdan, bütün önemli ve pratik problemler, ekonomisttin problemleridir. Hayatın esas sorunu ise, arzulanan sonuçlara olabildiğince ulaşabilmek için, vasıtaları nasıl “ekonomik” değerlendirmek meselesidir. Bu yüzden genel politik ekonomi kuramı; hayatın temel prensiplerinden başka bir şey değildir. 1374 Menger, pratik bilimler kavramını bir topluluk adı gibi kullanır. Bunun altında ekonomi-politikle birlikte pratik tekil iktisat öğretisini görür. Ayrıca ikincisi finans bilimi ve pratik özel iktisat kuramı olarak ikiye ayırır. 1375 1374 Knight, Frank H; The Limitations of Scientiffe Method in Economics, The Ethies of Competition and Other essays, New York, 1935,s.105 1375 Menger,1883, ,s.255 461 Schmoller ise bu sınıflandırmaya ters düşmez. Bütün pratik bilimlerin ortak yönü, bunların uygulamadaki gerçekliliği yakalamak hedefini gütmelerinde yatar. Buna uygun olarak pratik bilimlerin görevi kurallar doğrultusunda kanunlar hazırlamaktır.1376 Veya başka bir deyişle uygulama için davranış kuralları ve politika için yönergeler hazırlamaktır.1377 İşte bütün bu kurallar bir araya toplandığında pratik bilimlerin “davranış kanunlarını” meydana getirirler. Schmoller, kanunların ve kurumların göreceliğini vurgulayarak, somut tarihsel verilerden hareketle tümevarımcı akıl yürütme yöntemini tercih etmiştir.1378 Klasik teori Okulu ve Klasik düşünceyi yeniden yorumlayan Viyana Okulu Schmoller’in reform çalışmalarından rahatsız olur. Schmoller, Menger’i Manchester Okulu’nun taraftarı olmakla suçlar.1379 Manchester öğretisi pratik iktisadi sorunlar “davranış kanunları” aracılığı ile irdelenmesini ret eder. Onlara göre, bu durum insani ilişkilere müdahale olarak yorumlanır. Onlar için bilgilenme objeleri daha ziyade soyut ve bu yüzden zaman sınırlaması taşımayan bir piyasada takas fenomeni olarak hizmet eder, kendi kendini regülasyona tabi tutar ve harmonili bir süreç işler. Her tarihçi –reel ekonomi politik esasında saf resmi az veya çok bulandırmaktan başka bir işe yaramaz. İşte bu yüzden normlar oluşturan, yasak veya emirler tayin eden ve tavsiyeler veren bir bilimin ortaya çıkışı nihayetinde bu harmonili süreci baltalayan bir olgu olarak algılanır. Çünkü tabii olan her şey iyi ve güzeldir. İnsani müdahaleler ise ancak kötü etki bırakabilir. Öyleyse katı liberal Klasikler bir pratik iktisat kuramının kurgulanmasının gerekliliğine inanmazlar. Bunun gerçek hayatın içine girmesini, bireyin iktisadi faaliyetlerinin tamamen özgür olduğunu kabul etmemesi durumunda mutlaka engellenmelidir. Çünkü bu şekilde “davranış kuralları” sadece bu harmonili ekonomik süreci bozan nitelik taşır. Onlara bu müdahale, sonuçta keyfiyetle özgürlüğü birbirine karıştırarak harmonili 1376 Bonar,J; Der gebrauch des Wertes Gesetz, s.202 Politika burada geniş anlamıyla tanımlanmıştır. Bu tanım Menger mantığındaki pratik iktisat bilimi için geçerlidir. 