tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü iktisat anabilimdalı

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANABİLİMDALI
ALMAN TARİHÇİ OKULU: ORTAYA ÇIKIŞ NEDENLERİ, DIŞ
TİCARET, KLASİK OKULA TEPKİLERİ VE YÖNTEM
TARTIŞMALARI
DOKTORA TEZİ
Hazırlayan
Hülya DERYA
Danışman
Prof. Dr. İşaya ÜŞÜR
Ankara - 2014
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANABİLİMDALI
ALMAN TARİHÇİ OKULU: ORTAYA ÇIKIŞ NEDENLERİ, DIŞ
TİCARET, KLASİK OKULA TEPKİLERİ VE YÖNTEM
TARTIŞMALARI
DOKTORA TEZİ
Hazırlayan
Hülya DERYA
Danışman
Prof. Dr. İşaya ÜŞÜR
Ankara - 2014
i
ÖZET
DERYA, Hülya. Alman Tarihçi Okulu: Ortaya Çıkış Nedenleri, Dış
Ticaret, Klasik Okula Tepkileri ve Yöntem Tartışmaları, Doktora Tezi,
Ankara, 2014.
Tarihçi Okul’un Roscher’in 1843’te Grundriss zu Vorlesungen über die
Staatwissenschaft nach geschichtlicher Methode’yi yayınlamasıyla başladığı
kabul edilir. Knies ve Hildebrand’la Roscher birinci kuşak, Schmoller ikinci
kuşak,Weber ve Sombart üçüncü kuşak Tarihçi Okul mensupları kabul
edilir.Tarihçi Okul, Klasik Okul’un mekanik toplum anlayışına karşı, bireyin
sosyal hayatla iç içe geçmiş olduğu organik bir yaklaşımı benimsemiştir.
Tarihçi Okul mensuplarına göre, sosyal alana ilişkin fenomenler formüller ve
teoremlerle ifade edilemeyecek kadar karmaşıktır.Ayrıca değişik milletlerin ve
ırkların iktisadi davranışlarını tek tip teoreme indirgemek imkansızdır. Bu
Okul, iktisadi düşünce tarihinde iki önemli tartışmaya sebep olmuştur.
Anahtar Kelimeler:
1. Tarih
2. Klasik
3. Tepki
4. Yöntem
ii
ABSTRACT
DERYA, Hülya. The German historical School: Output, Foreign Trade,
the Classical school of the Responses and Discussions Method, Ph.d.
Dissertation, Ankara, 2014.
Roscher publishes his work “Grundriss zu Vorlesungen über die
Staatswissenschaften nach geschichtlicher methode” at 1843 and this was
the beginning of the historian school. Roscher and Knies is considerred of
the first generation of historian school. Schmoller representative of the
second generation of historian school. Finaly Weber and Sombart
representatives the third generation of historians of the school. The historian
school not accept the mechanical concept of the classical school and prefers
an organic approach to an individual's social life is intertwined adopted.
According to members of the historical school are the phenomena and
theorems of social life very complex. Therefore it is difficult to express them.
Also the economic behavior of different nations and races is impossible to
reduce one type theorem. Two important debate in the history of economic
thouht, originated in historian school.
Keywords:
1. History,
2. Classical
3. Reaction
4. Method
ÖNSÖZ
Her zaman olduğu gibi bu çalışmanın ortaya çıkmasında da birçok
insanın emeği ve katkısı söz konusu olmuştur. Ben burada ilk olarak tez
danışmanım Prof. Dr. İşaya Üşür’e teşekkür etmek isterim. Kendisinden
akademiye, bilime, bilim insanlığına ve hayata dair çok fazla şey öğrendim.
Bu uzun ve zorluklarla dolu süreçte getirdikleri yapıcı değerlendirme ve
önerileriyle her zaman destek olan tez izleme komitesi üyeleri Prof. Dr. Ufuk
Serdaroğlu ve Doç. Dr. Murat Baskı’cıya çok teşekkür ederim. Gazi
Üniversitesi Maliye Bölümünden Yrd. Doç İsmail Engin’e ve arkadaşım Şenol
Demirhan’a yardımlarından ve bana gösterdikleri sabırdan dolayı çok
teşekkür ederim.
iv
İÇİNDEKİLER
ÖZET ...............................................................................................................i
ABSTRACT ....................................................................................................ii
ÖNSÖZ ..........................................................................................................iii
İÇİNDEKİLER ................................................................................................iv
GİRİŞ ..............................................................................................................1
BİRİNCİ BÖLÜM
TARİHÇİ OKUL’UN DOĞUŞU
1.1. TARİHÇİ OKUL VE ÖNCÜLLERİ ........................................................... 6
1.2. ADAM MÜLLER’İN ZAMANININ KÜLTÜRÜNE BAKIŞI ....................... 8
1.2.1. Adam Müler (1779-1829) ............................................................... 10
1.2.2. Müller’in Devlet Üzerine Görüşü ................................................... 13
1.2.3. Müller’in Smith Okuluna Yönelik Eleştirisi ...................................... 16
1.2.4. Müller’in Smith’ci Teorinin Rölatif Değerinin İngiltere İçin
Önemi Konusundaki Görüşü ve Bu Teorinin Avrupa Kıtası İçin
Geçerliliği ...................................................................................... 19
1.3. FREDERİCH LİST ................................................................................ 21
1.3.1. F.List Tarihçi Okul’un Bir Öncüsü müydü? List Öğretisindeki
Tarihçi Elementler ......................................................................... 23
1.3.2. List’in Milli Ekonomik Teorisi .......................................................... 25
1.3.3. List’in Tarihçi Okula Yaklaşımı ....................................................... 37
1.3.4. List’in Smith’ci Sisteme Yönelik Eleştirileri Ve Müller İle Olan
İlişkisi ............................................................................................ 41
1.3.5. List Topluluğu ................................................................................ 45
1.3.5.1. Günümüzde List Topluluğu ..................................................... 46
1.4. TARİHÇİ OKUL’UN ORTAYA ÇIKIŞ SEBEPLERİ .............................. 47
1.4.1. Birinci Kuşak Tarihçi Okul: Roscher, Knies Ve Hildebrand ............ 50
1.4.2. Gelişim Düşüncesi – Klasik Okul Karşılaştırması ........................ 54
1.4.3. Halkların Tarihi............................................................................... 63
v
1.4.3.1. Roscher’in Tarihsel Dogma Metodu ....................................... 74
1.4.4. İnsan Hayatını Görünür Kılmak ..................................................... 81
1.4.5. Ekonomi -Toplum -Halk Bağlamında Bütünün Materyel Ve
Politik Refahı ................................................................................. 84
1.4.6. “Halk Organizması” –Yaşayan, Bağımlı Bir Bütünlük - Nüfus
Tanımı ........................................................................................... 91
1.4.7. Karar Faktörü Olarak Doğa ve Çevre ............................................ 96
1.4.8. İnsanın Doğası............................................................................... 99
1.4.9. Birinci Kuşak Tarihçi Okul’da Devlet ............................................ 102
1.5. KAPİTAL ............................................................................................ 111
1.5.1. Roscher’in Kapitale Bakışı ........................................................... 112
1.5.2. Knies’in Kapital’e Bakışı.............................................................. 114
1.5.3. Hildebrand’ın Kapitale Bakışı .................................................... 116
İKİNCİ BÖLÜM
GUSTAV VON SCHMOLLER VE ONUN TARİHÇİ OKUL İÇİN ÖNEMİ
2.1. TARİHÇİ DÜŞÜNCE BİÇİMİ VE SCHMOLLER ................................. 125
2.2. İKİNCİ KUŞAK TARİHÇİ OKULU’NUN ÇERÇEVESİ ........................ 137
2.3. SCHMOLLER’İN BİRİNCİ KUŞAK TARİHÇİ OKULA YÖNELİK
TUTUMU ............................................................................................ 149
2.4. KÜRSÜ SOSYALİSTLERİ .................................................................. 154
2.4.1. Sosyal Politika Derneği ................................................................ 154
2.4.2. Kürsü Sosyalizmi İçindeki İktisat-Politik Akımlar .......................... 156
2.4.2.1 Adolph Wagner ...................................................................... 156
2.4.2.2. Gustav von Schmoller .......................................................... 158
2.4.2.3. Lujo Brentano ....................................................................... 159
2.4.3. Kürsü Sosyalizminin Etik Ekonomi Politik Öğretisi ....................... 159
2.4.4. Kürsü Sosyalistlerinin Sosyal Tutumu .......................................... 160
2.4.4.1. Adil Dağıtım Prensibi ............................................................ 161
2.4.4.2. İşçi Sınıfının Maddi Ve Manevi Olarak Kalkındırılması ......... 162
2.4.4.3. Kurumsal Güven ................................................................... 163
2.4.5. Kürsü Sosyalistlerinin Sosyal Düşüncelerinin Gerçekleşmesi...... 164
vi
2.5. SCHMOLLER’DE DEVLETÇİ DÜŞÜNCE .......................................... 165
2.6. İKTİSAT ANLAYIŞI ............................................................................ 173
2.7. EKONOMİ –POLİTİĞİN ORGANİSTİK BAKIŞI ................................. 206
2.8. EKONOMİ –POLİTİK KURAMIN SİSTEMLEŞTİRİLMESİ ................. 211
2.8.1. Teori Bilim Ve Gerçeklilik ............................................................. 214
2.8.2. Detay Çalışması-Dünya Bilgisi Ve Teleoloji ................................. 215
2.9. EKONOMİ – POLİTİK KURAMIN HEDEFLERİ VE GÖREVLERİ ...... 220
2.9.1. Ampirik Temelin Oluşturulması .................................................... 221
2.9.2. Gözlem Ve Tasvir ........................................................................ 223
2.9.3. İstatistiğin Tecrübe Materyali ....................................................... 230
2.10. TANIMLAMA VE SINIFLANDIRMA ................................................. 234
2.11. KÖKENSEL AÇIKLAMALAR .......................................................... 236
2.11.1. Doğal Kökenler(fiziksel –organik neden).................................... 237
2.11.2. Ruhsal Kuvvetler ........................................................................ 239
2.11.3. Teknoloji .................................................................................... 244
2.11.3.1. Teknik Dönüşümün İçselleşmesi Ve İçselleşmenin
Başlangıç Noktaları ............................................................... 250
2.11.3.2. İçselleşmenin Göstergeleri ................................................. 252
2.12. PSİKOLOJİK FAKTÖRLERİN DİKKATE ALINMASI ..................... 256
2.13. EVRİMCİ DÜŞÜNCE ........................................................................ 260
2.14. KÜLTÜRCÜLÜK DÜŞÜNCESİ ......................................................... 275
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MENGER’İN HAYATI VE ESERLERİ
3.1. MENGER VE ARİSTO ........................................................................ 284
3.1.1. İdealist ve Romantik Akımlar ....................................................... 292
3.1.2. Menger’in Bilimsel Teorisi ............................................................ 293
3.2. TİP PROBLEMİ .................................................................................. 293
3.2.1. Politik İktisadın Görevleri ve Bölümleri ......................................... 296
3.2.2. Teorik Sistemin Spesifik Esasları Olarak Elementer Faktörler ..... 328
3.3. MENGER’İN MARJİNAL FAYDA FİKRİ............................................. 333
3.3.1. Hüküm Ameli Olarak Değer ......................................................... 342
vii
3.3.2. Bilinç ve Şartlar ............................................................................ 350
3.3.2.1. Yansıtma –Reflexion ........................................................... 351
3.3.2.2. Subjektif Tecrübe .................................................................. 351
3.3.2.3. Bilginin Yanlışlık Durumu ...................................................... 351
3.3.3. Nedensellik (Kozalite) ve Zaman ................................................. 352
3.4. METEDOLOJİK BİREYCİLİK ............................................................. 355
3.5. İHTİYAÇLAR ...................................................................................... 357
3.6. MÜBADELE VE FİYAT....................................................................... 370
3.7. MAL .................................................................................................... 379
3.8. PARA .................................................................................................. 387
3.9. AVUSTURYA VE NEOKLASİK OKULLAR ARASINDAKİ
FARKLAR .......................................................................................... 391
3.10. POLİTİK EKONOMİNİN DİĞER BİLİMLERLE İLİŞKİLERİ.............. 395
3.10.1. Matematik .................................................................................. 395
3.10.2. Psikoloji...................................................................................... 398
4.1. YÖNTEM KAVGASI (METHODENSTREİT) ...................................... 399
4.1.1. Medolojik Çatışmanın Alanı Ve Görevi ........................................ 407
4.1.2. İktisadi Analizin Birimi Nedir? ....................................................... 414
4.1.3. Schmoller ve Menger’de Teori ..................................................... 415
4.1.3.1. Metodoloji Tartışmasında Tasvir ........................................... 429
4.1.3.2. Tecrübe Bilimlerinde, Tümdengelim – Nomolojik Argüman
Olarak Açıklamalar ............................................................... 433
4.1.3.2.1. Kullanım Koşulları, Baz Cümleler ve Varsayımlar ......... 435
4.1.3.2.2. Genel Cümleler ve Kanunsallıklar ................................. 445
4.1.3.2.3. Gelişim Basamakları Problemi ...................................... 453
4.1.3.2.4. Bilimin Pratik Yönü ........................................................ 456
4.1.3.2.5. İktisadın Metodu Ne Olmalıdır? ..................................... 478
4.2. WEBER VE METOT ÇATIŞMASI ....................................................... 482
4.3. TARİHÇİ OKUL’UN ETKİLERİ ........................................................... 487
4.3.1. Çevirilerin Dili ve Önemi............................................................... 492
4.3.2. Alman Tarihçi Okul’un İlgilendiği Nesneler................................... 495
4.3.3. Alman Tarihçi Okul’un Metotları ................................................... 496
viii
4.4. TARİHÇİ OKULUN İTALYA’ DAKİ KONUMU ................................... 506
BEŞİNCİ BÖLÜM
ÜÇÜNCÜ KUŞAK TARİHÇİ OKULU
5.1. WERNER SOMBART’IN HAYATI ...................................................... 521
5.2. “ MODERN KAPİTALİZMİN” YENİ BASKISI .................................... 523
5.2.1. Schmoller’den Sombart’ta ............................................................ 523
5.2.2. Tarihçi Teoriye Doğru Gelişim ..................................................... 534
5.2.3. İktisat Sistemi Kavramının Değişmesi .......................................... 547
5.3. KAPİTALİST RUH .............................................................................. 562
5.3.1. Modern Kapitalizmin Birinci Baskısı ............................................. 563
5.3.2. İşveren Makalesi .......................................................................... 569
5.4. WEBER’İN HAYATI ............................................................................ 574
5.4.1. Weber’in Tarih Konusundaki Düşünceleri .................................... 576
5.5. MAX WEBER SOSYOLOJİSİNDE, MERKEZİ BİR KAVRAM OLARAK
İDEAL TİP .......................................................................................... 580
5.6. TİP KAVRAMINDAN, İDEAL TİPE ..................................................... 583
5.6.1. Kültür Bilimleri İçerisinde Metot Kavgası ...................................... 583
5.6.1.1. Tarih Bilimleri İçerisindeki Çatışma: Droysen, Buckle’ye
Karşı ..................................................................................... 584
5.6.2. Weber’ci İdeal Tipin Felsefi Arka Planı Dilthey’in İdeolojisi
Veya Dünya Görüşü Tipolojisi ..................................................... 588
5.6.3. Windelblandt ve Rickert’in Tipolojisi ............................................. 590
5.7. KÜLTÜR BİLİMLERİ İÇERİSİNDE METOT KAVGASINA WEBER’Cİ
ÇÖZÜM .............................................................................................. 594
5.7.1. Weber’de İdeal Tip ....................................................................... 594
5.7.2. İdeal Tipin Epistemolojik Konsepti .............................................. 596
5.7.3. İdeal Tipin Metodolojik Fonksiyonu .............................................. 598
5.7.3.1. Genetik Kavram Olarak İdeal Tip .......................................... 599
5.7.3.2. Bulgusal ( Heuristisch ) Araç Olarak, İdeal Tip ................... 599
5.7.3.3. Sistematikleştiren Araç Olarak İdeal Tip ............................... 600
5.7.3.4. Hipotez Oluşumunun Kılavuzu Olarak İdeal Tip .................. 600
ix
5.7.3.5. Terk Edilmeyen Fonksiyonu İtibarıyla, İdeal Tip ................... 601
5.7.4. İdeal Tipin İki Temel Türü ........................................................... 601
5.8. MAX WEBER’ İN İDEAL TİPİK İNCELEME YÖNTEMİ..................... 603
5.9. KAPİTALİZM RUHU VE PROTESTAN AHLAK ................................. 609
5.10. EKONOMİK VE ETİK İLİŞKİSİNİN AMAÇSAL-RASYONEL
ANLAMDA FESHEDİLMESİ .............................................................. 617
5.10.1. Sombart’ın Etik Milli Ekonomi Eleştirisi ...................................... 623
5.10.2. Weber’de Etik Ve Değer Yargısı kavgası .................................. 630
5.10.3. Schmoller’in Tepkisi ................................................................... 659
5.10.4. Menger’de Bilimin “Değer Yargısı” Özgürlüğü ........................... 660
SONUÇ .......................................................................................................663
KAYNAKÇA ...............................................................................................693
GİRİŞ
Bu çalışmanın amacı: Tarihçi Okulun düşünce yönünü tanıtmak ve
bugünkü araştırmalara olan etkilerini ve yansımalarını ortaya koymaktır.
Tarihçi okul kavramı, 19. yüzyılın ortasında ortaya çıkmış bir araştırma
yönüdür. Özellikle Klasik öğretiye karşı eleştirileri ile ön plana çıktılar ve
modern kurumsal iktisadın öncüleri olarak gösterildiler. Etki alanı daha çok
Almanca konuşulan alanda görüldü. Tarihçi Okul, sanayileşme sürecinde
geniş halk kitlelerinin yoksullaşması gibi sosyal sorunlarla, yani özellikle
pratik problemlerle ilgilenmiş, temsilcileri pratik bilimlerle uğraşarak güncel
sorunlara çözüm getirmeye çalışmışlardır. Bunun dışında akademik alanda
iki önemli tartışmanın başlatılmasına neden olmuşlardır. Bunlar, tümdengelim
ve
tümevarım
araştırmalarındaki
gereklilik
ile
ilgili
yöntem
kavgası
Methodensterit; ikincisi ise, iktisadın ne kadar normatif olabileceği ile ilgili
değer yargısı tartışması Werturteilstreit tartışmasıdır.
Bu Okul, belirli görüşlerle ilgili çatışmış olsa da, değişik temsilcileri
tarafından kuvvetlendirilmiştir. O yüzden ekonomik gelişim konusunda tüm
temsilcileri kapsayan ve hepsi tarafından kabul edilen bir metottan söz etmek
mümkün değildir. Yine de Tarihçi Okul akımını üç gruba ayırmak
mümkündür.
Birinci kuşak temsilciler, Wilhelm Roscher (1817-1894), Bruno
Hildebrand (1812-1878) ve Karl Knies (1821-1898)’tir.
İkinci kuşak akımın öncüsü Gustav Schmoller (1838-1917)’in yanında,
Gustav Friedrich von Schönberg
1917) ve Ljo Brentano
(1839-1908),
Adolph Wagner
(1835-
(1844-1931) tarafından perçinlendi. İkinci kuşak
Tarihçi Okul 1883 yılında Carl Menger (1840-1921) tarafından yayınlanan
“Untersuchungen über die Methode der Socialwissenschaften und der
Politischen Ökonomie” çalışmasıyla başlatılan metot kavgasıyla önem
kazandı.
Son bölüm olarak, özellikle Werner Sombart (1863-1941), Max Weber
(1864-1920)
ve Arthur Spıethoff
(1873-1957) tarafından öne çıkarılan
üçüncü kuşak Tarihçi Okul ele alınıyor.
Tarihçi Okulun tek tek ele alınan akımları ana temsilcileri ve temel
bilgilerinden sonra iktisat bilimi araştırmalarına olan etkileri de ele alınacaktır.
BİRİNCİ BÖLÜM
TARİHÇİ OKUL’UN DOĞUŞU
Ekonomi bilimi 1800 yıllarda Avrupa’da, kendi içinde, bir bilim olarak
kabul görmüyordu. Alman üniversitelerinde felsefe, hukuk bilimi ve doğa
bilimi fakülteleri hâkimdi. Ekonomi burada daha çok hukuk bilimi ya da felsefe
ile ilişkili olarak gelişiyordu. Öncüleri hukuk biliminin bir alt bölümü olan
Kameralizm ve Ulusal Bilim’di. Bu iki bilimin bağlantısından daha sonra
Almanya da ekonomi, devlet ve kamu yararı önem kazandı. İktisat bilimi,
sadece bireysel olarak değil, ulusun ekonomisi olarak kabul gördü
Ondokuzuncu yüzyılda hüküm süren ekonomik öğreti şüphesiz Adam
Smith (1723-1790), Davic Ricardo (1772-1823) tarafından oluşturulan Klasik
öğretiydi. Kendi çıkarı için çaba harcayan insan resminden yola çıkarak
oluşturulmuştur –homo economicus. Buna ek olarak her bireyin kendi çıkarı
için genel rahatlık ve mutluluğu yükseltme tezi ve bu rolden kendini sıyırarak
ekonomik bölgelerden kendini geri çekmesi gereken devlet, unsurlar
arasında yer almaktaydı. Klasik öğreti, rekabetçi bir ilişkiden ekonomik
alanlar arasındaki ilişkilerden ve otomatik tahsisin doğal düzenin etkisinden
yola çıkarak ilerlemiştir.1 Doğal düzen tarafından oluşturulmuş bu olgu, insan
resminin değişken etkili faktörlerine sırt çeviriyordu. Hedef, insanoğlunu doğal
yaşamda nasılsa o şekilde görmektir. Kendi çıkarını gözetme isteği toplumda
varoluş teminatı, refah düzeyinde artış ve kabul görme isteği doğuştan beri
mevcut ve zaman-mekân gözetmeksizin bağımsızdır.
Milli ekonominin,birinci kuşak Tarihçi Okul’u 19.yüzyılın ilk büyük
sosyal akımıdır. Bu akım tarihsellik –sosyolojik halk kavramını oluşturup
şekillendirecektir. İlk sosyo –kültürel yapı taşları ise “tarihselliktir.” Bununla
birlikte düşünce idealizmden çıkmıştır ve oluşmakta olan sosyal bilimlerin
içine sokulmuştur. Bu büyük hareketliliğin içerisinde “özel” olanın Alman
ulusal ekonomisi sürekli varlığını sürdürebilmenin kavgasını vermiştir.
Tarihselliğin ideallerini bağlı bir biçimde, teorinin mutlakıyetine ve tarihsel
1
Recktenwald, Horst, Ethik, Wirtschaft und Staat, Darmstadt,1985,s114
3
yansımanın nisbiliğine karşı savaşmıştır. Bundan sonra ise, zaman kavramı
aşımı olmayan teoriler aramak yerine tek tek hayat şekillerinin oluşumu ile
ilgilenmiştir. İktisat doğal bir hadise değildir. Daha çok dış iktisadi sosyal,
politik, milli, tarihi faktörlerle meydana gelen bir kültür gerçekliğidir. Sadece
tümevarımsal nitelik taşır. Tarihsel yansımaların kapsamlı karşılaştırılması bu
bakış açısının temel enstrümanı haline gelir. Halkın yaşantısına yoğunlaşma
ve ona özgü iktisat ile sosyal yorum, Tarihçi Okulu sistematik içerisinde
Klasik ekonomik liberalizm karşıtı olmasını sağladı. Böylece Nipperdey’e
göre, Alman bir cisim haline gelmiştir.2
Bu dönemde geniş bir tarihçi hareket görülmüştür. Herder, Goethe,
Grimm, Schlegel, Savigny, Hegel ile Ranke gibi isimlerin tarihçi hareketi
derinden ve bilinçaltına inecek şekilde toplumu etkilemiştir. Tarihçilik çok
anlamlı, parlayan bir slogandır. Öyle görünüyor ki bu oldukça muğlâk ve
bilinen tüm farklı anlamlarla akrabadır. Bu kavramın kullanımında o kadar
büyük bir karmaşa var ki tam olarak bu kavram altında ne anladığını
anlamayan biri bu kavramı kullanmamalıdır.3
Tarihçiler, insani kuvvetlerin genel gözleminin yerini, bireyselleştiren
gözlemin alması sonucu ortaya çıkar. Bu tabii ki tarihçiliğin artık genel
kanunsallıkları ve tipleri aramaktan vazgeçtiği anlamına gelmez. Bunun
ötesinde iddiası doğrultusunda araştırma yapılmalı ve bireyselliğe yönelik bir
his
geliştirerek
bu
araştırmanın
içinde
eritmelidir.4
Bireyselleşmeyi
hissedebilmek demek, canlı olanı hissedebilmek demektir. Goethe’nin
anlatımıyla, geçmişten geleceğe tükenmez ve kendine öz biçimde akıp giden
bu
nefes,
genel
anlamıyla
tarih
anlayışı
demektir.
Sadece
hayatı
dönüşebilirliği içinde görebilmek ve anlayış göstermek, sadece özelliklerin
itinalı bir gözlemi nesnenin hakiki doğasını tanımamıza yardımcı olur. Bu
hakikat “akıl almaz bir orjinalite içerisinde bir anda karşımıza çıkan reel
ruhtur.” Gerçek teori daha yüksek bir prensipten elde edilemez ve sadece
2
Nipperdey Thomas,1983,Deutsche Gesichte,band1;1800-1866 s.345
Heussi, K, Die Krise des Historusmus, Tübingen 1932,s.1-21
4
Meinecke, Frederich, Die Entstehung des Historusmus, München,1959 s.1-5
3
4
hayatın hakikatinden çıkartılabilir; özel olandan soğukkanlı ve dikkatli bir
şekilde, genel olanın mertebesine çıkmak.5
Marburg Profesörü Friedrich C. Savigny , Tarihçi Hukuk Okulunu tarih
biliminin metodolojik alanında büyüyerek başka bilim dallarına ulaşması
olarak görüyordu.6Birçok ekonomist bu metotları ekonomik ve sosyal
süreçlere genişleterek, tarım ve ticaretin gelişimiyle ilgili sorularla meşgul
oluyordu. Bu,Tarihçi Okulun odak noktasıydı. Milli Ekonominin “Tarihçi
Okullarını” ancak geniş bir çerçevede, bilimsel olarak düzenlenmiş şekilde
baktığınızda anlayabilirsiniz. Bu ruhi harekete kısaca “tarihçilik” denir. 7
Tarihçi Okul devlet, toplum ve iktisat üzerine olan mütalaasını, kısmen
Klasik öğretinin bireysel görüşüne ve soyut izolasyoncu metoduna tezat
oluşturacak şekilde, soyut ile zaman üstü iktisadi kanunların ret edilmesi
sonucu geliştirmiştir. Böylece iktisadi yansımaların bilgilenmesini, onun
tarihsel oluşumu üzerine kurgulamak istemiş ve bunun sonucu olarak tüm
aceleye
getirilmiş
genelleştirmeleri
ret
etmiştir.
Çünkü
tüm
ampirik
gerçeklikler, toplumsal bağlamda araştırılmalı ve tanımlanmalıydı. Bunun
ötesinde hukuk, maneviyat, töre, politik organizasyonlar, alışkanlıklar gibi tüm
iktisat dışı faktörlerin, iktisadi yansımalar üzerindeki etkileri dikkate
alınmalıydı. Tarihçi Okul için iktisadi yansımalar, tarihsel gelişimlerin bir
ürünüdür.
Tarihçi Okulun en önemli öncüsü Romantik Okul olmuştur. O’nun ana
temsilcisi olarak Adam Müller Ritter von Nittersdorf (1779-1829) ve Carl
Ludwig von Haller (1769-1854) gösterilebilir. Bu Okulun ana noktası toplumu
bir organizma olarak görmesi ve bu organizmanın devlet tarafından
yönlendirilip korunması inancıdır.8
5
Romantik Okul, o zaman hüküm süren
Leopold von Ranke, Das politsche Gesprach und andere Schriften zur
Wissenschaftslehre,Halle1923, s.17
6
Savigny, Friedrich Carl von Vom Beruf unserer Zeit für Gesetzgebung und
Rechtswissenschaften, Heidelberg,1814, s. 23.
7
Menger, Die İrrthumer des Historusmus in der Deutschen Nationalökonomie,1884,7.mektup,
s.34-35 Milli Ekonomik alanda tarihçilik gibi bu denli geniş bir alana yayılan yansıma, ancak evrensel
nedenin bir sonucudur.
8
Winkel, Harald, Die deutsche Nationalökonomie im neunzehnten Jahrhundert, Darmstadt
1977s.36
5
Klasik öğretiye karşı kesin bir duruş sergiliyordu.9 Karşı olduğu bir başka
düşünce
biçimi
de
doğal
hukuk
düşüncesi
ve
Locke’nin
sosyal
sözleşmesiydi.10 Homo economicus’un kişisel çıkar anlayışına karşı devlete
toplumsal görevler yüklenmiştir. Katolik Okul, sosyal devlet sınıfını
destekliyordu ve bu sosyal devlet sınıfı monarşist yöneticisi derebeylik
ilişkilerini idare ediyordu. Yöneten ve yönetilen arasındaki anlaşma toplum
anlaşmasının
tamamını
kapsıyordu
ve
özgürlük
bir
ayrıcalık
halini
11
alıyordu. Halk ekonomisinde bu rekabetçi bir düşünceden ayrılıp işbirliğine
ve devlet kontrolüne yöneliyordu. Klasiğe olan eleştiri sadece toplumsal
teorik
üstyapısına
yönelik
olmayıp,
bilgi
almadaki
verimliliğini
de
sorguluyordu. Müller, Smith’in yalıtımsal soyutluluğuna karşı gelerek 12
sosyal
görünümlerin
kılınabilineceğini savundu.
tarihçi
13
kontekstler
içerisinde
anlaşılabilir
Smith’in ortaya attığı anlama yetisi diye bir şey
yoktu. Tarihçi Okulun amentüsü olacak bir kritik noktasıydı bu.
Diğer önemli akım da özellikle Friedrich List (1789-1846) ve Heinrich
Luden (1780-1847) tarafından temsil edilen ulusal politik ekonomiydi.
İsminden de anlaşılacağı gibi bu akımın temsilcileri ve üyeleri toplumsal
düşüncelerle meşgul olmaktan çok gelişim politikasıyla ilgileniyorlardı.
Klasiğe olan eleştirileri de ulusal servetin kurulmasında yetersiz tavsiyelere
ve anlama yetisinin metotlarına karşıydı.14 Luden de List gibi bir ulusun
zenginliğini başarılmış şeylerle değil, potansiyel olarak bir ulusun ruhsal ya
da üretken güçlerinde görüyor. Serbest ticaret bu durumda ulusal çıkarların
yaralanmasından başka bir işe yaramadığını savunmuştur.
9
Recktenwald, Horst, 1985,s 115
Lieber, Politische Theorien von der Antike bis zur Gegenwart Band 299 derStuchen zur
Geschichtliche und Politik, Boon,1991, s,197.
11
Brandt, Karl, Geschichte der deutschen Volkswirtschaftslehre, Band 2, Vom Historismus zur
Neoklassik, Freiburg,1993,s.27
12
Stavenhagen Gerhard, Geschichte der Wirtschaftstheorie 4.Auflage Göttingen 1969, s. 192
13
Brandt, 1994, s. 27.
14
Stavenhagen Gerhard, 1969, s. 193
10
6
1.1. TARİHÇİ OKUL VE ÖNCÜLLERİ
Tarihçi ulusal ekonomi literatürü genel olarak birinci kuşak Tarihçi
Okulların öncüleri konusunda birbirinden ayrılıyor Burada en çok Romantik
ulusal ekonomi öncülerinden söz ediliyor. Özellikle Adam Müller ve Friedrich
List, hiçbir akıma atfolunamıyor. Winkel, Romantik ve List’in yanında başka
ulusal ekonomistlerden de söz ediyor. Roscher, Knies ve Hildebrand’tan bir
okul bağlamında bahsetmenin mümkün olup olmadığı tartışılır bir durumdur.
Mark Blaug, birinci kuşak Tarihçi Okulun ortak paydalarını listelemiştir:
1. Ekonomik inceleme metot ve amaçlarının açık bir biçimde ifade
edilmesinin tözsel doktrinlerin gelişiminden daha önemli olması,
2. Bütün ekonomik gerçeklerin göreceli ve belli bir ulusal ve tarihsel
duruma bağlı olduğu ve dolayısıyla ekonominin geçmişin bir
eleştirisi olarak ilerlemesi gerektiği,
3. Ekonomik gelişmenin biyolojik gelişmeye benzediği ve sosyalizmin
yayılmasını durdurmak,
4. Çalışan sınıfa yardım etmek için bir dizi sosyal politikanın
uygulanması gerektiğini vurgular.
Schumpeter, okul terimini kesin bir sosyolojik fenomen olarak tanımlar
ve bu üçlünün bakışlarının ne okul oluşturacak kadar benzer ne de başka
çağlardan gelen ekonomistlerden farklı olduğunu söylemektedir. Pearson ise,
birinci kuşak Tarihçi Okulun varlığını reddeder ve Roscher’in bir pazarlama
harikası olduğunu söyler. ErikGrimmer-Solem, okul kelimesinin farklı
kullanımlarının Tarihçi Okul içinde nasıl kullanıldığının detaylı bir analizini
yapmaktadır.Tarihçi Okul kelimesini belirsiz ve aşırı yüklü olduğunu
savunarak sistematik eleştirel bir çalışmada bir işe yaramayacağını
söylemektedir. Grimmer-Solem, “tarihçi ekonomi” kavramını kullanmayı tercih
etmiştir.
Klasik ulusal ekonominin yatağından, Tarihçi Okulun öncüsü olarak
gelen “19. yüzyılın ilk yarısındaki” neredeyse tüm ulusal ekonomi
yazarlarında Tarihçi Okula yönelik yorumlanabilir işaretler ya da yaklaşımlar
7
görülebiliyor.15 Rieter, Tarihçi Okulun öncü alanını geniş tutuyor. O’nun
düşüncesine göre Tarihçi Okul, devlete yaklaşımından dolayı, merkantilizm
ve kameralizmin Alman varyantını; devlet anlayışından dolayı Hegel ve
Fichte’yi de dâhil ediyor. Ek olarak Winkel’in referansı altında devletçi ve
normatif-etik düşünceye yabancı olmadığından dolayı liberal Alman ulusal
ekonomisinden de bahsediyor. Yani “hem merkantilistik –kameralistik ve
idealistik- romantik, hem de kritik-klasik kaynakların16 eski ve daha yeni
Tarihçi Okullara olan etkileri farklı şekilde karışık ortaya çıktığından dolayı
önemliydi. Asıl tarihçi ulusal ekonominin başlangıcı olarak Tarihçi Okul kabul
ediliyor. Winkel, zamansal olarak bunu 1843’ten 1870’e kadar olan döneme
konumlandırıyor. Burada hareketin ağırlığını ilk on yıl olarak kabul ediyor ve
bir dizi benzerliği vurguluyor: Öncelikle tümevarımla değişmesi gerektiğini
düşündüğü, Klasiğin tümdengelim metodunun karşıtlıklarından söz ediyor.17
Ayrıca Klasik faydacılığı kabul etmeme konusunda bir fikir birliği oluşuyor.
Faydacılığın yanı sıra başka davranış motifleri de dikkate alınıp;18 genel ve
zaman dâhilinde olan geçerliliğin kanunlarına sırt çeviriyorlar. Çünkü belli
tarihçi durumlara dayalı doğrular vardır.19
İkincil literatürde Tarihçi Okulun temsilcilerinin bulunduğu grup çok
açık biçimde tanımlanmıştır. Bu grupta; Winkel, Wilhelm Roscher, Bruno
Hildebrand ve Karl Knies’ten söz edilmektedir.20
Kruse; Roscher, Hildebrand ve Knies’in oluşturduğu grubun dar
anlamda bir Okul olarak kabul görülebileceği kanısındadır. Bununla,
düşüncelerinin tarihçi araştırma ve incelemeye uyarlanmadığı ve bu yüzden
bilimsel olarak etki göstermediğini söylemeye çalışmaktadır.21 Rieter, birinci
15
Winkel,1977,s.133
Rieter,H;HistorischeSchule, S127ff, inİssing, O, (Hrsg.), Geschichteder Nationalökonomie 3,
Überarbeitete Auflage, München,1994, s. 137
17
Winkel, 1977 s, 74-98.
18
Tümevarım metodu Schachtschabel tarafından da öne çıkarıldı, Lehrmeinungen a.a.O., s. 137.
19
Winkel, 1977 a.a.O., s. 99; vgl. Kruse, O;Wirtschaftslehre und Ehtik, in derselbe, Zur Theorie
des Wertes, Eine Bentham-Studie, Halle,1901,s161-63
20
Winkel,1977, s. 92-99;
21
Kruse, 1901, s. 164; Winkel buna dikkat çekiyor, Nationalökonomie a.a.O., s. 99; vgl aynı
zamanda Rieter, Historische Schulen a.a.O., s. 138; Schumpeter tarihçi okulun Schmoller’le
başladığına inanıyor, çünkü birincisi, eski okul düşüncelerini uygulamaktan yoksun, ikincisi ise hala
felsefi tarih eğilimleri takip ediyordu ve bu yeni okul ile birlikte ortadan kaldrılacaktı, vgl.
16
8
kuşak Tarihçi Okulun başarılarını daha olumlu olarak değerlendiriyor, çünkü
O’na göre tarihçi bir pozisyondan bakıyorlar. Tek taraflı hedonistik insan
resmine yöneliyor ve tüm ekonomi yasalarına ve göreceli gerçeklere karşı
durduğunu söylemektedir.22 Bu çalışma çerçevesinde bu gruba daha büyük
bir değer yüklemenin mümkün olmadığını savunuyor. Roscher, Hildebrand ve
Knies’in aralarında birçok farka rağmen bu üç isim, genel olarak Tarihçi
Okul’un birinci kuşağı olarak isimlendirilir. Çünkü Roscher, Hildebrand ve
Knies’in Klasik Okula karşı tutumları ve beslendikleri damarlar birbirine çok
benzerdir.
1.2. ADAM MÜLLER’İN ZAMANININ KÜLTÜRÜNE BAKIŞI
Almanya’da 19.yüzyılın ilk yarısında Aydınlama düşüncesine ve
sanayileşmenin getirdiği problemlere karşı Romantik akım doğmuştur.
Romantik akımın çıkış noktası her ne kadar edebiyat olsa da çok geçmeden
bu akım hayatın pek çok alanına nüfus etmiştir. Fakat bu akımın özü edebi
ve sanatsal olmaktan öte felsefi olmuştur. Romantik akım, tam olarak
tanımlanması güç olan, daha ziyade hissedilmesi mümkün olan bir akımdır.
Bu akımda Alman Geist’inin Orta Çağda şeklini almış ilk formuna dönme
çabası vardır.
Romantik akımla, bir önceki yüzyılın aydınlanma dönemi, çok süratli
şekilde tersine döner. Bu durumu Avrupa uluslarının pratik hayatlarında
gözlemek mümkündür. Fransız evrensel monarşisine, doğal bireyselliklerini
korumak ve geleneksel devlet hayatı organizasyonunu savunmak amacıyla
karşı çıkılmıştır. Böylece ruhi kültür alanında soyut kavramların ve sübjektif
inanışlara karşı, çok farklı şekillerde olan natürel gerçeklik kullanılmıştır.
Eleştirel anlayışa karşı ise duygu ve ruh ileri sürülmüştür. Ayrıca tekil istemin
yaratıcı gücüne karşı bireyin çeşitli toplumsal formları altındaki tam
Schumpeter, Epochen a.a.O., s. 100; Sonraki çalışmalarında da bu grubu kendi anlayışı içersinde bir
okul olarak görmüyordu çünkü içerik olarak bir birlik oluşturmuyordu ve çevresiyle arasında büyük
bir fark vardı, vgl. ders., Geschichte der ökonomischen Analyse, Bd. 2, Göttingen 1965, s. 987f.
22
Rieter,H;Historische Schule,S127ff,inİssing,1994,s.138
9
adanmışlığı geçerli kılınmıştır. Daha önce insani değerlendirme ile ölçülenler
artık yüksek dünya kudretinin dokunulmaz görüşü olmuştu. Daha önce doğal
ve berrak görünen artık olağanüstü ve doğaüstü olarak değerlendiriliyordu.
Felsefi kurgunun üstüne bir tarihsel gelişim şart konmuştu. Ve aynı şekilde
şimdiki zamanın üzerine geçmiş yerleştirilmişti. Hatta genel insani olanın
üstüne halkçı olan oturtulmuştu.
Böylece Almanya’da edebiyatta eleştirel olan ‘Strum ve Drang’
akımından sonra Romantik akım gelmiştir. Bu dönem dini rasyonalizm
dönemiydi. Kant’çı felsefeden ortaya çıkmıştı. Pozitif Hıristiyanlık öğeleri
içeren ve çoğu kez mistik bir dini bakış olan bir periyot. Politik alanda ise,
dünya vatandaşlığı anlaşması ve bunu yapılandırma teorileri söz konusuydu.
Bu ise Haller’ci prensiplerin egemenliği anlamına geliyordu. Felsefi alanda ise
bu yön daha ziyade Schelling’in doğal felsefesine yoğunlaşmıştı. İlginç olan
ise ekonomik bilimde, bir önceki yüzyıldaki aydınlanma prensibine karşı bu
denli çabuk ve şiddetli bir tezatlığın oluşmasıydı.
Hatta zamanın ruhunun bu dönüşümünde Smith Okulunun egemenliği
hem devlet adamları, hem de üniversitelerde devam etmiştir. Bununla ilgili
Jacob Wagner’in tamamıyla izole olarak kalmış felsefi şeması bir istisnayı
teşkil etmiştir.23
23
Wagner, Der Staat,1815,Würzburg adlı eserinde zümreler üzerine olan bölümde s.156 politik
ekonomiye değinmiştir. Ona göre zümrelerin prensibi işgücüdür. Ve zümrelerin ayrışması ise iş
bölümü üzerinden gerçekleşir.
Toplam Çalışma
Devlet İşi
Ticaret zanaat
Toprak İşçiliği
Toprak İşçiliği
Maden İşçiliği
Ormancılık –Ziraat Faaliyeti
Hayvancılık
Zanaat İşçiliği
Gıda
Giyim Barınma
El Aletleri
Buradaki düşük zümreyi üretici zümreler oluşturur. Diğer ikisi ise yüksek ve düzenleyici
zümrelerdir. Bunlar tekil iktisatlardan yola çıkarak toplam iktisadı meydana getirirler. Ticaret içinse
aşağıdaki şema geçerlidir.
Ticari Faaliyet
10
1.2.1. Adam Müler (1779-1829)
Adam Müler 1779’da Berlin’de doğmuştur. Prorestan bir aileden
gelmekle birlikte 1805’de Viyana’da Katolik kilisesine kabul edilmiştir. Bir ara
bir Alman Prensine özel hocalık yapmıştır. İlk eserini 1804’te yayınlamıştır.
Die Lehre vom Gegensatz. Ancak Müller esas eserini 1809’da Elemente der
Staatskunst (Devlet Sanatının Unsurları) yayınlamıştır.
Tarihçi anlayışın ilk öncüsü olarak, Romantik akımın kurucularından
Müller kabul edilir. Müller’e göre, devlet içindeki iktisat, hukuktan sonra en
önemli bölümü teşkil eder. Özgürlüğün karşıt özgürlük ile çatışmasında ve
başkalarından bağımsız olma kavgasından canlı kanunlar oluşmuştur. Aynı
şekilde ihtiyaç ile karşıt ihtiyaç kavgasından ilerleme faaliyetleri ve çalışması
ortaya çıkar. Halkın ekonomisi bu şekilde oluşur. Fakat her ekonomik faaliyet
sadece devletin bir organının eylemi olarak değerlendirilmelidir. Bunun içinde
Milli iş gücü, Milli istemin tatmini ve Milli prodüktivite gerçekleşir.
Milli servet üretilen malların kitlesel büyüklüğünde değildir. Bu servet
kişilerde ve nesnelerdedir. Bireysel özelliklerinin yanında ne kadar politik ile
burjuva özelliklerine geliştirmişlerse, Milli servet o derece yüksektir. 24 Milli
prodiktivite ise burjuva karakterinin dörde ayrılmasıyla ve toplumsal
birlikteliğin derinleşmesiyle ilgilidir. Bu şekilde her tekil üretime sürekliliğin
garantisi verilmiş olur. Saf gelir büyüklüğün tamamıyla aynı kalması
durumunda, Milli prodiktivite ve Milli servet hem ilerleyebilir hem de
gerileyebilir.
Satın Alma
Ürün Para
Feodal Egemen
Dörde bölünmüş olan bu ‘devlet çalışma’ şeması aynı zamanda, tüm zümreleri kendi içinde
kapalı halkın bir bağımsız gıda sistemini şekillendirmek görevini üstlenmiştir. Böylece ulus hayatında
olan şans faktörünü ortadan kaldırmak istemiştir. Amacı ise hem fakirliğin hem de zenginliğin
oluşmasını engellemektir. Ayrıca kabul gören özel hayatın ötesine geçen her şeyi ulusa mal etme esas
alınmıştır. Bunlar tabiatı itibarıyla sosyalist fikirlerdir. Wagner’e göre, mülkiyet dağılımı zaman
zaman tekrardan baştan dağıtılmalıydı. Bu şekilde Wagner’e göre, halkın arasında bir fakir bulmak
mümkün olmayacaktı.
24
Bu noktada önemli olan aynı zamanda kişisel değerlerinin yanında toplumsal değerlerinde
geliştirilmiş olmasıdır. Çünkü bunun aracılığı ile milli istemin nesnesi haline gelirler.
11
Müller Smith’in serbest ticaret fikrine ilk karşı çıkanlardandır. O,ulusal
bir iktisadi sistemi savunmuştur. Bireydeki iktisadi kazanç güdüsü toplumu
parçalayan bir etkendir. Bu nedenle Orta Çağ’ın değişmeyen kurumlarına
dönmek daha iyidir.
Müller’in üretim anlayışı da devletten bağımsız değildir. Bu anlayışta
devlet bir tür ilk muharrik rolü üstlenir. Eğer devlet üretmeyi keserse, o zaman
otomatik olarak, daha az üretken olan bütün güçler de işlevsiz kalır. 25 Esas
zenginlik devlet tarafından üretilir. Ona göre, Smith kendisini sadece
mübadele değeri taşıyan mallara hasretmekle devletin içinde zenginliği
doğuran gücü incelemeyi ihmal etmiştir.26 Elementen der Staatskunst (1809)
adlı eserinde Klasik Okulun
‘soyutlayıcı metoduna’ karşı çıkmış ve bunun
yerine ekonomi – politik kuram için “etik – organik” bir yapılanma talep
etmiştir. Etik – organik görüşün bilgilenmesi ise, bir ulusun kültür hayatının
birliği ve düşüncesinden bunun gerekliliğinden oluşmalıydı. 27
Müller Klasik teoriye, sadece bireysel fayda teorisi ve özel ekonomik
anlayıştan başka hiçbir şey üretmediği için ve Klasik teoriye manevi gücün
birikimlerini, ilerlemenin ve üretimin gerçek kaynağı olarak kabul etmediği için
karşı çıkmıştı. Zira ekonomi-politik bağımsız iktisadi sübyelerin yığışması
olarak değerlendirilemez ve ayrıca tekil ekonomilere karşı bütünselliği temsil
eder. Bunun neticesinde Müller’de,
bir ulusun “ üretici kuvvetleri “ onun
iktisadi geleceği dikkate alınarak, salt üretici rolünün dışında bir değer
taşıdığına dair düşünceye de rastlamak mümkündür.
Bu “ üretici kuvvetler” fikri ve bunların gelişimi, Müller’in kuramında
merkezi bir rol oynar. Çünkü hem toplum, hem de ekonomi – politik tüm
şartların karşılıklı etkileşimi ilişkisi içersinde, sürekli hareket ve gelişim
halindedir. Bunun sonucunda yan yana dizilmiş olan iktisadi yansımalar,
ancak noksan bir şekilde yakalanabilir. Müller’in
“ Versuch einer neuen
Theorie des Geldes mit besonderer Berücksichtigung auf Grossbritannien”
adlı eserinde vurguladığı gibi, zamanı ve hareketi, ekonomik bağlam
25
Müller, Elemente der Staatskunst 1809, 2.s.7-256
Müller,1809,1.s.375
27
Bununla ilgili Jakop Baxa, Adam Müllers Philosophie, Asthetik und Staatswisssenschaft, Berlin
1929. Kitabın içersinde aynı zamanda Müller ‘ in iktisadi kuramının bir sunumu mevcuttur.
26
12
içersinde değerlendirmek ve rakamsal görüşlerin yerine canlı ile natamam bir
devlet iktisadı resmi oluşturmak gereklidir. Müller bu şekilde statik gözlemin
yerine dinamik gözlemi ikame etmiş ve bunun toplum – ile iktisadi hayatın
organik bir şekilde ele alınmasının bir neticesi olduğunu ifade etmiştir.
Burjuva topluluğu için tüm kişilerinin veya nesnelerin bir değer ifade
etmesinin özelliğini Müller para olarak tanımlar.28 Bu durumda kıymetli
taşlarda, diğer nesneler gibi sadece kendi özelliklerini taşırlar ve paranın
karakterine sahip değiller. Fakat insanın kendisi kamusal çıkar ve refah için
teknik ile ruhi kabiliyetleri geliştiği oranda sürekli olarak daha yoğun bir
şekilde para haline gelir. Burada Müller kullanım ve takas değeri tanımlaması
yapar. Bu tanımlama Smith versiyonundan farklıdır. Kişi ile nesne üzerine
eşit ağırlıktadır. İlk değer bireysel değerlerdir. İkinci değer ise toplumsal veya
politik
değerdir.
Para
bir
ulusun
bireylerinin
bir
nesne
üzerinde
anlaşmalarıdır. Kelimenin tam anlamıyla tüm değerlerin ve malların ölçüsü
paradır.
Her türlü üretimin temelinde dört element vardır. Toprak, işgücü,
fiziksel sermaye ve ruhi sermayedir. Mülkiyet fen kanunlarına bağlı bir şekilde
durağanlaştıran ve süreklileştiren elementtir. İşgücü hareketli elementtir.
Sermaye elementi ise tüm geçmişi temsil eder ve ilk iki elementin özelliklerini
üzerinde taşır. Hem hızlı bir şekilde hareketlendirir, hem de hızlı bir şekilde
durağanlaştırır. Diğer yandan bu dört element aynı zamanda ailenin
elementleriyle örtüşür. Bu ise zorunlu olarak her ulusun normal ekonomik
hayatının aktığı dört temel iş koluna götürür.
Üretici olan tabiat dişisel prensibe denk düşer ve asalete uzanır.
İşgücü ise erkekçi prensip ile uyuşur ve burjuvaziye götürür. Fiziki
sermayenin ticari zümre tarafından işletilmesini ise gençlik temsil eder. Ruhi
sermayeyi ise, yaşlılık temsil eder. İktisadi ulusal hayatın elementlerinin bu
farklılığı neticesinde milli işbölümü gerçekleşir. Bu yüzden bunların arasında
ölçülü bir oransallık ve canlı bir karşılıklı etkileşim gerçekleşmelidir. Bu
şekilde bölünmüş olan işgücü daima organik bir bütün haline gelir.
28
Para ile ayrıca diğer bireylerle temasa geçme olanağı mevcuttur.
13
Maalesef yeniçağın başlaması ile Hindistanlıların denizlerden ve
Romalı ile Yunanlıların topraktan çıkmalarıyla sonun başlangıcı gelmişti.
Barutun, matbaanın ve pusulanın bulunmasıyla, sonsuz fiziksel sermaye
gelişmeye başlar. Böylece ekonominin gerekli harmonisi ve içsel bağlantısı
ise kaybolur. Yan yana duran çalışma fonksiyonlarının ayrışması tüm işlerin
ruhu haline gelmiştir. Fiziksel sermayenin üstünlüğü tüm çalışma şekillerini
mekanik bir fonksiyona indirgemiştir. Doğası gereği aile içinde miras yolu ile
devredilmesi gereken toprağa, basit bir sermaye muamelesi yapılmıştır.
Bunda amaç toprağı bölerek tüm eski gerekliliklerinden kopartmaktı. Kısaca
nesnelerin tek yönlü gerçekleşmesi söz konusudur ve bunun varlığını Smith
tasvir etmiştir. Onun ardından gelenler ise, yani zamanının moda
Ekonomistleri,
nesnelliğin
ekonomik doğal gidişatı nedeniyle
bunları
harcamak isterler.
Fiziki sermayenin diğer bütün elementler üzerine olan üstünlüğünün
bir kazanımı vardır. Bu durum insani faaliyetlere sonsuz yol açmıştır. Hem
eski Hıristiyan Avrupa’yı çevreleyen hem de Hıristiyan Avrupa’yı eski
Yunandan ayıran bariyerleri ortadan kaldırmıştır. Fakat Milli birlik hissinin
kaybı ve tüm politik hayatın soysuzlaşması korkunç bir bedel olarak
karşımıza çıkar. Bu bedel gelecekte katlanarak büyüyecektir. 29 Günümüz
Milli Ekonomisinin görevi elementlerin ve zümrelerin doğal dengesini tekrar
kurgulamaktır. Herkese tekrar eski doğal hakkını teslim etmektir. Özellikle
ruhani sermayeyi, Avrupa’da ruhani dünya kudretini tekrar tesis ederek yeni
ve sonsuz büyüklükte bir ışıltıya dönüştürmektedir. Müller bu şekilde yeni ve
bilinçli bir ortaçağa ulaşmayı hedefler. Onun düşüncesindeki ortaçağ
mükemmel şekillenmede olan bir yapılanmadır.
1.2.2. Müller’in Devlet Üzerine Görüşü
Müller, Romatik Okul’un etkisinde kalarak, devleti insani faaliyetlerin
bir toplamı ve bu faaliyetlerin yaşayan bir bütün oluşturacak iç ahengi olarak
29
Müller,1809,1,s.96-98
14
algılamıştır.30 Müller’in Smith’ci sisteme yönelik eleştirisi, ekonomik teorinin
bireysel faaliyetlerden değil devletten yola çıkması gerektiği tezinden itibaren
başlar. Buna göre, ekonomik teori Milli ortaklık kökenli olmalıdır. Öncelikle bir
devlet öğretisi oluşturulmalıdır. Bu aynı zamanda ruhi nitelikleri olan
ortaçağın
ile
klasik
eski
çağın
politik
prensiplerini
içeren
bir
kombinasyondur.31 Müller klasik eski çağdan kavramları ve görev tanımını
alır. Ortaçağdan ise devlet içeriğini almıştır.
Müller’de devlet, gerek iktisadın gerekse topluma dair her şeyin
üstündedir. Her şey devlete göre açıklanır. Smith’de kamu yararı sadece bir
yan ürün iken Müller’de devlet önce gelir. Bireyin önemi devletle olan ilişkisi
içinde ortaya çıkar.32 Devlet sadece bir hukuk bürosu veya insani kültürün
özel bir dalı değildir. Bunun yerine insani meselelerin tamını kapsar. Ve kendi
kendinin amacıdır. Devletin içinde aile hayatı, bilim ve insani ruhun tüm
ürünleri oluşmalıdır. Müller bu konuyla ilgili şunları ifade eder:
‘Eğer devleti ve toplumsal birlikteliği artık hissetmiyorsa, hiçbir şeye
sahip değildir. Devlet tüm ihtiyaçların en önemli olanıdır. Devlet kalbin, ruhun
ve canın ihtiyacıdır. İnsan devlet olmadan duyamaz, göremez, düşünemez,
hissedemez ve sevemez. Kısaca insan devletin dışında düşünülmez. 33’
Aristo’daki bireyi ancak devlet içinde tasavvur etme yaklaşımı Müller
için temel bir çıkış noktası olmuştur. Her birey sosyal hayatın merkezindedir
ve her taraftan devletle örülmüştür. Devlet suni bir yapı değildir. Devlet,
zenginliğin, üretimin, tüketimin merkezindedir. Hatta fiyattan arındırılmış
haliyle değer bile bir şeyin devlet içindeki önemine atfen belirlenir. Klasik
iktisatçıların değerin bu boyutunu görmemiş olmaları büyük bir eksikliktir. 34
Müller antik mantıktaki her şeyi kavrayan devlet anlayışına germanik
bir köken vermektedir. Müller bu anlayışı germanik özgürlük düşüncesinden
yola çıkarak elde etmeye çalışır. Bunu bir organik natürel ürün olarak
tanımlar. Bu özelliği ise, ortaçağdaki feodal devlet taşır. Ona göre, devlet bir
30
Müler,1809,1.s.66-67
Aynı şekilde Schelling felsefesinin ve Burke’nin hukuki görüşlerinin etkisini içinde barındırır.
32
Müller, Bulow Friedrich, Vom Geiste der Gemeinschaft, Elemente der Staaskunst, Theorie des
Geldes, Leipzig,1931,s.6-15
33
Müller,1809,1.s.29-31
34
Müller,1816,s.7-96
31
15
organizma olarak düşünülmelidir. Bu organizmanın hücreleri de bu
bütünselliğin dışında düşünülmezler. Her yeni nesil, her büyük adam ona
yeni bir form verir. Bundan sonra eski tanım yetersiz kalmaya başlar.35
Bu şekilde büyüyen her devlet doğal olarak diğerlerinden farklıdır ve
canlı bariyerlerle ayrışmıştır. Ayrıca böyle bir devlet kendine has yaşam
prensibini kendi içinde
barındırır. Çünkü
tabiat
monoton kavramlar
oluşturmaz. Bunun yerine fikirler geliştirir. Bunlar daima eserlerinin çeşitliliğini
yansıtır. Bu çeşitliliğin diğer amacıysa bitmez sürtüşme ve çatışma içinde
olan devletlerin varlığını teminat altına almaktır. Böylece her devlet kendisini
sürekli olarak yaşayan bir varlık olarak geçerlilik kazandırmak zorunda kalır.
Devletin amacı artık kendine has özelliklerini çürümeden korumak yerine,
bütün yönlere doğru yayılmaktır. Bu karşılıklı aksiyonlar ve reaksiyonlar
neticesinde tüm devletin doğal büyümesi gerçekleşir.
Çok çeşitli olan bu devletlerin tümünün varlığı, oluşma ve büyümeden
ibarettir. Devletler sadece aynı çağda yaşayan insanların basit bir bağlantısı
değildir. Aynı zamanda birbiri ardına gelen nesillerin mekânsal varlığıdır. Her
devlet varlığın en başından en sonuna kadar bir tek bütünü oluşturur. Bu
yüzden devlet sadece hareketi ve gelişimi itibarıyla tanınabilir. Devlet üzerine
bir kavram yoktur. Sadece yaşayan bir fikir vardır. Bu fikrin kendiside
hareketli olmakla birlikte, öğrenilerek anlaşılmaz, yaşanarak anlaşılmalıdır.
Bu yüzden pratik devlet hayatında ne tekilin özel çıkarı, nede toplamın anlık
çıkarı geçerli olmamalıdır. Bunun yerine süreklilik içinde bütüne yönelik çıkar
esas alınmalıdır. Her çağdaş nesil ve her iş başındaki devlet adamı daima
geçmiş ve geleceği göz önünde bulundurmalıdır.
Bunların neticesinde her devlet sabit ile sürekli olan hareketli ve
ilerleyen bir elementin sahibi olur. Üretime dair bir element ve muhafazaya
dair bir element ve bu elementler tüm halkların ortak anayasası olan ailede
mevcuttur. Gençlik ilerlemeyi, yaşlılık ihtiyatı temsil eden elementtir. Erkek
üretimi, kadın konsarvatifliği temsil eden elementtir.
35
Müller,Bulow Friedrich, Vom Geiste der Gemeinschaft, Elemente der Staatskunst.Theorie des
Geldes,Leipzig,1931s.6-15
16
Sağlıklı bir devlette de aynı şekilde dört element dört farklı zümre
tarafından temsil edilir. Tıpkı ortaçağda olduğu gibidir. Bunlar öğretim,
savunma, beslenme ve transfer zümreleridir. Veya başka bir deyişle ruhani
sınıf, asil sınıf, burjuva sınıfı ve tacirler sınıfı ile tüm farklı hedeflerini takip
eder. Ayrıca zümrelerin oluşturduğu tezatlıklardan yola çıkarak bütünün
harmonisini sağlamak zorundadır.
1.2.3. Müller’in Smith Okuluna Yönelik Eleştirisi
Müller politikada son yüzyılın hem mutlakıyetçi hem de devrimci devlet
öğretilerini ret eder. Ortaçağı bir ideal olarak kabul eder.36 Bununla birlikte
karşılıklı tımar- zeamet düzenini gerçek özgürlüğün gerçekleşmesi olarak
değerlendirmiştir. Smith’e büyük saygı duyar. Fakat Merkantalist devlet
teorilerinden Smith Okuluna kadar tüm teorileri küçük görür. Müller’e göre,
bunlar
tek
taraflı
para-ve
özel
mülkiyet
teorileridir
ve
nesnelliğin
ekonomileridir. Bu şekilde tüm insani toplumsallığın organizasyonu bozulur.
Müller için Roma hukuku ne kadar ıslah edilmezse, bu ekonomik
kuramlarda aynı şekilde ıslah edilemez durumdadır. Her ikisi de tek taraflı
çıkarımlarıyla tüm rahatlığı, kişiselliği, dinleri devletlerin içerisinden dışarıya
atmışlardır. Kan bağına dayalı birlikteliğin yırtılmasına katkı sağlamışlardır.
Yine her ikisi aşkın ile güvenin ruhunu ve tüm ortaklık hislerini yıkmışlardır.
Ortaçağ ortaklıkları ve satılmaz mülkiyet hakkı ile insan ruhunun ruhi
bağlantılarını ortadan kaldırmışlardır.
Her bireyi kendi aritmetik ölçüsüne hapsetmişler ve ticareti bir piyango
oyununa çevirmişlerdir. Roma hukukunun bazını oluşturan özel mülkiyet
36
Müller’in en önemli eseri, onun Devlet Sanatı Elementleri üzerine verdiği sunumların bir araya
toplanmış şeklidir. Bu dersleri ve sunumları 1808 yılında Weimar prensi ve çok sayıda devlet adamı
önünde vermiştir. 1809 yılında ise üç cilt halinde bastırılmıştır. Daha sonra devlet-ekonomi
bağlamında yazdıkları Prusya asiller derneğinden prens Hardenberg için yazılmış ve yeni Prusya
yasalarına karşı çıkmak üzere hazırlanmıştır. Ziraat üzerine olan yazıları ise arkadaşlarıyla birlikte
gittiği Viyana’da 1816 yılında Schlegel’in Alman müzesinde sergilenmiştir. Bu yazılar daha ziyade
yeni bir para teorisini oluşturmaya yönelik denemelerdi. 1824 yılında ziraat konulu ve mali polis
üzerine olan makalesi ve daha sonra pek çok yerde yayınlanan başka makaleleri, ya tekrar
niteliğindedir veya bu kitaptaki görüşlerinin genişletilmiş versiyonudur.
17
düşüncesi yeniçağda âdete ilahlaştırılmıştır. Hâlbuki bu düşünce hak
anlayışıyla sonsuz bir tezatlık içindedir. Ayrıca Milli Ekonomik teorilerin
temelinde olan özel çıkar prensibi ve saf gelir artışı, sonsuz bir şekilde Milli
Ekonomi fikrinin kendisiyle çatışmaktadır.
Müller’in toplum anlayışı bireyciliğin tam zıddıdır. Bireyi ancak
toplumsal ilişkiler ağı içinde düşünmektedir. Bu açıdan Smith’in iktisadi
faaliyetleri bilimsel bir tarzda analiz edebilmek için bireyi toplumdan
soyutlama ve bireydeki egoizmi bu analizin merkezine oturtma fikrine şiddetle
karşı çıkmıştır. Müller’in kafasındaki toplum modelinin en ideal örneğini Orta
Çağ’da görmek mümkündür. Orta Çağ Almanya sı feodal halklarıyla; bireyler
arasındaki ticari olmayan, hesaba dayanmayan ilişkileriyle ideal bir devlet
örneği sergiler.
Smith’ci öğretiye karşı yöneltilen bu genel tenkit, onun eserinin pek
çok yerinde yer almakta ve esas itibarla aşağıdaki spesifik ispatlamaya
dayanmaktadır.37Müller’in Milli Ekonomik kuramı, Smith tarafından temsil
edilen mekanik ve materyalist toplum görüşüne karşı önemli bir avantaja
sahiptir. Buna göre, Müller politik ve ahlaki bir ortak ruhun zorunluluğunu
büyük bir enerjiye dönüştürmüştür. Ayrıca halk ekonomisi içerisinde ruhani
kültürün kudretini geçerli kılmıştır. Böylece teorik soyutluluklar ile tarihe işaret
eder. Bununla ekonomi içinde tüm özel teşebüsslerin temel şartı niteliğinde,
ortak varlığın sürekliliğini ve garantisini mecbur kılar.
Smith teorisinde öncelikle tek bir soru merkezi konumdadır: Bir devlet
içinde hangi ekonomik faaliyet gerçekten zenginleştirir? Bu sorunun cevabı
ise, her ‘işin’ prodüktif ilan edilmesiyle verilir. Bu prodüktivite takas değeri
olan bir obje meydana getirir. Fakat bununla birlikte aynı öneme sahip iki
soruyu cevapsız bırakır: Bir devlette hangi güç ve faaliyet kazanç sağlar veya
muhafaza eder? Hangi iş kolu hareketli tekil ürünle birlikte bütünün
sürekliliğini sağlar? Çünkü sadece anlık üretim ve bireyin geçmiş varlığı ile
37
Esas önemli noktalar Elementen Der Staatskunst adlı eserindedir. Örneğin cilt1,s.49-82,cilt2,s.201208,cilt3, s.3
18
ilgilidir. Fakat gelecek nesiller için tüm üretimin sürekliliği ve devamlılığı ile
ilgili değildir.38
Bununla birlikte sadece kaba nesnelliklerin üretimini kapsamaktadır.
Ayrıca tüm ruhani zevkleri, tüm ruhani ürünleri halk hayatından siler. Hâlbuki
üretilen mal esasında bununla bir değer kazanır ve asil hale gelir. Smith’in
kendisi bile bu kişileri ekonominin objesi, tüm ürünlerin ürünü, milli insan ve
tüm değerlerin oluşum sebebi olarak algılayamaz. Bu yüzden onun teorisi ile
devlet ekonomisi arasındaki büyük tezatlık ortaya çıkar. Teoride sadece
bireyin mekanik iş hayatı önemlidir. Fakat devlet ekonomisinde ulusun
geleceği teminat altına alınmalıdır ve ürünlerin Milli müşterek olması esastır.
Devlet ayrıca daha yüksek bir burjuva anlayışı oluşturmakla yükümlüdür.
Yine devlet tüm bireysel bütçelere devamlılığını kanıtlamalı ve bunları bir Milli
bütçe
içinde
canlı
bir
ruhi
birime
dönüştürmelidir.
Tüm
bunları
gerçekleştirmek isteyen devlet ise, zorunlu olarak bazı ticari kısıtlamalara ve
ithalat-ihracat yasaklamalarına başvurmak zorundadır. Teori ise bütün
bunları kökten ret eder.
Smith bunun ötesinde iş bölümü prensibinin natamam bir gelişimini
sunar. Smith bu prensibi insanın doğal yapısında bulunan takastan elde eder.
Hâlbuki bu prensip daha ziyade sermaye kökenli olup, geçmişten aktarılan
rezervlerin üzerine oturur. Çünkü böylece işçiye bir garanti sunulmuş olur ki
bu onun sektörün iflasında açlıkla karşı karşıya kalmasının önüne geçer.
Sermaye aynı zamanda endüstrinin iş bölümü ile mekânsal olarak ayrışmış
operasyonlarını birleştirmekle mükellef güçtür. Çünkü her zaman tüm
bölünmenin karşıt ağırlığını ve temel şartını oluşturur. Smith’ci öğretide ise
gerekli olan ‘iş ortaklığı’ öğretisi yoktur. Bu iş ortaklığı olmadan ise bölünme
milli sermayenin son kalıntılarını bile yok eder.
Nihayetinde Smith’in üretim faktörü olarak kabul ettiği toprak, emek ve
sermayenin yanında doğa, insan ve geçmişini koymak gerektiğini ileri
sürmüştür.39 Sermaye, önceki nesillerin hali hazırda insan nesline doğa ile
mücadelesinde yardımcı olmak üzere miras bıraktıkları şeydir. Bu bağlamda
38
39
Müler,1809,s.10-35
Müler,1809,s.259
19
sermaye kişiler için sadece maddi değil, aynı zamanda manevi sermayedir.
Manevi sermaye, ortak varlık olan para ile temsil edilir. Para ise ortak varlık
olan dil ile ifade bulur ve gelişir. Dilin içerisinde akıllığın, tecrübenin ve
nesilden nesile bilinçlenmenin sermayesi büyür. Bu büyüklük her zaman
ekonomi-politiğin en önemli aracıdır. Fakat bu araç özellikle son yüzyılda
nerdeyse tamamen unutulmuş durumdadır. Oysa ortaçağda ulusun ruhi
sermayesi ruhani örgütler tarafından idare edilmiş ve bütün düzen için
bereketli hale getirilmişti.40
Müller’e göre, zenginlik sahip olunan malların toplamı değildir.
Zenginlikten bahsetmek için malların yanında onlardan elde edilen faydayı da
hesaba katmak gerekir. Dolayısıyla malların kullanımı da bu kavramın içine
girer. Bu anlamda en büyük zenginlik en fazla somut mülkiyetin olduğu yerde
değildir.
Almanya’da ise edebiyat aynı ekonomik teori gibi, iş bölümünün bu tek
taraflı prensibinin egemenliği altındadır. Ayrıca bu şekilde edebiyat ve
ekonomik teori, halk yaşamından kopartılmıştır. Milli tecrübe ve milli tarih
bazında noksanlık vardır ve bu olmadan dağılmış olan bilimsel çalışmalar bir
araya toplanıp yaşayan halk hayatı ile karşılıklı bir etkileşime geçmesi
sağlanamıyor. Bu yüzden var olan anın ölçülmez zenginliği, ortaklığın
noksanlığından dolayı kayboluyor.
1.2.4. Müller’in Smith’ci Teorinin Rölatif Değerinin İngiltere İçin Önemi
Konusundaki Görüşü ve Bu Teorinin Avrupa Kıtası İçin Geçerliliği
Müller’e göre tüm Smith’ci teori Britanya endüstrisinin ve para
ekonomisinin tek taraflı bir öğretisidir. Bunun için oluştuğu ülke olan İngiltere
için bir zarar teşkil etmez. Çünkü İngiltere’de hala tımar hakkı ve içsel kişisel
bağlantı henüz tüm etkinliği ile sürmektedir. Ayrıca bu halklar eşsiz İngiliz
devleti anayasası tarafından korunmaya alınmıştır. Burada katı mülkü
mülkiyet üzerine olan kanunlar tepeden dayatılmamış ve yerel niteliklerle
40
Müler,1809,s.375
20
oluşmuştur.41 İngiltere tüm Avrupa devletlerinden farklı bir karaktere sahiptir.
Buna göre çok çeşitli formlarda ölçülemez bir Milli sermaye sahibidir.
Kanunların, törelerin, Milli hissin, kredinin v.s. oluşturduğu bir sermaye. Ada
ülkesi olması itibarıyla ise, sonsuz bir işbölümünü mümkün kılmaktadır.
Bütünü işleyen süreç görünmez bir şekilde bir arada tutmaktadır. Bunun
dışında İngiltere tüm Avrupa’nın şehri görünümündedir. Bütün kıtayı
endüstriyel ürünleriyle kaplamıştır. Bu yüzden gelişmiş bir işbölümü
mümkündür ve gereklidir. İş bölümünün başka yerlerde ortaya çıkarması
muhtemel olumsuz etkilerinin Britanya’da görülmemesi beklenebilir.
Fakat bütün bu nedenlerden ötürü Avrupa kıtası ne Smith teorisini
nede İngiliz kuramını örnek olarak kabul edemez. Britanya kentsel
hâkimiyetin, kıta Avrupa’sı ise kırsal hâkimiyet altındadır. Kırsal ekonomi
içinde Smith iş bölümü prensibi uygulanmaz. Aynı şekilde bu prensip bilimsel
ve sanatsal çalışmalar için geçersizdir. Kırsal alanda işgücü önemli iken,
kentte ekonomi egemendir. Operasyonların bir biri ardına gelen dizimleri,
toprağı sadece zamansal olarak etkiler, mekânsal olarak değil. Kırsal alanda
akışkan ve hareketli olan egemen olamaz. Burada sabit hareketsiz
elementler ekonomiye hâkimdir ki bunları Smith tamamen inkâr eder.
Bunun için kıta Avrupa’sı için tamamen farklı ve çok daha kapsamlı bir
ekonomik sistem gereklidir. Bu gerekli olan öğreti içinde tüm tekli yanlılıklar
ortadan kaldırılmalı veya iyileştirilmelidir. Burada iktisadi objelerin takas
değerinin yerine, burjuva ve Milli karakter ikame ettirilmelidir. Ayrıca tek yönlü
üretimin yerini, Milli üretim ve Milli istemin harmonisi almalıdır. Bütün tekil
özel servetlerin ve özel üretimlerin rakamsal karşılığına ise, gerçek Milli
servet ve Milli gücün üretimi gelmelidir. İşbölümünün yanında birde iş gücü
yoğunlaşması olmalıdır. Ve nihayetinde fiziki sermayenin yanında ruhi
sermaye de kapsam içinde kalmalıdır.
Müller’in İngiltere’nin şartları ile Almanya’nın şartlarının farklı olduğunu
vurgulaması daha sonra Tarihçi Okul’un iktisat kanunlarının ülkeden ülkeye
41
Müler,1816,s.19-22
21
değişiklik göstereceği ve evrensel iktisat yasalarından bahsedilemeyeceğine
dair görüşü ile paralellik gösterir.
1.3. FREDERİCH LİST
List 6 Ağustos 1789 Reutlingen’de dünyaya gelmiştir.30 Kasım 1846
yılında Kufstein’da vefat etmiştir. List (1789-1846), çok değişik hikâyelerle
dolu bir kariyere sahip, Alman Ekonomistti. Genç yaşlarda Württemberg’de
devlet
memurluğuna başladı ve
yirmi
sekiz yaşındayken
Tübingen
Üniversitesi’nde siyasi bilimler profesörü olarak görevlendirildi. Ne var ki
ilerici düşüncelerine Metternich zamanında yer yoktu ve kısa bir süre sonra
Birleşik Devletler’e kaçmaya zorlandı. Birleşik Devletler’de Alexander
Hamilton’ın korumacı yazılarından etkilenen List, bir sure Pensilvanya imalat
topluluğunun
korumacı
çıkarlarının
sözcülüğünü
üstlendi.
Alman
Milliyetçiliğinin ağır basması üzerine ilk fırsatta ülkesine döndü ve
demiryollarının önde gelen destekçisi, sanayileşme takipçisi ve Almanya’nın
“genç imalatçılarının” savunucusu olarak isim yaptı. Yoksulluğun ve değerinin
bilinmiyor olmasının çökerttiği List, 1846 yılında intihar etti.
List ismi
anıldığında, Almanların vicdanı sızlıyor. 42 Heuss’es bu cümle ile List’in trajik
yaşam öyküsünü vurguluyor. List hayatına intihar ederek son vermiştir. 43
List’in yazım mirası pek çok yayını ve eseri kapsar.44 Onun bilimsel
faaliyetlerinin baş eseri olan “Das nationale System der politschen
Ökonomie” 1841 yılında yayınlanmış ve esasında birkaç cilt olarak
planlanmıştır.Fakat bununla birlikte sadece birinci cilt olan “Der internationale
Handel, die Handelspolitik und der deutsche Zollverein” yayınlanmıştır. 45
42
Heuss,T.h, Friedrich List,in Recktenwald,HC,Hrsg,Lebensbilder grosser Nationalökonomien
Einführung in die Gesichte der politischen Ökonomie,Köln und Berlin, 1965,s.218
43
Rieter,1994,s.218
44
Hauser, K,Friedrich List, in Starbatty, J, Hrsg, Klassiker des ökonomischen
Denkens,Bd1,München1989,238
45
Lachmann,
W,Lists
wissenschaftliches
Opus-Eine
moderne
Würdigung,in
Recktenwald,H.C.Hrsg,Vademecum zu einem schöpferischen Klassiker mit tragischem
Schiksal,Duesseldorf, 1989,s.49
22
Bu eser önemli bir başarı yakalamış ve en sonuncusu 1844 yılında
olmak üzere, üç baskı yapmıştır.46 Ayrıca eserinin Macar diline olan
çevirisini, ölümünden önce görmüştür.47 Eserinin yayınlanmasıyla birlikte, bir
anda kamuoyunun bütün dikkatlerini üzerine çekmiştir.48 List eserlerine
yönelik ilgi, onun ölümünden sonra azalmıştır. O dönemde dominant
pozisyonda olan “Tarihçi Okul,” onun eseri için olumlu bir atmosfer meydana
getirmiş olmasına rağmen, git gide gümrük birliğinin ve demir yolları
yapımının öncüsü olarak kabul edilmiştir. Ayrıca Alman birliğinin savaşçısı
olarak kabul edilmiş, ama Milli Ekonomist olarak fazla anılmamıştır. 19.yüzyıl
ortamından kaynaklanan çeşitli nedenlerden dolayı, List’in eseri beklenen
etkiyi yaratamamıştır.
Bunun önemli nedenlerinden biri, onun öğretilerinin teorik içeriğini
anlamak için gerekli olan anlayış, bu dönemde tamamıyla noksandı. Das
nationale System sadece ilk cilt olarak tanımlanmasına rağmen, kendi içinde
o kadar ahenkliydi ki, bunun sonucunda List’in sadece ticari-politik teori
üzerine yazmış olduğu izlenimi, yanlışta olsa okurun kafasında belirmişti. 49
Onun öğretilerinin teorik ve sosyolojik çerçevesi üzerine olan genel körlük,
aynı zamanda onun adının çeşitli çıkar grupları tarafından istismar
edilmesine yol açmıştır.50 List’in çalışmaları hak ettikleri ilgiyi, ancak 1925
yılında kurulan F.List Topluluğu çerçevesinde almıştır. 51
46
Wendler, E,Das Nationale System der politischen Ökonomie von Friedrich List-Ein Klassiker
der Nationalsysteme in Wendler, E(Hrsg),Die Vereinugung des europaischen Kontinents,F. ListGesamteuropaische Wirkungsgesichte seines ökonomischen Denkens,Stuttgart, 1996,s.18
47
List’in Nationales System adlı eseri, Alman Milli ekonomisinin dogma tarihi bakımından önemli.
Bu eser birçok dile çevrilmiştir.(Macarca, Fransızca, İngilizce, Rusça, Romence, Bulgarca, İtalyanca,
İspanyolca, Japonca ve Çince) Hauser,1989,s.244
48
Wendler,1996,s.3
49
Salin,Edgar,(Hrsg)Geschichte der Volkswirtschaftslehre,4.Aufl,Bern,1951,s.131
50
Salin,1951,s.132
51
Muhs,K, Urzgefasste Gesichte der Volkswirtschaftslehre Hauptströmungen der
Nationalökonomie,Wiesbaden,1955,s.117
23
1.3.1. F.List Tarihçi Okul’un Bir Öncüsü müydü? List Öğretisindeki
Tarihçi Elementler
List sisteminin temelini tarih oluşturur. Bunu açıkça Nationale
Systems der politischen Ökonomie adlı eserinde görebiliriz. Bu eserin dört
kitabından ilki tamamıyla tarihe adanmıştır.
Ve birinci kitabın onuncu
bölümü, “tarih öğretilerinden” netice çıkarır. List giriş bölümünde,
Klasik
teoriye tezat olan, kendi bakış açısını açıklama yoluna gitmiştir:
“Teoriyle doğrudan tezatlık içinde bulunarak; önce bu öğretilerin
tarihiyle ilgilenecek. Buradan kendi kökensel cümlelerini elde edip; bunların
geliştirilmesinin ardından eski sistemler üzerinde bir kontrole tabii tutulacaktır.
Sonunda ise, pratik bir tandansa sahip olduğu için, ticaret politikasının geldiği
son mertebeyi sunacaktır.”52 Sonra aşağıdaki sözleri etmiştir:“İşe yarayan bir
sistemin, işe yarayan tarihsel bir temeli olmalıdır. 53” List’in bu bakış açısının
açılımı şu şekildedir:
“Politik ekonomi, uluslar arası ticaret ile olan ilişkilerinde, öğretilerini
tecrübeden elde etmelidir. Şimdiki zamanın ihtiyaçlarına yönelik kuralları ve
her milletin kendine özgü koşullarını dikkate almalı, ama bu esnada
geleceğin ve tüm insanlığın taleplerini unutmamalıdır. Zira bunlar felsefe,
politika ve tarihe dayanır.54 ”
Tarih ise bu bağlamda, esasında felsefe ile politikanın talepleri
arasında aracı konumdadır. Zira tüm insanlığın ve geleceğin taleplerini iletir.
Ve böylece felsefenin isteklerini de dillendirmiş olur. Fakat aynı zamanda
şimdiki zamanın ve ulusallığın (yani politikanın) taleplerini de doğrular. 55
Klasik
teorinin
“zemini
olmayan
kozmopolitiğine”
(çünkü
bu
Milliyetçiliğin ne doğasını tanır, nede onun ihtiyaçlarını dikkate alır) karşı, List
maddenin doğası, tarihin öğretileri ve milletin ihtiyaçlarına yönelik olan, bir
52
List,Frederich;
Das
nationale
G.Fabiunke,Berlin,1841/1982,s.42
53
List,F,1841,s.20
54
List,F,1841,s.41
55
List,F,1841,s.41
System
der
Politischen
Ökonomie,
hrsg,von
24
sistem kurgular.56 Bu sistemin içinde “teoriyi, uygulama ile eşgüdümlü hale
getirme imkânı vardır.57 List “Tarihin Öğretileri” üzerine şunları yazmıştır:
“Her yerde ve her zaman, vatandaşların zekâsı, maneviyatı ve
faaliyetleri Milletin refahıyla eşit ilişki içindedir. Bu nitelikler doğrultusunda
zenginlik artmış veya azalmıştır. Tarih bize her yerde, toplumsal ve bireysel
güçler arasında, kuvvetli bir karşılıklı etkileşimin olduğunu gösterir. 58” List
böylece ekonomik alanın, diğer alanlarla olan karşılıklı bağımlığına vurgu
yapmış ve bundan dolayı ekonomik ile politik fenomenlerin, aynı şekilde
karşılıklı bağımlı olduklarını ifade etmiştir.59 List karşılıklı bağımlılık düşüncesi
ile Klasik teorinin soyutlayıcı metodunu, ekonomik olaylar için önemli kabul
edilebilecek tarihsel kuvvetleri, tekrar ekonomik teori düşünceleri içine
katarak, yumuşatmaya çalışır.60 Zira tarih, bireylerin üretici güçlerinin büyük
bölümünün, toplumsal kurumlar ve şartlardan ileri geldiğini gösterir.61
Hem tarihsel tecrübe, hem de halkların çeşitliliği bilgilenmesinden yola
çıkarak, aşamalar teorisini geliştirir.62 Bu aşamalar öğretisine göre bir halk,
çeşitli aşamalardan geçer. List aynı zamanda “Klasik Okul’a bir sürü birey
yüzünden ve sürekli insanlığın peşinde koşmaktan, Milletleri görememiştir.” 63
Bu şekilde Milliyetçiliği, kendi sistemiyle var olan sistem arasındaki,
karakteristik farklılık olarak tanımlar. Ve birey ile insanlık arasına, organik bir
ara uzuv niteliğindeki Milleti yerleştirir. List Milleti sadece bireylerin sayısal
toplamı olarak değil, aynı zamanda bağımsız bir varlık olarak tanımlar.64
Birey ile insanlık arasında,
Millet vardır. Özel dili ve edebiyatıyla,
kendine özgü kökeni ve tarihiyle, özel töresi ve alışkanlıklarıyla, kanunları ve
56
List,F,1841,s.209
List,F,1841,s.14
58
List,1841,F,s.151
59
Randak, H, Friedrich List und die wissenschaftliche Wirtschaftspolitik, Basel und
Tübingen,1972,s.35
60
Eisermann, Die Grundlagen des Historusmus in der deutschen Nationalökonomie,
Stuttgart,1956,s.111
61
List,F,1841,s.151
62
List,F,1841,s.157
63
List,F,1841,s.8
64
List,F,1841,s.34
57
25
kurumlarıyla, talepleri ve varlığıyla, bağımsız ve mükkemel haliyle, sonsuz
sürekliliği ve kendi bölgesel halklarıyla, bu Millet varlığını sürdürür. 65
1.3.2. List’in Milli Ekonomik Teorisi
List, teorisinin temellendirilmesinde Millet ve Milliyet kavramlarından
yola çıkar. Ona göre, birey ile insanlık arasında özel dili ve literatürü ile ulus
vardı.Ulus bu anlamda özel ahlaki ve alışkanlıklarıyla kanunları ve
kurumlarıyla var olma talebiyle, bağımsızlığı ve en nihayetinde mükemmelliği
ile bir organizmadır. Bu organizma ruhun ve çıkarın binlerce bağlantısı
sayesinde içi canlı bir bütündür.
Birey sadece ulus sayesinde ve sadece ulusun içinde ruhi eğitime ve
üretici kuvvete sahip olabilir. Ve sadece ulusun içinde ve ulusun sayesinde
güvenlik ile refaha ulaşabilir. Bu yüzden birey için Milli oluşum mutluluk için
en güçlü vasıtadır. Aynı şekilde medeniyette insanoğlu için sadece ulusun
aracılığı ile mümkündür. Bu yüzden insan varlığının ilk görevi korumak
eğitmek ve mükemelleştirmek olmalıdır. Ayrıca halkın tüm ekonomik
yaşantısı ve tüm ekonomik özel çıkarları ulusun politik amaçlarına tabii
olmalıdır.
Bu amaç doğrultusunda öncelikle politik ile ruhani medeniyetin
ekonomiyle bir harmoni ve karşılıklı etkileşim içinde olması gerekmektedir.
Bir halkın ekonomisi ne kadar gelişmiş ve mükemmelleşmişse ulus o denli
kudretli ve medenidir. Ve aynı şekilde ekonomi eğitimi de bu oranda yükselir.
Bunun gereksinimleri arasında ise, Milli iş bölümü ve Milli üretici güçlerin
konfederasyonu vardır. Böylece tüm kuvvetler harmoni içindeki bir milli bütün
haline gelir ve aynı harmoni içinde gelişmeye devam eder. Bu ise sadece
nesillerin ardı ardına aynı hedefin peşinden gitmeleriyle mümkün olabilir.
Ayrıca güçlerin birleşmesini sağlayan kanun tüm ulusun endüstrisi üzerinde
sürekli olarak uygulanmalıdır. Çünkü bu fabrikasyonun refaha giden
65
List,F,1841,s.209
26
sonuçlarını ortaya çıkartır. Bireyin kendisi önümüzdeki yüzyılların ihtiyaçlarını
dikkate almaz. Bu ihtiyaçları sadece devlet ve millet gözetebilir.
Milletin bağımsız bir iktisadi yapılanma oluşturduğuna dair bilgilenme,
List’i “üretici güçlere” götürür. Ona göre, bu üretici güçler etkin olduğu zaman,
bir ulus zenginliğe ve kudrete kavuşur.66 Bir ulus “üretici güçleri” eğiterek ve
destekleyerek ki, materyal ve materyal dışı değerlerde dâhildir, daha yüksek
bir gelişim aşamasına ulaşabilir.67Üretimin mekaniği üzerine olan teori yerine,
List’in “üretici güçler” teorisinde, iktisat teorisi içine, aktif ve tarihsel olan insan
girer.68
Öyleyse “üretici güçler” kavramında önemli olan, onun dinamik
inceleme yöntemidir.69 Gelişim aşamaları öğretisini baz alan “üretici güçler”
teorisinden, aynı zamanda List’in yerli üreticiyi korumak için tasarladığı,
korumacı gümrük fikri meydana gelir.70 List burada tüm uluslar ve tüm
zamanlar için, aynı ticari-politik temel cümlelerin, aynı şekilde geçerli
olmadığını ispatlamaya çalışır. Bilindiği üzere Klasik teori bununla ilgili, tüm
zamanlar için geçerli olan kanunlardan yola çıkar.71
Tüm bunların neticesi olarak,
değerlerinin
miktarında
değildir.
Milletin değeri aynı şekilde takas
Bunun
yerine
üretici
kuvvetin
çok
yönlülüğünde, etkisinde ve dengesinde yatar. Hatta üretici kuvvetlerin varlığı
Milli amaç için takas değerlerinin üretiminden çok daha önemlidir. Nasıl ki
birey ortak amaçlar doğrultusunda özel çıkarlarından feragat etmesi
gerekliyse bazen bir takas değerlerini feda etmek zorunda kalabilir. Çünkü
böylece gelecekte üretici kuvvetlerin etkinliğini artırmak mümkün olabilir. Ve
tam olarak bunun için Milli Ekonomi bilimi için üretici kuvvetlerin bağımsız bir
teorisi elzemdir. Ayrıca bu teori şimdiye dek var olan takas değerleri teorisinin
tek taraflılığını örtebilir.
Eğitimli bir milletin normal durumunda, aynı gelişmişlik düzeyinde
olması gereken üç ana üretim kuvveti mevcuttur.
66
Randak,1972,s.51
Randak,1972,s.51
68
Sommer, A, Friedrich Lists System der politischen Ökonomie,Jena,1927,s.28
69
Randak,1972,s.51
70
List,F,1841,s.54
71
Winkel,1977,s.75
67
27
1. Ziraat kültürü kuvveti
2. İmalat-fabrika kuvveti
3. Ticaret kuvveti
İmalat-fabrika kuvveti bunların arasından bir milletin gelişimine en
fazla etki eden kültürdür. Bu imalat kuvveti diğer bütün ekonomik kuvvetleri
yani ziraat kültürü ve ticaret kültürünün yükselmesini sağlar. List bunları
natürel, kişisel ve enstüramantal olarak adlandırır.
Bununla birlikte aynı zamanda bilimi, özgürlüğü ve eğitimi şiddetli bir
şekilde teşvik eder. List için “bilim” uygulamayı aydınlatmak için vardı. 72 Ulus
ekonomik ve politik olarak diğer devletlerden bağımsız olmalıdır. Sadece
ziraat kültürü üzerine kurulan bir devlet, hiçbir zaman manevi ve entelektüel
öneme sahip ilerlemeleri gerçekleştirebilme olanağına sahip değildir. Her
zaman yabancı devletlere bağımlı olmak zorundadır. Hiçbir zaman ne kadar
üretmesi gerektiği konusunda ki kararı kendisi veremez. Bunun yerine daima
başkalarının ondan ne kadar satın almak isteklerini beklemek zorundadır.
Sadece ılıman iklim kuşağında olan ülkeler imalat yeteneğine sahip
olabilirler. Sıcak iklim kuşağına sahip ülkeler ise bunun yerine bazı kullanılan
ziraat ürünleri üzerinde doğal bir monopole sahiptir.(kolonyal ürünler)
Böylece her iki iklim kuşağı arasında kozmopolit bir işbölümü ve
konfederasyonu oluşur. Fakat bunun sonunda sıcak iklim kuşağında olan
ülkeler daima, ılıman iklim kuşağında olan ülkelerin kontrolü altında olurlar.
Bu bağımlılık başka bir yandan ise kendiliğinden zararsız hale gelir. Ilıman
iklim kuşağında pek çok Millet ortaya çıkar. Bunların her biri imalat, ticaret,
gemicilik ve politik güç alanlarının birinde özellikle gelişirler. Böylece bir
oluşur. Ve bunun neticesi olarak sıcak bölgelerdeki düşük kapasiteye sahip
ülkelere yönelik bir sömürü engellenir.
Ilıman iklim kuşağındaki ülkeler ekonomik normal seviyeye gelene
kadar, dört gelişim aşamasından geçerler:
1. İlkel yabanilik aşaması,
2. Çobanlık aşaması,
72
List,F,1841,s.167
28
3. Tarım aşaması,
4. Tarım-sanayi aşaması ve
5. Tarım-sanayi-ticaret aşaması.
İspanya, Portekiz ve Napoli gibi ülkeleri List üçüncü; Avusturya,
Almanya ve Kuzey Amerika’yı dördüncü; buna karşılık yalnızca İngiltere’yi
beşinci aşamada görüyordu. İngiltere’nin ardından bu son aşamaya en yakın
olan ülke ise Fransa olmalıydı.
List dördüncü kalkınmışlık düzeyindeki uluslar dışındaki ulusların hepsi
için tek bir dış ticaret politikası öneriyordu: Serbest ticaret. Ulusların yabani
durumdan çobanlığa, çobanlıktan tarım aşamasına geçişleri ile tarımdaki ilk
ilerlemeleri, en iyisi, uygarlaşmış yani sanayi-ticaret uluslarıyla yapılacak
serbest ticaret sayesinde gerçekleşir.73 İngiliz ulusu gibi, sanayi gücü diğer
bütün uluslarınkinden çok daha önde olan bir ulus, bu sanayi ve ticaret
üstünlüğünü en iyisi, olabildiğince serbest ticaret yaparak korur ve geliştirir.
Onun açısından kozmopolit ve politik ilkeler birbirinin aynıdır. 74 Tarım
toplumu aşamasından tarım-sanayi-ticaret toplumu aşamasına geçişte ise
List, yerli sanayinin korunması ve teşviki amacıyla gümrük sistemi
(Douarensystem) denen bir sistem önermekteydi ki bu sanayinin başarısını
da yine toplumsal organizasyona bağlıyordu.
List’in
dinamik
aşamalar-öğretisi
(Stufenlehre),
Klasiklerin
“kalkınmasız” olarak nitelediği değer kuramından (Werttheorie) bir sapma
niteliğindeydi. Değer kuramına göre, ancak malların belli bir anda var olan
miktarı ve mübadele değeri bir ulusun zenginliğinin ölçüsü olarak
kullanılabilirdi; yoksa bu malları üretme yeteneği veya üretimi artırabilme
yeteneği değil.75 List’e göre, gerçi gönenç veya zenginlik tıpkı Smith’ te
olduğu gibi, ilke olarak yalnızca maddi nesnelerden (Sachgüter) oluşuyordu,
ama o ayrıca bu zenginliğin kaynaklarını da araştırmak istiyor ve sürekli
olarak, bu etkenlerin bir ekonominin kalkınma sürecinde oynadığı büyük rolü
ve onların korunması gerekliliğini vurguluyordu.
73
74
F.List,1959,s.39-40
F.List,1959,s.45
29
Gümrükler
gibi
kimi
ekonomik
etkenler
yanında
toplumsal
organizasyonca da desteklenen ve bir ekonomiyi mallar itibarıyla zenginlik
artışına götüren üretken güçler geliştirilmeksizin, bu malların belli bir anda
zaten çok miktarda var oluşu ulusun gönencinin artmasına neden
olmayacaktı.
“Zenginliğin nedenleri zenginliğin kendisinden daha farklıdır. Bir birey
zengin olabilir yani mübadele değerine sahip olabilir, ama eğer tükettiğinden
daha fazla değerli nesneler yaratma gücüne sahip olmazsa, yoksullaşır. Bir
birey yoksul olabilir ama eğer tükettiğinden toplam olarak daha fazla değerli
nesneler yaratma gücüne sahipse, zenginleşir. Buna göre, zenginliğin
kendisinden çok daha önemlidir.”76
“Ulusun kudreti, yani üretken yardım kaynaklarını açacak bir güçtür de
ondan; üretken güçler, üzerinde zenginliklerin yetiştiği bir ağaçtır da ondan ve
meyveyi taşıyan ağaç meyvenin kendisinden daha değerlidir.77
Ayrıca List bedensel emeği, Klasik iktisatçıların yaptığı gibi, zenginliği tek
kaynağı olarak görmüyordu.
“Yalnızca bedensel emek zenginliğin nedeni olarak nitelenirse, yani
ulusların antik çağ uluslarından kıyaslanmayacak ölçüde daha zengin,
kalabalık, güçlü ve mutlu olmaları nasıl açıklanacaktır? Bu görünümleri
açıklamak için, bilim ve sanatlarda, ev içi ve kamuya açık donanımlarda,
zihinsel gelişimde ve üretim yeteneğinde akıp gitmiş yüzyıllar boyunca
yapılmış olan bütün ilerlemelere işaret etmemiz gerekir. Ulusların şimdiki
durumu, bizden önce yaşadığımız, bütün nesillerin bütün keşiflerin, icatların,
geliştirmelerinin, mükemmelleştirmelerinin ve arzularının birikiminin bir
sonucudur; onlar, yaşayan insanlığın zihinsel sermayesini oluşturmaktadır.”78
Domuz yetiştiren biri, Klasik ekole göre, üretkendir. İnsanları eğiten biri
ise toplumun üretken olmayan üyesidir. Bir Newton, bir Watt bir eşekten, bir
attan veya çifte sürülen bir hayvandan daha üretken değildir. 79
76
F.List,1959,s.143-144
F.List,1959,s.81
78
F.List,1959,s.148-149
79
F.List,1959,s.151
77
30
List’in düşünceleri; çağdaş kavramlarla ifade etmek gerekirse,
ülkelerin, belli bir andaki mutlak veya karşılaştırmalı maliyet üstünlüklerine
göre değil, zaman içinde değişecek olan (potansiyel) karşılaştırmalı
avantajlarına göre uzmanlaşmaya gitmeleri gerektiği sonucuna çıkıyordu. Bir
başka deyişle, bir malın yurtiçinde üretimi, dışarıdakine kıyasla geçici (kısa
vadeli) maliyet dezavantajları ima ediyor olsa bile, uzun vadede daha
avantajlı hale gelebilirdi. İşte tam bu noktada, List’in, neden yalnızca belli bir
kalkınma aşamasındaki ülkeler için eğitici-koruyucu-gümrükler önermiştir
yanıtına ulaşmış oluyoruz.
List beş ana kalkınmışlık derecesini dış ticaretin dört değişik
aşamasıyla ilişkilendiriyordu. İlkinde, yurtiçi tarım yabancı sanayi mallarının
dışalımı ve yerli tarım ürünlerinin dışsatımı aracılığıyla kalkındırılır;
ikincisinde, yabancı sanayi malları dışalımı yanı sıra yerli sanayi malları
üretimi de yükselir;
yerli sanayi malları yurtiçi pazarı büyük ölçüde besler;
dördüncüsünde, büyük miktarlarda yerli sanayi malı ihracı, yabancı
hammadde ve tarım ürünleri ise ithal edilir.80
Kalkınma sürecinde dışsatım ve dışalım mal bileşiminde gerçekleşen
dönüşümleri betimlerken List’in sözünü ettiği ikinci ve üçüncü dönemler,
kalkınma aşamalarından dördüncüsünde, yani tarım-sanayi toplumlarınca
yaşanır. Bu da, ulusun gelişmesini ve bağımsızlığını sürdürebilmesi için yerli
sanayinin kurulmasının büyük önemini kısmen de olsa ima etmektedir. 81
Sanayinin diğer sektörlere oranla daha büyük bir öneme sahip olduğunu
düşündüğü, List’in şu sözlerinden kolayca anlaşılmaktadır:
“Saf bir tarım ulusunda, kendisi sanayi-ticaret toplumlarıyla serbest
ticaret yapıyor olsa bile, üretken güçlerin ve doğal yardım kaynaklarının
büyük bir bölümü boş ve kullanılmadan durmaktadır. Zihinsel ve politik
eğitimi, savunma güçleri sınırlıdır. Oysa sanayi gücü; bilimi, sanatı ve politik
mükemmelleşmesi ilerletir, halkın gönencini, nüfusunu, devletin gelirini ve
ulusun kudretini artırır, ona ticaret bağlantılarını dünyanın bütün bölgelerine
yayacak ve sömürgeler edindirecek araçlar sağlar, balıkçılığı, gemiciliği ve
80
81
F.List,1959,s.44
F.List,1931,s.323-330
31
deniz kuvvetlerini besler. Yalnızca onun sayesinde yurtiçi tarım yüksek bir
eğitim aşamasına çıkartılabilir.82
Sanayinin, sağladığı dışsal ekonomiler, kalkınma sürecinde önemli bir
rol oynuyor olması, List’e göre, tarım toplumundan tarım-sanayi-ticaret
toplumuna geçişin hiçbir güçlükle karşılaşmadan gerçekleştiği anlamına
gelmemektedir.
Çünkü
bütün
uluslar,
(Lehrenprozess)
aynı
anda
girmemektedir.
Lachmann’a göre, bazı uluslar daima diğerlerine göre ekonomik ve
teknolojik bakımdan daha ileri gitmiş olacak ve buda diğer ulusların, ileri
ulusları yakalayabilmek için birtakım iktisat politikası müdahalelerinin
yardımına başvurmalarına yol açacaktır. Dünyadaki bütün ulusların aynı
kalkınmışlık düzeyinde olmaları, öyle görünüyor ki, gelecek yüzyılda da
gerçekleşmeyecektir. List’in kuramı bu yüzden güncelliğini korumaktadır.83
“Tarım halklarının, serbest ticaret koşullarında tarım-sanayi-ticaret
ulusları sınıflarına geçişleri; ancak aynı eğitim sürecinin sanayi gücünü
yükseltme yeteneğindeki bütün uluslarda aynı anda gerçekleşmiş olması,
ulusların ekonomik eğitimlerinde birbirlerinin yoluna hiçbir engel koymamış
olmaları, savaşlar ve gümrük sistemleri yüzünden birbirlerini ilerlemelerinde
rahatsız etmemiş olmaları durumunda kendiliğinden gerçekleşebilirdi. Oysa
bazı uluslar özel koşulların yardımıyla sanayide, ticarette ve gemicilikte
diğerlerinin önüne geçtikleri; bu mükemmelleştirmelerden hareketle, diğer
uluslara karşı politik üstünlük sağlayacak ve onu sürdürecek en etkili araçları
erkenden fark ettikleri için; bir sanayi ve ticaret monopolü sağlamak ve daha
az ilerlemiş ulusların ilerlemelerinden alıkoymak amacındaki ve hala da o
amaca yönelik olan önlemleri aldılar.84”
List’te endüstriyel eğitimi için, yalnızca gümrükler yeterli değildir.
Altyapı (demiryolları v.b.) onların geliştirilmesi, eğitim ve yasal düzenlemeler
de kalkınma sürecinde önemlidir.85
82
F.List,1959, s.41
Lachmann,s,45
84
F.List,1959,s.40
85
F.List,1928,s.334
83
32
“Yerli endüstrinin, etkililiği ve kullanabilirliliği kuşku götürmez olan
teşvik araçları hakkında tartışmak planımızda yoktur. Bunlar arasında
örneğin öğretim kurumları, özellikle teknik okullar, sanayi sergileri, ödüllü
yarışmalar, taşımacılıktaki gelişmeler, patent yasaları v.b. endüstriyi teşvik
edecek iç ve dış ticareti kolaylaştırıp düzenleyecek türden bütün yasa ve
kurumlar bulunmaktadır. Biz burada yalnızca, endüstriyel eğitime yönelik bir
araç olarak gümrük yasalarından söz edeceğiz. 86 ”
List’in gümrük sistemine göre, dışsatım yasakları ve dışsatım
gümrükleri birer istisna oluşturmaktaydı. 87 Dışsatım pirimleri ise “yerli
fabrikaların ileri ulusların fabrikaları karşısında üçüncü ulusların pazarlarına
yapacakları dışsatımı ve oradaki rekabetlerini kolaylaştıran sürekli bir önlem
olarak kötü; kendisi sanayide henüz yeni ilerlemeler kaydetmiş olan ulusların
sanayi ürünü pazarlarını ele geçirmede kullanılan bir araç olarak daha da
kötüydü.88 Gerçi List, ithal edilen ürünlere, mali amaçlarla ılımlı gelir
gümrüklerinin (Einkommenszölle) konulmasını olanaklı görüyordu ama
gümrük sisteminin asıl ağırlığı, koruyucu gümrüklerdeydi.(Schutzzölle)
Yalnızca yerli endüstrinin teşvik edilmesi ve amaçlayan bu tür gümrükler ise
bir tek genç tarım-sanayi toplumları için hoş görülebilirdi.89
“Ulusun ekonomik kalkınmasını dış ticaretin düzenlenmesi aracılığıyla
teşvik edici bir araç olarak gümrük sistemi, ulusun endüstriyel eğitimi ilkesini
temel almalıdır.90”
List’e göre “yalnızca ulusun sanayi gücünü teşvik etmek ve korumak
amacıyla” konulması gereken dışalım gümrüklerinin en önemli özelliği, belki
de, sürekli bir önlem olma karakteri taşımıyor olmalarıydı. Bu geçici koruma
dönemi, aşamalar kuramına göre, kalkınmanın yalnızca dördüncü aşamasına
rastlıyordu. Bu geçicilik, aynı zamanda, List’in nihai amacının, tam ticaret
serbestliği olduğunu da ima ediyordu.1839 yılında bir çalışmasında
belirdiğine göre, koruma sistemi, kozmopolit öğretinin temel kurallarıyla
86
F.List,1959,s.273
F.List,1959,s.273
88
F.List,1959,s.278
89
F.List,1928,s.119-121
90
F.List,1959,s.44
87
33
çelişmemekte,
bulunmaktaydı.
tam
91
tersine
onunla
mükemmel
bir
uyum
içinde
Çünkü koruma sistemi yavaş yavaş bütün uluslar artık öyle
bir endüstri, uygarlık ve politik güç düzeyine ulaşacaklardı ki birbirleriyle
birleşmemeleri ve dolayısıyla da genel bir ticaret serbestliğine geçmemeleri
için bir neden kalmayacaktı.
List serbest ticaretten veya dışalımın tamamen yasak olduğu
sistemden koruyucu sisteme geçişi aşamalı bir geçiş biçiminde düşünüyordu.
Artarak
veya
azalarak
olan
gümrük
oranları
çok
daha
önceden
saptanmalıydı. Bir ulusun, savaş veya benzeri nedenler yüzünden zorunlu
olmadıkça, ticaret yasakları (Prohibitionen) ile dışarıya birdenbire ve
tamamen kapanmasını çok zararlı ve yanlış buluyordu.”Yüksek gümrük
oranlarını” ise aşağı yukarı dışalım yasaklarıyla aynı değerde görüyordu. List,
o zamanların Almanya’sı için ılımlı gümrük oranlarının uygun olacağını
söylüyordu. Fakat bu üç düzeyden hangisinin daha iyi olduğunun, ilgili
ülkenin kendine özgü koşullarına ve sanayisinin durumuna bağlı olduğunu
belirtiyordu.92
Gümrük
oranlarının
yüksekliğinin
saptanması
için
kullanılabileceğini düşündüğü ölçütü ise şöyle dile getiriyordu:
“Korumanın çok abartılması ve aceleye getirilmesi, ulusun kendi
gönencinin azalması nedeniyle kendisini cezalalattırır. Bir kez korunmakta
olan endüstri dalının korunma oranı, asla, bu endüstrinin yabancı rekabet
yüzünden varlığını tehdit edebilecek kadar ileri gitmemelidir. Var olanın
muhafazası ulusal endüstrinin köklerinin ve gövdesinin korunması kesin ilke
olmalıdır. Buna göre, yabancı rekabetin yıllık tüketim artışından pay almasına
izin verilebilir. Gümrük oranları; dış rekabet, yıllık artışın en büyük bölümünü
veya tamamını elde ederse, artmalıdır93.”
List üç mal grubunu, yani tarım ürünlerini, pahalı lüks malları ve
karmaşık makineleri, bir ekonomide korunması gereken mal grupları
arasında görmüyordu.94
91
F.List,1959,s.44-50
F.List,1959,s.44-51
93
F.List,1959,s.45
94
F.List,1959,s.46-47,277
92
34
“İç tarım koruma gümrükleriyle ilerletmeyi istemek, iç tarım ancak
yurtiçi sanayiler aracılığıyla ekonomik biçimde gerçekleştirilebileceği ve
yabancı hammaddelerin ve tarım ürünlerinin dışlanması yüzünden ülkenin
kendi sanayilerinin gelişmesi bastırılacağı için, budalaca bir başlangıçtır. 95”
“Gerçi bir iç sanayi gücünü kurabilecek yetenekteki bir ulusta, sanayi
ürünlerinin fiyatları serbest dışalım durumundakinden dışalım gümrükleri
ölçüsünde daha yüksektir, ama iç sanayi gücünün ilerlemesi ve böylece iç
rekabetin oluşması sonucu, fiyatlar zamanla, serbest dışalımla olduğundan
da aşağıya düşecektir. Oysa tarım ürünlerine konan dışalım gümrüklerinin,
bu canlandırıcı etkisi yoktur, sonradan fiyat azalmasına yol açmazlar. 96”
En az dikkat edilmeyi ve en az korunmayı hakkeden sektörler, sırf
pahalı lüks mallar üretenlerdir; ilkin, üretimleri yüksek bir derecede teknik
eğitim gerekliliği; ikincisi, bunların toplam değerinin bütün ulusal üretime
oranı önemsiz olduğu ve dışalımla tarım ürünü ve hammadde veya sanayi
ürünleri olarak ödenebileceği, sonra, savaş zamanı dışalımlarının kesilmesi
pek hissedilir sıkıntılar yaratmayacağı; son olarak da, yüksek koruma
gümrükleri bu mallarda kaçakçılık yoluyla en kolay biçimde çiğnenebileceği
için.
Teknikte ve makine üretiminde henüz pek kayda değer ilerlemeler
yapmamış uluslar; bütün karmaşık makinelerin dışalımını, bu ilişkide, en ileri
ulusun yaptıklarını yapabilecek duruma gelinceye kadar ya serbest bırakmalı
yâda yalnızca düşük gümrüklendirmelidir. Makine fabrikaların, bir yerde,
fabrika fabrikalarıdır ve yabancı makinelerin dışalımına konacak her gümrük,
iç sanayi gücüne getirilecek bir sınırlamadır.97
.
List teorisinin esas sonucu olarak, Almanya’nın günümüzde normal
durumunu tesis etmek için geniş ve işlenmeye uygun bir alana ihtiyaç
duyduğudur. Bu yüzden List tüm yerli fabrikasyon dalları için somut bir
korumacı gümrük talep eder. Bunun yanında ayrıca kuzeyden ve güneyden
deniz kıyısına kadar gümrüksüz alanın genişletilmesi, Alman deniz gücü ve
95
F.List,1959,s.44
F.List,1928,s.120
97
F.List,1959,s.277
96
35
bir politik yön belirleme kuramı talep eder. Böylece List bir sistem
oluşturduğunu düşünür. Bütün bunlar bizim zamanımız için tuhaf görünebilir.
Teori ile uygulama kozmopolitçiliğin zemininde uyumlu hale getirilmez. Bu
uyum ancak eşyanın tabiatında, tarihin öğretisinde ve milletin ihtiyaçları
üzerinden
gerçekleşebilir.
Ve
bugüne
değin
skolâstiğin
fazla
süslü
terminolojisi sayesinde sağlıklı insan mantığı sersemletilmiştir. Bundan sonra
ise, politik ekonomi her eğitimli mantığa açık olacaktır.
List bir yandan Burke ile karşılaştırılmıştır. Ve hatta ekonomik Luther
olarak görülmüştür. Fakat aynı zamanda diğer yanda cahil Pazar tellallığı
olarak nitelendirilmiş ve yazılarındaki iyi yönleri Müller’den çalmakla itham
edilmiştir.98
Her iki hükümde abartılıdır ve partizanlığın emareleridir. Bu
partizancılık List’e yönelik basın kuruluşları içinde ve hayatın kendisinde
oluşmuştur.
List, bilimi halkın meselesi haline getiren ilk Alman Milli Ekonomistti.
Zamanın şiddetli eğilimleri doğrultusunda, Milli bağımsızlığa iktisadi alanda
bir anlam kazandırmıştır. List ayrıca Milli Ekonomik çıkarları tanımlayarak
halk partilerinin oluşmasına vesile olmuştur. Almanya’nın tüm endüstrisine
ortak bir çaba ve Milli bir amaç armağan etmiştir. İlk endüstriyel hatip ve
propagandisttir. Tek yönlü, rastgele, abartılı ve esasında sadece tek bir
zaman fikrini bin bir farklı varyasyonda tekrarlayan fakat bunlara rağmen
Alman halkının refahı için çalışan biriydi. Çünkü milli sorunlarla ilgili tüm
tartışmalar, içeriği ne denli saçma olursa olsun hesaplanamaz bir katkı
sağlar. Çünkü uyuyan ruhları uyandırır. Çünkü insanları egoist alanlarından
dışarı çıkartır. Ve bunları ortak varlık konusunda düşüncelere sevk eder. Ve
çünkü kamusal alan bilinci yaratarak ortak maneviyatın gelişmesine sebep
olur.
Buna bir başarı daha eklemek mümkündür. List Alman Milli
Ekonomisini tarihçi çalışma yapmaya adeta zorlamıştır. Korumacı gümrük
sisteminin ve Milli Ekonomik hayat eğitiminin gerekliği hususundaki
sebeplerin en az yarısını tarihten almıştır. Yeniçağda kültürün zirvesine
98
Üstelik bu aşırdıklarını yanlış anlayarak tekrarladığı iddia edilmiştir.
36
çıkmış olan Avrupa devletlerinde endüstri ve ticaret onun önerdiği biçimde
devlet tarafından gerçekleştirildiğini göstermeye çalışmıştır.99
Örnek olarak verdiği İtalya’da zamanın bağımsız İtalyan devletlerinin
milli birlik noksanlığından deniz ulaşımı egemenliğini almalara kaptırmış
olmaktan, milli denge unsurunun bulunmayışından ve içsel üretici kuvvetlerin
tamamen eğitimli hale gelmesinde dolayı, battığını göstermiştir.100 List
böylece kendisine itiraz eden çevrelere, bulundukları soyut alanlardan
dışarıya çıkarak tarih alanına dâhil olmalarını salık verir. Çünkü bu şekilde
halkların somut ilerlemelerini araştırmak mümkün olacaktır. Oysa Milli
Ekonomistlerin pek çoğu bu tarihsel alanda çalışmaya alışkın değillerdi. List
teorisinin zafer gibi görünen bu başarısının altında beklide bu neden
yatmaktadır.
Ayrıca bilim üzerinden Klasiklerin yaptığı gibi, tamamen soyutluluk
içinde ve tümdengelim yoluyla, statik modellerin geçerlilik kanunlarını elde
etme niyetinde değildi. Onun bakış açısı ve düşünce şekli, “mekanik değil
organikti,
dinamikti ve idealistti.101”List’in bir başka önemli başarısı ise,
korumacı gümrük meselesinde Smith ispatlamalarını tüm zamanlar için
geçersiz kılmasında yatmaktadır. Smith’in ticaret özgürlüğünün ispatı olarak
ortaya koyduğu üç temel cümle, Smith öğretisinin tek taraflılığını belgeler.
Gerçi bu cümlelerin savunulmaz oluşu daha önce Lauderdale tarafından
ispatlanmıştı.102
Ve Müller aynı şekilde aksini kabul ettirmişti.103 Fakat her
ikisi de gerçek anlamda List’in başarısını gösterememişlerdir. Çünkü bunlar
bir bağlam içinde değillerdi ve pratik sorunun somut uygulamasına yönelik
değillerdi.
99
Burada saydığı Avrupa devletleri arasında İtalya, Fransa ve İngiltere’de vardır.
İtalya yüzyılın başına değin küçük devletlerden oluşurdu. Bunlar arasında Amalfi, Pisa, Cenoa ve
Venedik vardır.
101
Salin, Edgar, (Hrsg), Gesichte der Volkswirtschaftslehre, 4.Aufl,Bern,1951,s.130
102
Lauderdale, Über Nationalwohlstand,bölüm2,s.67 Burada Lauderdale bireysel zenginliğin artış
oranının genellikle milli servetin azalması oranıyla aynı olduğunu ispatlar ve tersi. Çünkü tekil
ürünlerin takas değeri örneğin gıda maddeleri ne kadar büyürse bu tekil ürünlerin temin edilmesini o
denli zorlaştırır. Bu tekil ürünün takas değeri ne kadar azalırsa temin edilmesi o oranda kolaylaşır.
103
Müler, Elemente Der Staatskunst, s. 18-20
100
37
1.3.3. List’in Tarihçi Okula Yaklaşımı
Politik –ekonomi öğretiler tarihinde, çok sayıda yazar, List’i farklı
şekillerde değerlendirmişlerdir. A.E.Ott ise, onun iktisat teorisyeni olmadığını,
daha ziyade iktisat politikacısı olarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade
etmiştir.104 Ott bu görüşü Schumpeter ile paylaşır. Schumpeter ayrıca List’in
bilimsel çalışmalarını, aşağıdaki gibi değerlendirir:
“Ekonomik teoriyi yakından tanıması veya bunun daha kolay
yazarlarıyla olan irtibatı dolayısıyla ve yabancı politik- ekonomilerle olan
ilişkileri sayesinde, bir takım hatalardan, yanlış anlaşılmalardan ve hatta
küçük düşüncelerden korunmuştur. Ama bununla birlikte, onun saf ekonomik
çalışmaları, pek derin sayılmaz.”105
Randak’a göre, List dinamik kalkınmanın gerekliliğine göre, serbest
ticaretçi veya korumacıydı.106 Henderson’a göre ise, politik ve yayıncılık
etkinliklerinin son döneminde List, Almanya’nın ekonomik büyümesini teşvik
edeceğine gücünü ve itibarını yükselteceğine inandığı iki düşünce için
mücadele etmişti. Düşüncelerinden biri, koruma gümrükleri, demiryolu yapımı
ve diğer önlemler aracılığı ile sanayileşmenin hızlandırılması, diğeri, bir orta
Avrupa gümrük birliğinin kurulması.107
Politik- ekonomik alan üzerinde Almanya’yı anlamak isteyen, List’i
okumak zorundadır. Zira List en fazla Alman olanların arasındadır.108 List,
19. yüzyılın büyük Alman Ekonomisti olarak anılmıştır. 109 Ayrıca günümüz
bağlamında ise, oldukça önemli bir konuma sahiptir.110Onun eserinin bu
104
Ott, A.E, Die İdeengesichtliche Bedeutung Friedrich Lists für dieNationalökonomie,in,
H.(Hrsg), Die Bedeutung Friedrich Lists in Vergangenheit und Gegenwart,Baden-Baden,
1990,s.49
105
Schumpeter,1 Joseph A;Epochen der Dogmen und Methodengeschichte, in Grundriss der
Sozialökonomik,1.Abteilung, Wirtschaft und Wirtschaftwissenschaft, Tübingen,1914,s.47
106
Randak,H,Friedrich List und die wissenschaftliche wirtschaftspolitik,Basel und Tübingen,
1972,s.42
107
Henderson,1978,s.545
108
Wiskemann,E,Lükte,h,(Hrsg),Der Weg der Volkswirtschaftslehre –ihre Schöpfer und Gestalter
im 19.Jahrhudert,Berlin,1937,s.54
109
Wiskemann,1937,s.47
110
Jessen,J,Volk undWirtschaft,Zugleich eine Einführung in das Wirtschaftsleben,
Hamburg,1935,s.100
38
şekildeki pozitif değerlendirilişi, onun “üretici güçler” teorisine ve aşamalar
teorisine dayanır.111
Wiskemann’a göre, List’in öncü rolünün önemi, onun teori ve
uygulamasının birleşik olmasından kaynaklanır. List sisteminin kendi içinde,
noksan olan teorik kapalılığını ise pozitif değerlendirmiştir. Zira Wiskemann,
“nitelikli zenginleştirme kuramına, atomculuğuna ve kozmopolitliğine” karşı,
List’in kendi “üretici güçler” teorisini yerleştirmiştir. Ve bunun sonucunda yani
bir “felsefi-bütünsellik-dogması” oluşturmamış ve yeni bir “skolâstik” icat
etmemiştir112.Ayrıca List kişilik itibarıyla politik bir insandı ve hedefi
Almanya’ya tarihsel misyonunu hatırlatmaktı.113
“Onun içinde Alman ateşi yanar; eski İmparatorluğun çöküşü ve
Almanya’nın
büyük
Korsikalı
tarafından
aşağılanmasının
ardından,
Almanya’nın tüm kuvvetlerini, Milli bağımsızlık ve uzlaşı, politik ve iktisadi
yükseliş üzerine birleştirmek istemiştir.”114
Wiskemann,
List’e
ırkçı
teorik
bir
fonksiyon
yüklemekten
çekinmemiştir. Zira onun için önemli olan “germanik ırkını en yüksek yayılma
kabiliyetine ulaştırmaktır.” Bu perspektiften bakıldığında, List’in talebi olan bir
İngiliz –Alman ittifakı esasında “germanik kardeş milletlerin” birleşmesinden
ibarettir.115
Wiskemann, List’in inceleme yönteminde özellikle “politik
peygamberliği” ön plana çıkarmıştır:
“Milleti onun içinde, sanki varlığın kendisinin, aynadaki görüntüsü
kadar özdeşti. Fakat bununla birlikte başka ulusların şartlarını ve kaderlerini,
onların kök-ırk özlüklerinden ve aynı zamanda onların politik-tarihsel
alanlarından analoji yoluyla, kesin bir gerçeklik içinde yakalamıştır.”116
List aşamalar öğretisini sonuçta, tarihsel bilgisinden ziyade, bu öngörü
kabiliyetine borçludur.117 Buna karşı Salin, List’in “başarılı bir teori”
111
Woll,H,Die Wirtschaftslehre des deutschen Faschismus,München,1988,s.51
Wiskemann,1937,s.135
113
Janssen,H,Nationalökonomie und Nationalsozialismus die deutsche Volkswirtschaftslehre in
den dreissiger jahren,Marburg, 1998,135
114
Wiskemann,1937,s.135
115
Wiskemann,1937,s.54
116
Wiskemann,1937,s.52
117
Wiskemann,1937,s.52
112
39
sunduğunu ve bunun hatta Ricardo’un “rasyonel teorisinden” bile, daha
yüksek bir verimlilik kabiliyetine sahip olduğunu belirtiyor.118 List aynı
zamanda
iktisat
bilimi
tarihinde,
farklı
şekillerde
ve
farklı
yerlere
konumlandırılmıştır. Pek çok yazar onu özel bir şekilde değerlendirir ve ona
Romantizm ile Tarihçi Okul arasında, kendine özgü ve bağımsız bir pozisyon
verir.119
Bununla birlikte List, çoğu zaman Tarihçi Okul’un öncüsü olarak kabul
edilir.
120
Aşamalar öğretisini ortaya çıkardı ve bu yol doğrudan Tarihçi Okul’a
gidiyordu.121 Birinci kuşak Tarihçi Okul’un baş aktörü olan Roscher, onun
“ender rastlanan tarihçi bir mantığa” sahip olduğunu belirtmiştir.122 Fakat
bununla birlikte onun tarih bilgisi, gerçek kaynaklardan çok, etrafta bulunan el
kitaplarından ileri gelir. Sözlerinden sonra şu şekilde devam eder. Bu tabiî ki
daha büyük onur. Zira bu denli az olandan, bu kadar çok üretmek
önemlidir.123
Hildebrand ise, List’i açık şekilde akademik bilince sahip olmadığını,
fakat bununla birlikte olağanüstü etkileme kabiliyetine sahip olduğunu kabul
etmiştir.124Ayrıca
List
Alman
Milli
ekonomisini,
tarihçi
araştırmalara
zorlamıştır sözlerini sarf etmiştir.125 Ama onun aşamalar öğretisini “tarih dışı”
ve “kozmopolit” olarak eleştirmiş ve onun devlet anlayışının “atomcu”
olduğunu ifade etmiştir. Hildebrand, List ile ilgili şu açıklamalarda
bulunmuştur:126
118
Salin,1951,s.130
Winkel,1977,s.79
120
Rieter,1994,s.133,Spiegel,1991,s.417,Schachtschabel,1971,s.134
121
Rieter,1994,s.137
122
Rieter,1994,s.138
123
Roscher, William; Geschichte der National-Öekonomik in Deutschland, München und
Berlin,1874,s.978
124
Eisermann, G;Die Grundlagen desHistorusmus in der deutschen Nationalökonomie,
Stuttgart,1956,s.55
125
Hildebrand, Bruno; Die Ntionalökonomie der Gegenwart und Zukunft,1848 Dasselbe in,
Sammlung sozialwissenschaftlicher Meister, Bd,22,herausgeg, von Hans Gehrig, Jena,1922,s.55
126
Hildebrand,1922,s.61
119
40
“Özel çıkarın, kamusal fayda yararına ikincil kabul edilmesi sadece
akıllılık adına ve bireysel fayda namına yapılmış ve bu ortak yaşamın doğası
gereği, ahlaki bir görev olarak kabul edilmemiştir.127”
Knies ise, eleştirileri daha ileri götürmüş ve “List oldukça orta karar
tarihçi bilgilenmeyle, en başında evlat edindiği bir şemayla tarihi işletmeye
çalışmıştır. Tarihten ders çıkarmak yerine, tarih öğretisini kendi teorisinin
ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirmeye çalışmıştır” tespitinde bulunmuştur.
Knies bununla birlikte onun hakkını teslim etmiştir:
“Politik-ekonominin
tarihsel
gelişimini
kuvvetlice
işaret
ederek,
geçmişin karşı çıkılmaz öğretilerine olağanüstü bir şekilde dayanarak,
kendisinden
önce
gelenlerin
yapmadığı
ölçüde
politik-ekonominin
sorunlarının doğru çözümü konusunda, tarihsel araştırmaların önemini
vurgulamış ve geniş çevrelerde bunu kabul ettirmiştir.”128
Schmoller ise, onun “gerçek bir öğretici, katı bilim ve metot adamı”
olmadığını belirtir.129 Ve bilimin ise “katı metotlara, serinkanlı hesaplamalara
ve dikkatli bir çalışmaya ihtiyaç duyduğunu” ifade eder. Ayrıca tüm bunların
“List’e yabancı olduğunu” anlatır.
Buna rağmen onun bilimsel etkisini
kabullenir.130
“Üretici güçler öğretisiyle ki, bütün refah bu temele dayanır. Sadece
fiyatların inmesi ve çıkmasıyla yönetilen, mekanik iktisadi süreçlerin
materyalist tasavvurunu, kimsenin gerçekleştiremediği ölçüde yenilgiye
uğratmıştır. Bunun neticesinde kimsenin yapmadığı kadar, tüm toplumsal
yaşamın tarihi –psikolojik kökenlerinin araştırmalarını enerjik bir şekilde
desteklemiştir. Yeni Alman bilimi, onun düşüncelerine bulaşmış ve tamamıyla
onun etkisi altına girmiştir.131”
127
Hildebrand,1922,s. 58
Knies, Karl; Die politische Ökonomie vom geschichtlichen Standpunkt,2.erweiterte Aufl, der
Politischen Ökonomie vom Standpunkt der geschichtlichen Methode, Braunschweig,1883,s.16
129
Eisermann, G,Friedrich Lists Lebenswerk in Schefolt, B(Hrsg),Studien zur Entwicklung der
ökonomischen Theorie X,Berlin,1990,s.62
130
Schmoller, Gustav; Über einige Grundfragen der Socialpolitik und der Volkswirtschaftslehre,
Leipzig,1898,s.136
131
Schmoller,1889,s.137
128
41
1.3.4. List’in Smith’ci Sisteme Yönelik Eleştirileri Ve Müller İle Olan
İlişkisi
Almanca
literatürde,
(Erziehungszollargument)
List
olarak
daha
çok
eğitici-gümrük
adlandırılmaktadır.
Amerika
argümanı
Birleşik
Devletlerinin ilk maliye bakanı Alexander Hamilton(1757-1804) Report on
Manufactures(1790) adıyla bilinen raporu nedeniyle, bebek endüstriler
argümanının ilk savunucusu olarak tanınır. Onu, yine Kuzey Amerika’da
Daniel Raymond (1786-1849) ile Henry Charles Carey (1793-1849) ve
Almanya’da F.List(1789-1846) izlemiştir. List’in eğitici-gümrükleri savunuşu,
başka hiçbir iktisatçıda aynı yoğunlukta olmamıştır.
List’in düşüncelerinin
etkileri, o günkü politikacılar ile sınırlı kalmamıştır. Yirminci yüzyılın
gelişmekte
olan
ülkelerin
yöneticileri
de,
onun
görüşlerinden
yararlanmışlardır.(ithal-ikamesi politikası) List’in kurduğu dinamik üretici
güçler kuramı(die dynamische Theorie der produktiven Krafte) ve beşeri
sermayenin önemini ve kalkınma sürecinde altyapının rolünü vurgulaması
nedeniyle, iktisat bilimi ve tarihinde özel bir yeri vardır.
List, Smith’in serbest ticaret sistemini:
“Eğer Smith’in parçalara ayırma yeteneği olduğu kadar bir araya
getirme yeteneği de olsaydı, işbölümünün, yalnızca, değişik sanayi dallarının
kendileri ve diğerleri için eğitilmiş, gelişmiş ve birbirleriyle karşılıklı etkileşim
içinde olmaları; ulusun bütün sanayi gücünün eğitilmişliği/gelişmişliği ve ona
bağlı olan tarımla karşılıklı etkileşim içinde oluşları; bu iki üretim etkeninin
eğitilmiş-gelişmiş ve dış ticaret tarafından desteklenmekte, taşınmakta ve
onunla karşılıklı etkileşim halinde olmaları ölçüsünde olanaklı olduğu
gözünden kaçmazdı. O zaman, zaten tarım, sanayi, dış ticaret ve gemiciliği
bir
ulusun
organik
tamamlayıcı
öğelerinden,
ulusal
varlığın
asli
cevherlerinden olduğunu anlamış olması gerekirdi. Smith’in sisteminin temel
kusuru, ulusların ekonomisini sonradan yeniden doğasına uygun olarak bir
araya getirmek ve birbirine bağlamaksızın atomlarına ayırmasından;
42
böylelikle yalnızca sanayiyi ve ticareti ulusun organizmasının bütünlüğünden
söküp çıkartmamasından ibarettir.”132 Ve kozmopolit olarak nitelemiştir.
“Smith, ulusu ve onun aralarındaki tarım, sanayi, dış ticaret ve
gemiciliğinde hesaba katılması gereken tamamlayıcı öğelerini fark etmemiş
ve tanımamıştır. Biz serbest ticaret sistemini, ulusların özel koşullarıyla ve
gereksinimiyle ilgilenmediği, tam tersine her ulusun bireylerini diğer bütün
uluslarınkiyle karşı karşıya koyduğu ve böylece yalnızca, bireylerin ve bütün
insanlığın ilişki ve durumlarını göz önüne aldığı için kozmopolit olarak
adlandırdık”133
“Tıpkı insan toplumuna-bütün insanlığı göz önünde bulunduran
kozmopolit ve özel ulusal çıkar ve durumları dikkate alan politik-iki bakış
açısından bakılabileceği gibi, bireylerin ve toplumun ekonomisinin bütününe
de iki ana noktadan bakılabilir.
Yani zenginlikleri ortaya çıkartan kişisel,
toplumsal ve maddi güçler dikkate alınarak veya maddi malların değeri
dikkate alınarak.134 ”
List, bunun yerine organik (yani atomistik olmayan) ve ulusal (yani
kozmopolit olmayan) bir sistem kurdu ve bu yüzden de onu, aynen 1841’de
yayınlanan ünlü kitabının başlığında olduğu gibi, ulusalpolitik-ekonomi
sistemi (Das nationale System der politschen Ökonomie) olarak adlandırdı. 135
List’in çözümleme ölçeği, neoklasik kuramda olduğu gibi birey veya
Marksizmde olduğu gibi belirli toplumsal sınıf değil, ulustu.136 List’in
neoklasklerce ve Marksistlerce kabul edilmemiş olmasının asıl nedeni:
“Ulusu canlı bir organizma olarak, List kendi sisteminde, yalnızca
ekonomik olanı değil, ekonomik olmayanı da dikkate almıştır: Sosyal, sivil ve
politik koşul ve kurumlar veya kısaca toplumun organizasyonu, bir ulusun
kalkınma (sanayileşme) sürecinde yaşamsal bir rol oynar.137”
Halkların üretken gücü yalnızca, bireylerin çalışkanlığı, tasarrufluluğu,
ahlaklılığına ya da doğal taban ve maddi sermayelere sahip olunmasına bağlı
132
F.List,1931,s.331-332
F.List, 1931,s.426-427
134
F.List,1959,s.40-41
135
F.List,1931,s.324-428
136
Randak,1972,s.28-30
137
Haddad,1987,s.18
133
43
değildir. Aynı zamanda, toplumsal, politik ve sivil kurum ve yasalar ile her
şeyden önce, ulusun sürekliliği, bağımsızlığı ve kudretinin sağlanmasına da
bağlıdır.138 Hiristiyanlık dini, tek eşlilik, köleliğin ve kulluğun kaldırılması,
tahtın babadan oğla geçmesi, matbaanın icadı, serbest toprak mülkiyetine
geçilmesi ile taşıma araçları üretken gücün zengin kaynaklarıdır. Yargının
açıklığı, jürili mahkeme, parlamenter yasama, devlet yönetiminin kamusal
denetimi, belediyelerin özyönetimi, basın özgürlüğü, kamu yararını amaç
edinen dernekler; anayasal devletlere, başka araçlarca üretilmesi çok zor
olan bir güçler toplamı sağlar.139
Yine, ulusu canlı bir organizma olarak görüyor olması, List’i tarihin
öğretileri (die Lehren der Geschichte) bağlamında tarihsel-ampirik ve
bağımsız bir üretken güçler kuramının kurulması anlamında dinamik bir
yaklaşıma götürmüştür. Çünkü ona göre, ekonominin ağırlık noktası “sürekli
gelişen, hep akım halindeki toplumda” yatmaktaydı. 140List Amerika’da
1825’den 1830’a dek geçen sürgün yıllarında, ulusal “ekonomilerin aşamalı
Kalkınması”nı fark etmişti.1411846 yılına kadar, çeşitli ulusların tarihlerini
inceledi ve hep onlardan bir şeyler öğrenmeye çalıştı. Tarihsel deneyimlerin
toplamı, onun aşamalar kuramının(Stufentheorie)ve böylece de, önerdiği dış
ticaret politikasının temelini oluşturuyordu.142
List genel anlamda Smith’in teorisinin suçlamalarını üç kelimeyle
özetler:
Kozmopolitik,
suçlaması
sonucu
materyalizm
öngördüğü
ve
partikülarizm(parçacılık)Her
iyileştirmeler
Müller’in
tavsiye
üç
ettiği
iyileştirmeler ile denk düşer. Her ikisi de ulusun ekonomisini natürel ve gerekli
olan birim olarak değerlendirir. Her ikisi de ulusları birbirinden ayıran farkları
kabul eder. Buna karşın kozmopolit görüşte ulusların ayniyeti söz konusudur.
138
F.List,1959,s.41
F.List,1959,s148
140
Fuerth,1920,s.26-27 List’in en büyük katkısı eğitici-koruyucu gümrükler, sanayinin geliştirilmesi
v.b. konularla ilgili görüşleri değildi. Bütün bunlar yalnızca sonuç görünümleridir. Onun
kazandırdıkları bundan çok daha kapsamlıydı. O iktisada yeni bir alan açtı; statiğin yanına dinamiği
koydu.
141
F.List,1959,s.67
142
F.List,1959,s.39
139
44
Her ikisi de tüm ruhi ve politik Milli gücü,
bir ulusun ekonomik amacına
hizmet eden araç olarak görürler.
Bunun karşısında duran Smith teorisi ise, sadece materyal güçlerin ve
takas değerinin toplamı olarak görür. Fakat Smith sistemine yönelik tüm bu
tezatlıklar, List’in anlayışında çok farklı bir mantık taşır. 143 Müller’de birey
Millet içerisinde çözünür. Bireyin amacı ve görevi ahlaki devlet toplumunu
oluşturmaktır. List’te ise, birey için millet ve devlet sadece amaca yönelik
araçlardır. Refah ve mutluluk ise tüm insani varlığın görevi olmaya devam
eder. Müller’de ulusların sürtüşme halinde olmaları doğaldır. Hatta savaş bile
gerekli araçtır. Böylece bütün ulusların kendi içerisinde bağımsız hayat
kudretini koruması hedeflenir. List’te ise tüm politik ve ekonomik sürtüşmeler
geçici araçlardır. Burada amaç uluslar arasında, sonsuz bir barış ve genel
ekonomik eşitlik sağlamaktır. Müller milli güç kelimesiyle, canlı bir dönüşen
etkileşim ve tüm değerlerin ile kuvvetlerin Milli birlikteliğini anlar. Buna karşı
List bu kavram altında bir milletin tüm üretim güçlerini algılar.
Her ikisi de aynı zamanda Smith’in serbest ticaret ve modern polis
devletinin bürokrasisine karşı mücadele ederler. Fakat Müller bunu tekrar
ikame ettirmeye çalıştığı eski hukukun kökten aristokrasi anlayışı için yapar.
List ise, buna karşı yükselişte olan para ve fabrikasyon endüstrisinin çıkarları
doğrultusunda davranır. Her ikisi de anlık çıkarlar yerine, bir milletin sürekli
faydasını ve tüm gelişimini tercih ediyorlar. Müller bunu eski ortaçağın
ekonomik anlayışını kurgulamak için yapıyor. Sonuçta bu düzen para
ekonomisi tarafından yıkılmıştır. List ise modern ekonomiyi her yerde
yapılandırmak ve ona sürekli olan gelecek oluşturmak için bu tercihte
bulunmaktadır. Geçmiş yüzyılın soyut özgürlük prensibini, teorileri içerisinde
protesto ederler. Müller bunu geçmiş ve ölmüş olan namına protesto etmiştir.
Buna karşın List güncel ve canlı milliyetler adına protesto faaliyetini
yürütmüştür.
Müller, Smith sitemine düşmandır, çünkü kentsel fabrika endüstrisinin
sadece İngiltere için uygun olduğunu düşünür. Müller’in ret ettiği her konu ve
143
K.H.Brüggemann, H,Politische Ökonomie in kritischen Jahren Die Friedrich List Gesellschaft
e.V. VON 1935-1925, 1956,s.56
45
her nokta, List için olağanüstü değerlidir. List Almanya’yı iyileştirmek ister,
çünkü ona göre, Almanya hala eskiye bağlıdır ve fabrikasyona henüz
yeterince geçememiştir. Müller’de Almanya’yı iyileştirmek ister. Fakat
Müller’in çıkış noktası farklıdır. Çünkü ona göre, Almanya eski olanı yıkmış
ve İngiltere’nin endüstriyel faaliyetine doğru yönelmiştir.
1.3.5. List Topluluğu
1923yılında kurulan List topluluğunun ana gayesi, List eserlerinin
araştırılması yayınlanmasıydı.144 Topluluğun diğer önemli alanıysa, aktüel
iktisadi bilimsel ve politik sorunsallıklarla ilgilenmekti. Ayrıca konferanslar
düzenlemek ve bilirkişi raporları hazırlamak, onların ilgilendikleri konuların
başında gelirdi.145 Böylece 1928 yılında, List topluluğunda pröfösörler,
politikacılar ve iş hayatının önde gelenleri, konferanslar aracılığı ile bir araya
geldiler. Bad Pyrmont’ta gerçekleşen bu konferansın konusu ise, birinci
dünya savaşı mağlubiyeti üzerine ödenecek olan savaş tazminatıydı. 146
List’i örnek alan bu konferansın katılımcıları, sadece teori oluşturmak
üzere bir araya gelmediklerini, hatta var olan politik ve bilimsel gereklilikler
doğrultusunda, pratik ve politik eylem için bilgi zemini oluşturmak amacıyla
bir
araya
geldiklerini
beyan
etmişlerdi.147Uygulama
savaş
tazminatı
konusunda kesin bir karara varamamıştı. “ Bu şekilde var olmayan tecrübenin
yerini, teorik tümdengelim doldurmalıydı.” Fakat fikirler tam olarak bu noktada
ayrışmaktaydı.148 Salin gibi tarihçiler için önemli olan, Alman iktisadı
problemdi. Buna karşın Ricardo’cular daha çok piyasaların önemli genel ve
soyut fonksiyon prensibiyle ilgilenmiştir.
144
Topluluk bu hedefi on yıl süren yoğun bir araştırma faaliyeti neticesinde yakaladı. Bunun
sonucunda on ciltlik eser olan “Schriften, Reden, Briefe” ortaya çıktı. Salin’in bu konuda özverili
çalışmalarını, bu noktada hatırlatmak gerekir. Salin aynı zamanda List topluluğunun kurucuları
arasındadır.
145
Schuler, A,Grusswerte des ersten Bürgermeisters der Stadt Reutlingen zum 23.Gesprach der
List Gesellschaft, inBesters, H(Hrsg),Die Bedeutung Friedrich Listes in Vergangenheit und
Gegenwart, Baden-Baden, 1990,s.13
146
Janssen,1998,s.
147
Brügelmann,1956,s.68
148
Brügelmann, 1956,s.74
46
Pyrmont konferansı, bilimsel topluluğu ve Alman ekonomi politik
kuramı içindeki çatlağı büyütmüştür. Buna göre, List topluluğunun genel
başkanı olan Berhard Harms, “ Milli Ekonominin bir krizinden” bahsetmiştir.149
Oysa gerçek kriz birkaç yıl sonra geldi.1931 yılından itibaren durum List
topluluğu için kritik hale geldi. Önemli iktisadi politik konular üzerine olan,
bilimsel objektif tartışmalar, 1933 yılından sonra daha zor şekillenmeye
başladı. Ve bunun neticesinde List topluluğu, nasyonal sosyalistlerin
müdahale ihtimaline karşı, kendini feshetmiştir.150
1.3.5.1. Günümüzde List Topluluğu
List topluluğu bugün kamusal alan, dernekler, politika, bilim, kurumsal
–kişisel ve bireysel ekonomi temsilcilerinden oluşan, uluslar arası bir
topluluktur.1955 yılında eski List topluluğunun yerine, Salin tarafından
kurulmuştur.151 Yeni kurulan List topluluğu için önemli olan (eski toplulukta
olduğu gibi) “teori ile uygulama arasında köprü kurmak, karşılıklı verim artışı
sağlamak.152”Bu yüzden görev alanı içinde, iktisadi-ile toplumsal politik
problemleri araştırma, bilimsel çözümler sunmak ve politika –yönetim ile
ekonomi için uygulamaya dönük sonuçlar çıkarmak.
Ayrıca topluluk için, bilim adamlarını ve uygulamada çalışanları, ortak
çalışmaya sevk etmek fevkalade önemlidir. Buna uygun olarak topluluğun
hedefleri ve çalışma konuları, zamanın akışına paralel şekilde seçilir. 153
Bunlar ayrıca iktisadi-teorik, politik bağlantı ve sorunsallıkların, nötr ve
bilimsel temellenmiş araştırmalarına yöneliktir.
List ampirik-tarihsel, sosyolojik, politik olgularını ve çeşitli hayat
alanlarının karşılıklı bağımlılık bilgilenmesinin, çalışmalarına dâhil etmesiyle
birlikte, tarihçi inceleme yöntemine ulaşmıştır. Buna göre, zaman ve mekân
149
Janssen,1998,s.22
Schuler,1990,s.10
151
Starbatty, J,Begrüssung zum 23. Gesprach der List Gesellschaft in Besters,H(Hrsg) Die
Bedeutung F.Lists in Vergangenheit und Gegenwart,Baden-Baden,1990,s.3-10
152
Starbatty,1990,s.3-10
153
Schuler,1990,s.15
150
47
şartları dikkate alınır ve bunun neticesinde teori ve uygulama birleştirilir. 154
List çağdaş okura iktisat ile devletin ortak etkileşiminin doğru tasavvurunu
sunmak istemiştir. İktisadi refah için gerekli olan manevi ve toplumsal ön
koşullarını açıklamış ve bununla aynı anda, nadasa bırakılmış şanslar ve
zamansız noksanlıkları vurgulamıştır.155
Alman
Milli
Ekonomisi,
İngiliz
Klasiğin
“sinizmiyle”
uyum
sağlayamamıştı. Özel çıkarın, aynı zamanda toplumsal çıkar olabileceklerine
yönelik görüş, İngiliz Klasiğinin erken dönem iktibasından itibaren, Alman
kamuoyunda tartışmalı bir konu olarak kalmıştır. Homo economicus resmi,
izolasyoncu ve bireysel çıkara dayalı iktisadi hedeflerin kovalanması, Alman
toplumsal ruhun ahlaki tasavvuruna tezat teşkil etmişti. Hatta bunun ötesinde,
devlet manevi nedenlerden dolayı, kolektif aksiyom ile pazarın finansal
dengesizliğini düzeltmelidir anlayışı hâkimdi.156
Alman Milli Ekonomisi içerisinde kurgulanmaya çalışılan “devlete
yönelik bu özel ilgi” ve “teori ile uygulama arasında kurulmaya çalışılan yakın
ilişki,”Weimar
cumhuriyetini
ve
üçüncü
Reich’ı
aşarak,
Alman
Milli
Ekonomisinde yer edinmiştir. Ayrıca Müller ile tüm zamanlar ve tüm halklar
için geçerli olan ekonomi-politik kanunların olmadığına dair düşünceyi ortaya
attıklarında, bir nevi Tarihçi Okulun öncülüğünü yapmışlardır.
1.4. TARİHÇİ OKUL’UN ORTAYA ÇIKIŞ SEBEPLERİ
Tarihçi Okul, Klasik öğretiden ve metotlarından bir ayrılma, yön
değiştirme olarak tanımlanabilir. Bu yön değiştirme önceleri ne kadar
yumuşak olduysa da, sonrasında bir o kadar devamlı olmuştur.
Tarihçi Okul rasyonalizm ve aydınlanmaya, İngiliz Klasik Ekonomisine
ve özellikle onun evrensel olduğu iddia edilen teorilerine, Marksçı ve
Neoklasik ekonomi gibi onun ardıllarına tepki olarak yorumlanabilir. Tarihçi
Okul’un büyük etkide bulunduğu sosyal bilim kavramları arasında kurumlar,
154
Randak,1972,s.50
Randak,1972,s.50
156
Randak,1972,s.105
155
48
evrim ve ulusal sosyal politika gösterilebilir. Tarihçi Okul, Klasik öğretiye
yönelik eleştirilerine realiteye yabancı kaldığını belirterek başlamıştır.
Türetilmiş yasa düzenlemesinin evrensel talebine karşı çıkmış ve ekonomik
ilişkilerin sürekli değişimi rölâtivist bir görünümünü sergilemiştir. Roscher,
Hilldebrand ve Knies’in ortak noktalarından birisi Klasik iktisatçıların bireylerin
kendi menfaatlerinin peşinden koşmaları sonucunda oluşacağına inandıkları
sosyal harmoni fikrine eleştirel bakmalarıdır. Alman tarihçileri insan
davranışlarını
etkileyen
rasyonel
olmayan
motifler
vurgulamışlardır.
Toplumsal hayatı, ekonomi de dâhil olmak üzere organik bir bütünlük olarak
görüyorlardı. Burada tüm sosyal yönler birbiriyle bağlantıda olduğu sonucu
çıkıyordu. Bu yüzden bireysel ekonomik kararları izole şekilde ele almak
doğru bir sonuca varmayı sağlamayacaktı. Okul için odak nokta, somut
olarak tarihsel sosyolojik yaklaşımın savunulmasıydı. Tüm fenomenler
bireysel tarihsel dayanağı ile eşsizdi, genellemeler bu yüzden mümkün
değildi. Tarihçi Okul için her birey zamana ve mekâna göre değişen sosyal
kontekslerin ürünüdür. İnsan davranışları incelenirken bunların tek bir motife
indirgenemeyecek kadar karmaşık olduğunu göz önünde tutarlar. Tarihi,
felsefi ve sosyolojik perspektif savunucusu olması bu Okul’un amacıdır. Eski
Tarihçi Okul’un Klasiklerden çok önemli farkı, araştırmalarının çıkış
noktasıdır. Bu nedenle, fert kendi çıkarını düşünen aktör değil, ekonomik
analiz için bir bütün olarak karar verilen bir ulus sistemidir.157
Yöntem bilimi önemli olan öncelikle hususi incelemelerdir. İlk baştan
genelleştirilmiş modeller önerilmemektedir. Tarihçi Okul açıkça teori odaklı
değildir. Meslektaşlarının metotlarını ve uygulamadan uzak oluşlarını
eleştirmişlerdir. Peki, tam olarak söz konusu olan nedir? Tümdengelim
mantıktan alınmış bir kavramdır ve genel olandan özele çıkarım yapmak
anlamını taşır. Yani bir hedefe olabildiğince az vasıtayla ulaşmak, bu bir çeşit
genel üst cümledir. Tipik bir tümdengelim şudur: A = B ve B=C ise, A=C
olmalıdır.158 Tümevarım ise, tam ters yönden bilgilenmeye ulaşmak isteyen
bir metodu tarif eder. Genel ve soyut öncüller yerine özel ifadeler ile başlanır
157
158
Winkel, Nationalökonomie s. 63
Zimmerman,1961,s.110
49
ve bunlardan genel neticeler çıkartılır. Bu yöntem aynı zamanda sentez
olarak ta adlandırılır.159
Klasik öğreti var oluş tarihinden itibaren tartışmalara neden olmuştur.
Varsayımları, kişisel fayda uğraşı ve elde ettiği sonuçlar (örneğin bırakınız
yapsınlar- bırakınız geçsinler) sert saldırılara hedef olmuştur. En önemli
teorilerin başında ise, genel değer kuramı gelmektedir. Buna göre, bir malın
fiyatı üretim maliyetine denktir veya bunun etrafında sallanmaktadır. Bu
bilgilenme Klasik öğretinin varsayımlarından katı mantıki olarak elde
edilmiştir. Tarihçi Okul bu teoriyi yeni bilgilenmelerin oluşmadığı ve
gerçekliliğe yabancı metot olan tümdengelimin yanılgıya götürdüğünü,
argüman olarak ileri sürmüşlerdir.160
Bawerk, Klasiklerle ilgili tartışmayı
daha da tırmandırır ve Tarihçi Okul’un Klasik öğretinin tüm hatalarını sadece
soyut- tümdengelim metoduna bağladığını iddia ederek, reddi desteklemek
ister.161
Tarihçi Okulun teori düşmanı bir tutum içerisinde olduğunu öne
sürmek abartılmış bir söylem olur. Teori bir bütün olarak kabul edilmemekten
çok; amaç temelleri ampirik olarak ortaya atmak ve böylece daha kesin ve
gerçeğe yakın karar vermektir. Onlar sadece gerçeğin kısmi olan anekdot ya
da belirtisel analizine karşı çıktılar ve bunun yerine diğer toplum bilimlerin
yardımıyla
tüm
incelemeyi
seçtiler.
Tarihçi
Okul
mensupları
tarihi
araştırmanın öneminin farkında olmakla birlikte diğer bazı metotların da
uygulanabileceğini kabul ederler.
Her üç iktisatçı da politik iktisadın toplumsal yanına vurgu yapmışlar;
politik iktisadın diğer alanlardan koparılmayacağı kanaatine ulaşmışlardır. Bu
yüzden de iktisatçının ancak büyük bir temkinle soyutlama ve bunu yaparken
de ekonomik insandan uzak durması gerektiğini savunmuşlardır. Aynı
zamanda insanın sadece daha çok kazanma güdüsüyle hareket etmediğini;
birbiriyle çatışan pek çok güdünün kesiştiği noktada hareketlerine yön
verdiğini vurgulamışlardır. Bunun için büyük ölçüde tarihsel metotlar
159
Zimmerman,1961,s.111
Bawerk,1924,s.166
161
Bawerk,1924,s.164
160
50
kullanılacaktı ve ekonomik olayların bireyselci, determinasyoncu ile faydacı
olarak değerlendirilen Klasik bakış açısının boşluğunu dolduracaktı. Tarihçi
Okul bunu daha ziyade bir organik- gözlem biçimiyle yapmıştır. Ekonomi
ulusun refahına hizmet etmeliydi ve bunun aynı zamanda etik hükümlerde
vermeliydi.162
1.4.1. Birinci Kuşak Tarihçi Okul: Roscher, Knies Ve Hildebrand
Wilhelm Georg Friedrich Roscher 21 Ekim 1817’de Hanover’de bir
memur ailesi çocuğu olarak doğdu. 1827’de yetim kaldı. Hanover’deki gramer
okulunda okuduktan sonra 1835’te Göttingen’e taşınarak antika ve tarih
öğrendi. Göttingen’deki öğretmenleri arasında Göttingen Sieben’in lideri olan
Friedrich Christoph Dahlman (1785-1860), Geschichte der poetischen
Nationallitteratur der Deutschen isimli beş ciltlik kitabın yazarı olan Georg
Gottfried Gervinus (1805-1871) ve Karl Otfried Müller (1797-1840)
bulunmaktaydı. Mezuniyetini takip eden yıllarda araştırmalarına August
Boeckh (1785-1867)’in ve Leopold von Ranke (1795-1886) gözetiminde
devam etti. Leipzig’de politik bilimler öğretmeni olarak geçirdiği kısa bir
dönemden sonra Göttingen’de tarih ve politik bilimler öğretmesi için bir
kürsüye sahip oldu. Bu dönemde aynı zamanda politik ekonomi (die
Nationalökonomie) üzerine bir ders de vermeye başladı. Yardımcı doçentliği
ve profesörlüğü kısa bir süre sonra geldi (1843, 1844). 1848’de Leipzig
Üniversitesi’nde görevlendirildikten sonra Leipzig’den ayrılmadı ve Münih,
Viyana ve Berlin’den teklifleri reddetti. Roscher, sıklıkla Tarihçi Okul’un
kurucusu ve metodolojik akıl babası olarak bilinir. 4 Haziran 1894’te
Leipzig’de ölmüştür.
Karl Knies, küçük-burjuva geçmişine sahiptir ve gençliğinde bir
öğretmen olarak hayatını kazanmak zorunda bırakılmıştır. 1821’in 29
Mart’ında Marburg’da doğan Knies tarih, politik bilim, din ve filoloji alanlarında
162
Brandt, Karl, Geschichte der Volkswirtschaft Band2.Vom Historusmus bis zur Neoklassik,
Freiburg,1994,s.52
51
Philipps Üniversitesi’nde eğitim almıştır. Kariyerine bir gramer okulu
öğretmeni olarak başlamış ama tezinden sonra özel ders veren birisi haline
gelmiştir. Mali sıkıntı çekmektedir ve bu yüzden ücretli profesör olmaya
çalışmıştır, ancak geniş bir bilimsel yayını olmadığı için üniversiteyi terk
etmek
zorunda
bırakılmıştır.
1855’te
Standpunkt der geschlichten Methode
Üniversitesi‘nde
profesörlüğe
Die
politische
Ökonomie
vom
kitabını yayınladıktan sonra Frieburg
atandı.
Knies,
3
Ağustos
1898’de
Heidelberg’de öldü.
Bruno Hildebrand, 6 Mart 1812’de Naumburg’da doğmuş ve
Schulpforta
Gymnasium’unda
eğitim
almıştır.
1836’da
Breslau
Üniversitesi‘nde özel öğretmen olarak işe başlamış ve 1836’da yardımcı
profesörlük almıştır. İki yıl sonra Marburg’daki Philipps Üniversitesi‘ne
profesör olarak atanmıştır. Orada Xenophontis et Aristotelis de occonomia
publica doctrinae illustratae adlı kitabını ve temel teorik çalışması olan Die
Nationalökonomie der Gegenwart und Zukunft adlı eserini yayınlamıştır.
Hildebrand, politik hayatta oldukça aktif bir insandır ancak 1848‘deki
rahatsızlıklardan sonra Kurhessian parlementosu feshedilmiştir. Hildebrand
bütün sıfatlarını kaybetmiş ve on yıl için İsviçre’ye kaçmıştır. Orada ilk
kantonsal istatistik bürosunu kurmuştur. Almanya’ya döndükten sonra
uluslararası derecede etkili olan
Jahrbücher für Nationalökonomie und
Statistik’i, ki daha sonra Hildebrands Jahrbücher olarak bilinen dergiyi yayına
hazırlamıştır. Hildebrand,
Klasik teoriye karşı çok eleştireldir ve özellikle
Ricardo’ya materyalist, evrenselci ve kozmopolitan olduğu gerekçeleri ile
saldırmıştır. Max Weber, Hildebrand’ın kesin ve sadece kendisinin,
çalışmalarında tarihçi metodu kullandığını görmüştür. Hildebrand, 29 Ocak
1878’de Jena’da ölmüştür.
Roscher, Knies ve Hildebrand’ın arkaplanları arasında büyük ayrımlar
vardır. Roscher devlet görevlilerinin üst sosyal katmanından gelmekteyken,
Knies ve Hildebrand, her ne kadar memur çocuğu da olsalar, fakirlikten
gelmektedirler. Dahası, Roscher’in Lutherciliğe olan bağlılığı onu devlet
otoritelerine boyun eğmesi konusunda eğitmiştir. Knies ve Hildebrand aktif bir
biçimde liberaldirler ve politik tutuklamanın kurbanı olmuşlardır.
52
Başaktörleri Wilhelm Roscher, Bruno Hildebrand ve Karl Knies olan
Milli Ekonominin birinci kuşak Tarihçi Okul’u, 19. yüzyılın ilk büyük sosyal
akımıdır.
Bu
akım
tarihsel-sosyolojik
halk
kavramını
oluşturup
şekillendirecektir. İlk sosyo-kütürel yapı taşları ise tarihselliktir; bununla
birlikte düşünce idealizmden çıkmıştır ve oluşmakta olan sosyal bilimlerin
içine sokulmuştur. Bu büyük hareketliğinin içinde özel olan Alman ulusal
ekonomisi sürekli varlığının sürdürebilmenin kavgasını vermiştir. Tarihselliğin
ideallerine bağlı bir biçimde, teorinin mutlakıyetine ve tarihsel yansımanın
nispiliğine karşı savaşmıştır. Bundan sonra ise zaman kavramı olmayan
evrensel teoriler aramak yerine, tek tek hayat şekillerinin oluşumu ile
ilgilenilmiştir. İktisat bir “doğal hadise” değildir, daha çok dış iktisadi (sosyal,
politik, milli ve tarihi) faktörlerle meydana gelen bir kültür gerçekliğidir ve
sadece tümevarımsal nitelik taşır.
Tarihsel yansımaların kapsamlı karşılaştırması, bu bakış açısının
temel enstrümanı haline gelir. Halkın yaşantısına yoğunlaşma ve ona özgü
iktisadi ve sosyal yorum Tarihçi Okul’un sistematik olarak Klasik ekonomik
liberalizm karşıtı olmasını sağlamı ve böylece Thomas Nipperdey’e göre
“tamamen Alman bir cisim” haline gelmiştir.163
Leipzig kökenli Milli Ekonomist Wilhelm Roscher (1817-1894) üç
başaktör arasında yalnız başına “Grundlagen der Nationalökonomi” adlı
eserinde (Leipzig, 1954), “halk” tabirine ayrı bir bölüm ayırmıştır. 164 Bunun
içinde Robert Malthus geleneğinde bir nüfus teorisi de bulunmaktadır. Robert
Malthus’un “devirli tarih düşüncesi”, halkların tarihsel gelişimi üzerine temel
yargılar içerir. Bu sebeplerden dolayı, birinci kuşak Tarihçi Okul’daki
meslektaşlarından farklılaşır. Ayrıca başka tematik konularda da önemli
farklar vardır.
163
Nipperdey, Thomas (1983) : Deutsche Geschichte, band 1: 1800-1866, Bürgerwelt und starker
Staat, Münih, s. 498, 514; Schnabel Franz (1965) Deutsche Geschichte im 19. Jahrhundert, Die
Erfahrunswissenschaften, Freiburg, s. 155 Eisermann Gottfried (1956): Die Grundlagen des
Historismus inder Deutschen Nationalökonomie, Stuttgart, s. 81, 125, 232.
164
Die Grundlagen adlı eser bir dizinin 2. kitabı (band 2) Nationalökonomik des Ackerbaus und der
verwandten Urproductionen, Stuttgart, 1860; Band 3: Nationalökonomik des Handels und des
Gewerbefleisses, Stuttgart, 1881; Band 4: System der Finanswissenschaft, Stuttgart, 1886; Band 5:
System der Armen pflege und Armenpolitik, Stuttgart, 1894.
53
“Okulun” bir başka ünlü eseri ekonomist Bruno Hildebrand’ın (18121878) eseridir. Baş eseri olan “Bugünün ve Geleceğin Milli Ekonomisi” (1848)
içinde büyük bölümünü yeni gelişen sosyalizm ve onun temsilcilerine ve
özellikle Friedrich Engels’e tenkitte bulunuyor.165 Burada ayrıca Hildebrand
“üç basamaklı iktisadi gelişme” öğretisini (Doğal, Para, Kredi) açıklıyor.
Bunlar tam olarak tarihi düşüncesini temsil ederler.
“Halk” ile ilgili açıklayıcı yayımlar (Roscher tanımlaması) ise onda
rastlanmaz. Hildebrand gelişim kuramına, Milli Ekonominin tarihsel metodu
ile devam sağlamak amacı ise gerçekleşmemiştir.166
Freiburg ve Heidelberg profesörü olan Karl Knies’in (1821-1898)
bilimsel eseri öncelikle fazla ilgi uyandırmadı. Baş eseri olan “Die politische
Ökonomi vom Standpunkte der geschichtlichen Methode” (1853) tamamen
Tarihçi Okul’un karakterini almış. Tarihselliğin prensiplerine bağlı kalarak,
Smith’in Klasik Ekonomilerinin temel inanışlarının değişebilirliğini kanıtlamaya
çalışıyor.167Hildebrand’ın insan ve toplum tasavvuru Roscher’in ve diğer
Tarihçi Okul mensupları ile örtüşür.
Nationalokonomie der Gegenwert und
Zukunft adlı eserinin önsözünde şöyle demektedir: “Milli İktisat (NÖ), temel
alınarak tarihi metottan hareketle diğer disiplinlerden ve ulusların iktisadi
gelişim yasalarının öğretisine dönüşecektir.”
Kitap adı değiştirilerek 2. baskısı yapılan “Die politische Ökonomie
vom geschichtlichen Standpunkte” (Braunschweig, 1883) eserinde gerçekten
uygulanabilir bir “tarihsel metodu” ile ilgili endişelerini dile getiriyor. Hedef
amaçlı bakıldığında her iki yazısı, onun tarih anlayışını ve bununla ilgili
alakalı tarihsel-ekonomik görüşünü sergiliyor. Halk tanımı ise daha önce
Hildebrand da olduğu gibi sadece küçük bir değer ifade ediyor.168
165
Eisermann, Gottfried (1956): Die Grundlagen des Historismus in der Deutschen
NationalÖkonomie, Stuttgart 1894.
166
Eisermann, Gottfried (1956): s.160, 184.
167
Onun için önemli olan değersiz soyut ve acele genelleme (eski Milli Ekonomide olduğu gibi)
yapılmasına savaş ilan etmişti. Özellikle Knies ve daha yeni (prensipte karşıtı olmasalar da) olanlarla
mücadele etmiştir. Gustav von Schmoller ile Karl Knies: Schmoller, Gustav von (1888): Zur
Literaturgeschichte der Staats – und Sozialwissenschaften, Leipzig, s. 207.
168
Eisermann, 1956, s. 189, 211, 222.
54
1.4.2. Gelişim Düşüncesi – Klasik Okul Karşılaştırması
İlk Milli Ekonomistler tarihçi sıfatıyla, baş eserlerinde bir çaba içersine
girip, o zamanki Batı Avrupa’da anlamı büyüyen Milli Ekonominin
sorumluluğunu alarak bir başka yol denerler. Mutlak ve genel geçer bir teori
aramaktan vazgeçiyorlar. Tarihselliğin gerçekliğini araştırma sahası olarak
görüyorlar. Gerçi insan sosyal bir varlık olduğu gibi, medeniyetin bir çocuğu
ve her şeyden önce tarihin bir ürünüdür. Bruno Hildebrand’a göre bunun
anlamı: “ihtiyaçları, eğitimi ve ilişkileri insanlarda olduğu gibi cisimlerde de
hiçbir zaman aynı kalmayacak. Bunlar hem coğrafi farklılık gösteriyor hem de
tarihte
sürekli
farklılaşmış
ve
insan
tabiatının
bütün
doğallığı
ile
gelişecektir.169
Ekonomik hayat ile ilgili sorular da, mutlak geçerli veya teorik
kanıtlanabilir neticeler yoktur. Ne mutlak doğru vardır ne de mutlak yanlış.
Doğanın verdiği malzemelerin hemen yanında oluşan iktisadi hayatta, saf
politikanın ve her kurumun sadece nispi bir önem verdiğinden çok daha
yüksek bir derecede ve hiçbir zaman tarihi olaylardan sadece rasyonel
sebeplerle ölçülemeyen bir hareketlilik vardır.170
Hildebrand, “tarihsel yönü olan metot” istikametini hedef kabul eder ve
Milli
Ekonomiyi
“halkların
ekonomik
gelişme
kanunlarının
kuramına”
dönüştürmek istemektedir. Bu amaç uğruna var olan Milli Ekonomi teorilerini
de “gerçek ve sürekli olan çekirdeği ortaya çıkartmak” ve sonunda
“günümüzün
ekonomik
kültürü
ile
ilgili
hüküm
vermek”
olarak
temellendirmişlerdir. O’na göre, Milli Ekonominin genel bir kültür teorisi olarak
gelişmesinin zorunlu ön şartı, “hakiki” iktisadın tanınır hale gelmesidir.171
Roscher gibi Hildebrand da bir analoji uygulaması yapar. Bunu “ideal tip
yapılanması” ile destekler. Tarih, Hildebrand için gerçeğin enkarnasyonudur
(vücud bulma).
169
Hildebrand, Die nationalökonomie der gegenwart und zukunft, Frankfurt/Main,1848, s. 29.
Hildebrand, 1848, s. 326.
171
Brandt,1994,s.57
170
55
Bu gerçek öyle bir gerçektir ki, sadece ampirik eyleme açılır. İnsanlık
tarihi sürekli gelişmenin sürecidir ve sonunda insanın “örfi ve ruhi bütün
kimliklerin tamamlanmasıdır’.. İktisat, bu süreçte insani gelişimin şekil veren
gücüdür ve böylece bunun ekonomik alt yapısıdır. Frederich Engels’e göre,
bu durum Almanları her şeyden önce gerçeğin bilgisinden uzaklaştırır ve
sıkıntı yaratır.172 Hildebrand gerçekliliği direkt gözlemleyerek oluşturduğu
metodu ve gelişim kanunlarının varlığının ispatı ile Engels’in söyleminin içini
boşaltmak istiyor.
