ORTAÖĞRETİM TEMEL DİNÎ BİLGİLER (İSLAM,2) ÖĞRETİM MATERYALİ YAZAR Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ DEVLET KİTAPLARI İKİNCİ BASKI ......................................, 2014 MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI YAYINLARI .......................................................................... : 5906 YARDIMCI VE KAYNAK KİTAPLAR DİZİSİ.................................................................... : 465 14.?.Y.0002.4380 Her hakkı saklıdır ve Millî Eğitim Bakanlığına aittir. Kitabın metin, soru ve şekilleri kısmen de olsa hiçbir surette alınıp yayımlanamaz. EDİTÖR Prof. Dr. Mehmet BAYYİĞİT GÖRSEL TASARIM Hacı Ahmet YÜCEL DİL UZMANI Ahmet TOPAL PROGRAM GELİŞTİRME UZMANI Hasan TOPAL REHBERLİK UZMANI Mehmet Nezir ARAZ ÖLÇME-DEĞERLENDİRME UZMANI Mehmet Ali KARAKUŞ ISBN 978-975-11-3791-3 Milli Eğitim Bakanlığı, Talim ve Terbiye Kurulunun 10.09.2013 gün ve 2387721 sayılı yazısı ile eğitim aracı olarak kabul edilmi ş, Destek Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 28.03.2014 gün ve 1310094 sayılı yazısı ile ikinci defa 159.700 adet basılmıştır. Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak. Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı: Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı: Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı. Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl! Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl. Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda! Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Huda, Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. Ruhumun senden İlâhî, şudur ancak emeli: Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli. Bu ezanlar -ki şehadetleri dinin temeliEbedî yurdumun üstünde benim inlemeli. Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar, Medeniyyet dediğin tek dişi kalmış canavar? O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım, Her cerîhamdan İlâhî, boşanıp kanlı yaşım, Fışkırır ruh-ı mücerret gibi yerden na’şım; O zaman yükselerek arşa değer belki başım. Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın; Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl; Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyyet; Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl! Mehmet Âkif Ersoy GENÇLİĞE HİTABE Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve hâricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur. Mustafa Kemal Atatürk İÇİNDEKİLER 1. ÜNİTE TEMEL DOKUNULMAZLIKLAR 1. İnsan Hak ve Özgürlükleri....................................................................................10 2. Aklın Korunması...................................................................................................16 3. Dinin Korunması..................................................................................................18 4. Neslin Korunması.................................................................................................20 5. Canın Korunması.................................................................................................21 6. Malın Korunması..................................................................................................23 2. ÜNİTE AİLE HAYATI 1. İlk Aile..................................................................................................................28 2. Ailenin Önemi.......................................................................................................31 3. Ailede Mutluluğun Temelleri.................................................................................35 3.1 Sevgi ve Saygı.............................................................................................36 3.2 Sağlıklı İletişim ve Empati............................................................................37 3.3 Karşılıklı Güven ve Sadakat........................................................................39 3.4 Şiddetten Kaçınma......................................................................................40 4. Aile Bireylerinin Görevleri.....................................................................................41 4.1 Eşlerin Birbirlerine Karşı Görevleri...............................................................41 4.2 Anne ve Babanın Çocuklarına Karşı Görevleri............................................43 4.3 Çocukların Anne ve Babalarına Karşı Görevleri..........................................45 4.4 Çocukların Birbirlerine Karşı Görevleri........................................................46 4.5 Diğer Aile Büyüklerine Karşı Görevler.........................................................47 3. ÜNİTE İSLAM’A GÖRE YAŞAM OLAYLARI 1. Doğum.................................................................................................................50 2. Hastalık................................................................................................................57 3. Afetler...................................................................................................................61 4. Ölüm....................................................................................................................64 7 4. ÜNİTE TOPLUMSAL DEĞERLER 1. İslam Toplumunun Temel Özellikleri....................................................................72 1.1. Bireylerin Sorumluluğuna Dayanır..............................................................73 1.2. Sevgi ve Saygı Temellidir...........................................................................74 1.3. Eşitlik ve Kardeşlik Esasına Dayanır..........................................................77 1.4. İnsan Hak ve Özgürlüklerini esas alır.........................................................79 2. Toplumu Güçlendiren Unsurlar............................................................................81 2.1. Yardımlaşma ve Dayanışma.......................................................................81 2.2. Barış ve Uzlaşı............................................................................................83 2.3. Birlik ve Bütünlük........................................................................................86 2.4. Adalet ve Güven.........................................................................................89 5. ÜNİTE İSLAM, HAYAT VE BİLİM 1. İslam’ın Hayata Bakışı.........................................................................................94 2. İslam’da Bilim ve Teknoloji...................................................................................97 2. 1. İslam’ın Bilime Verdiği Değer.....................................................................98 2.2. Bilimin Müslüman Öncüleri ve Bilime Katkıları...........................................102 3. İslam’da Sanat.....................................................................................................106 6. ÜNİTE İSLAM VE MANEVİ HAYAT 1. İnsan Beden ve Ruhtan Oluşmaktadır.................................................................114 2. İnsanın Ruhsal İhtiyaçları.....................................................................................120 3. Ruhsal İhtiyaçların Karşılanmasında Yanlış Uygulamalar...................................125 8 1. ÜNİTE TEMEL DOKUNULMAZLIKLAR Hazırlık Soruları Hazırlık Soruları 1. Hak ve özgürlük kavramlarının sözlük ve terim anlamlarını bulunuz. 2. Temel hak ve özgürlükler nelerdir? Araştırınız. 3. İslam’ın hak ve özgürlükler konusundaki ayetlerine örnekler bulunuz. 4. “İnsan hakları” kavramı nasıl ortaya çıkmıştır? Araştırınız. 9 1. Ünite Temel Dokunulmazlıklar 1.İNSAN HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİ Hak kavramı sözlükte “gerçek, sabit, doğru, varlığı kesin olan şey” anlamlarında kullanılır. Hak, hukuk düzenince korunan yarardır. İslam inancına göre her şahıs, birtakım hakları kazanmış ve bu haklarla özgür olarak dünyaya gelmiştir. Özgürlük, kişinin istediği bir konuda, maddi ve manevi bir baskı ve kısıtlama altında olmadan, düşüncesini ifade etme, yayma ve davranışlarda bulunma tercihidir. Özgürlük, disiplin yokluğu, otorite boşluğu ve başıboşluk değildir. Özgürlüğü sınırsızlık olarak görmemeliyiz. Sınırsız bir özgürlük, kontrolsüz güç anlamına gelir. Unutulmamalıdır ki bizim özgürlüğümüz, başkasının özgürlüğünün başladığı yere kadardır. Din ve vicdan özgürlüğü temel hak ve özgürlüklerin başında gelir. İfade özgürlüğünün tam anlamıyla gelişmediği toplumlarda, demokrasi kültüründen bahsetmek imkânsızdır. Demokrasiyi, her türlü baskıcı sistemden ayıran fark, onun diğer özgürlüklerin yanı sıra din ve vicdan özgürlüğüne verdiği değerdir. Çünkü din ve vicdan özgürlüğü, insan kişiliği ve onurunun ayrılmaz bir parçasıdır. Bu gerçek, insan hak ve özgürlüklerine dair bütün uluslararası hukuk metinlerinde açıkca belirtilmiştir. 10 Kur’an-ı Kerim’de kültürel çoğulculuğu Yüce Yaratıcının bizzat kendisinin istediği şu ayetlerde açıkça vurgulanır: “...Sizden her biriniz için bir sistem ve bir hayat tarzı belirledik. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise hayırlı işlerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.”1. Yine bir başka ayette dini ve kültürel çoğulculuğa şöyle işaret edilir: “Eğer Rabb’in dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi toplu halde mutlaka iman ederlerdi. Böyle iken, sen mi mümin olsunlar diye, insanları zorlayacaksın?”2. Bu sebeple, dinde zorlama olmayacağını ve herkesin özgür iradesiyle dinini seçebileceğini öngören İslam, seçilen dinin gereklerinin rahatça yerine getirilmesini de garanti altına alacak ilkeler ve hükümler koymuştur.3 Yaşadığımız dünyada temel hak ve özgürlüklerde en büyük ihlaller etnik ve mezhepsel ayrımcılık ile cinsiyet ayrımcılığı noktasında ortaya çıkmaktadır. Hâlbuki renklerin ve dillerin ayrılığı doğal haklardandır. Bu sebeple İslam, renklerin ve dillerin ayrılığını Allah’ın varlığının belgeleri olarak göstermiştir.4 İnsan, rengini ve dilini seçerek dünyaya gelmez. Bu sebeple bir insanı, renginin ve dilinin farklılığından dolayı kınamak, İslam’da büyük günahlar arasında yer alır. İslam, insanların birbirlerine karşı herhangi bir üstünlük unsurunu doğuştan getirdikleri hurafesini kesinlikle kabul etmez. Bütün insanları Allah yaratmıştır (Allah’ın birer yaratığıdır) ve hepsinin kökü birdir.5 1 Maide Suresi 48. ayet 2 Yunus Suresi 99. ayet 3 Bakara Suresi, 256. ayet 4 Rum Suresi, 22. ayet 5 Hucurat Suresi, 13. ayet 11 1. Ünite Temel Dokunulmazlıklar İnsanların eşitliği prensibiyle ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.v) hicretin 10. yılında (M. 622) “Veda Hutbesi”nde: “Hepiniz Âdem’in neslindensiniz. Âdem de topraktan yaratılmıştır. Arabın, Arap olmayanlar üzerinde veya Arap olmayanın Arap karşısında üstünlüğü yoktur. Bu üstünlük ancak Allah’tan korkmakla (takva ile) olur”6 buyurması, buna delildir. Dolayısıyla, etnik köken ve renk ayrımcılığı, insan hakları bakımından bir zulümdür. Yine bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v)’in uyarısı çok önemli ve anlamlıdır: “Irkçılık davasına kalkışan bizden değildir.”7 Yaşadığımız çağdaş dünyada hala etnik çatışmalar yaşanıyorsa bunun arkasında ırkçı ifadeleri dillendiren cahiliye zihniyetinin yeniden canlandırılması vardır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v), annesinin rengi siyah olduğu için, bir başka Müslüman’ı ayıplayan bir sahabeye: “Sende hala cahiliyeden bir şeyler kalmış.”8 buyurmak suretiyle, ırk ayrımcılığını cahiliye ahlakı olarak nitelendirmiştir. İslâm, gelişiyle birlikte her türlü cinsiyet ayrımcılığını ortadan kaldırmış, kadın ve erkeğin bir bütün olduğunu ortaya koymak suretiyle her iki cinsin de Allah’ın teklifleri karşısında eşit düzeyde sorumlu tutulduğunu bildirmiştir.9 Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v) de kadına karşı yapılan olumsuz ayrımcılığa son verilmesini istemiş ve bu konuda pozitif ayrımcılıktan yana evrensel ilkeler getirmiştir: “Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır.” 10Bütün bu uyarılara rağmen yaşadığımız çağdaş dünyada kadınlara karşı her türlü şiddet uygulanıyorsa, bunun arkasında cahiliye zihniyetinin kadına bakış algısı vardır. İnsanın, hak ve özgürlüklerini şuurlu bir şekilde kullanması, özgür bir şekilde kendisini geliştirmesi ve mutlu olması, toplumsal barış ve ilerlemenin sağlanması açısından son derece önemlidir. 6 Tirmizi “Tefsir” 49. 7 Müslim “Imara“ 53,54. 8 Buhari “İman“ 23. 9 Tevbe Suresi, 71. ayet 10 Hamidullah, Muhammed, el-Vesâiku’s-Siyyasiye,Beyrut,1987, s.360. 12 Açıklayalım İslam’ın insan hak ve özgürlüklerine verdiği önemi Hz. Peygamber (s.a.v) döneminden ve günümüzden örnek olaylar vererek açıklayalım. Nasıl ki usta bir sanatçı, güzel bir sanat eserini estetik ve maharet bakımından ortaya koyduğunda başarısı karşısında bir huzur duyarsa, insanın, hak ve özgürlüklerini şuurlu ve etkin bir şekilde kullanmasından da Allah hoşnut olur. Her insanın sahip olduğu başka hak ve özgürlükleri de vardır. Bunlar; sivil, siyasal, sosyal, hukuki, ekonomik ve kültürel hak ve özgürlüklerdir Dini ve kültürel haklardan ayrı olarak her insanın yaşama hakkı, düşünce özgürlüğü, mülkiyet edinme, eğitim ve iş imkânlarına sahip olma, seyahat etme, kamu hizmetlerinden eşit bir şekilde faydalanma gibi sivil hakları vardır. İslam anlayışında sosyal hayatın düzeni, sağlıklı bir yönetim anlayışından geçer. Toplumun bir parçası olan her birey, siyasal haklar bağlamında seçme ve seçilme gibi demokratik sisteme katılma hakkına sahiptir. İslam, birey ve toplum hayatının bütün alanlarında olduğu gibi yönetim alanında da birtakım ilkeler ortaya koymuştur. Bunların başında; adalet, eşitlik, ötekine saygı, hoşgörü, seçim, aday olma, ehliyet, kolektif akıl, özgür irade beyanında bulunma gibi ilkeler gelir. Bu ilkeler, çağdaş demokrasinin temel ilkeleriyle de uzlaşır. 