1378 Schmoller,1883, s.241 1379 Schmoller,1883,s.241-243 1377 462 sürecin içerisine sadece yasaklar getiren ve çıplak egoizme ambargo koyan bir anlayıştan başka bir şey değildir. Fakat bu anlayışta malların dağıtımının gerçekte insanlar tarafından gerçekleştirildiği ve bunun tanrı veya harmoni üzerinden yürümediği unutulur.1380 Sonuçta Klasikler pratik bir iktisat kuramının kurgulanmasına karşı çıkıyor, çünkü bunun var olan düzeni sarsacağını düşünüyorlar. Schmoller ise hem bunun mümkün olduğunu düşünüyor hem de bunun gerekli olduğuna inanıyor. Schmoller bunu bir yandan özel bilgilenme objesi üzerinden gerçekleştirmeyi düşünüyor ve bunu klasiklerden çok daha fazla realiteye bağlamayı uygun görüyor. Diğer yandansa bunun sadece tarihçilere mahsus bir adalet tasavvurunu beraberinde getireceğini düşünüyor. İşte bu iki bileşen yani realist ve etik bileşen yapıları gereği toplumsal ilişkilere duyarsız kalamaz. Çünkü bunlar hüküm verir, över ve düzeltme yoluna gider. Her etik-gerçekçi araştırma yönü olayların üzerinde etkin olmaya çalışır. Bu şekilde esasında politikleşir. Schmoller kesin olarak, Ortodoks Manchester liberalizminin iş bilir ekonomisinden ve Smith’in peşinden sürüklediği dogmatik politik ekonominin en nihayetinde kendisinin katkılarıyla tekrardan bir “manevi –politik bilim” haline geldiğine inanmıştır. Bu ise pratik politikanın bilgilenmesinin ateşiyle ortalığı aydınlatmıştı. 1381 Menger ise, bu konuda diğerlerinden farklı düşünür. Eğer onun var olan teorinin bilimin temel problemlerini dahi çözmekten aciz olduğunu söylediğini anımsarsak ve bunun ekonomi-politiğin pratik bilimleri için oldukça yetersiz bir baz oluşturacağını belirttiğini hatırlarsak o zaman onun katı liberallerle ve Manchester Okul’una aynı şekilde muhalif olduğu anlaşılır. 1382 Menger bununla ilgili şu görüşleri savunmuştur: “Bazı politik düzenlemelerin, kanunların ve alışkanlıkların tüm zamanlar ve halklar için aynı ruhsata sahip olmadığını savunan kişi 1380 Schmoller,1898, s.99 Bruch, Rüdiger vom, Gustav Schmoller in Wolfgang Treue/Karlfried Gründer Hg. Berlinische Lebensbilder,Bd.3,Wissenschaftspolitik in Berlin Minister, Beamte, Ratgeber, Einzelveröffentlichungen der historischen Kommission zu Berlin, Bd,60,Berlin, 1987,S.176 1382 Menger,1883, s.130-135 1381 463 tamamıyla haklıdır.” 1383 Pratik bir bilim veya hangi türde olursa olsun bir sanat öğretisi bilgilenmesinin tabiatı gereği, bütün zamanlar ve halklar için geçerli olmaz. Şartların farklılığından dolayı asla aynı geçerliliği talep edemez.1384 Ekonomi-politik siyasetin metodik talepleri ve işleyişi seviyesinde olan bilim, ekonomi-politiğin gelişimini göz önünde bulundurarak tüm pratik bilimlerin ortak görevlerini üstlenebilecek düzeyde olmalıdır. Ekonomi-politiğe yön veren ve kamusal alanda devlet gücüyle tesis ettiği düzenin temel kuramlarını oluşturmalı ve bunların uygulanabilir olmasına dikkat etmelidir. İşte bu metot bizim tarihsel ekonomimiz göz önüne alındığında “tarihçi metottur.”1385 Ayıca Menger’e göre, politik ekonomi alanındaki araştırmalar daima belirgin bir şekilde ortaya çıkmış olan bir yanılgı dizisinin etkisi altındadır. “Smith ve talebelerinin elinden çıkan ekonomik teori doğru düzgün bir temellenmeye sahip değildir. Hatta en önemli problemler dahi çözüme ulaştırılamamıştır. Böylece ekonomi-politiğin pratik bilimleri ve bunun uygulamaları için geçerli ve yeterli bir baz oluşturamaz.1386” Bu ifadeler doğrultusunda Menger’in muhalif karakterinin belirgin bir şekilde ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Bu muhalefet özellikle katı liberal Klasiklerin genelleştirici tandansına yöneliktir. Bilindiği üzere bu anlayış Ricardo ve onun talebesi olan Macculloch tarafından hazırlanması ve