Hildebrand iktisadı üç elementsel sürece ayırır; a)üretim, b)dağıtım,
c)tüketim. Üretim ve tüketim halkların gelişiminde bir eşitlik söz konusu
olmaz. Çünkü bunlar dolaylı ve dolaysız olarak doğa ve toprağa bağlıdır.
Sadece dağıtım süreci bazı halklarda benzer şekilde gelişebilir. Çünkü
burada doğal etkiler daha azdır. Ve ayrıca burada insan akıl yürüterek
davranma olanağına sahiptir. Bunun neticesinde malların dağılımı alanını
tüm halklarda aynı gelişim formlarında tespit eder. Üstelik bunlar aynı düzen
içindeki bir dizim halindedir.
Tam olarak bu genel gelişim formları teorik sınıflandırma içinde
natürel, para ve kredi iktisadıdır. Ve bunlar genetik bir dizilim içindedir. Tekil
iktisat şekilleri basamak usulü ayrılırlar ve buna uygun bir sosyal gelişme
tarafından eşlik edilirler. En son basamakta “kredi iktisadı” bir genel ahlak
seviyesi olarak yer almaktadır. Fertlerin ahlak ve güven sahibi oluşları ile
kanun ve düzenin işlerliği bu basamak için bir ön şart oluşturuyor. Bu türden
bir sosyal optimizasyon ile devam eden gelişme hedefine ulaşmıştır. 173 Birinci
evrede mallar mal ile değiştirilir. İkinci evrede mallar değerli metallerle takas
edilir. Ve üçüncü evrede ise bir söz karşılığı takas edilir. Gelecekte aynı veya
eşdeğer varlıkta geri vermek yani kredi.174
Her ulus yola birinci evreden çıkar. Takas aracı olarak paranın ortaya
çıkması için işgücü ve işgücü ürünlerinde bir artış olması gerekir. Çünkü
takas aracı kazanılmalı veya satılmalıdır. Kredi ekonomisi ise sadece
172
F.Engels:Hans Gehrig Sammlung Sozialwissenschaftlicher Meister,cild 22,s.6
Hildebrand, 1848 : s. 327-328.
174
Hildebrand, Naturel,Geld und Kreditwirtschaft,s.329
173
56
düzenlenmiş bir para trafiğinin var olması durumunda gerçekleşebilir.
Kredinin bir ödeme aracı olarak ortaya çıkışı, ödemelerin basitleştirilmesi
ihtiyacından ortaya çıkar. Eğer kredi ekonomisinden önce malların ciroları
kredi aracılığı ile gerçekleşmişse, o zaman bu durum var olan bir ödeme
aracı sıkıntısının olduğunu kanıtlar.
Hildebrand kapitalist sistemin getirdiği problemlerin farkında olmakla
birlikte bu sistemin nihai aşamasının kredi ekonomisi olduğunu ve bu
aşamada çok gelişmiş bir bankacılık sisteminin her işçiye ahlaki özelliklere ve
karakterine
göre
kredi
vermesi
ile
kapitalistin
sermaye
üzerindeki
monopolunun yıkılacağını düşünür. Roscher, Klasik öğretiyi tamamıyla geri
çevirmeyerek onun sonuçlarını kullanmaya devam etti. Onun asıl amacı
tarihsel araştırmalarla teorileri açıklayarak tamamlamaktı. Klasik teorilerin
talep ettiği şekilde bir toplum ekonomisi düşüncesini, ulusal özelliklerine
uygun idealleri, gerekçesi ile kabul etmiyordu. Onun düşüncesine göre
araştırmalar,
toplumun
ekonomik
çerçevede
ne
düşündüklerine,
ne
istediklerine ve ne hissettiklerine konsantre olmalıydı.
Bütün halkların karşılaştırmalarından analoglar oluşur ve bunlar
gelişim kanunlarının tanımlamasını mümkün kılarlar. Farklı zaman ve
toplumlar içinde geniş kapsamlı veri toplama ve ampirik değerlendirme ile
birlikte gelişim yasaları türetilebilir. Bunu doğa sağlıyordu. Roscher,
tümdengelim teori oluşumuna temelden karşı gelmiyordu, söylemlerinin
tümevarımla onaylanmasını bekliyordu kanunun mutlak iddiasına sahip değil,
ama teorik gözlemler ve ampirik-statiktik anlama arasındaki bağlantıyı
kurmayı sağlıyordu.175
Marburg Profesörü Hildebrand Klasiğe karşı olan tutumuyla daha
kesin bir duruş sergiliyordu. Onun amacı, tıkanmış ve verimsiz ulusal
ekonomiyi halkın ekonomik gelişim yasası öğretisi çerçevesinde geliştirmekti.
Bunun için gerekli olan, mümkün oldukça geniş ampirik temelde istatistiksel
bir etki sağlamaktı. Gerçek ekonominin tanınması O’nun için ulusal
ekonominin bir kültür teorisine doğru gelişimi için mutlak şarttı. Tarihi sosyal
175
Brandt,1994,s.55
57
bilimlerin yenilenmesi için kullanılacak bir araç olarak görüyordu. Kendi bilim
kavramı nedeniyle kültürel ilişkiyi ekonomideki doğa kanunu düşüncesini
reddediyordu, çünkü toplumdaki kültürlerin farklılıkları böyle bir genellemeye
izin vermiyordu. Bunlar farklı ulusların ve dönemleri arasındaki tekdüzeliği
gösteriyordu ve sadece sınırlı bir soyutlamaya izin veriyordu Hildebrand da
tümdengelimi
tamamen
reddetmiyordu,
sadece
tümevarımsal
olarak
ispatlanmış öncüller talep ediyordu ve bu öncüllerden tümdengelimli
sonuçlara varılmalıydı. Hildebrand, tarihi sadece açıklayıcı vasıta olarak
görmekten
ziyade,
tarihi,
iktisat
bilimlerinin
sosyal
bilimler
yolunda
yenilenmenin bir vasıtası olarak kabul eder. Onun bilim kavramının kültür
esaslı olması sebebiyle, ekonomi için fen kanunlarının kullanımını ret eder.
Çünkü kültürlerin ve toplumların çeşitliliği böyle bir genellemeye izin
vermez.176
Hildebrand’ın başyapıtında, Smith ve Okulu ile çatışarak başlar. Çünkü
ona göre, Milli temel cümlelerin ‘doğa kanunu’ oluşu fikri savunulmaz
niteliktedir. Bu karşı çıkışta vurguladığı nokta Milli iktisat disiplinine dair
esasların çok katı bir şekilde tespit edilmiş olmasıdır. Ona göre tarih, Milli
iktisadı sadece daha mükemmel bir bilim yapmaz, aynı zamanda onu
yeniden yaratmayı sağlayabilir. Sonrasında Müller ve List’i onların ‘politik
ekonominin Milli sistemini’ metheder. Hildebrand, bugüne dek ekonomik bilim
binasının yapılandığı metotların bir kontrolünü yapabilme varsayımından yola
çıkar.177
Bunun sonucunda doğal olarak tek geçerli olan metoda ulaşacağız. Bu
ise, Milli Ekonominin dokusunu ve vasıflarını gerektirir. En nihayetinde ise
yeni
keşfedilen
metot
doğrultusunda
iktisadın
şekillenmesini
gerçekleştireceğiz.178 Burada kast ettiği metot tarihçi metottur.
Hildebrand’ın tasvirsel eserinin ilk bölümündeki sıklet merkezi alışıldık
şekilde politik ekonomide ve insanın mal âlemi ile olan ilişkisi üzerine değildir.
Bunun yerine insanların diğer insanlarla olan ilişkisini esas almıştır. Burada
176
Gide,Charles, Rist,Charles;Gesichte der volkswirtschaftlichen Lehrmeinungen 2.Auflage,Jena
1921,s.420
177
Hildebrand,1922, s.5
178
Hildebrand, 1922, s.5-6
58
amaç insanın tüm sosyal ilişkileri içindeki diğer insanlara, statüye veya
mesleğe yönelik tarihçi-etik bağlılığı tespit etmektir. Ve bunun neticesinde
Milli Ekonomiyi kesin bir şekilde sosyal bilim olarak görünmesini istemektir.179
Hildebrand Klasiklerin kanunlarının varlığını kabul ettiği için, Roscher’ i
eleştirir.
‘İnsani iktisat, zorunlu olarak doğa kanunlarının ve psikolojik
kanunların bir ürünüdür.180’
Roscher bir organik düşünceye bağlı iken, Hildebrand pozitif ahlaki
davranışın ekonomik etkisine inanır. İnsani iktisat, zorunlu olarak doğa
kanunlarının ve psikolojik kanunların bir ürünüdür.181 Hildebrand’ın en derin
inancı ‘psikolojik kanunlar’ yönündeydi. Bu zamanın optimist şartlarına uygun
olarak bir prensip içerir. Buna göre, halklar nesilden nesile her zaman daha
yüksek bir kültüre doğru ilerler.
Onun Milli Ekonomideki reformuna ilham verense, dil bilimindeki
reform hareketi olmuştur. Şüphesiz bu gerçekten 19. yüzyılın ilk yarısındaki
önemli başarılardan bir tanesidir.182 Roscher ise, örnek olarak aynı zaman
zarfında Savigny tarafından gerçekleştirilen tarihsel hukuk biliminin gelişimini
kabul eder. Her ikisinin bu tavırları bize aynı istemi taşıdıklarını gösterir. Bu
istek soyut üst cümlelerden elde edilen mutlak bilgilenmenin yerine, tarihçirolatif yöntemi ikame etmektedir. Hildebrand’ın rolativizmi birinci derecede
zaman ve mekânın farklılığı üzerine kuruludur. Bunun için ekonomik
ilişkilerde zaman –yere bağımlıdır. Bunun neticesinde bu gerçeklilik mutlaka
teorik bilgilenmenin hesaplanmasına dâhil edilmelidir.
Knies bir adım daha atarak Hildebrand’ın önüne geçiyor. O’nun için
gelişim hukuku dahi bilimsel değildi. Tarihi araştırmaların sonucu göreceli
kalmak zorundaydı. Gelişim kanunlarını bir devridaim, tarihin tekrarına işaret
eder ve Knies bunları bu şekliyle kabul etmez. Knies ayrışmaya neden olan
iki tür etken faktör belirler: İlki reel faktördür ve dış dünyanın etkilerini kapsar.
179
Aynı zamanda kültür bilimi olarak.
Hildebrand, Bruno; Die gegenwartige Aufgabe der Wissenschaft der Nationalökonomie,
Jahrbücher 1,1863,s305
181
Hildebrand,1863,s.305
182
Bu konuda öncelikle sayılması gereken Jakop Grimm’in ‘Alman Grameri’ üzerine olan 4.cildi
180
59
İkincisi ise, ruh hayatının ifadesi olarak kişisel faktördür. Bu özellikler bir
genelleştirmeye izin vermez. Aynı olan yansımalar sadece analojilerdir ve
bunun neticesinde Kraus’e göre, bilim açısından bu bilgilenmelerden bazı
önemli çıkarımlar yapmak pek mümkün değildir.183 Knies gerçi gelişim
basamaklarının varlığını kabul ediyor ama bunların zorunluluğunu inkâr
ediyor. Her daim aynı basamak diziminin gerçekleştirilmesinin bir ispatı
yoktur ona göre, bunun ötesinde gelişim süreci milli özellikler içermesi
karşılaştırmaları zorlaştırmaktadır.184
Knies’in Rosher ve Hildebrand’tan farklı olarak, materyalin sistematik
gözlemi ve incelemenin şekillenmesi kabiliyeti oldukça gelişkindir. Knies,
Politik ekonominin tarihsel gelişimi şimdiye dek tarihçi araştırmanın ve
sunumunun sadece bir nesnelliği olarak görülmüş olmasının bilgisine
ulaşmıştır. Ve devamında:
‘Bu konuyla ilgili şunları ifade etmek isterim; Milli Ekonomik teorinin
ve ekonomi-politik şartların tarihsel gelişiminin yetersiz değerlendirilmesi, çok
dar bir birlikteliğin neticesinden kaynaklanır. Fakat sadece bundan dolayı
hayat şartlarının yetersiz bilgilenmesi içerisine tamamlayıcı bir gözlem
olanağı sunar. Tüm bu durum ise bilimin başarısının ve duruşunun aleyhine
işler. Kaldı ki bu bilim daima ampirik gerçekliliğin araştırılmasına bağımlıdır.
Hatta kendisini bile bu tarihsel gelişim içerisinden anlamak zorundadır. 185’
Knies’in çıkış noktası tarihin gözlemidir. Politik ekonomi biliminin
tarihsel süreç içindeki değişimlerini ve dönüşümlerini, önemli bir bilgilenme
objesi olarak kabul eder. Onun için ekonomi-politik sistemlerin ruhi ve
materyal zaman elementlerine kökensel bağlılıkları hali hazırda mevcuttur.
Bu yüzden onun için bilimin açıklanmasında metodik bir adım olarak
soyutluluk kabul edilmez. Tıpkı Roscher ve Hildebrand gibi gerçekliliğin
somut olarak yakalanmasını ister. Çünkü halkların gelişimleri ve iktisadi
durumları da sadece tüm yaşam organizması ile sıkı bağlantıda olan bir uzuv
olarak görülmelidir. Ekonomi-politik aslında kendi içinde tamamen bağımsız
183
Krause,Werner,G.Karl-Heinz,Siber;Rolf(Hrsg)Ökonoischen Ostberlin,1989,s.261
Brandt,1994,s.58
185
Knies, Karl; Die politische Ökonomie vom geschichtlichen Standpunkt,2.erweiterte Aufl, der
Politischen Ökonomie vom Standpunkt der geschichtlichen Methode, Braunschweig,1883, s.23
184
60
ve izole bir olgu değildir. Halk hayatının ekonomik yönüdür.186 Bunun
coğrafya, felsefe ve hukuk ile bağlantısı her zaman göz önünde
bulundurulmalıdır. Knies bütün bu gerçekliliği yakalama uğraşı içinde dahi
metodik yöntemi ihmal etmemiştir. Politik Ekonomi adlı eserinde başından
itibaren berrak bir işleyiş ve farklı olanların ayrıştırılmasına büyük önem
vermektedir.
İlkönce anlamdaki küçük kaymanın bilinci içinde, ‘ekonomi’ tanımını
‘ekonomi öğretisi’ anlamında kullanır. Bunun ötesinde devlet-ve toplum
bilimleri çerçevesinde ekonominin konumuyla ilgili bir çatışma içerisine girer.
Knies burada neden ‘politik-ekonomi’ tanımlamasını tercih ettiğini öne
sürerek, politik ekonomiyi ne fen bilimlerinin nede insan üzerine olan
bilimlerin dizimine sokmayı redder. Ekonomi-politiği devlet-ve toplum bilimleri
altında özel bir kategori olan ‘tarihsel bilimler’ sınıflandırması altına
yerleştirmeyi uygun bulur.187
Politik ekonomi ne sadece iç dünya nede sadece dış dünya ile ilgilidir.
Bunun içindir ki politik ekonominin ruh bilimleri içerisine entegre edilmesini
kabul etmez. Ayrıca tarih biliminde fen bilimsel kesin metodun kullanımını
onaylamaz. Milli Ekonomi tabii ki dış dünya ile ilgilidir, tabii ki araştırmaları
için kesin bir metoda ihtiyaç duyar. Ama Milli Ekonomiyi ilgilendirmesi
gereken bu dış dünya, daima iç dünyanın kökenleri ile ortak etkiye sahiptir. 188
Bu özellikler bir genellemeye izin vermeyip, aynı fenomenler genellikle
benzerlerdi ve böylelikle bilimsel yönden yargıların tahminleri mümkün
değildi.
Knies
gelişim
aşamalarının
varlığını
kabul
ediyor,
fakat
kaçınılmazlığını kabul etmiyordu. Her zaman aynı aşama sıralamasının
olması gerektiğinin ispatlanması mümkün değildi.
İktisadi faaliyetlerden ve iktisadi koşullardan sadece şu koşullar yerine
getirildiğinde bahsedilebilir: İnsan faaliyetinin ve dışsal tabiatın sunduğu
kuvvetlerin veya objelerin birleşmesi veya birlikte etkin olmaları halinde söz
186
Knies,1883, s.141
Knies,1883, s.1-9
188
Knies, 1883, s.6
187
61
konusu olabilir.189Knies Milli Ekonominin anlamının büyütülmesine karşı
uyarıda bulunur.
Bizim bilimimiz tüm dışsal kuruluşların, birey hayatının, aile hayatının,
devlet ve toplum hayatının tüm amaçları ile temelleri konusunda ‘son sözü
söyleme’ hakkını kendinde bulmamalıdır. Bu durum korkunç bir şekilde
kendini aldatma tuzağına düşme anlamına gelirdi.190
Knies teorinin mutlakıyetçi anlayışına şiddetle karşı çıkar. Burada
mutlakıyet kelimesini kullanarak iki hususu bir araya toplamak ister. Birincisi
‘politik alanın’ dışında teorinin
‘haksız bir şekilde’ talep ettiği geçerlilik
iddiasıdır. İkinci olarak ‘tarihsel zamanın’
dışında ‘haksız bir şekilde’ talep
ettiği geçerlilik iddiasına karşı çıkmak ister.191
Knies’e göre, politik ekonominin tarihçi görüşü şunlara dayanır: İktisadi
hayat koşullarının ve politik ekonominin teorisinin temeli hangi koşullarda ve
şekillerde, hangi argümanlar ve sonuçlar doğrultusunda olurlarsa olsunlar,
her zaman tarihsel gelişime dayanır. Bu insani ve halk tarihi bir periyodun
toplam organizmasıyla bağlantı içindedir. Ayrıca zamanın, mekânın ve
milliyetin
koşullarından
oluşup,
büyür
ve
ilerler.Ekonomi-politik
argümanlarının içeriğini tarihsel hayattan alır. Bunun neticelerine ve tarihsel
çözümlerin karakterine ehemmiyet atfetmek zorundadır. Milli Ekonominin
‘genel kanunları’ gerçekliğin tarihsel izahı ve ilerleyen manifestosundan
başka bir şey değildir. Bunlar bugüne değin tanımlanmış gerçekliklerin her
basamağındaki genelleştirmeler olarak dururlar. Ve ne toplamı nede
formülasyonu itibar ile mutlak olarak tamamlanmış sayılmazlar. Tarihsel
gelişimin bir basamağında kendine geçerlilik kazandıran mutlakıyetçilik ise
esasında, sadece bu zamanın bir çocuğudur. En nihayetindeyse politik
ekonominin tarihsel gelişiminin belirli bir periyodunu oluşturur.192
Salin bu noktada Knies ile ilgili olarak şunları söyler:
Knies’in bu yöntemiyle teori ve tarihin sonuna kadar işlenişinin yolu
açıldı diye düşünebilirsiniz. Bu durum doğrudur ama mantıki olarak
189
Knies, 1883, s.67
Knies, 1883, s. 9
191
Salin, 1951, s.163
192
Knies,1883, s.24-25
190
62
bakıldığında sadece Knies’in tarihte gördüğü öğretici değer itibarıyla
doğrudur.193 Knies’in kendisi ‘saf teoricilerin’ tarihsel materyal konusundaki
hassasiyetlerinin farkındadır. Ve tarihçi yönünün bir temsilcisi olarak bunlara
karşı oldukça temkinli davranmıştır:
Görevimiz sadece hüküm vermek değildir. Aynı zamanda raporlama
faaliyetinde bulunuruz. Fakat bunun için gerekli olansa, bilimsel tartışmaya
uygun ve belirli bir formulasyonda olan önemli bir sorunun iletilmiş
olmasıdır.194
Knies tarihsel cevherin teorik etkinliğe sahip olmasına büyük önem
vermektedir. Roscher’in Milli Ekonomik araştırma metodunu şiddetli biçimde
eleştirir. Roscher’in metodu milli ekonomiyi raporlamaktan ziyade tarih
yazımını tamamlamaktadır.195 Halk hayatının belirli gelişim kanunları
doğrultusunda gerçekleştiği yönündeki görüşe nesnel anlamda karşı çıkar.
Bununla birlikte çeşitli halklardaki eş türde gelişim adımlarını ve halk
hayatında gelişimleri kabul eder. Ama bu eşitliği gelişim içinde bireyin ruhi ve
materyal ihtiyaçlarının temini amacına bağlar. Çeşitli halkların bireylerin genel
insani akrabalıkları ne kadar kuvvetli bir ölçüde desteklenirse ve daha sonra
ruhi ile fiziki yapının belirli bir eşitlikte desteklenmesi tarihsel gelişim süreci
içinde analojiyi geçerli kılma kararlılığı artar.
Knies,
Roscher
ve
Hildebrand’la
beraber
‘tarihçiler’
arasında
sayılabilir. Knies diğer ikisinden kuvvetli bir biçimde ayrılır. 196 Roscher’in
psikolojik metodu karamsar bir anlayışa yol açar. Buna karşın Hildebrand’ın
Milli Ekonomi içinde etik momentlerin etkinliği anlayışı iyimser bir bakış
açısının ortaya çıkmasına vesile olur. Knies ise,
Milli Ekonomi içindeki
mücadeleleri politik- iktisadi oluşumlarını ve zamanın fikir akımlarını baz alır.
Fakat bununla beraber çok zor ve nadiren karar verir. İşte tam olarak bu
sebeplerden ötürü, Tarihçi Okul’un üç kurucusu arasında en bilimsel olandır.
Temsil edilen tüm görüşlerin ortak noktası, tüm yaşam süreçlerinin tarihsel
olay olarak algılanmasıdır. İnsanların davranışlarını motive eden sadece
193
Salin,1851, s.164
Knies,1883, s.31
195
Knies,1883, s. 35
196
Ch. Jaffe, Roscher, Hildebrand, Knies, s.101
194
63
kişisel fayda değildir, aynı zamanda kültürel faktörlerde etkilidir. Fakat
kültürler değişimlere tabii oldukları için ve Milli Ekonomi insanlarla ilgilendiği
için, sadece bir sosyal bilim olabilme imkânına sahiptir. Klasiklerin tasavvur
ettiği gibi bir fen bilimi olamaz. Öyleyse amaç tabiat kanunlarının tespiti
değildir. Amaç ampirik olarak tutulabilir açıklamalara kavuşmak için, tarihsel
verinin sistematikleştirilmesi ve genelleştirilmesidir.197
1.4.3. Halkların Tarihi
Roscher, birinci kuşak Tarihçi Okul’un önderleri arasında, çalışmalarını
bilimsel dünyaya ve kamuoyuna açan ilk kişi olmuştur. Özellikle metot
üzerine çalışmalar yapmıştır. Kendisinin tarihi psikolojik metot dediği, metodu
savunmuş ve idealist metoda karşı çıkmıştır. Tümevarımcı bir metotla gerçek
iktisadi gelişmenin ve gerçek iktisadi hayatın bir tasvirini yapmayı
amaçlamıştır. Tarihçi metodun en yüksek hedefi olarak şunları göstermiştir:
‘İnsanlığın politik çıkarımlarını bilimsel çalışma ile sürdürmek. Tarihçi
metot objektif gerçeklilik taşır. Pratik uygulamacı için en öğretici olandır.
Gerçi bu durum dolaysız yazılardan ziyade politik hissin kendisinin
eğitilmesiyle gerçekleşir.198
Bu türden yapılan bir açıklama, ufkun genişliğini ve berraklığını
gösterir. Roscher’de gerçeklilik materyalleri inanılmaz bir yoğunlukta
toplanmıştır. 1849 yılında kamuoyuna açıkladığı bir çalışmasında nasıl
spesifik-tarihçi metoda ulaştığını anlatır.199
Roscher, ekonomi-politiğin gelişim kanunlarının bir öğretisi olan devlet
bilimlerinde, milleti bir birey olarak görmektedir.200Ve burada milletlerin
iktisadi yönden ne düşündüklerini, neye ulaştıklarını ve neden ulaştıklarını
197
Brandt,1994,s.39
Roscher, William; Grundriss zu Vorlesungen über die Staatswissenschaft, nach
Geschichtlicher Methode, Göttingen,1843,s2
199
Roscher, Der Gegenwartige Zustand der Wissenschaftlichen Nationalökonomie und die
Notwendige Reform Desselben,1849,s.174
200
Roscher, 1843, s.4
198
64
sunma niyetindedir.201 Roscher çalışması içinde metodik bir şekilde iktisadi
gelişimi halktan ayırır. Hatta halkın bu iktisadi gelişime sanki ‘katlanmak’
zorunda olduğuna yönelik bir izlenim oluşur. Eğer üst mertebe gelişim
kanunları varsa, o zaman halkların bireyselliği bunun tarafından diğer
bireyselliklerle aynı şekilde yakalanır. Tabii ki bu pasif bir görünümde
olmamakla birlikte, yinede kendi mukadderatlarını tayin etme hakkı pek çok
kırılarak etkin hale gelmiştir. Bunun için her türlü gelişim tandansı onlar için
eşit mesafede yabancı olarak kabul edilir.202
Roscher, genel anlamdaki bireysellik hariç, tarih içinde geri dönen
olguları bilimsel olarak önemli addeder.203 Geri dönüşü mümkün kılan
gelişme, paralellikler kurmayı olanaklı kılar. Bu paralelliklerin çoğalması ise,
sürekli hassaslaşan gözlemlerle doğa kanunlarının karakterini onaylama hak
ve yetkisini verir. Roscher organik gelişim konusundaki inancını teoriye
yansıtır.204 Bu durum ‘buğday’ ticareti üzerine olan örnekte anlaşılır hale
gelir.205 Roscher burada, a)fizyolojik bölüm b)patolojik bölüm c)diyetetik
bölüm ayrımına gider. Her durumda patolojik bir gelişim neticesinde bir terapi
uygulaması mümkün değildir. Buna Thukydides’de örnekler verir.206
Roscher değişik insan gruplarının ve ulusların tarihlerini kıyaslayarak
ve onların gelişmelerindeki basamakları ve analojileri göstererek iktisadi
gelişmenin yasalarını analiz etmeye çalışmıştır. O’na göre iktisadi davranış
her ulusun kendi milli ve tarihi şartlarına dayanır. Bundan çıkan sonuç her bir
milletin “organik bir birim” olarak algılanması gerektiğidir; bireylerin toplamı
olarak değil. Roscher analiz birimi olarak açıkça ulusu almaktadır.
Roscher için halkların tarihi, bir açılma ve solma döngüsünden
ibarettir. Roscher bunun için hayat çemberi analojisini tercih ediyor. Halklar,
organizma niteliğinde ortaya çıkıyor ve kendi tarihlerinde sırasıyla “yüksek
201
Below, Die Deutsche Gesichtschreibung, s.18
Roscher, William; Grundlagen der Nationalökonomie, München,1874, s. 15-19
203
Roscher, William; Leben, Werk und Zeitalter des Thyukydides,cilt1,Göttingen,1842,s.20-21
204
Menger’in bununla ilgili çok eleştirel ifadeleri vardır.Menger, Carl; Untersuchungen über die
Methode der Socialwissenschaften und der Politschen Ökonomie insbesondere, Leipzig,1883,s.16-18
Untersuchungen
205
Roscher,1852,s.56
206
Roscher, Thukydides, s.58.59.62.63
202
65
dönemler”, “yüksek kültür dönemleri” ve “batan dönem”lerden geçerler. Her
hayat çemberinin sonunda kanunsal olarak o halkın çöküşü vardır yani
“ölüm”207 Burada dünya tarihinin tüm evrelerinde, büyük Milli gelişimlerin en
sonunda çöküş tandansı gösterdiklerini belirtir. Halk bir birey olarak çöküşe
katlanır. Fakat bu fizyolojik sürecin nedeni konusunda bir sorgulama yoktur.
İnsan ırkı doğum, büyüme ve ölümden meydana gelen döngüden nasıl
kurtulamıyorsa, halk bireyi de bundan kurtulamaz. Bu konudaki bir
açıklamayı ise, sadece insanüstü nasihatlerden almak mümkündür.208
Bu fatalizm ise, Roscher’in zaman zaman çeşitli yerlerde ifade bulan
tipik duruşu olarak karşımıza çıkar.209 Örneğin eğer olayların en yüksek
mertebesine çıkmak olanaklı olsaydı, o zaman tarihi olayların anlayışı için
gerekli olan zorunluluk ortadan kalkardı. Öyleyse gerekli ve zorunlu olan
bilinmeyen bir arka plandır. Çünkü olayların bağlantısı ancak bunun
üzerinden kurulabilir. Roscher’in görüşleri burada iki moment tarafından
belirlenmiştir. Bunlardan biri onun dindarlığıdır. İkincisi ise hala etkili olan
romantizme ruhi bağlantısıdır. Özellikle Hukuk Okul’u romantiklerinden
etkilenmiştir.210
Halkların bu gelişim yasasına Roscher, karşılaştırma metodundan
yararlanarak
varıyor.
Bütün
halkların
tarihlerinin
karşılaştırmalarından
analoglar oluşur ve bunlar gelişim kanunlarının tanımlamasını mümkün
kılarlar, bütün halklar için geçerliliği varsayılan kanunlar. Bu gelişim
kanunlarının bilinirliği önemli; çünkü “sadece gelişim kanunlarını bilen”, milli
karakteristik istisnalara ve değişkelere hüküm verebilir. Bu eylemsellikle
Roscher, karşılaştırma metodu ile bilimsel çıkarım yapan sosyal bilim
adamlarına uyum sağlıyor. Tarihsel objektivite, historizm anlamında ancak
söz konusu halkın kendine özgü gelişim süreci tamamen belirginleşir ve özel
olan historik onanırsa, gerçekleşir.
207
Roscher, Milli Ekonominin Temelleri,Berlin1918,s.76
Roscher,1842, s.188
209
Roscher,1842, s.195
210
Below, Von Georg; Die deutsche Geschichtsschreibung von den Befreungskriegen bis zur
unseren Tagen, Leipzig , s.10
208
66
Onun tarihsel metodu öz olandan uzaklaşıp, kendisini realizmin
hizmetinde addediyor. En kapsamlı gelişim kanunları dahi halkların
tarihlerindeki bütün gerçeklikleri açıklayamaz. Roscher’in tanrının düşüncesi
olarak adlandırdığı açıklanamayan bir “artık” her zaman kalır. Sadece
bununla bağlantılı olarak bütün tarihi ilişki anlaşılır olur.
Gerçekliğin sadece ve temelde açıklanabilir olan kısmı Roscher’de bir
bilimsel araştırmanın amacıdır. Çünkü bilimsel çalışma, daha önce
gördüğümüz gibi, onun için sadece gerçeğin rasyonel hale gelmesinden
başka bir şey değildir.
Roscher’in bilgi kuramının esaslı başlama noktası, insani düşüncelerin
gerçekliğin hakiki yansımalarını tam olarak kopyalayacağı, varsayımının
ağırlık kazandığı noktadır.211 Öyle ise, onun için insani düşünceden bağımsız
bir dış dünyanın varlığı kesindir. Dış dünyanın sadece kendisi, araştırmacının
bilgi kuramı açısından önemlidir. Roscher teorik bilgi kazanımında genelde iki
farklı yöntem arasında ayrım yapıyor.
Birincisini felsefi bilgilenme teorisi olarak adlandırıyor. Bundan
Roscher’in anladığı: “Soyut genelleme amacıyla yapılan ve gerçeklik içinden
tesadüflerin elenmesiyle oluşturulan kavramsal tanımlama”. İkincisi ise,
tarihsel metodu bundan farklı olarak “hakikatin bütünsel gerçeklik içersindeki
tarifsel tekrarıdır.212
Roscher’in tarihsel metodu zaman zaman psikolojik veya realistlik
olarak tanımlaması, akademik öğreti faaliyetinin başlangıcında, en ayrıntılı
veya en genel şekli olarak siyasal bilimler için Thukydides’te sergiliyor. Ve
daha sonra tarihsel metodu en etkin bir şekilde Milli Ekonomi teorisinde
kullanıyor.213
211
Weber: Tarihsel milli ekonominin mantık problemleri, Tübingen, 1988, s. 19. Eisermann;
Tarihselliğin Temelleri, Stuttgart, 1956, s. 132.
212
Weber, Tarihsel milli ekonominin mantık problemleri, Tübingen, 1988, s. 4.
213
Bilimsel öğretisinden mantıklı olarak elde edilen çıkarım. Roscher Milli Ekonomiyi “pozitif tecrübe
bilim” olarak adlandırıyor. Bunun ötesinde Thukydides’de istatistik bilimine de pozitif tecrübe bilim
tanımlaması yapıyor. Bu durumda onun için Milli Ekonomi, politikanın önemli ve özel dallarından
biridir. Roscher: Thukydides, Göttingen, 1842, s. VII. Wilhelm Roscher – Klasik Tarihsel Politik
Kuramı, 107
67
Kendisini tam olarak Bacon’un bilimsel geleneği içinde hissediyor, bu
gelenek içinde, bütün bilimler “tecrübenin zemininde”214 duruyor. Doğal ve
tarihi bilim dalları, tecrübe bilimleridir. Birbirlerinden mantıki-formel anlamda
ve bundan dolayı gerçekliğin metodolojik hazırlanışının şekli ve yöntemi
itibarı ile ayrılmazlar. Bunlar için içeriksel-maddesel bir ayrım söz konusudur.
Felsefe ile tarih ayrışmasındaki en belirgin kriter, bilimin içinde birincil
derecede “madde” olarak mı yoksa “ruhi hayat” mı olduğu sorusuna verilen
cevapla değerlendirilir.215 Bu sorgulamada Roscher için geçerli olan, pozitif
bilim dallarının doğal-tarihsel bilim dallarına bölüştürülebiliyor (dağıtılabiliyor)
olmasıdır. Bunların karşında ise felsefe var. Felsefenin metafizik metodunu
Roscher spekulatif olarak değerlendiriyor ve maddesel dünyanın arkasındaki
muhtemel, cisimlerin bilgi kuramı içersinde tekrar düşünme gerekliğini
belirtiyor. Filozof, metot olarak sadece düşünmeyi kullanır. “Var olmak
kavramı ile bütün gerçeği ve saf düşünce kavramı ile mevcut olanı ve mevcut
olmayanı tamamen kontrol altına alır.”216 Filozof, böylece sadece “gerçeği”
değil “düşünülebileni” aynı zamanda değerlendiriyor. Filozofun kavram
sistemi mantıklı ve karşı çıkılmaz olabilir, fakat bu durum içeriğin gerçekliğine
dâhil bir açıklama değildir. Bilimlerin kategorisinde muhakeme-tecrübe
bilimleri ayrımı ardında neredeyse Roscher’in bilimsel mantık tasarımı
bulunmaktadır. “Tarih” kavramı ardında sadece dar anlamda tarih bilimi değil,
tecrübenin zemininde duran bütün bilim dalları vardır.
Roscher’in bilimsel öğreti eğitimindeki fark oluşturan iki önemli motiften
birincisi, aydınlanma felsefesinin abartılı rasyonel tavrını kabul etmeyişi;
ikincisi ise, idealist tanımlama felsefesinin reddidir. Böylelikle bilim için
“tarihi” olan daha çok bir sinonim (eşanlam) olmuştur. Fen bilimlerini de
Roscher, bizim için bugün oldukça yadırgayıcı, tarihsel bilimlerden biri olarak
214
Roscher, 1842, s.10.
Roscher, 1842, s.10.
215
Roscher, 1842, s.10.
216
Roscher,1842, s. 19.
215
68
görmektedir. Muhakeme ve tecrübe bilgisinin tezatlığı burada “özel ve çağcıl
bir şekil alır: Felsefe-Tarih.”217
Formel ve maddesel bölünme kriterlerinin karıştırılmasında, aynı
zamanda önemli bir yanlış anlamanın da sebepleri vardır.
Roscher’in
metodolojik başlama noktasının fen bilimlerinden bir metot ile bunun tam
karşısında duran manevi bilimlerden (tarihi bilimlerden) bir metot ile eş
tutulmasıdır. Kesin fen bilimleri bir tarafta ve tarih diğer tarafta, arasında
kavram oluşumunda bir karşıtlığı Roscher kabul etmiyor.218 Çünkü “felsefe”
ile “tarih” arasındaki karşıtlık, tamamen formel olan bir tek kritere bağlanıyor.
Oysa bu Roscher’in bilimsel öğretisinde bilgi kuramsal bakışın cismi “Felsefe”
ve “Tarih” için aynı olabilir. Ama bu uygulamanın nedeni ile metodu tamamen
farklıdır.219
Filozof, tanımlardan oluşan ve mantık boşluğu olmayan bir sistem
geliştirmeye çalışır.220 Felsefe ise bundan hareketle bir tanım bilimdir. Bu
tanım bilimin başlıca uğraşı, mantıklı ve kapalı bir kavram sistemi
oluşturmaktır. Tarih bilimleri (sosyal bilimler) ise gözlem bilimleridir, öncelikle
gerçeği aktarmaya çalışırlar. Bir gerçekliği açıklamadan, ideal kavramları
mantıklı ve karşı çıkılmaz bir sebep sonuç ilişkisi içersinde tanımlayan bir
filozof o olayı açıklamış sayılır.
Bir
tarihçi
ise,
eylem
içersindeki
insanların
veya
cisimlerin
düşüncelerini, hedeflerini ve duyarlılıklarını genel ve tarihsel bir metin
içerisinde topladığı zaman bir gerçekliği açıklamıştır. 221 Roscher sonuç
itibarıyla her metoda kesin bir şekilde bilgi kuramı hedefi vermiştir. Yalnız
(özellikle belirtilen) bilgi kuramı açısından önemli olabilecek beher tekil cisme
bir metot vermemek kaydı ile. Devletin bilimsel öğretisi için bu şu anlama
gelir: Filozof için hakkı, devleti, sanatı ideal bir şekilde düşünsel işlemek
önemlidir. Çalışmaları sırasında “hakiki” olan yani gerçekte var olan ile
217
Roscher: William; Ansichten der Volkswirtschaft aus dem geschichtlichen Standpunkte
zunachst 1861,Leipzig und Heidelberg2.Aufl,1878,s.108
218
Weber: Tarihsel milli ekonominin mantık problemleri, Tübingen, 1988, s. 17.
219
Roscher: 1842, s. 27.
220
Roscher:1842, s. 28.
221
Roscher, 1842, s. 28.
69
düşüncelerinde oluşan “sanal” ayrıştırmasına gitmek zorunda değildir. Filozof
için burada önemli olan sisteminin itiraza kapalı olmasıdır.
Tarihçi ise, hukuksal veya kamusal hakikati bütün gerçekliği ile
yakalamaya çalışır.222 Her ne kadar filozofun düşünce biçimi ile tarihçinin
düşünce biçimi bazı şartlar altında tecrübe ve hakikat ile aynı düzlemde
gerçekleşiyorsa bile, filozof Roscher’in açıklamalarına göre hiçbir zaman
hakikatin bütün gerçekliğine ulaşamaz. Bununla birlikte Roscher ne felsefeye,
ne de filozofa özgü bir hakkı almak niyetinde değildir. Böylece felsefe ve
filozof da kendi özel metodu ile idealistlik bir politik sistem ya da Milli
Ekonomik sistem kurgulayabilir.223 Bununla beraber bir filozof kendi metodu
ile gerçekliğin bir bölümünü düşünsel anlamda yakalamanın ötesinde bir hak
iddiasında bulunamaz.
Somut
gerçekliklerin,
kendi
karmaşık
ve
organik
etkileşim
oluşumlarından anlam (Roscher’e göre bir bilimsel çalışmanın gerçek hedefi)
çıkarmaya çalışmak için, bu metodun hiçbir önemi yoktur. Bir filozof için
hakikat neticede düşüncelerinin bir kopyası olur. Bununla Roscher için
bilimselliğin ayrıştırıcı kriteri ve bilimin objektif niteliğinin temeli oluşmuştur.224
Sadece
tarih
tek
başına
“bütün
halklar,
bütün
zamanlar,
bütün
sınıflandırmalar için geçerli olan bir hakikati ortaya koyabilir.”
Tarihsel çalışmanın hedefi “kuralsız gibi görünen gerçekleri, genel
kabul gören temel ilkelere ulaştırmaktır.”225 Roscher’de tarihin görevi, objektif
genel kabul gören hakikatin bilgilerini aktarmak değildir. Tarih, öncelikle
ideolojilerin kavgasında ve aşırı politik uçların arasında, dünya görüşü ile
değer yargısı aracısı konumunda olmalıdır.226 Öyle ise tarihin objektif
gerçekliğinin görevi, öncelikle hakikatin çok yönlülüğünün, çok sayıdaki
normun ve tek yönlü dogmatik görüşlerin yetersizliğinin idrak edilmesini
sağlamaktır.
222
Roscher, 1842, s. 27.
Beckman, Tarihsel Metod, Bonn, 1948, s. 20.
224
Beckmann, Tarihsel Metod, Bonn, 1948, s. 20.
225
Roscher , 1842, s. 16.
226
Roscher , 1842, s. 35.
223
70
Tarihteki tek sabit ve güvenli olan olgu “hakikat” böylece tarihteki
kanunsal gelişimin kendisi olmuştur. Bunu (yani Roscher’in mantık hatası
bulunan tezat düşüncesi olan tarihi süreç içindeki tek sabitin değişim ve
gelişim içindeki kendisinin oluşunun tezini) bir yana bırakırsak ancak bir
nedenle açıklama getirebilir. O neden de araştırmalarını tanrısal gelişim
kanunlarına dayandırmasıdır. Hâlbuki burada rölativist gerçekçi düşüncenin
tamamen dışında kalmaktadır.
Tarih tanrısal buyruğun bir ifadesidir ve böylece hiçbir şekilde, ilk
bakışta göründüğü gibi değer yargısız değildir. Öyle ise tarihin kendisi
tanrısal bir mantık ifade eder. Hatta tekil değerler gelişim ve çağdaşlaşma
neticesinde tekrar tekrar relative (düzenleme) edildiyse de sonuçta tarih
kendisi çeşitli tezler arasında aracı olabiliyorsa da, Roscher için halen
netleşmeyen “objektif” tarihi bilgilendirmenin aynı zamanda objektif değerler
sunabilme kabiliyetidir. Tanrı, tarihin objektif gerçekliğini temsil eder ve bu
gerçeklik insanlığın gelişiminin kanunları ile eş tutulmalıdır.
Çünkü bu gelişim süreci sonuçta insanlığa kapalı kalmak zorunda
olduğu için, daha doğrusu sadece belirli bir seviyede ulaşılabilir olduğu için
bilimselliğe bir tek aklı başında ödev kalır. O da açıklanamayan tanrısal arka
plan ve tanrının düşüncelerini sürekli daha da geriye itmektir. 227
Sadece
temel olarak açıklanabilir ve temel anlamda açıklanamaz tanrısal bağ
sayesinde, Roscher bilimsel mantığını büsbütün bir irrasyonelliteden uzak
tutabilmiştir.
Roscher
dünya
üstündeki
rasyonalizmi,
tanrının
bu
anlaşılmazlığı veya irrasyonellikte arıyor.228 Roscher’in burada gösterdiği bir
metodudur. Bununla iktisadi gelişmenin gerçekliğinin arkasında duran
prensipleri algılayabiliyoruz.
Milli Ekonomist aynı fen bilimci gibi tecrübenin zemininde duruyor. Her
ikisi de gözlem yapabilmek amacındadır. Milli Ekonomistin amacı burada
iktisadi hayatın kanunsallığını ortaya çıkarmaktır. Fakat şu anda yan yana
227
Roscher, 1842, s. 42.
Weber: Tarihsel milli ekonominin mantık sorunu, Wilhelm Roscher – klasik tarihsel politik
kuramı,s16
228
71
olmaktan çok ardı ardına olmasını tercih ediyor. 229 Sadece çok az sayıda
halkın araştırmaları için uygun olması problemini görmek zorunda ve tipik
gelişme süreçlerinin karşılaştırmasında aynı sorunla karşılaşıyor. Bunun için
kalanların tamamını araştırmak bir zarurettir.230 Sadece tarih bize insanlığın
ihtiyaçlarını, kabiliyetlerini ve görüşlerini gösterebilir. Roscher için bu
değişiklikler insani iktisadın önemli kategorilerinden biridir. Gerçekliğin
kanunsal bilgiselliğe meyil ettiği zamanda, tarihin sağlam kalmış bir kaçış
noktasını temsil ederler.
Roscher’in
tarihsel
metodunun
Milli
Ekonomi
için
önemli
iki
karakteristik özelliğinden bahsedebiliriz: Birinci adımda iktisadi gerçeklik tarif
ediliyor. Bu öncelikle tek tek ferdi ekolleri, kendi ferdiyetçiliği içinde anlamaya
yarıyor. Sonraki adım, bilimsel anlamda tekil iktisadi görüntüleri nedensel
ilintileri doğrultusunda tasnif etmektir. Bu yapılan ikinci bir aşamada
gerçekleşmelidir. Üstelik ferdi ekol ve kültürlerin karşılaştırması yapılarak.
Nedensellik
daha
doğrusu
iktisadi
hayatın
kanunsallığı,
ekonomik
görüntülerin devamlılığına devredilir. Bir önceki tanımlama karşılaştırma için
gerekli olan ampirik materyali temin eder ve karşılaştırma yapabilmek için
vazgeçilmez bir şarttır. Tarihsel objektivite ancak bir halkın kendine ait olan
gelişim süreci bilinir ise mümkün olabilir ve sadece böylece, karşılaştırma
yaparken genel olanı genel olmayandan ayırt etme olanağına kavuşuruz.231
Özel bir bilimsel kalite kaybolmuş olan kültürlerin bilgi değerleri Milli
Ekonomi için fevkalade önemlidir. Çünkü “pek çok halkın ve bazen ömrünü
tamamlamış olanlarında dâhil edildiği bir karşılaştırma ile” 232
tarihin tipik
akışının genel açıklamalarına rastlayabiliriz ve iktisat alanında ise insanlık
tarihinin genel “gelişme kanunlarına” ulaşırız. Bunlar genel anlamda veya en
azından birbiriyle karşılaştırılan kültürler için genel anlam içerirler. Böylelikle
tarih yazıcılarının sadece geçici bir hedefi olmalıdır. Bu ise, bir toplumun
olgun çağını belirlemek iddiasıdır. Sonradan bu ikinci adım tamamlandığında
229
Weber: Tarihsel milli ekonominin mantık sorunları, Tübingen, 1988, s. 9.
Roscher: Milli ekonominin temelleri, Stuttgart/Berlin, 1918, s. 78.
231
Roscher: Milli ekonominin temelleri, Stuttgart/Berlin, 1918, s. 80; Wilhelm Roscher: klasik
tarihsel politika kuramı, s. 112.
232
Roscher: Milli ekonominin temelleri, Stuttgart/Berlin, 1918, s. 81.
230
72
ve gerçekten iktisadın “doğa kanununu tanıdığımızda, ekonomik hayatın tekil
görüntüleri sadece istatistiktir ve genel bir gelişim teorisinin özel durumu
olarak algılanırlar. Aynı zamanda tanrısallığın arkasındaki tarihin objektif
amacına yakınlaşmış oluruz.
Her ne kadar Roscher 19. yüzyılda Milli Ekonomik düşünce tarihinin en
önemli temsilcisi olarak kabul edilmiş olsa da tarihsel dogma çalışmaları ile
sosyal bilimlerin tarihine kapsayıcı bir anlam ve bununla birlikte politik bilim
tarihine önemli katkıları olmuştur.
Öncelikle Roscher’in dogma tarihsel çalışmaları ile kendi zamanında
Alman Ekonomistlerinin düşüncelerinin İngilizce konuşulan ülkelerde kabul
görmesi onun başarısıdır.233Bu özellikle Almanya’daki Milli Ekonominin
tarihini234,Milli
Ekonominin
düşünce
tarihini
her
zaman
uluslararası
gelişmelere bağlamaya çalışmasının büyük önemi vardır. Ünlü Neoklasik ve
marjinal fayda teorisyeni Alfred Marshall, Roscher’in dogma tarihsel öğretisi
sonucu Alman Tarihçi Okul’unun düşüncelerine aşina oldu ve Alman Tarihçi
Okul’u için nerdeyse hayranlığını belirten sözler söylemiştir.
Tarihçi Okul’un bilimsel ilgisi esasında ulusal problemlere yönelmişti,
fakat Milli Ekonomi ve karşılaştırmaları üzerindeki çalışmalar Okul’u
uluslararası bir düzleme taşımıştır. Marshall’a göre, Almanlar bununla birlikte
iktisat hayatındaki karşılaştırmalı araştırmaları ile tıpkı genel tarih biliminde
olduğu gibi lider konuma yükselmişlerdir.235
Marshall’ın Alman Tarihçi
Okul’unda özellikle beğendiği,kullandıkları metot ile çeşitli ülke ve zamanların
çeşitli sosyal ve endüstriyel fenomenlerini günışığına çıkarma kabiliyetine
sahip olmalarıdır. Almanlar ekonomik verileri her zaman hukuk bilimlerinin
öğretici tarihi ile birlikte değerlendirmişlerdir.236
Böylece Marshall için Alman Tarihçi Okul’unun çalışmalarının değerini
uluslararası düzlemde ve ekonomik alışkanlıkları ile kurumların tarihini
araştırmak için, büyütmesi mümkün görünmüyordu. Bulguları şüphesiz
233
Groenewegen: Roscher “milli ekonominin tarihi”, Duesseldorf, 1992, s. 137; Roscher: milli
ekonominin tarihi, München, 1874; Wilhelm Roscher: klasik tarihsel politik kuramı, s. 113.
234
Marshall: ekonomik prensipler, Londra, 1961, s. 767.
235
Marshall: ekonomik prensipler, Londra, 1961, s. 768.
236
Marshall: ekonomik prensipler, Londra 1961, s. 768.
73
Marshall için çağının büyük bilimsel başarıları arasındadır. 237 Marshall’ın
çağdaşları genelde onu “ Klasik” ekolü tekrar keşfeden olarak tanırlar. Oysa
bugün özellikle dogma tarihsel çalışmaları ile Joseph A.
Schumpeter’in
sayesinde, Marshall’ın her zaman araştırma konularının tarihsel şartlarını
dikkate alması ve sonuçlarını bu doğrultuda (araştırma dünyasının korunması
altındaki değerler) değerlendirmesini bilmiştir.238
Modern dogma teorisyenlerine inanırsak, değer-fiyat teorisi onun
ekonomik sisteminde esas kabul edilmesi gereken çekirdek değildi.
Marshall’ın amacı daha çok, bir büyüme veya gelişme modeli oluşturarak,
endüstriyel kapitalist sisteme sunmaktı. Bunun neticesinde Marshall bu
görüşü sonucu, istemediği kadar Neoklasik araştırmaların bir parçası ve
Tarihçi Okul’un ve onun kurumsallaşmasının düşüncelerine yine kendisinin
inanamayacağı kadar yakınlaştı.239 Bu gerçeklik doğrultusunda Marshall’ın
kendi açıklamaları bağlamında, kendisini Alman Tarihçi Okulu’na bağlı
hissettiğini, Roscher’in belli bir ölçüde üzerinde etkisi olduğu kesinlik
kazanmıştır.240
Zamanın en büyük İngiliz Ekonomistlerinden biri olan Marshall’ın
hayranlığı bile Roscher’in durumu için aldatıcı olmamalıdır. İngilizce
kaynaklarda, Roscher’in çalışmalarının tematik genişliği ve çerçevesinin
büyüklüğünden dolayı sadece kısa kısa değinildiğini görürüz. Yoksa sebep
onda harika bir teorisyen veya orijinal bir düşünür olmamasından değildi.241
Dönemin muhteşem Anglosakson literatürüne etkisi, Marshall tarafından
aktarılan düşün tarihsel araştırma sonuçları itibarıyla,
toplamda yine de
oldukça azdır. Bu arada hiçbir eseri hayatta olduğu sürece başka dillere
tercüme olmamıştır.242 Çalışmalarına yurtdışında çok fazla ilgi duyulmaması,
her şeyden önce Roscher’in ulusal boyutta ve önemde iktisadi düşünceler
237
Marshall: ekonomik prensipler, Londra 1961, s. 768.
Cunningham: Roscher’in İngiltere’de neden etkisi az olmuştur, Leipzig, 1895, s. 11f; Wilhelm
Roscher: klasik tarihsel politik kuramı, s. 114.
239
Rieter: Alfred Marshall, Münih, 1989, s. 157 ve buna ilaveten Wendt: siyasi iktisat kuramının
tarihi, Berlin, 1968, s. 128f.
240
Groenewegen: Roscher’in “ulusal ekonomi tarihi”, Duesseldorf, 1992, s. 138.
241
Groenewegen: Roscher’in “ulusal ekonomi tarihi”, Duesseldorf, 1992, s. 140.
242
Cunnigham: Roscher’in İngiltere’de neden bu kadar az etkisi olmuştur, Leipzig, 1985.
Wilhelm Roscher: klasik tarihsel politik kuramı 115, s. 1.
238
74
neşretmesine bağlayabiliriz ve böylece spesifik sosyal ve düşün tarihselliğin
Almanya içindeki gelişimi vurgulamıştır.
Bir realite, günümüz bakış açısı ile özellikle Milli Ekonomik ve politik
bilimselliğin Almanya’daki düşünce tarihi literatüründe benim görüşüme göre
önemi büyüktür. Çünkü kimse bütün devlet bilimlerine Roscher’in zamanında,
tematik anlamda bu derece hâkim olmamıştır. Aynı zamanda Roscher’in
öğretisi kendince kozmopolit sayılabilir. Çünkü bakış açısını sadece Alman
bilimsel gelişimine adamamıştır. Hatta Avrupalı ülkeler arasında ve özellikle
“cermen ile Latin halklar” arasında kopmaz bir bağlamda olan kültür gelişimini
daima vurgulamıştır.243
Marshall gibilerinin, Roscher’in kuramında değer verdikleri, İngiliz
Ekonomistlerin büyük bölümü için, muhtemelen Roscher’e ve Tarihçi Okul’a
karşı mesafeli duruşlarının nedeni olmuştur.
1.4.3.1. Roscher’in Tarihsel Dogma Metodu
Alman bilimsel tarihi, Roscher’de, hiçbir şekilde izole anlamda
anlaşılamaz;
Milli Ekonomiler literatürünün bütün Avrupa’daki gelişimine
sıkıca bağlıdır.244
Roscher’in Alman Milli Ekonomi literatürünün anlamını
relative etmesi ile uluslararası bilimsel kontekstteki yeri, bu açıklamanın
yanlış sayılamayacağını kanıtlar. Hatta tam tersi sonuçta o kendisi -bütün
doğal hali ile- Milli Ekonomi içersindeki büyüklük ve nicelik halini alana kadar
Alman literatürüne yol açmıştır ve açmaya devam edecektir. 245Yalnız
yüzeysel bir inceleme, Jean Baptiste Say’in, onun dogma tarihine yönelik ön
yargılı tutumunu daha da sertleştirebilirdi. Jean–Baptiste Say, milli ekonomik
tarihinin yasadışı bir kısıtlanması olarak söz etmişti.
Buradaki önemli soru şu: Milli Ekonomi gerçekte ne kadar milli olabilir?
Ve milli anlamının dogma tarihinde ne derece önemli olduğu sorusudur.
243
Backhaus: Wilhelm Roscher “milli ekonominin almanya’daki tarihi”, Duesseldorf, 1992, s109.
; Wilhelm
244
Roscher,1874, s.6
245
Roscher, 1874,s4
75
Roscher’in Milli Ekonomisinin tarihi her halükarda politik anlamda
millidir. Bir ülkenin politik gelişiminin açıklamasına yardımcı oluyor. Fakat
bununla beraber kozmopolit olmayı sürdürüyor.
Çünkü ne yabancı
ekonomilerin literatürlerindeki ferdi çabaları yok ediyor ne de onların Alman
bilimsel gelişimine ve bunun anlamını inkâr ediyor.
Roscher’de dogma tarihçisine sadece, (Say, Marc Blaug ya da kısmen
Schumpeter’de olduğu gibi) saf bilgi teorik gelişmenin tarihini yazma
fonksiyonu yüklenmemiştir. Sadece bir genel geçer ve objektif bir ekonomik
bilgi teorik gelişiminin izlenimi üzerinde yapısallaşan dogma tarihi, tabii ki Milli
boyutlu teorik bilimin üzerine pek fazla konamaz. Tekil çözüm bekleyen
problemlerde, kültür anlamlılığı tasavvurunu reddeder ve aynı zamanda
çözüm önerilerindeki kültür etkisini kabul etmez. Yoksa Milli Ekonomi teorisi
bir çeşit uydurma tarih olurdu ve böylece bilgi teorisinin gelişim aşamasındaki
yanılgılarını teorik anlamda yok ediyor olurdu. Bu şu anlama gelir: Gelişim
aşamasının sonucunda zaman ve mekân kavramı olmayan bir teori vardır ve
bütün yanılgılara karşı bağışıklık kazanmıştır. Bu tür dogma tarihlerinde,
pozitif esasları adeta alnında yazılıdır. Geçmişin hataları ve yanılgıları zaman
ve mekân bağımlılığından kurtulurlar ve bundan dolayı genel teorilerin
çözümünde değerlendirilirler.246 Tarihin ve teorinin bütün bulmacaları bilgi
teorisinin gelişim aşamasında teorik anlamda aşılacaktır.
Dogma tarihinin bu anlayışı Roscher tarafından tamamen reddedilir.
Roscher, Jean B. Say’in bu iddiasına şiddetle karşı çıkar. Sonuçta dogma
tarihinin gelişim aşaması, tarihin akışında son derece kısalarak gereksiz hale
dönüşmüştür.247 Siyasi iktisat kuramının tarihi, Roscher için bir “ilke ve görüş”
ile “pratik devlet idaresi” anlayışını temel yapmış olan halidir.248
“Tarih yazarı için ilk karşılaştığı bozuk hücre, onun için daha sonra
karşılaşacağı meyveden daha az değerli değildir.” 249Başka bir ifadeyle,
dogma
246
tarihinin
faydası
kendini
sadece,
sistematik
bilgi
kuramının
Backhaus: Wilhelm Roscher “milli ekonominin almanya’daki tarihi”, Duesseldorf, 1992, s. 110;
Wilhelm Roscher – klasik tarihsel poltik kuramı, s. 117.
247
Roscher, 1874 s. 4-5
248
Roscher, 1874, s. 4
249
Roscher, 1874, s.6
76
gelişiminde, yani sadece kendi disiplini içinde yok olmaz. Roscher için dogma
tarihi, ekonomik teorilerin anlaşılması ve ülkesinin iktisat tarihi için önemli bir
anahtar olmuştur.250Öyle ise teori tarihi, sadece teorinin bilinmeyenlerini değil
aynı zamanda tarihinde bilinmeyenlerini çözmeye yardımcı olmalıdır. 251
Roscher ekonomik düşünceleri, kültür tarihi oluşumuna şartlandırmaya
çalışıyor, içinde geliştikleri, içinde anlam kazandıkları ve ekonomide
uygulama bulduğu şartları ile değerlendiriyor. Başka bir deyişle; bir ülkenin
iktisadi ve siyasi geçekliğine ulaşmak istiyorsak, Roscher için mantıklı olarak
bir soru ortaya çıkıyor, politikacıların iktisadi düşünceleri ve görüşleri ile
becerileri, bir ulusun hayatında nasıl bir rol oynamıştır?Bu devlet adamlarının
davranışları bir dogma tarihsel bakışla ön planda değillerse; bu düşünceler,
siyasi davranışlarının mahvolmasıdır.
Nasıl, politik eylemin tarihi, devletten ve onun kurumlarından veya
siyasi aktörlerden yola çıkarak yazılıyorsa, Roscher için aynı şekilde politik
eylemin arkasındaki fikrin mantığını sorgulamak gereklidir. Aynı şekilde bir
ülkenin politikasını ve gerçeğini etkileyen “ruhani önderlerin” düşünceleri,
tersi durumda da düşünceleri gerçeklikten etkilenir.
Milli ekonominin teorilerini (ister tecrübe olsun veya realiteyi iyileştirme
çabası olsun) sadece
gerçeği bilen
(matematik gibi değil) herkes
anlayabilir.252
Roscher’in bütün çalışmasının temel özelliği, ekonomik fikirlerin
iktisadi gerçekliği fonksiyonel ve nedensel yansıtmasıdır. Bu bağlamda olan
her bilimsel başarı, buna uygun olarak gerçekliğin gözlem ve tanımını
kullanmalıdır. Burada ve özellikle milli politik ve ekonomik karakteristik
vasıflar önemlidir. Bu tam olarak Roscher’in dogma tarihinin boyutudur. Onun
dogma tarihi sadece bu çok özel durumda millidir. Teoriler Roscher’de
zamandan ve mekândan soyut değildir ve daima tarihi-kültürel boyut taşırlar.
Tam olarak bu onun kültür-kalkınma tarihsel araçlarıdır. Roscher’in dogma
tarihsel çalışmaları fikirlerin ve teorilerin milli özelliklerine odaklanmışken,
250
Roscher, 1874.s,7
Backhaus: Wilhelm Roscher “Almanya’daki milli ekonominin tarihi”, Duesseldorf, 1992, s.
110; Wilhelm Roscher – klasik tarihsel politik kuramı, s. 118.
252
Roscher , 1874; s. 119.
251
77
dogma tarihsel bilimi için özelliklerin kaynağı ile (bügüne kadar üvey
muamelesi görmüş) ilgili tezler hazırlamıştır.253
Modern
gösteriyor
ki,
dogma
Roscher
tarihsel
bilgi
metodolojinin
az
enstrümanlarının
sayıdaki
ve
bilgi
çalışmaları
hedeflerinin
formülasyonu ile amacına oldukça yaklaşmıştır.
Antonio Montaner’e göre seçilen metottan bağımsız olarak dogma
tarihi sadece kuramı ve onu oluşturanın anlatımından başka görevleri
olduğunu belirtir. Bunun ötesinde bilimsel tarih, özellikle bilimsel görüşü
şekillendiren çağdaş düşüncelerin ve politik, tarihsel ile kurumsal oluşumlara
önem vermelidir. Yani düşünce ve toplum tarihinin değişken etkisinin
belirginleştirmesi çabası önemseniyor. Bunun ötesinde dogma tarihsel
araştırmalarının görevi, tarihsel kontekst içine farklı öğretileri düzenleyerek,
iktisat teorisinin bölümlerini ve doğrultuların oluşumunu açıklamaktır.
Montaner açısından her nesil için tekrardan ortaya çıkan ve genel şekli ile
sadece çağcıl bir cevabı olan soru budur.254 Bunun hemen ardından dogma
tarih yazarlığının önemli görevi ortaya çıkar. Öncelikle geçerli teorilerin
kökenini tespit etmek ve bu teorilerin uygulanabilirliğini saptamaktır. Sadece
bu şekilde birbiriyle rekabet halinde olan çok sayıdaki iktisat teorisini
anlayarak; onları bilim tarihsel ve sosyal tarihsel sınıflandırmaya tabi tutabilir.
Harald Winkel açısından da gerek kendi konumunu doğru tayin etme
kabiliyeti; gerekse yeni fikirlerin eleştirel analizini yapabilmek için kendi
branşının bilgileri tarihsel gelişim açısından vazgeçilmezdir. 255 Bugün aşırı
farklılaşan teorik Milli Ekonomide zaten çok belirgin okullar ve yönelimler
kalmamıştır. Bu yüzden araştırmacıların çalışmaları geçmişte olmadığı kadar
birbirinin içine girmiştir. Winkel için bu gerçeklerden yeni ve çok özel dogma
tarihsel araştırma konuları ortaya çıkmıştır.
Dogma tarihinin bugün görevi sadece iktisadi gerçeklik hakkındaki
teorik çalışmaları sergilemek değildir. Özellikle bugünü ilgilendiren konular
ise, zaman kavramı içindeki ekonomik fikirlerin ve onları daha geniş yani
253
Groenewegen: Roscher’in “ulusal ekonominin tarihi”, Duesseldorf, 1992, s. 143.
Montaner: siyasi iktisat tarihinin kuramsal tezleri, Köln/Berlin, 1967 , s. 19.
255
Winkel: 19. yüzyıl Alman milli ekonomisi, Darmstadt, 1977, s. VII; Wilhelm Roscher: klasik
tarihsel politik kuramı, s. 120.
254
78
sosyal tarihsel ve kültürel tarihsel bağlanmışlıklarını belirginleştirmektir.256
Dogma tarihsel kazanımlar ve ulusal ekonominin teorik gelişimi her zaman
genel çağcıl ve sosyal gelişmelere sıkı bir şekilde bağlanmıştır.257
Peter Groenewegen gibi bazı çağdaş ulusal ekonomist yazarlar,
Roscher’in teorilerine atıf yapıyorlar. Özellikle sürekli globalleşen çağımız
ekonomisinde bu türden sorgulamalar önem kazanmıştır. Bunlar önemli
ulusal ve kültürel değerlerle ekonomik düşünce ve ticarette ilgileniyorlar.258
Groenewegen’in
burada
vurguladığı,
iktisat
başarısında
Milli
mantalitenin etkisinin bilincinde olmak gerektiğini aksi takdirde dogma tarihsel
kuramın değerinin anlaşılamayacağını belirtiyor. ( Örnek olarak Japonya’nın
batılı düşünce ile iktisadi başarısını sunuyor). Ayrıca bu kuram ile (Roscher
metoduna çok yakın) sadece milli fikir karakteristiğin entelektüel öneminin
ortaya çıkması değil, hatta bir adım ötesinde bunun politik ve ekonomik
kurumların gelişmeleri ile birleştirdiğini belirtiyor. 259
Bu uygulama şeklinin
ilginç bir örneğini ise Roscher dogma tarihinde, kurumsal reformist Freiherr
von Stein ile ilgili bir açıklama eşliğinde sunuyor.260
Burada aynı zamanda doğal olarak Göttingen İstatistik Okul’unun
temsilcileri olan Achenwall ile Schlözer karşılaşıyoruz ve Niebuhr, şüphesiz
Roscher için biraz nükteli bir kimlik,
Milli Ekonominin Tarihçi Okul’unun
kurucuları arasındadır.261
Roscher’in metodu özellikle verimli olabilir çünkü salt amacı spesifik
Alman fikirlerinin gelişimini göstermek ve bunları tekrar tekrar güncel
uluslararası metinlere uyarlamak değildi. Daha önemlisi Alman Milli
Ekonomisinin uluslararası kökenlerinin aşamalarını tespit etmektir.262
Roscher’in kendisinin bu konuda her zaman başarılı olmaması
metodolojik iddiasını azaltmaz. Özel bir önemi Roscher’in pratik literatür tarihi
256
Winkel: iktisat bilimine giriş, Paderborn, 1980, s. 39.
Winkel: iktisat bilimine giriş, Paderborn, 1980, s. 39.
258
Groenewegen: Roscher’in “milli ekonomi tarihi”, Duesseldorf, 1992, s. 145; bakınız Roscher:
milli ekonomi tarihi, Münih, 1874, s. 1039.
259
Groenewegen: Roscher’in “milli ekonomi tarihi”, Duesseldorf, 1992, s. 146.
260
Roscher, 1874, s. 702.
261
Roscher, 1874, s. 916;Wilhelm Roscher: klasik tarihi politik kuramı, s.121.
262
Groenewegen: Roscher’in “ulusal ekonomi tarihi”, Duesseldorf, 1992, s. 148.
257
79
çalışmalarından şüphesiz Smith’in Almanya’daki eserinin düzenlenmesi
olmuştur.
Roscher’in
çabaları
olmadan
az
sayıdaki
dogma
tarihi
çalışmalarının (aralarındaki daha az sayıdaki 19 yüzyıl Almanya’sının Milli
Ekonomi tarihi ile ilgilenenler) bu şekilleri ile oluşmaları mümkün görünmüyor.
Görmezden gelinmez bir başka gerçek ise, Roscher’in örneğin Harald
Winkel’in
(19.
yüzyıl
Almanyasının
bilimsel
tarihini
irdeleyen
eseri)
günümüzde standart eser haline gelmiş dogma tarihlerinin, oryantasyon ve
temel kurgu materyallerini sağlamış olmasıdır. Roscher, Smith’in eserini şu
şekilde değerlendirmiştir: “Hem derinlik, hem metod, hem sistem, hem
bütünsellik için önemli olduğu kadar tekil için, teori için ve bilimsel uygulama
için çok önemlidir. Bugünlerde olası bir yanılgıya düşmek daha zorlaşır, eğer
Milli Ekonominin dogma tarihini iki parçaya bölersek; Adam Smith’den önceki
ve sonraki zaman. Böylece ondan önce olan her şeyin ona hazırlık ve ondan
sonra olan her şeyin onun devamı veya tezadı oldu.”263
Bir tek düşünürün bütün bir bilim için anlamını daha nükteli ortaya
koymak herhalde mümkün olmazdı. Her ne kadar bugünkü bakış açısıyla
değerlendirsek de böyle mutlak açıklamalar biraz dikkatli ele alınmalıdır.
Roscher’den sonra Smith eserinde ampirizmden felsefeye kadar bütün İskoç
aydınlanmasını ele almıştır.264
Kendi düşüncelerinin pek çoğu sadece bir belirgin noktada Smith’in
temel fikirlerinden ayrılıyor: Kuralların oluşumunda, istisnaların daha fazla
öneme sahip olması. Garve’nin dediği gibi “özelden genele giden yol onun
için en doğal olan yoldur.”265 Roscher’in bu küçük bilgilendirmesi önemlidir.
Çünkü düşünürsek, Garves’in çevirisi daha sonra hem içeriksel hem de
metodik anlamda Smith külliyatının temelini oluşturmuştur. Bu bizim için bir
işaret olarak algılanabilir. Almanya’da Klasik Okul’un başlangıçta metodolojik
olarak tümevarımsal ve tarihsel olduğunu gösterir. Daha sonra Tarihçi
Okulların öncelikli yöntem biçimine ve fikri başlangıç noktasına dönüşecektir.
263
Winkel,Harald; Die deutsche Nationalökonomie im 19.Jahrhundert, Darmstadt,1977,s56
Roscher,1874, s. 593; Wilhelm Roscher: Klasik tarihi politik kuramı, s. 122.
265
Roscher,1874, s. 598.
264
80
Roscher metodolojik söylemi, teorik bilgi gelişme ile Milli Ekonomide
saf bir görünüm ve değerlendirmeye varmak istiyor. Bunun için iktisadi
uygulama (günlük hayat) ile ilgili hiçbir gözetme olamayacağını belirtiyor.
Bizim için şu soru gündeme geliyor: Roscher özellikle iktisadi uygulama ile
kişinin arasındaki ilişkiyi nasıl öngörmüş? Daha doğrusu hükümet etme
sorumluluğunda olan ve sürekli politik kararlar veren insanların durumunu.
Şüphesiz politik uygulama ve ekonomik teori burada önemli bir gerilime tanık
olur.266
Roscher politik bir egemenin öneminin Milli Ekonomideki kısıtlanma
derecesi ile orantılı olduğunu ve politik gücünün buna bağımlı olduğunu
belirterek gerilimi tanımlar. Yalnız bu problemi daha çok tek yönlü
çözümlüyor. Roscher için bu gerilimi ortadan kaldırmak dogma tarihi için özel
bir görevdir. Ve tabii mutlak monarşların siyasal iktisadi davranışlarını
neticesi olan ekonomik ve politik fikirleri kendi araştırmalarının konusu
yapması.267Öyleyse
Roscher’in
bu
denemesi,
bu
görevi
başarı
ile
tamamlayabilmelidir.
Örnek olarak I. Friedrich Wilhelm’in Milli Ekonomi için önemini tespit
etmeyi; dogma tarihinin özel problemi olarak seçmiştir. Roscher dogma
tarihinin sistematiğinden büyük beklentiler içinde değildir. Sadece ulusal
ekonomi düşüncesinin üç farklı zaman veya dönem belirlediğini görüyoruz:
Teolojik-humanistik, polissel-cameralist ve bilimsel dönem.
Polissel-cameralistik dönemi ile monarşizm güncel politik-tarihsel
kuram arasında bir muhabere süreci başlar. Ekonomik düşüncenin bu
döneminin Roscher tarafından ele alınması ile aynı zamanda politikanın,
iktisadi düşünce üzerindeki etkisini kanıtlar.
Roscher iktisat tarihi öğretisi için bir periodik şema kullanır. Bunda
amaç belirli egemenlik dönemlerini (mesela Avusturya’dan I. Leopold veya
Prusya kralı vs. gibi) irdelemektir. Bunun ötesinde bütün bir bölüm, Prusya
266
Roscher, 1874, s. 603.
Roscher mutlak monarşiler arasında çeşitli farklar görür. Mezhepsel monarşi kiliseye ödün vermek
zorundadır. Saraylı monarşi davranışlarında çeşitli şekil ve geleneklere ödün verir. Aydınlanmış
dönem monarşi sadece özgür egemen olandır ve şimdi iktisat yöneticisi olarak anlam kazanmıştır.
Roscher, 1874, s. 381; Wilhelm Roscher: klasik tarihi politik öğretisi, s. 124.
267
81
kralları I. Friedrich Wilhelm ve Büyük Friedrich’in Milli Ekonomi düşünce ve
uygulamalarına ayrılmıştır. Böylelikle politik açıdan güçlü olanların ekonomik
fikirlerini incelemiştir.
Gerçekte metodolojik kuramı, siyasi iktisadın uygulamalarını, gözetme
yolunu açmıştır. Roscher’in kendisi ise bir konuşmada insanları farklı
düşünmeye sevk etmiştir:
Roscher yönteminin gerçek gücü, saf dogma tarihinin ve bilgi teorisi
gelişiminin tarihinin çok ötesine gittiğindendir. Ama bu tertip, özellikle kişiler
(siyasi etken olan, bilimsel kimliği olmayan kişiler) dogma tarihi gözlemin orta
noktasına oturduklarında baskı altında kalıyor. Çünkü iktisat öğretisi
tarihinde, çelişkili politik eylemlerden önce ekonomik öğretiler araştırmalarda
önceliğe sahip olmalıdır.
1.4.4. İnsan Hayatını Görünür Kılmak
Knies’in temel kitabı olan Die politische Ökonomie vom Standpunkt
der geschichtlichen Methode’de fiyatlar, ücretler ve rant konularına
rastlanmaz. Bu eserinde tarih merkezli bir yaklaşımla tarih ve coğrafyanın
değişik ulusların iktisadi yapılarını nasıl etkilediklerini görmek mümkündür.
Metot konusu üzerinde uzunca durur. Knies, Klasik iktisatçıların kendi
kendine dengeye gelen bir mekanizma olarak bencilliği öne çıkarmalarını
eleştirmiş ve bunun karşısına bir cemaate aidiyet hissi, adalet, doğruluk gibi
kavramları koymuştur.
Özellikle iktisadın kültürel ve siyasi hayatla ilişkisi
üzerinde durmuş ve Milli İktisadın hayatın diğer alanlarından koparılarak
kendi başına bir inceleme alanına dönüştürülmesine karşı çıkmıştır.
Knies bireysel faydayı ve ekonomik egoizmi, iktisadi davranış şeklinin
tek ve dönüşebilen dürtü kuvveti olarak kabul etmez. Fakat bunlara iktisat
uygulamalarında önemli bir rol yükler.268Özel mülkiyet ve ekonomi-politik
kurumlar
268
onun
için
tarihsel
‘kategorilerdir.’Bunlar
zaman
ve
şartlar
Knies, Karl; Die politische Ökonomie vom Standpunkt der geschiclichen Methode
Braunschweig,1853, s.223
82
doğrultusunda değişirler. Aynı şekilde bireysel fayda onun için tarihçi
anlamda etkilenmiş bir ‘kategoridir.’Çünkü birey marjinal faydanın bilinçli
taşıyıcısı olarak böyle genel tarihsel zeminde köklenmiştir. Hatta çevresinin
atmosferi içinde yaşar ve böylece başka gelişime tabidir.269 İktisat
bilimlerindeki tarihçiliğin genel görüşünün analojisi demek, teorinin iki esas
dayanak noktasının yani kurumlar ve bireysel faydanın, mutlak faktör olarak
onaylanmadıkları anlamına gelir. Bunlar var olan durumları içinde teoriye
dâhil olabilirler. Böylece bir teorinin tüm bileşenleri gibi, tarihsel hareket
halinde olan ve zaman içinde dönüşen olarak görülebilirler. Böylece Knies
için geçerli olan bazı ‘zorunluluklar’ hareketli ve tarihsel koşullu bir çevreye
girer.270
Bunların üzerine dayanan teorik bilgilenmenin ana alametiyse
muhtemel olan dönüşümdür. Tüm keşfedilen ve keşfedilecek olan ekonomik
kanunlar, bu türden hareketli ve rölatif kanunlardır. Milli Ekonomide katı fen
kanunları yoktur. Çünkü bu kanunlar yansımalardan kazanılır. Ve bu
yansımalar tarih alanı içinde gerçekleşir. Zorunlu olarak hiçbir zaman aynı
türden olmazlar. Milli Ekonomik bir kanun sadece reel dünyanın etkilerinin fen
bilimsel bir ifadesi olmaz. Nasıl ki hız kavramı hareket ile zamanın bir
fonksiyonu ise, ekonomik gerçeklikler ve bundan dolayı Milli Ekonomik
kanunlar iki çeşitli faktörün kombinasyonlarının neticeleridir. Bunların ilki reel
faktördür. Bu faktör materyal dış dünyanın yansıma alanına dâhildir. Diğeri
ise kişisel faktördür. Bunun kökeni ise, insanın içindeki ruh hayatıdır. 271 Knies
Milli Ekonomiyi büyük ölçüde iktisadın veya bilimselliğin fikirlerinin tarihi
olarak değerlendirir.
Karl Knies için tarih araştırmaları yanlışlıkların oluşmasını engelleyen
bir araçtır. “Bugününden başka bir şey bilmeyen, çevresindeki olayları bir
perdenin ardından algılayan bu dar bakışlı güncel açı ile ancak kendisini
mukayese edebilir.”272 Bütün geçmiş, kendisini bir kuvvet şekline taşıyarak
269
Knies,1853, s.254
Knies,1853, s.40
271
Knies, 1853, s.156
272
Knies Karl, Die politische ökonomie vom geschichtlichen standpunkte Braunschweig,1883, s.
492.
270
83
geleceğe etki eder. Bir halkın tarihsel hayatının açıklaması, mükemmel olana
ve aynı zamanda ahlaki mükemmelliğe ulaşmaktır. Halkların içinde oluşan bir
baskıdır kendini mükemmelliğe taşımak, fiziki ve manevi tatmine ulaşmak ve
kültürün ilerlemesini (çeşitli çevrelerin ve farklı yönlerin doğru tutumuyla)
temin ederek insan hayatının ortaya çıkmasını sağlamak.273Tarih bize
“bütünün” sürekli ilerlemesini gösteriyor. Sürekli yeni basamaklarla karşılaşan
çizgisel bir gelişim ve sonunda ulaşılabilecek bir üst seviye olan insani
mükemmeliyet.274
Knies, bu sebeplerden dolayı tarihsel metod doğrultusunda yeni bir
ekonomi-politik oluşturma çabasına girmiştir. Çünkü “özellikle tarihsel
gelişimin hem siyasi-iktisadi iktisat gerçeklikte hem de Milli Ekonomik teoriler
bazında yetersiz değerlendirilmesi, sadece bilimin başarısının olumsuz
etkilemesine
sebep
olmaktadır.
Bu
anlamda
ampirik
gerçekliğin
araştırılmasına bağımlı olan, üstelik özellikle kendisini de tarihsel bir
gelişiminin neticesi olduğunu anlaması gerekiyor.” 275
Knies, Max Weber
üzerinde önemli etkisi olan Tarihçi Okul profesörlerinden biridir. Tümevarımcı
bir metot benimsemiş ve tecrübeden elde edilecek verileri mantıki
postülalardan daha önemli kabul etmiştir.
Knies, her türlü teorik mutlakiyetçiliğe ve zamansal mekânsal
boyutlarda evrensellik iddiasındaki her türlü teorik yaklaşıma karşı durmuştur.
Genel
iktisat
kanunlarının
varlığını
reddetmiş
hem
Ricardo’nun
tümdengelimci akıl yürütmesini hem de Walras’ın matematiksel yöntemini
eleştirmiştir. Ona göre Milli İktisat disiplini insanların sürekli değişen davranış
ve alışkanlıkları ile ilgilenmelidir. Bu nedenle iktisadi analiz pratik hayata
273
Knies,1883, s. 147; Ahlaksal mükemmellik burada aynı zamanda insanlığın bütün basiret ve
kabiliyetini kapsıyor.
274
Gottfried Eisermann, Karl Knies tarafından kullanılan metodu “ekonomik historizm” olarak
adlandırıyor. Eisermann, 1956 , s. 205.
275
Knies, 1883 Kendi bilimsel sistematiğinin ve metodolojik seçimlerinin savunulmaz olduğunu kabul
etmiştir. Baş eserinin 2. baskısında ve yeni adıyla “die politische ökomnomie vom geschichtlichen
standpunkte” şunları yazıyor: “Esasen metodolojik anlamda siyasi iktisatta historik metod tanımı
sadece görev olarak sonuncul bilimin sırf tarihi araştırma ve raporlama yapması durumunda kabul
görür. Neticede büyük bir gayret ile kendimizi tarihe dayandırmak istiyorsak eğer, o takdirde hiçbir
zaman iktisat tarihi ile milli ekonomi arasında fark unutulmamalıdır. Aynı şekilde tarihçinin branş
vazifesi ile mili ekonomistin görevi karıştırılmamalıdır.” Knies teorik milli ekonominin kendine özgü
bir tarihsel metodunu daima reddetmiştir, Eisermann, 1956, s. 211.
84
dönük olmalı ve değişik insanların ve milletlerin kendilerine has özelliklerini
tarihi bağlamları içinde değerlendirmelidir. Bu açıdan Knies tarihi rölativizme
önemli ölçüde vurgu yapar.
Knies’de tarihin sorgulanması, eski öğretilerin tüketilmesi ve var olanın
var olmuş olan ile bağdaştırılması tüm disiplinler için en üst önceliklerdendir.
Bu pratik hayatın şekillenmesi ile bağlantılı olmalı ve pratik hayata bilimin
kazanımlarını kullandırtmalıdır. Knies bilimsel-ekonomik alanda bu derece
basit bir şekilde tespit edilebilecek olan gerçeğin, çok fazla dikkate
alınmadığına şaşırır. Bu açıklaması olarak ise; halk hayatının alanları ve
yönleri, sanki bir sıvının hareketliğinde ve baş döndüren bir dönüşüm ile
ortaya çıkmışlardır. Bu durum iş kapasitesinin bu alanlara kaymasına neden
olmuştur.276 Buradaki ‘pratik hayatın şekillenmesi’ ifadesi onun iktisadi sorular
üzerine olan toplam duruşu ile ilgili bir çıkarıma gitmemizi sağlar. Knies ne
kadar iktisadi ve sosyal politikacıysa, o kadar iktisat bilimcisidir.
Knies’e göre, Milli Ekonominin görevi, karşılaştırma değeri olan iktisadi
kanunlarını bulmak olmalıdır. İnsanlığın iktisat gelişiminin gözlemlenmesi
sonucu analoji metodu, uygulamada karşılaştırma yapılarak kullanılıyor.
Knies’in Roscher’den belirgin farkı ise, tarihsel kanunların genel geçer
olmadığıdır. Knies için sadece “analoji kanunları” geçerlidir.277
1.4.5. Ekonomi -Toplum -Halk Bağlamında Bütünün Materyel Ve Politik
Refahı
Hildebrand’a göre, gözlem objesi bireysel olan ve özgür iradesi
doğrultusunda iktisadi faaliyet yürüten insandır. Fakat insanın belirleyici
faktör olduğu Milli Ekonomi, bir fen bilimi olamaz. Fen bilimi olması için,
Kasik teoride olduğu gibi, sadece fen kanunları doğrultusundaki bir egoizmin
odak noktası olması gereklidir. Hildebrand bununla ilgili şunları yazmıştır:
276
277
Knies, 1883, s.10
Knies,1848 s. 346, Knies, 1883, s. 25, 143, 460, 470, 484; Eisermann, 1956, s. 205, 208.
85
‘Ekonomi bilimi içinde bireysel çıkarın en yüksek prensip olarak kabul
edilmesinde aynı zamanda bireyin, insan ırkının ahlaki vazifesini ihmal
ettiği’..278
Onun için bireyi ‘saf egoist bir güç’ olarak görmek imkânsızdır. Ayrıca
bireyin tıpkı diğer doğal kuvvetleri gibi sürekli aynı yönde faaliyet
göstermesini izah etmekte zorlanır.279 Bunun neticesinde ise, Smith’ci
Okul’un kanunlarını, ekonomik doğa kanunu olarak kabul etmez. Gerçi insan
ve halk hayatında birtakım doğa kanunsal olarak belirlenen davranışları
onaylar. Fakat bunlar ekonomik fenomenlerin tamamının açıklanması için
bunları yeterli olarak addetmez.280
Ona göre, iktisadi davranış biçimleri şu şekilde belirlenmiştir:
Bütün yönleriyle ahlaki motif din, halk töresi, hukuk kavramıyla v.s.
belirlenmiştir. Hildebrand burada bilinçli olarak Milli Ekonomik araştırma
alanının iki bölümden oluştuğunu ifade eder. Birinci bölüm fen bilimseldir,
yani bununla birlikte aynı zamanda tarihçilik dışıdır. Ve ikinci olarak ruhanitarihsel bir karakter taşır. Problemlerin ise sadece iki taraftan bakıldığında
doğru olarak tanımlanabileceğini düşünür.281
Hildebrand, insani hayatın tüm birimlerinin bağlılığını, ortak ahlaksal
bir temelde oluştuğunu düşünüyor. Tüm birimler tek “ahlaki ortak ruh”
anlayışına uymalıdır. Yine bütün fertler “ahlak kuralları” ile topluma bağlıdır.
Öyle ise etik politik normlar vardır ve iktisat, siyaset ve fertler bunlara tabidir.
İnsanlık medeniyetinin tarihsel gelişiminde ekonomi merkezi bir rol
oynamaktadır.
İktisat ve onun kazanımları, “insanlığın kültür gelişiminde gerekli olan
parça” ve olağanüstü bir anlam taşıyan “bütünün materyal ve politik refahı
içindir.” Ekonomi toplumsal evrimin motoru ve toplumu sürekli bir değişime
zorluyor. Bunun ise tek bir kanunsal gelişimi vardır; her zaman yüksek
278
Hildebrand, Die Ntionalökonomie der Gegenwart und Zukunft,1848 Dasselbe in, Sammlung
sozialwissenschaftlicher Meister, Bd,22,herausgeg, von Hans Gehrig, Jena,1922,S. 30-33
279
Hildebrand,1922, s.34
280
Hildebrand,1922, s.288
281
A.Ammon, Objekt und Grundbegriffe der Teoritischen Nationalokonomie,2,Leipzig,1927,s.7
86
kültürün boyunduruğudur. Medeniyetin son basamağına ulaşıldığında devam
eden gelişim süreci durma noktasına gelir.282
Soden, 19.yüzyılın ilk yarısındaki materyal refah artışını ve halk
servetinin yükselişini kültür tarihinde bir ilk olarak değerlendirir. Ve bunun ilk
defa etik ve ahlaki hedeflere ulaşmak için bir fırsat (ön koşul) olduğunu
düşünmüştür. Soden bu durumu şöyle tarif eder:283
“Milli Ekonominin prensibi; fiziki refah fakat etik temellere dayanan bir
refah” Ekonominin hedefi ise: “Ahlaki mükemmellik, iyiyi ve güzeli
yönetebilmektir. Ve bunların noksanlığında insanlığın vahşileştiği ve çöktüğü
açıktır.284” Bu görüş J.Kautz’un ekonomi-politik kuramın etik görüşünün
savunucusu olarak kabul görmüştür.285 Maddi olmayan yani ruhani olan ve
bunun için geniş anlamda kültürel ihtiyaçlar, beher her Ekonomistte farkı
ahlaksallık
kavramlarının
içeriğini
oluşturmaktadır.
Örneğin
Vorlander
ekonomi-poitik prodiktivenin yükselişiyle, ahlaki ilerleme arasında, yoğun bir
korelasyon görmektedir.286
Roscher’in 1851 yılında belirttiği üzere, harmoni içinde geliştirilmesi
gereken iki ana yönü vardır. Bir materyal –ekonomik ve birde etik-politiktir.287
Ekonomik ve ahlaki
-kültür alanlarının birbirinden ayrılması ortadan
kardırılmalıdır. Bu durum ekonomi bilimin ampirik, beher tarihsel olarak
oluşan ve dönüşen davranış şekillerinin ile toplumsal normların, analizinin
temeli haline getirilmesiyle gerçekleşecektir. Tarihçi ekonomi “soyut” davranış
biçimlerinden yola çıkmaz. Bunun yerine ampirik-tarihçi olarak bulunabilen
davranış şekillenmelerini tercih eder. Eğer kültürel değerler iktisadi
etkiliyorsa, o zaman ekonomik analizin bir parçası olmalıdırlar. Hegel
maneviyatın (bireysel vicdan sorumluluğu) ve ahlakın ayrışımını Kant’a karşı
olarak ileri sürmüştür. Burada ahlaksallık hala “toplumu ve bunun kurumlarını
282
Hildebrand, (1848): s. 29, 52, 75, 84, 227, 244, 269, 275; Hildebrand (1922), s. 355; Sommer
Artur (1948), s. 550.
283
Soden,1819,s.226
284
Soden,1819,s.226
285
Kautz,1858,s.327,Roesler,1864,s.9
286
Vorlander,1857 Karl; ,s.17
287
Roscher,1851,s.55
87
ifade eden anlayış”
şeklindeydi.288 Milli Ekonomistlerde, örneğin C.
Schüz’de, bu durum “devlet” ile “dünya düzeni” arasındaki bir ayrışmaya
dönüşmüştür.289 Sonuçta Tarihçi Okul’un etkisiyle, ekonomi politiğin kendisi
“halk hayatının ahlaki yansıması” olarak yorumlanabilir.290
Öncelikle bir “hukuki ile ahlaki davranış” “egoist bireysel davranışların”
sevk ve idare kabiliyetini taçlandırmaktadır. Çünkü bu “onların düzenli
işleyişini en fazla güvenceye alan ve teşvik eden olgudur.291 ” Burada
ahlaksallık bir kurumun dâhilinde olan bir kavram olarak görülmektedir.(Hem
hukuki hem de etik-normatif yönden) Schüz, burada Lotz tarafından temsil
edilen bu görüşe, yani ekonomi ile maneviyatın iki farklı dünya olduğuna dair
görüşe karşı çıkmıştır. Schüz’e göre, bu durum K.H.Rau için geçerlidir.
“Ekonomi-politik kuramı sınırlarını aşmadan, aynı zamanda kendi
nesnelliğinin daha yüksek ilişkilerini aydınlatabilir. Fakat tam olarak burada
fark ettiği, iktisadi faaliyetin temel cümleleri daha yüksek ahlak kanunlarının
itirazsız uygulanmasıyla mümkündür.292”
Schüz, Rau’la ilgili olan bölümü şöyle açıklar:
“Nesnel mallar neticede kişiselliklerin vasıtası” olarak görülmektedir. 293
Kişisel malların oluşumu ki bunlar nesnel malların üretiminde sadece bir
vasıtadır, manevi varlığın oluşumu ile identikleştirilmiştir. Bu iktisadi
realiteden bağımsız olarak oluşmaz, hatta iktisadi faaliyetin türü ve
yöntemiyle oluşur. Sadece bu şekilde, eğer iktisadi transfer formları ahlaksız
olursa, ekonomik egoizmde ahlaksızlaşır. Schüz için bu geriye dönüş
önemlidir.
“Öyleyse daha egoist çıkarların kavgasından bile bu görüş oluşur:
Tekillerin, sınıfların ve halkların hakiki ve uzun süreli iktisadi refahı, sadece
karşılıklı anlayış ve ortak amaçların harmoni içinde takibiyle oluşturabilir.294”
288
İlting,1983,s.257
Schüz,1843,s.133
290
Schönberg,1896,s.63
291
Schüz, C.W;Grundsatze der Nationalökonomie,Tübingen1843,S.135
292
Schüz,1843,s.137
293
Rau, Grundsatze der Volkswirtschaftslehre,1Bd,des Lehrbuchs der politischen Ökonomie,
Heidelberg,1837,s.34
294
Schüz, 1843,s.139
289
88
Schüz burada,”İngiliz “rekabet –Pazar oyunundaki, oyuncuların kendilerini
bağlayan
kuralların
rasyonalitesi
konusundaki
faydacı
görüşü
tanımlamaktadır. Fakar Smith’den farklı olarak serbest pazarın pozitif refah
efektlerini farklı tanımlamaktadır. Buna göre, bu “gerçekten bilgilenmenin bir
yüksek basamağını temsil etmektedir. Ve bu daha az gelişmiş insanlar için
bile geçerlidir. Çünkü belirli bir manevi davranış biçimine zorlamaktadır.
Bunun Smith’in “görünmez eli, ”Schüz’de bir “görünen ele” dönüşür ve bu aklı
başında bir şekliyle ilgili bireyler tarafından işletilebilir. Öyle görünüyor ki
Schüz’ün argümanları, bireyin stratejik rasyonalitesine analoji ile bağlantıda
olduğu anlaşılıyor. Çünkü bununla davranışlarını kendi koydukları kurallarla
sınırlamış oluyorlar ve uzun vadeli çıkarlarını kısa vadeli olanlara tercih
ediyorlar. İnsan içindeki “vicdani varlık” “vicdani aklı başında” olan şekline
dönüşecektir.295 Böylece “ahlaki bir düzenin daha yüksek kanunu,” iktisadi
sübyelerin kendi kendilerini rasyonel anlamda bağlamalarının “izanıyla”
identik hale gelecektir. Fakat Schüz burada, çağdaşlarının bir bölümü gibi,
ikili oynamaya devam etmektedir. Gerçi “ahlaki bir davranışın aynı zamanda
faydada getirdiğini” kabul eder. Ama “ekonomik hesaplamaların neticesi ne
olursa olsun, daha yüksek olan kanunun emirleri bellidir diye kısıtlamaya
gider. Böyece maneviyatın ekonomi karşısındaki geleneksel üstünlüğü
korunmuş olunur. Buna uygun olarak Schüz daha sonra etik kurallar tanımlar
ve bunlar bir kusursuz ahlaksallığı tanımlamaktan ziyade, ekonominin moralfelsefi içselleştirilmesini içermektedir.
“Fani mallar peşinde koşmaktan, ihtiyaçları tatmine uğratacak
vasıtaları aramaktan, toplumun hiçbir sınıfında, insanlığın kendi amacı yok
olmamalıdır.”296
Bundan hareketle etik bir gelir dağılımı oluşturulur:
“Ancak devletin tüm uzuvlarının ahlaki kişiliklerinin tanınmasıyla toplum ve
hükümet için gerekli olan mükellefiyet oluşur. Bu milli servetin ve milli gelirin
dağıtılmasına yöneliktir. Ve bu olurken, halkın tüm sınıfları insani bir yaşam
standardına
ulaşmalıdır.
Schüz
“Zeitschrift
für
die
gesammte
Staatswissenschaft’ın kurucularındandır. Bu Kant’cı akım olarak, “ahlaki
295
296
Schüz,1843,s.140
Schüz,1843,s.141
89
kuralların” geçerliliğini kayıtsız şartsız var sayar. Ekonomi bu aklı başında
olma faktöründen emin olmalıdır. Ve buna uygun olarak yeniden gelir
dağılımı önlemleri almalıdır. Fakat 19. yüzyılın ortasında ekonomi-moral
ilişkisinin tonu değişmektedir. “Ahlaki kanunların” yerini, hakiki ahlakın ve
normların araştırılması almıştır.
Etik, Tarihçi Okul’da karar verici kriter olarak kullanılmaktadır:
Rasyonel bir seçenek değildir. Etik anlamda istenmeyen rasyonel seçeneğin
düzeltilmesi amacıyla kullanılan manevi seçenektir. Knies, etiğin ekonomiden
öncellikli olduğuna dair savunma sunmamaktadır. Bunun yerine “Tarihçi
Okul’u” çok meşgul eden, iktisadi davranışın kültürel şartlanmasına yönelik
yeni bir bakış açısı sunmaktadır. Knies ve diğerleri bilinçli olarak İngiliz
Ekonomisine bilinçli bir alternatif geliştirmek niyetindeydiler. “Saf” ekonomik
sürecin sadece sonuçları önemli olmaktan ziyade, bunun toplumsal kültürel
gelişme etkileri ön plandaydı.
“Araştırmaları, prodüktüf değerlerin olabildiğince büyük toplam rakamı
üzerine kısıtlamaya devam edildiği sürece, söz konusu olan sadece kantitatif
ve aritmetik büyüklükler ve kavramlar olacaktır. Fakat eğer istenirse,
matematik bir görevle, her türlü fikir ayrılığı kesin hesaplamayla ortadan
kaldırılabilir. Yalnız ne zaman iyi bir dağıtım söz konusu olursa, o vakit ortaya
manevi-politik bir kavram ortaya çıkmaktadır. Ve bu görevin çözümünde
olduğu, tüm çıkış noktaları ve ispatlamalar, az yâda çok halkların ve
bireylerin tarihsel dönüşümü ile gelişimine bağımlıdır. Ve ayrıca ulusların
beher her düşünürün ve toplumsal tabakalarının entelektüel hükmüne ve etik
kavramlarına
bağlıdır.
Çünkü
bunların
bakış
açısı
bu
durumu
etkilemektedir.”297Eğer bu durum anlaşılırsa “istemin her türlü çeşitliliği,
malların en iyi şekilde dağıtılmasının gerekliliği konusundaki hükmün
anlayışı, malların en iyi şekilde üretilmesi hususunda bir teorik ispatlamanın
çeşitliliğine yol açmalıdır.298
Öyleyse doğal bir dağıtım yoktur. Sadece insan tarafından oluşturulan
adaletli bir etkinlik vardır. Ve bu bir “sabit karar verici norma” bağlı olmaz,
297
298
Knies,1853,s.208
Knies,1853,s.209
90
hatta izafiyet kanununun prensibi doğrultusunda modifikasyona tabii
tutulmalıdır.299
Çünkü özelikle bireysel çıkarlar belirli iktisadi politikalarda
oldukça aykırılaşırlar.(Burada gümrük vergisi konusunda)
Her zaman tek
yönlü çıkarın, genel refahın çıkarı şeklinde sunulmaya çalışıldığının bilindiği
için refah teorik hükümlerini, “gerçekten var olan dağıtımın” analizinden
sonra, öncelikli asli gelir dağıtımının ne olduğu konusunda vermelidir. 300
Klasik varsayım olan “bırakınız yapsınlar” içerisinde kendiliğinden
gerçekleşen
bir
tamamlanmalıdır.301
refah
Bu
optimasyonu,
analiz
“kaltitatif
iktisadi-politik
ve
bir
analiz”
kurumsal
ile
önlemler
önermelidir. Bunlar sadece normatif –soyut olmak yerine somut araştırma
bazlı olmalıdırlar, özellikle istatistikî türden.302 Knies ekonomik teoriyi yeni ve
tarihçi bir gözlem yöntemine doğru çekmek ister. Ve bu zamanın etkisini teori
üzerinde gösterebilir nitelikte olmalıdır. Eğer ekonomi onun ve “tarihçi
metodun” kurallarına göre işletilseydi, tarihsel ve yöresel farklılıklar elle
tutulur olurdu. İktisat politikası sanatını artık soyut kurallar doğrultusunda
değil,
bireysel
tecrübeleri
aşan
bir
tarihsel
tecrübe
doğrultusunda
yürütebilirdi. Bunun için mutlaka olması gereken olguysa, belirli iktisadi
politikaların dağıtım etkilerinin bilgisine ihtiyaç vardır.
Böylelikle birden beklenmedik bir neticeyle karşı karşıyayız. Tarihçi
metot bir yandan kurumsal beklentilerin analizine ilgi duymaktadır. Ve diğer
yandan ki buna Klasik Ekonomi içinde zorunluydu, pazarlardaki gerçek fiyat
ve mal değişimlerinin analizine ilgili kalmıştır. Yani pazarların dinamikliğine ve
bunun asli gelir dağılımı üzerindeki etkisiyle ilgilenmiştir. Knies, eski Rau’cu
ayrım olan ekonomi-politik teorisi ile siyaseti arasındaki farklılık neredeyse
tamamen
ortadan
kaldırılmaktadır.
Çünkü
“ahlaki-politik”
kararlardan
bağımsız olarak kararlar alan ve kendi kanunsallıklarını oluşturan, bir teori
artık olamazdı.(Bireyler, kuruluşlar ve dernekler hususundaki kararlar.)
Roscher’de ekonomi ve halk yakın bir birliktelik içindedir. Halk ve
ekonomi “reel” bir bütündür. Onun parçaları ise, farklılaşma etkisi altındadır
299
Knies,1853,s.233
Knies,1853,s.216
301
Knies,1853,s.243
302
Knies,1883,s.243
300
91
ve genel refah amacıyla daima birbirlerine muhtaçtırlar. Bir halkın gelişimi
organik bir çemberin “oldu ve olacak” ilkesini takip eder ve daima iktisadın
belirli bir gelişimi tarafından takip edilir. “Halkıyla beraber ekonomi politik de
büyür ve olgunlaşıp açılır.”303
İhtiyaçları aynı anda karşılanan en fazla sayıda insanın olduğu yerde
iktisat kapasitesinin doruk noktasına ulaşır. İhtiyaçların tatmini ise sadece
gelir dağılımının tamamen oransal olması ile sağlanabilir.304 Aynı şekilde
ekonomi politik halkını batarken takip eder. O da “halkıyla batar”. Fertlerin
iktisadi faaliyetleri kendi çıkarları ve vicdanın talepleri,“tanrının sesi ile”
şeklinde belirlenir. Ferdin çıkarı ise iki şekilde açıklanır: “… Mal kazanım
noktasında pozitif, mal kayıp noktasında negatif.”305 Vicdan ise ferdi çıkarın
muhteviyatından sorumludur. Çıkar ile vicdan arasındaki gerilim insan
hayatında birliktelik duygusunu oluşturur ve toplumsal hayatın temelinde yer
alır. Sadece ondan dolayı tanrı yaşantısı dünyada gerçekleşir. 306
1.4.6. “Halk Organizması” –Yaşayan, Bağımlı Bir Bütünlük
- Nüfus
Tanımı
Karl Knies, “tarihsel olarak halkın ve onun ekonomisinin, organik
bütünlük anlayışı” ile tespitini savunuyor. Bu bütünsel konsept insanlık
faaliyetlerinin tamamın üzerini “halk organizması” şeklinde kapsıyor. İnsanlık
faaliyetlerinin tüm yansıma şekilleri bir bütünselliğe bağlanıyor ve bundan
dolayı kendi içinde karşılıklı tesir altındadır.307 İktisat ise sadece, hayat
303
Roscher Wilhelm, System der Volkswirtschaft, Stuttgart, 1906, s. 40.
Priddat Birger, Produktive kraft, sittliche Ordnung und geistige Macht, Marburg,1998, s. 302.
305
Roscher, 1906, s. 25.
306
Roscher, 1906 s. 25, 30, 227, 771, 784, 811; Çıkarın günahsal kullanımında olumsuz bir şekil
bozulması oluşur. Ferdi çıkar egoizm, yatırımcılık açgözlülüğe ve tasarruf ise cimriliğe dönüşür. Fakat
her ne kadar pek çok insanda tanrının aksetmesi bulandırılmış ise, yine de hiçbirinde ona olan özlem
kayıtsız bir şekilde kaybolmamıştır. Böylece ferdi çıkar kontrol altında tutuluyor. Çünkü ideal bir
amaç uğruna dünyevi anlaşmanın aracı haline gelmiştir. Roscher, 1906, s. 25.
307
Eisermann 1956, s. 201.
304
92
organizmasına yakın bağlanmış bir parçadır.308 Bu esnada iktisat ile halkların
tüm tarihsel varlığı arasında çok derin bir ilişki oluşur. 309 Halkın gelişimi
daima buna uygun bir iktisadi gelişim tarafından eşlik edilir. Burada iktisada
düşen
rol:
“insanların
ve
halkların
en
yüksek
vazifelerini
gerçekleştirmektir.”310
Birinci kuşak Tarihçi Okul, halkların varlığı konusunda aynı anlayışı
taşımakta ve halkı organizma olarak görmektedirler. Tekil parçalar ise
karşılıklı ve sürekli rahatlatıcı vaziyette bulunurlar. “Halk organizması”
sarsılmaz şekilde birleşiktir. Bir halkın gelişim süreci ve onun birleşikliği,
uygun olan iktisadi gelişme tarafından kolaylaştırılır.
Halk gelişimi ve iktisadi ilerleme büyük ölçüde paralel gelişir. Halkların
gelişim hızı doğal şartların genişliği ölçüsünde çeşitlidir. Knies, halkın “birleşik
ruhsal güç” tarafından canlandırıldığını söylüyor. Böyle bir organizmanın
toplam karakteri yani milli karakteri tekil kültür yansımalarının reel sebebidir.
Halkın birliğinden, bu toplam fertlerin sayısından fazladır, onun kültürü çıkar.
Roscher “Milli Ekonominin Temelleri” adlı eserinde kendi organizma
görüşünü
tanımlıyor:
basamakların
“Bir
organizmanın
üst
üste
binmesi
gerçekleştirebilecek
(dış
tesirleri
kendi
kanunu
içinde
vardır,
yadsımamak
hem
gelişim
de
bunları
hem
kaydıyla)
içsel
bir
mekanizmaya sahiptir.”311
Halkın gelişiminin bu organik süreci yukarıda sayılan üç istasyona
bağlanıyor ve varlıkların hayat çemberi ile uyumlu hale geliyor. Yüksek
zamanlarda halklar (Roscher bunlardan; “yaban kavim”, “barbar halklar”,
“zenci
halklar”,
“göçebe
halklar”
diye
bahseder)
çok
sınırlı
geçim
kaynaklarına sahipler. Sadece hangi tür ve şekilde ‘diğer halklaşma’ ile
karşılaştıkları konusunda ayrışırlar.312
308
“Halkların iktisadi durumu ve gelişmişlikleri, tüm hayat organizmasının içinde ve bağlı olan çok
yakın bir uzuv olarak görülmelidir.’’, Knies, 1883, s. 141; Ekonomik gerçekliklerle hayatın bütün
olguları arasında içsel bir bağıntılılık vardır, Knies, 1883, s. 472.
309
“İktisadi yaşam koşulları (…) insanlığın ve halkların tarihinin tüm organizmasının periyodu ile
canlı bir bağlantı içindedir .’’ Knies, 1883, s. 164 ve Knies, 1883, s. 143, 490.
310
Knies, 1853, s. 244; Knies, 1883, s. 141, 424, 467, 490; Eisermann , 1956, s. 201.
311
Roscher Wilhelm (1858): die grundlagen der nationalökonomie, işadamları ve öğrenciler için bir
el kitabı, cilt 1, Stuttgart, Augsburg: s. 21.
312
Roscher, 1858, s. 760.
93
“Yüksek kültürlü zamanlar” döneminde “olgun ve açılmış halklar”
görürüz. Bu halklar orta ve üstü bir yaşam süresine sahiptiler ve insanların
hayatı önemsemesi dikkat çekiyor. Bu halklarda ahlaksal sabit ve önleyici bir
hâkim anlayış vardı. Canlı ve işleyen bir iktisadi hayatta fakir ve zengin
arasındaki farkın az olduğu gözleniyor. Bu “ideal durum” insanların şevkinin
nüfus artışını ve aynı zamanda geçim kaynağı artışını temin edebildiği sürece
geçerlidir.313
“Batış (çöküş) dönemi”, bu sürecin en karakteristik özelliği, toplumun
ahlaki, politik ve dini değerlerinin çözülme ve parçalanma içinde olmalarındadır.
Halkın çoğalması artık heveslendirici faktör değildir ve geçim kaynağı artışı
olarak değer görmüyor. Fazla nüfus “hastalık” haline gelmiştir. Ahlaksızmisilleme ve edepsiz-önlem tezatları halk çoğalmasına yönelik üstünlük kurar.
“Evlilik dışı doğum”, “doğal olmayan fenalıklar” ve “ulu orta hayat kadınlığı”
çoğalıyor. “Evliliğin kutsallığı’’ önem kaybediyor. “Küfürün yolu daha cazip
oluyor.”314 Sonuç olarak bu halkı kaçınılmaz bekleyen ölümdür, halk bünyesini
yaşlanmaktan koruyan bir ilaç yoktur. Doğal bir yaşam anlayışı ile bu çöküş
ötelenebilir fakat son aşamada önlenemez.315
Bu şüphecilik ve esasında organik yaşam çemberinin analojisine
Hildebrand ve Knies’te rastlanmıyor. Bunlar halkları öyle organizmalar olarak
görmekten ziyade, sürekli gelişim halinde olduklarını düşünüyorlar. Knies’e
göre: “bir halk, sadece anlık veya bir zaman varlık gösteren değil, bilakis
zamanların ve nesillerin ötesinde olan, dünün ve yarının hayatının aynı
bugün gibi olduğudur.”316 Halkların hayatı sürekli daha yüksek kültürlere
yönelir. Gelişmenin en üst hedefi insanlığın mükemmel ahlakileşmesidir. 317
313
Roscher, 1858, s. 770.
Roscher, 1858, s. 788.
315
“Gerçekliğe ampirik ve istisnasız girişi, herhalde bir metafizik anlam fakat kesin ve bağlantılı bir
açıklamanın olmaması”, Weber, 1973, s. 26.
316
Knies, 1853, s. 120.
317
Hildebrand, 1848, s. 13, 325, 335; Hildebrand, 1922, s. 336; Sommer,1948, s. 549; Roscher,
1858, s. 760, 783, 797, 811, 823, 832; Knies,1853, s. 120; Knies, 1883, s. 68, 121, 141, 490;
Weber,1973s. 141; Mükemmelliyet Hildebrand’da üç basamaklı iktisat gelişimi tarafından desteklenir.
En son basamak olan “kredi ekonomisi” ile ahlaksal mükemmellik mümkün olur. Buna destek olan
özel mülk “edinme ve koruma” etkisidir. Çünkü neticede “bireylerde ruhsal mükemmellik ve
genişlilik oluşturur”. Halkların gelişim hızı aynı şekilde değildir, çünkü doğal olanaklar çok farklıdır.
Hildebrand,1848 s. 13, 325, 335; ders, 1922, s. 336.
314
94
Milli Ekonominin birinci kuşak Tarihçi Okulu’nda, nüfus düşüncesi
daha çok halk ve organizma içinde saklanmış ve olgunlaşmıştır. Aile en
görünür olandır. Halkın ve toplumun ahlaksal unsurudur. Roscher için aile
sadece toplum içindeki ahlaksal yaşam şekli değil; aynı zamanda
reprodüksiyonun en uygun ve en ahlaksal kurumudur. Bir halkın yıkılması en
nihayetinde ailenin çöküşünden belli olur. Aile yapısının kırılması ile edepli
davranma düşüncesi de ortadan kalkar.
Hildebrand ahlaki mükemmelliği ancak ailenin yardımı ile mümkün
görür: “ Her toplumsal varlığın etik temeli,” ailenin görevi ise, “yüksek ahlaki
eğitimin bir nesilden diğerine aktarımını” sağlamaktır. Sosyal düzenin
“kadınları ve anneleri doğal ortamları olan evsel etkinliğin dışına atmak ve
umuma açık imalathanelerin üyesi haline getirmek ya da çocukları küçük
yaştan itibaren makinelere bağlamak ve bundan dolayı onları fiziksel ve
ruhsal bozukluklara maruz bırakmak” biçimindeki dönüşümü mecburen
ailenin parçalanmasına yol açar.318
Roscher’in nüfus tanımı sosyal ve iktisadi anlamda şekillenir ve
dinamiktir. Robert Malthus geleneği duruşundan sonuç çıkararak; geçim
kaynaklarının artırılmasının her zaman nüfus artışına sebep olacağını belirtir.
Nüfus artışının arkasındaki itici güç “dürtü”, var olan yiyecek madde
sınırlamasını
aşmaktır.
Sonuç
cümlesinde
ise
Roscher,
Malthuscu
kötümserliğin dışına çıkar; nüfusu arttıran cinsiyet dürtüsü ve çocuk sevgisi,
insanları daha fazla gıda için daha fazla çalışmaya zorluyor. Bireyler bunun
için tembelliğe olan yatkınlıklarını aşmak zorunda ve böylece nüfus artışını
kullanarak kalkınma ve gelişme amaçlı bütün sektörlerde kullanılabilinir. Eğer
bu istek azalırsa o zaman fazla nüfus tehlikeli bir “hastalığa” dönüşür. Bunun
318
Hildebrand, 1848, s. 218, 243; Roscher,1858, s. 751, 788, 797, 823, 832. Roscher’de ailenin
önemli rolü iki eserinde daha fark edilir. Roscher,1856, Kolonien, kolonialpolitik und auswanderung.
Leipzig, Heidelberg: s. 38; Roscher Wilhelm, System der Armenpflege und Armenpolitik,
Stuttgart/Berlin,1906 s. 4, 60, 63,75; Hildebrand, sosyalist ve komünist modellerde sosyal düzenin
yıkılacağı belirtir. Ve nihayetinde ailenin yok olacağını söyler “her toplumsal varlığın temel etik
değeri” -Kadınlar daha özgür olmalı fakat ailenin temel taşıyanı rolü korunmalıdır. Hildebrand,
1848, s. 218.
95
sonunda ise Malthus tarafından belirtilen facialar gerçekleşir. 319 “Daha küçük
çevrelerde insani aptallıktan veya zayıflıktan, şartların inatçılığından nüfus
artışı artık kalkınmanın sebebi olamıyorsa, bu şüphesiz en tehlikeli halk
hastalıklarından biridir.” O zaman halk için, “en tehlikeli ahlak” meselesi olur.
Zenginler için insan aşağılama ve vicdansızlık; fakirler için ise kıskançlık,
yalancılık ve hayat kadınlığı.320 Bir halkın ne kadar çok sayıda güçlü, eğitimli,
mutlu ve refah içinde insanı var ise, o kadar kudretlidir. Kimse bunun aksini
iddia edemez. Öyle ise yine tarihsel şartlar, halkın durumuna hâkim karar
verendir”, genelde kural olarak aşırı nüfus rölatif değerdir.321
Roscher “fakir politikası ve fakir bakımının sistemi” (1906) adlı
eserinde fakirlik ile ilgili Hıristiyanlığın dayanışma anlayışını benimsiyor. Her
ne kadar Roscher psikolojik tanımlamalardan şaşmıyor ve “fakirliğin
patolojisinden” bahsetse bile bir biyolojik sebepten dolayı insanlığın geri
kalmışlığının genetik mirasını kast etmiyor. Böyle düşünceler daha sonra
başka bilimsel yöntemlerle ve sosyal-ekonomik düşüncenin dışında kariyer
yapmıştır.
Fakirliğin tedavi yöntemi olarak Roscher, Hıristiyan refah devleti
propagandası yapmıştır, bu ise sadaka dağıtımı ile yetinmiştir. “Her
halükarda sadaka dağıtımı refah faaliyetlerinin sadece bir bölümü, şüphesiz
en etkili olanı değil.”322 Darwinistik, öjenik ve ırk teorileri tanımlarının,
Roscher’in sıkı Protestan inanç ve düşünce dünyasında hiçbir yeri yoktur.323
Hildebrand ve Knies ise gelişmenin, insanın mükemmellik arayışında
ve insanlığın kusursuzluğundan oluşacağı konusunda hemfikirdir. Sadece
çizgisel, sürekli olan ve bütün sahaları kaplayan bir gelişme olabilir, yeni
ilerleme basamaklarına sürekli bir yönleniş: “zaman süreci içersinde gelişimin
itici gücü tekil sahalarda kendine büyük bir yer edinmiş olsa bile, daima
319
Hastalık tanımı Roscher tarafından tesadüfen kullanılmamıştır. Organizma anlayışı çerçevesinde
Roscher bilimsel tavrını “psikolojik metod” olarak tanımlıyor. İktisat ve halkın gelişiminde hastalıklar
oluşabilir, bunlar için ilaç vardır. Roscher, 1858, s. 41, 77.
320
Roscher, 1858, s. 812.
321
Roscher, 1858, s. 43 Aşırı nüfus, durağan ve geri giden bir ulusta, çöküntünün her türlüsünü
hızlandırır. Roscher, 1856, s. 37.
322
Roscher, 1906, s. 51.
323
Roscher,1906, s.23.
96
bütünün üzerine hareket edecektir ve parçaların tamamını aynı düzeyde
tutmaya çabalayacaktır.”324 Hildebrand burada bir “kanunsal gelişimden” söz
ediyor. Knies’de ise, bu devamlı “tamamın üzerinde hareket ve tüm parçaları
eşit duruşta tutmaktır.”325 Gelişim neticede farklı sahalarda çeşitli büyüklükler
alabilen bir yabani ot değildir.
Roscher bir organik düşünceye bağlı iken, Hildebrand pozitif ahlaki
davranışın ekonomik etkisine inanır. Şöyle devam eder: İnsani iktisat, zorunlu
olarak doğa kanunlarının ve psikolojik kanunların bir ürünüdür.326
Roscher için gelişim, çalışma ve performansın şevklendirilmesinin
sonucudur. Ve nihayetinde nüfus artışındadır. İnsani üşengeçlik aşılmalı ve
insan hayatının bütün alanları yenilenme ve ilerleme istemi tarafından
yönlendirilmelidir. Roscher’e göre Malthus usulü kader yani nüfus çoğalması
ile gıda maddesi arasındaki zıt ilişki, kesinlikle geçerli değildir. Malthus bu
sıkıntının aşılmasında bir tek nüfus tarafını değerlendirirken, Roscher
çalışkan ekonomide, sürekli artan insanda bile devamlılığın şansını fark
etmiştir. Roscher aynı Friedrich List gibi Alman ekonomisinde Malthus Kritize
yolunu gitmektedir. Bu süreç daha önemli olacaktır.Çünkü naturalizm ve
dürtü teorilerinden uzaklaşmayı içerdiği için.
1.4.7. Karar Faktörü Olarak Doğa ve Çevre
Nüfus teorileri, 1945’den sonra biyoloji ve ırkçılık tarafından kısmen az
zarara uğratıldığı araştırma projelerinin merkezi tezidir. Bunları kanıtlamak için
bu gelişimin teori tarihini ve bilim sosyolojisini irdelemek şarttır. Natüralizm,
bioyolojizm ve rassizm karşındaki bu bağışıklık kazanmış bilimsel tavır, ancak
neokantizmin metodik eserleri ile derinlemesine yapılan münakaşalardan sonra
belirginleşmiştir. Öyle ise bunu dikkate almadan Milli Ekonominin birinci kuşak
324
Knies, 1883, s. 145.
“zorunlu hareket halinde – öyle ise her canlı gelişim zorunludur”, Knies, 1883, s. 143.
326
Hildebrand, Bruno, Die gegenwartige Aufgabe der Wissenschaft der Nationalökonomie,
Jahrbücher 1,1863,s.305
325
97
Tarihçi Okulu’nun, buradaki sorunsallıkla ilgili bölümlerini göz önünde tutmak
gerekir.
Hildebrand, doğa tanımını her şeyden önce iktisadi bakış açısı ile
bakıyor. “Doğa her yerde sektörlere ilk talimatı verendir”. Her halkın iktisadı
kendi doğal koşulları ile uyumlu olmak zorundadır. “Her halkın mesleği olan
fabrikasyon; sadece yerli toprak üzerinden kolayca kazanabilinen hammadde
üzerinde oluşur ya da doğa tarafından özellikle teşvik edilen bunların
işlenmesidir.” Doğal bir fabrikasyon toprağın verdikleri ve halkın kendisine
göre şekillenir. Üretimde doğal sınırların aşılması tümünün tehlikeye girmesi
demektir. “Doğal olarak kazanan işletmelerin üretim gücünü azaltır, sermaye
ve iş kaybına yol açar ve fakirleşmenin önünü açar.”327
Hildebrand üretim yapan ulusların kavgasının (savaş) kehanetinde
bulunuyor. Sonuçta doğal verilerin gücü, beher her fabrikasyon dalları ve
sermayenin gücü bunun sonucunu (kararını) verecektir. Çünkü seçilen üstün
üretim dalının doğası temelde milli kazançta bir çeşitliliğe gitmek zorundadır.
Sadece tahıl üreten ülkeler mecburen mağlup olmak durumundadır. Bu
kavgayı önlemek için işbölümü ve uluslararası işbirliği (üniverselleşme)
şarttır. Bunlar ulus bazında sınırlandırılmamalıdır.328
İktisadi gelişme ile
meydana gelen yenileşmeler ve icatlar doğa üzerine egemen olma olanağını
sağlamaktadır.329
Roscher kapsamlı bir doğa anlayışı propagandası yapıyor. Tabiat
sürekli ve vazgeçilmez bir biçimde biyolojik bir varlık olan “halk” üzerine etki
yapıyor. Doğa, insani yaşam ve dünyasının bütün yansımalarının temelidir.
Ekonomi politik gelişim sayısız doğa kanunu tarafından belirlenir. “Ancak ona
itaat etmesini bilen, onun üzerinde egemen olabilir.” Ekonomi politik kendisi
327
Hildebrand,1863, s. 87.
Hildebrand,1863, s.76.
329
Hildebrand, 1848, s. 76, 84, 326. Bu kavgayı önlemek için Hildebrand hem ulusal hem de uluslar
arası işbölümü için devreye girer- el ele etkileşen ve birlikte insanlığın bütün uzuvları için daha fazla
ekonomik sağlığın, temel şartı olarak sosyal ve ahlaksal kültür oluşturmak ve devamlı bunu muhafaza
etmek. Hildebrand, 1848, s. 87, 69; 229.
328
98
insan tarafından icat edilmiştir, fakat tanrı tarafından kullanıma sokulur.
“İnsanı insan yapan dürtü ve oluşumların ürünüdür.”330
Nüfus ilişkileri ise yine doğa tarafından dikte edilir. “İnsanın etkisinin ve
çeşitliliğinin oluşumunu sağlayan ve sınırlayan dış cephe ki, insan bunun
içinde yaşar ve gelişir. Hayat alanı ve çevre, coğrafi şekillenme, yükseklik,
toprağın verimi, orman ve arazi arasındaki fark, suyolları, toplam trafik,
endüstriyel gelişmişlik, büyük şehirlere yakınlık, er ya da geç oluşan
separatizm; hepsi tarımsal ekonominin aletleridir.331
Bu bölümde devlet bir “organizma” ve bunun içine toprağın üst kısmı
dâhildir.
Böylece
devletin
özelliğinin
halktan
ve
topraktan
oluştuğu
belirtilmiştir. Hatta toplum bile tabiat tarafından oluşturuluyor. Roscher burada
“toplumsal vücudun yere sağlam basmasından” bahsediyor. “Genç bir halkın
yerleşim-ve yaşam şekli, toprağın türü ve verimine bağımlıdır. O nedenle
toprağın ilk dağıtımı ile topraktan fayda sağlanması da buna bağımlıdır. Aynı
zamanda halkın tarihini ve sosyal dokuyu etkiler.”332 Tabiat halk yaşantısının
büyük bölümünü determine ettiği için, halkların gelişimi üzerinde şekillendirici
bir kudrete sahiptir.
Knies için tabiat, genel anlamı ile tarihsel gelişimi yapılandırıcı
element; özel durumda ise ekonomi politiğin temelidir. Arazinin doğası ve
insanın doğası bir ülkenin ekonomik politik belirleyicidir. Gerçi uluslar ve
ülkeler arasında farklılıklar oluşsa da bu iki faktörün etkisi kaçınılmazdır.
Genellikle bir tür benzeşmesi söz konusu, ama çerçeve şartları farklı farklı
olduğundan, bir genelleştirme yapmak olanaksızlaşıyor. 333 Doğa kanunları
ise sürekli geçerlidir. Hatta insanların iktisadi çabaları tabiat kanunlarının
etkinliğini ne azaltabilir ne de kaldırabilir. Üstelik insanoğlu hiçbir zaman
tabiat kanunlarının bütün yansımalarına anlam veremez. Çünkü sektörde
330
Roscher, 1858, s. 35, 40. Roscher tabiat kanunlarını şöyle tanımlıyor: “Ben heryerde tabiat
kanunlarından bahis ediyorum. Fakat bunlardan hiçbiri insan amaçlı olmayan, etraflıca anlatılamayan
ve düzen tekrarına dayanmayan, değildiler”, Roscher, 1858, s. 37.
331
Roscher, 1858, s. 742, 86. Roscher’in iktisat ve nüfus gelişim kanunları fen bilimleri sıralamasına
yükseltilmeli. Metodunun tanımlamasında fen araştırmacılarına uyum sağlaması bu yolda atılan ilk
adım.
332
Roscher, 1858, s. 102.
333
Knies, 1883, s. 24, 145.
99
devam eden çoğalma süreci işlemektedir. İnsan için mümkün olan, tabiat
kanunlarına genelleme ve özelleme yaparak “doğru bir tanımlama”
getirmektir.334
Knies tarafından temsil edilen tarih anlayışına bakarsak, insanın
sürekli devam eden politik-ahlaki mükemmellik arayışı içinde olmasında;
tabiat kanunlarının önemli olduğunu görürüz. Bu uğraşlara sıkı sınırlar
getiriyor. Sadece gerçekten ulaşılabilir ve mümkün olan hedef noktası olarak
seçilmelidir.335
1.4.8. İnsanın Doğası
Bruno Hildebrand, her insanı “bağımsız bir dünyanın bilinçli taşıyıcısı”
olarak tanımlıyor. İnsanlık için var olan ahlaki ve ruhi mükemmellik uğraşı,
birey için de aynen geçerlidir. Bu durum özel mülk anlayışı tarafından
desteklenir.336 İnsan egoizme yönelik bir intibak ile doludur ve ilk aşamada
ticaret ile kendini ifade eder.
Egoizm kamusal refah anlayışı ile çatıştığında etkisinden kaybeder ve
özel ilgi için insanlığın refahını feda eder. Eğer egoizm, kamusal yarar
amacına uygun hale gelirse, o zaman toplumsal refaha olumlu etki eder.
“Bireylerin kendilerini sevmeleri, büyük bir oranda kültüre hizmet eder.”
İnsanların doğal kabiliyetlerini teşvik ediyor ve onların ihtiyaçlarını arttırıyor ki,
bunlar “insanoğlunun toplam kültürü” ile ilerliyorlar. Böylece fertlerin egoizmi
“insanoğlunun gelişimini” olumlu etkiliyor.337
Roscher’de insan, güdüler tarafından yönlendirilen bir varlık olarak
karşımıza çıkmaktadır. İnsanın, egoizm veya daha doğrusu varlığını
muhafaza dürtüsü her şeyden önce iktisat alanında kendini gösteriyor.
334
Knies, 1883, s. 66, 480. Doğa kanunları iktisada etki eder, ama iktisat içinde doğa kanunları
yoktur. Weber 1973, s. 45.
335
Weber 1973, s.486: Büyüklük bireyin aşağılayıcı egoizmine karşı tesir etmeli ve birlikte yaşanılan
insanların refahının dikkate alınmasına, tesir etmeli. Weber 1973, s. 487.
336
Hildebrand, 1848, s. 52, 244.
337
Hildebrand, 1848, s. 29, 253, 269. Kamusal maksatlar doğrultusunda düzen kurallarını kabul etmek,
“toplum varlığı olan insanın” tabiatından kaynaklanan bir edepsel sorumluluk olmalı.
100
“İnsanın hayvansal doğası”, daima ahlaki sınamalarla bağlantılıdır ve hepçil
özelliktedir. Vicdanın talepleri, “tanrının sesi” bu içeriğe uyulması konusunda
sorumludur. Şahsi çıkar ve vicdan karşıt kuvvetler olarak aklıselimi
oluştururlar.338
Nüfus ilişkilerinin tanımlanması yine insanın, dürtü kumandalı varlık
olduğunu kanıtlıyor. Nüfus artışı en nihayetinde cinsel dürtü ve çocuk
sevgisinden kaynaklanıyor. Yalnız hayvanlar ve bitkilerden farklı olarak
insanlarda, gıda maddeleri temininde bir ölüm kalım mücadelesi yaşanmaz.
İnsan dürtüleri tarafından oluşturulan karşıt fikirler sayesinde nüfus artış
seviyesi düzenlenir.339
Roscher’in, dini inanışları etkisiyle, insan tanımı bunların ötesinde
şekillenmiştir. Onun hasta bakımı ve sosyal zayıf toplum kesimleri hakkındaki
tekrar tekrar yaptığı açıklamalar, şüphesiz Hıristiyanlık ruhunun refah ve
yardım severlik ile ilgili akisleridir. İnsanlık için edeplilik talebi onun tarafından
propagandası yapılan kurtarılış düşüncesinin altını çiziyor. Bu tahminler,
fakirlerin “hastalığına” karşı ayrıntılı tarif edilen tedavi yöntemleri tarafından
destekleniyor. Roscher için ümitsizlik durumu söz konusu olamaz. Yanlış yola
girenler dahi, devlet desteği ile tekrar doğru yola sokulabilirler. Tekil bireylerin
özel halleri veya görevleri onun inandıklarının bir parçası değildir.
Knies aynı şekilde insanın dürtüler tarafından yönetildiğine inanıyor.
Weber, Knies’e dürtünün varlığını sürdürme amaçlı olduğu farkını tespit
ediyor. Yani edepsel bir kendini sevmek ve bunun anormallikleri, egoizm. Her
iki dürtü de neticede bütünsel bir mükemmelleşme çabasının farklı yüzleridir.
Ve “bireyin yapısal bütünselliğini” kanıtlıyor. Bütünün tamamı gibi tek tek
parçalarda çabalıyor -ve bu insani bireysellikleri de kapsıyor- mükemmellik
arayışında.340
Roscher’e göre analog, Knies’de de aynı şekilde insani egoizmin
varlığı ile her zaman ahlaksızlığın tehlikesi mevcuttur.341 İktisadın kendi alanı
338
Roscher, 1858 s. 25; Roscher, 1856, s. 37.
Roscher, 1858, s. 753.
340
Weber, 1973, s. 138;
Knies,1883, s. 147; Eisermann, Knies’deki insan tanımlamasını bir
“organik külliyet” olarak yapıyor. Eisermann, 1956, s. 200.
341
Knies, 1883, s. 487.
339
101
için, insan tabiatı olağanüstü önemdedir. İnsan iktisadi hedeflerinin takibinde
her zaman kendi tatminin gerçekleşmesine uğraş verir ve böylelikle iktisat
içersinde “hem sebep hem de etken güçtür.” “Özellikle iktisadi dokuda ve
insan hayatında”; ruh ile vücut ve insanın isteği ile tanıması faaliyete geçer.
Bundan dolayı aynı anda ve hemen esas araştırma konusu olarak
değerlendirilmelidir.342
Hiç şüphesiz, var olan bireysel hususiyet ile insanın milli karakteri, bir
ülkenin ekonomi-politiğinin manifestosudur. Bu hususiyetler ki, bunlar insan
ırkları arasında farklıdır, iktisat hayatında özel sektör vasıtasıyla etki ederler.
Bunlar “ırksal karakterin karşıtsal tezi olarak değil, onların yanında olan değil,
ortak bir kökün uzanan dalları gibidir” diye tanımlanabilir. Milli karakter
kökene
ve
tarihsel
gelişime
dayandırılabilir
ve
doğal
çerçevenin
farklılaştırılmasıyla pek fazla değiştirilemez. İnsanın milli tabiatı, tek tek
halkların ekonomik pozisyonunu etkiler.343
Burada dikkat edilmesi gereken; Milli Ekonominin birinci kuşak Tarihçi
Okulu’nun başaktörlerinde hiçbir şekilde biyologizm ve natüralizm eğilimleri
bulunmamaktadır. Tabiat ve onun değişmez kanunları toplumsal yaşam
alanını ve bununla birlikte iktisadı da belirler. İktisadi faaliyetin her türlüsünün
çerçeve koşullarını oluşturur. Roscher aynı zamanda toplumsal tezahürün
yine tabiat tarafından önceden belirlediğini düşünür. Knies ise doğayı,
insanın mükemmelleşme çabasında yol gösterici bir faktör olarak görür.
İnsan genel anlamda dürtüler tarafından yönetilen varlık olarak görülüyor.
Bunun en belirgin özeliği ise egoizmdir. Bu durumun tehlikesi ise
“ahlaksızlık”; fakat bu neticeyi önlemek mümkündür. Knies ve Hildebrand’da
ahlaksal mükemmeliyet çabasının, insanlığın gelişiminin gerekliği olduğu
varsayılıyor. Roscher bu ihtimali negatif değerlendiriyor ve bir toplumun,
tekillerin üstünlüğü ile hayatta kalma savaşı üzerine kurulamayacağını
vurguluyor. Bu bağlamda Hıristiyan refah ve yardımlaşma olgularından yola
çıkarak, sosyal güçsüz ve hastalar ile ilgili düşüncelerini belirtiyor. Knies,
insana kendine özgü milli karakter çizgileri koyuyor ve toplamda bunların
342
343
Knies1883, s. 70.
Roscher: Politika, Stuttgart, 1892 , s. 18.
102
halklar için ayraç olduğunu ileri sürüyor. “Geç kalmış ulus” olarak henüz
varlığı bulunmayan milli devletin, Milli Ekonomisinin işletiminin bedelinin ve
uğraşların izlenimini vermelidir. Bağımsız bir yol izlemek isteği, çoğu zaman
diğer batılı öncülleri ile çarpışmıştır ve bugüne kadar bize izlerini
göstermektedir. Rasyonel anglo sakson iktisat biliminin (günümüzde Neoliberalizm deniyor) suçlanışı ve iktisat hayatının bireyin temel geçim
eğilimlerine indirgenişi (bunlara genel geçer ve tarihi olmayan denmiştir)
sonucu, bunlar üzerinde insan davranışı ve insan gelişimi üzerinde her
zaman geçerli kanunları kurmak amaçlıydı.
1.4.9. Birinci Kuşak Tarihçi Okul’da Devlet
Roscher‘den itibaren Alman Milli ekonomisinin “ main stream‘ini “
belirleyen”tarihçi
metot,
ekonomik
hukukçularının
devletsel
yönetim
konularına anadan doğma uymaktır. Çünkü bunlar teorik konsepti, iktisadi
politik gerçekliğe dönüştüreceklerdir. Milli Ekonomimin “ tarihçi metodunu”
kendisi soyut teorilerin her birinin tarihi anlamda yeniden yorumlanması
konusunda eğitirken, esasında bürokratların esas görevlerinden başka bir
şey tarif etmez: Bunların yorum çalışmalarının kendileri tarihsel olaylardır,
teorilerin aplikasyonlarıdır.
Bunlar şartlar doğrultusunda tarihsel olarak
dönüştürülmek zorundadırlar. Yönetim işlerinde faal durumda olan ekonomik
hukukçular ki bunlardan Milli Ekonomistler yetiştirilir, tarihçi milli ekonomi
tarafından “ change agents “ olarak onurlandırılırlar.344
Hildebrand rekabet içerisine devlet müdahalesi talep etmiştir. Çünkü
serbest rekabet gerçi prodüksiyonu artırmaktadır. Ama aynı zamanda
içerisine ahlaki şiddeti sokmaktadır. Roscher ise, “bırakınız yapsınlarbırakınız geçsinler” devletinin karşısına bir normatif ekonomi koymaktadır ve
344
F. K. Ringer Alman Milli Ekonomisinin profesyonellerinin kendilerini “ kültür taşıyıcısı” olarak
gördükleri konusuna dikkatleri çeker. Bunlar için Pazar süreçlerinin oylaşımları, yatımcı davranışı ve
işçilerin talepleri, esasında sadece “ daha yüksek “ değerlerin korunması ve teşvik edilmesi babında
önemliydi. Bu sunumun tonu polemiklidir. Fakat nesnel içerik inkâr edilemez. Bunlar kendilerini
kısmen bir kültür gelişimin avukatları olarak görmekteydiler ve bunların yatırımcılık başarısından öte
çok daha büyük amaçları vardı.
103
bu iktisadi süreci etik ideallerden yola çıkarak düzenlemeyi istemektedir.345
Gerçi onun içinde, refahın artması önemlidir ama zenginlik onun için Milli
Ekonomi içinde esas sorundur, esas amaç değil. Knies ise, aynı List gibi bir
ulusun gerçek zenginliğinin üretme potansiyelinde görmektedir. İnsani dürtü
gücü olarak, kendi varlığını korumanın yanında dini düşünceyi ve özgeciliği
görmektedir. Knies, iletişim ve demiryollarının etkileriyle ve aynı zamanda
zorunlu askerliğin ekonomik yönüyle ilgilenmiştir. Demiryolları inşatları
gözlemlerinden, küçük esnafın değişimi ve iyileşen nakil sistemiyle artan
rekabet hususunda pek çok kanun elde etmiştir ki, bunlar bugün bile
geçerliliğini korumaktadır.346
Zamanın İngiliz Ekonomisi, özel ile genel amaçların faydacı felsefe ile
rekabet mekanizmasının kesin analizi ile rastlaştığını iddia etmiştir.347
Bundan farklı olarak Alman Milli Ekonomisinin büyük çoğunluğu, devletin
ahlaksallığı koruyan hükümdarlık haklarına sahip olması eğilimi içindeydiler.
Pazarın sallantılarına karşın, devlet tek ahlaksal fikrin tek kurumsal garantörü
olarak görünmektedir.348
Devlet organik-regülasyon yapısı olarak, ahlaki halk birliği fikrini pratik
olarak gerçekleştirebilecek tek varlıktır.349 Ve “sınıf kavgası” içerisinde
sosyalist ihtilafa karşı, toplumun düzeninin sağlayabilecek tek kurumdur. 19.
yüzyılın ikinci yarısında “sosyal sorunun” çözümü sadece devletten
bekleniyordu.
Smith Almanların gözünde devlet ekonomisi konularında, iktidarsız bir
yazar olarak görünmektedir. Minimal devlet konusunda ise nerdeyse hiç
kabul görmemektedir. Knies bunu şu şekilde tematikleştirmiştir:
“Milli Ekonominin bilimsel tespiti ile sınırlandırılması hususunda ve sistematik kurumsallığın
metodik yapılanmasında, Alman iktisadı diğer bütün ülkelerin çok önündedir. Zenginlik
kavramı hain bir şekilde genişletilmiştir ve malların dağıtımı ile paylaşımı konusu aslından
uzaklaşmıştır. Smith’in takas değerlendirmesi üzerine çok fazla yük bindirdiği açıkça
görülmektedir. Haksız olarak bunu doğrudan ekonomi- politik bakımın hizmetlerinin son
345
Brandt,1994,s.57
Gerçi Knies daha ziyade analojiden bahsetmiştir.
347
Goschen,1893,s.12
348
Oppenheim,1872,s.11
349
Kautz,1858,s.14
346
104
görevi olarak kararlaştırıldı. Fakat esasında milli refah hedef olarak görülebilirdi. Bu doğal bir
şekilde özel ekonominin kendi başına bırakılması sonucu bereketli hale gelmeyecektir.”
Tam olarak bu noktada Alman Okul’unun üstat Smith’e karşı olan
tezatlığı ortaya çıkmaktadır. Tarihçi Okulu’nun harikulade temsilcileri, iktisadi
ilişkiler üzerinde genel devlet gücünün etkisinin gerekliliğini her zaman
savunmuşlardır. Hatta bu gerekli etkinliğin tespiti ve mücadelesi konusunda,
Milli Ekonominin bir bölümünü seferber etmişlerdir.350 En fazla angeje olmuş
Smith’ciler bile, onun devlet iktisadını minime etme fikrine karşı dikkatli ve
mesafeli durmuşlardır.351
Smith’in anti devletçiliği 1800’ü yılların Aman anayasal gerçekliğinde,
saf burjuva usulü toplumunun bir ütopyası olarak görülmektedir. Ayrıca
bunun varlığı, büyüklüğü ve serpilmesi başkalarının üzerine olacaktı. Yani
tüm ekonomi üzerinde herhangi bir hürmet göstermeyecekti. Smith’de Pazar
ve sermaye toplama ekonomisi olarak dominant görünen, devletçi düşünen
Alman Ekonomistleri için, diğer bütün pazarsal –olmayan kapitalist –olmayan
tüm iktisadi formların ihmal edilmesi anlamına gelmekteydi. Böylece Alman
ekonomik teorisinin İngiliz Klasik tarafından modernize edilmesi, kameralist
temel sonucu, hükümetin görevinin konu olduğu noktada durmuştur.
Ekonomi-politik “organizmadan” herkese iktisadi gelişmeden eşit pay verme
teminat altında olmalıdır.352
K.H.Rau bu konuyu şu şekilde ifade etmiştir:
“Serbest bir organizmada, natürel olan bir organizmaya göre, uzuvların
birbiriyle olan ilişkileri, bütün içinde daha karmaşık olabilir. Bir bağlantı
olmadan, kök salmış kuruluşların bile var olabilmesi fikri, bir hata bir ard niyet
veya düşünmeden söylenmiş bir sözdür. Sadece refah konusuyla ilgilenen
hükümet, kişisel çıkarın tüm birleşme-ayrışma çabalarının göründüğü
noktada durmaktadır. Nasıl ki bu bütünü görebiliyor, aynı şekilde sadece o
eksik kalan parçaların eşitleme ve aynı düzeye getirme kabiliyetine
sahiptir.353”
350
Knies,1852,s.140
Knies,1852,s.137
352
Rau,1821,s.28
353
Rau,1821,s.26
351
105
Smith’in bireysel bazı, yani onun “görünmez el teoremi” herkesin refahı
için özel yatırım çıkarını ön plana çıkartır. Bu ise, Rau’da sadece devletçilik
temeli noksan olan, ekonominin özel hukuksal sistemi olarak tanımlanmıştır.
Genel refah burada pazarın kendisi tarafından değil, devletçi refah organları
tarafından gerçekleşir.354
Rau’da ise ki o esasında Smith’çi politik ekonomiye oldukça pozitif
yaklaşır;
görünmez el başka türlü anlaşılır. Buna göre, “bireysel fayda”
amaçlı oluşan tüm faaliyetlerin birleşmesi halkın ihtiyaçlarının büyük bir
bölümünün karşılanmasını sağlamada başarılı olur.355 Esas mesele “büyük
bir bölümde” ifadesinde yatmaktadır. Çünkü burada ekonomi polisinin oyun
alanı açılmaktadır. Smith’ci doktrin tüm dogmasını yitirmektedir. Smith’in
“görünmez eli” Knies’te başka türlü değerlendirilir.
“Smith’in kesin olarak belirttiği, özel egoizm aksiyomu ortak faydada
etkindir. Çünkü bireysel çıkarın teşviki aynı zamanda toplumu en olumlu
şekilde etkiler. Eğer durum böyleyse o zaman hükümetin ekonomi-politik
hizmetleri ya saf negatif bir görevdir yâda hiç anlamı yoktur. İlk durumda bile,
özel teşebbüssün önündeki tüm engellerin kaldırılması çalışmasından
vazgeçmeli ve hukuk işleriyle sınırlanmalıdır. Fakat buna karşı çıkacak
olursak, o zaman özel egonun en iyisi olduğuna dair temel kanunu ortadan
kaldırmış oluruz. Ve aynı zamanda tek başına ortak refahı artıracak bir
kaldıraç olduğu düşüncesi ortadan kalkar. Bu iktisadi alandaki disiplinlerin
tümü için geçerli bir kardinal sorusudur.356
Bu “kardinal” sorusu tabii ki cevaplanmıştır. Bu gerçekçi bir şekilde
meslek içindeki
(Volkswirtschaftspflege’nin)
ekonomi-politik hizmetler
geçerliliği ve anlamı üzerindeki konsensüs ile olmuştur. Knies için böylece
Smith’ci teori çürütülmüş olmadı ama geçerlik alanı sınırlandırılmış oldu. Ona
göre, teorinin “ahlaki noksandır.357” Bu anlamda Alman Milli Ekonomisi
“devlet- bilimsel” bir tandansta takılı kalmıştır. Her ne kadar devletçilik dar
anlamıyla, bütçeye veya daha doğrusu finans bilimleri ile sınırlandırılmış olsa
354
Tieck,1989,s.400
Rau,1837,s.6
356
Knies,1852,s.142
357
Knies,1852,s.108
355
106
bile.358 Bununla beraber bulanık bir kavram olan “geniş anlamıyla devlet
iktisadı” geçerliliğini korumuştur. Ayrıca bu kavram yakında devletin daha dar
iktisadını devletin ekonomi –politik hizmetlerini ve hatta ekonomi-politiğin
kendisi anlamına gelecekti.359
İktisat politikası iki prensip arasında “mutlak özgürlük” ile “devlet
baskısı” arasında aracı olmak durumunda kalmıştır 360. Veya K.Vollgraf’ın
1828 yılında formüle ettiği biçimde:
“Bu tam olarak pek çok karasal –hükümetin devletin bahsedilen
hatasıdır. Tartışılmaz ortak olan refah üzerinden çok hükümet etme
eğilimindeler. Ama tekil olan her zaman şu soruyu sormuştur. Acaba bunlar,
şu dayatma veya bu dayatmada bulunma hakkını nereden alacaklar. 361”
Çağın en önemli Smith epimetörlerinden (inceleyici) biri olan
G.Sartorius, eleştirel analizinde,”herkes kendi çıkarı peşinde koşarken,
toplamın çıkarı peşinden de koşmuş olur,” sözünü prototip olarak şu şekilde
ele almıştır:362
“Adam Smith bir yandan doğal özgürlükten, doğal haktan bahsediyor
ki buna herkes sahip olabilmeli. Yani sermayesini ve iş gücünü mantıklı
olarak kullanabilmek ve bunun ürününü diğer ürünlerle rekabet haline
sokabilmek. Bu kişiye ait olan özgürlüğü, daha ziyade kendi görüşü
doğrultusunda elementer olan milli = servet üzerinden yola çıkan iddia
üzerine temellendirir. Çünkü serbest rekabet milli = refahı en fazla teşvik
eden unsurdur. Hukuki Sebeplerden ziyade politik sebepleri vecize olarak
öne sürmektedir.” 363
Burada noksan olan “kamusal” hukukun veya daha doğrusu “devlet”
hukukunun bulunmayışıdır:
358
Tribe,1988,s.8
Umfenbach,1859,cilt1,s.5
360
Gehrig1914,s.223
361
Vollgraf,1828,s.444
362
Sartorius G;Abhandlungen, die Elemente des Nationalreichstums und die Staatswirthschaft
betreffend, Göttingen,1806,s.207
363
Sartorius 1806, s. 204
359
107
“ Kamusal hukuk bu şartları içermelidir. Fakat aynısıyla kazancın
özgürlüğünü ve kazanılanın kullanımını kısıtlamalıdır.
“
364
Alman Milli Ekonomisi için proto tipik bir devlet hukuku oryantasyonu
ve bu tandans yüzyıl içersinde artmaktadır. Bu durum Sartorius‘u haklı
çıkarır:
“ Serbest kazanç ile kişisel çıkara yönelik emek, eğer bu talepler,
serbest kullanım ile başkalarının haklı çıkarlarını zedelerse ve eğer birilerinin
çıkarları diğerlerin bu zararlarını başkalarının çabalarıyla kendiliğinden
ortadan kalkmıyorsa, o zaman en üst devlet gücünün, bu konuda hukuku ve
yetkiyi kullanması, devletin vazgeçilmezi olarak görülmelidir.365
Devlet hukuku özel – ve transfer ekonomisinin sınırlarını belirler,
“milletlerin refah düzeylerinin” zenginlik hesabını değil. Eğer ekonominin
hukuki zemini yapılandırılmışsa ve sağlam ise, vatandaşlar bireysel iktisadi
davranışlarıyla özel amaçları takip edebilir. İktisadın “ oyun hamleleri”ile
“oyun kuralları” arasında keskin bir ayrım vardır. Ekonomi her iki olguyu da
eşit bir şekilde araştırmalıdır. Bu esnada “ oyun kuralları” iktisat politikasının
teorisinde analiz edilir. Bunlara olan müdahaleler ve yasaklar v. s. iktisadi
davranışın “ oyun alanını” tespit eder.366
L. H. Jakops ‘ un tespitleri aynı türdendir:
“Sınırsız davranış özgürlüğünün sebeplerini, adaletin kavramları ile
ispat etmeye çalışmak, oldukça zayıf bir girişimdir. Bireysel mülk hukukunun
iktibası sadece ortak çıkar üzerine temellendirilir. Ve bunun genel kural
ihlaline yol açması ise, her zaman kanun tarafından engellenmelidir. Mutlak
özgürlük ve sınırsız mülkiyet hakkı aklıselime aykırıdır. Beher bir kişinin
özgürlüğü bir başkasının özgürlüğü ile kısıtlanamaz. Hatta nasıl insanlar nasıl
bir toplum haline geliyorlarsa, bu toplumun ortak amaçları, beher tekil kişiye
sınırlandırmalar getirir. Fakat özellikle mülkiyet hakkı mutlak bir hak değildir.
Daha önemli ortak amaçlar sonucu ki mülkiyet bunun için sadece vasıtadır,
364
Sartorius 1806, s. 203
Sartorius 1806, s. 210
366
Bu açıdan bakıldığında 19. yüzyıl Alman Milli Ekonomisinin kurumsal ekonomik bir görünümü
vardır . Ama kurallar demokratik anayasal seçimler sonucu belirlenmez. Bunu devletin iktisat
politikasının pragmatik operasyonları ile gerçekleştirirler. Bu konuda D. C. North ‘ un kurumsal
dönüşüm ile ilgili araştırmaları değerlendirilebilir.
365
108
daima kısıtlanmalıdır. Özel çıkarın bu kısıtlamaları kendiliğinden dikkate
almadığı durumlarda, bu kanunlar vasıtasıyla gerçekleşmelidir. Bunun için
hukuk prensibi şöyledir: Devlet, vatandaşların önemli ortak amaçlarıyla
ulaşılamayacak olan, tüm mülkiyetin önüne kısıtlamalar getirebilir.”367
Devletin müdahale hakkının, bu klasik manadaki tanımlaması,
meşruiyetini genel geçerli olan ve varsayılan hukuk bilincinden alır. 368 Pazar
ekonomisi bu esnada özel olarak kalmaktadır. Her ne kadar modern
toplumun önemli hale gelmiş tesir dairesi şeklinde olsa bile, önce pazarın
talepleri ve rekabet kuralları ile devletin normları arasında, elastikliğini
ispatlamak zorundadır. Sartorius ve von Jakops‘un tanımlaması ise, erken
19. yüzyıl Almanya‘sının refah teorisi için tipik bir strüktüre işaret eder:369
“Tüm gelirlerin devlet hukuku ile tanımlanmış “organik” oransallığı.370”
Fakat başkaları da “ halkın refahını”
tanımlamıştır. Mesela Lotz “
Vatandaşın toplumsal yoldaşlığının sepetinin tüm ihtiyaçlarını, mükemmel bir
şekilde tatmin etme ihtimali”
olarak tanımlamıştır.” 371
Burada söz konusu
olan devlet iktisat kurumu, sadece formel bir hukuk kuruluşu değildir. Yani
sadece, genel amaçlara engel olduğunda, özel iktisadi amaçları kısıtlayan
değildir. Bunun çok ötesinde ve hatta Smith‘ci kamusal mallarının “ publick
institutions ‘ unun” ötesindedir:
367
Jakop, 1809, s. 547, Gehrig 1914, s. 225
Devlet müdahalesinin meziyeti konusunda Priddat 1994,S.34
369
“ Gelirin bu organik oransallığını” aynı zamanda “ devlet hukuku içersinde bir kriter” olarak da
tanımlamak mümkündür. Daha sonraki ekonomik refah teorilerinden, hukuk cümlelerinin
formülasyonu ile ayrışır. Fayda terminolojisinde değil. Daha ziyade batı etiğinin “ altın kuralının “
kamusal – hukuksal bir aplikasyondur ve “ formel bir adalet kriteri “ formundadır. Bu “ çeşitli üretim
dallarının uyumlu ilişkisi “ olarak anlaşılmaktadır. Bu orantı her zaman kendiliğinden gerçekleşmez. “
Bir toplumun en verimli durumu, yatırımcının - , büyük mülk sahibinin – ve işçi sınıfının “ tümünün
üretim gelirinden nispi olarak paylarını aldıkları zamandır. Fakat bu “ güçlerin dengesi “ konusunda
ise, devlet gözetmen olmak durumundadır. Schmitthenner 1839 / 1845, bölüm V, s. 653
370
Alman milli ekonomisindeki “ mecaz “ ile ilgili olarak, Hutter 1992. 1800 ‘ lerde “ ekonomi “
kelimesinin başka bir genel anlamı da vardı . Bu ise “ tümünün ekonomisi “ olarak anlaşılmaktaydı.
“ Organik “ söylemi ise buna bağlanır. Burkhardt 1992, s. 577
371
Lotz , “ Polis kavramı üzerine ve devlet polisinin şiddetinin başlangıcı “ 1807 Gehrig ‘ ten alıntı
yapılmıştır, 1914, s. 226
368
109
“ Halkın ve bireyin refahına ve mükemmelleşmesine hizmet eden her
şey, devletin amacı haline gelecekse, o zaman bunun izole olmuş güçler
yerine, devlet güçleri tarafından sağlanması daha iyidir.372”
tam
Hegel
bu
anlamda
1821
yılında,“gemeinschaftlichen
veranstaltung” “ kurumundaki” adalet felsefesinde, polis tarafından “kamusal
gücün gözetimini ve korunmasını” temellendirmiştir.373 Kant‘cı maneviyatın
sübjektif istemi ve serbest pazardaki Smith‘ci
“ihtiyaç sistemin” sübjektif
istemi, genel ahlaksallıktır ve bunun vücudunu devlet oluşturduğu için
üstündür.374
Burjuva kazanç ilgisinin eylem alanı, başkalarının davranışı
üzerinde sistematik ve genel yaptırım uygulamadığı sürece otonomdur.
Sistematik
ve
genel
burada,
her
türlü
iki
taraflı
anlaşmazlıkların
(dolandırıcılık v. s. ) yine özel hukuki mekanizmaya bırakılacağı anlamına
gelmektedir. Fakat buna karşın, serbest ve bireysel burjuva iktisadi faaliyetin,
tüm pozitif ve negatif dışsal efektleriyse devletin hukuk – ile müdahale
nesnesi konumundadır.375 Pazar ekonomisi dairesi içinde öyleyse özel
hukuksal otonomlar ( çünkü kamu ve genel durum için sakıncasız ) ile özel
hukuksal bağlı arasında, kamusal veya devlet – hukuku alakalı davranışları
arasında ayrıma gidilmektedir. İktisadi davranışın neticeleri, negatif dışsal
372
Jakop 1819, s. 152. “ Bir toplum bir kere bir devlet haline geldiyse, o zaman bunun sadece ve tek
başına kanunların güvenliği ile kısıtlanmasının hiçbir mantığa uygun sebebi yoktur. Eğer başka
amaçlar varsa, bunlar aynı şekilde ortak ise ve bunların gerçekleşmesi hususunda devlet çok daha
fazla katkı sağlayabiliyorsa ki bunlar izole kuvvetler tarafından hiçbir zaman yapılmaz. O zaman bu
ortak amaçların tümü vasıtaların mükemmelleştirilmesi kavramı altındadır. Ve bunlar, insanın içindeki
iki esas maksadı, yani erdem ile refahı gerçekleştirmeye hizmet edebilirler.
373
Hegel 1821, paragraf 235
374
“ Ahlaksallığın “ üstün kılınması esasında “ saf sübjektif öz karar alma durumu, objektif ruhun
müspet strüktürünü oluşturamaz ve bunun yerine kurum içersinde özgürlüğün objektifleşmesinin
önemle tercih edilmesi gereğinden başka bir şey değildir ( Hegel’ci adalet felsefesinin yeni bir
yorumuyla ) . Çünkü ilkin, kurumlar sağlam içsel sübjektivitenin bir medyumunu oluşturlar ve burada
içsel sübjektivite sübjektivitenin kendisinden biraz yüksektir. Ve ikinci neden olarak da, bu şekilde
hakkın gerçekliği garanti altındadır ve bu manevi durumda, sübjektivitenin sürekli olarak yeniden
verilmesi gereken kararın takdirine bırakılmıştır. Bu sübjektiviteye üzülmek yerine, ihtiyaç
doğrultusunda oluşturulacak olan bireysel hüküm, kendi benin ortaya çıkışında yüksek ölçüde merkez
kaç kuvveti oluşturur. Öyleyse bana göre Hegel‘in ahlaksallık öğretisinin en derin manası, normatif
bağlamda olan bir teorinin, kurumsal bir teoriye dönüşmesi gereğidir. Bu amacını kendi içinde
taşımalı ve ütopik bir gelecekte ortadan kaldırılmasının hem olanaksız, hem de olumsuz anlaşılması
gerekmektedir.” Hösle 1986, s. 141; Ritter 1970
375
Alman biliminde mülkiyet kavramının değişimleri konusunda – Wilhelm 1979. Özellikle bu
konuyla ilgili olarak, özel mülkiyet hakkının kısıtlanmasının “ mülkiyet hakkının toplumsal
karakteriyle “ ve yeni ekonomi – politik kuramının tekrardan yorumlaması sonucu, önemli ölçüde
etkilediğidir.
110
efekt üretip üretmedikleri kriteri doğrultusunda analiz edilmektedir. Ve bunun
için kendi planlarını artık bağımsız bir şekilde uygulayamayan, diğerlerinin
davranışlarının yan etkiler ile hedef almayacak şekilde yapılır. İktisadi
vatandaşların özel hukuksal çıkarlarının zedeleyemeyeceği “ genel refah,”
aynı zamanda “ genel ahlaksallık “ ve iyi anlaşılan aklıselim norm olarak
tanımlanır.
Devletin amaçları “ terms of moral science‘de” yorumlanmaktadır ve
Alman Milli Ekonomisi 19. yüzyılda bir ölçüde bunda hapis kalmıştır. Çünkü
teori tarihsel yeniden yapılanma çalışmaları, bunu saçma bir mukaddemat
olarak değil, ekonomi – politiğin yapı taşı olarak algılamak zorunda
kalmıştır.376 Ancak yüzyılın sonuna doğru ilk defa manevi ilham alarak sosyal
olarak birbirine bağlanmış özel ve mülkiyet hakkı, kamusal hukuka tabi
kılınmıştır. Bu konuyla ilgili A. Wagner:
“ Sadece bu şekilde kapsanmış olarak ve pozitif hukuk içersinde
şeklini alarak, özel mülkiyet her zaman olduğu, her zaman olması gerektiği
ve şu anda var olduğu şekildedir. Sadece basit bir özel hukuk ve saf özel
iktisat hukuku kurumu olmak yerine, bir sosyal hukuksal ve böylelikle
esasında bir ekonomi-politik hukuku olmuştur. Fakat bununla birlikte bir
zorunluluk olarak kamusal - hukuksal bakış açısına tabidir ve bu gerekli bir
mevzuattır.377 Devlet hukuku talepleri, eşit kazanç imkânının prensipsel
hakkına dayanır ( Gelir ve iş konusundaki hakka değin ) ve bu kimsenin
kazanç
çabası
sonucu
materyal
olarak
sınırlandırılamaz.
Böylece
“vatandaşlık özgürlüğü” korunmuş olur.378
376
Priddat 1991, s.26
Wagner Wilhelm’ den alıntı yapar ( Wagner 1876 ) : Wagner Alman Hukuk biliminin yeni
geleneği içersindedir, İherings ise bunu şöyle tanımlar : “ Özel hukukun tüm hakları, her ne kadar
öncelikle sadece bireyi amaç edinmiş olsalar da, topluma ehemmiyet gösterme konusunda hem
etkilenmişlerdir hem de bağlıdırlar.” İhering 1877, s. 532, Wagner İhering ‘in daha eski eserlerinden
bazı pasajlar almıştır “ Geist des römischen Rechts “ 1866. İhering ise 1877 yılında mutlu olmuştur,
çünkü daha yeni yayınladığı konsepti A. Wagner ‘ de zaten mevcuttur, İhering 1877, s. 523
378
Bu durum Hegel sentezinde vurgulanmış ve “ Freiheit für affirmation des Staates” içersinde ifade
bulmuştur. Hegel ‘ in çok üstüne çıkan bir eser, ki bu Almanya içersinde özgürlük ile devletin yan
yana yaşamasını sağlamıştır. Fakat özgürlüğün sadece bağlılık ile mümkün oluşu ise, daha genel bir
özgürlük fikriyatıdır ( bugün bununla ilgili olarak Homann / Pies 1992 ) ve bu İngiliz politik
felsefesinde de önemlidir. Fakat orada sadece ön koşul modelleri faklı bir şekilde ele alınır:
Özgürlüğün hukuk ile politika tarafından bağlanması, topumun bir meselesidir ve bu devleti politik
olarak belirler ve muhafaza eder. Buna karşın Alman devleti topluma önüne kontrpuan olarak çıkar,
377
111
Ama bunun ön şartı, herkes için eşit olarak geçerli olmasıdır. En üst
refah normu, genel ahlaksallığın evrensel normu olarak kabul edilmiştir. Özel
kazanç çabası temelde meşru ve arzu edilir durumdadır, ama bu refah normu
kısıtlamaları dâhilindedir. Çünkü bu başkalarının hesabı üzerinden kazanç
ihtimallerini yasaklar. Fakat hangi kazanç eyleminin meşru olduğu ve
hangisinin gayrı meşru olduğu konusu ise, iktisadi polisin ve onun
memurlarının yetkisindedir.379
1.5. KAPİTAL
Kapital kavramı onsekiz ve ondokuzuncu yüzyıllarda sabit bir terim
değildir. Bu, Adam Smith ve Adam Müller’in bu kavramı kullanış biçimlerini
karşılaştırırsak daha rahat görülür. Adam Smith (1723-90), İskoç bir politik
ekonomist ve ahlak filozofu ve umutsuz bir uyurgezerdir, tarih, ekonomi ve
ekonomi tarihinin gelişimi düşünüldüğünde daima değinilen bir isimdir.
Kapitali, halühazırda tüketim için kullanılmayan ve dolayısıyla üretim veya kar
getirmesi için kullanlabilen zenginliğin bir parçası olarak tanımlamıştır. Bu,
dolaşımda olan ve sabit (Circulating and fixed) kapital olarak daha da ayrılır.
“Halühazırda
tüketim için
ayrılabilecek
stokun düzenleşini ve
geliştirimi hem sabit hem de dolaşımda olan kapitalin temel amacıdır”.
Dolaşımda olan kapital, var olan paranın, mülklerin, materyallerin ve
ürünlerin “efendi değiştirmesi” ile kar getirir. Buraya ait olan para başka bir
tipte temsil edilebilir haldedir. Sabit kapital emeği üreten bütün kullanışlı
makina ve ticaret enstrümanlarından, kar getiren binalardan, toprak
onun bir organı değildir ve onu regülasyona tabi tutan bir mantıki prensiptir. Bunun neticesi olarak
devlet kökenli özgürlük ile toplumun kendine biçtiği özgürlük, farklı olgulardır. K. Milford 19. yüzyıl
alman ekonomisi hakkında şu hükmü vermiştir : “ individual fredom in the economics realm is
legitimate only as long as the power and the interest of the state are not impeded “ . Milford 1991, s.
2
379
İlginç bir şekilde Smith, Alman eyaletlerinde yönetim üyeleri tarafından okunmuş ve propagandası
yapılmıştır. ( Pribram 1992 cilt 1, s.385 ) . Bunlar Smith‘ci Pazar ekonomisinin “ bırakınız
yapsınlarını “ yönetim reformu başlığı altında görmekteydiler. Yani daha etkin bir yönetim ile iktisat
politikasıyla, memuriyet pozisyonunun kuvvetlenmesi açısından bakıyorlardı
112
geliştirmelerinden ve bir toplumun üyelerinin kullanışlı yeteneklerinden
oluşur.
Adam
Müller
(1779-1829),
Saksonya
için
Avusturya
Genel
Konsülüdür, sıklıkla fırsatçılıkla suçlanmıştır, insanın, devletin ve devletin
üretici güçlerini kendi romantik politik ekonomisinde altını çizmiştir. Kuramına
göre bireyi daha yüksek seviyede olan organik bütünün altına koymuş ve
parayı toplumun birleştirici bir faktörü olarak görmüştür. Pazar ekonomisi
temelli kapital kavramını, kendisinin “doğru kapital” kavramı ile meydan
okumuştur ki bu kavram Tanrıyı, insanı, doğayı ve kültürü içerir.380
Roscher’in, Smith’in görüşünü sosyal ilişkiler ve bazı sosyal
organizasyonlar ile genişlettiği söylenebilirken ; Knies kapital tanımlamasının
karakteristiklerini yaparken insanı ayıramaz ve Hildebrand her ikisinin (Smith
ve Müller) görüşünden parçalar alırken bu kavramın değişik yorumlarının
olduğu konusunda pek düşünmez. Bu sayede açık olarak görebiliriz ki,
Kapitalin anlamı, sadece zaman içinde değil, yazardan yazara değişen bir
şey haline gelir. Kavramın içeriği, üretimin sabit anlamlarından sosyal yapı ve
organizasyon ve hatta bütünüyle kapsayan kültüre kadar pek çok kavramsal
nosyonlara göre değişir. Son tahlilde bu kavram ekonomik terminoloji içindeki
en tartışmalı terimdir. Teorisyenlerin temel ayrışmama noktası olarak
görülmüştür ve bu durum hala tamamiyle değişmiş halde değildir. Bu kavram
hala belirsizdir ve modern ekonomi içerisinde hataya düşülebilir, ancak
günümüzde bunun sebepleri değişmiştir. Modern ekonomi ders kitapları
kapital kavramını birkaç sayfada geçerken Smith ve Roscher düzinelerce
sayfa kullanmışlardır.