13 1. Ünite Temel Dokunulmazlıklar Sosyal devletin temel amacı, bütün vatandaşlara insan onuruna uygun asgari bir yaşam düzeyini sağlamaktır. Bu sebeple, çalışma hayatına katılma, adil ücret alma, konut edinme, sosyal güvenlik hizmetle- rinden, sağlık ve eğitim hizmetlerinden eşit bir şekilde yararlanma hakları sosyal haklar kapsamına girer. Herkes kanunlar önünde eşit olmalıdır. Her vatandaşın hukukî hakları söz konusudur. Bu sebeple hakkaniyet ölçüsü olan adaletin –ister mahallî, isterse küresel düzeyde olsun- gerçekleştirilmesi için mücadele vermek, insan onurunu korumanın doğal bir yoludur. Çünkü toplumlarda hakların gasp edilmesi çok büyük bir faciadır. Bu sebeple, nerede ve ne şekilde olursa olsun bir hak ve hukuk gaspı olan her türlü ayrımcılıktan uzak durulmalıdır. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’in çağrısı şöyledir: “Ey inananlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin; adil olun...”11 Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v) de kendisine suç işleyen soylu bir kimse hakkında imtiyazlı davranılması ricasında bulunan sahabeye hitaben: “Sizden önceki ümmetlerin helak olmasının sebebi, içlerinden şerefli birisi hırsızlık yaptığında onu cezasız bırakıp zayıf biri aynı suçu işleyince onu cezalandırmalarıdır. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma da hırsızlık etse, cezasız bırakmazdım.”12 buyurmuştur. Kanunlar önünde eşitlik ve adâleti toplum hayatının bütün alanlarına yayma konusunda evrensel açıklamalarda bulunmuştur. Hatta Hz. Peygamber (s.a.v), henüz risâlet göreviyle sorumlu tutulmadan önce cahiliye dönemi Mekke’sinde birkaç gönüllü insanla birlikte insan hakları alanında mücadele vermek üzere kurulmuş olan Erdemliler Topluluğu’nda görev ve sorumluluk üslenmiştir. O, bu kuruluş kanalıyla Mekke’de, iffeti kirletilmek istenen, din özgürlüğü engellenen, hayatına kastedilen nice insanın hakkını ve hukukunu savunmuştur. Malı gasp edilen ve emeğinin hakkını alamayan kimselerin de hakkını savunmuştur. 11 Maide Suresi, 8. ayet 12 Buhari “Hudud“ 12; Müslim “Hudud“ 8. 14 Öte yandan, sosyal devlet güçsüzleri, güçlüler karşısında korumak, gerçek eşitliği ve toplumsal dengeyi sağlamak için bütün vatandaşlara ekonomik haklar tanımıştır. Sendika kurma ve dinlenme hakkı ile tüketici hakları ekonomik haklara örnek olarak gösterilebilir. Sonuç olarak: hak ve özgürlükler, eşitlik ve adalete dayalı bir toplumsal düzende sağlanabilir. Böyle bir toplumsal düzende, devletin hakem rolü sayesinde bireyler birbirlerinin haklarına saygı duymayı öğrenirler. Kendilerine yapılmasını istemedikleri bir davranışı başkalarına da yapmazlar. Birbirlerinin haklarını gözetmeyi erdemli bir davranış olarak kabul ederler. İslam’da gerçek anlamda hak ve özgürlükler, Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından Veda Hutbesi’nde ortaya konmuştur. Bu konuşmada; eşitlik, hürriyet, emanet, ekonomik sömürü, karı-koca hakları gibi konular üzerinde önemle durulmuştur. Yazalım İnsan hak ve özgürlükleri açısından ayet ve hadislerle zenginleştirilmiş bir konuşma metni hazırlayalım. .............................................................................................................. ..................................................................................................................... ..................................................................................................................... ..................................................................................................................... ..................................................................................................................... 15 1. Ünite Temel Dokunulmazlıklar 2. AKLIN KORUNMASI İslam’da doğan her çocuk tertemiz olarak dünyaya gelir. Bu sebeple her insanın fıtrî yani doğuştan getirdiği haklar vardır. Bu haklar, İslamî hükümlerin değişmeyen kısımlarını oluşturur. İşte, insana verilen değerin en büyük göstergesi bu hakların koruma altına alınmasıdır. Bunlar: din, can, akıl, nesil ve mal gibi insan hayatı için büyük anlamlar ifade eden beş değerdir. İnsan hayatı, ancak bu beş şeyin muhafaza edilip, daha da mükemmelleştirilmesi halinde, onuruna uygun bir değere kavuşabilir. Bunların korunması, bizzat insana saygının bir ifadesidir. Bu esasların ortadan kaldırılması haramdır. İnsanların huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşamasını sağlamak için bu beş esasın korunması, İslam’ın olmazsa olmaz ilkelerindendir. İnsanlığın yararına olan bu haklar, beş kısımda şöyle ele alınabilir: Akıl, Allah’ın insana verdiği ve onu diğer canlılardan ayıran en önemli nimettir. Aynı zamanda akıl, değer üretme kabiliyetinin yanında ilahi sorumlulukların da ilk şartıdır. Bundan dolayı İslam dini, aklı korumada birtakım tedbirler almıştır. 16 İslam toplumunda her bireyin, birbirine iyilik ve yardımda bulunacak şekilde akıl sağlığına dikkat etmesi gerekir. Bireyler akıl yönünden ne kadar sağlıklı olursa, toplum da o kadar sağlıklı olur. Ülkemizde her yıl binlerce insan alkollü sürücülerin sebep olduğu kazalarda hayatını kaybetmektedir. Yine bu kazalarda, binlerce insan engelli olmakta ve birçok eve ateş düşmektedir. İşte bunun için birey ve toplum, akıl sağlığını olumsuz yönde etkileyen her türlü zararlı ve bağımlılık oluşturan maddelerden uzak durmalıdır. Birey ve toplum kendisini, alkol türü sarhoşluk veren içkilerin; esrar, afyon, morfin, kokain ve eroin gibi uyuşturucuların yaygınlaşmasından korumalıdır. İslamda akıl sağlığını ve işleyişini bozan içki haram kılınmıştır. Bir ayette bu yasak şu şekilde dile getirilir: “Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz. Şeytan şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ı anmaktan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçersiniz değil mi?”13 Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.v), de: “İçki bütün kötülüklerin anasıdır”14 buyurmuştur. Bundan dolayı, akıl sağlığını bozacak olan her şeyden uzak durulmalıdır. 13 Maide Suresi, 90 ve 91. ayetler 14 Nesâî, Eşribe 44. 17 1. Ünite Temel Dokunulmazlıklar 3. DİNİN KORUNMASI Din, akıl sahiplerinin kendi özgür irade ve istekleriyle tercih ettikleri bizzat hayrolan ve peygamber tarafından tebliğ edilene götüren ilahi kurallar bütünüdür. Bu anlamda bir bütün olarak din, bireyin Allah’la, diğer bireylerle ve varlıkla olan ilişkilerini düzenleyen değerler manzumesidir. Dinin kabul cihetiyle vicdan işi olduğunu, iman ya da inkârda zorlamanın olmadığını bize en iyi anlatan Bakara Suresi’nin 256. ayetidir: “Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır...” Bu ayete göre insanlara dini kabul etmeleri için dayatmak İslamî bir yöntem değildir. İman, tamamen hür irade ile ve gönülden gelen bir kabullenmedir. Zira iyi niyete, iradenin tercihine dayanmayan ve gönülden benimsenmemiş bir dindarlık, fertte kişilik parçalanmasına yol açar. İslam hiçbir zaman böylesi bir sonuca hoşgörü ile bakmaz. Din, birey ve toplumlar için manevi bir ihtiyaçtır. İnsana, özgüven duygusu kazandırır. Dindar insan, varoluşsal manada kendisini güvende hissettiği gibi, çevresindeki varlıklara da kendisinden güvende olmalarını hissettirir. İyi bir dindar, hem kendisiyle ve hem de yaşadığı toplumla barışık olur. Eğer bir toplumda din, tam anlamıyla yaşanırsa, hem kültürel kimliği hem de toplumsal benliği yabancılaşmaktan korur. Din ve vicdan özgürlüğü, kişinin hiçbir baskı ve etki altında kalmadan tamamen kendi özgür iradesiyle bir dini seçme, öğrenme, öğretme, yayma, telkin etme, okutma ve dinin emirlerini yerine getirme gibi faaliyetlerin tümünü içerir. 18 Dinin korunması, iman ve ibadet esaslarının kabulü ve bunlardan doğan yükümlülüklerin yerine getirilmesine bağlıdır. Bunun için İslam’da namaz, oruç, hac ve zekât gibi ibadetler akıllı ve ergenlik çağına ulaşan kadın ve erkek Müslümanlara farz kılınmıştır. Dinin korunması, dinin emir ve yasaklarının eğitim-öğretim yoluyla genç nesillere aktarılması, dine yönelik yıkıcı akımlar tarafından yapılan saldırılara bilimsel ölçülerde ikna edici cevaplar verilmesi ve dinin temel ilkelerini bozmak isteyenlere karşı tedbir alınması sayesinde sağlanabilir. Çünkü din, toplumsal ilişkilerin ortak unsurudur. Din, hayatı anlama, anlamlandırma, kimliğin inşası, ahlaki değerler alanında ölçülü bir istikamete sahip olma ve maneviyat eksikliğinin giderilmesi gibi konularda üst bir değerdir. Bu sebeple, dinin korunması her dönemde üzerinde yüksek duyarlılık gösterilmesi gereken konulardandır. Bu nedenle dini konulara mesafeli olmak ya da vatandaşların din alanındaki taleplerine karşı duyarsız davranmak doğru değildir. Kaldı ki farklı inanç mensuplarına hizmet götürürken hakkaniyet ölçülerine uymayacak bir şekilde ayrımcılığa gitmek de dinin korunmasına yardımcı olmayan davranış ve tutumlar arasındadır. Bu sebeple dinin yaşanması insani bir haktır, bu hak asla ihlal edilemez. 19 1. Ünite Temel Dokunulmazlıklar 4. NESLİN KORUNMASI İnsan, onurlu bir varlık olarak yaratılmıştır. Onun üremesi, diğer canlılar gibi gelişigüzel olamaz. Bunu sağlamak için İslam, evliliği tavsiye etmiş, şehvetin kontrolsüz ve disiplinsiz bir şekilde kullanılması anlamına gelen zinayı yasaklamıştır. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle bir uyarı vardır: “Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.”15 Ayrıca bu yasağı çiğneyenlere de birtakım müeyyideler (yaptırımlar) getirilmiştir.16 Zina, sağlıklı nesillerin yetişmesine ve mutlu yuvaların sürdürülmesine engeldir. Dolayısıyla İslam, birey ve toplumları sadece zinanın yasak oluşu konusunda değil aynı zamanda onun yaygınlaşmasına ortam hazırlayan konularda da farkındalık oluşturmaya davet etmiştir. Nesil emniyetini ortadan kaldıran zinayı engelleme konusunda birey ve toplumların eğitilmesi gerekir. Hz. Peygamber (s.a.v): “Ey gençler topluluğu! Gücü yeten evlensin.” “Nikah benim sünnetimdir. Benim sünnetimi uygulamayan benden değildir. Evleniniz. Çünkü ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ederim”17 diye buyurmaktadır. İslam, maddi bakımdan yoksul olup da evlenme imkânı olmayan insanları evlendirmeyi topluma bir görev olarak verir.18 Bir tek insanı, kadın-erkek olarak iki ayrı cinste yaratıp birini diğeriyle mutlu etmek, aralarında gönül ve sevgi bağı tesis etmek Yüce Allah’ın insanlığa en büyük bağışıdır.19 Bir ayette: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır”20 buyurulmaktadır. Dolayısıyla İslam’da meşru evlilik özendirilmiştir. 15 İsra Suresi, 32. ayet 16 Nur Suresi, 2. ayet 17 İbn Mace, Nikah 7; İbn Mace, Nikah 1. 18 Nur Suresi, 32. ayet 19 Nahl Suresi, 72. ayet 20 Rum Suresi, 21. ayet 20 5. CANIN KORUNMASI Yaşama hakkının korunmasının anlamı, birey ve toplum olarak canın korunmasıdır. Çünkü toplum, tek tek fertlerden meydana gelir. Her birey ve toplumda, kamu düzenini sağlayan özellikler vardır. Bu sebeple insan hayatını sürekli tehdit eden küresel ölçekte açlık, susuzluk, bulaşıcı hastalıklar, yoksulluk ve öldürülme olayları gibi tehlikelere karşı önceden önlem alınmalıdır. Çünkü en temel hak yaşama hakkıdır. Hayat, Allah’ın sıfatlarındandır. Kur’an-ı Kerim’de can güvenliğinin önemi hususunda şöyle buyrulur: “...Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmış gibi olur...”21 Hz. Peygamber (s.a.v) de Veda Hutbesi’nde hayat hakkının dokunulmaz haklardan olduğunu beyan etmiştir. Bu sebeple, insan hayatına son vermenin ahiretteki sorumluluğunun ağır olduğu şu ayette açıkça belirtilir: “Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde devamlı kalmak üzere cehennemdir...” 22 Kan davalarında ve töre cinayetlerinde öldürülen insanları düşündüğümüzde, canın korunması ilkesi daha da önem kazanmaktadır. İslam dinine göre kişinin kendi canına kıyması (intihar) haramdır. Tıbbî verilere göre yaşama ümidi kalmamış veya şiddetli acılar hisseden bir insanın hayatına bir başkası eliyle son verilmesi demek olan ötenazi intihar kapsamındadır. Kur’an-ı Kerim’de: 21 Maide Suresi, 32. ayet 22 Nisa Suresi, 93. ayet 21 1. Ünite Temel Dokunulmazlıklar “Ey iman edenler!..Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir. Kim düşmanlık ve haksızlık ile bunu (haram yemeyi veya öldürmeyi) yaparsa (bilsin ki) onu ateşe koyacağız; bu ise Allah’a çok kolaydır.”23 Bir diğer ayette de: “...Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. Allah bunları size düşünesiniz diye buyurmaktadır.”24 buyrulmak suretiyle insanın kendi canına kıyması yasaklanmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v), acı ve sıkıntılardan dolayı ölümün temenni edilmemesini istemiştir.25 Temennisi bile yasak olan bir işi gerçekleştirmek elbette büyük bir günahtır. Ayetlerde ve hadiste geçen bu deliller, Allah’ın emanet ettiği cana her ne şekilde olursa olsun, haklı bir gerekçe olmadan kıymayı yasaklamaktadır. Çünkü bu, hem Allah’ın koyduğu sınırları çiğnemek hem de onun takdirine karşı isyan anlamına gelir. Çekilen dertler ve acılar, mümin için kefarettir. Üstelik bugün tıbbî verilerle ümit kesilen hasta için hızla gelişen tıpta yeni bir tedavi imkânının çıkması ihtimal dışı değildir. Bu sebeple bir insanın kendi canına kıyması olan intihar, ötenazi, töre cinayetleri, yaşama hakkını tehlikeye atan zararlı ve zehirli gıdalar yasaklanmıştır. Çünkü insan hayatı, her şeyin üzerindedir, korunması ve ona saygı duyulması gerekir. 23 Nisa Suresi, 29 ve 30. ayetleri 24 En’am Suresi, 151. ayet 25 Buhari, Mevda 19. 