Manchester Okul’u tarafından uygulamaya sokulmuştur. Menger bu anlamda Klasik teori eleştirisi ve bunun beraberinde gelen politik görüşler çerçevesinde Schmoller’in müttefiki olur. Fakat bu aynı zamanda Schmoller ne kadar düşüncesizce Menger’i Manchester Okul’unun taraftarı ilan ettiğini gösterir ve bununla birlikte ikisi arasında var olan farklılıkların bu şekilde ortadan kalkmadığını kanıtlar. Gerçi bu farklılıklar pratik iktisat öğretisinde 1383 Menger,1883,s.130 Menger,1883, s.131 1385 Bu açıklamanın bazı bölümleri Menger tarafından kapatılmıştır. Menger, Untersuchungen, s.134 1386 Menger, 1883, s.13 1384 464 ortak hareket etmelerine engel olacak türden değil ama bunlar yinede önemlidir.1387 Schmoller öncelikli olarak, adalet düşüncesini hâkim kılan bir teorinin peşindeydi. Schmoller bunu tam anlamıyla gerçekleştiremeyeceğini anlamış olsa bile bu yönde çalışmaya devam etmiş ve sosyal sorunla ilgilenmeye devam etmiştir.1388 Schmoller’de adalet momenti önemli bir rol oynar. Herkner, Schmoller’i anma toplantısında bu konuyla ilgili şu sözleri sarf etmiştir. “Adalet fikri onun çalışmalarının daima kutup yıldızı olmuştur.”1389 Menger’e göre, tarih iktisadın pratik bilimlerinin tek ampirik kaynağı olarak gösterilmez. Çünkü bu sorunların çözümü, sadece geçmişi temel alan bir araştırma çözemez. Bunun için devlet hayatının işleyişi, devlet faaliyetlerinin değişken görevleri ile ilgili bilgi, teknik bilimin durumu v.s. bilgilere ihtiyaç vardır.1390 Schmoller’in inancı şu şekildedir: “Bilimin pratik amacı nesneler üzerindeki kehanettir.” Çünkü bununla birlikte nesneler üzerinde arzulanan pratik egemenliğe ulaşılmıştır. 1391 Menger, tarih, teori ve politikanın birbiriyle karıştırılmasına karşı çıkıyor. Bu yüzden tarihçilerin propagandasını yaptığı evrensel bilim anlayışından ayrılmak ister. Ona göre, tarihçiliğin yanılgısı, ekonomik fenomenlerin tabiatının yanlış anlaşılmasında ve ekonomiye dönük metotların üstün olma taleplerinde yatar. Tarih, istatistik veya literatür tarihi, teoriden ayrılmalıdır. Aynı şekilde teori ve politika birbirinden ayrılmalıdır. Çünkü teori açıklamak politika şekillendirmek ister. Öyleyse her ikisinin görevleri, temelden farklıdır.1392 Pfister’de aynı şekilde, Menger’in keskin bir şekilde, teorinin genel hatlarını çizmek istediğini ifade etmiştir.1393 Menger’in bütün hedefi, Schmoller’e karşı, 1387 önce teori ile tarih, sonra teori ile politika arasındaki Menger,1883, s.79-84 Menger,1883, s.79 1389 Herkner, Gedachtnisrede, auf Gustav von Schmoller Verhandlungen des Vereins für sozialolitik in Regensburg,1919, s.12 1390 Menger,1884,s.44 1391 Schmoller,1894,s.558 1392 Brand, Karl; Geschichte der deutschen Volkswirtschaftslehre, Band 2, Vom Historismus zur Neoklassik, Freiburg,1993,s.237 1393 Pfister,1928,s.12 1388 465 kökensel farklılıkları ortaya çıkartmaktır. Çünkü Schmoller’e göre, bunlar aynı metedolojik kalıplar içinde, sadece ölçü olarak veya derecelendirme babında, farklılıklar gösterir.1394 Fakat yüzyılın ortasındaki milli ekonominin egemen kuramları, eskimiş sistematikleri dolayısıyla bu türden beklentileri karşılamaktan uzaktı. Schmoller için yeni sosyal araştırmalar ve bunun bir parçası olarak milli ekonomi, fen bilimlerinde kendini kanıtlamış yeni bir metot kullanmalıydı. Deprem etkisi yaratan