1.5.1. Roscher’in Kapitale Bakışı
Roscher’in kapital kavramını anlamak için, kişinin O’nun ekonomik
malları nasıl tanımladığını bilmek gerekmektedir. Roscher bütün ekonomik
ürünleri üç kategoriye ayırır: Kişiler ve kişisel hizmetler ; şeyler (hem
380
Kristen Nadja,Flut der Fakten,in Herz dokument der Okonomen , Hamburg,2000s.24-25
113
taşınabilir hem taşınamaz); kişi veya şeylerle ilişkiler. Bu ilişkilerden, kişiler
ve kişisel hizmetler ve kişiler ve şeyler arası ilişkiler onun kapital ve insan
kapitali üzerindeki fikirlerini düşünürken önem taşıyan unsurlar olarak ortaya
çıkar. Kişiler ve kişisel hizmetler ile Roscher, her bireyin diğerinin ihtiyaçlarını
tatmin etmek için bir araç olarak görülmesini anlar. Bu görüşü köleliğe ve
hatta kanibalizme kadar genişletir, ama modern bir toplumda bu, kişilerin
hizmetleri veya becerileri anlamına gelir. Buna ek olarak kişinin hizmet ve
becerilerinin bütünü kısa bir süre için bu kategoriye girer. 381
Kişiler veya kişiler ve şeyler arasındaki ilişkileri Roscher insanların
hayatta sahip oldukları farklı tipte kontratlar ve anlaşmalar ile açıklar. Örneğin
uzun vadede bir şirket, eğer müşterileri ona güven duyuyorsa finansal olarak
kar edebilir. Roscher kültürün gelişmesiyle bu değerli ilişkilerin çoğalacağını
ve daha önemli hale geleceğini söyler. Bu tanım ile Roscher şu anda sosyal
kapital olarak düşünülen şeyin kalbine gelir. Sosyal kapital, “güven seviyeleri
ve sosyal ağ kalitelerinin içine gömülü insan ilişkileri ile alakalıdır.” Güncel
tartışmalar,
sosyal
kapitali
politik
ve
ekonomik
performansla
bağlantılandırmıştır.382
Yukarıda söylenilen malların hepsinin üretimde kullanılabileceği
düşünüldüğünde onlar Roscher’in kapital kavramının içine girerler. Ekonomik
üretim veya daha sonra kullanım için kullanılan bütün ürünler, Roscher’e
göre, kapitaldir. Ulusların kapitalini on ürün sınıfına ayırmıştır. Bu sınıflardan
bedensiz veya materyal olmayan kapital (unkörperliche Kapitalien
veya
Quasikapitalien) burada en ilginç olanlarındandır. Bedensiz kapital ile
Roscher, Kundschaft (müşterilik) ilişkisinin yanısıra, insanın çalışma katılımı
(enschlichen Arbeitskraft)-deneyim veya eğitimle elde edilen ayrılamaz
kazanım veya becerileri ve Kilise gibi birçok kurumu da buraya koyar. Dahası
Roscher bütün kapital sınıflarını materyal ürünlerin üretimi için kullanılıp
kullanılmadığına (sachlicher Güter) veya kişisel ürün olup kullanışlı
dolayımlarının varlığına (personlicher Güter, nützlicher Verhaltnisse) göre
ayırır. Bu ayrım yukarda bahsedilen ürünler için de benzerdir. İlk kapital
381
382
Nadja, Kristen; Flut der Fakten, in Herz dokument der Okonomen , Hamburg,2000s.24-57
Nadja, Kristen; 2000s.24-57
114
sınıfları üretici kapitaldir (Produktivkapital) ve geri kalanı da çalışan kapitaldir
(Gebrauchskapitalien). Her ne kadar bütün kapital sınıfları materyal, kişisel
ürün üretmek için kullanılıp kullanışlı dolayımları olabilir. Dolayısıyla
Roscher’e göre, üretici kapital ve çalışan kapital birçok yoldan birbiri ile
etkileşime geçer. Roscher kütüphaneyi bir örnek olarak kullanmıştır; özel
mülk bakışından kütüphane üretim kapitalidir ama bir ulus için bütün olarak
çalışan kapital olur. Dahası kapitali sabit ve dönüşümde olan kapital olarak
ikiye ayırmaktadır.
1.5.2. Knies’in Kapital’e Bakışı
« Geld und Credit » kitabında Karl Knies, kendi zamanındaki kapital
tanımlarına eleştirel bir açıdan bakmıştır. Her ne kadar herkes bu kavramın
önemli olduğunu kabul etse de kapital tanımları büyük ölçüde değişmiştir.
Knies, sadece tarihsel sunum ile bu ayrımların anlaşılabilir olacağını görmüş
ve dolayısıyla bu kavramın Helenlerden ve Roma kanunlarından kendi
zamanına kadar nasıl evrildiğini tasvir etmiştir. Knies, fizyokratların, kapitalin
Merkantilist anlayışını bir kenara attığını söyler ki, bu kavram antik ve
ortaçağdaki kullanıma daha yakındır ve borç miktarı ve faiz oranı ile
temellidir. Tarım üretiminin koşullarını vurgulamakla
ve kapital terimini
sadece bir para toplamı ile sınırlamakla politik ekonomi ve modern ekonomi
üzerinde izlerini bırakmayı başarmışlardır. Onlar kapitali herhangi bir malın
aylık veya yıllık toplamı olarak tanımlamışlardır. Bu noktaya kadar Knies
onlarla aynı fikirdedir.
Knies
kapital
tanımının
bir
disiplin
olarak
politik
ekonominin
merkezinde olduğunu görmüştür, ancak bunun önemi pratik sosyal hayata da
uzanmaktadır. Yazardan yazara değişen bir halde ve belirsizlik, bu kavramı
karmaşıklaştırmış ve sosyal problemleri hızlı endüstriyelleşme ile çözme
denemelerine yol açmıştır.
115
Knies, kişiler ve kendi vücut parçaları ve kapitalin dışındaki kalan
zihinleri arasında bir ayrım yapar. Ekonomik ürünler, kapital olarak
adlandırılabilen şeyi oluştururlar:
“Dolayısıyla kapital doktrininin adil bir biçimde kullanılması için
gereken temel ve kesin bir unsur sadece ekonomik malların veya sadece bu
şekilde anlaşılabilecek ekonomik ürünlerin kapital olarak alınması ve kişilerin
ve onlardan ayrı düşünülemeyecek beden ve zihinlerinin kapital olarak
görülmemesidir.”
Ancak Knies için ekonomik ürünler sadece başka bir semboldür ki, bu
kapitali tanımlamak için tanımlanması gereken bir şeydir. Aynı anlamda kendi
değer teorisi de tanımı açısından önemlidir.
Nitekim kapital ekonomik mallarla neredeyse aynıyken bu ürünleri
genelden ayırmanın bir yolu olmalıdır. Burada da Knies kendi zamanında
varolan birçok teorinin yanlışlığını görmüştür. İlkece Smith ve Turgot ile
varolma ve devam etme için kullanılan malvarlığının bir kısmının kapital
olarak adlandırılamayacağı konusunda anlaşmaktadır. Zorunlu masraflar
sonrasında geriye kalan miktar kapitalin temelidir. J.S. Mill’in görüşü malların
kapital yapılmasının nesnel özelliklerinin yanında diğer mallarla bir değişim
değeri olarak geçici bir durumda olmalarını da ekler. Bu daha da açıldığında
ürünlerin onları kapital yapan doğal özelliklerinin olmadığı, ekonomik insanın
iradesi ile böyle oldukları görüşüne itmektedir. Bu kapitali tamamiyle bir
tasarımlama haline getirir ki Knies bunu kabul edemez.
Knies bu durumu, politik ekonomi içinde bir odak değişiminin sonucu
olarak yaşandığı şeklinde okumaktadır. Roscher, Schaffle ve Mangoldt’un
görüşleri bir ürünün değerinini insanların irade ve bilinçleri ile ona atfettikleri
değer olduğunu vurgulamaktadırlar. Knies’e göre bu durum Goethe’nin “War
nicht das Auge sonnenhaft, die Sonne könnt es nie erblicken” şiirindeki
durumla karşılaştırılabilir :
“Bir insan gözlemleyebilir veya gözlerinin gözleyebilmesi için güneş
gibi olması gerekir ama hala güneşin ne olduğunu bilemez”.
Knies, insanların şeylere değer vermesini onların gerçek özelliklerine
bağlamıştır. Bir ürünün değeri onun yararlı etkisinin algılanabilir ölçüsüdür ;
116
insanların akılları, iradeleri veya onlara atfedilen anlamlara bütünüyle bağlı
değildir. Eğer eknoomik hayat insanın iç dünyasına özellikle bağlı bir biçimde
resmedilirse fiyatları tanımlayan şey değerin yanlış bir biçimde sunumu olur.
Knies, kendi görüşünün, malların gerçek özelliklerini ve kullanımını
vurgulayan görüşünün sonunda kazanacağından emindir. Ancak, modern
ekonomi subjektif değer teorisinin üzerine kuruludur. Knies, Hildebrand ile
karşılaştırıldığında farklı bir fikre sahip görünmektedir zira Hildebrand, insanı
fiyatın ölçeği olarak görmekte ve üretim masrafları ve gerçek özelliklerini
hesaba katmamaktadır. Roscher’in değer kavramı subjektiftir ve dolayısıyla
Roscher ve Hildebrand, bazen subjektif değer teorisini ve Avusturya marjinal
kullanım kuramını bekler gibi görünmektedir.
Benzer şekilde Knies için de bir ürünün doğal karakteristiklerinin
değerine etkisi vardır. Doğal karakteristikler hangi ürünlerin üretimde
kullanılabileceğini de etkiler ve dolayısıyla hangi ürünlerin kapital, hangi
ürünlerin tüketim için kullanılacağını belirler. Modern bir dilde ifade etmek
gerekirse, Knies için kapitalin özü, kapital ürünlerindedir - üretim için
kullanılan mallardadır.383
1.5.3. Hildebrand’ın Kapitale Bakışı
Bruno Hildebrand, kendi fikrince bütün ekonomilerde ortak olan alanı
incelediğini düşündüğü genel bir teori geliştirmiştir. Vertheilung (ayırma veya
ayrım) üretim ve tüketime kıyasla emeğin, iklime veya toprağın doğasına
bağlı olmasa da farklı ekonomik modellerin, temelinde yer aldığına inanır ki,
emek bölümünü mümkün kılan sosyal unsur bunun içindedir. Hayatın iki
ekonomik küresini, üretim ve tüketimi, birbirine bağlar. Her ekonominin
gelişiminde ortak olan ve ayrım enstrümanı ile temellenmiş üç ekonomik
modeli doğal, para ve kredi ekonomileridir. Hildebrand’ın kapital kavramı bu
modelleri veya aşamaları birleştirir.
383
Hildebrand, Bruno,s138
117
Doğal ekonomide kapital, üretim, faktörlerinden henüz birisi değildir ;
ekonomi gelişemez, insanlar toprağa bağlıdır ve toprak ve emek sadece tek
ürün üretme kaynaklarıdır -insan sadece an için yaşayan doğanın bir
kölesidir. Ekonomi tükettiğinden daha fazlasını üretmeye başladıktan sonra
kapital
bu
artıdan
gelişmeye
başlamış
ve
para
kullanımı
daha
yaygınlaşmıştır.
Hildebrand’a göre para herşeyi değiştirmiştir. Bu değerin genel ölçüsü
olarak değişimin ortamı olmuştur, ama herşeyin ötesinde tüketimi zaman ve
yerden
bağımsız
hale
getirmiştir.
Para
üretim
fazlasını
gelecekte
kullanılabilmek için saklayabilir. Dolayısıyla parayı, ulusal kapitalin gelişiminin
temeli ve itici gücü olmuş ve doğa ve insan emeğinin üretim faktörlerini yeni
üretim faktörü ile bağlantılandırmıştır. Kapital sayesinde para ekonomisi
bütün üretim sürecini yenileştirmiş ve toplumun ekonomik modeli bütün
sosyal hayatı da etkilemiştir. İnsanları toprağa bağlılıktan kurtararak daha
önceki elitlere benzemez şekilde herkese açık yeni bir kapitalist sınıfı
yaratmıştır.384
Para, kapital birikimini mümkün kılmıştır. İnsanların fiziksel ve zihinsel
emek gücünden özgürleşmesi ile beraber dolaşım ve rekabet süreci ortaya
çıkmıştır ki, bunlar toplumun üretim güçlerini sonsuz bir biçimde arttırabilir.
(Kapitalkraft )veya finansal kapasite bilimle daha da sıkı bağlanmış ve bu
sayede insanların bütün hayatını ve üretim biçimini değiştirmiştir. Kapital,
özgürce dolaşmaktadır - negatif yan etkilere de sahiptir ve bunlar daha
önceki yüzyıllarda mümkün olmayacak şeylerdir. Küçük işkollarını, merkezi
endüstrileri yok ederek merkezileşme ve etkinliğin artmasıyla yeni tekeller
oluşturmuştur ki, bunlar daha önceki devlet tekelleri kadar zararlıdır.
Hildebrand, kapitalin üretici gücünün onun sayısı ile geometrik bir biçimde
büyüdüğünü söylemektedir.
Knies ile benzer olarak Hildebrand, politik ekonominin odağında
önemli bir değişim olduğunu görmektedir. Hildebrand bu değişimi Adam
Smith’e atfeder. Zira kendisi ilk defa doğa ve hammaddeleri birinci olarak
384
Hildebrand, Bruno,s138-145
118
görmeden insana ve toplumuna bir zenginlik kaynağı olarak bakmıştır.
Hildebrand, bu değşimi, Kant’ın
« Kritik der reinen Vernunft » kitabı ile
başlayan değişimle kıyaslar. Hildebrand’a göre, Kant’dan önce bir tarafta
deneyime dayalı saf empirisizm ve akla dayalı dogmatizm varken ; Kant
insanın, aklı ve iç deneyimi ile doğruyu bulabileceğini görmüştür. Kant
epistemolojinin,
yaratabilmiştir
rasyonel
ve
empirik
görüşleri
arasında
bir
sentez
İKİNCİ BÖLÜM
GUSTAV VON SCHMOLLER VE ONUN TARİHÇİ OKUL İÇİN ÖNEMİ
Gustav von Schmoller 24 Haziran 1838 yılında Heilbronn’da dünya’ya
gelmiştir.385
Schmoller’in babası Ludwig Friedrich David Schmoller Württemberg’li
bir kameral (finans) yöneticisiydi.386 Annesi ise Württemberg’in önemli bir
endüstri merkezinin tüccar ailesinden gelmektedir.387 Schmoller varlıklı bir
evde büyümüştür. Annesi 1846 yılında vefat etmiştir. Babası onu ve
kardeşlerini daha çok tek başına büyütmüştür. Bu yetiştirme sevgi dolu
olmakla birlikte, nasıl çalışkan ve faydalı bir hayatın sürülebileceğinin öğretisi
üzerine kurulmuştu. Babanın bu amacına oğlu Gustav’da ulaştığı, onun daha
sonraki çalışma stiline baktığımızda daha iyi anlaşılıyordu. Liseden sonra
(ülkenin en iyi üçüncü derecesini alarak tamamlamıştır ) ve özellikle Kameral
(finans) bilimleri öğreniminden önce Schmoller, bir yıl babasının yanında
çalışmıştır. Bunun nedeni ise, ilk olarak onun sağlık sorunlarıydı ve bunun
beraberinde babasının yüksek eğitim için erken olabileceği konusundaki
endişesiydi. İkinci olarak ise pratikle geçen bir sene, onu daha sonraki
memuriyet hayatına hazırlamak amaçlıydı. Schmoller bu kalem odasında
pratik finans- ve kamu hukukunun pratiğini öğrenmiş ve ülkenin ekonomik ile
sosyal durumu hakkında ilk izlenimini edinmiştir.
Tübingen’deki yüksek okulda Schmoller, 1857 – 1861 yılları arasında
kameral bilimleri eğitimi almıştır. En fazla etkilendiği dersler Milli Ekonomi
dersleri değildi. Bunun yerine tarih ve felsefeden daha çok etkilendi. Max
Duncker’in onun üzerindeki etkisi hakkında “ yarı yarıya tarihçi oldum “
385
Schmoller’in kişiliği, hayat anlayışı ve bilimsel süreci ile ilgili yazılar aşağıdaki kaynakçaya
dayanır: Beckerrath 1961 s. 376, Brinkmann 1956 s. 135, Hintze,O,Gustav Schmoller,Deutsches
Biographisches Jahrbuch,Band2,
1928 s. 366, Schmölders Gunter; Historische Schule, in
Issıng,1988,s.109 Spiethoff Arthur; Gustav von Schmoller, in Recktenwald,1918,s.371, Winkel
Harald; Gustav von Schmoller(1838-1917),in Starbatty,1989,s.97
386
Kameral - verwalter, kökeni kammer den geliyor ( yunanca kamara ) . Tekil olarak oda anlamında,
birleşik şekilde ise bir prensin mahzen veya deposunun yöneticisi
387
Romalı bir klan başının soyundan gelendir.
120
demiştir.388 Aynı zamanda fizik, kimya ve makine dersi onun ilgisini çekmiştir.
Öğreniminin
sonunda
“Die
Untersuchung
der
volkswirtschaftlichen
Anschauungen zur Reformationszeit” adlı çalışmasıyla bir ödül kazanmıştır.
Bu çalışması aynı zamanda doktora teziydi ve devlet (kamu) bilimleri doktoru
olmuştur. Bu ilk büyük yazılı eserinde bile, Milli Ekonomi ile tarih arasında bir
bağlantı kurmanın denemesi kendini belli ediyor. Schmoler kameralist
(finans) lisansını tamamladıktan sonra Stajının ilk bölümünü babasının
yanında finans stajyeri olarak Heilbronn’da yapmıştır. Bu dönemde ise her
şeyden önce felsefi çalışmalarla ilgilenmiştir. Çünkü ekonomi – politik
kuramın 1750 – 1850 arasındaki felsefi sistemden oluşması ile ilgili bir eser
yazmak niyetindeydi. Bu projesi gerçekleşmemiştir ama sonraki pek çok
çalışmasında ortaya çıkıyor. Stajının ikinci bölümünü Würtemberg devlet
dairesinde tamamlamıştır. Ve buranın yöneticisi kayınbiraderi olan Gustav
Rümelin’di. Onun tarafından değerlendirilen, 1881 yılının Würtemberg işletme
sayımının sonuçlarının 1883 yılında
“Würtembergische jahrbücher’de”
yayınlanması üzerine Schmoller ‘in Halle üniversitesinden bir çağrı almasına
yol açmıştır ve Schmoller bunu kabul etmiştir. 1865 yılında profesör olmadan
önce bir makale yazarak, ilk defa işçi sorununun ile ilgili sosyal politik
görüşlerini açıklamıştır.389
Artık Schmoller Halle’de daha fazla sosyal hayata katılır olmuştu. Halle
şehir yöneticisi olarak, şehir idaresini daha yakından tanımak istedi. Bunun
ötesinde Prusya onun devlet-ve iktisat bilimsel çalışmaları için git gide daha
ilginç hale gelmeye başlamıştı. Halle’de aynı zamanda Lucie Rathgen‘le
evlendi.
Halle’de yazdığı baş eser olan
Kleingewerbs im neunzehnten Jahrhundert,”
“Geschichte des deutschen
( 1870 )
oldukça güncel bir
arka plana sahipti. Almanya’da son görünmez engeller aşılmış ve yatırım
özgürlüğü 1869 yılında kuzey Alman birliğinin yatırım düzeni kanunlarında
yer almıştı. Eserindeki küçük esnaf ile ilgili görüşü ise bunların bir devlet
düzenlemesine ihtiyaç duydukları yönündeydi. Ayrıca toplum yararına
serbest rekabet koşullarında küçük esnafın tamamen özgürce piyasa
388
389
Schmoller’in kendi iddiası, Schmoller Gustav; Die Soziale Frage, München und Leipzig,1918,S.60
Hansen, Reginald; Gustav Schmoller und die Sozialpolitik von heute, in Backhaus,1993, s.75
121
oluşturmasına karşı olması, onun iktisadi liberalizmin oldukça kabul gördüğü
bir dönemde, şiddetli tepki görmesine neden olmuştur. Heinrich Bernard
Oppenheim onu ve yeni sosyal politik yönünü eleştirmiş, ayrıca Tarihçi
Okulun temsilcilerine
“Kürsü Sosyalistleri” ismini takmıştır. Bu isim bugüne
dek Schmoller adı ile birlikte anılmıştır. Lujo Brentano ve Adolph Wagner
(Schmoller, Wagner ile onun sosyal politik görüşleri nedeniyle bağlıydı, fakat
teorik görüşler bakımından tam zıt görüşleri savunuyorlardı ) Schmoller ile
temasa geçerek onunla Eisennach’ta bir görüşme ayarladılar. Bunun
neticesinde ise 5 ve 6 Ekim 1872 tarihinde
“Sosyal Politika Derneği”
kurulmuştur.
Schmoller ilk açılış konuşmasını yaptığı derneğin 1890 yılında genel
başkanı olmuştur. Dernek ise memurların, gazetecilerin, politikacıların,
tarihçilerin, istatistikçilerin Milli Ekonomistlerin ve yatırımcıların birlikteliğinden
meydana geliyordu. Balabkin’e göre, bu dernek bir refah projesi ile yükselen
Marksizmi durdurmayı başarmıştır.390Ayrıca dernek Bismarck’ı 1880‘li yıllarda
sosyal kanunların yasalaşması konusunda ikna etmiştir. Bu bakımdan
Schmoller için sosyal devletin en önemli atalarından biri olarak bakılır.
Derneğin kurulduğu yıl yani 1872 yılında, yeni kurulan Strasburg
üniversitesinden bir çağrı almıştır. Orada iktisadi – ve sosyal araştırmaları
bağlamında, 13. ve 14. y.y. Strasburg bez- ve dokuma zanaatı hakkında bir
eser vermiştir. İktisadi tarihsel araştırmalarının derinleşmesinin yanında,
Strasburg’da “ Jahrbuch für gesetzgebung, Verwaltung und Volkswirtschaft “
adlı bir iktisadi politik dergi çıkarmıştır ve bu dergi kısa bir zaman içersinde “
Schmoller’in yıllığı” olarak adlandırılmıştır. ( 1881 ) Ayrıca Strasburg’da
seminer’i” yeni bir ders işleme formu olarak geliştirmiştir. Genç “ Seminer
öğrencilerinden “ ampirik ile istatistiki materyale dayanan çalışmalar talep
etmiş, ve 1878 yılında bazı tartışmaların ve düzeltmelerin ardından “Devlet
Bilimsel Araştırmalar” adıyla yayımlamıştır. 1870 ve 1879 yıllarındaki reddin
üzerine, 1882 yılında Berlin üniversitesinden bir çağrı almıştır ( bunun nedeni
politikadaki düşünce değişiminden kaynaklanmıştır ve sosyal reformistlerin
390
Balapkin, , Nicolas W;Schmoller und der Stammbaum der nationalökonomischen
Wissenschaft, Tübingen,1993,s.23
122
taleplerine bir yönelme söz konusudur.)391
Schmoller Strasburg’u, seminer
çalışmalarını ve meslektaşları Georg knapp ile Wilhelm Lexis’i istemeyerek
bırakmıştı ama devletine, yönetimine ve ekonomisine hayran olduğu
Prusya’dan aldığı bir çağrıyı ret edemezdi. Berlin’deki ilk yıllarında, aynı
zamanda bu çalışmanın da merkezinde olan, Menger ile metot kavgasına
tutuşmuştur. Araştırma – ve öğreti hayatının özetini, iki ciltlik “Grundriss der
Volkswirtschaftslehre’de” bir araya toplamıştır. (1900- 1904 ) Bu eser, her
ne kadar ilk cilt basımından sonra tükenmiş ve ikinci basım olmuşsa da,
çağcıllarının büyük bir bölümünün tepkisine yol açmıştır. Bundan sonra ise
nerdeyse tamamen unutulmuşluğa terk edilmişti ve ancak 150. doğum günü
çerçevesinde tekrar hatırlanmıştır.
1884 yılında Schmoller Prusya devlet konseyinin üyesi olmuştur,
1897/1898 döneminde Berlin üniversitesi rektörü olmuş ve bu görevi 1899
yılından itibaren Prusya senatosundaki makamından gerçekleştirmeye
başlamıştır. 1908 yılında Schmoller’e asalet ünvanı verildi ve bu onun hayatı
sürece çalışmalarının konumunu ifade ediyordu. Schmoller 27 Haziran 1917
‘de 79 yaşında iken, Harzburg’a bir seyahat esnasında vefat etmiştir.
Schmoller’in kişiliği ile ilgili olarak Hintze, her zaman sadece bir bilim
adamı
olmak
isteyen
Schmoller’in,
devlet
adamı
niteliği
taşıdığını
söylemiştir.392Fakat sadece iyi bir bilim adamı değildi, aynı zamanda
talebelerini şevklendirebilen
harikulade
bir öğretmendi. Spiethoff
ise
Schmoller’in pek çok özelliğini methetmiştir393 :
“Schmoller her zaman dengeleyici olmaya çalışmıştır ama sağlamlık
ve karalılık onun başka meziyetleriydi. Bir doktrincinin aksine, her zaman son
bir açıklama veya nihai bir hüküm peşinde olmuştur. Yazar ve konuşmacı
olarak yapıtlarının büyüklüğü ki bunlar yavaş - basit ve yapmacıktan uzak bir
şekilde gerçekleştirmiştir.”
394
Schmoller hayatında ürettikleri, sadece onun
çalışma kuvveti ve ideal çalışma koşullarında olmasından kaynaklanmıştır.
391
Bu ret edilmelerin nedeni , “ Katheder sosyalistlerinin”
baskın gelecekleri korkusundan
kaynaklanmıştır. Çünkü aynı dönemde Berlin’de Adolph Wagner ordinaryüs ve Brentano özel
doçentti.
392
Hintze,1928,370
393
Spiethoff, 1918, s: 371
394
Spiethoff, 1918, s: 375
123
Onun “çalışma enerjisi”
nefes kesiciydi : “ Schmoller bütün gün okur ve
yazardı. Evinin etrafında yaptığı yürüyüşleri okuyarak yapardı. Hiçbir zaman
bir kitabı kendini eğlendirmek için okumazdı; okurken yazı masasında
otururdu ve ayrıntılı bir biçimde not tutardı. Elinde kalem olmadan okumayı,
oyun oynamak olarak görürdü.
Schmoller’e yönelik methiyelerin dışında, aynı zamanda kuvvetli
eleştirilerde mevcuttur. Buna göre Schmoller, teorik ilgisizlik ile beceriksizlikle
suçlanır. Ve ayrıca onunla ilgili olarak, onun Milli Ekonomist’lerin gözünde
tarihçi, tarihçilerin gözünde ise Milli Ekonomist olarak görüldüğü söylenir.
Aynı şekilde Berlin yılları esnasındaki üniversite politik etkisi sebebiyle,
sadece taraftarı yoktu. Çeşitli başarılıklara uğramış akademik kariyerler ve
1895 yılında Freiherr von Stumm tarafından dillendirilen eleştiri, onun öğreti
politikası üzerindeki önemli etkisini, onun tarafından temsil edilen araştırma
programı lehine kullandığını gösteriyor. Freiherr von Stumm ‘un eleştirisi
şöyleydi:
“Berlin’de tamamen bir üniversite sosyalizmi yayılmıştır. Ve bu
sosyalist boynuzu taşımayan her bilim adamı boykot ediliyor, takip ediliyor ve
bilim dışı olduğu iddia ediliyordu.”395
Onun kişiliği ve “ egemen bir öğretinin”
başı olarak manevi etkisi, pratikte
Alman Milli Ekonomisinin bütün bir neslini şekillendirmiştir. Bunun tabii ki
“ikinci kuşak Tarihçi Okulun” yayılmasında etkisi olmuş ki bunun tartışmasız
kurucusu ve lideri Schmoller’di. Görüşlerinin hâkimiyeti ve yayılışı o derece
yüksekti ki, Alman Tarihçi Okul çoğu zaman Schmoller adıyla eş tutulmuştur.
Üstelik çok doğal olarak birinci kuşak ile ikinci kuşak Tarihçi Okulluların
programları arasında ve bu Okulların içerisinde farklılıklar olmasına rağmen,
ekonomi – politik doktrininde bilgilenmeye ulaşmak için Schmoller’ci görüşün
gerçekten
bir
okulun
tamamının
araştırma
programını
temsil
ettiği
görülmüştür.
395
Lindenlaub, Dieter,Richtungskampfe im Verein für Sozialpolitik und Wissenschaft im
Kasierreich vornehmlich vom Beginn des neuen Kurses bis zum Ausbruch des ersten
Weltkriges1890-1914,2Bde(VJSWG),Wiesbaden, 1967, Winkel’e göre yazılmıştır, 1989, s. 112
124
Baş temsilcileri Wilhelm Roscher, Bruno Hildebrand ve Karl Knies olan
birinci kuşak Tarihçi Okul yavaş fakat belirgin bir şekilde, klasik liberalizme
uyumlu hale gelmeyi terk etmişlerdi.396
İkinci kuşak Tarihçi Okulun başı olan Schmoller’in yanı sıra özellikle
Büchner,
Brentano, Held, Knapp, Conrad, ve Herkner bu Okulun önemli
isimleri olarak sayılabilir. Aynı şekilde Werner Sombart’da Schmoller’in
talebesi olarak üçüncü kuşak Tarihçi Okula dâhil edilir. Sombart’ın eserinde
ve Max Weber ile Walter Euken‘in çalışmalarında, ama aynı zamanda
Commons
tarafından
temsil
edilen
Ameriklan
intitutionalizm’de
(kurumsalcılık) ve aynı şekilde Stammler ile Diehl tarafından temsil edilen
ekonomi- politik kuramın sosyal – hukuksal yönünde, Tarihçi Okulun bir
mirası belirgin bir şekilde görünür. Schmoller hem yüksek saygı duyulan hem
de çok tartışılan bir kişilikti.
Schmoller’in
egemenliği
altında
olan
Milli
Ekonominin
Tarihçi
Okulunun oluşumunun, felsefi, iktisadi ve politik arka plan ile olan
bağlantısını, şu şekilde özetlemek mümkündür. 19. y.y. ikinci yarısının ruhu,
tarihçilikten önemli ölçüde etkilendiği için ve tarihçi düşüncenin bu dönemde
nerdeyse fen – bilimleri dışındaki bütün bilimlere hâkim olduğu için, tarihçilik
sosyal – ve ruh bilimlerinin pek çok alanında evrensel bir arka plan niteliği
kazanmıştır. Bu şekilde Milli Ekonominin Alman Tarihçi Okulu, Alman
zamanının ruhuna uygun bir hareket olarak görünüyor. Derin çevreler
tarafından verilen destek o kadar etkili olmuştur ki, tarihçi harekete yönelik
eleştirel
sesler
nerdeyse
önemsiz
görünmüşlerdir.
Tarihçi
Okulun
temsilcilerinin hem politik hem de iktisadi politik görüşlerinin zamana uygun
ve probleme yönelik oldukları görünmüştür.
Çünkü bu zamanın politik ve iktisadi gelişimin problemlerini tematik
hale getirip çözüm yollarını sunuyorlardı. Milli hareket politik arenaya hâkimdi
ve endüstri devriminin etkileri tartışmaların odağına oturmuştu. Bu genel
çağcıl arka planda Schmoller çeşitli görüşleri ve hayat akışının önemli
dönemeçleri belirginleşiyor: Mukayeseli olarak devletin kabiliyetine aşırı
396
Gide ve Rist, 1915 / 1959, s. 383
125
güven, bu kabiliyetlerin toplum yarına olduğu düşüncesi ve bununla bağlantılı
olarak sosyal sorunsallıkla ilgili olarak sosyal politikaların geliştirilmesi. Bütün
bu görüşler Schmoller’ci iktisat politikasının temel taşlarının karakteristiğini
yansıtıyor. Aynı şekilde “ Soysal Politik Derneğinin”
kuruluşuna katılması,
onun için iktisat politikalarının bilimsel anlayışında ne derece önemli
olduğunun bir göstergesidir.
Schmoller’in iktisadi politikalarının arka planını ve çıkış noktasını,
Klasiklerin teorik görüşleri oluşturur. Schmoller bir yanda bireysel faydanın
hâkimiyetini, gerçekliğin basit nedenlere indirgenmesini ( örneğin, Milli
Ekonomide hedef olarak yasaların aranması gibi …) kabul etmediği halde
Smith’de olduğu gibi, kurumsal etkilerin dikkate alınmasının doğru anlayış
olduğuna inanıyordu. Ricardo’cu gelişim çizgisini ise, Schmoller yanlış bir yol
olarak görmüştür. Kurumların oluşumu ve dönüşümü, yada daha doğrusu
batışı, Schmoller’in eseri üzerine olan yeni literatür kaynaklarında, araştırma
programının içeriksel manada ağırlık noktası olarak görülmektedir
2.1. TARİHÇİ DÜŞÜNCE BİÇİMİ VE SCHMOLLER
Schmoller tarihsel iktisat ve toplumsal inceleme taraftarıydı. Tarihin
anlamı 19.yüzyılda ruh ve sosyal bilimler için o kadar önemliydi ki bir ‘tarihi
yüzyıldan’ bahsedilir olmuştur. Tarihçi Okullar sosyal ve ruh bilimleri üzerinde
egemendiler. Tarihçi Okul tanımı çok anlamlıdır. Birinci olarak, tekil bilim
disiplinlilerinin içerisindeki Tarihçi Okulları temsil eder. Örneğin hukuk
bilimlerinin Tarihçi Okulu veya iktisat bilimlerinin Tarihçi Okulu gibidir. Tarihçi
Okul burada, genel ruhani bir hareket anlamında ve tarihçilik en önemli bilgi
temelini oluşturmaktadır. Burada bütün insani davranışlar bir tarihçi bakış
açısı ile değerlendirilir. İlk özellik olarak bilinmesi gereken, tarih biliminin
nesnesi olarak genel olan değil, bireysel olan kabul görmektedir. Sadece
kişiler, olaylar ve süreçler değil, aynı zamanda kurumlar ve tüm kolektif
126
yapılarda, bireysel nesnellik ve tarihi ama tekrarı olmayan yapılanma olarak
ele alınırlar.397
Tarihçilik özellikle Almanya da etkili olmuş ve kendi akımını kurmuştur,
buna aynı zamanda ‘Alman Hareketi’ denmiştir. Alman felsefi idealizmi, ilintili
olduğu romantik akım ve tarihçi toplumsal incelemeleri, bir yandan
18.yüzyılın rasyonalist – liberal düşün dünyasına karşı gelişmiştir. Otonomi
ve özgürlük arayışı diğer yanda organik bütünsellik arayışı ve devlet
düzeninin ahlaki anlayışı gerçeği; tarihsel olarak büyümüş ve ahlaki açıdan
ilerlemiş sosyal sistemler içinde bu heterojen bileşenler sorunsuz bir şekilde
uzlaşması gerekmektedir. .Almanya da yayıldığı biçimiyle tarihçilik, toplumun
genel gelişimlerine karşı çıkmıştır. Tarihçiliğin temsilcileri her dönemin ve her
halkın kendi öz şekillerini ortaya koydukları argümanlarıyla sürekli geçerli
kanunsallıkların varlığını inkâr etmişlerdir. Öyleyse Roscher in belirttiği üzere,
izole bir soyutluluk gerçekliliğe uygun olmaz, çünkü gerçek var olan tüm
çıplaklığı ile sunulmalıdır.
Schmoller, Klasik Ekonomiye yönelik olarak Smith, Ricardo, Say ve
Mill’in
insanın
tamamlanmamış
analizine
dayandırdığı
suçlamasını
yapmaktadır. .Ayrıca Klasik Okulu tarihçilik dışı, yüzeysel, mekanik ve
gerçekçi olmamak,
şeklinde değerlendirmiştir.398
Tarihçi Okulun bazı
ekonomist temsilcileri, örneğin Schmoller, Knapp ve Bücher ‘soyut
Manchester Okulunda’ kendilerine suni bir düşman yaratmışlardır. Çünkü
onların tarif ettikleri gibi bir gerçeklik, hiçbir zaman olmamıştı. Schmoller ‘içi
oyuk bir teoriden’ bahsetmiş ve bunun pratik hayatın ihtiyaçlarının
karşılanmasından uzaklaştığını ifade etmiştir. Ayrıca ‘soyut kavram oyunları’
ve ‘amatör yapısallıklar’ ifadelerini kullanmıştır. Ona göre Manchester Okulu
bir zamanlar ‘pratik bir idealizm’ ile yola çıkmış ve kapitalistlerin, zenginlerin
sınıfsal silahı biçimine dönüşmüş; dünyadan kaçan dört duvara hapis
öğreticilerin bir oyuncağı olmuştur.399
397
Nipperdey, Thomas; Deutsche Geschichte 1866-1918,2 Bande, München,1994,636
Schmoller,Gustav,Grundriss der allgemeinen Volkswirtschaftslehre,2.Bde, 1.Aufl,Leipzig19001904,3.Aufl,Leipzig, 1923,1,s.93
399
Schmoller,1923,s.94
398
127
Ulusların,
insan ırkının ve sosyal kurumların tarihsel gelişimini
açıklayabilen ancak Tarihçi Okul olmuştur. Bu görüş, Klasik teorinin görüşü
olan, insanın daima aynı olduğu ve daima aynı iktisadi formlar ile hareket
ettiği,
anlayışına
karşıttır.
Schmoller
kendi
çalışmalarından
övgüyle
bahsetmektedir. Çünkü Tarihçi Okul, sadece tarihi analiz etmemiştir.
.Suçlamaların aksi olarak, tarihçi düşünce ‘Klasikler’ de Ferguson,
Smith,
Ricardo, Mill de mevcuttur. Eğer ekonomi –politik kuramın gelişim sürecine
bakacak olursak bu suçlamalar erken bir dönemde yapılmıştır. Ayrıca
belirtilmesi gereken, bunun oldukça keskin bir eleştiri olduğudur. Çünkü bu
erken dönem görüşlere bakarak, soyutlayıcı ve tarih dışı tandanslar
neticesinde, hangi fikrin ekonomi-politik kuramını şekillendireceğini anlamış
olmaları gerekmektedir.
‘Tarihçilik’
veya
‘tarihselcilik’
tanımları
altında,
tarihi-sosyal
incelemenin farklı varyasyonları sunulmaktadır. Bundan dolayı gerekli olan
kavramlar birbirinden ayrı olarak değerlendirilmediğinde, tuhaf karışıklıklar
meydana gelmektedir. Bu varyasyonlar arasındaki fark gösterilmelidir. Bu
kavramlar, tarihsel sürecin bir fikrini tanımlamaktadırlar. İngiliz bölgesindeki
tarihselciliğe göre, gelişim sabit kanunsallıklara tabidir ve bunların yardımıyla
aynı zamanda öngörülerde bulunması mümkündür. Tarihçi Okul bağlamında
ise, böyle bir durum hiçbir şekilde söz konusu değildir. Burada Tarihçi Okul,
tarihe olan ilgiyi metodik mevzuat ile birleştirmektedir. Kavram olarak
öğretmeyi ifade eder böylece toplumsal yansımaların tarihi nitelikleri vurgular
ve bunları savunur. Tarihi fenomenleri araştırma sürecinde, tarihi olarak
büyüme özelliklerine, spesifik bir döneme dahil olmalarına ve belirli kültürel
alanda var olmalarına dikkat eder. Böylece sosyal davranışın, zamana bağlı
olmayan ‘kanunların ‘ varlığını ret eder. Ek olarak bu türden soyutlukların ve
farklı toplumsal formasyonların kullanımının mutlaka bir yanlışlığa götüreceği
iddia ederler.
Klasik öğretinin hatalı yorumları ki bu yorumlar karşıt görüşlere yönelik
polemikli bir sonuç doğurmuştur. Söz konusu dönemde iki nedenden ortaya
çıkmış görünmektedir. Birincisi bilimsel sosyolojik neden, diğeri pragmatik
politik neden. Bilimsel sosyolojik argüman, bilimin farklılaşma süreciyle
128
ilgilidir. Daha 18.y. da bileşik olanlar, bu dönem içerisinde farklılaşmıştır.
Tarihçi inceleme yöntemi, bir önceki yüzyılda sıkı bir şekilde birlikte olduğu
akım ile yollarını ayırmış ve ayrılma eylemi düşman saldırıları ile
400
nihayetlenmiştir. Bu saldırılar hem ‘tarihçiler’ tarafından zayıf olan
‘Manchester Okuluna’ yani katı, sıkışmış hayata yabancı ‘bir teoriye’ karşı401
hem de aynı şekilde ‘yeni teorilerin’ tarihçilere yönelik haksız saldırıları ile
olmuştur. Hatırlanması gereken herhalde Carl Menger in polemikçi ve hatta
hakaret içeren saldırılarıdır. Schmoller’in amacı sosyal bilimleri entegre
etmekti. Daha doğru bir ifade ile onların iş bölümü içerisinde özel disiplinlere
dönüşmesini engellemekti. Bunu gerçekleştiren spekülatif
oluşturulması
sürecine
girilmemesidir.402
Çünkü
Schmoller
bir birliğin
tarafından
oluşturulan tarihçi ufkun genişliği, tarihsel olarak serpilen ve oluşum sürecinin
kopyası olan fenomenlerle kapsamlı bir şekilde bağlanmayı talep ediyor. Yani
Tarihçi Okul için Milli İktisatı; tarih, felsefe, sosyoloji, sosyal-psikoloji kültürel,
politik ve diğer varyasyonlarla tanımlamak istemektedir. Tarihin önemi ise,
burada önemli bir Almancı özellik olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun nedenleri
yüksek okul ve üniversiteler de egemen olan klasik –hümanist eğitimdir.
Böylelikle sosyal bilimsel disiplinlerin sınırlandırılması, bir tarihçi perspektif ve
çok uzak olan bilgilenme kaynaklarının organik bir bağlantı ile hayata
geçirilmesini gerektirmektedir. Sombart, Spann veya Oppenheim’ın birçok
çalışmasında görüldüğü gibi Tarihçi Okulda, toplumun gerçekçi bütünsel bir
resmine ulaşabilmek için tarih, felsefe, sosyoloji, sosyal-psikoloji birbirinin
içine girmektedir. Bu anlamda tarihçilerinde ve özellikle Gustav Schmoller’in
soyut metot ile ilgilenen ekonomistlerden farklı olarak, başka bir problemi
çözmeye çalıştıklarını iddia etmek herhalde yanlış olmayacaktır. Tarihçiler
için sınırlandırılabilir iktisadi sorunsallıklar önemli değildir. Onlar için önemli
olan toplumsal gerçekliliğin yakalanmasıdır. Ve bunun merkezinde olan
iktisadi-sosyolojik bir programdır. Bu yüzden metot kavgasında birbirini
anlamadan,
400
dinlemeden
konuşmalar
yapılmıştır.
Methodenstreit
Milli
Brinkmann, C,Gustav Schmoller und die Volkswirtschaftslehre, Stuttgart,1937,s.125
Lütge, F,Gustav von Schmoller als Sozialpolitiker, Jahrbuch 62,1938,s.78
402
Schumpeter, Joseph A; Gustav von Schmoller und die Probleme von heute, in Schmollers
Jahrbuch,1926, s.366
401
129
Ekonomik ve iktisadi sorunlar üzerine bir çatışmaydı. Fakat her şeyden önce
Milli Ekonominin ne ile ilgileneceği konusunda bir çatışma alanıydı.
Bir yandan tarihselleşen düşünce ‘büyük toplumsal teorileri’ ret
etmesiyle politik ve ekonomik gelişim döneminin oryantasyon hırsı içerisinde
olan zamanın ruhuna karşı çıkmıştır. Bu durum o dönemin, kuvvetli felsefi
akımının bir parçasını teşkil ediyordu. Çünkü tarihçiliğe dönüş genel anlamda
gerçekleşiyordu. Tarihçi Okulun Almanya da ortaya çıkmış olması da tesadüf
değildir. Schmoller’e göre bunun nedeni 19. yüzyıl başlarından itibaren
Ranke,Niebuhr,Savingny gibi isimlerin yaptığı tarihi çalışmalardır.403 Böyle bir
altyapıyı kendisine temel alarak yükselen bir Milli İktisat, kendisinden önce
Milli İktisat adına yapılanlardan çok farklı olacaktır. Schmoller bu konuyu
Menger’e hitaben şu şekilde dile getirilir. “Gelecekte Milli İktisadın yeniçağı
yaşanacak. Bu tarihi materyali çoğaltarak olacak. Eski dogmatizmin yüz defa
işlenmiş soyut önermelerin tekrar işlenmesi ile değil.”404
Hildebrand, Roscher ve Knies Milli Ekonomi içerisinde tarihçi
dönüşümü beyan ediyorlardı. Bununla birlikte geriye bakışın ‘neticeleri ise
çok başka tabiatta idi.’ Yani halk bilgisine yönelik ilgisiyle çeşitli çevrelerin
tasviriyle ve doğal olarak serpilen organizasyonsal ilişkileriyle uyum
içerisindeydi. Ve hatta onun geçmiş dönemi idealize eden burjuva ve köylü
ruhuyla anlaşılabilirdi. Bu
‘organik düşünceye’ yüzyılın başından Weimar
Cumhuriyetine dek uzanan rasyonalizm dışı öğretiler bile bir bağlantı
kurabilirdi. Diğer yandan ise tümevarım usulü oryantasyon ciddi tarihçi detay
çalışmalarına yol açabilirdi. Ayrıca hızlı genelleştirmelere karşı sağlıklı bir
güvensizlik oluşmuştu. İktisadi tarihsel araştırma A.Meitzen, Georg Frederich
Knapp gibi isimlerin belgeledikleri üzere yükseliş dönemindeydi.405 Tarihçiler
aynı
zamanda
bilimsel
olarak
değerlendirebilecek
yeni
materyaller
sağlayacak olan, istatistikî tekniklerin genişleterek kullanımına açtılar. Çünkü
tarihselleştirici düşünce aynı zamanda modern ampirik metotların kullanımını
teşvik ediyordu. Robert von Mohl hedefi şu şekilde formüle etmiştir;
403
teorik
Schmoller, Gustav; Die Volkswirtschaftslehre und ihre Methode, in Schmoller,1893,s.40
Schmoller,1893,s.6
405
Kempski, Jürgen; Stein, Schmoller, Weber und Die Einheit der Sozialwissenschaften, Systeme
und Methoden in den Wirtschafts und Sozialwissenschaften, Tübingen,1964,s.124
404
130
açıklama prensiplerinin yerine sınıflandırıcı gerçeklilikler otuturmuşlardı.
Mohl ‘Geschte und Literatur der Staatwissenschaften’ adlı eserinde şu ifadeyi
kullanmıştır; ‘eğer siz gerçekliklere bağlı kalırsanız, açıklama kendiliğinden
gelecektir.406’
Schmoller’e göre, Milli Ekonominin ilk görevi monografik detay
çalışması ile gerçekliliğin tespit edilmesidir. Schmoller;
Bugün bizim kabiliyetli iktisat tarihçilerimizin pek çoğunun yaptığı gibi
ben, teorik tarihsel yapısalcılığın değerini hiçbir şekilde küçümsemiyorum;
tarih ve istatistik Milli İktisada herhangi iki yardımcı bilim değiller. ‘Eğer
gerçeğin bilgisi söz konusu ise bu ikisi bilim adamını dilencilikten zenginliğe
terfi ettirirler demiştir.407
Pratik-politik neden ise, sosyal-politik cepheleşmeden kaynaklanır.
Politik ‘düşman’ Klasik Ekonominin argümanlarıyla silahlanmıştı. Bunun
üzerine Schüller’in belirttiği gibi, ‘hakiki’Klasik öğretiler yüzeysel, şematik ve
boş formül içeren Schulz, Delitzsch, Prince, Smith v.s. öğretileriyle
karıştırılmıştır. Teorik ve etik argümanların daha sıkı bir şekilde birbirine
bağlanmasını savunan tarihçiler, bunun tersine çevrilmesini meyletmişlerdir.
Tarihçilerin görüşlerine göre, liberallerin ‘yanlış’ politik-etik pozisyonları aynı
şekilde
bu
tavsiyelerden
yöneltilen
teorinin
de
yanlış
olmasını
gerektirmektedir. Gerçekten de görünen şudur ki bazıları örneğin Ludwig
Bamberger veya Julius Wolf gibi sadece tarihçiler ve reformistlerin belirlediği
sosyal programa karşıt oldukları için Klasik öğretiyi savunmuşlardır. Esasında
‘İngiliz’ öğretiler her zaman uygun bir şekilde kabul edilmemiştir. Fakat bu
aynı
zamanda
gerçek
bir
liberalizm
Almanya’da
uygun
zemin
bulamamasından kaynaklanmaktadır. Alman liberaller zaten fazlasıyla
müdahaleci, monarşist ve devletçiydiler.
Schmoller inanmış bir reformisttir. Toplumsal ilişkilerden yola çıkmıştır.
Bundan dolayı toplumsal strüktürleri değişmeyen varlık bilgisine veya en
azından değişmeyen tecrübe potansiyeline bağlamak isteyen, istatistiki
inceleme şekline itibar etmeyip; tarihsel perspektif ile sosyal şekillendirmeyi
406
407
Jonas, F;Gesichte der Soziologie,3Bde,Reiberg,1968/1976,s.286
Schmoller,1901,s.37
131
yakın bir ilişki içinde birbirine yaklaştırmıştır. Özellikle tarihçi varyasyon
Schmoller için gizli bir süreçte insani bilinçsizlik olarak görünmemektedir.
Çünkü
Schmoller
argümanları
doğrultusunda
gelişim
süreci
kültürel
düzenlemeleri değiştirmektedir. Böylece tarihi olarak var olan kurumlar veya
değerler, alternatif konseptler karşısında ‘daha yüksek bir geçerlilik hakkı’
talep etmeyip; sosyal ilişkilerin dönüşebilirliği bilgisi var olan kurumlara
yönelik etik bir rölativizmi mümkün kılmaktadır. Fakat tam olarak bu var
olanın kısmileştirilmesi, bir farklılaşmaya yol açmayıp; bunun yerine bireylere
sorumluluk yüklemektedir. Çünkü kendi değerini ve şekillendirme hayallerini,
toplumsal sürece dâhil edebilme şansını tanımaktadır. Toplum bunun için
dönüşebilen kültürel görüşler tarafından taşınmaktadır. Bütün halkların
ekonomi-politik organizasyonları, uzun zamanlar düşünüldüğü gibi doğal bir
ürün değildir. Çeşitli sosyal sınıfların ilişkilerinde haklı ve adaletli olanın ahlaki
görüş olarak kabul gördüğü ürünlerdir. Ekonomi –politik organizasyonlardaki
her ilerleme şimdiye kadar ahlaki fikirlerin zaferiydi. Böyle olmaya gelecekte
de devam edilecektir.408
Schmoller için tarihçi rölativite,
muhafazakârlara, liberallere ve
Marksistlere yönelik bir eleştiri anlamına gelmektedir. Öncelikle korkmuş olan
muhafazakârlarla arasına mesafe koymuştur. Bunlar demokrasinin ve
endüstrileşmenin genişlemesinden rahatsızlık duymuşlardır.409Ayrıca modern
özgürlük idealinin temsilcileriyle birlikte neredeyse sınırsız bir iyimserliği
paylaşmaktadır. Liberallerin ilerleme inançları ile serpilme –yetiştirilme
kabiliyetine yönelik güven duygusunu devralmıştır. Ama liberal düşünceye
egemen olan tasavvurda kendiliğinden etkileyen,değişmeyen mekanizmalarla
sosyal refahı gizli bir biçimde azamileştiren ve her türlü müdahaleyi
yasaklayan görüş, ona saçma gelmektedir. Bunun için (bırakınız yapsınlar)
modellerine karşı çıkmıştır. Bu konuyu şöyle ifade etmiştir. ‘Ekonomi-politik
organizasyonların zaman ve mekân üstünde duran sabit form fikrine
karşıyım. Bu serbest ticarette, yatırım özgürlüğünde, serbest mülkiyet alış408
Schmoller, Gustav; Die Kaiserlichen erlasse vom 4.2.1890 im Lichte der Deutschen
Wirtschaftspolitik von 1886 bis 1890,Jahrbuch,1890,s.55
409
Treitschike Von, Heinrich; Der Sozialismus und seine Gönner, Preussische Jahrbücher,
Leipzig,1874,s.47
132
verişinde yüceltilerek sadece devletin ve yasa koyucunun yanlış kararları ile
rahatsız edilebilir. Bunun ötesinde ise, artık bir ilerlemenin gerçekleşmesi
mümkün olmayacaktır.’410
Schmoller,
liberal
modelin
toplumun
dengesini
teorik
olarak
sağlayamadığını belirtir. Bugünün iktisadi söylemiyle ifade etmek gerekirse;
toplumun üretim imkânları eğrisi, kurumların hedefine uygun dizaynlarıyla
daha ileriye götürülebilir. Öyleyse refahı bilinçli artırmak mümkündür.
Schmoller, sosyalist düşüncelerin ütopik ve anarşist varyasyonları ile
ülke içerisinde etkin olduklarını dile getirmiştir. Bunlar Karl Marks ve Friedrich
Engels’in parti politikası olarak kabul ettirdikleri öğretiyle örgütlenmişlerdi.
Schmoller sosyal demokrasinin tüm insani çabalara duyduğu sempatinin
ötesinde, temelinde Marksist bir teori olan determinasyon fikrine pek sıcak
bakmamıştır. Buna göre:
İktisadi gelişimin dışsal ve teknik gerçeklikleri, mevzu bahis ekonomipolitik organizasyon için mutlak ve tek belirleyen midir? Her türlü doğal toprak
yapısına, her iklime, sermaye zenginliğinin her periyoduna,
nüfus sayısına,
zanaatkârların zamanına olduğu kadar büyük endüstri kuruluşlarına, tekniğin
her periyoduna mutlak anlamda gerekli olan bu materyalist gerçeklilikte
belirlenen bir ekonomi-politik yaşam düzeni var mıdır411?
Schmoller böyle bir iddiayı ciddiye almamıştı. Fakat bununla birlikte
yeni tekniklerin kuvvetli olan etkilerini kabul edip; yeni hayat düzeninin,
hukukun, ahlakın teknik ilerlemelerle zaten verilmiş olduğuna dair düşünceye
sahipti. Ve yine karşı olduğu, bunların sadece bir şekle bürünecekleri
konusundadır. ‘Karl Marks ve Max Weber’in aynı şekilde gördükleri gibi
Schmoller’de, iktisadi ve toplumsal faktörlerin belirli bir uygunlukta olması
gerektiğinin farkındadır. Ama tarihsel çeşitliliklerin üzerinde durmakta en
azından ‘üst yapının’ şekillendirilmesi konusunda var olan boşlukların
değerlendirilmesi anlamında bir tercih yapmaktadır. Bunun içindir ki Lassalle
410
Schmoller, Gustav; Über einige Grundfragen der Socialpolitik und der Volkswirtschaftslehre,
Leipzig,1898,s.52
411
Schmoller, Gustav Über eine Grundfragen des Rechts und der Volkswirtschaft, Sendschreiben
an H.Von Treitschke, in Über einige Grundfragen der Sozialpolitik und der
Volkswirtschaftslehre, Leipzig, 1898,s.52
133
onun için ‘hırslı bir demagogdur’ Marks ise, ince eleyip sık dokuyan talmudist
(Yahudi öğretisi), sosyal filozof, uluslar arası hain, pesimist ve nefret
fanatiğidir.412
Schmoller liberal ve sosyalist tasavvurlardan ziyade, muhafazakâr
düşünceye
daha
yakındı.
Romantik
akımın
etkisinde
olup;
pazar
mekanizmasının ‘soğuk izamına’ karşı var olmanın rasyonalite dışı
faktörlerini kullanma tandansının etkisindedir. Friederich von Baader, Adam
Müller
tarafından
savunulan
organik
bir
devlet
görüşüne
sempati
beslemektedir. Bütün bunların ötesinde tam olarak Kant ve Hegel fikrine
uygun olarak sosyal kavgaların üstünde duran, kuvvetli ahlaki devlet yapısını
savunmaktadır.
neticesinde,
Schmoller egemen alanların ahlaksallığına duyduğu güven
egemenlik
kadrolarının
klasik
sorunlarını
görmezden
gelmektedir. Tarihin yüksek olarak konumlandırılmış olması beraberinde
muhafazakâr bir dünya görüşü bağlamında başka irtibat noktaları da
getirmektedir.
Schmoller için önemli olan Milli hissiyat ve onurdur. Bunlar
19.yüzyılın sonundaki pek çok teorisyenin düşüncesinde liberal görüşün
zayıflamasına paralel olarak daha etkin olmuşlardır.
Schmoller gelişkin kurumların saygınlığını kabul etmektedir. Yani aynı
Edmund Burke, Ludwig von Haller, Ranke’de olduğu gibi statüko lehine olan
argümanları kabul edip; bazı muhafazakarlarda olduğu gibi Schmoller’de
mevzuatın
dokunulmazlığını
beraberinde
getirmemiştir.Heinrich
von
Treitschke ise, Schmoler’in sosyal-politik tezlerinin eleştirisinde şu sözleri
söylemiştir. “Bir toplum iktisadi düzenin temel düşüncelerini dokunulmaz
olarak görmüyorsa, sosyal demokrasinin barbarlığına karşı direncini yitirir.”
413
Schmoller bu tür düşüncelere mesafeli durup; toplumun modifikasyona
uğratılabileceğini
dikkatli
davranış
yöntemleriyle
değiştirilip,
‘sosyo
teknokratik’ bir biçimde manipüle edilebileceğini savunmaktadır. En azından
dokunulmaz ‘temel düşünce’ olmadan toplum ayakta kalamaz anlayışına
karşı,
412
413
çıtayı
yükseltmiştir.
Schmoller, 1923,s.626
Heinrich von Treitschke,1874,s.67
Özellikle
egemenlerin
ahlakileştirilmesinin
134
enstrümanı olan sosyal politika, onun görüşüne göre iktisadi düzenin
modifikasyonundan geçirebilirliğin en iyi örneğidir.
‘Yeni teknikler, büyük makineler bizim için vazgeçilmezdirler. Fakat
kadın ile çocuk işçiliği, var olan çalışma antlaşmalarının türü, fabrika
endüstrisinin toplam üretiminin dağıtılma çeşidi, işçilerin yaşlılık ve hastalık
hizmetleri, tehlike taşımanın türleri (sermaye kaybı, işçi ölümü v.s.) bütün
bunlar makine işletmelerinin teknik gerçeklilikleriyle açıklanamaz. Bunlar
tamamen hukuka, ahlaka ve zamanın kültür anlayışına bağlıdır.’ 414
Pek çok kişi tarafından kıymetli olarak addedilen ‘doğal gelir dağılımı’
Schmoller tarafından alaysı bir şekilde Thomas Hobbe’nin ‘bellum omnium
contra omnes’ sözlerine bağlanmıştır.415 Schmoller reform yanlısı idi. İç
savaşı
önleyebilmek
için
reformlar
şarttı.
Sosyal
politik
konseptin
düşmanlarıysa, sosyal reformun mümkün olmadığı argümanını ileri sürüp;
iktisadi faaliyetlerin sonsuz kanunlarının buna engel olduğunu ifade
etmişlerdi.’Teorik eserler sadece etik hassasiyete sahip insanların eserleri
değildi ki’ bu Schmoller eleştirilerinde sıkça duyulmuştur. Ve sadece,
‘Katı teori’ sonucu hayallerindeki daha iyi dünyanın engellendiğini
görmemişlerdir. Saf’ ve dönüştürülemez teori görüşü, çok çeşitli teorisyenler
tarafından temsil edilmiştir. Üstelik çok farklı oryantasyona sahip olanlar
tarafından bile. Örneğin Ammon, Schumpeter, Mieses. Bunlar ekonomik
hayatın tarih dışı geçerliliği olan kanunları aramışlardır416.
Bu durum von Arnd’ın kitabının başlığında ifade bulmuştur. ‘Die
Volkswirtschaft begründet auf unwandelbare Naturgesetze’(1863) Kitabın
içindeyse şu ifadelere yer verilmiştir: ‘Bu doğa kanunları hiçbir şekilde
dönüşebilen bir zaman ruhunun akımları, moda veya güncel bir fikir
değillerdir. Bunlar insanın ve nesnelerin içsel doğalarına dayanıp; aynı
evrenin fiziki kanunları gibi ne sonsuzdurlar, nede dönüşebilmişlerdir.’417
414
Schmoller,1898,s.55
Schmoller,1898,s.55
416
Schmoller,1898,s.56
417
Mombert, Paul, Soziale und wirtschaftspolitische Anschauungen in Deutschland,2.Aufl,
Leipzig,1928,s.16
415
135
Tabii ki ‘saf teorinin’ temsilcileri tarihsel olayların etkilerini, kültürel
tasavvurların veya farklı egemenlik gerçekliklerinin etkilerini görmeyecek
kadar kör değillerdi. Fakat onlara göre insanlar sadece, içinde ekonomik
kanunların etkili çerçeve koşullarını değiştirebilme olanağına sahip olup;
bununla birlikte kanunları değiştirebilme olanakları yoktu. 418Tarihçi Okul,
Klasik Okulun kullandığı
‘ceteris
paribus’ yöntemini analiz için basit bir
enstrüman olarak görüyordu. Fakat bu enstrüman tam olarak bu basitliği
dolayısıyla kanunun aplikasyonunu, belirli bir tarihsel gerçeklikte tekrardan
yanlış olmasını sağlardı. Tarihçi Okul sa iktisadi süreç analizini doğal olarak
çok farklı bir şekilde başlatmıştı. Ve bunu insani davranış ile dışsal hayat
koşulları arasındaki değişen ilişkilerinde yapmıştır. İktisadi süreçler tüm
sosyal olaylar gibi, dönemin değerlerinden, fikirlerinden anlaşılmıştır. İktisadi
hayatın
kanunsallıkları
tarihselliğin
üstünde
değildir.
Bunun
yerine
mevzubahis olan durum, belirli ‘toplumsal figürasyonlar’ için tipik olan, zaman
ile sınırlı davranış şekilleridir. Buna uygun yöntem ise, sadece tarihçi-ampirik
yöntemdir.
Gerçekte ise Schmoller’in itirazları, bir modelin tam olarak var olan
gerçeklikte kullanımının mümkün olmadığı sürece hangi faydayı sağlayacağı
yönündeydi. Bu durumda ‘teorik anlamda doğru’ olmasının da önemi yoktu.
Çünkü Pazar toplumunun liberal modeli beklide bazı avantajlara sahiptir.
Fakat zor durumda kalmış olan işçi yığınları, bu türden bir sosyal düzeni
gerçekleştirmeye çalışan, söz konusu sosyal düzeni devireceklerdir. Öyleyse
bu model nedir?’Çalışma kabiliyetine sahip, bir dönem içindeki verilen şartlar
altında stabil tutabilecek olan bir iktisadi düzeni tanımlamak ve şekillendirmek
daha mantıklı değimlidir? Böyle bir soruyu cevaplandırabilmek için tarihi,
politik, kültürel ve diğer boyutlarında dikkate alınması gerekmektedir. Çünkü
sadece bu yöntemle hangi iktisadi düzenin çalışabileceği konusunda tahmin
yürütmek mümkün olabilmektedir. Tüm zamanlar için optimal toplumsal
durumu tanımlamak isteyen bir model ne yapmalıdır? Schumpeter’in daha
sonra tarihçilere itiraf ettiği gibi, sosyal kurumlar açısından gerçekten de bir
418Böhm –Bawerk, Eugen von,Macht und ökonomisches Gesetz,Zeitschrift für Volkswirtschaft,
23,205ff, 1914
136
şüphe olmamalıdır. Bunların varlıkları tarihsel olarak dönüşüp, her teorinin
sadece bir dönemin hayat sitili içinde anlamı olmalıdır. Böylece tarihsel
koşulun saf iktisadi teorinin cümlesinin içine girdiği an gelmiştir. 419 Tarihçiler,
teorinin belirli bir geçerliğini tanımışlardır. Ama iktisadi insanın antrolopojik
cevherini oluşturmadığı ve sadece iktisadi davranışını kapitalist tipini
oluşturduklarını belirtmişlerdir. Özellikle egoist duruşuyla bu dönemin rekabet
anlayışını, sınıf mücadelesinin, kar anlayışının ve maneviyat dışlığı ifadesi
olmuştur. Sorun, tarihsel sınırlı olan bir yansımanın çok sert bir şekilde
genelleştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Tarihçi Okulun bu temel görüşünü
ön şart olarak kabul ettiğimizde, metodolojik tartışmanın sosyal reformist
tartışmayla nasıl birleştiği ortaya çıkmaktadır. Ayrıca okullar arasındaki
mücadelenin keskinliği bunun neticesinde anlaşılmaktadır. Tarihçiler, Klasik
teorinin insan tipinin evrensel ve sonsuz olduğunu iddia etmişlerdir.
Tarihçilerin ifadelerinde sosyal politik iktidarsızlık ve etik kayıtsızlık söylemi
mevcuttur. Böyle durum özellikle o dönemin pek çok Ekonomistinin, işçi
sınıfının hayat koşullarından değişiklik yapma konusunda bir ilerleme
görmemelerinden kaynaklanmaktadır. Bu Malthus`cu nüfus kanunundan,
ücret fonu teorisine kadar geçerlidir.
Bana göre, Methodenstreit sadece modellerini ideal dünyadan
kurgulayan ‘teorisyenler ile günlük hayatın düşüşünde politik olarak
yükselmeyi beceremeyen “uygulamacılar” arasındaki bir tezatlık olarak
görülmemelidir. Çünkü liberallerde aynı zamanda politik olarak faaldiler ve
fikir ile düşüncelerini gerçekleştirme uğraşı içerisindeydiler. Kısacası
belirtmek gerekirse, metodik tartışma politik tartışmayla birleşmiştir. “Sonsuz”
olan bir şey reforma tabii tutulamaz. Sonsuz geçerli olan kanunlar beyan
ederler. Kendilerini reformlara kapatırlar. Teorik ve pratik birleştirilmesi aynı
zamanda belirgin bir basitleştirme getirse bile, saf teorinin Tarihçi Okul
anlayışıyla modern kapitalizminin ideolojik, egoizmin, kalpsizliğin çıkmazlığı
ve egemen çıkarların teorisi olmaktan sorumludur.
419
Schumpeter,1926,s.372
137
Öyleyse tarihçiler bir yandan spekülatif toplumsal teorileri ret
etmişlerdir. Sosyal tarihi tecrübenin zeminine oturtmayı hedeflemişlerdir.
Diger yandan fen bilimlerine karşı kendilerini korumuşlardır. Çünkü bu türden
uygulanacak yöntemler, fenomenlere özgü gelişimleri ve tarihsel aktörlerin
sübjektivizmini taşıyamayacak durumdaydı. Ruh ile sosyal bilimlerindeki
bilgilenme, analiz objesinin nitelikte özellikleri üzerinde oluşturulmalıydı.
Böylece metodik bir cepheleşme belirgin hale gelmişti. Bu cepheleşme
sonuçta genişletilmiş müzakerelere yol açacaktı. Tarihçilerin görüşleri şu
şekilde bir araya toplanabilir. İncelenen konuların özellikleri, emsalsizlikleri
sadece bilimsel tarih çalışmalarıyla aydınlatılabilir. Bilgi soyut, evrensel olmak
yerine somut ve tasvirler olmalıdır. Tarihçi çalışmanın değerinin artmış
olması ise Schmoller’in başarısıdır. Onun Friedrich Althoff ile olan
münasebetiyle Prusya yüksek okul politikası üzerinde büyük etkiye sahipti.
Max Weber, Schmoller ile ilgili şu sözleri etmiştir:
“En kurak ekonomik rasyonalizm zamanında siz bizim bilimimizdeki
tarihçi düşünceye bir payanda hazırladınız. Bu aynı şekilde ve türde hiçbir
ulusun başına bugüne dek gelmemiştir. Zamanın teorik çalışmalar için tekrar
olgunlaşmasını, bilgilenmenin, tarihçi verinin, pskilojik analizinin ve felsefi
şekillenmenin olağanüstü yapısının önümüzde durmasının sadece sizin on
yıllar boyunca eşsiz başarılı çalışmalarınıza borçluyuz. 420”
2.2. İKİNCİ KUŞAK TARİHÇİ OKULU’NUN ÇERÇEVESİ
Rieter’e göre, birinci kuşak Tarihçi Okula nazaran, ikinci kuşak Tarihçi
Okul; ihtiyaç duyulan, “temel eğitim kitabı, ortak çalışma programı, organize
araştırma, bilimsel bütünlük, kendi basın yayın olanakları, sayıca çok talebe,
kendi içinden maksatlı yetiştirilen bilimsel kadro ve en nihayetinde bir okul
yöneticisi (saygı gören ve işi sıkı tutan)”421 gibi vasıflara daha fazla sahiptir.
420
Herkner, Heinrich, Zur Stellung G.Schmollers in der Gesichte der Nationalökonomie,
Schmollers Jahrbuch,1924,s.9
421
RieterH;
Historische
Schule,S127ff,in
İssing,
O,(Hrsg.),Geschichte
der
Nationalökonomie3,überarbeitete Auflage, München,1994, s.76
138
Kabul edilen kişi sayısı, ikincil literatürde sık sık sayılarak tespit edilen ve
birbirinden farklı olan ve bütünlük arz etmeyen insanlardan oluşuyordu.
Winkel, liderler olarak Schmoller’in yanında Brentano, Bücher ve Knapp’ı
saymaktadır.422
Bunların yanında Theodor von Eheberg, Friedrich von Schönberg,
Wilhelm Stieda, Eberhard Gothein, Gustav Cohn, Wilhelm Hasbach, Ludwig
Elster, Karl Rathgen, Adolf Held, Georg Adolf Soetbeer, Johannes Ernst
Conrad ve Schmoller’in talebesi Heinrich Herker ile Knapps’ın talebesi Karl
Helfrich, Friedrich Bendixen, Georg Hansen, August von Miaskowski ve
bayan E. August Meitzen. Bunların dışında saydıkları arasında Paul
Mombert, Richard Böckh ve İktisat tarihçileri Karl Theodor von İnamaSternegg, August Sartorius von Walterhausen, Karl Lamprecht ve Jakop
Strieder. Georg von Schanz’ın üyeliği ise tartışmalıydı. Sonuçta şu tespiti
yapıyor: “19. yüzyılın sonlarında Alman Milli Ekonomistlerin büyük çoğunluğu
en azından düşüncelerinde Tarihçi Okuldan çok fazla etkilenmişlerdir.”423
Schumpeter’de Alman Milli Ekonomistlerin büyük çoğunluğunun
Tarihçi Okul tarafından etkilendiği görüşünde, fakat aynı zamanda şu iddiada
bulunuyor: Onlar, istikametin aslını en saf şekilde temsil edenlerdir. Ve bu
422
Rieter, 1994, s.76-78
Winkel, Harald; Die deutsche Nationalökonomie im 19.Jahrhundert, Darmstadt,1977,s.114
Stavenhagen, Okulun önderi olarak Schmoller’i gösteriyor ve teorik çalışmalarıyla ilgili kitapları baz
alıyor. Bunun dışında Okulun üyelerini tespit etmiyor, yalnız Stieda, Brentano, Schanz, Schönberg,
Knapp ve Gothein’ın önemli monografilerini dile getiriyor, Stavenhagen, s. 197-201; Jahn ise
Schmoller yanında önemli temsilci olarak Brentano, Bücher, Gothein, Held, Knapp, Schönberg,
Sering ve Stieda’yı sayıyor, Jahn- Historische Schule. S. 44; Schachtschabel ise Georg Schanz’ı
dahil ediyor, Schachtschabel, Lehrmeinungen, s. 137; Kruse ise Schanz, Gothein, Stieda, Brentano ve
Knapp’ı sayıyor, Kruse,Therorien, s. 166; Schafer ise tümevarım-empirik çalışmalarının temsilcileri
olarak Schmoller, Brentano, Wagner, Bücher, Cohn, Held, Knapp, Schönberg, Sering, Stieda vs.
kabul ediyor, S.36; Schafer, özellikle Schmoller, Brentano, Schönberg ve Wagner’in çalışmalarının
benzerliği üzerinde duruyor. Fakat tarihsel Milli Ekonomistleri Okul olarak araştırmıyor. Walter ise
Schmoller, Bücher, Brentano, Knapp, Held, Conrad ve Herk er’i sayıyor. Rolf Walter, Einführung in
die Wirtsschaft-Sozialgeschichte, Paderborn, 1994, s. 220. Brinkmann iki Okul arasında ayrım
yapmayarak temsilcileri; Hildebrand, Roscher, Knies, Scmoller, Hanssen, Gothein, Brentano, Bücher,
Knapp, Herkner, Schanz, Soetbeer, Meitzen, Böckh, Miaskowski, Schönberg, Conrad, Cohn, Held,
Hasbach, Sartarious, Waltershausen, Stieda, Elster, Lamprecht, Rathgen, Sieveking, Mombert ve
Strieder olarak sayıyor, Brinkmann, s. 124- 126.
423
139
ruhun gerçek taşıyıcıları olanlar ise, her büyük harekette olduğu gibi sadece
küçük bir azınlıktırlar.424
Schumpeter, kriter olarak, Tarihçi Okulun, metot olarak tarihi
monografyaların üzerinde çalıştığını ve bunun yalnız genel bilgi yorumu ile
mümkün olacağını söyler.425 Bu tanımın ışığında Schumpeter,
Tarihçi
Okulun hiçbir ülkede kesin egemen olmadığını ve Almanya’da yüzyıl
sonunda çok önemli konuma geldiğini belirtiyor.426
Müssigang, Wagner’in düşüncelerinden yola çıkarak Tarihçi Okulu
daha dar bir anlamda sınırlamaya çalışıyor. Ait olmanın kriteri olarak da
liberalizm eleştirisini şart koşuyor. Ayrıca özel devlet anlayışı ile iktisat ve
etiği dışlamayan, Alman idealizm kökenli olması gerekiyor. Yoksa çerçeve
çok genişlemiş olur. Bunun için “tarihsel metodu” bir belirteç olarak kullanıyor.
Yalnız bunu daha ayrıntılı tarif etmiyor.427
Rieter ise, Tarihçi Okul ile tarihsel diğer fikirler arasında bir ayrıma
gidiyor. Bunların arasında Stammler ve Diehl’in sosyal–hukuksal yönünü,
Gottl –Ottlilienfelds’in Ontolojik Okulunu, Spanns’ın universalistik kuramını ve
Stolzmanns’ın öğretisini sayıyor.428 Bunların hepsi uzak bir ilişki ile Tarihçi
Okul’un karşında duruyorlar. Aynı şekilde Schachtschabel bir dizi kişi sayar
ve bunların Tarihçi Okul ile benzerlik gösterdiğini fakat eşit olmadığını
belirtir.429
Tarihçi Okul’un çerçevesini kişileri sayarak belirtmeye çalışmak yerine,
Schumpeter altı ana vasıf ile Tarihçi Okulun detaylı ayrışmasını yapmıştır.
424
Schumpeter, Epochen, s. 101. Schumpeter lider Scmoller ile ‘’ayak takımı’’ Brentano , Bücher ,
Held ve Knapp karşı karş Schumpeter’de Schmoller ve çevresi ile tarım araştırması yapanları ayırıyor
( Hanssen, Meitz Knapp).Schumpeter Geschichte s. 990.
425
Daha sonraki çalışmalarında bu eğilimi tamamen Schmoller adı bağdaştırıyor. Schumpeter,
Epochen, s.100.
426
Schumpeter,Geschichte, s. 986. Bu tanım ile Schumpeter problemli görünüyor, çünkü saf iktisat
tarihçilerine olan sınır kayboluyor. Epochen, s. 99-102.
427
Müssigang, Albert; Die soziale frage in der historischen Schule der deutschen
Nationalökonomie, Tübingen,1968,s.3
428
Rieter,1994, s. 149, 129.
429
Schachtschabel. Lehrmeinungen, Benzerlik gösterdiğini fakat hiçbir şekilde eşit olmadığını
belirtiyor. O da Gottl-Ottlilienfeld, Wagner ve Mitscherlich’i sayıyor. Stammler’s ve Diehl’in sosyalhukuksal okulunu ise başka yön olarak tanımlıyor. Bunun yanında Amerikan kurumsalizmine işaret
ediyor.
140
Burada
öncelikli
konu,
bilginin
relativizasyonu
ile
sosyal
hayatın
bütünselliğidir. Üçüncü olarak anti rasyonel husus üzerinde duruluyor. Çünkü
motiflerin çoğulculuğunu dikkate almak zorundadır. Dördüncüsü ise, gelişim
düşüncesidir. Beşinci olarak öneme sahip, ilginin kişisel bağlamlara
odaklaşması. Altıncı ise mekanik olanın organik varsayımlar tarafından devir
alınmasıdır.
Bu ekonomi-politiğin bütünselliğini vurgular ve sadece bireysel
ekonomilerin toplamı olarak algılanmamasına sebebiyet verir. 430
Winkel, Tarihçi Okulun altı ortak özelliği olduğunu belirtiyor. Birincisi
Klasiklere göre önemli teorik–metodik farklılıkların oluşudur. Soyut teori,
detaylı ampirik çalışma uğruna unutuluyor. Kanunsallıklar sadece gözlem ile
oluşturulabilinirler ve bu kanunlar zaman ötesi mutlak değildirler. Klasiklerin
bulguları sadece relatif gerçekliği ortaya koyuyor çünkü kendi niteliğinde,
sadece toplumsal bağlamda saf iktisadi olaylar üzerine eğilir. Toplamda ise
Tarihçi Okul her şeyden önce gerçekliğin tanımlamasına önem veriyor,
yasaların arayışında olmak ise arka planda kalır. Bunun ötesinde iktisat
süreci kendi kendini düzenleyen bir döngü değildir (devlet faaliyeti ile
biçimlenen). Tarihçi Okul için bir: “sosyal–organik hayat süreci, döngüsü
olmayan, sürekli bir var olma ve yok olma yaşayan”431 durumu söz
konusudur.
İktisat hayatı sadece bireysel değil aynı zamanda grup çıkarlarının
belirlendiği ve devletin merkezi bir rolünün olduğu ve karşıt çıkarları koordine
ve uyumlu hale getirme sürecidir. Böylece üçüncü olarak devlet faaliyeti
Klasiğe göre farklı değerlendirilmiş oldu. Çünkü toplam ekonomik hedeflerde
daha fazla eylemsel ve dönüştürücüdür. Winkel bir sonraki noktada tarihsel
Milli Ekonominin, Klasiğin faydacıl (ultilarizm) anlayışının karşında durduğunu
tespit ediyor. Bireysel egoizmin yerine, etik karakterli bir iktisat anlayışı
yerleştirmiştir. Ve bununla diğer motifleri saygıyla karşılamakla birlikte aynı
zamanda değer yargıları da geliştiriyordu. Buradan hareketle beşinci olarak
özel iktisat (ahlak ve kanun tarafından denetlenir) kamu iktisadı (tüm
430
Schumpeter,Joseph A;Epochen der Dogmen und Methodengeschichte, in Grundriss der
Sozialökonomik,1.Abteilung, Wirtschaft und Wirtschaftwissenschaft, Tübingen,1914,s.110-113
431
Winkel,1977, s. 86.
141
çıkarların temsilcisi, hayırsever görünümlü, devlet –özel çıkar çatışması
alanında) ayrımı yapılmıştır. Son olarak iktisat ve hukuk arasındaki ilişkiyi
belirlemek amacıyla gösterilen çaba olarak değerlendiriliyor. 432
Winkel, bu genel düşüncelerinin yanı sıra ikinci kuşak Tarihçi Okulu
diğer öncüllerinden tamamen ayrıştırmaya çalışıyordu. Farklılığı ise, doğal
iktisadi kanunların sorusunun (bir dönem İngiliz Ekonomistlerin relative
ettikleri) önemini kaybettiği noktasındadır.433 Kanunlaşabilme ihtimali artık
tartışılmamakla
birlikte,
Klasiklerin
yöntemleri
ile
tanımlanamayacağı
anlaşılmıştır. Gelişim kanunlarına (basamak teorisi formülüne rağmen) aynı
ihtiyat devam etmektedir.434
Winkel, iktisadın toplumsal bütünlüğüne entegrasyonunu savunmuştur.
Ve bunu tarihi-sosyolojik metot olarak tanımlar ve bunun Tarihçi Okulun etik
düzenlemesi ile edinilen bilginin pratik iktisat hayatına uyarlaması olarak
değerlendirir. Teorinin geleceğe dönüklüğünün inkârı ve soyut-izolasyonun
reddi ile teori, uzun bir zaman için arka plana düşer. Böylece “betimsel
çalışma bazında bir tarihsel teori oluşturmak başarısız olmuştur.”435
Hauser, Tarihçi Okula dahiliyet kriteri olarak sosyal bilimlerin birliğini
talep etme, soyut izolasyonun reddi, tarihsel metodun ve bununla birlikte
değerlendirmenin relativasyonunun, sonuçta gelişimin kanunsal eğilimlerinin
arayışını dâhil etmektedir.436 Bir başka yerde ise söylemi sosyal bilimlerin
birliğini kapsıyor. Çünkü bilim izole değerlendirilemez. Sadece iktisadi amaç
ve motiflere uyumlu teorinin ret edilmesi ve normatif amaçların dikkate
alınmasının birliğinden söz eder. Bunun neticesinde soyut izolasyonu tecrit
432
Winkel, 1977, s.84,89; Kruse, Theorien, s. 160.
Bu düşünce muhtemelen Eisermann kökenlidir. Eisermann, s. 211.
434
Bir başka durumda ise basamak teorisinin eğitimini tarihsel uyuma bağlıyor ve onlarda
tümevarımsal gelişim kanunları oluşturma amacını görüyor. Winkel,1977, s.175.
435
Winkel, 1977, s. 103; Kruse, Theorien, s. 165: Buna karşı ise Stavenhagen, Tarihçi Okul’un teorik
başarılarını vurguluyor. Stavenhagen, s. 198-200. Müssigang,1968, s. 233-235; Rieter, Tarihçi Okula
“teorisiz” eleştirisinin kabul edilmeyişini yeni değerlendirmede modern literatürü kullanarak ortaya
çıkartıyor. Rieter,1994, s. 157.
436
Hauser,K, Finazwissenschaft der zwanziger Jahre und das Ende der Historischen
Schule,S.143ff,in
Studien
zur
Entwicklung
der
ökonomischen
Theorie
13,hrsg,v.H.Rieter,Berlin,1994, s. 159.
433
142
etmeyi talep eder ve saf iktisadi amaçlar doğrultusundaki teorinin, etik
amaçları dâhil etme uğruna feda etmeyi önerir. 437
Milli Ekonominin tüm tarihi yönleri Rieter’e göre, hepsi bir arada bir
düşünce şeklidir. Bu düşünce şekli çok çeşitli etkenler tarafından
şekillendirilmiştir. Rölâtivisttir. Çünkü ekonomik gerçekliği tarihsel bağlamda
değerlendirir. Bundan dolayı, model düşmanıdır. Çünkü soyutsal oluşumları
inkâr eder. Holistik sayılabilir, çünkü verisel ilgi alanı kurumlara dönüktür ve
bunlar bağımsız hiyerarşik üst kabul edilirler. Ekonomik görünümleri daha
ziyade biyolojik olaylara analojik değerlendirme gibi gördüğü için anti
mekaniktir ve organizmacıdır. Bu ise sıkça nedensel analizlerin teleolojik
bakış ile toplanması sonucunu doğurur. Evrimseldir. Çünkü iktisat ve
toplumun gelişimini ve ilerlemesini inceler ve Etik–normatiftir.
Çünkü bu
gelişmeyi “arzu edilen yolları gösterebilme” amaçlı değerlendirdiği için. 438
Bunun ötesinde ampiriktir.
Çünkü tümevarımsal araştırma, tümdengelim
teorisine tercih edilir. En sonunda “toplumsal - kültürel ve sosyal bilim
odaklıdır.’’439 İktisat bilimini fen bilimleri ile birlikte görmediği ve bilgilerin
kazanılmasını “bütün insanlar ve birlikte yaşamın ilgilendiği bütün branşlar
dâhilinde” talep ettiği için,
440
özellikle ikinci kuşak Tarihçi Okul ile ilgili
çalışmasında Rieter, Schmoller’in önemini vurguluyor:
“Onun bilimsel programı aynı zamanda ikinci kuşak Tarihçi Okulun
temelini oluşturuyor.”441
O, çizdiği program ile tarihsel ilaveyi dillendirmiştir. Soyut olanın tecriti
ile betimsel çalışmayı teşvik etmiştir. Politik uygulamaya uyumlu olmuştur.
Kurumların ve ekonomi-politiğin yansımalarının bütünselliğini ve gelişim
beklentisini
437
basamak
teorisinde
bulunabileceğini
belirtmiştir.Etiğin
Hoffmann da Tarihçi Okul’un Milli Ekonomiyi soyut bir kanun bilimi olarak görmediğini, hatta
sosyal bilim olarak tanımladığı tespitinde bulunuyor. Hoffmann, Gesetz, s. 119.
438
Rieter,1994, s. 133.
439
Rieter,1994, s. 133.
440
Rieter, 1994, s.132, 133.
441
Rieter,1994, s. 141; Schafer de yazılarında, özellikle Schmoller’in pozisyonunu vurguluyor ve
bunu Okul üzerindeki aşırı etkisi sebebiyle değerlendiriyor. Schafer, s. 36; aynı şekilde Betz, ikinci
kuşak Tarihçi Okulun irdelenmesinde karışıklıkları önlemek amacıyla tamamen Scmoller üzerine
odaklanıyor. s. 421.
143
vurgulanması ve özellikle savunma hakkının ve sosyal sorunların ilgili
çatışmalarda, Alman – ulusal ruh hali Milli Ekonominin problemli metodik
statüsü bir hedef olmakla birlikte, onun görüşü de Scmoller’in nihai amacının
ulaşılamayan yeni bir teori olduğu yönündeydi.442
Tarihçi Milli Ekonominin önemli bir özelliği daha ise, bilim ile politik
maksat arasındaki sıkı ilişkidir. Ve sosyal reform çabasında birleşmiştir.
Sonra bu çerçevede Sosyal- Politik Derneğinin kuruluşu gerçekleşmiştir.
Müssigang bir tespitte bulunarak;
“Tarihçi Okulun yazarlarının düşüncelerinde Milli ekonomik teoriler
yerine sosyal reformist eylemler" olduğunu söylüyor.443
Salin ise, ikinci kuşak Tarihçi Okulun bütünlüğünün bilimsel anlamda
tereddüt uyandırdığını ve tarihçi yönünün bunun için yeterli olmadığını
belirtiyor. “Fakat Schmoller’in sosyolojik tarih araştırmalarını Knapp’ın
hukukunu ve Gothein’ın kültür tarihini birleştiren nedir?”444 Burada pek az
metodik uyum görüyor ve Okul’un gerçek bağının sosyal-politik olduğunu
belirtiyor.445
Bilimsel pozisyon ile politik amaç arasındaki ilişkiyi değerlendirme
görevi, öncelikle bilimsel anlayışın açıklığa kavuşturulması ile mümkün olur.
Tarihçi Okulun politik yönü şu soru ile önem kazanıyor: “Bilim ne kadar ve
hangi
442
bazda
politika
üzerinde
etkili
olabilir,
yani
değer
yargıları
Rieter,1994,s. 141-148; Scmoller, programının bir başka irdelemesini Backhaus yapıyor.
Backhaus, Einleitung, s. 10; Social Economics, s. 13. Rieter,1994, s. 157; anlatılan kriter oluşturma
denemeleri belki de en kapsamlı olanları, fakat hiçbir şekilde tek mevcut bunlar değil. Müssigang, her
iki Okulun ortak karakteristiği olarak liberalizm ile sosyalizm arasındaki duruşlarını sayıyor. Aynı
zamanda tarihsel-organik (Alman idealizm kökenli) varsayım için mekanik olanın inkârını
değerlendiriyor. Müssigang,1968, s. 224. Schafer ise, Schmoller’in çalışmalarından yola çıkarak
gelişim düşüncesini, psikolojik–ahlaksal inceleme usulünü ve soyut metotların reddine bağlıyor.
Yalnız bu kriterlerin bir Okul bütünlüğü oluşturabileceği sorusunu ise yanıtsız bırakıyor. Schafer, s.
49; Bog, Tarihçi okullarda dört prensip görüyor. Kurumsal Wirtschaftspolitische Konzeptionen in der
Geschichte, s. 81; Schachtschabel ise tümevarım ve evrim düşüncesini belirtiyor, büyüme ile
ilgileniyorlar. Bütünsellikten yola çıkıyorlar, özellikle devlet ilintili ve karşısında bireyin gerilemesi.
İktisadı toplumsal çerçeve içersinde değerlendiriyorlar. Ve milli ekonomiye iktisat politikası olarak
etik görev veriyorlar; İngmar Bog, Schachtschabel–Lehrmeinungen, s. 138.
443
Müssigang,1968, s. 239.
444
Salin, Edgar; Politische Ökonomie, Geschichte der wirtschaftspolitischen İden von Platon bis
zur Gegenwart. Fünfte erweiterte Auflage der Geschichte der Volkswirtschaftslehre,
Tübingen/Zürich,1967,1.Auflage, Berlin,1923,s.140
445
Salin,1923, s. 140.
144
çatışmasında.” Bunun üzerine belirtilmelidir ki, Okulda da gelişim konusunda
kanunsallık
belirtilmelidir
sorusu
ki,
bu
tartışılıyordu.
problem
Kriter
ikincil
geliştirme
literatürde
denemelerinde
farklı
şekillerde
değerlendirilmiştir. Bu sadece problemi incelemek isteyen yazılarda özellikle
dikkat çekiyor. Hauser ise, iktisadi durumun, endüstrileşme ve hızlı değişimin,
toplumsal gelişme sorusuna olan ilgiyi dağıtığı tespitinde bulunuyor. İngiliz
örneğini takip etme denemesi, “iktisadi büyümenin şartlarını ve evrelerini”
araştırmaya yönlendirmiştir.446
Hauser, bir başka taraftan ise gelişim kanunlarının genel anlamda fen
bilimleri kanunları mantığında olmadığını tespit ediyor. Ve “yerleştirilmiş
gelişim tandanslı ve sosyal yansımalar ki, bunların düzenliliği çok sayıda
gözlem sonucu makul olduğu kabul edilir.”447
Winkel’in tahminine göre, Schmoller aynı Hildebrand gibi ekonomipolitik öğretinin bilgi hedefinin, halkların gelişim kanunlarından elde etme
yoluna
gittiğidir.448
Basamak
teorilerinde
ekonomi-politiğin
indüktif
ispatlanmış gelişim kanunlarını oluşturmaya çalışmıştır.449 Dikkatleri, olaylar
ve faktörler ile “bunların doğal kanunsal çıkarımlarına” yönelmiştir. 450
Homann’a göre ikinci kuşak Tarihçi Okul’da basamak teorisi daha çok
sınıflandırıcı olarak kullanılmış, fakat “basamakların gerçekçi tanımının
yorumunu bununla yumuşatmadan” yapmıştır (bu sorunu Weber devir
alacaktır).451
Neticede ikinci kuşak Tarihçi Okul’un gelişim teorilerinin, kanunsallığın
formüle edilmesi amacı tartışmalı kalıyor. Benim görüşüme göre; kim ya da
ne Milli Ekonominin ikinci kuşak Tarihçi Okulunu temsil ediyor– sorusunun
karşılığı burada anlatılanla ikincil literatürde yeterince cevaplanmıyor. Gerçi,
Milli Ekonomide geniş tarihsel yönlü bir akımın mevcut olduğu açıkça
446
Hauser, Karl; Gründe des Niedargange, in Bock,1988,s.56
Hauser,1998,s. 160. Aynı zamanda doğal kanunsal özelliği bulunmayan ve ağırlıklı olarak
eğilimleri betimleyen kanunlardan bahsediyor.
448
Winkel,1994, s. 105.
449
Winkel,1994, s. 175.
450
Winkel,1994, s. 179.
451
Homann, Gesetz, s. 117.
447
145
anlaşılıyor.
Fakat yine açıkça belli olan savunulan pozisyonların hiçbir
şekilde bütünsel olmadığıdır. İkincil literatürde kısmen de olsa sıkı bir
çekirdeği, etkilenmiş olan çevreden ve tali akımlardan ayırma eğilimi
görünüyor. Fakat tam belirgin olmayan, bu çekirdeği oluşturan grubun yani
esas ikinci kuşak Tarihçi Okul olarak tanımlananların kapsamında mutabık
kalınan Schmoller’in önder olarak görülmesidir. Aynı şekilde kriterler bütünü,
her ne kadar büyükçe bir bölüm için genel kabul görüyorsa da nerdeyse aynı
niteliktedir. Benim görüşüme göre, ikinci kuşak Tarihçi Okul’u belirleme
imkânı vermiyor. Bunun için iyi bir örnek Hauser, Tarihçi Okul için kriterler
oluşturuyor. Daha sonraki yazarlar, bunları hem onun hem de kendileri
tarafından okula dâhil olmadıklarını kanıtlamak için kullanılıyor. Üstelik
kriterleri kısmen ve tamamen yerine getirmiş olsalar da.
İnkâr edilemeyecek olan, Schmoller’in tarihsel Milli Ekonominin en
şöhretli kişiliği olduğudur. Ve kuvvetli bir etki bıraktığıdır. Sürekli yenilikçi
teşviki ve metot kavgası ile ilgili yazılarıyla ve sözlüğe geçmiş devlet
bilimlerinin metot maddesi ile metodik bir konumun formüle edilmesi için
merkezi durumdadır. Fakat daha 1904’te Below buna itiraz eder ve Meitzen,
Nasse, Lexis, Miakowski, Cohn, Brentano, Knapp, Hildebrand, Schönberg,
Sternegg ile Bücher’i ondan ayrı olarak tanımlar. Bunlar kendi çalışmalarında
bağımsızdırlar. Ve iktisat tarihine olan ilgileri Schmoller bağlantılı değildir.
Aynısı Neumann ve Conrad içinde geçerlidir. Ve esasen Tarihçi Okuldan
uzaklaşmışlardır.452
Below’un pozisyonu kimileri için haklı görünüyor. İkinci kuşak Tarihçi
Okul’u bir yandan Schmoller merkezli bir yapı olarak sunmak ve öteki yandan
ise, teorik ve metodik olarak Schmoller anlayışını benimsemeyen kişileri dâhil
görmek – yamuk bir resim oluşturur. Below’un eleştirisini tesirsiz hale
getirmek için ve Bücher’in ikinci kuşak Tarihçi Okul’a Scmoller’e karşı olan
ilgili tutumu itibarıyla, Bücher’in Okula yönelik duruşu önem kazandı. Karl
Bücher ikincil literatürde devamlı Tarihçi Okul üyesi olarak kabul edilmiştir.
452
Georg von Below-Zur Würdigung der historischen Schule der Nationalökonomie,Berlin,1904,
s.710-713
146
Fakat kendi yazılarına bakarsak önemli tereddütler oluşur. Bücher’e göre,
ekonomi-politik üzerine yapılacak bir araştırma ile herhangi bir ekonominin,
ekonomi-politik olup olmadığına dair belirginleştirmeye ihtiyaç vardır. Ve
bunu Tarihçi Okul ihmal etmiştir. “İkinci kuşak Tarihçi Okul kaçamayacağı
suçlamalar içinde, böyle araştırmalar yaparak eski iktisat dönemlerine girmek
yerine,
alışılan
modern
ekonomi-politik
kategorileri, geçmişe uyarladığıdır.”
yansımalarından
soyutlanmış
453
Bu söylemde Bücher’in kendini Okula dâhil görmediği kesinleşiyor.
Şaşırtıcı olan ise hangi araştırmaları talep ettiğidir. Bir iktisadın, ekonomi–
politik olup olmaması “sadece geçmişin ekonomik yansımalarını hor
görmeden, yine aynı kavramsal ayrıştırma yöntemleri ile psikolojik-izole
tümdengelim kullanarak araştırma yapmaktır. Bunlar çağcıl iktisat ve
geçmişin
soyut
Milli
Ekonomist
üstatların
ellerinde
muhteşem
ispatlamışlardır.”454
İkincil literatürde tarif edilen tarihçi Milli Ekonomik metodun aksine,
Klasik ekonomide olduğu gibi tümdengelim ve soyutluk talep ediliyor. Tarihçi
Okulun bu çalışmayı yapmaması ise en çok sonuçları etkilemiştir. Böylelikle
“bütün tarihsel yansımalara olan bilimsel egemen olma yolunu kapatmıştır.
Günümüzde büyük kitle halinde meydana gelen iktisadı tarihsel materyalin
çoğu ölü bir hazine olarak kalmıştır. Ve iktisadi değerlendirilmesini
sabırsızlıkla beklemektedir.”455 Bücher, aynı zamanda kendi çalışma
sonuçlarının yorumlanması konusunda şu tespiti yapıyor:
“ Sanki suçlu olanlar ekonomi-politik kuramın görevini varlık ve alışveriş arasındaki bağlamı tespit etmek isteyenler ve haklı olanlar sanki iktisat
şekilleri ile tarihsel dönüşümü tanımlamakla yetinenenler.”456
Tabii ki bu bir yanlışlıktır ve kumaş toplama döneminin biteceğini belirterek
söylemine şöyle devam ediyor:
453
Georg von Below,1904,s.87
Georg von Below,1904, s. 86
455
Georg von Below,1904, s. 87
456
Georg von Below,1904, s. 157
454
147
“ Son zamanlarda modern alış-veriş ekonomisinin problemleri yeniden
bir şevkle ele alınıyor ve eski sistemin düzenlenmesi ile yapılandırılmaya aynı
yolla, yani bunun oluştuğu yolla, sadece çok daha fazla hakiki materyalin
kullanımı ile devam edilmesi. Çünkü esas itibarıyla başka bir araştırma
metodu yok; izole soyutluk ve mantıklı tümdengelim metodu dışında,
karmaşık nedensellik ilişki biçimlerin yakınlaşmak mümkün görünmüyor.” 457
Tümevarım metotlarından ise bu sadece istatistik kullanılabilir niteliktedir
(fakat bu tartışılan sorun konusunda değil). Bu pozisyonunu aynı şekilde
geçmişe de yayıyor.
Sadece bu şekilde tarihsel araştırma ile teori birbiri için faydalı hale
gelebilir. Bücher, Klasik Ekonomiye bir dönüş gerçekleştirmiyor, çünkü o da
mutlak ve daim yasaları kabul etmiyor. Fakat Tarihçi Okula karşıda bir duruş
sergiliyor.458 Bunun nedeni ise tümevarım metodunu temsil etmemesi ve
kendini buna dâhil hissetmemesi. Bununla beraber eleştirisinin somuta
dönüşmesi çok fazla fark edilmiyor.459
Gerçi
yazılarında
keskin
bütünselliğine önem veriyor.
kavram
tanımlamasına
ve
çalışma
Ama yinede çalışmalarının çoğu tarihsel ve
istatistiksel kökenlidir. Ve onun önemli teorik başarısı olarak görülen
basamak teorisi de metodik anlamda tarihçi Milli Ekonomi çizgisindedir.
Bücher sadece propagandası yapılan metot ile değil,
aynı zamanda başka
alanlarda da Tarihçi Okul’dan kendini uzaklaştırmış görünüyor. Bücher’in,
Scmoller’le olan ilişkisi her zaman gergindi. Aralarındaki farklılıklar hem
iktisadi-siyasi (ör. Korumacı gümrükler
) hem de bilimsel alanda (sınıf
oluşumu) ortaya çıkmıştı. Schefold, ayrıntılara değinmemekle birlikte, kişisel
ilişkilerin oldukça gergin olduğunu belirtiyor.460
457
Georg von Below,1904, s.158
Georg von Below,1904, s. 85
459
Arthur Spiethof _ Die Allgemeine Volkswirtschaftslehre als geschichtliche Theorie . Die
Wirtschaftsstile; 1932 s. 67 Johann Plenge – Wirtschaftsstufen und Wirtschaftsenwicklung 1916 s.
526
460
Schefold, Karl Bücher, s. 244-246: Muhtemeldir Bücher’in hatıratına bakınca bu sorun
çözülecektir. Bücher 1882 yılında kendisinden önce Wilhelm Stieda ‘nın doldurduğu, Dorpat
üniversitesinde istatistik bölümünü alır. Yalnız bu görevlendirme ile ilgili tepkiler oluştu. “Bütün
458
148
Bücher,
Tarihçi Okula olduğu gibi sosyal reformlara da mesafeli
durmaya başladı.
Ve“Kathader( kürsü )
Sosyalistlerine çok fazla güven
duyulamayacağı” tespitinde bulundu.461 Bücher, Tarihçi Okula kimin dâhil
olduğu hususunda fazla bir yorum getirmemekle birlikte aynı şekilde metodik
eleştirileri belirli kişilere yönelik değildi. Fakat belli olan onları belirli sayıda
sabit kişilerin oluşturduğunu ve ortak özelliklerinkinde Klasik metoda karşı
çıkmak olduğunu belirtmiştir. Bücher’i geriye dönük kim, nasıl tanımlamak
isterse istesin, kesin olan onun kendisini “Milli Ekonominin ikinci kuşak
Tarihçi Okuluna” dâhil görmediğidir. Hatta özellikle baş eseri, onu hem
sonraki dönemde hem de çağcılları arasında merkezi temsilci olmasına
sebep olmuştur. Bu da Tarihçi Okul’a mal edilmiş metodiğin üzerine saldırı
amaçlı kullanmıştır. Bücher’i tarihçi Milli Ekonomiye yakın görmek için pek
çok sebep vardır. Fakat onu Okul’un üyesi olarak tanımlamak (Schmoller’in
bilimsel organizasyonu ve önderliğinde tanımlayan) benim kanaatime göre
mümkün değildir. Below’un bu konudaki eleştirisi yerindedir.462
Bücher’in Tarihçi Okuldan kendi kendini uzaklaştırması şu soruyu
gündeme getiriyor.
Tarihçi Okul’daki diğer kişilerin aidiyetleri nedir? Ve bu soruyu çözmek
için tek tek kişilerin durumunu incelemek gerekli midir? Below’un eleştirisi ve
Bücher’in yorumları, Tarihçi Okul un ikincil literatürde belirtilen görüşlerine,
şüphe ile bakmak mümkündür. Rieter’in düşüncelerinde olduğu gibi; bir
Okula iç bilimsel organizasyon nitelikleri doğrultusunda oldukça yakın bir kişi
grubu görüyorsak, o zaman bu kriterler ile kim gerçekte Okul üyesidir sorusu
akla geliyor. Üstelik bu olayda Schmoller etrafında gruplaşma olması ve
Tarihçi Okul’un üyesi kabul edilen pek çok kişinin bu kriterleri yerine
akademik atamalarda önemli bir rol oynayan bir Milli Ekonomist, beni uyararak geçmiş redaktion
yönetimimi hatırlattı “ ~ Karl Bücher – Lebenserinnerungen : cilt 1 ; tübingen 1919 s 281. İsim kibar
bir şekilde gizli tutulsada , tanımlama büyük etkiye sahip olan Schmoller’i hatırlatıyor .
461
Bücher – 1919, s. 408
462
vom Bruch’da, Bücher ve Sombart’ı Schmoller’in okulunda sınıflandırmıyor , ama etki alanı
içersinde görüyor . Sonuçta Okul tanımlamasını daha çok Schmoller’in çevresindeki talebe
grubununun araştırma progamı ve metodolojik çalışmaları ile sınırlandırıyor. Rüdiger vom Bruch –
Weiterführung der Schmollerschen und Lamprechtschen Traditionen in der Weimarer Republik ? =
Gerald Diesener – Karl Lamprecht weiterdenken . Universal und Kulturgeschichte heute , Leipzig
1993 s. 228-230
149
getirmediği sonucu “ Okul” tanımının uygun olmadığıdır. Sonuçta sadece
sınırlı kesit verdiği için, İmparatorluğun tarihçi Milli Ekonomisine dâhil olması
mümkün görünmemektedir.463
Geniş anlamda Okul kavramını kullanmak (ortak tarihsel ilgi ve ampirik
çalışmalar doğrultusunda) bir taraftan von Salin’in yönelttiği bütünsellik
sorusunu cevapsız bırakırdı. Diğer taraftan ise Schmoller’in lider olarak
rolünü yeniden değerlendirmeye açardı. Bu düşünceler büyük ölçüde
spekülatiftir. Buna rağmen ikincil literatürde birey, Schmoller’in grubu
neticede İkinci Kuşak Okulun gelişim teorilerinin, kanunsallığın formüle
edilmesi amacı tartışmalı kalıyor.
2.3. SCHMOLLER’İN BİRİNCİ KUŞAK TARİHÇİ OKULA YÖNELİK
TUTUMU
Schmoller’in birinci kuşak Tarihçi Okul’dan metodik anlamda en
önemli kurucu isim olan Knies’in yerine esasında metodik anlamda zayıf olan
Roscher’e daha fazla ağırlık verdiği görülür.464 Hemen belirtilmesi gereken,
Tarihçi Okullardan birinin diğerleri ile olan fikri-ruhi birliktelikten ayrıştırarak
incelemenin mümkünü yoktur. Aynı şekilde her iki Okul’a tek bir çerçeveden
bakmanın mümkün olmadığıdır.
Birinci kuşak Tarihçi Okul’a bu çok yakın bağlantı, Schmoller’i ‘Tarihçi’
Milli Ekonomi içinde bir ayrıştırıcı çizgi çekmesine mani teşkil etmiyor.
‘Tarihçi’ araştırma Schmoller’e göre, ‘İkinci Kuşak Tarihçi Okul’ temsilcileri ile
oluşur.465 Bu ayrıştırma (zamansal nitelik de taşır.) Sadece akademik bir nesil
sıralaması değildir.
İkinci Kuşak Tarihçi Okul’u, birinci kuşak Tarihçi Okul’dan ayıran
özelikler;
463
süratli biçimde genelleme yapmak istemesinden ve milletlerin,
Rieter,1994, s. 140
Kautz,G, Die Geschichtliche Entwicklung
der Nationalökonomie und ihrer
Literatur,Wien,1860, s.6
465
Schmoller, Gustav; Grundriss der Allgemeinen Volkswirtschaftslehre, Leipzig,1900,1902 und
1904 ,s.114
464
150
dönemlerin, iktisadi şartların özel araştırmaları için tarihi veri toplamaya çok
daha fazla ihtiyaç duymamasından kaynaklanıyor. 466 Schmoller’e göre, birinci
kuşak Tarihçi Okul süreklilik addetmedi. Bazen bir görüş diğerine baskın
geldi. Temsilcilerinin aralarında nadiren ortak bir anlayış zemini oluştu.
Çalışmalarının başında birinci kuşak Okul temsilcileriyle çatışır ve kısa bir
süre kendi yoluna gider.467
Schmoller bir konuşmasında şöyle demiştir:
“1750 ve 1879 arasındaki büyük literatür, daha yeni bir bilimin doğum
sancıları şeklindedir. Bilimin kendisi olmaktan çok onun temeli ve tohumu.”468
Başka bir yerde ise List, Roscher, Hildebrand ve Knies’in aşırı önemli
hale gelmiş tarihin anlamını Milli Ekonomiye aktaran ilk iktisatçılar olduğunu
kabul ediyor.469
Birinci kuşak Tarihçi Okul’un üç kurucusunu eserleri ile
birlikte bir ‘ön hazırlık safhasına’ yerleştiriyor.470 Ve Eski Okul’un yeni bir
sistem kurmaktan çok, eski dogmaları düzelttiğini belirtiyor. 471
Schmoller, Birinci kuşak Okul’un, Milli Ekonomi içinde yeni bir tarihçi
sistem oluşturma amacını kabul etmiş fakat yeterli görmemiştir. K. Knies
Okul’un en tutarlı metot-sistemcisi olarak ihmal edilmiş ve Schmoller
tarafından nadiren gündeme getirilmiştir.472Fakat onun doğanın sosyal
yansımalar üzerindeki tezatlığı ile ilgili metodik çalışmalarına büyük önem
vermiştir. Ve bunları Alman Milli Ekonomisinin 19. yy’daki en önemli
ilerlemelerden biri olarak görmüştür.473 Aynı yerde ‘List’in pragmatik anlamı
neyse Knies’in teori olarak anlamı odur’ diyecek kadar ileri gitmiştir. Ve içi
boş soyutluluğa karşı mücadelede, aceleci ve yanlış genellemede, birinci
kuşak Tarihçi Okul’da olduğu gibi Knies kendini harikulade şekilde
466
Schmoller,1900, s.116
Schmoller,1893,s.42
468
Schmoller,1893,s.49
469
Schmoller, Gustav; Wechselnde Theorien und feststehende Wahrheiten im Gebiete der Staatsund Sozialwissenschaften und die heutige deutsche Volkswirtschaftslehre in Schmoller,1897,s.15
470
Aynı sonuca V.Below’da ulaşıyor,1904,s.224
471
Schmoller,1897,s.1400
472
Schmoller diğer açıklamalarıyla tezat anlamda, Knies’i Tarihçi Okul’un kurucuları arasında kabul
etmez.
473
Schmoller,Gustav,Besprechung der Kniessen Politischen Ökonomie,Jahrbuch,1883, s.1385.
Burada Knies ile olan farklı düşüncelerini die getiriyor.
467
151
ispatlamıştır.474 Beklide onun kuvvetli olduğu yöndür diye devam ediyor.
Schmoller ‘bir yönden gerçeklik duyusu ve somut araştırmaları, diğer yandan
ise karmaşık soyut bağlantıları yavaşça işlemesi, bilimsel karşıtlığı en
rastlanır biçimde kapsamıştır. Bunun dışında Knies’in belirttiği gibi, tarihin
sorgulanması Milli Ekonomik mesleğinin tam ortasındadır.475 Fakat Knies’in
baş eserini, ‘çoğu kez hedef gösterip, ulaşamamıştır’ diyerek eleştirmiştir.476
Below’a göre, Schmoller Knies’in çalışmalarından ziyade Hildebrand’ın
çalışmalarını baz almıştır.477
Schmoller’in, Hildebrand ve Roscher çalışmalarının halefleri (tabii
kendisi içinde) için önemleri hakkındaki sübjektif görüşü, kesin ve bir meydan
vermeyecek şekilde açıktır. Milli Ekonominin tarihi işlemesini genel anlamda
tercih ederdi. Fakat Milli Ekonomik bilimin yeni bir dönemi ancak iktisat
tarihsel monografiler dönemi ile mümkün olmuştur.478
Öyleyse birinci kuşak Tarihçi yönün liderleri, onun için birer öncüydü.
Bu durumu Roscher’in eserinin ‘Geschichte in der Ntionalökonomik
Deutschlands’ ilanında daha belirgin hale geliyor:
‘Roscher’in Alman Milli ekonomisi için önemi… Bu bilimin tarihçi
işlenişini şevklendirmiştir. Bugüne dek ise, soyut, dogmatik ve hatta skolastik
inceleme vardı. Onun adı her zaman için, Milli Ekonominin bu büyük
dönüşümü ile anılacaktır. Kendi kişiliği doğrultusunda, saygın ve kibar bir
Alman eğitici tabiat itibarıyla hiçbir zaman var olan Milli Ekonomik dogmaya,
kaba ve şiddetli bir çıkış yapmamıştır. Hep verilen düşünceleri detay
çalışmasıyla, tarihçi anlamda dönüştürmeye ve vurgulamaya çalışmıştır.
Esaslı bir tasfiye yapmak ve yeni bir iktisat oluşturmak yerine, daima bütün
Milli Ekonomik öğretileri, tarihçi gelişim çerçevesine yerleştirmeye çalışmıştır.
Fakat bu durum yeni metot sonucu gerçekleşmek zorunda kalmıştır. 479 Ve
şöyle devam ediyor
474
Schmoller,1883, s.1384
Schmoller, Gustav, Volkswirtschaft, Volkswirtschaftslehre und methode Hdw.
Staatsw,8.Bd,1.Aufl, Jena,1894,s.544
476
Schmoller,1883, s.1386
477
V.Below,1904,s.87
478
Schmoller,1894, s.546 Sanki Hildebrand ve Roscher’in monografik çalışmaları yokmuş gibi.
479
Schmoller, Literarisches Centralblatt,s. 445-446
475
d.
152
‘Öncelikle her iki dönem arasında duran bir adam gelmeliydi. Birini
kapatıp, diğerini açacak biri.’
Bu açıklamalardan bir sonuç çıkaracak olursak, Schmoller’in kendisini
Roscher’e karşın, bir evrimsel düzeltici ve Milli Ekonominin ruhani devrimcisi
olarak
gördüğü
belirginleşir.
Schmoller’in
gerçek
başarılırına
ve
iç
olanaklarına uygun olmayan değerlendirme. Sanki Roscher’in bu eserinin
tartışıldığı an, bu çok haklı olmayan değerlendirmeyle ilgili düşüncelere
kapıldığı, hissi uyanıyor. Roscher’e bir mektup yazarak bu başka yerlere
yönelen görüşleri için özür diler. Fakat bilim adamları arasında, maddesel
farklardan dolayı özür dilemek gereksiz olduğu için, bu tutumu yersiz
olmuştur. Mektubun devamında ise gerçek ortaya çıkar:
‘Her halükarda, benim sizin bilim içerisindeki yerinizi belirten bu açık
itirafımdan dolayı, bana olan ilginizde bir azalma olmaz. Önümüzdeki gelişim
sürecinin, sizin durduğunuz noktada durmayacağını düşünüyorum. Fakat
benim, bizi bu noktaya getiren adam için, sonsuz saygı ve hayranlığım vardır.
Yolun ilk bölümü her zaman en zor olandır. Biz hepimiz sizin halefiniz
konumundayız.480’
Roscher’le olan kapsamlı mektuplaşması, onun bu kişiye yönelik
tutumunu netleştiriyor. Onun için daha genç olarak, Roscher’in manevi
talebesi olarak görülmesi avantaj olarak kabul edilmelidir.
Bununla ilgili
Roscher’ şöyle yazıyor;
‘Sizin sözleriniz, yani ilk Alman Milli Ekonomistinin takdir sözleri, benim
gelecek yaşamım üzerinde belirleyici bir etkiye sahip olacaktır.481’
Veya
‘Benim en büyük hedefim, takdirinize layık olma olacaktır.’482
Schmoller hırslı idi. Beklide Roscher’in her şeye yönelik anlayışlı
tutumunu kendi çıkarı için kullanmıştır. Yavaş bir şekilde Usta-çırak ilişkisini,
480
Roscher ve Schmoller arasında mektuplaşma-yayınlayan W.E. Biermann; Greifswald1922;
Schmoller’in Strassburg’tan Roscher’e yazdığı mektup 20 mart 1875
481
Schmoller’in Tübingen’den Rosher’e olan mektubu, 5 aralık1861,Schmoller burada ilk eseri
olan’Zur Geschichte der nationalokonomischen ansichten in Deutschland wahrend der
reformationsperiode ile Roscher’e postalamıştır. Ve Roscher bunu 1861 yılında Literarischen
centrallblatt’ta yayınlamıştır.
482
Schmoller’in Halle’den Roscher’e olan mektubu,24 Şubat 1870
153
önce eşit konuma, sonra ise tersine çevirmeyi başarmıştır. 483 Fakat bir
gerçeği
unutmamamız
gerekiyor,
Schmoller
her
zaman
Roscher’i
methetmiştir.484 Roscher hakkında çok sayıda açıklamasında bunu gözlemek
mümkün. Her ne kadar aynı anda başka konulardan ve metotlar üzerine
konuşulmuş olsalar bile.
Kendi eseri olan ‘Literaturgeschichte’de şöyle devam ediyor:
“Önce Roscher tarihçi metot ile büyük bir adım atarak, bütün kültür
hayatını arka plan olarak ortaya çıkarmayı başarmış ve bununla en derin
kökenlere bağlanarak, teleolojik bakış açısını getirmiştir. Fakat bunu sadece
seyrek bir biçimde gerçekleştiriyor. Sanki değerli bir mücevher gibi, bazen
orda burada.” 485
Bir başka zaman Roscher’i Menger’in saldırısına karşı savunmuştur.
Oysa gerçekte bu savunmanın arkasında başka bir neden vardır. “Eğer bir
Okul’un kurucusu kendi hedefini bu kadar yükseğe koyarsa ve eğer o bu
denli hızlı bir biçimde evrenselleşirse, o takdirde bu düşünce yanlış mıdır?”
En sonunda bu savunma kendi çıkarına hizmet etmiş olacaktı. Roscher ve
Schmoller’i birbirine bağlayan bir özellik daha Roscher’de aydınlatılmayan
arka plandan söz etmiştik. Schmoller de çok benzer bir tutuma rastlıyoruz.
Schmoller şöyle diyor:
“Var olanın komplike halde yan yana olması eski kombinasyonlara
bağlıdır, en son araştırılamayacak kökenlere iner.”486
Her iki görüşte oldukça tutarlıdır. Çünkü neticede araştırılamayacak
olanın ihtimali itiraf ediliyor. Roscher’de bu tutum romantizme ve onun dini
anlayışına bağlanarak açıklanıyordu. Schmoller’de ise, insan ruhunun belirli
tarihi
durumu
itibarıyla,
henüz
var
olmanın
bütün
kökenlerini
yakalayamayacağı yönündeydi. Fakat ihtimaller dâhilinde her zaman daha
fazla derinliğe inerek, bir gün belki bunu gerçekleştirebilecek duruma
483
Mektuplaşma nedeniyle takip edilebilir gelişmelerdir. Nisan 1861 yılında, mektup trafiği
Schmoller’in kısa zaman önce doktorasını yapması ile başlar. Ve 1881 yılında bilim dünyasında bir
yer edinmesi ile son bulur.
484
Schmoller, Gustav, Zur Literaturgeschichte,der Staats und Sozialwissenschaftens,
Leipzig,1888,s. 156-163,bu eser Roscher’e adanmıştır.
485
Schmoller,1888,s.144
486
Schmoller,1894,s. 549
154
gelebilirdi. Böylelikle savunduğu görüş, fen bilimcisinin görüşü olan elementer
doğa kanunlarına benzediğini, kabul eder. Doğa kanunlarında bilinmeyen ve
anlaşılmayan nedenler vardır. Fakat artan bilgiler ışığında fen bilimlerinde
elementer kabul gören bağlantılarının parçalanması gibi, iktisadi yansımalar
alanında aynı ihtimali görmektir.
2.4. KÜRSÜ SOSYALİSTLERİ
Tanım olarak Kürsü Sosyalistleri 1870 lerin başlarında bir basın
polemiği esnasında ortaya çıkmıştır.
Heinrich B. Oppenheim, İngiliz
Ekonomisinin serbest ticaret anlayışına karşı çıkan bir grup profesörü alaycı
bir şekilde kürsü sosyalisti olarak tanımlamıştır.
Bu
ifadelere
maruz
kalan
profesörler
arasında
Gustav
von
Schmoller’de vardı. Schmoller bu tanımı bilinçli olarak Okuluna mal etti ve
böylece İngiliz Ekonomisinin öğretisinin soyut kanunları ile arasına mesafe
koydu.
Hedefi ise tarihi araştırmalar bazında
ve
toplumsal şartlar
çerçevesinde daha kapsamlı bir ekonomik bilim geliştirmekti. Kürsü
Sosyalistleri hakkındaki olumsuz kanı ise ‘Alman İktisat Biliminin’ tarihsel
dogmatizm içinde donup, yurtdışı ile bağlantısını koparmıştır. Ayrıca evrensel
öğreti içinde, işe yarar bir teori oluşturamamışlardır. 487 Kürsü sosyalistleri
kendi zamanları için başka bir aydınlatıcı model peşindeydiler. Hedefleri
özellikle sosyal sorunlara çözüm getirmekti.
2.4.1. Sosyal Politika Derneği
Bu dernek, Kürsü Sosyalistlerinin tasarımı sonucu oluşmuştur. Bir
gereklilik olarak gördükleri bu dernek, sosyal sorun ve ‘sermaye ile işgücü
arasındaki kavgada’ bilim adamları ile uygulamadaki temsilciler yani
yatırımcılar, memur ile basın temsilcileri arasında bir diyalog tesis etmek
487
Jürgen Kempski,1964,s.200
155
amacıyla kurulmuştur.488 Schmoller, Sosyal Politika Derneğinin kuruluşu ile
ilgili amacını programlı bir şekilde açıklamıştır:
‘Biz kesin olarak şu görüşteyiz, eşit olmayan karşıt çıkar gruplarının
sınırsız bir şekilde çatışmaları bütün toplumun yararına değildir. Hümanizm
ve ortak hissin iktisat hayatında da egemen olması ve devletin bütün çıkar
gruplarının menfaatlerini korumak için müdahale etmesi gerekmektedir.
Derneğin öncelikli görevi bağımsız davranmak ve her çeşit politik-ekonomik
çevrede oluşan fikirleri toplayarak, pratik bir organizasyon oluşturmaktadır.
Çünkü bununla kamuoyuna ve hukuk sistemine daha fazla etki edebilme
ihtimali vardır.’489
Schmoller’in başarılı şekilde teşvik ettiği heterojen yapı sayesinde,
toplantılara Kürsü Sosyalistlerinin yanı sıra daha ölçülü sosyalist üyeleri ile
merkez üyeleri de katılmaktaydı. Fakat politikanın pragmatik olarak
desteklenmesi hedefine ulaşmak çoğu zaman mümkün olmuyordu. Daha çok
genel anlamda formüle edilen deklarasyonlar ilan ediliyordu. Bu basiretsizlik
kendini en fazla, Bismarck tarafından ilan edilen sosyalistler kanununda
gösteriyordu.490
Lujo Brentano, bir sosyalist takibine karşı çıkarken; Schmoller tam
Bismarck düşüncesine uygun tavır almıştı. Sosyalist yasaları ile ilgili derneğin
resmi yazısının daha çok tarafsız görünmesi konusunda Boese;
“Derneğin resmi açıklamasının bilinçli olarak aldatıcı, bir ört pas etme
niyetini taşıdığını, çünkü bununla derneği bir arada tutma çabasının
olduğunu’ belirtmiştir.”491
Bismarck’ın 1878 yılındaki koruyucu gümrük politikasına karşı dernek
içinde şiddetli görüş ayrıkların meydana gelmiştir. Dernek bu konuda ikiye
bölünmüş örneğin A.Wagner gibi pek çok üye dernekten ayrılmıştır.
488
492
Boese Franz,Aus Gustav von Schmollers letztem Lebensjahrzehnt,Jahrbuch 62, 1938 ,s.249
Boese,1938, s.7
490
Boese ,1938,s.7
491
Boese ,1938 ,s.32
492
Sonntag Heinz,1970,738
489
156
2.4.2. Kürsü Sosyalizmi İçindeki İktisat-Politik Akımlar
Wagner, Schmoller ve Brentano’nun iktisat-sosyal politik görüşlerini
kısa bir şekilde anlatmak istiyorum. Çünkü her üçü, zamana ve kürsü
sosyalist harekete büyük katkı yapmış şahsiyetlerdir.
2.4.2.1 Adolph Wagner
Bir finans bilimci olan Adolph Wagner (1835-1917) kendisini şiddetli
devlet sosyalisti olarak tanımlar. Ayrıca sosyal politik iradeden, iktisat
sürecine bilinçli bir devletsel yönlendirme talep eder. Wagner’de devlete iki
kabiliyet vehmedilmiştir. Birincisi bireysel bir özel ekonomi ile sosyalist genel
çıkarlar arasındaki optimal karışımı bilmesi, ikincisi ise pazarı ve insanları bu
optimal karışım gerçeği düzenleme gücüne sahip olarak görür. Sadece,
bütün yasallığını halktan almayan, kuvvetli ve kurumsal bir krallık, bu otonom
devletin rolünü üstlenebilir ve adaletli bir gelir dağılımını temin edebilir.493
Brentano, Schmoller ve ikinci kuşak Tarihçi Okul üyelerine nazaran onun
iktisat araştırmaları tarihi zeminden çok istatistiki zemini baz almıştır.494
Wagner’in esas meselesi “sosyal finans ve vergi politikalarının ölçüm
kurallarının” analizinde yatmaktaydı.495 Bunlar “iktisadi olarak zayıf olanların
lehine
vergisel
tedbirlerle,
496
tematikleştirmiştir.
yeniden
gelir
dağıtımı
konusunu
Buna göre devlet:
“Sosyal politik- ekonomi ve politik- finans ile milli gelirin ve servetin
anayasal dağılımına müdahale etmelidir. Ayrıca milli gelirin serbest
kullanımına ve tüketime de müdahil olmalıdır.497 ”
493
Boese ,1938 ,s.250
Heilmann Martin, 1980,s.27
495
Wagner,
A,
Grundlegung
der
politischen
Ökonomie,
Grundlagen
Volkswirtschaft,1.Halband,3.Auflage,1.und 2.Theil, Leipzig,1892/ 1893,s.1
496
Kirchgassner,1990,s.74
497
Wagner,1893,s.706
494
der
157
Wagner “sosyalist devlet” bileşenini bu şekilde formüle etmiştir. Bu “anlaşmalı
(anayasal veya yasal ) olan ve bunun için özel hukuki anlamda meşru kabul
edilen düzenlemelere devletin müdahalesini savunur.
Wagner bir konuşmasında, sosyal gerginliklerin nedeninin servet
kullanımından kaynaklandığını belirtmiştir. Yüksek sınıfların görev bilinçlerine
hitap etmiştir. Buna göre devlet mantığını kabul etmelidirler. Çünkü ancak o
zaman,
eğer
kendiliklerinden
“çok
daha
iyi
bir
yaşam
vazgeçerlerse, bir devrimin önüne geçebilme imkânı vardır.
şeklinden”
498
“Servet ve bununla birlikte sınıf tezatlıklarının artmasını önleyecek
olan devlet müdahalesinin hedefi Wagner’de vergi yükünün daha adil bir
dağıtımı olmuştur.499”
Serbest rekabetin sadece zincirlerini çözmenin, devletin ekonomipolitik siyasetinin yalnızca negatif bir prensibi olduğu tecrübesine dayanarak
ki Wagner bu görüşü pek çok Alman Ekonomist ile paylaşmıştır. Ve şu
sonucu
çıkarmıştır.”Özellikle
dezavantajlarının ve
tüm
mal
kazancının
dağıtımındaki
bu kazancın üretimine katkı sağlayan kişilerin
dezavantajlarının daha fazla göz ardı edilmemesi gerektiği” tespitinde
bulunmuştur.500 Fakat bu sadece “sosyal sorunun” çözümünün genişletilmiş
halinin bir hareket tarzıdır. Wagner pek çok Kürsü Sosyalistlerinden daha
kuvvetli olarak, sosyal ilerleme için artan üretimin önemini ön plana
çıkarmıştır: 501
“Tüm ekonomi-politiğin artan üretimiyle, işçilere milli gelir dağılımının
başka formlarından ziyade, “oldukça cömert, kalıcı ve kapsamlı yardımlar
yapılabilir.” Bunlar üretimin aynı verimliliğinde, toplam kazançta alt sınıfların
yüzdesini büyütme olanağına sahiptir.502 Yüzyılın ortasında ise, ekonominin
etik temellenmesinin başka bir çizgisi nerdeyse tamamen kaybolmuştur. Bu
çizgi, sosyal etik-ahlaki olgulardan ziyade, zorunlu bireysel –manevi olgulara
498
Wagner, Adolph; Rede über die sociale Frage (ursprünlich ein untituliertes Korrelerat zu
Wicherns Vortrag, Die Mitarbeit der evangelischen Kirche an den socialen Aufgaben der
Gegenwart, gehalten, Berlin, 1872,S.27
499
Müssing,1968,s.142
500
Wagner,1872,s.21-22
501
Gehrig,1914,s.304
502
Wagner,1872,s.23
158
ağırlık veren çizgidir. Schüz 1884 yılında “saf faydacılık prensibinin ötesine
geçerek, ahlaki bir düzenin yüksek yasalarına bağlanan maksimler neticende
şu sonuca varmıştır.” 503
“Dışsal kurumlar, kuruluşlar ve bağlayıcı kurallar ne kadar güçlü bir
şekilde halkların refahına ve acısına dokunursa dokunsun, gerçek ve sürekli
refah durumunun vazgeçilmez bağlamı, kişisel ahlaki güç ve bireylerin
bizahati kendisi ana kaynaktır.”
felsefenin
neo-Kantist
504
Bu erdem olgusu yüzyılın sonuna doğru
Okullarının
etkisiyle,
tekrardan
etik-ekonomik
müzakerelerde ortaya çıkar. Gizycki’ni yeni Kantist emrine L.Stein “sosyal
etiğimizin en üst emriyle” cevap vermiştir:505
“Öyle bir davran ki bu davranışında sadece kendinin değil, aynı
zamanda beraber olduğun insanların yaşamını da olumlu hale getir. Fakat
özellikle gelecek kuşakların hayatını teminat altına al ve yükseltmeye
çalış.506”
Fakat devletin ahlaki regülasyon için müdahale edemediği yerlerde
sosyal ekonomik partiler manevi sorumlulukların gereği kooperatif fikirlerin
peşinden gitmelidir. Sosyal etik problemlerin oluşturacağı problemlerin
oluşturacağı problemlerin bilinci içinde, sosyal sorumluluk fikri daha fazla
propagandaya konu olmuştur. Bu çok farklı tonlarda olmuştur. Yoldaşlık
kuruluşları veya üretim birlikleri gibi.507
2.4.2.2. Gustav von Schmoller
Bir sosyal politikacı ve monarşi taraftarı olan Schmoller’e (1838-1917)
göre devletin görevi Wagner’de olduğu gibi sosyalist devlet konsepti içinde
bilinçli bir müdahaleden yana değildi. Ona göre devlet hak ve hukuk
garantörü olmalıydı. Devlet kurumsal güven sağlamalıydı. Çünkü sermaye ile
işgücü arasında adil bir rekabeti garanti etmek ile yükümlüydü. Schmoller bu
503
Schüz,1844,s.139
Schüz,1844,s.158
505
Gizycki,1895,giriş bölümü
506
Stein,1897,s.697
507
Mohl,1835,s.34
504
159
ideal devleti bir Prusyalı milliyetçi ve monarşist olarak, sosyal krallıkta
görmekteydi. Brentano’nun adil rekabete ulaşmak için talep ettiği koalisyon
özgürlüğüne karşın Schmoller, burada yatırımcı ile işgücü arasında iki taraflı
bir monopol olduğunu belirterek, bunun neticesinin uzun vadede tek taraflı
olarak yatırımcının egemenliğinin olacağını savunur. Literatürde, 19.yy. sonu
ile 20 yy. başlangıcının önemli ekonomistlerinden biri olarak kabul edilir.
Etkisi özellikle Avusturya Okulunun kurucusu olan Carl Menger ile arasındaki
metot kavgasında ortaya çıkmıştır.
2.4.2.3. Lujo Brentano
Wagner ve Schmoller’in tersine Brentano (1844-1931) sosyal liberal
görüşü doğrultusunda, devletin düzeltici olarak iktisat düzenini oluşturmada
etkin olması gerektiğini savunmuştur. Böyle bir düzeltme hareketi, büyük
Britanya’daki ‘trade union’ benzeri işçi sendikaları olabilirdi.508
Schmoller’de olduğu gibi ahlaki kurumlara güvenmek yerine, sosyal
çözümünde yatırımcıya karşı işçi birliğinin gücüne güveniyordu. Brentano’nun
etik anlayışı Schmoller ve Wagner’de olduğu gibi toplumun tümünü
kapsamıyordu. Bireye yönelikti. Her insanı kendi amacı doğrultusunda,
içindeki kabiliyetleri en verimli şekilde kullanabilmeye yardımcı olmaya
dönüktü. Ekonomi sonuçta insana hizmet etmektir. Ona göre:
‘İktisat
politikası açısından mümkün olabilen, sadece sosyal anlamda
Mümkün olandır.’
2.4.3. Kürsü Sosyalizminin Etik Ekonomi Politik Öğretisi
Schmoller hem ikinci kuşak Tarihçi Okulun kurucusuydu, hem de uzun
süre Sosyal Politik Derneğinin başkanıydı. Bu bölümde Kürsü Sosyalistlerinin
öğretisini Schmoller’in eserleri doğrultusunda sergileyeceğim. Schmoller’e
508
Brentano Lujo,1931,s.75
160
göre iktisat ‘toplumsal hayatın bir parçasının içeriğidir.’ Doğal teknik zeminde
oluşarak iktisadi gelişmelerin toplumsal şekillenmesini esas prensip olarak
kabul etmiştir.509 Bu iktisadi oluşumlar iki kökensel grupta kümelenirler;
birincisi doğal-teknik, ikincisi psikolojik-ahlaki.510
Birinci grup(iklim, hammadde, hayvan varlığı ve nüfus sayısı) iktisadi
faaliyetlerin dışsal varlığını belirler. Sermaye birikimi, refah ve teknolojik
ilerleme. Bütün bu varlıklar doğa kanunlarına dayanır ve ölçülebilir nitelikleri
itibarıyla sınırlıdırlar. Fakat bu iktisadi varlıklar oluşumlarını öncelikle ikinci
gruba borçludur; “insanın ruhani gücüne, bizi öncelikle his, dürtü, hayal ve
amaç ile sonra iradenin daimi yönü ve davranışı olarak temsil ederler.” 511
Böylece ekonomi bir bütünün parçası olarak değerlendirilmeli. Ve bir yandan
doğa, teknik ile toplum arasında, diğer yandan kültür, töre ve hak arasında bir
çeşit değişken oyun olarak algılanmalıdır.
Schmoller’e göre eğer iktisat bu iki nedensel grup çerçevesinde
araştırılacaksa, bunlardan tarihi gelişim kanunları kazanmak mümkün olabilir.
“İktisadi hayatın tarihi gelişimi şüphesiz, öncelikle daha iyi üretim ile
insanın daha iyi beslenmesi ile olacaktır. Fakat bu sadece daha iyi kurumlarla
ve daha komplike organizma oluşumları ile gerçekleşecektir”.512 Schmoller
için sosyal sorun üzerine yeni tartışmaların temelini, insanın ekonomik
gelişimine yönelik bu kurumsallık ve ahlak arasındaki sıkı ilişki oluşturacaktır.
Böylelikle iktisat öğretisini, bir sosyal bilim haline getirmiştir.
2.4.4. Kürsü Sosyalistlerinin Sosyal Tutumu
Kürsü Sosyalistlerinin sosyal anlayışlarının ağırlık noktası, bir sosyal
devrimi önlemek üzerinedir. Burada komünizm ile düzensiz denetimsiz
(laissez-faire) arasında burjuva sosyal reformu yardımı ile bir orta yol bulmak
esastı. Bu ise sosyal sınıfların kendi aralarında yeniden kuracağı ‘dostça
509
Schmoller, 1901,s.5
Schmoller,1893,s.50-51
511
Schmoller,1893,s.52
512
Schmoller,1901,s.6
510
161
ilişki’ ile yapılacaktır. Adil bölüşüm prensibine yaklaşarak, sosyal bir hukuk
yapısını oluşturarak, alt-orta sınıfların ahlaki ve maddi olarak garantisidir.513
2.4.4.1. Adil Dağıtım Prensibi
Schmoller’e göre adalet duygusu, toplum içinde dinamik bir süreç ile
ahlaki değer yargılarının değişimi ile gelişir. Birey, sadece karşılaştırma
yaparak
adaletin
değer
yargısı
tassavuruna
ulaşabilir.
Fakat
birey
karşılaştırma yapabilmek için, bir toplum içinde faal olan insanları
gözetmelidir. Ve henüz bireysel olan adalet duygusu böylece kamusal alanda
yapılan fikir alış-verişi ile toplumun konvansiyonel ölçütü haline gelir. Bunlar
ise adalet üzerine verilmiş her hükmün temelini oluştururlar.514
Burada özellikle değer yargıları kristalize hale gelecek ve fikir
oluşturacaktı. Bunlar ise tamamı gözetecek şekilde bireye yoğunlaşacak. Bu
konvansiyon sonuçta bir toplumun ahlak düşüncesine ve hukuk sistemine
girerek, sabit bir form esasında nesilden nesile aktarılacak.
Sonuçta iktisadi davranışın üzerinde durduğu hareketli ara yapıyı
oluşturmaya katkı yapıyorlar. İktisadi değerler,
pazar hâkimi değerleri ve
ahlaki değerler arasında bir rekabet ortamı oluşuyor. İktisadi değer takdiri, bir
bireyin ihtiyaçlarını tatmin eden faaliyetlerden ve mallardan oluşur. Ahlaki
değer takdiri ise adil olanın hükmü üzerinden verilir. ‘Bireylerin faaliyetlerinin
içsel amaçlarının tümü üzerindeki değeri kapsar.’515Her iki değer takdiri
“insanlık kusursuz hale geldikçe birbirine yaklaşır.”516 Bu yaklaşma süreçleri
ile bir toplum içinde git gide daha yumuşak ve insani bağımlılık formları
oluşur. Aynı zamanda sınıf karşılığı yumuşama eğilimine giriyor ve rekabet
anlayışı barışçıl bir hal alıyor. “Kısaca egoizmin bütün faaliyetleri, binlerce
yıllık ahlaki kültür çalışmaları ile düzenlenmiş ve birbirine bağlanmıştır.”517
513
Schmoller,1874,s.313
Schmoller,1881,s.29
515
Schmoller,1881,s.41
516
Schmoller,1881,s.41
517
Schmoller,1881,s.42
514
162
Ahlak ve hukuka çapalanmış olan adalet duygusu, sadece birey ve
toplum arasındaki ilişki üzerine kurgulanamaz. Aynı zamanda birey devlet
arasındaki ilişkiye de dayanır, yani bu şekilde olmasa bile, vergi vererek
hissetmelidir.518 Çünkü vergi vermek Schmoller için (vatandaşın devletten
aldığı emek ücretlerinin ödenmesi yanında) bir yurttaşlık görevidir. Devletin
sonuçta vatandaşın mal ve birikiminden pay talep etme hakkı vardır. Tekil
insan, sonuçta bir devletin vatandaşı olmanın keyfini ve avantajını
anlayamaz. Eğer insan mükemmel olgunlukta olsaydı, toplumun onu
oluşturduğu ve yücelttiği şekilde olurdu. O zaman anlayabilirdi ki özellikle
verdiği en büyük bedellerde en yüksek ahlaki mükemmelliği yakaladığını ve
bundan avantaj sağlayacağını, bir toplum içerisinde ve toplum için yaşadığı
hayatın, esasında en hakiki hayat olduğunu kavrayacaktır.519
İnsan ahlaki olarak mükemmel seviyede olmadığı için, ödemesi
gereken vergileri haksızlık olarak algılar. Fakat ahlaki yükseldiğinde, vermesi
gereken bedelin (kurbanın- opfer) anlamını kavrayacaktır. Adil bölüşüm ise,
toplumsal bir adalet anlayışının ahlakın kuvvetli bir parçası haline gelmesi ile
orantılıdır. Ve insanın kendisini ahlaki yönden toplum menfaati doğrultusunda
konumlandırmasına bağlıdır.
2.4.4.2. İşçi Sınıfının Maddi Ve Manevi Olarak Kalkındırılması
Sosyal bir devrim tehlikesini azaltmak için Kürsü Sosyalistleri burjuva
(yurttaş-bürgerliche) reformları talep ederler. Schmoller’in amacı, Mark’ta
olduğu gibi sınıfsız bir toplum yaratarak tarihi gelişimi sonlandırmak değildir.
Niyeti bütün sınıfların birbirine yaklaşarak, bütün toplumsal kuvvetlerin
harmoni ile birleşmesidir. Burada yurttaş sosyal reformu iki yönden etkili
olmalıdır. Birincisi maddi olarak, bir sosyal devrimi önlemek maksadıyla,
ikincisi ahlaki yönden, işçileri toplumun bir parçası haline getirmek için. Her
iki süreç karşılıklı olarak bağımlıdır. Fakat
518
519
Schmoller,1881,s.42-45
Schmoller,1863,s.46-47
‘bir başka içsel insan eğitimi
163
neticede daha önemlidir.’ Ve en azından dışsal ilerleme ile paralel durumda
olmak zorundadır.520
Çünkü bir işçi ancak ahlaki olarak yükseldiği zaman ve ancak
toplumsal ile iktisadi süreçleri bir bütünün parçası olarak gördüğü zaman,
sistem içindeki kendi görevini fark eder ve davranışını toplumsal çıkar
doğrultusunda düzenler. Bu durumda işçi aile planlaması, tasarruf ve eğitim
ile kendi çıkarının büyük olduğunu anlayacaktır. Nüfusun daha yavaş
artmasıyla, kadın –çocuk çalışmasının kısıtlanmasıyla ve işçi arzının
daralmasıyla maaşlar daha yükselecektir. Devletin yardım kurumları ve
sigortalarıyla, kamusal bir eğitim sistemi sayesinde, işçi hayat planlaması
güvence altına alınarak yükselme şansına sahip olacaktır.
Böylelikle Schmoller’e göre işçi sorunu bir ahlaki sorundur. Aynı
zamanda burada Schmoller’in teleolojik (erek bilim) bakış açısını görüyoruz.
Çünkü etik gelişim düşüncesi sonunda bir ideal toplum fikrinde son bulur. Bu
süreç, toplumsal kurumların mükemmelleştiği oranda hızlanır.
2.4.4.3. Kurumsal Güven
Schmoller tarihi –etik araştırma yönteminden yola çıkarak, bir kültürel
gelişim kontekstine bağlı olarak politik, hukuki ve iktisadi kurumlar
düşüncesini kurgular.521 Kurumlar bir toplumun, ahlaki ve hukuki varlığından
oluşur. Bir toplumun adalet duygusu ne kadar yüksek eğitimli olursa ve bu ne
kadar kültürel ahlak ile hukuk bağlantılı olursa, kurumlar yüksek eğitimli
olursa kurumlar o kadar yüksek değere kavuşurlar.
Öyleyse ikinci gruptan yeni hareketli ara zemini oluşturan ahlak ve
hukuktan, bir toplumun kurumları oluşur. Reform ve dönüşüm kabiliyetine
sahip ve şartlar doğrultusundaki adaletin etik tasavvuruna, dinamik bir şekilde
uyum sağlarlar. Fakat bununla birlikte sabittiler ve geçmişin kavgalarını ve
520
521
Schmoller,1874,s.326
Schmoller,1901,s.61
164
tecrübelerini korurlar. Sonuçta buradaki hedef kurumların özgür davranışını
gereksiz yere kesmeden, istenen gelişmeyi teşvik etmektir.522
Devlet, yurttaşlarını Klasik ekonominin kurallarına uygun donanımda
davranması kurumsal güvencesini verebilir. Kültürel gelişim sürecinde devlet
tarafından (dayatılan) çerçeve koşulları içselleştirilir. Bunlar öncelikle yüksek
sınıflar tarafından içselleştirilir ve bunların görevi ise işçi sınıfını ahlaki
anlamda
yükseltmektir.
Kurumlar
‘ekonomi-politik
vücudun
iskeletini’
oluştururken, devletin kendisi ‘bütün kurumların merkezidir.’ Devlet kurumlar
vasıtasıyla eğitici manada ekonomi üzerinde etkin olabilir. Bu noktada
Wagner ile olan fark ortaya çıkıyor. Wagner doğrudan devlet müdahalesi
talep etmişti. Ve Brentano, Schmoller’i liberal fırsatçı olarak tanımlamıştır. 523
Brentano, sosyal reformlara, işçilere ücret sonunda pazarlık gücü
veren özür sendikalar ile ulaşmayı planlıyordu.
2.4.5. Kürsü Sosyalistlerinin Sosyal Düşüncelerinin Gerçekleşmesi
Liberal kurumsal analizi, Schmoller sosyal bir krallık düşüncesi ile
birleştiriyor. Bu düşüncesini ‘Prusya bürokrasisinin ve Prusya devletinin
hukuk eşitliği için, alt sınıfların yükseltilmesi için kavga veriyor. Monarşiye
sonsuz bir güven duyan Schmoller şöyle devam eder:
‘Sosyal geleciğin tehdit altında olduğu durumlarda, bunun başı
sadece bir yöntem ile koparılır. Krallık ve bürokrasi yani devlet düşüncesinin
en seçkin temsilcileri, sınıf kavgasını tek tarafsız temsilcileri liberal devlet fikri
ile barışık olarak ve parlamentarizmin en iyi elementleri tarafından
desteklenerek, kararlı ve emin bir şekilde büyük bir sosyal reform hukukunun
inisiyatifini ele almasıyla sonuca ulaşır.524’
Wildenmann’da Schmoller’in sosyal politika derneğinde oynadığı
olağanüstü ruhi rol konusunda harikulade yorumlara rastlarız. Dernek
Schmoller’in etkisini genişlettiği kuruluşların başında geliyordu. Onun
522
Schmoller,1901,s.64
Brentano Lujo,1931,s.98
524
Schmoller,1874,s.342
523
165
ölümüyle bu değişmiştir ve buna bağlı olarak derneğin fonksiyonu da
farklılaşmıştır. Dernek iki yönden önemliydi. Birincisi onun Bismarck dönemini
özellikle 1870lerde doğrudan etkilemesidir. İkinci olarak ise Wildermann’in
belirttiği üzere uzun süreli etkisi söz konusudur. Dernek bu etkisini
toplantılarla ve oturumlarla sağlamaktaydı ve bunların tutanakları Schmoller
tarafından düzenli bir şekilde yayınlanırdı. 525
Bismarck, büyük bir dikkatle Sosyal Politika Derneği yayınlarını takip
etmiştir. Schmoller, 1890 yılından ölümüne değin bu derneğin başkanlığını
yapmıştı. Dernek kamuoyunu etkilemek amacıyla kurulmuştu. Bu etki pek
çok iz bırakmıştır. Sosyal reform sisteminin kurulması için alınan önlemler
bunun
başında
gelir.
Bu
önlemler
Bismarck’ın
şansölyeliği
altında
uygulamaya sokulmuştur.526Bu reformlar itinalı bir biçimde araştırılmışlardır
ve pek çok kez İngilizce konuşan dünyanın içersinde örneklem olarak kabul
edilmişlerdir. Sosyal Politika Derneği Amerika’da etkili olmuştur. American
Economics Association’un kurucularının Sosyal Politika Deneğinin modelini
örnek almışlardır. Bugün de geçerli olan 1923 statüleri, Association‘un hiçbir
partisel - siyasi harekete dâhil olmasını engeller ve kurala bağlarlar. Böylece
üyeleri pratik iktisat politikası konumunda yer alır.
2.5. SCHMOLLER’DE DEVLETÇİ DÜŞÜNCE
Liberal düşünceler Almanya’da ortaya çıkmaya başladıktan sonra,
devlet İngiltere’dekinden farklı olarak, politik hayatın içinde kudretli bir güçtü.
Ayrıca Almanya’da devlet modernleşme sürecinde pozitif rolü ile umut vaat
ediyordu.527 Bu arka plan doğrultusunda Schmoller ve o dönemin pek çok
Milli Ekonomisti için, aristokratik ve bürokratik özelikleri bulunan bir devletçi
perspektife sahip olmak, şaşırtıcı değildi. Schmoller için Milli unsurları
525
Wildermann, s.56
Bismarck’ın Schmoller ile olan ilişkisi başlı başına bir araştırma konusudur. Bugün çok fazla
takdir edilmese bile Bismarck zamanının aydınlanmış mükemmel devlet adamı olarak kabul edilir.
Örneğin Andrew Dickson White onu ruhi karanlığa karşı insanlığın kavgasını veren, yedi büyük
devlet adamından biri olarak tanımlar.
527
Sheehan,1983,s.58
526
166
harekete geçirecek, düzenleyecek ve koordine edecek bir güce ihtiyaç
duyulması kaçınılmazdır. Bu güç devlettir. Schmoller için devlet ve onun
iktisattaki rolü araçsal olmaktan çok uzaktır. Devlet Milli İktisat’ın altında
değil; Milli İktisat devletin altında konumlanır. Ona göre iktisadi hayatın
istenilen şekle sokulabilirliği ve aydın bir bürokrasi milletin iktisadi refahının
artmasında göz ardı edilmeyecek etkenlerdir.
Schmoller’e göre, sosyal-politik baş aktör devlet olmalıydı. Bunu şu
şekilde ifade etmiştir: ‘Devlet tüm kurumların merkezi ve kalbidir.’Herkes
buradan geçer ve birleşir.528 Schmoller devleti öven bu konuşmasından
sonra, Hegel’in ve Lorenz von Stein’in Alman geleneğine atıfta bulunur.
Hegel ve Stein için devlet, gerçekleşecek olan ahlaki düşüncenin ta
kendisiydi. Eniştesi Gustav Rumein tarafından etkilenmiş olan Schmoller, bir
Milli Ekonomist ve sosyal- politikacı olarak Prusya’nın hayranıydı.529
Schmoller, devlet tarafından kontrol edilmeyen bir ekonominin
‘gazinosal spekülatif mantaliteyi’ ortaya çıkaracağından korkar. Bu da sahte
iflaslara, değerlerin yerleşmesine engel olarak suça, bireyselciliğin artışına,
gelir
seviyesinin
kutuplaşmasına,
uzmanlık
gerektiren
mesleklerin
kaybolmasına, orta sınıfların yokluğuna ve sürekli iş değiştiren bir alt sınıfın
oluşmasına neden olur.530 Schmoller, devletin entegrasyon başarısını
vurgulamış, sınıf kavgaları karşısında giderek nötrleştiğini, bununda reformist
politikalarla aşılacağını belirtmiştir. Schmoller reformistlerin görüşlerini
Eisenach’taki konuşmasında şöyle dile getirmiştir:
“Reformistler (bununla salonda toplanmış olan Milli Ekonomistleri
kast etmiştir) bir devlet görüşünde birleşmişlerdir. Bu görüş, bireyin doğa
kanunuyla yüceltilmesine (bunun keyfine) ve her şeyi yutan bir mutlakıyetçi
devlet şiddetine, eşit mesafededir. Çünkü devleti tarihsel oluşumun akışına
bırakarak, onun görevlerinin kültür değerlerinin o anki durumuna göre daralıp
genişlediğini itiraf etmiş oluyorsunuz. Fakat devleti hiçbir zaman, doğa
kanuncular
528
veya
Manchester
Schmoller,1890,s.244
Herkner,1922,s.6
530
Schmoller,1870,675-681
529
Okulu
gibi,
gerekli
ama
olabildiğince
167
sınırlandırılması gereken ‘ehveni şer’ olarak görmüyorsunuz. Sizin için devlet
her zaman, insan ırkının yetiştirilmesinde en mükemmel kurumdur.”531
Schmoller bununla ilk olarak, fonksiyon yönelimli bir perspektif
çizmiştir. Devlet faaliyetlerinin kapsamı onun eylemlerinin amacına bağlıdır.
İkinci olarak ise bu görüş tarihsel olarak değişkendir. Schmoller tarih süreci
içerisinde devlet eylemlerinin genişleyip tekrar daralabileceği varsayımından
yola çıkmıştır. Üçüncü olarak devletin üzerine büyük ölçekli ve anti liberal bir
güven içinde, ahlaki bir yetiştiricilik görevi vermiştir. Schmoller başka bir
yerde şöyle yazmıştır: ‘Varlık sahibi olan sınıfları gerçek bir öz regülâsyona
çekmek ve devlet ile kamunun ahlaki sorumluluğunu almaya yükseltmek
gereklidir. Bunun için en yakında olan çıkarları ve kısa vadeli –egoist alanı
aşarak, toplumsal görev bilincinin ahlaki yüksekliğine ulaşmalıdır. 532’
Schmnoller’in
devletten
beklentilerini
‘bekçi
devletinin’
gerçekleştiremeyeceğini düşünmüştür. Onun devlete olan güveni sınırsız
olup; devletin kendisine verilen sorumlulukları gerçekleştirebilecek konumda
olduğu konusunda hiç şüphe duymamaktadır. Ayrıca devlet mekanizması
içinde yer alacak olan kişilerin bu ahlaki sorumlulukları diğer bütün eğilimlerin
önüne koyacaklarından emindir. Schmoller’e göre Tarihçi Okul ‘kudretli bir
devlet istemiştir.’ Bu devlet egoist sınıf çıkarlarının üzerinde duracak, kanun
koyucu olmalıdır. Adaletli bir elle ülkeyi yönetmeli, zayıfları korumalı ve alt
sınıfları yükseltmelidir.533 Schmoller, bu konuda büyük kanun koyucu ve ileri
görüşlü parti önderlerinin kurumların bu şekillenmesinde olağanüstü başarılar
gösterebileceğine emindir. Ludwig Bamberg ise, Schmoller’e yazdığı bir
mektupla endişelerini dile getirmiştir. “Ben bizim devleti bireysel üretimin
organizasyonuna dâhil edebilecek kadar anlayışlı, erdemli ve basiretli
olduğunu düşünmüyorum.” Bu türden ifadelere Schmoller polemikçi bir tavır
içinde karşı çıkar.534
Schmoller’in çeşitli tarihsel çalışmaları ve özelliklede Prusya tarihi
üzerine olanlar, onun sosyo-politik taleplerine uygundur. Bu çalışmalar büyük
531
Schmoller,1890,s.9
Schmoller,1870,s.703; Condradt,1906,s.7
533
Schmoller,1890,s.9
534
Schmoller,1890,s.244
532
168
bir ciddiyet taşır. Ayrıca bu çalışmalarında sık sık Hohenzoller hanedanının
mirasının tükenmediğini vurgulamıştır.535 “Egemen monarşinin” sosyal
reformlar konusunda hep ilerlemesini talep edip; bunu da tarih de ki
Hohenzoler’in
dinamik
modernleştirme
faaliyetlerini,
sosyal
reformist
çabalarını örnek göstererek desteklemeye çalışmıştır. Sürekli birinci Friedrich
Wilhelm’in başarılarını methederek; görevde olan ‘egemen monarşiye’ bu
geleneğin sürdürülmesi ve reform çalışmasına davet etmiştir.536
Schmoller’in inancına göre, eğer büyük mülk sahipleri ve büyük
sermaye sahipleri bir uzlaşmaya zorlanmasaydı, reformlar daha hızlı
gerçekleştirilirdi. Çünkü bir yandan parlamenter çoğunluğun isteği dikkate
alınmalıydı. Diğer taraftan sosyal demokrasiye karşı gerekli olan ortak cephe
bozulmamalıydı. Schmoller’in görüşüne göre, olası reform perspektifinde olan
sadece, devletin genişlemesinin toplumun farklılaşması ile aynı ölçüde
olmasıydı. Onu endişelendiren zayıf bir devlet olasılığıdır. Çünkü ‘kuvvetli
toplum ve zayıf devlet modeli olan burjuva ideali’ sadece yatırımcıların devleti
kendi mantıkları doğrultusunda düzenleme isteklerinden kaynaklanmaktadır.
(bu aynı zamanda işçi talepleri içinde geçerlidir, çünkü onlarda sadece
taleplerini
kabul
ettirme
niyetindeler.)537Fakat
bunun
gerçekleşmesi
durumunda gerçek sınıf diktası oluşur. En kuvvetli sınıfın devlet gücünü elde
ettiği bir bağımlık söz konusu olur.538
Bu ‘soysuzluk’ ancak iç ilişkilerin demokratikleşmesi ve devlet gücünün
yerleşmesinin ardından şu şekilde önlenir:’Hür eyaletlerdeki egoist sınıf
çıkarlarının artan etkisine karşı, hükümet mekanizmasının mükemmelleşmesi
ile kuvvetlenmesi aynı düzeyde olmalıdır. Bununla birlikte devlet gücü temiz
ellerde olmalı, sınıfsal şiddetin ve sınıfsal etkilerinden daha kudretli
olmalıdır.539 ‘Devlet’ bir soyutluluktur, devlet mekanizması ise somuttur. Çağın
restore ve moderne önlemlerinin çokluğu içinde, memuriyet prensliğin
aristokrasinin çıkarlarına karşı kullandığı bir enstrümandı. Memurlar işleyen
535
Schmoller,1918,s.647,1923, 2.cilt, s.646
Noack,1976,1.cilt, s.619
537
Schmoller,1923,birinci cilt, s.619
538
Schmoller,Schmoller,1923,2.cilt,s.633
539
Schmoller,1923.2.cilt.s.635
536
169
bir idare, kanun önünde eşitlik ve materyalist refahı görmek istiyorlardı.540
Memurlar grup olarak, aydınlanmış eğitim elitlerine dâhildirler. Büyük mülk
egemenliklerinin ortadan kaldırılmasını, loncaların ve odaların yıkılmasını, alt
yapının oluşturulmasını ve tekel ekonomisinden rekabet ekonomisine geçişi
isteyen, aydınlanmış egemenler ve etkili bürokratlar olmuştu. Schmoller
bürokratik işleyişi iyi tanırdı. Bu sadece onun bir dönem yönetici olarak
çalışmasından ileri gelmiyordu. Aynı zamanda Prusya Kültür Bakanlığının
yüksek okul bölümünde Friedrich Aldhoff’un danışmanlığını yapıyordu. Berlin
üniversitesini, parlamentosunun alt kanadında temsil etmiştir. Schmoller
memurluğu, aynı Max Weber gibi, sadece etkili bir sınıf olarak görmemiştir.
Aynı zamanda geniş anlamda insan yetiştirmesi, iş bölümü ve özellikli eğitimi
dolayısıyla önem arz etmektedir. Memurları, sınıfsal teorik hareket noktaları
itibariyle değerli kabul etmiş ve ona sınıf çatışmaları içinde orta tabakada bir
arabulucu rolü vermiştir.541
Memurlar,
burjuvalardan
öncelikli
bir
biçimde
tüm
sınıfların
kabiliyetlerini kullanarak kendilerini tamamlama ayrıcalığına sahiptir. Onların
ruhani ufku ve ahlaki geleneği orta düzeyin anlayışıyla aynıdır. Sınıf
çatışmaları içinde, aynı bir terazide olduğu gibi, dengeyi değiştirebilirler. Ve
her iki yöne köprü ile arabulucu rolünü oynayabilirler. Schmoller her ne kadar
toplumsal strüktürlerin çıkar tezatlıkları tarafından bölündüğünü görse bile,
‘akıl’ bürokrasiyi bu çatışmaların dışında görmektedir.
“Ancak son yüzyıllarda Avrupalı devletlerin pek çoğunda hukukçu,
memur,
subay,
din
adamı
ve
öğretmenlerden
oluşan
bir
çember
oluşturmuşlardır. Bunlar toplumun tüm sınıflarından gelmekle birlikte, aynı
şekilde
üniversitede
eğitim
görürler.
Kısmen
mülkiyet
ve
kısmen
nemalandırma şeklinde ekonomik olarak güvence altına alınmışlardır.
Böylece tüm hayatlarını kamusal işlere adarlar.” Bununla birlikte Schmoller
olası bir sınırlandırma ihtiyacını hisseder:
“Bu çevrelerin içinden kendi
çıkarının peşinde koşan insanlarda olmuştur.”Fakat bu durum, toplam
değerlendirmenin pozitif olması hususunda bir değişiklilik yapmaz.
540
541
Sheenon,1983,s.44
Rössle,1938,s.26
170
“Devlet mekanizması bütün bunlara rağmen işbölümünün türü
itibarıyla, yöneticilerin eğitimleri sonucunda oluşan doğru düzgün gelenekler
ve düşünceler neticesinde, belirli bir güce ve sağlam bir organizasyona
kavuşmuştur. Bu durum hiçbir zaman olmayan bir gerçekliktir. Diğer yandan
ise
antik
çağ
ve
ortaçağ
devletlerinin
ellerinde
bulunmayan,
sınıf
egemenliğine karşı bir tahkimat elde etmiş oldular.”
Schmoller sadece, özel memuriyet sınıfının diğer kalan herkese karşı
üstünlüğünü beyan etmekle kalmaz, aynı zamanda normatif anlayış
doğrultusunda yeni tabakanın sosyal-entelektüel rolünü vurgular:
‘Bu çevreler ideal bir devlet ve iktisat görüşünün taşıyıcılarıdır; her ne
kadar feodal aristokratik veya burjuva kökenli olsalar bile, onların ufku artık
sınıf
çıkarlarının
ve
kazanç dürtüsünün
üstündedir.
Ekonomik
özel
hayatlarının artık kara dönük kazanç hayatıyla bir bağlantısı yoktur. Sabit ve
uygun maaş rejimi onlar için esastır. Her türlü resmi ilişki münasebetiyle haşır
neşir oldukları alt ve orta sınıflarını ticaret yapanlardan ve yüksek sınıflardan
daha iyi anlayabilmektedirler.Avukatlar, hekimler, sanatçılar,gazeteciler ile
birlikte
yeni bir sınıf oluştururlar. Böylece sadece mal-mülk için kavga eden
sınıflara karşı bir tezat olarak ortaya çıkarlar.’ 542Bu tanım Weber’ci
tanımlardan oldukça farklı bir şekilde ele alınmıştır. Sınıf bağından kurtulmayı
başaran bürokrasinin, sadece haklı olana hizmet etmek için nötrlük tavrı
takınması herhalde etik sorumlulukların ötesindedir.”543
Schmoller kendisi tarafından kurgulanan ideal tipi gerçek olarak kabul
eder. Max Weber ise bir yandan ideal tipik bir modeli geçerli saymaz ama
diğer yandan politik yazılarında, politik realitenin içindeki bürokrasinin
gerçekten tehlikeli olabileceğinden bahseder. Var olan çerçeveyi aşma ve
bağımsız bir politik güç faktörü tandansı içerisindedir. Ayrıca belirli politik
görevleri üstlenmek niyetindedir. Schmoller tarafından oldukça methedilen
Prusya olayında sınıf çıkarlarını temsil etmesi, bu tehlikeli duruma bir
işarettir. Bu olay Weber için daha ziyade, Prusya’daki derebeyliğin korunması
için bürokrasinin bir enstrüman olarak kullanılmasıdır.
542
543
Schmoller,1923,2.cilt, s.636
Brinkmann,1938,s.104
171
Krallık ve yönetim bunlar taşıyıcı güçlerdir. Çünkü Schmoller
demokrasinin
düzenleyici
mekanizmalarından
ziyade,
akıl
ve
ahlaki
egemenliğe inanırdı.544Tabii ki onunda itiraf ettiği gibi demokratik eşitlik
düşüncesi hem halkın politik eğitimi bakımından hem de eski sınıf
suiistimallerin ortadan kaldırılması için ‘gerekli’
iyileştiricilerdir.545Ama
Schmoller çağdaşlarının endişelerini paylaşmaktaydı. Buna göre, parlamento
sınıfı çatışmalarının giderek sertleşen şekilde yaşandığı bir sahne haline
gelmesi mümkündü. Grupların bu şiddetli çatışmalarından genel refahın
ortaya çıkabileceği ve grupçu egoizmin çoğulcuğuna batmayan bir ortak
refah
oryantasyonunun
oluşabileceğine
pek
ihtimal
vermemekteydi.
Demokratik yaşamın varlığı, birkaç formalite içinde ifade edilemez niteliktedir.
Schmoller bütün şüpheciliğine rağmen demokratik yöntemleri şu şekilde
tanımlamıştır: Çoğunluk egemenliğinden ziyade, uzlaşı oryantasyonu bir
demokratik düzenin ruhunu oluşturmaktadır.
Schmoller fiyat kontrollerini veya bürokratik düzenlemenin gelişmesini
savunmamak
ta,
var
olan
özel
mülkiyet
ilişkilerine
de
şüpheyle
yaklaşmaktadır.546 Kendi kendine karar veren otonom hücreleri tercih
etmektedir ki bu başka yayınlarında da savunduğu bir fikirdir. Onun görüşüne
göre, açık pazarlar ve daha yüksek dereceden kurallar ve güven organlarının
önemi birbirini gerektiren şeylerdir. Buna bir örnek olarak borsa verilebilir; bu
hem en mükkemel bir biçimdir hem de en sık regüle edilen kapalı bir
pazardır. Bu Pazar sıkı bir biçimde kuralları uygulayan üyelerden oluşan özel
bir organizasyon ile yönetilir.(Adalet ve adil pazarlık ve içeriden bilgiye
karşıdır.) Almanya’da finansal hareketler daha güvenli ve çekici olsun diye,
kontrol ve kanun çıkarma, uygulama devlete verilmiştir. 547
Schmoller
‘Bismarck
döneminin
sosyal
kanunlarının
akademik
savunucusu’ değildir.548Bismarck’ın sosyal sigorta fonunu kendi kendine
yöneten bir sigorta sistemi değil de devlet tarafından yapılan bir iyi niyet
544
Wiese,1938,s.104
Schmoller,1923,2.cilt, s.644
546
Schmoller,1870,s.683
547
Lütz,1996,s.45
548
Richter,1996,s.571
545
172
haline olan direnişi sertçe eleştirmiştir.549 Schmoller aslen Prusya’lı bir
milliyetçidir
ancak
bilimsel
çalışmalarında
‘Obrigkeitsidealist’
değildir.
.Prusya ülkesine verdiği bilimsel destek gayet bu dünya temellidir; üretim
güçlerinin bölgesel yayılımı, kısmen demiryolu gibi yeni taşıma sistemleri
yüzünden yerel politik sistemler ile uyumsuz hale gelmiştir. Pozitif reform
çağrıları pazarları yok etmeyi değil onları daha etkili yapacak şekilde entegre
ederek düzenlemeyi teklif eder. Dahası farklı Pazar aktörleri arasındaki
asimetrileri azaltmak istemekte ve kuvvetli gelir farklılığına sahip olmayan
güçlü bir orta sınıfa sahip, kamusal ve mesleki eğitimlerle aynı ahlaka sahip
ticari bir toplum yaratmak istemektedir. Birikim bankaları ve sağlık
sigortasının getirilmesini, işçilerin kazalarında işverenin sorumluluğunu, kar
paylaşma planlarını, endüstriyel ortaklık organlarını, üretim ortaklıklarını,
daha sıkı bir fabrika yardım sistemini v.b. savunmuştur.550
Bu onun ilk ve temel olarak istatistikî araştırmalarının ne kadar zengin
önerilerle dolu olduğunu kanıtlamaktadır. Schmoller’in bakış açısına göre
özelikle yapılan tasarılar önemli rol oynar. Devlet önemli bir rol oynar. Devlet
önemli bir kamusal hizmet sağlamaktadır ve tekrardan dengeleyen bir role
sahiptir. Dürüstlük ve sosyal adalet normları toplum ekonomi için önemlidir.
Normların kendi mantığı ve standardı vardır. Bunlar sadece ‘ekonomik alet’
olarak
görülmez.551Veya
masrafları
azaltacak
bir
dizi
kuruma
indirgenemezler. Aynı zamanda sosyal kurumlar olan mal ve anlaşma gibi
kavramların ihtiyaç duyduğu temel şey adil olmalarıdır yoksa hile ve fırsatçılık
galebe çalar. Kazananın her şeyi aldığı bir toplumda çoğunluk azınlığın
yüksek gelirini adaletsiz ve saf egoist tavır olarak bulabilir ki bu Schmoller için
normal bir davranış tarzı değildir.
549
Richter,1996,s.572
Schmoller, 1870,s.693-694
551
North,1981,s.49
550
173
2.6. İKTİSAT ANLAYIŞI
Bazı açılardan karşı çıksa da birinci kuşak Tarihçi Okul’un görüşleri de
Schmoller’de
uzantısını
bulmuştur.