22 6. MALIN KORUNMASI İslam, özel mülkiyetin geliştirilmesinden yanadır. Bireyin, mülk edinme özgürlüğünü bir hak olarak değerlendirir. Bu hakka saygı gösterir ve saygı gösterilmesini ister. Bu özgürlüğü kısıtlamayı veya bu hakka tecavüzü büyük günahlardan sayar. İslam’da mal ve kazancın helal yoldan elde edilmesi için çalışmak, bu uğurda alım-satım gibi meşru çerçevede ticaret yapmak teşvik edilmiştir. Allah Kur’an-ı Kerim’de: “ Gerçekten insan için, kendi çalıştığından başkası yoktur.”26 buyurmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v) de: “Kişi kendi elinin emeğinden daha temiz bir kazanç elde etmemiştir.”27 buyurmak suretiyle, çalışmayı teşvik etmiştir. Meşru bir yoldan kazanılmış bir malın, sahibinin rızası olmadan bir başkasının mülkiyetine geçirilmesi doğru değildir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’in uyarısı açıktır: “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helak etmeyin. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir.”28. İslam haksız kazanca karşıdır. Bu sebeple, İslam, başkasının malını gasp ve telef etmeyi, aldatmak, yolsuzluk yapmak, rüşvet almak, kumar ve faiz gibi yollarla haksız kazanç sağlamayı yasaklamıştır. 26 Necm Suresi, 39. ayet 27 İbn Mâce, Ticaret 1. 28 Nisa Suresi, 29. ayet 23 1. Ünite Temel Dokunulmazlıklar Ayrıca İslam’da malın korunması için hırsızlık haram kılınmıştır.29 Hırsızlık sadece bir başkasının malını gasp etmek değil, ölçü ve tartıda hile yapmak suretiyle de gerçekleşir. Bu konuyla ilgili olarak Kur’an’ın uyarısı şöyledir: “Ölçtüğünüzde ölçmeyi tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha hayırlı, sonuç bakımından daha güzeldir.”30 İnsan hakkını ihlal olan bu durum, toplumsal bir suçtur. Toplumları yoksullaştıran nedenler arasında israf da vardır. Bundan dolayı İslam’da savurganlık haram kılınmıştır. İslam, insanoğlunun yeme, içme ve harcama konusunda dengeli davranmasını öğütler. Bir ayette:“Ey âdemoğulları, her mescide gidişinizde temiz ve güzel elbiselerinizi giyiniz. Yeyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez”31 buyrularak israf yasaklanmış, başka bir ayette de: “Elini bağlı olarak boynuna asma. Onu büsbütün de açıp savurma. Sonra kınanmış pişman bir halde oturup kalırsın”32 buyrulmak suretiyle hem israftan, hem de cimrilikten kaçınılmasını istemiştir. Tartışalım Suyun ve elektiriğin kaçak kullanılmasını malın korunması ilkesine göre tartışınız. 29 Maide Suresi, 38. ayet 30 İsra Suresi, 35.ayet 31 A’raf Suresi, 31.ayet 32 İsra Suresi 29. ayet 24 Bilindiği gibi cimrilik, kişinin nefsini meşru olan şeylerden yararlanmaktan mahrum bırakmasıdır. İsraf ise gereğinden fazla harcama ve tüketimde aşırı gitmektir. İsraf; fert, aile ve toplum hayatında onulmaz yaralar açar ve toplumsal bozulma ve çürümeyi hızlandırır. Bir Müslüman dünya üzerindeki maddi ve manevî imkân ve nimetleri kendisine emanet edildiği bilinciyle tüketmeli, bu nimetler üzerinde kendisinin olduğu kadar toplumun da hakkı bulunduğunu unutmamalıdır. İslam hukukunda mala verilen zararın karşılanması ve aldanmalarda müşterinin tercih hakkı, doğrudan savurganlıkla ilgilidir. Çünkü savurganlık, malın korunmasını imkânsız hale getiren durumlardandır. Düşünelim Ülkemizde yapılan ekmek israfının olası sonuçları üzerine tartışınız. Eğer bu israf olmasaydı ülkemiz neler kazanırdı? Belirtiniz. 25 1. Ünite Temel Dokunulmazlıklar DEĞERLENDİRME ÇALIŞMALARI 1. İnsan herhangi bir dini seçmede özgür müdür? Açıklayınız. 2. “Dokunulmaz haklar” kavramından ne anlamalıyız? 3. Günümüzde “sivil haklar” tabiri çok kullanılmaktadır. Bu tabirle hangi haklar kastedilmektedir? 4. “Din ve vicdan özgürlüğü” hangi haklar içinde değerlendirilir? 5. İnsanın kendi canına kıymasına ne denir? Bu konuyla ilgili bir ayet söyleyiniz. 6. Ülkemizde trafik kazalarının en büyük nedenleri nelerdir? Örneklerle açıklayınız. 26 2. ÜNİTE AİLE HAYATI Hazırlık Soruları 1. Kur’an-ı Kerim’de “aile” anlamına gelen kelimeleri araştırınız. 2. Ailede anne ve babanın rolleri nelerdir? Arkadaşlarınızla konuşunuz. 3. Sizce bir ailede olması gereken davranış özellikleri nelerdir? Düşününüz. 4. Aile büyüklerimize karşı ne gibi görevlerimiz vardır? Araştırınız. 27 2. Ünite Aile Hayatı 1. İLK AİLE Aile, insanoğlunun içinde doğduğu, yetiştiği ve ilk eğitimini aldığı en küçük sosyal topluluktur. İnsanın yeryüzüne ayak basmasıyla birlikte aile kurumu da oluşmuştur. Allah insanı kadın ve erkek olarak çift yaratmıştır. Kadın ve erkek birbirine eşit ama birbirinden farklıdır. Bu farklılık onların birlikte yaşamalarını kolaylaştırmak, yaratılış itibariyle birbirlerinin eksik taraflarını tamamlamak için Allah tarafından insan fıtratı için belirlenmiş hükümlerdendir. İşte bu birliktelik aileyi oluşturur. Kur’an-ı Kerim’de ilk insanın yaratılışı ile ilgili geçen ayetlerde şöyle buyrulur: “Hepinizi bir özden (Âdem’den) yaratan ve erkek için can yoldaşı edinsin diye kendi özünden eşini (Havva’yı) yaratan odur...”30 “Ey insanlar! Sizi bir özden yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının...”31 Bu ayetlerden anladığımız kadarıyla Hz. Âdem ve Hz. Havva, “tek bir özden” yaratılmışlardır. Aynı özden yaratılan kadının, erkeğin yanı başında bulunmasının hikmeti, iyi bir eş olmak ve eşini sükûnete eriştirmektir. Aynı şekilde benzer özden yaratılan erkeğin de eşinin yanı başında bulunmasının hikmeti, kadını huzur ve sükûnete kavuşturmaktır. 30 A’raf Suresi, 189. ayet 31 Nisa Suresi, 1. ayet 28 Kur’an-ı Kerim, insanlık tarihinin birey olarak değil, Hz. Âdem ve Hz. Havva ile ilk defa bir aile olarak başladığını gösteriyor. Yeryüzünde yaşayan insanların ilk atası olan Hz. Âdem bir eşe sahip olmuş ve bu ilk karı-koca çocuklarıyla beraber bir aile kurmuştur.32 Dolayısıyla dünya hayatı, Hz. Âdem ve eşiyle birlikte başlamıştır ve bu hayat onlardan türeyen çocuklarla kıyamet gününe kadar devam edip gidecektir. Zira Âdem olmadan Havva olmaz, Havva olmadan da Âdem olmaz. Her bir eş, birbirini tamamlayan bir bütünün parçaları gibidir. Bir Kavram Öğreniyorum Aile, insanoğlunun içinde doğduğu, yetiştiği ve ilk eğitimini aldığı en küçük sosyal topluluktur. Aile, insanlığın sonradan tanıştığı bir kurum değildir. Bakara Suresi’nin 35. ve A’raf Suresi’nin 19. ayetlerinde Hz.Âdem, eş, mesken ve cennet kavramlarının birbiri ardınca kullanılması “bir değer olan aile” için son derece önemli bir anlatım biçimidir: “De ki: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.” 32 Bkz. Maide Suresi, 27. ayet; A’raf Suresi, 23. ayet; Taha Suresi, 117 ve 119. ayetler 29 2. Ünite Aile Hayatı Bu ayette de anlatıldığı gibi Hz. Âdem’in eşiyle ikamet edeceği mekânın adı “mesken” olarak ifade edilir. Mesken, içinde sükûn ve huzur bulunan ev anlamına gelir. Bu yönden “mesken” ve “cennet” kavramı haz ve huzur veren köşkler anlamında birbiriyle ilişkilendirilmiştir.33 Bunun anlamı, bir Müslüman ailenin evinin, sadece mimari anlamda değil, manevi ve ahlaki anlamda da bir mesken olarak huzur bulunan bir dünya cennetine dönüşmesidir. Bireyin mutluluğunu temin eden, toplumla bireyin arasını bağlayan ve onu topluma kazandıran ailenin kurum olarak önemi şu ayette çok açık bir şekilde ortaya konmaktadır: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir...” 34 Öyleyse aile, insanın içinde huzur bulacağı bir yuvadır. Aile fertlerinin ortak yaşama mekânı ve huzur yuvası olan mesken, aile fertleri ile paylaşılırsa bir anlam ifade eder. Onun için bu huzur yuvasının varlığını pekiştiren ve aile bireylerini birbirine bağlayan temel unsur, burada ahlaki değerlerin canlı bir şekilde yaşanmasıdır. Karşılıklı sevgi, ilgi, şefkat, adalet, nezaket, hoşgörü, uyum, paylaşma, sadakat gibi yüce ahlaki değerler böyle bir mekânda hayat bulur. Hiç şüphesiz bu ahlaki değerler eşler, çocuklar ve ailede bulunan diğer fertler arasında sevgi köprülerinin kurulmasında önemli bir işlev görür. 33 Tevbe Suresi, 72. ayet 34 Rum Suresi, 21. ayet 30 İ ÖNEMIİ 2. AILENIN İ Aile, kan ve akrabalık bağıyla birbirine bağlı olan, aralarında belirlenmiş hak ve ödevleri bulunan ve ortak değerlerin paylaşıldığı kurumsal bir yapıdır. Bir başka ifade ile aile, aynı soya mensup ya da birbirleriyle evlilik bağı olan kişilerin toplamıdır. Aile çekirdek ve geniş olmak üzere ikiye ayrılır. Çekirdek aile; anne, baba ve çocuklardan, geniş aile ise bunlara ek olarak büyük anne ve büyük babadan oluşan bir kurumun adı olarak tanımlanır. Genellikle geleneksel ailede birkaç nesil birlikte yer alabilmektedir. Yetişen genç kuşak, hem kendi anne babasının hem de dede ve ninelerinin hayat deneyimlerinden istifade edecek, burada sosyal, dini, kültürel ve iktisadi alanda bir dayanışma sergilenecek ve değerlerin aktarımı yapılacaktır. Çocukların ruhsal ve sosyal gelişimleri bu tip aile yapılarında daha sağlıklı ve dengeli bir seyir izler. Böylece hem özgüvenlerini elde etmiş hem de sorumluluklarının bilincinde bireyler olarak hayata merhaba demiş olurlar. Toplumun çekirdeğini aile oluşturur. Bu çekirdek topluluk her çeşit faziletin kaynağıdır. Sağlıklı nesiller bu yuvada yetişir. Çocuk, yaratılışla ilgili gelişmesini de ahlak ve terbiyesini de önce buradan alır. İnsan sevgisinin kazanıldığı yer de ailedir. Bir milletin sahip olduğu bütün özellikleri o milletin en küçük birimi olan ailede görmek mümkündür. Bir toplumda aile ne kadar sağlam temellere oturur ise o aileden meydana gelen toplum, o ölçüde sağlam yapıya sahip olmuş olur. Bunun içindir ki dinimiz aileye büyük önem vermiştir. Hatta Hazreti Peygamber (s.a.v) evlenen insanların dininin yarısını tamamlamış olduğu müjdesini insanoğluna vermiştir.35 İslam’ın aile ile ilgili çok önem verdiği bir diğer konu ise anne ve babaya olan saygı ve sevgimizdir. İslam bu konuda birçok ayet ve hadisle anne babaya itaati en önemli değerler arasına almıştır. 35 Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 239. 31 2. Ünite Aile Hayatı “Rabb’in kendisinden başkasına kulluk etmemenizi, anne-babaya iyilikle davranmanızı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa onlara ‘öf’ bile deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle.”36 Bu ayetten anladığımız kadarı ile gerekirse anne ve babalarımız bu büyük aile içinde bizimle yaşayacaklar ve gözlerini hayata bu sıcak yuvada yumacaklardır. Bu zorunluluk Kur’an’da emredilen bir emir ve tavsiye olarak kalmamış, uygulamaya hizmet edecek boyutta fıkıh ve hadis kitaplarında detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Kur’an-ı Kerim bize, Hz. Muhammed’i en güzel örnek olarak sunmuştur.37 Onun güzel örnekliği her alanda olduğu gibi aile hayatı için de geçerlidir. O, eşine ve çocuklarına büyük değer vermiştir. Ailede eşiyle ve çocuklarıyla birçok konuyu birlikte konuşarak ortak karara varmışlardır. O, eşini üzecek her türlü söz ve davranıştan uzak durmuş, çocuklarına bir baba olarak şefkat ve merhametle yaklaşmıştır. Onlardan sevgiyi asla esirgememiştir. Kur’an-ı Kerim onun aile hayatını “ehl-i beyt” kavramı ile dile getirir.38 Peygamber ailesinde yaşanmış huzurlu ve mutlu hayat, bütün insanlığa örnek oluşturacak niteliktedir. Değerler alanında Kur’an-ı Kerim’in ortaya koyduğu prensipler en güzel şekilde bu model ailede hayata geçirilmiştir. Bu sebeple peygamberimizin aile hayatını bütün yönleriyle bilmeye ihtiyaç vardır. Hz. Hasan ve Hüseyin’in Deve İsteği Torunları Hz. Hasan ve Hüseyin bir develerinin olmasını istiyorlardı. Bu dileklerine ulaşmanın yolunu, dedelerinden istemekte buldular. Hz. Peygamber (s.a.v) maddi olarak o an çocuklara deve alacak durumda değildi. Torunlarını üzmeden onlara istedikleri deveyi unutturacak bir çözüm buldu. Küçük torunlarının önüne çökerek onlara seslendi: − Haydi binin. Bundan daha iyi deve mi olur? Çocuklar büyük bir sevinçle dedelerinin sırtına bindiler. Artık deveyi unutmuşlardı. 36 İsra Suresi, 23. ayet 37 Ahzap Suresi, 21. ayet 38 Ahzap Suresi, 33. âyet 32 Birlikte Düşünelim Tartışalım Günümüzde aile yapılarımızı tehdit eden unsurlar nelerdir? Birlikte tartışalım. Hz. Peygamber (s.a.v), aileye büyük önem vermiş ve aile kurmayı daima teşvik etmiştir. Çünkü aile, hem kişinin, hem eşinin hem de çocukların huzur bulacağı bir ortamdır. Aynı zamanda aile neslin devamının bir sebebi, ilk eğitim okulu, kişiyi çeşitli kötülüklerden ve günahlardan koruyan bir kalkan gibidir. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.v), evlilik yaşına gelen gençleri aile kurmaya yönlendirici uyarı ve tavsiyelerde bulunmuştur. Bu konu ile ilgili şöyle buyurmuştur: “Dört şey Peygamberlerin sünnetlerindendir: Kına yakınmak, koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek.’’39 buyurmuştur. İslam, evliliği birey ve toplum açısından bir yücelik, temizlik ve korunma vasıtası olarak görür. Bunun için de daima aile kurmayı teşvik eder. Aile kurmak, insanı, Rabbine yaklaştıran ilahi emre itaat etmektir. Bu sebeple, aile ilişkilerinde asıl olan kararlılık ve sürekliliktir. Bunu sağlamak için İslam, evliliği ve aile olmayı ibadet derecesine çıkarmıştır. Yoksa aile, sadece iki kişinin biyolojik anlamda bir araya gelmesinden ibaret değildir. Çünkü evlilik, eşler arasında bir sözleşme biçimidir. Din bu sözleşmeye kutsiyet atfederek, sağlam bir yapı kazanmasına katkıda bulunmuştur. Evlilik hayatı, bireyin topluma uyumunu kolaylaştırır. İnsanı kısıtlamak yerine özgürlüğünü belli bir düzen ve amaç doğrultusunda yaşamasını sağlar. Bazı kimseler nikâhsız olarak birlikte yaşamayı özgürlük adına öne çıkarırlar. Ancak nikâhsız beraberlik hiçbir toplumda hoş karşılanmamıştır. Çünkü böyle bir anlayış, aile ve milletin bekası için doğru değildir. Bu durum sadece İslam dininde değil insanoğlu var olduğundan beri insanlara gönderilen bütün ilahi dinlerin emirlerinde de yasaklanan bir olgudur. Nikah, her ne kadar medenî bir sözleşme ise de bir yönü ile ibadettir ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in sünnetini yerine getirmektir. Nikâhsız bir hayatı savunmak, toplumumuzun gelecekte ne büyük tehlikelerle karşı karşıya olduğunu kavrayamamaktır. 