endüstrileşmeyle dönüşen toplum, ancak bu şekilde anlaşılıp; yönetilebilir kılınmak istenmiştir. İktisat ve sosyal politikaları yeni bir bilimsel temel üzerine oturtulacaktı. Bu yüzden Schmoller’in çalışmaları, Klasik ve sonrası ekonomiden türetilen tek yönlü liberal politikaya karşı oluşturulmuş bir bariyerin mihenk noktasıydı. Çünkü sonuçta bu tek yönlü politikalar geçiş döneminde ortaya çıkan ciddi sosyal problemlere çözüm getirememişti. Schmoller bilimsel araştırmaları doğrultusunda, gelişimi sosyal kalkınmaya doğru yönlendirmeye çalışmıştı. Bilimin pratik çıkarımı ve faydası en nihayetinde nesnellikler üzerinde egemen olmak ve bunlarla ilgili çeşitli öngörülerde bulunabilmektedir.1395 Esasında nomolojik genel hipotezler arayışı içindeydi ki bunlar fen bilimlerinin evrensel kanunsallıklarına benzeyecekti. Ayrıca bu hipotezler kontrol edilebilir düzenlilik sergileyecek ve pratik öneme sahip olacaktı. İşte bu şekilde ortaya çıkan varsayımlar veya tahminler kanunsallıkların doğrulanmasına hizmet edecekti. Ama Schmoller aynı zamanda bu işleyişin içinde sosyal gelişmelerin dışında kalan bir bilgilenme akışını fark etti. Bu yüzden aşağıdaki sözleri sarf etmiştir: “Araştırmalar kısıtlandığı oranda ve bunların belirli bir kültür düzeyine sabitlendiği oranda, iktisadi sürecin kendini tekrarlayan tipik ve tanımlanabilir olaylarını açıklama kabiliyeti aynı oranda gelişir.” Schmoller sözlerine şu şekilde devam eder: “Bunları kanun veya hipotez olarak adlandırmanın bir önemi yoktur. Zira doğru bir şekilde kullanıldıklarında bilgilenmenin büyük enstrümanı 1394 1395 Pfister,1928,s.12-13 Schmoller,1894,s.558 466 haline gelir ve tüm iyi devlet yönetiminin dayanaklarını oluştururlar.” Evet, Schmoller 1894 yılında Menger’in metot öğretisini benimseyen Wagner’in görüşlerine bu metodik eleştiriyi yöneltmiştir.1396 Bu somut bir şekilde hedef olarak, kurumları şekillendirmek ve verilmiş olan strüktürel çerçeve koşulları içerisinde bunların istenilen neticeleri ortaya çıkarmasını koyduğu aşikârdır. Schmoller’in karşılaştırıcı tarihçi araştırmaları, deneysellikleri yedek olacak ve tahmin ile çalışma hipotezlerinin sınanmasına izin verecekti. Aynı şekilde büyük dede Gartner (1849) yılında Aristocu – Schellingci biyolojinin var olan sonuçlarını deneyler sonucunda kati bir şekilde yanlış olduklarını ortaya koymuş ve bu şekilde modern gen araştırmalarının ve tür değişikliğinin önünü açmıştı. Schmoller zamanın stiline uygun olarak ahlaki heyecanla “büyük ideallerden” bahsetmektedir. Her zaman onun tarafından pratik fikirler ve kurumsal düzenleme önerileri gelmektedir. Tam bu sebepten dolayı zamanındaki marjinal fayda Okulu’nun ekonomideki matematiksel keskinliğini Jevons’un belirttiği gibi, psişik kökenler için ikame edilen uyduruk ölçüler ve ölçülemez Pazar ilişkileriyle, sadece olmayan bir kesinliğin aksettirilmesi yerine koymaktadır. Schmoller’e göre bunun uğursuz neticesi “salt matematiksel” natürel bilimsel çalışmalar genelde politik-ekonomi politik hükümlerini basiretsiz hale getirirler.1397 Menger’in bu konudaki düşünceleri ise şöyledir: “Politik Ekonominin reformu herhalde sadece bizim tarafımızdan ilan edildi. Biz değerli bölüm yoldaşları, bu bilimin hizmetinde olan insanlar, politik ekonomi matematikçiler, tarihçiler, psikologlar ve kör bir şekilde