Schmoller’in
İktisat
anlayışında
Romantizm’in, Kant’ın ve Hegel’in, İçsel İlişkiler Doktrini’nin çeşitli açılardan
etkilerini görmek mümkündür İçsel İlişkiler Doktrininin etkisini, Tarihçi Okul’un
Milli
İktisat’ın
alanını
çizmede
ve
hangi
bilimlerle
ilişkili
olduğunu
belirlemedeki yaklaşımında görmek mümkündür. İçsel İlişkiler doktrini bir
kabule dayanır. Bu kabule göre mevcut her şey bir birlik içinde birbirine
bağlanmıştır. Buna göre, iki nesne bir ilişki içinde ise, bu ilişkinin
değiştirilmesiyle her iki nesne de değişir. Çünkü her ilişki, o ilişkide yer
alanların bir parçası olan bir özellik doğurur.552 Schmoller, Milli İktisat
disiplinini, insanın doğayla ilişkisinin çok geniş bir perspektif açıdan görür ve
bugün mühendisliğin alanına giren pek çok şeyi bile iktisadın içinde
değerlendirir.553
İçsel İlişkiler Doktrini’ni savunanlara ve Schmoller’e göre, iktisadın
etkisini görmek istediği değişken dışındaki değişkenleri sabit kabul eden
yaklaşım yanıltıcı bir tabloya neden olmaktadır. Doğru olan iktisadın tarih,
siyaset bilimi, hukuk, ahlak gibi bilimlerle mümkün olduğunca ilişki içinde
analizlerini yapmasıdır. İktisat, toplumun bütününden ayrı olamayacağına
göre onun evrensel yasaları da yoktur.
Milli İktisat’ta Organizmacılık İçsel İlişkiler Doktrini’nin den bağımsız
düşünülmeyecek bir olgudur. Bu anlayışa göre bir uzvu diğer uzuvlarla uyum
içinde ve üst organizmanın bir parçası olarak çalışır. Tarihçi Okul’a ve
Schmoller’e göre de ekonomi de aynen böyle çalışır. Menger ise bu
yaklaşımı eleştirmekte ve bu metodun iktisadi fenomenin ancak bir kısmını
açıklayabileceğini düşünmektedir.
Schmoller’e göre, Milli İktisat, her şeyden önce, tarih merkezli bir
bilimdir. Milli İktisat, iktisadi fenomenleri tasvir eder. Tanımlar ve nedenlerini
552
553
Gordon,s.4
Schmoller,1893,s.2-48
174
açıklar ve aynı zamanda bir bütünsellik içinde kavrar.554 Her milletin kendi
Milli İktisat’ı vardır ve bu bağlamda evrensel bir Milli İktisat yoktur. Klasikler
soyut
öncüllerle
ve
varsayımlarla
Milli
İktisadın
genel
kanunlarına
ulaşabileceklerini sanarak yanılmışlardır. Menger’inde yapmaya çalıştığı
aceleci ve erken genellemelerdir. Onun iktisat yaklaşımı ulus-devlet ve
milliyetçilik ile bire bir örtüşür. Yani birey üretmez, millet üretir; birey
tüketmez, millet tüketir; birey yatırım yapmaz, millet yatırım yapar. Her
milletin de kendine has karakteri vardır, bunlar iktisadi faaliyetlerin
incelemesinde en az somut değişkenler kadar dikkate alınmak zorundadır.
Milli unsurları harekete geçirecek güç ise devlettir. Alt sınıfları
yükselten, zayıfları koruyan, adaletli bir yönetim sergileyen, kanunları koyan,
egoist sınıf çıkarlarının üzerinde duran, kuvvetli bir devlettir. 555 Bu görüş
Prusya’lılık duygusuyla derinlik kazandırılarak Schmoller’in bir refah devleti
sunumu olarak ideal şekline kavuşmuştur;
Prusya’lı memurların ve Prusya krallığının alt sınıfların yükseltilmesi ve
dayanışma için, yüksek sınıfların sahip olduğu hakların ve ayrıcalıkların
kaldırılması için, zaferle savaştığı, bizim Alman devlet yapımızın en iyi
mirasına, asla sadakatsiz olmamalıyız. 556 Adalet bir ideal tassavurdur ve
gerçekliğe yaklaşmakla birlikte onu hiçbir zaman yakalayamayacağıdır. Bir
insanın ahlaki hükmü adildir. Bu olgu bir tasavvurun idealidir. Tekil birey belki
bunu tam olarak gerçekleştirebilir. Fakat bütün toplum ve onların eylemleri
ise buna sadece göreceli olarak yaklaşabilir. 557 Adalet fikri, bizim ahlaki
oluşumumuzun ve mantığımızın gerekli olan ürünüdür. Bunun neticesi ise
sonsuzdur. Her zaman bir başka formla, fakat eşit şekilde manifesto eden
gerçektir.558 Schmoller burada belirgin bir biçimde tarihçi-rolativist bir zeminde
durmaktadır. Bu duruş ona bir yandan, adalet problemini ele almayı
dayatmakta. Diğer yandan ise onu, genel geçer bir kanun aramaktan
korumaktadır.
554
Schmoller,1893,s.14
Schmoller,1873,s.9
556
Dito,s.19
557
Schmoller, Gustav; Die Gerechtigkeit in der Volkswirtschaft, Leipzig,1904,s 22
558
Schmoller,1904, s.53
555
175
Schmoller’in teorisinin esas kategorileri olan sosyal sorumluluk ve
adalet problemselliği ile ilgili ve çok itibar gören iki büyük makalesinde, bir
randıman
adalet
kriteri
geliştirir.559Bu
ücretli
çalışanlara
prodüktive
büyümesinden bir pay vermektir.560 Ayrıca bunu politik bir tehdit olan devrimi,
sosyal sorumluluk içinden sosyal reformist bir çözüme kavuşturduğu için
yapmamaktadır. Bunun esas nedenini kalifiye iş gücüne kavuşma ihtimalinin
olmasından kaynaklanmaktadır. Böylece oluşturulan iş gücü pazarı zeminiyle
Schmoller zamanında yakalanan büyüme-ve prodüktivite düzeyini uzun
vadede garanti altına almış olacaktı. Teknik ilerlemenin problemlerini dikkatli
bir şekilde kayda almıştır. Daha sonra bunları ‘humankapital’ oluşumu için
düzenlenmiş düşüncelerle birleştirir. Serbest ücret tarifesi anlaşmalarını, bu
iş gücü gelişimini sadece işçi sayısıyla değil,
aynı zamanda işçilerin
kalifikasyonları doğrultusunda mümkün kılar (ve eş zamanlı olarak çocukların
eğitiminde garanti eden bir ücret olur) ve sosyal sigorta güvencesi ile
birleştirir. Çünkü bu eğitilmiş kalifiye iş gücünün korumasını sağlar ve kriz ile
hastalıklara karşı dirençli kılar. Daha 1863 yılında gelir vergisi konulu bir
sorunun cevap yazısında Schmoller, von Hermann’ın “Klasik gelir kuramına”
yönelik eleştirisini ele almış, prodüktivitenin getirisi ile ulaşılabilir gelir
arasındaki farkı değerlendirmiştir.561
Schmoller için adalet ve reform kavramı çok önemlidir. İş gücü
sorununun çözümünün alt sınıfları yükseltmek, olabildiğince eğitmek,
barıştırmak, uyum ve sevgi ve toplum organizması ve devletin içinde
yaşamaları anlamına geldiğidir.562 Böylece Millet yüksek kültür ürünlerinden,
eğitimden ve refahtan yararlanabilir hale gelecektir. Bu bağlamda işçi sınıfı
monarşik devletle bütünleşecektir. Monarşi Schmoller için reformların
taşıyıcısıdır. Schmoller’in tüm konseptinin iki ana çizgisi vardır:
1-İş gücü varlığının ekonomik ve kültürel gelişime dâhil olması
559
Schmoller, Gustav; Über einige Grundfragen des Rechtes und der Volkswirtscaftslehre, in
Schmoller,1874/75,s.98
1875 ve 1881
560
Seifert,1989,s.45
561
Schmoller,1863, Meyer 1887
562
Schmoller,1873,s.11
176
2-Bir ön kabul olarak, ücret artışı ve bununla paralel ahlaki ilerlemenin,
sosyal durumun sürekli olarak iyileştirilmesinin koşullarını şart koşmasıdır.
563
Schmoller iktisadı şöyle tanımlamıştır:
“İlişkilerin ve düzenlemenin, bir ya da daha fazla insan iş gücü ile
materyal dış dünyaya etki ile geçim için takas ile öncelikle esas olarak kendi
aralarında ve daha sonra üçüncü kişiler ile oluşturduklarının hepsinin kapalı
çemberidir.” 564
İktisadi çabanın merkezi amacı, ihtiyaçları olabildiğince bol mal ile
karşılamaktır. Mal ne kadar fazla olursa, bizim geleceğimiz o kadar güvence
altına alınır. Geleceğe yönelik tassaruflar yapılabilir. Tüm iktisadi gelişmenin
esas sırrı pek çok etkenin birleşmesindedir. Bu en eski kooperatiftir.
Mükemmelleşmiş kurumları sadece vücutsal, ruhi ve ahlaki mükemmelleşmiş
insanlar yapabilir. İnsani özellikler, sosyal kuruluşlar ve iktisadi kurumlar
arasındaki karşılıklı etkileşim, esas önemli noktayı teşkil eder.
Schmoller
iktisadi
fenomeni,
statik
değil,
dinamik
bir
gözle
görmektedir. Buradaki en önemli etkenlerden birisi ondaki tarihi derinliktir.
Metodik olarak bir başarı göstermiştir. O teori ile tarih problemini görünür
kılmıştır. Ona göre iktisadi olayların tabii ve psikolojik sebepleri vardır.
Birinci kuşak Tarihçi Okul’un temsilcileri esas itibarıyla Klasik gelenek
ile bir kırılmaya gitmeden, sadece geleneksel öğretinin üzerine tarihi ilave
yapmak niyetindeydiler. Mesela bu Hildebrand’da, Ricardo ve Smith’in özel
çabalarını methettiği zaman belirgin olarak anlaşılıyor. Klasikler tarafından
tüm zamanlar ve halklar için geçerli olacak olan, teorilerden oluşturdukları
kanunları eleştirmiştir.565 Bunun dışında, Klasiklerin konsepti onlar tarafından
kısmen kabul edilir. Schmoller ise Klasik ekonominin çalışmalarını ‘gerçeğe
yabancı konstrüksiyon’ olarak tamamen ret eder. Smith’in haleflerine,
ayaklarının altındaki gerçek zemini kaybettikleri suçlamasında bulunuyor.
563
Schmoller,1873, son paragraf
Schmoller, Gustav; Die Volkswirtschaftslehre und ihre Methode, in Schmoller,1893,s.528
565
Hildebrand, Bruno; Die Ntionalökonomie der Gegenwart und Zukunft,1848 Dasselbe in,
Sammlung sozialwissenschaftlicher Meister, Bd,22,herausgeg, von Hans Gehrig, Jena,1922,s.27
564
177
Klasiklerin soyut –teorik araştırmasını kesin bir şekilde ret etmesi, vardır. 566
Bu durum Klasik gelenekteki bir Ricardo, Jevons ve Walras ile bir kırılmanın
olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Schmoller’in teorisi gerçektir. Metodu ise, tarih, coğrafya, istatistik,
psikoloji ve teknik tecrübe materyalleri ile oluşturulmuş bir çalışma biçimidir.
En büyük önemi ise tarihi tecrübe materyaline vermektedir. Her ne kadar
psikolojik ve istatistikî ampiri, şiddetle şart koşulmuş olsa bile567Schmoller
kendi metodunu şu şekilde ortaya koyar:568
Metot belirli bir amaca ulaşmak için düzenlenmiş süreçlerdir. Bu
bilimsel esaslara göre işleyen bir süreçtir ki bu süreç Milli İktisat’ın bilgi
birikimine hizmet etmelidir. Bu metot Milli İktisat’ın zaman ve mekâna göre
bütünsel bir resminin belli bir ölçüye ve tarihi ard arda gelişe göre ortaya
konulmasına, iktisadi fenomenlerin karşılaştırmalı bir düşünce süzgecinden
geçirilmesine bunları bütünsel bir kavramlar sistemi içinde düzenlemeye ve
aynı zamanda bütünsel olarak kavramaya yardımcı olmalıdır. Bunu
sağlayacak metotsa tümevarımdır. Klasik İktisat daha ilk ortaya çıkışında
tümevarımla ilerleme kaydetmiş ancak bir kez öncüllere ulaştıktan sonra
tümevarım kısmını tamamen bir tarafa bırakıp elde edilen sonuçları
mutlaklaştırmıştır. Bu iki rakip metot için kriteri şöyledir:’Tümdengelimin bizim
için yeterli olduğu, bizim bilimimizin ilerlemesiyle anlaşılır(tümdengelim
metodunu terk etmek için)’Schmoller için tümevarımın ön koşulu, yeterli
sayıda tümevarımla kazanılmış hükümlerdir. Aynı zamanda buna bir şart
koyuyor; her tümevarımsal kazanılan cümle daha sonraki tümdengelim
uygulamada doğru olmalıdır.
Tümevarım Schmoller’in iktisadi anlayışında önemlidir. Fakat yine
kendi
ifadelerinde,
tümdengelimi
tamamen
dışlamamaktadır.
Onun
vurgulamak istediği şey tümdengelimin yeterli tarihi veriye dayanması
gerektiğidir. Ancak tümevarımla genel kanunlar bir kez elde edildikten sonra
566
Schmoller, Gustav; Über eine Grundfragen des Rechts und der Volkswirtschaft,
Sendschreiben an H.Von Treitschke, in Über einige Grundfragen der Sozialpolitik und der
Volkswirtschaftslehre, Leipzig, 1898,s.148
567
Schmoller, Gustav; Die volkswirtschaft, die Volkswirtschaftslehre und ihre Methode, Frankfurt
am Main, 1949,s.545
568
Schmoller,1893,s.18
178
tümdengelim kullanılabilir ve Milli İktisat disiplini için faydalı bir araca
dönüşebilir. Bu yolda Schmoller, problemlerin psikolojik, sosyolojik ve felsefi
yanlarını da dikkate alan interdisipliner bir yaklaşımı savunmuştur. Detaylı
tarihi
araştırmalarla
istemiştir.569
Milli
İktisat’ı
yanlış
soyutlamalardan
kurtarmak
Yeterli birikim sağlandıktan sonra tümevarımla tümdengelim
birlikte yürüyebilir.
Yıllardır öğrencilerime sağ ve sol ayakların yürümedeki yeri ne ise
tümevarım ve tümdengelimin bilimsel düşüncedeki yeri odur diyorum. 570
Klasik İktisatçıların hataları ise, Schmoller’e göre sadece tümdengelime yer
vermeleridir.571
Kim belirli bir iktisadı ilişkiyi egoizmden değil de Milli karakterden, o
zamanın ilişki formlarından hareketle açıklarsa o, tümevarımsal Milli
İktisatçıdır. Milli İktisatta, onun tarihi, istatistiksel kısmında tümevarımın
kullanılması metodolojik değil ontolojik bir zorunluluktur. Tarihi ve istatistikî
araştırma ve bu tarz araştırmaların sonuçlarının sentetik kombinasyonları
tümevarımsaldır.572
Schmoller hem ‘teoriyi’ hem de ‘tarihi’ birbirine eşit şekilde yan yana
koymuştur. Ve tümden gözlem gibi tekil analizleri kabul etmiştir. Hatta birinin
mükemmelleşmesini,
diğerinin
kesinliğine
bağlı kılmıştır.
Schmoller’in
bununla ilk başardığı ise, Klasik Okul’un ‘fen ‘bilimselliğini,’ ‘dogmasını’
delmek olmuştur. İkinci olarak ise, kesin teorinin formalizminin yerine
materyal bilgilenmeye yer vermesi olmuştur. Bütün bunlar şu parçaların
üzerindedir. Bir bütün olarak bireye ait bir gerçeklilik oluşturmaktadır.
Menger’e tezat olarak Schmoller problemin her iki tarafını da görmektedir.
Schmoller’de ruhi, doğal, ahlaki, teknik, politik, manevi ve dini türden şartların
tüm toplam etkileri fark edilir.
Schmoller, Klasiklerin kendi çıkarının peşinde koşan insan varsayımını
reddetmiştir. Bu varsayımın insan davranışını etkileyen faktörlerden sadece
birisi olduğunu; Klasik iktisatçıların bu motifi iktisadi analizin merkezine
569
Schmoller,1893,s.63-5
Schmoller,1893,s.63
571
Schmoller,1901,s.110
572
Schmoller,1901,s.110
570
179
yerleştirmekle hata yaptıklarını vurgulamıştır. Bireysel fayda, tarihçiler
tarafından inkâr edilmez, ama kendi anlamı içinde farklı değerlendirilir. Bu
iktisadi yanlış görüntü algılaması ise, sadece egoist ekonomik oluşum
nedenleri, iktisadi davranışın ve yansımaların sebebi olabilirmiş gibi
düşünülmüştür. Bununla birlikte iktisat-toplum bağı daha fazla dikkate
alınmalıydı ve özellikle bir toplumsal faktör olan ‘devletin’ ekonomi üzerindeki
etkisi yeterince değer görmemiştir. Klasik ekonomi materyal refahı ve
ilerleme bazlı olarak iktisadi süreci ve kurumları değerlendirmiştir.
573
Sosyal
değerlerin bütününden sadece egoist-iktisadi değerler refahın artmasını
teşvik etmez. Aynı zamanda materyal dışı ve egoist olmayan bir refah ile
toplamda
gerçekten sağlıklı bir
strüktur olarak
davranışlarında, kendini gerçekleştirme,
iş görme,
anlaşılmalı.İnsanların
cinsiyet,
kökensel
anlamda saf olan zevk –ve nefret hislerinin yanında bir de kendini idame
ettirme, sosyal kabullendirme güdüsü ve rekabet dürtüsü vardır. 574
Schmoller, doğal insandan yola çıkarak iktisadi fenomenin açıklanıp
anlaşılabileceğini düşünmez. Ona göre, her bireyin kendine has bir karakteri
varır. Bu karakter toplum tarafından da şekillenir. Bu noktada devreye Millet
girer. Bu yüzden iktisadın analiz birimi birey değil millettir. İnsanların
kazanma güdüsünü kamçılamak insanları barbarlığa iter. İnsanın gerek
duyacağı hazların tatmini onun hayatının amacı haline getirilirse, hayatı
birbirini dışlayan iki alana ayırır. İş ve hazdır. 575 Schmoller, kazanma
güdüsüyle benciliği birbirinden ayırır. Kazanma güdüsüne sahip olupta; bencil
olmayan pek çok insan vardır. Kazanma güdüsü bölgeden bölgeye farklılık
gösterir. Aynı şehirde ki tüccarlar, arasında bile fark vardır. Tefecinin
kazanma güdüsüyle sanayicinin kazanma güdüsü aynı değildir. 576
Rekabet dürtüsü ilerlemenin tekeri olarak görülür. Daha sonraları
kültür teşvik edici bir niteliğe bürünerek kazanç dürtüsü olarak ifade bulur ve
573
A.Amonn Grundzüge,s.355-356
Smith sosyal kabullendirme dürtüsünü, insanlarda ahlaki davranışın kökeni olarak yorumlar.
Schmoller,1901,s.25-36
575
Schmoller,1901,s.34
576
Schmoller,1901,s.37
574
180
şeref, liyakat, kudret v.s.etrafında dolanır.577 Kazanç dürtüsünün ortaya çıkışı
geliştirilmiş ürün-para-kredi olanaklarına bağlıdır. Pazar sadece sosyal
hukuki birim olarak oluşur. Ve tüm Pazar hareketleri toplumsal ahlaki –hukuki
düzen içinde gerçekleşir. Sosyal kabullendirme dürtüsü üzerine, toplumsal
gruplaşma varlığı yaslanıyorsa, toplumun hareketleri de rekabet duygusuna
dayanır.
Schmoller’in mikro ekonomik temel modeli ‘Grundriss’in ikinci temel
cildinde bulunur. Pazar Schmoller için bir soyutluluk değildir. Bunun yerine
zaman
–mekân
içerisinde
somut
ve
ayrıştırılabilen
bir
kurumsal
organizasyondur. Biz politik hukuki ve iktisadi kurum olarak, belirli bir amaca
hizmet eden, topluluk hayatının kendi başına ulaştığı bir düzeni anlarız. Bu
ticaretin sağlam yapısını oluşturur. Mülkiyet, kölelik, kulluk, Pazar varlığı,
para varlığı ve yatırım özgürlüğü işte bunlar kurumsallık örnekleridir. Her
kurumda söz konusu olan maneviyat, ahlak ve hukuk üzerine bir dizi
alışkanlık ve kuraldır. Bunların ortak bir noktası veya amacı vardır. Kendi
içlerinde birbirlerine bağlı bir sistem oluştururlar. Ve ortak bir pratik –teorik
eğitimden geçerler. Biz organ oluşumu altında kurumların kişisel yönünü
anlarız. Evlilikte bir kurumdur. Aile ise organdır.
Ekonomi-politiğin çeşitli
zaman ve ülkeleri karşılaştıran evresi aynı zamanda doğal ile teknik
farklılıkları, ırksal farklıkları, sermaye miktarı ve benzeri olguyu hesaba
katacaktır. Fakat öncelikle kurumları ve organları karşılaştıracaktır. İktisadın,
aile, topluluk, devletsel yasaların, ziraat ile yatırım işletme formlarının, Pazar
ve transfer varlığının kurumlarının, iş bölümü ve sınıf oluşumunun nasıl
dernek, kooperatif, birlik ve kurumlarda sabitlendiğini araştırır. 578
Schmoller bütün kurumların ve organizasyonların temelci ikiliğine dair
bir teori formüle eder ki burada bu ikilikten kastedilen sempatetik içselleşen
ve egoist ayrılan eğilimlerdir. Mikro seviyede olan insanın orta seviyede
kurumlar ve makro seviyede olan topluma dönüştürülmesidir. Örneğin kredi
şirketleri ‘iki eğilime veya ruha’ sahiptir. Biri idealist-paylaşımcı, borçlu
577
578
Schmoller,1978,s.17-35
Schmoller,1978,a,s.64
181
ortaklığı ve yüksek kar elde etmek isteyen hissedarların kar merkezli eğilimi.
Ancak bunlar her organizasyon ve insan göğsünde olan iki trenddir.’
579
Sigorta şirketleri için de aynı gerilimden bahsedilebilir. ‘Saf bir
kanunsal ve egoist tarafa ve tamamıyla insancıl ve kamusal tarafa
sahiptirler,’ işadamı için ilk özellik çekiciyken sosyal politikacıyı ikinci kısım
çeker.580 Bireycilik ve bütüncülüğün bir nevi aşkınsal bir bakışında her ne
kadar son söylediğine daha yatkın olsa da Schmoller çağımızın büyük
sorusunu hangi etik kurallar ve sosyal kurumlar ile ahlaki ve ekonomik
varlığımızı
tehlikeye
atmadan
açgözlülük
ve
sosyal
adaletsizliği
yasaklayabileceğimiz olarak görür. Schmoller için esas nokta bireycilik ve
bütüncülüğün toplum ve ekonomi dâhilinde dengelenmesidir.
Bu noktada ekonominin büyük sorunu olarak şöyle bir şey formüle
eder: Ekonomik gelişimin büyük sırrı birçok kişinin ortaklığını gerektirir. İnsan
karakteristikleri ve sosyal ekonomik kurumlar arasındaki etkileşim anahtar
noktadır. Gelişmenin zorluğu daha büyük sosyal birimlerin ve daha karmaşık
organların kurulmasında yatar.581 Bu Schmoller’in ekonomi görüşünün özel
bir karakteridir ve Menger ile olan metot tartışmasında bunu imlemiştir. Bu
aslında metot üstüne bir tartışmadan ziyade tözsel sorular üstüne eğilen bir
tartışmadır. Menger hatalıdır zira o sadece temel değişim süreçlerini analiz
etmiş ve değişim, değer, para v.b. gibi kavramların tözünü düşünmekte ve
ekonominin
omurgası
değinmemektedir.582Kant’ın
olan
ekonomik
manevi
organlara
öğretilerini
ve
kabullenme
kurumlara
sonucu
Schmoller, tüm vatandaşların daha fazla eğitilmesine büyük önem vermiştir.
Onun yeni eğitim kurumları oluşturmaya yönelik sürekli olan çabaları sonucu,
‘bilgi ile kendini özgürleştirme’ çizgisine ulaşmıştır. Söz konusu eğitimle
toplum içindeki yerlerini hazırlamak amacını gütmekteydi.583
579
Schmoller,1978,b,s.288
Schmoller,1978,b,s.398
581
Schmoller, 1978,b,s.748-749
582
Schmoller,1883,s.247
583
Schmoller, Die Reform der Gewerbeordnung .., s. 160,Ein Wort über den neuen organizationsplan
für die preussischen provinzialgewerbeschulen , jahrbücher für nationalökonomie und statistik , cilt 15
, Jena 1870,s.89
580
182
Schmoller,4.2.1890 yılının imparatorluk bildirimlerinin tartışılması
esnasında ve bazı başka vesilelerle ‘ekonomi politik krizin’ ve ‘sosyal
demokrasinin’ yedekte beklettiği perspektiften büyük memnuniyet duymuştur.
Çünkü ‘çok zaman önce hazır hale gelmiş olan çocuğu, bu şekilde reformist
bir iktisadi politikayla ve Milli bir stille hayata bağlamak mümkün olacaktır.584
Yaptığı tarihsel araştırmaların sonunda, zayıf grupların devrimden hiçbir
kazancı olmadığını ortaya çıkarmıştır. Hatta birbirine rakip olan kuvvetlerin
elinde adeta bir oyun topuna dönüşme riskini taşıdıklarını belirtmiştir.585 Bu
sorunun cevabını ise daha doktora tezi çalışmalarında ortaya koymuştu. 586
Endüstrileşme ve teknik devrim sosyal değişimlere yol açmıştı. Bu değişimler
zayıf vatandaş gruplarının karşısına, zamanının sosyal sorunları olarak
olanca sertliği ile kendini göstermiştir. Bütün bu nedenlerden dolayı, zayıfların
korunması sadece toplumsal ilişkilerin sosyal manada yönetilmesi için sabit
ve geleneğe dayalı kurumların regülasyon vazifesi görmesi ile mümkün
olabilirdi. Schmoller’in bilimsel bilgilenmeleri regülasyon mekanizmasının
temelini oluşturacaktı.
araştırmayla,
Bu bilgilenme ise karşılaştırıcı tarihçi sosyal
ampirik olarak kontrol edilebilir olan bilgi formunda sosyal
realite ile olan bağlantılarında hazırlanmalıdır.587 Schmoller bunun ötesinde
kamusal maneviyatın eğitim kurumları tarafından kalkındırıldığını görmek
istiyordu. Bunun içinse regülasyon neticelerinin kontrolü için ampirik
gerçekliğe başvurmuştur. Kurumsal düzenlemelerin toplumsal kontrole
açılmasıyla, geniş bir kamuoyunun anlayışının düzeleceği
beklentisi
içersindeydi. Böylece çoğu kez hayali tasavvur suçlamasıyla karşı karşıya
584
Schmoller , Die Kaiserlichen erlasse vom 4. 2 . 1890 im Lichte der Deutschen Wirtschaftspolitik
von 1886 bis 1890 , Jahrbuch , 1890 , s. 699
585
Schmoller, Offenes sendschreiben… s. 117,Schmoller için toplumdaki zayıfları sömürüden
korumanın yolu iyi geliştirilmiş kurumsal düzenlemelere bağlıydı.
586
Schmoller, Zur Geschichte der nationalökonomischen Ansichten in deutschland wahrend der
reformationsperiode,
Zeitschrift
für
gesamte
Staatswissenschaften
1860,s.461-716
Schmoller gelişimi bu şekilde teorik ekonomik hareket noktaları itibarıyla incelemesi sonucu
Roscher‘in dikkatini üzerine çekmişti. Aynı tematiğin geleneksel Tarihçi Okul gölgesinde bulunan
Heinrich Wiskemann tarafından da tarihçi bir şekilde incelenmiş olması, Roscher ‘ e mukayese imkânı
vermişti.
587
Schmoller , Die soziale Bewegung in Deutschland von 1770 bis 1912 im Lichte der
marxistischen Klassenkampfidee , Jahrbuch 1938,s.9-21
183
kaldığı, sosyal kurumların sürekli olarak iyileştirilmesiyle ahlaki bir ilerlemenin
sağlanabileceği inancıyla birleştirmişti.588
Schmoller’in dogmatik olmayan düşünce şeklini aynı zamanda onun
sendikalar üzerine olan değerlendirmelerinde tespit edebiliriz. Ayrıca bu
düşüncelerini Brentano, Wagner ve diğer Kürsü Sosyalistleriyle mukayese
ettiğimizde, aradaki fark daha net bir şekilde anlaşılacaktır. Schmoller’in
‘doğal bir düzenin prensiplerine uygun olarak’ oluşturulmuş politik önlemleri
ret etmesi, burada bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır. 1864 yılında sendikal
kuruluşların hukuki olarak tanınması ve çalışma hayatının bünyesine dâhil
edilmesi için çalışmalar yapmıştır. Fakat Schmoller bu çalışmaları, iş hayatını
engelleyen eşitsizliği ortadan kaldırmak ve işçilerin çalışma koşullarının
iyileştirilmesi noktasında gerçekleştirmiştir. Hâlbuki Schmoller bir yandan bu
sendikaların doğal olarak bazı sorunları beraberinde getirdiğinin farkındaydı.
Bu yüzden bu problemlerin büyümeyi ve teknik ilerlemeyi engellemesinden
endişe duyardı. Schmoller’in spesifik kurumlara olan ilgisi burada da
anlaşılmaktadır. Şöyle ki bunlarla toplumun tespit edilen bölümlerinde tatmin
edici bir düzenleme gerçekleştirmeyi arzulamıştır. Ayrıca bu tedbirler, bilimsel
değeri kalmamış dogmatik prensiplerden ihtiva edilen önlemlerin yerini
almıştır. Schmoller büyük bir dikkatle İngiltere’nin iç iktisadi gelişimini
incelemiştir. Ayrıca Karl Marx’ın ve Manchester liberalizm tezleriyle çok
önceden tanışma fırsatı bulmuştur. Onun 1862 yılından beri yürüttüğü
çalışmalar, endüstrileşmenin yeni üretim şekilleri için beraberinde getirdiği
hızlı teknik ilerlemenin zanaatkâr, işçi, orta sınıf, eğitimsiz işgücü, zayıf ve
diğer düşkünler için korkunç neticeleri beraberinde getirdiğini göstermiştir.
Onun dogmatik olmayan tavrı hem Klasik sonrası liberalizmden hem de
Marksist görüşten oldukça uzaktaydı.
Schmoller’in tutumu, daha önce
belirtildiği şekilde iktisadi çerçeve koşulları içersinde bir reform talebine
yönelikti. Şüphesiz ki bu talep ‘sosyal politika’
esas
588
alınarak
yaratığı
etkiden
daha
tabiri,
fazlasını
bugünkü dil anlayışı
ifade
ediyordu.Geçiş
Schmoller, 1904, s. 255, Schmoller‘in kurumların dogmatik hareket noktaları yerine, hukuki
düzlemde araştırılması gereği konusundaki görüşü, bu bağlamda unutulmaması gerekir.
184
yansımaları görünmeye başlamış bir toplumun temel taleplerini formüle
etmeye çalışmıştır.Bu formülasyonlar esas itibarla iktisadi anlayışla kumanda
edilen düzenin çerçeve koşullarını oluşturmaya yönelikti. Bunlar ekonomik
olayların
oyun
kuralı
olarak
genel
anlamda
kabul
görmeliydi
ve
endüstrileşmenin refah artırıcı etkisini azaltmamalıydı. Ayrıca gelir ve servet
farklılıklarını azaltarak sınıfsal farklılıkların artmasını engellemeliydi. 589
Schmoller’in sosyal reform talebi onu Brentano ve Wagner gibi
oldukça farklı politik yönleri temsil eden bilim adamlarıyla uzlaşma
zorunluluğunu getirmiştir. Schmoller parlamenter parti hükümetlerine sahip
ülkelerde, örneğin İngiltere’ de, özellikle zayıf sınıfların teşvikinin yetersiz
olduğunu belirtmiştir. Ayrıca burada birbirine rakip güç odakları tarafından
halkın aşırı şekilde sömürüldüğünü belirtmiştir. Asalet ve sermayenin zengin
ile fakir arasındaki uçurumu daha da açtığına işaret etmiştir.590 Bunlar işsizlik,
barınma sorunu, şehirleşme, aile yapısının çökmesi, sömürü, yeni bir proleter
sınıfın ortaya çıkması, açlık ve sosyal yoksunluktur. Schmoller bunları
birtakım dayanışma toplulukları kurarak azaltma ve yok etme cihetindeydi.591
Schmoller’e göre Milli Ekonomi temelinde ampirik bilim olan yeni bir
sistematikle, bu türden yönlendirici müdahaleler için uygun olan kurumları
oluşturmalıdır. Bu da bizi Schmoller’in ekonomisinin merkezine getirir:
“Teorimizin temel fikri bizim ekonomi kuramımızın ekonomik hayatı kendi
bütünlüklerine sınırlar ve içselleştirilmiş bir bölgede sahip olan politik ve
sosyal organlar içerisinde olduğudur. Ama ilk olarak onların ruhsal
birliktelikleri kanunlar, ahlak ve din gibi aktörlerin sosyalizasyonu ile sağlanır
589
Schmoller, Offenessendschreiben… s.43 Schmoller‘in sürekli istekleri arasında devletin aktif bir
rol üstlenmesi, sosyal olayların yöneltilmesi için çerçeve koşullarının oluşturulması, empirik teorik
olmuştur . Bunlarla sosyal çıkarımları garanti altına almak istemiştir. Tüm çalışmalarında bu taleplerin
dile geldiği görülür.
590
Schmoller, Die soziale bewegung in England von 1770 –1912 im Lichte der marxistischen
klassenkampfideen, jahrbuch 38, s.67
591
1864 ila 1878 yılları arasındaki yazılar kurumların kurulmasına ve çıkar çatışmalarının önlenmesine
yönelik bir dizi tavsiye içerir.
592
Gustav Schmoller , Über Einige Grundfragen Des Rechts Und Der Volkswirtschaft . Ein
offenes Sendschreiben an Herrn professor Dr. Heinrich von Treitschke, Halle 1874,s.45
593
Schmoller, 1978,a,s.9
185
ve bunlar onların temel ifade ediliş biçimleridir.592 Bağımsız pazarlardan çok,
az çok düzenli kurumlar ekonominin temelidir ve bunlarda kanunlara, ahlaki
kurallara ve dine bağımlıdır.593
Ekonomi, kültür, sosyal ve politik organlar verimli gelişimi sağlamak
için beraber çalışmalıdır. Schmoller politik kurumların giderek azalan bir
öneme sahip olduğu ve endüstrinin, ekonominin, yatırımın, bireylerin ve
bilginin önündeki tek engel oldukları şeklinde ifade edilen fikre ve dünya
toplumunun birbirini aşan politik ve normatif değer bağımlılıklarını gerçek
kılmak için fazla kompleks olduğu yönündeki fikirlere şiddetle karşı çıkardı.594
Onun için kurumların önemi artar zira kompleks toplumlarda hilecilik ve
fırsatçılığın getirdiği karlar artar. Becker ve Stigler’i de eleştirerek, onlar
herhangi bir ideolojinin sistem hakkındaki iyilik veya adalet hakkındaki
yargısını etik ve ahlaki değerler olarak addederek duymazdan gelir. Sadece
bireyselci rasyonel amaçsal davranış tarihine karşı:
“Seküler ekonomik değişimler sadece değişen görece fiyatların
neoklasik modelleri vurgulamasından ötürü değil aynı zamanda kendi
durumları üstünde çelişen bireyleri ve evirilen ideolojik perspektiften de
kaynaklıdır.”595
Schmoller için sosyal kurumlar tarafından karşılıklı güven organları
oluşturmak için merkezi bir şekillendirme işlemine yatırım yapılmalıdır.
Ekonomik sistemler politik makro içerisine gömülüdür ve bunlar barış yaratan
ve koruyan topluluklardır. Onlar içsel olarak tekil ve dışsal olarak
farklılaşmıştır ve bir dost –düşman şemasına göre çalışırlar. İlk olarak hislere
ve kansal akrabalığa dayalı olan bu formel kurallar evlerin gelişmesi, kalıcı
tarımın, büyük grupların ve daha yoğun bir kalabalığın olmasıyla daha önemli
hale gelmiştir. Askeri çatışmalar merkezi bir tahakküm sistemine ve yönetici
bir liderliğe yol açmıştır ve bunlar daha önceden merkezi olmayan ve egaliter
olan toplulukların yerini almıştır. Savaşçı, rahip, aristokrat ve bürokrat
594
595
Luhmann,1997,s.78
Schmoller,1981,s.58
186
grupları var olmaya başlamıştır. Bunların düzenlenmesi ve üst seviyede
entegre olması iktidarı oluşturmuştur. Bu da politik temelli mülkiyet haklarının
ortaya çıkmasına izin vermiştir. Bu durumlar legal olarak sağlam daha büyük
Pazar ve ticaret bölgeleri için gereken önkoşullardır.596
Schmoller
tarafından
zamanında
talep
edilmiş
olan
kurumsal
düzenlemelerin barıştırıcı etkileri bu şekilde gerçekleşmiş ve bir zamanlar
aşılmaz olarak görünen üretim erkine sahip olanlar ile olmayanlar arasındaki
sınıf çatışmasını ortadan kaldırmıştır. Sendikaların ve sosyal demokratların
çatışmacı tavırları, Schmoller’in sosyal politikaları sayesinde rekabet eden bir
işbirliğine dönüşmüştür. Gerçektende Schmoller’in Treitschke’nin dogmatik
mülkiyet kavramına yönelttiği eleştiriler ve onun büyük işletmelerin
organizasyonuna ilgin görüşleri, Alman anayasal sistemine paragraf 14‘te
“mülkiyetin sosyal bağlamı” olarak girmiştir.597 Schmoller ilkin 1864 yılında
sistematik olmayan bir şekilde dile getirdiği ve sonraları sık sık tekrarladığı
talepleri, uzun zaman önce modern kurumsal kanunlara dönüşmüştür
Schmoller tamamen yeni kurumsal regülasyonları şu alanlar için talep
etmiştir: İşçilerin ortak çıkarları doğrultusunda koalisyon hakkının tanınması
ve sendikal derneklerin ihtivası, grev hakkı. İşçi ile işveren arasındaki
çatışmaların giderilmesine yönelik uzlaştırıcı kurulların oluşturulması, ticari
düzenin reformu ve ticaret mahkemelerinin kurulması, işçi ile işveren
arasındaki tarife görüşmelerinde yasal eşitliğin tesis edilmesi, özel emekli
sandıklarının kurulmasına yönelik yasal alt yapılar, iş akitlerinin yasal fesih
şartları, kaza – ve hastalık sigortası, fabrika kuralları ve buna uygun denetim
kurulları, kadın ve çocuk işçililiği…
Schmoller’e göre, Pazarlar şekillendirilmiş kurumsal yansımalardır.
Belirlenmiş ve nötr olmayan kurallar bunu takip eder. Nasıl ki nötr para yoksa
nötr ve regülasyondan geçirilmemiş bir Pazar yoktur. Bu kuralı ve kantitatif
olarak
şekillenebilen
anlayış
ile
neo
klasik
arasında
görüş
farkı
oluşturmaktadır. Burada geçerli olan ekonomi-politik, özel ekonomilerin
596
Schmoller,1978,a ,s.12-45
Schmoller, Gustav; Zur Geschichte der deutschen Kleingewerbe im 19.Jahrhundert Statistische und
nationalökonomische Untersuchungen, Halle,1870,s.606
597
187
sadece bir dışsal toplamı olarak ele alınır. Ve ekonomik faaliyetler ise sadece
mal kalitatifliğinin mekanik bir oyunu olarak değerlendirilir. Grundriss’in ikinci
cildinde tarihçi bir perspektif içinde belirtildiği gibi ekonomi-politik önemli
oranda bir toplumsal tertiptir. Modern toplumlar kendilerini özellikle anlaşma
hukukunda gösterirler. Bu pozitif antlaşma hukuku, bugün kendisini sayısız iş
ahlakı kuralında, transfer geleneğinde ve statüde kendini gösterir. Buna ilave
ceza ve yönetim hukukunu, yatırım hukukunu ve derneklerin statülerini
sayabiliriz. Bütün bunların birleşmesiyle, tüm ekonomi-politik sürecin tüm mal
ve hizmetlerin büyük toplumsal normlaştırma sistemi ortaya çıkar. Bu bir
normlar,
yasaklar
sistemidir.
Her
zaman
ahlaksız
anlaşmalar
cezalandırılmıştır. Amaç burada zayıfı kollamak, genel çıkarı hedeflemek ve
ahlaksız bireysel kudretin önüne geçebilmektir. Öyleyse ekonomi- politiğin ön
koşulu normlaştırmadır. Schmoller bu konuya 152ff de pazarın varlığı ile
oluşumu ile ilintili olarak değinmiş bunun eşit bir şekilde çalışabilmesinin
giderek artan bir kural etkinliğe ihtiyaç duyduğunu belirtmiştir. Bu iş sadece
kamuoyunun şeffaflığında, şiddet ve sahtekârlığın ortadan kaldırılmasıyla,
Pazar varlığının toplumsal düzene alınmasıyla, ölçü-ağırlık para varlığının
kontrol altına alınmasıyla mümkündür. Bundan dolayı pazarlarda hiçbir
zaman basit egoist dürtüler ve basit kar istekleri egemen olmaz. Toplumsal
duyarlılıklar töreler ve düzen bunları bir şekilde sınırlandırmalıdır. Bu
sınırlandırma pazardaki insan çeşitliliği arttığı oranda artmalıdır. Ortodokslar
için “Pazar” gerçeklik içersinde konumlanmış ve akis etmeyen bir şekilde
doğal olarak gelişen bir ‘varlıktı.’ Şekillendirme olanağı yoktu ama teşvik ile
görünür hale getirilebilirdi. Schmoller için Pazar ampirik araştırmayla
ulaşılabilen bir düzenleme aracıydı ve bağlantıların bilinmesi durumunda
nesnel belirli bir çerçeve içersinde şekillenebilme kabiliyetine sahipti.
Ekonomik rekabet kompleks ve çok basamaklı bir yapıdır.Schmoller’in
aslında rekabet dediği şey komplike toplumsal, her türden yarı psişik yarı
materyalist süreçtir. Bunların çeşitli sonuçları vardır. Ancak kişi ve grupların,
pazarın büyüklüğü ve darlığı transfer ilişkilerini, psikolojik ve ahlaki atmosfer,
188
etkin olan hukuk kurumları arasında bir fark gözettiğimiz zaman, iyi
ispatlanmış bir neticeye ulaşabilir. Rekabet bir kanun ile belirlenmez.598
Pazar aktörleri çoğu kez asimetrik bilgilerle karşı karşıya kaldıkları için,
rekabet baskısı doğru kanallara yönlendirilmelidir. Neo klasiklerin Pazar
partisiplerinin takas eşitliğini, mükemmel bilgilenmesini ve yeterli bir gelecek
oryantasyonunu oluşturmuştur. Bu ise Schmoller’e göre, daha yapılanmalı ve
öncelikli olarak şekillenmelidir. Aktörler prensip olarak mükemmel bilgiye
sahip değillerdir. Bunun yerine dış çevreyi yorumlanmış konseptler
vasıtasıyla algılarlar. Bunlar içsel bireysel algılama sonucu geniş bir
varyasyon gösterebilirler ve iktisadi sürecin evrimsel karakteri tarafından
sürekli olarak yenilenmeleri gerekmektedir. Davranışları bunun için determine
değildir. Ve öngörü kabul etmez. Çünkü öncelikleri sürekli tecrübelere dayalı
değişimlere tabidir. Ve bunun için aktörler daha önceden sabitlenemeyen
evet-hayır pozisyonları alabilirler. Sürekli olan regülâsyonların yerine,
değiştirilebilen kuralları takip eden planlar ve kurumlar geçer. Davranış
pozisyonları çoğu kez objektif değildir. Tamamlayıcı değildir ve rakamsal
olarak ifade edilebilir nitelikte değildir. Bunun yerine komplekstirler ve bu
belirgin
bir
azamileşme
problemi
olarak
seçim
pozisyonunun
tanımlanmasında şüphe uyandırır. Pozisyonlar ise, belirtilmiş, yorumlanmış
ve davranış hedefi ile etkilenmiş konseptler tarafından elde edilir. Saf veriler
veya bilgiler yoktur. Nesneler onu kullanan insanlar ne düşünüyorsa odur.
Beklenti genel prensiplerin kısmi gerçeklikler üzerinde kullanımıyla oluşur.
Gerçeklik ise o kadar kişisel geçmiş ile deneyime, yoruma, tecrübenin
karakterine bağlıdır.599
Schmoller’de tüm rekabet insani dokunuşa bağlıdır. Bu dokunuş
kendini görme, kendinle konuşmadır. Ayrıca tüm katılımcıların fiyatlar,
stoklar, mal kalitesi konusunda bilgi ve haber alabildikleri oranında bir
oryantasyona gereksinim vardır. Rekabetin türünü belirleyen faktörler ise
598
599
Schmoller, 1978,b,s.40-55
Schmoller,1978,b,s.40-57
189
genel iktisadi yetişme, kamusal organizasyonunu iyi veya kötü oluşu ve iş
dünyasının ahlaklı veya ahlaksız oluşudur.
Arz-talep arasındaki bilgi aktarımı ise sömürüye oldukça açıktır. Çünkü
burada bir taraf oldukça kötü bir oryantasyona sahiptir. Rekabetin iyi
etkilerinin görülebilmesinin başında, olabildiğince iyi, çabuk ve gerçekçi
hareket eden bir sivil görüşün olmasıdır. Tabii ki hiçbir kamusal uygulama
veya sivil teşebbüs insanları Pazar, iş ve mal konusunda aydınlatmaz. Fakat
sahtekârlığı ve sömürüyü ortadan kaldırmak için gereklidir. Bunun ötesinde,
Pazar katılımcılarının tamamının davranışlarının toplum üzerindeki etkilerini
dikkate alarak, buna uygun olarak ileri bir görüş ile topluma zarar verecek
davranışlarına yön vermeleri gerekir. Bu mümkün olmadığına göre,
maneviyatın, ahlakın, hukukun genel kuralları ile bu zararın oluşmaması için
oluşturulmalıdır. Bu geniş tutularak pazarın kendisine de uygulanmalıdır. 600
Yani rekabet regülâsyondan geçmelidir. Schmoller bu görüşleri ile metodik
olmayan ve uygulamacı perspektif taşıyan ekonomik hermeneutğin ilk
işaretlerini vermiştir.
Schmoller’de değer en içsel dürtü ve iktisadi davranışa en yakın
kökeni olarak karakterize edilir.’Değer’ genel olarak bizim ruh hayatımıza
eşlik eden ve bizim bütün davranışlarımıza egemen olan yansımadır. Her
tassavur ile her izlenme zevkin ile nefretin kabul etmenin ve ret etmenin bazı
hisleri eklenir. Bu hisler belirli bir kuvvete ulaştığında ise bilincimize ulaşır.601
Schmoller berrak olarak tanımlanmış ve mal alanı ile sınırlı bir
öncelikler düzeni tasarlamamıştır. Bunun yerine kompleks antropolojik –
psikolojik temel görüşüne uygun olarak, bilince olan yönelişin hiçbir zaman
tamamlanmayan dinamik bir içsel değer yargısına ve düzenli değer verme
duygularına öncelik vermiştir. Schmoller organizasyoncu tezden yola çıkarak,
tekil ‘değer ölçülerini’ izole edip taksim ettikten sonra ihtiyaç derecesine göre
sıralamak yerine tüm ‘değerlendirmelerin’ karşılıklı bağımlı olduklarını ifade
eder. Böylece değerlendirmeler söz konusu zamandan-mekândan ve
değerlendirmeyi yapanın genel durumundan etkilenir. ‘Hayal eden ve
600
601
Schmoller,1978,b,s.52-53
Schmoller, 1978,b,s.109
190
hisseden varlığın içinde bulunduğu genel durumu bize açıklayan değer
hisleridir.’Her zaman geçerli olan ise, ruhun komplike bir işlem içinde
oluşudur. Hayal edenin kar zarar hesaplamalarıdır. Çünkü bir değer hissi
oluşturan tassavur bunun hemen yanında olan diğer tasavvurlarda bir
çatışmaya girer. Çünkü bizim ruhumuzun önünde seçenek olarak bir dizi
amaç vardır. Bu amaçların her birinde genellikle bir dizi vasıta seçeneği
mevcuttur. Bunun sonunda bizim değer duygumuz şunları söyler: Çok sayıda
seçenek, ihtimal, amaç, mal ve davranış açısından bugün ve yarın tercih
edilecek budur ifadesinde bulunur.602
Schmoller için değerlendirme, hiçbir zaman rasyonel tanımlanmayacak
tercihtir. Bugün ve yarın tercihini yapar. Schmoller tercihte bulunan bireyin,
tüm genel eğitim tarihi tarafından etkilendiğini dikkate alır. Böylece bireyin
tarihi onun değerlendirmeleri ve ufku konusunda belirleyici faktörlerden
biridir. Tüm değer hisleri ve hükümleri güncel olan zevk ile nefret kabul etme
ile etmemenin yanında, eski hislerin ve geçmiş hükümlerin birikimine dayanır.
Değerlendirme üzerine olan bu holistik bakış bariz bir şekilde
neoklasik tasavvurdan uzaklaşır. Burada değer sübjektif değer teorilerinin
aksine esansiyel bir biçimde tüm ekonomik davranışın son birimine ulaşmayı
hedeflemez. Ve kantitatif bağıntıları, matematiksel yöntemlerle ortadan
kaldırma girişiminde bulunmaz. Değer veren bağlantının, toplam basit
birimlerin veya tandans olarak evrensel olan alakasız kombinasyon
eğrilerinden elde edileceğine inanmıyordu. Schmoller ekonomi-politiğin, bu
birimlerinin belirli bir otomatik-mekanik ortak iletişimlerinin neticesinde bir
denge arayışına girdiğine dair olan, bir ispatlama ihtiyacı hissetmemektedir.
Ondaki değer tanımlama sistemi aynı zamanda, formel-mekanik oluşumların
nerede maliyetli olduklarını gösterir.
Schmoller’in sübjektif olarak görülebilen bu değer teorisi istikametinin
dışında, aynı zamanda bir ikinci yönü de vardır. Schmoller’in düşüncelerine
göre, iktisadi faaliyetin hukuki ile ahlaki temellerine ve ‘ortak insani anlayışın
602
Schmoller,1978,b,s.109-111
191
psikolojik temeli anlamında dil ve yazıya’ yaklaşmak mümkündür. 603
Schmoller’in buradaki yayınları, kendi zamanının sosyal bilimsel araştırma
sonuçlarına dayanır.604
Tüm değerlendirmenin tüm düzenine hâkim olan bu ölçütler, sadece
basit sübjektif hatıralardan kaynaklanmaz. Ve her ne kadar hatıradan gelen
tekil değer yargısını, genel değer bağlantısı içinde bir araya getirse bile,
bunlar dilin, anlaşmanın, toplumsal bağlam ve hükümlerin bir neticesidir. İşte
bu şekilde her sübjektif değerin içinde ‘objektif’ değer vardır. Schmoller
burada saf sübjektif beklentiyi dışlayan bir bilgilenmeden yola çıkarak
değerlendirmenin bir tekbencilik –basit tek olanın öğretisi olmadığını belirtir.
Bunun yerine değerlendirme onun toplumsallaştırma teoremi doğrultusunda
olduğu gibi, büyük bir bölümü diğerleriyle olan anlaşma sonucu ve basit
devralma yönteminden ibaret olduğunu belirtir. Böylece tüm sosyo-psikolojik
araştırma ve teorilere temel baz olarak görülebilecek bir cümle ortaya koyar.
Bunun neticesinde radikal sübjektivizm için neredeyse hiç anlaşılmayacak
olan bir mucizeyi ortaya koyar. Bu saf sübjektif değerlendirme eylemleriyle,
objektif fiyatlara nasıl ulaşılacaktır.
Bu soruya bireysel olmayan sosyal yönden verilecek iki basamaklı bir
cevap vardır. Çünkü birey değeri, toplumun genel değerlendirme ufkunun
yanında aynı zamanda referans grupları tarafından belirlenir.’Her değer hissi
ve değer yargısı, ikili bir tabiata sahiptir. Bunlardan ilki, bireyin ruhunda
oluşmuş olmasıdır. Bireyin değeri burada dürtüleri ve yapısı, kaderi o anki
durumu ve uyarımlar tarafından belirlenir. İkincisi ise bu aynı zamanda
duyguların ifadesi, bir toplumsal sınıfın tasavvurları ve ruhi-sosyal bir
atmosferin eseridir.
Schmoller değer problemine enteraktif ve tarihsel bir perspektif çizer.
Çünkü değerlendirmeyi ve hissetmeyi, diğerlerinin yanında tarihsel bir gelişim
süreciyle tespit edildiğini düşünür. Ve bireysel değerlendirme üzerinde kökten
etki ettiği tahmin edilen başkalarının değer yargılarını bu hesabın içine katar.
603
Schmoller,1978,a,s.112-117
Bununla birlikte bu sosyal bilimsel araştırma sonuçları bugünde büyük oranda geçerliliğini
korumaktadır.
604
192
Schmoller için aynı şekilde marjinal faydanın takip edilmesi, bir dürtüleme
kaynağı değildir. Schmoller bunun yerine bunu belirli sosyal değerlendirme
süreçlerinde oluşan bir davranış heyecanı olarak yorumlamıştır. “Egoist,”
kendisini aile veya başka bir çevrenin ortamına yerleştiren birinden, farklı
olarak değerlendirmede bulunur. Fakat egoist, diğerleriyle bir mutabakata
varsa bile, sadece kendisine inanır. İnsanlığın büyük bir bölümü, bir otoritenin
veya çevrenin kabul ettiği ve kamuoyunun benimsediği açıklamaları, değer
olarak onaylar. Tekil insan burada ne kadar saf ve primitifse, bu eğilim artar.
Ve sürü içinde kendini hayvan gibi hisseder ve hüküm verirse o kadar
bağlılığı yüksek olur. 605
Değer elementleri babında ‘en özgür sübjektif değer hissi’ ile
‘toplumsal –objektif değer hissi’ arasında bir ayrışıma gider. Ayrıca bunların
arasında bir diyalektik ilişki oluşur. Bu nihayetinde dilsel –hermeneutik
anlama ile değerlendirme süreçlerine dayanır.
Schmoller’in
kavram
seçimleri
ise,
onun
tarafından
belirtilen
J.Neumann’ın çalışmalarından kaynaklandır. Neumann’ın sübjektif-objektif
ayrışmasına kısa bir şekilde değinir. Bu noktada vurgulanması gereken,
Neumann’ın değer probleminin hukuki olgusunu sildiği ve meşru bir tassaruf
hakkı olarak tanımlamasıdır. Böylece bir kişinin bir mal için belirlediği
sübjektif değeri, değer olarak tespit eder. Onun için ‘değer’ objektif bir
anlamda ve bir kişiye bağlı olmadan vardır. Ayrıca bağımsızlığı, hukuki
düzenin oluşturduğu kategoriler içinde bölüştürür.(servet değeri, alım değeri
ve kazanç değeri gibi) Aynı zamanda Schmoller’in metodolojik yöntemleri
içinde önemli olan ise, her türlü değer esansiyalizminin inkâr edilmesidir.606
Schmoller’in
epistemolojik
–ontolojik temel pozisyonu
kendisini
Neumann’ın taslağının içinde gösterir: İktisadi değerin son bir element
parçası yoktur. Öyleyse Schmoller için objektif –toplumsal değerde iki farklı
olgu vardır. Birincisi dilsel-sembolik, toplumsal anlam isnat etmesidir.
Bu
bireye yöneliktir. Diğeri ise hukuk düzeni ve Pazar ilişkileri belirli kazanç
605
606
Schmoller,1978b,s.110
Kaulla 1906,s.252-255
193
değerlerini tespit eder. Bunlara para birimleri cinsinden objektif zamansal
değerler yüklenebilir.
Schmoller bir sonraki adımda ise, değerlendirmelerin saf mal
kantitatifliğine yönelik olduğu şeklindeki tasavvuru ortadan kaldırır. İnsan
topluluklarının ilerlemesi ise, tam olarak bunun yegâne olgu olmadığını
göstermektedir. Bunun yerine ilerlemiş kültür evrelerinde başka ‘ilişkilerinde’
dikkate alınması gerektiğidir. Ve bunlar aynı zamanda devlet bütçesi
içerisindeki malların değerlendirilmesi açısından önemlidir. Daha yüksek
duyguları eğiterek ve daha rafine ihtiyaçlar ortaya çıktıkça, bu duygulardan
ötürü daha yüksek amaçları takip eder. Böylece değer yargılarının ve değer
tasavvurlarının yeni değerler grupları ortaya çıkar. Ve bunlar kısmen artık bir
varlık, mülk ve çalışmaya dayanmazlar. Bunun yerine bazı ilişkilerin varlığına,
bir bakış ve zevkle, sosyal birliklerin kurulmasına estetik yansımalara ve
ahlaki gelişimlere yönelimlidirler.607
Schmoller’de bu görüş, eski son birim yararı teorisyenlerinin bazcılık
(hedonistik) bazından tamamen sıyrılır. Bunu yapmasının sebebi, bireysel
tasdik gerektiren son ölçütler peşinde koşmasından kaynaklanır. Tahminin
sosyal değer yargılarının yanında, değerlendirmenin yeni türleri ortaya çıkar
ve bunlar toplam kültürel gelişime bağımlıdırlar.608
Fakat bunların kompleks kombinasyonları, daima ‘insan bilinci’
içerisinde
biçimsel
olarak
odaklanırlar.
Değişen
toplam
kişilik
her
değerlendirme ameline katılır: Eski duygu tanzimleri yavaş yavaş yenileri
tarafından modernleştirilir ve uzaklaştırırlar. Gelişim ile daima tüm değerler
az veya çok farklılaşır. Fakat her zaman değerlerin dengesi, düzeni ve
hiyerarşisi yeniden tesis olmalıdır.609 Ama sadece bireysel değerlendirme
amelleri ele alınmaz. Bunlar aynı zamanda bir ahlaki hükme tabi tutulur.
Schmoller bundan çeşitli insani hedeflerin ve malların alt alta düzenlenmiş
birimleri itibarıyla değerlendirmesini anlar.610
607
Schmoller,1978b,s.110
Bunlar politik değerlendirme ve estetik değerlendirmelerdir v.s. Schmoller kültürel bir rafinaj
modelini esas almıştır.
609
Schmoller,1978b,s.111
610
Schmoller,1978b,s.111
608
194
Her aklı başında tercih böylece değerlendirmelerde bulunurken
karşılıklı bağımlı bir örgünlük içinde daha yüksek bir duruş noktasında
mevzilenmeyi gerektirir. Bunun için her değer yargısı aynı zamanda diğer
bütün değer yargılarını da etkiler. Bunların hiyerarşisi içinde çeşitli kültürel,
politik ve ekonomik değer alanları vardır. Bunun için iktisadi amaçlar
doğrultusundaki analizler için öncelikli olarak iktisadi vasıtaların hangi
düzeyde olduklarını sormak gereklidir. Çünkü iktisadi değer bir sahip olma ve
çalışmayı hedefler. O zaman ortaya çıkan soru, iktisadi çalışmanın ve iktisadi
kazancın insani hayat amaçlarının bütününe nasıl yerleştirilecek oluşudur. Ve
bunların hangi mertebede olması gerektiği sorulmalıdır. Ayrıca iktisadi
uğraşlar hangi ölçüde bireysel amaç ve vasıta olmalıdır. İktisadi değer
yargıları daha yüksek olan değer yargıları karşısında nerede ve ne kadar geri
çekilmelidirler. Schmoller sınır düşüncesinin sadece iktisadi vasıtaların ve
amaçların çok farklı bir sektöründe uygulanabileceğini belirtmiştir. Çünkü
iktisadi sübyelerin doğrultusunda fayda değerinin tercihi dışında olan alanlar
vardır.611 İnsanlığın en büyük ahlaki gelişimleri, bireyin bazı yönlere karşı en
yüksek değer, en önemli amaç olarak yansımasından kaynaklanır. Bu
yansıma tüm iktisadi değerlerin ötesinde, artık satın alınmayan davranış
olarak yansımalardan ileri gelir. Aile içindeki hizmetlerin ödenmemesi, bazı
makamsal faaliyetlerin karşılığı olarak para değil, onur ile ödüllendirilmesi v.s.
Tüm iktisadi davranış böylece iktisadi ve yüksek değerler arasındaki
düzenleyici fayda regülâsyonu ile daha yüksek bir kültür basamağına
çıkartılmıştır. İktisadi değerler alanında öncelikle hangi birimlere, amaçlara ve
vasıtalara yönelme konusu gerektiği önemli değildir.(birey, aile, toplum)Fakat
karar bir kez verildikten sonra bu kez sınırlanmış bölgede sadece marjinal
düşünce etkin olabilir.
Fakat bu katı formda olmaz. Çünkü burada sadece ordinal taksimat
söz konusu olabilir. İnsan kendisine soruyor, içinde bulunduğu durum gereği
var olan vasıtalar doğrultusunda en önemli amacın ne olduğunu ve bundan
sonra ne olacağı merak ediliyor. İnsan amaca hangi vasıtaların hizmet
611
Örnek olarak Schmoller tarafından belirtilmeyen Solon’un klasik köleleştirme ile ilgili yasakları
195
edeceğini düşünüyor ve daha iyi görüneni tercih ediyor. Eğer aynı vasıta
birden çok amaca hizmet ediyorsa o vakit önemli olan amaca hizmet
etmekten ziyade önemsiz amaca ne kadar hizmet ettiğine bakıyor. Faydanın
sınırlarının arayışı içine girilir ve büyük miktarda var olan nesnenin faydası
değerlendirilir. Yani marjinal faydaya bakılır. İnsan aşırı miktarda bulunan
malları ve hizmetleri değerlendirir. Bunlar kullanıma değin çok sıradan
amaçlara hizmet eder. Buna karşın sadece önemli amaçlarda kullanılan
malların kullanımı ise daha sınırlıdır.612
Schmoller bununla birlikte, serbest mallara yönelik marjinal faydanın
önemini azaltır. Çünkü çeşitli kademe basamaklarında duran amaçların
değerlendirildiğini ve büyük amaçlar doğrultusunda malların temel prensip
esas alınarak düzenlendiğini belirtmiştir.Buna göre eşit ağırlıkta olan amaçlar
için az sayıda bulunan mallara daha fazla önem verilir. Çünkü bu mallara
ulaşmak için daha fazla zahmet ve maliyeti göze almak gerekir. Böylece en
geniş anlamıyla bir çalışma değeri veya üretim maliyetleri teorisi argüman
olarak kullanış, fakat daha derine inen bir açıklama yapılmamıştır. Malların
hizmet ettiği farklı amaçların öne alınmasıyla eşit fayda yoğunluğuna sahip iki
mal arasında sadece daha ucuz olanın üretileceği gerçeğini burada
gizlemektedir. Schmoller bu düşünceyi iktisadın iki iddiasını gerçekleştirmek
için ortaya koymuştur. Bunlar doğal-teknik olan ve toplumsal –ahlaki
elementtir. Ayrıca Schmoller bu şekilde birinin diğerine bağımlı olmasının
önüne geçmek ister. Fakat bunun bedeli teorik sağlamlık olmuştur.613
Ama sonunda bir kullanım değeri duruşu sergiler: Değer hiçbir zaman
nesnelerin kendisinde değildir. Değer insan veya insan gruplarının
hükmündedir. Değer içinde yaşadıkları ilişkilerde ve kültür şartlarındadır.
Fakat durum böyle olmakla birlikte değer, insanlara her zaman nesnelerin
içindeymiş gibi yansımaktadır. Çünkü tabiatın ve toplumun objektif düzeni
hükmü esas itibarla belirlemektir. Bütün üretim değeri veya kazanç değeri bir
612
613
Schmoller, 1978b,s.112
Örnek olarak gösterilen iki terazi kolunda olduğu gibidir. 1978b,s.113
196
mülke, bir makineye ilave edilir. Bunun için ise, üretimine katkı sağladıkları
nesnenin kullanıma veya hazza uygun olması gerekir.614
Schmoller tekrardan bireylerin nasıl davranması gerektiği yöndeki
soruyu tekrar ele alır. Çünkü sürekli değişen şartlar dolayısıyla davranışın
somut zaman dilimi içinde sürekli olarak yeniden değerlendirmek zorunda
kalmaları gerekmektedir. Schmoller buna karşı ikinci bir rahatlatma momenti
daha ortaya koyar. Zaman israfına karşı olan ve sürekli alınması gereken
kararlarların önüne geçen toplumsal değer avanslardır. Bunun yanında ise bir
rahatlama momenti daha ortaya koyar. Şu an içinde bulunduğu durumu
hesaba katmayan biride doğanın ve toplumun, dürtülerin ve ihtiyaçların
iktisadi amaçların ve vasıtaların varsayılmış bir ortalama pozisyonunu kabul
etmiştir. Ve bundan yola çıkarak artık değer duygularını ve değer hükümlerini
şekillendirir.615
Değer vermenin bilinci aynı zamanda, düzenli toplumsal ölçü-ve ağırlık
sistemlerinin gelişimiyle bağlantılıdır. Toplumsal organlar ve kurumlar bunun
için bir serilmiş sübjektivizmi ve bireysel değer yargısı özgürlüğünü mümkün
kılmıştı. Schmoller Pazar konusunda ki görüşünde ortaya çıkan soru, onun
sübjektif kullanım değeri duygularından objektif fiyatlara nasıl ulaştığıdır.
Değer vermenin ölçümünü belirgin bir şekilde ret eder. Duyguların kökenine
soyut denemeler yaparak inmeye çalışılmış ve bunu ölçmenin mümkün
olmadığını söyleyerek; zevk ve nefretin karanlık yarı güdüsel hisleri,
doğrudan ölçülebilir değillerdir.
Schmoller ‘içten dışa giden’ değer oryantasyonunda berrak sayısal
değerlere içsel sabitlenme tasavvurunu ret eder. Bunlar pazarda sabit azami
değer olduğunda alıcı, sabit minimal değer olduğunda satıcı olarak ortaya
çıkar.
Fakat
bunun
yerine,
bireylerin
oryantasyon
sağlayabilecekleri
toplumsal yardımcı yapısallıkların sunulmasını onaylar. Bunlar sadece belirli
dışsal tahmin olarak yoğunlaştıklarında elle tutulur ve karşılaştırılır hale
gelirler. Bu ise binlerce yıllık tecrübe ile alışkanlıkların oluşturduğu ölçü ve
614
615
Schmoller,1978, s.113
Schmoller,1978,s.112
197
büyüklük tasavvurlarının ve bunun devamında gelen ölçülebilir kazanç –ile
takas değer tahminlerinin gerçekleşmesiyle mümkün olmuştur.616
Bu türden yardımcı büyüklükler olarak, Neumann’cı kazanç ve transfer
değerlerini uygulamaya koyar. Çünkü bunlar sayısal olarak yakalanabilir, elle
tutulabilir ve ortak paydalara bağlanabilirler. Ve bunlar hesap yapılabilir,
toplanabilir ve muhasebe kayıtlarında kullanılabilir niteliktedir. 617 Schmoller
burada tekrardan sübjektif ve objektif değer öğretisinin iyileşmez bir
karmaşasına girme tehlikesini atlatıyor. Haz alma değeri önceliklidir ve böyle
kalacaktır. Fakat zor olarak yakalanır ve değerlendirilir. Bunun için sadece
kazanç –ve takas değerine sahiptir. Bu onun rakamsal büyüklüğünün geriye
yansıtılmasına dayanır.618
His ettiğimiz bir şeyi kesin rakamsal değerlerle nasıl karşılaştırırız?
Schmoller’in geleneksel ortamlara yönelik düşünceleri ise, bu konuda en
azından kısmi bir açıklama getirmektedir. Yalnız Schmoller burada dogma
tarihine dayanır. Klasik üretim değer teorisine makul bir düzlemde karşı çıkar:
Sanki her hangi bir tarihte bir insan sadece çalışma saatlerini hesaplayarak,
ihtiyaçlarından
ve
kitle
ilişkilerinden
bağımsız
bir
şekilde
malları
değerlendirmiştir.619
En nihayetinde bu konuyla ilgili, Klasiklerden Smith ve Ricardo’nun
iktisadi politik kavramsal içeriği Schmoller’in hoşuna gitmemiştir. Schmoller
Dietzel’den alıntı yaparak, değerin faydaya ve sınıra dayandığını belirtir.
Böylece tekrar daha önce tespit ettiği bulanıklığa geri döner. Fakat bu
bulanıklık Avusturya Okulunda da mevcuttur. Avusturya Okuluna ithaf edilen,
onun bazı noktaları daha iyi ve keskin gördüğü konusu ise, büyük ölçüde
mesnetsizdir.
Schmoller Pazar değerinden takas değerini belirleme konusuna girer.
Pazarda var olan fiyat üzerinden yola çıkar. Bu noktada arz-talepte bulunan
alıcı ve satıcı ortaya çıkar ve bunlar fiyat üzerine baskılama yaparlar. Fiyat
arzın artması durumunda düşme ve azalmasında yükselme tandansına girer.
616
Schmoller, 1978b,s.114
Schmoller,1978b,s.114
618
Schmoller,1978,b,s.114
619
Schmoller,1978b,s.115
617
198
Talebin artmasıyla ise yükselir. Shmoller bu tandansı doğal olarak karşılar.
Fakat Schmoller’in bu görüşü sadece çok genel bir gözlem ve yüzeysel bir
tasavvur için geçerlidir.
Bu var olan fiyat değerinin varsayımı üzerine olan ‘tarihçi’ yaklaşım ile
Schmoller, doğal fiyatın esansiyalist sorunsallığından uzaklaşır. Çünkü arztalebin iletilen değer üzerine baskı yapması, iktisadi aktörlerin güncel
gözlemlerine uygundur. Ayrıca bu durum Avusturyalılar tarafından da inkâr
edilmeyen, takas değerinin arz-talep öğretisini ortaya çıkarmıştır. Fakat bu
öğretiyle arz-talebin daha derininde yatan kökenlerine ulaşmak mümkün
değildir.
‘Pazar pazarlığı’ tanımlamasıyla yukarıda belirtilen Pazar ve rekabet
ile ilgili Schmoller’ci üç kendine has bileşen ortaya çıkmaktadır. 620 Pazar
değeri objektif bir değerdir. Bu objektif değer satıcı ve alıcılardan oluşan bir
grubu kapsamaktadır. Her ne kadar daha önce çok çeşitli sübjektif değer
tahminlerinden yola çıkmış olsalar bile, bazı pazarlıklar ve belirli rekabet
kuralları çerçevesinde anlaşılırlar. Böylece belirli bir piyasa değeri üzerinden
anlaşılması sonucu, işlerin büyük bir çoğunluğu bunun üzerinden gerçekleşir.
Schmoller burada başından beri objektivist müzayede modelini ayırır.
Çünkü bu modelde aktörler sabit fiyat tasavvurları ile piyasaya çıkarlar.
Schmoller’e
göre
insanlar
sübjektif
değer
tahminleri
doğrultusunda
pazarlarda yerlerini alırlar. Bunlar ‘değer rakamları’ konusunda genel olarak
emin değillerdir ve öncelikle oryantasyon sağlamaya çalışırlar. Bunun için
anlaşma ve pazarlık yoluna giderler. Fiyatın ne kadar yüksekte ve zaman
sabitleneceği ayrıca bu fiyatın ne kadar zaman değişmeden kalacağı, bu çok
belirgin olmayan konuşmalara bağlıdır. Bu eylemsellik ise ‘durumun açıklığı
tezine’ uygun düşer.
Bunun üzerine eklenebilecek diğer gerçeklik ise, bir kez tespit
değerlerin arz-talebin belirli bir aralığında değişmesi için, ‘bir otoriteye’ ihtiyaç
duyulduğudur. Schmoller bunları Pazar aktörlerinin rasyonel ihtiyaçları
doğrultusunda öngörülebilinir plan verilerinden elde eder. Tüm iş dünyası ve
620
Schmoller,1978,b,s.116
199
tüm kesin iktisadi hesaplamalar, sabit objektif değer büyüklüklerine ihtiyaç
duyar. Bu durum canlı bir transferin oluştuğu yerde Pazar değerlerine ve
ödenme fiyatlara uygun kalır.621
Schmoller burada Pazar aktörlerinin yapısal bilgi noksanlığını hesaba
katar. Çünkü daha sonra belirttiği üzere arz-talepte söz konusu olan gerçi
büyüklük tasavvurlardır. Ama bunlar kendiliğinden ve açık bir şekilde tespit
edilemezler. Arz, malların bir türünün belirli bir miktarının ilgililer tarafından
bilinen veya tahmin edilen kısmıdır. Bu belirli bir pazarda ve belirli bir
zamanda alıcı arar. Ayrıca satışa hazırdır. Belirli bir teslimat süresi içinde
satışa hazır hale gelir.622
Fiyatlar basit ve berrak işaretler göndermek yerine, güvenli olmayan
bir yorum gerektirirler. Gelecekle ilgili hesap yapan, değerin muhtemel inişçıkışını hesaplayan, sadece bugünü düşünenden farklı olarak hüküm verir. 623
Arz-talep doğrudan ulaşılabilir büyüklükler değildir ve bunlar önem taşıyan
spektrum üzerinden ilgili satıcı ile alıcı tarafından veri olarak bilinmezler.
Bunun yerine aranması gereken ve öncelikli olarak bilinmeyen verilerdir.
Tüm rekabet insanın dokunuşuna ve benliğin görme-konuşmasına
bağlıdır. Ayrıca tüm katılımcıların üst üste gösterdiği oryantasyona bağlıdır.
Bunun dışında fiyatlar, rezervler, mal kalitesi ile haber konusundaki
katılımcıların elde ettikleri bilgiler, rekabet unsurunu belirler. Arz talep
konusundaki bilgisizlik daha kolay bir biçimde sömürülebilinir. Çünkü burada
bir taraf çok daha kötü bilgilenmiştir. Rekabetin olumlu yanları ise iyi, çabuk
ve gerçekçi oluşan kamuoyudur.624
Schmoller her türlü değer esansiyalizmini ret ettiği için onun için soyut
bir fiyat teorisi pek anlamlı gelmez. Ekonomistin amacı, sadece somut tekil
fiyat açıklamalarında bulunmaktır.625 Bunun için ise Pazar formu şematiğinin
az sayıdaki temel tipi ile bir arz-talep şeması pek yeterli değildir. Çünkü
pazarlarda sadece sayısal miktarların basit bir şekilde üst üste bindirilmesi
621
Schmoller,1978,b,s.117
Schmoller,1978,b,s.117
623
Schmoller,1978b,s.123
624
Schmoller,1978,b,s.52
625
Burada tekrar pratik iktisadi sübjelerle buluşur.
622
200
gerçekleşir. Schmoller bu argümanı, komplike bağlantıları olan ve bir formüle
indirgenmiş kantitatiflik teorisi üzerinde örnek gösterir. Schmoller, bunları
somut tandans ifadeleri yüzünden eleştirmez. Sadece bunların, basit
miktarlar üzerine kısaltılarak soyut bir şekilde indirgenmelerini eleştirir. 626 Bu
hedeflere ulaşmak için pazarın büyüklüğünü, ilişkilerini ve tedarik yönteminin
türünü bilmek gerekir. Arzın ana miktarının nerde ve ne zaman yoğunlaştığını
bilmek gerekir. Örneğin belirli depolarda veya müzayedelerde, bunun
ötesinde çeşitli pazarlar arasındaki bağlantıları bilmek gerekir.627
Sadece geniş büyüklükler değil aynı zamanda keşif büyüklüklerde
Pazar süreçlerini belirler. Pazarda türlü iktidar sahipleri karşılaşır ve tartışma
–konuşma-ile kavgaya tutuşurlar. Bunlar farklı bilgilere ve objektif çıkış
noktalarına sahiptirler. Söz konusu olan arz-talebin büyüklüğünden yola
çıkarak fiyat elde etmenin hesaplaması değildir. Bunun yerine olan çok
sayıdaki insanın karşılıklı psişik etkileşimidir. Bu genelde pazarda gerçekleşir
ve burada iki insan grubu vardır. Satış ve alış meraklılarında bulunan
motivasyon, bilgilenme, iktidar ilişkileri, kişilerin kendi özellikleri içinde
birbirlerini ve değeri, somut ilişkiler doğrultusunda ve Pazar oluşumları
çerçevesinde etkileşimlerinin türleri önemlidir. Basit büyüklüklerin yerini ise
komplike toplumsal ilişkiler ve psişik bağlantılar ortaya çıkar.
Öyleyse Schmoller, maliyeti olmayan pazarlar ve soyut bir müzayedeci
tanımaz. Bunun yerine somut ilişkiler ve Pazar anlaşmalarından yola çıkar.
Daha küçük esnaf üzerine olan araştırmasında fabrikatörün tüccar ile olan ve
esnafın müşteri ile olan ilişkisini enformasyon simetrileri doğrultusunda
tartışmıştır.628 Toplumsal ilişkileri genel olarak fiyat oluşum süreci için yapısal
olarak değerlendirir. Böylece belirgin bir şekilde Pazar formu şemasının bir
varyasyonunu işaret eder. Burada mükemmel rekabet, teorik anlamda
‘normal form’olarak kabul edilir. İki insan grubundan bahseder. Bunlar onun
takas değerinin çapraz kesit metoduna göre Pazar müzakerelerinde
bulunurlar. Ve doğal olarak anlaşırlar. Schmoller’in Manchester Okuluna
626
Pazar formu şemaları Schmoller’in zamanında henüz formüle edilmiş biçimde yoktu.1978b,s.118
Schmoller,1978,b,s.117
628
Schmoller,1978,s.680
627
201
yönelik eleştirisi acaba teorinin bugünkü gelişim seviyesin de geçerli olur
muydu?
Bu noktada kısa bir şekilde iki taraflı monopol’e girmek gerekmektedir.
İki yönlü monopolde dağılım güç kavgasının neticesinde oluşur. Ve bu
ekonomik teorinin vasıtalarıyla daha yakından tayin edilemez. 629 Schmoller
buradan hareketle Tarihçi Metodu neticelendirir. Fiyat oluşumunu tespit eden
uyumdan ziyade, aktörlerin farklı stratejileridir. Bunlar bilgilenmeye, yatırımın
önemine ve eğitime v.s. bağlıdır.630 Bununla beraber iki taraflı monopolü
standart olay olarak kabul etmek aynı zamanda önemli iktisadi-politik içerikler
barındırır. Ekonomik anlamda iki taraflı monopoller karşıt olurlar. Denge
durumu sadece eğreti olarak oluşturulabilir. Genel tandans ise dengesizlik
üzerine kurulmuştur. Bunun neticesinde gruplar zorunlu olarak karşılıklı
kavga ederler.631
Schmoller Brentano’nun bu konudaki görüşüne itiraz eder.632 Buna
göre, ana talep olarak koalisyon özgürlüğünü istemek, arzın kısmi oligarşinin
iki taraflı bir monopol haline gelmesine yol açar. Fakat burada yatırımcıların
avantajlı pozisyonları nedeniyle opsiyon sabitleyici rolünü üstlenerek uzun
vadeli olarak sömürge noktasına hakim olurlar.633 Schmoller ise tam olarak
bunu engellemek istemişti. Schmoller’in sosyal politika ile ilgili düşünceleri
buradan elde yönelmiştir. Ekonomik rekabet ilişkileri tek başına iki taraflı
monopolün reel ekonomik durumu göz önüne alındığında bir denge
oluşturmazlar. Schmoller’e göre, bu durum ayrıntılı olarak tanımladığı gibi
çok sayıdaki kurum ile mümkündür. Bu kurumlar bir tarafın diğerini
acımasızca sömürmesini engelleyecektir. Veya bu kurumlar sertleşmiş cephe
politikası sonucu, her iki tarafın opsiyon sabitleyici rolünü oynamak
istemesinin önüne geçecektir.634
629
Schumann,1992,s.301
Bunlar örneğin sosyal kanun oluşumu sonucu önemli ölçüde etkilenir. Schmoller 1931 ve Ott
1979,s.52
631
Euken Walter; Grundsatze der Wirtschaftspolitik, Tübingen,1968,s.171
632
Schmoller,1871,s.309-339
633
Euken,1965,s.111
634
Bu cepheler iradecilik mahiyetindeki bir ücret politikası veya ücret dampingidir.
630
202
Bu türden sertleşmiş stratejilerin aşılmasında aynı zamanda ‘sosyal
Pazar ekonomisinin’ bir başarısı görülebilir. Bunların kurumsal şekillenmesi
ise çoğu yerde, Schmoller tasarısının gerçekleşmiş bir ütopyasıdır. Yani eşit
koşullar tandansında, iki yönlü uzlaşı anlayışıdır. Fakat burada zorunlu bunun
şekillenmesi sırasında, adalet sorusu gündeme gelir. Bu türden kollektif
müzakerelerde, örneğin sendikalar ve işveren kuruluşlarında olduğu gibi
geçerli olan şunlardır: Fiyatlar üzerine olan tüm kolektif müzakerelerde üretim
maliyetleri, kazançlar ve fiyatların iş kapasitesi üzerine olan etkileri tespit
edilir. Eğer söz konusu olan ücretler ise, o zaman bununla ilintili olan hayat
koşullarının iyileşmiş veya kötüleşmiş olması tespit edilir. Bundan sonra
analojik çevre ile karşılaştırmalar yapılır. Euken tarafından bu noktada haklı
olarak ön plana çıkartılan, grup anarşisi tehlikesi Schmoller tarafından
dikkate alınır. Schmoller bu tehlikeyi kurumsal mantığı içerisine yerleştirir. 635
Pazar dengesi bir anonim –mekanik Pazar mekanizması tarafından
değil, iki taraf tarafından kurallara uyan partilerin kooperatifsel müzakere
çözümleriyle sağlanır. Yine aynı düzlemde oligarşi niteliği taşıyan pazarların
yeniden şekillenmesine yönelik düşünceler yer alır. Oligarşi nitelikli pazarlar
Schmoller tarafından stabil olmayan Pazar olarak nitelenmiştir. Bunlar iki
taraflı
monopole
benzer
şekilde,
kesin
belirgin
olmayan
davranış
strüktürleriyle karakterize edilmişlerdir. Ve monopolleşme veya karteller
konusunda çoğu kez tek stabil çözüm olarak değerlendirilmişlerdir. 636 Bu
yüzden Schmoller’de, belirli bir yasal çerçeve içinde kartellerin varlığını kabul
eder.637Kartelleri, pazarsal istikrarsızlığın giderilmesi konusunda, organ,
spesifik ve ara form olarak görmektedir. Bu bir dizim şeklindedir ve kooperatif
formu taşıyan ‘derneklerle’ başlar buradan ‘birliklere’ geçer ve bunun
akabinde ‘topluluklar’ ile son bulur.638
Karteller, rekabeti kısıtlayan bir form olarak engellenmesi gereken bir
fenomen olarak görülmemiştir. Rekabet politikasının bir nesnesi olarak
635
Albrecht,1959,s.104
Ott,1979,s.218
637
Bu soruların Schmoller zamanındaki tartışmaları Maschke,1964.s34,Blaich,1971,1973,s.18,s.76
638
Birlikler örneğin loncalar, karteller, sendikalar bağışlayıcı olan iktisadi davranış kuralları taşıyan
organlar Topluluklar: Örneğin anonim şirketler, tröstlerv. s.Liefmann,1923,s.78
636
203
algılanmıştır. Burada görünen Schmoller’in temel modeli olan iki taraflı
monopolün analizinin iç bağlantısıdır. Ayrıca buradan ortaya çıkan tarihçi
model,
stabilleştiren
kurumların
önemi
ve
onun
kartellere
yönelik
poziyonlarıdır. Burada amaç, bunun arkasında duran düşünce figürünü
aydınlatmaktır. Yoksa onun ‘iyi kartellere’ sahip toplumsal illüzyonu Weimar
cumhuriyetinde yaşanan kartel tecrübesi ile kıyaslayarak meşrulaştırmak
değildir.639
İkili monopolün gerçekten Pazar formu ve fiyat analizinin çıkış noktası
olarak kabul edilip edilmeyeceği soruluyor. Williamson kendi işletme temeline
Asset Specififity ve Lock –in efektlerini koyar. Bunlar tüm iktisadi sektörlerde
‘temel trans formasyonları’ gerçekleştirir.640 Bunların sayesinde gelişmiş
pazarlarda trans aksiyom Asstsler oluşur ve bunlar öncelikle anonim Pazar
vekillerinin ilişkilerini değiştirirler. Williamson’un fenomen olarak kabul ettiğini
Stützel mikro ekonomik temelde antlaşmaların hususi değeri olarak tanımlar.
Schmoller,Alchian ve Demsetz ile birlikte bir işletmenin basit fiziki
malların kombinasyonun unu yapmadığı görüşünü paylaşır. Merkezi kontrol
temsilcisi olan bir Team –Productıon-Process ile çalışır. Burada toplam
yaratılan değer miktarı, tekil olarak yapılmış yatırımların toplamından
yüksektir. Schmoller bu görüşü, daha önce işletmelerin eş zamanlı büyüme
sınırlarının dikkate alınması gerektiğini belirttiği sırada ifade etmiştir. Bunun
açıklaması ise Coase ve Williamson’un sunduklarının benzeri niteliğindedir.
Schmoller’e göre, birbirine alışılmış bir grup insanın çekirdek birliği
ruhani güçtür. Bu güç insanların toplamının oluşturacağı güçten çok ötedir.
En iyi büyük Alman işletmelerinden biri olan Jena’daki Abbe, bu gerçekliliği
işletme kazancının açıklaması için değerlendirmiştir. Diğer taraftan el üretimi
daha pahalı hale gelir ve sonuç olarak karı azaltırken çalışma süresini uzatır.
İç çatışmaları ve bürokratikleşmeyi artırır. İş anlaşmaları uzun vadeli
sorumluluklarla gelişmelidir.641
639
Kroll,1958,s.57
Williamson,1985,s.52-62
641
Schmoller,1913,s.252-275 Bu işletme bugünde varlığını Mainz ve Jena’da sürdürmektedir.
640
204
Schmoller’de Grundriss’inde yer alan bir görüş de, Böhm Bawerk’in ‘at
takası’ konusundaki rakamların ve fiyatların nasıl sabitlendiği açıklanıyor.
Schmoller burada daha ziyade illüstrasyon karakterini ve Böhm-Bawerk’in
merkezi beklentisini ön plana çıkarır. Buna göre, ‘tüm katılımcılar pazarın
durumuyla ilgili tamamen bilgilendirilmişlerdir.’ Ayrıca uydurma rakamsal
örneğin Pazar yansımalarının büyük bir bölümünü yakalayamadığını
belirtir.642
Böhm Bawerk’in sıkça kullanılan ve ilginç bir şekilde iki taraflı bir
monopole uygun örneği şudur: Bir at sahibi atını satmak ister. Fakat bunu
300 guldenden aşağıya satmak istemez. Komşusu, bir at almak ister ama bu
kadar para ödemek istemez. Ve sonuçta iş olmaz. Fakat eğer bunun tersi
olsaydı, yani at sahibi 100 gulden isteseydi ve at alıcısı 300 gulden vermeye
hazır olsaydı 100 ile 300 arasında bir netice almak mümkün olabilirdi. Bu
rakamı ise pazarlık sanatı ve kişilerin kabiliyetleri belirler.
Schmoller araştırmalarını pek çok Pazar katılımcısı üzerine yaydıktan
sonra, Pazar sürecinin belirli bir oyun alanı içinde hareket ettiğini tespit eder.
Bu alan yukarı ve aşağı doğru katılımcıların azami ile minimal değer
tahminleri neticesinde belirlenir. Bu noktada sınırların sübjektif değer tahmini
ile belirlendiği şeklindeki ifadeden memnun kalmaz. Bunun yerine Böhm
Bawerk ile birlikte, tahmin rakamlarını (at satıcısı)bağımlı olarak belirler.643
Bu bağımlılık: a,altın kullanım faydasının b,Paranın değeri ile
karşılaştırılmasında yatar. Schmoller Böhm Bawerk’te hesaplamaların
sübjektif sınır değer belirlenmesine göre yapılmasını eleştirir. Çünkü Böhm
Bawerk ‘in kendisinin de itiraf ettiği gibi, yüksek çıkmış bir rakam sonunda
yeni rakam marjinal faydaya göre değil, toplam maliyetlere göre belirlenir.
Böhm Bawerk bunu hiçbir zaman inkâr etmemiştir. Sadece Menger ile birlikte
bunların yüksek düzeye sahip fiyatlar olarak, daha düşük düzeydeki fiyatlara
geri döneceği tespitinde bulunmuştur.
642
Schmoller,1978b,s.119-120
Schmoller burada Hermann’a dayanır. Çünkü Hermann bunu Böhm Bawerk ve marjinal fayda
okulundan çok önce tespit etmiştir.
643
205
Schmoller bundan sonra Böhm Bawerk’in başka bir eleştiri stratejisine
geçer. Ve bu gerçekten onun temel modelinin merkezinden alınmıştır.
Schmoller önce Klasiğe ve Avusturya Okuluna, takas partnerlerinin
buluşmasının nadir rastlanan bir spesifik olay olduğu suçlamasında bulunur.
Bir pazarın ideal şekli daima eşit güçlerin eşit rakamlar ile ve eşit dürüstlükle
pazarsal bilgilenmeyle ve kudret ile karşı karşıya kalmalarıdır. 644 O vakit
değer değişimleri eski teorinin kural olarak gösterdiği şekilde gerçekleşirdi.
Schmoller Avusturya Okulunun sübjektif değer tahminleri sınırlamasını
eleştirir. Çünkü ona göre, bunların ifade kabiliyeti azdır.
Benim söylemek istediğim burada önemli olan iş yapma önceliği ve
satıcı ile alıcı gruplarının kuvvet ilişkisidir. Bütün iktisadi hayatta olduğu gibi
pazarda da önemli olan Pazar kabiliyeti ile bilgisi, gelir ile servet, etki ile
güçtür. Hatta özellikle pazarda bir taraf güçlü bir taraf zayıf, bir taraf aktif
diğeri pasif, bir taraf liderdir diğer taraf her şeyi kabul etmek zorundadır.645
Schmoller bu konuyla ilintili olarak pazara son atını satmak için çıkan
köylü ile büyük hara sahibinin kıyaslanamaz olduğunu vurgular. Çünkü köylü
son atını hayatta kalmak için satar, toprak sahibi ise zevk ve spor yapmak
için bir at daha satın alır. Schmoller’e göre sübjektif değer tahmini burada
fakir köylünün durumunu karanlıkta bırakır. Burada yapılması gereken aktifpasif ile zayıf-güçlü ayrımına gitmektir.
Ayrıca
‘veri ağacının’ kullanımını
yapısal olarak
değerlendirir.
Ekonomist sadece arz-talebin niceleyici değişimlerini dikkate almakla
yetinmez. Çünkü bunlar iletilen fiyat üzerine baskı oluşturur. Bununla birlikte
değişen arz-talep koşullarında fiyat sabit kalabilir. Bunun şartı ise kalitatif
olarak tespit edilen psişik beklentilerin toplumsal kuruluşların ve güç
dengelerinin değişmemesidir.646 Schmoller’in Milli Ekonomi üzerinde bıraktığı
artçı etki bugün federal Almanya’da sosyal anlamda içselleşmiştir. Bu
modern toplum politikası ise kısaca “sosyal Pazar ekonomisi” olarak
644
Schmoller,1978,b,s.121
Schmoller,1978,s.20-31
646
Schmoller,1978,b,s.121
645
206
adlandırılır.647“Sosyal Pazar ekonomisi “Schmoller‘in 1874 yılındaki fikirlerinin
takipçisi konumundaydı ve bu anlayışın kanunlarını Alman toplumunun
iktisadi düzeninin vazgeçilmez olguları haline getirmiştir.648
2.7. EKONOMİ –POLİTİĞİN ORGANİSTİK BAKIŞI
Schmoller ekonomi –politiğin
(volks-wirtschaft) temel olgularını,
kavramsal içeriğin yönelimiyle tespit etmiştir ve bunlara volk-millet ile
wirtschaft –ekonomi kavramını doldurmuştur. Buna göre iktisadi olmak
kavramı, Schmoller’e göre, insanların geçim ve materyal türü ihtiyaçlarını
gidermek için organize ettikleri aktiviteler ile ilişkileridir. Davranışın amaca
dönük oluşunu, ekonomik faaliyetin esas ölçütü olarak görüyor.
Schmoller volk-millet kavramı ile dil, köken, ahlak, töre, hukuk, kilise,
din, tarih ve devlet şekli ile oluşan ‘insanların psişik –manevi ilişkilerini’
anlıyordu. Bütünsel duygu ve düşünceleri baz alan ‘millet – ruhunun’
647
Müller – Alfred Armack; Die Wirtschaftsordnung, Grundtexte zur sozialen Marktwirtschaft,
Stuttgart 1981, s. 28.Walter Euken, die politik der wettbewerbsordnung: sozialpolitik, Köln 1971,S.67
Sosyal Pazar ekonomisi “kavramı ilk defa 1947 yılında Alfred Müller Armack tarafından
şekillendirilmiştir. Savaş sonrasında günlük tüketim mallarının temininde yaşanan sıkıntılar, yeniden
kalkınma için uygun olmayan iktisat yönetimine bir alternatif arayışını zorunlu kılmıştı. Çünkü söz
konusu olan bu başarısız iktisadi yönetimin en belirgin özellikleri değişken fiyat – ve değer hesaplama
sistemlerinin etkisizleştirilmesi ve fiyatların sabitlenmesi ile satın alma gücünün düşürülmesidir.
“Pazar ekonomisi ise “ tüm iktisadi süreçlerin tüketime endeksli” olması anlayışıyla şekillenmiştir.
Sosyal pazar ekonomisi ayrıca “ üretim hareketlerinin değerlendirmesini fiyatlar üzerinden sağlayarak
gerekli sinyallerin oluşmasını gerçekleştirmiştir.” Müller Armack‘a göre Pazar düzeninin önemi
“gerekli olan organizasyon vasıtası” olmasından ileri gelmekteydi. Fakat bu düzenin zorunlu bir
biçimde “ yaşam akışına “ müdahil olması neticesinde , “ mal üretiminin tamamıyla teknik bir şekilde
gerçekleşmesine yönelik düzenlemelere” ihtiyaç duymaktaydı. Böylece “ sosyal Pazar ekonomisi”
konsepti için “ idare edilen bir Pazar ekonomisinin prensiplerine” ihtiyaç duyulmaktaydı. Bunun
neticesinde ise fonksiyon kabiliyetine haiz bir rekabet ekonomisinin avantajları ortaya çıkacak ve aynı
zamanda hem liberal hem sosyal yönelimli politikalarla noksan olan regülasyon yetisi canlanmış
olacaktı. Freiburg Okulu bununla ilgili rekabet düşmanı Pazar ekonomisi anlayışlarının tecrübesine
dayanarak, rekabet ekonomisinin organizasyonuna daha fazla ilgi göstermiştir. Müller – Armack
çevresindeki anlayış ise iktisadi liberalizm sonucu tatmin edici sonuçlara ulaşılmayan alanların sosyal
çerçeve koşullarına kavuşturulmasına çaba göstermiştir. Bu çabalar esnasında Pazar ekonomisin
enstrümantal karakteri ön plana çıkartılmış ve toplumsal hedeflerin takibine yönelik Pazar
ekonomisine gerçekleştirilecek müdahalelerin bir katalogu hazırlanmıştır. Bu yüzden Müller
Armack‘ın görüşlerini Schmoller‘in devamı kabul edebiliriz Müller – Armack‘a göre saf liberalizm ile
kumanda ekonomisinin toplumun ihtiyaçlarını karşılayamamasından ötürü , “ çağın sosyal anlayışı
gereği iktisadi uygulamanın en elementsel olgularıyla” bir senteze gitme zorunluluğu vardır. Bu yeni
sentez ise “ sosyal Pazar ekonomisi” kavramı altında Pazar ekonomisi ile sosyal politikalar arasında
gerçekleşmeliydi.
648
Schmoller , Die Arbeiterfrage , preussische Jahrbücher , cilt 14 , 1864 , s. 393
207
varlığına inanırdı. Töreler, ortak yaşam iradesi ve gelecek inancı ile milletruhu ifade bulur ve milletin içindeki tekil uzuvların arasında kuvvetli bir
bütünleşmeye yol açar.
Schmoller ekonomi –politiği birleşik reel bütünsel olarak algılardı. Bu
bütünsellik
bir
yandan
materyal
ve
doğal
sebepler
kompleksinden
oluşmuştur, diğer yandan ise psişik bir neden kompleksine dayanır. Bütünü
oluşturan elementlerin bağdaşması, her zaman hem ekonomik hem de
sosyal kökenlidir. Ekonomik kökende mevzu bahis bağlantı bir takas, üretim
ve anlaşma üzerine kurulmuştur. Sosyal bağlantılar ise dil, köken, hak, ahlak,
din, tarih ve anayasa (töre) kökenlidir. Ortak milli kurumların, ortak anlayışın
ve geniş bir takas ilişkisinin dışında, Schmoller’e göre dil, duygu, fikir, ahlak
ve hukuk kuralları birlikteliği çok sayıdaki tekil ekonominin bir ekonomi-politik
olarak düşünülebilmesi için bir ön şart oluşturmaktadır. Bir sosyal sistemin
elementleri olan aileler, şirketler, kamusal ve özel kuruluşlar, organizasyonlar
ile aynı zamanda güdüler, gelenekler ve adetler birlikte gelişmişlerdir ve bu
süreçte birbirlerini etkilemişlerdir.649
Ekonomi-politiğin tekil elementlerinin sürekli değişmesine rağmen,
kendisi bir bütün olarak değişmiyor. Bir elementin değişimine uygun olarak,
bütün değişimler ekonomi-politik içinde bir gelişim olarak kabul görüyorlar .
Böylelikle bir ulusa sadece tekil (bireysel) olgularda geçerli olabilecek olan
bazı özellikler ihtiva edilebilir.
Yüzyılın
ortasında
Schmoller’in
bilimsel
anlayışının
değişme
sürecinde ise ona aile, eğitim, öğrenim, arkadaş çevresi ve kişisel ilgisi etkili
olmuştur. (Thomas Kuhn bu süreci bir “paradigma değişimi” olarak
adlandırır.)650 Schmoller, büyük babası Gartner’in bilimsel düşünce şeklinden
649
Schmoller,1893,s.219
Thomas Kuhn, Die Struktur Wissenschaftlicher Revolutionen, Frankfurt 1967, s.14- 36 Buna örnek
olarak ise Charles Darwin‘in öğretileri gösterilebilir. Darwin düşünce modelini, yakından tanıdığı
Wilhelm Whewell’İn bazı cümlelerinin spekülatif anlamda ileriye götürerek geliştirmiştir. Ayrıca
tezler için önemli ve Schmoller ‘ in büyük babası olan Carl Friedrich Gartner‘in yeni ampirik
araştırma sonuçlarını, tezatlıkların önlenmesi için dikkate almak zorunda kalmıştır. Bütün bunlar
zamanın fikri çatışmalarının önemi konusunda dikkatlerimizi çekecek olan hususlardır. Charles
Darwin, Gesammelte Werke, dördüncü cilt – Das Variieren Der Tiere Und Planzen, Stuttgart 1899.
İndekste ise Gartner‘in araştırmalarıyla ilgili gerekli belirtmeler vardır. Gustav Schmoller dünya
650
208
etkilenmiştir. Gartner, türlerin sabitliği ve bitkilerin cinsiyetiyle ilgilenmiştir.
Aynı zamanda yeni türlerin yaratılması konusunda somut bilgilenmeleri
kazanma konusunda çalışmıştır.
Bu bitkiler belirli bir hedef tasavvuru bağlamında ele alınmış ve
gerçekte böyle bir tasavvur 1840 lardar dan önce mümkün değildir Gartner’in
katkıları‘suni’ deneylerden oluşmaktaydı. Yaklaşık 9000 denemeyle eskiden
aktarılmış olan dogmatik inançların yanlış olduğu ispatlanmış oldu. Ayrıca bu
deneylerle melezleşmenin nesnel bağlantılarının, ampirik kontrol edilebilir
hipotezleri elde edilmiş oldu.651
Gartner sessiz ve ampirik güvenli bilgiyi
araştıran bir öğretici olarak kalmıştır. Gartner’in çalışmaları daha sonraları
Gregor Mendel tarafından sürdürülmüştür.
Schmoller’de sürekli tekrarlandığı üzere, toplumu bir sosyal organizma
olarak görmek, Tarihçi Okul için belirleyici bir niteliktir. Organizma teorisinde
canlı organizmalar ile sosyal gruplar arasında bir analoji oluşturulur. Hem
organizmalarda hem de sosyal gruplarda, bir bütünselliğin olduğu görüşünü
baz alır. Ayrıca yine bu bağlamda, grup ruhu fikri ve grup geleneği düşüncesi
sürekli
olarak
farklı
yerlerde
ortaya
çıkmıştır. 652Schmoller’in
hayat
çizgisindeyse aynı yenidünya görüşü ile bununla oluşan bilimsel görüş
belirgin
hale
gelmektedir.
Örneğin
zamanında
geçerli
olduğu
gibi
organizmaları gizli ‘varlıklar’, formlar veya fikirler olarak görmemiştir.
Schmoller bunun yerine sosyal organizmaları etkileşimin neticeleri olarak
görmüştür.
Buna
göre
bunlar
sınırlar
dâhilinde
ve
bilgilenmenin
temelindedirler. Ayrıca hedeflerin doğrultusundaki sabit ilişkiler bağlamında,
uygun olan müdahalelerle uzun süreli şekillendirilebilir nitelik taşırlar. 653
çapında pek çok ( fen bilimi ) bilim adamıyla daha gençlik yıllarından itibaren tanışmıştır. Alman dilli
ülkelerdeki ilk fen bilimi kürsüsü Tübingen ‘ de açılmıştı.
651
Gartner, Versuche, s.45
652
Schmoller ekonomi-politiği bir insan vücudunu örnek olarak isimlendirdiğini defalarca
vurgulamıştır. Burada amacı tekil olayların merkezi olarak idare edilmemesine rağmen söz konusu
olanın bir bütünselliğini anlatmaktı. Analojiyi ise sadece sunum için kullanmaktadır, açıklama için
değil.
653
Schmoller bu konuda A. Schaffle, C. Menger ve diğerlerinden ayrılır.
Schmoller daha ziyade “ organlar,” “ dernekler,” “ topluluklar” ve “ kurumlardan “ bahsetmiştir.
Bunlar toplum içersinde karşılıklı etkileşim halindedirler. Hatta bunlar istenen politik hedefler
doğrultusunda, belirli bir ölçüde şekillendirilebilirler. Bu temel duruştan, Menger‘e doğru giden bir
209
Daha sonra Schmoller’in rakibi olacak olan Ekonomist Menger, Ernst
Landsberg tarafından yeni oluşmuş olan ‘genç Tarihçi Hukuk’ Okulunun
etkisi altına girmiştir. Klasik form öğretisinin dogmatik kuramlarına inanmış bir
şekilde, sosyal organizmaları “gizli varlıklar” olarak değerlendirmiştir. Bununla
ilgili Schmoller’in değerlendirmelerine ise katılmamıştır. Çünkü Schmoller
bunları sadece etkileşim bağlantıları olarak değerlendirmiştir ve bunların
şekillenmesinin etkin müdahale sonucu değişebileceğini bildirmiştir.654
Bu yeni bilimsel bakış açısı sayesinde sosyal realitenin nesnelliğini ve
bağlantılarını tamamen farklı bir yorumla görmesini sağlamıştır. Bunun
neticesinde
ise
şekillendirme
imkânlarına
yönelik
kontrol
etme
mekanizmalarını geliştirmiştir.655 Burada belirgin olan Schmoller’in ekonomi
politikte organcı bir bakış açısını temsil ettiğidir. Çeşitli yerlerde ekonomipolitiğin bütünlüğünün ve elementlerinin birbiri ile olan olgusal bağlantısını
belirgin bir şekilde vurgulamak için, insan vücudunun analojisine gönderme
yapmıştır.656 Ekonomi-politiği nispi olarak bağımsız ve en büyük sosyal vücut
olarak kabul etmek, sonuçta tekil ekonomik faaliyetlerin örgün olmasına
dayanmaktadır. Fakat bütün tekil ekonomik faaliyetlerin toplamından fazladır.
Çünkü bu bütünlüğün ‘kanıtlanabilir etkileri’ vardır.657 Sosyal vücudun
merkezi organı ise devlettir ve bu olmadan ekonomi-politik düşünülmez
konumdadır. Hatta ekonomi-politiği bağımsız bir bireysel ve toplumsal
yol yoktur. Çünkü var olan bir fikirden veya kökensel formdan oluşan “ sosyal yansımaların organik
kökeni” tasavvuru, nedensel bağlantıların yapısının araştırılmasını mümkün görmez.
654
Landsberg Ernst; Geschichte Der Deutschen Rechtsgeschichte, Münih 1910,s.65-110
Carl Menger 1858 ile 1863 yılları arasında okumuştur. Bu dönem Thun üniversite reformunun
gerçekleştiği yıllar ve Alman Tarihçi Okullara yönelimin en yoğun olduğu yıllar olmuştur. Landsberg,
Josef Unger ve onun fikir yoldaşı Julius Glaser etrafında oluşan “ Hukuk Okulunu,” “ daha genç
tarihçi – pratik yönelimli” olarak tanımlamıştır. Bu okul Savigny görüşün yeniden canlanmasının
getirdiği fikirlerden oluşmuştur. Aynı yaşta olan ve aynı üniversitede tahsil yapan Carl Menger ve
Adolf Exner daha sonralarıysa aynı fakültede çalışmaya başlamışlardır. Bu iki arkadaş benzer
pozisyonları savunmuş ve Thun‘cü yüksek okul kazanımlarının korunması için fakülte
konferanslarında benzer aynı yönde oy kullanmışlardır. Her ikilide kraliyet okullarında eskiden beri
eğitici olarak görev yapmıştır Menger açık bir şekilde Alman Tarihçi Okul geleneğinden gelmektedir
ve bununla ilgili zengin bir literatür mevcuttur. Hal böyleyken anlaşılamaz olan ise Menger‘in bu
özelliğinin, neden Schmoller ile sürdürmüş olduğu metodolojik farklılıklar çatışmasında dile
getirilmemiş olmasıdır.
655
Schmoller,1875, s. 79
656
Schmoller,1893,s.221,1900,s.3
657
Schmoller,1893,s.220
210
davranma sistemi olarak düşünürsek bile bütün temellendirici elementlere
olan devletsel etki göz ardı edilemeyecek niteliktedir.
Schmoller’de tarihçi-genetik varsayımının yanında, ekonomik-politik
görüşün temellendirici anlayışına sahip fonksiyonel entegrasyon varsayımı
vardır. Bu ikinci varsayım elementlerin tamamıyla birbirlerine karşılıklı bağımlı
oldukları tezinden oluşmuştur. Bu durum ise bir tek olgunun analizi için bile
gerçekliğin gereksinmesine ihtiyaç duyar. Buna göre sosyal fenomenlerin
gerçek kökenleri ve etkileri, hiçbir zaman diğer elementlerden izole edilerek
tespit edilmez. Tarihçi-genetik bağlantılığın bu görüşü ve iddiası ontolojik bir
faraziyenin yani bir ulusun kendi başına yeterli ve bütünsel bir birim
olduğunun bazını oluşturur.
Öyleyse
Schmoller’e
göre
ekonomi-politiğin
bir
bütün
olarak
düşünülmesinin gerekçesi, milletin tekil ekonomileri arasındaki bağlantı ve
karşılıklı bağımlılıktır. Schmoller bunun nedenini yani bu birimi oluşturan
sebepleri irdeledi. Onun için önemli görünen insanların bireysel ihtiyaçları ile
dürtülerine rağmen, direkt olarak birlikte veya takas üzerinden dolaylı bir
biçimde birbirleri için ekonomik faaliyet yürütmeleridir. İnsanları ne ayrıştırır
veya ne birleştirir, toplumsal grupların oluşumunun hangi etkileri vardır
soruları, Schmoller’e göre ekonomi-politik doktrini bütün devlet ile sosyal
bilimler için temel sorulardı.658
Meyer’e göre, ekonomik ile sosyal elementlerin bağlantısı şüphesiz
mevcuttur. Ekonomik oluşumun tekil olgularının, tarihi bütünsel bağlantılara
entegre edilmesi mantıklı ve verimli olabilir. Fakat daha kapsamlı bir
entegrasyonu talep eden bir kuralı istemek imkânsızdır. 659
Holistik analiz denemelerinin gereksizliği ile ilgili Popper’in eleştirileri
ise, holizm temelinde olan ‘bütünsel bakış açısının’
baz aldığı düşünce,
bütünün tekil parçaların toplamından fazla olduğudur. Popper’e göre, bu
açıklamanın
muadilliği,
ancak
ne
türden
bir
‘bütünlük’
sorusu
cevaplandığında verilebilir. Çünkü iki farklı türde ‘bütünlük ’ayrımı mevcuttur.
658
Schmoller,1893,s.221
Meyer, Willi; Wissenschaftstheoretische Probleme und Grundbegriffe, in Schüler/Krüselberg,
1991,s.37
659
211
İlkin elementlerin organizasyonu sonucu nesnelerin bir strüktürü oluşabilir. Ve
bu oluşan strüktür sonucu bütün, hakikaten parçaların toplamından fazladır.
Böyle bir durumun örneği olarak Popper melodiyi göstermiştir. Ancak tekil
tonların beraber çalınması sonucu melodiyi algılamak mümkündür. Bu türden
bütünsellikler oluşturulabilirdi. Fakat bu ihtimalden, ikinci türden bütünsellik
için bir netice çıkarmak hata olur. Çünkü kavram olarak bütünsellik, bir olayın
tüm özelliklerinin ile elementlerinin toplamı için ve bu tekil elementlerin
arasındaki ilişkiler için kullanılmıştır. Bu totaliter nitelikteki bütünsellikler ne
sezgisel olarak nede yavaş yavaş ele alınabilir veya bir işlemde bulunabilir.
Popper’in ifadesiyle, Holistikler uzmanın gerçekleştirdiği ikincil detayların
araştırması, tüm sürecin yeniden yapılanmasını hedef alan bir entegre veya
sentetik metot ile tamamlanmalıdır.660
Schmoller’in
ekonomi-politiğin
elementleri
ve
bunların
kendi
aralarındaki ilişkileri ile bir bütün olarak analiz etmeyi talep ettiğinde, bu
talebini ikinci türden bütünsellik üzerinden istemiştir. Popper tarafından
eleştirilen tekil elementlerin entegrasyonu ile sentezi ki bunlardan ekonomipolitik ya da toplum oluşur. Buna karşın Popper sosyal realitenin somut bir
strüktürünü bir bütün olarak yakalamanın veya tanımlamanın mümkün
olmadığını vurgulamıştır. Mümkün olabilecek olan ise, realitenin bazı
olgularını araştırma konusu yapmak olacaktır. Fakat her türden araştırmalar
seleksiyoncu
olarak
kalmak
zorundadır.661
Tarihçi
holistler
sıklıkla
bütünselliklerin, totaliter manada tarihçi metotların yardımıyla işlenebilecekleri
görüşünü savunurlar.
2.8. EKONOMİ –POLİTİK KURAMIN SİSTEMLEŞTİRİLMESİ
Schmoller ekonomi-politik doktrini şöyle tanımlamıştır: Ekonomi –
politik yansımaları tarif eden, tanımlayan ve kökenini açıklayan ve bütün
660
661
Popper, Karl R;Das Elend des Historizismus,6.Auflage, Tübingen,1965/87,s.60-64
Popper,1965/1987,s.60-64
212
bunları birbiriyle bağlantılı bir bütün olarak algılamak isteyen bilimdir. 662 Bu
tanımlama araştırma programının yapılanmasına denk düşmektedir. Ve
birincil Schmoller’in ekonomi-politik kurama yüklediği ve gerçekleşmesini
istediği, görev ile amaçlar hakkında bilgi vermektedir. Onun kavramsal
açıklamasında talep ettiği tarifler, tanımlamalar ve köken açıklamaları
ekonomi-politik kuruluşlara ve fenomenlere yöneliktir. Örneğin iş bölümü,
çalışma organizasyonu, özel ve kamusal kuruluşlar, milli gelir dağılımı,
değer-fiyat-para ve kredi yansımaları gibi.663
Schmoller sosyal ve ekonomik strüktürlerin durumunu tespit etmek ve
gelişim çizgisini belirleyebilmek uğraşı içindeydi. Bu iki görevi göz önünde
tutarak, ekonomi-politiğin oluşumundan itibaren saf bir istatistikî duruştan çok
daha ileri doğru geliştiğini ve problem alanının genişlemesi ile dinamik bir
bileşenin gerekliliğini belirtmiştir. Ekonomi –politik yansımaların süreçleri ve
şartları çoğu zaman birbirine benzer olduğu için ve rakamsal olarak iktisadın
ortalama değerini belirttiği için, ekonomi-politik araştırmaların başlarında
önce istatistikî bakış açıları ön plandaydı. İlerleyen gelişim süreci içinde
iktisadi ve çeşitli organizasyon formlarının ayrışmalarının araştırmaları buna
eklenmiştir. Çeşitli formların ve yansımaların bağlantılarını ve sonuçlarını
anlamak için yapılan çabalara, dinamik gözlem şeklinin dâhil edilmesi
gerekirdi. Çeşitli formların bir kozal gelişime tabii oldukları ve iktisadi şartların
tarihsel bir zincirlemeye bağlı oldukları düşüncesi ise, dinamikliğin koşullarına
uygun olmalıdır. Bu istatistikî ve dinamik boyutun vurgulanmasının yanında
Schmoller,
ekonomi-politik
kuramı
başlangıcından
itibaren
pratik
bir
fonksiyona sahip olduğunu ve ‘hayat için öğretiyi’ sunmak amacında
olduğunu belirtmiştir.664 Ekonomi-politik kuramı her zaman, ahlaksal-tarihsel
değer yargıları bazında idealler oluşturan etik bir bilim dalı olmuştur.
Ekonomi-politik kavramının anlayışının gösterilmesi ile ilgili olarak,
sistematikleştirmenin üç ihtimalinden bahseder: Birinci olan istatistikî –
ekonomi politiğin dinamik hale getirilmesidir. İkincisi ise kullanımsal ayrılık
662
Schmoller, 1893,s.223
Schmoller bu yansımaları ‘Grundrisse’adlı eserinin 1.cildinin son bölümünde ve 2.cildin başlarında
işlemiştir.
664
Schmoller,1893,s.224
663
213
ifade eden ekonomi-politik teori(volkswirtschaftstheorie) ve ekonomi-politik
uygulama (volkswirtschaftspolitik) arasındaki ayrışmadır. Üçüncü olarak ise
özel ve genel bir ekonomi-politik kuram arasında bir fark gözetmiştir. Bu
açıklamalar ile ekonomik-politik bilgilenmeye nasıl ulaşacağı konusundaki
düşüncesini belirtmek istemiştir.665
Schmoller’e göre genel Milli Ekonomi felsefi-sosyolojik bir karaktere
sahiptir. Ve ortalama ekonomi yönelimlidir. Ayrıca teorik olarak ekonomipolitik bilgiyi bir araya toplamaya çalışmaktadır. İktisadi fenomenlerin genel
kökenlerinin çıkış noktasından itibaren, tipik ve kendini tekrarlayan durumlar
ile gelişmeler incelenmektedir.
Ampirik bilgilenme ve tekil olayın gözlemi
gerçeğin ortaya çıkması ve iddia edilen gerçekliğin desteklenmesi amacıyla
kullanılmaktadır.
Özel ekonomi-pratik yönetim kanunsal ve tasvirseldir. Çıkış noktası ise
somut olandır. Çünkü fenomenlerin detaylarını tanımlamakta ve tekil olan ise
kökenler itibarı ile açıklanmaktadır. Bir ülkenin iktisadi ve sosyal gündelik
problemlerinin irdelenmesi ise özel ekonomi-politik kuramın önemli bir
görevidir. İlkin bununla ampirik ve sağlam zemin sunmaktadır. Ve ikinci
olarak ise, sürekli olarak genel ekonomi-politik kuramı ve etik yönelimlidir.
Schmoller genel ve özel ekonomi-politik kuramın içerik ve metodik olarak
birbirini tamamladığını vurgulamıştır. Özel ekonomi-politik kurama seçkin bir
statü tanımıştır. Tüm sosyal bilgilenmenin amacı ‘pratik’ olmuştur. Onun
tarafından iddia edilen genel ekonomi-politik kuramın hak ve liyakati ise,
buna uygun olarak özel ekonomi –politiğin gözlem ile kazandığı bilgilenmenin
bir araya toplanmasında yatmaktadır.
Smith ve Ricardo etkili ekonomik teorinin yönelimleri, ekonominin
ilerleme sürecinde, metodik anlamda ayrı olan iki gelişim çizgisinin ortaya
çıkmasına yol açmıştır. İkisi de ekonomi-politik araştırmanın bir yönünü
temsil ederler. Fakat teori ile tecrübeye farklı bir konumlandırma vermişlerdir.
Smith teori ve tecrübeyi bir araya getirerek reel iktisadi yansımaları
açıklamaya
665
çalışmıştır.
Schmoller,1893,s.225
Ricardo
için
önemli
olan,
teorik
sorunsalın
214
çözümünün varlığı önemliydi. Ampirik çalışmaların rolünün büyütülmesi
Merkantalistler’de bile görülmüştür. Tekrar Tarihçi Okulda ortaya çıkmıştır.
Her ne kadar Smith ampiriyi büyük ölçüde dikkate alsa da, onun görüşü bu
anlamda tecrübe yönelimli olarak tanımlanmaz.666
2.8.1. Teori Bilim Ve Gerçeklilik
Schmoller, karşıt manada tartışılan ve üzerinde bütünsel bir bakış
açısı
hüküm
sürmeyen
bütün
kurumsal
düşünceleri
teori
olarak
tanımlamıştır.667 Burada mantıklı görünen, teorilerin tartışılabilir olması
yönündeki taleptir.Tartışılmayacak bütünsel bir bakış açısı ve görüşü, ancak
doğru bilgilenme ve hakikat söz konusu olduğunda mevcuttur. Schmoller bir
yandan teorilerin emniyetli bilgilenme sunamadıklarını vurgulasa bile, bu
gerçeklikten
teorileri
bilimden
sınırlandırabilmek
amacıyla
bir
kriter
oluşturmuştur. Bunun bilim olması için artık tartışılmaması gerekmektedir. Bu
durumda eğer bütünsel bir görüş hâkim ise, bilim emniyetli bir bilgilenmeye
sahip olmaktadır.668 Eğer çeşitli teorilerden, herkes tarafından kabul gören
bir hakikat ortaya çıkıyorsa, o zaman bilim “mükemmelleşmiştir.” Dünyayı
açıklama denemelerinin çıkış noktası, gerçeği bulabilmeye olan inançtır. 669
Schmoller’in gerçekliliğe nasıl yaklaşabileceği konusundaki görüşü
kabul edilebilir niteliktedir. Ona göre, her ne kadar emniyetli bilgiye sahip
olmasalar bile, birbirine karşıt olan teoriler bilimsel araştırmaların arka
planına atılmamalıdır. Çünkü gerçekliğe giden yol onların üzerinden
geçmektedir. Teoriler olmadan bilimsel hedef olan, doğruluğa yaklaşmak
mümkün
değildir.
Bununla
beraber
Schmoller’in
natamam
bilginin
formulasyonu için yapılmış geçici denemeler olarak tarif ettiği teoriler, ona
göre bundan ziyade insani bilgilenmenin oluşum sürecini teşkil ederler.
666
Ott/Winkel,1985,s.55-56
Schmoller,1897,s.318
668
Schmoller,1893,s.237-245,1897,s.320
669
Schmoller,1897,s.319
667
215
Ona göre, teorilerin hata kaynakları ve oranları, metodik araştırmanın,
gözlemin ve kozal açıklamaların gelişimi ile azalacaktır.670 Schmoller’in
teorilerin düzeltilebileceği konusundaki açıklaması ise, bu bağlamda yani
eleştirel tartışmanın yardımıyla çeşitli teorilerde doğruluğa yaklaşmanın
mümkün olabileceği olarak algılanabilir. Ve teorilerdeki hataların azalmasının
bir bilgilenme ilerlemesi anlamına geldiği olarak değerlendirilebilinir. Bununla
ilgili olarak Schmoller’in teori kavramının bir olgusu Popper’ci anlayış olan
teorileri hipotez ve tahmin olarak kabul etme ile benzerlikler göstermektedir.
İspatlama ve haklı gösterme problemi ile ilgili(bilgilenmeye esasında
nasıl ulaşılır?)sorusunun cevabını Schmoller şöyle vermiştir: Sadece çeşitli
teorilerin incelemesi değil, aynı zamanda yeni bilgiye ulaşmak için ampirik
araştırmalarında önemli çıkış noktası olacağı. Doğruluğa ulaşmanın yolu
olarak, karşıt teorileri tartışmak, ampirik olarak kontrol etmek, hataları elimine
etmektir.
2.8.2. Detay Çalışması-Dünya Bilgisi Ve Teleoloji
Burada ele alınan teorik bilgi, “olgu” bir gerekliliktir.(İcap, şarterfordernis)Bu durum Schmoller’in araştırdığı iki sorunun aşılması konusunun
bir neticesidir. Birinci problem alanı, tekil ile somut olana yani detay
çalışmalarının nesnel alanına yöneliktir. Diğer problem alanı ise bütünlüğe,
totaliterliğe ve bunlarla bağlantılı olan dünya bilgilenmesine yöneliktir. Bu iki
bilgi düzlemi arasındaki bağlantıyı bulgusallık ile kurmaya çalışmıştır. Buna
göre bütünün bir ilgi noktası bulunmaktadır ve tüm elementler bir şekilde
buna yöneliktir. Buradaki Schmoller’ci görüş, daha önce anlatılan özel ve
genel ekonomi-politik kuramına bağlantılıdır. Özel ekonomi-politik kuramı
kendisini özel bilim olarak konumlandırıyor. Ve dünya bilgisi ile ilgili büyük
soruların (evrensel bilimlerin yönelttiği sorular) cevapları için gerekli olan
temellendirmeyi sunmaktadır. Evrensel ile özel bilimler ayrışması bağlamında
Schmoller, tekrar emniyetli bilgilenmeye ulaşma ile ilgili tezini tekrarlamıştır.
670
Schmoller,1897,s.319
216
Araştırma nesnesi ne kadar komplike olursa, problemler ne kadar büyük
olursa ve cevaplandırılacak sorular ne kadar çok olursa, emniyetli
bilgilenmeye ulaşmak o kadar zordur.
Bu durum, evrensel bilimlerin özel bilimlere karşıt olan farklı bilgilenme
ilgilerinden netice olarak çıkmaktadır. Evrensel bilimler dünyayı bir bütün
olarak açıklama denemesi yaparken, özel bilimler spesifik, tekil ve küçük
olanı ele alma ile kendisini sınırlamıştır. Sadece özel ve empirik –kesin olan
bilimler ‘emniyetli ve güvenli bilgi’ veren bir yönteme başvurabilirler.671 Her ne
kadar ilerleyen detay bilgisi ile artık sorunların temellenmesi giderek artsa
bile ve hipotezler reel içerik olarak zenginleşse bile, son ve büyük sorular
güvenli ve ampirik bir zemine ihtiyaç duyarlar.672
Schmoller ise bir yerde bilimden hakiki bilgilenme talep ederken, diğer
yanda dünya bilgilenmesinin imkânsızlığını vurgulamıştır. Popper buna
Wilhelm Busch dörtlüğü ile itiraz eder.
İki kere iki dört eder gerçektir
Ne yazık ki içi hafif ve boştur
Benim için esas olan berraklıktır
İçi dolu ve ağır olan hoştur.673
Buna göre, Popper bir bilimin amacının her hangi bir gerçekliliği veya
bir takım gerçek teorileri bulmak olmadığını göstermiştir. Bunun yerine bilim
adamının her zaman ‘ilginç gerçeklilik’ araması gerektiğini belirtmiştir.
Schmoller tarafından ortaya çıkan doğruluğu ‘içi hafif ve boştur’ olarak
tanımlamıştır.
Schmoller’in bu suçlamaya olan karşılığı ise, evrensel bilimler ile özel
bilimler arasındaki bir teleolojik denemenin söylemidir. Kozal bağlantıları belli
olan tekil yansımaları anlamak için, teleoloji en önemli yardımcı araçtır.
Schmoller ampirik maddeyi teleolojik bir işlem sonucu genel bir çerçeve
itibarıyla düzenlenmesini gerekli görmüştür. Teleoloji bir ‘refleks prensibi’ ve
671
Schmoller,1897,s.321
Schmoller,1897,s.323
673
Popper,1960,s.175
672
217
‘bulgusal
yardımcı’
desteklemelidir.
araç
olarak
ampirik
bilimi
destekleyebilir
ve
674
Teleoloji bir dizi yansımayı amacı doğrultusunda muntazam bir şekilde
algılar ve düzenler. Bütün ahlaksal değer yargıları insan hayatının genel
amacına hitap ettiği için, bütün etik anlayışlar, buna ekonomi-politik kuramda
dâhil olmak üzere teleolojiye ihtiyaç duyar. Schmoller’e göre, teleolojinin
fonksiyonu ekonomi-politik kuramın ampirik ve etik yönünün bağdaşma
noktasında bulunmaktadır. İhtiyacı bir bütünsel dünya ve hayat görüşü
doğrultusunda doğal ve gerekli olarak algıladığı için, teleoloji onun için uygun
ve gerekli araç gibi görünmüştür. Ve aynı zamanda bu ihtiyaca cevap
verebilmesi için uygundur. Yani ampirik metodu oluşturan tekil bilgiyi, bir
bütüne yöneltmek için. Bunun için öncelikle detay çalışması gereklidir.
Gözlem, tanımlama ve sınıflandırma yani detay çalışmaları, büyük denemeler
için gerekli bazı oluştururlar. Burada örneğin ahlak, hukuk ve kurumların
arasındaki bağlantı söz konusu olabilir. Bu denemeler ‘var olan tekil
bilgilenmenin’ ötesine geçmelidir. Ve bir şekilde bütünün bir resmini
yapmalıdır. Tüm varsayılan ile bilinenin kendi içinde kapalı bir ortamını
oluşturmalıdır.675
Schmoller, detay çalışması ile dünya bilgisi arasındaki teleolojik
bağlantının
gerekliliği
konusunda
sosyal
bilimlerin
dogma
tarihsel
gelişimlerinin kendi yorumunu temel olarak argümanlaştırmıştır. Ona göre,
din sistemleri sosyal bilimlerin çıkış noktasıydı. Bunlardan öncelikle moral
sistemleri oluşmuştur ve bunlar sonra etik evrensel bilimler formuna
girmişlerdir. Bu etik sistemlerden yola çıkarak, devlet, hukuk ve iktisat üzerine
özel bilimler ortaya çıkmıştır.
Schmoller’e göre, evrensel bilimlerin problem çözme denemeleri, her
zaman kendi içlerinde kapalı bir dünya görüşünü, bütünsel bir hareket
noktasını(tüm eylemlerin ve tüm olayların bağlanabileceği yer) şart
koşmuşlardır. Eskiden bu nokta ruhlara ve tanrılara inanmaktı. Zaman içinde
tek bir tanrıya olan inanç gelişmiştir. Bu tanrı dünyanın sebebi ve tüm iyinin
674
675
Schmoller,1893,s.237
Schmoller, 1897 s.322
218
ile kötünün kökeni olarak düşünülmüştür. Hayat şartlarının değişmesi,
süregelen dinler sistemini sarstığı gibi, aynı zamanda ampiriye dayalı
bilgilenmeyi
ileriye
götürmüştür.
Bu
gelişim
ise,
sebep
ve
amaç
doğrultusunda ispatlanmış bir kural ile dünyanın aydınlanmasını şart
koşmuştur.676
Fakat her zaman çok sayıda hayat amaçları ve dünya görüşleri olduğu
için, dünyayı tanımak için oluşan çok sayıdaki görüş, birbirine karşıt ve
çatışmacı felsefi ile etik sistemler oluşturmuştur. Sonuçta bunlar din
sistemleri ile benzerlikler göstermişlerdir. Bu benzeşmenin kökeni ise, son
prensibe olan inanç ve bunların ideolojik temellendirmesine dayanmaktadır.
Aynı şekilde çeşitli ekonomi-politik teori sistemleri de, bu türden moral
sistemlerine
eş
güdümlüdür.
Schmoller,
Merkantilizmin,
Klasiğin,
Fizyokratların ve Sosyalizmin tek taraflı ideal üzerine hangi ölçüde
kurgulandıklarını tanımlamıştır. Son prensipler için örnek olarak kişisel
özgürlük düşüncesini, toplumsal düzeni, hak ve eşitliği saymıştır. 677 Bu
fikirlere tek eğilimli bir yönetim konusunda uyarıda bulunmuştur. Birbirini
karşılıklı olarak tamamlayan ve oluşturan bu ‘olguları’ ile ‘hedefleri’ tek olarak
takip etmek yerine hepsini aynı anda takip etmenin esas olduğunu
belirtmiştir.678
Schmoller, bir yandan prensiplerin istismarı tehlikesinden bahseder ve
tekrardan bunu vurgularken; dünyayı ve tarihi bir bütün olarak açıklamak
isteyen
sentezlerin
münakaşa
edilebilir
olarak
kalmaları
gerektiğini
belirtmiştir. Diğer yandan ise tekil bilgi parçalarının bütün olana ilavelerinin
vazgeçilmez bir hak olduğunu açıklamıştır. Çünkü ‘bir sentez, milleti, zamanı
ve insan hayatını bütün olarak algılar ve zengin tecrübelerden yola çıkarak
mükemmelleşmiş nesnel bilgiyi sanatsal sezgisellik ile birleştirir.’Bu sentez,
676
Schmoller,1893,s.236
Schmoller,1893,s.239
678
Krüsselberg,1989,s.ç58 Bu fikir daha sonraları Müller Armack’ın yazılarında ortaya çıkmıştır.
Armack sosyal-irenik-barışçıl olan bir bilimsel görev olarak kabul etmiştir. Bu uzlaşma barışmaya
yönelik bir sosyal düşüncedir ve amacı dünya görüşlerini ve çıkar gruplarını birleştirmektir.
677
219
gerçek bilgilenmeye o derece yaklaşabilir ki bizim amaçlarımız doğrultusunda
bilgilenmeyle aynı ortamdan da kaynaşabilir.679
Bu gelişimin Schmoller’ci yorumunda belli olan, bir yandan tarihçi
metodu ile kendisine göre, ideolojik ve tek yönlü olan araştırma
programlarının
dışına
çıkmıştır.
Diğer
yandan
ise,
ekonomi-politiği
toplamında bir etik bilim olarak gördüğü ve bu bağlamda totolojiye hangi
değeri verdiği anlaşılmaktadır. Dünyaya bakış açıları bütün zamanlarda tüm
sosyal bilimler için kaçınılmaz gerçekliklerdir. Bu ise, insanın belirgin bir
dayanak noktasına duyduğu ihtiyacın neticesidir. Aranan bu pratik teorik
nokta, dünyanın varlığının ve var olmanın hedeflerinin bir tassavuru olmalıdır.
Bu dünya görüşü ile verilen değer yargıları neticesinde insan bir hayat
idealine kavuşur.680
Bilim ile ideoloji arasındaki bağlantı bugüne dek tartışılan bir konudur.
İdeoloji
kavramı
farklı
şekillerde
yorumlanmıştır.
Bir
kılavuz
resim
yöneliminde (ideoloji) ekonomik, toplumsal ve politik temel kararlar alınır. Ve
bu kılavuz resim (ideoloji) parçalı veya kapsamlı mantığın bir ürünü veya
duygunun bir yansıması olarak anlaşılabilir. Geri çevrilemez bir gerçeklilik
talebi mantığı durumunun olduğu zaman ise, (örneğin bir ideolojik temelli
egemen grubun temsil ettiği gibi) bilimin görevi bu tür ideolojilerden kendisini
sınırlamaktır.681
Schmoller’de ifade bulan kılavuz resim yorumu ise ki bu beher bilimin
değer bazına yöneliktir ve bu bağlamda politik düzen mekanizması ile
yakından ilgilidir. Bir bilimin değer bazı açık olduğu ve tartışılabildiği sürece,
kılavuz resim rasyonel olarak ele alınabildiği sürece, bu anlamda bilimin bir
‘ideolojik’ elementine yönelik itirazı yoktur. Kılavuz resim olgusu çoğunlukla
teorik fikirlerin iktisadi politik uygulaması ile yakından bağlantılıdır.
679
Schmoller,1893,s.230-241
Schmoller,1893,s.232
681
Kloten,1967,s.334 Kılavuz resim burada Von Kloten mantığında kullanılmıştır. Von Kloten kılavuz
resmi şöyle tanımlar: Toplumsal ve ekonomik durumun istenen ve düşünülen bir düzenin timsali. Bir
kılavuz resim aynı zamanda insani istemin bir ifadesidir. İnsani yargının bir ölçüsüdür ve insani
davranışın bir motorudur.
680
220
2.9. EKONOMİ – POLİTİK KURAMIN HEDEFLERİ VE GÖREVLERİ
Schmoller için ekonomi-politik kuramın görevleri arasında sadece
toplumsal ilerlemeyi, onun tarihsel oluşumunun tekrarı ile anlamak yoktu.
Aynı zamanda sosyal reformları mümkün kılan önlemlerin tamamıydı. Bu
önlemlerin düzenlenmesi sonucu sosyal reformlar gerçekleşebilirdi.682
Schmoller, bilimin objektifliği için, ekonomi –politik kuramı bir özel
(spesifik) bilim olarak ele almayı gerekli görmüştür. Katı tarihçi metodun
yardımıyla, bu hedefe ulaşmaya çalışmıştır. Tarihçi metot ekonomi –
politikliğin zaman, mekân, ölçüt ve tarihsel süreç ile ilgili mükemmel bir
resmini ortaya çıkarmak amacındaydı. Aynı zamanda ekonomi-politik
yansımaları karşılaştırmak ve düzenlemek görevleri arasındaydı. Bu süreçte
yansımalar kavram ve sınıflandırmalardan oluşan düzenli bir sisteme
yerleştirilir ve böylece bağlantılar belirgin hale gelir.683Her ne kadar Schmoller
normatif cümleler ve pratik eylem biçimlerini tasarılarını özellikle daha kibar
bir görev alanı olan Milli Ekonominin eski sistemleri babında, önemli olarak
görse bile 19.yy. ‘da oluşan bilimlerin öncelikle bilgi kazanımın bu katı
metoduna yönelmeleri açısından bir ilerleme teşkil ediyordu.684
Gerçi iktisadi politik tavsiyeleri formülasyonunu, iktisat bilimlerini
araştırma uygulamalarının önemli bir alanı olarak değerlendirmiştir. Ama aynı
zamanda onun tarafından metot yardımıyla öncelikle, reel bağlantıların bir
anlayışına ulaşmak niyetindeydi. Bu anlamda Schmoller Milli Ekonominin
Alman Tarihçi Okulunu sıkı bir bilim olarak algılamıştır. Onun tarafından
formüle edilen hedefler ve yerine getirilmesi gereken görevler, yani gözlem,
tanımlama, sınıflandırma ve köken açıklamalarıdır.
Schmoller’e göre, insana metafiziksel bakış sonucu politik ekonominin
konumunu tespit edebilir nitelikteydi, sadece tabiat ve ruh, teknik ve ahlak ile
tarih ve teori arasındaki bir evrensel bağlantıyla, politik ekonominin çapını ve
alanını tespit eder(veya kendi deyimiyle ekonomi-politiğin çehresini).
682
Schmoller,1898,s.55
Schmoller,1893,s.228
684
Schmoller,1900,s.100
683
221
Ekonomi-politik kuramı izole bir devlet disiplininde tüketemezdi. O daha fazla
olmalıydı. Bunun için sadece ekonomi –politik kuram olarak kalamazdı ve bir
toplum bilimine genişlemeliydi.(Bir kültür ve sosyal bilim olarak.685 )
2.9.1. Ampirik Temelin Oluşturulması
Schmoller’e göre karmaşık bağlantılar araştıran tüm bilimler, büyük bir
tasvirsel bölüme ihtiyaç duyarlar. Bu durum iktisat bilimleri içinde geçerlidir.
Buna göre önce Kameralistler(finans bilim) ve Merkantilistler büyük miktarda
gerçeklik olgusu toplamışlardır. Klasiklerin ve fizyokratların denemesi olan
materyallerin rasyonel olarak kullanımı sonucu, ampirik çalışma şekli arka
planda kalmıştır. Bilgilenmeyi ampiri temelinde elde etmek yerine, genel
ifadeler temelinde elde etme denemeleri olmuştur. Schmoller Alman
ekonomi-politik öğretisini realizme giden yolu tekrara keşfettiğini ve
‘gerçekliğin duyumunu’ yeniden kazandığını vurgulamıştır. Tarihçi Okul
tarafından talep edilen tasvirsel çalışmasının merkantilistlerin kullandığı
ampirimden farkı, bugün artık tesadüfü notlar toplamak yerine, katı metot
çalışmaları doğrultusunda bilimsel anlamda tamamlanmış gözlemler ve
tanımlamalar istenmeleridir.686
Ampirik bilimin gerçekliliğin tüm bağlantıları ile tanımayla ilgili tüm
denemelerinin hepsi, en azından kendilerinin koydukları kanunlar içerisinde
prensip olarak ‘tam gerçeklikler’ elde edebilme ön koşulundan yola çıkmıştır.
Ve bunun için ruhun temel güçlerine ulaşmak, yani insani dürtü yaşamının
psikolojik, etik ve politik alanında en derin varlığı içinde anlamak.687
Menger’in
öğretileri
hiçbir
şekilde
ampirik
gerçekliğin
algılanabilir
yansımalarını konu almaz, hatta bunlar yazarın umurunda bile değildir. Buna
685
Schmoller,1882,s.1382 Milli ekonomi bugün sadece bilimdir. Bunu toplum doktrini olarak
genişletmek gerekir. Tüm çıkış noktası birey ile onun teknik üretimi değil, toplum ve tarihsel gelişimi
olmalıdır. Yayınları iktisadi hayatın toplumsal yansıma formlarının araştırmaları olmalıdır. Birinci
derecede iktisadi organlar ve iktisadi kurumlardan bahsetmelidir. Nasıl tarihsel olarak geliştiklerini
veya pratik anlamda hangi bağlantıda ve ilişkide bulunduklarını belirtmelidir.
686
Schmoller,1893,s.254
687
Schmoller,1898,s.322
222
göre Menger yansıma formlarını, yansımaların ardında duran entelekya
strüktürlerinin görünen fenomenlerinin varlıkları olarak değerlendirmiştir. 688
Buna karşın Schmoller’in öğretilerinde daima farklı bir bilgilenme objesi
bulunurdu. Somut yansımalar, sosyal politik hareket noktaları itibarıyla ele
alınmıştır. Menger’in katkılarının değerlendirilmesi aşamasında çoğu kez bu
şartlar göz ardı edilmiştir.
Schmoller metodik duruşunun temel düşüncelerini, İngiliz fen bilimci
ve bilim teorisyeni Wilhelm Wheywell’in görüşlerinden devralmıştır. Wheywell
ise tıpkı Schmoller’in daha sonra yapacağı gibi, Klasik sonrası Milli
Ekonominin durumuyla ilgilenmiştir. Bunun ötesinde Kant sonrası idealizm
çatışmalarının
önemli
yönlerini
Alman
dil
bölgesine
kazandırmıştır.
Wheywell’in bilimsel görüşü tüm bilimleri için ki o bunların arasında özellikle
politik-ekonomiyi
görmüştür,
basit
gerçeklik
kriterlerinin
inkılâba
tabi
tutulmasını ve bilimsel şemanın yeniden oryantasyondan geçmesini talep
etmiştir. Bu yeni oryantasyon ise, Kant felsefesinin dogmatik olmayan
sistematik hareket noktalarından geliştirdiği yöntem ile sağlanacaktı.
Wheywell’in üç basamaklı tümevarım öğretisini Schmoller’de kabul etmiştir.
Buna göre açıklayıcı olaylar hipotez olarak kabul eden bir sistematik
oluşturulur ve bunun somut neticeleri daha sonra tümdengelim yöntemine
tabi tutularak en nihayetinde ampirik gerçeklikte kontrol edilir. Fakat ampirik
realitenin düşünülmesi zorunlu olan, form kökeni ile amaçsal köken olarak
gelişimin temelinde olan bu
“genel tümevarım”
metodunu ise ret etmiştir.
Çünkü gerçeklik, hiçbir gözlem veya ampirik realite sonucu tartışılır hale
getirilemezdi. Menger ile temel farklılığı ise tam olarak burada yatmaktadır.
Schmoller’e göre tarihçi tecrübe materyali tüm iyi gözlem ve tasavvur
gibi, teorik cümlelerin açıklanmasında, tasdikinde, sınırlandırılmasında
yardımcı olmalıdır. Bu teorik cümleler dâhilinde bazı gerçekler geçerli
olmalıdır ve yeni gerçekler elde edilebilmelidir. Burada söz konusu olan
mekanik anlayışla birkaç kanuna ulaşmak değildir. Bilimsel araştırma sürekli
gerçekleştirilen bir ispatlama ve yalanlama kavgası değildir. Bunun yerine
688
, Menger,1883, s.89-100
223
hissetmeye ve vicdani araştırmaya daha yakındır. Schmoller bu türden
ifadeleri makalelerinde sürekli olarak tekrarlamıştır. Zamansal veya mekânsal
formda nispi düzenlilikler içeren nomolojik hipotezlerin bile, politik öneme
sahip olduklarını belirtmiştir ve bunları tavsiye etmiştir. Böylece suni bir
müdahaleyle söz konusu olan araştırmalar, stabil kabul edilen bir iktisadi
kültür seviyesi ile sınırlandırılır. Onun tarihçi araştırması bu yüzden, zaman
süreci içersindeki kurumsal yapının tasviri sonucu, teorik çıkarlarına bir
yardımcı bilim olarak hizmet etmiştir. Çünkü bu türden kazanılmış olan
genellemelere özel ilgi göstermiştir :
“Bunları ister kanun ister hipotetik
gerçeklik olarak tanımlayın.” Doğru sınırlandırmayla bir anlam ifade ederler.
Bu şekilde her iyi devlet uygulaması ve yönetimi için, bilgilenmenin önemli bir
enstrümanı ve dayanağı olur. Schmoller’in bu görüşleri, modern bilimsel
açıklamaların bakış açısına göre uygundur. Schmoller pratik kullanım
kolaylığı sağladığı gerekçesiyle yapısallıkları tercih etmiştir ve bugün bunlar
teoriymiş gibi değerlendirilirler.
Bunlar geçişken
akıcılık neticesinde,
strüktürel nispi nomolojik hipotezler haline gelebilir ve evrensel geçerlilik
talepleriyle faydalı olabilirler.689
2.9.2. Gözlem Ve Tasvir
Schmoller’e göre bir ekonomi-politik gözlem, bireylerin ve grupların
iktisadi davranışlarının süreç, motif, sonuç ve etkilerinin tespit edilmesidir.
“Bir bilimsel gözlemden objektif gerçeklilik, titiz bir kesinlik ve kapsayıcı bir
tamamsallık talep eder.” Nesnenin bütün algılanabilir ilişkileri kesin bir
büyüklük zaman ve mekân şekillenmesini meydana çıkartırlar.690
Schmoller’in formüle ettiği gibi, hem tanımlama hem de talep edilen
koşullar, problemli olgular barındırırlar. Bir bağlantının bütün çeşitliğini
dikkate almak neredeyse olanaksızdır. Olabildiğince kesin gözlem yapabilme
denemelerinde, her zaman sadece problemsellik için önemli olan olguları
689
690
Carl Hempel, Aspekte wissenschaftlicher erklarungen, Berlin 1977,s.78
Schmoller,1893,s.249
224
dikkate almak esastır. Schmoller nesnel olayların algılanması manasındaki
genel gözlemi üçe bölmüştür. İç gözlem (selbst beobachtung),direkt gözlem
ve endirekt gözlem. İç gözlem, kendi ruhsal hayatın gözlemidir. Burada
kendisi
hakkında
bir
belirginlik
elde
eder.
Ve
bunun
üzerinden
karşılaştırmadan yardım alarak, başkalarının davranışlarının motiflerini
tanımlar. Dış gözlem ya duyusal tecrübe üzerinden ya da kitaplar, raporlar
veya benzer formalar üzerinden gerçekleşir. Direkt gözlem çok yönlü olarak
derin ve etkilidir. Çünkü görmek ve yaşamak üzerine kurgulanmıştır. Endirekt
gözlemin derinliği ve gücü ise, bir yandan raporlayanın canlı olguyu ifade ve
anlatım kabiliyetine bağımlıdır ve diğer yandan raporları alanın hayal gücü ve
tasavvur kabiliyeti ile orantılıdır.691 Genellikle bizzat yaşanmış tecrübeler,
üçüncü kişiler tarafından aktarılan tecrübelerden daha kuvvetlidir. Bunun
neticesi
olarak
insan
ve
dünya
bilgilenmesi
önemli
ölçüde
kitap
bilgilenmesinden ayrılır .
Schmoller’in genel gözlem ayrışması, gözlemlerin çeşitli ihtimalleri
bakımından oldukça ilginç görünüyor. Fakat gözlem formları ile ilgili tezler
bazı noktalarda problemli görünmektedir. İç gözlem konusunda ortaya çıkan
soru, bunun yardımıyla hakikaten üçüncü kişilerin iktisadi davranışlarının
motifleri anlaşılabilir mi? Bu durum şunu gerektirir, kendi duygularımızdan
gözlemlenen davranışlara ilişkin sonuç çıkarmak; aynı davranışların çok farklı
motifsel temellendirmeleri olabilir. Örneğin A kişisi iyi niyetinden ve
yardımseverliğinden ötürü para bağışında bulunurken, kişi B sadece
toplumsal kabul görme motifi sebebiyle para bağışında bulunabilir. Eğer
yardım sever A,B yi para bağışlarken gözlemlerse, A için iç gözlem ile B’nin
motifini anlamak mümkün değildir. Direkt ve endirekt gözlemin kalitatif
ayrışması ve bir duyusal tecrübenin etkisinin derinliğinin ve kuvvetinin,
endirekt
gözleme
göre
üstün
olduğu
iddiası,
sübjektif
elementlerin
eliminasyonu talebiyle, uyum içinde görünmemektedir. Çünkü Schmoller’e
691
Schmoller,1893,s.251
225
göre bir gözlem sadece bütün sübjektif etki gözlemin sonucundan elimine
edildiği takdirde ‘doğrudur.’Ve bilimsel olarak kullanılabilir.692
Duyusal tecrübe için geçerli olan, çoğunlukla sübjektiftirler. Sıcak suya
dokunan bir el için, ılık su soğuk gelir. Suya bandırılan düz bir sopa yamuk
görünür. Araştırmalar, bir adi suçun ortak tanıkları olan kişilerin, olayları çok
farklı şekilde gözlemlediklerini gösteriyor.693 Herkes bu türden duyusal
yanılmaları tanır ve ona göre bilimsel araştırma için önemli olan soru,
Schmoller bu türden duyusal yanılmaları tanır ve muhtemelen ona göre
bilimsel olarak kullanılmaz gözlem şeklinde örnek olarak sunardı. Fakat
bilimsel araştırma için önemli olan soru, duyusal yanılmaları bu manada
tanımlama kabiliyetine sahip miyiz den çok, sade bir yansımayı gerçeklilikten
nasıl ayırırız sorusudur. Ya da Schmoller’in ifadesiyle, hangi vasıtalar
yardımıyla bilimsel ve doğru gözlem yaptığımızı anlayabiliriz. Schmoller bu
soruyu istatistiğe dikkat çekerek cevaplamaya çalışmıştır. Schmoller’e göre,
ekonomi- politik yansımaların gözlemleri, fen bilimleri alanındaki gözlemlere
göre daha zordur, çünkü bunlar daha komplekstirler. Ekonomi-politik
yansımalar çok çeşitli nedenlere bağlıdır ve çok farklı şartlardan etkilenirler ki
bunlar fen bilimleri alanında olduğu gibi istenildiği zaman değiştirilebilecek
veya sabit tutulacak nitelikte değildirler. Schmoller ekonomi-politik için önem
taşıyan olay ve gerçekliklerin (örneğin fiyatların yükselmesi, kurların
değişmesi,
ticari
krizler)
insanların
duygularından,
motiflerinden,
davranışlarından veya tabiat olayları ile teknik gelişmelerden kaynaklandığını
belirtmiştir.694
Ekonomi –politik hayatın tipik formları ‘mesela aile işletmeleri, şirketler,
borsa yatırımcıları, sendikalar, piyasalar ve başka kuruluşlar şartların çok
şekilliliği yüzünden ve kendi iç ilişkilerinin yoğunluğu sebebiyle oldukça zor
gözlemlenebilirler.695 Sonuç olarak geçerli olan nesnel oluşumlar ne kadar
kompleks ise, bunların gözlemi de o derece zordur.
692
Schmoller,1893,s.248
Musgrave,1993,s.40
694
Schmoller,1900,s.101
695
Schmoller,1893,s.249
693
226
Schmoller’in tezi olan, sosyal bilimlerin analiz alanının insani arzu-ve
karar verme özgürlüğü sebebiyle fen bilimlerinden daha kompleks olduğu
tezi, literatürde oldukça sık temsil edilen bir görüşe denk düşüyor. Popper ise
bunu yaygınlaşmış bir önyargı olarak görmektedir. Bu önyargı ilkin, eşit
olmayanı karşılaştırma eğiliminden yani sosyal hadiseleri suni deneme
hadiseleri ile karşılaştırmaktan ileri gelir. İkinci olarak ise çoğunlukla var olan
görüş bir sosyal hadisenin analizinde kişilerin ruhsal ve manevi durumunun
dikkate alınması gerektiği veya hatta sosyal hadisenin bunlar üzerine
indirgenmesi gerektiğidir. Popper bu teze karşılık, sosyal hadiselerin doğa
hadiselerinden daha az komplike oldukları tezini ileri sürmüştür. Bu ifadesini
bütün sosyal hadiselerde bulunan bir element ile ispatlıyor, kısmi rasyonel
davranış. Bu noktada, fen bilimleri ile sosyal bilimler arasındaki önemli
metodik fark yatmaktadır.696
Hangi bilimin daha kompleks olduğuna dair olan soru nasıl
cevaplanırsa cevaplansın bilimin bir görevi de her zaman kompleksliği
azaltmaktır.697
Ona göre gözlem soyutluluk üzerine oturmuştur. Çünkü tek bir olayı
veya nesnelliği izole ediyor ve bunun bir kısmını veya olgusunu analiz eder.
İdeal durumda gözlemlenecek olan olay, en küçük tekil parçasına ayrışması
gerekiyor. Bunlar ise daha sonra toplam bir sonuca götürülmelidir. Bu arada
bu noktada tasvire olan bağlantı belirgin hale gelmektedir. Bu sadece en
uygun şartlar altında gerçekleştirilebilir. Şayet en uygun şart yoksa bütünün
(bağlanmış
olan
parçalar)
ele
alınması
gereklidir.
Bunun
için
ise,
gözlemlenmeyen verilerin, bir tamamlayıcı sonucu gerekmektedir ki bunu
deneyimli bir araştırmacı tümü üzerinde edindiği intiba ve hayal gücünün
yardımıyla gerçekleştirir.698
Soyutluluğun
gerekliliği
ve
gözlem
objesinin
tekil
parçalara
ayrıştırılması, Schmoller’in kesinliğin sınırlarını ve gözlemin kapsamının
farkında olduğunu gösteriyor. Bütüne olan bakış bağlamında, tamamlayıcı
696
Popper,1965,s.109
Machlup,1978,s.346
698
Schmoller,1893,s.250
697
227
sonuçlandırma talebinde tekrar ekonomi-politik bağlantıların organsal ifade
buluyor ki bunun işlenişi bir yandan teleolojik bir uygulama ve diğer yandan
araştırmacının kabiliyeti olmasını gerektiriyor. Bu noktada özellikle belirgin
hale gelen Schmoller’in gözlem kavramını ne kadar geniş yorumladığıdır.
Bununla ilgili olarak gözlem ile tasvir arasındaki geçişler akışkandır ve
oldukça zor yakalanabilir niteliktedir. Bir gözlem ancak tasvir ile üçüncü kişiler
için anlamlı hale gelir.
Tasvirin
görevi
izole
bir
nesneyi
tarif
etmek,
tanımlamak,
sınıflandırmak ve başka nesnelerle benzerliklerini, eşitliklerini, sonuçlarını
yan yana mevcutluk durumunu ve bağlantılarını karşılaştırmaktadır.699 Tasvir
bilgi teorik manada gözlemden daha yüksekte durmaktadır, çünkü gözlem ve
diğer bilgilenmelerden sonuçlar aktarmaktadır. Bunun devamında tekil
gözlemleri sayısal olarak birbirine bağlar.’Büyüklük, köken ve sonuç itibarıyla
bir tasvirin neticelenmesi için’ analitik olarak kazanılan verileri bir araya
toplayabilme kabiliyeti gerekmektedir.700
Genel olarak tasvirin ana amacı tümevarımı hazırlamaktır. Bunun
ötesinde tümdengelime ve tasdik olunmasına hizmet eder.701 Tamamlanmış
tasvir zamansal ve mekânsal bağlantılı gerçeklikleri karşılaştırır. Başka bilim
dallarında giderek artan bir öneme sahip olan gözlem ve her türlü deney
karşılaştırma metodunu baz alırlar. Karşılaştırma benzer olgular üzerinde
çeşitli fonksiyonları yerine getirebilir. Bir deneyin yedeği olabilir, kozal
faktörlerin değerlendirilmesini sağlayabilir, aynı kökenlerin ihtimalini tespit
eder ve sosyal ile iktisadi gelişimi büyük bir ihtimalle öngörebilme olanağını
sunabilir.702
Bir tasvirin temsil fonksiyonu bir tecrübe bilimi için tartışmasız
önemlidir. Schmoller’in özellikle karşılaştırıcı metot babında bir tasvirden
talebi, mevcut olan üretme kabiliyetinin biraz üstünde gibi görünüyor. Tasvir
bir ifadedir ve iktisat bilimleri için ekonomik bağlantılar hakkında bilgi verdiği
için büyük önem taşır. Burada tasvirsel bir ifadenin normatif veya izah edici
699
Schmoller,1893,s.252
Schmoller,1893,s.252
701
Schmoller,1900,s.102
702
Schmoller,1893,s.269,1900,s.102
700
228
bir ifadeye göre farkı, açıklayıcı bir müzakereyi ile kozal bağlantıların
tahminini ve olayın olası kökenlerinin sunumunu içerir.703
Tasvirler çoğunlukla tanımlamalar, sınıflandırmalar ve karşılaştırmalar
içerirler. Burada karşılaştırmalar, Schmoller’in belirttiği üzere olguların
etkileyici bir biçimde sunumuna ve daha iyi değerlendirilmesini sağlar. Ama
karşılaştırmaların
kullanımında
tasvirlerin
objektifliğine
dikkat
etmek
gereklidir. Çünkü bağıntılar sıklıkla değerlendirmeler içerirler. Ampirik bir
tasvirin kontrolü genelde basit olması ve bir tasvirin isabetliliği konusunda
genelde fikir birliğine varırken, bir tasvirin objektifliği otomatik olarak oluşmaz.
Schmoller’in sosyal-ve iktisadi bilimler için gözlem ve tasvirin önemi
belirtilmiştir ve bu ifade ampirik olgular içermektedir. Buna göre tecrübe
veyahut gözlem ile duyu tecrübesi tüm bilgilenmenin çıkış noktasıdır.
Empirist John Locke (1632-1704) bu görüşü şu şekilde formüle
etmiştir:
“Bir an için genelde ifade edildiği gibi, ruhun yazılmamış bir sayfa
olduğunu kabul edelim, üzerinde hiçbir işaret olmayan ve bütün fikirlerden
arınmış;
o vakit ona nasıl veri yüklenir? Nasıl o olağanüstü fikirlerin
yedeklemesini yapabiliyor ve insanın sınırsız fantezisi onu neredeyse sonsuz
çeşitlemede ne ile yazmıştır? Aklıselimin ve bilgilenmenin bu kadar çok
materyalini nerden almıştır.” Buna tek bir kelimeyle cevap vereceğim:
Tecrübeden
Bunun üzerine bizim bütün bilgilenmemiz kurgulanmıştır ve buradan
yönelimli hareket eder. Bizim gözlemimiz ya duyusal olarak algılanabilen
dışsal objelere yöneliktir ya da bizim algılayabildiğimiz ve üzerinde
düşündüğümüz ruhun içsel faaliyetlerine yöneliktir. Şuurumuz düşüncenin
tüm materyalini aktarır. Bunlar bilgilenmenin iki kaynağıdır. Bunlardan bizim
sahip olduğumuz veya doğal olarak sahip olabileceğimiz, tüm fikirler oluşur.
704
Popper gözlemin önemine ilişkin şu argümanlarla Locke’in görüşlerini
eleştirmiştir:
703
704
Grass Stützel,1988,s.1
John Locke, 1690 – 1990, s. 386
229
Gözlemler tecrübe bilimlerinde önemli bir rol oynarlar. Sosyal bilimler
ve iktisat bilimleri bir manada “ ampirik” olarak tanımlanabilirler. Milli ekonomi
ne kadar ampirime dayanıyorsa, o kadar ampirik. Bir sosyal bilimin
açıklamaya çalıştığı problemler ve ön görüde bulunması gereken olaylar,
gelişimler ve süreçler çoğunlukla (belki de her zaman) gözlemlenebilir
niteliktedir. Hatta açıklamaların veya ön görülerin kabulü ya da ret edilişi,
genelde ampirik sonuçların var olan teorilerle uyuşmasına bağlıdır. İddia
edilen kanunsallıkların kontrolü, gözlemin yardımı ile gerçekleşmektedir.
705
Gözlemlenebilirlik olgusu iktisat bilimlerinde de bir çıkış şartı değildir,
çünkü iktisat bilimindeki analizlerde pek çok nesnellik soyuttur ve ancak
üzerinde düşünüldüğü takdirde gözlemlenebilir ya da görülebilirler. Popper’e
göre bilimin çıkış noktası, problem çözebilme ilgisidir. Ancak bu ilgi
uyandırılabilirse, gözleme ve veri toplamaya başlanabilir. 706 Bu görüş, sosyal
bilimlerin bazının sadece gözlem olduğuna dair tez ile uyumsuzdur. Popper
aynı şekilde, sosyal bilimlerde planlı deney olamayacağı yönündeki görüşü
yanlış olarak kabul eder. Hatta çok sayıda deneysel bilgi mevcuttur, bunlar
hem ön bilimsel hem de bilimsel karakter taşırlar. Ve bu bilgiler gözlem ile
değil, deneme – yanılma yolunun yardımı ile elde edilirler. Popper’e göre,
ampirik bilimlerin bazını ve metodunu, basit gözlemlerin işlenmesi değil,
problem çözme denemeleri ve hatalardan öğrenme isteği teşkil etmektedir.707
Schmoller araştırma programının hakkını verebilmek için denemeleri
çerçevesinde, tekrardan ve sürekli olarak yapılmazın sınırlarına dayanmıştır.
Bu konuda bir örnek onun “Grundrisse’sinden “ bir bölüm olan” Halklar ve
Cinslerdir.” Schmoller burada çeşitli halkları psikolojik ve fizyolojik olarak ve
miras ile gelenek anlamında bağlı birimler olarak algılamaya çalışmıştır.
Burada gerçekleştirmek istediği, bu birimlerin kökenlerini ve karakterini
meydana çıkarmaktı ve bunun üzerinden bu halkların “ varlığını “ anlamaya
çalışmıştır.
Çok
sayıda
etnografik
tekil
tanımlama
ile
bu
amacın
temellendirmesini sağlamak istiyordu. On sayfa üzerinde 15 ten fazla kavim
705
Popper, 1965, s. 29
Popper, 1965, s. 106
707
Popper, 1965, s. 68
706
230
ve halk işlemiştir. Bunların arasında olanlar ise, Orman İnsanı, Hotantolar,
Bantu kavimleri Moğollar, Hamitler, Samiler, Hint – Avrupa kavimleri, Ruslar,
İtalyanlar,
Fransızlar,
vurgulanarak
verilen
Almanlar,
farklı
İngilizler
görüşler,
ve
Schmoller’in
Kuzey
halklar
Amerikalılar
ve
uluslar
konusundaki değerlendirmeleri üzerine oldukça ilginç ve neşeli bir bakış açısı
sunmaktadır.
2.9.3. İstatistiğin Tecrübe Materyali
Schmoller, istatistiğe ve tarih bilimine özel bir önem vermiştir. Ona
göre, istatistik, yığınları sistematik anlamda gözlemleyen olarak daha derin
bilgilere ulaşmaya çalışmaktadır. Bunu grupları belirli karakteristik özellikleri
itibarıyla bir araya toplayarak onları bütün içinde sayımdan geçirir ve
karşılaştırmalar yapar.708 Sayma ve karşılaştırma ile gözlemin sübjektivitesi
en kolay biçimde anlaşılır. Sosyal bilimler alanında, uzun bir zaman zarfına
yayılan materyal toplanması sayesinde (örneğin nüfus sayımları sonuçları,
ithalat ve ihracatın istatistikî verilerinin toplanması şeklinde), önemli
ilerlemeler kaydedilmiştir.709
Schmoller oldukça erken bir dönemde ‘bireysel istatistiğin’
temel
fikirleri üzerinde çalışmıştır. Bu çalışmalar için eniştesi Gustav Rümelin
gerekli olan zemini ona hazırlamıştı.710 Bu ise topluma sinyal - kumanda –
708
Schmoller,1900,s.158
Schmoller, 1893,s.256
710
Kurt Lewin, Der Übergang,s.439,Schmoller,Die neuren ansichten bevölkerungs und moralstatistik,
1888,s.8 Yeni tasarı Schmoller makalesi olan “ Ergebnisse der im jahre 1861 zu zolllvereinszwecken
veranstalteten aufnahme der gewerbe in würtemberg ‘ de “ ifade bulur. Würtembergische Jahrbücher,
Stuttgart 1963. 1871 yılından önce yayınları kısa makaleler ve uzun çalışmalar, onun zamanın
öğretisinden daha farklı yerlerde olduğunu göstermektedir. Bu eserlerde Schmoller uygulamaya yakın
ve teorik çalışmaya istekli bir kimlik sergilemiştir. Schmoller daha 1864 yılında, bugüne değin Mlli
Ekonomi ile istatistik yıllıklarının içersinde bulunan ve fazla önemsenmeyen kısa makalesinde bu
konuya değinmiştir. Buna göre Cenevre kentinin 1819 ila 1862 yılları arasında önemsiz gibi görünen
miras vergisi istatistiklerinin incelemesiyle, uygun teorik analiz ve trendlerin ile korelasyonların
dikkate alınması durumunda, mesleki teşvik konusunda pek çok pratik bilgilenmeye ulaşmak
mümkündür. Daha sonraki bir makalesindeki yazıda ise zamanın moral istatistiğini eleştirmiş ve
Aristo‘cu bilimsel görüşten kopmuştur. “ Nüfus artışı ve maneviyat istatistiğinin neticeleri” isimli bir
makalesinde 1869 yılında egemen olan görüşleri eleştirmiştir. Bu eleştirilerin içersinde aynı zamanda
kanunsal, tanımlanabilen ve tesadüfen tanımlanabilen fenomenlerin, içinde bulundukları dünyanın
ikiye katlanması eleştirisi de vardır. Buna örnek olarak, istatistiğin tarihin yardımcı vasıtası olarak
709
231
ve kontrol enstrümanı olarak hizmet edecekti. Böylece Schmoller oldukça
erken bir dönemde resmi istatistiğin zamana uygun olarak genişletilmesi ve
etkinleştirilmesi için seferber olmuştur. Sosyal Politika Derneğinin ilk iki
toplantısında
İngiliz
tecrübelerden
yola
çıkarak,
sosyal
araştırmanın
ilerlemesi için temel adımlar atılmıştır. Bu temeller bir yandan 18. yüzyılın
sonuna değin tarihçi – tasvirsel istatistiği, evrensel düzeyde genel devlet
bilgisiyle
iyileştirmesini
içermekteydi.711Diğer
yandan
ise
19.yüzyılda
Herschel ve Quetelet tarafından geliştirilen fen bilimsel oryantasyonlu
‘kolektif istatistiğe’
bağlanmasını içermekteydi.712 Schmoller’in eniştesi
Gustav Rümelin’in oluşturduğu bireysel ve modern yönelimli istatistiğin esas
sadece fikir kuramı doğrultusunda resmedilmiş bireysel fenomenlerin basit, basit sayılar itibarıyla
değerlendirilmesini göstermiştir. Schmoller aynı şekilde 1869 yılında, özgür istem veya kanunsallık
arasındaki kavgayı sanal problem olarak tanımlamıştır. Bu noktada Wheywell‘in yeni kanunsallık
kavramını devralmıştır. Schmoller bu olguyu “ zaman ve mekan sınırlı” düzenliliklerin yakalanması
maksadıyla kullanmıştır. Normal bilimsel görüşü taşıyanlar için istatistik bir gelişimin tipik veya
genel varlığının empirik olarak ispatlanması görevi ifa etmekteydi. Bununla birlikte aynı zamanda bir
yansımanın özel, bireysel ve farklı olanın rakamsal olarak yakalanması, istatistiğin görevleri
arasındaydı. Daima empirik gelişim ön plandadır. Bu dokunulmamış doğallıktan, kendine has
özellikler var olan dışsal etkiler vasıtasıyla soyutlama yöntemiyle okunur. Schmoller ‘in istatistiğinde
ise ancak materyalin bazı belirli bakış açıları doğrultusunda, teorik olarak irdelemesi neticesinde
bilgilenmeye ulaşmak mümkündür. Bunun için Schmoller‘de ön planda zamana bağlı düzenlenmiş ve
mekânsal ile strüktürel verilere göre konumlandırılmış toplanmış sayı dizimleri vardır. Kurumsal
düzenlemelerin bakış açısına göre belirlenmiş. Bu ise tıpkı suni bir deneyde olduğu gibi karşılaştırılır
ve bağıntıların içersinde düzenlilikleri değişen olgulara göre incelenir. Bunun ağırlık noktası ise
değişen bakış noktasına göre gözlemlerin irdelenmesinde ve kayıt alınmasında yatmaktadır. Bu bakış
noktası ise bilgilenmeyi yöneten bir fikir tarafında kumanda edilir ve bu saf bir gözlem ile
kıyaslandığında “ dış müdahale “ içermez.