39 Buhari, Nikah 15; Nesâî, Nikah 13. 33 2. Ünite Aile Hayatı Aile kurumunun baş aktörleri karı ve Bir Kavram Öğreniyorum kocadır. Aile kurulurken eşlerin birbirlerini seçmesi çok önemlidir. Çünkü evlilik, Aile, kan ve akrabalık bağıyla birbirine bağlı geçici bir süre kurulan bağlılık değildir. olan, aralarında belirlenmiş hak ve ödevleri bu- Bu yüzden bir ömrü beraber geçirmeyi lunan ve ortak değerlerin birlikte paylaşıldığı ku- kabul ettiğimiz sözleşmedir. Eşler bir- rumsal bir yapıdır. birlerinde bu kurumun devamını sağlayacak özellikleri aramalıdırlar. İslamiyet, gerek erkeğe ve gerekse kadına dünya ve ahiret arkadaşını seçerken birbirlerini görmelerini tavsiye etmiştir. Eş seçiminde Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından önemle durulan bir konu iki tarafın her yönden birbirine denk olmasıdır. İki farklı ailede yetişen gençlerin aile yapılarının birbirine uygun olması eşlerin evliliklerinin huzur ve bekasını sağlamada önemli bir rol üstlenir. Evlenmek isteyen erkek ya da kız, aile yuvasına karşı sorumluluklarını bilen ve aile hukukunu gözetecek şahsiyetler olmalıdır. Bunun ölçüsünü Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) şöyle koymuştur: “Kadın dört şey için nikâhlanır: Malı, soyu, güzelliği ve dini. Sen dindar olanı seç, di- ğerlerine iltifat etme.”40 Evlilikte dindarlıktan anlaşılan şeyin muhtevasına güvenilirlik, ehliyet ve iyi şahsiyet sahibi olmak da girer. Zenginlik ve mal geçicidir. Kalıcı olan ahlak güzelliğidir. Bu sebeple, dindarlık ve güzel ahlak ölçülerine göre yapılan eş tercihleri, huzurlu bir ailenin kurulmasının temellerini oluşturur. Öte yandan, her ne kadar İslami açıdan bir mahzur yoksa da biyoloji ve genetik ilminin tespitlerine göre, yakın akraba evliliğinden mümkün olduğu kadar uzak durulmalıdır. Böyle bir tedbir ve tercihin çocuğun yetenekli ve kabiliyetli doğması, genetik/irsi hastalık ve kusurlardan korunması, aile çemberinin daha geniş tutulması ve sosyal ilişkilerin daha sağlam olması açısından birçok yararı vardır. 40 Buhari, Nikah 15; Müslim, Radâ 53. 34 3. AILEDE MUTLULUĞUN TEMELLERIİ İ Mutluluk, her insana göre değişen bir kavramdır. Kimilerine göre mutluluk temel ihtiyaçlarını karşılamak iken, kimilerine göre ise bir tatil köyünde dinlenmektir. Kimilerine göre sağlıklı olmak kimilerine göre ise mutlu bir yuvadır. Elbette bütün bunlar mutluluğun kendisi değil, belirtileridir. Gerçekte mutluluk, doğrudan insanın hayata bakış tarzıyla alakalıdır. Siz hayatın içinde saklı olan detayları, sürprizleri görmeye ayarlamışsanız bilincinizi, size bir çiçeğin açışı, bir bebeğin yürüyüşü, bir kuşun ötüşü, bir kar taneciği, mevsimlerin değişimi… Bütün bunlar manevi hazlar verebilir ve sizi mutlu kılabilir. Asıl insanı mutlu eden şey, hayatı bir bütünlük duygusuyla yaşamaktır. Hayata her koşulda pozitif bakmak elimizde olanların kıymetini bilmek sadece bizden iyi hayat şartlarına sahip olanların değil, bizden daha düşkün hayat yaşayan insanların da hayatlarını görerek yaşamak bizlerin mutlu olmasına vesile olacaktır. Mutlu bir aileye sahip olmanın şartı ise hayatı bir bütün olarak algılamakta yatıyor. Sorumluluklar ortak olduğuna göre, kadın ve erkek bir bütünün parçaları gibidir. Bu iki parça bir araya geldiği zaman bütünü oluşturur. Her ikisi de birbirlerini, birbirinin vazgeçilmez şartı olarak değerlendirmelidirler. Ailenin sürekliliği ve mutluluğu için acılar paylaşılarak azaltılmalı, mutluluklar paylaşılarak çoğaltılmalıdır. Aileyi gerçek anlamda var kılan ve mutluluğunu devam ettiren manevi değerlere bağlılık ve bu değerler ölçüsünde bir ömür boyu hayatı birlikte yaşamaktır. 35 2. Ünite Aile Hayatı 3.1. Sevgi ve Saygı Bir Kavram Öğreniyorum Huzurlu bir aile yapısının temelinde sevgi ve saygı vardır. Eşler arasında birbirlerine karşı içten sevgi ve değer verme ahlakı olan saygı olduğu sürece mutlu bir ailenin varlığından bahsedilebilir. Bu konuda bizim için rol model Hz. Hüsnü muaşeret: Güzel geçinme, hep iyi tarafları görme, nazik davranma, affedici olma, karşı tarafın da haklarının olduğunu bilme ve bunu kabullenmedir. Peygamberdir (s.a.v). O, eşleri ile arasında sevgi bağlarını pekiştirecek, aralarında yakınlığı artırabilecek şekilde senli-benli olur, onlarla şakalaşırdı. Yine eşlerinin hoşuna gidecek tarzda onlara hitap eder ve sevgisini söz ve davranışlarıyla gösterirdi. Örneğin Hz. Aişe (r.a) validemize Ayşi Uveyş (Ayşecik) gibi onun hoşuna gidecek sözler söylediği, kendisiyle koşu yarışı yaptığı, Hz. Aişe(r.a)’nın başını omzuna dayayarak Mescid-i Nebevî’de savaş oyunları oynayan Habeşli oyuncuları birlikte seyrettikleri bilinmektedir. Mutlu aile bağlarının güçlenmesinde sevgi kadar eşlerin arasında saygının varlığı da çok önemlidir. Buna eskiden hüsnü muaşeret derlerdi. Yani güzel geçinme, hep iyi tarafları görme, nazik davranma, affedici olma, karşı tarafın da haklarının olduğunu bilme ve bunu kabullenmedir. Bu konuyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “...Eşlerinize güzel ve iyi ölçülerle davranın...”41 “...Affedici olmanız takvaya daha uygundur. Aranızdaki iyilikleri unutmayın...”42 Saygının temelinde iki tarafın birbirlerini kendilerine benzetmeye çalışmamaları ve olduğu gibi kabul etmeleri anlayışı vardır. Zira birbirlerini devamlı tenkit eden, kendini diğerine kabul ettirmeye, sürekli güvensizlik ve tek merkezli karar vermeye çalışan aile bireyleri arasındaki bu tür davranışlar mutlu aile yapılarını zayıflatır. Hâlbuki bu davranışların aksine, birbirlerini düşünen, uzlaşma yolunu tercih eden, birlikte paylaşmayı erdem sayan ve ortak karar almayı ahlaki bir tavır olarak gören aile bireyleri arasında sevgi ve saygı bağları kuvvetlenir. 41 Nisa Suresi, 19. ayet 42 Bakara Suresi, 237.ayet 36 Hz. Peygamber (s.a.v) ile eşleri arasında birçok ailede rastlanan türden kırıcı davranışlar asla meydana gelmemiştir. Onun, hanımlarından birine kırıcı bir söz bile söylediği görülmemiştir. Bir defasında Hz. Peygamber (s.a.v) ile birlikte eşleri seyahate çıkmışlardı. Kadınlar develer üzerinde iken Enceşe isimli bir sahabe develeri hızlı sürüyordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber(s.a.v), hanımların nazik yapısına dikkat çekerek sürücüyü şöyle uyarmıştı: “Ey Enceşe! De- velerin üzerinde kristaller var, kıracaksın!”43 Bu ifade kadınlara değer vermekti. Yine bir gün Hz. Peygamber (s.a.v), eşi Hz. Safiye’yi deveye bindirirken, bineceği kısma bir örtü serip sonra devenin yanında çömelerek dizini dayaması ve eşinin onun dizine basarak devenin terkisine binmesi eşlerine gösterdiği saygının bir başka ifade biçimidir. Aile, bir barış yuvasıdır. Aile içinde barışın sağlanması, ancak aile bireylerinin birbirlerine gösterecekleri sevgi ve saygıya bağlıdır. Unutulmamalıdır ki sevgiye giden yol, saygıdan geçer. Ayrıca ailenin iyi zamanları olacağı gibi, sevimsiz geçen zamanları da olabilir. Önemli olan böyle durumlarda, yanlış olan bu davranışları, hissi olunmadan tespit etmek ve özür dileyerek çözüm yoluna gitmektir. 3.2. Sağlıklı İletişim ve Empati Aile hayatında hiçbir duygu ve yaşam tarzı ilk gün gibi gitmeyebilir. Zaman içinde birçok iç ve dış sebebin etkisiyle aile hayatında duygular ve ilişkiler yıpranır. Evlilik hayatının ilk günlerinde duyulan mutluluk ve coşkunun, hayatın ileri safhalarında zayıfladığı olur. Bunu doğal karşılamak gerekir. Önemli olan zayıflayan ilişkileri koparmak değil, eşler arasında sağlıklı iletişim kanallarını açık bırakarak bu ilişkileri kuvvetlendirme yoluna gitmektir. Bunun yolu, kendimizi eşimizin yerine koymak ve aramızda sevgi dilini hiç eksik etmemektir. Yüce Allah, her bireyi biricik, değerli ve farklı özellik ve güzelliklerde yaratmıştır. Her ne kadar evlilik bağı gibi birbirine kutsal bağla bağlı olunsa da her bir eş birbirinden farklıdır. Aile içi konularda farklılığın oluştuğu yerde zıtlaşma ve inatlaşma yerine, karşılıklı anlayışı esas alıp, görüş ayrılıklarımızı değil, birlikteliklerimizi öne çıkartmalıyız. Nitelikli ve düzeyli beraberlikler, sağlıklı iletişim kurmanın bir başka yolunu oluşturur. 43 Buhari “Edeb” 90. 37 2. Ünite Aile Hayatı Eşler arasında sağlıklı iletişim kurmanın diğer bir yolu da karşılıklı hizmet etmedir. Yerine göre, koca, ev işlerinde eşine yardımcı olmalıdır. Birbirlerinin yaptıkları hizmetleri takdir etmelidir. Bu tür ifadeler, eşler arasında sevgi bağlarını güçlendirir. Hatta anne ve babalar çocuklarının konuşma isteklerini geri çevirmeden onlara bir yetişkin gibi davranıp onları dinlerlerse çocukların anne ve balarına karşı saygılarının artmasına vesile olurlar. Mutlu aile yapılarının devamına, eşlerin birbirlerine değer verdiklerini maddi ödüllerle de kanıtlamalarına katkı sağlar. Bunun başında hediye almak gelir. Hediye almak, “bak beni düşünmüş” ya da beni “hatırlamış” diyebileceğimiz bir davranış tarzıdır. Hediye almak, değer verildiğinin ve sevildiğinin bir kanıtıdır. Onun için Hz. Peygamber (s.a.v) “Hediyeleşin ki birbirinize sevginiz artsın.”44 buyurmuştur. Hediye, illa da eşin seveceği bir çiçek ya da eşya olmayabilir. Asıl hediye, insanın kendini ve varlığını hediye etmesidir. Örneğin, eşin hastalığı sırasında yanında olmak, bir yakını vefat ettiğinde, acısını paylaşmak ona verilecek en büyük armağandır. Bütün burada sayılan hususlar, eşler arasında sağlıklı iletişim kurmanın yollarını açar. Eşler arasında, sosyal iletişim var olduğu sürece aile güçlenir, varlığını devam ettirir ve ailenin ömrü uzar. Temel Hadis “Hediyeleşin ki birbirinize sevginiz artsın.” (Malik, Muvatta “Husnü’l-Huluk” 16.) Hz. Peygamberden gelen bu rivayeti yorumlayınız? 44 Muvatta, Husnü’l-Huluk, 16. 38 3.3. Karşılıklı Güven ve Sadakat Ailede mutluluğun en temel kaynağı, karşılıklı güven ve sadakattir. Aile hayatında, hanımın kocasına, kocanın hanımına sonuna kadar güvenmesi, asla sadakatsizlik yapmayacakları konusunda birbirlerinden emin olmaları gerekir. Hayatın her alanında olduğu gibi, aile hayatında da güven son derece önemlidir. Eşlerin güvenilir oluşları yanında birbirlerine güvenmeleri, aile huzur ve mutluluğunun ilk şartıdır. Eşlerin birbirine güvenmediği, yalan söylemenin yaygınlaştığı bir aile ortamında huzurdan söz etmek mümkün değildir. Güvensizliğin en önemli sebebi, doğru sözlü ve dürüst olmamaktır. İnsanda güvenilirliğin yanında, güçlü bir Allah bilinci, saygısı, korkusu ve ahiret inancı olmalıdır. Milli şairimiz Mehmet Âkif bunu mısralarında çok güzel dile getirir: Ne irfandır veren ahlaka yükseklik ne vicdandır Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır Yüreklerden çekilmiş farz edilsin havf-i Yezdan’ın Ne irfanın kalır tesiri katiyen ne vicdanın. Ailede eşler arasında güven çok önemlidir. Öyle ki güven duygusu 0-2 yaş arasında ve ailede kazanılır. Bu dönemde kazanılamazsa çocuğun karakterinde onarılmaz yaralar açar ve güvensiz bir insan olmasına yol açabilir. Bu yüzden güvenin olmadığı bir ailede yetişen çocuklar da güvenen ve güvenilen kimseler olamazlar. Ancak bazen güven duygusu şeytanın vesveseleri ile delinmeye çalışılabilir, bu durumda da insanoğlu kendi aklı ile bu durumdan kurtulmaya çalışmalıdır. Çünkü delile dayanmayan bir şüphe, hastalıktır. Huzurlu ve mutlu bir aile için doğruluk ve dürüstlük anlamına gelen sadakat olmazsa olmaz ilkelerdendir. Hiç kuşkusuz Hz. Peygamber (s.a.v)’in aile hayatının bize sunduğu ilkeler arasında, eşlerin birbirlerine karşı dürüstlükleri ve bağlılıkları yer alır. Örneğin, Hz. Hatice (r.a)’ya karşı Allah’ın elçisi, son derece sadakatle bağlanmış, Hz. Hatice (r.a) da ona karşı aynı şekilde karşılık vermiş, en zor zamanlarda maddi ve manevi desteğini hiç eksik etmemiştir. Sadakatin olmadığı yerde aldanma ve aldatma vardır. Her erkek eşini, her eş, kocasını biricik olarak görmelidir. “Sizin en hayırlınız, ailenize en hayırlı olanınızdır.”45 diyerek Hz. Peygamber (s.a.v) insanlara aile hayatında nasıl bir yol izleyeceklerini göstermiştir. O halde aile mutluluğunun harcı, karı-koca ve çocuklarla birlikte karılacaktır. Güven temelinde ve sadakat harcıyla kurulan bir aile düzeni beraberinde huzur ve mutluluğu getirecektir. 45 İbn Mâce, Nikah 50; Dârimî, Nikah 55. 