bunların izlerini takip edenler tarafından, günümüzdeki batmış durumdan, hiçbir 1396 Schmoller’in 1894 yılında “devlet bilimleri” sözlüğünde yayınlanan bu makalesi, hem de Wagner’e ve bu düşüncenin savunucularına karşı kurulmuş olan berrak bir cepheleşmenin sonucudur. Hansen,1996,s.180.Bunun dışında Schmoller bilindik sosyal politika yönelimli milli ekonomist görüşlerini tekrarlar: “Bu şekilde kabul edilecek ve bununla modifikasyonlardan ve yan ürünlerden kurtulmak mümkündür.” Schmoller makalesinde aynı görüşleri savunmaya devam eder: “Ama bunlar her halükarda son gerçeklik değildir. Ve bununla birlikte bir kültür zeminin sabitliği kurgusuna dayanırlar. Schmoller,1902,s.110. Öyleyse Schmoller hiçbir şekilde bilimin değişmez hedeflerinden vazgeçmek niyetinde değildi ve amacı şüphesiz sosyal yansımaların evrensel geçerli hipotezlerine veya başka bir değişle genel geçerli kanunlara ulaşmaktı 1397 Koslowski, P;Die Geburt des Sozialstaats aus dem Geist des deutschen İdealismus, Person und Gemeinschaft bei Lorenz von Stein, Weinheim,1989/1991,s.75 467 zaman ve hiçbir şekilde kurtarılamayacaktır.”1398 Giriş bölümünden alınan bu cümleler tenorun tüm tonunu belli eder. Tarihsel bilginin teori ve uygulamanın içine taşınması, sosyal bilimlerin bilimsel karakterini karıştırmıştır. Bağımsız bir bilim olarak sosyal bilim, yardımcı bilimler tarafından, yani tarih, istatistik, psikoloji, mantık, teknik bilimlerden temiz ve berrak bir biçimde ayrışır. Özellikle “politik” ekonominin ve parçalarının tabiatı ile ilgili gözlemlerde, bu ikisinin birbiri ile ilişkilerinde ve politik ekonominin ve parçalarının tabiatı ile ilgili gözlemlerde, politik ekonominin bazı yardımcı bilimleriyle ilgili olarak, sonunda ekonomi-politik alanda teorik bilgilenmenin tabiatıyla ilgili tek yönlü öğretileri Menger’e göre, Tarihçi Okul’un yanlışları arasındadır. Menger kendine düşen görevin, bu disiplinin tabiatını ve sistematik toplam bakıştan sonra “tarih yazıcısı ile istatistikçi insan hayatının yansıma formlarını ve sonuncusunun yansımalarının kanununu, pratik devlet ve sosyal bilimlerinin araştırmacısı ise devlet ve toplumsal yansımaların amacına uygun davranış nedeniyle temel özelliklerini, araştırmalı ve sunmalıdır.” Ekonomi –politiğin yansımaları bireysel 1399 iktisadi faaliyetlerin somutlaştırılmasıdır. Çünkü bireysel psikolojik çabaları yakalamayı, sadece tarih yazıcılığının tek başına tespit edebildiği ampirik faktörler, iktisadi yansımaların ne genel varlığını ve bunların bağlantıları, ekonomi- politik ile uyumlu hale getiremezler. Aynı şekilde Menger için imkânsız olan şey geçmişten günümüze ve geleceğe ekonomi-politiğin içine “amaçsal müdahale için temel esaslar” oluşturulamaz. İktisadi faaliyet yürütenin ve iktisadi hedefler kovalayan insanın, tarihsel hayatından veriler ve faktörler sunmak, hiçbir zaman bu yansımaların genel varlığının içine girmemektir. Ne tümevarım çıkarımı, nede maddenin çokluğu, ampiri ile düşünce kanunu ve bunun düzeni arasında bir köprü oluşturmaz. Yani yansımaların kanunlarına ve amacına uygun davranışın temel fikrine ulaşamaz. Tüm farklılığına rağmen ekonomi-politik kuramıyla, ekonomi-politik siyaseti arasındaki bağlantı, Menger için haklılığını iktisat ve finans politiğin özel görevinden 1398 Menger,Carl; Die İrrtumer des Historismus in der deutschen Nationalökonomie, in Hayek,1884/1970,s.1-4 1399 Menger, İnsanlık yansımalarının tipleri ve tipik bağıntıları anlamında dile getirmiştir. 