711
Gustav Schmoller, Offenes Sendschreiben, s. 173 Irmela Gorges : Sozialforschung in
Deutschland
1872-1914,Königstein,1980,s.119,Harald
Homann,
Gustav
Schmoller,s.335
Irmela Gorges derneğin erken dönem aktivitelerinin sürekli olarak ilerleyen endüstrileşmeyle birlikte
değişen toplumu daha şeffaf hale getirme ve daha tepkiselleştirmeye dönük olduğunu belirtmiştir. Bu
ise Schmoller ‘ in sürekli resmi istatistikler üretmesinden ve bunların tarihsel monografiler ile
birleştirerek işlenmesinden dolayı gerçekleşmiştir. Söz konusu çalışmalar Schmoller tarafından bir
devlet – ve sosyal bilimsel araştırma olarak yayımlanmıştır. Burada Alman bölgesinde modern sosyal
araştırmaların başlangıcı yatar ve sonuçta bunlar Schmoller‘in yeni bilimsel konseptinden dünya
gelmiştir. Schmoller‘in istatistikî rakamsal materyalin etkinleşmesiyle ilgilendiği ise, Homann ‘ ın
son yıllarda yaptığı araştırmada meydana çıkmıştır. Schmoller muhtemelen eylemi gerçekleştirenlerin
ahlaki temeldeki ilişkileri, rakamsal düzenlilikleri zaman – mekân izafiyetine sahip kanunsallıklarla,
bağlantıya somaya çalışıyordu. Yani bunları sosyolojik – psikolojik nomolojik hipotezlere
indirgemeye çalışmıştır. Homann, Schmoller ‘ in çalışmalarını ve müdahalesini farklı yorumlamıştır
712
Karl Pribram, Die Statistik als Wissenschaft in Österreich im 19. jahrhundert, Statistische
Monatschrift viyana 1913, s 130.Karl Pribram istatistiğin gelişiminin güzel bir sunumunu yapmıştır.
Bu sunum istatistiğin modern bilimsel temelde politik şekillenmeye uygun hale gelmesine kadar olan
bölümü kapsar. Pribram bu yeni istatistiğin başlangıcını ise Schmoller‘in eniştesi Rümelin‘de
görmekteydi. Ayrıca Avusturya‘daki istatistiğin olumsuz durumundan dolayı da Menger‘i suçlamıştır.
Belki de Pribram bir Avusturyalı olarak Schmoller adını anmak istememiş ve Rümelin adını tercih
etmiştir.
232
hatlarını bunlar teşkil etmiştir. Bunların amacı seçilmiş hareket noktaları
itibarıyla, iktisadi yansımalar içersinde korelasyon formunda düzenlilikleri ve
bunun
ötesinde
gelişimlerin
kökensel
bağlantılarını
aramaktı.
Bu
bilgilenmelerin neticesini ise sosyal sorunlara yönelik çözüm üretmeyi
amaçlamışlardı.713 Schmoller’in bilgilenme hedefi ise, sınıf kavgasıyla
yırtılmış olan vatandaşların kavgalı durumlarından kurtararak, bozulmayacak
bir barışmayı tesis etmekti. Ayrıca bununla bağlantılı olan servet – ile gelir
fakırlıklarının giderme ve üretim mallarının artışıyla fakirliğin her türlü
yansımasını ortadan kaldırma amacındaydı. 714
Buradan
hareketle
ortaya
çıkan
sorunsallıklar
ise
fiyat – ile gelir gelişimi, maaş hareketleri, para değerindeki değişimler, üretim
süreci v. s. üzerine olmuştur.715
Schmoller ilgisinin arka planında daima
gerekli olan bağlantıların düzenliliklerinin bilgilenmesi vardı. Bu düzenlilikler
ise halkın geniş kesimlerinin ihtiyaçlarını giderme, engelleri önleme ve refah
artışına hizmet edebilecek niteliktedir. Schmoller‘in istatistiğe yüklediği görev
onun bakış açısı doğrultusunda, Adolph Wagner’in görüşlerinden önemli
ölçüde ayrılır. Wagner’in istatistiki görüşleri ortak bir varlığın verilmiş global
strüktürlerinin ispatı ve sunumuyla ilgiliydi.716Quetelet‘in ‘sosyal fiziğine’
oryantasyonlu olan görevlendirmeyle kanun ve kanunsallıklar tespit etmeye
çalışır ve insani davranışın özelliklerinin bağıntılarının ortalama rakamlarıyla
kıyaslardı (örneğin intihar, evlilik, suç, v. s.)Wagner bu rakamları dışsal doğal
olaylar olan iklim, mevsim, günün saati yaşam şartları, mezhep ve mesleki
bağdaştırmaya çalışırdı.717 Wagner ‘ in tasavvuru olan istatistiği bir yardımcı
bilim olarak organize etme isteği, onun derin dini inancına uygundu ve
babasından
713
devraldığı
dogmatik
tabiat
felsefesinin
dünya
görüşüyle
Gustav Schmoller, Ergebnisse, s. 161 Zukunftsvisionen der Bedeutung der Statistik, 12
Schmoller Die Natur des Arbeitsvetrages und der Kontaktbruch, Leipzig 1890. s.34
715
Schmoller, Die Landliche Arbeitsfrage mit besonderer Rücksicht auf die norddeutschen
Verhaltnisse, 1886, s. 171
716
Adolph Wagner, Statistisch – antropologische Untersuchungen der Gesetzmassigkeit in den
scheinbar unwillkürlichen Handlungen, Hamburg 1864,s.56 Alexander von Öttingen, Die
Moralstatistik, Erlangen 1868,s.90
717
A. Wagner, Statistik, s. 15
714
233
bağdaşıyordu. Schmoller ise çok fazla önemsenmeyen bir makalesinde, bu
düşünce ile 1869 yılında çatışmaya girmiştir.718
Schmoller için, istatistik ekonomi- politiğin büyük alanlarında eksik olan
deneyin yerini almıştır. İstatistik, gözlemlenen yansımaların temelinde olan
köken tahminlerini mümkün kılmıştır. İstatistiğin önemi ampirik iktisat
araştırmaları için şüphesiz çok büyüktür. Schmoller’in istatistiği kullandığı
alanlarla ilgili olarak bir örnek gösterebiliriz.
Borsa komisyonun bir üyesi
olarak 1892 yılında istatistikî verilerin şekillendirilmesi için bir alt komisyonun
kurulmasını sağlamıştır. Bunlar ‘önemli verilerin tahmini büyüklüklerini’
sunacaktı. Böylece bu büyüklüklerinin ve değişimlerinin tüm ekonomi – politik
ve değişimiyle hangi bağlantıda olduğunu gösterecekti. Schmoller’in bilimsel
bir yardımcıyla beraber gerçekleştirdiği bu sayısal mekanizma, onun yatırım
ve emisyonun, servet oluşumu ve servet dağılımı ile hangi bağlantıda
olduğunu ispatlayacaktı. Esas olarak ise zamansal Milli ve Uluslar arası
karşılaştırmayı
kabul
etmişti.
Schmoller
burada
kullandığı
istatistikî
yöntemlerin büyük bölümünü “Grundrisse” içersine dâhil etmiştir. Bu
denemeler onun ekonomi – politiğin teorik zemine oturtma çalışmalarını
gösterir ki bu gerçekte bilimsel temelde olan modern iktisat politikası için
vazgeçilmez niteliktedir.
Schmoller için istatistik, konuya hâkim durumda olan için rakamlarla
mukayese yaparak bağlantıları tahmin etme imkânı vermektedir. İlgisini
çeken iktisadi – gerçekler, sonuçlar ve nitelikler aynı zamanda sosyal öneme
sahipler, yani vatandaş için önemliler.719Menger’in istatistiğin görevleri ve
organizasyonuyla ilgili görüşleri, Schmoller’in görüşleriyle taban tabana zıttı.
Tam olarak Schmoller tarafından eskimiş olarak nitelendirilen iktisadi görüşe
uygundu.
718
719
Scmoller, Die neueren Ansichten, s. 18
Adolph Wagner, Statistik, Deutsches Staats – Wörterbuch, Stuttgart, s. 456
234
2.10. TANIMLAMA VE SINIFLANDIRMA
Schmoller’e göre, tanımlamalar ve sınıflandırmalar, tasvir yapabilmek
için önemli bir rol oynamaktadır. Bu durumu göz önünde bulundurarak bilimin
görevi kelimelere belirginlik ve sabitlik sağlamaktır. Bu ise güvenli ve genel
geçer kelime anlamlarının oluşturulması ile mümkündür. Tanımlamalar
kelime ve isimleri kavramlara dönüşürler. “Bizim kullandığımız tanım,
kelimenin
anlamının
bilimsel
ispatlanmış
hükmüdür.”720Tanımlamalar
Schmoller’e göre, iki şekilde oluşabilirler. Birincisi bir yansıma, zaten var olan
tanımlanmış bir sınıfın bir alt-türü olarak kabul edilir. Bunun için örnek olan
kişisel kredidir.(alt-tür) Bu bir tür kredi (tanımlanmış sınıf) tanımını içerir ve
borçlunun kişisel sorumluluğu kefil olanın inancını artırır. İkinci ihtimal ise bir
yansımanın önemli elementlerini tanımlamaya dâhil etmektir. Her iki durumda
da bilimsel bir terminoloji şarttır. Fakat bu hiçbir zaman tam bitmiş olmadığı
için, her tanımlama geçicidir. Kavramsallaştırma birinci derecede bilimsel
amaçlara yöneliktir. Tanımlamaların içerisinde kullanılan kavramların kendi
içlerinde tanımlamalar olduğu için ve bir kelimenin sınırlandırılmasında her
zaman akraba kelimelerin kavramları da bulunduğu için, bir tanımlama aynı
zamanda yansımaların bir sınıflandırmasını sunmaktadır.721
Bu sınıflandırmalar ya mevzu bahis gözlem için önemli olan
yansımaları önemli olmayan yansımalardan ayrıştırılması ile meydana
gelirler. “Volkswirtschaft” kavramının tanımlanmasında, “volkswirtschaftlich”
yansımaların sınıfını, “volkswirtschaftlich” olmayandan ayrılır. İkinci bir ihtimal
ise, sınıflandırıcı kavram oluşumudur. Burada yapılan, toplam yansımaları bir
hareket noktası itibarıyla tekil sınıflara ayırmaktır ve bu sınıflar kendi içlerinde
bir dizinin kümelerini oluştururlar.”Bütün tekil olanların en kesin bilgileri ve
tamamının tüm kökenlerin ve sonuçların üzerinde hâkim bir bakış, bunun için
bir ön şart teşkil eder.722 Bu ön şart hiçbir zaman tam anlamıyla
gerçekleşmediği için, her sınıflandırma geçici ve hipotezsel olarak kalmak
720
Schmoller,1893,s.271
Schmoller,1893,s.272,1900,s.103
722
Schmoller,1893,s.272
721
235
zorundadır.
Var
olan
dizi
sıralanmasını
dikkate
alarak,
analitik
sınıflandırmaları genetik sınıflandırmalardan ayırmak mantıklı olacaktır.
Schmoller analitik bir sınıflandırma için örnek olarak, ekonomi-politik
sistemleri özel ekonomi, toplumsal ekonomi ve yardım sever olarak
ayrılmasını göstermiştir. Natürel iktisattan para- ve kredi ekonomisine olan
gelişim ve tarihi köy, şehir, bölge ve ekonomi –politik dizimi, genetik
sınıflandırma için örnek temsil etmektedirler.723
Schmoller kesin bir şekilde reel tanımlamaların varlığına karşı
çıkmıştır. Buna neden olarak ise, kavramların reel bir olgu olmadıklarını ve
tanımlamalar ile bir nesnelliğin en iç cevherini görmenin mümkün olmadığını
belirtmiştir. Milli ekonomiyi doğru çekirdek kavramı ile yakalayabilmenin
inancının yanlış olduğunu söylemiş ve gerçek bir kavramdan diğer bütün her
şeyi elde etme düşüncesinin aynı şekilde yanıltıcı olduğunu belirtmiştir. Bu
inanca Hegel’in öğrencisi olan Lorenz von Stein inanmıştır.(diğer öğrenciler
gibi)724 Schmoller bir bilimin sadece, çok basit yansımaları işlediğinde çok
sayıda neticenin bulunduğu durumlarda, aynı zamanda mükemmelleşmiş
kavram
ve
tanımlamalara
sahip
olabileceğine
inanıyordu.
Bu
bilim
“kanunlarını ve yüksek gerçekliklerini” bu kavram ve tanımlamalara
geçirebilir, bunlardan başkalarını elde edebilirdi.725 Karmaşık bir bilim ise bu
idealden uzaklaşır. Bilim içerisinde kullanılan kavramlar ne kadar soyut ve
genel olursa, o derece reel ve kesin etkiler ön görülebilmekten uzaklaşır. Ve
tanımlamalar o ölçüde yansımaları karakterize edip düzenleme mantığına
bürünür ve gerçeklikleri tanımların içine almaktan kaçınır. Bu durum ekonomi
–politik kuramı için geçerlidir. Kavramlar ve sınıflandırmalar önemlidir,
kavram araştırması ise bilimin hedefini ve alanını belirlemek için gereklidir.
Ama “reel tanımlama mistikliğine” her türlü yaklaşım ve “içi boş kavramsal
723
Schmoller,1893,s.273
Schmoller,1893,s.273,1900,s.103
725
Schmoller,1893,s.274
724
236
tanımlamalardan
çevrilmelidir.
gerçeklilikler
oluşturma”
denemeleri,
şiddetle
geri
726
2.11. KÖKENSEL AÇIKLAMALAR
Schmoller pek çok yerde, gözlemlerin, tanımların ve sınıflandırmaların
sadece hazırlayıcı faaliyetler olduklarını vurgulamıştır. Bu hazırlığın amacı
ise, ekonomi- politik yansımaların bağlantılarının bilgilenmesidir.727 Bilim
adamı hangi yansımaların aynı anda ve hangi yansımaların sırayla geldiğini
bilmek ister. Burada çoğulun içinde ortak olanı bulmaya çalışmaktır ve
yansımaların gerekliklerinin aydınlatılmasını istemektedir.728
Tanımanın ideal olanı ise kökenlerden meydana gelen açıklamalardır.
Köken-etki ilişkisinin önemi bağlamında Schmoller, fen bilimleri ile bağlantı
kurmuştur.729 Burada her zaman söz konusu olan yeterli kökenlerdir ki bunlar
kuvvet olarak anlaşılır ve ayrıca tüm olayları ve süreçleri etkilerler. Hiçbir şey
tesadüf ve keyiflilik üzerine kurgulanmamıştır. Yansımalar ne kadar karmaşık
haldeyse, o sıklıkta mevzu bahis olan etki bir dizi şartın ve olayın
karşılaşmasının neticesidir. Schmoller’in neden(köken) olarak tanımladığı
durum, mutlaka belirli bir ardılın oluşmasına neden olan kökendir. Bu mutlak
ardıl yani etki, kökenden tümevarım yolu ile elde edilmez ve bağlantısı
sadece tecrübe ile tespit edilir.730
Schmoller ekonomi-politik yansımaların kökenleri itibarıyla, psişik ile
fiziksel –organik ayrımına gitmiştir. Ve bunları iki bağımsız kendi kökenlerinin
kanunlarını takip eden gruplar olarak değerlendirmiştir. Her iki durumda da
katı kozalite ön şarttır. Çünkü bu olmadan bilimsel bir gerçeklik söz konusu
değildir. Bu doğal ve ruhi kökenlerin inkâr edilemez birlikte etkileşmesine
rağmen, her ikisi de birbirinden ayrıştırılmış olarak araştırılmalıdır. Çünkü
726
Schmoller,1893,s.275
Schmoller, 1893,s.277
728
Schmoller,1893,s.277
729
Bu fen bilimleri metoduna doğru eğilim Schmoller’in sosyal bilimlerinin metodik bağımsızlığı
görüşüne ters düşmektedir.
730
Schmoller,1893,s.278
727
237
birincisi mekanik, ikincisi ise psikolojik motiflerin kanunları doğrultusunda etki
eder.
2.11.1. Doğal Kökenler(fiziksel –organik neden)
Ekonomi –politiğin gelişimini belirleyen doğal etki faktörlerine örnek
olarak gösterilebilecek olanlar iklim, toprak, maden durumu, ülkenin konumu,
akarsular, dağlar, flora ve bitki örtüsüdür. Hayvan –insan ilişkisi organik
kökenlerin dikkate alınmaması sonucu anlaşılmaz. İktisadi faaliyetler birinci
derecede dış mallara yöneliktir. Aynı şekilde refah yükselmesi kendisini
öncelikle objelerde gösterir. (örneğin evler, fabrikalar, makineler, damızlık
hayvanlar, aletler, para v.s.) Bu objeler doğal kanunlara itaat ederler ve
genelde sınırlı sayıda mevcutturlar.731 Bunlar büyüklük ölçüleri ve teknik –
fiziksel özellikleri ile ekonomi hayatını etkilerler. Bu noktada belirtilen doğa
kanunsallığı olgusu, Schmoller’in doğal kökenleri sadece dışsal anlamda
değerlendirmediği konusunda bize ipucu vermektedir.
Bazı gereklilik ve
düzenlilikler sonucu ortaya veya yok olan süreçleri ile özellikleri, natürel
güçler başlığı altında tartışmıştır. Schmoller ekonomik analizi natürel şartlara
ve süreçlere yönelimli olmasını eleştirmiştir. ( özellikle klasik ve fizyokrati
sınırlandırmasını eleştirmiştir.) Schmoller özellikle iktisadi gelişimin koşulu
olarak, ekonomi –politiğin natürel organizasyon formunun serbest yayılmasını
gören ekonomistlere mesafeli durmuştur. Yukarıda anlatılan natürel köken
kavramının geniş yorumu ile Schmoller, bu açıklama strüktürlerini araştırma
programına prensip olarak, katmayı başarmıştır. Schmoller’e göre natürel
güçleri işlerken sadece fen bilimlerinin sonuçlarını kullanmak yeterli değildir.
Bundan ziyade ekonomi – politik doktrin kendisi bu kökensel grupları
incelemelidir.
731
Schmoller, 1893,s.279
238
Schmoller’in doğal kökenler ile ilgili çalışmaları hakkında daha ayrıntılı
bir bilgiyi onun Grundrisse adlı eserinin ilk cildinde mevcuttur.732 Ülke,
insanlar ve teknik başlığı altında Schmoller ekonomi-politik gelişimin bazı
doğal şartlardan bağımsız olduğunu belirtmiştir. Birinci bölümde meteoroloji,
iklim bilgisi, bitki ile hayvan coğrafyası ve bitki ile hayvanların kültür tarihine
dayanarak hangi şartların farklı ülke ve kıtalara onlara has karakterlerini
belirleyebilmeyi analiz etmiştir.733 Bunun ötesinde tabiat olaylarının fizyolojik
ve psikolojik olarak insanı nasıl etkilediğini araştırmış ve milliyetler ile iktisadi
gelişim arasında hangi ilişkilerin olduğunu incelemiştir. Doğanın genel olarak
ve özel anlamda ise iklim, coğrafi konum ve toprak kalitesinin iktisadi yaşam
tarzını nasıl etkilediğini araştırmıştır.734
Schmoller aynı zamanda insan ve doğa kültürü arasındaki etkileşimi
vurgulamıştır.735Çünkü doğa içerisinde, insanın teknik ve kültürel kabiliyetinin
oluşturduğu yaşam biçimi önemlidir. Ruhsal kudret ve teknik yeterlilik
sayesinde,
olumsuz
şartlar
değiştirilebilir
veya
olumlu
şartlar
değerlendirilebilir. Uygun doğal ekonomik koşulların varlığı, hiçbir zaman
onların kullanımını açıklamaz. Eğer iyi veya kötü toprakta zenginlik
oluşacaksa, mutlaka insanın buna uygun ruhsal, ahlaksal ve teknik eğitimi ile
sosyal hakları ve politik organizasyonu buna kesinlikle ilave olmalıdır.
Öyleyse Schmoller ekonomi-politik gelişim için, psişik ve fiziki
kuvvetlerin
yanında,
teknolojik
kabiliyeti
de
vurgulamıştır.
Onun
Grundrisse’de bulunan tarihsel-teknik beyanları, öncelikle beslenmenin teknik
metotlarına ve teknik aletlerine yöneliktir. Bunun hemen devamında da
Asya’nın, Avrupa’nın ve modern zamanların alet-makine tekniklerini ele
732
Schmoller natürel –teknik kavramının geniş bir şeklini başka bir yerde daha
kullanmıştır.(1900,s.59)Burada insanların elementer dürtülerini, bunların teknik yeterliliği ve arz –
talep ilişkisi ile takas sürecini ele almıştır.
733
Bu noktada Schmoller tarafından kullanılan kavram olan karakter, onun organik dünya görüşünü
yansıtmaktadır.
734
Schmoller,1900,s.130
735
Schmoller’in tipik sözleri onun stili hakkında bilgi verebilir: İnsan güneyde daha az et ve yağa
ihtiyaç duyar. Alkol ve yakıt gereksinimi yoktur, kuzey ile güney arasında önemli bir iklim fark vardır
ve bu bütün iktisadi ahlaki etkilemektedir. Kuzeyde insanlar daha evcimen, daha tasarruflu ve
çoğunlukla daha çalışkandır. Güneyde ise daha iyi yaşarlar ve hayatı gidişatına bırakırlar… Ratzel bu
bağlamda günü yaşayan bir hayattan bahseder ve güneyin Avrupalı halklarının genel proleter
karakterine vurgu yapar.
239
almıştır. Schmoller ekonomi-politiğin gelişiminin iki ana grubu olan doğal ve
psişik kökenlerin yanında, teknik kökeni ‘çok önemli ortanca organ’ olarak
nitelemiştir.
Schmoller belirgin bir şekilde, çeşitli ülkelerin farklı kültürel ve
teknolojik gelişimi, farklı karakterlere yol açtığını ve buna uygun olarak
insanların farklı davranış biçimleri edindiğini vurgulamıştır. Çeşitli ülkelerin
ekonomilerinin benzer teknoloji ile önemli ölçüde gelişim farklılıkları
göstermesi gerçeği
ise,
Schmoller’e
göre
sadece
psişik kökenlerle
açıklanabilir. Bunlar doğal ve teknik kökenlerin yanında, insanların ve
kurumların ahlaksal ideallerini düzenler, etkiler ve şekillendirir.
2.11.2. Ruhsal Kuvvetler
Ruhsal kuvvetler öncelikle hisler ve dürtüler, tasavvurlar ve amaçlar,
niyetler ve davranışlardır.736 Tüm bireysel bilincin ve tüm davranışların çıkış
noktası olarak Schmoller öncelikle acı ve zevk hissinin önemine vurgu
yapmıştır. Bu duygular, dürtü ve ihtiyaçları ortaya çıkarır, arzuları yönlendirir
ve davranışları tetikler. Duygular, dürtü ve ihtiyaçlar ve bunların neticesi olan
arzu ifadeleri ve davranışlar, bütünsel kuvvet olarak değerlendirilmemelidir.
Az gelişmiş doğal halklarından yüksek kültür halklarına değin tarihsel
gelişimin gözlemi veya insanın bebekken, çocukken ve yetişkin insan olarak
davranışının araştırılması, duyguların, dürtülerin ve ihtiyaçların bir tür
basamak dizimi içinde olduğunu göstermiştir. Düşük kültürde veya gelişim
basamağında
öncelikle
basit
ve
bireysel
duygular
davranışları
belirler.(Örneğin açlık veya susuzluk gibi) Fakat bu elementler duygular
gelişir, düzenlenir ve dizginlenir. Schmoller’e göre düşük duygular vücuda, o
ana ve bireyselliğe yöneliktir. Yüksek duygular ruh, devamlılık ve topluma
dair olanlardır. Eğer duyusal hisler estetik, entelektüel ve edepsel hislerle
tamamlanırsa, ahlaki bir ilerleme sağlanabilir. Bu ahlaki ilerleme toplumsal ve
736
Schmoller,1893,s.280
240
ekonomi –politik ilerleme için gerekli olduğu için, devlet ve toplumsal ve
ekonomi-politik ilerleme için gerekli olduğu için, devlet ve toplum bilimleri için
öncelikli olarak ‘hislerin gelişiminin tarihi’ doğru bir temellendirme olacaktır.737
Hisler bir yandan ihtiyaç diğer yandan dürtü olarak ifade buldukları
için, her iki ifade formu bir analize tabii tutulmalıdır. Schmoller bir ihtiyacı,
düzenli ve öncelikli tatmin edilmesi gereken biçimde ortaya çıkan gereklik
olarak tanımlamıştır(şehveti artırmak ve acıyı azaltmak maksatlı). Schmoller
bu durumu, psikolojik ve bireysel yansıma, yığınların yansıması, iktisadi
köken, tarihsel gelişimin neticesi ve ruhi-ahlaki hayat ile anlamaya
çalışmıştır.738
Schmoller her ne kadar aynı sınıf içinde benzer gelir düzeyinde farklı
ihtiyaçların oluşabileceğini belirtmişse de, insani ihtiyaçların yetiştirme, çevre
faktörleri ve menşei etkisinde olduğunu kabul etmiştir. Ekonomi-politik ve
toplumsal araştırmalar benzer şartlar ve koşullar altında yaşayan insanların,
benzer ihtiyaç strüktürlerine sahip olduklarını varsayarlar. İhtiyaçların gelişimi
onların temelinde olan duyguların gelişimi ile paralel şekilde gelişir. Böylece
burada hissi, estetik, entelektüel ve ahlaki ihtiyaçlar daha yüksek bir kültürün
gelişim basamaklarını teşkil ederler. Bu gelişimin sadece tek yönlü
olmadığını bazı örnekler göstermiştir. İhtiyaç yükselmesi egoizmin, zevk
bağımlılığının ve kendini beğenmişliğin yükselmesi şeklinde olmuştur. Bu
türden çıkmaz yollar her zaman batan kültürlerin işareti olmuştur. Bu
toplumlarda ahlaki düzen az gelişmiş olmakla birlikte elementler zevk
duygularının yaşanması esas teşkil etmektedir. Dürtüler formunda ifade
bulan duygularda sanki belirli ‘vücutsal mekanizmaların’ ile ‘ruhi temel
güçlerin’ insanın davranışına ve arzusuna bir şekilde hâkim oldukları izlenimi
vardır.739
Aynı ihtiyaçlarda olduğu gibi dürtülerde tarihsel olarak gelişirler. Buna
uygun olarak burada da kültür seviyesinin yüksekliği ile bir bağlantı
mevcuttur. Daha yüksek kültür seviyesine ulaşma süreci içinde, davranışların
737
Schmoller,1900,s.22
Schmoller,1900,s.23
739
Schmoller,1900,s.26
738
241
aksi sürekli olarak önem kazanır. Bilinçsiz refleks davranışlar yerlerini ki
bunlar doğrudan hislere bağlıdır, git gide daha iyi düşünülmüş ve sonuçları
irdeleyebilen davranışlara bırakır. Burada beklenen neticeler ile ilgili beklenti,
davranış ile his arasında ortaya çıkar ve dürtüler ortadan kaybolmaz(sadece
dürtüsel davranışlar ortadan kaybolur.)Bu aksettiren düşünceler ile dürtülerin
etkilerinde bir değişim meydana gelir. Bu gelişim ise her yetiştirmenin temel
amacıdır ve bununla amaçlanan ‘dürtüleri etik ile faziletli hale getirmektir.740
Schmoller çeşitli dürtüleri ve bunların ekonomik gelişim üzerine olan
etkileri çerçevesinde, özellikle kendini koruma, cinsel ve eylem dürtüsünü,
elementer dürtü olarak ele almıştır. Kabullenme rekabet ve mesleki faaliyet
dürtüleri ise toplamda daha yüksek dürtüler olarak konumlandırılmalıdır. Her
birey somut ahlaki şekillenmesinde oldukça aykırılaşabilir. Kendini idame
ettirme ve cinsiyet dürtüsü bütün dürtülerin elementleri olduğu için tüm
iktisadi ve toplumsal organizasyonların çıkış noktası olarak görülebilir. Bireye
ve onun varlığına yönelik olan tüm insani davranışlar ve çabalar, bu dürtülere
bağlanabilir. Böylesi davranışların spektrumu avcılık ile başlar iş hayatı ile
devam eder ve suç faaliyetine değin uzanır. Hem tembellik hem de
çalışkanlık ve savurganlık ile tutumluluk bu kendini idame ettirme dürtüsünün
hem de cinsellik dürtüsünün artık sadece ‘ben’ odaklı olmadığı ve çok sayıda
hedef ile bağlantıda olduğu sabittir. Bunlar ise sosyal düzen ve medeni
toplum için büyük önem taşır.741
Elementler, dürtülerin üçüncüsü olan çalışma faaliyeti dürtüsü, her
türlü güç kullanımı baskısında kendini gösterir: Oyun, spor, sanat, çalışma ve
kasların ile sinirlerin kullanıldığı diğer bütün eylemler bu faaliyet dürtüsüne
bağlanabilir. Aynı zamanda iktisadi faziletlerin, devamlılığın cesaret ve
fantezinin temelidir. Ücretlendirme olmaksızın çalışma ve bir şeyi oluşturma
ile etkileme sevgisi bu dürtü kökenlidir. Üç elementer dürtü doğal ve ruhi
kuvvetler arasında bağlantı uzuvları olarak değerlendirilebilir. Fiziksel zevk
hissi şeklindeki dışa vurumlar ile bu elementer dürtüler, doğal kuvvetler
alanına dâhildirler. Ahlaki ve etik olarak ayrıştırılmış ve uyarılmış dürtülere bir
740
741
Schmoller,1900,s.27
Schmoller,1900,s.28
242
gelişimin neticesi olarak ise ruhsal kuvvetler alanına dâhildirler. Buna karşın
kabul görme dürtüsü ise belirgin bir şekilde ruhsal kuvvet olarak görülebilir.
Her insan kabul görmenin, sevilmenin ve tecviz görmenin çabası içindedir.
Sosyal değere başkaları üzerinden ulaşmak belirli bir tatmine neden olur. Bu
durum Adam Smith tarafından sempati olarak değerlendirilmiştir. Bu kabiliyet
yani aynı şeyleri hissetmek, kendini başkalarının yerine koyabilmek ve bu
bakış açısı ile aynı zamanda kendi davranışlarını değerlendirmek, vicdanın
ve ahlakın bazını teşkil eder. Başkaları tarafından beğenilmek onların
kabulüne mazhar olmak çabasından, başkalarından daha iyi olmak çabasına
sadece küçük bir adım kalmıştır. Schmoller’e göre, rakiplik dürtüsü kabul
görme dürtüsünün bir alt türüdür. Bireysellik duygusundan kendini sevmişlik,
başkasının zararına sevinme, kibir çabası oluşur. Rakiplik duygusu ile motive
edilmiş çatışmalar ilerlemenin tekerleğidir. Var olmanın çeşitli formlarda
kavgasına neden olurlar. Schmoller mesleki dürtüyü, rakiplik dürtüsünün bir
alt türü olarak tanımlamıştır. Aynı şekilde bu dürtüde sadece temellendirici
dürtülerin gelişimi ve ayrıştırılması dolayısıyla anlaşılır. Öncelikle kendini
idame ettirme dürtüsü ve eylemsellik dürtüsü ile bunlardan oluşan kabul
görme ve rakiplik dürtüsü bütün insani davranışlara temel oluşturduğu için
mesleki dürtünün yerine bunlar birincil ekonomik davranışında temelini
oluştururlar.742Ancak kalabalık insanların (sürü) , kıymetli madenleri, kölelerin
oluşumuyla ve ticaret –ile kredi yatırımlarının ortaya çıkmasıyla, büyük
miktarda nesnel malları toplamanın bir anlamı olmuştur. Önceleri şiddet
içerikli kavgalar bu “ mal toplama egoizminin” belirtisi olmuşsa bile, ahlak ve
hukuk temelinde mesleki dürtü “ izin verilen bir para ve mal edinme” biçimine
dönüşmüştür.
Mesleki dürtü, anlık zevk duygularının gelecekteki kazanç uğruna
ötelenmesine yol açmıştır. Bunun sayesinde insan düşünce ve kendini
kontrol basamağına yükseltebilmiştir. Bağımsızlığın, kendine yeterliliğin,
onurun ve özgürlüğün bir ön şartıdır. Bu mesleki dürtülerin ve onun istenen
toplumsal etkilerinin tam anlamıyla etkili olabilmesi için, bir yandan piyasa
742
Schmoller, mesleki dürtü adı altında, nesnel malları kendisi için büyük miktarlarda toplamak veya
biriktirmek olarak anlamıştır.
243
strüktürlerinin
ve
diğer
yandan
ahlak,
hukuk
ve
kurumsallık
ile
sağlamlaştırılması gereklidir. Daha yüksek bir gelişimin neticesidir, yani temel
esas ve bütünsel dürtü değildir. Sadece bunun zemininde ekonomik
strüktürler ya da süreçler açıklanamaz. Schmoller’e göre, mesleki dürtü
moral, hukuk ve ahlak gibi bazı teknik-toplumsal ön şartlar ile temellendirici
dürtülere dayanır.743
Fakat ahlaksal, hukuksal ve kurumsal baz belirli bir zamanda, belirli bir
halkta, belirli bir sosyal sınıfta oldukça homojen olabilir. Bunun sonucunda
piyasalarda ve çalışma hayatında bazı insan grupları onun sayesinde düzenli
olarak, az kurban vererek çok kazanç sağlamaları belirlenebilir. 744 Öyleyse
Schmoller mesleki dürtüyü insan arzusu içeriğinin bir bölümü olarak
değerlendirilmiş onun karşılaştırmalı olarak dominant konumunu piyasa
hadisesinin dar alanı içerisinde görmüştür. Fakat onu orada da bağlı olarak
ve sınırlı anlamda etkin biçimde değerlendirmiştir. Örnek olarak büyük iş
adamlarının genelde ve bir sınıf olarak değerlendirildiğinde, borsada ve
piyasalarda ki faaliyetlerinin mesleki dürtü nedeniyle yürüttüklerini öngörmek
olanaklıdır. Ama Mill’in de iddia ettiği gibi, bu durum her zaman geçerli
değildir. Bunun ötesinde mesleki dürtü genel geçer nitelik taşımıyor ve belirli
insanlara ve gruplara bağımlıdır ve zaman ile mekân anlamında sınırlıdır.
Yine aynı şekilde mesleki dürtü, çeşitli sınıfların içerisinde, mesela
işadamları, köylü, zanaatkâr v.s. farklı oluşumlara neden olur. Araştırmalara
göre ise, genel anlayışta önemli farklılıklar görünmemesine karşın, ayrıntıda
belirgin bir basamaklaştırma dikkat çekiyor.
Mesleki dürtünün her türü ve her basamaklaştırması, duyguların, ahlak
kurallarının ve hukuk anlayışının toplam neticesi olarak görülmelidir. Bunları
sınıf özelliği veya belirli ırkların ile halkların özellikleri olarak, anlamak ve
tanımlamak gereklidir.745 Toplumsal ve ekonomik hayatın her şekli bağlılık
ve
güven
üzerine
kurgulanmıştır.
Ve
moral
özellikler
olmaksızın
gerçekleşmesi mümkün değildir. Schmoller bir toplum içerisindeki minimal
743
Schmoller,1900,s.35
Schmoller,1900,s.37
745
Schmoller,1893,s.285
744
244
ahlaki şartlar konsensüsü
talebi ile
iktisadi faziletin
bağlantıların analizi için önemini vurgulamıştır.
ekonomi-politik
746
İktisadi önemli faziletler arasında özellikle çalışkanlığı, ekonomikliği,
düzenliliği, tutumluluğu, ticari zekâyı ve devamlılığı vurgulamıştır. Bu türden
yüksek karakteristik özellikler olmaksızın ekonomi-politiğin yüksek gelişimi
mümkün değildir. Bir yandan duyguların ve dürtülerin düzenlenmesi, diğer
yandan akseden değer yargılarının duygu ve davranışlarımıza etkileri insani
ahlaki bir varlık haline getiriyor.747
Schmoller dürtüler ve iktisadi fazilet arasındaki bağlantıları ortaya
çıkarmak için, ahlaki düzenin yani ahlak, hukuk ve moral arasındaki ilişkinin
dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. Eğer sosyal olay gerçeğe uygun bir
şekilde araştırılacaksa ise, bunun için insan hayatının her alanındaki psişiketik kökenleri irdelemek gerekmektedir. Çünkü daha yüksek bir kültürün
oluşumu
her
zaman,
duyguların
ve
dürtülerin
düzenlenmesi,
değerlendirilmesi ve hiyerarşik olarak sıralanmasından geçmektedir. Yani
ahlaki hüküm ve davranış ile gerçekleşir.748
Bunun ötesinde tarihsel gelişim çerçevesinde çeşitli psikololojik
nedenlerin etkileşimi ile kurumlar, organizasyonlar ve diğer sosyal yansımalar
meydana gelir. İktisadi olayları anlayabilmek için, bunu da aynı şekilde analiz
etmek gereklidir. Schmoller’e göre ekonomi-politik düzen ile natürel ve ruhi
güçler arasında var olan bağlantıları ve bunların tekil ifadelerinin birbirlerine
olan etkileri kompleks ilişkiler yumağında ifade bulur.
2.11.3. Teknoloji
İktisat bilimi literatüründe teknolojik dönüşüm uzun süre, ekonomi
dışında gerçekleşen teori değişimi ve bununla birlikte iktisadi gelişimin dışsal
faktörü olarak görülmüştür. Bu durumda teknolojik ilerleme, açıklanabilir
büyüklük olarak tarif edilmemiştir. Diğer yandan ise, iktisadi ilerlemenin
746
Schmoller,1900,s.38
Schmoller,1900,s.41
748
Schmoller,1900,s.41
747
245
teorisi, yeni teknik bilgilerin üretiminin yaygınlaştırmanın ve kullanımını
oluşturur. Teknik ilerleme bu şekilde teknolojik evrim olarak yorumlanmıştır.
Neoklasik ekonomik teorinin yükselişiyle birlikte teknolojik dönüşümün
evrimsel oryantasyonlu bakış açısı bir kenara atılmıştır.
Grundriss adlı eserinde bu evrimsel bakış açısı geçerliydi. Schmoller’in
araştırma nesnesi toplum ve toplumsal dönüşüm olduğu için, teknik ve
iktisadi ilerlemenin önemi merkezi bir yer işgal etmiştir. J.Backhaus’a göre,
Schmoller, teknolojiyi ekonomi-politik analizin merkezine yerleştirmiştir.749
Schmoller
Grundriss’e
ekonomi-politik
ile
iktisat
kavramlarının
sınırlandırmasıyla başlamıştır. Burada üç gerçekliliği ön plana çıkartır.
1-Ekonomi- politik devlet bilimsel kolektif bir kavramdır.
2-Tüm bunların içinde bizim için iktisadi amaca uygun olarak sadece
bazı teknik bilgilerden, berrak düşüncelerden ve manevi fikirlerden
yönlendirilmiş faaliyetler geçerlidir.750
3-Kültür
halklarının
iktisadi
faaliyetlerinin
önemli
bir
bölümü
iyileştirilmiş yüksek teknolojik varlıkların kullanımı ile karakterize edilir. 751
Schmoller eserlerinde teknolojinin gelişimi ve kullanımına verdiği önem
belirgindir. Teknoloji amaç olmaktan ziyade, insani ihtiyaçların tatminine
yönelik malların üretiminde araç vazifesi görür. Bunu için ekonomi- politik
içerisinde iktisadi faaliyetler teknolojinin gelişimi ve işbölümü önemli bir yer
tutar. Schmoller böylece eserinin iki önemli özelliğini ifade etmiş oluyor.
Birincisi gelişim olgusu, ikincisi ekonomi-politik analizin pek çok disiplini
kapsaması. Her iki uygulamada da Schmoller tarafından ön plana çıkartılmış
devlet, kamu yönetimi, kurumlar, strüktürler ve bunların fonksiyonu
önemlidir.752
Schmoller ekonomi-politikacılar tarafından ihmal edilen dört alan
olduğundan bahseder. Schmoller’e göre, bu alanlar önemli ağırlıktadır:
1-Ekonomi-politiğin dışsal doğa ilişkilerine olan bağımlılığı
2- Antropolojik ve psikolojik birimler özellikle ırklar ve halklar
749
J.Buckhaus,1989,s.36
Schmoller,1.cilt,1923,s.
751
Schmoller,1.cilt,1923,s.
752
Schmoller,1.cilt,1923,s.
750
246
3-Nüfus
4-Teknoloji ve bunun tarihsel –coğrafi gelişimi. Schmoller bu dört alanı
birbiriyle dar bir ilişki içinde ve toplam sonuçları babında sunar. Özellikle
komşu bilimler ile olan ilişiklerdeki neticelerin bir araya toplanması Schmoller
için değerlidir. Teknolojiyi de aynı şekilde ekonomik-toplumsal bağlamından
ayırmaz. Ayrıca teknolojinin tarihini ön plana çıkartır. Teknoloji tıpkı iktisat
gibi toplumsal bir yansımadır. H.Kallfhold’un belirttiği üzere, Schmoller için
iktisadın topluma dâhil edilmesi doğal bir olaydı.
G.Rosegger’e göre, Schmoller’in iktisadi büyümeyle ilgili teorilerini ve
teknolojik dönüşümün iktisadi gelişim teorileri ile ilgili olan görüşlerini zamana
uygun bulmakla kalmıyor, aynı zamanda geleceğe ışık tuttuğunu belirtiyor. 753
Schmoller fonksiyonel ve tarihçi oryantasyonlu bir teknik tanımlamayla,
teknolojik ilerlemeleri dış şartların ve insani kabiliyetlerin ortak süreci olarak
tanımlar. Teknolojik dönüşümü ise, evrimsel bir süreç olarak görmektedir.
Schmoller’in bu tanımlaması önce statik olarak görünür:
“Biz burada teknik tabiri altında daima uygulanan metotları ve bunun
için kullanılan yardımcı vasıtaları anlarız. Tüm bunların katılımıyla var olan
çeşitli problemlerin üstesinden geliriz.754” Oysa çeşitli zaman ve mekânlarda
kullanılmasında ötürü bir sınırlama getirir :
“Bizi burada ilgilendiren, farklı zaman ve uluslar bazında tekniğin çeşitli
şekiller ve bunun ekonomi – politik üzerine olan etkisi. Tekniğin ve metotların,
alet ve makinelerin tarihsel olarak nasıl geliştiği konusunda fikir sahibi
olmalıyız. Ayrıca bunların nasıl dağıldığını ve iktisadi hayatı hangi yönde
etkilediğini bilmek zorundayız”.755
Schmoller’e göre, teknolojinin tarihi sadece kısmen işlenmiştir. Teknik
periyotlara olan bölünmeler tek yönlü ve karmaşıktır. Hatta teknolojik
gelişimin nedenleri yeterince araştırılmamıştır. Schmoller bütün bu zorlukların
farkında olmakla birlikte, teknolojinin uzun süreli gelişiminin evrimsel bir süreç
şeklinde olacağına inanmaktadır. ‘Tek bir bütünsel gelişim dizimi vardır. Bu
753
G.Rosegger,1988,s.591
Schmoller,1.cilt,1923,s.190-198
755
Schmoller,1.cilt,1923,s 192
754
‘
247
süreç ilk çekiçten bugünkü dinamo makinesine değin devam etmiştir.’ 756 Bu
sürecin üç önemli özelliği olduğunu belirtmiştir: Birincisi, bu süreç
“şanslı
şartların ve mükemmel ruhi kabiliyetlerin neticesidir.” Gerçi teknolojik gelişim
taklit ve temas vasıtasıyla kolaylaşır ama iklim, dışsal şartlar, sosyal
zorunluluk ve nüfus artışı daima tazyik ve itici güç olmuştur.”
757
İkincisi,
evrimsel süreç, teknolojik ilerlemenin daha eski olan üretim metotlarıyla olan
ilişkisinin bir neticesidir. Schmoller günümüzde “ yeni mikro ekonomide” ve
“kamusal iktisat teorisinde”
tekrardan ön plana çıkan alternatif maliyet
prensipleriyle ilgili çok sayıda örnek sunar.758 Bu şekilde zaten bilinen yeni
üretim
tekniklerinin
gecikmiş
kullanımı
ile
ilgili
nedenler
belirtilir. Örneğin ‘Metal işçiliğinin başladığı yerde veya metal aletlerin ve
kıymetli takıların üretilmeye başlandığı yerde uzun zaman çok pahalıydılar.
Bu yüzden kereste, - taş – ve kemik teknikleri metal işçiliği üzerine fazla etkin
olamamıştır.’ Oysa bir başka açıdan mülkiyet haklarının anlamı vurgulanır:
Örneğin eski batı Asya toplumlarında teknolojik ilerlemeler kölelik, zorunlu
ekonomik düzen, uzun süreli eğitim ve istikrarlı toplumsal düzen temelinde
yerleştirilmiştir. Teknolojinin uzun süreli gelişimi tüm yeryüzü halklarının
yükseliş, -
durgunluk – ve çöküş periyotlarıyla bağlantılıdır. Schmoller bu
halkların istikrarlı olmayan durumlarını aşağıdaki şekilde açıklamıştır:
“Çünkü büyük teknik ilerlemeler aynı zamanda oldukça yüksek,
hemen etkin olmayan veya bazen yerine getirilmesi mümkün olmayan politik–
manevi görevler yüklemesinden kaynaklanır. Hâkim sınıflar aç gözlülük ve
zevk pereselikle kolayca yozlaşmış olurlar. Böylece yönetilenler ilerlemelere
dâhil olmaz ve kulluk ile sert baskı vasıtasıyla yozlaşmış olurlar. Bunun
neticesinde toplumun harmonisi ve bireyin iç ahengi bozulma eğilimi
gösterir.” 759
Schmoller bu eski Asya halklarına yönelik sunumla, teknolojik
ilerlemelerin tek başına yeterli olmadığını göstermek ister. Bununla bağlantılı
olan toplumsal ilerlemeler ve uygun kurumsal gelişimler, daimi teknolojik
756
Schmoller,1.cilt,1923,s.193
Schmoller, I.cilt, 1923,s.195
758
P. Weise 1979, Schuman 1987
759
Schmoller,1.cilt, s.194
757
248
ilerlemeyi ve toplumsal gelişimi mümkün kılar. Her ne kadar Schmoller’in
‘toplumsal harmoni’
tasavvuru endüstri toplumu için yetersiz görünse bile,
yeni ilmi çalışmalar toplumsal gelişimin sarsıntılarını belgelemiştir. Örneğin
Mancur Olson’un 1982 yılında milletlerin yükselişi veya çöküşü üzerine olan
araştırması. Veya 1981 yılındaki refah devletlerindeki kriz üzerine olan OECD
raporu. Schmoller’in görüşleri, teknolojik ve toplumsal ilerleme araştırmaları
bağlamında aktüeldir. Ayrıca devlet ve toplumsal kuruluşların raporları da
dikkate alındığında Schmoller’in çalışmalarının, ileriye götürülebilecek
nitelikte olduğu söylenebilir. Schmoller uzun süreli teknik gelişimin tayin edici
evresi olarak teknolojik devrimi görmektedir. Schmoller’e göre bu modern batı
Avrupalı – Amerikan makine çağıdır: ‘Kişisel teknik deneyim ve ustalık çağı,
kökenleri mükemmel tespit edilmiş teknik görevin rasyonel çağına intikal
etmiştir.’ 760
Schmoller’in makine çağındaki teknolojik gelişmelerin neticelerine
yönelik değerlendirmeleri, aynı şekilde yol göstericidir. Schmoller öncelikle
alet ile makine ayrımına gitmiştir. Bunu daha sonra çalışma – ve kuvvet
makineleri olarak sınıflandırır. Aleti ise teknik çalışmanın vasıtası olarak
niteler ve bunun çalışma sürecini kolaylaştırdığı ve teşvik ettiğini belirtir.
Bununla birlikte çalışanı bu konuda yetkili olarak değerlendirir. Makine
kelimesinde ise teknik bir çalışma vasıtası görür ve bunların doğal kuvvetler
ile kombine alet sistemi içersinde mekanik dizimde hareket sağladıklarını
belirtir. İnsan ise burada çalışma sürecinin sadece yönetimi ve gözetiminden
sorumludur. Tarihsel olarak aşağıdaki evreler birbirini takip eder: Spesifik
aletler kullanımı sonucu oluşan iş bölümü – iş makineleri –
iş ve kuvvet
makinelerinin bir kombinasyonu – kuvvetin yayılmasına dayalı gelişen
makine çağı ve kuvvet makineleri -son olarak ise çalışma sürecinde yükselen
760
Schmoller, I.cilt, 1923,s.214-227 18. Yüzyılın ortalarına değin iktisadi gelişim hala eski yolundan
gitmiştir. Fakat 1830 yılından sonra Üniversiteler, politeknik yüksek okullar ve meslek okulları
sayesinde teknik bilgilenmeler çok farklı türden yayılmaya başlamıştır. Ayrıca var olan doğa
kuvvetleri çok farklı biçimde kullanılmaya başlamıştır. ‘Aynı zamanda üretici kabiliyetin korkunç bir
yükselişine tanık olduk.’ Hâlbuki iş bölümüne dayalı yoğunlaştırılmış makine işçiliği diğer yandan,
milyonlarca insanın proleterleşmesine sebep olmuştur. Schmoller‘in bu tespiti bugünkü bakış açısına
göre de geçerlidir. Yeni sosyal tarihin önemli bir kısmını bu süreç sonunda meydana gelen iş
ilişkilerinin, dönüşmesine ve farklılaşmasına sebep olmuştur.
249
bir oranla kuvvet – ve iş makinelerinin yayılmasıyla meydana gelen makine
çağı.
Schmoller
bununla
birlikte
gerçekleşen
üretim
strüktürlerinin
dönüşümünün tüm çalışma süreçlerini kapsamadığını belirtir. ‘Bu şartların
noksan olduğu yerde, makine bir rol oynayamaz veya sadece kısıtlı bir rol
üstlenir.’761
Bununla birlikte tüm ekonomi – politik esas alındığında, makineleşmiş
çalışma sürecine dolaylı etkiler mümkündür. Bu etki ilkin üretimin
hassalaşması, hızlanması, mekanikleşmesi ve tek sisteme dâhil edilmesiyle
gerçekleşir. İkinci olarak ise makinelerin kullanılmadığı veya daha geç
kullanıldığı sektörlerde, teknolojik ilerleme ile bu sektörlerin prodüktivitesini
yükseltilebilir. Schmoller burada teknolojik dönüşümün yeni çerçevesi
içersindeki örgünleştirme – ve difüzyonunda, özellikle yeni teknolojilerin
neticelerinin uygulamaya alınmasını oldukça önemser.762 Schmoller kendi
zamanı için makine kullanımının doğrudan etkilerini şu şekilde görmüştür:
1-Dünya ticaretinden kitlesel savaşlara değin uzanan “transfer kolaylığı.”
2- Sanayi üretiminin artması ve ucuzlaması.
3-Ekonomi-politik organizasyonun değişmesi. Sosyal sınıfların, ailenin ve
işletmelerin konumlarının farklılaşmasıdır.
Schmoller’e göre bunlar gerçekleşirken aynı zamanda bir farklılaşma
sürecide meydana gelir. Buna göre önder olan uluslar veya işletmeler
yükselir, diğerleri batar. Gelir seviyesi gelişimi de etkilenmiştir: artan sermaye
birikimi ve düşen faiz oranları yatırımların artmasına neden olmuştur. Bunun
neticesinde gerçekleşen iş gücü talebinin artması, sonucu maaşlar
yükselmiştir.
Teknolojik gelişimin diğer önemli neticeleri arasında Schmoller coğrafi
yerleşim konumu strüktürünün değişmesini sıralamıştır. Bununla ilgili özellikle
büyük şehirlerde eğitim seviyesinin yükselmesini ve köy nüfusunun
azalmasını saymıştır. Bunun yanı sıra büyük işletmelerin ve büyük teknik
kuruluşların gelişimini, teknolojik ilerlemenin neticeleri arasında görmüştür.
761
762
Schmoller , I , 1923,s.221
B . Mettel siefen, I, Barens 1987,s.37-89
250
Ayrıca büyük teknik kuruluşlarının ortaya çıkarttığı en önemli gelişme ise
maaş bazında çalışan geniş bir kesimin ortaya çıkmasıdır.’763
Ekonomik teoride Ricardo’dan beri gelenek olduğu üzere, teknolojik
ilerlemenin
tamamlayıcı
sorgulanmıştır.Aynı
efekti
şekilde
ve
ikame
Schmoller‘Çalışma
etkisinin
fırsatının
toplam
tesiri
artması
ve
azalmasını sorgulamış ve bunun düzenliliği ile ilgilenmiştir.’ Onun gözlemleri
doğrultusunda farklı çalışma tipleri vardır: Bir yandan endüstrileşme
öncesinde zararlı olan el işçiliği vardır. Makinelerin kullanımı ile şartlar
kısmen iyileşmiştir. Fakat diğer yandan ise ruhi ve fiziki olarak koşullar
zorlanmıştır.764 Gerçi Schmoller yeni teknolojinin işçileri bazen baskıladığını
ve bazen de yükselttiğini vurgulamıştır. Ama bütün sorunun gerçekte
çalışmanın düzenli veya düzensiz oluşuyla ilgili olduğunu vurgulamıştır: Son
kertede bu sorunların teknoloji ile değil, ekonomi – politiğin sosyal
düzenlemesiyle çözüme kavuşturulabilirliğini vurgulamıştır. 765
Schmoller’e göre, ekonomi – politik organizasyon teknoloji tarafından
etkilenir. Ayrıca teknolojiyi ‘iki önemli dizim olan ekonomi – politik kökenler ve
saf doğal kökenler Ruhi – manevi köken’ olarak görmektedir. Bu üç köken ise
birbirini karşılıklı olarak etkiler ama hiç biri diğerine tam olarak egemen
değildir.
Schmoller
bu
bölümü
yeni
bir
gelişim
basamağı
şeması
oluşturmadan kapatır. Çünkü bugün artık yapısal şiddet kullanmadan hiçbir
şey verilemez.766
2.11.3.1. Teknik Dönüşümün İçselleşmesi Ve İçselleşmenin Başlangıç
Noktaları
İktisadi gelişiminin çalkantılarının etkisi altında ve yeni teknolojik
bilimlerin gelişimi için gereken artan araştırma ve gelişim maliyetleri, yeni
teorik ve empirik iktisat – ile sosyal bilimsel araştırmaları bir soruya
763
Schmoller, I,cilt, 1923,s.227-230
Schmoller,1.cilt,1923,s.227
765
Schmoller,1.cilt,1923,s.228
766
Schmoller,1.cilt, s.232
764
251
yöneltmiştir. Teknolojik dönüşüm iktisadi gelişimin dâhilimi yoksa haricimi bir
faktörü olduğu sorusunu ortaya çıkarmıştır. Schmoller her ne kadar bu
tabirleri kullanmadıysa bile, teknolojik dönüşümün içselleştirilmesine artan bir
katkı sağlamıştır.
1- Toplumsal gelişimin birbirinin toplamı olan teknolojik ilerlemelerin üzerine
oturduğunu tasavvur etmiştir.
2-İktisadi
teorik
olayların
mono
kozal
açıklamalarını
ret
etmiştir.
3-Toplumsal ilerlemenin sürekli olmadığına inanmıştır. Bunun yerine dalgalı,
durgunluk – ve canlanma periyotları içersinde devam ettiğini vurgulamıştır.
Bunun neticesinde Schmoller‘e göre teknolojik dönüşüm, tüm toplumsal
gelişim sürecinin içsel bir faktörüdür. H C. Wright’a göre, Schmoller’in tüm
eserleri baz alındığında arzuladığı ‘İktisat tarihinin optimist yönünün babası’
olarak kabul görmektedir. Fakat bununla birlikte Schmoller kendisini daha
ziyade realist olarak tanımlar. Çünkü bu yönde özellikle makine çağının
sosyal problemlerini vurgulaşmış ve devletin alması gerektiği sosyal politik ile
sosyal düzen önlemlerini hatırlatmıştır.
Schmoller devlet tarafından yürütülen ve sınıfsal çatışmaları azaltan
bir sosyal reform taraftarıydı. Aynı şekilde dağılım içersindeki eşitsizlikleri
ayrıntılı bir şekilde dile getirmiştir. Bunun için daha olumlu çalışma şartlarıyla
daha çok adalet için çaba sarf edilmesini talep etmiş ve diğer dağıtım eşitliği
tedbirlerinin kuvvetlenmesini istemiştir.767 Böylece K. H. Kaufhold‘un belirttiği
üzere Schmoller’in realist ve optimist olduğu aşikardır. Schmoller bu
bağlamda sadece kurumlara ve ruhi hareketlere güvenmemiştir.768
Hatta daha ziyade ülkelerdeki nüfus gelişimini dikkate almıştır. Ayrıca
teknik ilerlemenin süresini ve neticelerini, anayasal düzenin kurgulanışını ve
ulusal – uluslar arası politik çatışmaların seyrini önemsemiştir. Bu tavır onun
evrimsel araştırma anlayışına denk düşer. G. Rosegger’in tespit ettiği gibi,
bunun neticesinde Grundriss’in teknik ilerlemeyi iktisadi ilerlemenin içsel
bileşeni olarak gördüğü ortaya çıkar.769Schmoller, içsel ve dışsal kavramlarını
767
Schmoller 2.cilt,1919,s. 700- 721
K. H. Kaufhold, 1988, s. 217 – 252
769
G . Rosegger, 1988,s.56
768
252
kullanmamakla birlikte, teknik ve iktisadi ilerleme üzerine olan sunumu, onun
makine çağının toplumun gelişimini şekillendirdiği ölçüde, ‘teknolojik
dönüşümün içselleşmesinin sürekli kuvvetlendiğini düşündüğünü ortaya
koyar.”
İçselleşme kavramı ise bir ülkenin iktisadi sistem strüktürünün ve
iktisadi sürecinin yeni teknik ve organizasyon bilgisinin oluşumunun,
kullanımının ve yayılmasının artan şekilde etkilediği anlamına gelir. Bundan
sonra ise strüktür ve süreç üzerine tekrardan tesir ederek, bir ülkenin iktisadi
ve toplumsal gelişimini oluşturur. Sosyal kurumlar, üretimin ve yeni bilgi
inovasyonunun bir yandan ön şartı ve diğer yandan neticesidir. Schmoller
eserinin pek çok yerinde, teknik ile toplumsal gelişme arasında sadece dar
dönüşen ilişkilerin olmadığını belirtmiştir. Bunun ötesinde ampirik gözlemden
yola çıkarak devletin, yardım kuruluşlarının ve işletmelerin teknolojik
dönüşüm üzerinde etkili olduğunu varsaymıştır. Onun teknoloji – ekonomi
problemi üzerine olan görüşleri, Grundriss’ te (her iki cilt) ve çok sayıda
spesifik eserde dillendirilmiştir.770
2.11.3.2. İçselleşmenin Göstergeleri
Schmoller özellikle davranış şekillerinin, gelişim ve yeni teknik
uygulamalar konusundaki etkisini araştırır. Bununla birlikte teknolojik gelişim
için nüfus gelişimimin ve gıda maddesi üretiminin önemini ortaya koymaya
çalışır. Ayrıca teknolojik ve iktisadi ilerleme ile ilgili olarak sermaye
oluşumunun, toplumsal organizasyonun ve eğitimin tesirlerini tespit etmeye
çalışır:
‘Bir toplum tekniği ve organizasyonuyla yaşam alanı içersindeki doğal
sınırlarına ne kadar yaklaşırsa, o derece yeni teknik ilerlemenin zor
uygulamaları ile yüz yüzedir. Dış göç problemi, yeni idari organizasyonlar
problemi ve Pazar istilası problemi hat safhaya ulaşır. Bunlar komplike
toplumsal süreçlerdir ve çoğunlukla sosyal çatışmalara ve sosyal reformlar
770
Schmoller,2.cilt,1919,s. 710- 734
253
sayesinde gerçekleşirler. Ayrıca yeni kanunlar, devlet yaptırımları ve ruhani
ilerleme bunun için gereklidir.771’
Tekniğin aşamaları ve alanlarıyla ilgili ortaya çıkan teknolojik
ilerlemenin kullanımı ve yayılmasına ilişkin zorluklara Schmoller özellikle
vurgu yapmıştır: “Kültürün her basamağında pek çok teknik ilerleme vardır.”
Fakat bunlar maliyeti, sermaye ihtiyacı, eğitimli personel açığı ve komplike
mekanizması dolayısıyla kullanılamaz durumdadır.’ Bu yüzden tüm teknik
ilerlemeler bir ölçüde ekonomik şartlara ve toplumsal ilişkilere bağlıdır. 772
Yükselen sermaye ihtiyacı, daha uzun üretim süreçleri, artan toplumsal
komplikasyon ve iktisadi sürecin dalgalanması tüm yüksek teknik sahibi
ekonomi – politik sistemlerin ana özelliğidir. Bunların neticesinde iktisadi –
politika için ortaya çıkan problemler ise Schmoller’e göre, çözülebilir
niteliktedir.
İktisadi gelişimin birbirine bağımlı tayin nedenlerinden üç grubu ön
plana çıkartmıştır.‘Mükemmelleşmiş teknik, yüksek ekonomik hayat ve
yüksek kültür yansımalarını tespit etmek mümkündür. Özellikle dünya tarihine
bakıldığında bu yansımalar refakat edici ve zaruri nitelik sergiler.’ 773
Schmoller bu şekilde teknolojinin içselleştiğini belirtmiş ve böylece
ekonomi – politik köken dizimlerinin arasında çok önemli bir yer tutar. Bunlar
bir yandan iklim, insan bitki – ve hayvandır. Diğer yandan ise ruhi – manevi
faktörlerdir. ‘Teknik tam olarak bunların arasında bir faktördür.’ Ayrıca
Schmoller’in tasavvurlarına göre teknik ilerleme olmadan daha yüksek bir
ruhani hayata ulaşmak mümkün değildir. Fakat aynı şekilde ruhi ve manevi
ilerleme olmadan daha yüksek bir tekniğe ulaşmak da mümkün değildir. Bu
olguların arasında daha iyi kendi kontrol edebilme yetisini ve daha yoğun
muhakeme alışkanlığını saymamız gerekir.774Bununla birlikte Schmoller aynı
zamanda teknolojik dönüşümün içselleştirilmesinde önemli olan teknik üretim
olgusuna dikkatleri çekmiştir. Schmoller makine çağının büyük işletmeler
devrinde, iki doğal ve gerekli olan tandans birbiriyle mücadele halindedir. Bir
771
Schmoller,2.cilt,1919,s. 710- 734
Schmoller , I.cilt , 1923,231
773
Schmoller , I.cilt , 1923,231-232
774
Schmoller , I.cilt , 1923,231-232
772
254
yanda sürekli artan üretim vardır. Diğer yanda ise, sürekli artan üretim
maliyeti vardır.
Bunun için özelikle üç neden ortaya koyar: İşletmelerin yönetimi,
bunların sahiplerinin yaşadığı kişiye özel kaderlerinden etkilenir. Bunun
neticesinde “kolektif kişilikler” ortaya çıkar. İkinci olarak ise eleman, mühendis
ve ustabaşı sayısının büyük işletmelerde artmış olmasıdır. Bu durum
personel yönetimi – ve gelişiminde yeni problemlere yol açmaktadır.
Üçüncü olarak ise yükselen iş gücü sayısıyla birlikte, bunların hukuki
konumlarının tekrar düzenlenmesi gereğidir.775 Ancak büyük işletmelerin bu
türden organizasyon problemleri çözüldüğünde, önemli dalgalanmalara
maruz kalmadan gelişme olanağına sahip olur. Schmoller esasında bu
şekilde, mikro elektronik kullanımında endüstrinin yaşadığı problemlere
değinmiştir.Bunlar sadece kitlesel üretimin yükselen kazanç skalasından
meydana gelmez, hatta küçük üretim süreçlerinin meydana getirdiği maliyet
avantajlarından kaynaklanır. Ayrıca bununla bağlantılı olan, yeni teknolojilerin
âdemi merkeziyetçiliğinden ileri gelir. Bunun için özellikle büyük işletmelerin
âdemi merkeziyetçiliğini teşvik eder. Aynı zamanda iş gücünün iş yerindeki
sorumluluğu arttırılır, işçi temsilcileri lehine işletme hukukunda düzenlemelere
girişilir ve karar verme süreçlerine katılım hakkı genişletilir. Schmoller
devletleştirmeyi ve sınıf kavgasını çözüm yolu olarak kabul etmez. Bundan
ziyade işletme hukukunda aklı başında reformlar ve çalışma - tarife - ile
sosyal hakların geliştirilmesi gerektiğini savunmuştur. Özel ve hisse
sermayedarlığı şeklindeki mülkiyet hakkı ortadan kaldırılmamalıydı. Bunun
yerine daha fazla sayıda çıkar grubu üzerine dağıtılması uygundur.776
Böylece üretimin hukuki ve organizasyonsal çerçeve koşulları
aşağıdaki hedef göz önünde tutularak değiştirilmeliydi.
Büyük işletmenin
ilerlemesi ayrıca teknik ilerleme ve tüm büyük işletmelerin toplam ekonomi –
politik içersine ticari anlamda başarılı bir şekilde entegre edilmesi gerekirdi.
775
776
Schmoller , I , 1923,s.516
Schmoller, I, 1923,s.515
255
Bununla birlikte Schmoller’in dikkate aldığı bir diğer husus büyük
işletmelere giden ilerleme süreci çok farklıdır.777Sombart, Sinzheimer,
Schulze – Gavernitz‘in yaptığı gibi kendisini büyük işletmelerin coşkulu
methiyetçiliğinden sınırlandırmıştır. Daha dikkatli ve objektif olarak gördüğü
Hasbach ve Tarihçi Okulun araştırmalarına ise katılmıştır. 778 Bu durum
özellikle iş bölümünün değerlendirilmesinde ortaya çıkar. Schmoller’e göre bu
Smith’in iddia ettiği gibi mutlak harmoni barındıran bir süreç değildir. Ayrıca
Karl Marks’ın yorumunda olduğu gibi anarşik de değildir. Bunun yerine
toplumsal bir süreçtir. Ve bunun strüktürü, teknik ilerlemenin etkisiyle sürekli
olarak değişmektedir:
“Toplam sistem ne denli komplikeyse ve bu sistem ne denli hızlı bir
şekilde
değişip
büyüyorsa,
tek
yönlü
bir
büyüme
o
denkli
kolay
gerçekleşebilir. Böylece iş bölümü olarak birbirine muhtaç parçalar arasında
bir uzlaşmazlık ortaya çıkabilir.779’
Schmoller bunun için iş bölümünü sosyal farklılaşma sürecinin temeli
olarak değerlendirmiştir. Çünkü ona göre bu tüm büyük toplumların gelişimini
işaret eder. İş bölümü kültür ilerlemesinin büyük enstrümanıdır. Aynı
zamanda daha büyük refahın ve daha iyi iş yönetiminin de enstrümanıdır.
Schmoller’in bu görüşleri aynı zamanda Schumpeter’in iktisadi gelişim
açıklamalarından
ayrılır.
Schumpeter
öncü
işletmeyi
iktisadi gelişimin taşıyıcısı olarak tanımlamış ve gelişim sürecini “yaratıcı
yıkım faaliyeti” olarak görmüştür.780 Buna karşın Schmoller iktisadi gelişim
konusunda mono kozal anlayışı ret eder. Gerçi bununla birlikte özellikle
ilerleme için önemli olanın insanın ruhi kabiliyetinde yattığını belirtmiştir. Ama
bununla kastettiği sadece işletmeci değildi. Aynı şekilde işçiyi ve ustayı da
kastetmiştir. Çünkü bunlar yeni makine aksamını ve metotları keşfeder.781
Schmoller bunun ötesinde işletmelerin uzun süreli yükseliş – ve çöküş
periyotlarını önemsemiştir ( bilindiği üzere halkların bu özelliğine büyük önem
777
Schmoller, I, 1923,s.513
Schmoller , I , 1923,s. 392
779
Schmoller, I, 1923, s. 392
780
J. A. Schumpeter, 1946,s.56
781
Schmoller, I, 1923,s.194
778
256
verir.) Burada sendikaların, yoldaş kuruluşların, devlet ve özel işletmelerin
hem artan işletme yoğunluğuna karşı sosyal reform çabaların odağını, hem
de “saf büyük endüstrilerin geliştirdiği karanlık gölgelerini oluşturmaktaydı.”
Bunun
neticesinde
ortaya
çıkan
Merkeziyetçilik
ise,
toplumsallıktan
uzaklaşmaydı.782 Schmoller bu noktada tekrardan realizm ve optimizm
kombinasyonunu tekrarlamıştır. Esas olarak iktisadi gelişim içersindeki yasal
basiretsizlikten, çirkin sosyal çatışmalardan ve rahatsız edici soysuzlaşma
yansımalarından bahseder. Fakat aynı zamanda bunun yeni bir kalkınma
hamlesinin önüne geçemeyeceğine inanıyordu. Bu konuda
kuvvetleri tayin edicidir.’
‘ulusların ahlaki
Bunların serpilmesi için ise karma bir ekonomik
sistem önerisinde bulunmuştur.783
2.12. PSİKOLOJİK FAKTÖRLERİN DİKKATE ALINMASI
Schmoller’in bir dürtü öğretisi oluşturma çabası, psikolojik detay
araştırmaları ile ekonomi – politik analizleri kombine etme talebinin bir
neticesi olarak görülebilir. Bu denemesinin çıkış noktası, Milli Ekonomik bilim
sistemlerinin motifsel noksanlığına yapmış olduğu eleştiridir. Schmoller
fizyokratların ve sosyalistlerin, soyut insan tabiatının temeli üzerine objektif
bir ekonomi – politik kuramın kurgulanabileceği doğrultusundaki inançlarını
eleştirmiştir. Klasik ekonomide basitleştirilmiş iktisadi insan psikolojisi,
tamamıyla yetersizdir.784
Schmoller Milli Ekonomide psikolojinin yükselişini gösteren, çeşitli
argümanları ve gelişimleri tartışmıştır. Mill’in talebi olan her sosyal bilime
psikolojiyi temel olarak vermek, Fransa‘daki sosyalistlerin psikolojisini,
Jevons ile Bentham tarafından ele alınan zevk – ve acı hisleri ile ilgili
düşünceleri ve en önemlisi Avusturya‘da temsil edilen sübjektif değer yargısı
ile marjinal fayda kuramı. Bunların hepsi psikolojinin prensip olarak öneminin
tanındığına yönelik örneklerdir. Ama aynı zamanda mevzu bahis denemeleri
782
Schmoller, I, 1923,s.561
Schmoller, I, 1923,s.560
784
Schmoller, 1897, s. 325
783
257
yetersiz olarak eleştirmiş ve
‘egoizmin yanına toplum-ile hak duygusunu ve
özgeciliği koymak meseleyi çözmez’ demiştir.785
Schmoller ise buna karşın detay çalışmaları ve geniş anketlerle, psişik
güçlere girmek niyetindeydi. Hem ortalama insan hem de alışılmadık insan,
varlıkları ve etkileri itibarıyla gözlemlenmeli ve analiz edilmelidir. Schmoller
ikinci bir yolu hermeneutik metodunda görmüştür. Bu konuda çeşitli yerlerde
yaptığı açıklamalarda, insanın ruhsal hayatının kendini gözlem ile hissetme
ve tekrar canlandırma ile analiz edilip anlaşılabileceğini vurgulamıştır.786
Üçüncü olarak ise, bilgi objesi insan ve toplum olan, diğer bilimlerle
eşgüdümlü bir ortak çalışma zemininin gerekliliğini vurgulamıştır. Bununla
aynı zamanda özel bilimlerdeki ilerleyen işbölümü gerekliliğinin önemine
değinmiştir.787
Meyer’e göre, Schmoller’in Klasik ekonomiye, onun tek yönlülüğü ve
önemli davranış temellerini yetersiz değerlendirilmesine yönelik eleştirisi, en
azından Smith’çi davranış teorisi olan
‘etik duygular teorisi’ bağlamında
anlamsız kalıyor.788 Smith iktisadi teorik araştırmaları çerçevesinde iki
probleme çözüm getirmeye çalışmıştır:
Bireylerin dâhili hareketine (interaktion) ve sosyal kurumlar problemine
çözüm bulmaya çalışmıştır. Birincisinin çözümüne yönelik üç öneri
sunmuştur. İlkin kabul ettiği metodolojik görüş, bireysel davranışın yol
açabileceği genel ve sosyal etkilerle açıklanması gerektiğini belirtmiştir.
Yararlı etkilerden meydana gelen mekanizmaları analiz etmek ve anlamak
önemlidir. İkinci olarak Smith psikolojik görüşü savunmuştur, yani insanın
içsel hareket nedenlerinin ve natürel kabiliyetlerinin dikkate alınması. Üçüncü
olarak insanların interaksiyonlarının hem moral değerler alanında hem de
oluşan piyasa fiyatları bağlamında, bir süre sonra dengeye kavuşacağına
inanıyordu.789
785
Schmoller, 1893, s. 280
Schmoller, 1893, s. 235, s. 248, s. 321
787
Schmoller, 1897, s. 325
787
Meyer, 1982, s. 84
786
789
Meyer, 1982, s. 84-89
258
İkinci problem alanında yani sosyal kurumlar ve otoriter olmayan bir
yönetim faaliyetinin olabilirliği konusunda, üç hususa vurgu yapmıştır: Ahlaki
duyguların varlığını, rakip piyasaların olumlu etkisine ve devletsel hukuk
güvencesini belirtmiştir. Smith’in ahlaki duyguların oluşumu ve gelişimini
açıklamak için kullandığı mekanizmalar, modern sosyal psikolojik teori ve
konseptlerde uygulananlara çok benzemektedir: kendisini bir başkasının
yerine koyabilme kabiliyeti, sosyal karşılaştırmalar, referans grupları,
mutabıklık baskısı, kendini düzenleyen sistemler ve dışsal ile içsel üçlük
motivasyonu.790
Eğer Smith bu motifleri dikkate aldıysa, o zaman Schmoller niye onun
ekonomik davranış teorisini psikoloji dışılık ile yüzeysel olarak eleştirmiştir?
Bu soru ancak uygulama alanına bakılarak cevaplanabilir. ‘Ahlaki duygular
teorisinde’ Smith özellikle birbirine yakın olan insanların sosyal ilişkilerini
açıklamak istemiştir. Ekonomik ilişkileri ve süreçleri ise ki bunlar çoğunlukla
anonim olarak ve rekabet edenlerin kişisel bilgileri olmadan gerçekleşir, basit
bir takım prensiplerle açıklamıştır. Sonuçta bunlar Schmoller’in eleştirilerine
hedef olmuştur. Smith anonim ekonomik ilişkiler araştırmaları için, moral
duygular araştırmasının sonuçlarını dikkate alması gerekmiyordu. Fakat
başka alanlar için bunları önemli addetmiştir. Bu noktada Smith’in görüşü
Schmoller’in
görüşünden
ayrılmaktadır.
Psikolojik
faktörlerin
önemi
konusundaki farklı görüşler için bir örnek, Schmoller tarafından verilen çeşitli
ulusların zihniyet farklılıklarıdır. Onun iddiası olan ortalama bir gözlemde
farklılıkların görülebileceği hususu, oldukça rahat bir şekilde anlaşılmaktadır.
İtalyanların
ortalama
davranışının
hararetli
olduğu
ve
buna
karşın
Hollanda‘lıların daha soğuk olduklarını, İtalya ve Hollanda‘ya giden biri inkâr
etmez. Fakat bu türden zihniyet farklılıkları ekonomik teori için bir öneme haiz
midir?
Buna karşın Schmoller zihniyet farklılıklarını önemli bulmuştur. Çünkü
ona göre ruhi güçler bu farklı zihniyetlerde ifade bulmaktadır. Ve bunlar bir
ülkenin doğal kaynaklarının kullanımını, var olan teknolojinin uygulanmasını
790
Meyer, 1982, s. 84-89
259
ve ekonomi – politiğin tüm gelişimini etkiler. Schmoller’in görüşü bir yandan
Klasik ve diğer yandan modern bakış açısına göre uzak olmasına rağmen,
onun farklı olanları ayıran dürtü öğretisinin ve belirli dürtü davranışları
görüşünün, modern psikolojideki davranış açıklamaları ile paralellikler
gösterdiği görülür. Özellikle eyleme niyetlenme ile hakikaten eylemi
gerçekleştirme arasında, karar vericinin ahlaki ve etik uygunluk ve toplumsal
kabulü yansıttığı ile ilgili görüşü, Ajzen ve Fishbein’ın üzerinde çalıştığı
psikolojik davranış teorisine benzemektedir. 791
Sosyal psikolojide zihniyet – davranış – kıvamı ile ilgili sürdürülen
tartışmanın şiddetini konusunda, modern Milli Ekonominin çoğu temsilcisi
tahmin bile edemez. Dışa vurulmuş zihniyet ile davranışı açıklama teşebbüsü
veya bir davranışı ifade edilen bir görüş ile ön görebilmek, pek çok ekonomist
için problemli bir yöntem olarak görünmektedir. Friedmann bile, işadamlarının
eylemlerinin nedenlerini ve motiflerini açıklayacakları röportaj ile anketlerin,
tamamıyla zırvalık olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Ekonomist
insanların sadece yaptıklarıyla ilgilenir, yapmayı amaçladıkları ile hiçbir
şekilde ilgilenmez.792
Nerdeyse hiçbir Ekonomist, analiz edilecek olan davranışın, bir
nesnelliğe yönelik olarak kabul ile reddin tahminine dayanarak açıklamaya
çalışmazdı. Pek çok insanın neden dört haftalık bir Bahama tatilini (üstelik
güneş, deniz, kum sevmelerine rağmen ) pek sık yapmadıkları konusundaki
soruyu, bir ekonomist öncelikle tatil masrafı ve yıllık izin hakkı ile açıklamaya
çalışır. Bu gerçek aynı zamanda Schmoller’ci açıklama denemelerinin büyük
problemlerinden biri olarak görülmektedir. Onun köken analizi ve özellikle
dürtü öğretisi, büyük ölçüde davranışların fayda maliyetini dikkate almamış
görünmektedir.793
Ama aynı zamanda Schmoller’in insani dürtü ile iktisadi fazilet
görüşleri oldukça makul görünmektedir. Ayrıca kimse, Schmoller tarafından
tasvir edilen aktivasyon, cinsellik veya rekabet dürtüsü olarak adlandırdığı
791
Meyer, 1988, s. 575
Meyer,1982,s.83
793
Meyer,1982,s.83
792
260
motivasyonların gerçekten insan için sıklıkla kozal bir öneme sahip
olmadığını iddia edebilecek durumda değildi. Bunun neticesinde, çeşitli
Ekonomistlerin sürekli ve tekrardan ekonomik teoriyi bazı farklılıklarla insani
motivasyon strüktürleri ile bağdaştırmaya çalıştıklarına şaşırmamalıyız.
Örneğin Schmoller tarafından tanımlanan rekabet dürtüsünün etkisinin,
Dussenberry‘nin oluşturduğu bireysel öz değerlendirme önemi ile ilgili
hipotezi ve zamanın tüketim davranışının gözleminin açıklamasının sosyal
karşılaştırmasına, yakın düştüğü görülmektedir. Aynı şekilde Dussenberry’de
sosyal psikolojik elementlerin kullanımı ile ekonomik açıklama noksanlıklarını
azaltmaya çalışmıştır. Hem Schmoller (kendini kabul ettirme dürtüsü ile
birlikte)hemde Dussenberry tarafından önemli görülen sosyal karşılaştırmalar
ve kendini öz değerlendirme, insani davranışın pek çok alanında ifade
bulmaktadır.
2.13. EVRİMCİ DÜŞÜNCE
Schmoller’in öğretisi “toplumsal yansımaların tümünü… Yansımaların
birbiriyle bağlantıda olduğu doğal – ruhani, kozal bir sistem olarak tarif etmek,
anlamak ve açıklamak”
ister.794 Tabii ki bu daha sonraları Milli Ekonominin
gelişimini sürekli daha fazla şekillendirecek olan matematikselleştiren,
hassaslaştıran ve detay çalışmasına kısıtlayan teori değildi.
Bir “ toplumsal teorik çerçeve” eserinin elementlerini kullanır, bu öyle
bir
yapıdır
ki
içersinde
toplumsal
ilişkilerin
bütününü
düzenlemek
mümkündür. Ona tarihsel algılamayı mümkün kılan “tarih dışı olguları,”795
özellikle toplumsal gelişimin genel bir kanunu hüviyetinde yapılandırır.
Schmoller tümevarım – tarihçi detay araştırmasıyla karşı çıkmaya çalıştığı
“büyük teoriler çemberini,”
bununla zenginleştirmiştir. Schmoller’ e göre
toplumsal dönüşüm sapkın bir karaktere sahip olmaktan öte, ilerlemenin
kanununa tabidir.
794
795
Schmoller, 1923 s.72
Schumpeter 1926, s. 363
261
Werner Sombart burada barıştırıcı bir neticeyi, mecazi bir şekilde
formüle etmiştir: “Farklı olarak ele alınması gereken, ne bir teorik nede tarihçi
Milli Ekonomi vardır. Her ikisi de birbirine aittir ve biz bunların üzerinde, aynı
bacaklarımızın üzerinde yürüdüğümüz gibi yürürüz. Sadece teorisyen olan
veya sadece tarihçi olan tek bacaklıdır, yani sakattır.” Bu durumu teorik
olarak haklı gösterme teşebbüsü, karşılıklı bağımlılığa ve hatta her iki
görüşün birbirinin içine geçmiş olmasına dayanır. Dolayısıyla bu ayrışmayı
ortadan kaldırmaya yöneliktir. Schumpeter bununla ilgili olarak “orada
mantıklı ayrıştırma unsurları bulunmamaktadır” beyanında bulunur. “Söz
konusu olan yöntemin türü değildir. Anlamak ve anlatmak isteyen iktisat
tarihçisi, mantıklı olarak Milli Ekonomistten farklı bir yöntem kullanamaz.”
Öyleyse yöntem konusunda en iyi ihtimalle farklı hassasiyetler olabilir ama
gerçek anlamda farklı çalışma metotları olamaz. Bu durum “ilgi alanın yönü”
içinde geçerlidir. Çünkü bir karşıt türlülük, yani buna göre bilim adamlarından
biri genel olanla ilgilidir ve diğeri özel olanla ilgilidir, savunulamaz bir
durumdur: Gerçekten emsalsiz olan anlaşılmaz olurdu ve gözlemci açısından
ilginç olmazdı. Her zaman en azından genel bir insani ilgi gereklidir. Bu aynı
zamanda, analiz ölçüsünün kaldıracı durumundadır. Ve bu olmadan, masal
anlatımı bile olmazdı. “796
Schmoller oldukça açık bir şekilde “Ben, özellikle tabiatın temel fiziksel
süreçlerinde daima aynı kalanı görüyorum. Bunun dışında, her yerde
ilerlemeyi görüyorum ve buna inanıyorum” ifadelerini kullanmıştır. 797Bu inanç
özellikle 19. yüzyılda olağandışı değildi. Turgot, Comte ve Marks gibi pek çok
toplum teorisyeni bu inancı paylaşmıştır. Augustinçi vizyon üzerine ilerleyen
insan varlığının kurgusunu temellendirmiş ve bunun tek yönlü gelişim çizgisi
üzerine bütün toplumları yerleştirmiştir. Ve her gün, tabiat üzerindeki
egemenliğin gelişmesiyle, kendisinin haklı olduğunu düşünmüştür.798
Schmoller’ci Gelişim Kanunu ki onun farklı yazılarından derlenerek bir
araya toplanmıştır, şu karakteristik özellikleri taşır: İlkin kültür ve ahlaklılığın
796
1926, s. 326
.Schmoler, II, s. 639 1898, s. 40 ve 1923
798
Bury 1920, Nisbet 1980
797
262
eş zamanlı gelişimi ile ilgili bir tez içerir. İkinci olarak, inovasyon ve süreklilik
dengesi hususunda bir tez içerir. Üçüncü sırada ise, farklılaşma ve iş bölümü
tezi gelir. Dördüncü olarak ise, toplumsal dönüşümün hareketli kuvvetleri
hakkında bir tez vardır. Ve nihayetinde beşinci olarak, sınıf çatışmalarındaki
devirlilik ile ilgili bir tezi vardır.
Schmoller’in özellikle Grundriss’deki yaklaşımı büyük ölçüde ahlak,
hukuk, gelenek üzerine kuruludur. Bunların etkisinde olmayan doğal bir insan
anlayışı olmaz. Schmoller, için bu üçlü bütün iktisadi ilişkiler ağının iskeletidir.
Klasik İktisat ve Avusturya İktisat Okulu bu çerçeveyi dikkate almamakla dar
bir alana sıkışıp kalmışlardır. Ona göre, bencilliğin ve kişisel çıkarın iktisadi
analizde bir yeri olabileceğini ancak bunun ahlak, gelenek ve hukuktan
oluşan kurgunun bir alt sistemi olması ile mümkün olabileceğini düşünür.
Ahlak, iktisadi faaliyetlerin ruhunda hissedilen bir olgudur. İnsanlar
bütün iktisadi davranışlarında ahlaki yargılarının ve kabullerinin etkisi altında
faaliyette bulunurlar. Klasik İktisatçıların iddia ettikleri gibi bütün insani ve
toplumsal vasıflarından soyutlanmış, kendisini piyasaya bırakmış bir insan
yoktur. Örneğin, fakir bir kadıncağıza bakkalda hileli bir mal satılırken,
aristokrat bir kadın kaliteli bir malı daha ucuz fiyata almış olsa bu durum
ahlak anlayışına ters düşer. Bununla da kalmaz, hemen bunun önüne
geçecek kanunlar ve düzenlemeler yok mu diye bakınmaya başlarız. Serbest
rekabet en uygun sonucu üretsin diye bakınmayız. 799Schmoller’e göre, Klasik
İktisatçılar doğal güdülerini takip eden bir insan prototipinden hareketle bir
toplum modeli geliştirmeye çalışmışlardır. Bu ‘doğal’ insanın hiçbir toplumsal
bağı yokmuş gibi teorilerini geliştirmişlerdir. Bunun için de bu teoriler her
bilimin başlangıcında görülen geçici düşünce temrinleri olmaktan öteye
gidememişlerdir.800
Schmoller’e göre, töre hukukta ispatlanabilir ve töresel-ruhi ortak
bilinci’ ve insanların tüm davranışlarını etkileyen (iktisadi davranışlar dâhil),
ortak ahlaktır.801 Ahlak bir insanın veya halkın, töresel veya manevi normlar
799
Schmoller,1901,s.58
Schmoller,1901,s.58
801
Schmoller,1904, 254
800
263
tarafından belirlenen türde, inanışlarını ve davranış şekillerini elde etmesini,
sağlayan ve özelliklerini verendir. Bu yeti sadece insanın doğal izanı ile
ispatlanmaz. Aynı zamanda alışkanlık, tekrar ve geleneğe uyum gösterme
bunu sağlamlaştırır. Bu çifte menşei gerekli olan kültür antropolojik kavramsal
içeriği taşımaktadır ve bu ahlak ile birlikte, bir halk tarafından yaşanılan ve
karşılığı olan tüm yönelimsel resimler ve davranış örnekleri olarak
tanımlanır.802 Ahlak ortak ‘psişik dürtü gücünün’ bir ürünüydü ki bu Schmoller
tarafından iktisadi olayların sebepsel faktörleri olarak görülürdü.803 Ve
ekonomi politiğin en önemli hedefi bundan dolayı bu psişik güçlerinin
araştırılmasıydı.
Schmoller insanlığın fikir dünyasının esas gelişimini, etik ve insani
davranış tamamen buna bağlıdır görüşünü benimser. Peki, etik olan nedir?
Ahlak ve hukuk bağlamında etik de temellenmiştir.’İnsan özgürlüğündeki
gelişim’, ‘Özgür ahlaki halk ruhu’, bir halkın ahlaki temel düşünceleri hukuk
fikri içinde bir dayanak ve doğruluk sağlarlar. Böylece Schmoller’in daha
sonraki gelişiminde oldukça önemli olan bir düşünce şekli ortaya çıkmıştır;
Milli Ekonomi etik bir bilimdir. Devlet bu etik tandansların taşıyıcısı ve
gerçekleştiricisidir. Bunun pratik etkisi ise reformlardır. Liberalizm bununla
kırılmıştır. Ekonominin ‘fen kanunları,’etiğin emirlerine ve normlarına
yenilirler. Gerçi bu bilimin etik bazının ekonominin gerçeklerini regülasyona
tabi tuttuğu ve değiştirdiği anlamında değildir. Ama genel olarak genişletme
ve seyreltme manasındadır. Her ekonomi –politik görüşte, her hangi bir
hukuk fikri ve maneviyat ön koşul niteliğindedir. Ve ahlaki halk ruhu ilaçları
daima elinde tutar. Çünkü her sağlıklı organizmanın içerisinde etik tandans
ve istekler vardır. Ekonomi ve ahlaksallık birbirinin karşılıklı olarak hem
koşulunu oluştururlar hem de birbirlerine dayanak olurlar. Bu son derece
kuvvetlidir. Hiçbir ekonomik davranış yoktur ki, eğer gerçekten ahlaksız ise,
uzun vadede ekonomik zarara yol açmasın.(bütün hayat bağlamında) Tabii
bunun terside geçerlidir. Organik toplumun ahlaki ruhu, sağlam bir
organizasyona ihtiyaç duyar. Ve egoist ayrışmayı ortadan kaldıracak olan
802
803
Schmoller,1893,s.102
Schmoller,1898,s.43
264
kooperatifsel etkileşme, söz konusu şartlar doğrultusunda bunun için gerekli
olan organlara daha fazla ihtiyaç duyar.
Schmoller‘ in ahlaksallık ve gelişmişlik seviyesi arasındaki paralelliğin,
insanlığın etik yükselişinin süreci olarak algılanması gerektiğini içerir:
“Benim iddiam, şartlar ne kadar kaba olursa, ahlak ve var olan, o
ölçüde şiddet – dolandırıcılık ve ve bu hukuk o ölçüde zedelenir. Mallar, ödül
ve cezalar değil. Bu durum yüksek kültür, hassas ahlaki anlayış, hinlik
yaygınlaşır. Adalet, onur, hukuk o ölçüde kabadır. Ve ne kadar haksızlık
olursa, bu ahlak hukukun ve ahlakın yaygınlaşmasıyla yavaş değişir.”
Schmoller‘in zamanında böylesi bir kültür optimizmi yüz yılın sonuna
dek oldukça yaygındı. En nihayetinde şüpheci ve karamsar sesler
yükselmiştir. Bunlar insanlığın düzetilemez bir varlık olduğunu düşünmüş ve
hatta batı medeniyetinin sona doğru yaklaştığını ifade etmişlerdir. Buna
karşın Schmoller tarafından yönlendirilen yükseliş söz konusu olansa, bir
yandan
ahlak,
hak
ve
sosyal
kurumların
içersindeki
objektifleşmiş
ahlaksallığın gelişimidir. Ve diğer yandan insanın kendisinin yüksek
gelişimiyle ilgilidir. Bu esnada Schmoller evrimsel ve hatta dönüşümcülüğü,
zamanın oldukça etkili biyolojik tasavvurlarının tesiriyle, basit bir üretme
süreci olarak görür. (Herbert Spencer ‘e dayanarak) Ona göre “ Kalan miras
ile… Her nesillin ilave yaptığı yetiştirme birikimi eşit bir şekilde sabitlenir ve
bir sonraki nesle iletilir… Eğer insanlar bu şekilde miras bırakmasaydı, o
zaman her nesil baştan başlamalıydı, o zaman bugün bile kaba ve vahşi bir
durumda olurduk.”
804
Schmoller böylece sosyal ve biyolojik evrimsel
kategorilerin sayısını artırmış ve sosyal süreçleri, biyolojik olarak transfer
edilebilir görünüme sokar. Öyleyse çok daha mantıklı olabilecek şekilde,
süreci bir nevi kültürel seleksiyon olarak algılamaz. Fakat bununla birlikte
Schmoller’in yazılarında, tam olarak Emile Durkheim veya Herbert Spencer
çizgisinde bir sosyolojik ispatı bulmak mümkündür. Nüfus yoğunlaşması
bireyler arasında etkileşiminin artmasına ve organizasyonsal dokunun
804
Kromphardt 1938, s. 718
265
sıkılaşmasına yol açar. Fakat bu durum diğer taraftan, seleksiyona uğramış
bir toplumun büyük bağlantısızlığını sürdürmeyi imkânsız kılmaktadır.
Toplum içersinde daha yüksek karşılıklı saygıyı garantileyecek
önlemler gerekli olur ve bu sadece daha yüksek bir ahlaki kurallar sisteminin
kurumsallaştırılmasıyla mümkündür. Davranış şekilleri kompleks bir toplum
içersinde daha fazla düzenlenmeye ihtiyaç duyar. Kompleks sistemler, insani
davranışın koordinasyon - mekanizmalarının daha çetin (ince, dakik)
olmasını gerektirir. Çünkü insani davranışlara yönelik giderek artan bir
disiplinleşme meydana gelir ve hatta bireyin kendi kendini disipline etmesi
söz konusudur.
805
Hayat alanlarının bu kısıtlaması sonucu ahlaki bir yüksek
gelişimin gerçekleştiği, bu kuralların zorunlu olarak sıkılaştırılmasıyla
gerçekleşmez. Bu düşünce daha ziyade Schmoller’in kesiksiz optimizmine
dâhildir. İnsanı, iktisadi bilimin ortasına yerleştirmek demek, birinci derecede
onun temel kurumlarının yansımaları demektir. Ve bunlar sadece bireylerin
davranışlarını manevi olarak koordine etmezler, aynı zamanda ‘kendileri
manevi toplumsallaşmanın’ sonuçlarıdır. Kurumlar ise netice itibarıyla kendi
temelinde olan kültür değerleri itibarıyla değiştiklerine göre, ekonomi genel
kültür biliminin bir parçası olmak zorundaydı.
806
Metodik olarak bakıldığında Schmoller bununla ekonomi-politik
araştırmanın bir araştırma objesine kavuşur. Toplumun ve kurumların
değişimini yakalamak için tarihçi yöntemi kullanmıştır. Toplumsal politik
olarak bakıldığında ise Schmoller, kurumlarda somut toplumsal bir vaziyet ile
karşılaşır ve bu sosyal reformlara açıktır. Bu sosyal reformun temel prensibi,
‘adaletli olmanın fikridir.’ Bu fikir aynı zamanda dönemsel spesifiktir, diğer
tüm zamanlar ‘konvansiyonel egemen değer ölçüleri ’getirirdi ve bunlar
‘insanların özelliklerinin, davranışlarının, erdemlerinin ve yükümlülüklerinin
üzerindeydi.807’
805
Elias 1978
Hilldebrand ve Knies’in yanında Milli Ekonominin Eski Tarihçi Okulunun baş temsilcisi olarak
Roscher: Biz Milli Ekonomiyi ve ekonomi-politiği, iktisadın ve iktisadi halk hayatının gelişim
kanunlarının öğretisi olarak algılıyoruz. Halk hayatının bütün diğer bilimlerinde olduğu gibi, bir
yandan insanın gözlemine bağlanır diğer yandan ise tüm insanlığın gelişimini araştırmak için genişler.
Schmoller,1878,s.30
807
Schmoller,1881,s.29
806
266
Buna göre ekonomi –politik kurumların meşruiyeti sadece, bir kertenin
kültür spesifik haklılık anlayışının bir neticesi olduğu zaman vardır. 808
Schmoller için burada berrak olan, etiğin ampirik bir bilim olması gerektiğidir.
Hak ile ahlakın ölçüsü, değer yargılarıdır yani hak ve ahlak hissinin
konvansiyonlaşmasıdır.809 Tüm ahlaki hayat, hislerin hayal ve hükümlere
sürekli olarak dönüşmesi ile oluşmuştur ki bunlar daha sonra davranışa
dönüşmüşlerdir. Schmoller’e göre bir toplum bununla git gide ekonomik,
hukuki ve ahlaki davranışın bir ‘ortalama kuralına’ ulaşmaktadır. Bunun için
ahlaki toplumsallaşma konseptinde ahlak, iktisadi davranışın dışsal veya
içsel tahdidi değildir. Bunun yerine kolektif seçim sonucu, toplumsallığa
bireyin kendisinin bağlanması konusunda rasyonel alaka, kurumsal kural
içerisine bir hak ve ahlak kodlanmıştır.
Bu noktada “etik Milli Ekonomi” kavramıyla ilgili kısa bir açıklamada
bulunmak uygun olacaktır. Çünkü bu kavram Schmoller’in öğretilerinde
kullanılmış ve sanki suçlayıcı bir tavır içersinde gündeme getirilmiştir.
Weber’in değer çatışması içersindeki saldırıları, dokunulmazlık şemsiyesi
altında ve sosyal prestijlerini kullanarak “katheder beyannamelerinde”
bulunan profesörlere yönelikti. Fakat tarihçilerin “etik bir ekonominin”
gerekliliğinden bahsetmeleri ise, birinci derecede çok farklı bir şeyi
kastetmişlerdir: Bu bir politik beyanname olmaktan ziyade, kültürel değerlerin
ekonomik süreçlerin analizinde dikkate alınmasının bir görev olduğunu ifade
etmekti.
Mevzu
bahis
olan
öncelikle
sadece
genişletilmesidir. Böylece suçlu kabul edilen
araştırma
“değerler”
alanının
artık analiz
üzerinde etkili olmayacaktı ve objektif alanda kalacaklardı. Ama tarihçiler
bunun ötesinde aynı zamanda reformist de olmak istiyorlardı.
İnsan ırkının ahlaki gelişimi bazında, biraz önce bahsedilen ilerleme
kanununda formüle edilen optimizm, gerçek bir “etik ekonominin” varlığından
söz ettirmiştir. Medeni ilerlemenin ve özellikle bilimsel ilerlemenin aynı
zamanda gelecekteki etik problemleri de çözeceğine yönelik tasavvur, tabiî ki
dar anlamda bir bilimsel incelemenin sınırlarını aşmaktadır. Ayrıca belirtilmesi
808
809
Schmoller,1881,s.37
Schmoller,1881,
267
gereken, 19. Yüzyılda bu türden genişletilmiş toplumsal – teorik görüşler,
hiçbir şekilde oğlan dışı kabul edilmemişlerdir.
Schmoller’in yazılarında elde edilebilecek ikinci tez ise, inovasyon ve
süreklilik üzerinedir. Her ikisi de Schmoller’in haklı bir şekilde belirttiği gibi,
toplumsal düzenin sağlamlaştırılması için gereklidirler. Schmoller’e göre eski
zamanlarda, normları din ile bağlantılı olan katı bir ahlak anlayışı vardı. Ahlak
burada dine dayanmıştı. Kendilerini eski ahlaktan kurtarmak isteyen tekil
bireyler, diğer yurttaşlardan farklı bir biçimde davranmaya başlıyorlar. Ve
bunu yapmaya başladıkları anda, kendileri yeni ahlak kuralları oluşturmaya
başlıyorlar. Diğer yandan ise sübjektif düşünceleri ve sübjektif hatalarıyla,
toplumun ve devletin güvenli varlığını tehdit ediyorlar.
İnovasyonlar her zaman toplumsal güvensizlikle beraber gelirler. Bu
inovasyon kaynaklı rahatsızlıkları azaltmak için, hayat düzeninin önemli
bölümleri hukuk metinlerinde sabitlenir. Kalan bölümleriyse yine aynı şekilde
sadece kültürel kurallar aracılığıyla kontrol edilir. Schmoller bir yandan
Hobbes’ci bir iç savaşı önleyen, birlikte yaşamın güvenli dışsal çerçevesine
işaret eder: Kurumsalcı normlarla garanti altına alınan hayat hakkına ve
bununla karar alabilme konusunda meydana gelen rahatlamaya işaret
eder.810
Diğer yandan ise onun için önemli olan, sosyal sistem içersindeki
bireylerin inovatif – uyarlanmış davranışları için gerekli olan alandır. Çünkü
böylece temel varlık argümanını özgürlük lehine kullanmak mümkündür.
(Friedrich von Hayek’in bugün büyük önem verdiği gibi – 1973 ) Schmoller‘e
göre ahlak ile hukuk kurallarının ayrışması, kültür ilerlemesi için bir ön
koşuldur:
“Ancak bu şekilde birey kendi gücünü sınamak için bir serbest alana
kavuşur. Ve sadece bu şekilde ruhani özgürlük eğitimi başlayabilir. Sadece
bu şekilde yeni yollara girebilecek olan az sayıdaki kişi için bu olanaklar
sağlanır. Diğer yandan ise sabit olarak korunması gerekenlereyse, çok farklı
bir dayanak sağlanır. Ve bu ticaret ile ekonomik transfer ve komplike bir
810
Gehlen 1940, 1963
268
kültür hayatı için şarttır.”811 Öyleyse adalet vazgeçilmez normları kayıt altına
alarak
güvence
sağlar.
Böylece
insanların
yaratıcı
özelliklerinin
serpilebileceği özgür alanı teminat altına alır. Toplumsal gelişimin dinamik
elementi ise bunun içersindedir. Ayrıca Schmoller, bu gerçekleştirilmiş
sürekliliğin ve özgür alanın koşullarının, ilk defa Tarihçi Okul tarafından doğru
boyutu içersine yerleştirildiğini belirtir.
“Merkantilizm ve kameralizm devlet, kanun ve prensin arzusuyla her
şeyi yeniden yaratma ve düzenleme imkânını büyütüyorlar. Hobbes’tan
Büyük Friedrich’e kadar maneviyat ve adalet bile devletsel talimat olarak
değerlendirilmiştir. Bunun için kurumlar onlar için her ifade etmiş, bireyler için
özgür alan ise nerdeyse hiçbir şey ifade etmemiştir. Aydınlanma bu
düşünceleri tersine çevirmiş ve liberal doktrin bugün bile bu tasavvur
çemberine
tutunmuştur.
Bireysel
hisler
ve
davranışlar,
anlaşmaların
özgürlüğü, özgür dernek varlığı ve iradecilik, devlete ve devlet kurumlarına,
sabit ve sürekli organizasyonlara karşı methedilir.”
812
Sosyalizm kurumların
için ve organ oluşumu için geri dönecek( miş.) Ve hatta sosyalizm insanların
davranış dürtülerini değiştirebileceğine inanıyor(muş.) Bu türden tasavvurlara
karşı, ister toplumsal yapısalcılık ister müdahaleciliğe karşı akım olsun,
geçerli olan iki taraflı karşılıklı koşullanmadır: Kurumlar belirli bir katılık ve
sağlamlık taşımalıdır, ama aynı zamanda yeniliklere açık olmalıdır.
“ Herhalde mükemmel sosyal gerçeklik, halk hayatının psişik güçlerinin
kurumlar tarafından engellemek yerine teşvik edildiği ortamda bulunur. Sabit
kurumlar ile bireysel güçlerin özgür alanları, karşılıklı etkileşim içersinde
birbirlerini tamamlamalıdır. Kurumların özgür hareketleri gereksiz yere
kısıtlamaması ve istenilen gelişimiyse teşvik etmesi gereklidir.”
Schmoller bu mantıklı denge oyunuyla, aynı zamanda muhafazakar ve anti –
yapısalcı hürmette kusur etmez:
“Kurumlar sübjektif hamleler değildir. Bunun yerine objektif vücut
bulmuş metot ve özdeyişlerdir. Bunlar tecrübenin ve yüzyılların bilgeliğinin,
811
812
Schmoller, 1898, s. 60
Schmoller, 1923, s. 63
269
pratik ilişkilerin aklı başında ve doğru bir şekilde irdelenmesi konusunda
tespit ettikleridir.”
Hiçbir toplum fabrikasyon ürünü gibi, fark gözetilmeksizin tespit
edilemez. Bu söylem nerdeyse Menger’in uyarıları gibi çınlamaktadır. Önemli
olan “ pragmatik” ve “organik” fenomenleri ayırmaktır. Organik fenomenler
olgunlaşmış kurumları içerirler ve bunlar insani davranış neticeleridir ama
insani planlamanın neticeleri değillerdir. Bunlar Schmoller’e yönelik saldırıları
nispi hale getirmektedir. Çünkü bunlara göre Schmoller’in sosyal kurumlar
üzerindeki düşünceleri, gereksiz azimkâr bir tutum içersinde sosyal –
teknolojik niteliktedir.
Üçüncü tez ise farklılaşmaya ve iş bölümüne yöneliktir. Schmoller’de
ilerlemelerin büyük çoğunluğu, insanların normal yaşam biçimine uyumlu
hale gelir. Ancak hayat alanının bir parçası, artık dâhil olduğu bütünün bir
uzvu olarak kalamayacak ölçüde büyürse ve kendi ayrıcalığını talep ederse,
iş bölümü gerçekleşir.813İnsani işgücünün özel görev ile faaliyetlere, ağırlıklı
anlamda ve sürekli uyum sağlaması olarak ifade edilir. Bunu sadece kendileri
için değil, aynı zamanda başkası içinde yaparlar.
Schmoller, iş bölümüne tarihsel bakış açısının bir uzantısı olarak
bakmıştır. Bu sebeple genel geçer bir iş bölümünü kabul etmez. “Her milletin
kendi iş bölümünün tarihi vardır.”814 Değişik milletlere ait bu tarihler bir araya
geldiğinde ise genel anlamda iş bölümünün tarihini oluştururlar. Schmoller
toplumsal fenomen bağlamında fazla rasyonalist beklentilerin önüne geçer: İş
bölümünün sevindiren sonuçları, yani iktisadi etkileme avantajları, tarihsel
anlamda bu sürecin kökenleri olamaz. Smith’deki mübadele güdüsü de
bunun nedensel bağlamını veremez. Çünkü toplam kapsamları içersinde,
önceden güvenli bir şekilde tahmin edilemezlerdi. Schmoller’e göre, aile
içinde bir mübadele olmadığı halde iş bölümü vardır. İlkel topluluklarda da
mübadele olmadan iş bölümünün var olduğu görülür.815 Zaten Smith’in ve
ondan da çok takipçilerinin, düştüğü hatayı Schmoller, belirli bir dönemde,
813
Schmoller, 1918, s. 5
Schmoller,1901,s.328
815
Schmoller,1901,s.327
814
270
belirli bir coğrafyada hâkim olan şartların zamansal ve mekânsal boyutta
evrensel kabul edilmiş olması olarak yorumlar. Schmoller’e göre:
Smith, kendi zamanındaki küçük atölyelerdeki iş bölümünü incelemiş
ve bu incelemelerden genel sonuçlar çıkarmıştır. Buna göre de teknik ve
mübadele esaslı iş bölümünü sistemin esas unsuru yapmıştır. Takipçileri de
onun örneklerine ve ilkelerine sıkı sıkıya yapışmışlardır. Bu Marx’ın gözlem
alanını
genişletip
bugünün
fabrikasını
18.
yüzyılın
atölyeleri
ile
karşılaştırancıya kadar.816
Schmoller, Klasiklerden farklı olarak iş bölümü sürecinin çerçeve
koşullarına dikkat çekmektedir. Bu ise iş bölümünün içinden geliştiği aile,
rahipler, savaşçılar gibi erken formlardır. Ve bu sunum Schmoller’in komplike
ve taşıyıcı argüman yöntemine örneklem teşkil etmektedir. Biz burada, onun
gelişimlerini ve ilişkilerini analiz ettiği faktörleri, sadece sıralayabiliriz. İlkin
sosyal faktörlerden bahseder – daha yoğun nüfus, daha büyük ortak alan,
daha iyi iletişim ve transfer olanakları. İkinci olarak teknik – organizasyonsal
faktörler – teknikte ve sermaye oluşumundaki ilerlemeler. Üçüncü olarak
ekonomik faktörler – rekabet kurallarına pratik olarak bağlanma. Bu ise
sadece
liberal
olanaklarıyla,
iktisadi
pazar
kanunlarla,
üretimiyle,
mal
iyileştirilmiş
ticaretiyle
ekonomik
ve
serbest
transfer
işgücü
antlaşmalarıyla mümkün olabilir. Dördüncüsü ise kültürel faktörler –
insanların ilerlemeye yönelik hevesleri, donuk ahlaki kuralların aşılması,
yükselmiş iş görme kabiliyetine anlayış ve yükselmiş ile rafine olmuş
ihtiyaçlar. Beşinci olarak politik faktörler – örneğin para ekonomisi üzerine
kurgulanmış bir devlet aparatının oluşması.817
Fakat bu örnekte yine belirgin hale gelen ise, Schmoller’in tüm tarihsel
etkilerin
peşinden
gitme
uğraşı
içersinde,
farklı
varyasyonların
kombinezonlarının kompleksliliklerinden dolayı sürekli olarak bocaladığıydı.
Çünkü sıkça yapılan bu tür listelemelerden, tarihsel süreci etkileyen ve
düzenleyen bir veri elde edilemez. Ve yine bu örnekte belirgin hale gelen,
toplumsal fenomenlerin modelleşmesinde biraz daha fazla soyutluk ve biraz
816
817
Schmoller,1901,s.325
Schmoller, 1918, s. 71
271
daha sadelik talep edenlerin, pek de haksız olmadıkları ortaya çıkmıştır. Tabii
ki bu varyasyonlar örgün bir sistemde olması gerektiği gibi “ mütekabiliyet”
esasına göre açıklanırlar. Fakat bu esnada bütün kompleks oluşumları
dikkate almak gerekiyorsa, çetrefil durumdaki faktörler demetinin içersine
giriliyor. Ve bunların tümü bir şekilde açıklayıcı olan fenomen için önem arz
etmekteler. Öyleyse Schmoller iş bölümünü kendi ifadesiyle şu şekilde
kazanır:
“Ruhi ve teknik ilerlemelerden elde eder. Bunlar daha büyükçe
devletlerde yoğun nüfus tesiri altında, var olma savaşının baskısıyla
oluşmuştur. Biz bunları en basit şekilde gerekli olan toplumsal entegrasyon
ve farklılaşma süreci olarak algılarız. Bu daima toplumsallaşmanın daha
yüksek formunu hedefler. Fakat Sadece daha iyi maneviyat, mükemmel
toplumsal organizasyon ve hukuk formuyla bu hedefe, fazla zarar görmeden
ve kötüye kullanılmadan ulaşabilir.”818
Schmoller için özellikle materyal tabiatlı pozitif gelişmeler önemli
görünmektedir: Kuvvet birikimi ve toplam hayat enerjisinin artması, yükselen
beceriklilik, refah artışı vs. Bu çok sevindirici neticelerin yanında, Emile
Durkheim’ın (1893 ) düşündüğü gibi insanların arasındaki dayanışmanın
artmasına ise, Schmoller tereddütle yaklaşır. Bunun nedeni ise var olan ve
gelecekte beklenen sınıf mücadeleleridir. Schmoller iki değerlendirme
arasında gelip gitmektedir. Buna göre iş bölümü insanları birinden bağımsız
hale getirir819 görüşü ve mütekabil bağımlık artar görüşü Schmoller’i karar
vermekte zorlamıştır. Bulmaca sonunda Georg Simmel’in “ Philosophie des
Geldes” adlı eserinde ortaya koyduğu çift yönlü sunum ile çözülür. Schmoller
bunu aydınlatıcı olarak kullanmıştır: Fen bilimlerinde kişisel bağımlılıklar
sadece az sayıdaki kişiye yöneliktir ve bu çok hissedilir ve dolaysız bir
bağımlılıktır. Para ekonomisinde ise ilişkiler binlerle ölçülür. İnsanlar bunlara
bağımlıdır ama farklı şekillerde. Bu bağımlılık kişisellik formunda değildir ve
seçme ile değiştirme olanağı mevcuttur. Diğerine daha yüksek bir oranda
ihtiyaç vardır ama bu belirli bir kişi değildir. Simmel şöyle demiştir:
818
819
Schmoller, 1918, s. 78
Schmoller, 1918, s. 76
272
“ Büyük şehir insanı sürekli olarak bütünselliklere ve toplamsallıklara
daha bağımlı hale gelmektedir, ama tekil olaylardan bağımsızlaşmaktadır.” 820
Doğal olarak anonim hale gelişmiş ilişkiler, sosyo– kültürel kontrolleri ve
bağlantıları yoksun kalır. Bunlar daha basit toplumsal formasyonlarda
etkiliydiler.
Çünkü
mütekabil
sosyal
bağlantılardan
oluşan
ahlaki
sorumluluklar yok olur. Küçük gruplardaki sosyal kontrolün yok olmasıyla
birlikte, sorumluluk duygusu da doğrudan yok olur.
Dördüncü tez, Schmoller’in ilerleme teorisinin yeniden yapılanması
olarak formüle edilebilir. Bu teori sosyal çatışma ve bunun toplumsal
dönüşüm için olan önemiyle ilgilenir. Schmoller şöyle der:
“Biz bugün biliyoruz ki tarih hiçbir zaman sakin durmaz. Tüm
ilerlemeler tarihe, halkların ve sosyal sınıfların kavgaları vasıtasıyla, aktarılır.
Ve bu olaylar her zaman barışçı bir mücadeleyle olmaz.” 821
Schmoller bu global çatışma teziyle eşgüdüm içersinde, toplumsal sürecin bir
sosyal Darwinci perspektifini geçerli kabul eder. Schmoller aynı zamanda,
Marksistlerden farklı olarak, insanlar arasındaki çatışmaları önlemez olarak
görmektedir.
Dışsal
çatışmaların
nüshasını,
grup
dâhili
çalışma
ile
gözlemleyebileceğine inanmaktadır:
“ Eski zamanlarda kabilelerin, halkların ve devletlerin organizasyonları
tamamıyla içe doğru sempati, dışa doğru antipati hislerine dayanır. İçe dönük
barış, karşılıklı yardımlaşma ve ortaklık vardır. Dışa dönük ise tezatlık gerilim
ve yok olmaya (etmeye) varacak çapta savaşlar söz konusudur. Fakat bunun
yanı sıra kavimlerin içersinde tezatlık ve dışa dönük barışçı çabalar da eksik
olmazdı. Fakat kültür seviyesi düşük olduğu zaman bunun tersi geçerliydi.
Kültür seviyesi yükseldikçe ve gruplar, kabileler ile halklar büyüdükçe, dışa
dönük olan kavgacı tutum yumuşardı. Ve savaş ile yok etmenin yerini barışçı
iş bölümü, uyum ve karşılıklı teşvik alırdı. Fakat büyük sağlam toplulukların
içersinde artık küçük gruplara ve bireylere daha fazla alan açmak gerekliydi.
Böylece yeni kavgalar için zemin hazırlanmış oluyordu. Burada bir nevi
topluluklar, aileler, şirketler ve bireyler arasında bir çatışma oluşmuştu. Ama
820
821
Schmoller 1923, II, s. 104
Schmoller, 1890, s. 241
273
bu daima aktırılmış olan sempati hisleri, ortak çıkarlar, din, ahlak, hukuk ve
moral tarafından belirlenen sınırlarlar içersinde hareketlilik göstermiştir. 822 ”
Bu aynı zamanda şu şekilde de yorumlanabilir, uluslar arası rekabet
ekonomisi tandans olarak uluslar arası pasifleştirme ile gerçekleşir. Bu
iddianın benzerini Herbert Spencer ve Ludwig Gumplowiccz bulabilirsiniz.
Dışsal çatışmalar, barışçı rekabet çatışmalarına dönüştürülür. Ve bütün
koşullar altında toplumun giderek pasifleştiği görülür. Hâlbuki Schmoller
sosyal Dar winci toplumsal modelleri mübalağalı bulur ve bunları bir nevi
zayıflatmak ister: Doğal olarak ilerleyen bu ayıklanma, yok etmeden eylemi
ile başlamamalıdır ve tüm ilerleme bu ayıklanmaya dayanmamaktadır.
Bireysel çatışma ve pazar rekabeti kısmen kendi kendisini regülâsyona tabi
tutar. Fakat diğer kısmı kontrol altına alınmalıdır. Bütün kayıplar ve yenilgiler
önlenemez, ama daha gelişim kabiliyetine sahip olanların önlenebilir. Bu tabii
ki tümüyle birlikte bir anlam çıkarabilmek için yetersiz bir ifadedir. Çünkü
Schmoller, grupların ne zaman gelişim kabiliyetine sahip oldukları ve ne
zaman ümitsiz vaka olduklarına dair bir takım kriterler tespit etmemiştir.
Süratli iktisadi büyüme Schmoller tarafında, istikrarsızlık faktörü olarak
görülmektedir.823 Ve bu beşinci tezdir:
“Bir milleti daha önce tahmin edilmeyen zenginliğe uğratan her
ilerleme, tüm halkın ahlaksallığını indirger. Ayrıca genelde ticaretin, mal
trafiğinin ve toplumsal etkileşimin bilinen tüm kurallarını değiştirir. Eski ahlaki
bağlar ve düşünceler yok olmuştur. Ve ahlaki kuvvetlerin dengesi, ancak
belirli bir zaman içersinde kurulur.”Yüzyılın başlangıcında bu modelin
kullanımı, liberal dönem ile birlikte kolay olmuştur. Çünkü Schmoller bu
türden düzleme süreçlerinin, çoğu zaman sosyal asimetrileri beraberinde
getirdiğini açıkça ifade etmiştir. Dar görüşlü ve tutkulu bir egoizm çok basit bir
şekilde ortaya çıkmaktadır. Varlıklı insanların servetleri arttıkça, bir o kadar
daha kazanmak istiyorlar. Materyalist hayat endişe verecek şekilde
büyütülüyor. Alt sınıflar baskılanıyor. Yüksek sınıflar ise avantajlarını iş ve
822
823
1923, I, s. 65
Schmoller, 1890, s. 42
274
ürün pazarında aynı şekilde tüketme peşindeler. Ve amaçları politik
egemenlikleri ekonomik avantajlara çevirmektir.
Talep etmenin devrimsel zaferi, sosyal bağları gevşetir ve kuvvetli
olanlar başarıya ulaşır. Diğer yandan ise zamana uygun olan aplikasyon çok
uzakta değildir ve Schmoller bunu düzensizlik ortamından kavga ortamına
geçme olarak tarif etmiştir. Çünkü belirli bir zaman içersinde bu süreç kritik
bir aşamaya girer ve alt sınıfların tutkuları uyanır:
“ Haklı olduklarına inanarak, büyük para yağmurundan kendi paylarına
düşeni talep ederler. Çünkü kendilerini nerdeyse tamamen bu varlıktan
mahrum olarak hissetmişlerdir. Yüksek sınıfların akıllı hesaplarla elde
ettiklerini şimdi onlar, aynı zamanda demagoglar tarafından tahrik ve teşvik
edilmiş bir biçimde, şiddet ile talep ediyorlar. Sosyal kavga başlamıştır. On
yıllar sürecek bir savaş başlar ve çok kısa bir zaman içersinde kanlı bir
sosyal devrime dönüşür.” 824
Yeni iktidar ilişkilerini taşıyabilecek olan bir hukuk düzeni, yavaş yavaş
şekillenir. Yeni oluşan durum konsolide olur ve kısa bir süre sonra “doğal”
olarak kabul edilir. Bu devirler pek sevimli görünümler sunmaz, fakat aynı
zamanda Schmoller’ci anlamdaki optimist çatışma teorisi çevresinde, pozitif
yönleri de vardır. Çünkü Schmoller bizi bu yıkıcı görünüme alıştırdığı anda
antitez gelmiştir, üstelik iki farklı formda. İlkin, sınıfların mücadelesi tarihsel
ilerlemenin nakil vasıtasıdır. Schmoller bunu çok keskin bir ifadeyle formüle
etmiştir:
“Kurumlar içersinde belirli sosyal kavgalar olmadan bir ilerleme
olmaz. 825“
Böylesi bir mücadele öylesi iyileştiricidir ki, formel hukukun bir kez
bozulmasını bile kabullenebiliriz.Fakat aynı zamanda ki Schmoller’in
argümanları tamamıyla buna yöneliktir, aklı başında kurumsal önlemlerle ve
sosyal reformlarla, çatışmanın büyümesini önleyebiliriz ve protestonun başını
koparabiliriz. Schmoller uzak görüşlülüğü sayesinde, işçi hareketinin başarılı
bir politikayla reformist bir sürece itilebileceğini anlamıştır.Eğer sosyal
824
825
Schmoller, 1890, s. 42
Schmoller, 1890, s. 242
275
demokrasiyi gerçeklerin zeminine indirmek ve tekil pratik reformlar için
mücadele vermeye ikna edebilirsek, onun tüm tehlikesi kırılır.
2.14. KÜLTÜRCÜLÜK DÜŞÜNCESİ
Schmoller için ekonomi-politik kuramın görevleri arasında sadece
toplumsal ilerlemeyi, onun tarihsel oluşumunun tekrarı ile anlamak yoktu.
Buna göre sosyal-politik, iktisadi düzenin değişimlerini manevi olarak
kumanda etmek için bir çalgı aleti olmalıydı. Bu Schmoller için ‘ekonomipolitik kuramın psikolojik-manevi temel meselesiydi.826
Schmoller’in büyük önem verdiği sosyo – manevi arka plan, somut bir
gelişim sürecinin neticesi olarak toplumun temelini oluşturur. Üstelik her
şeyden önce iktisadi bağlantıları incelese bile, toplumsal ana zemindir. Bu
yüzden romantik toplumsal öğretinin baş temsilcisi Othmar Spann onu
suçlaması, absürt bir yanlış anlamadan ibarettir. Othmar Spann şu ifadeleri
kullanmıştır:
“ Her türden ayrıntıları dikkate aldığı için, teorik anlamda bütünsel bir
görüşe ulaşamamıştır.”
Schmoller çok açık bir şekilde kültürcü bir eğilim gösterir, bu yüzden
kültürel değerlerin gelişimini tarihi belirleyen olgu olarak değerlendirir.
Schmoller için önemli olan, bir milleti bütün haline getiren kültürel mirastır.
‘Bir milletin, ortak olgusu sadece devlet değildir. Bu çok daha derindir:
Ortak dil ve tarih, ortak geçmiş, ahlak ve fikirler. Söz konusu ekonomileri
birleştiren Ortak his – ve düşünce dünyasıdır, ortak egemenlik tasavvurudur,
Psikolojik dürtülerin az veya çok örtüşmesidir ve bundan fazlasıdır. Bu
uzlaşılan psikolojik temellerin üzerinden büyüyen ve objektifleşen, ortak bir
hayat düzenidir. İnsanların tüm davranışları, yani iktisadi olanları da
etkileyen, ortak bir zihniyettir. Aynı yunanlının, ahlak ve kristalize olan, bunu
ahlaki – ruhi ortak bilinç olarak adlandırması gibidir.” 827
826
827
Schmoller,1904,s.678
Schmoller 1923, II, 770
276
Kültür ve politikanın, iktisadi değişimlere karşı önceliği, aynı zamanda
uzun süreli süreç içinde geçerlidir. (Gençlik evresinden çöküş dönemine
değin.) Schmoller‘in görüşüne göre, iktisadi canlanmanın en önemli etkenleri
egemenlik ve toprak genişlemesidir. Çünkü bu politik çerçeve içersinde,
yüksek ölçüdeki görev duygusu ve ortaklık hissi serpilebilir ve bundan sonra
büyük devlet adamları ortaya çıkar. Bunların aracılığıyla gerekli olan iktisadi
ve sosyal reformlar başarıyla gerçekleştirilir. Fakat zaman içersinde iç
heyecan azalır ve egoizm ortaya çıkar. Sınıf kavgaları başlar.Kültürel
dejenerasyon yaşanır ve politik ile sosyal hayat donar. Bir kriz ortamı
oluşur.828
Ve bu krizin çıkış noktaları olan, yok olma veya yenilenmenin sonu
açıktır. En nihayetinde ise kültürel erozyon meydana gelir. Batan ulusların ve
ekonomi–politiklerin son nedeni olarak, ahlaki kudretlerinin sönmesini
görürüz.”829 Peki, bu ahlaki fikirlerin kökeni nedir? Sosyal kurumların
irdelenmesi esnasında Schmoller’ci açıklamaların teorik karakteri, berrak bir
şekilde görülebilir.
“Bunlar sadece işlenmemiş gerçekliklerin derlenmesi ve basit
niceleyici veya niteleyici uyarlamalar değiller.”830
Doğal dürtülerin, basit ihtiyaç tatmininin ve duyuların oluşturduğu kaos
ortamından, daha erken evrelerde kurallara bağlı bir düzen meydana gelir.
Bir nevi uzlaşma ve kabullenme durumudur. Bu düzen aktarımlar vasıtasıyla
sağlam bir şekle bürünür ve ahlak haline gelerek, toplumu birleştirici tutkal
olur. “İnsan ahlak ile doğanın içine yeni bir dünya inşa eder”, kültür dünyası.
Ve bu kültür dünyasına dâhil olansa ekonomi – politiktir.
831
Ekonomi böylece bir kültürel fenomen haline gelir ve toplumun kültürel
konteksti olmadan anlaşılamaz. “Ahlaki fikirlere süreklilik ve sabitlik veren
töre ve hukuktur. Bunlar büyük kitlelerin “böyle olmalıdır” konusunda
uzlaşmalarını sağlarlar.
828
Prisching 1986,s.78
Schmoller 1923, II, 773
830
Schumpeter 1926, s. 369
831
Schmoller,1898, s. 47
832
Schmoller, 1890 s.233
829
832
Schmoller bu noktada sosyal konsensüsün esası
277
üzerine dikkatleri yoğunlaştırmıştır. Bu normatif kurumsal bir temeldir ve bu
olmadan düzenleyici mekanizmalar var olamaz. (Pazar gibi ) Sabit bir ahlak
olmadan pazar olamaz, takas olamaz, para trafiği olamaz, iş bölümü olamaz,
kast sistemi olamaz, kölelik olamaz ve devlet yapısı olamaz.” 833
Düzenleyici sistemlerin kültürel çerçeve koşullarına olan yönelimi, hem
toplumun mekanik tespitlerine hem de doğal oluşumlara karşıttır. “Hiçbir
yerde saf doğal ihtiyaçlara rastlamıyoruz, bunun yerine medeni ihtiyaçlar
karşımıza çıkıyor.” Hiçbir yerde saf teknik iktisadi süreçlere rastlamıyoruz,
bunun yerine ahlak, hukuk ve alışkanlık ile düzenlenen süreçleri tespit
ediyoruz”
834
Schmoller’in doğrudan liberal teorilere yönelttiği suçlama ise,
pazarın da kültürel bir temele ihtiyaç duyduğu ve “doğal sayılabilecek”
mekanizmalara bağlanamayacağı yönündeydi:
“Bugün için tüm taraflar tarafından talep edilen adaletli takas alış –
verişi bir zamanlar, idealist bir gelecek tasarımı Olarak değerlendirildiği bir
dönem vardı. Soygun yapıldı, hırsızlık yapıldı, dolandırıcılık yapıldı,
sahtekârlık yapıldı, pazarlarda kavga edildi, zorla hediye alındı – işte tüm
bunlar eski zamanlarda bir mülkün devredilmesi formlarıydı. Bin yıllık bir
kültür çalışması, adalet üzerine olan tasavvurlara bağlanarak, hukuk
formlarını geliştirmiştir. Ve bugün bunlar Tüm ekonomik hareketliliğe egemen
ve bağlayıcılar.” 835
Aynı kültürel koşullanmalar, bir sosyal fenomen olan “eşitsizlik” içinde
geçerlidir. Toplumsal eşitsizlik, kültürel manada şekillenmiş bir gelişim
sürecinin sonucudur. Bu eşitsizlik bazı sınırlar içinde, değişebilir niteliktedir.
Schmoller‘e göre “ Toplumsal sınıfları neyin ayırdığı ve nesilden nesile aynı
ailelere toplumun aynı hayat alanını veren, sadece basit bir miras değildir. Bu
kültür tarihinin egemen olduğu bir miras bırakma sürecidir.” 836
Schmoller tabiî ki tabiat tarafından verilen, insani kabiliyetini ve insani
başarı ehliyetini kabul eder.Fakat bu tespiti, yunanlı teorisyenlerinin
833
. Schmoller, 1890 s.233
. Schmoller 1898, s. 47
834
Schmoller, 1898, s. 48
835
Schmoller, 1898, s. 238
836
Schmoller, 1898, s. 32
833
278
iddialarında olduğu gibi, geçerli olmasına izin vermez.Öylesine insani
varlıklar vardır ki, bunlar ruhun vücuttan ve insanın havyandan farklı olduğu
kadar farklıdırlar. Köleleri tabiat yaratmıştır ve kölelik bunun için hukuki olarak
vardır ve bu hukukun, sadece tabiatın gösterdiğini yerine getirmektedir.
(ispatlamaktadır.)837Bireysel kabiliyetler, bireyin kendi sınıfı içersindeki
konumunu belirler. Buna karşın sınıf ayrışması, temelde şiddet esaslıdır.
Şiddet mülkün ve eğitimin adaletsiz dağıtılmasını sağlar ve açık bir şekilde
gerçekleştirilen şiddet ise dolandırıcılığa, sömürüye ve ayrıcalığa dönüşür.
838
Şüphesiz bu diğer teorisyenlerin basit analizleriyle karşılaştırıldığında
ki bunlar çoğu kez her şeye “ doğal” demekle yetinirler. Oldukça keskin bir
analizdir. Ancak tarihçi anlamda izafileştirildiğinde, bunun üzerinde değişiklik
yapabilme olanağı ortaya çıkar. Schmoller bunun ötesinde bir tesviye
sürecinin devam ettiğini ve bunun kaldırılamaz eşitliksizlik tezini ampirik
olarak çürüttüğünü belirtmiştir. Schmoller’e göre , “ okul, basın, tiyatro ve
kamusal görüş tüm nüfus üzerinde, git gide artan bir şekilde tesviye etkisi
göstermektedir. Ruhi bir tesir oluşmuştur ve bu tüm hücrelere girerek toplumu
bir şekilde demokratikleştirmektedir.839
Tüm
sosyal
oluşumların,
kültürel
temellenmesi
varsayımından
hareketle Schmoller, sosyal düzeni şekillendirme kabiliyeti konusunda
sonuçlar çıkarır: Zaman ve mekâna göre farklılaşan ve dönüşen insani
davranış parametreleri ele alınmalıdır. Buna yönelik bir önlemin, yani pazar
mekanizması üzerinde devlet müdahalesi, alınıp alınamayacağı tespit
edilmelidir. Bu ise iktisadi süreçlerin soyut bir modeliyle değil, kültürel
şartların anlaşılmasıyla mümkündür. Bazı önlemler eşyanın tabiatı gereği
gerçekten olanaksızdır. Ve bazıları gerçekten kendiliğinden gerçekleşir.
Fakat tam bu ikisinin arasında, kültür bağımlı müdahalenin geniş alanı
bulunmaktadır : “Her pratik ekonomi – politik tespit, hangi Millet ile
ilgileniyorsa bu milletin karakterinden yola çıkmalıdır. Söz konusu olanın
güncel durumundan, meslek türünden, yerinden yola çıkılmalı ve zamanın
837
Schmoller, 1898, s. 31
Schmoller, 1890, s. 40
839
Schmoller, 1923, II, s. 641
838
279
ahlakı ile tasavvurları dikkate alınmalıdır.”840 Öyleyse yapılabilirliğin gerçek
sınırları dönemin kültürel görüşleri içersinde gizlidir. En şiddetli devrim bile,
daha adaletli bir hukuk için ön şart olan, insanın içindeki dönüşümün yerini
alamaz. Önemli olan, güç sahiplerinin ve adalet konusundaki görüşün, her
zaman başka olduğudur.
Ancak bu durumda bir kavganın başarı şansı
vardır.
Fakat Schmoller‘in “sosyal sorun” konusundaki fayda kullanımı, bu
dönüşümün hakikaten gerçekleşeceğini belirtir. Ve yeni hukuk yavaş yavaş
uygulanabilir duruma gelir. Schmoller oldukça heybetli bir pratik – politik
konuşmayla “ Biz bunun için karanlık adamlar ve korkak ruhlar gibi, adaletle
bir hukuk için hiçbir kavgadan korkmuyoruz “ demiştir.841 Sadece Schmoller
değil, aynı zamanda pek çok çağcıl meslektaşı da somut bir devrim tehdidinin
ortaya çıkmasına kadar, kavganın ve sınıf tezatlığının artacağı tahmininde
bulunmuştu.
Barrinton
Mooore‘un
“içsel
toplumsal
antlaşma”
olarak
adlandırdığı, yani her toplumun manevi – meşru var oluş koşulu, 19. Yüzyılın
ikinci yarısında sorun haline gelmiştir. Schmoller bunu berrak bir şekilde
tespit etmiştir. Ve “Die Sociale Frage und der preussische Stat” adlı
makalesinde, bu meşru bazın varlığının merkezi önemde olduğunu belirtir.
“Kitlelerin adalet anlayışları var olan tüm mülkiyet kurallarını
savunuyor. Burada tekil bireylerin ve farklı sınıfların erdemleri, bilgileri ve
basiretleri aşağı yukarı aynıdır. Fakat bunun tersi olarak her mülkiyet – ve
gelir düzeni, onların dünyalarında çoktan etkisini yitirmiştir. Ve zamanla bu
düzen çürümüştür. Çünkü artık bu inanca dayanma olanağı kalmamıştı.”
Schmoller daha belirgin bir şekilde: “ Her gelir dağılımının ‘ tabutunun çivisi,”
adi kazanç olanaklarının hür bir şekilde faaliyet gösterebildiğine dair inançtır.
Ve namussuz kazancın namuslu kazançtan daha fazla kazanç getirdiğine
yönelik inançtır. Ayrıca Bireylerin çalışmaları ile neticeleri arasında çok büyük
ve adaletsiz bir farkın olduğuna dair olan inançtır“842
840
Schmoller, 1898, s. 51
Schmoller, 1890, s. 241
842
Schmoller, 1890 , s. 51
841
280
Böylece toplumsal stabilliğin koşuları, bir sübjektif nitelik kazanır.
Bunun neticesinde toplumsal düzenin politik sağlamlığını, sadece objektif
iktisadi emarelerden okumak isteyenlerin, teşebbüsleri yetersiz kalmaktadır.
Devrimi zorlayan artık materyalist uyarıcılar değildir ve genel sistem
huzurunu belirleyen enflasyon ve büyüme rakamları değildir. Bunun yerine
söz konusu olan, belirli bir sosyal durumun sosyo – kültürel olarak işlenmesi
ve sübjektif olarak algılanması gerekmektedir.843 Bismarck “ işçi sorunuyla”
ilgili oldukça pragmatik bir görüşü vardı, ve bir sosyo – politik stabilliğin
tesisini sağlamıştır. Bununla tehdit altında olan “ içsel toplumsal antlaşma”
korunmuş olacaktı.
843
Prisching 1988
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MENGER’İN HAYATI VE ESERLERİ
C.Menger 23 Kasım 1840 yılında Neuzsandez’de (Galiçya) dünyaya
gelmiştir. Galiçya, Dalmaçya ve Bukovinya ile birlikte Habsburg hanedanına
bağlı olarak “gelişmekte olan ülkeler” arasında yer almaktaydı. Menger,
(1859-1863) arasında Viyana Prague Üniversitesinde okuduktan sonra 1863
yılından
itibaren
gazeteciliğe
başlamıştır.1866
sonbaharında
hukuk
doktorasının sözlü sınavına hazırlanmak için Wiener Zeitung’daki işini
bırakmıştır. İmtihanı geçtikten sonra Mayıs 1867’de avukat stajyeri olarak
çalışmaya başladı.1867 Ağustos’undaki Krakow Üniversitesinde hukuk
doktorasını almış fakat kısa bir süre sonra tekrar gazetecilik işine
dönmüştür.1870 yılında başbakanlık basın bölümünde görev almıştır.
1871 yılında yayınladığı Grundsatze ve 1872 yılında geçtiği doçentlik
sınavı ile Menger, Viyana Üniversitesinde Privat-Dozent olma hakkı elde
etmiştir. 1873 sonbaharında maaşlı ve tam zamanlı bir akademik pozisyon
aldığında başbakanlıktaki gazetecilik işinden ayrılmış ancak özel sektördeki
gazetecilik faaliyetlerini kesmemiştir.1876’da o zaman on sekiz yaşında olan
veliaht
prens
Rudolf’un
eğitim
görevini
kabul
etmesiyle
akademik
çalışmalarına ara vermiştir. Rudolf ile Avrupa’nın büyük bir kısmını gezmiştir.
Bununla beraber Menger’in Rudolf üzerinden Avusturya politikalarını
etkilemesi mümkün olmamıştır. Çünkü Rudolf, 1889’da intihar ederek
ölmüştür.844 1879’da Rudolf’un babası İmparator Franz Joseph tarafından
Viyana Üniversitesi Hukuk Fakültesinin Milli İktisat kürsüsüne atanmıştır.
Uluslar arası iktisatçılar dünyasında Avusturya Okulu adının ilk defa
duyulması, Menger’in ikinci kitabıyla Alman Tarihçi Okulu özellikle Schmoller
ile giriştiği metodoloji tartışmaları sırasında olmuştur. Ustalar arasındaki bu
çatışma kısa bir süre sonra takipçileri tarafından taklit edilmiştir.
844
Boss, Marggerete; Die Wissenschaftstheorie Carl
İdeengeschichtliche Zusammenhange, Wien, Köln,1986,s.25
Mengers
Biographische
und
282
Wieser, Menger’in bir zamanlar resmi bir gazete için, “Wiener
Zeitung,” pazarların durumu hakkında anketler yazmak olduğunu ve bu Pazar
raporlarını incelerken geleneksel fiyat teorileri ile deneyimli pratik insanların
fiyat belirlerken belirleyici olarak kullandığı şeylerin arasındaki bariz farka
çarpıldığını söylemektedir. Bu Menger’i fiyatların nasıl kararlaştırıldığını
incelemeye götürmüştür. Üniversiteyi bıraktıktan sonra yaptığı çalışmalara bir
yön veren iten sebep midir değil midir tam olarak bilinmez. Ancak Üniversiteyi
bırakıp ve Grundsatze’nin yazılmasına kadar olan sürede bu sorunlar
hakkında yoğun olarak çalıştığını ve kafasında sistem tam olarak oturana dek
yayınlamayı geciktirdiği konusunda şüphe yoktur.
Menger Grundsatze’yi 1871 yılında yayınlarken farklı bir iktisat okulu
kurmak gibi bir niyeti yoktu.845 Amacı iktisat teorisini, Klasik öğretiden
farklılıklar içeren daha sağlam temellere oturtmaktı. Kitabının, özellikle o
dönemde Almanya’da hâkim bir yaklaşım olan ve Klasik öğretiye yönelttiği
eleştirileri paylaşacağını sandığı Alman Tarihçi Okulu’nca ilgi göreceğini
umuyordu ki kitabını Roscher’e atfetmiştir. Ne var ki Alman Tarihçi Okulu’nun
kitabını görmezlikten gelmesi ve yalnızca kötü teoriye değil her türlü teoriye
karşı çıkarak tarihsel çalışmaları (tarihçi yöntemi) vurgulayan yaklaşımı
karşısında, üç cilt düşündüğü ilk kitabını bırakarak iktisadın metedolojik
problemlerini ele aldığı Politik İktisat ve Sosyolojinin Problemleri (1881)’ni
yazmaya yönelmiştir. Untersuchungen, Menger’in aslında Grundsatze’de
uygulamış olduğu metodun detaylı seçimidir. Grundsatze Almanya’da ihmal
edilmiş
ve
görmezden
gelinmiş
olmasaydı
Untersuchungen
hiç
yazılmayabilirdi. İrrthumer ise, Schmoller’in Untersuchungen’e yönelttiği
eleştirilere polemik olarak kaleme alınmış ve hayali bir dosta hitaben yazılmış
anlatı mektuplardan oluşur. Schmoller’in eserlerinin aksine Menger’in eserleri
ölümünden sonra basılmıştır. Hayek’in editörlüğünde Menger “Gesammelde
Werke” adı altında dört cilt yayınlanan eserinin ilk cildini Menger’in en ünlü
eseri olan “Grundsatze der Volkswirtschaftslehre” oluşturmaktadır.
845
Heinz Haller, Typus und Gesetz in der Nationalökonomie, Köln,1950 ,s.34
283
İktisat disiplinin önemli dönüm noktalarından biri olan marjinalist
devrim yılları olarak adlandıran bu dönemin başında yalnızca Menger’in
kendisi ve düşünceleri vardı. Dönemin sonunda düşüncelerinden etkilenen
iki genç iktisatçı Wieser(1851-1926) ve Böhm-Bawerk(1851-1914) ile birlikte
oluşturduğu çekirdek kadro bir yanda, yetiştirdiği öğrencileri diğer yanda,
farklı bir okul oluşturmayı başarmıştı. Günümüzde Menger, Wieser ve BöhmBawerk Avusturya Okulu’nun ilk kuşağı olarak kabul edilmektedir. Avusturya
Okul’unun dünyadaki namı ve sisteminin gelişimi Menger’in başarılı takipçileri
olan, Böhm-Bawerk ve Wieser gibi insanların çabaları ile olmuştur. Ancak bu
yazarların yazdıkları temel fikirlerinin bütünüyle ve tamamıyla Menger’e ait
olduğunu söylersek yazarları hor görmüş sayılmayız. Eğer o bu temelleri
geliştirmeseydi; görece olarak bilinmez kalacaktı. Ve onu bekleyen ancak o
gelmediği için unutulacak olan birçok parlak adamın kaderini paylaşacaktı.
Uzun bir süre Almanca konuşulmayan ülkelerde az bilinecekti. Ancak
Avusturya Okulu üyeleri için ortak olan şey, onların kendine haslığını ve daha
sonra yapacakları katılımların temellerini oluşturacak olan olay Menger’in
öğretilerini kabul etmelidir.
Avusturya Okulu’nun ikinci kuşağından, öğrencileri üzerinde en etkili
olan Mises olmuştur. Mises’in ilginçliği Avusturya Okulu’nun “müstesna” bir
üyesi olmasıydı. Hiçbir zaman Viyana Üniversitesi’nden bir maaş yada
profesörlük
titri
almadı;
Viyana
Ticaret
Odasında
verdiği
özel
seminerlerle(privatseminar) para teorisi, konjonktür teorisi, sosyalizmde
iktisadi hesaplama sorunu, metedoloji konularında yaptığı çalışmaları ile
uluslar arası bir üne kavuştu.1920’li yılların sonlarına doğru Avusturya
Okulu’nun üçüncü kuşağını oluşturan ve sonradan meşhur olacak F.A.Hayek,
F.Machup, O.Morgernstern, Haberler gibi iktisatçılar yetişmiştir.
Schmoller’in Prusya ve Alman bürokrasisine angaje olması kadar
olmasa da Menger ailesi de bürokrasi ve siyasetin içinde olan bir ailedir.
Menger’in kardeşlerinden Anton ünlü bir sosyalist ve Viyana Üniversitesi
Hukuk
Fakültesi
parlamentosunun
profesörüdür.
liberal
Max
ise
avukattır
milletvekillerindendir.
ve
Avusturya
Menger
Rudolf’un
öğretmenliğine atanmadan önce de, liberal partinin iktidarında başbakanlık
284
basın bölümünde çalışmıştır. Bürokrasiyle iç içe olma Avusturya İktisat Okulu
mensuplarının diğer üyeleri için de geçerlidir. Mesela Böhm-Bawerk’te,
Wieser’de Avusturya hükümetlerinde bakanlık yapmışlardır. 846 Menger, kamu
hayatında onu çok etkili bir adam haline getirecek fırsata sahipti ki bunu
umursadığı pek söylenemez.1900’de Avusturya parlamentosunun lordlar
kamarasında hayat boyu üyelik verilmişti. Ancak bu kurumun kararlarında
çok ta aktif olduğu söylenemez. Zira onun için dünya hareketten ziyade
araştırma alanı idi. Sadece bu sebepten ötürü onu yakın mesafeden
incelemeye bayılıyordu. Yazılı çalışmalarında onun politik görüşlerini arayan
bir
kişi
boşuna
vaktini
harcar.
Gerçekte
eski
tip
liberalizm
veya
gelenekselciliğe yatkın denilebilirdi. Sosyal reform hareketine sempati ile
bakmaktaydı. Menger gelecek nesil öğrenciler tarafından en başarılı
öğretmen ve Avusturya kamu hayatını dolaylı yoldan etkileyen adam olarak
hatırlanmaktadır.
3.1. MENGER VE ARİSTO
Milli birliğin sağlanması ile oluşan Almanya Devleti tek bir milletten
oluşuyordu. Bu nedenle Almanya’da milliyetçi unsurların vurgulanması çok
yerinde
idi.
Ancak
Avusturya
çok
farklı
etnisyenleri
bünyesinde
barındırıyordu. Bu nedenle Tarihçi Okul’un söyleminde olduğu gibi milliyetçi
bir vurgu Avusturya için hiç uygun değildir. 847 Avusturya’da milliyetçi
çağrışımlar taşımayan bir yaklaşıma ihtiyaç vardı. Diğer yandan başlangıçta
liberal
öğreti
de
Avusturya’da
büyük
bir
kuşkuyla
karşılanmıştır.
Avusturyalılar Smith’i çok erken tanımış olsa da Metternich döneminden
itibaren Liberalizm Avusturya’da bir öcü gibi algılanmış ve Avusturya devleti
daima paternalistik ve müdahaleci olmuştur. Öyle ki 1848 yılına kadar Smith
ilkelerine uygun iktisat kitabı yayınlanmasına izin verilmemiştir. Ancak
846
Kauder, Emil, İntellectual and Political Roots of the Older Austrian
Littlechild,1957,s.424
847
Zimmermann R. “Philosophie und Philosophen in Österreich, 1881,s.268-271
School,
in
285
yüzyılın sonlarına doğru bu tutum değişmeye başladı ve bürokraside
Liberalizm yanlılarının ağırlığı artmıştır.
Menger
döneminde
kültürel
ortama
ve
etkili
felsefi
akımlara
baktığımızda; Almanca konuşulan iki ülkede, hem mevcut hâkim pozitivist
paradigmaya itirazların şekillendiği, hem de iki ülke arasında felsefi tutum
açısından belirgin farklılıkların kendisini gösterdiği bir dönem olmuştur. Bu iki
ülke arasındaki farklılığa dikkat çeken isimlerden birisi Smith olmuştur. Smith,
Aristoculuğun Alman versiyonundan söz etmektedir. Ona göre, Katolik
Avusturya’da ilgili dönemde kurumsallaşmış bir Aristoculuk zaten hâkimdi.
Almanca konuşulan ülkelerin Protestan kısmında ise, Kant ve kantsal
metafizik eleştirisi hâkimdi.
Dönemin Avusturya’sın da Aristocu etkilerin ağır bastığı bir entelektüel
hava hâkimdi.848 Menger’in eğitim gördüğü Üniversitelerde politik-ekonomi,
hukuk müfredatında öğretilen bir derstir. Ve çoğunlukla Almanya’dan gelen
ekonomistler tarafından anlatılırdı. Menger’in anlayışı bakımından Aristo’nun
ayrı bir önemi vardır. Hem metodik oluşumunda hem de değer öğretisinde
Aristo etkisi açık bir şekilde ortadır. Eğer Menger ne kadar Aristo
kaynaklarından besleniyor sorusunu sorarsak, dikkate almamız gereken
Menger’in Brentano ile aynı akademik ortamda yaşadığı ve araştırdığıdır.
Aynı zamanda aynı sosyal bilimsel akımların etkisindeydi.
Viyana Üniversitesinde 19.yüzyılın ikinci yarısında felsefe profesörü
olarak çalışan Brentano, Menger’in hem meslektaşı hem de arkadaşıdır.
Hayatının önemli bir kısmını Katolik kilisesinde rahip olarak geçirmiş, ancak
dini konuda giriştiği bir tartışmanın akabinde ve rahip olarak evlenme isteği
yüzünden kiliseden ve profesörlükten ayrılmak zorunda kalmıştır. Din
hususunda aldığı eğitim Brentano’nun Aristo’ya olan yoğun ilgisini artırmıştır.
Kant ve Hegel’e itibar etmeyerek; içsel ilişkiler doktrinini reddetmiştir. Ona
göre, zihin dış dünyadan belirgin bir şekilde ayrıdır. Brentano’ya göre, teorik
psikolojinin amacı, bir araya getirildiğinde bütünsel pisişik unsurları bulmaktır.
848
Zimmermann, s, 1881,s.269
286
Bu tıpkı alfabedeki harflerin bir araya gelmesi ile sözcükler bütünü oluşması
gibidir.849
Aristo’nun
19.yüzyılda
yeniden
keşfedilmesi
sadece
felsefeyi
kapsamıyordu. Brentano’da da belli olduğu üzere bütün bilim teorisi ve
bununla tekil bilimler içinde, etki faktörü olmuştur. Menger Aristo’nun yazıları
ile haşır neşir olmuştu. İlk araştırmalarını daha okul döneminde yapmıştır.
Felsefi yetiştirme, lise eğitiminin entegre bir bölümüydü ve Aristo öğretisini
kapsıyordu. Dersin temelini Viyanalı felsefe profesörü Robert Zimmermann’ın
“Philosophische Propadeutik” adlı eseri oluşturuyordu.850
Menger’in eserlerinde kapsamlı dip notlar incelendiğinde, Aristo
metafiziğini bildiği ve özellikle “kesin kanunları” onların ontolojik statülerinden
ise alıntı yaptığı görülür. “Untersuchungen” ile Tarihçi Okul’a saldırmadan
önce Aristo ile yoğun çalışma içine girmiştir.851
yedinci
ekindeki
sözü
Aristo’ya
dayandığı
Yine Untersuchungen’un
söylenen
fikir,
devletin
yansımasının kökeninin, insanın varoluşu ile aynı anda verilmesi onun Aristo
ile ne kadar yoğun ilgilendiğini gösterir. Bu ek bölüm Menger’in Aristo ile
ilgilendiği tek yazıdır.
Menger’in ne kadar Aristo etkisinde olduğu son yıllarda merkezi bir
öneme kavuşmuştur. Yeniden çünkü 1900 ler de Kraus, Menger’in ihtiyaç
teorisi bağlamında ilgilenmişti.852 Kraus, ayrıca Menger ve Aristo’nun
eserlerini karşılıklı okuyarak benzerliklerini ortaya koymuştur. Menger’in
“Unterschung’da” altını defalarca çizdiği iktisatta esas amacın mutlak bilgiyi
aramak olması gerektiği düşüncesi853 Atisto’nun esas bilginin değişmeyenin
bilgisi olduğu, değişene ait bilginin değişmeyenin bilgisi olduğu, değişene ait
bilginin ”bilimsel” bilgi olmayacağı görüşünün bire bir yansımasıdır. Aristo,
tam bir bilimin, belli bir aksiyon ile başlaması gerektiğini ve tümdengelimi
kullanarak bütün disiplini parça parça ortaya çıkarması gerektiğini belirtir.
Aristo’da olduğu gibi Menger’de metotla ulaşılacak bilgiler zorunlu olarak
849
Brentano,Lujo,Das Wirtschaftlichen der antiken Welt,Jena,Fischer,1929,s.137
Zimmermann,1853
851
Kauder,1957 ,s.414
852
Kraus, O;Wirtschaftslehre und Ehtik,in derselbe, Zur Theorie des Wertes,Eine BenthamStudie,Halle,1901,s.242
853
Menger,1883,s.39
850
287
doğrudur. Bu sebeple mutlak teori ampirik araştırma ile test edilmez.854
Menger’de ki mal olmak için gerekli olan dört şart Aristo’nun dört sebebine
benzetilebilir. “Maddi, suni, gai ve fail” sebepler.
B.
Smith’e dayanarak Aristo özelliklerini şu şekilde bir araya
getirebiliriz:
-Bizim düşüncemizden ve idrakimizden bağımsız bir dünya var
-Bu dünyada nesneler vardır ve bunların “varlığı” veya “doğası” kesin
kanunların ve strüktürlerin egemenliğindedir ve kati olarak evrenseldir
-Bizim dünya ile ilgili tecrübelerimiz genel ve spesifik görüş içeriklidir.
-Genel olanın bilgisi, diğer bütün bilgiler gibi eksik ve hatalıdır.(fehlbar)
Bunlar sadece nesnelerin ontolojisine değil, aynı zamanda sosyal
bilimlere de yöneliktir. Ekonomi –politiğe aktarımı ise, bir yandan mübadele,
para yâda devletin varlığının arandığı için ve bundan dolayı realist bir
ruhçuluğun temsil edildiği olgusu vardır. Diğer yandan ise, sosyal bilimler
çerçevesinde kompleks fenomenlerin davranış gösteren bireylere geri
götürüldüğüdür. Belirleyici olan bunları oluşturan yapısal elementlerin
bulunması ve kendi aralarında ki ilişkilerin tespit edilmesidir. İktisadi
fenomenler için geçerli olan yapısal elementlerin davranış gösteren bireyler
olduğudur. Bu aynı zamanda şu anlama gelir: Mesala fiyat veya paranın
bağımsız olarak ontolojik bir antide(mevcut) olmadıkları ve sadece insan
davranışının neticeleri olduklarıdır. Araştırma nesneleri tecrübenin ulaşımına
açık oldukları için aynı zaman da ampirik giriş mümkündür. Böylelikle iktisadi
fenomenlerin analizi, saf bir tanımsal analizin ötesine geçiyor.855 Menger şu
şekilde formüle ediyor:
“Teorik ekonomi-politik öğretisi, genel anlamda iktisadi yansımaların
genel varlığını araştırmakla yükümlüdür. Yoksa ekonomi-politiğin analiz
etmek ve bunlardan neticeler çıkarmak vazifesi yoktur. Yansımalar veya ilişki
854
855
Menger,1883,s.155
Smith, BarryAustrian Philosophy,the legacy of Franz Brentano, 1994,s.320
288
olarak aynı özelliği taşıyan yönler, ama onların ses resimleri değil, tanımlar
iktisat alanındaki teorik araştırmaların objeleridir.856 ”
Aristo etkisinin sorusunu, çeşitli konu bütünlükleri içinde yöneltebiliriz.
Mesela bilgi teorisi, ontoloji, kamu yönetiminde ve değer öğretisi gibi. Bir dizi
bilim adamı Menger bilimi ve bilgi teorisinde Aristo kökenini inceleyip; önemli
etki faktörü olarak belirlemiştir.
Kauder, Menger’in epistemolojisini,
Aristo’nun metafizik yansıması olarak nitelendiriyor.857 Aynı zamanda
Bostaph
ve
Hutchinson
Menger’in
iktisat
teorisini
Aristo’cu
olarak
yorumluyor.858 Barry Smith’in vurguladığı gibi, kanun görünümlü a priotik
strüktürlerin (Menger bunları kesin kanun olarak görüyor) sadece arka
plandaki Aristo ruhçuluğu ile anlaşılabileceğini ve bunun von Mises ile
Hayek’in eserlerinde devam ettiğini belirtiyor.859 Bu teze aynı zamanda
eleştirel yaklaşanlarda var. Mesela Alter, ona göre, idealizm etkisi belirgin bir
şekilde var.860 Aristo’cu tanımının nasıl anlaşıldığına bağlı olarak, bilgi
teorisinde olarak mı, değer teorisi veya devlet kavramında olarak mı,
Menger’in Aristo’culuğu konusundaki soruyu yeniden sormalıyız.
Crespo eleştirisini, Menger’in Aristo’cu kökenine hitaben bilimin
bölünmesine ve sosyal organik yapısalların işleyişine yöneltiyor.861 Milford
ise, bilgi teorisindeki Aristo etkisine fazla değer vermeyi ret ediyor. Ona göre,
dikkat edilmesi gereken Untersuchung’taki neredeyse saf haldeki bilgi
teorisidir, çünkü bu öncelikli olarak tümevarım sınırlama problemini ön plana
çıkartıyor. Buna uygun olarak bir bilgi psikolojisi yorumunda (“anlama
tanımını” açıklayıcı ana noktası olarak gören) ret ediyor.862 Bu teorik bilgi
girişi, ontoloji ile direkt bağlantılıdır ve reel strüktürlere özel bir anlayış
856
Menger, Carl; Über die sogannente ethische Richtung in der Politischen Ökonomie, Anhang
9,S.288f,in derselbe, Untersuchungen über die Methode der Sozialwissenschaften und der
politischen Ökonomie insbesondere, Leipzig, reprint in, C.Menger; Gesammelte Werke, Hrsg,
F.A.Hayek,Bd2,Tübingen,1883/1969,s.6
857
Kauder,1957
858
Bostaph, 1976, s.12, Hutchinson, T.W., AReview of Economic Doctrines, 1870-1929, Okfort,
1973, s.17
859
Barry Smith,1994 ,s.34
860
Alter,Max, Carl Menger and Homo Oeconomicus Some Thougts,on Austrian Theory and
Methodology,in Journal of Economic İssues,Vol.16,s.149-160,1982
861
Crespo,2002,
862
Milford, 1986,s.74 Milford neredeyse Max Alter’in karşıt pozisyonunu kabul ediyor.
289
sergiliyor. Fenomenlerin analizinde onların gerçek varlıklarını sadece
“tanımak” ile kalmıyor aynı zamanda “anlaşılıyor.”
Tanımak ve anlamak(vestehen) arasındaki fark Menger’in bilgi
teorisinin temel pozisyonunu belirginleştiriyor. Öncelikle bu tanımlarla ilgili
olarak Wilhelm Dilthey’in etkisi nedir sorusu akla geliyor. Dilthey’in görüşü,
sosyal bilimleri bilgi teorisi temeline oturtmaktı. Fen bilimlerinden farklı olarak,
sosyal
bilimler
için
görmüştür.”Anlama”
muadil
ön
şart
metodu
olarak,
“anlamanın”
araştırma
konsepti
nesnesinin
içinde
doğasının
mantık(duyusal-sinnhaft) içerikli olmasını ve böylelikle dâhili bir açıklamasının
olmasını
talep
ediyor.
Fen
bilimleri
tesir
dairesi
içinde
duyusallık
(sinnhaftigkeit) noksanlığı var. Burada uygun olan metot nedensel (kausal)
bağlantıların açıklanmasıdır. Anlama konsepti, sosyal bilimlerin tesir
dairesinde duyusallık ile araştırma nesnelerine bir bilgi teorik girişin mümkün
olduğunu içerir. Araştırma nesnelerinin kendileri psişik fenomenler ile ilişki
içindeler veya beraber yaşıyorlar.
Dilthey
bu
Geisteswissenschaft”
görüşlerini
adlı
1883
eserinde
yılında
“Einleitung
yayınlamıştır.
Yani
in
die
Menger’in
Untersuchung’u yayınladığı yıl. Dilthey’in direkt etkisi ispatlanmıyor. Gerçi
Menger’in “anlama” tanımı, Dilthey gibi, bilimsel araştırmanın metodik
temellerine yöneliktir. Ama Menger’de söz konusu olan fen ve sosyal
bilimlerin farklılaşmasını sağlayan kriterler değildir.
Menger’in “anlama tanımında” ontolojik strüktürlerin bilgisi ile mümkün olan
bir duyusallık yoktur. Bunun yerine “içten” yakalanan bir anlamak vardır.
“Bilimsel araştırmanın hedefi sadece bilgilenme değildir. Aynı
zamanda yansımaları anlamaktır. Eğer ruhsal resim bizim bilincimize
ulaşırsa, biz bir yansımayı tanımış oluruz. Biz bunu sadece, varlığın nedenini
ve kendine özgü yaradılışını tanıdığımızda yapmış oluruz.863”
Burada Menger’in Klasiklerden farkı belli oluyor. Avusturya Okulu’nun
en önemli özelliklerinden biri ortaya çıkıyor. Ölçüm ve istatistik metot ile tespit
edilen dışsal metotlar yansımaları, tek başına söz konusu değil. Dışsal
863
Menger,1969,s.10-15
290
strüktür, gerçek olarak algılandığı ve kanunlar tarafından yakalandığı zaman
“tanınabilir.” Varlığın yansımasının derin irdelemesi bu pozitivist görüş ile
mümkün değildir. Menger buna karşın ispatlanmış bir derin bilgiye ulaşmak
niyetinde. Her ne kadar “anlamak” tanımı çoğu kez idealist gelenek ile
düşünülse de, burada yinede Aristo etkisi ön plandadır. Sadece tek başına
değildir, tanımsal anlamdaki tipik öğretisi “var ve böyle var. 864 Aynı zamanda
“var olma” nedenine yönelik olma ve bireyselleşmiş varlığın yaratılmışlığının
nedeni “
böyle
–olma(var)
kuvvetli
bir
şekilde
Aristo
metafiziğini
hatırlatıyor. Varlığın bilgisinde ve onun içsel strüktüründe var olma nedeninin
cevabının anahtarı yatmaktadır. Ontolojik strüktürler hem Menger’de hem de
Brentano’da somut yansımaların analizi sonucu açıklığa kavuşuyor. Bunların
arkasında, özel olanın içinde genel olanlar prensibi vardır. Hem onların
tanınabilir hem de soyut kanun olarak başka yansımaları anlamaya hizmet
eder. Menger ihtiyacı ve bununla ilgili olan değerleri çıkış noktası olarak
gördüğü için yukarıda anlamı ile “anlamak” aynı zamanda psişik olay olarak
“yaşamak” demektir. Anlayan ekonomi “Menger’de değer teorisinin psikolojik
yönü ile bağlantılıdır. Ve sonuçta bütün ekonomik sistemi bunun üzerine
kurgulanmıştır. İktisadi fenomenlerin ana elementi olarak Menger “davranan
bireyi”
gösteriyor.
Bu
ise,
davranışlarını
ihtiyaçlarını
tatmin
etme
doğrultusunda yönetiyor. (yani psişik süreç) Bu metodik konsept ile takas ve
fiyat gibi fenomenler, bireyin psişik strüktürleri ile açıklanabiliyor. Buna karşın
“tanıma” daha çok dışarıdan görülebilen iktisadi fenomenlere yöneliktir. Ve
bunları nitelikli büyüklükler ile bu büyüklükleri kanunsal bağlamlarıyla, resim
olarak
yakalar.865
Menger’in
görüşü
subjektif
bir
duyulama
olarak
anlaşılmamalı. Anlama ancak, fenomenin analizi ile a priotik ve objektif
strüktür kanunları tespit edildiği için mümkün olabilmiştir. Böylelikle burada
söz konusu olan subjektif anlama ve objektif tanıma arasında bir sentez söz
konusudur.
Bu
sentez,
Helge
Peukert‘in
bellirtiği
üzere
Avusturya
Ekonomisinin bir özelliğidir. Ve hem birinci neslin çalışmalarında, hem Böhm
864
Menger,1969,s.14
Sosein(to ti en einai) Aristo metafiziğinde büyük bir rol oynar.
Hermann Bonitz
865
s.1028,1029,1030 çevirmen
291
–Bawerk ve Wieser’de olduğu gibi Mises, Hayek’tede, hem de Lachman’da
görüldüğü şekilde önemli bir rol oynamıştır.866 Aynı Dithley’de olduğu gibi
Menger’de de anlamanın vurgulanmasını, pozitivist meyilli Klasiğe karşı tavır
olarak anlayabiliriz.
Burada dışsal strüktürlerin nedensel (kausal) bağlamları araştırma
nesnesini oluştururlar. Klasik yaklaşım şekli ise, mekanik bir dünya
görüşünün ifadesidir. Ve iktisadi fenomenlerin nesnelerini ve onların
kanunsallıklarını fen bilimlerine analoji olarak kabul eder. Menger ise, buna
karşın iktisat bilimlerini ruh ve sosyal bilimlerine dâhil görüyor ve insani
davranış üzerine kurgulanmış bir bilim olarak kabul ediyor. Metodun buna
uygun olması gerekli değildir. Fakat aynı Brentano’da olduğu gibi, bu fen
bilimlerine aykırı bir metot kullanımı anlamına gelmez. Menger verilerin esaslı
analizini talep ediyor. Kesin kanunlar ile sıkı tip arayışındadır. Bu durum ise
onu Tarihçi Okul’dan ayırıyor. Bu arayış “dışsal strüktürleri” tanıması ve
resmedilmesi
ile
gerçekleşmez.”İçerden”
bu
strüktürlerin
analizi
ve
anlaşılması ile gerçekleşir. Bu konsepti, Brentano’nun psişik fenomenleri
araştırmasındaki yaşam ve yaşananın analizi ile benzerlik gösteriyor.
Menger, Untersuchung’ta direkt bu ayrıma değiniyor. Somut yansımaların
“tarihsel ve teorik” olarak anlaşılabileceğini belirtiyor.
Genel kanunlar somut fenomenleri açıklamaya hizmet edebilir.(zaman
ve mekân açısından belirgin ve “bireyselleşmiş” fenomenler) Bu bakımdan
teorik bilim tarih biliminin temellendirici bilimi olarak kabul edilebilir.
“Teorik anlamda somut bir yansımayı, sürekli olan belirli bir düzenlilik
içinde aynını özel bir olay olarak veya yansımada beraber var oluşta tanırız.
Başka bir deyişle, var olmanın bilincinin temeline ve varlığın özelliğine somut
bir yansıma ile ulaşırız.
Sadece onun içindeki kanunsallığın misallerle
anlatılışını (exemplifiktaion) gerçekte tanımayı öğrenmeliyiz.867 ”
Tarihçi yansımaları açıklamak için kesin kanunları kullanmalı. Yani
sadece onlardan yararlanırsa onları açıklayabilir. Menger tarihsel metoda
belirli bir yer vermiştir. Ama Tarihçi Okul için bu kabul edilemez.
866
867
Peukert,1997,s.321
Menger,1969,s.17
292
Menger Grunsatze’nin önsözünde bir yandan Geisteswissenschaften
ile Naturwissenschaften arasındaki epistemolojik dualizmin üstesinden
gelmeye çalışmaktayken diğer yandan da tek yönlü rasyonalizm ya da
pozitivizmi aşmaya çalışmaktadır. Aristoculağa müracaatı da bu dualizmi
aşmada onu bir araç olarak görüyor oluşundadır. Menger Naturwissenschaft
yerine Geisteswissenschaften’i tercih etmektedir. Menger’in bu tercihini
destekleyen o dönemin entelektüel havasıdır.868
3.1.1. İdealist ve Romantik Akımlar
Aristo etkisinin yanında, Menger’in eserinde idealist ve Romantik akım
etkisi göstermek isteyen kaynaklar mevcuttur. Alter’e göre, idealist tandanslar
Menger’in eserinde fazla bir anlam taşımamamaktır. Esasında iktisat
bilimlerinde, teori oluşumlarında ruh-tarihsel arka planda bir rol oynarlar.869
Özellikle Tarihçi Okul idealist ve romantik görüşlere yatkındır ve böylelilikle
Menger’in eleştirisi açık bir şekilde bu idealist tasavvurlara yöneliktir.
Menger özellikle organik büyümüş olan sosyal birimler düşüncesini ki,
bunlara ontolojik bir birimin statüsü verilmiştir düşüncesini şiddetle ret eder.