39 2. Ünite Aile Hayatı 3.4. Şiddetten Kaçınma Şiddet, bireyin bedenen ya da ruhen zarar görmesine, yaralanmasına ya da sakat kalmasına sebep olan bireysel ve toplu hareketler şeklinde tanımlanır. Yerine göre şiddetin öznesi, kadın, erkek, çocuk ya da hayvanlar olabilir. Bizim kültürümüzde şiddet, zulüm kavramıyla da ifade edilir. Zulüm, adaletin zıddıdır. Zulmü erkek kadına karşı işlerse kadına şiddet, kadın erkeğe karşı işlerse erkeğe şiddet olur. Çocuğa, komşuya, idaresi altındaki çalışanlara da şiddet uygulanabilir. Kime uygulanırsa uygulansın dinimizde her türlü şiddet yasaklanmıştır. Günümüzde şiddet denilince, kadına karşı uygulanan kötü muamele akla gelmektedir. Şiddetin, sözel, fiziksel, psikolojik, cinsel, sosyal, iktisadi gibi alanlarla ilişkili boyutları vardır. Aile içi huzursuzluğun sebepleri arasında şiddet olgusu yer alır. Bu konuda da bizim takip etmemiz gereken model, Hz. Peygamber (s.a.v) olmalıdır. O, hiçbir zaman, eşlerine karşı ne şiddet içerikli bir söz söylemiş ve ne de fiziksel anlamda şiddet uygulamıştır. Böyle yapan kimselere. “...Hanımlarınızla iyi geçinin...”46 ayetini hatırlatmış, kendisi de: “Müminlerin iman ba- kımından en mükemmeli, huyu en iyi olanıdır. Sizin en hayırlınız da hanımlarına karşı en hayırlı olanınızdır.”47; bir başka rivayette ise: “ Hanımlarını döven kimseler, sizin hayırlınız değildir.”48 uyarısında bulunmuştur. Aile hayatında eşler arasında zaman zaman baş gösterebilecek kırgınlıklar olabilir. Sorun, şiddet yerine sabır, sevgi ve karşılıklı anlayışla barış içinde çözüme kavuşturulmalıdır. Bu konuda Kur’an’ın çözüm tarzı şöyledir: “...Ey inananlar! Kadınlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, hoşlanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir.”49 Dolayısıyla, eşler arasında çıkabilecek uyuşmazlık ve dargınlıklar, ailelerin en yakınlarından oluşan bir hakem heyetiyle de çözüme kavuşturulabilir.50 Bütün bu yollar denenmeli, eğer anlaşmazlık çözümü zorlayacak boyutlara ulaşmışsa o zaman hukuk devreye girmelidir. Çünkü şiddet, insanlık dışıdır ve insanlık suçudur. Her türlüsüyle mücadele edilmelidir. Dinî, ahlaki ve yasal açıdan bütün uyarılara rağmen, hala günümüzde kadına karşı şiddet uygulanmaktadır. Ülkemizde yapılan araştırmalarda kadına karşı şiddetin sebepleri olarak alkol ve kumar bağımlılığı, eğitimsizlik, ekonomik yetersizlik, çocukluk döneminde şiddete maruz kalma ve şiddet içerikli filmlerin etkisi gösterilmektedir. Bütün toplum kesimlerince insana ve diğer canlılara yöne- Bir Kavram Öğreniyorum lik her türlü şiddetin önlenmesinde yapıl- Şiddet, bireyin bedenen ya da ruhen zarar ması gereken, değerler eğitimine ağırlık görmesine, yaralanmasına ya da sakat kalması- vermektir. na sebep olan bireysel ve toplu hareketler şek- 46 Nisa Suresi, 19. ayet 47 Tirmizi “Rada” 11 48 Ebu Davud “Nikah” 42 49 Nisa Suresi, 19. ayet 50 Nisa Suresi, 35. ayet linde tanımlanır 40 İ İ GÖREVLERIİ 4. AILE İ BIREYLERININ İ Aile içinde eşlerin birbirlerinin haklarına saygı göstermeleri gerekir. Kur’an-ı Kerim’de bu haklar prensip olarak şöyle yer almıştır: “...Erkeklerin, üzerlerindeki hakları kadar kadınların da onların üzerinde hakları vardır...”51 Hz. Peygamber (s.a.v) de Veda Hutbesi’nde eşler arasındaki hakları şöyle belirlemiştir: “Ka- dınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah’ın emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır.”52 Ayet ve hadislerde dile getirilen ve evlilik bağıyla oluşan hak ve yükümlülükler şunlardır: 4.1. Eşlerin Birbirlerine Karşı Görevleri Ailede eşlerin birbirlerine karşı hak ve sorumlulukları vardır. En güzel aile, isti- şareye ve ortak karara dayanan ailedir. Kocanın eşine karşı görevleri arasında hanımına iyi davranması ve ona karşı nazik olması gelir. Ayette: “Onlarla iyi geçinin”53 buyrularak, kocanın eşine karşı izlemesi gereken kural hatırlatılır. Eşlerin masraflarını kısmak, söz ya da eylemle eziyet etmek, surat asmak, kaş çatmak gibi davranışlar, iyi değildir. Aile hayatı ortak yaşanan bir hayattır. Bu sebeple koca, hanımına şefkat göstermeli, hanımının varsa zaaflarına sabretmeli, yanlışlarını düzeltirken eşini incitmemeye gayret göstermelidir. Hz. Peygamber (s.a.v), erkeklere, onlarla sosyal ilişkiler sırasında çok dikkatli olmalarını ve onların hatalarını düzeltirken gönül dili kullanmalarını tavsiye etmiştir.54 Temel Ayet “ ...Erkeklerin, üzerlerindeki hakları kadar kadınların da onların üzerinde hakları vardır...” (Bakara Suresi, 228. ayet). 51 Bakara Suresi, 228. ayet 52 M. Hamidullah, İslam Peygamberi, (çev. S. Mutlu-Salih Tuğ), İstanbul, 1969, I, 275. 53 Nisa suresi, 19. ayet 54 Bkz. Buhari “Enbiya” 1. 41 2. Ünite Aile Hayatı Bir de bunların dışında koca üzerinde hanımın ekonomik hakları vardır. Bunların başında, evlenirken erkeğin nikâh öncesi kadına verdiği ya da daha sonra, kocanın eşine vermeyi taahhüt ettiği para ya da mal cinsinden olan ve adına mehir denilen hak ve yükümlülükler gelir. Bu, kadın için bir güvencedir. Bir diğeri de kadının yeme içme, giyme ve mesken ihtiyacını içine alan nafaka hakkıdır. Bu haklar tahakkuk ettiği zaman bir erkek eşine onları tam olarak ödemelidir. Kadının da kocasına karşı yükümlülükleri vardır. Kadın, meşru ölçüler içerisinde kocasına itaat etmelidir. Hz. Peygamber: “Kadın, kocasının hakkına uygun davranmadıkça, Rabb’inin hak- kını yerine getirmiş olmaz” 55buyurmuşlardır. Ayrıca kadın ve erkek iffetli olmalıdırlar. Kadın kocasını, koca da eşini aldatmamalıdır. Her iki taraf, iffet olgusuna ve birbirlerinin yakınlarına saygı göstermelidir. Ailede çocukların bakımı ve eğitimi konusunda ortak hareket edilmelidir. Karı ve koca arasında hak ve yükümlülükler ölçülü olmalıdır. Bu ölçü sevgide, evdeki işlerin paylaşımında, çocuk eğitimi ve yetiştirilmesinde, eşlerin karşılıklı olarak kayınpeder-kayınvalide ilişkilerinde ortaya çıkar. Örneğin, bir koca, eşinden nasıl ki kendi anne ve babasına iyi davranmasını istiyorsa, aynı şekilde kendisi de eşinin anne ve babasına iyi davranmalıdır. Yine bir koca, eşinin kendisine sevgi duyma ya da bu sevginin tezahürü konusunda bir beklenti içinde ise kendisi de aynı sevgi ve tezahürünü kendi eşine karşı esirgememelidir. Hanım erkeği için nasıl süsleniyor, kendisine bakıyorsa, erkek de hanımı için süslenmeli ve bakımına özen göstermelidir. Bu sebeple koca, yediğinden eşine yedirmeli, giydiği kalitede onu giydirmelidir. Adalet, ölçülülük anlamına da geldiğine göre, karı-koca arasında ilişkiler bu ölçü ve denge üzerinde götürülmelidir. Yoksa zulüm, ailede birçok tatsızlığın meydana gelmesine sebep olabilir. 55 İbn Mace “Nikah” 4. 42 4.2. Anne ve Babanın Çocuklara Karşı Görevleri Doğan bir çocuğa güzel bir isim verilmesi, çocuğun anne baba üzerindeki haklarındandır. İsim verme konusunda özen gösterilmelidir. Çünkü isim, çocuğun kimliğidir. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Siz kıyamet gününde kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. Öyleyse güzel isimler seçin.”56 Bu nedenle çocuklara, insanları iyiliğe, doğruluğa ve güzelliğe çağıran isimler konulmalıdır. Çocuğa güzel isim vermek, onu güzel terbiye etmek anne ve babanın çocuğuna karşı görevlerindendir. Ailenin neşe kaynağı olan çocuklar, anne-baba açısından en büyük sınavın konusudur. Çocuklara verilecek eğitim, onlara kazandırılacak kimlik, ahiretteki kazançlarının en büyük belirtisidir. Bir ayette bu konuya şöyle işaret edilir: “Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer deneme aracıdır. Allah katında ise, büyük bir mükâfat vardır.”57 İşte anne-babaya düşen görevlerden bir diğeri de çocuklarına iyi bir eğitim vermek ve iyi bir gelecek hazırlamaktır. Asıl mesele, bir insanı dünyaya getirmeye sebep olmak değil, onu çağının şartlarına göre yetiştirmektir. Çocukları, yaşayacakları istikbale göre hazırlamak, onların tahsil ve terbiyelerine önem ve özen göstermek anne babanın görevleri arasındadır. Hz. Peygamber’in (s.a.v) dilinden bu konu şöyle açıklanmıştır: “Bir babanın çocuğuna bırakacağı en büyük miras, iyi bir isimle güzel bir terbiyedir.”58 Küçük yaşlardan itibaren çocuklarımız, seviyelerine ve kabiliyetlerine göre dini ve ahlaki yönden eğitilmelidirler. Çocuğun hayatının ve bedensel sağlığının korunması da anne babanın görevleri arasındadır. Bunun başında beslenmeye ve sağlıkla ilgili konulara uygun hareket etmek gelir. Özellikle Kur’an-ı Kerim’de anneler tarafından çocukların iki yıl tam olarak emzirilmeleri gerektiğinin vurgulanmış olması anlamlıdır.59 Artık günümüzde anne sütünün çocuğun fiziki ve ruhsal gelişimi bakımından büyük yarar sağladığı herkes tarafından bilinmektedir. 56 Ebu Davud, “Edeb” 69. 57 Enfal Suresi, 28. ayet 58 Tirmizi “Birr” 33. 59 Bakara Suresi, 233. ayet 43 2. Ünite Aile Hayatı Toplumsal sorumluluklarımız bağlamında unutulmaması gereken bir başka konu da, kimsesiz ve yetim çocuklar meselesidir. Toplum olarak nasıl ki kendi çocuklarımızı görüp gözetmede duyarlılık gösteriyorsak aynı şekilde kimsesiz ve yetim çocuklar için de bu duyarlılığı göstermeliyiz. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Kendileri, geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde, onlar hakkında endişeye kapılanlar (yetimler hakkında da) ürperip korksunlar. Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.”60 Çocuklar, evlilik çağına adım attıkları zaman güzel bir yuva kurmaları konusunda anne babalar onlara rehberlik yapmalıdırlar. Hz. Peygamber (s.a.v), kızı Zeynep (r.a) evlilik çağına geldiği zaman bütün aile bireyleriyle istişare ederek onu Mekke’li Ebu’l-As isimli bir delikanlı ile yine kızı Fatıma (r.a)’yı Hz. Ali (r.a) ile örnek oluşturacak bir şekilde evlendirmiştir. O, çocuklarını evlendirirken, karşı tarafın sadece malını mülkünü değil, ahlakî özelliklerini dikkate almıştır. Çok önemli bir bir başka konu da çocuklar arasında cinsiyet ayrımcılığı yapmamaktır. Bu konuda “Çocuklarınız arasında adaletli davranın!”61 buyuran Hz. Peygamber (s.a.v), kendi hayatında da çocukları arasında hiçbir ayrım yapmamıştır. Anne babaların çocuklarının arasında cinsiyet ayrımcılığı yapmaları onların gönül dünyalarında eziklik meydana getireceği gibi, yetişkinlik çağına geldiklerinde anne babalarının bu ayrımcı tavırları karşısında kardeşler arasında küskünlük ve husumetlerin meydana gelmesine yol açacaktır. Öğrenelim-Tartışalım Demokratik aile kavramından ne anlıyorsunuz? İslam’da istişare ile ilişkisini açıklayınız. 60 Nisa Suresi, 9. ayet 61 Müslim “Hibat” 13. 44 4.3. Çocukların Anne ve Babalarına Karşı Görevleri Yüce Allah, kendisine ibadetten sonra, ikinci derecede kişinin varlık sebebi olan anne ve babasına saygılı davranılmasını emreder. Kişiye en yakın olan ve onun için hiçbir fedakârlığı esirgemeyen anne ve babasına karşı saygı görevini yapmayan kimseden başkasına saygı göstermesi beklenmez. Anne-babaya karşı değil saygısızlık, “öf” bile demeyi Allah yasaklıyor.62 Peygamberimizin (s.a.v) şu sözü bu konuda her şeyi açıklıyor: “Allah’ın rızası, anne ve baba- nın rızasındadır. Allah’ın gazabı anne ve babanın gazabındadır.”63 Çocukların, bilhassa anne baba ihtiyarlayıp bakıma muhtaç hale geldiklerinde görevi başlar. Nasıl ki onlar biz küçükken, yetişmemiz açısından her türlü meşakkate katlanarak özveride bulunmuşlarsa, bizler de bakıma muhtaç hale geldikleri bu dönemde onlara sahip çıkmalıyız. Hatta bir anne ve baba aynı inancı paylaşmasalar bile, bir çocuğun anne ve babasının her türlü beşerî ihtiyaçlarını karşılaması ve onların bakımını en iyi şekilde üslenmesi dinî-ahlaki bir sorumluluktur. Anne ve babaya sert ve öfkeli konuşmamak, gönüllerini incitecek her türlü davranıştan uzak durmak gerekir. Onlara karşı asık surat değil, mümkün olduğu kadar güler yüz gösterilmelidir. Çağırdıkları zaman hemen koşmak ve tatlı sözle cevap vermek bir evladın görevleri arasındadır. Anne babamızın söylediklerini –Allah’a itaatsizlik olmadıkça- ciddiyetle dinlemek ve kabul etmek onları mutlu edecektir. Çünkü onların düşünceleri, sözleri ve uyarıları bizim yararımızadır. Hiçbir anne baba evladının kötü olmasını istemez. Daima onların iyilik ve başarılarını temenni eder. Bu sebeple her hususta onların hoşnutluğunu kazanmak, onları kendimizden memnun etmeye çalışmak bir evlat olarak görevimizdir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v) “Cennet, anaların ayakları altındadır.” buyurmuşlardır.64 Bir evlat anne babanın hem ihtiyarlık dönemlerinde rahatlarını temin edecek hem de el açtıkça onların günahlarının bağışlanması için Allah’a dua edecektir. Anne ve babanın geride bıraktığı malını korumak, israf edip saçmamak, yine evladın sorumluluklarındandır. 62 İsra suresi, 23. ayet 63 Tirmizi “Birr” 3. 64 Nesai “Cihad” 6. 45 2. Ünite Aile Hayatı Bir yerde otururken annemiz veya babamız gelecek olursa hemen ayağa kalkıp onlar oturmadıkça oturulmamalıdır. Hz. Peygamber (s.a.v) sütannesi geldiği zaman onu görünce ayağa kalkmışlar ve sırtlarındaki abayı çıkarıp altına sermişlerdir. Bu büyüklere saygı göstermenin bir ifadesidir. İşte bütün bunlar, İslam’ın bize öğrettiği anne ve babamıza karşı görev ve sorumluluklarımızdır. Eğer biz anne ve babamıza iyilik yapar, onları kendimizden hoşnut edecek olursak, çocuklarımız da bize iyilik yapacaklardır. Biz dinî açıdan anne ve babamıza ne kadar iyilik yapmış olursak olalım, onların hakkını tam olarak ödemiş sayılmayız. 4.4. Çocukların Birbirlerine Karşı Görevleri Ailede kardeşler, soy yönüyle birbirlerinin parçaları gibidir. Her ne olursa olsun hiçbir sebep, onları birbirlerinden uzaklaştırmamalıdır. Para, servet, miras gibi konulardan dolayı kardeşlik bağını kesmek ya da gevşetmek, İslam ahlak kurallarına uygun değildir. Bunlar gelip geçici şeylerdir ama kardeşlik ebedidir. Kardeşler arasında her konuda adalet ve hakkaniyet ilkeleri gözetilmelidir. Kardeşler arasında sevgi, ne kadar içten ve kuvvetli olursa, aile ocağının kuvvet ve samimiyeti de o derece sağlam olur. Aile hayatında büyük kardeşlerimiz, babamız ve annemiz gibidir. Küçük kardeşler, büyük kardeşlerine karşı saygılı olmalı, büyükler de küçüklerini korumalı, onlara karşı sevgide kusur etmemeli ve şefkatli davranmalıdır. Kardeşler arasındaki samimi duygular, paylaşma ahlakı ve merhamet eksenli davranışlar, ileride onların çocuklarına da yansıyacaktır. Anne ve babaların çocuklarından en çok bekledikleri şey, kendi aralarında sevgi ve dayanışma eksenli kardeşliği korumalarıdır. Kardeşler arasında ihtiyaç sahipleri varsa diğer varlıklı kardeşler onu ekonomik açıdan desteklemeli, problemlerinin çözümü için çaba sarf etmelidirler. Bu tür yardımlaşmaya yönelik güzel davranışlar, kardeşler arasında sevgi bağlarını güçlendirecektir. 46 Öğrenelim-Tartışalım Anne ve babamıza karşı görevlerimiz nedir? Bugün anne ve babalarımıza karşı görevlerimizi yerine getirebiliyor muyuz? Bu konuda bir makale yazalım. 