468 almaktadır. Amaçsallığın vecizelerinden hareket etmek ki burada “amaçsallık” iktisadın genel varlık ve bunların formalarının öğretisine, yani teori oryantasyonludur. Schmoller’in “reçete koleksiyonundan” ekonomipolitik siyaseti ve finans bilimini teorik bilimlerin düzlemine çıkartmak “Menger için tüm politik ekonomi alanında teoriyi, tarihi, politikayı karıştırmanın doruğunu oluşturmaktadır.1400 “ Pratik bilimlerin teori düzlemine çıkmalarına ihtiyaç yoktur. Teori ve politika görevleri itibarıyla ayrılır, düzeyleri itibarıyla değil. Nasıl ki tarihin ve politik ekonominin keskin bir şekilde ayrıştırılması gerekiyorsa ve bu ayrışmayla esasen yardımcı bilim olarak birbirini tamamlıyorlarsa aynı şekilde gayrı meşru olan teoriyi politikadan içerisine bu derece sokmaktadır. Çünkü burada politikanın karakteri bağımsız, pratik bilim olarak tamamen teorinin tesiri altına, esas bilimsel metodolojik duruş noktası itibarıyla kaymıştır.” Menger, Schmoller karşısında hassas bir gözlemin her zaman kavramsal yetiyi ön şart koştuğunu vurgulamıştır. Çünkü gözlem cümleleri içerisinde formüle edilen algılar sınıflandırılmalıdır. Bunun için “tipler” oluşturmalıdır. Ve kavramlar bu düzen içerisine sokulmalıdır. 1401 Menger Milli Ekonomi içerisinde görev dağılımını tarafından garantilenmiş olarak görürdü. 1400 “hakikatlerin çeşitli strüktürleri” 1402 Albert, Hans; Theorie und Prognose in den Sozialwissenschaften, in Topitisch,1957/65,s.65 Düzenlilik arayışı veya filli sabitlik içeren filli kanunsallık arayışı, belirli bir kültürel –mekânsalzamansal ilişkiler içinde olan sistemler arayışı, Schmoller için sadece sınırlı bir öneme sahipti. Ama bununla birlikte pratik amaçlar doğrultusunda gerekli olan bir yardımcı vasıtaydı. Schmoller’in bilimsel görüşünün Popper’in bilimsel görüşüyle olan benzerliği gerçekten şaşırtıcıdır. Bu benzerlik sadece tip oluşumunu, tahrif prensibini, üç basamaklı tümevarım öğretisini kapsamaz. Aynı zamanda bu düşünce sistematiği üzerine kurulu sosyal teknolojiyide kapsar. Bu ise, biraz teknikle beraber olayların görünebilir alanlarının bağlantılarının bilgilenmesiyle beraber, sosyal gelişimi istenilen yöne sevk etme imkânı verir.(Popper,1971,s.47) Bu sır perdesi, büyük dedesi çeşitli bilimsel ortak çalışmalar yapan Whewell’in bilimsel teorik bilgilenmesinin Schmoller’in kabul etmesi dikkate alındığı zaman aralanır. Popper’in bilimsel öğretisi, gerçektende Whewell’in Philosophy Of Sciences anlayışının devam ettirilmesi ve geliştirilmesine dayanır. Popper ise, bu konuya yönelik soruları cevapsız bırakmıştır. O’nun bir öğrencisi Popper’in Whewell’in ortaya koyduğu Klasik sonrası bilimsel öğretiyi yeniden keşfettiğini belirtmiştir. Yalnız burada garip olan durum, Popper’in 1934 yılında yayınladığı Logik der Forschung adlı eserinde ki bunun içinde bilimsel öğretisini ilk defa açıklamıştı, defalarca Ernst Mach’tan esinlendiğini belirtmesine rağmen Whewell adını hiç anmamış olmasıdır.