Bu birimler, örneğin Tarihçi Okul’da Hegel’e yaslanarak önemli bir rol oynar.
Aynı Avusturya felsefesinde olduğu gibi Avusturya Ekonomisi’nde ve özellikle
Menger’in iktisat teorisinde idealist tandanslara belirgin bir sınırlama
getirilmiştir.
Bu durum özellikle bununla birlikte anılan “tarihçi metot” içinde
geçerlidir. Bu metot iktisadi yansımaların gelişimini organik antide anlamında,
tarihsel verilerin metinleri açısından çözülemez olarak görür. Menger’i
Romantik gelenek içinde, bir “hayat” felsefesi anlamında tanımlamak isteyen
denemeler olmuştur. Burada ihtiyaçlar ön plandadır. İhtiyacın biyolojik
kompozisyonu hayatın romantik konsepti içinde değerlendirilmiştir. 870
868
Alter, Max, C.Mener and the Origins of Austrian economics,1990,s.324
Alter,1990,s.23-79
870
Alter,1990,s.102
869
293
İhtiyaçların tatmini, organizmanın korunması ve teşviki ile doğanın bir
parçası olarak görür. Bu doğal insani durum sonuçta iktisadi faaliyetin temel
nedeni olarak kabul edilir. Biyolojik faktörlerin ihtiyaç strüktürü olarak
belirlenmesi,
Menger’in
analitik
metodu
ile
belirlenmiştir.
İhtiyaç
sıralamasında ise, birinci sırada vücutsal ihtiyaçlar gelir. Çünkü bütün
sistemin garantisidir. Öne sürülen tanımlar ise, romantik olmaktan çok
dönemin kelime hazinesinin kullanımıdır. Örneğin Max Alter’in belirttiği
“organizma” veya “hayat ve büyümek” gibi kelimeler daha çok dilsel
niteliktedir.
3.1.2. Menger’in Bilimsel Teorisi
Menger’in bilim tanımı, politik iktisadın durumunun değerlendirilmesi ile
ayrıştırılamaz. Grundsatze’de geliştirdiği kuram, teorik ekonomi-politik
öğretisini
(volkswirtschaftslehre)
temelini
atmak
amaçlıydı.
Menger
Untersuchungen’de politik iktisadı üç bölüme bölmüştür. Bunların görev ve
hedeflerini tayin edip; görevlerini tanımlamıştır. Menger’e göre önemli olan
teorik bilimin buradaki rolüdür.
3.2. TİP PROBLEMİ
Tipler oluşturulması, genelleştirilmiş soyutluğa iktisat teorisi içinde
sınırlandırmalar
getirebilmak
maksadıyla
uygun
bir
vasıta
olarak
değerlendirilmektedir. Aynı şekilde Menger’de tiplerden bahsetmektedir.
Tipler Menger’de belirli yansımalardır ve bundan dolayı kurumlardır. Bunlar
dönemsel olarak az veya çok kesinlikte tekrarlanır. Ve nesnel dönüşüm ile
geri gelirler. Menger aynı değerlendirmeyi tipik bağıntıların veya tipik
süreçlerin varlıkları için yapmaktadır. Ona göre, bunların bilgilenmesi
olmaksızın reel dünyanın derin bir anlayışı ve nesnelerin öngörüsü ile
bunların egemenliği mümkün değildir. Örneğin tipik bağıntıdan anladığı
294
malların fiyatlarının sirkulasyon vasıtalarının çoğalması sonucu yükselmesini
veya yüksek miktarda sermaya birikimi neticesinde faizlerin düşmesi olarak
algılanmaktadır.
Menger, ampirik-gerçekçi araştırma çerçevesinde reel tipleri reel
yansımaların temel formları bunların tipik resimleri içinde az veya çok belirli
özellikler için bir esneme alanı mevcuttur olarak tanımlar.871 Bunun yanında
ise,”katı tipleri” farklı değerlendirir. Bunlar kesin araştırmanın temelini
oluştururlar
ve
tüm
gerçekliğin
en
basit
elementlerini
oluşturmaya
çalışmaktadırlar.872 Böylelikle Menger’e göre, kesin yönün görevi reel
yansımaları en basit ve katı tipik olarak düşünülen elementlere geri
götürmesidir. Ve bu elementlerin katı tipik bağıntılarını yani fen kanunlarını
aramaktır.873 Bu reel tip katı tip ayrımı ki aynı zamanda ideal tip olarak
tanımlanır. Bu iki tip arasında berrak bir ayrışmaya gitmemektir. Aynı şekilde
sadece bahsettiği reel tipe herhangi bir önem arz etmez. Dogmatik
bağlantıları ve tarih dışı tutumu nedeniyle sadece katı tip veya ideal tipi
önemser. Bu tüm gerçekliliğin en basit elementlerini kapsar. Ve en basit
oldukları için katı tipik olarak düşünülmelidir. Fakat Menger bu ideal tipin
neye benzediğini veya nasıl kazanıldığını göstermez. Bu yüzden bu noktada
sadece genel anlamda onun tip oluşumunun temel değerini önemsediği ama
tiplerin spesifik varlığı hakkında somut açıklamalarda bulunmadığını
belirtmekten başka bir tespitte bulunmak mümkün değildir. Gerçi Malchup
özellikle Menger’de ideal tip-reel tip ayrımının kuvvetli bir biçimde olduğunu
belirtmiştir.874
Ama burada fark edemediği, Menger için tipin sadece mutlak bir
kategori olduğunu ve bundan dolayı reel tip ile katı tip ayrımının
kaybolduğudur.
Son
olarak
bu
tiplerin
Menger’de
taşıdıkları
hakiki
anlamsızlığı fark edememiştir. Menger reel tip anlamında tarihsel temelli ve
zaman kısıtlaması olan tipi teorik açıdan uygun olmadığı için ret eder. Bu
onun tarih dışı duruş noktası itibarıyla doğru bir eylemdir. Fakat burada
871
Menger,1883,s.4
Menger,1883,s.41
873
Menger,1883,s.115
874
Machlup Fritz,İdeal Typus,Wirklichkeit und Konstruktion,Ordo-Jahrbücher,cilt7,1960-1961,s.26
872
295
meydana gelen tezatlık, Menger’in bir başka yerde reel tipi pozitif olarak
değerlendirmesinden kaynaklanmaktadır. Herhalde burada her iki tip
arasında ayrım siliniyor. Çünkü burada belirtmek istediği muhtemelen ideal
tip olmuştur. Bu durumu daha sonra Walter Eucken daha kesin bir şekilde
ortaya çıkarmıştır.
Eucken’e göre, saf ideal tipli iktisadi formlarından geçmişte ve
gelecekte somut iktisadi düzen oluşturulur.875 Menger’in katı tipinin Eucken’in
“ideal tipinin” birbirinin aynısı olmasa bile, çok yakın akraba oldukları
Eucken’in ideal tipi altında aynı şekilde reel iktisadın temel formlarını
anlamasından belli olacaktır. Ve bundan dolayı iktisadın, geriye dönen
yapısal formları olan ekonomik sistem piyasa formu, para sistemi şeklinde
görülmelidir.876 Eucken’de de ideal tiplerde zaman kısıtlaması yoktur. Ve
değer yargısı hükmü taşımazlar. Bu Menger ile Eucken arasındaki hem fikir
olma durumu pek şaşırtıcı değildir. Çünkü netice itibarıyla her ikiside saf teori
zeminine basmaktadır.
Metodolojik anlamda bu kadar enterasan olan tip sorunsalında
belirtilmesi gereken bu problemselliğin Menger’de sadece alt düzeyde rol
oynadığıdır. Tip tasavvurunun yeterli miktarda temellendirilmiş olması
itibarıyla bir yardımcı vasıtanın teorideki kullanımına çok dar sınırlar
konulmuştur. Fakat her şeyden önce ideal tip ile reel tip arasındaki ayrışma
eksiktir. Ancak reel tip milli ekonomi için oldukça önemli olan politik ve
tarihsel gerçekliklere girişi mümkün kılar. Öyleyse milli ekonomi içinde özel
ruh bilimlerinin (sosyal bilimler) ile tarihsel temellenmenin teori için önemi
kabul edilmediği sürece tüm tipolojik çabalar sadece yüzeysel olarak kalmaya
mahkûmdur.
875
876
Eucken Walter, Die Grundlagen der Nationalökonomie,5.baskı, Godesberg,1947,s.117
Eucken Walter, s.125
296
3.2.1. Politik İktisadın Görevleri ve Bölümleri
Eğer Menger’in en önemli iki eserinin önsözünü karşılaştıracak olursak, her
iki eserin maksatlarının oldukça farklı olduğu görülür. Die Grundsatze der
Volkswirtschaftslehre’deki amaç bütünsel bir fiyat teorisi oluşturmaktır.
Bunun üzerinden sermaye faizi, işgücü ücretini ve temel emekliliği
açıklamıştır.
Menger
doktorasından
sonra,
Viyana’daki
Avusturya
başbakanlığında basın bölümünde memur olarak çalışmaktadır. Görevleri
arasında pazarları izlemekte vardı. Burada onun dikkatini çeken, fiyatların
çoğu kez Klasik fiyat teorisi doğrultusunda oluşmadıklarıdır. Bu yönde
araştırmalar yapmıştır. Menger’in yolu, malın tanımından iktisadi mallara,
değer
üzerinden
fiyata
ve
sonunda
mamul
ile
paraya
çıkıyor.
Untersuchungen’in hedefi teorik bilgi araştırmalarının durumuna uygun olarak
politik ekonominin varlığını tespit etmektir. Onun parçalarını, gerçekliliğin
tabiatını yani bilim alanındaki araştırmalarını hedeflemektedir.
Menger analizine, ekonomi politik kuramın durumunu değerlendirerek
başlıyor. Ve ön konuşmasında çoğu kez “bizim bilim” diye söz ediyor. Bizim
ekonomi
politik
olarak
gördüğü,
Untersuchungen’de
politik
ekonomi
sisteminde “teorik ekonomi-politik kuramı” olarak adlandırdığı ile denk
düşüyor. Fen bilimlerinin o dönemdeki korkunç gelişmesinden Menger’de
etkilenmiştir. Kontekst anlamında ekonomi-politik öğretisini bu bilimlerin
yükselme ortamında görüyor. Brentano’ya bu konuda şunları yazıyor
“Hiçbir zaman bugünkü kadar iktisadi değerler yükselmemiştir. Hiç bir
zaman genel ve derin hisli iktisat davranışının, bilimsel temele ihtiyacı
olmamıştır. Hiçbir zaman uygulayıcıların kabiliyetleri, bilimin kazanımlarını
insan emeğinin her alanında bu derece yüksek oranda kullanılması
olmamıştır.”877
Menger daha önsözünde bile, her türlü metodik çoğulculuğu, keskin
bir dille ret etmiştir.
Farklı metodik anlayışların yerine, sadece doğru veya
yanlış bir metodik anlayış söz konusu dur.
877
Menger,1969,s.4
Çünkü sonuçta araştırma
297
hedefleri, eşyanın tabiatına bağlıdır. 878 Buna göre iktisadi süreçleri
tanımlayan, bir dizi yaklaşım vardır ve bunların görevi ise, ekonomi – politik
öğretinin teorik bilimsel yönünü incelemektir. Bunun sonunda ise politik
ekonomi bir bilim olarak, ekonomi – politiğin kanunlarına tabidir. Menger
burada monist bir duruş sergiler, çünkü sosyal bilimlerin yanına, daima fen
bilimlerini yerleştirmiştir. Metot yaklaşımıyla ilgili bir gerginlik ise, daha
önsözünden anlaşılır, zira burada tarihçi – tasvirsel bilgilenme hem sağlıklı
bir tamamlayıcı, hem de aynı zamanda saf teorik araştırmanın, önemsiz bir
yaklaşımı veya yönü olarak değerlendirilmiştir.879 Menger bilimsel olan ve
bilimsel olmayan düşünce arasında, asimetrik bir yol izler. Esas itibarla,
bilgilenme teorik araştırmaları fazla önemli bulmaz, ama bununla birlikte o
dönemde oldukça gerekli olduğunu düşünür. Prensip olarak normal bilimler
ve yeni oluşan bilimler arasında ayrıma gider ve bunu şu şekilde izah eder :
“Büyük sorunların çözümü sadece dâhilere mahsustur.” 880
Menger’e göre, ekonomi-politiğin temellerini ampirik araştırma talebi,
bu güne dek gerçekleşmemiştir. Ona göre, bu durum teorik, bilimsel bir
talepten çok ötede psişiklerin doğru anlaşılmasıdır. Burada, sosyal politik
genel refahı ilgilendiren içerik söz konusu. Ve bunlar iktisadi fenomenlerin
doğru anlaşılması ile sağlanır. Sonuçta bunlar iktisat politikası için karar
verme temeli anlamındadır.19.yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlangıcı için
bu iyimserlik karakteristiktir. Buna göre, temel araştırma kullanımı olan
bilgilerin kazanılabileceği ve insan hayatının pozitif değişeceği düşünülür.
“Bizim bilimimizin temellerini araştırmak demek, çözüm kuvvetini
insanların refahına en yakın bağlamda duran göreve adamak demektir.
Yüksek öneme haiz toplumsal bir çıkara hizmet etmek ve bunu öyle bir
alanda yapmak, bu alanda “yanılgı” bile kayda değer sayılır.881”
Menger’e göre, fen bilimsel metot, “fen bilimleri” özellikleri olan metot
değildir. Çünkü iktisadi fenomenler ve yansımalar kalite olarak, fen bilimleri
878
Menger,1969, s.19-21
Menger,1969,s.21
880
Menger,1969,s.12-21
881
Menger,Carl, Gessamelte Werke Hrsg,mit einer Einleitung und einem Schriftenverzeihnis
von F.Hayek, Tübingen,1968,s.6
879
298
yansımalardan daha farklıdır. Bunlar insan davranışını temel alırlar. Ampirik,
doğaya uygun metot nesnesinin dikkate alıp; ona uyum sağlar ve bununla
onun spesifik karakterini kazanırlar. Menger’in ön konuşmasında verdiği bu
metodun tanımı, tam anlamıyla uyguladığı ve daha sonra Untersuchungen’da
Tarihçi Okul’un metoduna karşı kullandığı metot programıdır.
“Şimdiye dek bizim uğraşlarımız, en karmaşık yansımaları en yalın
hali ile güvenli gözlem ile ulaşılan elementlere bağlamak. Elementlerin
doğasına uygun ölçü ile onları değerlendirmek ve bunları tekrar araştırarak
en karmaşık iktisadi yansımaların, onların elementlerinden kanunsal nasıl
olarak geliştiğini görmek.” 882
Analiz “aşağıya inmek” anlamında, bütünden parçalara doğrudur. Bu
parçaların belirlenmesi ve bu bilgi ile “yukarı çıkmak” kompleks strüktürlere
doğrudur. Bunlar artık “tanınmış” kanunsallıklardan oluşmuştur. Brentano’nun
kullandığı analiz tanımlamasının aynısıdır. Burada ampirik metot ile a priorik
kanun arasında bir sentez vardır. Araştırma pozitif verilere dayanır. Menger
burada iktisadi fenomenlerin ontolojisini geliştiriyor; bu tamamen 19.yüzyıl
son çeyreğinde Aristoculuk geleneği içindedir. Bunlar “doğalarına uygun ölçü”
ile yakalanırlar, onların içinde olan şartlar doğrultusunda, Menger’in belirgin
hedefi varlığın veya ruhun yakalanmasıdır. Fazla sayıda benzer nicelikli
yansıma yakalamayı hedeflemiyor. Buna mukabil niteleyici anlamda az
sayıda
yansımayı
yakalamak
niyetinde.
Ve
bunlar
“parçalama”
ile
“birleştirme” yapılarak yani tasvirsel analiz strüktürleri anlaşılır hale getirilir.
Bu giriş ile ortaya çıkan insani davranıştır. Menger bunu içe bakış olarak
adlandırır.
Brentano’nun “ içe bakışı” (in ich gehen) içsel algılamadan ayırıyor. Ve
sadece içsel algılamayı psişik fenomenlere ulaşmak için uygun buluyor.
Bunun nedeni ise, onda psişik fenomenlerin kendisi veya strüktürlerinin
araştırma nesnesi olmalarından kaynaklanıyor. Menger’de aynı zamanda
önemli olan bilgidir ve bu ancak “yaşamak” ile anlaşılabilir. Yani genel
tecrübelerin içeriği olarak mesela, bir ihtiyacın bir mal ile tatmini gibi. Konu
882
Menger,1968,s.7
299
olan genel bilgi anlamında evrensel geçerli strüktürlerdir ve prensip olarak
günlük yaşantı içinde herkese açıktır. Menger, özgür iradenin katı kanunları
ret edeceği görüşünü kabul etmez. Daha yüksek sınıflandırılmış strüktürler
tanımlayarak, özgür iradeye bunun içinde yer verir. Fakat bu strüktürler özgür
irade dolayısıyla değiştirilmez. Bunun sonunda şu kanıya varır:
“Teorik ekonomi-politik kuramı, iktisadi davranışın pratik çözümleri ile
ilgilenmez. Fakat insanların ihtiyaçlarının tatminine yönelik, yaşamsal
faaliyetlerini oluşturdukları şartlara yöneliktir.” Bu şartlar, tek bireyin
kontrolünü araştırmaz ve insani davranışın strüktürlerini meta-zeminde
aydınlatırlar. İradenin özgürlüğü kısıtlanmamıştır. Çünkü aynı Brentano’da
olduğu gibi verilen strüktürlerin içinde belirli bir özgürlük kademesi mevcuttur.
Ve strüktürlerin kendisi özgür iradenin sınırı olarak algılanmaz.
Menger’in görüşüne göre, politik iktisat temelden reform ihtiyacı
içindedir. Sadece bilgiye ulaşma yolları değil, aynı zamanda bu bilgilerin
nereye götüreceği, yani politik iktisadın hedefleri. Böylece Menger sadece
teorik bilgi temelli bir araştırma yürütmüyor. Aynı zamanda genel ekonomipolitik analizi yapıyor.
Menger’in talebi:”Politik- ekonomik varlık ve onun
parçaları, gerçekliliğin doğası ile bilim alanı üzerindeki amaçlarının
aydınlatılmasıdır.883 Metotlar ise, ancak bu ön çalışmalar tamamlandıktan
sonra, araştırılabilir. Bu görev esnasında mantık bilimcilerin çalışmalarına ve
felsefenin perspektifine başvurulmaz. Bilim adamları kendileri bu hedefler
konusunda bir sonuca ulaşmalılar. Hedeflere ulaşıldığında “genel teorik-bilgi
araştırmalar yüksek derecede teşvik edici unsurlar olacaktır. ”884 Fakat
Menger Untersuchung’ta bunun çok ötesine gidiyor. Çünkü düşüncelerini
arka
planda
iyi
eğitilmiş
Erkenntnistheoretisch-bilgi
teorisi
bir
ile
metafizik
ile
geliştirmiştir.885
methodisch-metodik”
tanımlarını
değişen anlamlarda ve hatta sinonim olarak kullanıyor. Bunun nedeni çoğu
kez “metodik” dediği zaman “metodolojik” demek istemiştir. Bu ise, tanım
olarak “bilgi teorisine” oldukça yakındır.
883
Menger,1969,s.10
Menger,1969,s.11
885
Neue Wege der Nationalökonomie, s.126
884
300
Menger’in kurguladığı, parça sistem olan disiplinin; her birinin
araştırma nesnelerine, amaçlarına ve metotlarına kendine özgü girişi vardır.
Bunun hem ontolojik önemi vardır. Çünkü parça disiplinlerde gerçekliğin
çeşitli bölümleri araştırılıyor. Hem de bilgi teorik anlamı vardır. Çünkü giriş
buna uyumlu olmak zorundadır. Menger’in pek çok kez vurguladığı, metodun
tespitinin esasında ekonomistin görevi olmadığıdır. Fakat şartların ve Tarihçi
Okulun metodik görüşünün iktisat biliminin metodunun mükemmel hale
gelmesi olarak gördüğü ve alternatifin yani Klasik Okul’un aynı şekilde
yetersiz metodik kuramlar servis ettiği için buna zorlanmıştır. Menger’e göre,
problem tek yönlülüktür. Çünkü temsilciler salt kendi görüşlerinin gerçeklikleri
konusunda diretmeleri buna yol açıyor. Çözümü ise, içinde pek çok şey
barındıran kapsamlı bir sistemde görüyor. Böylece kompleks ve reel
strüktürlerin hakkını verebilecektir.
Çeşitli türlerde ortaya çıkan yansıma formlarının bilgilenmesine değin,
Menger ve “Tarihçilerin” görüşleri aynıydı. Fakat bu çeşitli türlerin “nasıl” ele
alınmalı sorusunda ise, yollar ayrılmıştır.”Tarihçiler” ampirik gerçekliliğin
geniş yelpazesinde sadece bireysel yansımaları ve bunların çeşitliliğini
görürken, Menger bireysel fenomenlerden daha büyük bir grup olan genel
yansıma formlarını ayrı olarak değerlendirmiştir. Tarihçilere göre, bilimsel
ekonomistin görevi, ampirik gerçeklikte detaylı araştırmayla hak ve ahlak
değerlerinin
katılımıyla,
insanlığın
sürekli
daha
yüksek
bir
kültüre
ulaşabileceği bir yol oluşturmaktır. Ama bu yol tarih içinde olan araştırmadır
ve tarihçi metot ile yürütülmek zorundadır.”Tarihçiler” tüm ampirik gerçekliliği
yakalama uğraşında ve halk hayatının tüm dışavurumlarını dikkate almak
niyetindeler. Menger bu konuyla ilgili görüşlerini şöyle dile getirmiştir:
“Bizim tarihçi iktisatçıların hayallerini evrensel bilim haline gelmiş bir
ekonomi-politik süslüyor. Bu tüm çeşitli türlerde bilgilenmeyi, yani ekonomipolitik alanına giren tarihi, teorik ve pratik doğrulukları kapsıyor. İktisat tarihi
ile istatistiği ve milli ekonomi ile ekonomi-politik arasında bir ayrımı kabul
etmezler.” 886
886
Menger, Besprechung des Handbuchs der politschen Ökonomie,Wien,1887,s.572
301
Menger, Tarihçi Okul’un bu birleştirici niyetine karşı çıkmış ve belirgin
şekilde şunları söylemiştir: “Artık böyle bir evrensel bilim sadece bilimsel
sistematik açıdan bir manasızlık ifade etmez. Aynı zamanda bir olanaksızlığı
da ifade etmektedir.”887 Fakat gerçekten ekonomik bilimlerin ve sosyal
bilimlerin çok çeşitli türden karakter taşımaları sebebiyle, sunumun
birleştirilmesi bir münasebetsizlik mi dir? Öyleyse metottan konuşmak daimi
münasebetsizliktir. Sadece politik ekonomilerde metottan bahsedilebilir.
Çünkü özel (spezialwissenschaften) bilimlerin formel doğaları da farklıdır. 888
Öyleyse Menger sosyal bilimler içinde hangi sınıflandırmayı kullanmaktadır?
Sınıflandırmanın farklı formel doğası nasıldır? Ve çeşitli metotların gerekliliği
nasıl ispatlanır889? Kesin olan ise, sadece işlenecek olan verilerin bulunduğu
yerde ve çalışmanın hedefinin belirgin olduğu zaman, metot hakkında
konuşulabilir.890
Menger bundan dolayı, işlenecek olan verilere uygun olan metodu
tespit edebilmek için, öncelikle bilgilenme hedefleri doğrultusunda sosyal
bilimlerin bir sınıflandırmasını gerekli görmüştür. Fakat bu konuyla ilintili
olabilecek
iki
eserinde
farklı
sınıflandırmalar
gerçekleştirmiştir.891
Untersuchungen’de bir üçe bölünmüşlük söz konusudur. Tarihsel Bilimler,
Teorik Bilimler, Pratik Bilimler. Ve bu teorik bilgi bir ikiye bölünmüşlüğe
dayanır.892 Fakat Untersuchungen’den altı sene sonra oluşan Grundzüge’de
sosyal bilimleri dörde bölmüştür.893 Menger’in bu konuda bir açıklaması
olmamasına
karşın,
dörde
bölünmüşlüğün
daha
eski
olan
üçe
bölünmüşlükten oluştuğunu düşünebiliriz.
Tarihçiler ile Menger’in yollarının ayrılmasının, yansıma formlarının
çeşitli türde oluşları ve çeşitli bilgilenme ihtimallerinin bulunmasından
kaynaklandığını belirtmiştik.894 Menger bu bölünmenin gerekliliği konusundaki
887
Menger,1887, s.572-573
Menger,1883, s.21,E
889
Başlıktan alınmıştır. Untersuchungen
890
Menger1883,s.11
891
Menger, Grundzüge und Untersuchungen
892
Menger,1883, s.6-9
893
Menger, Carl; Grundzüge einer Klassifikation
Hayek,1889/1970,s.477
894
Menger,1883,s. 71
888
der
Wirtschaftwissenschaften,
in
302
inanışa,”bizi çevreleyen on binlerce somut yansımanın” ve “insan hayatının
görmezden gelinemez çokluktaki tekil yansımaların” direkt inceleme ile bir
varlık incelemesinin mümkün olmadığı kanaatinden ortaya çıkar. 895 Ona
göre, yansımaların dünyası iki farklı noktadan incelebilir. Bu ya zaman ve
mekân kavramı içinde somut fenomenler ve bunların birbirleriyle olan
ilişkilerlidir. Ve yahut geri dönen yansıma formlarının dönüşümünde oluşan
bilgilenmesidir ki bunun nesnesi bizim bilimsel ilgi alanımızı oluşturmaktadır.
Araştırmanın birinci yönü somut bireysel yansımalara yöneliktir. İkinci yönü
ise, daha ziyade genel yansımalara yöneliktir.896 Bireysel ve somut olanın
tüm bilgilenmesi formel tabiata sahiptir.897 Genel yansıma formları geri dönen
yan yana yaşama bağıntısı gösterirler.
Menger’e göre, Alman Ekonomistlerin birçok metodolojik görüşü,
herhangi bir teorik bilimin ve epistemolojik temelinin görevini ve hedefini
basitçe yanlış anlamalarından ötürü hatalıdır. Menger’e göre, hedef ya
“tarihsel” ya da “açıklamalardan” oluşmaktadır. Değişmeyen bir fenomen,
özellikle tarihi yoldan onun bireysel gelişim sürecini inceleyerek yeni
geliştirdiği sağlam ilişkilerin ayırtında ve ona kendi özel durumunda ne
olduğunun farkında olunur. Ekonominin sabit fenomenlerini teori sayesinde
anlamak, teorik ekonominin bu anlayışa ulaşmak için kullanılmasında,
ekonomi teorisinin ekonomi tarihi içinde yapılandırılmasıyla olur ve tüm
bunlar
tarihçi
için
bir
sorundur.
Zira
sosyal
bilimler
bu
şekilde
düşünüldüğünde yardımcı bilimlerdir. Buna karşın sabit bir fenomeni
kuramsal olarak anlamamız onu sürekli olarak tekrar eden belli bir
düzenliliğin özel bir örneği veya beraber var olan fenomenler şeklinde
olmakla açıklar.898
Menger’in kendi metot analizini bu düşüncelerle başlatmak için
sebepleri vardı:
Birincil olarak ekonomi içerisindeki metot tartışmasının
tarihçi ve kuramsal açıklamalarındaki genel bir kafa karışıklığı yüzünden geri
kaldığını düşünüyordu. Tarihçi Okul’un bazı üyeleri tarafından kabul edilen
895
Menger,1883,s.253
Menger,1883, s.3
897
Menger,1883, s.250-238
898
Menger, 1883,s.44-46
896
303
bazı büyük varsayımların örneğin ekonominin sadece tarihsel bir disiplin
olarak görülmesinin bu karmaşadan ötürü olduğunu savunuyordu.899
İkinci olarak, tarihçi ve teorik açıklamanın yapısını göstererek
teorilerin, kanunların, kesin evrensel ifadelerin her iki türden açıklamaları
gerektiğini işaret etmektedir.900
Bunu izleyen şey herhangi bir kuramsal
aktivetinin kanun arayışı, teori ve kesin bir biçimde önermeler ortaya çıkartma
olduğudur. Araştırmalara baktığımızda Menger kuramsal bilimin herhangi bir
epistemolojik yargısının kesin bir biçimde evrensel önerme, teori veya
kanunun meşrulaştırılmasına dayalı olduğunu söyleyebiliriz. Menger genel
olgulara daha fazla ağırlık verebileceği inancında ve bunun direkt
incelemeden daha fazla, var olan zorlukları aşmaya yardımcı olacağını
düşünür. Bu zorluklar oluşumun çok çeşitliğinden oluşmakta ve “acele bir
gözlem ile bile” bu büyük çeşitlilik içinde “her tekil fenomenin diğer bütün
fenomenlerden farklı bir özellik göstermediği” anlaşılabilmektir.901
Menger şu şekilde devam ediyor: “Tecrübe bize karşı daha fazla
öğreticidir.”Belirli yansımalar yakında daha kesin veya muğlak şekilde
kendilerini tekrarlayacağını ve nesnelerin değişiminde geri döneceklerini
öğretmektedir. Biz bu yansıma formlarını “tip” olarak adlandırırız. 902 Fakat
nasıl ki yansıma formları kendisini tekrarlayan bir dönüşüme tabiseler, aynı
şekilde
bunların
kendi
aralarındaki
ilişkilerde
düzenli
bir
şekilde
tekrarlanabilir. Menger bu bağlantıları ise, “tipik” olarak adlandırmaktadır. Bu
bağıntılar onun deyimiyle “kelimenin tam anlamıyla kanundurlar. 903”
Burada da belirtilen bilgilenmenin ikiye ayrılması esnasında, Menger’ci
sosyal bilimlerin üçe sınıflandırma çalışmasını temel alır. Menger birinci
olarak “ekonomi-politiğin tarihsel bilimlerini” görmektedir ve buna “insanlık
iktisadının tarihi” dâhildir.904 Her ikisi de “bireyselliğin bilimidir.”905 Bireysel
yansımaların direkt gözlemi ve konsültasyonu ile muadil bilgilenme
899
Menger, 1883,s.44-46
Menger,1883,s.45
901
Menger,1883, s.4
902
Menger,1883, s.4
903
Menger,1883, s.4-5
904
Menger,1889, s.477
905
Menger, 1883, s.6
900
304
olanaklarını kullanırlar. “İnsanlık iktisadının tarihi” yansımaların araştırmasını
“gelişim” hareket noktası itibarıyla yapmaktadır. Ve böylelikle görevi olan
“ekonomik yansımaların bireysel bağlantılarını araştırmayı ve çözmeyi”
gerçekleştirmek ister. İstatistik ise, toplumsal hayatın bütün faktörlerini sunar.
Bunlardan toplumsal hareketler meydana gelir. Ve tarih bu hareketleri işaret
eder. İkinci olarak ise, Menger “iktisadi yansımaların teorisini” veya “teorik
ekonomiyi” görmektedir ki bu “genel olanın” bilimidir.906
Bu iki yöne
bölünmektedir.
1-Gerçekçi-Ampirik yön907
2-Kesin Yön908
Menger “tipik yansıma formlarının ve bağlantılarının bilgilenmesini
iktisat teorisi ile özdeşleştirmektedir” ve “bireysel iktisadi fenomenlerin
bilgilenmesini ve bağlantılarını, iktisat tarihi ile özdeşleştirmektedir.”909
Bununla birlikte Menger bilimin genel ile bireysel olarak ayrıldığında, büyük
bir
alanın
bilimleri)910
noksansızdır.
kaplanamayacağının
Gerçekleştirilen
“Çünkü
ikiye
bilimsel
farkındadır.(ekonomi-politiğin
bölünme
anlamda
kendi
gerekli
içinde
ve
teorik
pratik
tutarlı
ve
anlamda
ispatlanmıştır.911” Fakat sosyal bilimlerin tümünü kapsama kabiliyetine sahip
değildir.
İktisat
teorisi
ve
iktisat
tarihinin
her
ikisi,
kendi
yöntemleri
doğrultusunda “var olanı” ve “var olmuş olanı” inceler. Bu esnada ise,
uygulanan ikiye bölünmüşlüğü kullanmak mümkündür. Fakat “olmak-olmalı”
ile ilgilenen pratik bilimler, yani daha gerçekleşmeyen veya hiçbir zaman
gerçekleşmeyecek olan, bu çerçevenin tamamen dışında kalmaktadır. Bu
durumda Menger pratik bilimleri üçe bölünmüşlükle, organik olan ikiye
906
Menger,1889, s.477,1883, 6-9
Menger, 1883, s.34
908
Menger,1883, s.43
909
Black, J, Die Entwicklung der reinen Ökonomie, Jena,1929,s.29
910
Menger,1883, s.9 und s.256-257
911
Black.1929, s.29
907
305
bölünmüşlüğe dâhil etmeye mecbur kalmıştır. Menger bunu teori ile birlikte
“politik –ekonomi” altında toplamıştır.912
Böylece daha sonra yine kendisinin değiştireceği bir sınıflandırma
oluşturmuştur. Bunun için pratik bilimleri sadece bilimsel çalışma olarak
tanımlamıştır. Öyleyse saf teori bakış açısı itibarıyla, tarih ile istatistik sadece
politik ekonomiye dâhil değiller. Öteki taraftan ise, yeni dâhil ettiği pratik
bilimleri çerçevenin dışına atmıştır. Çünkü bunları sadece bilimsel çalışma
olarak değerlendirmiştir. Netice olarak ise, bunların sonucunda Menger
politik- ekonomiyi teorik bilimler ile sınırlandırmıştır.
Menger’in bu ayrımı, Rickert ve Winkelmann‘ın görüşlerine oldukça
yakındır. Pratik bilimlerin dışlanmasıyla birlikte, pragmatik oryantasyonlu
olmadığını
göstermeye
çalışmıştır.
Fakat
bununla
birlikte
kozal
kanunsallıkların yanında, genel varlığın kabulüyle birlikte, bir nomolojik –
tümdengelim
görüşünü
kalsifikasyonculuğu
benimsemediği
“tahrif, yanlışlama”
ortadadır.
Popper‘in
aynı şekilde, onun görüşleriyle
örtüşmüyor. Çünkü daha önsözünde açık bir şekilde, “reel dünyanın ve
bunun süreçlerinin, ileriye giden bilgilenmesinden” bahsetmiştir.913 Menger
varlık bilgilenmesi ile kozal bilgilenme arasındaki farkı, minimize etmeye
çalışmıştır. Zira sermaye, faiz ve bunun gibi olguları, ekonomi – politiğin eşit
tipik yansıma formları olarak değerlendirmiş ve düzenliliklerin tipik tespitini,
ardı ardına gelen ekonomik olayların araştırılmasıyla gerçekleşebileceğini
düşünmüştür. Max Weber sonraki dönemlerde tanımsal tip oluşumları ile
(örneğin Max Weber‘de kent ekonomisi ve Carl Menger‘de sermaye ile faiz
gibi ) kanunsallıkların kozal bilgilenmesi ( Menger‘deki tipik düzenlilikler gibi )
arasındaki farkı, özellikle vurgulamıştır.
Varlık bilgilenmesi, esasında belirli bazı yöntem ve uygulamaları
beraberinde getirir. Menger bu anlamda kararlı bir şekilde, Roscher türünde
varlılığın değerini ortaya koyan araştırmalara, karşı çıkmıştır. Çünkü ona göre
912
“Politik ekonomi altında volkswirtschaft’ın tüm teorik –pratik bilimlerini anlayacağız.”Öyleyse bu
oluşum çeşitli disiplinlerin bir toplamı mahiyetindedir.
913
Menger,1969,14.s.1-23
306
bunlar sadece kavramsal analizdir.914 Bireysel – genel tezatlığı ( veya tarihçi
–teorik tezatlığı)perspektif dışı ve objektif olarak değerlendirilmiştir. Bu durum
ise başka bir problem ortaya çıkartır, çünkü bireysel – genel ayrımıyla birlikte,
doğal olarak duruş noktasına bağımlı bir bileşen ortaya çıkar. Brütüs Sezar’ı
öldürdü ifadesinin yanında, evli olmayan erkeklerin yüzde 0,5 ‘i cinayet işler
ifadesi ise, bu anlamda genel bir ifadedir. Aynı şekilde Menger‘in istatistiği,
tarih bölümü içersine adapte etmesi, inandırıcılıktan uzaktır, çünkü ifadelerin
mahiyetini tespit etmek zordur.
Öyleyse genelin bireysel olandan sınırlandırılması için, oluşturulmaya
çalışılan berrak bir prensip çalışması, sonuçsuz kalmıştır. Menger böylesi bir
prensibin oluşturulmasından vazgeçmiştir, çünkü ona göre hayatın içersinde
yer alan, nesnelliklerin belirlenmesi için, genel bilgilenme vazgeçilmez
konumdadır. Eğer bir gezgin, bir kaya parçasının yuvarlandığını görürse, o
zaman davranış pratiğine uygun bir şekilde, bu kayanın tartışmasının
epistemolojik bataklığında batmıştır. Onun görüşüne göre, bireysel ile genel
arasındaki
farklılığın,
tamamen
berraklaştığı
yönündeki
düşüncesine,
katılmak mümkün değildir. Menger bununla birlikte bu ayrışımın, tatmin
etmediğinin farkındaydı ve durum böyle olduğu için, kitabının ikinci
bölümünde, teorik milli ekonominin formel tabiatını ispatlamaya çalışmıştır.
Bu durum, bir tür ikame etme niteliği taşımayan (nichtsubstitutionstheorem )
teorem tarafından düzenlenmiştir.
Buna göre teorik ve tarihçi yön, farklı
nesnellik alanlarından sorumludur. Her iki araştırma yönü, birbirlerinin yerini
karşılıklı olarak alamaz veya başka bir deyişle birbirlerinin yerine ikame
edilemezler.915
Peki öyleyse gerçekçi –ampirik teori ile kesin olanın birbirlerine karşı
duruşları nedir? Ve “reel tipler” ile “ampirik kanunların,” kesin kanunlara karşı
tutumları nedir? Birbirlerini tamamlarlar. Bunu, beher her birinin kendine özgü
yöntemle, ekonomik politik yansımaların tüm alanını aydınlatması türünde
914
915
Menger, 1969,s.61-74
Menger,1969,s.13
307
yaparlar.916 Örneğin teori bu bağlamda, fiyatın genel varlığını araştırmakla
yükümlüdür ve tarihçi metot ise, somut fiyatların gelişimini değerlendirir.
Buradan ortaya çıkan ise, saf teorik rakamsal değerlerin, yönlendirilemez
oluşlarından başka bir şey değildir. Bir dipnotta, Roscher ve eski ile yeni
Tarihçi
Okul’un
diğer
temsilcileri,
ekonomik
teorinin
az
gelişmişliği
konusunda, gerçek sorumluları olarak değerlendirilmiştir.917 Bununla birlikte
ikinci bölümde, Roscher sadece tarihçi metodu temsil edip etmediği
konusunda, ciddi kaygılar içersinde olduğunu belirtmiştir. Buna göre hem
Roscher‘in, hem de Schmoller‘in yazılarındaki problem, kullandıkları
diplomatik dilde yatmaktaydı. Menger‘e göre her ikisi de yazılarında, teorik
ve ampirik sorulara daima kaçak yanıtlar vermiş
muhtemel”
“fakat; bununla birlikte;
türünde yuvarlak kelimeler kullanmışlardır.
Menger bunun
ardından tarihçi araştırmanın üzerine gider. Savignys‘in salt tarihçi temsil
iddiasına karşı çeşitli argümanlar ortaya çıkartır ve bir başka dip notun
içersinde,
Tarihçi Milli Ekonomi ile Hukuk Okulu arasındaki farklılıkları
gösterir. Menger bu noktada Roscher‘in belirsizliklerinin farkına varmış ve
bunun üzerine, Tarihçi Milli Ekonomistlerin, teorinin hakkını tam anlamıyla
vermeklerini belirtmiştir.918
Menger bununla ilgili olarak, teorik araştırmaya yönelik bir örnek verir :
“ Var oluşun temelinin bilincine ve somut bir yansımanın varlığının
özelliklerine, yansımanın kanunsallığını tanımladığımızda ulaşırız. Örneğin
emeklilik ücretinin yükselmesini, sermaye faizinin düşmesini ve bunun gibi
olayları “teorik yöntemlerle”
anlarız. Zira bununla ilintili olan fenomenleri,
sadece sermaye faizinin veya temel emeklilik kanunlarının misali olarak
görebiliriz Peki ama kanunların içeriği tam olarak nasıldır? Bu kanunlar nasıl
tespit edilir? Söz konusu olanların bir kanunsal sunum olduğu ve spesifik –
tarihsel bir köken olmadığı nasıl anlaşılır? Zira spesifik – tarihsel kökenlerde,
kanunsal ifade olarak tanımlanabilir. Bunun sadece uç koşulları iyi tespit
916
Bruch, Rüdiger vom, Gustav Schmoller in Wolfgang Treue/Karlfried Gründer Hg. Berlinische
Lebensbilder, Bd.3, Wissenschaftspolitik in Berlin Minister, Beamte, Ratgeber,
Einzelveröffentlichungen der historischen Kommission zu Berlin, Bd, 60, Berlin, 1987,s.110-134
917
Menger,1969,s.13-14
918
Menger, 1969,s.16
308
etmek ve olası bir durumda, kanun dışı kalan olayın olmamasına veya bunun
birden fazla olmamasına izin vermek gerekir.
Menger bu yüzden kanunları, zaman – mekân bağından kurtarması
gerekir. Fakat bununla birlikte aynı bölümdeki diğer ifadeleri, boş ve
anlamsızdır. Çünkü burada sadece Milli Ekonominin teorik, pratik ve tarihçi
olarak üçe ayrıldığını tekrarlar. Bunun neticesinde teorinin sunumunu ve
yapılandırılması
görev
olarak
kabul
değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.
919
eden
kişinin,
teorisyen
olarak
Peki, ama bir teori nedir? Teorik
ve tarihsel yaklaşımlar nasıl belirgin ve berrak biçimde anlaşılır 920? İkinci
bölümde ise, beklenmedik bir şekilde, Menger’ci düşüncenin başka bir yönü
ortaya
çıkar.
“Bilimsel
araştırmanın
amacı,
sadece
yansımanın
bilgilenmesine ulaşmak değildir. Aynı zamanda yansımanın “anlayışına”
(vestehen) ulaşmak önemlidir. Eğer bir yansımanın ruhi resmi, bizim
bilincimize ulaşırsa, biz o yansımayı tanımlarız. Biz bu yansımayı ancak,
onun var oluşunun nedenini ve doğasının kendine has özelliklerini
algıladığımız zaman, tam anlamıyla anlayabiliriz. 921
Menger burada aniden determinasyoncu argümanlardan vazgeçer ve
tam olarak Aristo’nun “son neden” mantığında, var oluş ve var oluş nedenleri
üzerinde durur. Fakat bu durum gerçekte Menger‘in argümanlarında, yabancı
bir madde gibi kalır. Üstelik sorunsallık, bu şekilde çok daha kompleks hale
gelir. Kauder‘in iddia ettiği gibi, Menger’in Aristo’nun metot öğretisinden
kuvvetli bir şekilde etkilenmiş olması, oldukça belirsiz olarak kabul edilmelidir.
Çünkü sonuçta Aristo’nun dünya görüşünde önemli bir ağırlık teşkil eden,
“materyal neden” anlayışına, Menger‘de rastlamak mümkün değildir. 922
Menger daha sonra, kanunsallık kavramının bulanıklığını fark ettiğini
belirtmiştir. Bu konuda şöyle demiştir: “ Yansıma dünyasının tipleri ve tipik
bağıntıları, her zaman aynı katilikte değildir. Teorik bilimlere baktığımız
zaman, birlikte var oluşta ve fenomenlerin dizilimindeki düzenliliklerinin,
919
Menger, 1969,s. 18-24, Menger burada Tarihçi yaklaşımın, sadece Roscher ve Schmoller
tarafından temsil edildiğini vurgulamıştır.
920
Menger, 1969,s. 14
921
Menger, 1969,s.18
922
Kauder, Emil, İntellectual and Political Roots of the Older Austrian School, in Littlechild,
1957 s.67
309
kısmen istisnasız olduğunu görebiliriz. Ama diğer yandan bunların bazı
istisnai özellikleri sergilediklerini görebiliriz. Genel olarak ilk grupta bulunanlar
fen kanunları ve ikinci grupta bulunanlar ise ampirik kanun olarak
adlandırılır.923
Ampirik kanunlar ifadesi, “çelişkili ifade”
olarak görünür.
Aynı şartlar altında, ortaya çıkan bir kanun, bununla birlikte arada bir geçerli
değilse, bir kanun değildir. En azından böylesi bir farklılaşma, bireysel /
tarihçi ve genel / teorik araştırma arasındaki ayrımı daha da artırır.
Menger belirgin ve berrak bir kanunsallık kavramı ortaya çıkartamadığı
için, sürekli daha fazla karşıt bir anlayış benimsemek zorunda kalmıştır. Her
ne kadar ampirik kanunları kabul etse bile, ki bunların statik düzenlilikler
arasındaki farklıkları yoktur, monist bir objektivistten farkı olmadığını gösterir.
Çünkü sürekli olarak, sosyal fenomenler için fen kanunlarının geçerli
olduğunu göstermek ister.924 Fakat bununla birlikte tarihçi ile teorik araştırma
arasındaki keskin ayrımını, kademeli bir soruna dönüştürmek istediği zaman,
bunu seyreltme yoluna gitmiştir :
“Ekonomi – politiğin tipleri ve tipik
bağıntıları, çok katı veya az katı olabilir. Hatta hangi tabiatı taşıdıkları, önemli
bile değildir.”925
Menger öyleyse bu durumda, fen kanunlarının geçerli olmadığı veya
ortaya çıkmadığı zamanlarda bile, ayrışımın korunmasını savunmuştur. Hatta
bazı fen bilimlerinin, fen bilimsel kanunlara aykırı davrandığını belirtmiş ve
ampirik ile fen kanunları arasındaki ayrımın, sadece aşamalı bir ayrım
olduğunu belirtmiştir.926 Menger daha sonra problemselliğin tekrar üzerine
gider. Burada Hume türündeki tümevarım problemini, Bacon‘un “novum
organum”
yönüne çevirerek, reel dünyanın bilgilenmesinden ve onun
üzerinde egemen olmaktan, açık bir şekilde bahseder. “ A ve B
yansımalarının ardında, C yansımasının gelmesi veya burada söz konusu
olan fenomenlerin birlikte yaşadıkları varsayımı, katı ampirizmin tecrübesinin
923
Menger, 1969,s.25
Menger, 1969,s. 26
925
Menger, 1969,s. 26-28
926
Menger, 1969,s. 26-28
924
310
ve bakış açısının dışındadır. Dolayısıyla yukarıda belirtilen inceleme
yöntemine göre, kesin ve kati değildir. 927
Öyleyse kanunsal bilgilenmeye giden, ampirik yol çıkmaza girmiştir.
Peki, ama şimdi ne olacak? Bütün bilimlerin tümevarım problemi yaşadığı
göz önünde tutulursa ve nesnel bağlamda, tümevarım probleminin ampirik
kanunlarla aynı paralellikte olmasından dolayı, Menger radikal bir sonuç
çıkartma yoluna gider : “Araştırmanın gerçekçi yönü, yansıma dünyasının
tüm alanlarında prensip olarak, katı teorik bilgilenmeye ulaşmanın yollarını
kapatır Menger bundan sonra kanunları yeniden bölümlendirmeye çalışır. Bu
kanunlar artık, var olan fen bilimleri kanunlarıyla identik değildir veya başka
bir deyişle bunlar kesin kanundur.”928
Menger, teorik milli ekonominin yeniden canlandırılmasının bir
savunucusu olarak özellikle, bu yönün daha geniş yer edinmesine büyük
önem
göstermektedir.
Sosyal
bilimlerin
üçe
bölünmüşlüğü
ile
ilgili
belirtilenlerden sonra Menger’in şu cümlesi daha iyi anlaşılır olmuştur:
“Ekonomi-politiğin teorisi kesin kes ve hiçbir şekilde tarihsel veya pratik
bilimlerle karıştırılmamalıdır.929
Teorik bilimlerin amacı, dolaysız tecrübe ile ilgili yeterli bilgilenmeye
sahip olmak ve reel dünyaya egemen olmaktır.”930 Teorik iktisadın kanunları,
bizim zihnimizin kurguları değil, iktisadi hayatın formlarının tasvirleridir.
İktisadın zaman ve mekân üstü bir kurgusunu hedefler. Böylece bütün tarihi
özelliklerinden sıyrılmış bir iktisadi toplum öngörür. Bu tarih akışı toplumun
analiz birimleri ise bireylerdir.931
“Biz yansımaların, dolaysız tecrübenin ötesinde bir bilgilenmesine
ulaşıyoruz. Bunun için somut olayda, yansıma dizisi ve birlikte var olma
kanunları temelinde, belirli gözlemlerden elde ettiğimiz gerçekleri, diğerlerine
yani dolaysız olarak algılayamadıklarımıza aktararak ulaşabiliyoruz. Biz reel
dünyaya egemen olmak için, teorik bilgilenmemiz temeline bizim hükmümüz
927
Menger, 1969,s.35
Menger, 1969,s.38
929
Menger,1883,s.26-27
930
Menger,1883, s.14
931
Menger,1883,s.31-40
928
311
altında olan yansımanın koşullarını oturtarak, bu türden yansımaları kendimiz
oluşturuyoruz.” 932
Tarihsel bilimin görevi, iktisadi yansımaların bireysel bağlantılarını
araştırarak sergilemektir. Burada dolaysız tecrübeden faydalanılır. Ampirik
iktisat, teorik iktisadın kanunlarının pratikte uğradıkları sapmayı ölçer. Ona
göre, ekonominin kesin teorisinin ampirik metot ile inceleme ve ölçmek bir
saçmalıktır.933
Teorik iktisat bütün zamanlar ve uluslar için geçerli iken,
ikincisi her ulusta farklı tezahüre imkân verir. Ona göre, ampirik milli iktisat
(Volkswirtschaft) çok sayıda gayri-iktisadilikler (Unwirtschaftlichkeit)içerir.934
Bu gayr-i iktisadiliklerin nedeni de insanın homo-economicus yanı ile hareket
etmemesidir
.Menger‘e göre tümevarım bilgilenmesi, bir tür düşünce kanunudur.
Menger burada Kant’cı bir çözüm yolana gitmek istemiş, ama başarısız
olmuştur. Çünkü onun iddia ettiği ampirik kanunlar, ancak bazen kanunsal
nitelik gösterir. Sınırlandırma amacıyla ampirik
– realist tümevarım
kullanmıştır. Böylece ilk adım olarak tüm reel olanların en basit elementlerinin
kullanılması gerektiğini belirtmiş. Ve bu yüzden ekonomik alan dâhilinde,
sadece ekonomik hedefleri takip eden insanları ve sadece az sayıda içsel
kozal ilişkiyi, kullanmak gerektiğini söylemiştir.935 Menger bu sözlerle aynı
zamanda, büyük ölçüde bugün Neoklasik kabul edilen, aksiyomcu bir
yaklaşım sergiler. Menger bununla ilgili şunları söylemiştir:
“ Kesin bilim buna göre, reel fenomenlerin dizilimleri sonucu ortaya
çıkan, düzenlilikleri araştırmaz. Kesin bilim bunun ilerisinde, daha önce
belirttiğimiz gibi, reel dünyanın en basit ve nerdeyse ampirik olmayan
elementlerini araştırır. Bunlar yine aynı şekilde ampirik olmayan izolasyonları
içersinde, diğer etkilerden daha karmaşık olan fenomenler geliştirir. Bu süreç
daima kesin ve ideal ölçüler dikkate alınarak gerçekleştirilir. 936
Menger
sosyal bilimlerin teorik bilimler olarak tekil veya evrensel olsun sadece
932
Menger,1883,s.33.
Menger,1883,s.69
934
Menger,1883,s.9-58
935
Menger, 1969,s.40 Menger’in burada kullanmış olduğu içsel varsayımı, gerçekte mantıki
atomculuktur.
936
Menger,1969, s.41-42
933
312
deneyimle oluşturulması ilkesine uyarak kabul görüp görmeyeceğini
düşünerek
yaklaşmıştır.
Tarihçi
Okul’un
ampirik
deneyimle
değerlendirilmesini değil saf ampirikliğini reddetmiştir.
Buna karşın iktisat bilimlerinde teorinin görevi, “dolaysız tecrübe
ötesine geçen bilgilenmeyi” aktarmaktadır. Fakat reel dünyanın tekilliğinde
izole olmayan bilgilenme için, bunun varlık itibarıyla genel bilgilenme olması
gerekmektedir. Böylece Menger teorik ve bundan dolayı genel bilgilenmenin
temelini oluşturan tiplere ve tipik bağlantılara ulaşılır. Fakat teorik Milli
Ekonomi içinde genel bilgilenme iki yolla kazanılabilir. Bu durum Menger için
çift şeritli şekilde tekrardan teorik Milli Ekonominin görevinin incelemesinden
meydana gelir.937
Bu görevin hakkını vermek için öncelikli olan ihtimal, “tiplerin ve
fenomenlerin tipik bağlantıları”(bunların tüm ampirik gerçekliliği ile) yani,
varlıkların tümünü ve bütün karmaşıklıklarını araştırıp sergilemektir. Veya
başka bir deyişle bütün reel yansımaları düzenlemek ve bunların birlikte var
olma ile üst üste dizilme esnasında olan düzenliliklerini ampirik yolla elde
etmek.938
Menger’e göre tecrübe, ampirik gerçeklilik içinde belirli
yansımaların kendini tekrarladığını ve bununla birlikte birbirleriyle olan
ilişkilerin tekrarlandığını öğretir. Nasıl ki bir somut yansımanın hiçbir zaman
elde edilemeyecek çeşitliliği ile en küçük parçanın içine dek ve bunların kendi
aralarındaki kombinasyonunu gösteriyorsa, aynı şekilde çeşitliliğin bu
momenti,
genel
bilgilenmeye
ulaşma
çabasını
doğrudan
bakışla
etkilemektedir.
Genelleştirme muayene için bireysel farklılıkların tesviyesi anlamına
gelmektedir. Bireysel farklılıkların tesviyesi, araştırmada yapılacak büyük
çalışmalar neticesinde bazı neticelere ulaşılabilir. Fakat bireyselliğin
tamamen iptal edilmesi, mantıki olarak ampirik yolla mümkün değildir.
“Mantıki olarak” çünkü ampiri içinde basit bir şekilde sayısız tip ve tipik
bağlantı oluşturmak belki mümkün görünebilir. Fakat bu tipleştirme gereği
yerine getirilmiş olsa bile mantık dışı yoldur. Çünkü metodun hedefi olan
937
938
Benzer bir olayın kendisini gösterdiği gibi.
Menger,1883,s.34
313
genel bilgilenmeyi ıskalamış olurdu. Menger şöyle diyor: “Fenomenler
tecrübenin gösterdiği üzere, kendilerini tüm ampirik gerçeklilikleri içinde belirli
yansıma formları şeklinde tekrarlarlar. Fakat hiçbir şekilde katı bir kuralcılık
içinde değil. Burada neredeyse hiçbir zaman iki fenomen geçerli bir uzlaşı
sergilemezler.” 939
Öyleyse tüm ampirik gerçeklilik üzerinden ve tüm yansımaların
bütünselliği üzerinden geçen, katı tiplere ulaşma yolu, gerçekleşebilir
niteliktedir.940 Tiplere ve tipik bağlantılara ulaşabilir ve aynı zamanda genel
ifade kullanımını mümkün kılar. Ama bu yolla kazanılan tipler “reel tiplerdir”
yani reel yansımaların temel formu şeklindedir ve bundan dolayı bunların tipik
resimleri içinde bazı özellikler için bir esneklik alanı mevcuttur. Ve kazanılan
tipik bağlantılar “ampirik gerçekliler ve teorik bilgilenmelerdir.” Bunlar bize
reel fenomenlerin dizimlerinin ve birlikte var olmalarının düzenliliklerini
gösterir.941 Menger’in ampirik-gerçekçi olarak adlandırdığı bu araştırma
istikameti
buna
göre
“kesin
(katı)
teorik
bilgilenmeye
ulaşabilme
ihtimalini”dışlamaktadır.942 Deneyimin öğrettiği şey kesin fenomenlerin
tekrarlandığı şeylerin varyasyonunda yine olduğudur.943 Dolayısıyla buradaki
mantık fenomenin tekrarlanan gözlemleri bir kavramsallaştırma süreci ile
hangi fenomenlerin hangi sınıf veya tiplerle gruplanabileceğini gösteren ortak
özelliklerini ortaya çıkarır.
Menger’in
vurguladığı
şey,
bu
kavram
formasyonu
metodunu
uygularken iki önemli nokta olduğudur. Birincisi bu metot sadece “gerçek
kavramları, gerçek tipleri, gerçek biçimleri ortaya çıkarır. İkinci önemli
noktada
kavram
oluşturma
metodunun
“gerçekçi
ampirik”
halinin
uygulanması ile alakalıdır. Bunu gerçek kavramların oluşumunda “araştırma
alanı” varlıklarında herhangi bir değişim geçirmeyen fenomenlerle alakalı bir
teorik bilimde hiçbir sorun olmayacağını böylesi fenomenlerin doğa ve
kanunlarını belli bir anda tanımlayabilecek birisinin genel olarak da
939
Menger,1883, s.34-35
“Katı” kelimesi bu cümlede “mutlaka” ve “istisnasız” anlamında kullanılmıştır.
941
Menger, 1883,s.36
942
Menger,1883,s.37
943
Menger,1883,s.36
940
314
tanımlayabileceğini söylemiştir.944 Vurguladığı şey sosyal fenomenlerin kendi
tarihlerinde değiştiğidir. Menger eğer “işçi” gerçek kavramına ulaşmak
istiyorsak onu gelişiminin en yüksek olduğu anda değil, aynı zamanda gelişim
ve yeteneklerinin çöküş evresini de düşünmemiz gerektiğini söylemiştir.945
Menger dolayısıyla “gerçek tipleri” tipik görüntü içerisinde gerçek
fenomenin temel biçimleri olarak tanımlamaktadır. Menger “ampirik kanun”
terimini numerik evrensel ifadeleri imlemek için kullanır ki, bunlar tekil
gözlemlenebilir ifadelerden çekilmiştir. Bu “ampirik kanunlar” geçmiş
gözlemleri tasvir eden tekil ifadelerin basit özetleridir. Ancak bu ifadeler
gözlem temeline dayandığı için onların doğruluk kriteri de deneyimdir.
Menger için kesin veya değişmez yasaların ortaya konması “kesin” veya
“değişmez tiplerin” oluşturulmasına kıyasla araştırılan fenomenin bütün
empirik özelliklerini tasarımlayarak “gerçek tiplere” varır.
Bununla birlikte bu durum bütün bilimlerin gerçekçi araştırma yönü için
geçerlidir. Bu noktada Menger’in “Grundzüge”’de işlediği sosyal bilimlerin
dörde bölünmesini ele almak durumundayız. Üçe bölünmüşlükte teori içinde
bir “çift yönlülük” ortaya çıkmıştı. Daha sonraki dörde bölünmüşlükte
“ekonomi-politiğin tarihsel bilimi” ile “iktisadi yansımaların teorisinden” bir
“iktisadi yansımaların morfolojisi” ortaya çıkmıştır. Bunun görevi ise, “reel
iktisadi yansımaların sınıflandırılmasını (tür, alt tür, v.s.) ve genel varlıkların
sunumunu (benzer yansımaların çeşitli gruplarının ortak resimlerinin tasvir
edilmesi”) gerçekleştirmektir.946
Fakat katı formel ifadeleri tanımadıkları için reddedilmez kanunlara
ulaşamıyorlar.
Ampirik
kanunlar hem
gözlemlenemeyen
yansımaların
algılanması (ama var olan) nedenli, hem de gelişim dolayısıyla ortaya çıkan
gerçek yansımalar neticesiyle, istisnalara yer verir. Bu sürekli istisnalar
imkânı, noksan olan güvenlik ve bunun neticesinde daha yakalanamayan
yansımaların kesin dizim güvenliği içinde kabul edilmesi, onların kesin kanun
olarak değerlendirilmesini önlüyor. Buna göre, bu türden kesin bilgilenmelere
944
Menger,1883,s.105
Menger,1883,s.105
946
Menger,1889, s.477
945
315
giden bir yol daha aranmalıdır. Menger bu yolu kendi araştırma yönünde
bulur
ve
onu
“kesin
–
excat”
olarak
adlandırır.947
Bunun
amacı
“yansımalarının katı kurallarının tespiti, fenomenlerin ard arda gelen
dizilerinin düzenliliğini tespit etmektir.” Bu bize sadece istisnasız olarak değil
aynı zamanda istisnasızlığın vekâletini üstlenmiş olarak geri dönmelidir.
Bahsedilen bu olgu, yansımaların kanunlarını kapsamakta ki, bunlar aynı
zamanda “fen kanunları” olarak adlandırılırlar, biz ise bunları “kesin –exacte
kanun” olarak tanımlarız.948
Bu yönün, ampirik-gerçekçi yönden farkı, hedefleri ve epistemolojik
giriş şeklidir. Kayıtsız geçerli olan tip ve kanunlarla ilgileniyor. Brentano’nun
Psychologie vom empirischen Standpunkt und Deskriptiven Psychologie’de
kullandığı ile aynıdır. Fen ve sosyal bilimler arasında “ruhsal” bir fark
yoktur.949 Bir dipnotta Menger ayrıntılı olarak “fen bilimsel” ve “kesin metot”
tanımlarını inceliyor. Burada aynı Brentano gibi, “fen bilimsel metot” olarak
adlandırılanın “kesin” metot olduğunu belirtiyor. Bu hem fen hem de sosyal
bilimlerde kullanılmakla birlikte katı tip ve kanunlara götürür.950
947
Menger,1883, s.38
Dietzel, H, Beitrage zur Methodik der Wirtschaftwissenschaften, Jahtbücher,43,1884,s. 28
949
Menger, 1969,s.37
950
Menger,1969,s.31-42 Teorik fen bilimleri ile teorik sosyal bilimler arasındaki karşıtlık sadece
yansımalardır. Bunlar aynılarını teorik bakış açısı ile araştırırlar. Fakat hiçbir şekilde metotların
tezatlığı yoktur. Yansıma âleminin her iki alanında, hem gerçekçi, hem de kesin yönde olan teorik
araştırmalar yapılabilir. Bir fark sadece bunların neticeleri bağlamında ampirik ve kesin teorik
bilimleri kapsar. Menger bununla sosyal bilimleri ve bununla iktisat bilimini katı bir bilim olarak
değerlendirir. Ve genel geçerlilik konusundaki hakkının, fen bilimlerinin hakkından daha az
olmadığını gösterir. Bu ise, artık ardı ardına gelen reel fenomenlerin düzenliliklerinin araştırılmasının
yerine, daha çok bunun türünün ve yönteminin “reel dünyanın en basit ve kısmen neredeyse ampirik
olmayan elementlerinin, diğer bütün etkilerden izolasyonları içinde komplike fenomenlere gelişirler.
Her zaman dikkate alınması gereken ise kesin ölçüdür. Katı tipik elementlerin, kesin ölçülü bir
element ile birlikte tamamıyla izolasyonuyla, her ne sadece bir olayda gözlemlenmişse, tam olarak
aynı gerçek koşullar altında, daima tekrardan yansır hale gelmesi gerekir varsayımı, bizi yansımaların
kanunlarına götürür ki bunlar sadece istisnasız değiller, aynı zamanda bizim düşünce kanunlarımız
doğrultusunda, istisnasız olmanın dışında her hangi bir şekilde düşünülemezler bile. Ve bunun için
yansımaların kesin kanunlarına, yâda fen kanunlarına dâhildirler. Buradan teorik araştırmanın kesin
neticelerine ulaşılır. Eğer etik yansımaları, insanlık fenomenlerini en kökensel ve basit yapısal
faktörlerine geri götürürsek ki bunun ikincisi onların tabiatına uygun ölçüyü belirler ve en nihayetinde
kanunları araştırmaya başlarsak ki bunlara göre en basit elementlerin izolasyonu komplike insanlık
fenomeni şekillenir. Bu tekil elementlerden izolasyon içinde komplike insanlık fenomenleri şekillenir.
Bu tekil elementlerden esas kökenlerden yavaş yavaş kendiliğinden ve eşit bir şekilde elementin
yaşam süresi ve ileri itmesi ölçüsünde komplike hale gelir, çoğulculaşır, dallanır ve davranışının
hareketinde berrak hale gelir. Bir dizi sosyal teori, ki bunlar bize bütünsellik içinde reel hayatı
vermezler ama insani ve etik yansımaları tüm çeşitliliği ve komplike hali içinde geliştirilirler..
948
316
Kesin kanunlar sadece içerisinden oluştuğu, her elementin detay
bilgisinin bulunması ile yapılabilirler. Fakat gerçekliğin çok yönlülüğü bu detay
bilgilenmesini önlemektedir. Bunun için ise, soyutlaştırmalara ihtiyaç vardır ve
ancak bunlar ifadenin temel bileşeni olarak kullanılabilir. R.Zuckerkandl bu
konuyla ilgili olarak “tüm kesin bilimlerde yansımaların en basit elementleri
ele alınır ve bunu yaparken bunların gerçekte bağımsız bir yansıma olup
olmadığına bakılmaz veya tam saflıkta bağımsız olarak temsil edilip
edilemeyecekleri düşünülemez. Ve bu ampirik olmayan elementlerden aynı
şekilde gerçek dışı izolasyon ile bu karmaşık yansımalar elde edilir. 951
Bununla öncelikle çalışma materyali oluşturulmuştur. Bu karmaşık
olmayan, düşünsel bütünlük içinde ve bölünmez olarak bilgilenmeyi en
detaylı şekilde sunar.(önemli olan bölünmez bütünlüktür) Bu atomlar “tüm
iktisadi davranışın meşru elementleridir”.Bunlar “kesin tiplerdir.”952Ve bunların
bağlantıları “kesin tipik bağlantıdır”. Menger “tip” tanımlaması somut olarak
şunları görmektedir:”İlkin insani motifleri iktisadi faaliyete ihtiyaçları ve bu
ihtiyaçları
olabildiğince
tatmine
yönelik
olan
uğraşlar”
olarak
değerlendirmiştir.953 İkincisi ise “dışsal nesnel konumundan yani tabiat
tarafından insana dolaysız olarak sunulan mallar.954”
Bu gerilim alanında düşünülen ve ampirik olmayan iktisadi faaliyet az
veya çok yoğunlukta gerçekleşir. Tabii burada sabit moment olarak çıkış
noktalarının determisyanu ve bunun için dışsal nesnel konumun ile hedef
noktasının dikkate alınması gereklidir. Böylece kesin araştırma reel
yansımaları, basit ve katı tipik olan elementlerine geri götürür. Ama araştırma
için geçerli olan “yansıma formlarıdır” ve hangileri ile operasyonel faaliyet
yürüttüğüdür. Burada dikkate alınması gereken sadece mekânsallık değildir.
951
Zuckerkandl, R,Menger, Carl, in Deutschen Biographisches Jahrbuch, Bd.3,Berlin und Leipzig,
1921, s.197
952
Biz iktisat kelimesi altında insanların mal ihtiyacının karşılanması için ihtiyati olarak yürüttükleri
faaliyeti anlıyoruz. Ekonomi –politik kavramı altında ise, aynısının toplumsal formunu anlarız.
Böylece politik –ekonomi alanında teorik araştırmanın görevi,”insani iktisadın en elementer
faktörlerinin en kökenlilerini, mevzu bahis fenomenlerin ölçülerinin tespiti ve insani iktisadın
komplike yansımalarından oluşan bu en basit elementlerden gelişerek meydana gelen, kanunların
araştırılmasıdır.
953
Menger,1883,s.45
954
Menger,1883,s.45
317
Aynı şekilde zamansal ilişkilerde katı tipik olarak değerlendirilmelidir. Ve
kesin araştırmanın hangi yöntem ile teorik problemi çözmesi üzerinde,
fenomenlerin gelişiminin gerçekliliğinin bir etkisi olmaz.955
Kesin olarak yakalanmış olan katı tiplere uygun olarak, bunların
arasındaki bağlantılar tipik bağlantılardır, yani kesin kanunlardır. Eğer katı
tipler kendi içlerinde determinasyona uğramışlarsa, katı tipik bağlantılarda
böyledir. Çünkü yeni bir moment içermezler. Aynı şekilde bunlar üzerinde de
gelişimin bir etkisi olmamaktadır veya en azından onun kesin –teorik
karakterini alamaz. Menger bu görüşlerinin sonrasında
beklenen son
oldukça nettir. Eğer bu kadar sıkı bir determinasyon başlangıç ve hedef
noktası olarak görülürse o zaman determinasyon noktaları birbiriyle eşit olan
her iktisadi faaliyet diğerleriyle eşit olmak zorundadır. Fakat Menger bu
sonucu çıkarmamıştır. Menger elementlerin ile
faktörlerin insan iradesi
sonucu meydana gelen, bir gelişimini ve hareketini kabul etmiştir. Fakat
(burada yine öğretisine yönelik bir saldırı noktası vardır ) temsilde çoğu kez
gelişim momentini ihmal etmektedir. Bir yandan şöyle ifadeler kullanır:
“Kesin teoriler bize, komplike fenomenlerin yapılandığı, en basit katı
tipik olarak düşünülen kurucu yansımaların faktörlerini ve kanunları
öğretmelidir.”956
Bu görevi sadece yukarıdaki anlayışı fenomenlerin gelişiminin bütün
aşamalarını sunmaları veya başka bir söylemle fenomenlerin gelişimlerinin
her basamağında nasıl kanunsal bir oluşum sürecinin ürünü olarak
oluşturduklarını belirtmesi, sonucunda layıkıyla gerçekleştirebilir. 957 Menger
sürpriz bir şekilde, Tarihçi Okulun basamak veya aşama teorilerini metheder:
“Belirli bir aşamanın gelişim seyrini tanımlayan, ampirik kanunlar, her
zaman veya zorunlu bir şekilde, bir başka aşamanın gelişim süreci için,
geçerli olmak zorunda değildir.”
958
Bu noktada özellikle belirgin hale gelen,
Menger‘in bir “hepsini yakala” stratejisi izlemiş olduğudur. Ve bunun
neticesinde modifikasyondan geçirilmiş şekilde, Tarihçi Okulun “burada
955
Menger,1883, s.115
Menger,1883,
957
Menger,1883, s.116
958
Menger, 1969,s.106
956
318
aşama veya basamak kanunları”
konseptlerini kabul etmeye hazır hale
gelmiştir.
Öyleyse Menger her gelişim aşaması için, katı tipler ve yeni kesin
kanunlar oluşturulması gerekliliğini düşünür. Fakat daha sonraları, özellikle
Salin tarafından temsil edilen görüş doğrultusunda, ekonomi – politik
yansımalarının her gelişim basamağının ve aşamasının, kendi teorisini
gerektirdiğine dair fikir, bu anlamda Menger için kabul edilemez olmuştur.959
Bu bilgilenmeyi takip etmez ve reel fenomenlerin gelişimleri ile teorik
araştırmanın kesin yönü üzerinde bir etkilerinin olmadığı
görüşünü
savunmaya devam eder. Gerçi burada haklı olarak “bizim bilim alanımızda
kesin araştırma sosyal fenomenlerin gelişim gerçekliğine hiçbir zaman
olumsuz yaklaşmamıştır ” diyebilmiştir. Ama aynı şekilde “hiçbir zaman
prensip olarak ihmal etmemiştir” diyemez.960 Menger burada “prensip” olarak
mutlakıyetçi bir yönde katılaşmıştır. Ve bunu şu şekilde bir ifadeyle
belirtmiştir: “Teorik gerçekliliklerin araştırılmaları için tek bilgilenme kuralı ve
bu sadece eğer mümkünse tecrübe ile değildir. Aynı şekilde bizim düşünsel
kanunlarımız tarafından kefalete kavuşursa ve buna göre, teorik araştırmanın
kesin yönü için temel anlamı ifade eden cümle şudur: Bir olayda her ne
gözlemlendiyse, tam olarak aynı şartlar altında, tekrar mutlaka yansıma
olarak görünecektir. Veya varlık olarak ortaya çıkan, katı tipik yansımalar ile
belirli şekilde
aynı
şartlarda
yer
zaman
ve
hatta bizim
düşünsel
kanunlarımıza göre neredeyse bir şart olarak, belirli başka türden katı tipik
yansımalar takip etmelidir.961
Bu açıklamada ilginç olan öncelikle, gelişimin dikkate alınması için bir
esneme payının kalmamasıdır. Diğer ilginç olan husus ise, Menger’de bir
gerçekliliğe yabancılığın söz konusu olmayacağıdır. Schmoller’in suçlaması
olan, Menger’in sert tavrı ile tamamen soyuttur ve onun teorisi “savunulmaz
bir
959
hipotezdir962”Menger
ampirik-
gerçekçi
araştırma
çerçevesinde
Menger 1969,s.108-109,Salin, Edgar; Geschichte der Volkswirtschaftslehre, Bern, 1944,s23
Weinberger, Otto, Carl Menger, in Handwörterbuch, der Sozialwissenschaften, Bd.7, s.167168
961
Menger,1883, ,s.40
962
Schmoller,1883, s.981
960
319
yapamayacağına inandığı adımı, tam olarak kesin yönde beklenen şekilde
atmıştır. Menger’ci düşüncede bu cümle, saf teorik bilgilenmenin mantığında
ön şart olarak gereklidir. Bu inkâr edilemez. Fakat ampirik- gerçekçi yine son
bilgilenme olanağını, sadece onu tanımadığı için kabul etmemek, biraz
olağandışı görünmektedir.
Eğer Menger onu kesin yönün metodik başlangıcına koymayıp,
ampirik-gerçekçi yönün sonuna koysaydı, o zaman muhtemelen birinden
diğerine geçmek mümkün olabilirdi.963 Ve bu şekilde ampirik-gerçekçi yön
teorik araştırmanın ilk basamağı olurdu ve ilerleyen bir soyutlulukla git gide
saf teorik bir karakter kazanırdı. O vakit Menger’de haklı olarak, gelişim
momentinin hiçbir zaman prensip olarak bile, onun tarafından ihmal
edilmediğini söyleyebilirdi. Fakat onun teorik bilgilenmesi bize bu şekilde
sadece katı tipleştirilmiş dürtülerin bir anlayışını ve dışsal bir nesne oluşumu
sunmaktadır..(ampirik temelde yapılanmış fakat aynı anda tamamen ampiri
dışı kalmış) Fakat bu hiçbir zaman gerçekliliği teyit eder nitelikte olamaz ve
sadece kendi içinde olan bu hatasız ile mantıklı yapılanmada teyit edilebilir
kalacaktır. Bu bağlamda kesin bilgilenmenin çıkış noktası olan tümdengelim
ile gerçeklikte yaklaşılan yansıma şekilleri ve bunların bağıntıları, mecburi bir
dizilenme şeklinde kazanılabilir.964
Burada belirtilmesi gereken, katı tiplerin ve kesin kanunların tüm teorik
varlık bilimlerinde
en
az bir kez gözlem
temelinde
bulunabileceği
belirtilmemiştir. Tipler ve kesin bağıntılar hakkında bir kez bilgilenme ile tüm
varlığın bütün fenomenlerinin yakalanmış olacağı belirtilmemiştir. Menger
ekonominin kesin teorik alanında gelişimin momentinin dikkate alınmasını ret
eder. Yani iktisadi fenomenlerin diklemesine bir kesitinin alınmasını ve bunun
için onların çok çeşitli reel yansıma formlarını dikleme bir kesitini kabul
963
Beklide bunu biraz hınç duygusu ile yapmaktadır. Çünkü onun sunumlarında “tarihçiler” en iyi
ihtimalle empirik-gerçekçi yönü işletebilen araştırmacılardır.”Tarihçiler” etkileri itibarıyla bir ilerleme
sağlamıyorlar. Var olmasalar daha iyi olurdu. Ve bu yüzden bu yön nihai amaçlara ulaşmamalıdır.
964
“Yansıma tipleri” manasında değil.
320
etmez. Fakat bununla birlikte henüz tüm sosyal fenomenlerden çaprazlama
bir kesitinin alınmasının faydasını ve hatta gerekliliğini inkâr etmiş olmuyor. 965
Kesin yön içinde çeşitli sosyal fenomenlerin dikkate alınmasının imkân
dâhilinde olduğunu düşünmektir. Ama bunu izolasyon ve soyutlama metodu
ile aynı şekilde yakalar. Çünkü bunları kurucu özelliklerine kavuşmasını
sağlar. Bu özellikler (insan davranışının genel kökenleri) iktisadi yansıma
formları içinde kural olarak tekrardan ve sürekli bir şekilde anlaşılabilir
niteliktedir. Çünkü bunlar tüm iktisadi faaliyetlerin temelini oluşturmaktadır.966
Menger’in görüşü her halde başka türlü ifade edilemezdi. “Biz bu yönü (kesin
yönü kast ediyor) takip edersek, bir dizi sosyal teoriye ulaşırız. Fakat bunların
her biri bize sadece, insan faaliyetlerinin yansımalarının bir özel tarafının
anlayışını sunmaktır.” (tüm ampirik gerçeklikten soyutlayarak)967
Menger “kişisel çıkar dogmasına” (eigennutzdogma ) ve “sonsuz ilim”
teoremine geniş (allwissenheittheorem ) ayırmıştır. Özellikle sonsuz ilim
teoremini kullanmakla birlikte ki Menger bu teoremi, kesin bilimler içersinde
tamamen meşru kabul eder, Streissler tarafından dillendirilen zamansal –
yanılgıya işaret eder. Menger bunu hava dışı ortamdaki, nesnellerin mekaniği
ile açıklamaya çalışır. Buna göre tüm bilgilenme ancak, toplam yansımaların
belirli bir yönünün dikkate alınmasıyla, fen bilimlerine bir paralel oluşturabilir.
Lowe bu bağlamda, Menger bakış açısı içersinde olmayan, önemli bir soru
yöneltir: Dışsal kuvvelerin basit ve katkı sağlayabilecek bir şekilde, sistem
içersinde olan kuvvetler üzerindeki, bir etkisinden bahsetmek mümkün
müdür? Ve tıpkı Galileo ‘ nun formülünde ifade ettiği gibi, rüzgâr aşağıya
düşlen bir maddenin yönünü etkileyebilir ve değiştirebilir, ama zaman ve
mesafe arasındaki ilişkiyi ortadan kaldıramaz. 968
Sosyal yansımaların bir bilimi olarak teorik milli ekonomi, buna göre
ikinci yönü olan kesin yönde de sadece “insan hayatının iktisadi tarafının özel
965
Spiethoff, Die Allgemeine Volkswirtschaftslehre als geschichtliche Theorie, Jahrbuch 56, 1932,
s.923
966
Menger bu soruyla ilgili olarak, Mill’ci mantıktan oldukça etkilenmiş görünmektedir.
967
Menger,1883, s.44
968
Lowe1965,s.79
321
ve en önemli olanlarının anlayışını elde etmeye uygundur.969 Menger’e göre
bu en önemli yön bireysel fayda ile eş tutulmalıdır. Bu noktada yine olası bir
saldırı noktası belirginleşir. Bireysel faydanın (iktisadi davranışın tek motifi
olarak) anlamını oldukça abartılı değerlendirmiş olma suçlaması. Bu
suçlamayı “tarihçiler” haklı olarak Menger ve “ Klasiklere” yöneltmişlerdir.
Öyleyse tüm kesin teoriler ve özelde sosyal fenomenlerin olabilesi
kesin teorileri, tarihsel araştırmanın birincil görevi olan, belirli yansımaların
bütün taraflarını sunmak kabiliyetine sahip değiller. Hatta bunun zıddı olarak,
tüm yansımaların belirli yönlerinin anlayışını iletme eğilimindeler. O zaman
ekonomi- politiğin kesin teorisi tüm önemli iktisadi yansımaların “bireysel
faydacı” olanlarını sunar.970 Veya Menger’in bu noktada belirttiği gibi “teorik
araştırmanın kesin yönü ekonomikliğin yansımalarının araştırılmasıdır. 971
Sosyal bilimler içindeki üçüncü grubu yani “ekonomi-politiğin pratik
bilimlerini” daha dar bir tanımla, politik ekonominin uzvu olarak sunmuştur.
Sonuçta ekonomi – politik siyasetin, tarihçi boyutunu tam anlamıyla kabul
eder. Çünkü mevzu bahis şartlar ve ilişkiler, politik tavsiyelere açıktır.
Bununla birlikte burada formüle edilmiş olan mutlak çözümler, liberal kanatta
tartışmalara neden olmuştur. Örneğin ordo – liberaller, Schmoller‘in iktisadi –
politik
tavsiyelerindeki,
şartlara
uygun
değerlendirme
elementini
eleştirmişlerdir.
Milli ekonomik araştırmanın bilimsel ilgisi, tarihsel ve teorik yöntemle
gerçek dünyanın bilgilenmesini ve anlayışını toplamakla tükenmiyor. Menger
şöyle diyor: “Araştırmaları yukarıda sayılan yönlerin yanında, reel dünyanın
tüm alanlarında, yansımaların amaca uygun şekillendirilmesinin temel
kuralları ve yöntemleri hususunda bir uğraş belirgin hale geliyor. Bunun
sistematik olarak düzenlenmiş sonuçlarını biz pratik bilimler ve uygulamalı
bilimler olarak tanımlarız.972İktisadi sektördeki hayatın pratik şekillenme
problemi ile ilgilenmenin gerekliliğinin anlaşılması, Menger’i “pratik bilimleri”
ekonomi-politikten sosyal bilimlere dâhil etme konusunda, zorlayıcı olmuştur.
969
Menger,1883,s.78-79
Menger,1883, s.67
971
Menger,1883, s.265
972
Menger,1889, s.468
970
322
Bundan dolayıdır ki Menger, pratik bilimleri, kelimenin tam anlamıyla bilim
kabul etmeyip, bilimsel çalışma olarak nitelemiştir.973
Bu bilimsel çalışma karakterini üzerinden atamamanın bir nedeni ise,
henüz tam bağımsız katı bir sistematik ile metodik sahibi olmamalarından
kaynaklanıyor. Bunun yerine ise deyim yerindeyse, yabancı vasıtalar
kullanıyorlar.
Menger
iktisat
politikasının
doğruluklarını,
teorik
milli
ekonominin sistematiği ile veya aksi olarak iktisat politikasının sistematik
sunumunu bazı teorik açıklamalar ile desteklemek mümkündür” olabileceğini
belirtiyor. Ama hemen peşinden şu ifadelerde bulunuyor: Böyle bir süreçte
daha tam gelişmemiş pratik iktisadi bilimlerin bir semptomundan başka bir
şey belirgin değildir. Bundan dolayı pratik bilimlerin temsilini teoriden sürekli
olarak ayrı tutma uğraşı ile meşgul olmak zorunda olacaktır. 974 Fakat bu
ifade Menger’in teorik ve tarihçi disiplinlere dayanmayı ret ettiği anlamına
gelmez. Tam aksine, Menger’e göre, pratik bilimler bunların tecrübelerinden
olabildiğince yararlanmalıdır.975
Tarih ile olan ilşki babında ise, Menger’e göre, pratik bilimleri “tarih”
babında sadece geçmiş bireysel – olaylara indirgemek yanlış olur. Çünkü
pratik bilimler “insani amaçların niyetlerini davranış şekillerini ve bunların
temellendirmesini tespite yönelik çalışmalarda” yalnızca yaratıcı insan
ruhunun sunumu ile yukarıda belirtilenler doğrultusunda sınırlı değildir.
Şimdiye değin oluşan tecrübeye bağımlı kalmayarak aynı zamanda onunla
çalışanın dehasını yansıtır ve yaratıcı ile kombinasyoncu düşüncenin bir
ürünüdür.976
Bu sözlerle Menger’in sosyal bilimler ile tarihsel bilimler
arasındaki ilişki konusundaki pozisyonu şöyledir: Pratik bilimler berrak bir
şekilde çevrelenmiştir. Pratik bilimlerin politik ekonomik çemberden bağımsız
bir bilim olarak dışlanmasını yadırgıyor. Çünkü bununla pratik bilimlere
sadece tarihsel materyalin bir toplama havuzu hüviyetini vereceklerdir.
Böylece pratik bilimler “tarihselleştirilmiş disiplin” olurdu. Bağımsız konumunu
kaybedip tarih ile olan sınırları silinirdi.
973
Menger,1889, s.483
Burada genelde kullandığı “sosyal bilimler” yerine “iktisadi bilimler” tabirini kullanmıştır.
975
Menger, 1889, s.485
976
Menger,1889, s.485
974
323
Buna karşın teorinin gerçekçi yönü, muadil olan araştırma sonuçları
reel tipler ve ampirik kanunlar bunlar araştırmacının tarihi ve istatistikî
monografileri gibi olaylara kökünden bağlıdır. Fakat bunun ötesinde genel
bilgilenme karakteri ile pratik bilimlerin karşısında durursa, bundan ancak
pratik bilimler kazançlı olabilir. Çünkü pratik bilim adamı da politik alan
üzerinde, öncelikle tarihten genel bilgiler kazanmalıdır. Ancak bundan sonra
gelecekti olayların şekillenmesi ile ilgili uygulamalarını gerçekleştirebilir. 977
Menger teorik iktisatla ampirik iktisat arasında yaptığı ayrımın bir
uzantısı olarak iktisat teorisyeni ile iktisat tarihçisini de birbirinden ayırır.
İktisat teorisyeni iktisadi fenomeni teorileştirerek anlamaya çalışan kişidir.
İktisat teorileri ile iktisadi olayları anlamaya çalışan kişi değil. Bu ikinci iş
tarihçinin görevidir.978 Tarihçi, insan hayatının somut tezahürlerini ve bunun
zaman ve mekâna dair somut ilişkilerini ki birincisi gelişim, ikincisi “durum”
(Zustandlichkeit) bağlamında ele alırlar.979 Teorisyen ise insan hayatının
fenomenal formlarını ve bu formların yasalarını inceler.980
Menger üçüncü kitabında özellikle, sosyal yansımaların organik
anlayışına yönelmiştir. Burada metot sorunları, en dar anlamıyla sosyal
felsefeye dokunmuştur. Menger burada sosyal fenomenlerin ve doğal
organizmaların, karşılaştırılmasına yönelik düşünceye karşı çıkar. Her şeyin
aynı zamanda birbirine bağlı bir şekilde, hem köken, hem de etki olabilmesi
düşüncesine karşı, tekil köken – etki ilişkilerinin berrak kozal konseptini
yerleştirir.
Menger buradaki organik yaklaşıma yönelik eleştirisinde, daha önce
kullandığı objektif kozal cümlelerin yanı sıra, davranış teorik bir konsept
(handlungstheoretisches konzept ) ikame eder. Bu konsept ise sonuçta,
kendi esas metodik konseptinin yanında
yerleştirilir.”
“her ne kadar bulanık olsa bile
Natürel organizmalar, bütünün fonksiyonuna mekanik olarak
hizmet eden, elementlerden meydana gelmiştir. Bunlar natürel kuvvetlerin
mekanik oyunlarının ve saf kozal süreçlerin neticeleridir. Buna karşın sosyal
977
Menger,1883, s.129
Menger,1883,s.237
979
Menger, 1885,s.6-17
980
Menger, 1885,s.6-17
978
324
organizma olarak adlandırılanlar ise, saf mekanik kuvvetin bir ürünü olarak
kabul edilmez ve yorumlanmaz. Bunlar daha ziyade düşünen, hisseden ve
davranan insanların, bir takım insani çabaları olarak değerlendirilmelidir. 981
Schumpeter prensibine göre tanımlanan metodik bireysellik, öncelikle sosyal
felsefi anlamda nötr bir davranış konseptine dönüştürülür982 Bu konsept daha
sonraları,
özellikle
Hayek‘in
spontane
düzen
konsepti
tarafından
canlandırılarak, büyük bir etkiye sahip olacaktı. Bununla birlikte Menger‘in
kendisi, çoğu zaman bu konsepte bağlı kalmamıştır. Örneğin veliaht prens
Rudolph‘a devlet, bir bireysellik olarak tanıtılmış ve bunun incelendiğinde
bütünü, bir kişi gibi davrandığı anlatılmıştır.983
Daha üçüncü bölümün başlangıcında, ana düşünce açık bir şekilde
ortaya konur: Pek çok sosyal fenomen, bizim karşımıza daha ziyade “natürel
ürün” veya “tarihsel gelişimin yansımamış” sonuçları olarak çıkar. Örneğin
paranın yansımasını bu bağlamda görebiliriz. “Zira para kurumsal olarak,
büyük ölçüde toplumun refahına hizmet eder. Fakat bununla birlikte hakların
pek çoğunda, hiçbir şekilde sosyal kurumsallaşmaya yönelik bir mutabakatın
veya pozitif kanun koyuculuğunun, bir neticesi olarak ortaya çıkmamıştır.
Bunun ötesinde tarihsel gelişimin yansımamış bir neticesi olduğu aşikârdır.
Aynı bağlamda hukuk, dil, piyasaların ve devletlerin kökeni v. s. …görülebilir.
Tüm bu sosyal fenomenler, hiçbir nedene veya kökene dayanmayan “ortak
iradenin” sonucunda ortaya çıkmamıştır. Hatta bunun yerine, bireysel insani
çabaların ( bireysel çıkarlar takip eden ) hedeflenmeyen neticeleridir.”984
Öyleyse Menger pragmatik – planlı köken ile yansımamış – organik
sosyal fenomen oluşumu arasında, bir ayrıma gider. Gerçi Menger her iki
kökenin gerçekliğini veya olabilirliğini keşfetmesine rağmen, genel anlamda
dil, hukuk ve devlet üzerinden piyasaların sosyal yansımalarıyla ilgilendiği
için, ekonomik alanda yansımamış toplumsallaşma kipini, esas kabul ettiği
ortaya çıkar. Menger‘in yaklaşımı bu yüzden, tipik liberal düşüncenin
981
Menger,1969,s.144
Menger,1969,s.145
983
Streissler E; Carl Menger, der deutsche Nationalökonom, S,15tff,in Studien zur Entwicklung
der ökonomischen Theorie10,hrsg, v,Bertram Schefold, Berlin,1990,s.124
984
Menger,1969,s.141
982
325
dışavurumu olmaktan ziyade, Schmoller‘in tek yönlü organ teorisine, tezat
olarak değerlendirilmelidir. Çünkü daha sonra özellikle Eucken, pragmatik –
planlı ve şekillendirilmiş bir düzen anlayışıyla ortaya çıkmıştır. 985 Bu düşünce
özellikle yapısal ve düzenleyici prensipler bağlamında, hiçbir şeyi tesadüfe
bırakmak niyetinde değildi.986Menger‘in yaklaşımı ise daha ziyade, AngloSakson “toplumsallaştırma tasavvuruna” denk düşer ve kuvvetli bir şekilde
Mandeville‘nin kurumsalcılık teorisi ile Smith ‘in“görünmez elini” hatırlatır.
Menger‘in
kurumsalcılık
teorisinin
genelleştirilmesi
ve
reel
ontolojileştirilmesi, iddia edilen mutlakıyet anlayışı içersinde, haksız bir
abartıdır. “ Dil, din, hukuk ve hatta devletin kendisiyle birlikte, özellikle bazı
spesifik sosyal fenomenleri hatırlatma babında, piyasaların yansıması,
rekabet ve para gibi pek çok sosyal yapı, tarihin belirli dönemleri olarak
karşımıza çıkar.” Burada bilinçli ve hedefe yönelik yapılmış faaliyetler veya
bazı egemenler, bu saydıklarımızın tesisi bakımından söz konusu bile
olamazlar. Menger‘in bu hedefe – yönelik olmayan “tarih teorisi” , şüpheli
görünüyor. Örneğin Solonik reformlar, toplumsal problemlerin bilinçli bir
şekilde çözümüne yönelik bir plan anlayışına dayanır. 987
Atinalılar kölecilik,
borç ve para düzeni gibi konuları, demokratik yöntemlerle oy kullanarak kabul
etmiştir. Ayrıca federal Alman parlamentosu, bilinçli olarak yeni bir toplumsal
düzen ortaya koymuştur. Schmoller tarafından yazılan Prusya gelişim çizgisi
ki bu gümrük birliği üzerinden imparatorluğa gitmiştir, bir dizi bilinçli olarak
gerçekleştirilmiş faaliyeti içerir.
Menger uzak tarih bağlamında, örneğin takas ile paranın ortaya
çıkmasında, “yansımamış sonuç teorisini”
kabul eder.988
Fakat Menger
bununla birlikte söz konusu zaman üzerine olan, antropolojik ve etnolojik
yazıları ile yayınları dikkate almaz. Bununla birlikte bugünkü bilgi seviyesi
doğrultusunda, yapılan incelemelerin sonunda, ne organizma tezi, nede
spontane tezi belirgin bir şekilde ispatlanamaz. Sonuçta Menger‘in teorisinin,
985
Özellikle Weimar cumhuriyetinin çöküş işaretleri vermesinin ardından, bu düşünceye daha fazla
vurgu yapılmaya başlandı
986
Eucken Walter; Grundsatze der Wirtschaftspolitik, Tübingen1968,s.48
987
Solon – Atinalı devlet adamı ve şair ( m . ö . 640 – 560 ) . Akıllılık veya bilginlik anlamında
kullanılır. Peukert 1994, bölüm 3,s234-140
988
O ‘ Driscoll 1986, s.23
326
hiçbir şekilde nesnel bilgi üzerine oturmadığı kesindir. Bunun yerine teorisi
esensiyal bir tahmine veya varsayımına dayanır. Burada söz konusu sosyal
ve kurumsal gelişimler, toplum içersinde yer alan kişilerin,“spesifik bireysel
çabalarının,” yansımamış sonucu ve kasten gerçekleştirilmemiş eylemlerinin
bir neticesi olarak görülmelidir. Söz konusu toplumsallaştırma modülleriyle
ilgili, reel tarihe uygun ve mantıklı verilebilecek yanıt ise, örneğin tüm para
sistemlerinin, her zaman değişen etkileme oranlarıyla, spontane evrim ve
düzenleme çalışmalarıyla ortaya çıktığı söylenebilir. Örnek olarak, savaş
sonunda Almanya‘da spontane evrimleşen tütün kanunu ve 1949 yılından
sonra, düzenli bir para varlığının merkez bankası şemsiyesinde, yeniden
kurulmasını gösterebiliriz. Hudson paranın evrimselleşmesi konusundaki
Menger teorisi eleştirisinde, işlem maliyetlerinde ve yön bağımlılığında,
tesadüfen seçilmiş bir aracın dışsal ağ bağlantıları geliştirdiği ve bunların
“uzun koşu”
şartlarında bile, mutlaka optimal kurumsal aranjmanlara
götürmeyeceğini vurgulamıştır.989
metodik
–
teorik
Metodik bireyselliğin ve kolektivizmin,
önemi
oldukça
düşük
olmalıdır.
Ne Schmoller organ oluşumlarının başlangıçta, küçük grupların veya kişilerin
çıkarlarına
ve
hedeflerine
hizmet
ettiğini
saklıyor,
nede
Menger‘in
perspektifinden bakıldığında, piyasaların araştırması gerçekten tüm bireysel
eylemleri yapısal ve etkin bir şekilde kendini gösterir. Bu tartışma bu yüzden,
daha ziyade politik – normatif ve toplumsal – felsefi düşüncelerden ortaya
çıkmıştır. Ayrıca söz konusu olan bu tartışma, devlet – ve toplumsal
felsefesinin var oluşundan itibaren, bireysellik ve bunun tezadı olan
kolektivizm ekseninde devam eder.
Menger, Tarihçi Okul’a eleştirisini
sürdürür. Burada öncelikle genel anlamda tarihçiliğin meşrutiyetinin, antik
çağlardan beri fazla itiraz edilmeyen bir zorunluluk olarak kabul edildiği
belirtilir. Ve yazarların bu gerçeğe karşı genel bilgilenmeyi, pragmatik –
planlanmış bir kurumsallık oluşumuyla, bağdaştırdığını ileri sürer. 990 Tarihçi
Okul bu iddiaların ilerisine gitmiştir. Örneğin Knies ulusları, doğal varlık ve
makro sübye olarak, basit bir şekilde kabul etmekle yetinmiştir. Tarihçi bir
989
990
Hudson, 1992, s. 399 – 401
Menger,1969, s. 201
327
duruş noktasını temsil etmek, Menger‘e göre basit bir şekilde, Üniversitelerde
Tarihçi Okul’un çok geçerli olduğu zamanlarda, iktisadi sorunlarla ilgilenen
profesörlerin, esasında tarih veya politika almış olmasından ileri gelmektedir.
Fakat bununla birlikte daha önceleri yaygın olan, idealist – felsefi devlet
bilimleri öğretisine muhaliftiler.991 Roscher‘le birlikte esasında belirsiz bir
gelişim başlamıştır. Çünkü Roscher tarihsel, teorik ve pratik hareket noktası
arasında bir ayrım gözetmiyordu.
Ayrıca gelişim kanunları oluşturma heyecanıyla, sadece yüzeysel
paralellikleri model olarak değerlendirmiş ve bununla birlikte bunları yalnızca
Savigny – Eichornschen metodu içersinde değerlendirme yoluna gitmişti.
Menger, Roscher ile ilgili şu sözleri söylemiştir: “Etki altında olmayan birinin
kabul etmesi lazım gelen, politik ekonomi sistemim esasında, iktisat tarihinin
felsefesinden başka bir şey olmadığıdır.”
Burada kendisi tarafından
belirlenmiş bir mantık içersinde, tarihselliğin içersinde teorik ve pratik
bilgilenmenin derlenmesi gerçekleşir. Fakat bu derleme gerçekte çoğu
zaman, “tarihsel olmayan”
politik ekonominin çalışmalarıyla gerçekleşir. Bu
derlemenin tarihsel elementi, olayın bütünü göz önünde tutulduğunda,
ekonomi – politiğin teorik ve pratik bilgilenmesinin karakterine uymaz. Bunun
yerine buraya ilave edilmiş olan tarihsel ile istatistikî verilerin ve bunun
içersine yerleştirilmiş olan, ekonomi – politik üzerine olan, tarihsel ve tarih
felsefesi özdeyişlerinden meydana gelir. Politik ekonomi temel itibarıyla,
ekonomi – politiğin “tarihçi metot” yönündeki, bir bilimi değildir.
Sonuç
olarak
Menger’in
Tarihçi
Okulu
eleştirdiği
ortadadır.
Kurgulamaya çalıştığı yeni toplumsallaşma modeli Smith‘in ilerisine gider ve
Schmoller ile tamamlayıcı bir nitelik taşır. Fakat bununla birlikte yetersiz
kaldığı aşikârdır. Menger bununla teorik ve tarihsel olanın ayrışımında, yine
tamamıyla başarısız olmuştur.992
Menger ve Schmoller’in her ikisinin
yaklaşımı arasındaki farklılık, üzerine olan soru, bu anlamda ilginç ve zor bir
sorudur. Çünkü her ikisi de tümevarım,
tümdengelim ve kanunsallık
bilgilenmesini oldukça önemli olarak addetmiş ve bu yöndeki çalışmalarına,
991
992
Menger,1969, s. 212
Milford 1989,s.45-57
328
tarihsel araştırma ile eylemsel teorik elementler eşlik etmiştir. Menger’ci
yazıların yeteneği veya karakteri, herhalde bunların anlaşılmazlığına dayanır.
Bu bağlamda metodiğe fazla ilgi duymayanlara, burada tarihçiliğin etkileyici
bir düzeyinde çalışmaların sürdürüldüğü mesajı verilir. Ayrıca önemli olan
gerçek zeminin derinliğinden ziyade, daha önsözden anlaşılacağı gibi,
tarihçiliğe karşı yöneltilmiş sonuçların belirginliği önemliydi.993
3.2.2. Teorik Sistemin Spesifik Esasları Olarak Elementer Faktörler
Menger için elementer faktörlerin oluşması merkezi teorik bir anlam
taşımaktadır. Menger bunların yardımıyla “rahatsızlık” veren tarihsel
materyalden kurtulmak niyetindedir. Elementer faktörler tanımlaması altında
iktisadi hayatın en köklü ve en genel yapısal elementleri anlaşılmaktadır.
Bundan dolayı bu teorik araştırmanın ilk hedefi insan iktisadının bu
“elementer faktörlerini” yakalamaktır. Bu onların diğer reel insani yansımalara
etki eden faktörlerin izolasyonuyla gerçekleşir.994 Bu faktörler için bir
gerçeklilik talep edilir. Bu hem mevzubahis somut iktisadi düzen hem de
insanın arzusundan bağımsız olacaktır. Teorinin dogmatik bağlantı problemi
tüm zamansal etkilerden arınma ile aşılmaya çalışılmaktadır.
Menger üç elementer faktör arasında ayrıma gider:
1-İhtiyaçlar
2-Vasıtasız olarak doğa tarafından sunulan mallar
3-İhtiyaçların olabildiğince tatmine yönelik uğraşlar
Bu faktörler şüphesiz iktisadi olayları etkiliyor. Fakat bunlar o kadar
genel tutulmuşlar ki açıklama kabiliyetleri düşüktür. Buna karşın burada
yöneltilebilecek olan itiraz bu faktörlerin milli ekonomik teorinin özellikle en
genel ve en son elementini tamsil ettiği ve insanın kendini idame ettirme
dürtüsünün yanında çalışma dürtüsünün yanında çalışma dürtüsünün de
993
994
Milford 1989,s.45-5
Menger,1883,s.45
329
iktisadın “motoru” olacağıdır. Bu elementlerin önemsiz olmadığını onlar
üzerinden keşfedilen marjinal fayda prensibi teorisi ispatlamaktır.
Bu üç elementer faktör ile en fazla iktisadi olayların kökeni hakkında
bir ifadede bulunmadan sadece genel ilişkiler gösterilebilir. Mutlak olan
ihtiyaçların tüketiciyi belirli bir iktisadi davranışa sevk ettiğidir. Fakat bu
ihtiyaçların neden kaynaklandığı neden oluştukları neden belirli bir
yoğunlukta ortaya çıktıkları ve hangi ölçüde manipule edildiklerini teorik milli
ekonomi söylemez. Milli ekonomi burada bu soruların sosyoloji ve sosyal
psikolojiyi ilgilendirdiği tezini yineler. Bunun için şaşırtıcı olmayan Menger’in
teorisinde bu elementer faktörler arasında ki ilişkileri homo economics’in katı
yönteminin altına sokmasıdır. Oysa tam bundan dolayı aynı şekilde insanın
iktisadi davranışını belirleyen diğer elementer faktörlere ulaşmayı zorlaştırır.
Homo economics katı rasyonel davranmakta ve tereddüt halinde ekonomik
prensibi yönelir. Bununla beraber gelişmiş bir insanın davranışı, daha
geleneksel ve muhafazakâr olan bir insanın davranışından farklı olacaktır.
Pek çok gelişmekte olan ülkenin dâhil olduğu tropik iklim kuşağındaki
insanlar çoğu kez sadece yemek ve içecek ihtiyaçları karşılanana kadar
çalışmaya meyillidirler. Özellikle bu örnek yanlış anlaşılması mümkün
olmayacak şekilde hoş tembelliğin daha yüksek bir değere sahip olabildiğidir.
Bu durum kazanım dürtüleri ve refah düşüncesi egemen Avrupa da önemli
bir rol oynar.995
Bununla bile Menger’in genel elementer faktörlerin kısıtlanmasında rol
oynamayan doğru varyasyonlar ile nüanslar dile getirilmiştir. Aynı şekilde
dikkate alınmayan insanın sadece katı rasyonel düşünen bir varlık
olmadığıdır. Hatta pek çok rasyonalite dışı faktör ve tarihsel kökenli politik
durumdan davranışı konusunda yönlendirilebildiği aşikârdır. Bunun için bu
noktada haklı olarak insanın aklına gelen soru şudur: Menger de milli
ekonominin nesnelliğinin pratik açıklama kabiliyetinde tehlikeli bir daraltmanın
yapılamadığı mıdır?
995
Menger,1883, s.45-50
330
Menger temel itibarıyla bu problemi tanımıştır. Menger insanların
uygulamada ekonomik çıkarlarını tam olarak algılama hususunda “nadiren
uğraş verdikleri” konusunda vakıftır.996 Hatta kararlı bir şekilde iktisadi faaliyet
yürüten insanın sadece ekonomik çıkarları doğrultusunda azami mal elde
etme dürtüsü tarafından yönetildiğini ret eder. Ve insanların iktisadi
faaliyetleri esnasında gerçekte sadece bireysel ihtiyaçları bağlamında
davrandıkları konusunda oldukça tereddütlüdür.997 Menger’e göre, yanılgının
ihtimali bile bu dogmaya aykırı düşmektedir. Fakat aynı zamanda ortaklık
duygusu vefa, ahlak ve hak duygusu gibi başka faktörlerde sıralamaktadır.
Bunlar özellikle Tarihçi Okul temsilcileri için önemli rol oynamaktadır. 998
Menger bu tek yönlü eylemini mevzu bahis olanın bir yanlış anlama olduğu
şeklinde geçiştirmeye çalışmıştır. Bu dogmayı araştırmalarının temeli olarak
kullanan teorisyenler reel başka faktörlerin de etkin olduğunun bilincindeler.
Fakat kesin araştırma için bu dogma vazgeçilmez niteliktedir. 999 Bu yanlış
anlama böylece ekonomik –politik kuramın yetki alanının sınırlı olduğu
şeklinde açıklanmıştır. Menger’e göre, insan davranışlarının vefa ve paylaşım
hissi ile felsefe ve etiğin ilgilenmesi gerekir. Fakat bu ekonomi –politiğin işi
değildir.
Menger, ekonominin araştırma objesini sınırlandırmıştır. Burada
problem olan geniş bir kısıtlamanın ve tüm saf teori için belirleyici olmasının
bir gerçeklik bilimi olan milli ekonomiye yöneltilen görevler ile talepler
babında nasıl bir uyum sağlayacağıdır. Menger’in kendisi vefa duygusu veya
ortaklık hissinden bahsediyor ve böylece başka faktörlerin önemini inkâr
etmiyor. Fakat sadece homo economics ile ilgilenmesi sonucu katı
“ekonomik” düşünceyi fazla büyütüyor. Böylece iktisadi hayatın sadece bir
parçası yani saf piyasa ekonomisi ve belki biraz teknik yön ön plana
çıkmıştır. Bunların üstünde duran ve esas “ekonomik bütçe alanını” teşkil
eden politik ve sosyal konular buna karşın ya hiç yada çok az dikkate
alınmaktadırlar. Bu yöntemde sadece tüm araştırma yönünün bilgi teorik
996
Menger,1883, ,s.56
Menger,1883, s.72
998
Menger,1883, ,s73
999
Menger,1883, ,s.80
997
331
anlamda tek yönlülüğü göze batmamaktadır. Aynı zamanda “katı” ekonomik
düşünen insanın bir ideal haline gelmesi tehlikesi gizlenmiştir. Bu yüzden bu
görüşler doğrultusunda kurgulanan bir teorinin gerçekliğe yabancı olması,
suçlamasına maruz kalıyor oluşu şaşırtıcı olmamalıdır. Daha çok sanal
veriler kullanmaktadır. Bunlardan sonra genel ile kapsayıcı bilgilenme elde
edeceğine inanmaktadır. Fakat çoğunlukla formel açıklamalara ulaşır. Bu
mesala arka planda olan birincil faktörleri analiz etmeden ve onların etkilerini
kontrol etmeden sadece arz-talep oyununda fiyat oluşumu gibi olaylarla
meşgul olur. Başka elementer etki faktörleri ile aynı şekilde mesala bütün
genişliliği ve çeşitliliği ile devletin kanuni ve politik etkisi bir sınırlandırma ile
bahsedilen üç faktör vasıtasıyla görmezden gelinir.
İnsani ihtiyaçların analizi sırasında, gözden kaçmaması gereken,
özellikle bu faktörün derine giden tarihsel dönüşlerin etkisi altında olduğudur.
Bu yüzden gerçekçi bakış açısı için ihtiyaç yapılarını sadece özel sosyolojik
katmanı içinde (sosyolojinin git gide artan şekilde “ampirinin yardımıyla”
yaptığı gibi) yakalamak yeterli değildir. Bunun yerine ihtiyaç strüktürünü belirli
dönemlere olan bağımlılığı araştırılmalıdır. Bu şekilde belirli ihtiyaç
strüktürünün kökenine yönelik önemli giriş olanağı sağlamak mümkün olabilir.
Öyleyse homo economicusun gerçeklikte sadece az veya çok sapma ile elde
edilebileceği tespiti şaşırtıcı değildir. Tam olarak bu sapmalar ve bunların
nedenleri ile etkileri iktisadi süreç içinde araştırılmalıdır. Bu aynı zamanda
teorinin de somut ve güncel bir hedefi olmalıdır. İnsani davranışın katı
yönelimli eylemlerin, tespit edilebilir sapmaları teori ile yüzleştirilmeli ve
bunun içerisine (tipik özellikler doğrultusunda) alınmalıdır. Eğer teorinin
gerçekçi bir açıklama kabiliyeti bekleniyorsa. Bu durum gerçekleşemediği
sürece teori için soyut bir yapı olması mevcuttur. Ve iktisadın ideal teorik
resimden teknik, sosyolojik, devlet hukuku ve politik anlamda olan etkilerden
ne kadar saparsa, ekonomi-politik organizmanın işleyişini ve bağlantılarını o
oranda açıklayamaz hale gelir. Burada Menger’in teorik temellendirmesine
yönelik önemli bir eleştiri yapılmalıdır. Bu eleştiri bugünde devam eden
problemin önemine göre, bu noktada tüm belirginliği ile gerçekleştirilmelidir.
Fakat bugün tespit edilebilen ve artık görmezden gelinmeyen bu tek yönlü
332
“homo economicus” düşüncesinin yumuşatılması hususundaki tandansları
görmemek, kaba ve haksız bir genelleştirme olurdu. Özellikle davranış
şekilleri teorisi alanında son zamanlarda önemli ilerlemeler kaydetmiştir.
Burada şiddetle belirtilmesi gereken George Katona’nın çalışmalarıdır.1000
Ama bugün bile çok yaygın olan noksanlık kendisini iki yönden
görmektedir. Birincisi modern davranış şekillerinin teorisinin tarihsel ilinti
noksanlığı vardır ki bunun neticesinde ortam sadece tesadüfü güvenilmez ve
bundan dolayı ilginç olmayan şekliyle dikkate alınır. Diğer yandan ise,
davranış şekilleri teorisi çoğu kez tek başınadır. Ve fiyat teorisi sistemi veya
konjoktür sistemi ile bağlantıları eksiktir. Sonuçta bu sistemler için önemli bir
temellendirme teşkil etmeliydi. İhtiyaçlar ve mal arzı arasında değişken bir
ilişki söz konusu olduğu için çok katmanlı ve çok anlamlı faktör olan
“ihtiyacın” tanınması ile mal arzı faktörü de farklı türde değerlendirmeye
başlamıştır. Son yüz elli yıldaki muazzam endüstri devrimi neticesinde ki bu
haklı devrim olarak nitelenmiştir. Bu faktör bilinçsiz bir şekilde sürekli olarak
yeniden zenginleştirilmiştir. Mal arzı olağanüstü bir şekilde artmış ve aynı
zamanda kapsamlı sapmaların tecrübesini yaşamıştır. Ayrıca bu alanda
gelecekteki değişimlerin ne olacağı henüz belirgin değildir. Vurgulanan bu
hususlar bile bilimsel problemselliği belirtmek için yeterli olmuştur. Aynı
problemsellik Menger mantığındaki bir mal arzında fazla genelleşmiş bir
teorik tasavvurda oluşur.
Burada Menger’in elementer faktör odaklı teorisine yöneltilen eleştiriler
onun teorisinin temellenmesindeki tek yönlülüğü açık şekilde göstermiştir.
Schmoller’i tahrik eden şüphesiz bu teorik darlıktı. Ve bunun akabinde çok
arzulu bir şekilde tarihçi araştırmalarını sürdürmüştür. Özellikle geçmiş ve
çağcıl ekonomi-politik yapılar ile ilgilenmek iktisadi süreçlerin farklı etki
faktörlerine değerli bir bakış sunmaktadır. Bu tarihçi çalışmalar iktisadın izole
bir hadise olmadığını ispatlamakta ve sadece insanın ihtiyaç tatminini hedef
almadığını göstermektedir. İnsanın fiziksel varlığı garanti altına alındıktan
sonra ekonomi sadece amaç için araçtır. Esas hedefler genelde materyalist
1000
Katona George,Das Verhalten der Verbraucher und Unternehmer,Tübingen,1960,s.67
333
alanın çok dışına çıkar. Bunlar ideal doğallıktır. Ve genellikle “sosyal refahın”
tüm yapılanmasını kapsarlar. Bu çok anlamlı iktisadi bütçe ve politik
kompleks kendi içinde aynı zamanda “sosyal adalet” problemini içermektedir.
Schmoller’in doğru olarak tanımladığı gibi, iktisat sosyolojik ve politik
olaylardan ayrılmaz bir bağlantı içindedir.
3.3. MENGER’İN MARJİNAL FAYDA FİKRİ
Menger bir yandan Avusturya Okulu’nun temellerini atarken, bir
yandan da ilk kitabında ortaya koyduğu düşünceleri ile 1870’lerin “marjinal
fayda devriminin” yaratıcılarından biri olmuştur.
Diğer ikisi ise,
Jevons
(Politik İktisat Teorisi ) ile Walras (Politik İktisadın Temelleri) dir. İktisatçılar
bir düşüncenin aynı anda birden fazla iktisatçı tarafından (birbirinden
habersizce) ortaya konmasına, “çoklu devrim”e, örnek olarak marjinal fayda
devrimini gösterirlerse de, bu benzetmeyi bir ilk yaklaşım kabul etmek ve
düşünce sistemlerindeki farklılıklara dikkat etmek gerekir.1001
Bu üçlünün
birbirinden bağımsız olarak çalıştıkları kesindir. İlginç olan soru bu derece
benzer sonuçlara ulaşmak için nasıl bu kadar farklı rotalar çizildiğidir.
Klasiklerin karşılaştıkları güçlüklere aranan çözüm 1871 yılında, iktisat
tarihine “marjinalist devrim” diye geçerek sınıflar yerine, bireye dayalı analiz
tarzı ile ortaya çıktı. Ve Neoklasik İktisat teorisi doğmuş oldu. İngiltere’de
Jevons, İsviçre’de Walras, Avusturya’da Menger birbirinden bağımsız olarak
değer paradoksunu çözecek teorik yaklaşımı geliştirdiler. Üç yaklaşımın özü
de marjda, yani sınırda tercih yapan bireye dayanmasına rağmen ayrıntıda
farklılıklar vardır. Jevons’un sisteminde birey daha çok birim tatmini daha az
birim tatminine tercih eder. Birimleri olan değer, ölçülebilir görünür. İngiliz
iktisatçılarının çoğunluğu Ricardo’ya bağlı oldukları için Jevons fazla taraftar
bulamamıştır
Menger Avusturya Ekonomisinin kurucusu olarak kabul edilir. Fakat bu
iktisat teorisi “havadan” oluşmamıştır. Zaten mevcut olan görüşlerin devamı
1001
Neue Wege der Nationalökonomie, s.120-121
334
ile gelişimini temsil eder. Menger kendisini daha 1871 yılında, Alman
öncüllerinin geleneklerinde görür. “Grundsatzen’in bir ön konuşmasında,
reformların neredeyse tamamen Alman araştırmacı ruhunun oluşturduğu
önsel
çalışmaların
temelinde
oluştuğunu,
belirtmiştir.
Alman
Mlli
Ekonomistlerin önemini öne çıkararak şöyle devam ediyor:
“Bu yazı Avusturya’dan bir meslektaşın iyi niyet dilekleri olarak kabul
edilsin. Bilimsel teşvikin zayıf bir karşılığı olsun. Biz Avusturya’lılara
Almanya’dan gelen çok sayıda harika hoca gönderdiği için. Ve çok isabetli
yazılarıyla oldukça zengin bir şekilde bizim parçamız oldukları için.1002”
Alman yazarlarla ilgili görüşleri “Grundsatzen’de özellikle dipnotlarda
ifade buluyor. Burada belirgin bir şekilde İngiliz ve Fransız yazarlardan çok
Alman yazarlar göze çarpıyor.1003 Özellikle ansiklopedik Roscher’i örnek
almıştır. Grundsatze’yi yazdığı zaman yaşının genç olması birçok yazar
tarafından “bilgisizlikle” suçlanmasına neden olmuştur.1004 Menger’in Jevons
ve Walras’tan farkını açıklaması konusunda oldukça şüpheli bazı boşluklar
vardır. Bu konudaki bariz bilgisizliği konusundaki en önemli örnek
Grundsatze’sini yazdığı sırada Walras, Marschall ve çok muhtemel olarak
Jevons’un direkt olarak veya dolaylı yoldan borçlu olduğu Cournot’un
çalışmalarından haberdar olmamasıdır. Daha da sürpriz olan şey Menger’in
von Thünen’in çalışmalarından haberdar olmamasıdır ki, kişi yakın olmalarını
beklemekledir.
Tabii
ki
Menger
daha
çok
kullanım
doğrultusunda
yapılabilecek bir analiz ortamında geliştiği söylenebilir. Eğer Menger
matematiksel analizin bu geliştiricileri ile tanışsaydı düşüncesinin nasıl
olacağı sorusu ilginç bir spekülasyondur.1005
Menger’e göre, 1807’de yayınlanan Gottlieb Hufeland’ın eserleri özel
bir ilgiyi hak etmiştir.
Hufeland subjektif –bireysel teori geliştirerek şu
görüşleri sergilemiştir:
i-Sosyal fenomenler, tekil bireylerin ortak bir oyunu dolayısı ile
açıklanır.
1002
Menger,1968,s.10
Streissler,1990,s.37
1004
Neue Wege der Nationalökonomie, s.124
1005
Neue Wege der Nationalökonomie, s.124-125
1003
335
ii-Değer bireyin sübjektif değerlendirmesidir. Bundan mübadele, fiyat
ve para ilgili bir teori geliştirir.
iii- Metot en basit ilişkilerden, en kompleks strüktürlere ilerleyen bir
gerçektir.1006
Hufeland’ın eserine yönelik yankı, Menger’in onu diriltmesine kadar
düşüktü. Menger için Hufeland önemli bir kaynaktı. Menger daha eski
kaynaklarda
kullanmıştır.
Örneğin
İtalyan
Fernando
Galiani(1728-
1787).Galiani fayda, fiyat ve miktar arasındaki bağlantıyı belirtmişti. Sübjektif
para teorisi ile ilgili Avusturya Ekonomisinin kökeni 19. yüzyıldan oldukça
geridedir.
Bu
bağlamda
değinilmesi
gereken
İspanyol
skolâstiktir.
Salamanca’daki okul 16. yüzyılda sübjektif ve fayda hesabı yapan kuramlar
geliştirmiştir.1007 Ve burada ilk kez marjinal fayda teorisinin görüşleri ortaya
çıkıyor.
Menger Grundsatzen’de daha çok değer, ihtiyaç v.s. konularına
yöneliyor. Alman, İtalyan ve Fransız yazarlarla ilgili bilgisi, Hayek’in belirttiği
gibi olağanüstü kapsamlı.1008 Bu durum kütüphanesinin kaynak listesine
bakıldığında belirginleşiyor.1009 Tarihçi Okul ile sertleşen çatışmasından
dolayı, Alman Milli Ekonomisinden uzaklaşır. Ve Avusturya Okul’unun
bağımsızlığına önem verir. Streissler’in belirttiği gibi, Menger artık maksatlı
şekilde Avusturyalı yazar ve teorilerden söz etmeye başlar.1010 Öyleyse
bağımsız bir Avusturya iktisat teorisi ile aynı şekilde bağımsız bir Avusturya
felsefesi, Alman bilim geleneğine tepki olarak ortaya çıkmıştır. Fakat
Avusturya felsefesi de, Alman felsefesi gibi idealist meyilli tarihsel metot
etkisinde kalmıştır. Menger ayrıca iki ana kaynak noktası olarak Smith ve
Mill’i göstermiştir.
Klasik Okul şu düşüncelerden hareket eder:
1006
Hufeland’ın Menger üzerindeki etkisinin ayrıntılı bir analizi, Milford,1997,s.45-56
Rothbard,1994,s.53
1008
Menger, 1968,s.9
1009
Tokyo ticaret üniversitesinin kataloguna bakarsak, yirmi binden fazla ekonomi- politik üzerine
kaydı görmek mümkündür. Menger’in geride bıraktıkları buraya gitmiştir. Ve dönemin en önemli
arşivlerinden birine sahipti.
1010
Streissler,1997,s.39
1007
336
Bağımsız kanunlar vardır, fen bilimlerinde olduğu gibi. Bunlar formel
analitik olarak tanımlanabilir. Bu “doğa kanunlarından” bir tanesi Pazar
mekanizmasıdır. Devlet müdahalesi olmadan en uygun dağıtım sonucuna
ulaşır, yani en üst düzey refaha. Bundan dolayı liberalizm,
Klasik ve
Neoklasik teori ile yakından bağlantılıdır.1011 Smith’de bir malın fiyatı,
kullanım değerine göre değil mübadele değerine göre belirlenir. Malın değeri
ise üretim masrafları ile belirlenir.1012 Pazar fiyatlarının, doğal fiyatlara uyumu
arz-talep mekanizması ile gerçekleşir.1013 Smith’e eleştiri daha Hufeland
zamanında yapılmıştır. Ve özellikle “işgücü değer öğretisi” odaklıdır. Bir malın
değerinin oluşumundaki süreç değil, bireyin bir mala yönelik davranışı
sorumludur. Milford’un anlattığı üzere, önce Hufeland sonra Menger “oluşum
sorunundan” “davranış sorununa” bir kaydırma talep ediyorlar.1014
Menger’in Smith’de özellikle eleştirdiği, mallara objektif bir değer
biçme fikridir. Menger’e göre, bu durumda mübadele açıklanamaz. Çünkü
objektif eşit malların mübadelesinin bir anlamı (nedeni) yoktur. 1015Klasik
değer kuramı bununla fiyat oluşumunu ve Pazar mekanizmasını tatmin edici
şekilde açıklamıyor. Menger o zaman İngiltere’de egemen olan ve Smith
önderliğindeki Klasik Okul için, ekonomik teorinin gelişimi açısından engel
olduğunu düşünüyor:
“Klasikler, kanunlardan oluşan bir bilimin yani iktisadın, problemlerini
tatmin edici şekilde çözememektedir. Fakat bu kuramın otoritesi bizim
üzerimize baskı yapıyor ve ilerlemeyi engelliyor.” 1016
Eğer Marjinalizmin tarihine daha yakından bakacak olursak, o zaman
daha onun yapısallaştığı dönemde dahi, en temel sorularda bile derin görüş
ayrıklarını barındırdığını görebiliriz. İşte bu görüş ayrılıkları, o zamanın
Ekonomistlerinin bilinci dâhilinde, her üç yöne doğru serpilmişti. 1017
1011
Menger’in görüşüde liberal bir temelli tutuma yöneliktir. Smith’de toplum refahı düşüncesi ön
plandadır. Her insanın kendi ihtiyaçlarını iyi bildiği için, bunların tatmini ön plandadır.
1012
Smith, Adam; Wohlstand der Nationen,5.Aufl, München, Engl, Orig, London,1990,s.46
1013
Smith,1990,s.48
1014
Milford,1997,s.95
1015
Milford,1997,s.173
1016
Menger,1969,s.15
1017
Rosenstein – Roden 1927,S.45-76
337
“Schmoller ve Menger‘in, Jevons ve Walras‘tan farklı olarak bazı temel
nitelikteki görüşleri aynıdır.”Her ikisi de matematiğin, ana hatları itibarıyla
sunum ve gösterim için uygun olduğunu, fakat araştırmaya yönelik olmadığını
belirtmiştir. Söz konusu bu ifade, Menger‘in 1883 yılında Walras‘a yazmış
olduğu bir mektupta, açık bir şekilde dillendirilmiştir.
Walras Neoklasiğin kurucusu olarak görülebilir. Sübjektif fayda
teorisini genel bir denge teorisi içine entegre etmeyi başarmıştır. Ve bu büyük
ölçüde matematik metot üzerine yapılanmıştır. 1018 Walras için önemli olan
birbirinden bağımsız çok sayıda faaliyetin yönlendirdiği bir ekonomide
faaliyetler arasındaki tutarlılığın gösterilmesidir. Bu amaçla, bireysel marjinal
faydanın talebi belirlediği tam rekabet piyasalarında genel dengenin
formülasyonu temel araştırma programı olmuştur. İktisatçının işi, bireysel
davranışları incelemek değil, bireysel mübadelelerin otomatik olarak nasıl
uyuştuğunu keşfetmek olmalıdır.
Jevons, İngiliz faydacı felsefe geleneğinden hareketle marjinal fayda
ilkesine dayanan bir değer teorisi geliştirirken, birey ve toplumun temel
iktisadi probleminin var olan kaynakların verili amaçlar arasında etkin
dağılımı olduğunu vurgulamıştır. Böylece iktisat teorisinin ilgi odağının,
büyüme sorunundan iyi tanımlanmış bir sistemde optimazyon sorununa
kaymasına yardımcı olmuştur.
Menger’in temel sorunsalı ise, insan ihtiyaçlarının teminine yönelik
bilinçli insan faaliyetidir. Menger, iktisadi faaliyetleri, neden-sonuç ilkesi
yardımıyla birbirini izleyen nedensellikler zinciri şeklinde açıklamaya çalışır.
Bu nedensellik zincirinin başlangıç noktası insan ihtiyaçlarından hareketle,
bireysel ihtiyaçların karşılanma yollarının algılanmasının nasıl olup ta bazı
nesnelerin mal olarak sınıflanmasına neden olacağını; bazı malların neden
iktisadi mal sayılacağını ve bunlara nasıl değer atfedilebileceğini; bazı
malların neden değişime konu olacağını ve değişim değerini belirleyen
unsurların neler olduğunu; bir kimsenin sahip oldukları ile yetinmektense
mübadele ile ihtiyaçlarını daha etkin sağlamasını anlamasının insanları nasıl
1018
Niehaus,1990,s.207-220
338
satmak üzere mal üretmeye ve biriktirmeye yönelteceğini; mübadeleyi
kolaylaştırdığından ve mübadele sürecinin bir sonucu olarak bazı malların
nasıl mübadele aracı-paraya dönüştüğünü sistematik olarak açıklar.
Menger’in sübjektivizmi, bu nedensellik zincirinin hemen başında
karşımıza çıkmaktadır. Bir nesnenin mal sayılabilmesi onun insanın kişisel
ihtiyaçlarını karşılama fiziki niteliği yanında, insanın bu ihtiyaçlarını
gidermeye yönelik bilgiye sahip olmasına da bağlıdır. Sübjektivizmimle bilgi
arasındaki bu bağlantı, Menger’in düşüncesinde sübjektivizm öğretisinin
Jevons’ta olduğu gibi yalnızca iktisadi büyüklüklerin incelenebilmesi için
metedolojik bir ilk adım olmadığı, aksine temel bir inceleme konusu olduğunu
göstermektedir.
Menger’in teorisinde de marjinalizm ve fayda kavramları vurgulansa da
bunların algılanış biçimleri farklıdır. Walras ve Jevons’da bir değişkenin
“marjinal değeri” ile kastedilen, o değişkenin toplamındaki anlık değişme
oranı idi. Menger ise iktisatta matematiğin kullanılmasına karşı olduğundan
soyut değişkenlerle çalışıyordu. Avusturyalılar için marjinal fayda ve ondaki
azalmalar, yalnızca bireyin psikolojik zevklerini değil, aynı zamanda bu
zevklere atfettikleri ölçülemeyen (ordinal) önemi de ifade ediyordu. Neoklasik
iktisatta değer, sübjektif fayda ve objektif fiziki maliyet şartlarca belirlenirken,
Menger’de yalnızca veri bir mal veya üretim olanakları çerçevesinde yaşayan
tüketicilerin faaliyetlerince belirlenir. Maliyet ise gelecekte daha fazla tercih
edilen bir duruma geçebilmek için, gelecekteki muhtemel faydaya karşılık
bugünkü özveriyi ifade eder.1019
Menger için önemli olan, öncelikle büyüklük ilişkilerin tespitinden
ziyade, fenomenlerin varlıklarıdır. (Örneğin fiyatlar veya faizler bağlamında) .
Avusturya Okulunun son kökenleri ve kozal ilişkileri araştırması, Klasiklerle
paylaştığı bir görüş olarak kabul edilir. Bunun sonucunda ise, eski marjinal
fayda teorisi ( diğer bazı teorilerin yanında, örneğin Ricardo’cu dış ticaret
teorisi gibi ) ,Neoklasik içersine entegre olmuştur. Talep sorunu – ve kullanım
değerine gösterilen önemin yanında, aynı zamanda emeklilik, ücret ve kar
1019
Krizner,1987,s.78
339
talebi
taşıyan
durmaktaydı.
açıklayıcı
bir
yaklaşım,
bu
anlayışın
tam
ortasında
1020
Marjinal fayda teorisinin prensip olarak, bazı temel görüşleri
Neoklasik’lerle aynıydı. Örneğin piyasa sürecinin özellikle vurgulanması ile
bunun etkisine yönelik inanç, aynı bağlamda değerlendirilmelidir. Üstelik
bununla bağlantılı bir şekilde, kapitalist piyasa ve rekabet ekonomisi için
normatif tercih, gelişmiş bir ekonominin sürekli ve doğal bir ölçütü olarak
görülmüştür. Bu açıdan bakıldığında Klasik ve Neoklasiğin standart eserleri,
süreklilik arz eden bir gelenek sergiler. İşte bunlardan hareketle, Marks‘ın
düşüncelerine karşı ve çeşitli nonkonformist “toplum kurallarına uymayan”
akımlara karşı, ortak bir cephe oluşturmuşlardır.1021
Talep anlayışına doğru kayış ve Menger‘in çabaları neticesinde, varlığı
bu noktadan hareketle değer ve fiyat bağlamında incelenmesiyle birlikte,
bunları tayin eden faktörler analiz edilmiştir.1022 Bunun sonucundaysa zorunlu
olarak marjinal fayda konseptine, tüketen birey (individuum) anlayışına ve
Klasikler tarafından da iddia edilen, malların sübjektif değerlendirilmesine
ulaşılmıştır. Klasik rölatif fiyatları, değer teorisinin ve teorik ekonomin
çekirdeği olarak, objektif verilerden elde etmeye çalışmıştır. Örneğin
emekliliği, objektif değerlendirilen farklı toprak yapılarından yola çıkarak,
çeşitlendirmesi gibi. Ricardo‘nun objektif bir ölçü ve değer birimine yönelik,
esantiyel ( özcü ) arayışı başarısızlığa uğramıştır. Üstelik Ricardo ölümünden
çok kısa bir süre önce, bu durumun farkına varmış ve büyük üzüntülere
boğulmuştu ( burada söz konusu olan arayış, toplumsal bakımdan gerekli
olan, ortalama çalışma süresi üzerineydi).1023
Cassel tarafından vurgulanan ve Ricardo’nun eleştirilerine karşı
“realite noksanlığı eleştirisi gibi,” eleştiriler aynı zamanda Menger ve diğer
marjinal fayda teorisyenleri tarafından paylaşılmıştır.1024 Söz konusu fikir,
bunların erken dönem eserlerinde yeterince dile getirilmiştir. Aynı hedef
1020
Cowen,1994,s.65
Rotschild, Kurt W, Die Wiener Schule im verhaltnis zur klassichen Nationalökonomie, unter
besonderer Berükschihtigung von Carl Menger, in Leser,1986,s.20
1022
Sreissler,1986,s.20
1023
Neue Wege der Nationalökonomie, s. 127
1024
Cassel, G; Theoretische Sozialökonomie, Erlangen,/Leipzig,1918,s.80
1021
340
doğrultusunda, nihai bir esentiyel ( özcü ) ispat etmek amacıyla, tüm
ekonomik değerin çekirdeği, sübjektif kullanım değerinden elde edilir veya
yöneltilir. Bunun sonucunda özneler arası ( intersubjektiv ) denetlenebilen,
objektif kanunlara ulaşılır. Menger’in yukarıda belirttiği gibi.
Eğer bunu paradoks bir şekilde ifade etmek gerekirse, o zaman
burada her saf objektif olan, varlık itibarıyla saf sübjektiften elde edilecektir.
Bunun sonucunda ise Avusturya Okulu içersinde, açıklama ile anlama veya
sübjektivizm ile objektivizm arasında ( bunun bir Gadamer yargısı olduğu
unutulmamalıdır, ) teori içinde bir gerilim ortaya çıkacak ve tekil görüşlerin
egemenliği konusunda, bir çatışmaya yol açacak. Fakat bundan önce,
sübjektivizm kavramının netleştirilmesi gerekir. Çünkü tüm marjinal fayda
teorileri, bir anlamda zorunlu olarak sübjektivisttir.1025
Bu hakikat kendisini, örneğin Paretos‘un (Ophelimite)
konseptinde
gösterir. Paretos burada bireyselliği ölçülemez ilan etmiş, bununla genel
anlamda
ihtiyaçların
açıklanamayacağını
ve
marjinal
faydanın
değerlendirilmesinde kullanılamayacağını belirtmiştir. Fakat bununla birlikte
Blaug tarafından, doğru bir şekilde sübjektivist olmayan, genel denge okulu
içersinde değerlendirilmiştir.1026
Leser ise, Avusturya Okulu’nun tarihsel ve sosyo kültürel arka planın
yanında, objektif bir açıklayıcı yaklaşım ile idrak yaklaşımı arasında, başarılı
bir ayrışıma gitmiştir. Leser burada metodik oryantasyonlu fen bilimleri
örneğinden yola çıkarak, Sigmund Freud‘u bir tarafa, bireyselci Adler‘i diğer
tarafa yerleştirmiştir. Adler‘in çalışmaları esasında, sosyalist düşünceye
yatkın bir toplum dürtüsü iddiası ki bu Seneca’nın sözüyle pekiştirilmiş ve
daha sonra onun hayat stili konseptini oluşturmuştur, oldukça sübjektivist
kabul edilmektedir.1027 Leser bu durumu kısa ama özlü bir şekilde
tanımlamıştır:
1025
Neue Wege der Nationalökonomie, s.128
Neue Wege der Nationalökonomie, s.124
1027
Seneca Eski çağ filozofu, Neue Wege der Nationalökonomie, s.126
1026
341
“Adler bu şekilde, insanların maddeler ve objektif veriler tarafından
belirlenmediğini, bunun yerine saf materyal olarak buldukları maddeler ve
bunun üzerine verdikleri sübjektif kararlarla belirlendiğini belirtmiştir. 1028”
Hatta Adler bu bağlamda, bunları etkileme kabiliyetine sahip faktörlere,
dönüştürdüğünü belirtmiştir. Adler’in teorik bilgilenme pozisyon bilinci,
gerçekliğin yakalanmasında son ve değiştirilemez bir kategorik birim olarak
belirlenmiştir. Bunun spontane aksi ise, her türlü kozal oryantasyonlu ve
objektif
düşüncenin
önünü
kapatır.
Burada
tercihler,
net
şekilde
determinasyondan geçmiş davranışlar olarak, dışsal faktörlere reaksiyon
olarak yönlendirilebilir niteliktedir. Menger‘de aynı şekilde, bugünkü sübjektif
oryantasyonlu komünikasyon teorisi fikrini benimsemişti.1029
Literatürde Avusturya Okulu –Neoklasik ilişkisini en fazla ele alan
Streissler
olmuştur.
Streissler’e
göre,
“Avusturyalılar
marjinalci
değildi.”1030Streissler bu iddiasını, Menger’in yazılarından yola çıkarak
ispatlamaya çalışmıştır. Zira ona göre Menger, ürün ve süreç inovasyonunu
(yenilenmesini ) savunmuş, malları üç boyutlu irdelemiş
“kalite, miktar ve
varyasyon.” malların zamansal boyutun ve fiyat çatışmaları sırasında,
davranış prensipleri ile kurumların oluşumunu dikkate almıştır. Hatta bunun
ilerisinde, dengeleme amaçlı etkin olan kuvvetleri incelemiş, statik noktasal
dengeleri ret etmiş, fiyat oluşumuyla ilgili geniş sınırlar çizmeye çalışmış ve
fonksiyonel esaslı makro kavramlara ( bununla birlikte faizi tanımlayan bir
cümleye ) karşı çıkmıştır. Yani buna göre agrega ( toplam ) ekonomisi yerine,
strüktürel bir ekonomik anlayışı temsil etmiştir.1031 Streissler’e göre, onun
anlayışında determinasyona uğramış modellerin yerine, (pattern prediction)
model öngörüsü ön plana çıkar. Bunun yanında basit bir piyasa formları
şeması kullanmak yerine, bir zamansal – yanılgı yöntemi geliştirmiştir.
Menger bunun dışında, daha ziyade piyasa koşulları sürecini önemli
addetmiştir.
1028
Leser, Norbert; Die Wiener Schule der Nationalökonomie, Wien,1986, s.43
Watzlawick,1988,s.37
1030
Streissler,1973,s.76
1031
Streissler,1973,s.160,1969,s.49
1029
342
Steissler‘e göre en nihayetinde Menger, bir dizi teori elementini ortaya
çıkarmış ve ekonomik teoriye dâhil etmiştir. Streissler bu yüzden Menger’i,
“Alman Milli Ekonomisinin, Tarihçi Okulunun, son yarım asırda çıkardığı tek
temsilcisi,” olarak nitelemiştir.1032 Bu noktada kısa bir şekilde, Tarihçi Okul ile
Avusturya Okulu arasında bir köprü kurmaya çalışan, Alter‘in katkılarına
değinmek gerekir. Alter ilk makalesinde, Alman dilli ruh bilimlerinin sonradan
sosyal bilimler tamamının, Menger‘in çalışmalarını etkiliğini ispatlar. Alter‘e
göre romantizm, idealizm, aydınlanma düşüncesi, Alman Klasiği, Schelling‘in
identiklik felsefesi Menger düşüncesini temelden etkilemiştir. Bununla birlikte
orijinal kaynaklara dair referans yoktur ve her şey bir yerde, genel ikincil
literatürden kazanılmıştır.1033 ( Streissler burada Menger‘i suçlayıcı bir tavır
takınmıştır.)Menger‘in metodolojisi üzerine olan ikinci makalesinde ise, bunun
tarihçi zemin ( Roscher‘in zemini ) oturduğunu belirtmiş ve fen ile doğa
bilimleri arasındaki derin çatlağı, esensiyalist bir ( özcü ) Aristoculukla aştığını
ifade etmiştir. Buna göre metot kavgası bu bağlamda, Aristocu Menger ile
Kantçı Schmoller arasında gerçekleşmiştir. Alter, zamanın Alman sübjektif
değer öğretilerinden farklı olan, Menger değer teorisinin bu özelliğini ön plana
çıkartmıştır. Buna göre Menger‘in konsepti, ansiklopedik bir dizime
benziyordu. Alter bununla birlikte değerlerden fiyatlara geçerken, bir
transformasyon probleminin ortaya çıktığını belirtmiştir. Çünkü teorideki fiyat
tespitinde, dışsal faktörler değerlendirmeye katılmıştır.1034
3.3.1. Hüküm Ameli Olarak Değer
Menger’in teorisindeki değer kavramı her türlü iktisadi faaliyetin temelidir.
Değer fiyattan tümüyle bağımsızdır. Bu yüzden değer kavramının geleneksel
mikroekonomideki birim fiyat olarak değerle hiçbir ilişkisi olmadığı gibi
Neoklasik İktisat’ın marjinal fayda kavramı ile de birebir aynı değildir. Marjin
1032
Streissler, Erich, Carl Menger,1840-1821,in Starbatty,1989,s.134
Alter, Max, Carl Menger and Homo Oeconomicus Some Thougts on Austrian Theorie and
Methodology, in Journal of Economic İssues,vol16, 1982,s.98,
1034
Alter,1982,s. 80-98
1033
343
kavramı Menger’de argümantasyonların bir sonucudur. Bir başlangıç
varsayımı veya davranışsal bir hipotez değildir. 1035 Değer ne faydacı bir
hesaplamanın bir parçasıdır ne de fiyatla elde edilir.1036
Menger’in değer tanımı bireysel ihtiyaç strüktürlerinden türemiştir.
Değer sübjektif bir anlayıştır.1037 Değerin anlamı, bireyin ihtiyacının tatminine
yönelik uygun gördüğüdür. Değer… Esasında bir yargıdır. 1038 Böylece
Menger, Brentano’da bulunan ve Hume kökenli “subjektif turn” gerçekleştirir.
Değer artık bir maddenin objektifleştirilen özelliklerinde bulunmuyor. Bununla
birlikte bireyin maddeyi değerlendirmesindedir.”Değer” buna göre, mallara
bağlı değildir.1039 Aynı kendi başına duran bağımsız bir şeyde değildir. Bu bir
hüküm olarak, iktisat yapan insanın yaşamı ve refahı için önemli
gördüğüdür.1040 Bu yüzden değerin tespiti kolay iş değildir. Ve buna uygun
olarak da… Sadece bilincin içersindedir. Dikkat edilmesi gereken nokta,
değerin ancak ordinal olarak gösterilmesi, kardinal olarak ölçümüze
girmeyeceğidir. Değer üniteleri ile matematiksel işlemler yapmak tamamen
hatalıdır.1041
Değer teorisinin ve bundan geliştirilen iktisat teorisinin çıkış noktası
öyleyse, psişik bir oluşumdur. Mallar üzerindeki hüküm, hayat ile refah
üzerindeki hüküm ile doğrudan ilişkidedir. Sonuç ise, ontolojik bir
değerlendirme ile “değerin” psişik bir olgu olarak anlaşılmasıdır. Bunun
taşıyıcısı ise, sübjektif değerlendirmededir. Brentano bu oluşumun strüktürleri
ile ilgilenirken, Menger ekonomik neticelere bakmıştır. On dokuzuncu yılın
ikinci yarısında, Mill ve Ricardo ile doruk noktasına erişmiş olan Klasik İktisat
teorisinin bazı problemleri yeterli biçimde çözemediği dikkat çekmiştir. Klasik
İktisatçılar toplumu ekonominin içindeki oynadıkları role göre,”sınıflara”
ayırmışlardır. Analizlerinde birey yerine grupları ele almışlardır. Bu yaklaşım
mal ve hizmetlerin piyasa değerlerini yansıtan nispi fiyatları tutarlı
1035
Alter,1990,s.334
Alter,1990,s.334
1037
Menger, Carl; Grundsatze der Volkswirtschaftslehre, 2.Aufl, Leipzig,1871,s.77
1038
Menger,1871,s86
1039
Menger,1871,s.86
1040
Menger,1968,s.86
1041
Menger,1871,s.95
1036
344
açıklamıyordu. Klasikler üretimin tüketici tercihleri tarafından yönlendirildiğini
tespit edemediler. Mal ve hizmetleri gruplara ayırdıkları için karşılarına
“değer paradoksu” çıkmıştır.
Yaşam için büyük önemi olmasına rağmen ekmeğin piyasa değeri
düşük, buna karşılık sadece ultra lüks süs eşyası olma özelliğine sahip
elmasın piyasa değeri çok yüksekti. Bu çelişkinin nedeni ne olabilirdi? Klasik
iktisatçılar, kullanım değeri ve mübadele değeri bulunan mallar şeklinde ikiye
ayırdılar. Bu ayrım ileriki yıllarda, bazı iktisatçıların piyasa ekonomisini, kıt
kaynakları kullanım değeri yerine tüketim değeri olduğu düşünülen malların
üretimine yönlendirilmekle suçlamalarına yol açacaktı. Klasikler arz-talep
ilişkisini teorik yapıya yansıtmalarına rağmen, piyasa fiyatlarını tek bir olgu
şeklinde açıklayabilen bireysel tercihleri ortaya koyamadılar.
Değerin malların özünde bulunduğunu, yani bir çeşit mallara yüklü
olduğunu, üretim süreci ile değerin mallara aktarıldığını düşündüler. Bu
anlayışı savunan Ricardo’nun ünlü emek teorisi, değerin kaynağını üretim
maliyetlerinde görüyordu. Gerektiğinde değer, üretime katkıda bulunan
işgücü saatleri ile ölçülebilirdi. Marx Ricardo’nun bu analizinden yola çıkarak,
yani değerin emek saatlerinden oluştuğunu kabul ederek, kapitalistlerin elde
ettiği faizi ve karı artık değer olarak yorumlamış, işçi sınıfının payından
haksız olarak kesildiğini öne sürmüştür. Ricardo yanlısı İktisatçılar, kapital
donanımın üretken olduğunu ve kendi payına düşeni alması gerektiğini kabul
etseler de, Marksistler sermayenin “cisimlendirilmiş, donmuş emek” olduğunu
söylemişler ve ücretlerin üretimden kaynaklanan tüm karları alması
gerektiğini savunmuşlardır.
Ricardo’yu izleyenlere göre; ücretler, karlar ve kiraların ait olduğu
gruplar arasında sürekli bir çıkar çatışması, işçiler girişimciler ve toprak
sahipleri arasında sürekli bir bölüşüm vardır. Yanlızca toplulaştırılmış
kavramlarla çalışan Ricardo’cu yaklaşım, sonraki yıllarda etkisi sürecek
biçimde, iktisat teorisini üretim ve bölüşüm ayrımına götürdü. Bölüşüm,
ekonomiyi oluşturan sınıflar arasında daimi bir tartışma konusu olarak, uzun
yıllar yansımaya devam edecekti. Klasik teoriye göre ücretlerin artması ancak
345
kira ve kar paylarının azalması ile mümkündü. Kar ve kiraların artması ise
ücretlerin düşmesini gerektiriyordu.
Birey yerine sınıfları ele alan teorik yaklaşım, zihinleri kurcalayan bazı
sorulara cevap veremeyerek iktisat bilimini ciddi tutarsızlıklarla karşılaştırdı.
Menger, sübjektif değeri iktisadi süreçlerin tasvirsel analizinin çıkış noktası
olarak değerlendiriyor. Burada ne denge oluyor nede matematiksel metotlar
bir rol oynuyor. Önemli bir fark ise, Menger’in (Walras ve Jevons’tan farklı
olarak) Gossen’in ikinci kanununu tanımadığıdır. Buna göre, farklı malların
tekil faydası, aynı büyüklükte olmalıdır.
Klasik iktisatçılar değeri, üretim faaliyetleri sonucu elde edilen karşılık
olarak görmekteydiler. Jevons ve Walras’ın değer ve fiyat teorilerine katkıları
marjinalizm ve fayda üzerine odaklanmıştır. Walras ve onu takiben diğer
mikro iktisat teorisyenlerine göre, bir değişkenin marjinal değeri, toplam
değişkenin ana değişim oranına dayanır. Avusturya’lı İktisatçılara göre son
birim yararı kavramı sadece psikolojik zevklere ve tatminlere dayandırılmaz,
zevklerin marjinal değerlendirilmesine de dayandırılır. Menger’in teorisinde
değer, belirli malların veya mal miktarlarının bizim onların ihtiyaçlarımızı
tatmin etmede işe yaradıklarını bilmemizden kaynaklanan önemleridir. 1042
Menger
burada
Bedeutung’u
hem
“önem”
hem
de
“anlam”
manalarında kullanır. Bu da onun Alman Romantik hareketinin özellikle
hukuk, dil ve tarih yazıcılığındaki yansımalarından etkilendiğini gösterir.
Menger’in değer anlayışı Jevons’da olduğu gibi birim cinsinden ölçülüp
faydaya eş olmadığı gibi Klasik İktisatçıların da maliyetlerce belirlendiği
savından farklıdır. Bu fark onun Alman tarzı bir iktisat eğitiminden geçmiş ve
farklı felsefi akımlardan etkilenmiş olmasından kaynaklanır. Değere ilişkin
özselci, zaman teorisi bilinmezliklerle dolu ki, bu romantiklerin dünyasıdır.
Menger’in Romantik Okul’dan etkilenmesi dünya görüşüne de yansır.
Menger,
bireylerin
kavranabilir
davranışlarını,
karmaşık
piyasa
olgularını açıklamaya yarayacak temel taşları olarak kullanır. Kendisinin
atomostich ve bileşkeli composotive olarak adlandırdığı yaklaşımına daha
1042
Menger,1871,s.77
346
sonra metedolojik bireycilik denir. Zamanının Alman bilim çevrelerinin tersine,
Menger her zaman ve mekânda geçerli olacak iktisat teorisinin geçerli
olduğuna inanır. Kendisinin Klasiklerden ayrı değil, onların tamamlayıcısı
olarak görür. Menger bireyin tercih sıralaması ile değer yargısında
bulunduğunu gösterir. Değeri ortaya çıkaran, bireyin kendi sübyektif
özelliklerine göre mallar arasında yapacağı tercihtir. Belli bir ortam ve
zamanda, belli bir kişi açısından farklı isteklerin tatmini için kullanabileceği bir
tüketim malının, veri miktarının her bir ünitesinin önemi elinde bulunan
toplam ünitelerin, giderebileceği son ihtiyacının tatminine bağlıdır. Son
ihtiyaç, kişinin bu mal için yaptığı, giderilmesini istediği ihtiyaçların önem
sıralamasında son basamakta yer alandır.
Menger bu yaklaşımı ile değerin kaynağına ışık tutarak araç-amaç
“mal ihtiyaç tatmini” ilişkisinin temel yapısını aydınlatmıştır. Avusturya İktisat
Okulu’nun teorik temel taşı “saf tercih eylem mantığı ”bu noktadan hareket
edilerek geliştirilmiştir. Marjinal fayda terimi ilk olarak, on üç yıl sonra,
Menger’in öğrencisi Wieser tarafından Almanca Grenznutzen biçiminde
kullanılmış ve literatüre geçmiştir.
Avusturya değer teorisinin merkezinde birey yer alır. Eylemde bulunan
bireyin tercihlerine dayalı seçimleri ve gerçek dünyadaki değer yargıları tüm
iktisadi olguların temelini oluşturur. Her tüketici kendi tercihlerini yansıtan
değer sıralamasından hareketle iktisat olgusuna katılır ve bu katılımların
etkileşimi ve birleşmesi tüketici talebini oluşturur. Ekonomideki üretim
faaliyetleri, tüketici taleplerini yerine getirme beklentisi ile girişimciler
tarafından alınan kararlar çerçevesinde oluşur. Menger’e göre, hiçbir üretim
faaliyetinin mal ve hizmetlere değer yüklemesi mümkün değildir. Değer, her
bir tüketicinin sübjektif olarak, kendi özünde yaptığı önem sıralamasından
ibarettir. Dikkat edilmesi gereken nokta, değerin ancak ordinal olarak
gösterilebilmesi, kardinal olarak ölçüye giremeyeceğidir. Değer üniteleri ile
aritmetik işlemler yapmak tamamen hatalıdır.
Menger değer paradoksunu bir malın toplam ve marjinal faydasını
ayırarak çözmüştür. Menger değeri açıklamakla kalmaz, azalan marjinal
faydayı da açıklar. Mallar ve insan ihtiyaçlarının giderilmesi arasında
347
doğrudan bağlantı kurar. Buradan tamamlayıcı tüketim mallarına ve üretim
faktörlerine geçer. Üretim faktörlerinin derecelerine ve birleşimlerine ulaşır.
Maliyeti malların alternatif kullanımdaki faydası ile açıklar. Malların değerini
açıklarken amaç-araç ilişkisinin temellerini geliştirir. Böylece saf tercih teorisi
teorik yapısını ortaya koyar.
Devrin ön yargısı olan değer paradoksu, yani değersiz pırlantaların
faydalı sudan daha değerli oldukları görüşünü,
Klasiklerin temsilcileri ve
onların aydınlatıcı kuramları ile çözülememiştir. Avusturyalılar “özgün değer
teorileri” ile “değer paradoksunu” çözmüşlerdir. Menger’in görüşüne göre,
insanların sübjektif ihtiyaçları tecrübesinde, cisimlere belirli bir fiyat biçmeye
meyilli olduklarıdır. Bir maddenin sübjektif değeri marjinal faydasını belirler.
Bir maddenin marjinal faydası ve toplam faydası ayrıştırması ile Menger,
değer paradoksunu ortadan kaldırmıştır. 1043 Oldukça bol olan su, çok yüksek
toplam faydasına rağmen sadece sınırlı bir değere sahiptir. Çünkü suyun son
biriminin faydası çok küçüktür. Oysa pırlanta gibi maddeler, çok sınırlı sayıda
bulunurlar ve çoğaltılamazlar. Toplam faydanın düşük olmasına rağmen
yüksek bir değere sahiptirler. Çünkü son biriminin faydası yüksektir. 1044
Bireyler hiçbir zaman genel anlamda “ekmek mal grubu” yani tüm
ekmek kavramı ve genel anlamda “elmas mal grubu”, yani tüm elmas
kavramı arasında tercih yapma durumunda kalmazlar. Bireyin her tercihi belli
bir tercih ortamını yansıtır. Bireyin biçeceği değer, spesifik bir mal veya
hizmetin ek birimleri konusunda tercihini kullanacağı anda, sahip olduğu aynı
mal ve hizmetin toplam birim sayısı tarafından belirlenir. Issız bir çölde
mahsur kalan bir insanın en acil, en önemli ihtiyacını giderecek madde sudur.
Bu durumda bir bardak su için cebindeki tüm parayı vermeye razı olacaktır.
Çölde bir bardak su için ödeyeceği fiyat, bol sulu bir ortamda ödeyeceği
fiyatın üstünde olabilir. Bu durumda suyun fiyatı elmasın fiyatını kat ve kat
aşabilir. Dikkat edilmesi gereken nokta, kişinin her birim suya biçeceği
1043
Menger eserinde marjinal fayda tabirini kullanmaz. Onun yerine “ekonomik miktar ilişkisi”
formülasyonunu kullanır.
1044
Schumann, J,Grundzüge der mikroökonomischen Theorie, Berlin, 1992,s.73
348
değerin çöl ortamından kaynaklanmadığı, kişinin o anda elinde bulunan
toplam su miktarı” birim olarak” belirlendiğidir
Menger’in fikri olan, sübjektif ihtiyacın artan tatmini ile faydanın
azalacağı, sadece bu düşünceyi çok daha kompleks ilişkilerle kullanmanın
çıkış noktasıdır. Bu “sübjektivizm” ile Menger, bütün ekonomik sistemin en
son üretim şekline kadar ve her mübadele işlemine kadar, bütün iktisadi
faaliyet yürüten bireyler ihtiyaçların olabildiğince tatmine yönelik ilhamı içinde
olduklarını belirtmiştir. Bu bakış açısı ile ekonomik fenomenler artık kombine
ve dönüşmüş üretim faktörlerinin sonucu olarak görülmeyecektir. Artık insani
isteklerin, beklentilerin ve hayallerin sonucu olarak görülecektir.1045
Gottl çok farklı değer tanımlarını karşılaştırdıktan sonra, belirgin bir
şekilde sınırlanmış nesnellik objesinin söz konusu olmadığını ve hatta bunun
yerine, kaosun egemen olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla değer öğretisi
ifadesiyle, ne belirgin bir araştırma nesnelliğinin, ne de bütünsel olan ve
doğal bir şekilde sınırlanmış, ekonomik araştırma alanının bulunmadığını
belirtmiştir. Gottl‘ın, bu konudaki doktora çalışması dikkat çekicidir. Zira
burada marjinal fayda teorisinin, sübjektif olmayan kuruluş tarzına işaret
eder.1046
Menger‘in matematiği ve değer teorisinin elementini
fayda kavramında”
ret etmesinin ötesinde,
“en azından
diğer marjinal fayda teorilerine
göre, bir başka ayırt edici özelliği ortaya çıkmıştır. Zira Menger, kozal –
genetik bir yaklaşımı savunmuştur. Bu görüş, denge içersindeki karşılıklı
dönüşen pozisyonları içersinde, fiyatların bütün niteliklerini ve bağlantılarını
tespit etmek istemez. Menger bunun yerine reel ekonomik tandanslara
yönelmiştir ve sonuçta bunlar, ancak zaman içersinde dengeyi sağlayabilir.
Bu yüzden onun için önemli olan, fiyat oluşumu sürecidir. Ve hatta bununla
birlikte, tekil fiyatların genetik oluşum süreci, onun için büyük ehemmiyet
taşır. İşte bu görüş ve yönelim, onun öğrencisi Mayer tarafından, veciz bir
şekilde ifade edilmiştir : “ İki fiyat teorisi arasındaki fark, sonsuz hesapların
1045
Kirzner, İsrael M,The meaning of market process, Essays in the development of the modern
Austrian Economics, London,1992,s.73
1046
Gottl,1987,s.26-27
349
içersinde yatmaz. Gerçekte Matematikçiler ile Avusturyalıların temsil ettiği
fiyat teorisi arasındaki fark, çok farklı bir noktadadır.1047”
Buna karşı matematikçiler, fiyatların karşılıklı bağımlılığını, piyasada
meydana gelen denge pozisyonuyla açıklar. Ama bunu yaparken bu
bağımlılığı gösteren, derinde yatan kozal bağlamları ve uzuvları meydana
çıkarmazlar. Avusturyalı Ekonomistlerin fiyat teorisi ise, özellikle “bu kozal
bağlamların ve uzuvların ortaya çıkarılmasına yöneliktir.” Bakış açısının
hakiki kozal – genetik fiyat oluşumu sürecine yönelmesiyle birlikte ( bu
anlamda Schmoller‘i hatırlatan bir uygulama), Avusturyalılar reel süreçleri
zaman – mekân bağlamında araştırmaya başlamışlar ve bunun için ağır bir
yükümlülük altına girmişlerdi. Çünkü böylesi bir araştırma, salt simültane
dengeleyici sistemleri aracılığı ile yapılan, saf fonksiyonel bağımlılık
analiziyle, hiçbir zaman söz konusu bakış açısına bile girmesi mümkün
değildi.1048
Avusturya teorisi içersinde uygulanmaya başlayan bu genetik - kozal
yöntemden dolayı, değer oluşumu bağlamında, zaman, gelecek üzerine
belirsizlik ve genel anlamda gelecek üzerine, bazı problemler ortaya
çıkarmıştır. Aynı şekilde karar verme hürriyeti, kurumsal oluşum, yanılgı ve
beklenti oluşumu, ekonomik değer olarak zaman, bilgilenme maliyetleri ve
bazı uyum zorlukları konusunda, çok çeşitli karaktere ve niteliğe sahip
problemler ortaya çıkmıştır. Bunlar en nihayetinde denge arayışına yönelir ve
bunu gerekli bir kota olarak gösterir. Kozal – genetik metot bunun sonunda,
piyasa tandanslarının reel analizine ihtiyaç duyar ki bunun tarihçi bileşeni,
Schmoller‘in
bakış
açısını
andırır.
Fakat
bununla
Avusturyalılara güvenilmemesi gerektiğini vurgulamıştır.
birlikte
Cassel,
Çünkü sübjektif
değer tahmini ve başlangıç stokları varsayımından yola çıkarak, malların
fiyatlarının ve paranın dağılımının, fiyatların kaçınılmaz bağımlılığı ve
miktarın
çokluğu
nedeniyle,
sadece
tüm
eşitlemelerin
aynı
anda
gerçekleştirilmesi durumunda, tespit edilebilir olduğunu belirtmiştir. Bu
1047
1048
Mayer,1927,s.11-12
Neue Wege der Nationalökonomie, s.129
350
gerçeklik Walras ve diğer fonksiyoncu değer yargısı teorisyenleri tarafından
şart koşulmuştur.1049
Fiyatların eşzamanlı oluşumu ve genetik – kozal metot, hakikaten
bunu büyük ölçüde sınırlandırır. Bu yüzden Menger‘in itirafları arasında olan,
fiyatların bütün bağlantılarının genel anlamda sunumun için, yeterince
gelişmedikleri yönündeki beyanı, kimseyi şaşırtmamıştır. Bununla beraber,
bu yöndeki bir yapılanmanın önünde bir engel bulunmadığına dair ifadesi ise,
oldukça şüpheli görünmektedir.
Bilakis tüm bağlantılar ve kozal bağlantı
arasında, karşılıklı bir dışlama ilişkisinin olduğu söylenebilir ve şüphesiz bu
durum, Avusturya yaklaşımı içersinde, başka bir gerilim kaynağının
doğmasına neden olur. Fakat bununla birlikte unutulmaması gereken, söz
konusu kozal analiz, sonuçta onu Neo – klasik görüşten ayırır.
Bir başka soru ise Avusturya yaklaşımının, Chicago varyasyonundan,
ne ölçüde farklı olduğuna yöneliktir. Paque bu soruyu 1985 yılında, üç
boyutlu ele alarak, her iki varyasyonun birbirinden oldukça uzak olduğunu
açıklamıştır. Bu üç boyut birincisi rasyonalite olgusunun statüsü ( a priorizm
burada enstrümantalizme karşıdır ) , ikincisi denge konseptinin önemi ve
kapsamı alanı ve üçüncüsü ise ekonomi içersindeki ampirik araştırmaların
hedefi ile sınırlarıdır.1050
3.3.2. Bilinç ve Şartlar
Bu iki tanım değerlendirme için fevkalade önemlidir. Bir maddeye bir
değer biçilmesinin şartı, bireyin ihtiyaç ile olay arasındaki ilişkisinde
maddenin ihtiyacını tatmin edebileceğini algılamasıdır. Öyleyse kendi durumu
ile ilgili bilinç olmalıdır. Ve var olan şartları kendi kullanımı dâhilinde olan
olanaklar ile değiştirebilme bilgisine sahip olmalıdır. Bu durum pek çok şey
içerir.
1049
1050
Neue Wege der Nationalökonomie, s. 129-130
Dolan,1976,s.45
351
3.3.2.1. Yansıtma –Reflexion
Kendi ihtiyaçlarının bilgisi ve tatmini konusu bir miktar entelektüel
kabiliyet gerektirir. İhtiyaçların bir kısmının tatmini dışsal-vücutsal ihtiyaçların
tatminine yöneliktir. Hayatta kalma ve bunun bilgisi kuvvetli psişik tecrübeler
(açlık gibi) ile yerleşmiştir. Öyleyse ihtiyacın tatmini ile ilgili strateji yansıtma
ile bağlantılı olduğu için, en basit çabuk ve kolay olarak bu ihtiyacın tatminine
yönelik yöntemdir. “içsel psişik” ihtiyaçlar, düşünceler kompleks hale gelir.
İlave olarak temel etik ve dini dünya görüşleri ve bunların tecrübeleri etkilidir.
3.3.2.2. Subjektif Tecrübe
Birey sadece tanıdığı ihtimalleri dikkate alabilir. Bu kişisel temayüller
bütün yeni tecrübeleri ve önyargıları dikkate alır. Ve değer yargısının içine
akarlar. Değer yargısının kendisi böylece kendi ihtiyacı bağlamındaki çevre
koşulu ile ilgili şahsi bir değerlendirme halini alır.
3.3.2.3. Bilginin Yanlışlık Durumu
Değerlendirilen subye iki çeşit hata yapabilir. Birincisi kendi ihtiyaçları
konusunda hata yapabilir. İkincisi maddenin (şeyin) ihtiyacın tatminine
yönelik
tahminde
hata
yapabilir.
Birincisinde
hata
kendi
değerlendirmesidir.1051 İkincisinde ise, objektif özellikler bahis konusudur.
Değerlendiren subye, maddenin ihtiyacını tatmin edecek özellikler olduğuna
inanıyor. Bu durum hem nicelik hem de nitelik kökenli olabilir. Menger
bundan dolayı, “anlamın değişken bilgisi” olarak söz ediyor.1052
1051
1052
Menger,1968,s.122
Menger,1968,s.122
352
3.3.3. Nedensellik (Kozalite) ve Zaman
Menger’in kozalite tanımı her şeyden önce değer teorisi açısından
önemlidir. Ona göre, “her şey nedensellik ve etki kanunları altındadır.” Bu
büyük prensibin istisnası yoktur ve beyhude bir şekilde, empiri alanında onun
karşıtını arar durumda olurduk.1053 Menger bu temellendirici strüktürü, psişik
hassasiyetlerin dünyasına taşıyor:
“Bizim kendi kişiliğimizde ve bunun benzerlerinde, bu büyük dünya
bağlamının parçalarıdır. İçinde bulunduğumuz durumdan bizim kişi olarak
yönelişimiz kozaliteden başka türlü değerlendirilmez. Nedensel- bağlamda
insani tatmin ile yan yana gelebilme kabiliyetine haiz şeyler, faydalı olarak
değerlendiriliyor.”
Menger’e göre, bu kozalite (nedensel) bağlamı nereden tanıdığımız ve
aynı zamanda eğemezliğimize aldığımız ve gerçekten ihtiyaçlarımızı tatmin
etme durumuna gelmiş olması, onları mal (güter) olarak adlandırmamızı
sağlar.1054 Nedensel bağlam en nihayetinde kanunsal strüktürler kökenlidir.
Bunlar dünyanın temelinde vardır ve onu belirler. Böylece değer teorisinin
“objektif yönü” oyuna dâhil olmuştur. Çünkü burada şeylerin özellikleri söz
konusudur. Ve bunlar ihtiyaçların hakikaten tatmin etmesinin ön şartıdır.
Menger “Grundsatze’de” ihtiyaç ile değer arasındaki ilişkiyi (kozal) nedensel
olarak niteliyor.
1871 yılında kitabın basılmasından hemen sonra bu kozal-bağlam
Hack tarafından eleştirilmiştir. Onun eleştirisi ihtiyaç-mal arasındaki ilişkinin
kozal tanımlı ilişki olarak belirlenmesine yöneliktir. Çünkü bunun içinde
sadece hedef-araç ilişkisi görmekteydi.1055Menger bu eleştiriyi dikkate almış
ve daha “Untersuchung’da” bu yaklaşıma mesafe koymuştur. Ve artık ihtiyaç
ile mal arasındaki ilişkiyi araç-amaç münasebeti olarak değerlendirmiştir ve
kozal (nedensel) bağlantı artık söz konusu bile olmamıştır. Menger
Untersuchung’ta şöyle demiştir:
1053
Menger,1968
Menger,1968
1055
Priddat, Der ethische Ton der Allokation Ehtik und Politik in der deutschen
Nationalökonomie des 19.Jahrhunderts Nomas, Baden-Baden, 1991,s.185
1054
353
“İnsani iktisadın çıkış noktası ve hedef noktası artık sıkı bir şekilde
tayin edilmiştir. İhtiyaç ve mal arasındaki ilişki artık amacına uygun vasıtayla
belirlenmiştir ve ihtiyaç duyma durumundan, tatmin olmuş duruma yol
açacaktır.”1056
Kozal
tayin
edilmiş
objektif
gerçeklilik
düşüncesinden
vazgeçmiyor ama bunu subye meyilli bileşen üzerine genişletiyor. Menger,
bireysel beklentilerin tayin edilmesiyle mallarla donanması ve ihtiyacın ne
zaman tatmin olduğunun tespiti ile birlikte var olan veriler doğrultusunda
ihtiyaç tatminin sıkı tayin edilmiş süreci için gerekli olan kuvvet sağlanmış
oldu. Kozal ilişkilerden meydana gelen ontolojik bölüm budur. Kendi
ihtiyacımız ile obje arasındaki kozal bağlantı, subye tarafından tanınması
gerekiyor. Bu bilinçli yansıtma, tanım olarak amaç-araç ilişkisinin ön şartıdır.