4.5. Diğer Aile Büyüklerine Karşı Görevler Akraba, bir kimsenin kan bağıyla bağlı olduğu biyolojik yakınları anlamına gelir. Amca, hala, dayı, teyze ve bunların çocukları akrabaya en güzel örnektir. Toplum hayatında herkes birbirinin yakınıdır, akrabasıdır. Bu sebeple Hz. Muhammed (s.a.v), “Sıla-i rahim ömrü artırır” buyurmuşlardır.65 Bu rivayette geçen “sıla-i rahim”, yakın akrabalarla ilişki demektir. Akrabalarla olan ilişkilerin kuvvetlendirilmesi, insanın, yalnızlık psikolojisinden kurtularak manevi anlamda kendisini her zaman bir güven atmosferinde hissetmesine zemin hazırlar. Akrabalarla kurulacak iyi ilişkiler, hem manevi anlamda hem de maddi anlamda sosyal yardımlaşma ve dayanışma şeklinde de ortaya çıkabilir. Hiç kuşkusuz, birbirini arayıp soran insanların yaşadığı bir cemiyette sosyal ve manevi bağlar kuvvetlenmekle kalmaz, sevgi ve gönülden kurulacak bu ilişkiler bir milletin bekası anlamında tarihsel yürüyüşüne güç katar. Akrabalık ilişkileri, birey ve toplumda mensubiyet duygusunu canlı tutar. Çünkü aidiyet duygusu, “biz şuurunu” ön plana çıkarır. Modern yaşam tarzlarında bütün ara mekanizmalar yok edildiği için, birey yalnızlaşma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Böyle bir ortamda, akrabalık ilişkileri, hem bireyde yalnız olmadığını hem de kendisinin üstesinden gelemediği ihtiyaçlarını karşılamada bir çeşit ara mekanizma rolü görür. Böylesi ilişkiler, hayatın kolay yaşanılır olmasını sağlar. Bu sebeple İslamiyet, akraba ilişkilerine büyük önem vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette, sosyal yardımlaşma konusunda önceliğin akrabalara verilmesine teşvik vardır: “...Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Anne-babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere iyilik edin...”66 “Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder...”67 “Yakınına, düşküne, yolcuya hakkını ver...”68 65 66 67 68 Buhari “Edeb” 11. Bakara Suresi, 83. ayet Nahl Suresi, 90. ayet İsra Suresi, 26. ayet 47 2. Ünite Aile Hayatı Zekât ve sadaka gibi yardımlaşma konusunda önceliğin akrabalara verilmesi, sadece Kur’an’da değil, Hz. Peygamber (s.a.v)’in hadislerinde de teşvik edilmiştir. Bu konuda Hz. Muhammed (s.a.v): “Sadakanın en kıymetlisi, içinde düşmanlık hisleri taşıyan fakat bunu açığa çıkaramayan akrabaya verilen sadakadır.”69 buyurmuşlardır. Hiç şüphesiz, yardımlaşma, gönüllerden kırgınlıkları ve düşmanlıkları giderir; bunların yerine, sevgi ve iyilik hislerinin gelişmesine katkı sağlar. Dikkat edilirse bu rivayette, sadakanın kalpleri birbirine yaklaştıracağına vurgu yapılmıştır. Bugün nice insan, daha önce akrabalık ilişkilerini sudan bahanelerle kesmesinden dolayı, aranıp sorulmamaktadır. Her gün böylesi ailelerin dramlarını televizyon ekranlarında seyretmekte ya da gazetelerden okumaktayız. Yine de akrabalarla olan ilişkilerin kopuk olmasından dolayı bazı toplumlarda yaşanan dramlar, bizim toplumumuzda o derece yaşanmamaktadır. Bunda hiç kuşkusuz akrabalarla ilgili dinimizin bize olan öğütlerinin büyük payı vardır. DEĞERLENDİRME ÇALIŞMALARI 1. Kur’an-ı Kerim’e göre ilk aile fertleri kimlerdir? 2. Bir insan için aile neden önemlidir, birkaç tane örnek veriniz? 3. Size göre mutluluğun tanımı nedir? 4. Ailede mutluluğun temellerinden üç tanesini söyleyiniz. 5. Empati ve sadakat kavramlarını açıklayınız? 6. Şiddet nedir? Türlerini açıklayınız. 7. Anne-babaya iyilikle ilgili bir ayet meali söyleyiniz? 8.Ülkemizde kadına karşı şiddete ve trafik kazalarına yol açan nedenlerin başında aşağıdakilerden hangisi gelmez? A. İyi bir eğitim görmek B. Alkol bağımlısı olmak C. Eğitimsizlik D. Çocukluk döneminde şiddet görmek E. Uyuşturucu madde kullanmak 69 Münziri, Et-Terğîb ve’t-Terhîb, II, 37. 48 3. ÜNİTE İSLAM’A GÖRE YAŞAM OLAYLARI Hazırlık Soruları 1. Kur’an-ı Kerim mealinden anne-baba ve çocuklarla ilgili ayetleri bularak İslam’da ebeveyn-evlat 1. Kur’an-ı ilişkisini Kerim’dearaştırınız. aile anlamına gelen kelimeleri araştırınız? 2. 2. Ülkemizde kız ve çocuklara hangi tartışınız? isimler daha çok konmaktadır, Ailede anne veerkek babanın rolleri nedir, araştırınız ve nedenlerini sorgulayınız. 3. Sizce bir aile de olması gereken davranış özellikleri nelerdir? 3. Çevrenizdeki insanların hastalıklara ve tedavi yollarına karşı bakış açılarını 4. Aile büyüklerimize karşı ne gibi görevlerimiz vardır, araştırınız? ve uygulamalarını araştırınız. 4. “Tevekkül ve sabır” kavramlarını doğal afetler ve ölüm olayları bağlamında araştırınız. 49 3. Ünite İslam’a Göre Yaşam Olayları 1. DOĞUM Üreyip çoğalma, bütün canlı varlıklarda evrensel bir yasadır. Evliliğin ve aile kurmanın temel sebeplerinden birisi neslin devamını sağlamaktır. Bu sebeple her insanda, kendisinden sonra soyunu devam ettirecek iyi ahlaklı bir evlat bırakmak arzusu vardır. Genel olarak her insan, Yüce Allah’a, “kusursuz, iyi bir çocuk” vermesi için dua eder.45 Hatta bütün peygamberler ve iyi insanlar, Allah’ın kendilerine iyi bir nesil, temiz bir soy ve soylarından ona kulluk eden milletler vermesi için içtenlikle dua etmişlerdir.46 Bilindiği gibi, insanın tabiatında, çocuk sevgisi doğal bir eğilim olarak vardır. Bundan dolayı Kur’an-ı Kerim’de, bütün Müslümanların dualarında Allah’tan, kendilerine göz nuru olacak çocuk ve eşler vermesi niyazında bulunmaları hatırlatılır: “Onlar, “Ey Rabb’imiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle, diyenlerdir.”47 45 A’raf Suresi, 189 ve 190. ayetler 46 Bakara Suresi, 128. ayet; Âl-i İmran Suresi, 38. ayet 47 Furkan Suresi, 74. ayet 50 Her anne ve baba, dünyaya getirdikleri çocuklarının huzurlu ve mutlu bir hayat yaşamalarını ister. Bu konuda onların üzerine düşen birtakım sorumluluklar vardır. Kur’an-ı Kerim anne ve babaların bu sorumluluklarını açıkça belirtilmekle kalmaz, onlarda farkındalık oluşturmak için onları uyarır: “Ey iman edenler! Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun...”48 Hz. Peygamber (s.a.v) de: “Hepiniz çobansınız/yöneticisiniz ve hepiniz yönetiminizdekilerden sorumlusunuz.”49 buyurmuştur. Görüldüğü gibi bu ayet ve hadiste, çocukların bakımı ve iyi bir insan olarak yetiştirilmeleri anne ve babanın sorumlulukları arasında sayılmaktadır. Düşünelim “Orada Zekeriya Rabbine dua etti: “Rabbim! Bana katından temiz bir nesil (çocuk) bahşet. Şüphesiz sen duayı hakkı ile işitensin” dedi. (Âl-i İmran Suresi, 38.ayet) Bu duada Zekeriya Peygamber (a.s), Rabb’im bana nesil ver demedi de temiz nesil ver, dedi. Acaba neden böyle dua etti? Arkadaşlarınızla tartışınız. Kız veya erkek çocuk, Yüce Allah’ın anne ve babaya bir nimeti ve hediyesidir. Anne babalar -ister kız, isterse erkek evladı olsun- çocuklarının arasında herhangi bir ayrım yapmaksızın, onlara karşı eşit davranmalıdır. İslam öncesi Arap toplumunda kas gücünden dolayı erkek çocuklar yüceltilir, kız çocukları ise aileye maddi bakımdan bir yük olarak görülür, sosyal yönden de bir utanç kaynağı olarak değerlendirilirdi. Bu olumsuz ve ayrımcı bakış açısı Kur’an’da şu şekilde anlatılır: “Onlardan birine kız çocuğu müjdesi verildiği zaman içi gamla dolar ve yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen kötü haber yüzünden halktan gizlenmeye çalışır; onu küçümseme duyguları içinde tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün?...” 50 48 Tahrim Suresi, 6. ayet 49 Müslim “İmare” 20. 50 Nahl Suresi, 58 ve 59. ayetler 51 3. Ünite İslam’a Göre Yaşam Olayları Bu sebeple Kur’an-ı Kerim, kız çocuklarının haklarının korunması bağlamında bu öldürme işlemini beyinsizlik ve sapkınlık olarak 51 nitelendir- miş ve öteki dünyada hesabı sorulacak büyük bir suç saymıştır.52 Hz. Peygamber (s.a.v) hadislerinde kız çocuklarına özel bir önem vermiş, çocuklar arasında adaleti gözetmeyi emretmiştir.53 Kur’an-ı Kerim’de Hz. Yusuf (a.s)’ın babası tarafından çok sevilmesinin kardeşlerinin onu kıskanmalarına ve kötülük etmelerine yol açtığını anlatan ayetlerden anne babalar için dolaylı bir uyarma an- lamı çıkarılabilir.54 Bundan dolayı, her ne olursa olsun, kız ve erkek çocuklar arasında her türlü ayrımcılıktan uzak durulmalıdır. Çünkü çocuklar anne babalarına verilen bir emanettir. Bu sebeple, insanlık ailesinin bir üyesi olarak dünyaya gelen çocuğun doğumu, çeşitli kültürlerde olduğu gibi İslam kültüründe de farklı tören ve uygulamaların yapıldığı önemli bir olay olarak değerlendirilir. Çocuğun başta babası olmak üzere en yakınlarına doğum sevincini tatması için müjdeler verilir. Kur’an-ı Kerim’de anlatıldığına göre, oğlu Yahya (a.s) dünyaya geldiği zaman doğumu Hz. Zekeriya (a.s) peygambere melekler müjdelemiştir.55 Tebrik ve müjdeleme konusunda erken davranmak, anne ve babanın sevincini artırır, insanlar arasındaki sosyal ve manevi bağları güçlendirir. İslam geleneğinde çocuk dünyaya geldiği günden itibaren yapılması gereken ve Hz. Peygamberin sünnetinde yer alan bazı uygulamalar vardır. Bunlar, çocuğun anne ve babası üzerinde bulunan haklarıdır. Bunlardan bazıları şunlardır: Bir Kavram Öğreniyorum Yeni doğan bebeğin henüz anne sütünü tatmadan önce hurma, bal vb. tatlı bir besin ezilerek bununla damağının ovulması işlemine ne denildiğini biliyor musunuz? 51 En’am Suresi, 140. ayet 52 Tekvir Suresi, 8. ve 9. ayetler; İsra Suresi, 31. ayet 53 Buhari “Hibe” 12-13 54 Yusuf Suresi, 5 ve 8. ayetler 55 Bkz. Âl-i İmran Suresi, 39. ayet; Meryem Suresi, 7. ayet 52 Doğan Çocuğun Damağına Tatlı Bir Şey Sürmek Yeni doğan bebeğin henüz anne sütünü tatmadan önce hurma, bal vb. tatlı bir besin ezilerek bununla damağının ovulması işlemine “tahnîk” denilir. Hz. Peygamber’den rivayet edildiğine göre, sahabeden Ebu Musa (r.a) anlatıyor: “Bir oğlan çocuğum dünyaya gelince, onu alıp Peygambere götürdüm. Çocuğun adını İbrahim koydu ve hurma ile onu tahnik yaptı. Bereket dileğinde bulunduktan sonra da çocuğu bana geri verdi.”56 Yani anne sütü emmeden hurma ya da hurma gibi tatlı bir şeyle çocuğun damağını ovmak, İslam’da hoş karşılanan davranışlardandır. Çocuğun Sağ Kulağına Ezan Okumak ve Sol Kulağına Kamet Getirmek Çocuğun manevi gelişimi üzerinde etkili olacak hususlardan birisi de ona isim koymadan önce sağ kulağına ezan okumak ve sol kulağına da kamet getirmektir. Hz. Peygamber (s.a.v), bizzat torunu Hz. Hasan dünyaya geldiği zaman onun sağ kulağına ezan ve sol kulağına da kamet okumuştur.57 Böylece çocuğun kulağına ulaşan ilk sözler, Allah’ın büyüklüğünü ve yüceliğini içeren mesajlar olmuştur. Ezan ve kametin sözleri, İslam’a girmeyi sağlayan tanıklık sözleridir. Nasıl ki dünyaya gelen çocuğa ilk defa İslam’ın bir sembolü ve alameti olan ezan telkin ediliyorsa, aynı şekilde, bu dünyadan ahirete göçerken de bu telkin yapılmaktadır. Dolayısıyla, İslam’ın bir özeti mahiyetinde olan ezanda, tevhid, namaz ve kurtuluş çağrısı vardır. Güzel İsim Koymak Çocuklara güzel isim koymak anne babanın ilk sorumluluklarındandır. Bu sebeple İslami gelenekte çocuk dünyaya gelince ona doğumunun üçüncü veya yedinci günü isim konulması tavsiye edilmiş, özellikle isim seçimi konusunda duyarlılık gösterilmesi istenmiştir. İsimler, insanın mensup olduğu medeniyetin kodları hükmündedir. Bundan dolayı, İslam’a giren kimselerin isimlerini, İslam’ı çağrıştıracak şekilde değiştirildikleri bilinmektedir. İsimler konulurken, manası güzel, herkes tarafından bilinen isimler olmalı, ayrıca telaffuzu kolay ve çabuk öğrenilen isimler seçilmelidir. Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından sahabeden bazılarının isimleri putperestliği çağrıştırdığı, insan tabiatına çirkin düştüğü ve İslam ahlakına uymadığı için değiştirilmiştir. Meselâ, Hz. Peygamber (s.a.v), isyankâr anlamına gelen Asiye adındaki bir kızın ismini Cemile, Berre isimli bir kadının adını da Zeynep olarak değiştirmiştir.58 Çünkü isimlerin her biri önemli bir sembol olup, bireyin toplumsal yönünü gösterir. 56 Buhari “Akika” 1. 57 Ebu Davud “Edeb” 106-107; Tirmizî “Edahi” 16. 58 Buhari “Edeb” 105-107, 109; “Menâkıb” 17; Müslim “Âdab” 14. 53 3. Ünite İslam’a Göre Yaşam Olayları Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Siz kıyamet gününde hem kendi adınızla, hem de babalarınızın adı ile çağrılacaksınız. Bu sebeple kendinize güzel adlar koyunuz.”59 Yani isim verme konusunda dikkat edilecek hususlardan biri de çocuğun yetiştiği toplumda ve kültürel çevrede alay konusu yapılmayacak, onu küçük düşürmeyecek isimler olmasıdır. Çocuk, yetişkinlik çağına adım attığı dönemlerde, isminden utanç duymamalıdır. Çocuğun Saçını Tıraş Ettirmek Çocuğun doğumunun yedinci günü yapılacak işler arasında saçını tıraş ettirmek gelir. Hz. Peygamber (s.a.v) başta çocukları; Fatıma(r.a), Ümmü Gülsüm(r.a) olmak üzere, torunları Hasan ve Hüseyin (r.a) dünyaya gelince, onların saçlarını tıraş ettirerek tartmış ve bunların ağırlığı kadar gümüşü sadaka olarak yoksullara vermiştir. Burada gümüşün belirtilmesi, altından daha ucuz olmasından dolayıdır. Çocuğun saçını tıraş ettirip ağırlığı miktarınca ihtiyacı olanlara vermek yani tasaddukta bulunmak zorunlu olmayıp, imkânı olanlar için yapıldığında Allah’ın hoşnut olacağı yani müstehap türünden bir uygulamadır. Akîka Kurbanı Kesmek Akîka kurbanı, çocuğun doğumunun yedinci, ya da yedinin katları olan on dört ve yirmi birinci günleri kesilen bir kurban türüdür. Akîka kurbanı, kusurları, etinden istifade ve dağıtılması bakımından kurban bayramında kesilen kurban gibidir. Herkes tarafından yenebilir ve yedirilebilir. Hadislerde, Hz. Peygamber ’in (s.a.v), yeni doğan “çocuğu için kurban kesmek isteyen kurban kessin” 60, dediği, torunları Hz. Hasan ve Hüseyin(r.a) için birer veya ikişer koç kestiği belirtilir.61 Bu kurbanlar, çocuğun sağlıklı ve uzun ömürlü olması için bir vesile sayılmakla birlikte, toplumsal barışı sağlamada bir yardımlaşma aracıdır. Ayrıca akîka kurbanının sosyal açıdan, çocuğun nesebini çevreye duyurmak ve İslam’ın cömertlik çağrısına uymak gibi yararları vardır. 59 Ebu Davud “Edeb” 61, 70. 60 Ebu Davud “Edahi” 21; Nesai “Akika” 1. 61 Bkz. Tirmizi “Edahi” 20; Nesai “Akika” 1, 4. 