(Popper,1935)) 1401 Menger, 1883,s.34 1402 Menger, 1887,s.104 469 İktisat politikası egemen olan tarihi, politik ve sosyal şartları dikkate alarak, genel anlamda belirlenmiş hedeflere ulaşmak için, her zaman en uygun vasıtaları seçmelidir.1403 Bilimsel anlayış, iktisat teorisini kavramsal belirleyici özelliği ile temin eder ve sosyal ilişkilerin çeşitliliği ise, istatistik ile iktisat tarihi verir. İktisat politikası ise bu temel üzerinde verilen amaçları içsel bir bağlantı ile uygun vasıta ve tekniklerle hedefine ulaştırır.1404 Ancak bu genel metot olarak ilişkilendirme, iktisat politiği bağımsız bilim olarak tanınmasına yol açar. Pratik bilgilemeler sadece “ teorik bir bakış açısı” ile somut bir iktisadi problem için muadil tavsiyelerde bulunma yetisine sahiptirler. Teori politikanın icraat eseri olmalıdır.1405 Bu düşünceler neticesinde ekonomi- politik siyasetinin fonksiyonu bağlamında Menger ile Schmoller arasındaki farkı bariz bir şekilde ortaya çıkartan, bazı önemli sonuçlar çıkarmak mümkündür. Eğer ekonomi-politik siyaseti sadece hangi kesin olarak belirlenmiş amaçların zamansal ve mekansal çerçeve koşullarının dikkate alınmasıyla, hangi vasıtalar ve tekniklerle ulaşılabileceğini belirtiyorsa, o zaman mutlak bir olmalıdır dan bahsetmenin bir anlamı yoktur. Ki Menger bununla Schmoller’in politik iktisadi konseptini suçlar.1406 Fakat Menger için daha önemli olan, ekonomi-politik siyasetinin “değer yargısı özgürlüğünü ” pozitivist bir duruş noktası itibarıyla mevzuat haline getirmek, aynı şekilde mantıksızdır. Mesela Brentano’nun yaptığı gibi. Brentano bilimin sadece “var olan” ile ilgilenmesi gerekliliğini ve “olmalıdır” ile ilgilenmemesini talep etmiştir. Çünkü bilimin sadece “ne vardı, ne var, nasıl gerçekleşti” öğretileri vardır.1407 Menger’e göre bu pozitivist kısaltma, iktisadi politiğin her zaman olmalı verileriyle, yani hedef tespitiyle iştigal ettiğini ve hatta söz konusu gözlemenin 1403 Menger, 1889,s.479 Menger,1889,s.483 1405 Menger,1889,s.481 1406 Menger,1889,s.484 1407 Brentano,Lujo;Die Meinıngsverschidenheiten unter den deutschen Volkswitten in,Cosmopolis, 1896,s.245,Brentano’nun belirtiği, bilimin, bilimsel bilgilenmeyi ve siyasi istemi birbirine karıştırdığını belirtmiş ve söz konusu olan siyasi akıma mecburi olarak bağımlı olduğunu belirtmiştir. Bunun için Milli Ekonomi içerisinde değer yargıları konusunda karşıt oy kullanmıştır. Çünkü “var olma-olmalı” istemlerine yönelimli uygulanabilir, kesin bir ispatlama metodunun olmadığını belirtmiştir. Fakat Brentano için iktisadi –politik talepler, iktisadi “gelişim tandanslarının” kendilerinden tespit edilebilirdi. Ve bu de facto natüralist bir yanlış çıkarıma denk düşerdi. 1404 470 var olan dünya görüşüne olan bağlılığından dolayı bu olmalı-verilerinden kurtulmasının zaten mümkün olmadığını belirtmiştir.1408 Menger’e göre, bilimsel objektive esas itibarla, amacına uygun olarak ispatlanabilir kuralların, optimal vasıtalar ile belirgin determine olmuş bir amacın fomülasyonudur. Ekonomi-politik siyasetin bu ifadeleri böylelikle “bilimsel talep” içeren olmalı cümlelerdir. Onların öğretisi belirli amaçlara ulaşmak için “ne olmalıdır” öğretisidir.1409 Diğer yandan ise iktisat teorisinin neticeleri tabi ki doğrudan pratik neticelere dönüştürülmemelidir. Sadece bir determinasyon uygulamasıyla ve bunun için bir sosyal teknolojinin kullanımıyla, teorik ön veriler iktisadi politik uygulamada mantıklı olarak kullanılabilirler.1410 Bunların somut kullanımı