Öyleyse kozal ilişki hemen subye vasıtasıyla bir amaç-araç bağıntısına
dönüştürülür. Birinci baskıda bu bölümün başlığı “malların kozal bağlantısı
üzerine” iken,1057 ikinci baskıda Menger bunu “ insanın bilinçli amacına uygun
malların bağlantısı üzerine” olarak değiştirmiştir.1058
Menger bir dipnotta ise şöyle diyor:
“Malların kozal bağlantısının gözünü çıkartanlar ve kozal kanunların
tespitinde aynısını hedefleyenler, iktisat teorisinin görevini yanlış anlıyorlar.
Bu görevi fen bilimleri psikolojisinin katılımıyla çözerler. Biz ise, buna karşı
araçları insani amaçlar doğrultusunda değerlendirmeliyiz. Ve bağlantılarını
ekonomik faaliyet yürüten insanın bilinç maksadına (zweckbewusstsein )
uygun olarak araştırmalıyız. Ve bunların kanunlarını tespit etmeliyiz. 1059 ”
Menger böylece esas sorunsallığı ontolojik zeminden, değerlendiren
ve davranan subyenin zeminine taşımış oluyor. Bu durum ise, rasyonel fayda
maksimize eden seçimin, ihtiyacı tatmin etmeye uygun olan çeşitli araçların
ve bununla davranan, seçen insan tabiatının ön plana çıkartılmasını mümkün
kılmıştır. Dünyanın kozal strüktürlerine olan inancını kaybetmiyor. Fakat
dikkatini değerlendiren subyenin transformasyonu üzerine yoğunlaştırıyor.
Zaman Menger’in teorisinde önemli bir olgu. Aktif olan bireyin ve ihtiyacının
1056
Menger, Carl; Grundsatze der Volkswirtschaftslehre,2.Aufl, Leipzig,1871/1923,s.16-21
Menger,1968,s.7
1058
Menger,1923,s.20
1059
Menger,1923,s.21
1057
354
analizi ile zoraki olarak zaman boyutu ve bundan dolayı oluşan neticelerle
ilgili soru ortaya çıkıyor. İki olgu birbirine karıştırılmamalı.
A) Menger için zaman kavramı kozalite ile direkt bağlantılıdır. İhtiyaç
ve mal arasındaki kozal ilişki zamansal bir boyut içerir; çünkü malların düzeni
–birinci sınıf malların düzenine dönüştürülmek zorundadır. İhtiyaç tatmini
birinci sınıf mallarla hemen, yani neredeyse hiçbir zaman aşımı olmadan
gerçekleşiyor. Fakat düşük sınıflı mallarda sürecin karakteri dikkate alınmak
zorundadır. Yani dönüşüm sürecinde bulunan zaman bileşkeni etkindir.
Değişim ve dönüşüm sadece zamansal boyutta yakalanabilir. Her dönüşüm
süreci, oluşmak anlamına gelir. Fakat bu durum sadece zaman içinde
düşünülebilir.1060 Menger burada Aristo’nun zaman kavramına dayanıyor.
Değişim ve dönüşüm ontolojik zeminde zaman kavramı ile bağdaşıktır. 1061
Yüksek sınıf mallar değerini, dönüştürüldükleri birinci sınıf mallardan alırlar
ve
bunlar
ise
değerini
ihtiyaçlardan
yani
bireyin
subjektif
değerlendirmesinden alırlar. Olası ihtiyaçları tatmin etmek için, bu ihtiyaçların
ortaya
çıkmasından
evvel
gerekli
üretim
süreçleri
oluşturulmalıdır.
Bilgilendirmenin eksik oluşu büyük bir rol oynuyor:
“Ürünün nitelik ve niceliği üzerindeki yüksek veya derecedeki
güvenliği, az ya da çok bilgilenme ile kozal süreçteki elementlerden oluşan
malların üretim sürecindeki gerçek bağlam veya aynılarının düşük özellikli
bağımlılığı ile insanın kullanımına dayanır.”1062
B) Zaman kavramının konu olması ile güvensizlik tanım olarak ortaya
çıkar. Aktif olan birey kendi olanağı dâhilinde bulunan birinci sınıf malların
nitelik ve nicelikleri oldukça iyi tahmin edebilir ve güncel ihtiyaçları konusunda
irtibat kurabilir. Gelecekteki ihtiyaçlar ve onların tatmini ile ilgili mallar
konusunda ise durum farklılaşıyor. Burada planlı eylem şarttır. Ne
gelecekteki malların nitelik ve nicelikleri ile ilgili yeterli bilgi olmadığı için, aktif
birey çoğu kez güvensizlik ile hareket eder.
1060
Menger,1968,s.21
Aristo, Metafizik, s.994
1062
Menger,1968,s.26
1061
355
Menger insanın karar verme davranışını zamansal boyuta bağlayarak,
Neoklasik yazarlara göre, oldukça gerçekliliğe uygun resim çizmiştir. İnsan
ticaret ile planlayarak aktif bir varlık olarak çevresinin şekillenmesine
doğrudan katılır. Davranışlarının büyük bir bölümü geleceğe dönüktür ve
sadece o anın tahminine yönelik değildir. Ve gelecekteki tatmine yani Aristo
terbiyesi ile “iyi hayata” yöneliktir. Sadece noksan bilgi uzun vadeli kararların
hatalı olmasına yol açmıyor. Aynı zamanda geleceğin kararlarını günümüzün
kararları altına alma isteksizliği önemlidir.
Şimdiki ve gelecekteki ihtiyaç tatmini arasında bir gerilim ilişkisi
mevcuttur. Şimdiki ihtiyaç tatmini gelecektekinden daha önemlidir. Bu zaman
tercihi (zeitpreferenz) olarak adlandırılır. Güncel ihtiyaçlar ve istekler üzerinde
kontrol sahibi olmak bir ticari oyun alanı rahatlığı sağlar. Bu durum sadece
insana özgüdür. Uzun vadeli kararlar verebilmek kabiliyeti, etik olmasa bile
ona yakın bir karaktere sahip olmayı gerektirir.1063
3.4. METEDOLOJİK BİREYCİLİK
Menger’de atomisik metot olarak ifade edilen ilkeye göre, toplumsal
bilimlerin konusu olan bir grup olarak insan davranışları ve toplumsal
kurumlar, onları oluşturan “bireylerden” hareketle incelenmelidir. Devlet ya
da ulus gibi olgular büyük bir karar alıcı olarak değil, çok sayıda bireysel
karar alıcıların karmaşık bir bileşiği olarak düşünülmelidir. Medolojik bireycilik
en iyi ifadesini Menger’in şu sözlerinde bulmaktadır.1064 Ulusal ekonomi
kavramını anlamak isteyen bir kimse, onun gerçek öğelerine, bireysel
ekonomilere yani bireysel karar alıcılara inmeli ve ikincisinden hareketle
birincisini inşa edecek kanunları araştırmalıdır. Toplumsal bilimlerde,
toplumsal bireyciliğin tam tersi yaklaşım, metedolojik bütüncülük holism
1063
Koslowoski, Peter, Prinzpien der Ethischen Ökonomie, Stuttgart,1988,s.35
Littlechild, S, Owen G,An Austrian model of the entreprenteuial Market process,Journal
ofMonopoly power,Economic Journal,Royal Economic Society,vol91, 1980,s.18
1064
356
olarak bilinmektedir. Bu yaklaşımda önemli olan grup ya da kurumların bir
bütün olarak özelliklerinin anlaşılmasıdır.1065
Menger, bireyi iktisadi fenomenlerin en küçük yapısal parçası olarak
görmüştür. Bir mevcutluğun ontolojik statüsüne sadece subye sahiptir ve bir
kurumun mesela devletin böyle bir statüsü yoktur. Bu bireylerden meydana
gelir fakat son aşamada sadece tanımsal düzlemde gerçekleştirilir. Menger
insan
davranışının
karakterini,
hedefe
yönelik
ve
maksatlı
olarak
değerlendiriyor. Fakat bunun istenmeyen neticeleri vardır. Bunlar pozitif
yasama yöntemleriyle yani kurumsal yapılanmanın yönetilen değişken
süreçleriyle bir sosyal yapının ve kurumun oluşmasına yol açar. Örneğin
Pazar, para veya hukuktur.
Menger’de bireycilik araçsal değil, ontolojik bir bireyciliktir. Yani
metodolojik ferdiyetçilik sadece karmaşık sosyal ve iktisadi fenomeni analiz
etmenin bir aracı değil, aynı zamanda toplumun ve iktisadın yapısının bir
yansımasıdır. “Sosyal Organizma” diye tabir edilenler maalesef saf mekanik
kuvvetlerin bir ürünü olarak yakalanıp yorumlanmazlar. Daha çok insani
çabanın
neticeleridir.
Eğer
bu
“organik
kökenli”
sosyal
yapıdan
bahsedilecekse; o zaman şu nedenden ötürüdür: Bu sosyal fenomenlerin bir
bölümünün, kendi ispatlarının ortak iradesinin sonucu olduğundan dolayıdır.
Ve diğer bölümünün, insani uğraşa yönelmiş oldukça bireysel amaçları
yakalama isteğinin, yansıtılmamış sonuçları olduğundandır.1066
Böylelikle kurumlar, bir tasarımın sadece bir bölümünün bilinçli olarak
uygulandığı sonuçlardır. Büyük bir bölümü ise, bilinçsiz ve plansız davranışın
neticelerinden oluşur. Menger bu süreçleri birkaç örnek ile gösteriyor. Para
ve hukukun ortaya çıkışıdır. Önemli bir nokta ise, kurumların oluşumunun
evrimsel bir süreç ile gerçekleştiğidir. Ekonomik fenomenler bireysel
önceliklere ve kararlara dayanır. Bu fenomenlerin anlaşılması sadece
bireysel zeminin analizi ile mümkündür.
Sosyal fenomenlerin araştırılmasında da Menger resoluta-kompsitiv
metodunu kullanarak, en küçük yapısal elemanı arayarak ve bu elementlerin
1065
1066
Neue Wege der Nationalökonomie, s.134
Menger, 1969,s.145
357
strüktürlerini ve bağlantılarını alt alta araştırmıştır. Ekonomik davranan subye
böylelikle Menger’de iki yönden ön plandadır. Menger değer teorisinde “mikro
zeminde” aktif olan bireyin nasıl motive olduğunu ve bununla ekonomik
fenomenlerin nasıl açıklanabileceğini araştırıyor. “Makro zeminde” ise birey
sosyal
teorinin
ortasındadır.
Menger’in
Untersuchung’da
geliştirdiği
metodolojik bireysellik aynı zamanda Tarihçi Okulların teorilerine, içerik yüklü
eleştirilerde bulunuyor. Ve onların “devlet” varsayımına karşı kutup olarak,
subyesi ile şekillenen bireyi yerleştiriyor.1067
Alter’e göre, Menger’in temel kavramlarından biri olan metodolojik
bireyciliğin Verstehen geleneği ile olan ilişkisinin tarihsel olarak uyumsuz
olduğudur. Çünkü Verstehen geleneksel olarak gerçekliğin bütüncül “holist”
kavramsallaştırılmasıyla birlikte anılır ve bu da bireyciliğin karşı kutbundaki
bir metedolojik tercih anlamına gelmektedir. Menger ise kendi metodolojik
bireyciliğini psikolojik Verstehen kavramsallaştırmasına empoze etmektedir.
Ve bunun sonucunda karmaşık bir birliktelik ortaya çıkmaktadır. Bu
birliktelikte Verstehen, sübyektivizm, psikolojizm ve bireycillik bir aradadır.
Böylece Menger olgusal bilginin temeli olarak yalnızca özel deneyimi kabul
eden spesifik bir anlama çeşidi öne çıkarmaktadır. Ve bu anlama biçimini
psikolojik olguların ve bireylerin iktisadi eylemleriyle sınırlamaktadır.1068
Hayek’e göre, bireycilik felsefi nominalizmin bir sonucudur. Kolektivist
teoriler
ise
büyük
ölçüde
realist
ya
da
özcü
gelenekte
köklerini
bulmaktadır.1069 Burada Menger bir orta yol arayışı içindedir.
3.5. İHTİYAÇLAR
Menger’in temel sorunsalı, ne milletlerin zenginliği ne de piyasa
sisteminin tutarlılığı idi. Önemli olan insan ihtiyaçları ve bu ihtiyaçların
teminine yönelik bilinçli girişimleri ifade eden bireysel insan faaliyetleridir
1067
Boos, Marggerete; Die Wissenschaftstheorie Carl Mengers
İdeengeschichtliche Zusammenhange, Wien, Köln,1986s.174-181
1068
Alter,1990,s.327
1069
Hayek, Unemployment and the Unions,1980,s.6
Biographische
und
358
Bütün iktisadi teori araştırmalarının çıkış noktası ihtiyaç halinde olan insan
tabiatıdır. İhtiyaç olmasaydı ekonomi olmazdı v.s. İhtiyaçlar, onların tatminin
garantisi insan iktisadının hedefidir. İhtiyaçların öğretisi iktisat bilimi için
büyük önem taşır. Ve aynı zamanda fen bilimlerinden sosyal bilimlere ve
özellikle iktisat bilimine bir köprüdür.1070
19.yüzyılın sonu ile 20.yüzyılın başlangıcında insan davranışının esas
dürtüsü olarak görülen “ihtiyaçlar” dönemin önemli konularından biri olmuştur.
Oskar Kraus, Lujo Brentano ve Cubel bu konu ile ilgilenmişlerdir. 1071
Menger’de ihtiyaçlar (Bedürfnisse), insanları iktisadi faaliyete iten dürtülerdir.
Ancak Menger’in buradaki çıkış noktası Jevons’da olduğu gibi hedonostik bir
yaklaşım değil, ihtiyaçların doğallığıdır. Menger’le Neoklasik İktisat’ın
kavramsal düzeydeki bu farklılaşması Menger’in aldığı Alman tarzı iktisat
eğitiminden kaynaklanır. Menger( Bedürfniss)ihtiyaç kavramını da Alman Milli
İktisat’ından almıştır. İhtiyaç kavramından farklı olarak bir de ihtiyaç
miktarı(Bedarf) kavramını kullanır. Bedarf’ı “bir insanın ihtiyaçlarını tatmin
için gerek duyduğu mal miktarı” olarak tanımlar.1072
Burada ortaya çıkan soru, Menger’in iktisadi aktörünün,
Neoklasik
yapı olan homo-economicus ile ne kadar uyumlu olduğudur.1073 Bu durum şu
varsayımları içerir: Aktör,
- faydasını maksimize eder
- rasyonel davranır
- zaman ve mekândan ayrılmıştır
- tepkisel davranır
- geçiş önceliği vardır
Birinci varsayım ihtiyaç ile bunun bilincine varmak arasındaki ilişkiyi
kapsar. Hangi aracın ihtiyacı karşılayacağına dair tespit ve bu araca
ulaşmanın yoludur. İlkönce ihtiyacı karşılayan araç tespit edilirse, o zaman
buna giden yol katı bir şekilde tayin edilmiştir.
1070
Menger,1923,s.1
Kraus, Oskar; Das Bedürfnis,
Leizig,1894,Brentano1908,Cubel1907
1072
Menger,1871,s.32
1073
Alter1982,s.149-161
1071
Ein
Beitrag
zur
Beschreibenden
Psychologie
in
359
Menger hem Grundsatze’de hem de Unterschung’ta bu konuya
kendisini adamıştır. Onun varsayımına göre, aktif birey imkân dâhilinde olan
malların niceliği ile ihtiyaçlarını olabildiğince karşılama niyetindedir.1074 Bu
ise, Neoklasik fayda maksimizasyonuna denk düşüyor. Büyük farklılıklar ise
başka noktalarda ortaya çıkıyor. Menger aktif olan bireyi zamansal bir
çerçeveye oturtur. Ve onun ihtiyaçları ile malların niteliği ve niceliği hakkında
yetersiz bilgiye sahip olduğunu varsayar. Böylece bireyin güvensizliği çok
büyük rol oynar. Menger’in aktörü dışarıdan gelen olaylara tepkisel karşılık
vermiyor. Aynı zamanda aktif davranan bir “homo agens” Bunun nedeni ise,
içsel faktörler (ihtiyaç) ile dışsal faktörler (mal) arasında, değişken bir
etkileme olduğundandır. Böylece Menger’in “homo agens’i” çok daha fazla
davranan bireyin psişik strüktürlerinin varsayımları üzerine oturur. Ve bu ise
bütün psikolojik sorunsallıklardan soyut olan “homo economicus” tur.
Menger’in iktisadi faaliyet yürüten insanı, dinamik bir gözlemin temelidir. 1075
Menger’de ihtiyaçlar kesinlikle sınırlıdır. Bu bağlamda Menger’deki
Bedarf kavramı Neoklasik İktisattaki wants ile karıştırılmamalıdır. İhtiyaçların
sınırlılığı Menger’in iktisadi malı anlatmak için verdiği bir örnekte açıkça
görülmektedir; günlük bin kova suya ihtiyacı olan bir köyden günlük yüz bin
kova taşıyan bir dere geçiyorsa, Menger’e göre, suya olan ihtiyaç fazlasıyla
karşılandığı için o köyde su iktisadi mal olmaz. Görüldüğü gibi burada
ihtiyacın bir sınırı vardır.1076
Kirzner‘in eleştirisi ise, Menger‘in ikinci bölümde yer verdiği, ihtiyaç
konsepti üzerine yoğunlaşır.1077Menger bu bölüme, aşağıdaki sözlerle başlar:
“ İhtiyaçlar bizim dürtülerimizden ortaya çıkar, fakat bunların kökenleri ise,
tabiatımızda
yatmaktadır.
Buna
göre
ihtiyaçların
tatmin
edilmemesi,
tabiatımızı parçalar. İhtiyaçların kısmen tatmin edilmesi ise, tabiatımızı
zedeler.1078 Menger burada hiçbir sübjektivist çağrışım taşımayan, natüralist
1074
Menger,1968,s.51
Priddat,1977
1076
Menger,1871,s.82
1077
Krizner, Market Theorie and the Price System, Van Nestrand, 1963, ,s.68
1078
Menger,1968,s.65
1075
360
bir ihtiyaç konseptini savunur.1079 Burada sanki psikoloji, bireyin psikolojik
strüktürünü, bireyin tüm özgür seçim eylemlerinin ilerisinde, kesin talepler
ivedilikle oluşturmuştur. Menger hiçbir otonom önceliği veya spontane ve
bağımsız takip edilen hedefleri vurgulamaz. Bunun yerine ekonomik
davranış, var olan ihtiyaçlara, kaçınılmaz bir biçimde uyum sağlamasından
bahseder.1080
Öyleyse ikinci bölümü ara fasıl olarak değerlendirebiliriz. Burada bazı
konulara değinilmiş, ama hiçbir şey analitik anlamda ele alınmamıştır. Bu
bölümün bütününde, pek çok genel geçerli anlayış tekrarlanmıştır. Menger
burada sergilediği özelliği itibarıyla, Roscher‘in zayıf noktalarını hatırlatmıştır.
Menger sürekli olarak, birinci sınıf malların ekonomik karakterinin, düşük
sınıflı mallar tarafından tayin edildiğini tekrarlamıştır. Ayrıca planlanan
üretimin, bazı verilere ihtiyaç duyduğunu belirtmiştir. Örneğin “ticaret raporları
veya ekonomi muhabirlerinin açıklamaları gibidir.”1081
Menger daha sonra genel kıtlık teoremi üzerinde durmuştur. Bunun
rasyonel bir seçim davranışı gerektiğini belirttikten sonra, doğrudan ve basit
bir şekilde, özel mülkiyetin gerekliliğine geçer. Fazla sayıda veya bol
miktarda bulunan malları, serbest mal olarak tanımlar. Menger’e göre; insan
ihtiyaçlarının önemli bir özelliği sonsuza kadar gelişim kabiliyetine sahip
olmalarıdır. Bu sonsuza gidiş belirsizlik doğurmaz. Çünkü ihtiyaçlar, halkalar
ve kademeler şeklindedir. Her kademeyi tanımlayabiliriz. Bu kademeler
sonludur. Kültür ilerledikçe bir üst kademedeki ihtiyaçların tatminine
geçilir.1082 Buna göre yüksek kültür gelişiminde, toplumsal ihtiyaç düzeyi
yükseldiği için, daha önce serbest olan malların, sınırlı mal haline dönüşür.
Kültür ilerledikçe ve insanlar ihtiyaçlarının tatmini için gerekli malları daha
uzun üretim süreçleri sonunda elde etmeye başladıkça kendileri için
ihtiyaçlarının tatmini yolunda canla başla uğraşma artar ve ihtiyaç miktarlarını
temin etme gereği daha zorlayıcı olur. Menger gelecek hakkında çok iyimser
değildir. Burada soyut düzlemden reel hayata geçerek Avusturya’nın ilkel
1079
Menger,1968,s.49
Krizner, İsrael M;The Austrian Perspektive on the Crisis, in Littlechild,1990,s.68
1081
Menger,1968,s.32
1082
Menger, 1968,s.33
1080
361
kabilelerini örnek verir. Zira bu kabileler acıkmadan avlanmazken, “kültür
insanları” hem kendi geleceklerini hem de nesillerin geleceklerini de
düşünürler.1083 Menger insanları ve kültürleri geçim konularını hangi vadede
ele aldıklarına göre tasnif eder. Mesela Kızılderililer’in yarının yiyeceği için
uğraştıklarını, göçebelerin birkaç gün sonrasının yiyeceğini yetiştirdiklerini,
gelişmiş kültürlerin ise onlarca yıl sonra birinci derece mala dönüşecek
ürünleri üretmekte olduklarına değinir.1084 Kültür insanı geleceği düşünür,
periyodik plan yapar, gelecekte beklediği, tahmin ettiği ve olası gördüğü
ihtiyaçları için üretim yolları bulur. Bunlar iş bölümü mantığı içersinde, diğer
iktisadi sübyelere bağlıdır. Peki, buradaki toplumsal iş bölümü nasıl
gerçekleşir? Periyodik planı belirleyen nedir? Hangi kanunlar basamakların
uyumunu sağlar ve nihai tüketici ürünleri ile üretim yolları arasındaki ilişkiyi,
tespit eder?
Bu
noktada
Menger‘in
eseri
içerisindeki zamansal
bağlantılar
arasındaki boşluk, şaşılacak ve görmezden gelinmeyecek bir şekilde,
kendisini gösterir. Bu boşluk sonraki zamanlarda Böhm -Bawerk tarafından,
onun Agio “hafifletmek” teorisi ve üretim strüktürlerinin yapılanmasını
tanımlamasıyla birlikte kapatılacaktır. Menger‘in yazıları ise, basit bir şekilde
tarihçi – ampirik düzlemde kalır.
“ Eğer bir mala yönelik ihtiyaç …., malın miktarından daha büyükse , o
zaman daha işin başında belirgin olan , ihtiyaçların bir bölümünün tatmin
edilemeyecek oluşudur.Söz konusu malın ulaşılabilir miktarı ve pratik
anlamda kesin gözüyle bakılan belirli bir miktar mal, hiçbir şekilde bununla
ilgili olan ihtiyacı etkilemeden azaltılamaz.” 1085
Söz konusu bu bir miktar malın ( kısmi kantite ) öneminin tespitiyle,
esasında sadece önemsiz ( trivialitat ) bir gerçekliliğe ulaşılmıştır. Fakat bu
tespitin üzerinden, milli ekonomik yansıma için, oldukça değerli önerilerin
ortaya çıktığı ise, şüphesiz bir başka gerçektir. Menger öncellikle ekonomik –
kıt olan mallarla, ekonomik – olmayan mallar arasında bir ayrıma gider.
1083
Menger, 1871,s.33
Menger,1871,s.127
1085
Menger,1968,s.77
1084
362
İhtiyaçların tatmini birinci derece mallarla olur. Menger “mal” ve “iktisadi mal”
ayrımını ihtiyaçtan hareketle yapar. Mallara sahiplik ile ihtiyaç miktarı üç farklı
biçimde karşımıza çıkmaktadır.
i)
İhtiyaç miktarı, sahip olunan miktardan büyüktür.
ii)
İhtiyaç miktarı sahip olunan miktardan küçüktür.
iii)
İhtiyaç miktarı sahip olunan miktara eşittir.
Bir malın iktisadi mal olabilmesi için birinci kategoride bulunması
gerekir. Dolayısıyla bir malın iktisadi mal olup olmaması kendi iç özelliğine
değil, ihtiyaç miktarından az yâda çok olmasına göredir.1086 İhtiyaç miktarının
sahip olunan mal miktarından küçük olan mallar ise, fayda sağlayan, fakat bir
değer ihtiva etmeyen mallardır. Çünkü bunlar bir kova su örneğinde olduğu
gibi, hayati önem taşımakla birlikte, sonsuz miktarda bulunurlar. Bunun
sonucu bir kova suyun kısmi kantitesi, bir değer taşımaz. Zira suyu dönük
ihtiyaç, problemsiz bir şekilde tamamıyla temin edilebilir. Menger‘de marjinal
değerin, sübjektivist mi yoksa objektivist mi olarak yorumlandığı belirgin
değildir. Gerçi Menger değerin mallara yapışık olmadığını ifade eder ve
bununla birlikte sübjektif mal değerinin hüküm ve koşullarıyla bağlantıda
olduğunu belirtir.1087
Fakat bütün bölüm göz önünde tutulduğunda aydınlığa kavuşmayan,
onun bununla insanın fizyolojik – psikolojik yapısal şartlarıyla, içsel – bireysel
kısmen karşılaştırılabilir değerlerini mi, yoksa tekil bireylerde oldukça sabit bir
ihtiyaç strüktürünü mü kullanmış olduğu veya onaylamış olduğudur. Zira
Menger bunun dışında, değerlendirmeler arasındaki farklılıkların, daima
bireylerin farklı somut doyum noktalarına dayanabileceğini belirtmiştir. (Gıda
maddeleri ihtiyaçlarının, birey a‘ da x noktasına, birey b‘ de y noktasına
kadar.1088 ) Menger bununla birlikte, sanal değer konseptinden vazgeçmez.
İhtiyaç analizine,
ihtiyaç sınıflandırmasıyla başlar ve bunun tepesine
gıda ihtiyacını oturtur Fakat bundan sonra belirleyici yenileşmeyi yürürlüğe
koyar, bu yenilik Alman dilli sübjektif değer öğretisinin, açıkta kalan noktasına
1086
Menger, 1968,78
Neue Wege der Nationalökonomie, s. 136
1088
Streissler, 1963,S.34
1087
363
işaret eder. Buna göre çeşitli ihtiyaçlar, sadece bütünsel çerçeve içersinde
tercih için önemli değildir. Aynı zamanda bu ihtiyaçların yanında, az veya çok
tamamen tatmin olmaya yöneliktir. Öyleyse “Klasik Yerleştirme,” şu
belirttiğimiz şekildedir:
“ Buna göre insanların gıda ihtiyaçlarının tatmini ve bunun anlamı
oldukça farklı kabul edilmelidir. Hayatını idame ettirebilecek olan noktaya
kadar giden gıda ihtiyacı, her insan için hayatını devam ettirmek, birincil
derecede önemlidir. Bunun dışında kalan tüketim ise, insanlar için sağlığını
koruma babında önemlidir. Gıda ihtiyacı artık tamamen tatmin edildiği
noktada, yani bundan sonra tüketilecek olan gıdalar ne hayatı idame
ettirmek, nede sağlıklı yaşamak için önemli olmadığı için ve hatta tüketiciye
bir haz verme noktasını da aştığı için, söz konusu tüketim devam ettirilirse,
hem kişinin hayatı, hem de sağlılığı tehlikeye düşer.”1089
Bu formülasyon içersinde, bireyler üzerine genel ve fazla inkâr
edilemeyecek bir değerlendirme yatar. Oysa bununla birlikte, söz konusu
formülasyondan teori oluşumu için, ortaya bir sonuç çıkmaz. Hatta onun on
ölçekli grafiği, formülasyonda daha fazla amaca hizmet eden, bir anlayış
sergiler. Bu şema esasında araştırılacak alanda, sıradan bir yaşamın sadece
psikolojisini tanıtmaya yönelikti.1090 Ama daha Stigler, bunun oldukça önemli
bir skala olduğunu fark etmiş, fakat aynı zamanda şu sözler sarf etmiştir:
Ama ne yazık ki onun büyüklükleri, anlam olarak bir kesinlik taşımaz. 1091
Grafik 1 gıda ihtiyacına işaret eder. Grafik V ise tütün tüketimini gösterir.
Rakamsal değerler ise, ihtiyacın derecesini gösterir.1092
1089
Menger,1968, s. 91
Menger, 1968, s. 92 – 95
1091
Stigler, 1937, s. 238
1092
Gıda ihtiyacı 10 değer ile başlar ve seviyeden, değer 1 noktasına kadar basamak azalır.
1090
364
Figür 1: Menger 1968 , s. 93 – ihtiyaç grafiği .
I
II
III
IV
V
VI
VII
VIII
IX
X
10
9
8
7
6
5
4
3
2
1
9
8
7
6
5
4
3
2
1
0
8
7
6
5
4
3
2
1
0
7
6
5
4
3
2
1
0
6
5
4
3
2
1
0
5
4
3
2
1
0
4
3
2
1
0
3
2
1
0
2
1
0
1
0
0
Buna göre şemadan ilk edebileceğimiz sonuç ise, gıda ihtiyacının
tütün ihtiyacından çok daha büyük olduğudur. Menger bu şema vasıtasıyla,
ihtiyaç tatmininin kesin denge analizini sunar. Ayrıca bu grafik onun kozal –
determinasyoncu metot yaklaşımına uygundur.
“ Rakam altıyla göstermek istediğimiz, tütün ihtiyacının birey için, gıda
ihtiyacını tatmin ile aynı anlamı kazanmaya başladığını göstermek isteriz. Bu
yüzden birey bu noktadan itibaren, tütün ihtiyacı ile gıda maddesi ihtiyacı
arasında, bir denge bulma yoluna gitmeye çalışır.”1093
Menger bu sunumu öncelikle Neoklasik anlayışa göre, bireylerin
ihtiyaçlarının marjinal değer dengelemesine bir tezatlık oluşturur. ( Miktar
sunulabilen bir ihtiyaç grafiğinde. )Ayrıca bununla birlikte burada oldukça
heterojen nesnelliklerin, bu grafik içersinde yer bulması problemini
beraberinde getirir. Örneğin genel anlamda gıda ihtiyacı ( I ) ve spesifik tütün
hazzı. ( V ) Gıda ihtiyacı çok farklı maddeler aracılığı ile tatmin edilebilir.
Bunun önkoşulu ise tüm bireylerin gerçekten toplulaştırılmış, ihtiyaç
bileşenleri taşımalarıdır (örneğin gıda.) Peki, ama bunlar sürekli sabit ve
1093
Menger,1968, s. 93 – 94
365
bütün bireylerde aynı mıdır? Ekonominin her niceleyen yaklaşımı, zorunlu
olarak fayda ölçüsü problemini barındırır. Tıpkı Menger‘in grafiğinde olduğu
gibi. Peki, bu durumda, söz konusu farklı basamaklar neyi ifade eder?
Derece I ( en üst basamak ) örneğin 3 kilo ekmek, 20 gr yağ ve 10 gram et
olabilirdi veya buna benzer bir kombinasyon. İşte bu söz konusu derece,
pratikte bir birim ihtiyacın baz ihtiyacını temsil eder. (
Bu derece aynı
zamanda diğer basamaklar içinde bir ölçüt oluşturur. )
Menger sübyeye yönelik yüksek şartlar belirler. Buna göre sübye hem
grafikteki tüm ihtiyaçları, farklı şekillerde bir araya toplayabilir, hem de sayısız
mal tanır ve bunları kısmi karışımları içersinde, miktarlarına göre belirlenmiş
seviyelere dağıtabilir. Ve bunun sonunda grafik seviyelerinde hala zihinsel
ölçü ve karşılaştırma faaliyetinde bulunabilir. ( Örneğin 5 gram et ile 10 gram
tahıl veya 30 gram ekmek ile 5 gram tahıl = 1 paket sigara. ) Bununla birlikte
bu kombinasyonların tümü, aynı anda değerlendirilmedir, zira Menger‘in
şeması basit bir şekilde gerçekçi değildir.1094
Aynı şekilde X ekmek = Y tütün yaklaşımının, bu tercihte bulunan
kimse tarafından hangi ortak nitelikten yola çıkarak değerlendireceği,
tamamıyla belirsizdir. “Örneğin bu tüm tatmin birimleri üzerine uygulanabilen”
Edgeworth tarafından iddia edilen zaman – fayda partikül üzerinden mi
yapılacaktır1095?
Eğer Menger yaklaşımının güçlü olduğu yönlerden biri,
hedonist yaklaşımın “arzu –arzusuzluk teorisinin”
dışında kalmaksa, o
zaman teorik bağlamda burada bir boşluktan başka bir şey kalmaz.1096
Menger grafiğinin bir diğer varsayımı ise, tercihi ölçeğin kalıcılığı ve ex
post ile ex ante tatmin arasındaki ayniyettir. Buna göre birey grafik I‘ deki ilk
tatminden önce, üç kez I‘de tatmin olduktan sonra gelen birimin, tütün birimi
olduğunu bilir. Öyleyse Menger gerçekleşen bir kısmi tatminin, daha sonraki
değerlendirmeleri etkilemeyeceğini varsayar.1097 Önceliklerin ve tercihlerin
nasıl oluştuğu ve bunların gelişimini nelerin etkilediği ise, tam bir muamma
1094
Neue Wege der Nationalökonomie, s. 140
Edgeworth, Mathematical Psychics: An essay on the application of mathematics to the moral
sciences, 1881,s.16
1096
Neue Wege der Nationalökonomie, s. 142
1097
Edgeworth,1881, s. 1 – 16
1095
366
olarak kalır. Ayrıca daha önce belirttiğimiz gibi, bunların bağımlılıkları ve
hangi zamansal ufka yönelik oldukları belirsizdir. Daha önce ret edilmekle
birlikte, onun sunumu için oldukça önemli olan ve oldukça güçlü bir etki
yaratan bir başka implikasyon ( içerme ) ise, sürekli olarak azalan marjinal
faydadır, “buna diğer fayda birimleri de dâhildir.1098 ”
W. Wundt fayda eğrisinin önce maksimum seviyeye doğru yükseldiğini
ve ancak bundan sonra düştüğünü teyit eder.1099“Çan veya çan eğrisi
fonksiyonu” gibidir. Çünkü ekonomik temel varsayım mallar genel anlamda
kıt olarak kabul ettiği için, öncelikli olarak eğrinin yükselen bölümü geçerlidir.
Dolayısıyla bu bölüm, ekonomik eylemin belirleyici bölümüdür. Bu yüzden
yükselen ve düşüş eğilimi göstermeyen fayda grafikleri önemlidir.1100
Sübjektivist bir pozisyondan, genelleştirilmiş içsel - bireysel bir tanımlamanın,
geçerli olup olmadığı sorgulanabilir. Schmoller bu durumda zamana bağlı ve
ihtiyaç eğrileri üzerine olan, merkezi açıklamalarda bulunmak için, tarihçi –
ampirik – istatistikî araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu söylerdi. Burada yine
açıkta kalan ise zamanlar arası bileşendir. Bireyin planlamaları hangi zaman
aralığına yöneliktir? İhtiyaçların geri dönmesini rasyonel olarak nasıl planlar?
Menger daha sonraları gerçekçi bir şekilde, bu grafikleri içersine
yerleştirilemeyecek olguların olduğunu itiraf eder. Çünkü Menger bunları
esasında, yanılgı yaklaşıma bağlamıştır. Buna göre iki değer vardır. Birincisi
bireyin uzun vadeli tatmin değeridir ve ikincisi aksettirilmemiş “impulsiv wert”
dürtüsel değeridir. Öncellikle insanların kolay yönlendirilebilir olduğunu
bilmemiz gerekir. Buna göre hızlı ve daha yoğun olarak gerçekleşen ve geçici
refah sağlayan ihtiyaç tatmini, daha az yoğun ama daha uzun vadeli refah
sağlayan ihtiyaç tatmininden daha önemlidir. Öyleyse çoğu zaman geçici haz
ve zevkleri, uzun süreli refahlarına tercih ederler. Hatta bu hazları bazen
hayatlarının üzerinde bile görürler.”1101
1098
Menger,1968,s.23
Bu ifade Graziadei tarafından aktarılmıştır, 1899
1100
Neue Wege der Nationalökonomie, s.143
1101
Objektivist yanılgı yaklaşımı Topos, s. 121 – 122 ‘ de ele alınmıştır
1099
367
Menger kendi taslak çalışmaları içersinde söz konusu grafiği
silmiştir.1102 Bu konuda iddiaları ise açıktır : “Buna göre biz şimdiye kadar
yaptığımız araştırmalarla, bir yandan mal değerinin farklılıklarını son
kökenlerine kadar geri götürdük, fakat diğer yandan ise insanların tüm
malların değerlerini tayin ettiği, son ve en kökensel ölçüyü yakaladık,
Menger‘in kendisi bile, bu söylediklerine inanmamıştır.1103 Menger büyük bir
olasılıkla
rakamsal
problemlerin
dengeleme
bilincindeydi.
Bütün
sunumunun
inatçılığı
beraberinde
içersinde
tüm
getirdiği,
tezatlıkları
görmezden gelmiştir, çünkü paradoks bir şekilde teorik sübjektivizmin genel
zemini üzerinde, objektif – kozal ve fen bilimlerinin gerisinde kalmayan bir
kanıtlama girişiminde bulunmuştur.1104
Menger mutlaka yansımaların kanunsallıklarını, diğer bütün fiyat
yansımalarından daha belirgin bir şekilde göstermek niyetindeydi. Bu yüzden
Lachmann, Menger‘de sübjektivizmin sınırlı ve noksan bir devrim yaşadığını
belirtmiştir. Menger bir mal türü ( ör . Tahıl türleri ) ile çok sayıda ihtiyaçtan
(hayatta kalmak, hayvanları besleme… gibi ) yola çıkarak ve söz konusu
rezervin, marjinal fayda teorisinde bağımsız rasyonel karar doğrultusundaki
kullanımıyla, formel örneklerdeki nicelik ve ölçüt problemini aşar. Buna göre
çiftçi tahılı tekil önem basamağı doğrultusunda bölüştürür ve bunun
sonucunda, tahıl miktarında meydana gelen azalmayla birlikte, en düşük
karakterli ihtiyaç kullanımı ortadan kalkar.
Menger‘in tek ürün – çok ihtiyaç örnekleriyle birlikte, dikkatler ilginç
yeni bir problem üzerinde toplanır. Buna göre son kısmi kantititeye (miktar )
hangi değerin verileceği açıklığa kavuşmuştur, ama bununla birlikte bütün
tahıl çullarının birlikte, hangi değeri taşıdıklarıysa belirgin değildir. Kimse bu
noktada ihtiyaç tatmininin oldukça farklı olduğunu inkâr etmez ve bunun
grafikte 10 ile tanımladığımız değerden, 1 ile tanımladığımız değere kadar
gerilediğini görürüz ( burada söz konusu olan tahılın miktarı dolayısıyla, kısmi
kantititeler garanti altına alınmış gibi görünüyor. ) Ayrıca hiç kimse bir miktar
1102
Kauder, Emil, A history of marginal utility theory, 1965, s. 76
Neue Wege der Nationalökonomie, s.148
1104
Neue Wege der Nationalökonomie, s. 148
1103
368
tahılın ( ki bu tahıl ailenin kış boyunca gereksinim duyduğu buğday miktarı
olabilir ) , aynı kalitede olan tahıldan daha az bir değer taşıyacağını iddia
edemez.1105
Bu problemle ilgili olarak Böhm – Bawerk ve Wieser farklı sonuçlara
ulaşmıştır. Genellikle geçerli kabul edilen ise, ya kısmi kantiteler oranının
marjinal faydayla çarpılmasıdır, yâda farklı kısmi kantitelerin (teilquantitat )
marjinal faydalarının toplanmasıdır. Şüphesiz bu ikincisi çok daha büyük bir
toplam değer ortaya çıkartır.1106 Sık sık ifade edilen iddianın zıttı olarak ki
buna göre Menger Wieser‘in çözümüne daha yakındır, metin içersindeki
kapsamlı açıklamalara rağmen, belirgin bir cevaba ulaşmak mümkün değildir.
Çünkü burada belirsiz kalan nokta, onun değerlendirmesinin sadece herhangi
bir birime yönelik olup olmadığıdır. Sonuçta bu durum en düşük fayda
değerine işaret eder.
Bunların dışında tüm katılımcıların, marjinal fayda konusunda
birleştikleri bir nokta vardır. Buna göre belirgin ve saf objektif olan bir çözüm
vardır. Sübjektivist bir pozisyondan yola çıkarak, aynı zamanda farklı
aktörlerin,
farklı
toplam
değer
tespitinde
bulunduklarını
varsaymak
mümkündür. Fakat eğer durum bu olsaydı, o zaman saf rakamsal değerlerde
objektifleşen dengeleme çözümlerine ulaşmak mümkün olmazdı ve bunun
yerinde anlayarak iktisadi sübyelerin üzerine gitmek gerekirdi. 1107 Net miktar
ve sübjektif ile objektif, kantitatif ve kalitatif değer tespiti arasındaki gerginlik,
Menger’in peşini bırakmamıştır. Çünkü Menger farklı malların ihtiyaçlar
doğrultusunda, ya tamamıyla homojen olarak ele alınması gerektiğini ( her ne
kadar farklı tür ve çeşitlere dâhil olsalar bile… ) ,yada farklı kalitatif ihtiyaç
tatminine yöneleceklerini, berrak bir şekilde fark etmiştir.1108
Kullanım değeri teorisindeyse aynı problem ortaya çıkıyor ve bu
problemi Marks ile Ricardo üretim teorik yönden ele almaya çalışmıştır. Peki
nitelikleri farklı olan mallar, kantitatif yönden nasıl irdelenebilir? Veya başka
1105
Fakat bununla birlikte, çiftçinin üretim planına neye göre oluşturduğu ise, bu bağlamda
irdelenmez.
1106
Neue Wege der Nationalökonomie, s.150
1107
Neue Wege der Nationalökonomie, s. 151
1108
Neue Wege der Nationalökonomie, s. 151
369
bir deyişle farklı performanslar, nasıl ortalama toplumsal çalışma süresine
indirgenebilir?
Rakamsal değerlerle operasyon yapan ve determinasyoncu
dengelemeyi hedefleyen, mutlaka karakteristik bir iddia taşımalıdır. Menger
yaklaşımının gizli objektivizmi burada yatar. Bununla birlikte Liefmann çoğu
zaman Menger’i, gizli objektivist olmakla suçlamıştı.1109 Bir yandan farklı
ahşap türlerinin, değişken ısı değerleri vardır ama Menger‘e göre, “gösterişli
olmayan yiyecek ve içecekler, karanlık ve nemli yaşam alanları, zekâsı kıt
doktorların çalışmaları… Büyük miktarlarda elde edilebilecek olsalar bile,
bizim ihtiyaçlarımızı kalite yönünden hiçbir zaman tatmin edemez ve daha
yüksek kalitede mallarla yarışamazlar.”1110
Menger daha sonra sübjektivist değer öğretisine çelişkili bir biçimde,
aşağıdaki iddialarda bulunur:
“Yüksek kalite sahibi bir malın düşük miktarlarda bulunması ki bu
esasında insani bir ihtiyacı düşük kalitedeki ve yüksek miktardaki mallar gibi
aynı şekilde karşılar, ekonomik faaliyet yürüten insan için önemli değildir
(veya aynı değerdedir. ) Buna göre yukarıdaki ilişki babında, farklı kalifiye
mallar arasında aynı miktarda tüketilirler.”1111
Menger‘in tutarlı olmaya çalıştığını hissedebiliriz. Fakat bununla birlikte
değer teorisi ile ilgili en zor sorular cevapsız kalmıştır. Örneğin Daha yüksek
derece malların değerinin tespiti gibi Menger‘in ifadeleri bu bağlamda
gelişigüzel kalmıştır, ama tam olarak böyle olduğu için Böhm – Bawerk ve
Wieser‘in analitik izanı buraya yönelmiştir. “Yüksek derece mallarının
değerinin daima ve istisnasız bir şekilde, oluşumunu sağlayan daha düşük
derece malların tahmini değeri doğrultusunda biçimlendiği, berrak bir şekilde
ortadadır. ”1112
İlerideki zamanlarda ihtiyaç duyulacak malları teminat altına alabilmek
için, işgücü, ham maddenin… v.s… yanında sermayenin kullanılması,
durumu daha da karmaşık hale getirir. Menger burada özellikle Böhm –
Bawerk tarafından eleştirilen ve sermayenin daha ziyade saf bir prodüktivite
1109
Liefemann, Robert; Grundsatze der Volkswirtschaftslehre Vols 1und 2,Stuttgart, 1920,s.78
Menger,1968, 116
1111
Menger, 1968, s. 116
1112
Neue Wege der Nationalökonomie, s. 160
1110
370
– veya fayda teorisini benimser. Bu yaklaşımın kenarında ise, gelecek
refahın garanti altına alınmasının, şimdiki refah üzerindeki psikolojik etkisine
değinir. Bu düşünceyi Böhm – Bawerk faizin Agio teorisinde geliştirir.1113
Sermaye – ve faiz probleminin yanında, Wieser tarafından sorumluluk
problemi olarak adlandırılan durum ortaya çıkar. ( zurechnungsproblem )
Menger ise nihai ürünün değerinin, tamamlayıcı mallarda katılımcı tekil mallar
üzerine nasıl dağıtılacağı sorunuyla ilgilenmiştir. Üretim faktörleri ile mallar
arasında sübjektivist bir ilişkinin egemen kılınması sonucunda, onun çözümü
büyük ölçüde sınır ürününün ücretlendirmesine dönük şekillenir.1114
3.6. MÜBADELE VE FİYAT
İnsanlar ihtiyaçlarının tatminini en çoğa çıkarmak için mübadele
yaparlar, yani değiş-tokuşun amaçları mübadele yapan için yalnızca farklı
anlamı olan kullanım değerleridir. Nasıl üretim yalnızca tüketim için
yapılıyorsa mübadelede öyledir. Esas itibarı ile herkes kendi ihtiyacı için
ortaya çıkar. Yalnızca piyasada kazanç teklif edilir. Kapitalist ekonomi basit
bir mal üretimi karakterini kabul eder. Gerçekte Menger’in ele aldığı sadece
piyasa yasalarıdır. Onun öğretileri sosyal çalışma yaşamının organik, planlı
yapısını göstermez. Bilimin eski ustaları Smith ve Ricardo’nun doğal doğru
üzerine kurdukları büyük kazanımları görmezden gelirler. Pazar fiyatları bu
değerden sapmalar oluşturur, bunlar yağmur ve dalgalar gibi yalnızca
yüzeyde hüküm sürerler.1115
Menger’e göre, insanları mübadeleye sevkeden esas saik onların
bütün iktisadi faaliyetlerinde geçerli olan ihtiyaçlarını tama en yakın şekilde
tatmin etme çabalarıdır. Fakat bunu gerçekleştirmesi için üç şart vardır.1116
1113
Neue Wege der Nationalökonomie, s. 161
Neue Wege der Nationalökonomie, s. 161
1115
Neue Wege der Nationalökonomie, s.151
1116
Menger,1871,s.159
1114
371
1- Mübadeleye girecek kişinin sahip olduğu malların bazılarının değeri
onun için daha düşük olmalıdır. Başka bir kişi içinde bu malların değeri
yüksek olmalıdır.
2- İktisadi faaliyette bulunacak kişiler bu ilişkinin farkında olmalıdırlar.
3- Bu kişiler söz konusu mübadeleyi gerçekleştirecek güce sahip
olmalıdırlar.1117 Bu koşullardan sadece birinin bile olmaması, iktisadi
bir mübadele için gerekli bir ön koşulun eksik olması, iktisadi davranan
bireyler arasında malların mübadelesinin iktisadi bakımdan imkânsız
olması anlamına gelir.
Menger, Smith’in insanların ticaret ve mübadeleye tabiatları gereği
meyilli oldukları “doğuştan gelen mübadele dürtüsü” fikrini reddeder. Ona
göre mübadele sadece her iki tarafa çıkar sağladığı zaman gerçekleşir.
Menger’e göre, insanlar refahlarını artırmaya dönük rasyonel bir istekle
mübadele yaşarlar. Bu durumda iktisatçıya düşen, ticaret hadlerini
belirlemektir. Yani her tarafında artık değiş –tokuş yapamayacakları noktayı
bulmaktır. Birey ancak aldığı malın kendisi için değeri, verdiği maldan daha
fazla ise mübadeleye girecektir.1118 Buna örnek olarak aynı ülkede yaşayan
iki kişiden birinin, rekolte fazlası buğday ve diğerinin rekolte fazlası şarap
ürettiği varsayılır.
Mübadele durumu burada her iki iktisadi sübyenin değerini artırır, zira
bir üreticinin elindeki mal, diğeri için daima daha değerlidir. Menger‘in bu
örneği tüm toplumsal çerçeve koşullarının soyutlanmasına izin verir ve
piyasalar için spesifikleşmiş üretimi şart koşmaz. Bilakis bunun ilerisinde
günün şartlarından kaynaklı, izole bir mübadele anlayışını yansıtır. Bu
mübadele aynı zamanda kira, toprak kullanımı ve bunun gibi konuları
kapsayabilir.1119 Amaç daima ihtiyaç tatminini daha iyi karşılamaktır. Çünkü
üretimin hedefi burada yatar ve amaç
değildir.
1117
Menger,1871,s.159
Menger,1871,s.175
1119
Menger,1968, s. 159
1118
“fiziki malların artışını” sağlamak
372
Buna göre mübadele ekonomik davranışların açıklandığı dürtüden
yola çıkarak açıklanır. Mübadele bu anlamıyla refahın güvenliği ve
yükselmesini hizmet eder. Burada marjinal fayda dengesinin kanunsallıkları
geçerlidir. Onun örneğindeki komşu evler inek ve at mübadele eder. Ve bu
durum, her iki aktörün marjinal faydası identik haline gelene kadar devam
eder.1120
A ve B olmak üzere her biri farklı bir malın, at ve inek mevcuduna
sahip iki çiftçinin var olduğu örneğini verir. A’nın 6 ata ve B’nin 6 ineğe sahip
olduğunu varsayar.
A ve B kaç tane ineği ve atı mübadele etmek için
anlaşabilir.1121 Cevaben Menger her birinin aldığı malın değeri, karşılığında
vazgeçtiği malın değeri karşılığındaki değerini aştığı sürece yani, her iki taraf
mübadele ettikleri mallara ters sırada değer biçtikleri sürece iki tarafın bir ata
karşılık bir ineği mübadele etmeye devam edeceklerini savunurdu.
Mübadelenin duruşu iki tarafın ticaretten kazandıkları faydaları
tükettikleri anlamına da gelir. Bu faydalar her tacirin yeniden yapılandırılmış
mülkiyeti ile mallarının başlangıçtaki mübadele öncesi mevcudu ile
karşılayabileceğinden daha önemli ihtiyaçları karşılama fırsatını ihtiva eder.
Bu yüzden Menger’e göre, mübadele ihtiyaç tatmini nedensel sürecinin
üretimin olduğu kadar bir parçasıdır. Menger bu feraseti, mübadelenin ve
aracıların verimsiz olduğu şeklindeki Klasik önerme safsatasını göstermek
için kullanıp savunmuştur. Malların mübadelesinin iki tacirin her birinin iktisadi
konumu üstündeki tesiri daima yeni bir servet nesnesinin onun mülkiyetine
dâhil olması ile aynıdır. Zira ekonominin gayesi ürünlerin fiziksel artışı değil,
ama insan ihtiyaçlarının mümkün olan en tam suretle karşılanmasıdır.1122
Mübadele sınırlarını gösterme esasında, Menger gerçek dünyadaki
fiyatlama süreci tahlilinin praksiyolojik yöntemini icat etti. Her nedensel süreç
bir başlangıç ve bitişe sahip olduğundan, fiyatlama sürecinin tam bir
açıklaması onu hızlandıran ve hareket halinde tutan ve onun inkıtasına
neden olan faktörlerin bir tasvirini icap ettirir. Bu tahlili yöntemin merkezinde
yer alan şey, Bawerk’in “parasal denge” ve Mises’in “fasıla durumu diye”
1120
Menger burada reel ve hakiki ölçüler kullanarak argümanlarını sıralar
Menger,1968,s.187
1122
Menger,1968,s.184,
1121
373
adlandırdığı kavramdır. Yukarıda örnekte, mübadele süreci A ve B iki malın
değerlerini ters sırada tasnif ettiği sürece devam eder; süreç ters sırada
yapılan değerlemeler artık devam etmediğinde geçici olarak durdurulur. Ve
fasıla durumu ortaya çıkar. Doğrudur ki gerçek dünyada ürünlerin bireysel
değerlemeleri, tüketici ihtiyaçları ve üretimin şartlarındaki değişimlerden
dolayı sürekli bir akış halindedirler. Bu suretle mütemadiyen daha ileri
mübadele koşullarını yeniden yaratırlar. Bununla birlikte bu Menger’in tahlilini
geçersiz kılmaz. Aslında belirli bir mübadele fiiline hudut tayin etmek için
zaruri olan şey, tam olarak fasıla durumu tasarısıdır. Menger’in açıkladığı
gibi:
Ekonomik mübadelelerin temelleri sürekli değişmektedir. Biz bu
nedenle daimi bir silsile fenomeni gözlemleriz. Fakat işlemlerin bu zinciri
içinde dahi yakından gözlem ile belirli zamanlarda, belirli kişiler için ve belirli
ürün
çeşitleriyle
mübadelenin
fasıla
zaten
noktaları
sınırına
bulabiliriz.
ulaşıldığı
için
Bu
hiçbir
fasıla
ürün
noktalarında,
mübadelesi
gerçekleşmez.1123 Menger’in fiyatların nasıl belirlendiğine dair açıklaması
tabiatıyla onun mübadele analizini takip eder. Menger fiyatları “fiilen
mübadele edilen malların miktarları” olarak tanımlar. Bununla birlikte genel
ihtiyaç tatmini sürecinin bir parçası olarak, fiyatlar yalnızca “ekonomik”
faaliyetleri doğal olarak takip eden tezahürler, bireylerin ekonomileri
arasındaki iktisadi bir dengenin emareleridirler. Bu gerçekleşen fiyatın
meydana çıkışının yani iki malın kesin miktarlarının fiili mübadelesinin
yalnızca mübadele sürecinin tükenişi ile değil, ayrıca bu mübadeleye katılan
tarafların aracılığı ile geçici bir fasıla, durumuna ulaşılması ile de aynı
zamanda vuku bulduğu anlamına gelir. Yukarıdaki örnekte eğer A toplam
dört atı B’nin ineklerinden dördü karşılığında öderse bu, hem işlemin
tahakkuk eden fiyatını, hem de A ve B arasında atlar ve inekler bakımından
geçici bir mübadele dengesi kurmak için gerekli malların, belirli miktarlarının
değişimini teşkil eder. Benzer şekilde modern parasal bir ekonomide
herhangi bir anda, fiilen gözlemlenen her parasal fiyat işlemcilerin her çifti
1123
Menger,1968,101
374
vasıtasıyla katalaktik fasıla durumlarına erişilmesini kolaylaştırmak için
gerekli malların mübadele miktarlarını belirtir. Her birey için bu durum kısa
veya uzun süreliğine piyasaya tekrar girilmeden ve başka bir mübadeleye
başlanılmadan önce geçici bir fasıla şeklini alır. İşte bu ara dönem süresince
mübadelenin karşılıklı faydaların tüketilmiş olduğu fark edilir. Menger
mübadele sınırını yine rakamlarla belirler ve böylece kesin kanunsal
büyüklükleri belirleme yetisine kavuşur. Ayrıca Menger bu noktada mutlak
büyüklükler yerine, rölatif büyüklükler elde edileceğini vurgulamıştır. Yani
burada asıl sayılar ( kardinal skala ) yerine, sıralı sayılar bulunur.
Menger‘in didaktik anlamda iyi hazırlanmış örneği, burada detayları
içersinde gösterilemez. Fakat bununla birlikte özellikle belirtilmesi gerekense,
burada söz konusu olanın sıralı sayılar ( ordinalskala ) olduğunu belirtmek
oldukça zordur. Çünkü daha ilk iki mübadeleden sonra özellikle belirtilmiş
olanlar, bizim farklı düşünmemize yol açar : “ İlk olarak yukarıda bahsedilen
mübadelenin sonunda, her iki mübadele yapan kişinin ekonomik çıkarı aynı
büyüklüktedir. Üstelik bu durum sanki kendi ellerindeki malın değerinin, 40
kat artmış olmasına denk bir etki sağlamıştır.”1124
Onun rakamsal mekanizması örnekleşmiş ( prafixierte ) bir fayda
atfetmesini varsayar, sonuçta bu mübadele süresince ve eski tecrübelerinin
bir neticesi olarak, öğrenme yoluyla değişmez. İlginç olan bir başka yön ise,
mübadele yapanların mal, istek ve fiyat tasavvuru ile piyasa çıktıkları anda,
ihtiyaç grafiklerinde bulunan tüm sübjektif niteliklerin, ortadan kaybolmasıdır.
Menger hedefi olan determinasyoncu bir dengelemeyi yakalamak için, bir
yaklaşım farklılaşması içersine girer. Buna göre artık piyasa aktörlerindeki
geleneksel homo economicus’un, sübjektif özellikleriyle değil, tipik evrensel
özellikleriyle ortaya çıkmasını ister. Menger fiyat oluşum alanı içersinde,
“matematiksel olmayan” bir sınır kabul eder. Bu sınıra her iki tarafın elinde
düşük değerde mal kalmadığı anda varılır. 1125 Menger‘in mübadele örneği
hiçbir zorlama veya sıkıntı olmaksızın, iki bireyin fazla üretimlerini değerli
maddelerle mübadele etmelerini varsayar. Ayrıca her iki tarafında eşit üretim
1124
1125
Menger,1968, s. 164
Menger,1968, s. 168
375
araçlarına sahip olmalarını şart koşar. Çünkü bu şekilde bir egemenlik
anlayışının ortaya çıkması engellenir. Schmoller tarafından trans – aksiyom
maliyetlerinin düşürülmesi için ortaya atılan kurumsallaşma koşullarına ise,
sadece bir kelimeyle değinilmiştir:
“Ekonomi – politiğin gelişimi, bu ekonomik kurbanları aşağı düşürme
tandansı içersindedir.”
Menger, fiyat öğretisini mübadele yansımasının en önemli niteliği
olarak sunar. Çünkü fiyat tek mantıklı algılanabilen ve ölçülebilir büyüklük
olarak yansır. Fiyat oluşumu bağımlı bir dengeleyici sistem doğrultusunda
oluşturulmamıştır. Bunun yerine Menger‘in alışıldık mübadele formu olarak
kabul ettiği (ve kültürel gelişiminin başında gördüğü ),izole edilmiş
mübadeleden yola çıkmıştır.1126
Menger bunun dışında “Ekonomik faaliyet yürüten bir sübyenin elinde,
onun için düşük değer taşıyan mallara sahip olması gerekir. Ve bu değer,
farklı bir ekonomik faaliyet yürüten başka bir sübyenin elindeki mallara verdiği
değerden farklı olmalıdır.1127 Artık daha önce verilmiş olan rakamsal
değerlerin önemi ortaya çıkıyor : “ Çünkü burada artık katı bir şekilde çizilmiş
bir
sınır
vardır.
Fiyat
oluşumu
bunun
içersinde,
her
halükarda
gerçekleşmelidir.” Örneğinde bunun sonucunda oluşturulmuş olan fiyat, yüz
misli daha fazla buğday verir.1128 Eğer Menger bazı rakamsal değerleri var
saymamış olsaydı, o zaman iki taraf arasında bir pazarlık sürecinin
gerçekleştiği
söylenebilirdi.
Şüphesiz
bu
durum
oldukça
yanlış
ve
kanunsallıklara aykırı bir oluşum olmak kalmaz, aynı zamanda onun
determinasyoncu metot talebiyle de çelişirdi.1129
Tamamen belirsiz olan bir başka konu ise, bireylerin değerlendirmesi
neticesinde, fiyat birimlerinde somut kuralların ortaya çıkmasıdır. Hassas bir
psikolog ve sosyolog olan Simmel bile, kuvvetli bir Avusturya etkisi altında
1126
Neue Wege der Nationalökonomie, s.170
Ekonomik antropolojik araştırmanın bu uygulamayı onaylaması ise, oldukça zor görünüyor.
1127
Menger,1968, s. 175
1128
Menger,1968, s. 175 – 176
1129
Neue Wege der Nationalökonomie, s.142
376
olan paranın felsefesi anlayışıyla, bu sorunu görmezden gelir.1130 Üst – ve
alt fiyat sınırları arasında bir fiyat oluşum alanı meydana gelir. Bu sınırlar
Menger tarafından değiştirilemez sınır çizgisi olarak çizilmiştir. Fakat bu
durum bir miktar paradoks görünür, zira söz konusu durumun tek objektif
verisi bu sübjektif fiyat tasavvurlarıdır ve bu yüzden bunlar, sübjektif –
düzensiz
bir
tecrübeden
geçemezler.
Fakat
özellikle
izole
edilmiş
mübadelede, iki tarafın bir araya gelmesi ve beklentilerini karşı tarafa göre
şekillendirmesi beklenir. Oysa burada aynı şekilde paradoks olan, fiyat
oluşum sürecinin kanunsallığının iki taraflı monopolle ( izole takas ) yürürlüğe
konmasıdır. Ayrıca bu durum diğer standart olaylardaki teori oluşumunda, zor
ve hatta uygulanamaz olarak kabul edilir.1131
Her halükarda Menger söz konusu arındırılmış fiyat sınırları içersinde,
etkileşime ve birimler arası determinasyona izin vermiştir. Daha önce
belirttiğimiz gibi Streissler bunun üzerine Menger’ci determinasyon teoremini
oluşturmuştur. Negishi ise Streissle‘in yazılarından yola çıkarak, Menger‘in
determinasyoncu bir piyasa fiyatı kavramının olmadığını belirtmiştir.1132
“ 40 ölçü şarabın fiyatının, 80 ila 100 ölçü buğday arasında olacağını
söylememiz doğrudur. Bununla birlikte benim için aynı şekilde, mübadele
edenlerin bireysellikleri doğrultusunda, iş hayatı üzerine tecrübe ve bilgileri ile
mübadele yapan kişilerin konumları, söz konusu takasın biri için daha
avantajlı hale getirecek oluşu kesindir.” 1133
Ama Menger gerçekte bu potansiyel asimetriyi, hemen kısıtlar. Çünkü
Menger farklı beceri ve başarıları .. v. s... varsaymak için, teorik anlamda bir
gereklilik yoktur. Sonuçta bu olayda insanlar 90 ölçü üzerinde anlaşır ve her
iki tarafta yine aynı şekilde avantajlı çıkar. Burada Menger‘in bu
düşüncesinin, yine Streissler‘in çatışma – fiyat mücadelesi anlayışından farklı
olduğunu görebiliriz.1134 Ayrıca sapmalar tesadüfî olarak kabul edilmiş ve
1130
Simmel, Georg, Soziologie Untersuchungen über die Formen der Vergesellschaftung
4.Auflage,1958, s.43
1131
Neue Wege der Nationalökonomie, s.142
1132
Negischi,1985, bölüm 13.
1133
Menger,1968, s. 177
1134
Menger,1968, s. 177 Burada sıralı grafik ve kişiler arası bir fayda karşılaşması, yine önkoşul
olarak kabul edilmiştir.
377
bunların herhangi bir ekonomik karakterinin veya anlamının olmadığı ifade
edilmiştir.
Bu tabi ki şaşırtmayan bir açıklamadır, zira Menger‘ in hedefi sonuçta
saf ekonomik bir alanın varlığını ispatlamaktır.“Ekonomik mübadelede
karşılıklı olarak verilen mal miktarları, buna uygun olarak söz konusu
ekonomik nesnel durum doğrultusunda, tam anlamıyla determinasyondan
geçmiştir.” İnsani istem ise aynı yerde, artık bileşen olarak tanımlanır
(rezidualkompenente. ) Menger‘in ikinci baz olayı ise ( burada gelişmiş bir
piyasa araştırması grafiği oluşturmamıştır ) , monopol içersindeki fiyat
oluşumudur.1135 Menger “tekel ticareti” altındaki piyasanın bir tarafının tek bir
satıcıdan oluştuğu bir pazardaki fiyat oluşumunun genel ilkesini şöyle özetler:
“Fiyat oluşumu, tekelleştirilmiş malın bir biriminin mübadeleye halen
iştirak edenlerle rekabet etmeye en az muktedir ve istekli olan fert için eşit
değeri olan şey ile mübadeleden iktisadi bakımdan dışlanan rekabetçilerle
rekabet etmeye en istekli ve muktedir olan fert için eşit değeri tarafından tayin
edilen sınırlar arasında gerçekleşir.” 1136
Menger, ilaveten tekel piyasasında fiyat oluşumunun temelini teşkil eden aynı
ilkenin sadece “tekele” uyduğunu değil ama aynı zamanda bütün
piyasalardaki fiyat oluşumuna evrensel olarak uygulanan iktisadın mutlak
doğru ve kesin yasası olduğunu da kabul etti. Böhm-Bawerk tarafından
“marjinal çiftler” yasası diye adlandırılan bu yasaya göre, her piyasada, fiili
fiyat daima ilave mübadelemden karşılıklı kazançları tamamen dağıtan ve bir
fasıla durumu ile neticelenen bir seviyeye yerleşecektir. Menger’e göre,
“Verili her bir ekonomik durum, ürünlerin fiyat oluşumunun ve
dağılımının içinde gerçekleştiği kesin sınırları tanzim eder. Ürünlerin bu
sınırların dışındaki herhangi bir fiyatı ve dağılımı iktisadi yönden imkânsızdır.
Bir ürünün verili bir miktarı, ister bir tekelci ister arz tarafındaki birkaç
rekabetçi tarafından satılsın, ürünün rekabet eden satıcılar arasındaki
başlangıç itibarı ile dağılım tarzından bağımsız olarak fiyat oluşumu ve
ürünün rekabet eden alıcılar arasındaki sonuç olarak dağılımı üstündeki tesir
1135
1136
Menger,1968, s. 2-13
Menger,1968s.207
378
tam olarak aynıdır.”1137 Menger’in burada “fiyat oluşumu”
ve “ürünlerin
dağılımına niçin eşit vurgu yaptığını” açıklayan şey, onun ihtiyaç tatmininin
nedensel süreci hakkındaki kapsayıcı kaygısıdır. Mallar ihtiyaç tatmininin en
yakın nedenleridir ve bu nedenle, mübadele ile meşgul olmanın doğrudan
güdüsüdürler. Bu ayrıca Menger’in tarihi olarak gerçekleşmiş fiyatlara
odaklanışını da açıklar. Çünkü bu fiyatlar Menger’in ifadesiyle sadece “fiilen
mübadele edilen malların miktarları” dırlar. Bundan dolayıdır ki piyasa
katılımcıları arasındaki karşılıklı ihtiyaç tatmininden doğan ilerlemeyi hâsıl
eden şey, bu malların fiyatlarının ödenmesidir. Menger’in fiyat teorisinde
böylesine büyük önem kazanan geçici “fasıla noktaları” bu fiyatlar ödendikten
hemen sonra piyasa katılımcıları arasında karşılıklı tatmin artışı için daha
fazla imkânlar kalmadığında hâkim olan durumlardır.
Menger’in en büyük başarısı, fiyatların insan ihtiyaçlarını karşılama
amacıyla maksatlı olarak başlatılan ve yönlendirilen nedensel sürecin objektif
tezahüründen daha azı veya fazlası olmadığının gösterilmesi. Böylece,
Menger’ci ve bu nedenle Avusturya iktisadının kalbi olan şey fiyat
teorisidir.1138 Schumpeter methiyesindeki derinlemesine kavrayış gösteren
bir bentte Menger’in katkısının bu yönünü vurgular.
Fark eden şey bu nedenle insanların malları, ihtiyaçların tatmini
noktasındaki nazarından değerlendirmeleri nedeniyle ve değerlendirdikleri
sürece, satın aldığı, sattığı veya ürettiğinin keşfi değil, fakat hayli farklı türden
bir keşifti. Bu basit gerçeğin ve onun insan ihtiyaçları yasalarındaki
kaynaklarının
modern
mübadele
ekonomisinin
bütün
o
karmaşık
fenomenlerine dair basit olguları açıklamak için tamamiyle yeterli olduğunun
ve aksi yöndeki çarpıcı tezahürlere karşın, insan ihtiyaçlarının Robinson
Crusoe
ekonomisi
veya
mübadelesiz
ekonominin
ötesindeki
iktisadi
mekanizmanın hareket kazandırıcı gücü olduğunun keşfi. Bu sonuca
yönlendiren fikir silsilesi fiyat oluşumunun bütün diğer sosyal tarihsel teknik
özelliklerden müstakil olarak, ekonominin kendine has iktisadi vasfı
olduğunun ve bütün kendine has ekonomik olayların fiyat oluşumu
1137
1138
Menger,1968,216-219
Yazar Neue Wege der Nationalökonomie, s.142
379
çerçevesinde kavranabileceğinin kabulü ile başlar. Tamamıyla iktisadi bir
bakış açısından, ekonomik sistem yalnızca bir bağımlı fiyatlar sistemidir.
Bütün özel sorunlar her neyle adlandırılırsa adlandırılsınlar mütemadiyen
tekrarlanan tek ve aynı sürecin özel vakarından başka bir şey değildirler. Ve
bütün kendine has ekonomik intizamlar fiyat oluşumu yasalarından mantıki
olarak çıkartılabilirler. Zaten Menger’in eserinin önsözünde bu kabulü aşikar
bir varsayım olarak buluruz. Onun asli amacı fiyat oluşumu yasasını
keşfetmektir. Menger, fiyatlama sorununun çözümü bu sorunun “talep ve arz”
veçhelerinin her ikisinde de insan ihtiyaçlarının ve Wieser’in “marjinal fayda”
ilkesi diye adlandırdığı şeyin bir tahlil üzerinde temellendirmeyi başarır
başarmaz ekonomik hayatın bütün o karmaşık mekanizması birden bire
umulmadık ve berrak bir suretle basit bir görünüm kazandı.1139
Schumpeter, Menger’in diğer esaslı katkılarına karşın, “değer ve fiyat”
teorisi onun kişiliğinin ifadesidir sonucuna ulaştı.1140
3.7. MAL
İnsanlar ihtiyaçlarını karşılayabildikleri zaman eşyalar mal olurlar.
Ancak malların kalitesinin insanların ihtiyaçlarından bağımsız olabileceği söz
konusu olmaz. Kişi ihtiyaçlarını karşılayacak çeşitli malların yeterliliği
konusunda bilinçli olması için onları zihninde sıraya dizer. İhtiyacın
karşılanması için ekstra bir planlama gereklidir. Çünkü birçok mal yeterli
miktarda bulunmamaktadır. Bunu yerine getirmek Menger için ekonomik bir
davranış biçimidir.
Bu toplumsal ilişkileri saf bir insan –eşya ilişkisine indirgemektir. Bütün
ekonomik olguların bu öznel yaklaşımdan açıklanması denenmelidir.
Menger’e göre, iktisat disiplinin yapması gereken şeylerden biri malların iç
nedenlerine göre tasnif etmektir. İnsanların ihtiyaçlarının tatminine dönük
1139
Schumpeter, Joseph A;Theorie der wirtschaftlichen Entwicklung, eine Untersuchung über
Unternehmergewinn, Kapital, Kredit, Zins und den Konjunkturzyklus,2.Aufl, München,
Leipzig,1911/26,s.46
1140
Schumpeter,1926,47
380
nedensellik ilişkisinde faydası olan nesnelere yararlı şeyler diyoruz. Bu ilişkiyi
algıladığımız ve aynı zamanda ihtiyaçlarımızı tatmin etmede kullanabilecek
güce sahip olduğumuz durumda ise bunlara mal diyoruz.1141
Bu maddeleri mal veya ürün haline getiren ise, onların hakiki
çekiciliğidir ve bunlar ihtiyaçlardan, malın veya ürünün faydasından, kozal
bağlantının
bilgilenmesinden,
bağımsızdır.
1142
etkileri
ve
ulaşılabilirlikleri
babında
Gerçi Menger mal veya ürün kalitesinin, ürünün kendisiyle
bir ilişkisi olmadığını iddia etse bile, ihtiyaç – tatmin ilişkisini mallar üzerinden
objektivist bir şekilde elde eder. Menger bununla ilgili şu sözleri etmiştir:
“Dışsal maddelerin bizim üzerimizdeki etkisi, esasında onların tabiatı
gereği taşıdıkları özelliklerin,
olmasından
kaynaklanır.”1143Mal
bizim
veya
ihtiyaçlarımızın
ürünlerin
tatminine yönelik
niteliklerini
kaybetme
potansiyeli üzerine ise, farklı yorumlarda bulunmamıştır:
“Maddenin niteliklerinde meydana gelen farklılıklar, insani ihtiyaçların
tatmini bağlamında kaybolması ve işe yaramaz hale gelmesidir.”
Bu
yeniden
tesis,
Knight‘ın
başeserinde,
temel
hata
olarak
nitelendirilmemiştir. Menger bununla birlikte gerçek olan ve sanal olan mallar
arasındaki Aristo’cu ayrımını ise, bir miktar sistemi ters bir şekilde irdeler. Bu
bağlamda sübjektivist – hermeneutik bir ihtiyaç teorisi, söz konusu bile
olamaz. Menger bunun ötesinde, bir nevi hissiyatçı bir materyalizmi temsil
eder. Çünkü ona göre güzellik iksirleri, aşk şurupları, önemli olmayan
hastalıklara karşı ilaçlar, tılsım ve muskalar, sanal mal olarak tanımlanır.
Menger hangi malları objektivist bakışla, gerçek mal olarak kabul
ettiğini ve bilim adamının bu hükümleri nasıl verdiğini veya bunu metodik
olarak nasıl açıkladığını ise, dile getirmemiştir. Ama bununla birlikte burada,
psikolojik ısınma ihtiyacını örnek olarak kullanabiliriz. Buna göre 18 – 20
derecelik bir ısı oluşturmak için, bir madde ihtiyaç tatmin aracı olarak
kullanılır. Örneğin objektivist bir yanma değeri taşıyan tahta. Menger mantıklı
1141
Menger,1871,s.1-2
Menger,1968,s.3
1143
Menger,1968,s.1
1142
381
/ mantıklı olmayan mallar ayrımını, aynı zamanda Schmoller ve Roscher‘i de
karakterize eden, aydınlanmacı bir ilerleme teoremiyle birleştirir:
“ Bir halkın kültürü ne kadar yükselirse ve insanlar maddelerin gerçek
varlığı ile kendi tabiatlarını, ne kadar derinden araştırabilir duruma gelirlerse,
açık bir şekilde anlaşılacağı üzere, sanal malların sayısı o kadar azalır.” 1144
Refah daima nomolojik bilgiye bağlıdır. Bu ne kadar büyük olursa, fiktif
yorumlanmış anlamlar o oranda vazgeçilmez hale gelir. Menger‘in mal
kavramı içersinde aynı zamanda, mal niteliği sergileyen ilişkiler veya şartlar
dâhildir. Örneğin monopoller, müşteri çevreleri ve patentler gibi. Bunlar
zamanımızın reel gidişatına uygun olarak, materyal kazanç değeri taşır. 1145
Fakat bununla birlikte aile, arkadaş, aşk, kilise ve bilimsel topluluklar, bu
oluşumun dışında kabul edilir. Menger Autors Copy dergisine daha sonraları,
insanın kendisinin, arkadaşlığın ve tanrı inancının ekonomik mal olup
olmadığına dair bir soru yöneltmiştir. Ekonomik olmayan türde, ihtiyaçların
var olduğunu kaydetmiştir. Bunun marjinal analizinin bir modifikasyona ihtiyaç
duyup duymadığı ise, belirgin değildir.
Menger, malların belirgin bağlantılarını ortaya koyarak; malları “birinci
derece mallar” ve “yüksek dereceli mallar” olarak ayırır. Birinci derece mallar
insanlar tarafından direkt olarak ihtiyaçların tatmininde kullanılan mallardır.
Yüksek dereceli mallar ise, kendileri ile diğer malların üretildiği mallardır. Bu
malların en küçük derecesi ikidir. Üçüncü, dördüncü ve beşinci derecelere
doğru kademeler şeklinde sıralanırlar. Eğer elimizdeki mal birinci derece ise,
onu direkt olarak kullanarak ihtiyacımızı tatmin ederiz. Yüksek dereceli ise
birinci derece olana kadar onu işleriz. Ancak yüksek dereceli bir malla ihtiyacı
karşılamak için tamamlayıcı mallara ihtiyaç vardır. Örneğin ekmek, ihtiyaç ile
doğrudan ve nedensel bir kozal bağlantı içersinde kabul edilir. ( birinci derece
mal) Un vasıtalı kozal bağlantı ikinci dereceli mal ve buğday değirmenleri
ise, üçüncü dereceli mal olarak değerlendirilir.1146
1144
Peukert, H;Die neue İnstitutionenökonomik und die jüngere historische Schule Zwei wege zu
einer neuen wirtschaftswissenschaftlichen Theorie der İnstitutionen, Arbeitspapier, Ffm,
1993,s.34
1145
Menger,1968,s.8
1146
Menger,1968,s.8-9
382
“ Bizim özellikle önem verdiğimiz, mallar ile insani ihtiyaçların tatmini
arasındaki, kozal bağlantılardır. Burada malların durumuna göre, insani
ihtiyaç tatmini arasındaki küçük veya büyük nedensel ilişki, aynı şekilde
önemlidir.1147”
Menger, bir kişi açısından tüketilme niteliğini kazanmış varsaydığı bir
malın kişinin kendisine sağlayacağını düşündüğü faydaya göre ordinal bir
tercih sıralamasına koyar. Belli bir ortam ve zamanda, belli bir kişi açısından
farklı isteklerin tatmini için kullanabileceği bir tüketim malının veri miktarının
her bir ünitesinin (marjinal faydası) elinde bulunan toplam ürünlerin
gidebileceği, son ihtiyacının tatminine bağlıdır. Son ihtiyaç, kişinin bu mal için
yaptığı, giderilmesini istediği ihtiyaçların önem sıralamasında son basamakta
yer alandır. Menger, bu yaklaşımı ile değerin kaynağına ışık tutarak araçamaç (mal-ihtiyaç tatmini) ilişkisinin temel yapısını aydınlatmıştır.
Yüksek dereceli malların mal olma statüsü kazanabilmeleri için birinci
derece malı üretmede gerekli malların hepsinin yeterli miktarda mevcut
olması gerekir. Bir tanesi eksik olursa diğer yüksek dereceli mallar da mal
olma şartlarını sağlamaları zorlaşır.1148 Birinci derece mallara ihtiyacın
bulunmadığı durumda söz konusu birinci derece mallar üretmede yüksek
dereceli mallara ihtiyaç oluşmaz.1149 Birinci derece mallar, söz konusu
ihtiyaçları tatmin ettikçe mal olma niteliğinin temellerinden birini yok etmiş
olurlar. Menger’e göre, birinci derece mallar için daha çok miktarda
kullanıldıkça mal olma niteliklerinin zayıflaması bir istisna değil, kuraldır.
Menger’in ne Jevons’ta olduğu gibi faydacı felsefeye, ne de Walras’da olduğu
gibi matematiksel yöntemlere başvurmadan azalan marjinal fayda kuramına
ulaşması bu şekilde olmuştur.
Menger mallar konusunda azlık fikri ile ayrım yapar. Ancak kendisinin
de dediği gibi bu kavram İngiliz literatüründe bilinmiyor iken kendisinden önce
bunu kullanan Alman yazarlarda, özellikle Hermann’ın çaba anlamında fiyatın
varlığı veya yokluğu üstüne temellendirmeye çalışmaktadır. Menger’in
1147
Menger,1968,S.8-9
Menger,1871,s.14
1149
Menger,1871,s.35
1148
383
analizinin bütünü azlık fikri üstüne temellense de bu terim hiçbir yerde
kullanılmaz. Yetersiz miktar, bu kavramın yerine kullanılır. Menger bu
görünürde önemli olan ve saf sınıflandırıcı ayrışımla, doğrudan yeniden tesis
çalışmasının
tam
merkezine
ulaşır.1150
Zira
Menger
burada
üretim
süreçlerinin, klasik teknik – fiziki yönünden sapar. Sonra bunu son aşamada
teknolojik olarak yorumlar ve bunun daima son tüketici ihtiyacının tatminine
bağlı olduğunu belirtir. Söz konusu mal basamağı düzeninde, kozal bağlantı
kavramı kullanılmasına rağmen, esasında kozal bir mantık uygulamasının,
önemli olmadığı anlaşılır. Menger bunun yerine ekonominin varlığının,
hermeneutik bir ihtiyaç yorumunu yapar. Bunun üzerine ekonomik davranışın
ne içini ile nedenini ve üretim sürecini tesis etmek ister. Öyleyse burada
tasarladıkları, Smith‘çi değer paradoksunun çok ilerisine gider.
Malların sınıflandırması her ne kadar ihtiyaç – mal bağıntısının,
arkasında duran bir konsept olsa bile, ilk defa Menger tarafından gerçek
anlamıyla uygulanmıştır. Ve bu onun için iktisat nesnellik alanı içersinde,
şekillendirme aracı olarak hizmet etmiştir. Malların düşünsel bağlamda
düzenlenmesi ne kadar önemli görünse bile, kendisini tekrardan üreten
ekonomik toplam sistem içersindeki, Klasik arka planında o kadar gereksiz
görülmüştür.
Stigler
ise
temel
problem
olan,
mal
düzeninin
veya
sınıflandırmasının tanımlanamamasının yanında, Menger‘de Schmoller
mantığında, tarihçi bir yaklaşım olduğunu belirtmiştir. Menger şüphesiz
Knight ile yürüteceği teorik bir tartışma sırasında, Bieber ve Hirsch‘in rölatif
fiyatlarının, uzun vadede başlangıç üretim giderlerinin dışına çıkamayacağını,
itiraf etmek zorunda kalırdı. Fakat bununla birlikte, fiyatların gerekli olan
başlangıç maliyetleri doğrultusunda, oluşmadığı konusunda diretirdi. Çünkü
ihtiyaçlar sonuçta, tüketicileri bu malları almaya zorlar veya başka malları
takas yoluyla değerlendirmeye iter.1151
Peki, ama durum, objektif bir değer teorisini, tartışmalı bir hale sokar
mıydı?
Menger daha sonra belirttiği gibi, kının maddesinin değersizliğinin,
ihtiyaç strüktürünün değişmesinden kaynaklandığı düşünülürse, o zaman
1150
1151
Knight,1950,s. 25
Krizner,1900,s.78
384
teknik bir gelişmeyle birlikte, örneğin sentetik bir üretim yönteminin
uygulanmasıyla, daha ziyade üretim – tekniğinin bir faktörü meşrulaşmış
olurdu.1152
Menger mal sınıflandırma düzenini, tamamlayıcı ( komplemantere )
mallar konseptiyle devam ettirir. Burada nesnel gerçekliği değiştirir ve buna
göre üretim için, birden fazla mala ihtiyaç duyulduğunu belirtir. 1153 Bunun ise
yüksek derece ortaya çıkartacağını ve farklı tüketici ihtiyaçlarını tatmin
edeceğini belirtir.1154 Menger‘in hangi üretim fonksiyonlarını benimsediği,
büyük ölçüde belirsizliğini korur. İdeal tipik ayrımda sınırlandırıcı ve vekâlet
eden faktör kombinasyonları ortaya çıkar ve her ikisi de onun tamamlayıcılık
kavramıyla
yakalanır
(bu
durum
kısıtlayıcı
bir
büyüklük
olarak
görülmemelidir), ama bununla birlikte ikinci bir tarihçi – empirik geçidi açtığı
ise muhakkaktır.
O’nun tamamlayıcılık konsepti organik bağlamda, Avusturya teorisinde
tartışılan dağıtım sorunu konusunda, oldukça verimli olduğu anlaşılır.1155
Menger söz konusu tamamlayıcı mallar konseptiyle, üretim sisteminin
karşılıklı bağımlılığının, formel olmayan bakış açısını ispatlar. Bu ise daha
sonra Keynes‘te gerçekleştiği üzere, ne eş zamanlı dengeleyici
(veya
eşitleyici denklem sistemi – gleichungssyteme ) sistemler, nede toplam
ekonomik büyüklükler üzerine oturmaz. Bunun yerine çıkış noktası olarak,
tekil nihai ürünleri kabul eder ve koordinasyon problemini, strüktürel bir
perspektifle açıklama yoluna gider. Bu düşünce daha sonra, Hayek‘in ilk
konjonktür teorisinde yer alır.1156
Tamamlayıcı mallar konsepti aynı zamanda, Smith‘in ulusların
zenginleşmesi bağlamında, iş bölümünün ve piyasa genişlemesinin önemini,
objektivist bir şekilde formüle ettiği tezine, bir alternatif veya yedek oluşturur.
Çünkü üretim basamakları ne kadar fazlalaşırsa, iş bölümü o oranda büyür.
Yalnız burada Menger bu gerçeği, doğrudan ihtiyaç konseptiyle birleştirir.
1152
Menger,1968,s.17-19
Menger,1968,s.20
1154
Menger,1968,s.20
1155
Menger,1968,s.15
1156
Streissler,1969,s.41
1153
385
Menger‘in
esensiyal
ekonomik
tanımlamalarından,
daima
ekonomik
araştırma için, ilginç teorik sorular ortaya çıkıyor. Bu düşüncelerin bir sonucu
olarak, “yüksek sınıf mallar, mal kaliteleri bağlamında, ortaya çıkmasına
yardımcı oldukları düşük mertebe mallara bağımlıdırlar,”
cümlesi ortaya
çıkar.1157
Burada da göründüğü üzere Menger, esasında katı bir fen bilimsel
kanunsallık kavramının peşinde değildi Menger şu tespitlerde bulunur :
“Kozalite fikri… Zaman fikrinden ayrılamaz. Beher her dönüşüm süreci bir
oluşum, bir var oluş demektir ve bunlar sadece zaman içersinde
gerçekleşebilir… Bu sürecin tekil aşamalarının arasında yatan zaman
aralıkları, bazı olaylarda oldukça kısa görünebilir. Ayrıca teknik ve ekonomik
hareketlilik, bu zamanı daha da kısaltma tandansı içersindedir. Fakat bununla
birlikte zaman aralığının tamamıyla ortan kaybolması, mümkün değildir. 1158
Mal seviyesi düzeniyle kozal teorik ve fiili zorunlu zaman aralığı
radikalleştirilir. Menger burada Condillac ve Galiani‘nin değer teorisi
anlayışının ilerisine geçer, çünkü üretici üretim vasıtalarının ve tüketim
mallarının mal değerini, aktüel marjinal fayda üzerinden tespit etmek yerine,
tüketim mallarının beklenen faydası ve olgunlaştıktan sonra gelecekteki
durumu üzerinden belirler.1159 Menger henüz değer teorik kontekste
değinmeden, şu iddialarda bulunur: “Yüksek dereceli mallar, buna göre kendi
kalitelerini, şimdiki zamanın ihtiyaçları dikkate alınarak kazanmazlar.”Bunun
yerine ihtiyaçlar bağlamında ve insani öngörü doğrultusunda, yukarıda
bahsettiğimiz üretim sürecinin, tamamlandığı zaman aralığında sahip
olurlar.1160
Hayek tarafından ortaya çıkartılan enformasyon problemi, Kirzner
tarafından duyurulan tüm iktisadi aktörler içerisindeki girişimci kalitesi ve
bunun dışında esasında, dengesizlik teorisinin tüm yansımaları, bunun içinde
doğal kökenine ulaşır. Yüksek dereceli mal üreten kişi, yakın gelecekteki
1157
Peukert, Die Krise des liberalen Systems und die faschistischen Bewegungen, Munich : R.
Piper, 1968,s.21, ,bölüm3
1158
Menger,1968,s.21-22
1159
Kauder,1965,s.79
1160
Menger,1968,s.23
386
zaman aralığı içersinde, mal ihtiyacı üzerine doğru bilgilenme talep eder.
Ayrıca gelecek ihtiyaçlarını doğru tahmin etmek ister, zira üretim strüktüründe
meydana gelecek olan, çok sayıdaki hatalı planlama, dengesizliğin bu şekilde
sürüp gitmesine neden olur.1161
Fakat Menger böylesi bir teorik yaklaşımın, gerçekleşme şansını
dikkate almamıştır. Çünkü Menger istikrarsızlıkları ve güvensiz ortamı, çok
farklı iki koşula bağlar. Bunun birincisi iklimsel koşullara bağlı olarak
gerçekleşen, zirai üretim miktarının ve kalitesinin belirlenememesidir. İkincisi
ise, üretim sürecindeki nomolojik bilgi noksanlığıdır. Ayrıca bunların yanında ,
“burada bahsettiğimiz güvensiz ortamı görmezden gelen”, bir kültürel
dokunun varlığı unutulmamalıdır.1162
Menger bundan sonra, Smith‘in iş bölümü ve refah arasındaki dar ilişkiye
karşı çıkmıştır. Fakat burada tam belirgin hale gelmeyen ise, yüksek dereceli
malların bu teoriye dâhil edilmesinin, hangi ölçüde veya ne şekilde tezatlık
meydana getirdiğidir. Bununla birlikte Menger, bazı nomolojik bilgi stoklarını,
fazla berrak bir formülasyonla olmamakla birlikte, kısmen düzeltme yoluna
gitmiştir. Çünkü burada bir otonom faktör olarak teknik ilerlemeye yönelseydi,
klasik – objektif alana kaymış olacaktı.
Henüz daha birinci bölümün sonunda, açık bir şekilde temsil edilen
kozal – determinasyoncu açıklayıcı yaklaşım ile potansiyel eylemsel – teorik
anlama yaklaşımı arasındaki, belirsizlik ve çift anlamlılık kendisini gösterir.
Kirzner, Menger eseriyle ilgili en isabetli çalışma içersinde, bunu açık bir
şekilde ortaysa koymuştur. Kirzner bununla birlikte burada bahsettiğimiz
ikilemi, fazla dikkate almamış ve daha ziyade eski bir çalışmasıyla
geçiştirmiştir.1163
“Onun iktisadi sistem tasavvurunda yer alan, tüketicilerin verdikleri
ekonomik öneme sahip kararların, yüksek dereceli mallar alanında taşınması
fikri, modern sübjektivizm bakış açısı itibarıyla, önemli zayıflıklar gösterir. Bu
anlayış söz konusu girişimci adımları atacak, kabiliyetten yoksundur. Oysa bu
1161
Menger,1968,s.45
Menger, 1968,s.24
1163
Krizner,1963,s.23-34
1162
387
hükümler, geleceğin anlaşılmaz sisli ortamı içersinde, yaratıcı, spontane ve
cesaretle aktarılmalıdır. Onun için hakikaten, tüketici önceliklerini rezerv
dağılımı ile birbirine bağlayan ekonomik kanunsallıklar, otomatik ve mekanik
bir şekilde ele alınmalıdır. Menger‘in sübjektivizmi bu perspektif itibarıyla,
natamam olarak değerlendirilmelidir.”1164
3.8. PARA
Menger’e göre paranın ilk ve temel fonksiyonu değeri ölçmesidir.1165
Menger paranın değerini veri olarak alır ve diğer her şeyin değerini ona
kıyasla tespit eder. Buna bağlı olarak, paranın ikinci önemli fonksiyonu bir
mübadele aracı olmasıdır. Menger Geld “para” sözcüğünün, geçerli olmak,
geçmek, ödemek anlamlarına gelen “gelten” fiilinden türemiş olmasına atıf
yaparak bu iddiasına etimolojik destek sağlamaktadır.1166 Paranın diğer bazı
işlevleri ise ödeme aracı olması, kendisiyle servet transferi yapılabilmesi,
sermaye akışına aracılık yapmasıdır.1167Menger’e göre, para olmazsa
iktisadın çarklarının çok zorlanarak döneceğini düşünür. Çünkü bu durumda
taleple arzın buluşmaları çok zor gerçekleşecektir. Para bunu, iktisadi
faaliyetlerin kişisel yanını ortadan kaldırarak yapmaktadır.1168
Paradan bahsederken, onun en ilkel formlarından başlayarak, modern
dönemlere kadar nasıl geldiğini ayrıntılı bir şekilde anlatır.1169 Para kanunla
ortaya
çıkmamıştır.
Para
orjininde
devletsel
değil,
toplumsal
bir
fenomendir.1170 Avusturyalılara göre, devlet veya hiçbir otorite para
yaratamaz. Para serbest piyasanın ürünü olarak ortaya çıkar. Yani para
maldır. Onu diğer mallardan ayıran özelliği, değiş- tokuş aracı olarak talep
edilmesidir. Paranın fiyatı, toplam arzının veya stokunun, para almak veya
1164
Söz konusu bu noksanlık, daha sonraki bölümlerde, fiyat teorisi örneğinde daha belirgin bir
şekilde kendisini gösterecektir. Krizner,1990, s. 70 – 71.
1165
Menger,1871,s.250-254
1166
Menger,1871,s.250-254
1167
Menger, Geld, Vol.4,Tübingen, J.C.B. Mohr(Paul Siebeck),1892,s.52-91
1168
Menger,1892,s.6
1169
Menger,1892,29-31
1170
Menger,1892,s.41
388
tutmak isteyen insanların toplam talebi ile ilişkilendirilmesi yoluyla belirlenir.
İnsanlar mallarını satarak para satın alırlar. Ve başka mal ve hizmetleri almak
için paralarını satarlar. Para sayesinde insan toplulukları iş bölümünü son
derece ileriye götürdüler. Ekonomik gelişme büyük uygarlıklara zemin
hazırladı. Para, malların zor bölünmesi ve ihtiyaçların aynı ana rastlamaması
gibi“barter” mübadelelerinin sorunlarını çözmüştür. Para sayesinde karmaşık
üretim biçimleri örgütlendi; toprak, emek ve sermaye malları, ihtiyaca göre,
değişik üretim evrelerinde rol aldı ve üretimdeki payları oranında para ile
karşılandılar. Mübadele oranların para cinsinden ifadesine “fiyat” dendi. Para
diğer malların ifadesi için ortak payda olarak kullanıldı.
Avusturyalılara göre, altın veya gümüş mübadele aracı olarak
kullanılan mallar arasında en geçerli olanıdır. Para birimi olarak kullanılan
altın veya gümüş ağırlık ölçüsü birimleri ile mübadeleye girer. Xgram altın
veya gümüş, Y malı karşılığında ödenir, yani mübadele edilir. Altın veya
gümüş gibi kıymetli madenlerden oluşan parayı tercih ederler. Böyle bir
paranın “yasal koruyucu” şeklinde devlet desteğine ihtiyacı yoktur.
Ancak Menger, paranın kurumsal varlığının ve bir mübadele aracı
olarak işlev görmesinin devletin icbar gücü ile temin edildiğini kabul eder.1171
Para darp etmenin gelişim sürecinin analizini yapar. Söz konusu analizler
Menger’in
politik
müdahalelerin
iktisadi
düzenlemeleri
ne
derece
etkileyebileceğinin son derece farkında olduğunu gösterir. Menger sadece
liberal toplumu “doğal” görüp ondan her türlü sapmayı arızi gören bir
yaklaşıma sahip değildir.1172 Menger’in para teorisi, onun bir kurum olarak
kökenlerine getirdiği açıklama,metodolojik bireycik ilkesinin rolünü en kuvvetli
olarak ortaya çıkarır ve dolayısıyla devletin organik bir yapı olarak görüldüğü
kurama da en kuvvetli eleştiridir. Seksenlerin sonlarına doğru Avusturya’nın
daimi para birimi sorunu ciddi bir reformun hem mümkün hem de gerekli
olduğu bir hale ulaşmıştı. 1878 ve 1879’da gümüşün fiyatının düşüşü en
başta fiyatı zaten düşmüş kâğıt parayı gümüş kuruna getirmiş ve sonra da
gümüşün bozuk para olarak kullanılmasının sürdürülmeyerek bunun yerine
1171
1172
Menger,1892,s.41
Roll,1936,s.456
389
altın kullanılması gündeme gelmiştir. Bu dönemdeki durum – birçok açıdan
parasal tarihin en ilginç olaylarından birisidir – giderek daha tatmin edici
olmayan bir şekilde görülse ve Avusturya’nın finansal durumu uzun bir
süreden beri ilk defa stabil bir dönemi vaadederken genel olarak devletin
işleri ele alması beklenmekteydi. Dahası Macaristan ile 1887’de imzalanan
anlaşma bir komisyonun derhal toplanarak çeşitli ödemelerin devamının
mümkünatını sağlayacak önlemler almak için toplanması gerektiğini koşul
tutuyordu. İkili monarşinin iki tarafı arasındaki olağan politik güçlükler
yüzünden olan ciddi bir gecikmeden sonra, komisyon veya daha doğrusu biri
Macaristan diğeri Avusturya için oluşturulan komisyonlar, tayin edilerek
1892’de sırasıyla Viyana ve Budapeşte’de toplandı.
Menger’in en önemli üyesi olduğu, Avusturya “Wahrungs-EnqueteKomisyonu”’nun tartışmaları, başa çıkmaları gereken özel tarihsel durumdan
ayrı olarak çok ilginçtir. Avusturya Maliye Bakanlığı bu komisyonun
hareketliliklerinin temeli olarak kullanılacak üç adet kalın cildi ciddi bir dikkat
ile hazırlatmıştır ki bu ciltlerde muhtemelen herhangi bir yayın ile kıyasla
geçen dönemin parasal tarihini bütünüyle ele alan belgesel bir koleksiyon
yapılmıştır. Menger haricindeki üyeler arasında iyi bilinen Sax, Lieben ve
Mataja gibi Ekonomistler, bir grup gazeteci, banker ve Benedikt, Hertzka ve
Taussig gibi ünlü yatırımcılar bulunmaktaydı ki bu üyelerin hepsi parasal
sorunlar hakkında genel bir bilgiden daha fazlasını bilmekteydiler ki BöhmBawerk,
ki
o
zamanlar
Maliye
Bakanlığında
çalışıyordu,
devlet
temsilcilerinden birisiydi ve yardımcı oturum başkanı idi. Komisyonun görevi
bir rapor hazırlamaktan ziyade, üyelerinin devlet tarafından sorulan bir dizi
soruya ne yanıt vereceklerini duymak ve tartışmaktı. Bu sorular gelecek para
biriminin temeli, mevduatlar, Altın standardına geçilmesi durumunda var olan
gümüş ve para dolaşımının oranı, var olan kâğıt florin ve altın değişimini ve
kabul edilecek yeni para biriminin doğası ile alakalıydı.
Menger’in soruna olan hâkimiyeti, olan biteni apaçık anlatma
becerisinden daha aşağı kalır olmadığından bu iki özellik ona komisyonda
liderlik pozisyonu verdi ve yaptığı açıklamalar dikkati en fazla çeken
açıklamalar oldu. Hatta bir ekonomist için olabilecek en kendine has bir
390
başarı olarak borsayı geçici olarak durduracak nitelikte açıklamalar yaptı
denilebilir. Katılımı sadece standart seçimi ile alakalı genel soru ile alakalı
değil – ki burada komisyonun bütün üyeleri ile beraber Altın standardına
geçilmesinin olabilecek en pratik ve işe yarar çözüm olduğu konusunda
hemfikirdi – bunun yanı sıra seçilecek kesin paritenin ve geçiş dönemi için
seçilecek zamanın getireceği pratik sorunlar konusuna da eğilmişti. Herhangi
bir yeni para birimi değişikliği süresince olan geçişte karşılaşılacak bu pratik
sorunlarla ve hesaba katılması gereken diğer faktörlerle alakalı bu
değerlendirmeleri yüzünden haklı bir biçimde kutlanır. Bu yorumların
günümüzde bile aynı sorunlarla yüzleşen ve etkilenen ülkeler tarafından
dikkate değer bir şekilde kullanılması takdire şayandır.1173
Ancak aynı sene para sorunlarını daha gelen bir biçimde inceleyerek
günün sorunları ile alakası olmayan bir yayının yayınlanmasını görmüştür ki
bu yayının Menger’in ekonomik teori konusundaki son ana katkısıdır. Bu o
sıralarda
yayınlanmak
üzere
olan
Handwörterbuch
der
Staatwissenschaften’ın ilk baskısında olan para konusundaki makalesidir.
Genel para teorisini olabildiğince açık seçik anlatmakla alakalı derin
araştırmalara girerken hazırlanması onu Avusturya’nın özel sorunlarını
tartışılmasından iki üç sene önce olduğu için Menger kendisini bu
tartışmalarda tekil bir biçimde çok yetkin hale getirmiştir. Ancak Menger hep
parasal sorunlar ile dikkatli bir biçimde ilgilenmiştir. Grundsatze’nin son kısmı
ve Unterschungen über die Methode’un
bazı kısımları önemli katkıları
içermektedir ki özellikle paranın orijini ile alakalıdır. Burada dikkati çekilmesi
gereken en önemli nokta Menger’in, gençlik yıllarında, günlük gazetelere
yazarken kullandığı çok sayıda makaleler içerisinde 1873’te iki tanesi J.E.
Cairnes’in altın keşiflerinin etkileri üstüne yazdığı makaleler üzerinedir. Bazı
açılardan Menger’in sonraki görüşleri Cairnes’in bazı görüşlerine oldukça
yakındır. Ancak Menger’in ilk katılımları, özellikle malların “satış”ın farklı
derecelerinin kavramlarını paranın işlevlerini anlamanın temeline koyması
parasal doktrinler tarihinde onun yerini onurlu bir yere koymaya yeterliyken
1173
Neue Wege der Nationalökonomie, s. 154
391
bu son yayınında merkezi bir sorun olan paranın değeri kavramına katkıda
bulunmuştur. Yirmi yıl sonra Menger’in çalışmalarının direkt devamı ile
yapılacak olan Profesör Mises’in çalışmasına kadar, bu makale “Avusturya
Okulu”nun para teorisine olan temel katkısı olarak kalmıştır. Bu katkıının
doğası konusunda biraz durmaya değer zira bu konu yanlış anlaşılmaya hala
müsait olan bir sorudur. Sıklıkla düşünülen şey Avusturya’nın katılımının
marjinal kullanım ilkesinin para değeri sorununa mekanik bir şekilde
uygulama denemesi olduğudur. Ancak bu böyle değildir. Avusturya’nın bu
alandaki temel başarısı marjinal kullanım analizinin altında yatan subjektif
veya bireysel yaklaşıma para teorisinin tutarlı bir biçimde uygulanmasıdır ki
bu hem daha önemlidir hem de daha geniş bir biçimde etkilidir.
Paranın
değerinin farklı kavramlarının, değişiminin, ve bu değerin ölçülebilme
ihtimalinin
anlamları
konusundaki
açılımları
ve
paraya
olan
talebi
kararlaştıran faktörlerin tartışması sayı teorisinin geleneksel ele alınışının
ötesinde hem ortalama hem de bütünüyle daha ileride bir katkı gibi
görünmektedir. Ve paranın “iç” ve”dış” değeri arasındaki tanıdık ayrımı
örneğinde bile kullanılan terimler biraz yanlış yerlere götürebilir nitelikte olsa
da – aradaki ayrım, farklı değer türlerine değil, fiyatları etkileyen farklı
güçlerle alakalıdır – sorunun altında yatan kavram inanılmaz bir biçimde
moderndir.1174
3.9. AVUSTURYA VE NEOKLASİK OKULLAR ARASINDAKİ FARKLAR
Avusturyalı kuramcılar için ekonomi bilimi, bir karar kuramından ziyade
bir eylem kuramı olarak kavranır ve bu, onları Neoklasik meslektaşlarından
en açık bir biçimde ayıran özelliklerinden biridir. Aslında, insan eylemi
kavramı, bireysel karar kavramını ve çok daha fazlasını içermektedir. Her
şeyden önce, Avusturyalılar için, eylemin ilgili kavramı, sadece amaçların ve
araçların “verilen” bilgisinin bir çevresindeki kararın varsayımsal sürecini
değil, her şeyden önce ki bu en önemli noktadır, “ bölüştürmenin ve ekonomi
1174
Neue Wege der Nationalökonomie, s. 155
392
yapmanın gerçekleşmesinin gerektiği araçlar-amaçlar çerçevesi algısının ta
kendisini içerir.1175 Dahası, Avusturyalılar için en önemli unsur bir kararın
alınması değil, bu kararın süreci boyunca (bu sonuçlanabilir veya
sonuçlanmayabilir) bir dizi etkileşimin ve koordinasyon sürecinin olduğu,
çalışmasının yer alan farklı aktörler tarafından gösterilen kıvraklığa az yâda
çok oranda bağlı bir şekilde düzenlenmiş olabilen, sosyal etkileşim süreçleri
üzerine olan bir kuramdır1176.
Dolayısıyla, Avusturyalılar için, ekonomi çok daha genel ve geniş bir
bilimi, insan eyleminin (insan kararının değil) genel bir kuramını kapsar veya
onun içinde bütünleşir.
Avusturyalılar için, öznelci algılama biçimi, tüm süreçlerde yaratıcı ve
öncü aktör olarak düşünülen, etten ve kandan oluşan gerçek insana dayanan
ekonomi bilimini kurma çabasından meydana gelir. Bu yüzden Mises için,
“ekonomi şeylerle, elle tutulur maddi nesnelerle ilgili değildir. İnsanlarla,
onların anlamlarıyla ve eylemleriyle ilgilidir. Eşyalar, mallar,
bolluk ve diğer
tüm yönetim unsurları doğanın unsurları değildir. İnsan anlamının ve
yönetiminin unsurlarıdır. Onların üstesinden gelmek isteyen kişi dış dünyaya
bakmamak zorundadır. Onları, eylem halindeki insanın anlamında aramak
zorundadır. Avusturyalılar için, neoklasiklerin aksine büyük bir oranda,
ekonomideki kısıtlamalar, nesnel fenomenler ve dış dünyanın maddi faktörleri
tarafından değil, insanın girişimci öznel bilgisi tarafından dayatılmaktadır.
Girişimcilik, neoklasik ekonomi biliminde yokluğuyla dikkat çekmekte
iken, Avusturya ekonomi kuramında tam tersine, öncü rolü oynayan güçtür.
Aslında girişimcilik, gerçek dünyanın, her zaman dengesizlik durumunda olan
ve neoklasik yazarların dikkatini çeken denge durumu modelinde hiçbir
şekilde yer almayan tipik bir fenomendir.
Buna ek olarak, neoklasikler
girişimciliği basit olarak, beklenen maliyetleri ve karları ile uyumlu bir biçimde
bölüştürülebilecek olan fazladan bir üretim faktörü olarak düşünürler.
Girişimciliğin asıl işlevi, daha önceden var olmayan ve bilinmeyen yeni bilgiyi
yaratmayı ve keşfetmeyi içerir. Bu da herhangi bir neoklasik öncel kararı,
1175
1176
Krizner,1973,s.33
Kirzner,1991,s.201-208
393
beklenen maliyetlere ve karlara dayanarak bölüştürme üzerinden vermenin
insanca imkânsız olduğu anlamına gelir.
Girişimciler sürekli olarak, aslında öznel, pratik, dağnık ve dolaşımı zor
bir şekilde yeni bilgi üretmektedir.1177Dolayısıyla bilginin öznel algısı,
Avusturya metodolojisindeki, neoklasik ekonomilerde bilgiyi her zaman
nesnel olarak ele alma eğiliminde oldukları için eksik olan esas unsurdur.
Aslında neoklasikler için, mallar gibi bilgi de, nesne olan ve azamileştirme
kararının
bir
sonucu
olarak
getirilip
pazarda
satılan
şeydir.
Farklı
dayanaklarda saklanabilecek olan bu bilgi hiçbir şekilde Avusturyalıların
öznel bakışındaki bilgi değildir: yaratılan, yorumlanan, bilinen ve belli bir
eylemin bağlamında aktör tarafından kullanılan alakalı pratik bilgi.
Neoklasik ekonomistlerin denge durumu modeli genellikle girişimciliğin
Avusturyalılar için olan düzenleme gücünü göz ardı eder. Aslında bu güç
yalnızca bilgiyi yaratıp iletmekle kalmaz. Daha önemlisi, toplumdaki
acentaların ayarlanmamış davranışları arasındaki koordinasyonu yönlendirir.
Etkili bir şekilde, tüm sosyal diskoordinasyon, girişimciler tarafından
keşfedilinceye kadar gizli kalan fırsatını gerçeğe dönüştürür. Girişimci kazanç
fırsatını gerçeğe dönüştürür. Girişimci kazanç fırsatının var olduğunu fark
edip bundan faydalanmak için harekete geçince, bu ortadan kaybolur ve
herhangi bir piyasa ekonomisinde var olan denge durumuna doğru olan
eğilimi açıklayan kendiliğinden bir koordinasyon süreci oluşur.
Dahası, girişimciliğin düzenleyen doğası, ekonomi kuramının bir bilim
olarak var olmasını, sosyal süreçleri açıklayan koordinasyon yasalarının
kuramsal bir varlığı olarak anlaşılmasını mümkün kılan tek faktördür. Bu
yaklaşım
neoklasik
ekonomistler
özellikle
karşılaştırmalı
statikçilerin
karakteristiği olan (“kusursuz rekabet, tekel, kusurlu veya tekelci rekabet”)
denge durumu modeli üzerinde yoğunlaşırken Avusturyalı ekonomistlerin
neden rekabetin dinamik (rakipliğin bir süreci olarak anlaşılan) çalışmayla
ilgilendiklerini açıklar.1178
1177
1178
Kirzner,1994a,cilt1,s.223-226
Huerta Soto,1992,s.78-79
394
Avusturyalılar için, temel ekonomik sorun, bilinen kısıtlamalara tabi
bilinen bir hedef işlevinin azamileştirilmesinden oluşmaz. Aksine sorun
ekonomiktir; sorun kendileri arasında rekabet eden birçok amaç ve araç
olduğu, bilgisinin verilmiş veya sabit değil, bunu sürekli olarak yaratan ve
üreten sayısız insanın aklında dağınık olduğu zaman ortaya çıkar. Ve
dolayısıyla tamamı gelecekte yaratılacak olan ve her bir görece yoğunlukla
takip edilecek olan mümkün alternatifler bilinemez bile.1179
Dahası, Avusturyalılar için, mikroekonomileri ve makroekonomileri
neoklasik ekonomistlerin yaptığı gibi iki sıkı bölümde ayırmanın mantığı
yoktur. Aksine, ekonomik sorunlar birbiriyle ilişkili temeller üzerinde, mikro ve
makro bileşenleri arasında ayrım yapmadan birlikte çalışılmalıdır. Ekonomi
biliminin “mikro” ve “makro” yanları arasındaki esas ayrım, siyasal ekonomi
üzerine olan modern tanıtıcı el kılavuzlarının ve ders kitaplarının en
karekteristik
eksikliklerinden
biridir.
Ekonomik
sorunların
birleşik
bir
değerlendirmesini sağlamak yerine, ekonomi bilimini her zaman, aralarında
hiçbir bağlantı olmayan ve dolayısıyla ayrı olarak çalışılabilen iki farklı
disipline “mikroekonomiler ve makroekonomiler” bölünmüş şekilde sunarlar.
Avusturya metodolojisinin bir diğer esas unsuru, maliyetlere dair
sadece öznel olan algısıdır. Çoğu yazar, bunu ana akım neoklasik
paradigmanın bünyesine sokmanın çok zor olmadığına inanır. Bununla
birlikte, neoklasikler yalnızca maliyetlerin öznel doğasını retorik olarak dâhil
ederler. Ve son analizde, fırsat maliyeti kavramının önemine değinmiş olsalar
da, bunu modellerinin bünyesine her zaman nesnelleştirilmiş bir biçimde
katarlar. Avusturyalılar için maliyet, aktörün üzerine almaya ve belli bir eylem
akışını takip etmeye karar verdiği zaman ferekat ettiği amaçlara yerleştirdiği
öznel değerdir. Diğer bir deyişle, nesnel maliyetler yoktur. Maliyetler bunun
yerine, her bir aktörün girişimci tetikliği vasıtasıyla keşfedilmek zorundadır.
Aslında, birçok muhtemel alternatif fark edilmeyen gider ama bir kez
keşfedildikten sonra, maliyetlerin girişimcinin görevi üzerindeki öznel algısını
1179
Endres,1991,s.275-295
395
değiştirir. Amaçların değerini belirleme eğiliminde olan nesnel maliyetler,
dolayısıyla mevcut değildir.
Gerçek durum tam tersidir.Maliyetler,aktörler tarafından gerçekten
aranan (tüketici malları) amaçların öznel değerlerine dayanarak öznel
değerler olarak varsayılır.Dolayısıyla Avusturyalı ekonomistler için, onları
üretmek ve üretmemek için aktörün maruz kalmaya gönüllü olduğu maliyetleri
belirleyen,
neoklasik ekonomistlerin sıklıkla vurguladığı gibi, piyasadaki
öznel değerlemelerin gerçekleştirilmesi olarak tüketici mallarının nihai
fiyatlarıdır.
3.10. POLİTİK EKONOMİNİN DİĞER BİLİMLERLE İLİŞKİLERİ
3.10.1. Matematik
Avusturya Okulu’nun önemli bir özelliği onun matematik metotları
kullanımı ile olan ilişkisidir. Menger’in sunumu olan “teorik iktisat biliminin
görevi ve hedefleri” ile rahatça anlaşılabileceği üzere, matematik olmadan
çalıştığıdır. Çünkü analitik –tasvirsel yöntemi takip etmektedir. Amaç iktisadi
fenomenlerin a pritoik strükler açısından incelemektir. Nitelikli büyüklük ve
bağlantıları değil. Bu onun görüşünü kuvvetli bir şekilde Jevons ile Walras’ın
görüşlerinden ayırıyor. Bunlar, İktisadi fenomenleri matematik modellerle
anlatmaya çalışıyor. Niehaus’a göre, matematik kullanımı noksanlığı sonucu
Avusturya Okul’u erken batmıştır.1180
Avusturya
Okulu
ile
Neoklasikler
arasındaki
farklardan
birisi,
matematik dışı yöntem ve bununla birlikte iktisadi fenomenlerin ve onların
varlıklarını analiz ederek açıklama istekleridir. Walras ve Jevons’a karşın
Menger’in temellenmiş matematik bilgisi yoktu. Avusturyalılar iktisata,
hukuktan devlet memurluğundan, tarla yaşantısından, eski Gymnasiumlardan
1180
Niehaus,1990,s.221
396
(lise)
gelmektedir
ve
diferansiyel
hesaplamalarla
ilgili
hiç
bir
şey
1181
öğrenmemişlerdir.
Menger’in oğlu matematikçi Karl Menger’in belirttiği gibi, o zamanki
lise eğitimi göreceli olarak iyi değildi. Ders kitapları matematik konusunda
yetersizdi.1182 Menger fikirlerini matematiksel olarak formüle etme yeteneği
yoktu. Fakat onun hedefleri başka türdendi. Tanımsal anlatım, uygun bir
metot olarak Menger’in derin metafizik düşüncelerinde yer almıştır.
Menger, Walras ile olan mektuplaşmasında; öncelikle takas ve pazarı
açıklayıcı yeni bir teori ve ortak çabadan bahsediyor. Fakat sonra farkları
belirtiyor:
“Bununla
birlikte
bizim
bilimimiz
için
matematik
yöntem
savunucularından değilim. Bana göre, matematik gösterme ve sunum
amaçlıdır, araştırma değil. Her Milli Ekonomik kanun, doğru yâda yanlış,
ampirik yada kesin matematik formülleri ile giydirilir yada grafiklerle sunulur.
Sadece çok az olayda yani büyüklük ölçüsü olan olaylarda, matematik bir
metot değildir. Sadece politik ekonomiye yardımcı bilimdir.”1183
Menger, Walras’ı teorik ve formel davranan bir ekonomik metot kurmaya
teşvik ediyor. Ona göre, bunun için matematik formüllerine ihtiyaç yoktur.
“Biz büyüklük ölçülerini değil; iktisadı, varlık olarak inceliyoruz.”
Buna göre, bilgi kazanımı sadece varlığı anlayan analiz metodu ile
mümkündür. Avusturya felsefesinin ana tezlerinin, tanımsal ve matematik
görünüm olarak açıklama kabiliyetleri ile ilgili soru matematikçi Karl
Menger(Menger’in oğlu ) tarafından araştırılmıştır. Sonuç olarak şuna varıyor:
Bazı cümleler vardır. Mesela
“fiyat yükselirse, talep azalır.”
Bu
açıklama hem anlatımda hem de matematikte aynı kesinlikte ve genelliktedir.
1184
Marjinal fayda temsilinde ise, durum karmaşıktır. Bu noktada, şu
açıklamayı yapmak durumundayım; Menger’in kullandığı formda yani ordinal
1181
Robinson j. Doktrinen der Wirtschaftswissenschaften München,1965, s.64
Menger,1973,s.45
1183
Jaffe,1965,s.768
1184
Menger, 1973,s.40
1182
397
olarak ve tüm birime yönelik, bu temsil açıklama kabiliyeti bakımından
tanımsal olarak ve matematiksel olarak eşdeğerdir.1185
Ordinal strüktürler nedeniyle
matematiksel uygulamalar baştan
imkânsız hale geliyor. Buna karşın matematik formülü, marjinal değer
konseptlerinde mantıklıdır. Çünkü kardinal strüktür bazlıdır. Ayrıca bu temsil
daha kesindir ve strüktürler daha iyi resmedilebilir.1186 Buda sonuçta bir
varsayıma bağlıdır. O da marjinal değeri bir intellgilde strüktür olarak mı
görmek gerekiyor yoksa kardinal olarak mı değerlendirilmeli. Eğer Menger’in
belirttiği gibi birinci durum söz konusu ise, tanımsal açıklama oldukça
yeterlidir. Verilen tecrübelerin, tanımsal formülün analizi sonucu ekonomik
bağlantılar “anlaşılır” hale gelir. Bu esnada yeni bilgiler kazanılır. Matematik
açıklama ise, yapısal elementlerin izafetine yöneliktir ve yeni bir bilgi vermez.
Böylece Menger için matematik bilgi kazanımı açısından gerekli değildir.
Menger’e göre, politik ekonominin metot ve amaçlarında, açıklamacı
tasvirsel metoda öncelik vermiştir. Burada aynı zamanda Avusturya Okulu ile
Neoklasikler arasındaki temel fark görünüyor. Tümdengelim yöntem sözlü
formüle bağımlıdır. Çünkü bununla anlamlar taşınabilir durumda oluyorlar. Bu
yüzden matematik sembollere dönüşü mümkün değildir.1187 İdeal tipler ve
kesin kanunlar için matematik bir rol oynamaz. İlginç olan ise, matematiğin
ampirik –gerçekçi yönde kullanımı ile ilgili sorudur. Menger burada aydınlatıcı
bir açıklamada bulunmuyor. Ama muhtemelen Menger matematiği bu
bağlamda da pek gerekli görmüyor. Burada ortaya çıkan soru Menger’in
ampirik
verilerin
nicelik
kazanmasını
nasıl
değerlendirdiğidir.
Makro
ekonomide bunlar mevcutluk olarak değerlendirilir. Ve fonksiyonel bir ilişki
içerisine yerleştirilir. Böylece onlara bir ontolojik statü kazandırılmış olur ve
bu durum aslında onlar için geçerli değildir. Bu sorunsallık Menger tarafından
açık olarak ifade edilmemiştir. Fakat Tarihçi Okul’a eleştiriler içinde
mevcuttur. Menger’in ontoloji anlayışı, veri toplamlarını mesela antolojik
mevcut gibi işlenmesini yasaklamıştır. Tarihi yansımalar bireyselleşmiş
1185
“ Ordinal” burada çeşitli fayda düzeylerinin sıraya dizilmesi anlamına geliyor.
Menger, 1973,s.42
1187
Rethband,1976,s.22
1186
398
şekillerde, çok yönlü olarak etkilenmiştir. Bunları bir araya toplamak,
arkalarındaki a priorik kanunları etkisizleştirmek anlamına gelirdi.
Buradan yola çıkarak Avusturya ekonomisi ile ilgili başka bir soru
ortaya çıkıyor; makro ve mikro ekonomik alanda istatistik denge unsurlarına
olan yaklaşımı. Avusturya Okulu denge durumunun ayarlanabilirliğini ret
eder. Çünkü mekanik bir temele dayanır ve büyüklüklerin birbiriyle olan
ilişkisinde sağlam bir doku oluşur. Kendi dokuları içinde belirli denge
durumları oluşturmak mümkün olabilir. Menger’in ekonomik sistemler
konusundaki düşüncesi ise, dinamik karakterli bir süreç görünümündedir. Bu
durum onun araştırmasının çıkış noktası olan aktif insan etkisindedir. İnsan,
ihtiyaçlarını tatmin etme uğraşı ile aktif hale gelir. Hangi türden mallara
ihtiyaç duyduğu üzerinden, aktivite (ticaret)kendisi, ihtiyacı tatmin etmekte
kullanılır ve burada noktalanır.1188
Menger, kendisini ilgilendiren şeyin sadece halk iktisadi tutumunun
tespitini ve işlevsel ilişkisini değil özellikle varlığını, nedensellik bağlantısını
görmeyle ilgili olduğunu vurgulamıştır. Varlığa ve felsefeye olan ilgisi
matematikten daha fazladır. Matematik bu durumda sadece yardımcı birim ya
da şekil oluşturmada katkı sağlayan destektir. Örneğin, grafik çizimi için
metodun kendi değil, çalışmaları destekleyen açıklayan unsurdur.1189 Gerçi,
üniversite eğitiminden sonra matematiğe merak sarmıştır. Kardeşi Anton’dan
gerekli olan bilgileri alarak “Bergbohm” takma adıyla oldukça iyi bir matematik
bilimi açıklamıştır.1190
3.10.2. Psikoloji
Menger’in kuramında psikolojik görüşler büyük bir önem oynuyor ama
bilim olarak psikoloji ile milli ekonomi ilişkisi konusuna değinmiyor. Sadece
dipnot ve belirtmelerle psikolojinin rolüne değiniyor. Onun için ticaret yapan
birey araştırmanın çıkış noktası ihtiyaçları tarafından sürüklenir ve bunları
1188
Hoppe Salerno,1939,s.126
M. Boos,Wirtschaftstheorie,C.Mengers,1986,s.46
1190
Zitschrift für Nationalokonomie, 1972,s.34
1189
399
alabildiğince tatmine yönelik çabalar.Eğer burada söz konusu olan mallara
ihtiyaç onların niteliğinden fazla ise, oyunun içinde ekonomik bir boyut oluşur.
Menger için Grundsatze’de önemle göstermek istediği ise genel değer
kavramının bireysel ihtiyaçların tatmini ile direkt bağlantıda olduğudur.
İhtiyaçların kökeni ve bunların ne kadar manipule edilebileceği gibi sorular,
psikolojik içerikli sorulardır ve Menger tarafından sadece kısmen işlenmiştir.
Menger
Grundsatze’de
ihtiyaçların
kapsamlı
analizi
olmadan
çalışmalarını sürdürüyor. Birey ve onun ticaret dürtüsü, yani ihtiyaçlarını
tatmine yönelik uğraş, a priorik kanunsaldır ve bunlar anlayan analiz ile
kazanılırlar. Onun için ilginç olan, bunlardan oluşan sonuçların değer tanımı
için geçerli neticeleridir. Her ne kadar Menger psikolojiyi milli ekonominin
temellendirici bilimi olarak görmese bile, psikolojik görüşler ve tanımlar onun
teorisinde yer buluyor. Menger bu durumun oluşturduğu anlamın farkında ve
daha sonra yoğun olarak psikoloji ile ilgilenir. Von Mises bu görüşü kendi
“praxeloji” gelişimi için alır ve aynı zamanda özellikle psikoloji ile ekonomiyi
ayırır; ticaret yapan birey temel eylemdir. Bunun üzerinden tümevarım
yapılabilir.
Subyenin
neden
ve
nasıl
davrandığı
sorularını
psikoloji
cevaplamalı ve gerçekte ekonomik alan dâhilinde değildir.1191
4.1. YÖNTEM KAVGASI (METHODENSTREİT)
19. yüzyılın ikinci yarısında iktisat bilimlerinde Alman bilim adamı
Schmoller ile Avusturyalı bilim adamı Menger arasında metodik bir tartışma
yaşanmıştır. Bu metot kavgası milli ekonominin hedefleri, görevleri ve
sorunları ile ilgili ihtilaftan ortaya çıkmıştır. İktisadi düşünce tarihine
Methodenstreit
olarak
geçmiş
olan
tartışmayı
başlatan
Menger’in
“Untersuchungen über die Methode der Sozialwissenschaften und der
politschen Okonomie İnsbesondere” adlı kitabıdır. Untersuchungen’de
Menger Tarihçi Okul’u açıktan hedef almıştır.
1191
Menger,1968,s.86
400
Menger’i Untersuchungen’i yazmaya iten en önemli nedenlerden biri
“Grundsatze’nin”
Almanya’da dikkate alınmamış olmasıdır. 1870’lerde
Almanya’da profesyonel anlamda iktisadi konuları ele alan dört dergiden
yalnızca üçünde ilişkin değerlendirme yazısı çıkmıştır. Schmoller’in dergisi
olan “Jahrbuch für Gesetsgebung Verwaltung und Volkswirtschaft’ta,”
kitap hakkında hiçbir değerlendirmede bulunulmamıştır. Untersuchungen
yayınlandığında
ise,
Schmoller’in
dergisindeki
değerlendirme yazısını
Schmoller yazmıştır. Schmoller’in Jahrbuch’daki yazısı “Zur Methodologie der
Staats-und Sozialwissenschaften” (Devlet Bilimleri ve Sosyal Bilimlerin
Metodu
Üzerine)
başlığını
taşır.
Bu
yazıda
Schmoller
Menger’in
Untersuchungen’ı ile Dithley’in “Einleitung in die Geisteswissenschaften,
Versuch einer Grundlagen für das Studium der Geschichte” adlı kitaplarını
birlikte değerlendirmiştir. Bu değerlendirmede Schmoller Dilthey’e daha yakın
bir konum benimsemiş ve Menger’i ampirik realiteye dayanmayan, aceleci
soyutlamalar ve genellemeler yapmakla itham etmiştir. Schmoller, Dilthey
hakkında şunları söylemiştir:
“Menger ne kadar dar bir ufka sahipse, Dilthey o derece geniş bir ufka
sahiptir.1192 ”
Menger’in bu yazıya cevabı gecikmemiştir. 1884’de hayali bir dosta
hitaben kaleme alınmış onaltı mektuptan oluşan İrrtümer’i (Alman Milli
Ekonomisinde tarihçiliğin yanlışlıkları) ve bunlarla Schmoller’i suçlama yoluna
gider ve bir kopyasını Schmoller’e göndermiştir. Schmoller kitabı okumayı
reddetmiş ve bir mektupla birlikte Menger’e iade etmiştir.
Böylece milli
ekonominin metot kavgası Weber’in formüle ettiği gibi ateşi yükseltmişti.1193
1192
Schmoller,1883,s.251-257 Schmoller Dilthey’in uğraş alanı olan, fen bilimleri ile ruh bilimleri
tezatlığını ortaya çıkarmayı paylaşmamaktadır. Schmoller bu konudaki görüşlerini şu şekilde bir araya
toplar: Sadece psikoloji ile antropoloji sayesinde ve ruh bilimlerinin üç ana sınıfının bir araya
toplanmasından ötürü, birbiri ardına gelen toplumsal durumların tarihsel bağlantılarının bilgilenme
problemi ileriye götürebilir. Ayrıca bilgilenme problemi için kültür sistemleri ve toplumun dışsal
organizasyonları dikkate alınmalıdır. Tekil bilimlerin mükemmelleşmesi ve genişlemesinde bütüne
tamamıyla egemen olmanın koşulu yatmaktadır. Böylelikle Dilthey’in çalışmalarına yönelttiği
methiyelere rağmen, Dilthey’in eserinden yola çıkan teorik bilgi davetine uymaz.
1193
Weber, Max; Roscher und Knies und die logischen Probleme der historischen Nationalökonomie,
in Gesammelte Aufsatze zur Wissenschaftslehre, Tübingen,1988,s.43
401
Burada bilgilenmenin iki farklı türü birbiriyle karşılaşıyor:
“Menger’in görüşü olan fizik ve kimya ile analoji halinde olan politik
ekonomi.1194 Tarihçi Okul, tüm toplumsal olayların tarihsel önemine vurgu
yapmakta ve milli ekonomiyi bir doğa bilimi (fen bilimi) olarak ele almak
istememektedir. Fakat bunları bir bilimsel boyuta tartışmak yerine, Schmoller
bilgilenmenin türü üzerine olan sorunsallığı görmezden gelip, çatışmayı
metodolojik sorun üzerine kilitlemiştir. Tümevarım mı yoksa tümdengelim mi
sorusuna indirgemiştir.”1195
Metot kavgası çok katmanlı bir olaydır. Bu kompleks çatışmanın içinde
baş aktör çatışmanın yanı sıra, aynı zamanda karşılıklı suçlamalar eşiğinde
kendi okulunun veya metodunun geçerliliğini talep etme hakikati vardır.
Metot kavgası neticesinde bir tek metodun yüksek okullarda kabul edilmesi
gerçekleşmemiştir. Methodenstreit’in temelinde iki soru bulunmaktadır.
Ekonomik kararların ve etkileşimlerin tam olarak anlaşılabilmesi için ahlaki
değerlerin yâda normların dâhil edilmesine gerek var mı? İktisat ve etiğin
birleşmesine ihtiyaç var mı? Bu surular Menger ve Schmoller tarafından
tartışıldı. Schmoller her iki soruya da olumlu cevap vererek “etik” yönelmeyi
ekonomik olayları uygun bir biçimde araştırma yöntemi olarak tanımlamıştır.
Menger ise aksine her iki soruya da olumsuz cevap vererek iktisat biliminde
böyle bir etik yönelimin olmayacağını vurgulamıştır. Menger, karmaşık sosyal
olayların anlaşılması için iktisadi ve etik bakış noktalarının ayrı ayrı
araştırılması gerektiğini düşünmüştür.1196
Seager’in değerlendirmesine göre, tartışma zamanla kişisel bir
karaktere bürünmüş ve her iki tarafta maksadı aşan ifadeler kullanmıştır.
Ancak yine de tartışmanın bilimsel bir karakteri olduğu kesindir.1197
Metodenstreit genellikle iktisadi araştırmada teori ve tarih arasında gereksiz
bir çatışma olarak yorumlanmıştır. Schumpeter ise bu duruma şöyle yorum
yapmıştır: “Bu dinmesi on yıllar alan birçok kötü duyguya yol açtığı gibi sel
1194
Menger,1883,s.8
Menger,1883,s.160
1196
Wilhelm, Hennis, Die vole Nüchternheit des urteils, G.Wagner ve H.Zipprian, Webers
Wissenschaftslehre, İnterpretation und Kritik-Frankfurt am Main, Suhrkamp,1994,s.106
1197
Seager, H.R,Economics at Vienna and Berlin,in Journal of Political Economy,1892, s.237
1195
402
gibi akan bir literatüre de yol açmıştır.” Bu literatürün tarihi, mantıksal alt
yapıya yönelik bazı katkılar sağlamasına rağmen, önemli ölçüde daha iyi bir
şekilde kullanabilecek boşa gitmiş bir enerjinin tarihidir.1198
Schumpeter, yöntem tartışmalarında gözlemlenebilecek üç unsur
bulunduğunu ve bunların bu tartışmada büyük ölçüde mevcut olduğunu ifade
etmektedir. Birinci unsur tarafların birbirlerini bilinçli ya da bilinçsiz olarak
yanlış anlamaya meyletmeleridir. İkincisi kişisel zaaflardan ve kaprislerden
kaynaklanan boyuttur. Üçüncüsü ise tartışmanın sosyolojik yanıdır. Özellikle
Methodenstreit’ta tartışan taraflar birer ekolün de lideri olduklarından
taraflarının ilgilerini ve bağlılıklarını kaybetmek istememektedirler. Bu da
onların karşı tarafa hak vermelerini engellemektedir.1199
Bawerk’e göre, söz konusu olan “kavganın” bir nesilden sonra gelenler
için böyle bir kavganın nasıl yapılabileceğini dahi anlayamayacağı türden
olduğunu belirtmiştir.1200 Menger, Tarihçi Okul’un Politik- Ekonomi alanındaki
araştırmalarında bir hedef ve metot karmaşasının olduğunu belirtiyor. 1201
Tarihçilerin kendi düşüncelerine uymayan teorilere karşı şımarık bir tavır
takındıklarını belirtiyor. Tarihçileri “yabancı işgalci” olarak tanımlıyor. Ve
kendine özgü araştırma yöntemine uymayanlara sabırsızca saldıran olmak ile
itham ediyor.1202 Menger Untersuchungen’de bir yandan Tarihçi Okul
temsilcilerini eleştirirken, diğer yandan kendi araştırmalarının sonuçlarını
savunuyor. Eleştirisi bir yandan tarih ile istatistiğin ayrılmamasına yöneliktir,
diğer yandan ise politik ekonomi teorisine yöneliktir.1203
Menger Tarihçi Okul’u direkt olarak karşısına almamıştır. Tarih ve
ampirik verilere kendiside birçok defa atıfta bulunmuş ancak bir taraftan da
Tarihçi Okul’un yaklaşımında eksik olan teorik boyutu gidermeye çalışma
iddiasında bulunmuştur. Menger, Schmoller’in tarihçi ve bununla birlikte
1198
Schumpeter, Joseph A; Gustav von Schmoller und die Probleme von heute, in Schmollers
Jahrbuch,1926,s.78
1199
Kurmış, s.136
1200
Bawerk, Böhm Eugen von, Macht und ökonomisches Gesetz, Zeitschrift für
Volkswirtschaft,23,205ff, 1914,s.95
1201
Menger, Carl; Die İrrtumer des Historismus in der deutschen Nationalökonomie, in
Hayek,1884/1970, s.3
1202
Menger,1884,s.6
1203
Menger,1884,s.12
403
teorisiz kabul edilen veri toplama yöntemini eleştirir. Çünkü bu şekilde üst
düzey kabul edilen tarih biliminin esasında milli ekonominin içerisine
taşındığını belirtir.1204 Bununla birlikte çoğu zaman gözümüzden kaçan,
Schmoller’in metodolojik yöntemleri aynı zamanda çağdaşı olan diğer
alanlardaki tartışmaları dahi etkilemiş olmasıdır. Örneğin lonca tarihçilerinin
çalışmalarıyla
bunların
yöntemlerini
çatışmalarında taraf olmuştur.
etkilemiş
ve
bunların
metodik
1205
Menger, Tarihçi Okul’a dostane tavsiyelerde bulunmuştur. Ayrıca
Untersuchungen’de çok sık olarak Schmoller’i doğrudan hedef almamış daha
ziyade Roscher’i eleştirmiştir. Fakat Max Alter’e göre bu durum (1871 ile
1883) arasında Menger’in düşüncesinin temelden dönüşüm geçirdiği
anlamına gelmez. Alter’e göre, Menger’deki bu değişim sadece duygusal
düzeydedir.
Çünkü
Roscher
1874’de
yayınladığı
Geschichte
der
Nationalökonomie’in Deutschland adlı eserinde Menger’in iktisat teorisine
katkısını değerlendirirken “anlayışsız” bir tavır takınmıştır. Bu nedenle, Alter’e
göre, Menger’in Tarihçi Okul’a sevgisinin nefrete dönüşmesinin nedeni
kendisinin tarihçi teoriye katkısının takdir edilmemiş olmasıdır.1206
Ritzel’e göre, tartışma aslında Roscher’le Menger arasındadır. Ancak
Schmoller’in birazda aşırı hoşgörüsüzlüğü nedeniyle Menger’le Schmoller
arasında gerçekleşmiştir.1207
Tarihçi Okul, Avusturya Okul’unu ampirik
realiteden yoksun, gerçek dışı dogma ve fanteziler üretmekle suçlarken
Menger’de tarihçileri bu ekonomik realiteyi aşmada yetersiz kalmaları ile
suçlamıştır.1208
Bu çatışma içerik olarak, bilimin tanımı ve uygun metot üzerinedir.
Burada belirtilmesi gereken husus, Menger ve Schmoller arasındaki
farklılıkların bir bölümünün yanlış anlamadan kaynaklandığıdır. Her iki
Okulda, iktisat bilimlerinde bilgiye ulaşmak amacıyla doğru metodun hangisi
1204
Menger,1884,s.27 Schmoller’in çalışmalarını Tarihçi-istatistikî mikrografi olarak adlanmıştır.
Menger,1884,s.173 Menger, Schmoller’i lonca tarihçilerinin yöntemleri üzerinde tasvirsel bilim ile
bireysellik üzerine olan bilim arasında bir ayrıma gitmemekle suçlamıştır.
1206
Alter, Max, C.Menger and the Origins of Austrian economics,1990,s.323
1207
Ritzel, G;Schmoller versus Menger, Eine Analyse des Methodenstreits im Hinblick auf den
Historusmus in der Nationalökonomie, Offenbach,1951,s.15
1208
Alter,1990,s.323
1205
404
olduğu üzerine çeşitli yazılarda şiddetli münakaşaya giriştiler. Bawerk’e göre,
metot kavgasının esas nedeni; ekonomi araştırmalarında “tarihsel” olanın
yanında “izoleci” yöntemi temel metot olarak kabul etmek.1209
Milli ekonomistler zaman zaman Schmoller’in iktisat bilimlerinin temel
duruşunu otuz yıl boyunca sterilize ettiğinden şikayetçi olurlar.1210 Tarihçiler,
O’nu zamana uygun metodik yöntem olan tarihsel fikir öğretisini kabul
etmemekle suçlamış ve bu durum onun meslektaşları arasında kabul
edilmesinin önüne bir set çekmiştir.1211
Menger’in iktisadi bilimler sınıflandırılması, bu eleştirinin ana yönünü
belirlemiştir. Menger burada tüm teorik disiplinlerin ağırlık noktasını “genel bir
varlığın” yansımalarının bilgilenmesi üzerine odaklamıştır. Bu iktisadi anlayış
doğrultusunda tarihçiler, yansımaları tek ve yegâne bireyselliği olarak ortaya
çıkarmayı ihmal ediyorlar.1212 Tüm disiplinler için bilgilenme arayışında
geçerli olan ortak yardımcı vasıta Aristo tarafından ortaya konan tümevarım
öğretisidir.
Bu
öğreti
ampirik
realitenin
entelekyasını
(kâmili
evvel)
durdurarak; itici güç olarak Klasik doku-metafiziksel formu şart koşar.1213
Menger’e göre, bilim olma yolunda iktisat, iki özelliğe sahip olmak
zorundadır. Birincisi pür bilim olarak değer-bağımsız olmalı, öncülleri ve
sonuçlarında hiçbir değer yargısı barındırmamalıdır. İkincisi ise, ister
tüketicilerin ister firmaların davranışlarıyla ilgili olsun, sadece bireylerin
davranışlarıyla ilgilenmelidir. Bilimsel olarak iktisadi toplamlardan bahsetmek
mümkün değildir. Bu bağlamda iktisat biliminde milli menfaat, kolektif
zenginlik gibi makro –ekonomik kavramlara yer yoktur.
1209
Bawerk,1924,s.24
Schneider, Erich; Einführung in die Wirtschaftstheorie,4.Teil, Ausgawalte Kapital der Geschichte
der Wirtschaftstheorie,1.Band, Tübingen,1965/70,s.295Sonuçta bu görüş egemen olmuştur. Çünkü
metot kavgası hiçbir zaman raporları hazırlayan kişiler tarafından 19.yüzyılın sosyo-tarihsel ve
bilimsel teorik çatışmaları ışığında irdelenmemiştir. Ayrıca bilindik sunumların üzerinden yapılan
değerlendirmeler söz konusu bu düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olur.
1211
Hansen, Reginald; Gustav Schmoller und die Sozialpolitik von heute, in Backhaus,1993,s.126
1212
Lamprecht, K; Über gesichtliche Auffasung und gesichtliche Methode Alte und Neue Richtungen
in der Gesichtwissenschaf, Berlin,1896, s.4
1213
Menger,1883,s.293 Menger’in Grundsatze der Volkswirtschaftslehre isimli doktarasının fihristinde
Aristo’in yanında en fazla bulunan isimler Rau, Roscher ve Smith olmuştur. Aynı durum Menger’in
1883 yılındaki çalışmaları içinde geçerlidir. Her iki çalışmada Platon’da önemli bir rol oynamıştır.
Klasik felsefe Menger için iktisadi bir öğretiden başka bir şey değildi.
1210
405
Menger’e
anlamıştır.
1214
göre,
Schmoller
politik
iktisadın
görevini
yanlış
Menger burada yanlış anlaşılabileceğinin de farkındadır. Bu
yüzden kendisinin iktisatta tarih ve istatistiğin kullanılmasına karşı olmadığını
hatta bunların önemini teslim ettiğini ancak eleştirdiği şeyin Tarihçi Okul
mensuplarının tek yanlılığı olduğunu vurgular.1215 Ona göre, Tarihçi Okul
mensupları tarihi Milli İktisat’a yardımcı bir bilim olarak kullanmak isteseler bu
konuda söylenecek fazla söz olmazdı. Hâlbuki onlar iktisat tarihini politik
iktisadın yerine ikame etmek istemektedirler.1216
Schmoller’e göre, ise Milli İktisat’ın anladığı şekliyle dar bir kapsamda
anlaşılması mümkün değildir. Çünkü iktisadi fenomenleri bu şekilde anlamak
onları sosyal bağlamlardan kopartmaktır. Bu ise daha baştan iktisadi
süreçlerin
gerçek
mahiyetlerini
anlayamamayı
kabullenmek demektir.
Schmoller’in burada özellikle vurgu yaptığı şeyse organlar ve kurumlardır.
Kurumları ve onların milli iktisat’taki rollerini anlayabilmek içinse kapsamlı bir
felsefe ve tarih nosyonuna ihtiyaç vardır.1217
Bir bilim olarak iktisadın doğasını tespit etmede Menger istatistik ve
tarih ile iktisat bilimleri arasında çok keskin bir ayrım görür. Schmoller ise
farkı kabul etmekle birlikte bu ayrımın o kadar derin olduğu fikrine katılmaz.
Ona göre, bu ikisi iktisadı son derece zenginleştiren veriler sağlar.
Neticede metot kavgasında söz konusu olan sadece, ekonomik
araştırmanın gerçek metodu üzerine olmamıştır. Aynı zamanda Schmoller’in
hâkim öğretisinin işgal ettiği konuma saldırmak ve bununla başka yönlerin
geçerliliğini
sağlamak
esastı.1218
Her
iki
çatışan
tarafın
fikirlerinin
karşılaştırılması hem Menger hem de Schmoller’in derin bir şekilde
1214
Menger, Carl; Über die sogannente ethische Richtung in der Politischen Ökonomie, Anhang
9,S.288f,in derselbe, Untersuchungen über die Methode der Sozialwissenschaften und der
politischen Ökonomie insbesondere, Leipzig, reprint in, C.Menger; Gesammelte Werke, Hrsg,
F.A.Hayek,Bd2,Tübingen,1883/1969,s.27
1215
Menger, 1883,s.13
1216
Menger,1883,s.37
1217
Schmoller, Gustav; Zur Methodologie der Staats und Sozialwissenschaften in Jahrbuch für
Gesetsgebung, Vervaltung und Volkswirtschaft im deutschen Reiche, Leibzig,1883,s.983
1218
Tam olarak belirtmek gerekirse üç farklı metot kavgası vardır. Birincisi Menger ile Schmoller
arasında olan 1883-1884.İkincisi tarihçi Geoerg von Below ile Schmoller arasında olan 1904.Burada
Below’un suçlaması Schmoller’in tarihçi metoda yeterince egemen olmadığı yönündeydi. Ve
üçüncüsü W.Sombart, M.Weber ve Schmoller arasındaydı. 1904-1911. Burada kavganın esasını “etik”
bir milli ekonominin sorunsallığı üzerineydi. Vom Bruch,1987
406
ispatlanmış
sistematik
bir
bilimsel
doktrinin
üzerinde
oturduklarını
göstermektedir. Bu durum ilk bakışta fark edilmemektedir. Eğer bu
tartışmadaki esas önemli noktaları göz önüne alırsak o zaman Schmoller’de
bu “bilimsel psikolojidir” ve tecrübenin, tanımanın objesi olarak tarihtir.
Menger’de ise önemli olanlar “kanunlar, yansıma formları ve insanlık
fenomenleridir.1219 ” Bununla beraber her ikisi de yeni felsefenin ve mantığın
sonuçlarını kullanırlar. Tabii bu esnada her biri kendi teorisine dayanak olan
parçayla ilgilenmiştir.
Bu tartışma hakkındaki standart bakış açısı Schmoller tarafından
savunulan tümevarım, gerçekçi, ampirik, tarihçi bütüncül ve etik yaklaşımına
karşı Menger’in, tümdengelim, kuramsal, aprioristik ve bireysel yaklaşımı
olduğu şeklindedir. Bu popüler yaklaşım detaylı olarak bakıldığında kesinliği
ve açıklığı taşımaz. Aşırı basitleştirir, homojenize eder ve dolayısıyla çoğu
zaman yanlış yönlendiricidir. Bunun sebebi kısmen de orijinal metinlerin
kendilerindeki belirsizliktir.
Menger Irrtümer’de metot tartışmasında kimin haklı olduğuna zamanın
karar vereceğini belirtir.1220 Haney’e göre de tartışma bir sonraki nesilde her
iki tarafında diğer tarafa biraz hak vermesi ile sona ermiştir.1221 Schmoller ise,
bunu iki Okul mensuplarının bu tartışmadan artık yorulmuş olmalarına bağlar.
Yoksa aralarındaki farklar azalmış değildir. Bu çatışma özellikle Avusturya
Okul’u için önemliydi. Çünkü çatışma süreci içinde kurumsallaşmıştı.
“Avusturya Okul’u” kavramı önceleri Tarihçi Okullar tarafından aşağılayıcı ve
yöresel olduğunu belirtmek için kullanılırdı.
Yüzyılın sonunda büyüme rakamlarındaki yüksek düzeyin konsolide
olmasıyla sınıflar, karteller, sendikalar politik tezatlıklarını daha keskin bir
şekilde savunmaya başlamışlardır. Etik ekonomiye yönelik bu eleştirel
dönem, tarihsel anlamda tesadüfen ortaya çıkmamıştır. Bu dönem Metot
kavgasıyla başlamış değer yargısı çatışmasına değin devam etmiştir.
Schmoller ve Menger tarafından sıkça tartışılan bazı problemler, bilimin
1219
Menger,1884,s.17
Menger,1884,s.89
1221
Haney, Lewis; History of Economic Thought, New York the Macmillan Company, First
edition,1911, s.816
1220
407
bugünkü düzeyi itibarıyla çözülmüştür. Fakat bununla birlikte henüz
açıklanmamış problemler vardır. Ve üstelik yeni problemlerde ortaya
çıkmıştır.
4.1.1. Medolojik Çatışmanın Alanı Ve Görevi
İktisat biliminin görevi iktisadi olayları tanımlamak, sistematikleştirmek,
açıklamak ve gelecekteki gelişimleri üzerine tespitlerde bulunmaktır. Bu
görev öncelikle iktisat teorisine düşer. Buna karşın teorik iktisat politikasında,
toplumsal hedef ve değer anlayışı dikkate alınarak, politik biçimlendirme
imkânları araştırılır. Ekonomi reel bilimlere ve bu ana bilim dalı üzerinden
sosyal bilimlere dâhildir.1222 Böylece ekonomi öncelikle insan davranışlarıyla
ilgilenir.1223
Reel iktisat sürecinin tüm karmaşıklığını yakalamak mümkün
olmadığı için, ekonomik hipotezler sadece belirli uygulamalarda, olası
davranış ve olası reaksiyonlar üzerine ifadelerde bulunulabilir. İktisat tarihinin
bize gösterdiği üzere, örneğin Smith zamanında milletlerin zenginliklerinin
varlığı ve kökeni önemliydi; bugün ise işsizlik, konjonktür dalgalanmaları,
teknik ilerleme, sosyal güvenlik ve ekoloji önceliklidir.
Schmoller
ve
Menger
bilgilenme
programı
açısından,
politik
ekonominin ve politik ekonomi doktrinin farklı bakış açılarını baz almışlardır.
Farklı görüşleri ifade ederek, bunların politik –ekonominin temel kavramları
olduklarını belirtiyorlar. Farklı temel pozisyonları yansıtıyorlar. Ama her
şeyden önce, politik ekonomi doktrine farklı hedefler koymuşlardır. Bu durum
ise, politik ekonomi kuram içinde kullanılan teorilere de farklı taleplerin
iletilmesine sebep olmuştur. Schmoller ve Menger kendileri tarafından temsil
edilen pozisyonların muadilliği konusunda, kavga etmişlerdir. Öyleyse bu
metot kavgasında genel olarak, hangi bilgilenme objesinin, hangi bilgilenme
1222
Bunlar aynı zamanda tecrübe bilimi veya ampirik bilim olarak adlandırılır.
Bilim genelde formel-ideal veya reel bilim olarak sınıflandırılır. Formel bilimler matematiğin ve
mantığın disiplinlerinden meydana gelir. Reel bilimler gerçekliğin nesnelliği ile ilgilenir. Fen ve
sosyal bilimler ise reel bilimlerin dallarıdır.
1223
408
hedeflerinin ve hangi bilgilenme vasıtalarının, politik –ekonomiye uygun
olduğu tartışılmıştır.
Menger doktora tezi olan Grundsatze der Volkswirtschaftslehre isimli
çalışmasında,
teorik
yönelimli
disiplinin
içeriğini
bazı
kavramlarla
temellendirmiştir. Bu kavramların arasında mal, değer, takas, fiyat ve parayı
sayabiliriz.1224 Menger bu noktada ampirik realitenin bilgilenmesi için
tanımlamalarının gerekçesi olarak Aristo’nun felsefi bilimsel öğretisini
göstermiştir. Menger aynı zamanda çağının egemen olan bilimsel görüşleri
doğrultusunda kavramlarına, ampirik realiteye uygun formlar bilgilenme
karakteri de kazandırabiliyordu. Zira bunlar realiteyi kesin bir şekilde
belirleyen form kozmosunun, son ideal tipik yapı taşlarını oluşturuyordu.1225
Fakat yansımalardaki bu kazanımlar, daima kirlenmiş bir şekilde
gerçekleşmiştir.
Ayrıca
bunların
form
anlayışına
uygun
olarak
gerçekleşmeleri, bu görüş doğrultusunda rasyonel bir iktisat politikasının
bilgilenmesini hedef olarak görür ki bu bilindiği üzere Menger tarafından
ekonomi-politik siyaset veya bakım olarak adlandırılmıştır.1226
Buna göre, ekonomi politikasının görevi, ampirik realitede verilen
strüktürleri,
yansımalardaki
büyümenin
doğal
kanunsallıkları
olarak
kullanmaktır. Bu esnada politik ekonomi içerisindeki mal teminin ideal
durumunun tanımına, buna dâhil olan iktisadi sübyelerin bireysel fayda
büyüklüklerinin optimize edilmesi üzerinden temel bir anlam yüklenmiştir. Bu
yüzden Menger dikkatini sadece “yanılgı ve arzunun” etkisi altında olan
iktisadın reel yansımaları üzerine odaklamamıştır. Menger’e göre bunlar katı
anlamda determinasyondan geçmemiştir ve kanunsal olarak belirlenmemiştir.
Menger’in ilgisini ekonomik fiyatlar, ekonomik mallar ve ihtiyaçlar v.s.
çekmiştir. Öyleyse o sadece ekonomikliğin yansımalarıyla ilgilenmiş, çünkü
1224
Conrad ’ın Jahrbücher für Nationalökonomik und Statistik, 1872, s. 343.
Menger Klasik felsefenin tertibine uygun olarak daima doku ile form arasında bir ayrıma gitmiştir.
Yani kendi ifadelerinde yansıma ile yansıma formunu farklı kullanmış ve buna uygun olarak veri
toplama ile kanunsallık arayışını birbirinden ayırmıştır, Menger 1883, s. 38.
Daha sonraları
Schmoller’in araştırma faaliyetleri, Max Weber tarafından ortaya atılan maddeci tanımlamasıyla
anılmıştır. Bu noktada belirtilmesi gereken, Max Weber’in Tarihçi Hukuk Okul’unun ve Tarihçi fikir
kuramı geleneğinde yetiştiği için bu terminoloji geliştirmiş olmasıdır.
1226
Menger,1884,s.43
1225
409
sadece bunlar kesin yönün bilgilenme objesi olarak hizmet verebilir
niteliktedir.1227
İşte bu yapı toplum içerisinde gizlenmiş olan ve katılımcıların
davranışlarında
kendini
gösteren
kökensel
etki
nedenlerine
açıklık
kazandırıyor ve bununla birlikte arzulanan bir liberal iktisat politikasını, tek
doğal ve rasyonel yol olarak haklı çıkartıyordu. Rasyonel davranan sübyenin
azami fayda peşinde koşması, bütün ekonomik katılımcıların davranışlarını
mal kullanımın marjinal faydasına göre düzenlemelerini de beraberinde
getirir. İşte bu hedeflenen optimal durum için gerekli olan mantıki bir
kriteridir.1228 Tanımlamada fark edilmeyen ve bütünsel bir ölçünün kullanımı
sonucu
fayda
büyüklüğünün
tespit
edilemeyişi,
ampirik
realitenin
tanınmasında önemli bir güçlük çıkarmıştır. Çünkü bunun içsel bir yaşama ve
hatta tezatlığa yol açan varsayımlara referans oluşturması, kendi içerisinde
birbiriyle uyumsuz sonuçların ortaya çıkmasına yol açmıştır.1229
Menger iktisadın alanını yalnızca Schmoller’e kıyasla değil, Klasik
İktisatçılar’a kıyasla da daha dar tutmuştur. Schumpeter, Menger’i Smith’le
karşılaştırıldığında, kapsam açısından Menger’in Smith’e göre, daha dar
olduğunu belirtmektedir. “Menger’in çalışmaları pür bilimseldir. 1230 ” İktisadın
alanını teorik ve ampirik olmak üzere ikiye ayırdıktan sonra ilgisini teorik
alana yöneltmiştir. Teorik iktisat, iktisadi fenomenlerin genel özü ve genel
bağlantılarını araştırmalıdır. İktisadi kavramları analiz etmek ve bundan
sonuçlar çıkartmak onun işi değildir.”1231
Schmoller ise, milli iktisat’ın alanının bu şekilde daraltılmasını kabul
edilemez bulur. Her bilim gibi milli iktisat da sadece çekirdeğinde kendine has
olabilir ona göre. Çevresinde ise pek çok yan disiplinle kesişir. Zaman zaman
1227
Menger 1871, s. 51
Bu düşünce şekli için rasyonelci Leibnitz felsefesinin ne kadar önemli olduğu aşikârdır. Buna göre
tanrı olabilecek en iyi dünyayı yaratmıştır ve etkili entegral yasası burada önemli bir boşluğu
doldurur. Schmoller’in psikolojik temelleri veya onun deyimiyle faydacılık öğretisini ret etmesi,
Whewell’in eleştirilerine ve bugünkü hükümlere tamamıyla uygundur, Schmoller 1900, s. 73.
1229
Albert Hans; Marktsoziologie und Entscheidungslogik, Neuwied, Berlin,1967,s.24
Menger’inkesin metodu için aynı kalan bireysel fayda dogması ve iktisadi olaylarda insani etki
dogması önemli bir rol oynar.
1230
Schumpeter,1952,s.6-85
1231
Menger,1883,s.6
1228
410
konusu veya metodu itibarıyla onlarla ortak yanları olur, onlardan pek çok şey
alır ve onları besler. Çekirdek hakkında mantıklı bir şekilde tartışmak
mümkündür.
Ancak çevre hakkında değildir. Çevre, özellikle manevi
bilimlerde, daima genişleyen sınırlara, ortak bir çıkış noktasına sahiptir. 1232
Schmoller başlangıç noktası olarak iktisadın fiyat ve dağıtım konularından
ziyade toplumların değişimiyle daha çok ilgilenilmesi gerektiğini ele almıştır.
Schmoller tarihsel ve etik yöntemlere yaptığı vurgu ile ana iktisada amaç ve
yöntem konusunda bir alternatif getirmiştir. Bunun sonucunda felsefe ve
politika tarihsel bir bakış açısı ile bir araya getirilmiştir.
Saf ekonomi ancak, ekonomik ilişkilerin tüm gelişmiş formlarını
tanımladığı zaman geçerlilik talebinde bulunabilir. Schmoller’in tarihçi –
normatif ekonomisi 19. yüzyıl Alman anayasal gerçekliliğin ekonomisidir.
Menger ekonomiyi iktisadın nesnesine o derece sıkıştırır ki sanki hukuki ve
sosyal normların büyüme gelişimi üzerinde hiçbir yapısal etkisi yokmuş gibi
göstererek, bir Avusturyalı olarak bu Alman ekonomisini tanımaz. Menger
tüm kolektif ihtiyaçları ve böylelikle tüm geleneksel “kültürel şemaları”,
“bireysel ihtiyaçlara” indirgemekte, kolektif bir ihtiyacın olmadığını var
saymıştır. Devlet tarafından düzenlenen kolektif gereksinimin iktisadi çıkarlar
ile bir ilgisinin olmadığı varsayılmıştır. Fakat böyle bir davranış tertibi ise
öncelikle tarihsel olarak oluşmalıdır. Bu durum 30 yıl savaşlarından beri
devletsel üstünlüğe ve desteğe alışmış bir ulusta, doğal olarak kabul
edilemezdi.1233
Tarihçi metoda göre, “tarihçi metotları” kendi kriterlerine biat kılmak
mümkündür. Tarihçililiğin sınırı, onun doğmaya dönüştüğü yerdir. Bundan
dolayı kültürün tarihselliğini sadece tespit etmez aynı zamanda onu normatif
olarak yükseltir ve güzelleştirir.1234 Mill’in “sosyal bilimlerin mantığıyla” ve
Menger’in
“sosyal bilimlerin metoduyla” ilk defa politik-ekonomi doktrinin
tamamında bilinçli ve ispatlanmış bir metot öğretisi ile teori garanti altına
alınmıştır. Benzer durum Schmoller içinde geçerlidir. Schmoller’e bilinçli bir
1232
Schmoller, Gustav; Die Volkswirtschaftslehre und ihre Methode, in Schmoller,1893,s.15
Ellwein,1987,
1234
Koslowski,1991,s.87
1233
411
şekilde tarihçi metodunun sistematik ve metodik ispatını daha kurumsal ve
daha katı ampirik arşivci bilimsellikten mahrum olan öncüllerinin tarihsel
araştırmalarından uzaklaşmıştır.
Metodik anlamda değişmeyen klasiklere nazaran bu daha “yüksek”
bilimsellik daha katı bilimsel öğretiler ve daha kesin teoriler, çağın tüm
bilimsel şartlarına uygun olarak ispatlanmıştır. Bunların karakteristik özelliği,
fen bilimlerine olan yönelimdir. Bu yönelim bilimin tüm alanlarına ve ruha
sosyal bilimlere sirayet etmek ona metodik ve materyal anlamda hâkim olmak
ve bunları elemeye tabi tutmak olarak tanımlanabilir. Fen bilimsel bu işleyiş
yönteminin yayılmasına eşdeğer şekilde bilimsel düşünce ve araştırma yeni
bir alanı kapsamıştır. Tarih böylece artık tarih bölüm disiplinin ve eleştirel
ayrımın statik materyali olmayacaktı. Bunun yerine insanlık tarihinin
oluşumunun dinamik formu ve canlı içeriği olarak değerlendirilecekti. Hayat
olarak tarih, bu tarihçilerin yeni düşüncesiydi.1235Bunlar tarihsellik dışı
kriterlerin etkili olmasına karşı, kendi varlıklarını ve tarihin özel konumunu ile
özel metodunu kurtarmayı kendilerine görev bilmişlerdir.1236
Buna karşın İngiltere’de daha 1830’lu yıllarda, dünyaya yabancı olan
varsayımlar üzerine kurulmuş olan açıklama modellerine karşı bir Tarihçi
Okul’un tesis edilmesi talebi, oldukça erken bir dönemde ortaya çıkmıştır. 1237
1235
Dithey, Wilhelm; Gesammelte Schriften, Leipzig und Berlin,1914,s.132
Hayat felsefesinin, fen bilimleri yönelimli bilimsel ideale karşı aniden ortaya çıkışını, bir paralel
yansıma olarak değerlendirmeliyiz. Bununla beraber, ancak tarihsel ve kültürel dünya akımının
etkisiyle ruhani hayata bilimsel ve felsefi bir alt yapı oluşturma imkânı ortaya çıkmıştır.
1236
Ranke, Das Politische Gesprach und andere Schriften zur Wissenschaftslehre,1925,s.34
Bu öz tarihsel element özellikle Droysen’in Grundriss der Historik’te bir çığır açma noktasına
gelmiştir. Droysen’in orijinal sorusu ise, “meşguliyetlerden nasıl tarih oluşur.” sorusuydu. Bu soruyu
şöyle cevaplamıştır. Tarihçi metodun alanı ahlaki dünyanın evreni olduğuna göre, ahlaki dünyanın
oluşumu ile büyümesi ardı sıra gelen hareketlerin yakalanması, bunların tarihsel olarak tespit edilmesi.
Kesin ile spekülatif disiplinler arasındaki materyalist ile doğa üstü olaylara inanma dünya görüşleri
arasındaki tarih dünyası, bir harf bulmacasından çok duyu ve his bulmacasını andırıyor. Bu bulmaca
spesifik tarihsel metot olan “anlama” ile çözmelidir. Meşguliyetlerin yan yana olmasından ziyade,
ardı sıra gelişen olaylar tarihsel dünyayı oluşturur. Aynı şekilde anlamlı ve doğru olan ise, Ranke’nin
sürdürdüğü şekilde rasyonalizme karşı olan kavgadır. Ranke bilgiden yola çıkarak “sosyal bilimlerin
ortak bir problemselliğini oluşturma amacındadır.
1237
Bununla ilgili Whewell 1830 ve 1833. Whewell Alman felsefesinin, bilimin ve edebiyatının
yayınlanmasıyla çok yönlü olarak ilgilenmiştir. Whewell ile Schmoller’in büyük dedeleri arasında çok
yönlü bilimsel ilişkiler vardı. Bununla birlikte Schmoller ailesinin bir dostu olan ve esasında bir tıp
adamı olan Mayer, Whewell’in araştırmaları sayesinde ısı eşdeğerliliği keşfinde bulunabilmişti.
Schmoller ve onun meslektaşı olan Wilhelm Hasbach önemli metodik sorularda daima bu İngiliz
matematikçi, fen bilimci ve bilim teorisi kuramcısını referans olarak kabul etmişlerdir ( bakınız
412
Hatta düşünce sürecinin sadece birkaç temel varsayımla sınırlandırılması ki
burada iktisadi sübyelerin davranışlarına önemli bir rol düşmüş ve bunlar
dogmatik olarak dolaysız bir şekilde gerçek olarak sunulmuştur, açıklayıcı
bazı düşünce modellerinin ortaya çıkmasına vesile olmuş ama bunların
realiteyle bağlantısı ihmal edilmişti.
Adam Smith’de hala tarihsel verilerin gerçekçi ve kapsamlı tarifi
egemen olsa dahi, bununla birlikte düşünce sürecini daha ziyade önemli
köken olarak değerlendiği olgular üzerine yoğunlaştırmıştı. Bunun sonucunda
ortaya çıkan ardıllar tamamıyla bu varsayımlarla sınırlandırılmıştı. Böylece
yansımaların kökenlerinin bilindiği anlayışı egemen olmuş ve somut
gerçekliği açıklamak için sadece bunları tümdengelimden geçirmenin yeterli
olacağı düşüncesi hâkim olmuştu.1238 Ampirik realitenin, teorik milli ekonomi
içerisindeki hatalı evrensel hipotezlerin regülasyonunda görev alması
gerektiği ki bu daha sonra Schmoller’in sürekli olarak tekrarladığı bir talep
haline gelmiştir, Mill tarafından Logik adlı eserinin 6.kitabında Whewel’in üç
basamaklı tümevarım öğretisine karşı dillendirilmişti. Mill’in buradaki hedefi
daha önceki dogmatik öğretilerini desteklemekti.1239 Menger’in metodolojik
Schmoller 1894, s. 546. Hasbach 1895, s. 472 ) . Whewell henüz 1829 yılında klasik sonrası milli
ekonomist olan Ricardo’nun öğretilerini, matematiksel – formel bir modele dönüştürmüştü ( bakınız
Whewell 1830 ) . Whewell bu öğretilerin ampirik gerçekliği açıklamayacağını tespit etmiştir. ayrıca
bunun temelinde gerçekçi olmayan varsayımların kullanıldığını kanıtlamıştır. Bunun ardından ise yeni
bir Tarihçi yönelimli politik ekonomi biliminin kurgulanması çalışmalarına başlamıştır ( bakınız
Whewell 1833) . Ricardo’nun öğretileriyle uğraşması sonunda, pratik olarak uygulanabilecek bir
tümevarım kuramının formülasyonuyla ilgilenmiştir. Kant felsefesini önemiyse onu bilimsel
bilgilenmeye ve Almanya’daki bilimsel gelişmeleri incelemeye yöneltmiştir. Bu şekilde bugün
“Phlosophy Of Science” olarak adlandırılanın kurucuları arasına girmiştir. Mill klasik sonrası milli
ekonominin şüpheyle karşılanmasının önüne geçmek için Whewell’e karşı, 1840’ta bir tümevarım
kuramı oluşturmuş ve 1843 yılında kapsamlı Logik adlı eserini yayınlamıştır. Mill ancak bu ön
çalışmaları tamamladıktan sonra Principles Of Politica Economy adlı eserini yayınlamıştır. (bakınız
Hansen 1996 s. 189 ) . Menger’de aynı şekilde Mill’in erken dönem yazılarının yani Smith –
Ricardo’cu milli ekonomiyi savunan teorinin yetersizliğini anlamıştı. Ayrıca bununla birlikte Logik
adli eserinin 6. kitabındaki yetersizliğin farkına varmış ve bunun milli ekonomi içerisindeki
tümdengelim yöntemi açıklamak için yeterli gelmediğini fark etmişti. Bu yüzden Almanya’daki
zaman anlayışına uygun ve buradaki geleneğin içerisinden gelen bir temel arayışına girdi ( bakınız
Menger 1873 )
1238
Mill John Stuart; System der deduktiven und induktiven Logik Eine Darlegung der Grundsatze der
Beweislehre und der Methoden wissenschaftlicher Forschung, in Gomperz (Hrsg),John Stuart Mills
Gesammelte Werke, Band 2,Aaalen,1884/1968,s.20
1239
Hansen, Reginald; Der Methodenstreit in den Sozialwissenschaften zwischen Gustav Schmoller
und Carl Menger, seine wissenschaftliche und wissenschaftstheorie Bedeutung, in Betrage zur
Entwicklung der Wissenschaftstheorie im 19.Jahhundert, Meisenheim,1968,s.149
413
yayınları bundan sonra Klasik felsefeye dayanarak, bilimlerin gelişiminin
Francis Bacon’un katkılarından sonra hatalı yollara girdiğine dair anlayış
üzerinde yoğunlaştı. Sosyal bilimler içinde düşünce şeması olarak Aristo
felsefesini kabul etmiş ve bunun İngiliz ampirizmi içinden kaybolduğunu ifade
etmiştir. Buna göre, ampirik realite bilgilenme ve bunun yapısal bağlantıları
üzerinde kontrol birimi olarak görev yapmayacaktır.1240 Menger’in bu
geliştirilmiş düşünce şekli, yeni yüzyılın başlamasıyla birlikte milli ekonominin
içinde ikinci kavganın ortaya çıkmasına neden olur. Bu çatışmanın içeriği ise
genel
bağlayıcı
niteliği
olan
değer
yargılarının
bilimsel
geçerliliği
üzerineydi.1241 Schmoller iki çatışmada da merkezi bir rol oynamıştır.