54 Erkek Çocukların Sünnet Ettirilmesi Kur’ân-ı Kerim’de erkeklerin sünnet ettirilmesi ile ilgili açık bir ifade bulunmamakla birlikte, Hz. Peygamberin hadislerinde sünnetin insan fıtratının özelliklerinden birisi olduğu bildirilmektedir.62 Ashâb-ı kiramın ziyafet eşliğinde yapmış oldukları bu uygulamanın peygamber döneminden itibaren İslam toplumlarında icra edildiği görülmektedir. Erkek çocuklar, doğumlarının yedinci gününden itibaren on iki yaşını bitirene dek uygun bir zamanda sünnet ettirilmelidir. Çünkü Hz. Peygamber’in, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i doğumlarının yedinci gününde sünnet ettirdiği rivayet edilir.63 Hz. Peygamberden gelen rivayetler ve bu konudaki sahabe uygulamaları sebebiyle Müslümanlar tarih boyunca, çocuklarının sünnet ettirilmesi işlemine oldukça önem vermişlerdir. Bunu bir mürüvvet olarak gören Müslümanlar, sevinçlerini başkaları ile paylaşma adına çeşitli eğlence ve merasimlerle kutlamak suretiyle vaz geçilmez bir kültür unsuru olarak kabul etmişlerdir. Bir Kavram Öğreniyoruz Hıtân: Erkek üreme organının uç kısmındaki derinin kesilmesi yani sünnet edilmesidir. 62 Buhari “Libas” 63, 64. 63 Beyhakî, Sünenu’l-Kübra, VIII, 324. 55 3. Ünite İslam’a Göre Yaşam Olayları Erkek ve kadını evlilik bağı ile birbirine bağlayan ve onları aile kurumu içinde bir araya getiren İslam, hem erkeğe hem de kadına birtakım sorumluluklar yüklemiştir. Özellikle anneye yüklenen görevlerden birisi, dünyaya getirdiği çocuğunu emzirmektir. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Musa(a.s)’dan söz edilirken şöyle buyrulur: “Biz, daha önce onun, sütanalarının sütünü emmemesini sağladık...”64 Bir başka ayette de emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler, buyrulur.65 Dolayısıyla çocuğun iki yaşına kadar ya öz anne tarafından ya da sütanne tarafından emzirilmesi gerekecektir. Günümüzde anne sütünün çok değerli bir besin maddesi olduğu bilinmektedir. Çünkü bu süt, ilahi kudret tarafından bebeğin midesine uygun bir standartta yaratılmıştır. Bebeğin beslenme ihtiyacını tam olarak karşıladığı gibi, mikroplara karşı da özel bir bağışıklık kazandırır. Böyle bir emzirme, anne ile yavrusu arasındaki şefkat ve merhamet bağlarını da güçlendirir. Öğrenelim-Tartışalım 1.Hz. Peygamber neden sütanneye verildi? 2.Anne sütünün yararları nelerdir? 3.Peygamberimiz ’ın (s.a.v) sütannesi kimdir? Bu soruları arkadaşlarımızla tartışalım. İslam’da çocuğa iyi bir terbiye vermek, çocuğun anne baba üzerindeki hakları arasında sayılmıştır.66 Çocuğun mükemmel bir şekilde yetiştirilmesi için anne babanın bütün imkânlarını kullanmaları gerekir. Çocuğun hem dünya hem de ahiret mutluluğunu hedefleyen böyle bir terbiye, Hz. Peygamber tarafından anne babanın çocuğuna bırakacağı en güzel miras olarak nitelendirilmiştir.67 Buna bağlı olarak anne babaya ait olan neslin korunması görevi, evlilik çağına gelen evladın bir yuva kurmasına yardımcı olunmak suretiyle yerine getirilmiş olur. 64 65 66 67 Kasas Suresi, 12. ayet Bkz. Bakara Suresi, 233. ayet İbn Mace “Edeb” 3. Tirmizî “Birr” 33. 56 2. HASTALIK Yüce Allah yaşadığımız şu dünya hayatında insana, sayısız nimet vermiş, ilahî lütuflarda bulunmuştur. Başta annemiz, babamız, temiz hava, su, tabiat, yiyecekler, iyi arkadaşlar vb. gibi sayamayacağımız kadar nimetlerle ödüllendirilmişizdir. Nitekim bir ayette şöyle buyrulur: “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız...”68 İşte bizlere sunulan çeşitli nimetlerin başında, sağlığımız gelmektedir. Kanuni Sultan Süleyman’ın dediği gibi: Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi. En büyük devlet, sağlıklı bir yaşama sahip olmaktır. Huzurlu, mutlu ve rahat bir hayat geçirmenin en temel yolu, beden ve ruh yönüyle sağlıklı olmaktan geçmektedir. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v): “İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetleri kullanma konusunda aldanmıştır. Bunlar; sıhhat ve boş vakittir”69 ; bir başka rivayette ise: “Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganimet bil: İhtiyarlığından önce gençliğini, hastalanmadan önce sıhhatini, fakirliğinden önce zenginliğini, meşgul zamanlarından önce boş vakitlerini ve ölümünden önce hayatını!” 70 buyur- muşlardır. Bu her iki rivayette de Hz. Peygamber (s.a.v), bize, sağlıklı bir hayat sürdürmemiz için öncelikle sağlığımızı korumamızı, ikinci olarak da hastalandığımız takdirde tedavi olma yolunda çaba sarf etmemiz gerektiğini öğütlemiştir. Düşünelim-Araştıralım Eskilerin deyimiyle “hıfzu’s-sıha/ Koruyucu hekimlik” kavramından ne anlıyorsunuz? Koruyucu hekimliğin” yolları nelerdir? 68 Nahl Suresi, 18. ayet 69 Buhari “Rikak” 1. 70 Buhari “Rikak” 3; Tirmizi “Zühd” 25. 57 3. Ünite İslam’a Göre Yaşam Olayları İslam’ın ilk yıllarında inen bir ayette, Hz. Peygambere (s.a.v) hitap edilerek “temizlen”71 denilmiştir. İslam dini temizliği, insan hayatının temel unsurlarından birisi olarak görmüştür. Hatta bir rivayette Hz. Peygamber (s.a.v) de: “Temizlik imanın yarısıdır.”72 buyurmak suretiyle, temizliğin birey ve toplum hayatındaki önemine işaret etmiştir. Namazın farzlarından birisi hadesten temizlik, diğeri ise, necasetten temizliktir. Bir temizlik türü olan hadesten taharet, kişinin boy abdestini gerektiren bir durum ortaya çıktığı zaman boy abdesti alması, ayrıca, beş vakit namaz, bayram ve Cuma namazları gibi namazlar için abdest alması demektir. Necasetten temizlik ise, bir Müslümanın bedenini, namaz kılacağı yeri ve elbiselerini temiz tutması demektir. Ayrıca, uykudan uyanıldığında, yemekten önce ve sonra elleri yıkamak, ağız ve diş temizliğine önem vermek, kasık ve koltuk altlarını temiz tutmak gibi davranışlar, temizlik kapsamına girer. Hz. Peygamber (s.a.v)’in buyurduğu gibi: “Allah temizdir, temiz olanları sever.”73 Coğrafi muhit ve şartların, canlıların sağlıklı yaşamı üzerinde büyük tesirleri vardır. Beden temizliğinin yanı sıra, evimizin, iş yerlerimizin, sokak ve çarşılarımızın temiz tutulması gerekir. Hava, su ve çevrenin temiz olduğu bir ortamda hayat sürme sağlıklı yaşam açısından son derece önemlidir. Bunlarla birlikte, insan sağlığına etki eden faktörlerin başında dengeli beslenme gelir. Kur’an-ı Kerim’e göre dengeli beslenme ile insan ömrü arasında yakın ilişki vardır. Nitekim bir ayette bu ilişki şöyle anlatılır: “Biz onlara ve babalarına iyi geçimlik verdik. Ömürleri de uzadı...”74 İslam, hastalığa yakalanmamak için koruyucu hekimliğe uygun hareket etmemizi istemiştir. Mesela Kur’an’da: “...Yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz. Allah israf edenleri sevmez.”75 ayetinde geçen “israf etmeyiniz” tabiri, sosyal hayatta savurganlığa bir uyarı anlamına gelirken, dengesiz beslenme alışkanlığına yol açıcı yeme ve içme konusunda da bir uyarı niteliği taşımaktadır. Günümüzde en yaygın şikâyetlerden birisi de fazla kilolardan kaynaklanmaktadır. Hatta bilinçsizce yemek tüketiminden kaynaklanan obezite, çağın hastalığı olarak kabul edilmektedir. Aşırı kilolar, birçok hastalığa yol açabilecek riskler taşımaktadır. 71 72 73 74 75 Müddessir Suresi, 4. ayet Müslim “Taharet” 1. Tirmizi “Edeb” 41. Enbiya Suresi, 44. ayet. A’raf Suresi, 31. ayet 58 İbadetlerimizi doğru ve kurallarına uygun bir şekilde yerine getirmek de beden sağlığı ile ilgilidir. İslam bizden hem sağlığımızı korumayı hem de hastalandığımız zaman tedavi olmayı ister. Sağlıklı yaşam konusunda tedbirli olmanın sünnete uygun bir davranış olduğunu Hz. Peygamber ’in (s.a.v) şu hadislerinden anlıyoruz: “Allah’ın verdiği her derdin ve hastalığın devası, çaresi vardır, tedavi olunuz.”76 Onun için gerektiği zaman doktora gitme bilincine sahip olma sağlığımız açısından kaçınılmaz bir davranış türüdür. Bu konuda bir Müslüman, tedbirli olmalı, takdiri Allah’a bırakmalıdır. Ayrıca, bulaşıcı hastalıklara karşı da önceden önlem almak gerekir. Bu hususta Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Bir yerde veba ve benzeri herhangi bulaşıcı bir hastalık olduğunu işittiğiniz zaman o yere girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde böyle bulaşıcı bir hastalık varsa, oradan da çıkmayınız.”77Bununla ilgili olarak İslam tarihinde yaşanmış şöyle bir olay aktarılır: Bir gün Hz. Ömer arkadaşlarıyla birlikte Şam’a gitmek üzere yola çıkar. Cabiye denilen yere geldiklerinde Şam’da bulaşıcı bir hastalık olan veba hastalığının ölüm saçtığı haberini alırlar. Arkadaşlarından bir grup “Allah’a tevekkül ederek Şam’a girelim, Allah bizi bu bulaşıcı hastalıktan korur. Sonra Allah’ın kaderinden kaçamayız” deyince Hz. Ömer, şiddetle tepki gösterir. Veba salgınının bulunduğu Şam’a girmeden geri döneriz deyince, “Allah’ın kaderinden mi kaçıyoruz ya Ömer?” şeklinde tepki alır. Bunun üzerine Hz. Ömer, “Evet, Allah’ın kaderinden kaçıp, yine Allah’ın bir başka kaderine sığınıyoruz” diye karşılık verir.78 Dinimizde yapılması istenen ve yasaklanan şeyler, insanın yararınadır. İnsan sağlığı ile yakından ilgili olan hususların başında alkollü içecekler ve uyuşturucu madde kullanımı gelir. Ülkemizde kanser gibi hastalıklar, trafik kazaları ve aile facialarının çoğu alkol ve uyuşturucu madde bağımlılığından kaynaklanmaktadır. Bu sebeple alkollü içkiler ve uyuşturucu maddeleri kullanmak yasaklanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de bir ayet şöyledir: “Ey iman edenler! (Aklı örten) içki (ve benzeri şeyler), kumar, dikili taşlar ve fal okları, ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.”79 Çünkü bedenimiz Allah’ın bize bir emanetidir. 76 77 78 79 Buhari “Tıp” 1; Müslim “Selam” 69. Buhari “Tıp” 19. İbn Sa’d, Tabakat, VII, 78. Maide Suresi, 90. ayet 59 3. Ünite İslam’a Göre Yaşam Olayları Öğrenelim-Tartışalım “Güçlü mümin zayıf müminden daha hayırlıdır”. (Müslim “Kader” 34.) Bu hadisten ne anlıyorsunuz? Örneklerle konuyu tartışınız. Maddi sağlığın yanında ruh sağlığı da çok önemlidir. İslam, ruh sağlığını koruyucu tedbirler de getirmiştir. Bunların başında güçlü bir Allah ve ahiret inancı gelir. Ayrıca, her işimizde Allah’a güvenmek, başımıza gelen belalar karşısında sabretmek ve şükretmek gibi ahlaki duygulara sahip olmak, insanı rahatlatıcı etki meydana getirir. Kıskançlık gibi insanın manevi dünyasını yıpratıcı duygulardan uzak durmak ve bunun yerine gıpta ahlakını geliştirmek gerekir. Bir müslüman, kendi mutluluğunu başkalarının mutsuzluğu üzerine bina edemez. Ayrıca yapılan ibadetler, insana ruh dinginliği kazandırır. İç barışı ve huzuru korumak, hayatı güzelleştirmek biraz da insanın kendi elindedir. Hz. Peygamber (s.a.v) bu konuda bize yol gösterir: “Müminin işine şaşarım. Gerçekten onun bütün işleri hayırdır. Bu müminden başka hiç kimsede yoktur. Kendisine varlık isabet ederse şükreder, bu onun için hayır olur. Darlık isabet ederse sabreder, bu da onun için hayır olur.”80 Düşünelim “ İnsanlar “inandık” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler. Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah, doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir.” (Ankebut Suresi, 2. ve 3. ayetler) Yukarıdaki ayetlerde yer alan “imtihan” kelimesinden neler anlıyorsunuz? 80 Müslim “Zühd” 13. 60 3. AFETLER Ünlü İslam bilgini İmam-ı Gazali’nin dediği gibi, “Her kötülüğün arka planında bir iyilik vardır.” Nitekim bu konuda şöyle bir ayet de vardır: “...Olur ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, hâlbuki hakkınızda o bir hayırdır ve olur ki bir şeyi seversiniz, oysaki hakkınızda o bir kötülüktür...”81 Tartışalım “Kötülükler, kılık değiştirmiş iyilikler gibidir.” (İmam-ı Gazali) Bu sözü kendi aranızda tartışınız? Dünya hayatında insan, değişik şekillerde imtihana tabi tutulur. Kur’an’da anlatılan bazı örnekler şunlardır: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.”82 Bu denemeden amaç, iyileri ortaya çıkarmaktır.83 İnsanın başına gelen afetlerin, birey ve toplum için yararları da vardır. Acı ve ıstırapların hepsi kötü olmadığı gibi, bireyin elde ettiği nimetlerin ve karşılaştığı doğal afetlerin hepsi kötü değildir. İnsanları ibret almaya ve düşünmeye davet etmesi bakımından yararlıdır. Mesela, bir doğa olayı olan depremler, yeni enerji ve su kaynaklarının ortaya çıkmasına sebep olurlar. Belalar ve afetler istenmez. Ancak bela ve afetlerle sınanan insan, Yüce Allah’ın mutlak kudret sahibi olduğunu kavrar, ona karşı sorumluluklarının farkına varır, sadece ona sığınır ve ondan yardım ister. Çünkü bu felaketleri ondan başka giderecek bir güç yoktur. İnsanoğlu, birçok tabiat olayı karşısında tedbir almasına rağmen âciz kalabilmektedir. Heyelan veya hortum olayı bunun bir örneğidir. İnsanın istemeden başına gelen belalar, onda hilim ahlakının gelişmesini sağlar. Bilindiği gibi hilim, öfke anında kişinin nefsini kontrol etme becerisidir. Hilm, cehaletin karşıtıdır. Cehalet ise, öfkesine yenik düşen sabırsız kişinin sorumsuz bir niteliğidir. Kur’an’da peygamberlerin ahlakı anlatılırken, hilim sözcüğü kullanılır.84 Onun için afetler karşısında, öfkelenmeden, işin mahiyetini ve sonucunu kavrayarak hareket etmek esas olmalıdır. Kur’an-ı Kerim’de, insanın yaratılış gayesi olarak imtihan edilmesi üzerine sıkça vurgu yapılır. İmtihan kavramının karşılığı olarak daha çok fitne sözcüğü kullanılır. Fitne, sözlükte, bir şeyin 81 82 83 84 Bakara Suresi, 216. ayet Bakara Suresi, 155. ayet Muhammed Suresi, 31. ayet Hud Suresi, 75. ayet; Saffat Suresi, 101. ayet 61 3. Ünite İslam’a Göre Yaşam Olayları özünü, posasından ayırmak için ateşle muameleye tabi tutmak, içindeki yabancı maddeleri ayırabilmek için altını eritmek anlamına gelir. İşte bela ve afetler de, insanın özünü, kötü duygulardan ayırıp çıkardığı, günah ve hatalardan arındırdığı için fitne olarak adlandırılmıştır. Bu kötü duygular arasında, kibir, gurur, enaniyet, kıskançlık, ötekini küçümseme gibi manevi hastalıklar gelir. İnsan kötülüklerle sınandığı zaman, büyüklenmek ve başkasını küçük görmek yerine, mütevazı olmayı, kıskanmak yerine gıpta etmeyi, küçümsemek yerine herkese değer vermenin büyük bir erdem olduğunu kavrar. Tartışalım “...Olur ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, hâlbuki hakkınızda o bir hayırdır ve olur ki bir şeyi seversiniz, oysaki hakkınızda o bir kötülüktür...” (Bakara Suresi, 216.) ayeti ve İmam-ı Gazali’nin “her kötülüğün arka planında bir iyilik vardır.” sözüyle doğal afetler arasında nasıl bir bağlantı kurulabilir? Afetler, sosyolojik açıdan da birey ve toplumlara yarar sağlar. Deprem, tusunami, kuraklık, savaşlar, göçler, bulaşıcı hastalıklar gibi meydana gelen felaketlerle, sadece onlara maruz kalanlar değil, takınacakları tutumların belirlenmesi açısından diğer insanlar da acaba felaketlere uğrayan kimselere karşı yardım elini uzatıyorlar mı, onların acılarını paylaşıyorlar mı sınanmaktadırlar. Felaketlerin toplumsal farkındalık oluşturmada en büyük yararı, toplumları birbirine yaklaştırmasıdır. Buna göre karşılaşılan acı ve felaketler sayesinde insanlar birey ve toplumlarla duygudaşlık içerisine girerek duygularını paylaşırlar. Hatta bu günler, toplumlarda iman ve tarih şuurunu yükseltmekle kalmaz, toplumların medeniyet ve varoluş köklerine dönmelerini temin eder. Bunun neticesi olarak afetler, psikolojik, sosyal ve ekonomik yardımlaşma ve dayanışmanın yolunu açar. İslam, böyle zamanlarda, insanların etnik, mezhepsel, coğrafya, kültür, ülke, din gibi farklılıklarına bakmadan insan olarak değer vermeyi önceler ve afetlere maruz kalan toplumlara karşı acıların paylaşılmasında pay sahibi olmalarını ister. Örneğin, bugün Afrika’da milyonlarca insan kronik açlık, susuzluk çekmekte, insanca barınma imkânlarından yoksun yaşamakta ve bulaşıcı hastalıklarla mücadele vermektedir. Bu sebeple binlerce insan yaşamını yitirmektedir. Bütün bu yaşananlar ekranlar aracılığıyla her gün evimize taşınmaktadır. İşte bu yoksul insanlara uzatılacak bir yardım eli, aynı zamanda istikrar ve huzur arayan dünyaya sosyal barış olarak geri dönecektir. Çünkü yardımlaşma ve paylaşma ahlakının geçerli olduğu bir toplumda sınıfsal çatışma olmaz. 