neticede pratisyen için bir “sanattır.” Böylece ikinci bir netice daha ortaya çıkar. Eğer doğru ispatlanmış bir iktisadi politik ifade, berrak bir şekilde tanımlanmış teorik bir temelin üzerinde oturuyorsa ve bunun için sadece bir milli ekonominin sadece bir korelatı ise ve buna karşın temellenme berrak bir şekilde tanımlanmış kavramlardan oluşuyorsa, o zaman “kavram oluşumu” ve bunun üzerinde oturan sosyal ile iktisat bilimlerinin metedolojisinin ispatı, bilgilenme teorisinin en önemli görevi olmalıdır.1411 Böylece Menger’in en önemli niyeti belirgin hale gelmiştir. Ölçülü iktisat politikası, eğer mümkünse tabii, sadece kesin teorik bilgilenmeler üzerine kurgulanabilir. Yalnızca kesin teorik bilgiler esasında pratik iktisat bilimlerinin 1408 bilimsel bir temelini oluştururlar. İktisat teorisi “iktisadi Wagner,Adolf;Systematische Nationalökonomie in,Jahrbücher für Nationalökonomie und Statistik, 1889,s.229.Schmoller’in yanında Berlin üniversitesinin önde gelen Milli Ekonomistlerden biri olan Wagner bu natüralist yanlış çıkarıma karşı uyarmıştır. Yani bir hipotezsel gerçeklilik “oluşum tandansından” toplumsal gerçeklilik için gerekli olan bir “var-olmalı” neticesi çıkarmak. Bununla beraber Wagner için etik, her zaman ekonomiye dâhildi. Ve bu tekil bireye “bir ulusun kültür yüksekliğine” olan yolu göstermekteydi. Bu egoist kazanç uğraşısının yerine dizilimde ikame ettirilen özgeci bir toplumsal davranışın tespit edilebilmesidir. 1409 Menger,1883,s.7 1410 Menger,1889,s.494. Doğru “soyut” teoriler üzerine bile, tesadüfen değil, sadece tecrübe esaslı hata sınırları ile pratik davranışın temel cümleleri yapılandırılabilir. Bu sonuncular bile evrensel reçeteler değildir. Ve bunun yerine insani davranışın kuralları niteliğindedir. Bunlar somut durumda bireyselleştirilmiş şekilde pratisyenler tarafından uygulanmalıdır. 1411 Menger,1889,s.492,466 471 yansımaların içlerinin anlaşılmasıyla” ekonomi politik siyasetin problemlerinin çözümleri hususunda teorik temeli oluşturmalıdır. tüm 1412 Öyleyse iktisat teorisi ile iktisat politikası birbirine yöneliktir. Ancak iktisadi sistemin vesile olduğu bir doğru düzgün uygulamanın olduğu yerde, iktisat teorisi bir bilim olarak görevini gerçekleştirebilir. Politik – ekonomi kuramı bir bilim olarak hedeflerini sadece politikadan alabilir. Bunun tekniklerinin yardımıyla, belirgin olan bir amaca en verimli şekilde ulaşmak konusunda, uygun olan vasıtaların seçimini yapar. Bu bakımdan pekâlâ bir “olmalının” öğretisini yapmaktadır. Çünkü bir hedefin ve şartın ölçüsü altında ve buna olabildiğince optimal olarak varmak için, sıkı bir rasyonalite yargısı ile, politikacılara nasıl davranmaları gerektiğini öğretir. Menger’de böylece birbirini karşılıklı oluşturan ve birbirini gösteren, fakat buna rağmen bağımsız olan iki bölgeye ayrılır. Bunlar bağımsız sosyal ve iktisadi bilimlerin sınırlandırılmasına izin verir çünkü iktisadi bilimlerin fonksiyonu, toplumsal bağlantıların bilgilenmesinin tespiti için bir metot ve teori cephanesi durumuna düşürülür. Schmoller’de sosyal bilimsel bilgilenmenin yönettiği, toplumsal kültür hedefi Menger’de bir bireysel-ve sosyal teleolojik yönelimli bir davranış teorisine dönüşmüştür. Hayek sonradan sonraya Menger’in açıklamalarında, iktisat teorisinin metedolojik kuruluş düzeyi ile