Gerçekteyse
Schmoller
zamanın
genel
anlayışı
dışında
olan
düşünceleri nedeniyle, kendisine politik anlamda yakın olan sosyal politika
derneği üyeleri tarafından bile, bir yabancı veya dışarıda kalan adam
Mill’ci tümevarım öğretisinin amacı ampirik realite üzerine güvenli bilgilenmeye ulaşmaktı. Burada
fen bilimlerinin aksi olarak manevi bilim içerisinde deneysel çalışamayacağını düşünüyordu. Diğer
yanda milli ekonomi içinde teorilerinin aksiyonunu insani davranışın motif strüktürleri üzerine inşa
edebileceğini düşünmüştü. Bunlar onun için sosyal realitenin teorileri olarak hizmet vermiş ve
aksiyomcu tümdengelim sistemi formu içinde güvenli, genel ve bunun için zaman mekân açısından
kısıtlanmamış ters tümdengelim metodu olarak işlev görmüştür. Bununla birlikte ortaya çıkan
tezatlıkları görmemezlikten gelmemiz gerekir. Whewell tarafından tümevarım öğretisi içinde
geliştirilen kanunsallık kavramı, realiteyi açıklamak üzere kurgulanmış tahminlerdi. Bunlar evrensel
anlamda geçerli, somut neticeler üzerinde sınanabilecek hipotezlerde formüle edilmiştir. Wheywell’e
göre, ancak genel anlamda geçerli bir kanunsal hipotezin onayı ve ampirik realitenin var olan tekil
marjinal koşullar üzerine ifadeleri sonucunda bir teori doğrulanabilir. Hipotezlerin doğruluğu bu
onayla elde edilmemekle birlikte bunları hatalı oluşları bu şekilde anlaşılabilir. Mill’in bir doğa
kanunundan beklediği ispatlanmış bilgilenme şartı, Wheywell için yeterli değildir. Aynı şekilde
Schmoller ve onun rakipleri arasındaki bu farklı kanunsallık anlayışı önemli bir rol oynamıştı. Zira
Schmoller düzenlilikleri tespit etmek için hipotezleri şart koşar. Ve Menger’ci anlamdaki kesin
kanunsallıkları sorgulardı.
1240
Hansen,1993,s.123 Klasik felsefenin Menger öğretisi için önemini vurgulamaktadır. Whewel ise
1930 yılından sonra Aristo felsefesinin dogmatik niteliklerinden kurtulmuş bir bilimsel öğretiyi
geliştirmeye soyunmuş ve deneyselliğe yönelmiş olan Bacon’un programı olan Novum Organon
Renovatum anlayışını geliştirmiştir. Buna göre, düşünce şeklini “kopernikçi dönüşüm” olarak
adlandırılan Kant felsefesi yönünde ve dogmatiklikten uzak bir biçimde yeniledi. Bu durum ampirik
eğilimli olan İngiliz düşünsel geleneği için oldukça yabancıydı. Mill ise, buna karşı ampirik İngiliz
geleneğine uygun bir şekilde Aristo düşünce biçimini, Logik ismi altında modern bir tümevarım
öğretisini kurgulamak amacındaydı. Ona göre, bu öğreti Aristo düşmanı Bacon’dan itibaren hatalı bir
yola girmişti. İşte tüm bunları 1883 ve 1884 yılındaki çatışmacı yayınlarında dile getirdi. Burada
deneyselliğin rolünü kesin araştırmanın metoduna yükler ve bunu tüm deneyselliğin ile tecrübenin
üzerinde konumlandırır. Özellikle kesin kanunların formülasyonunda ayrı ayrı ele alınması ve
kamuoyuna sunulmasını talep eder. Bununla birlikte Menger yukarıda vaat etmiş olduklarını hiçbir
zaman gerçeğe dönüştürmemiştir.
1241
Lindenlaub, D;Richtungskampfe im Verein für Socialpolitik Wissenschaft und Socialpolitik
im Kaiserreich Vornehmlich vom Beginn des “Neuen Kurses”bis zum Ausbruch des ersten
Weltkriegs (1890-1914),1967,Wiesbaden 1967,s.443,Hansen,1968,s.156
414
(aussenseiter) olarak değerlendirmişlerdir. Milli ekonomistler onu genellikle
tarihçi olarak değerlendirmişlerdir. Buna karşın tarihçiler onu daima milli
ekonomist olarak görmek istemişlerdir. Daha 1861 yılında hazırlamış olduğu
“Zur Geschichte der nationalökonomischen Anschichten in Deutschland”
isimli eseri tamamen zamanın tarihçi anlayışın dışına çıkmıştır. 1242
Daha sonraki yayınları da aynı nitelikte olmuştur. Sosyal Politika
Derneğinin kurucularından olan Wagner henüz 1876 yılında Schmoller’in
eleştirel çalışmalarından dolayı onu kasıtlı olarak bir metot çatışmasını
provoke ettiğini belirtmiştir.1243 En şiddetli tepkiyi ise, eski öğrencisi Brentano
göstermiştir. Brentano çok uzun bir zaman için neredeyse Schmoller’le olan
tüm ilişkilerini dondurmuştur.1244 Metot kavgasında, rakipleri onu politik
davranmakla
ve
değerlendirmelerini
gerçekleştirmekle suçlamışlardır.
izafiyesini
eleştirmiş
ve
1245
bunu
politik
hedefleri
doğrultusunda
Karşıtları Schmoller’in noksan olan etik
politik
hedeflerine
kurban
verdiğini
belirtmişlerdir.
4.1.2. İktisadi Analizin Birimi Nedir?
İktisadi analizin birimi söz konusu olduğunda tartışmanın her iki tarafı
da metodolojik bir zorunluluktan dolayı değil realite öyle olduğu için iktisadi
analizin biriminin millet ya da birey olduğunu iddia etmektedirler. Schmoller’e
göre iktisadi hayata baktığımızda, faaliyette bulunan öznenin birey değil,
millet olduğunu görürüz. İktisadi faaliyetin bireysel faaliyete dayalı bir süreç
olduğu fikri ki bu fikir bireysel ihtiyaçlarını tatmine çalıştığı düşüncesine
dayanır. Medeniyetin hiçbir aşaması için doğru değildir. Ve tarihte geriye
doğru gittiğimizde yanlışlığı bir kat daha ortaya çıkar.1246
1242
Literarisches Centralblatt für Deutschland, Leipzig,1862,bölüm 760
Hansen, R;Die praktischen Konseqenzen des Methodenstreits. Eine Aufarbeitung der
Einkommensbesteuerung, Berlin,1996,s.180
1244
Brentano, L;Mein Leben im Kampf um die soziale Entwicklung Deutschlands, Jena,1931,s.74
1245
Eucken, W;”Die Soziale Frage” in Synospis, Alfred Weber 30,7.1868 bis
30.7.1948,Heidelberg,1948,s.111
1246
Schmoller, 1897, s.1389
1243
415
Menger ise, sadece fertlerin eylemde bulunabileceğinin özellikle altını
çizmiştir. Metodolojik ferdiyetçilik prensibine göre devletler, toplumsal sınıflar,
kurumlar,
cemaatler
bire
bir
ilişkiler
açısından
bireyler
düzeyine
indirgenebilirler.1247 İktisadi analizin biriminin ne olduğu sorusuna normatif
olmayan bir cevap vermek imkânsız görünmektedir. Realite her iki teze de
destek sağlayan bol miktarda veri sunmaktadır.
4.1.3. Schmoller ve Menger’de Teori
Schmoller’e göre, ekonomik bilim, bütün ekonomi-politik yansımaları
yakalayıp tanımladığı için onun kanunları da mutlak gerçeği ve mutlak
geçerliliği temsil edemezler. Öyleyse tümevarım en önemli acil görevdir.
Genel karakter taşıyan açıklamalar mesela Ricardo ile başlayan ve Smith’in
ardından gelenlerin yaptığı gibi belirli zamansal gelişimlerinden sonra,
ekonomi-politiğin
yansımalarının
yeni
araştırmalarına
dayanan
yeni
tümevarım sonuçlar çıkarmadan yapılması “bilim” olma niteliğini belirler.
Bunlar teoridir.
Bundan dolayı tamamlanmamış bilginin formüle edilmesinin
geçici denemeleridir. Ve ne kadar sabit detay bilgisi büyürse, o kadar sabit
gerçeklilik yani bilim haline gelirler.1248
Schmoller, bunun anlaşılmış olmasını, devlet, toplum ve ekonomipolitiğin yeni ve gerçek bilimin kazancı olarak görür. Bu bilim tekil
araştırmalar ile kendini inkâr edercesine, büyük teorilerin peşine koşmak
yerine, daha çok parçalı halde fakat kesin gerçekler kazanmak ister.1249
Menger’e göre, tarihçi element gerçeği, ampirik teoride kabul görür ve
bununla birlikte kesin teori tarafından da inkâr edilemez. Kesin bilimler beher
her teorinin varsayımı olarak fenomenlerin gelişim gerçeğini, yansımaların
değişimini inkâr etmez. Ayrıca biz bu şekilde tüm evrelerde bunları
kavrayabiliriz. Hayatın meydana getirdiği her yeni yansıma ve her yeni
fenomen gelişim evresi, teorik araştırmanın kesin yönünün yeni bir problemini
1247
Menger, 1883, s.86
Schmoller,1897,s.1389
1249
Schmoller,1897,s.1389
1248
416
oluşturur. Gelişim gerçeği, kesin araştırma sonuçlarının formel karakterine
dokunamaz.
Fakat
buna
karşın
objelerin
çevresini
genişletir
ve
modifikasyondan geçirir.1250
Milli ekonomi içindeki tarih ve istatistik konularında, Schmoller- Menger
tartışması program olarak önemli bir farkın önemli olmadığı, her iki sininde
bunları değerli addettiğini görebiliriz. Aradaki fark “yapı taşı ve yardımcı bilim”
farkıdır. Buna karşın uygulamadaysa büyük bir farklılık vardır. Zira Menger,
tarihi
yeterince
ciddiye
almış
olsa
bile,
Schmoller’in
tarihçi
detay
araştırmalarına verdiği önem nedeniyle burada belirgin bir farklılık ortaya
çıkar. Menger, Schmoller’in monografilerde sergilediği başarıyı kabul etmiş
ve bunların teorinin yapı taşları olarak değerlendirilmediği sürece itirazda
bulunmamıştır.1251
Menger
için,
tarih
içindeki
detay
araştırmaları,
söz
konusu
araştırmanın karakterini tehdit etmeye başladığı anda mantıksız hale gelir.
İşte bu durumda artık sadece yarı yabancı bir yardımcı bilim olarak milli
ekonomik araştırma faaliyetlerinde bir rol üstlenebilir.1252
Menger burada
kendi ifadesiyle milli ekonomi içerisindeki tarihçi bakış açısını korumak ve
bunları iktisadi fenomenlerin gelişimlerinin bir gerçekliği olarak dikkate almak
istemiştir.1253 Buna göre, tarihçi açısını teorik milli ekonomi içinde korumak
demek,
“genel varlığın
araştırılmasında, ekonomi-politik fenomenlerin
gelişimini ve ekonomi politiğin kanunlarının genel bağlantılarını korumak”
demektir.1254
Peki,
ama
tarihsel
dönüşümleri
dikkate
almak
teorik
araştırmanın sonuçlarını ve bunun genel bilgilenmesini hangi ölçüde etkiler?
Modifakasyon ne kadar korunursa gelişim gerçekliği o ihmal edebilebilir.
Menger için ekonomi politiğin kesin teorisinin ampiri üzerinde
sınanması yanlıştır. Bu kesin araştırmanın temellerini ve koşullarını
anlamamak demektir. Fakat bununla birlikte aynı zamanda yine pozitif
1250
Menger,1883,s.116
Menger,1884, s.24
1252
Schmoller,Beschrechung des handbuches der politischen Ökonomie,s.1387 Schmoller burada
monografik araştırmaların milli ekonominin gerçek görevi olarak takdim eder.
1253
Menger1884,s.121
1254
Menger,1884, s.121
1251
417
bilimlerin hizmetinde olan özel amaçları yanlış anlamaktır.1255 Bu öncelikle
metodik bir yanılgıdır. Ama diğer yanda şüphesiz özel amaçları tamamıyla
göz ardı etmektir. Kesin teorinin genel amacı genel geçerli olan ifadeler
oluşturmaktır. Menger bunu şu ifadelerle dile getirmiştir:
“Ampirik realiteye mutabık kesin bilgilenmeleri tabii ki arzularız. Veya
daha doğrusu aynı zamanda kesin bilgilenmenin avantajlarını sağlayan
ampirik bilgilenmeye sahip olmak isteriz.”1256 Menger burada Schmoller’in aksi
bir yorumla, bütün ampirik gerçekliliği dikkate almanın mümkün olmadığını
düşünüyor. Ayrıca Menger kesin kelimesinin anlamını Schmoller’in anladığı
kesin kelimesiyle aynı anlama getirilmesinin olanaksız olduğunu söylüyor.
Schmoller ampiri üzerinden aynı zamanda kesin bilgilenmenin
avantajlarına sahip ifadelere ulaşmak istiyor. Bu yüzden hem Schmoller hem
de Menger aynı anda kesin açıklamalar getirdiklerini iddia edebiliyorlar. 1257
Menger’e göre bu durum “yansıma dünyasının çeşitli alanlarındaki genel
yönün aynı olduğunu düşünmek tamamıyla tek yönlüdür.1258 Evet, bu tıpkı
milli ekonominin tarihçi yönünün bireysel varlığın bilgilenmesine ve ekonomi
politik yansımaların bağlantısına ulaşmak için istatistiki ve gelişim alanında
araştırma yapması gibi, söz konusu olan bu yönde geneli araştırmak için
ayrışır.1259 Kesin yönün yanında yer alan diğer yönse ampirik-gerçekçi
yöndür. Bu yönde tıpkı kesin yön gibi genel varlığın anlayışına ve
yansımaların genel bağlantısına ulaşmak ister.1260 Bununla birlikte bu
öğretinin ismine bakıldığı zaman bunun içeriğini anlamak mümkündür. Evet
bu öğretinin çıkış noktası gelişimin ampirik anlamda tezahür bulması sonucu,
gerçekliğin dikkate alınmasına dayanır ve bu neticede kesin ifadelerden farklı
bir formel karakterin ortaya çıkmasına neden olur.
Saf teorinin kesin ifadelerinin formel karakteri kesinlikle dönüşemez,
çünkü ifadelerin kendi genel geçerlilik iddiasını taşır. Saf bir teori ya kesin
doğrudur ya da kesin yanlıştır. Eğer bir teori sadece tarihsel olarak doğruysa,
1255
Menger,1884,s.55
Menger,1884, s.55
1257
Wagner, A;Systematische Nationalökonomie,Jahrbücher46,1886,s.206
1258
Menger,1883,s.32
1259
Menger,1883, s.253
1260
Menger,1883, s.50
1256
418
o zaman saf bir teori değildir.1261 Ampirik-gerçekçi bir araştırmanın teorik
açıklamaların geçerliliği zamansal ve mekânsal sınırlandırmaya tabidir.
Bunlar kesin veya saf bir teorinin ürünü olmadığı için kesin değildir. Bu
teoriler ampirik gerçeklilikteki yansımaların gözlemi üzerine kurgulanır.
Zaman ve mekân perspektifi içinde önemli olan ampirik yansımalarla
karşılaştırmanın ardında genel ifadeye dönüşürler. Reel gelişimin gözlemi ve
karşılaştırması sonucu buna uygun olarak oluşumları sonucunda en iyi
ihtimalle tarihin içinden bir kesit sunarlar, fakat bu hiçbir zaman zamansal ve
mekânsal koşullanmanın dışında olmaz. Menger bütün ampirik gerçekliliğin
yakalanamayacağına inanır. Schmoller ise bunun mümkün olduğunu
düşünür. Bunun detay araştırmalarıyla gerçekleştirebileceğini belirtir. Bu
şekilde kazanılan gerçekliğin geniş ve güvenilir bilgilenmesi kesin kavramıyla
örtüşür.1262
Teorik araştırmayla bilgilenmenin bütününe yani hem genel hem de
bireysel bilgilenmeye ulaşmak mümkünümdür? Salin’e göre, bu sorunun
yanıtı hayırdır. Evet, teorik araştırmanın yapısı gereği ortaya sadece genel
ifadeler çıkar ve bu her iki yön içinde geçerlidir. Çünkü bunlar soyutluğun
derecesinde ve bununla birlikte ifadelerin keskinliğinde ayrışır. Ama
prensipsel bir ayrışım söz konusu değildir. Buna göre, teori daima sadece
kısmi bilgilenme sağlar. Bu başka, kısmi bilgilenmelerle zenginleştiği zaman
oldukça değerlidir. Bunun için ayrıca iktisat tarihinin görevi ve metodu üzerine
olan muadil bir anlayış oluşmalıdır. Ancak bu sentezin ardından rasyonel bir
teorinin karakteri tespit edilebilir ve bunun tarihsel geçerlilik alanı tayin
edilebilir.1263Schmoller böylesi bir sentezi arzuluyor. Schmoller gerçekleşen
olayların
açıklanmasını
teorik
bilgilenmeyle
sağlayan
bir
tarihe
ilgi
duymaktaydı. Daha doğrusu belirlenmiş bakış açısıyla, realitenin içindeki
kanunsallık karakterlerinin düzenliliklerinin arayışındaydı.
Menger’e göre, Tarihçi Okul yüzünden, politik –ekonominin istatistik
tarihini ve teorik milli ekonomiyi birbirine karıştıran bir iktisat öğretisi
1261
Helander, S;Die Ausgangspunkte der Wirtschaftswissenschaft, Jena,1923,s.52
Schmoller,1897, s.1403
1263
E. Salin, Hochkapitalismus, s.330
1262
419
oluştu.1264 O’na göre, tarihçilerin politik –ekonomi ile ilgili iddiaları yüzünden
iktisadın
bağımsız
bir
başlanmıştır.1265Tarihçilerin
olmasının
bilim
hatası,
tarihi
sorgulanmasına
araştırmalara
tek
yönlü
bakmalarından kaynaklanıyor.1266 Menger’in amacı ise bu tek yönlülüğü
ortadan kaldırmak ve Tarihçi Okul’un hatalarını silmektir.1267 Onun görevi:
“İktisat alanında teorik araştırmaların haklı olan yönlerinin sistemini
tespit etmektir.”1268
Menger, teorik araştırmalarda iki ana yön arasında ayrıştırmaya
gidiyor. Ampirik-reel yön ile gerçekçi yön arasında fark gözetiyor. 1269 Menger
tarafından, teorik araştırmaların “kesin yönünün” özellikle savunulmalısı
gerektiğini iddia ediyor. Çünkü Tarihçi Okul’a göre, bunun geçerliliği
yoktur.1270 Menger’in tarihi ve teorik sosyal bilimler arasında bir karşıtlığın
olduğu yönündeki açıklaması, Schmoller tarafından kategorik olarak ret
edilmemiştir.1271
Fakat
Schmoller
bu
tezadı
aşılmaz
bir
derinlikte
görmemektedir.1272 Bunun neticesinde Menger, Schmoller’in teorik ve tarihi
bilimler arasında bir sınırlandırmaya değer vermediğini belirtmiştir. 1273
Schmoller’e göre, tasvirsel bilim genel teori için ön çalışmayı yapacaktır. Ama
bunun için yansımaların tamamlanmış bir sınıflandırmasını ve yine
tamamlanmış bir tanımlama yapısını ve gözlemlenen tiplerin tekil olarak
doğru sıralanmasını ön şart olarak ileri sürmüştür. Bilimin bu tasvirsel
özellikleri ile teorik milli ekonomi, tarihi araştırmalar ile açıklanacaktır. 1274
Menger buna karşı çıkar:
“Teorik araştırmaların politik-ekonomi alanında ve iktisat tarihi içinde
değerli bir ampirik temele sahip olduğunu, fakat bunu diğer disiplinler gibi
1264
Menger,1884,s.12
Menger,1884,s.23
1266
Menger,1884,s.12
1267
Menger,1884,s.17
1268
Menger,1884,s.13
1269
Menger,1884,s.19
1270
Menger,1884,s.19
1271
Menger, 1883,s.3-25
1272
Menger,1884,s.20
1273
Menger,1884,s.27
1274
Menger,1884,s.21
1265
420
(mesala istatistik gibi) teorik milli ekonomiye sadece yardımcı bilim olarak
tanımlanabileceğini belirtiyor.”1275 Ve şöyle devam ediyor:
“İktisat biliminde teori çalışanların amacı ile tarih çalışanların amacı
ayrı olmalı.1276 Tarihçiler tarih çalışmaları ile politik ekonomiyi akıllarından
sildiler.”1277
Schmoller’de ise,
“ Hiçbir şekilde teorinin ihmal edilmesi değildir. Sadece ona bir alt yapı
oluşturmaktır. Eğer bir bilimde bir dönem daha çok tasvirsel çalışılmışsa ve
bundan dolayı gücün bir kısmı teori üzerinde çalışmayı engellemişse bu
bilimsel işbölümünün varlığının doğasından kaynaklanmaktadır.”
Menger tekrar tekrar tarih ve istatistiğin politik –ekonominin önemli
yardımcı bilimleri olduklarını söylemiştir.1278 Menger’in önemle belirttiği tarih
ve istatistik alanında yapılan araştırmaların neticelerini sadece toplanarak
politik-ekonomi alanındaki çalışmalara sunulmasıdır.1279 O’na göre, tarihi
araştırmaların sonuçları problemli değildir. Problem olan tarihi araştırmanın
kendisidir. Ve bunu “iktisat alanındaki tarihi-istatistikî içiçelik” olarak
adlandırır.1280
Menger’in teori içindeki iki araştırma yolu “gerçekçi-ampiri ve kesin
yön” Schmoller için tümevarım ve tümdengelimdir. Schmoller’de, Menger’e
göre, karşıt olan durum, tümevarım araştırma yolunun kesin ve katı
neticelere
ulaşmış
olmasıdır.
Araştırma
kantitatif
ve
kalitatif
olarak
tamamlanır tamamlanmaz, o zaman bizim düşünce düzenimiz bizi, sadece
bir kez gözlemlenen diziyi, eşit kantitatif ve kalitatif kökenlerin, sürekli ve
tekrardan aynı diziyi üretmeleri fikrine yöneltir. Schmoller’in burada dayandığı
düşünce kanunları, bilimsel psikolojiden elde edilmişlerdir Menger, düşünce
kanununlarına
yaslanmıştır.
Teorik
araştırma
Schmoller
için,
“basit
elementlere ulaşmak” veya bilimsel bir psikolojiyle kazanç dürtüsünü ve
egoizmi başka paralel ruh kuvvetlerinden sınırlandırmak için sadece insani
1275
Menger,1884,s.22
Menger,1884,s.24
1277
Menger,1884,s.25
1278
Menger,1884,s.35
1279
Menger,1884,s.35
1280
Menger,1884,s.44
1276
421
ihtiyaçlardan, kazanç dürtüsünden veya bireysel faydadan yola çıkamayacağı
gibi, Schmoller, devlet, maneviyat, töre, adaletin ekonomi politik ile ilişkisini
görmezden gelemez.
Menger teorik araştırmanın gelişimini kendine görev addetmiştir. Soyut
ile genel kanunsallıklar hedeflemiştir. Araştırmanın tarihsel yönünü tamamen
işe yaramaz diye ret etmiyor, daha çok Tarihçi Okul’un hâkimiyetini
eleştiriyor. Schmoller’in eleştirisi kesin kanunlara yönelik olmuştur. Buna
karşı Menger Schmoller’in eleştirisini yanlış anlıyor. Ve şuna inanıyor:
“Schmoller tarihsel analiz ile kesin kanunlara ulaşmak istiyor. Bu
durum Menger’in metodik görüşüne göre, doğal olarak olanaksızdır.”
Schmoller’in amacı ise bu değildi.1281 Metot kavgası son olarak, sosyal
bilimlerin bilgi teorik temellendirmesi üzerine toplanmıştır. Schmoller’e göre,
ekonomik fenomenler, kompleks bir bağlamın olguları olarak, sosyal-kültürel
ve etik şekillenmiş bir gerçektirler. Bunların anlaşılırlığını sadece bu konteks
içinde mümkün görüyor. Bireysel yansıma tekil bir olaydır ve tam olarak bir
daha tekrarlanmayacak kenar yansımalar sebeplidir. Ampirik giriş dışında
yakalanamaz
durumdadır.
Buna
karşın
Menger’in
amacı
ekonomik
fenomenlerin temel olan, yer ile zaman bağımlı yapılarını ortaya çıkarmayı
hedefliyor.
Menger’in teorik araştırma içinde, sadece ampirik –reel yöne tarihçi
önem addetmesi ve bununla birlikte, kesin yöne, tarihsel koşullanmayla ilgili,
her türlü dayanaktan alıkoyması, onun Schmoller’in neden gerekli olduğunu,
hiç anlayamayacağını ortaya koyar. Çünkü bunun için gerekli olan nosyon
onda yoktur. Tarihçi Okul, gerçekliğin bilimsel olarak elde edilmesini temsil
eder. Schmoller ise, hiçbir gerçeklik taşımayan, bir dizi soyut sisli resimden
bahseder.1282
Schmoller prensipte teoriye karşı olmadığını, sadece gerekli bütün
ön çalışmalar yapıldıktan sonra teoriye geçilmesi gerektiğini düşündüğünü
ısrarla vurgular. “Bireysel olanın bilimi daha doğrusu, deskriptiv bilim genel
1281
Alter,1990,s.47
Schmoller, Gustav,
Leipzig,1888,s.280
1282
Zur Literaturgeschichte, der Staats und Sozialwissenschaftens,
422
teori için ön çalışmayı sağlar.1283 Tabii bu ön çalışmaların da iktisadi
fenomenlerin değişimlerini, nedenlerini, sonuçlarını kapsamlı bir şekilde tasvir
edici olması gerekir. Bunlardan hareketle de fenomenlerin mükemmel bir
tasnifi, mükemmel bir kavramsal çerçeve ve fenomenlerin muhtemel
nedenlerine ilişkin genel bir bakış elde edilebilir. Her tamamlanmış tasvir,
ilişkili olduğu bilimin genel doğasının tespitine bir katkıdır. 1284 Bir bilim ne
kadar mükemmelleşmişse, yaptığı tasvirlerle fenomenlerin genel doğasına
ilişkin kurduğu öğreti o derece birbirine yakınlaşmış olur.
Bir bilimdeki
deskriptiv kısım ne kadar eksikse ve teori ne kadar eksik ve muğlâk verilere
dayanıyorsa da bu ikisi arasındaki mesafe o kadar açık olacaktır.
Schmoller’e göre Milli İktisat’ın kendi zamanındaki durumu da bu
şekildedir. Schmoller’in bu duruma önerisi şudur: Her şeyden önce gözlemler
çoğaltılmalı, geliştirilmeli ve keskinleştirilmeli, sonra bu kapsamlı deskriptiv
materyalin
yardımıyla
fenomenlerin
tasnifi
ve
kavramsal
çerçeve
iyileştirilmeli, daha sonra da fenomenlerin tipik olarak ard arda gelişleri ve
bağlamları
ve
fenomenlerin
sebepleri
bütün
kapsamıyla
açıklığa
kavuşturulmalıdır. Bu kesinlikle teorinin ihmali değil, bilakis onun için gerekli
alt yapının sağlanmasıdır.1285
Teoriyi ikinci plana atmakla birlikte Schmoller tarihi araştırmalara
fazlaca yoğunlaşmanın sakıncalarının da farkındadır. Bir bilimin tarihçilerinin
o bilimin büyük teorisyenleri olmayacaklarını söylerken Menger haklıdır.
Çünkü tarihçi yol, genellemelere ve teorilere karşı ihtiyatlı yaklaşır. Fakat bu
olumsuz taraf onların meziyetlerinin doğal bir sonucudur.1286 Schmoller’e
göre, bu böyle olmak zorundadır. Çünkü insanlar tek taraflılığa bir ölçüde
mahkûmdurlar.
Schmoller’e
göre,
ahlak(Moral),
gelenek(Sitte),ve
hukuku(Recht) dikkate almayıp, kendisini sadece değere, fiyat oluşumuna
gelir dağılımına ve parasal konulara hasreden bir yaklaşımın Milli İktisadın
özünü verecek bir teoriye ulaşması imkânsızdır.1287 Mesala para gibi organik
1283
Schmoller,1883,s.977
Schmoller,1883,s.977
1285
Schmoller,1883,s.977
1286
Schmoller,1883,s.978
1287
Schmoller,1883,s.980
1284
423
olarak gelişen kurumların açıklanmasında Menger’in mutlak teorisinin son
derece yetersiz kalacağını düşünür. Schmoller gerçi o sosyal yapıların
bireylerin psikolojik süreçlerinin sonucu olduğunu kabul etse de aynı
zamanda bireyin iç dünyasında rol oynayan sonsuz sayıda etken olduğunu
düşünür.1288
Tabiî ki Schmoller ekonomik bir teorisyendi. Her ne kadar bugün tercih
edilen teori türünden olmasa bile. Schmoller’in teorik ekonomisi şimdiye
kadar düşünüldüğünden farklı olarak yabana atılacak durumda değil ve
sanılandan daha fazla teorik konsepte sahiptir.1289 Schmoller kendi
kanunsallığı olan bir teori olarak ekonomi fikrine karşı,“ekonomi politik”
kurumların, kolektif insani aranjmanların bir ürünü olduğu tezini savunmuştur.
Burada “değer yargıları” insani yaşam koşulları üzerine verilmektedir.
Dolayısıyla bunların analizi Milli Ekonominin en nazik nesnelliğidir. Bunun için
“etik olarak” adlandırılmıştır.1290 Çünkü Schmoller için ekonomi-politiğin “esas
prensibi” iktisadi oluşumların toplumsal anlamda şekillenmesidir. 1291 Şimdiye
dek egemen olan “ekonomi-politik” kurumların sağlamlığına olan güven daha
eski Milli Ekonominin bireyselliğin gücüne olan çocukça bir batıl inancın
somut ürünüdür.1292 Ekonomi nevi şahsına mahsus değildir. Bunun yerine
sadece “sosyal ekonomik” insiyatif uzun vadede ekonomik kurumların
sağlamlığını garanti altına almaya muktedirdir. Çağın koşullarına uyum
sağlamayan tamamlanmamış kurumlar “sosyal reformlar” vasıtasıyla yeniden
kurulmalıdır.1293
Schmoller, Menger’in her zaman kesiti için teori üretiminin çok zor
olacağı görüşüne hak verir ancak şu soruyu yöneltir: Neden sadece genel
geçer teoriler üretelim1294?
1288
Schmoller,1883,s.985
Dopfer, Kurt; How Historical is Schmoller’s EconomicTheory? in Journal of İnstitutional and
Theoretical Economics, Vol.44, 1988,s.552
1290
Gehrig, H;Die Begründung des Prinzips der sozialreform, Jena,1914,s.280
1291
Schmoller,1978,cilt 1,s.5
1292
Gehrig,1914,s.280
1293
Örneğin ücretlerde
1294
Schmoller,1883,s.983
1289
424
Menger’e göre ise, İktisadi fenomenlerde kategoriler bulunduğunu ve
her bir kategorinin de bir özü olduğunu düşünür. Bu özler iktisatçının
iradesinden bağımsız olarak var olduğundan, onlardan hareketle üretilecek
teoriler de evrensel olmak zorundadır. Tarihi ve ampirik araştırmalar da bu
teorilerden hareket etmek zorundadır. Ampirik araştırmalardan hareketle
teoriye varılmaz. Menger kendisinin Schmoller’i eleştirmesinin nedeninin de
politik ekonomiye bir yardımcı bilim olarak tarihi kullanması değil, tarihe çok
fazla yer verip politik iktisadın kendisini gözden kaçırmaları olduğunu
söyler.1295Ampirik yaklaşım ise iktisadi fenomenlerin ampirik kanunlarını verir.
Ancak ampirik fenomenler kısmen gayr- ı iktisadi faktörlerce de belirlenir.1296
Menger’in eleştirdiği diğer bir noktada Schmoller’in teoriye az çok yer
verenlerin de Milli İktisat’ın teorisine tek yanlı yaklaşmalarıdır. Onlar teorik
çalışmaların
bütün
sahalarına
eğilmemekte
sadece
tarihi-istatistiksel
çalışmalarla ilgili olan boyutlarını ele almaktadırlar. 1297
Menger’in büyük metodik yanlışlığına karşın “zamanın varlığını
ekonomi-politiğin varlığı sanmak” ve organik sosyal resimleri “kesin” olarak
geri götürmeyle yorumlama uğraşı, gayri ihtiyarı olarak, toplumsallığın
tamamını kapayan neticelere götürür. Schmoller, neden özellikle tüm sosyal
olayların bireysel psişik çabaların sonuçları olduğu konusundaki sorunun
sorulması ile oluşan irrasyonel boşluğu doldurur. Bunu kendisi için “bireysel”
ruh hayatının bir tezat olarak, kıyıcı ve egoist hisler tarafından tüketilmediğini,
hatta sonsuz sayıdaki özsel ve sempatik duygu ve düşüncelerden oluştuğunu
ki bunların bazıları bilinçli bir anlaşma, kısmen bilinçsiz veya sadece
hissedilmiş bir uzlaşma ile daha farklı neticelere, iktisadi ve sosyal hayatın
sabit şekillenmelerine götürür. Tüm psişik birey ve yığınların yansımaları
dâhil edilmesiyle, bir evrensel psikolojik bütünsel bakışla, ekonomi-politiğin
esas anlamıyla anlaşılması ve bundan metodik anlamda haklılığını ortaya
koyan tarihçi bakış açısı, Schmoller’in gördüğü derin tezatlıkları gösterir.
1295
Menger,1885,s.38
Menger, Zur Kritik der politischen Ökonomie, 2.Auflage, Tübingen: J.B.Mohr (Paul Siebeck),
1887,s.28
1297
Menger,1887,s.9-28
1296
425
“Schmoller, bilimsel anlamda gerçekliğin dönüşünün temsilcisidir. Her
türlü gerçeklikten uzak bir takım soyut resimlerin yerine gelmiştir. Menger’in
görmediği bütün önemli ekonomi-politik yansımaların zaman ve mekân
açısından oldukça kapsamlı oldukları ve sadece kolektivist bakış açısı ile
tarihin ve istatistiğin yaptığı gibi, ulaşabilir durumdadırlar. Menger, sadece tek
bakışı ile tekil ekonomilerden yola çıkıyor. Hep sadece takas, değer, para v.s.
düşünüyor. Ekonomik organları ve kurumları değil ki bunlar ulusal ekonomik
vücudun iskeleti gibidirler.”1298 Menger’in cevabı mektup formatında hiciv
olmuştur.
Menger’in katı araştırmaların ve doğa “fen” kanunlarının, ampirik
realizmin çektiği sınır bizim “düşünce kanunlarımız ve bunların bilgilenme
kuralları tarafından yükseltilir. Teorik gerçekliklerin araştırılması için tek
bilgilenme kuralı ki bu sadece tecrübe ile değil aynı zamanda bizim düşünce
kanunlarımız ile tereddüt edilmeyecek şekilde tescil edilir. Ve teorik
araştırmanın kesin yönü için bu durumda, en temellendirici öneme sahip olur.
Her zaman tek bir olayın gözlemlenmesi ile oluşan cümle, aynı şartlar altında
tekrar bu yansımalara ulaşmak zorundadır veya varlık itibarıyla aynı olan,
belirli türden katı tipik yansımaların aynı şartlar altında, üstelik bizim düşünce
kanunlarımız dikkate alındığında neredeyse bir gereklilik olan, belirli türden
katı tipik yansımaların gerektiğidir. A ve B yansımalarının ardından, aynı
şartlar altında daima katı tipik fenomen C takip etmelidir. A ve B nin katı tipik
olarak düşünüldüğü ve burada söz konusu olan yansıma diziminin aynı
şekilde sadece tek bir olayda gözlemlenmiş olmasıdır. Bu kural sadece
yansımaların varlığı itibarıyla değil, aynı zamanda ölçüsü oranında geçerlidir.
Ve tecrübe bize bunun aynısından bir istisna vermekle kalmaz, böyle bir
durum eleştirel mantığa için daha çok düşünülmez olarak görünür.
Hayatın empirisi,
araştırmanın
olayların ile nesnelerin akışının realitesi, teorik
suçlamasıyla
karşılaşmaz.
Hatta
“düşünce
kanunu”
ile
“bilgilenme kuralı” sosyal bilimlerin tüm teorileri için düzenin, yakalanabilir
olanın ve ifade verenin esas unsurudur. Bu durum fen ile doğa kanunları
1298
Schmoller,1888,s.278-279
426
içinde geçerlidir. Tüm bunların ön koşulu, tüm ampirik gerçekliliğin bu örnekte
kontrol edilememesidir. Ve bu örnek üzerinden değerlendirilemeyeceğidir.
Çünkü burada söz konusu olan yansıma formları, örneğin saf oksijen, saf
alkol veya saf altın mutlak anlamda sadece iktisadi amaçlar takip eden bir
insan için vardır. Kısmen ise sadece bizim fikirlerimizin ürünüdür.1299
Menger’e göre tümdengelim tümevarıma vurmaktır, Nasıl mı?
“Evet, bunu teorik araştırmanın bütün reel olanın en basit elementlerini
kurmaya çalışmakla yapar. Ki bunlar en basit elementler oldukları için katı
tipik olarak düşünülmelidir. Bu elementlerin tespiti için benimsediği yol
sadece kısmen olan ampirik –gerçekçi analizdir. Bunun için bunların
gerçeklikte bağımsız yansıma olarak var olduklarını dikkate almadan
gerçekleştirir. Bu yolla teorik araştırma, kalitatif katı tipik yansıma formlarına
ulaşır1300.”
Gerçi bunlar tüm ampirik gerçekliliğe uymazlar. Ama kesin kanunların
kazanılması için gerekli olan “bazı” temin ederler. Artık tipik varlığın ötesinde
tipik element elenme ile izolasyonla teorize edilerek, kanunun sadakatini
korur ve koruyabilir durumdadır. Çünkü eleme ile izolasyon “kesin olmamayı”
engeller ve böylece yukarıdaki örnekte olduğu gibi artık minimum bir kesinlik
değil, tipik bağıntıların ve yansımaların kanunlarının tespiti söz konusudur.
Bu ise, artık ardı ardına gelen reel gelen fenomenlerin düzenliliklerinin
araştırılmasının yerine, daha çok bunun türünün ve yönteminin reel dünyanın
en basit ve kısmen neredeyse ampirik olmayan elementlerinin, diğer bütün
etkilerden izolasyonların içinde komplike fenomenlere gelişirler. Her zaman
dikkate alınması gereken ise kesin ölçüdür. Katı tipik elementlerin, kesin
ölçülü bir element ile birlikte, diğer bütün kökensel faktörler ve bilgilenme
kuralı ile birlikte tamamıyla izolasyonuyla, “her ne sadece bir olayda
gözlemlenmişse, tam olarak aynı gerçek koşullar altında daima tekrardan
yansır hale gelmesi gerekir.” Varsayımı bizi yansımaların kanunlarına
götürür. Ki bunlar
“sadece istisnasız değiller, aynı zamanda bizim düşünce
kanunlarımız doğrultusunda istisnasız olmanın dışında her hangi bir şekilde
1299
1300
Menger,1888,s.67
Menger,1888,s.69
427
düşünülemezler bile. Bunun için yansımaların kesin kanunlarına yada fen
kanunlarına dahildirler. Bu şekilde kazanılan metedolojik hareket noktaları
esas itibarıyla teorik bilimler için geçerlidir. Menger bunu, her ne kadar çok
içgüdüsel olsa bile daha önce tespit ediyor. Bu yöntemlerden sonra, teorik
araştırmanın kesin neticelerine ulaşırız.
Menger Schmoller’ e karşı oldukça kaba bir üslup ile kişisel bir
polemiğe başlaması ve Menger’in Schmoller’i ne kadar az anladığını
gösteriyor.1301 Metodik kavga bugün gereksiz olarak değerlendiriyor. Çünkü
tarihsel
araştırmanın
bilim
için
önemini
sorgulayacak
bir
şüphenin
olmamasından ister, bir tarihsel süreç işlesin veya materyalin işlenmesi için
bir dizi teorik aletin geliştirilmesinin gerekliliği. 1302 Aksini iddia etmek ne kadar
gereksizse, burada birbirine çarpan düşüncelerin temelden farklılığını
küçümsememek o kadar önemlidir. Gerçi Menger tarihçileri kendi alanlarında
rahat bırakmıştır. Ve Schmoller’i tümden ret etmemiştir. Esas farklılık ise
problemlerde değildi, teorinin içeriği sorusundaydı. Bu bağlamda çözülmez
şekilde teorinin oluşum şeklindeydi. Menger için teori, genel ve süresiz
geçerli önermelerin bir sistemiydi. Bunlar birkaç eylemden mantıki operasyon
ile elde edilirlerdi. Teorik Milli Ekonomi olarak iktisadi yansımaların genel
görünüşünü açıklardı. Bunun bireysel yönleri için tarihsel çalışan Milli
Ekonomi sorumluydu. Bu düalizmi Schmoller kesinlikle kabul etmiyordu.
Teori ona göre gerçekçi olmalıydı. Yani tarihsel ampirik metotlar tarafından
araştırılan faktörler üzerinde durmalıydı.
Bunlardan meydana gelmeliydi.
Ayrıca kendi içinde genel ve bireyseli birleştirdi ve zamana bağlıdır yani
tarihseldir. Bugünlerde yapıldığı üzere Menger ve Schmoller’e hak verirsek o
zaman düalizme dönmüş oluruz. Schmoller bunu aşmıştı.1303
Aynı zamanda en son Schmoller’in belirttiği, soyut, zamansız,
eylemsel açıklanan teori tipinin neden olduğu büyük endişeleri ihmal
ediyoruz.
1301
Bundan
çıkan
netice
Schmoller’in
teorisinin
hiçbir
şüphe
Schneider, Erich; Einführung in die Wirtschaftstheorie,4.Teil, Ausgawalte Kapital der
Geschichte der Wirtschaftstheorie,1.Band, Tübingen,1965/70s.320
1302
Schumpeter, Joseph A;Geschichte der ökonomischen Analyse, Zwei Teilbande,
Göttingen,1965,s.995
1303
Euken,1959,s.30-37
428
bırakmadan başarıya götürür değildir. Euken ikna edici bir şekilde
göstermiştir ki saf ampirizmin yani Schmoller ve Okul’unun eserlerinde
görüldüğü gibi somut gerçekliliğin içine girebilecek durumda ve onu bütün
yönleriyle tanımlayabilme yetisine sahip değildir.1304
Bu doğru ama Schmoller’in metodu sadece saf ampirizm mi? Onun
soyut teori eleştirisi, ampirik –istatistik araştırma talebi, erken genellemelere
karşı çekincesi, teori kullanımındaki ihtiyatlı davranışı, onun sebep olduğu
çok sayıda ki araştırmadaki faktör bolluğu öyleyse bunların hepsi Euken’in
istikametine uygun düşüyor. Buna inanmakta tereddütlerim var. Schmoller’in
ünlü resmini bir düşünelim. Sağ ve sol ayak yürümek için neyse, tümevarım
ve tümdengelim eşit düşünme için odur. Neden Schmoller kendisine yönelik
olarak, olanağı var iken, teori geliştirme yolunda bu derece kendisini mesafeli
tutmuştur. İyi bir Milli Ekonomist Walter Euken bile onun metodunu yalnızca
ampiri olarak yanlış anlayabilmiştir. Bunun cevabı basit değil ve kesin bir
yargıya varmak hayli güç.
Belki de nedeni şudur: Schmoller’in inanışına göre, eleştirdiği
ekonomik
ve
sosyal
düzenin
(manchesterizm)
çürümüş
Klasik
Ekonomisinden yeni bir gelişmiş düşünceyi ekonomi-politikte bulduğunu
düşünmesidir. Bu aynı zamanda çift taraflı bir bereket olmalıydı. Birincisi
insan egoizminin eylemselliğinden yola çıkan Klasik öğretiden bir etik-somut
adalet yönünden ispatlanmış bir ekonomi-politik karşısına koymuştu ve bu
sosyal sorunların karşısına çıkma kabiliyetine sahipti.
İkincisi ise, gerçekle ilgisi olmayan soyutlamanın yerine bir yöntem
koydu ve bununla gerçekliliği hem tarihteki hem de günümüzdeki
şekillenmelerin tümünü algılayabiliyordu. Schmoller açık bir şekilde fark
etmiştir ki bu fikirleri geleneksel olanlardan oldukça ayrılıyordu. Ama aynı
zamanda çok zaman ve emek alıcıydılar. Beklide her iki nedenden ötürü ve
de ihtiyatlı karakteri dolayısıyla kendine ve Okul’a bir deneme süresi verdi.
Bu zamanda ise, yeni yolunun daha basit olan tarafı yani gerçeklilik
araştırması ve toplanması yapılacaktı. Bu zaten gerekliydi çünkü bunun
1304
Euken,1959,s. 34-37
429
noksanlığı tümünün zeminsiz kalması demekti. Diğer tarafta ise kesin teorinin
savunucuları belirli ekonomik problemlerin berraklaşması ve bireysel
olayların araştırılması için, tarihçi bir temellenmenin gerekliliğini kabul
etmişlerdir.
4.1.3.1. Metodoloji Tartışmasında Tasvir
Schmoller’in hedefi iktisadı, tarihçi özel çalışmalarıyla sadece tarihi
ekonomi-politik yönleriyle kavramayı amaçlamamıştı. Bununla aynı zamanda
ekonomik teoriyi ampirik anlamda yapılandırmak istemişti. Böylece teorinin
gerekliliği inkâr edilmemiştir. Fakat Schm oller’e göre, ampirik-somut olayların
yakalanması ve araştırılması uygulamasının dışında kalan yöntemlerle elde
edilmesi olanaksızdır. Tasvirsel araştırma bunun için sadece daha kapsamlı
ve genel bir teorinin ön çalışması niteliğindeydi. Schmoller’in çalışmaları aynı
zamanda, onların politik -ekonomiyi sadece toplumsal hayatın bir parçası
olarak gördüklerini ve bu yüzden tüm iktisadi gerçeklikleri yalnızca tüm
toplumsal yansımalar bağlamında değerlendirildikleri için, kuvvetli bir
sosyolojik nitelik taşır.
Schmoller, iktisat tarihinin tasvirlerinin milli ekonomik bir teori
olmadığının, bunun yapı taşları olduğunun farkındadır. 1305 Bir tasvir ne kadar
mükemmelse, ne kadar olayların gelişimini açıklıyorsa, iktisat tarihi özel
tasvirlerinin sonuçları o kadar bir teorinin elementleri olabilirler ve genel
gerçekliklere götürebilirler. Fakat bu “yapı taşlarının” bir teori kurgulamaya
olan uygunluklarını, sonuçta bu iktisadi gerçekliğin bilgisine hizmet edeceği
için ancak tanımsal yöntemlerle gerçekleşebilir.1306
Milli ekonominin bugünkü tasvirsel yönünün, diğer yüzyıllardan olan
farkı, bugün artık tesadüfü not toplamak yerine, katı metotlar doğrultusunda
bilimsel anlamda mükemmel gözlem ve açıklama talep edilmesidir.1307
1305
Schmoller,1894, s.545
W.Hasbach, Die geschichte
Jahrbuch19,1895,s.774
1307
Schmoller,1894, ,s.541
1306
der
methoden
streits
in
der
politischen
Ökonomie-
430
Schmoller metodunun vasıtası yansımaları doğru gözlemlemek, tanımlamak
ve sınıflandırmak neden veya kökenleri itibarıyla açıklamak.1308 Ekonomipolitik yansımaları gözlemek demek, iktisadi davranışların motiflerini ve
bunların
sonuçlarını,
süreçlerini,
etkilerini
tespit
etmektir.1309
Bütün
gözlemlenen ekonomik-politik yansımalar, şartların bir ürünüdür. Şartlar ne
kadar iç içe geçerse,
gözlemde hata yapma ihtimali o derece yüksektir.
Bundan dolayı gözlemlenecek olan oluşumu düşünsel anlamda olabildiğince
küçük parçalara bölmek önemlidir. Bütün bu gözlemlerin neticesinde bir
bütünsel sonuç çıkarmaktır.1310 Bütün zorluklara rağmen gözlem mutlak,
kesin ve eksiksiz olmalıdır.1311 Gözlemin ilk değerlendirmesi gözlemin
açıklanmasıdır.1312
Açıklamanın
ihtiyacı
ise,
kesin
tanımlamalardır.
Tanımlamanın görevi, çok sayıdaki gözlemlenen yansımalardan, kavramlar
vasıtasıyla tekil gözlemleri seçerek bir tek resimde toplamaktır.
Çok
sayıda
gözlemin
bir
araya
toplanması
ve
bunların
karşılaştırılması, yani deneyerek ekonomi-politik hayatın büyük alanları
üzerinde bir bütünsel resim elde etme çabası, bir ana yöntemdir. Kaosun
hâkim
olduğu
birimlere
düzen
getirmeye
yöneliktir.
Aynı
zamanda
tümevarımsal sonuçlara ulaşma amacı vardır. Tümevarım şekillerinin
sonuçlarının üzerinde durduğu kanunları hazırlamaktır. Fakat bu anlamda
henüz tümevarım değildir. Aynı zamanda tümdengelim ve onun tasdikine
hizmet
eder.1313
Schmoller
ekonomi-politik
yansımaları
kökenlerinden
hareketle açıklar.1314
Schmoller için bilim bireysel kökenli olanı iletir. Veya tasvirsel bilim
genel teori için ön çalışmayı yapar. Bilimsel mükemmelliğin ve kesinliğin
özelliği ise yansımaların tasvirdir. Ki bunlar tüm önemli özellikler, değişiklikler,
kökenler ve neticelerdir. Fakat mükemmel tasvir, yansımaların mükemmel
1308
Schumpeter, Joseph A;Epochen der Dogmen und Methodengeschichte, in Grundriss der
Sozialökonomik,1.Abteilung, Wirtschaft und Wirtschaftwissenschaft, Tübingen,1914,s.103
1309
Schmoller,1894, s.538
1310
Schmoller,1904, s.101
1311
Schmoller,1894, s.39
1312
Schmoller,1894, ,s.540
1313
Schmoller,1904,s.101
1314
Schmoller,1904, s.102
431
sınıflandırmasını,
mükemmel
bir
kavramlaştırmayı,
olası
kökenlerin
mükemmel bir dizimini, şart olarak talep eder. Öyleyse her mükemmel tasvir,
mevzu bahis bilimin genel varlığının sabitlenmesi hususunda önemli bir
katkıdır.
Her ne kadar ekonomik bağlantıların tasviri, tecrübeye dayalı ampirik
ile istatistiki veri analizi ve tarihsel gelişimin bilinmesi, ekonomik fenomen ile
ilerleme için gerekli olsalar da, teorik bir tecrübe bilimin hedefleri için yeterli
gelmiyorlar. Bu hedef çok daha fazla bilimsel açıklama gerektiriyor.(Sadece
tanımlama olarak değil, aynı zamanda fenomenlerin daha derin açıklaması
olarak düşünülmelidir.)
Tasvirlerin bilgi verdikleri, fakat açıklama getirmedikleri (tasvir edileni
sorgulamaktan başka) görüşü,
Menger tarafından savunulur. 1315 Bu
görüşün, Schmoller’ci bakış açısı ile aynı istikamette olmadığı anlaşılıyor.
Schmoller’ci inanç, yani sadece ampirik çalışmayla ve sürekli daha derin bir
gözlemle ve daha kesin tasvir ile genel kanunlara ulaşmadır.
Hume’nin belirttiği gibi ve Popper’in sürekli vurguladığı, az sayıda
olaydan çok sayıda olaya aktarım olabilecek bir tümevarım yöntemi yoktur.
Bu bakımdan Schmoller Menger’e göre, tecrübenin anlamını oldukça yüksek
olarak değerlendirmiş, herhalde prensip olarak, gerçeği cümlelerden
tümevarım ile ispatlayabileceğine inanmış, Menger ise böyle bir uygulamanın
mümkün olmadığına inanmıştır. Fakat tümevarımı bilimsel bir yöntem olarak
inkâr etmek gibi bir tutum takınmamıştır. Bunu ampirik araştırmaları ile yan
yana koymuş ve bir istisnasızlık talebinde bulunmamıştır. Popper’in
tümevarım sorunu konusundaki tavrı olan, bir teorinin ampirik olarak
doğruluğunu değil yanlışlığını denetler görüşünü ise, Menger en azından saf
teori için kabul etmez. Çünkü tecrübeyi kesin araştırma alanında temel
eleştiri olarak görmüyordu. Schmoller, ampirik temellendirmenin hedefinde,
gözlem ve tasvirden olan beklentileri yüksek tutmuştu.1316
Musgrave’e göre,
gözlemde kesinlik ve mükemmellik mümkün
değildir. Ve aynı şekilde kozal faktörlerin tasvir ile karşılaştırma yardımıyla
1315
1316
Musgrave, Alan; Altagswissen, Wissenschaft und Septizismus, Tübingen,1993,s.56
Musgrave,1993,s.56-59
432
değerlendirilmesi mümkün değildir. Yine tarihe ve istatistiğe bilgilenme
ölçeğinde fazlaca rol yüklenmiştir. İlkin sayı ve verilerin tek başına bir
objektivite sağlayamadıklarını anlayamamıştır. İkinci olarak ise, hedefi olan
tarihin kozal olayların açıklamasını vermesi, abartılmış ve Schmoller
tarafından talep edilen metot ile gerçekleştirilemezdir. 1317Çünkü sadece
ampirik açıklamalar sonucu ki bunlar geçmişin gözlemi ile kazanılmışlardır.
Açıklamalar ve teşhisler mümkün değildir. Öyleyse Schmoller’in ampirik
analizin kapasitesi ile ilgili görüşleri önemli noksanlıklar taşır. Fakat
tanımların uygunluğu bilimsel amaç üzerine kurgulanır görüşü ve reel
tanımlamalardan bir doğruluk kazanılmaz, görüşü ise kabul edilebilir
niteliktedir. Bununla birlikte Schmoller bu inancından teorileri bilimsel
tartışmaların ortasına yerleştirme sonucunu çıkarmamıştır. Gerçi kavramların
doğru yâda yanlış olmadığını anlamıştı. Ama sadece teorik cümlelerin doğru
olduğunu görmezden gelip, sadece gözlem ile tasvir üzerine kurgulanmış
çalışmaların doğruluğuna inanmıştır.1318
Böylece Menger’e göre, Schmoller’in sınıflandırıcı dürtü kuramında
kendisi tarafından talep edilen başarıları da kazanamamıştır. Çünkü
nomolojik açıklamaların önemini anlamamıştır. Sürekli olarak zaman dilimleri
ile çağcıl ekonomi-politik bağlantıları detay çalışmaları ile ulaşmaya
çalışmıştır. Her ne kadar Schmoller’in bazı görüşleri, bugün modern
ekonominin teorisyenleri tarafından da formüle edilseler bile örneğin
psikolojik bağlantıların dikkate alınması bugün genel bağlantıların analizi için
sadece tasvirden daha fazlasına ihtiyaç olduğu görüşü hâkimdir. 1319
Schmoller yaşam koşullarının oluşmasını sağlayan etkileri ve bunların
bağlantılarını
ortaya
çıkarmaya
çalışıyordu.
Schmoller’in
metodolojik
bağlılığının temel ve ayırtıcı yanı bilimsel iktisadın temel ilkesinin tarihsel
monografilerin sonuçları ile tutarlı olması gereğinden gelmektedir. İktisatçı,
mesleğinin bilimsel kısmıyla ilgili tüm temel tarihsel tekniklere ihtiyaç
duymaktadır. İktisatçıların ihtiyaç duyduğu, tüm bilimsel donanımların olduğu,
1317
Musgrave,1993,s.56-59
Musgrave,1993,s.50-57
1319
Musgrave,1993,s.50-57
1318
433
bu teknikler ile belirli yapıları ya da yaşamdaki tüm detaylı süreçleri
incelemek amacıyla iktisat tarihinin deryasına dalması gerekir. Sosyal
bilimlerde ulaşabilir tek genel bilgi türü bu çalışmadan doğar. Bu iktisatta
tarihsel yöntem olarak bilinen şeyin asıl çekirdeğidir.1320
Bununla birlikte Menger gibi bunların gizemli bir içselliğin içinde ve
ampirik realitenin arkasında gizlenmiş etkili bir kuvvet şeklinde bulunduklarını
düşünmüyordu. Ayrıca sadece basit yansımalardan yola çıkarak bunların
tanımlanabileceğine kesinlikle inanmıyordu.1321 Bunun yerine somut çerçeve
koşullarının peşindeydi. Onun teorik anlayışına göre, bunlar somut ekonomik
ve toplumsal olayların gelişimi konusunda önemli olabilirdi.1322Daha sonraları
sistemsiz ve bilimsel olmayan kanıt toplama suçlamaları esasında bu amaca
hizmet ediyordu.
4.1.3.2. Tecrübe Bilimlerinde, Tümdengelim – Nomolojik Argüman Olarak
Açıklamalar
Metot kavgasında görüldüğü gibi, teorik araştırmada tecrübenin rolü
üzerindeki tartışmalarda, Schmoller ‘in tecrübenin bilgi verimini gözünde fazla
büyüttüğünü, Menger’in ise fazla küçülttüğünü, görebiliriz. 1323 Schmoller
gözlem ve tecrübe ile genel köken açıklamalarına ulaşabileceğine inanırdı.
Tecrübe bilgisine vakıf olunan az sayıdaki olaydan, tecrübe bilgisine vakıf
olunmayan olaylarla ilgili neticeler çıkartmanın mümkün olamayacağını,
Schmoller herhalde anlayamamıştır. Fakat tecrübenin, cümlelerin doğruluğu
konusunda önemli bir rol oynadığı konusu ise, onun tarafından haklı olarak
ön plana çıkartılmıştır.1324
Menger’ci tezde ise, teori ile gerçeklik arasındaki bir ayrışmada,
teorinin hemen yok sayılmaması gerekmektedir. Teorik cümle sistemlerinin
araştırması ise, faktörlerin çokluluğu nedeniyle sıkıntılıdır. Her zaman arka
1320
Schumpeter,1965,s.152
Menger,1883,s.107
1322
Schmoller,1894,s.543
1323
Musgrave,1993,s.57-59
1324
Musgrave,1993,s.57-59
1321
434
plandaki yorum problemi mevcuttur. Teorilerin kendilerini ispatlama şansları
olmalıdır ve teorilerin sonradan kurtarılmasında sadece bağımsız olarak
kontrol edilebilen yardımcı hipotezlerin kullanılması gereklidir. Ampirik
kontrollerin genelde daha zor oldukları yönündeki itiraf, bir kontrol etme
yasağı
olarak
algılanmamalıdır.
Menger’in
ampirsi,
kesin
teorilerin
değerlendirilmesinde ve sınanmasında tamamen işe yaramaz olarak
tanımlaması ve bir kontrol yasağı koyması, tecrübenin önemini anlayamamış
olmasından kaynaklanıyordu. Genel ile spesifik öncüllerin oluşturduğu bir
cümlenin sonuçlarının mantıki yöneltiminin, bir açıklama için akılcı bir yöntem
olduğunu belirtmiştir. Fakat yöneltilen neticelerin gerçeklik içeriği için,
öncüllerin gerçekliğini ve kullanılan kanunların gerçekliğini, Menger önemsiz
olarak kabul edip bunu görmezden gelmiştir.1325
Menger’in görüşleri ile bu günkü bakış açısı bilgi kazanımı için
kullanılan
yöntemler arasında,
önemli farklılıklar mevcuttur. Örneğin
Menger’ci teori ve gerçeklik ilişkisi görüşü, bazı yönleriyle modern bilim teorisi
temsilcilerinin görüşü ile ayrışır. Fakat çok sayıda iktisat bilimcisi bu gün hala
Menger’ci pozisyonu savunurlar. Muafiyet stratejileri ile teorileri kollamak ise,
eleştirel-rasyonel bakış açısı ile kabul edilemez niteliktedir. Eğer teorik analiz,
ampirik neticelere denk değilse, bunun tecrübe bilimleri için en azından bir
problem olduğu kabul edilmelidir. Aynı fen bilimlerinde, teori ile gözlem
arasındaki her tutarsızlığın bir problem olması gibi ve öyle yâda böyle bir
şekilde çözüme kavuşturulması gerektiği aşikârdır. Bu durumda sosyal
bilimlerde de sadece karşıtlıklar inkâr edilmediği sürece, bir bilgi kazanımı
ilerlemesi sağlanabilir.1326
Schmoller monografileri hazırlar ve kendi çağının genç neslini milli
ekonominin bu alanında araştırma yapmaya yönlendirir. Schmoller bu
faaliyetleri bilimin gereği olarak addeder ve 1897 yılında şu sözler sarf eder:
“Bizin bilimsel dürtümüz ne kadar alçak gönüllü olmayı başarır, en
basit yansımalarla yetinmeyi bilir, komplike alanlarda en küçük olayları izole
etmeyi öğrenir, kendisi için gözlem ve araştırma yapmayı becerirse, o derece
1325
1326
Musgrave,1993,s.57-59
Musgrave,1993,s.57-59
435
yansımaların kökenleri ve varlığı ile ilgili kesin sonuçlara ulaşır ve
elementlerin büyüklük ilişkilerini kavrayabilir.1327”Bu şekilde Schmoller’in
öğretisi bir ekonomi-politikten bir tecrübe bilimine dönüşür ve çok kolay
yakalandığı için çok daha amaçsal olan gerçeklikler bu anlamda çalışma
kategorileriyle idendik hale gelir. Kısaca bunlar daha sonra tekrardan büyük
sorunların çözümüne yönelik bir teorinin temel taşlarını oluşturur. Fakat bu
tekil araştırmalar pek fazla yapılmadığı için ve bütün teoriler sonsuz komplike
olanları olayları daha basit kabul ettiği için az sayıda formül ve sunum ortaya
çıkar.1328 Onun amacı reel bütünün sürekli yeni parçalarını yakalamaktır.
Bunun için tekil incelemeler ve detay çalışmaları artırılmalı, monografi olarak
toparlanmalıdır. İşte bundan sonra elde edilenler tüm araştırmacıların
karşılaştırmada kullanabileceği materyallere dönüşür.1329
Schmoller’ci görüşlerin gösterdiği gibi, Schmoller bir açıklamanın genel
cümleleri(yasa) yani cümlelerin nomolojik içerik taşıması gerektiğini uygun
görmemiştir. Buna karşın Menger’in teorik araştırmanın yasalarına verdiği
değer, onun nomolojik cümlelerin teorik bilim içersinde anlamını ve bunların
görevi olan nesnel davranışların açıklanmasını,
gösteriyor. Teorik bir
tecrübe biliminin en önemli hedefinin açıklama olduğu ve bir açıklamanın
nomolojik içerik taşıması gereği, dile getiriliyor.
4.1.3.2.1. Kullanım Koşulları, Baz Cümleler ve Varsayımlar
Menger’ci teorinin ve onun tarafından formüle edilen çeşitli tiplerin
analizi, bir gerçeği belirgin hale getirmiştir: Menger, başlangıç koşullarının ve
varsayımların kullanımının, strüktürleri itibarıyla keskin bir şekilde yasaların
formüle edilmesinden ayırmadığı ortaya çıkar. Bazı yerlerde tipler sanki
yasaların bir parçasıymış gibi duruyor. Daha başka yerlerde ise, tiplerin
yardımıyla, sanki yasaların kullanım koşullarının geçerliliğini spesifikleştirmek
istediği, görünümünü veriyor. Örneğin bir yandan, ihtiyaç tatminine yönelik
1327
Schmoller,1897,s.1390
Schmoller,1897, s.1390
1329
Schmoller, Hand wörterbuch der Staatswissenschaften,4.baskı,Jena1926,s.252
1328
436
uğraşa, saf tip statüsü verirken, diğer yandan yasanın formülünü, insanların
ihtiyaçlarını her zaman ve her yerde olabildiği kadar tatmin etmeye
çalıştıkları, şeklinde yapmıştır. Bunun ötesinde reel tiplerin ve saf tiplerin
yanında, teorileri için bir dizi uygulama alanı sıralamıştır. Bunlar kısmen
iktisadi gerçekliğin reel tanımlamasını yapmakta ve kısmen gerçekliğin bilinçli
seçilmiş soyutluklarıdır.
Menger’e
karşıt
olarak
Schmoller,
gerçek
dışı
varsayımların
kullanılmamasını talep etmiştir. Her ne kadar Schmoller bazı yönlerden
soyutluğu bir takım tavizler verdiyse de ve bütün faktörlerin dikkate
alınmasının mümkün olmadığını kabul etmiş olsa bile, Klasik teori içersinde
gerçek dışı varsayımları eleştirmiştir. Onun tarafından gerçek dışı ve
kısaltılmış bir figür olarak görülen “homo oeconomicus’u”, yetersiz bir
davranış modeli olarak değerlendirmekteydi.
Menger ise öncülleri farklı şekillerde değerlendiriyordu. İlkin kullanılan
şartlar ve öncüller tipler oluşturur. Reel tiplerin formüle edilmesinde reel
oluşumları dikkate alıyor iken, saf tiplerde bir varlık bakışını sadece mantık
bazında mümkün görüyordu. Öyleyse her teorik analizde yani her iki
durumda, onun için bir soyutluk gereklidir. İkinci durumda ve özellikle kesin
teori çerçevesinde, kullanım şartları talep eder, çünkü bunları muhtemelen
gerçek dışı olarak algılamış ve bunları bilinçli olarak ön plana çıkarmıştır.
Ayrıca saf ekonomi bu türden öncüller ile çalışmalıdır, çünkü bunlar kesin
teorinin gerçekliğinin oluşmasına etki ederler. Öncüllerin gerçek dışılığı
yönündeki eleştirileri ise, metodik bir yanlış anlama olarak tanımlamıştır. Saf
ekonomiye gerçeklik bazında hüküm verilemez ve öncüllerin gerçek dışılığı
yüzünden eleştirilemezdir. Menger’ci ekonomik kanunlarının temelinde olan
varsayımlar, ya teorinin kullanım alanının ifadesidir, yâda teorik ve hakiki
sonuç arasındaki farklılaşmanın bir argümanı olarak hizmet eder.
Tarihçi Okul’un etkili olduğu zamanlar aynı zamanda Klasik Okul’unda
itibar kaybettiği dönemlerdir.
Bu itibar kaybının önemli bir nedeni Klasik
Okul’un yaklaşımının merkezinde bulunan emek- değer teorisinde ortaya
çıkan açmazlardır. İktisatçılar piyasadaki fiyatların birbirine oranlarının
malların içerdikleri emek oranlarına tekabül etmemesi şeklinde tarif
437
edilebilecek olan dönüşüm problemini çözememişlerdir. Schmoller’e göre ise
Klasik Okul’un gücünü kaybetmesinin nedeni ulaştığı sonuçları soyut
öncüllere dayandırmaya başlamış olmasıdır.1330 Ona göre, İktisat bir kez
başarılı oldu
diye soyutlama yöntemine saplanıp
kalınmamalıdır. 1331
Schmoller milli iktisat’ta başlangıçta soyutlama yönteminin kullanılmış
olmasını bir yere kadar normal karşılamakta, ancak bunun artık aşılması
gerektiğini düşünmektedir. Aksi takdirde bu bir doğa bilimcisinin bir tek tarz
deneye bağlanıp kalması gibi olur. Aslında Schmoller Milli İktisat’ta
soyutlamanın diğer yöntemler gibi bir yöntem olarak kullanılmasına karşı
değildir.1332
Schmoller’in bakış açısına göre, Klasik teori ve Menger’in teorisi tek
yönlü ve eskimiş kaynaklara dayanıyordu. Ayrıca bunların gerçekte sadece
hipotezsel bir karaktere sahip oldukları düşünüyordu. Schmoller bunların
izolasyoncu metodu tek geçerli metot olarak kabul ettiklerine yönelik
suçlamalarda bulunmuştur.1333 Diğer yanda soyut yönü temsil eden
Menger’se bir reformun gerekli olduğunu ve bunun gerçekleştirebileceğini
açıkça belirtmiştir. Çünkü Menger her ne kadar Klasik teori ve metodolojiyi
övse de, Schmoller’in dediği gibi aynı zamanda bağımsız bir düşünür, keskin
zekâlı bir mantık adamı ve serinkanlı bir öğreticiydi.1334
Spiethof, izolasyoncu –soyutlayıcı metotla kazanılan ifadelerin realite
içerisinde gösterilmesinden yanadır.1335 Yani bunun anlamı teori ile gerçeklik
arasındaki, gerçeklik ile bilim arasındaki ilişkinin problem olmaktan çıkması
demektir.1336
İktisadi faaliyet yürüten insanın tüm dürtüleri ve erdemlerini tarihsel
süreç içinde somut bir şekilde yakalamak için Schmoller’e göre olabildiğince
geniş detay çalışması ve bunun için tüm alanların monografik şekilde temsili
1330
Schmoller,1883,s.978
Schmoller,1883,s.975-978
1332
Schmoller, 1883,s.979
1333
Arndtt Karl, Die Volkswirtschaft begründet auf unwandelbare Naturgesetze,
Frankfurt,1863,s.56
1334
Schmoller,1883,s.987
1335
A.Spiethoff, Die allgemeine Volkswirtschaftslehre als geschichtliche Theorie,Jahrbuch56,s.895
1336
A.Amonn,Alfred. Objekt und Grundbegriffe der theoritischen Nationalökonomie,2.baskı,
Leipzig,1927,s.42
1331
438
gerçekleşmelidir. Schmoller, Menger’in “Grundsatze” adlı eserini yorumlarken
şu
sözlere
yer
vermiştir.
Milli
ekonominin
her
çömezinin
detay
araştırmalarıyla işin aslını öğrenmek yerine, eline bir kitap alıp ortalıkta
dolanması neredeyse bir gelenek haline gelmiştir.1337
Soyut –tümdengelim metodu astronomi, fizik veya tarih gibi pek çok
bilim alanında başarıyla uygulandı. Hiç bir metot en başından itibaren
kusursuz değildi, üstelik bu hatalar zamanla elendi ve yavaşça bir gerçeklilik
oluştu. Schmoller teorinin varlığını yani model üzerinde düşünmeyi hiç
anlamamıştır.1338 Avusturyalılar daha etkin süzme ile yeni gerçeklerin ortaya
çıkacağına inanıyorlar. Sadece yeni ham materyali bir araya toplamak ile
yeni bilgilere ulaşmak mümkün değildir. Hemen bir teorik gelişme istiyorlar,
daha sonra değil. Ampirik materyalden genel bir teori çıkarmak için belli bir
ölçüde soyut ve bir oranda tümdengelim yönteminden faydalanmak
gereklidir.1339
Ekonomi-politiğin liberal doğal kuramı, iktisadi hayatı sadece egoist
davranan kuvvetlerin doğal-uyumlu bireysel düzenlenmiş bir sistemi olarak
görüyor. Bunlar geçerli ve mutlak bir tanrı tarafından öyle düzenlenmiştir ki,
bunları sadece kendi başına bırakarak olumlu ve hatta mutlu edici sonuçlara
ulaşmak mümkündür.1340 Öyleyse ampirik ekonomi-politik bilgilenme-diye
devam ediyor bütün zamanların bütün iktisadi yansımaların öncülleri olarak
görülmelidir. Kendilerini “psikoloji etik ve devlet –yönetim” öğretilerden
koparmaya çalışarak her iki kuramda uyduruk ve soyut mutlak geçerli bir
“ekonomi- toplumu” oluşturmak istiyorlar. Büyük bir idealizm üzerinde duran
bu kuram ilerlemiş ruhların davranış kabiliyetleriyle fakat her ikisinde de
amacının dışına çıkmış, doğru düzgün karşıt güçleri bilmeden oluşan, devrim
ve acele değişime yönelik aldatan bir idealizmdir.1341
Schmoller’e göre, Ekonomi-politik öğretinin ampirik yüzü “genel teori
için ön çalışmaları” zaten temin ediyor ve bu hepsinden daha iyi, hazır
1337
Schmoller, Gustav;Beschrechung der Mengerschen
Centralblatt,1863,s.143
1338
Bawerk,1896,s.49
1339
Bawerk,1896,s.56
1340
Schmoller, 1897, s.1394,Schmoller,1874, s.50-53
1341
Schmoller,1897, s.1401
Grundsatze,
Literarischen
439
durumda. Bununla beraber çağcıl milli ekonomide ampirik çalışmalar henüz
yeterli gelişmişlik düzeyinde olmadığı için özellikle teorinin gelişimini göz
önünde tutarak desteklenmelidir.
“Hiçbir şart altında teorinin ihmal edilmesi değildir. Hatta onun için
gerekli olan altyapı çalışmasıdır. Eğer bilimde bir süreliğine deskriptif
uygulama olacaksa..Böyle çalışmalar sonucu zaman zaman gücün bir
bölümünün, teorinin gelişimi üzerinde çalışmaktan alıkonulması ise bilimsel
işbölümünün doğasında vardır.. Biz ölümlü insanlar sadece tek taraflı olarak
üretimde bulunabiliriz.”
Menger tarafından iktisadi davranışın yegâne dürtüsü olarak kabul
ettikleri, “bireysel fayda” sayılmaktadır. Fakat insan davranışı başka dürtü
güçleri tarafından belirlendiği için, yegâne motif olarak kullanılması, onun
gerçeklikten soyutlanmış olarak görülmesine yol açmıştır.
Psişik–reel olanlar ise, alışkanlıklar, dürtüler ve ön şartlanmalardır. Bir
bireyin veya toplumun ve organlarının bütün duygusu ve istemi “klasiklerin”
muhtemelen yanlış algılaması olan, bir dürtü olan egoizmin, ekonomik
faaliyet yürüten insanın tek itici gücü olduğu varsayımını çıkış noktası olarak
görüyor. Buradan hareketle psişik motifler ile ilgili sorunsalına karşı duruşun
revizyonuna girişir. Ona göre, tek insanda bile sadece egoizm değil, aynı
zamanda insan davranışları bile egoist ve diğer özelliklerin yüksek veya
düşük birleşmesi ile şekillenir. Bunlar ise mesela bilinçli –istekli duruş
üzerindedirler. Sonra çalışma şevklerini tassaruf isteğini ekonomik olmayı ve
ticaret yatırım ruhunu sıralıyor.1342
Daha eski soyut Ekonomi büyük işler başardıktan sonra, hayat
güçlerini yitirdiler. Çünkü sonuçları çok fazla soyut şemalara kaçışmaya
başlamıştı ki bunlar bütün gerçeklilikten mahrumdular. Bu soyut istikametin
devamı artık yardımcı olamayacaktı. Bunun yerine önce olayları çok farklı bir
yönden yakalamaya çalışan bir dönüşüm gerekliydi. Fakat tarihsel istikametin
şu anda ürettiği ise, eski teorinin zeminine oturuyordu. Ve gelecekte milli
ekonomi için yeni bir dönem açılacaktır. Ama sadece bütün tarihsel –
1342
Schmoller, Grundriss, s.38-40
440
deskriptiflerin ve istatistikî materyalin değerlendirmesiyle olacaktır. Yoksa yüz
kere damıtılan soyut eski dogmatizmin bir kez daha damıtılması ile değil. 1343
Menger’in İktisat teorisine yaklaşımı zaman dışıdır ve bu nedenle
incelenen bireylerin sayısı veya bulundukları mekândan bağımsızdır.
Schmoller’in yaklaşımı ise, yapılan tasvirlerin tamlığını sağlamak için
mümkün olduğunca çok sayıda bireyin incelenmesini öngörür.1344
Menger’de kesin teori soyutluluk, izolasyon ve tek yönlülük olmadan
zaten mümkün değildir. Öyleyse ampirik kanunların kazanımı içinde aynı
şekilde soyutluluğa, izolasyona ihtiyaç vardır. Eğer reel tip “reel yansımaların”
temel formlarının yakalanması demek ise, o zaman daha başından itibaren
belirli bir soyutluluk, somut yansımaların ampirik gerçekliğinden verilmiştir.
Öyleyse bu durum teorinin tabiatında vardır. Bu “kesin” ve “ampirik-gerçekçi”
türünde tam ampirik gerçeklikten yola çıkarak ve bunu belirli olgular ve
perspektifler ile duruş noktaları itibarıyla aydınlatmak.1345
Menger, esas itibarıyla genel bir teoriden yola çıkar. Bunun spesifik
elementleri ve vekaletleri düzenli bir biçimde, tekil disiplinler üzerine
uygulanabilir niteliktedir. Tüm teorik araştırma formeldir. Aksi durumda ise,
yani formel bakış noktasının yok sayılması, bir tekil bilimin tanımlama
özelliğini oluşturur. Bu durum örneğin politik ekonomi için geçerlidir. İster
tarihi, ister teorik veya ister pratik olsun. Sosyal bilimsel fenomenlerin
tanınmasının formalizminde, hem bireysel hem de genel olanında, metotların
formalizmine devrolur.(übergeht) ve bununla kamüfüle olur. Bu ise, kesin fen
ve sosyal araştırmasının “formel analojisini” oluşturur. Çünkü insani
faaliyetlerin yansımaları alanındaki kesin araştırma, davranış gösteren
sübyelerin belirli istem yönünü varsayar. Bu kesin sosyal araştırmaların
kendine özgü durumu, kesin fen ile sosyal araştırma, davranış gösteren
sübyelerin belirli istem yönünü varsayar. Bu kesin sosyal araştırmaların
kendine özgü durumu, kesin fen ile kesin sosyal araştırma arasında faz farkı
ispatlamaz. Tezatlık veya benzerlik sadece basit olarak fen bilimleri –sosyal
1343
Schmoller, 1888, s.278–279
Menger,1885,s.14
1345
Menger,11.18.23
1344
441
bilimler çiftinin içinde değildir. Hatta bunun yerine, sosyal bilimlerin ve fen
bilimlerinin, metot ve düşünce kanunları tarafından yarılan çeşitli katman ve
türlerinde bulunur. Sosyal bilimlerin kesin teorisi, fen bilimlerinin kesin
teorisine denk düşer, ampirik gerçekçi olanlarda durum aynıdır. İnsanlık
yansımaların karşılığı, doğa yansımalarıdır. Tabii ki fen bilimlerinde de reel
nesne ile uydurma element, yerleştirilmiş büyüklük, tecrübe –ve bilgilenme
objeleri birbiriyle
örtüşmez.
Fakat nasıl ki matematiksel fikirde
ve
matematiksel gerçeklilikte muadilliğin hatalı momenti,kesin teoriyi minimumda
bile etkilemediği gibi, özellikle iktisadın ve insani davranışın psikolojik
faktörleri ve motifleri ne bu kozal dizimlerinin katı kanunsallıklarını, nede
kesin teorinin öngörülerini olasılıklarını etkilemez. Menger esasında kesin
teorinin en derin duruş noktasını Schmoller ile olan tartışmasında
göstermiştir. Onun belirleyici olan ve tüm itirazlara karşı koyabilen argmanları
şöyledir:
“Bunlar bireysel faydanın yanında sadece töre, dayanışma hak
duyumu değildir. Ayrıca bunlar iktisadi davranışı, reel ekonomiyi etkiler ve
katı kanunsallıkları işlevsiz kılabilme özelliğine sahiptir. Tüm insani davranışı
ve iktisadi olanları özellikle determinasyona uğratan ise, yanlışlıktır. Her ne
kadar iktisadi faaliyette bulunan insan kendilerini daima her yerde sadece öz
çıkarları tarafından yönlendirilmelerine izin verseler bile, tecrübe olarak
edinilen gerçeklik sayısız olayda iktisadi ilgilerinin dışında bir aldanmayla
veya ekonomik nesnelliğin ötesinde bilgisizlik durumunda olduklarını gösterir.
Bu ise iktisadi yansımaların katı kanunsallıklarının en azından etkisiz
kaldıklarını göstermektedir. Bizim tarihçilerimiz kendi bilimsel rakiplerine karşı
fazla anlayışlıdırlar. İktisadi yansımaların katı kanunsallıklarının ön koşulu ve
deyim yerindeyse teorik milli ekonominin ön şartı, sadece daima aynı kalan
öz çıkar doğması değildir. Hatta insanların iktisadi şeylerdeki “her şeyi bilme”
ve “hatasız olma” türünde bir gerçekliliktir. Bu ince alay bizi Menger’in bu
açıklamalarının
içinde
bulunan
derin
bilimsel
çekirdeğinden
uzaklaştırmamalıdır. Çünkü burada ender bir berraklıkta davranışın,
hissetmenin, istemin psikolojik motifin değil ve hatta objektif tümdengelimin,
izole soyutluluğun teorinin mükemmelleşmesini başaramadığını görürüz.”
442
Bunu yerine mantıki element, bilgi kuralını ve düşünce kanununu insan
tabiatının tipik ile en basit kökensel yöntemlerinin geri götürülüşü ile
mevzuata kavuşturduğunu ve psikolojik faktör ile birleştiğini görebiliriz.
Kendini devreden ve düşünce kanunun mantıki tarafından sarmalanan öz
çıkar, kanunsallığın bu belirgin çizgisi ve yönünde davranıştan ortaya çıkan
insanlık yansımalarının içinden meydana gelerek kendini geliştirir.
Kesin teori, insanlık yansımalarını en kökensel ve en genel kuvvetlerin
ve dürtülerin dışavurumuna geri götürmek ve bunu incelemekten başka bir
şey demek değildir. Serbest ve diğer faktörler tarafından etkilenmeyen
düzenin, insan tabiatının beher her temel tandansının hangi şekillere
götürdüğünü görmektir. Kesin bilim olarak milli ekonomi kimya, fizik, mekanik
ve matematik somut yansımaların belirli gruplarının “reel kavramlarını”
öğretmezler. Bunun yerine bize ideal bir zemin ve ideal bir bağam verirler.
Bunun faktörleri kısmen kalitatif kısmen kantitatiftir ve ampirik değillerdir. Ne
gerçekçi nede idealist manada ne ampirik nede fenomenci mantıkta, var
olmak ve yansımalar değil, bunun yerine insani eylem ve davranış
momentinin
ve
bireyselcilik
momentinin,
kanunsal
sürecin
mantıki
mevzuatının arkasına geri çekilerek, bununla kendisini ayağa kaldırmasıyla
gerçekleşir.
Schmoller, dürtü yaşantısından sadece bir değil, bir dizi ekonomik
önemli dürtü ortaya çıkarır.1346 Burada toplumsal kurumları gözlemler.
Bireysel faydaya ilave olarak etik davranma isteğini, kabul görme arzusunu,
ceza alma korkusunu ve hak ile hukukun yaşanan alışkanlıklarını
eklemlemletir. Tüm bunlar bu kurumlarda manifestolaşırlar. O’nun tezine
göre, iktisadi ilerleme sadece bu kurumların dönüşmesiyle mümkün
olabilir.1347
Schmoller’in soyutlamada itiraz ettiği bir taraf onun milli iktisat’ın tek
yöntemi yapılması, diğer taraf da soyutlama ile insan davranışlarının
kazanma güdüsüne indirgenmiş olmasıdır. Rcardo’nun takipçileri ve özellikle
Menger ve Dietzel, kasıtlı bir şekilde kazanma güdüsünü veya iktisadi anlamı
1346
1347
Schmoller,1900, s.26
Kirsten,2000,s.24
443
izole
ederek ele almak istiyorlar. Fakat
bunu psikolojik metotlarla
gözlemliyorlar, bilakis onların soyutlamaları salt sübjektif temelli düşünce
terimleridir.1348 Soyut ispatlama; iktisadi kurumların ve teorilerin gelişiminin
araştırılmasında uygun olmayan bir yöntem. Aynı şekilde “genel iktisadi
ilerlemenin sorularına” geçerli bir cevap veremediği gibi.1349
Schmoller devlet, maneviyat, töre, adaletin ekonomi-politik ile ilişkisini
görmezden gelemez. Schmoller için, ekonomi politiğin genel varlığının teorisi,
değer-fiyat oluşumu öğretisinde, gelir dağılımında ve para varlığı içinde
tükenmez. Schmoller bunun Menger için söz konusu olduğunu düşünür.
İzolasyoncu yöntem onun için, tüm etkilen kökenlerle olan evrensel
bağlantısını yok etmemeli ve parçayı bütünden ayırmamalıdır. Ve bunu
sadece teori ile kanunlar uğruna hiç yapmamalıdır.
“Biz her bedeli ödeyerek hemen kanun sahibi olma zorunluluğunu
hayal etmiyoruz. Çünkü biz birinci derecede hakiki bilgilenme ve gerekli ile
genel geçer hükümler aramaktayız. Kanunların noksan olduğu yerlerde ise,
bizde
gerçekliğin
mükemmel
gözlemi
ile
yetiniriz.
Bu
materyalin
sınıflandırılması, kökenlerin araştırmasındaki çalışma gibi. Fakat inandığımız
diğer olgular ise, belirli “genel” cümlelerin psişik yığınsal bağlantısıyla,
yığınsal hareketlerin oluşumunu, maneviyat, töre, adalet ile ayrıca devlet
gücü ve demokratik haklar vs yani tüm disiplinlerden beraber giriş ve
yardımcı cümlelerin izah edilmesi gerektiğine inanırız. Bununla tarih
araştırmalarının spesifik noktaları, milli ekonomik teori içine taşınmaz. Bunun
yerine psişik ve sosyal süreçler için ki bunlar aynı zamanda iktisadidirler, bu
alanda bulunan tüm bilgilenme kullanılır.”
Bu ilkesel görüşlerin karşısında Menger’in soyutlulukları, daha çok
uydurma gibi görünmektedir. Çünkü bunlar ekonomi-politik araştırma ve
gerçeklilikten uzaktır. Schmoller Menger’in ekonomi-politik ve finans bilimini
haklı olarak, sanat öğretisi olarak ret etmiştir. Ayrıca parçaların teorisini, tekil
olanların teorik işlenmesini, nesnenin en önemli yönlerinin ele alınmasını
talep eder. Bu öncüllerden yola çıkarak ki bunlar tümevarım ile kazanılan tekil
1348
1349
Schmoller,1893,s.85
Schmoller,1894, s.544
444
bilgilenmeden, genelleştirilmiş gerçekliğe ve genel geçerliliğe iktisat, devlet,
hak, maneviyat, töre, din, bilim ve doğruluğun temellenmesine ulaşılır.
Schmoller için önemli olan doğru soyutlama yapmaktır ki böylece
soyutlamalarımız
sonucunda
bilimsel
gerçeklere
ulaşılmasıdır.1350
Schmoller’le Menger soyutlamadan çok farklı şeyler anlıyorlar. Schmoller pek
çok gözlem yapıldıktan sonra bunlardan hareketle bir soyutlamanın mümkün
olabileceğini düşünüyor. Schmoller’in çok abartılı gerçeklik tutkusunun yanı
sıra, Menger çoğunlukla yüksek bir soyutluluk derecesi ile çalışır. Fakat
bununla kazanılan bilgilenmeler git gide iktisadi gerçeklikten kopar. Ve elde
edilen sonuçları mutlak ile daimi bir sonuç olarak görme eğilimi baş gösterir.
Oysa bununla daha ziyade, oldukça basitleştirilmiş tahminler üzerine oturur
ve sadece koşullu olarak değişen olaylarla bağdaştırılabilir. Öyleyse
soyutluluk derecesi sorusu altında, Menger ile Schmoller tezatlığını ifade
eden tüm metot problemini görebiliriz. Bu daha çok özel bir metot problemi
olmak yerine, metot tezatlığının bir semptomu niteliğindedir.
Menger’in öncelikle teorik araştırmanın düşünülebilir gerçekçi yönünün
soyutluluk ile çalışılmalıdır tezine karşılık; Schmoller manasında, tüm evrenin
dikkate alınmamasının bir soyutluluk oluşturduğu temelleniyor. Çünkü bunun
aksi durumda, araştırmalarda tüm evrenin dâhil edilmesi gerektiğini
belirtmiştir. Bunun devamında ise, reel yansımaların tipleri ve tipik
bağıntılarına ulaşma çabasının, ki bunlar her halükarda mantıki olan ampirik
gerçekliğe meyillidirler. Maalesef gerçekliğin zeminin bize gösterdiği gibi
teorik araştırmanın varlığına tezattır.1351
Menger burada gerçekçi bir tip yapılanmasına karşıt bir tutum
benimsemiş olsa bile, soyutluluk problemiyle ilgili, metodolojik açıdan ve
ifade içeriği bakımından belirsizlik vardır. Şüphesiz ki her teorik araştırma
ancak soyutluluğun yardımıyla mümkündür. Soyutluluk, geneli yakalamak
veya açıklamak isteyen tüm teorilerin en belirgin özelliğidir. Genel olanı
yakalamanın koşulu, en azından bir tekil parçanın analizini gerektirir.
Menger’in teorik araştırmalarında tespit edilen yüksek derecedeki soyutluluk
1350
1351
Schmoller,1883,s.980
Menger,1887,s.69
445
ve
araştırma
neticelerine
doğrudan
gerçekçi
anlamda
bağlanmanın
gerekliliğini kabul etmeme, onun Aristo’cu duruşunun bir semptomu olarak
görülebilir. Soyutluluk ile ilgili tüm sorularda, ekonomik araştırma ancak
kapsamlı bir şekilde reel iktisadi bağlantıların açıklanmasına hizmet ettiği
oranda mantıklıdır. Bu temel koşulu özellikle Menger’ci olanlar ve saf teoriyi
destekleyenler, teorik yapılanmaları abartılmış bir soyutluluk ile delmişlerdir.
Böylelikle sürekli gerçeklikten uzaklaşmışlardır. Soyutluluğun derecesi
Menger ve Schmoller’de temelden farklıdır. Schmoller büyük ölçüde
soyutluluklardan çekinmiştir.
4.1.3.2.2. Genel Cümleler ve Kanunsallıklar
Schmoller’e göre, hangi tür kanunsallıkla karşı karşıya olunduğunun
farkına varılmalıdır. “Kesin kanunlar” düzenlidir ve kökenleri tam olarak tespit
edilir bunlara tümevarım yardımı ile ulaşılır. Ampirik kanunlar ise dizi itibarıyla
düzenlidir ve açıklamalarını sadece tahminen yapabilir. Ampirik kanunsallık
ta bir gerçekliliktir ve inkâr edilemez. Önümüzde kanunsallıklarla dolu bir alan
vardır. Bunlardan çıkarılan bazı bilgiler ve verilen bazı hükümler “ampirik
kanunun çok ötesine geçer ve kesin kanunlara yaklaşırlar.1352
Ampirik kanunlar, doğru kalabilmek için sürekli tekrardan gerçekliliğe
dönmek zorundadırlar. Değişimleri ve hatta varsayılan gelişimin dışında
oluşanları
bile
içselleştirmesi
bir
zorunluluktur.1353Kesin
kanunların,
temelinde de yine ampirik kanunlar vardır. Bunlar basit yöntemle,
karşılaştıran ve ayrıştıran düşünce ile kazanılmazlar. Onların kazanımı için
ruhsal faaliyete ve tümevarıma ihtiyaç vardır. Ampirik kanunlar bilinçli ya da
bilinçsiz geçici bir genellemenin etkisiyle kazanılır. Kesin kanunlar da
genellemelerin sonuçlarıdır, fakat ölçü kullanıldığında gerçek olurlar ve
1352
1353
Schmoller, 1894, s.559
Schmoller,1894, s.559
446
mükemmel gözlem üzerinde durmazlar. Sürekli kullanıldıklarında, oluşturulan
ve sıralamada, sürekli ve tekrardan kendilerini gerçek olarak gösterirler.1354
Tekilden yola çıkıp, sonra pek çok yansımadan bir eşit olanı tespit
etmek; bununla ilgili olan ve gözlemi açıklayan kuralları aramak; genelleme
yaparak bir kanunu meydana çıkarmak tümevarımdır. Ne kadar fazla tekil
yansıma çıkış noktasını oluşturursa, kazanılan kanun o derece doğrudur.
Schmoller bunun için de hep daha fazla detay araştırması istemiş ve acele
genellemelere karşı uyarmıştır. Öyleyse kesin kanunların genel geçerli
olmalarının temelinde, detaylı araştırma ve köken bilgisinin olabildiğince
kapsamlı olması yatıyor.
Bir kez kazanılan bir kanun, iki türlü yolla genel geçerliliği konusunda
sınanabilir. Birincisi ekonomi-politik yollardan yola çıkarak yapılacak bir yeni
tümevarımdır.
Diğer
yol
ise
tümdengelimdir.
Eğer
kanun
doğru
tanımlanmışsa, o zaman ortaya çıkacak olan yeni bir yansımada, elde edilen
kanun kendisini yeni yansıma üzerinde ispatlamalıdır.1355 Kanundan
ekonomi-politik yansımaya giden yol, yani git gide bireyselleşen bir yol,
tümdengelim olan bir yoldur. Öncelikli haklı olarak şu söylenebilir, tümevarım
giderek artan genelleştirmeler ve buna karşın tümdengelim giderek artan
bireyselleştirmedir.1356
Schmoller’e göre, bütün kanunların bulunuşunun amacı, komplike
olanların basit olana geri getirilmesidir. Ne kadar az sayıda en üst düzeydeki
kanunlardan her şeyi oluşturabiliyorsa, insan entelektüeli o kadar gururlu
olabilir.1357 Menger’e göre, bireysel yansımaları açıklama görevi ekonomipolitik tarihin ve istatistiğindir. Buna karşın genel yansımalar ve onların
bağlamındaki bilgilenme objesi, teorik araştırmanın görev alanındadır. Ve
nihayetinde pratik bilimler, yani ekonomi –politik siyaset ve finans bilimi,
ekonomi-politik alanındaki amacına uygun davranışın temel kurallarını tespit
etmelidir. Tarihçi, belirli iktisadi araştırmaların yansımalarının hem varlığını
hem de gelişimini tanımlayabilir. Fakat dönüşümde olan fenomenlerin
1354
Schmoller,1894, s.554
Schmoller,1894, s.555
1356
Schmoller,1894, ,s.554-557
1357
Schmoller, 1894, s.558
1355
447
tekrarlanan yansıma formlarını tanımlayamaz. Örneğin fiyatların nesnelliğini
açıklayamaz.
Menger’e göre, teorik araştırma içinde gerçekçi-ampirik ve kesin metot
arasında ayrıma gidilmelidir. Gerçekçi –ampirik araştırma tipik yansıma
formlarını
ve
tipik
bağıntıları
iki
şekilde
yakalamaya
çalışır:1-Real
yansımaların temel formları olarak yakalar. Burada farklı özellikler için büyük
ve küçük bir oyun alanı vardır.2-Ampirik kanun olarak, bunlar kendilerini reel
fenomenlerin diziliminde olağan düzenlilikler olarak gösterir. Kesin araştırma,
kayıtsız doğru olan bilgilenmeleri takip eder. Bunlar her zaman aynı şartlar
altında aynı neticelere ulaşmalıdır. Bu şekilde katı tipik yansıma formlarının
bilgilenmesine ve katı tipik bağıntıların tespitine, yansımaların kanunlarına
ulaşılır. Tipik yansımalar, yani en basit elementleriyle,
bağıntılarının,
gerçekte hiçbir zaman bütün saflığı içerisinde görünür olması gerekmez.
Kesin araştırma bunları tanımak için çoğu zaman izolasyoncu ve soyutlayıcı
metodu kullanmak zorunda kalır. Bu şekilde örneğin, sadece iktisadi
hedeflerin peşinde koşan bir insan tasavvuru ortaya çıkar. Homo
econonmicus.
Kesin teorinin bilgilenmesi katı ve istisnasız geçerli kanunlardır. Buna
örnek olarak, belirli şartlar altında belirli ölçüde artan talebin aynı ölçüde
fiyatların artmasını beraberinde getirecektir. Buna karşın ampirik kanun
sadece, talebin artmasıyla fiyatlarında artacağını açıklar. Ama burada hiçbir
şekilde, kesin olarak belirlenmiş bir ilişki yoktur.1358
Menger’de genel ve bireysel olanın bilgilenmesi, metodik birleştirme
ile değerlendirilmez.
Kesin teori tam olarak ampirik –gerçekçi teorinin tezat
şeklini oluşturmaktadır. Aynı zamanda somut tarihi olaya yönelimlidir.
Buradaki
düşünce
kanunu
“bilgilenme
kurallarının”
kesin
yapılandırmasıdır. Bunlar “tüm reel olanın en basit elementidir ” ki
teoriyi
“kısmen
sadece bizim fikirlerimizde vardır. Yansıma formlarına ve bu yansımaların
kanunlarına şişirirler (aufblahen.) Bunların “kesinliği” ve “doğa kanunlarına
uygunluğu”
1358
sadece
bizim
düşünce
kanunlarımız
ile
ispatlanmış
Haller Heinz, Typus und Gesetz in der Nationalökonomie, Stuttgart,1950,s.45-50
ve
448
korunmuştur. Tipik ve en basit elementin yayılma süreci içindeki her ampirik
element iptal edilmiştir. Sadece var oluş şekliyle tipik element, tarihsel olarak
uygundur. Fakat çıkış noktasının tarihi önemi, kesin teori tarafından tamamen
yutulur.
Zamansız
geçerli
kesin
teori
mevzuatı
nesnelerin
ampirik
gerçekliliğinin ve somutluluğunun üzerine hakimiyet kurar.
Kesin teoriden farklı olan ise, ampirik –gerçekçi olandır. Fakat onunda
metodik “reel tipi” yani reel yansımaların temel formlarının ve bunların ampirik
kanunlarının yakalanması somut olanın bilgilenmesi değildir. Kanunsal ve
reel fenomenlerin bilgilenmesi, bunu sadece kendi yöntemleriyle tarih ve
istatistik yapmaktadır. Bunun yerine olgu ile izole gözlem ki bunda aynı kesin
teoride olduğu gibi dinamik olan gelişim elementi ampirik yansımaların
kanunlarında değil, yansıma formlarının katı kozal kanunsallıklarında kesin
olarak determinasyona uğramış düşünce kanunlarında gerçekleşir. Çünkü
hata teoride kapatılmıştır, ama bu alan ampirik olarak açıktır.
Mill’ci ve Menger’ci metodolojinin kendine özgülüğü, olayların ve
gerçeklerin kozal sürecini metodik olarak belirtmek ve belirginleştirmek
istememesinden kaynaklanır. Bunun yerine “insani” davranışı akışı içinde
yakalamaya, yapılandırarak gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Menger bunu
asli olarak düşünce kanunlarından hareketle gerçekleştirmeye çalışır. Reel
somut
olayı
zamanında
tanımlamak
teorik
bilgi
sebeplerden
ötürü
imkânsızdır. Menger tüm gerçeklilik ve tüm tekil bilimler için geçerli olan bir
bilgi ve metot kuramı için uğraşmaktadır. Bütün gözlemleriyle pek çok
arasından formel olan prensiplerle ele alınacak olan disiplinler arasından,
onun evrensel bilimi olan politik ekonomiyi seçmiştir. Sayısız tekil disipline
ayrışan gerçekliğin verdiği garantiyle, bir tek bilgi kuramını ve metodunu
kesin olarak araştırma gerekliliğinin sonucu Menger için bir kanat oluşturur.
Tekil bilgilerin ve tekil disiplinlerin toplanması ve birbiriyle temas ettirilmesiyle
bir toplam bakış açısı ve sistematik bir toplam bilgilenmeye ulaşmak
mümkündür. Mill’in doğal insani kanunlardan ve ruh ile onun spekülatif
kabiliyetlerinden oluşan öğretisinden evrensel bilim metodunu çıkarmıştır.
Somut bir durum sadece spesifik evrensel bilim şartlı somut tümdengelim
metodu ile özel bir alan olan politik ekonomi alanına uygulanabilir. Benzer
449
şekilde ise Menger, “düşünce kanunlarından” ve “bilgilenme kurallarından”
tipleri yansımaların tipik bağıntılarını ve bunların kanunsal süreçlerini, elde
eder. Menger’deki bu evrensel teorik duruşun karşılığı, aynı şekilde fen
bilimlerinde ve sosyal bilimlerde de geçerlidir. Tarih,
parçaya sahiptir.
sadece bir karşıt
Eğer bölüm disiplinine fizik, geometri, politik ekonomi
başlanırsa hemen ortaya çıkar. Sadece bizim “düşünce kanunlarımıza” göre
serpilen tipik ve en basit element bunun çıkış noktasını oluşturabilir.
Schmoller’in doktora tezinde, insana metafiziksel bakış sonucu politik
ekonominin konumu tespit edebilir nitelikteydi. Sadece tabiat ve ruh, teknik
ve ahlak ile tarih ve teori arasındaki bir evrensel bağlantıyla politik
ekonominin alanını tespit eder. Burada onun gelişim ve ruhani insan varlığı
görüşü spesifik tarihçi metodu da yansıtır. Ayrıca Schmoller sadece gerçek
ile var olanın sınıflandırmasıyla ve bunun isimlendirmesiyle mantığına uygun
kavramı elde ettiğine, bir nesnelliğin varlığını yakalayabileceğine ve bütün
bunları basit bir şekilde bireysel kozal bağlantılardan genel gerçekleri
soyutlayarak yapabileceğine inanır.
Menger
tarafından
sürekli
dile
getirilen
bakış
açısı,
nesnel
davranışların açıklaması için, kanunların formüle edilmesi gerekliliğidir. Buna
karşın modern ekonominin pek çok temsilcisi bu görüşe katılmamaktadır,
Schmoller’in
pozisyonu
olan,
sosyal
bilimlerin
ampirik
düzenliliklerin
kazanımının dışına çıkamayacağı yönündeki görüşünü, kabul ediyorlar.
Gerçeğin gözlemi ile tespit edildiği söylenen düzenlilikler, bu bakış açısıyla
bile istisnasız ve zaman-mekân bağımsız olamazlar. Çünkü insani bir
davranışa yönelik veya kökenlidirler. İnsani istek-ve karar verme özgürlüğü,
sosyal bilimlerde doğa kanunları bağlantısını ortadan kaldırır, doğa bilimsel
fenomenlerde olduğu gibi, düşünmez ve karar vermez ve davranmaz,
değildirler. Sosyal bilimlerin kesin kanunlarına karşı, genelde totolojik itiraz
yapılır. Buna göre kesin kanunlar sadece mantıklı düşünce cümleleri
olabilirler. Her ne kadar bu itiraz, Menger’ci kanunların tartışmasında kendini
kısmen kabul ettirmiş olsa bile, yine de belirgin olan Menger’in teorisinin
çerçevesi içersinde, totolojik olmayan ve daha çok ampirik düzenlilik temsil
eden, kanunlar kullandığı anlaşılmıştır.
450
Menger’deki çeşitli kanun türlerinin işlenmesinde, ekonomik bilgi
kazanımı için kanunların ve kanunsallıkların ifadelerinin ayrımı, sadece
ekonomik teorinin çoğunlukla tamamlanmamış hipotezler ile çalışması ve
bundan dolayı natamam açıklamalar hazırladığı için, önemli olabilir. Fakat
natamam açıklamalarda, kanun ihtiyacı içinde ( burada iktisat teorisyenlerinin
aksine, bilim teorisyenlerinin büyük bir bölümü aynı fikirde. )
Menger’in
bütün kanunları, modern bakış açısıyla bir açıklamanın ihtiyaç duyduğu
yapıya, sahip değildir.
Bunun için Menger’in ampirik kanunları temellendirdiği kriterler,
hipotezler tarafından zenginleştirilerek, nomolojik içerik sahibi cümlelere
dönüştürülmelidir. Bunun ötesinde, kesin kanunları, fazlaca tecrübenin
eleştirisinden korumanın pek bir anlamı yoktur. İnsanların her zaman ve her
yerde ihtiyaçlarını olabildiğince tatmin etmelerine ( ve bu arada var olan
vasıtaları kendi açılarına göre rasyonel olarak kullanarak) yönelik olan kanun,
bugüne dek, bütün ampirik itirazlara rağmen, ekonomik teorilerin içersinde
yer almıştır. Yalnız bu türden bir “ sağlamlık “ esasında kanunun gerçekliğini
ortaya koymaz.
Kesin kanun, öncüller geçerli olduğu sürece, tüm zamanlar ve tüm
halklar
için
geçerlidir.
İktisatçılığın
içkinliğinin,
gelişim
ve
oluşum
fenomenleriyle hiçbir ilgisi yoktur. Kesin kanunların kozalitesi, tarihsel iktisadi
olayların kozal süreci tarafından etkilenmez. Kesin teorinin bilgilenme objesi
“gelişen ekonominin” tecrübe objesinden bağımsızdır. “Tarihsel bakış
noktası” ise kesin teoriden elimine edilmiştir. Buna karşın teorik araştırmanın
gerçekçi yönü, gelişim, varyasyon ve farklılık momentini içerir. Reel
kavramlar bize, reel iktisadi yansımaların bireysel gelişimin bütünü içinde
varlıklarını getirir. Veya yansıma formlarının gelişimini biçimlendirir. Ampirik
kanunlar gelişim süreci içinde sadece çıkış noktasının modifikasyonu ve
dönemi için geçerlidirler. Genel “yansımalar” veya “gelişim” için değil.
Tarihsel bakış açısı ise, gerçekçi teori içinde dikkate alınmalıdır. Kesin
teoride zaman, istem, keyiflilik ve yanılgı momenti süpürülmüştür. Kesin
teorinin neticelerini bekleyip bununla yetinmek mümkündür. Çünkü kesin ve
gerçekçi
teori
sunumda
çoğu
kez
birbirlerine
karışırlar.“İktisatçılığın
451
kanunlarını”
düşünce
mantığından
ve
nesnelerin
ile
bağıntılarının
içkinliğinden tümevarım ile elde etmeye çalışırlar.
“Bizim doğrudan ihtiyacımız ve bizim doğrudan kullanabileceğimiz
mallar, günümüzde keyiflilik göz önüne alındığında verilen gerçeklerdir. Her
insani iktisadın çıkış noktası ile hedef noktası böylelikle son tahlilde var olan
ekonomik nesnellikle sıkı bir şekilde determinasyona uğramıştır. Bu somut,
yani ampirik iktisadın çıkış noktasının ve hedefinin kesin olarak tespitiyle,
kendi eşdeğerini tipik bağıntıların kesin teorisinde bulduğu aşikârdır.Bu
kanunsal olarak determinasyonlu çıkış pozisyonundan determinasyonlu
sonuç pozisyonuna doğru çeker. Bu yolu amacına uygun olarak, politik
ekonomide ve iktisadi alanda ne kadar ekonomik olarak geçeceğimiz, ayrıca
bizim gücümüze ve keyifliliğimize bağlıdır.” Schmoller bilinçli olarak zamansız
ve evrensel kanunlarından vazgeçmiştir.
Schmoller ampirik kanunlar ve kesin kanunları sadece isimleri itibarıyla
farklı değerlendirmiştir. Fakat ampirik kanunların varlıkları ile amaçları
hususunda,
Menger
ile
Schmoller’in
görüşleri
birbirinden
oldukça
ayrılmaktadır. Menger’de bir ampirik kanun daha başlangıçta, yani metodik
yapısı itibarı ile istisnasız geçerliliğin kefaletinden mahrumdur. Fakat bu bir
yana, gözleminden kazanıldığı tüm ampirik gerçeklilikle örtüşmelidir. Yoksa
yanlış ve değersizdir.1359 Schmoller’in ampirik kanunlar natamam ifadeler
içerir, yönündeki ifadesi Menger’de mevcut değildir. Bu bile önemli bir
farklılıktır. Menger’e göre, ampirik kanunlar bütün gerçeklilikle uyumlu
olmalıdır. Bu konuda Schmoller’den oldukça ileri gitmiştir. Çünkü Schmoller
bir tam uyum aramamaktaydı. O’nun istediği sadece belirli bir zaman arlığı
için kayıtsız geçerlilikti. Tam uyum veya tam iz düşüm mümkün değildir.
Çünkü Hiçbir ampirik tekil olay diğerleriyle eş değildir. Nasıl ki bir insan bir
başkası ile fiziksel ve ruhsal manada eş olmadığı gibi. Burada en fazla iki
yansımanın akrabalığından bahsedilebilir ve bu durum tabik ki bir ayniyete
izin vermez. Buna ise uygun düşen tanım ampirik düzenliliktir.
1359
Menger,1887,s.59
452
Öncellikle bilimsel kanunlar, kural koyucu kanunlar değildir. Olayların
(şeylerin ) nasıl olması gerektiğini belirtmezler, olası gerçek iddiaları ve
düzenlilikleri açıklarlar. Hausman kanunlar ve kanunsal benzeri beyanlar
arasında bir ayrıma gidiyor: 1360
“Bir kanun gerçek (doğru) olmalı, fakat kanunsal beyanlarda gerçeklik
(doğruluk ) talebi yersizdir. Hausman’a göre kanunları anlamanın zorluğu,
bunların sadece düzenliliklerden meydana gelmediği, aynı zamanda
genellemelerin bulunduğu ve bunların yanlışlıkla ortaya çıktığından bu zorluk
vardır. Böylece yanlışlıkla otaya çıkan ve kanunsal benzeri olan genellemeler
ayrıştırılmalıdır. Zaman ve mekâna bağlı olan bir genelleme, gerçek bir
kanun değildir. “Bu değerlendirme”
renklidir
tasın içindeki bütün şekerler turuncu
“ mantıklı fakat bu değerlendirme “ bütün binalar 10000 katın
altındadır” ifadesinde ise problemler ortaya çıkıyor. 1361
Çünkü bu durum her yerde ve her zaman geçerlidir. Kanunların gerçek
dışı şartlandırıcı cümlelere izin verdiği tezi, problemsiz bir sınırlama değildir.
Çünkü tecrübenin beyanları nasıl ispatlayacağı, belirgin değil. Bir cümlenin
ne zaman nomolojik olarak değerlendirmesi gereği, belirgin bir şekilde
standart ve kriterler ile cevaplanmalıdır. Bunlar ise, beyan ve cümlelerin
yerine getirmesi gerekenlerdir ve ancak bundan sonra kanun statüsünü
taşıyabilirler. Kanunlar genel bir form taşımalıdır. Fakat sonsuz sayıda tekil
olaya bağlanmaya ihtiyaçları yoktur.
Aynı zamanda gözlem mantığına geri
götürülemezler.1362
Schumpeter’e göre, tarihsel araştırma iktisadi politika alanında genel
olarak geçerli, uygulanabilir kuralların varlığının nasıl savunulmaz bir fikir
olduğunu diğer herhangi bir yöntemden daha iyi öğretmektedir. 1363 Kanun
problemin Popper’ci işlenişi, ifadelerinin ne derecede fen bilimlerine yönelik
olduğunu ve ifadelerinin sosyal bilimlerde ve özellikle iktisat bilimlerinde
hangi öneme sahip olduğu, ayrıca kanun izahı ihtimali ile gerekliğinin olup
olmadığı, sorularını ortaya çıkartıyor. Popper fen ve sosyal bilimlerindeki
1360
Hausman, 1992, s. 292
Hausman, 1992, s. 293
1362
Hausman, 1992, s. 293
1363
Schumpeter,98
1361
453
metotların birliğini belirttiği için, ifadeleri aynı zamanda sosyal bilimleri
kapsamalı. Öyleyse Menger’in görüşleri üzerinde bir mutabakat var. Popper
fen bilimleri dışındaki alanda sürdürdüğü kanun – sorunu ile ilgili tartışmada,
özellikle gelişim kanunlarının tarihsel varsayımlarına karşı eleştirel olmuştur.
(buna göre tarihsel gelişim kanunsal olmuştur )
Popper, tarihsel gelişimin teorisi için sosyal gelişim kanunlarını tespit
etmeyi yanlış olarak değerlendirmiş ve bir nevi kehanet anlamında tehlikeli
olarak görmüştür. Öyleyse bir yandan tarihsel kanunların varlığını inkâr
etmekle birlikte, sosyal bilimler alanlarındaki kanunları esas olgu olarak
görmüştür. Bunlardan gerçek anlamda, fen bilimleri ile sosyal bilimler
arasında,
kökten
benzerliklerinin
ifade
bulma
şansı
yakaladığını
düşünmüştür. Popper’in tezi, bütün kanunların (fen bilimleride dâhil ) bir
biçimde formüle edilebileceği ve bir şeyin neden olmayacağı konusunda bilgi
vereceği, düşüncesine dayanıyordu.
O zaman olayların olma olasılığı,
kanunlar tarafından sınırlandırılmış oluyor.
4.1.3.2.3. Gelişim Basamakları Problemi
Kesin yöne eğilim ve kesin kanunlara ulaşma gayreti, zorunlu olarak
iktisadi gelişimin bazı basamaklarından vazgeçmeyi gerektirmektedir. Bu
bakımdan Menger’in ekonomi-politik yansımalarının gelişim basamaklarının
oluşturulmasına karşı çıkması şaşırtıcı olmamalıdır. Bunun açıklamasını ise,
iktisadı, temsil ve bilimsel engellerden dolayı, bu türden basamakların
yapılanmasının mümkün olmadığı ile temellendirmiştir.1364 Batı tarihinin her
zamansal kesiti şüphesiz bir tarihsel gelişimi göstermektedir. Ayrıca bu
kendini aynı zamanda ve özellikle bir toplumsal dinamik ile ifade eder. Bu
gelişim belirli politik veya iktisadi olayların ile teknik keşiflerin sonucunda
oluşmaktadır. Bunun için bir iktisat basamağı sadece, ekonomi-politik sürecin
belirli politik çerçeve koşulları içinde sürdürdüğü iktisadi bir gelişimin yalnızca
bir dönemi olarak değerlendirilebilir. Bunlar temel strüktürlerinde değişime
1364
Menger,1883, s.108
454
uğramazlar. Bu durum örneğin 19.yüzyıl iktisadi ve iktisat politikası yönelimli
olan “Lassiez- faire” prensibi için geçerlidir.
Her ne kadar bu çabalar bağlamında, sübjektif sapması olan
hükümler, basamakların veya gelişim kesitlerinin türüne ve yapılanmasına
verilmiş olsa bile örneğin, List, Hildebrand, Knies, Schmoller veya Bücher’de
olduğu gibi, bununla bilimsel objektif bir kavrayışın mümkün olmadığı
ispatlanmış değildir. Bununla beraber burada söz konusu olan oldukça
kompleks ve bundan dolayı zor bir problemdir. Ama bunun çözümü
Menger’de iddia edildiği gibi bilimsel ilerleme adına ve özellikle gerçekçi bir
iktisadi teorinin temeli olarak, bu derece yüzeysel argümanlarla çözülmez.
Menger gerçi iktisadi ile kültürel gelişimin varlığını inkâr etmiyor ve
hatta buna teorik anlamda destek vermek niyetinde. Bundan dolayı tavsiye
ettiği yol özel bir dikkat gerektirir. Menger “zaman ve mekânı dikkate alarak”
özellikle ekonomi –politiğin nitelikli varlığının bizim temsilimizin temeli olarak
görmek
ve
sadece,
çeşitli
gelişim
basamaklarında
ortaya
çıkan
modifikasyonlara yönelmektir.1365 Bu noktada artık bastırılamayan bir soru
dile getirmek gerekir. Gerçekte burada ne kadar pek te önemsemeden
Tarihçi Okul’a bir imtiyaz verilmiştir. Menger gerçi bir yandan iktisadi
gelişimden söz etmekte ama öbür yandan ise genel varlık bilgilenmesiyle
bunu kapatamasa bile, en azından etrafında dolanmak veya daha doğrusu
tek bir teorik ifade ile yakalamak istemektedir. Ayrıca bu iktisadi gelişimin
açılımı ile ilgili, herhangi bir bilgi vermemektedir. Eğer bu problemi daha
ayrıntılı olarak işleseydi o zaman belki de ekonomi-politik teoriyi farklı bakış
açısı ile değerlendirdi. O zaman varlık olarak farklı iktisadi düzenlerin
olduğunu anlayabilirdi.
Zaman ve mekânın önemli olduğu ve politik temel Menger için
muhtemelen ekonomi-politik yüksek kapitalizm içindeki liberal ekonomidir.
Çünkü o dönemin insanı olmakla birlikte sübjektif anlamda bu yönü mutlak
ekonomi olarak görmüştür. Ama neden özellikle bu durum genel bir iktisat
teorisi için bu kadar merkezi önemdedir? Tarihsel gelişim noktası itibarıyla
1365
Menger,1883,s.109
455
17.yüzyıl ekonomi-politik düzeni aynı büyük öneme haiz değimlidir? Bu
dönemde de 19.yüzyıl benzeri bir ekonomi – politik süreç yok muydu?
Sadece buradaki temel fikir monarşik devlet fikriydi. O zaman bu bakış açısı
ile “önemli vaziyet” konusundaki doğru tercih sorusuna bir cevap bulamıyor.
Bu problem sadece Menger’de olduğu gibi liberal düzen nesnelerin varlığı
içinde en muadil olanı olarak görüldüğünde aydınlanabilir. Bu noktada
Menger’in neden liberal iktisat düzeni ile bu ölçüde kendini sınırlandırdığı
konusunda, bir fikir sahibi olabiliriz. Menger tarafından tercih edilen bu
yöntem bu belirtilen itirazların yanı sıra bir başka nedenden ötürü daha
başlangıcında teredüte mahal vermektedir. Menger araştırmanın temelinde
liberal ekonominin “modifikasyonuna” yönelimin, yeterli olacağı görüşünü
taşımaktadır. Fakat bu noktada şu soruyu yöneltmektedir. Batı tarihinin akışı
içinde görebileceğimiz iktisadi strüktürlerin temel değişimleri, sadece
“modifikasyona” dikkatleri toplamak ile yeterince sorumluluk yüklenmediğini
sorgular.
14.yüzyıl ile 19. yüzyıl arasında, Almanya ile Fransa’nın, olan iktisadi
düzen değişimleri küçük boyutta değildir. Hatta daha çok varlık olarak farklı
iktisadi vücutlardan veya iktisadi düzenlerden bahsedebiliriz. Bunlar sadece
içerden çıktıkları farklı politik fikirlerin, üzerinde oturdukları iktisadi yapıların
ve var olan üretim ilişkilerinin tanınmasıyla anlaşılır hale gelebilir. Fakat
öyleki bu merkezi faktörlere Menger’de rastlamak mümkün değildir. Sonuçta
Menger modifikasyon bakış ile belirli bir iktisadi basamakta pekâlâ oluşabilen
az yâda çok miktarda bir sapma olarak görmek istemesi zannı altındadır.
İktisat teorisinin temellendirilmesi problemi ile ilgili Menger hususunda bir
itirazı dikkate almak zorundayız. Menger gerçekte önemli bir vaziyet
yakalamak niyetinde değildir. O iktisadın genel varlığını tanımak istemiştir.
Bu insani iktisadın kökensel faktörlerini teorinin temeli olarak tespit
etmesi ve bunun üzerine iktisadi sürecin saf teorisini kurmaya çalışması ile
gerçekleşir. Bu durum ise araştırmacıları insani arzulardan ve politik
etkilerden korur. Bağımsız hale getirir.1366
1366
Menger,1883, s.110
456
Öyleyse bir tarafı ile tamamen somut iktisadi politik durumdan ayrılmış
oluyor ki bu onun ruhani duruş noktası itibarıyla beklenen bir hareket tarzını
teşkil etmektedir. Diğer tarafta ise inkâr edilemez bir tarihi olguyu, teorisinin
temeli olarak kabul ediyor. Bu tezatlık onun gelişim düşüncesine olan
bağlantısının bir soru olarak kalmasının bir başka nedenini oluşturuyor.
Menger’in iktisadın durumuna bağlı olan teori ile ilgili muhtemel bir
modifikasyon konusundaki ifadesi bunun neticesinde anlamını yitiriyor.
Şüphesiz Menger tarafından daha fazla yorumlanmaya muhtaç ilginç bir
teorik yaklaşım mevcuttur. Bu şekilde Menger’in tezi olan, metodunun içinde
gerçekte gelişimin tarihsel olgusunu dikkate alarak bir gerçekçi teorinin
köklerinin olduğu ifadesinin bir anlamı yoktur.1367 Onun yolu sonuçta milli
ekonominin spesifik özellikleri itibarıyla bir tecrübe bilimi olarak işe yaramaz
olarak değerlendirilecektir.
4.1.3.2.4. Bilimin Pratik Yönü
Teorik tecrübe bilimlerinin tanımlama ve açıklamadan sonra, üçüncü
hedefi olarak, genelde olayların öngörüsü kabul edilir. Özellikle iktisat
politikaları sorunlarına olan yaklaşım, bir oryantasyon gerektirir. Buna göre
hangi neticelerin beklendiği, ne türden önlemlerin alınması gerektiği ve hangi
yöntemlerin tercih edilmesi gerektiği gibi v.s. , konusunda bilgi verir. Teorik
görevlendirmenin yanı sıra burada, bilimin pratik yönü ifade buluyormuş gibi
bir izlenim vardır: Pratik değerlendirilebilir öngörüler için, teorilerin kullanımı
ve teorilerin teknik anlamda uygulanması.1368
Kanunlar açıklamaların önemli bir bölümünü teşkil eder. Kanunlar
genel iddialar formunda, henüz sınanmamış olaylara yönelik olduğu için,
kanunların fonksiyonu ve strüktürü ile ilgili olarak, açıklamalar ve öngörüler ile
1367
1368
Menger,1883, s.110
Popper, Karl; Naturgesetze und theoretische Systeme in, Albert,1949,s.90-95
457
yakın bir ilişki görülebilir. Teori ile verilen açıklama bize başka yansımalarının
anlayışını açar ve bunu tecrübeye başvurmadan yapar.1369
Kanun ve başlangıç koşulları veya daha doğrusu öncüller biliniyor ve
bilinmeyen mantıki süreçte, prognostik p aranmaktadır. Bir teorinin teknik
uygulamasında, genelde teknik hedefler ve fiziki kanunlar bilinir (örneğin bir
köprünün yapımında, gerekli olan şartlar yeterli olur.) Burada aranan ise
teknik başlangıç koşullarıdır, bunlar teknik anlamda gerçekleştirilebilir
olmalıdır
ve
fiziki
kanunlar
yardımıyla
hedefe
ulaşabilecek,
türden
olmalılar.1370 Açıklama şemasının mantığı ile prognostik verim ve teknik
uygulamanın ötesinde, teorileri sınamak imkânı mevcuttur. Eğer oluşturulmuş
bir prognoz olan p, gözlemlenebilen durum ile uyum halinde değilse, o zaman
açıklananın ( explanans) yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Bunun neticesinde
ise ya kanun hatalıdır yâda uygulama koşulları namüsaittir. Buna karşın,
başarılı olmuş bir prognoz p ile teorinin doğruluğunu iddia etmek mümkün
değildir. Çünkü hatalı olan bir açıklanan (explanans ) ile gerçek prognozlar
oluşturulabilir. Bununla birlikte Popper’e göre, prognoz imkânının yardımıyla,
teorinin kalitesi hakkında bir fikir oluşturulabilinir. Popper bunu, teorilerin
sınanabilirliliklerin dereceleri ile bağdaştırmıştır.
Popper’in metodik talebi, şu ifadeyi içerir: Her zaman daha iyi kontrol
edebileceğin teorileri ara. Bir teorinin kontrol derecesi, o teorinin genelleşme
derecesi arttıkça (veya kesinlik ile belirginlik derecesi ile), yükselir.
Genelleşme ise, teorinin öngörüde bulunabileceği alanın büyüklüğü ile
irtibatlıdır. Bütün bunların ötesinde geçerli olan öngörüler ne kadar belirli ve
kesin olursa, bir teori o kadar kontrol edilebilir nitelikte olur.1371
Hempel prognoztik imkân bağlamında, tümdengelim – nomolojik bir
öngörü,
sadece
kanunlara
ve
başlangıç
şartlarına
dayanarak
var
olmayacağını, belirtir. Hatta prognoz, geleceğin durumu ile ilgili şartlar
konusunda, ilaveten öncüller gerektirir. Buna göre genel olarak, bozucu
büyüklüklerin ve etkilerin, öngörü ile öngörünün gerçekleşmesi arasındaki
1369
Hempel, Carl G;Typologische Methoden in den Sozialwissenschaften, in Topitisch,
1952/65,s.41
1370
Popper,1949,s.96
1371
Popper,1949,s.99
458
zaman dilimi için, olmayacağı düşünülür. Bir tümdengelim– nomolojik
açıklamanın, bir öngörüden, mantıki strüktür anlamında değil de, pragmatik
anlamda farklı olduğu görüşü, strüktürel özdeşleşmek veya açıklama ile
öngörünün simetrisi olarak, tanımlanır. Pek çok yazar, Hempel ve
Oppenheim’ın daha 1948 yılında savundukları bu tezin, uygunluğunu kabul
etmemişlerdir. Sunulan argümanlar doğrultusunda, daha ayrıntılı bir inceleme
için Hempel tezi, iki alt teze bölmüştür:
1- her muadil açıklama, potansiyel bir öngörüdür.
2- her muadil öngörü, potansiyel olarak bir açıklamadır.
Hempel, birinci alt teze karşıt örnek olarak sunulan, üç örneği
tartışıyor1372 : İlk örnekte konu olan bir ifade “ frengi, hafif felcin tek nedenidir”
sonucu, belirli bir hastanın neden hafif felç semptomunu gösterdiğinin, bir
açıklamasının bulunmasıdır. Fakat çok az sayıda frengi olan insan, hafif felç
geçirirse, o zaman frengi olanda hafif felç olur diyemeyiz. Hatta bunun aksi
düşünülmelidir. Burada olan açıklama, bir öngörü için uygun değildir. Hempel
buna karşın, Scriven (1959) tarafından getirilen örneği gösterir ve frenginin,
hafif felç için uygun bir açıklama olmadığını, çünkü bu semptom, hastalığın
oldukça az rastlanan bir sonucu olduğunu belirtir. Eğer bir olay, gerekli olan
şartın gerçekleşmesi ile açıklanabilseydi, o zaman bir gerçek olarak lotoda
kazanan bir kişi, bunun açıklaması olarak biletinin olduğunu söylemesine,
denk düşüyor. Çünkü sadece bir loto bileti olan biri, büyük ikramiyeyi
kazanabilir.
İkinci örnek, Toulmin (1961) tarafından ortaya konmuştur ve Darwin’e
dayanır. Buna göre var olan türlerin kökeni, varyasyon ve doğal elenme ile
açıklanır. Yeni bir hayvan türünü öngörmek için, Darwin teorisini kullanmak
mümkün olmadığı için, Toulmin’e göre mevzu bahis olan, açıklama için bir
örnektir ve potansiyel bir öngörü içermez. Hempel bu argümanı tetkik
ederken, evrim tarihi ( tarih sunumu hipotezi karakteri taşır farz edilen evrim
süreçlerini tanımlar ) ile - mutasyon ve doğal seçim mekanizması teorisi,
arasında bir ayrıma gider. Mutasyon ve doğal seçim mekanizması teorisi,
1372
Hempel,1965,s.42
459
evrim sürecinin üzerinde duran açıklayıcı görüşleri, sunar. Evrim tarihinin,
dinozorların oluşup ve daha sonra yok olduklarını tanımlayabilmesi, bunun
neden olduğunu tabii ki açıklamaz. Aynı zamanda teoride, bu açıklamayı
veremez. Çünkü bunun için şartlar hususunda, pek çok ilave hipoteze ihtiyaç
duyulmaktadır fakat bunlar erişilebilir olmaktan uzaktadır. Eğer bu hipotezler
kullanılabilir nitelikte olsaydı ve bunlarla dinozorların yok olması açıklanabilir
olsaydı, o zaman açıklanan (explanans ) aynı zamanda potansiyel öngörü
vazifesi görürdü. Bunun neticesinde Hempel, ikinci örnektede, mevzu bahis
olanın tümdengelim – nomolojik bir açıklama olmadığını belirtmiştir.
Üçüncü itiraz ise, bazı olaylarda açıklayıcının (explanandum) ortaya
çıkması ile açıklanan (explanans)konusunda belirtinin oluştuğudur.1373
Scriven bu konuyu netleştirmek için bir örnek verir. Buna göre çok kıskanç bir
adam, karısının kendisini aldattığını öğrenmesi üzerine öldürür. Prensip
olarak daha önceden görünen kıskançlık, cinayeti açıklar. Açıklayıcının
(explanandum) yani cinayetin ortaya çıkması, açıklananın (explanans) önemli
bir parçasıdır ( eğer kıskançlık yeterli derecede olursa, onu öldürür.) Bundan
dolayı açıklayıcı (explanandum ) bu olayı önceden öngörememiştir. Hempel’e
göre bu örnek bazı durumlarda, açıklayıcının (explanandum) ortaya
çıkmasından önce, açıklananın ( explanans) şartlarının oluşup oluşmadığının
söylenemeyeceğini, gösterir. Argüman mantıki olarak, kritik açıklama
faktörün açıklayıcının (explanandum) ortaya çıkmasından önce keşif
etmenin, mümkün olmadığını göstermiyor.
Neticede ise Hempel, birici alt tez için yapılan itirazları yetersiz
görüyor. Ve bundan dolayı bütün açıklamaların bir potansiyel öngörü
olmadığı, yönündeki eleştiriler geçersiz hale geliyor. Hempel bu tezi
savunmaya devam ediyor, fakat ikinci alt teze yöneltilen itirazların, her zaman
öngörülerin argümanlarının probalilizm ( olasıcılık) üzerinde kurgulandığında,
tuhaf sorunsallıkla karşılaştığını itiraf ediyor. Fakat tümdengelim - nomolojik
bir öngörünün strüktürü için, ikinci alt tezi de savunmaya devam ediyor.
Açıklamaların ve öngörülerin simetrisi ile ilgili bilimsel teorik tartışma,
1373
Hempel,1965,s.48
460
ekonomi-politik kuramın teorik ve pratik boyutlarının ilişkisi bakımından
önemlidir.
Menger’in belirttiği üzere, gelecekteki olayların öngörüsüne dayanan,
pratik bir eylem tarifinin, her zaman teorik temellenmesi gerektiğini
belirtmiştir. Başka bir baz üzerinde kurgulanmış olan prognozlar, isabetli
olabilirler.
Fakat
bu
isabetlilik,
bilimsel
açıdan
tesadüfî
olarak
değerlendirilmelidir. Teorik temelli bir öngörünün, güvenirliği ve sistematiği,
buna karşın var olan kanunların uygunluğuna ve verilen durumun şartlarına
bağlıdır. Kim bir ekonomik teori ile bazı ekonomi –politik kararların
verilebileceğini ve bunların prognozlarının yardımıyla, hangi önlemlerin hangi
neticelere yol açacağı tespit etmenin mümkün olduğuna inanırsa; bir teorinin
yardımıyla
olayları
bulunulabileceğini ve
hem
tanımlanabileceğini
hem
de
öngörülerinde
sosyal alanda kanunsallıkların olduğunu kabul
etmelidir. Pek çok pratik olayda, iktisat bilimcilerinin politik önlemlerin bütün
neticelerinin prognozunu yapamamaların nedeni ise, pek çok alanda temelde
olan kanunsallıkların henüz bilinmediğidir yâda kullanım koşullarının tam
anlamıyla oluşmadığındandır. Bu durum ise sistematik öngörülerde bulunmak
için kanunların, pratik kullanım gerekliliğinde ve mantıki değerlendirilmesi
gerektiği gerçeğini değiştirmiyor.
Knight’e göre, bilimler insanı konu aldığına göre, bilimsel analizde
mevzu bahis olan temel sorun, insanın onu çevreleyen dünya ile olan
ilişkilerdir. Rasyonel veya bilimsel açıdan, bütün önemli ve pratik problemler,
ekonomisttin problemleridir. Hayatın esas sorunu ise, arzulanan sonuçlara
olabildiğince ulaşabilmek için, vasıtaları nasıl “ekonomik” değerlendirmek
meselesidir. Bu yüzden genel politik ekonomi kuramı; hayatın temel
prensiplerinden başka bir şey değildir. 1374
Menger, pratik bilimler kavramını bir topluluk adı gibi kullanır. Bunun
altında ekonomi-politikle birlikte pratik tekil iktisat öğretisini görür. Ayrıca
ikincisi finans bilimi ve pratik özel iktisat kuramı olarak ikiye ayırır. 1375
1374
Knight, Frank H; The Limitations of Scientiffe Method in Economics, The Ethies of
Competition and Other essays, New York, 1935,s.105
1375
Menger,1883, ,s.255
461
Schmoller ise bu sınıflandırmaya ters düşmez. Bütün pratik bilimlerin ortak
yönü, bunların uygulamadaki gerçekliliği yakalamak hedefini gütmelerinde
yatar. Buna uygun olarak pratik bilimlerin görevi kurallar doğrultusunda
kanunlar hazırlamaktır.1376 Veya başka bir deyişle uygulama için davranış
kuralları ve politika için yönergeler hazırlamaktır.1377 İşte bütün bu kurallar bir
araya toplandığında pratik bilimlerin “davranış kanunlarını” meydana
getirirler. Schmoller, kanunların ve kurumların göreceliğini vurgulayarak,
somut tarihsel verilerden hareketle tümevarımcı akıl yürütme yöntemini tercih
etmiştir.1378
Klasik teori Okulu ve Klasik düşünceyi yeniden yorumlayan Viyana
Okulu Schmoller’in reform çalışmalarından rahatsız olur. Schmoller, Menger’i
Manchester Okulu’nun taraftarı olmakla suçlar.1379 Manchester öğretisi pratik
iktisadi sorunlar “davranış kanunları” aracılığı ile irdelenmesini ret eder.
Onlara göre, bu durum insani ilişkilere müdahale olarak yorumlanır. Onlar için
bilgilenme objeleri daha ziyade soyut ve bu yüzden zaman sınırlaması
taşımayan bir piyasada takas fenomeni olarak hizmet eder, kendi kendini
regülasyona tabi tutar ve harmonili bir süreç işler.
Her tarihçi –reel ekonomi politik esasında saf resmi az veya çok
bulandırmaktan başka bir işe yaramaz. İşte bu yüzden normlar oluşturan,
yasak veya emirler tayin eden ve tavsiyeler veren bir bilimin ortaya çıkışı
nihayetinde bu harmonili süreci baltalayan bir olgu olarak algılanır. Çünkü
tabii olan her şey iyi ve güzeldir. İnsani müdahaleler ise ancak kötü etki
bırakabilir. Öyleyse katı liberal Klasikler bir pratik iktisat kuramının
kurgulanmasının gerekliliğine inanmazlar. Bunun gerçek hayatın içine
girmesini, bireyin iktisadi faaliyetlerinin tamamen özgür olduğunu kabul
etmemesi durumunda mutlaka engellenmelidir. Çünkü bu şekilde “davranış
kuralları” sadece bu harmonili ekonomik süreci bozan nitelik taşır. Onlara bu
müdahale, sonuçta keyfiyetle özgürlüğü birbirine karıştırarak harmonili
1376
Bonar,J; Der gebrauch des Wertes Gesetz, s.202
Politika burada geniş anlamıyla tanımlanmıştır. Bu tanım Menger mantığındaki pratik iktisat
bilimi için geçerlidir.
1378
Schmoller,1883, s.241
1379
Schmoller,1883,s.241-243
1377
462
sürecin içerisine sadece yasaklar getiren ve çıplak egoizme ambargo koyan
bir anlayıştan başka bir şey değildir. Fakat bu anlayışta malların dağıtımının
gerçekte insanlar tarafından gerçekleştirildiği ve bunun tanrı veya harmoni
üzerinden yürümediği unutulur.1380 Sonuçta Klasikler pratik bir iktisat
kuramının kurgulanmasına karşı çıkıyor, çünkü bunun var olan düzeni
sarsacağını düşünüyorlar.
Schmoller ise hem bunun mümkün olduğunu düşünüyor hem de
bunun gerekli olduğuna inanıyor. Schmoller bunu bir yandan özel bilgilenme
objesi üzerinden gerçekleştirmeyi düşünüyor ve bunu klasiklerden çok daha
fazla realiteye bağlamayı uygun görüyor. Diğer yandansa bunun sadece
tarihçilere
mahsus
bir
adalet
tasavvurunu
beraberinde
getireceğini
düşünüyor. İşte bu iki bileşen yani realist ve etik bileşen yapıları gereği
toplumsal ilişkilere duyarsız kalamaz. Çünkü bunlar hüküm verir, över ve
düzeltme yoluna gider. Her etik-gerçekçi araştırma yönü olayların üzerinde
etkin olmaya çalışır. Bu şekilde esasında politikleşir. Schmoller kesin olarak,
Ortodoks Manchester liberalizminin iş bilir ekonomisinden ve Smith’in
peşinden sürüklediği dogmatik politik ekonominin en nihayetinde kendisinin
katkılarıyla tekrardan bir “manevi –politik bilim” haline geldiğine inanmıştır. Bu
ise pratik politikanın bilgilenmesinin ateşiyle ortalığı aydınlatmıştı. 1381
Menger ise, bu konuda diğerlerinden farklı düşünür. Eğer onun var
olan teorinin bilimin temel problemlerini dahi çözmekten aciz olduğunu
söylediğini anımsarsak ve bunun ekonomi-politiğin pratik bilimleri için oldukça
yetersiz bir baz oluşturacağını belirttiğini hatırlarsak o zaman onun katı
liberallerle ve Manchester Okul’una aynı şekilde muhalif olduğu anlaşılır. 1382
Menger bununla ilgili şu görüşleri savunmuştur:
“Bazı politik düzenlemelerin, kanunların ve alışkanlıkların tüm
zamanlar ve halklar için aynı ruhsata sahip olmadığını savunan kişi
1380
Schmoller,1898, s.99
Bruch, Rüdiger vom, Gustav Schmoller in Wolfgang Treue/Karlfried Gründer Hg.
Berlinische Lebensbilder,Bd.3,Wissenschaftspolitik in Berlin Minister, Beamte, Ratgeber,
Einzelveröffentlichungen der historischen Kommission zu Berlin, Bd,60,Berlin, 1987,S.176
1382
Menger,1883, s.130-135
1381
463
tamamıyla haklıdır.”
1383
Pratik bir bilim veya hangi türde olursa olsun bir
sanat öğretisi bilgilenmesinin tabiatı gereği, bütün zamanlar ve halklar için
geçerli olmaz. Şartların farklılığından dolayı asla aynı geçerliliği talep
edemez.1384
Ekonomi-politik siyasetin metodik talepleri ve işleyişi seviyesinde olan
bilim, ekonomi-politiğin gelişimini göz önünde bulundurarak tüm pratik
bilimlerin ortak görevlerini üstlenebilecek düzeyde olmalıdır. Ekonomi-politiğe
yön veren ve kamusal alanda devlet gücüyle tesis ettiği düzenin temel
kuramlarını oluşturmalı ve bunların uygulanabilir olmasına dikkat etmelidir.
İşte bu metot bizim tarihsel ekonomimiz göz önüne alındığında “tarihçi
metottur.”1385
Ayıca Menger’e göre, politik ekonomi alanındaki araştırmalar daima
belirgin bir şekilde ortaya çıkmış olan bir yanılgı dizisinin etkisi altındadır.
“Smith ve talebelerinin elinden çıkan ekonomik teori doğru düzgün bir
temellenmeye sahip değildir. Hatta en önemli problemler dahi çözüme
ulaştırılamamıştır. Böylece ekonomi-politiğin pratik bilimleri ve bunun
uygulamaları için geçerli ve yeterli bir baz oluşturamaz.1386”
Bu ifadeler doğrultusunda Menger’in muhalif karakterinin belirgin bir
şekilde ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Bu muhalefet özellikle katı
liberal Klasiklerin genelleştirici tandansına yöneliktir. Bilindiği üzere bu
anlayış Ricardo ve onun talebesi olan Macculloch tarafından hazırlanması ve
Manchester Okul’u tarafından uygulamaya sokulmuştur. Menger bu anlamda
Klasik
teori
eleştirisi
ve
bunun
beraberinde
gelen
politik
görüşler
çerçevesinde Schmoller’in müttefiki olur. Fakat bu aynı zamanda Schmoller
ne kadar düşüncesizce Menger’i Manchester Okul’unun taraftarı ilan ettiğini
gösterir ve bununla birlikte ikisi arasında var olan farklılıkların bu şekilde
ortadan kalkmadığını kanıtlar. Gerçi bu farklılıklar pratik iktisat öğretisinde
1383
Menger,1883,s.130
Menger,1883, s.131
1385
Bu açıklamanın bazı bölümleri Menger tarafından kapatılmıştır. Menger, Untersuchungen, s.134
1386
Menger, 1883, s.13
1384
464
ortak hareket etmelerine engel olacak türden değil ama bunlar yinede
önemlidir.1387
Schmoller öncelikli olarak, adalet düşüncesini hâkim kılan bir teorinin
peşindeydi. Schmoller bunu tam anlamıyla gerçekleştiremeyeceğini anlamış
olsa bile bu yönde çalışmaya devam etmiş ve sosyal sorunla ilgilenmeye
devam etmiştir.1388 Schmoller’de adalet momenti önemli bir rol oynar.
Herkner, Schmoller’i anma toplantısında bu konuyla ilgili şu sözleri sarf
etmiştir. “Adalet fikri onun çalışmalarının daima kutup yıldızı olmuştur.”1389
Menger’e göre, tarih iktisadın pratik bilimlerinin tek ampirik kaynağı
olarak gösterilmez. Çünkü bu sorunların çözümü, sadece geçmişi temel alan
bir araştırma çözemez. Bunun için devlet hayatının işleyişi, devlet
faaliyetlerinin değişken görevleri ile ilgili bilgi, teknik bilimin durumu v.s.
bilgilere ihtiyaç vardır.1390 Schmoller’in inancı şu şekildedir: “Bilimin pratik
amacı nesneler üzerindeki kehanettir.”
Çünkü bununla birlikte nesneler
üzerinde arzulanan pratik egemenliğe ulaşılmıştır. 1391
Menger, tarih, teori ve politikanın birbiriyle karıştırılmasına karşı
çıkıyor. Bu yüzden tarihçilerin propagandasını yaptığı evrensel bilim
anlayışından ayrılmak ister. Ona göre, tarihçiliğin yanılgısı, ekonomik
fenomenlerin tabiatının yanlış anlaşılmasında ve ekonomiye dönük metotların
üstün olma taleplerinde yatar. Tarih, istatistik veya literatür tarihi, teoriden
ayrılmalıdır. Aynı şekilde teori ve politika birbirinden ayrılmalıdır. Çünkü teori
açıklamak politika şekillendirmek ister. Öyleyse her ikisinin görevleri,
temelden farklıdır.1392
Pfister’de aynı şekilde, Menger’in keskin bir şekilde, teorinin genel
hatlarını çizmek istediğini ifade etmiştir.1393 Menger’in bütün hedefi,
Schmoller’e karşı,
1387
önce teori ile tarih, sonra teori ile politika arasındaki
Menger,1883, s.79-84
Menger,1883, s.79
1389
Herkner, Gedachtnisrede, auf Gustav von Schmoller Verhandlungen des Vereins für
sozialolitik in Regensburg,1919, s.12
1390
Menger,1884,s.44
1391
Schmoller,1894,s.558
1392
Brand, Karl; Geschichte der deutschen Volkswirtschaftslehre, Band 2, Vom Historismus zur
Neoklassik, Freiburg,1993,s.237
1393
Pfister,1928,s.12
1388
465
kökensel farklılıkları ortaya çıkartmaktır. Çünkü Schmoller’e göre, bunlar aynı
metedolojik kalıplar içinde, sadece ölçü olarak veya derecelendirme babında,
farklılıklar gösterir.1394 Fakat yüzyılın ortasındaki milli ekonominin egemen
kuramları,
eskimiş
sistematikleri
dolayısıyla
bu
türden
beklentileri
karşılamaktan uzaktı.
Schmoller için yeni sosyal araştırmalar ve bunun bir parçası olarak
milli ekonomi, fen bilimlerinde kendini kanıtlamış yeni bir metot kullanmalıydı.
Deprem etkisi yaratan endüstrileşmeyle dönüşen toplum, ancak bu şekilde
anlaşılıp; yönetilebilir kılınmak istenmiştir. İktisat ve sosyal politikaları yeni bir
bilimsel temel üzerine oturtulacaktı. Bu yüzden Schmoller’in çalışmaları,
Klasik ve sonrası ekonomiden türetilen tek yönlü liberal politikaya karşı
oluşturulmuş bir bariyerin mihenk noktasıydı. Çünkü sonuçta bu tek yönlü
politikalar geçiş döneminde ortaya çıkan ciddi sosyal problemlere çözüm
getirememişti. Schmoller bilimsel araştırmaları doğrultusunda, gelişimi sosyal
kalkınmaya doğru yönlendirmeye çalışmıştı. Bilimin pratik çıkarımı ve faydası
en nihayetinde nesnellikler üzerinde egemen olmak ve bunlarla ilgili çeşitli
öngörülerde bulunabilmektedir.1395
Esasında nomolojik genel hipotezler arayışı içindeydi ki bunlar fen
bilimlerinin evrensel kanunsallıklarına benzeyecekti. Ayrıca bu hipotezler
kontrol edilebilir düzenlilik sergileyecek ve pratik öneme sahip olacaktı. İşte
bu şekilde ortaya çıkan varsayımlar veya tahminler kanunsallıkların
doğrulanmasına hizmet edecekti. Ama Schmoller aynı zamanda bu işleyişin
içinde sosyal gelişmelerin dışında kalan bir bilgilenme akışını fark etti. Bu
yüzden aşağıdaki sözleri sarf etmiştir:
“Araştırmalar kısıtlandığı oranda ve bunların belirli bir kültür düzeyine
sabitlendiği oranda, iktisadi sürecin kendini tekrarlayan tipik ve tanımlanabilir
olaylarını açıklama kabiliyeti aynı oranda gelişir.” Schmoller sözlerine şu
şekilde devam eder:
“Bunları kanun veya hipotez olarak adlandırmanın bir önemi yoktur.
Zira doğru bir şekilde kullanıldıklarında bilgilenmenin büyük enstrümanı
1394
1395
Pfister,1928,s.12-13
Schmoller,1894,s.558
466
haline gelir ve tüm iyi devlet yönetiminin dayanaklarını oluştururlar.” Evet,
Schmoller 1894 yılında Menger’in metot öğretisini benimseyen Wagner’in
görüşlerine bu metodik eleştiriyi yöneltmiştir.1396
Bu somut bir şekilde hedef olarak, kurumları şekillendirmek ve verilmiş
olan strüktürel çerçeve koşulları içerisinde bunların istenilen neticeleri ortaya
çıkarmasını koyduğu aşikârdır. Schmoller’in karşılaştırıcı tarihçi araştırmaları,
deneysellikleri yedek olacak ve tahmin ile çalışma hipotezlerinin sınanmasına
izin verecekti. Aynı şekilde büyük dede Gartner (1849) yılında Aristocu –
Schellingci biyolojinin var olan sonuçlarını deneyler sonucunda kati bir
şekilde yanlış olduklarını ortaya koymuş ve bu şekilde modern gen
araştırmalarının ve tür değişikliğinin önünü açmıştı.
Schmoller zamanın stiline uygun olarak ahlaki heyecanla “büyük
ideallerden” bahsetmektedir. Her zaman onun tarafından pratik fikirler ve
kurumsal düzenleme önerileri gelmektedir. Tam bu sebepten dolayı
zamanındaki marjinal fayda Okulu’nun ekonomideki matematiksel keskinliğini
Jevons’un belirttiği gibi, psişik kökenler için ikame edilen uyduruk ölçüler ve
ölçülemez Pazar ilişkileriyle, sadece olmayan bir kesinliğin aksettirilmesi
yerine koymaktadır. Schmoller’e göre bunun uğursuz neticesi “salt
matematiksel” natürel bilimsel çalışmalar genelde politik-ekonomi politik
hükümlerini basiretsiz hale getirirler.1397
Menger’in bu konudaki düşünceleri ise şöyledir:
“Politik Ekonominin reformu herhalde sadece bizim tarafımızdan ilan
edildi. Biz değerli bölüm yoldaşları, bu bilimin hizmetinde olan insanlar, politik
ekonomi matematikçiler, tarihçiler, psikologlar ve kör bir şekilde bunların
izlerini takip edenler tarafından, günümüzdeki batmış durumdan, hiçbir
1396
Schmoller’in 1894 yılında “devlet bilimleri” sözlüğünde yayınlanan bu makalesi, hem de
Wagner’e ve bu düşüncenin savunucularına karşı kurulmuş olan berrak bir cepheleşmenin sonucudur.
Hansen,1996,s.180.Bunun dışında Schmoller bilindik sosyal politika yönelimli milli ekonomist
görüşlerini tekrarlar: “Bu şekilde kabul edilecek ve bununla modifikasyonlardan ve yan ürünlerden
kurtulmak mümkündür.” Schmoller makalesinde aynı görüşleri savunmaya devam eder: “Ama bunlar
her halükarda son gerçeklik değildir. Ve bununla birlikte bir kültür zeminin sabitliği kurgusuna
dayanırlar. Schmoller,1902,s.110. Öyleyse Schmoller hiçbir şekilde bilimin değişmez hedeflerinden
vazgeçmek niyetinde değildi ve amacı şüphesiz sosyal yansımaların evrensel geçerli hipotezlerine
veya başka bir değişle genel geçerli kanunlara ulaşmaktı
1397
Koslowski, P;Die Geburt des Sozialstaats aus dem Geist des deutschen İdealismus, Person
und Gemeinschaft bei Lorenz von Stein, Weinheim,1989/1991,s.75
467
zaman ve hiçbir şekilde kurtarılamayacaktır.”1398 Giriş bölümünden alınan bu
cümleler tenorun tüm tonunu belli eder. Tarihsel bilginin teori ve uygulamanın
içine taşınması, sosyal bilimlerin bilimsel karakterini karıştırmıştır. Bağımsız
bir bilim olarak sosyal bilim, yardımcı bilimler tarafından, yani tarih, istatistik,
psikoloji, mantık, teknik bilimlerden temiz ve berrak bir biçimde ayrışır.
Özellikle “politik” ekonominin ve parçalarının tabiatı ile ilgili gözlemlerde, bu
ikisinin birbiri ile ilişkilerinde ve politik ekonominin ve parçalarının tabiatı ile
ilgili gözlemlerde,
politik ekonominin bazı yardımcı bilimleriyle ilgili olarak,
sonunda ekonomi-politik alanda teorik bilgilenmenin tabiatıyla ilgili tek yönlü
öğretileri Menger’e göre, Tarihçi Okul’un yanlışları arasındadır. Menger
kendine düşen görevin, bu disiplinin tabiatını ve sistematik toplam bakıştan
sonra “tarih yazıcısı ile istatistikçi insan hayatının yansıma formlarını ve
sonuncusunun yansımalarının kanununu, pratik devlet ve sosyal bilimlerinin
araştırmacısı ise devlet ve toplumsal yansımaların amacına uygun davranış
nedeniyle temel özelliklerini, araştırmalı ve sunmalıdır.”
Ekonomi
–politiğin
yansımaları
bireysel
1399
iktisadi
faaliyetlerin
somutlaştırılmasıdır. Çünkü bireysel psikolojik çabaları yakalamayı, sadece
tarih yazıcılığının tek başına tespit edebildiği ampirik faktörler, iktisadi
yansımaların ne genel varlığını ve bunların bağlantıları, ekonomi- politik ile
uyumlu hale getiremezler. Aynı şekilde Menger için imkânsız olan şey
geçmişten
günümüze
ve
geleceğe
ekonomi-politiğin
içine
“amaçsal
müdahale için temel esaslar” oluşturulamaz. İktisadi faaliyet yürütenin ve
iktisadi hedefler kovalayan insanın, tarihsel hayatından veriler ve faktörler
sunmak, hiçbir zaman bu yansımaların genel varlığının içine girmemektir. Ne
tümevarım çıkarımı, nede maddenin çokluğu, ampiri ile düşünce kanunu ve
bunun düzeni arasında bir köprü oluşturmaz. Yani yansımaların kanunlarına
ve amacına uygun davranışın temel fikrine ulaşamaz. Tüm farklılığına
rağmen ekonomi-politik kuramıyla, ekonomi-politik siyaseti arasındaki
bağlantı, Menger için haklılığını iktisat ve finans politiğin özel görevinden
1398
Menger,Carl; Die İrrtumer des Historismus in der deutschen Nationalökonomie, in
Hayek,1884/1970,s.1-4
1399
Menger, İnsanlık yansımalarının tipleri ve tipik bağıntıları anlamında dile getirmiştir.
468
almaktadır.
Amaçsallığın
vecizelerinden
hareket
etmek
ki
burada
“amaçsallık” iktisadın genel varlık ve bunların formalarının öğretisine, yani
teori oryantasyonludur. Schmoller’in “reçete koleksiyonundan” ekonomipolitik siyaseti ve finans bilimini teorik bilimlerin düzlemine çıkartmak “Menger
için tüm politik ekonomi alanında teoriyi, tarihi, politikayı karıştırmanın
doruğunu oluşturmaktadır.1400
“ Pratik bilimlerin teori düzlemine çıkmalarına ihtiyaç yoktur. Teori ve
politika görevleri itibarıyla ayrılır, düzeyleri itibarıyla değil. Nasıl ki tarihin ve
politik ekonominin keskin bir şekilde ayrıştırılması gerekiyorsa ve bu
ayrışmayla esasen yardımcı bilim olarak birbirini tamamlıyorlarsa aynı şekilde
gayrı meşru olan teoriyi politikadan içerisine bu derece sokmaktadır. Çünkü
burada politikanın karakteri bağımsız, pratik bilim olarak tamamen teorinin
tesiri altına, esas bilimsel metodolojik duruş noktası itibarıyla kaymıştır.”
Menger, Schmoller karşısında hassas bir gözlemin her zaman
kavramsal yetiyi ön şart koştuğunu vurgulamıştır. Çünkü gözlem cümleleri
içerisinde formüle edilen algılar sınıflandırılmalıdır. Bunun için “tipler”
oluşturmalıdır. Ve kavramlar bu düzen içerisine sokulmalıdır. 1401 Menger Milli
Ekonomi
içerisinde
görev
dağılımını
tarafından garantilenmiş olarak görürdü.
1400
“hakikatlerin
çeşitli
strüktürleri”
1402
Albert, Hans; Theorie und Prognose in den Sozialwissenschaften, in Topitisch,1957/65,s.65
Düzenlilik arayışı veya filli sabitlik içeren filli kanunsallık arayışı, belirli bir kültürel –mekânsalzamansal ilişkiler içinde olan sistemler arayışı, Schmoller için sadece sınırlı bir öneme sahipti. Ama
bununla birlikte pratik amaçlar doğrultusunda gerekli olan bir yardımcı vasıtaydı. Schmoller’in
bilimsel görüşünün Popper’in bilimsel görüşüyle olan benzerliği gerçekten şaşırtıcıdır. Bu benzerlik
sadece tip oluşumunu, tahrif prensibini, üç basamaklı tümevarım öğretisini kapsamaz. Aynı zamanda
bu düşünce sistematiği üzerine kurulu sosyal teknolojiyide kapsar. Bu ise, biraz teknikle beraber
olayların görünebilir alanlarının bağlantılarının bilgilenmesiyle beraber, sosyal gelişimi istenilen yöne
sevk etme imkânı verir.(Popper,1971,s.47) Bu sır perdesi, büyük dedesi çeşitli bilimsel ortak
çalışmalar yapan Whewell’in bilimsel teorik bilgilenmesinin Schmoller’in kabul etmesi dikkate
alındığı zaman aralanır. Popper’in bilimsel öğretisi, gerçektende Whewell’in Philosophy Of Sciences
anlayışının devam ettirilmesi ve geliştirilmesine dayanır. Popper ise, bu konuya yönelik soruları
cevapsız bırakmıştır. O’nun bir öğrencisi Popper’in Whewell’in ortaya koyduğu Klasik sonrası
bilimsel öğretiyi yeniden keşfettiğini belirtmiştir. Yalnız burada garip olan durum, Popper’in 1934
yılında yayınladığı Logik der Forschung adlı eserinde ki bunun içinde bilimsel öğretisini ilk defa
açıklamıştı, defalarca Ernst Mach’tan esinlendiğini belirtmesine rağmen Whewell adını hiç anmamış
olmasıdır.(Popper,1935))
1401
Menger, 1883,s.34
1402
Menger, 1887,s.104
469
İktisat politikası egemen olan tarihi, politik ve sosyal şartları dikkate
alarak, genel anlamda belirlenmiş hedeflere ulaşmak için, her zaman en
uygun vasıtaları seçmelidir.1403 Bilimsel anlayış, iktisat teorisini kavramsal
belirleyici özelliği ile temin eder ve sosyal ilişkilerin çeşitliliği ise, istatistik ile
iktisat tarihi verir. İktisat politikası ise bu temel üzerinde verilen amaçları içsel
bir bağlantı ile uygun vasıta ve tekniklerle hedefine ulaştırır.1404 Ancak bu
genel metot olarak ilişkilendirme, iktisat politiği bağımsız bilim olarak
tanınmasına yol açar. Pratik bilgilemeler sadece “ teorik bir bakış açısı” ile
somut bir iktisadi problem için muadil tavsiyelerde bulunma yetisine
sahiptirler. Teori politikanın icraat eseri olmalıdır.1405
Bu düşünceler neticesinde ekonomi- politik siyasetinin fonksiyonu
bağlamında Menger ile Schmoller arasındaki farkı bariz bir şekilde ortaya
çıkartan, bazı önemli sonuçlar çıkarmak mümkündür. Eğer ekonomi-politik
siyaseti sadece hangi kesin olarak belirlenmiş amaçların zamansal ve
mekansal çerçeve koşullarının dikkate alınmasıyla, hangi
vasıtalar ve
tekniklerle ulaşılabileceğini belirtiyorsa, o zaman mutlak bir olmalıdır dan
bahsetmenin bir anlamı yoktur. Ki Menger bununla Schmoller’in politik iktisadi
konseptini suçlar.1406 Fakat Menger için daha önemli olan, ekonomi-politik
siyasetinin “değer yargısı özgürlüğünü ” pozitivist bir duruş noktası itibarıyla
mevzuat haline getirmek, aynı şekilde mantıksızdır. Mesela Brentano’nun
yaptığı gibi. Brentano bilimin sadece “var olan” ile ilgilenmesi gerekliliğini ve
“olmalıdır” ile ilgilenmemesini talep etmiştir. Çünkü bilimin sadece “ne vardı,
ne var, nasıl gerçekleşti” öğretileri vardır.1407
Menger’e göre bu pozitivist kısaltma, iktisadi politiğin her zaman olmalı
verileriyle, yani hedef tespitiyle iştigal ettiğini ve hatta söz konusu gözlemenin
1403
Menger, 1889,s.479
Menger,1889,s.483
1405
Menger,1889,s.481
1406
Menger,1889,s.484
1407
Brentano,Lujo;Die Meinıngsverschidenheiten unter den deutschen Volkswitten in,Cosmopolis,
1896,s.245,Brentano’nun belirtiği, bilimin, bilimsel bilgilenmeyi ve siyasi istemi birbirine
karıştırdığını belirtmiş ve söz konusu olan siyasi akıma mecburi olarak bağımlı olduğunu belirtmiştir.
Bunun için Milli Ekonomi içerisinde değer yargıları konusunda karşıt oy kullanmıştır. Çünkü “var
olma-olmalı” istemlerine yönelimli uygulanabilir, kesin bir ispatlama metodunun olmadığını
belirtmiştir. Fakat Brentano için iktisadi –politik talepler, iktisadi “gelişim tandanslarının”
kendilerinden tespit edilebilirdi. Ve bu de facto natüralist bir yanlış çıkarıma denk düşerdi.
1404
470
var olan dünya görüşüne olan bağlılığından dolayı bu olmalı-verilerinden
kurtulmasının zaten mümkün olmadığını belirtmiştir.1408
Menger’e göre, bilimsel objektive esas itibarla, amacına uygun olarak
ispatlanabilir kuralların, optimal vasıtalar ile belirgin determine olmuş bir
amacın fomülasyonudur. Ekonomi-politik siyasetin bu ifadeleri böylelikle
“bilimsel talep” içeren olmalı cümlelerdir. Onların öğretisi belirli amaçlara
ulaşmak için “ne olmalıdır” öğretisidir.1409 Diğer yandan ise iktisat teorisinin
neticeleri tabi ki doğrudan pratik neticelere dönüştürülmemelidir. Sadece bir
determinasyon
uygulamasıyla
ve
bunun için
bir sosyal
teknolojinin
kullanımıyla, teorik ön veriler iktisadi politik uygulamada mantıklı olarak
kullanılabilirler.1410
Bunların somut kullanımı neticede pratisyen için bir “sanattır.” Böylece
ikinci bir netice daha ortaya çıkar. Eğer doğru ispatlanmış bir iktisadi politik
ifade, berrak bir şekilde tanımlanmış teorik bir temelin üzerinde oturuyorsa ve
bunun için sadece bir milli ekonominin sadece bir korelatı ise ve buna karşın
temellenme berrak bir şekilde tanımlanmış kavramlardan oluşuyorsa, o
zaman “kavram oluşumu” ve bunun üzerinde oturan sosyal ile iktisat
bilimlerinin metedolojisinin ispatı, bilgilenme teorisinin en önemli görevi
olmalıdır.1411
Böylece Menger’in en önemli niyeti belirgin hale gelmiştir. Ölçülü
iktisat politikası, eğer mümkünse tabii, sadece kesin teorik bilgilenmeler
üzerine kurgulanabilir. Yalnızca kesin teorik bilgiler esasında pratik iktisat
bilimlerinin
1408
bilimsel
bir
temelini
oluştururlar.
İktisat
teorisi
“iktisadi
Wagner,Adolf;Systematische Nationalökonomie in,Jahrbücher für Nationalökonomie und
Statistik, 1889,s.229.Schmoller’in yanında Berlin üniversitesinin önde gelen Milli Ekonomistlerden
biri olan Wagner bu natüralist yanlış çıkarıma karşı uyarmıştır. Yani bir hipotezsel gerçeklilik
“oluşum tandansından” toplumsal gerçeklilik için gerekli olan bir “var-olmalı” neticesi çıkarmak.
Bununla beraber Wagner için etik, her zaman ekonomiye dâhildi. Ve bu tekil bireye “bir ulusun kültür
yüksekliğine” olan yolu göstermekteydi. Bu egoist kazanç uğraşısının yerine dizilimde ikame ettirilen
özgeci bir toplumsal davranışın tespit edilebilmesidir.
1409
Menger,1883,s.7
1410
Menger,1889,s.494. Doğru “soyut” teoriler üzerine bile, tesadüfen değil, sadece tecrübe esaslı hata
sınırları ile pratik davranışın temel cümleleri yapılandırılabilir. Bu sonuncular bile evrensel reçeteler
değildir. Ve bunun yerine insani davranışın kuralları niteliğindedir. Bunlar somut durumda
bireyselleştirilmiş şekilde pratisyenler tarafından uygulanmalıdır.
1411
Menger,1889,s.492,466
471
yansımaların
içlerinin
anlaşılmasıyla”
ekonomi
politik
siyasetin
problemlerinin çözümleri hususunda teorik temeli oluşturmalıdır.
tüm
1412
Öyleyse iktisat teorisi ile iktisat politikası birbirine yöneliktir. Ancak
iktisadi sistemin vesile olduğu bir doğru düzgün uygulamanın olduğu yerde,
iktisat teorisi bir bilim olarak görevini gerçekleştirebilir.
Politik – ekonomi
kuramı bir bilim olarak hedeflerini sadece politikadan alabilir. Bunun
tekniklerinin yardımıyla, belirgin olan bir amaca en verimli şekilde ulaşmak
konusunda, uygun olan vasıtaların seçimini yapar. Bu bakımdan pekâlâ bir
“olmalının” öğretisini yapmaktadır. Çünkü bir hedefin ve şartın ölçüsü altında
ve buna olabildiğince optimal olarak varmak için, sıkı bir rasyonalite yargısı
ile, politikacılara nasıl davranmaları gerektiğini öğretir. Menger’de böylece
birbirini karşılıklı oluşturan ve birbirini gösteren, fakat buna rağmen bağımsız
olan iki bölgeye ayrılır. Bunlar bağımsız sosyal ve iktisadi bilimlerin
sınırlandırılmasına izin verir çünkü iktisadi bilimlerin fonksiyonu, toplumsal
bağlantıların bilgilenmesinin tespiti için bir metot ve teori cephanesi
durumuna düşürülür. Schmoller’de sosyal bilimsel bilgilenmenin yönettiği,
toplumsal kültür hedefi Menger’de bir bireysel-ve sosyal teleolojik yönelimli
bir davranış teorisine dönüşmüştür. Hayek sonradan sonraya Menger’in
açıklamalarında, iktisat teorisinin metedolojik kuruluş düzeyi ile 
Download