62 Hatırlıyor musun? Yakın zamanda dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen doğal afet ve toplum olarak bu afetle ilgili neler yaptığımıza dair bir örnek hatırlıyor musun? İnsanımız, “Kardeşlik sınır tanımaz” inancı ile kendi ülkemizde olduğu gibi, dünyanın neresinde olursa olsun felakete uğramış olan kimselere yardım elini uzatmaktadır. Milletimizin bu yardımseverliği bize gurur vermektedir. Bu nedenle, uluslararası düzeyde gittikçe ülkemizin sosyal itibarı artmaktadır. Bunda ülkemizin evrensel ölçekte adalet, eşitlik, hakkaniyet, paylaşma, yardımlaşma, yoksullarla dayanışma ve arabuluculuk gibi alanlarda yüksek duyarlılık göstermesinin büyük payı vardır. Meselâ, Pakistan’da, Arakan’da, Somali’de, Haiti’de, Suriye’de yükselen feryada başta devlet ricalimiz olmak üzere, Diyanet İşleri Başkanlığımız, Toki, Kızılay ve sivil toplum kuruluşları duyarsız kalmamış ve en kısa zamanda bu bölgelere şefkat elini uzatmıştır. Türkiye’nin bu insani yardım tavrı, bu milletler tarafından unutulmayacak,bu milletlerle bizi daha çok yakınlaştıracaktır. Çünkü veren el olmak, her zaman iyidir. Bize düşen sorumluluk, doğal afetlerin Allah’tan geldiğini bilmek, bu konuda gerekli tedbirleri alıp başımıza gelenlere karşı sabır ve tevekkül göstermektir. İnsan hayatında kendi özgür iradesi dâhilinde meydana gelen olaylar olduğu gibi –inanç seçimi, günah ve sevap, helal ve haram işleme-, irade ve kudretinin dışında olan olaylar da vardır. Doğmak elimizde olmadığı gibi ölmek de bizim elimizde değildir. Nasıl ki cinsiyetimizi biz tayin edemiyorsak, anne-baba, dil, etnik köken ve akrabalarımızı da biz seçmedik. Yaşadığımız dünyada deprem, sel baskını, savaşlar, toplu göçler gibi olaylar da çoğu zaman bize rağmen meydana gelmektedir. Bu olaylarda doğrudan insanın bir etkisi yoksa da dolaylı olarak korunma tedbirleri almak gibi sorumlulukları vardır. Unutmayalım ki acılar paylaşıldıkça azalır, sevinçler ise, paylaşıldıkça çoğalır. Sorumluluk Bizde Dünyanın herhangi bir yerinde doğal afetlerden biri meydana gelmiş olsun. Ne hissedersin? Ne yaparsın? Neler yapabiliriz? Tartışalım! Proje üretelim! 63 3. Ünite İslam’a Göre Yaşam Olayları 4. ÖLÜM Yorumlayalım İnsanlık tarihi boyunca ölüm gerçeği, bütün insanları meşgul etmiş bir konudur. Bu sebeple ölüm ve ölüm ötesi hayatla başta felsefe, tıp, psikoloji, kelam gibi birçok disiplin ilgilenmiştir. İslam inancına göre ölüm, insan ve canlıların ölçülü ve “Her nefis ölümü tadacaktır...” (Âl-i İmran Suresi, 185. ayet). Ayetinden ne anlıyorsunuz? belli olan hayat müddetlerinin sona ermesi, başka bir ifade ile ruhun bedenden ayrılmasıdır. Ruh bedenden ayrıldıktan sonra, ölüm meydana gelir. Ölümle birlikte, bedendeki organların fonksiyonu son bulur. Dokulardan hayat ve canlılık veren ruh ayrıldığı için vücut bir et yığını haline gelir, canlılık kalmaz. Tıp açısından ölüm ise, bir daha geri dönmemek üzere, beynin fonksiyonlarını yitirmesi olarak tanımlanır. TEMEL AYET “Ölümü ve hayatı yaratan Allah’tır...” (Mülk Suresi, 2. ayet) Bu ayette, neden önce ölüm, sonra da hayat zikredilmiştir, arkadaşlarınızla tartışınız? Hayata anlam katan, hayatı yaşanılır kılan ölüm duygusudur. Ölüm olgusunu içselleştiren bir birey, hayatını disipline eder, amaçlı yaşar. Ölüm insanda sorumluluk duygusunu canlı tutmak suretiyle ahlaki gelişime büyük katkı sağlar. Dolayısıyla ölüm olgusuna; şeb-i arûs, sevgiliye kavuşma, ten kafesinden kurtuluş, emr-i hak, mekân değiştirme, sırlanma, ebedi âleme göç etme gibi anlamlar yükleyen insanoğlu, ölüm korkusunu yenmekle kalmaz, ölüm düşüncesinin insan psikolojisi üzerindeki yıkıcı etkisini de asgari düzeye indirir. Ahiret inancı, yüce hedeflere ulaşmayı arzu eden insana, yaşama sevinci kazandırmakla kalmaz, hayatında karşılaşabileceği tüm olumsuzluklara karşı direnme gücü katar. 64 İslam’da sonsuzluk düşüncesi, iyiliğe ve kalıcı eser bırakmaya yönelik olarak gerçekleşir. Bu konu ile alakalı olarak şu hadis oldukça dikkat çekicidir: “ İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amelleri kesilir. Ancak, devamlı bir sadaka meydana getirenler (sadaka-i câriye), faydalı bir ilim bırakanlar ve kendisine hayır dua edecek salih bir çocuk bırakanlarınki kesilmez.”85 Bu rivayette geçen “sadaka-i câriye” tabiri, vakıf bir eser bırakmak manasına gelir. Yol, köprü, okul, üniversite, cami, çeşme, aşevi, konaklama evi, yetimhane, sağlık ocağı vb. gibi eserler yaptıran ve geride bu eserlerin bütün giderlerini karşılayacak vakıflar kuran kimselerin kıyamet gününe kadar amel defteri kapanmayacak, sürekli olarak onlara sevap yazılacaktır. İşte asıl ölümsüzlük budur. Ölüm, istenecek bir olay değildir. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Sizden hiçbiriniz, başına gelen bir sıkıntıdan ötürü ölümü asla temenni etmesin. Şayet ölümü istercesine olağanüstü bir darlıkta kalırsa, o zaman şöyle desin: Allah’ım! Benim için yaşamak hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat; benim için ölüm hayırlı olduğu vakit de beni öldür.”86 Bir başka rivayette ise: “Sizden hiçbiriniz ölümü temenni etmesin (istemesin). Eğer o kimse iyilikle meşgul bir kimse ise, umulur ki iyiliği ve sevabı artar. Eğer kötü bir kimse ise, belki günahından tevbe eder de azaptan kurtulur”87 buyrulmuştur. 85 Müslim, “Vasiyye” 14; Ebû Davud, “Vesâyâ” 14; Tirmizî, “Ahkâm” 36. 86 Buhari, Daavat” 30; Müslim “Zikir” 4. 87 Buhari “Temenni” 6. 65 3. Ünite İslam’a Göre Yaşam Olayları İnsan ebedi olmadığı gibi, dünya hayatı da ebedi değildir: “Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacaktır. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabb’inin zatı baki kalacaktır.”88 Önemli olan bize verilen ömür sermayesini iyi değerlendirmek ve güzel işler yaparak bu âlemden öteye göçmektir. Aslında ölüm, bir yok oluş değil, farklı bir yapıda yeniden doğuştur. Tıpkı anne karnındaki bebeğin müddeti dolunca doğduğu ve yeni bir hayata erdiği gibi, ölümle de insan yeni bir hayata kavuşur. Ölüm, bir gerçekliktir. Her gün aramızdan ayrılanlar üzerinde de bu durumu gözlemleyebiliyoruz. Eğer ölüm, sırf yokluk, yok olup gitmek olsaydı o zaman yapılacak pek bir şey kalmazdı. İnsanlar, çekinip korktukları bir hayvandan kaçar gibi ölümden de kaçarlardı. Nasıl ki, dünyaya gelmek elimizde değilse, dünyadan ayrılmak da elimizde değildir. Bize burada belli bir yaşama süresi veren Yüce Allah, yine hayatımızı sonlandırmakta ve bizi katına çağırmaktadır. Birisinin öldüğünü duyduğumuz zaman: “...Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aitiz ve şüphesiz ona döneceğiz”89 ayetini okuruz. Çünkü Allah bizi yarattı ve yine dönüş onadır. Ölümün Allah’ın takdiriyle olduğuna inanan bir mümin, bu musibeti, sabır ve metanetle karşılar. Böyle bir kimsenin inanç dünyasında bu hayat, geçicidir. Bütün yatırımlar, öteye ait olmalıdır. Onun için de bir Müslüman üretken olur ve kazandıklarını yoksul ve ihtiyaç sahipleriyle paylaşır ki karşılığı ona kat kat dönsün. Herkes yaptığı iyiliği ve kötülüğü kıyamet gününde hazır bulacaktır.90 Kendilerine ensardan bir sahabe: “Müminlerin en akıllısı hangisidir Ya Resulallah?” diye sorunca: “Ölümü çok anan ve ölümden sonrası için güzel hazırlık yapanlar var ya, işte onlar en akıllı olanlardır” cevabını vermiştir.91 88 89 90 91 Rahman Suresi, 26 ve 27. ayetler Bakara Suresi, 156. ayet Bkz. Âl-i İmran Suresi, 3. ayet İbn Mace “Zühd” 31. 66 Akıllı bir insanın başta gelen özelliklerinden birisi yarınını garanti altına almak için önceden yatırım yapmak ve başına geleceği muhakkak olan hadiseler için önceden tedbir almaktır. Gelmesi kesin olan yarınki günler için şimdiden hazırlık yapan insanın, gelmesi kesin olan ölümden sonraki hayat, için hazırlık yapmaması düşünülebilir mi? Ölüm gelmeden önce ölüme hazırlık nasıl olmalıdır? Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v), Hz. Ömer (r.a)’ın oğlu Abdullah’ın omuzlarına elini koyarak onun şahsında bütün insanlara şu mesajı vermiştir: “Dünyada sanki gurbette imiş gibi ya da yolculukta bulunuyormuş gibi ol. Kendini mezarlıktakilerden say. Sabahladığın zaman kendine akşamdan söz etme, akşamlayınca da sabahtan bahsetme. Hastalanmadan önce sağlığından, ölümünden önce de hayatından faydalan. Çünkü sen yarın isminin ne olacağını bilemezsin ey Abdullah!.”92 Sadi Şirazî’nin çok güzel bir sözü vardır: “Sen dünyaya geldiğinde ağlıyordun, etrafındakiler gülüyorlardı. Öyle bir hayat yaşa ki ölünce sen gül, onlar ağlasın.” Mademki ölüm bir gerçekse ve ondan kurtulmak mümkün değilse, yapılması gereken ölümü en güzel bir şekilde karşılamaktır. Geride kalanlar için ise cenazeyi en güzel şekilde uğurlamaktır. Bunun için ise yapılması gereken uygulamalar şunlardır: 92 Tirmizi “Zühd” 17. 67 3. Ünite İslam’a Göre Yaşam Olayları Bir mümin vefat ettiği zaman, uzak ve yakında bulunan akrabalarına ve yakın dostlarına haber verilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v), Habeş kralı Necaşi vefat ettiği zaman Medine’de ashabına onun ölümünü duyurmuştur.93 Cenaze için sala vermenin anlamı, mü’min kardeşiniz vefat etti, haberiniz olsun ve ona karşı olan son görevlerinizi yerine getirin demektir. Bir müslüman cenaze salasını ya da haberini duyduğu zaman ah vah etmek yerine: “İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn/Biz Allah’tan geldik, şüphesiz tekrar ona döneceğiz” demelidir. Hz. Peygamber (s.a.v) de böyle yapıyordu. Cenazede ilk yapılacak iş, ölen kimsenin yıkanıp, kefenlenmesidir. Cenazeyi en yakınlarının yıkaması daha faziletlidir. Yıkama, normal temizlik yaptırıldıktan sonra, abdest ve boy abdesti aldırmak şeklinde tamamlanır. Bu temizlikten sonra, kefen adı verilen bezlerle cenaze sarılır. Müslümanlar, kardeşlerine karşı son görevlerini yerine getirmek anlamına gelen cenaze namazı için toplanırlar. Peygamberimiz vefat eden birçok sahabenin cenaze namazını cemaatle kıldırmıştır. Hz. Peygamber ’in (s.a.v) cenaze namazını sahabe tek tek kendileri kılmıştır. 93 Buhari “Cenaiz” 4. ayet 68 Cenaze namazından sonra, cenazenin yakınlarından birisi, cemaate hitaben ölen kimsenin kime borcu varsa gelsin borcunu ödeyelim, Allah’ın huzuruna kul hakkıyla gitmesin, şeklinde duyuruda bulunur. Bu da İslam’ın insan hakkına ne kadar büyük değer verdiğini gösterir. Cenaze açılan bir kabre yüzü kıbleye gelecek şekilde defnedilir. Arkasından Kur’an okunur, dua edilir. Bir Kavram Öğreniyorum Taziye, sabır dilemek, başsağlığında bulunmak demektir. Taziye için özel bir söz yoktur. Örfe göre uygun sözler söylenebilir. Mesela, Allah rahmet etsin, size sabır ve sağlık versin, geride kalanlara Allah uzun ömürler versin gibi ifadeler kullanılabilir. Müslümanlar bir yakını vefat eden kimseye taziyede bulunmak için evine veya taziye mekânına gelirler. Ölen kimsenin aile ve yakınlarının doyurulması, komşu ve akrabalarının cenaze evine yemek götürmeleri dinimizde hoş görülen davranışlardandır. Hz. Peygamber (s.a.v), Cafer b. Ebi Talip’in, şehit olduğu haberi geldiğinde, Cafer’in ailesine yemek yapılıp götürülmesini emretmiş94 ve muhtelif rivayetlerde geçtiğine göre taziyede bulunmanın, ölen kimsenin acılarına ortak olmanın sevabının büyük olacağını vurgulamıştır.95 Her hususta ümmetine örneklik ve önderlik yapan Hz. Peygamber (s.a.v), Sa’d b. Muaz’ın vefatında annesine giderek sabır dilemiştir. 96 94 Tirmizi “Cenaiz” 20. 95 Tirmizi “cenaiz” 74. 96 Tirmizi “Cenaiz” 71. 69 3. Ünite İslam’a Göre Yaşam Olayları DEĞERLENDİRME ÇALIŞMALARI 1. Yeni doğan bir çocuğun ağzının tatlı bir şeyle ovulmasına ne ad verilmektedir? 2. “Hıfzu’s-sıha” kavramı ne anlama gelir? Örnekler vererek açıklayınız. 3. Ülkemizde deprem, sel baskını gibi afetlerde hemen halkımızın yanına koşan ve yaraların sarılmasına yardım eden meşhur teşkilatın adı nedir? 4. Çocuğun doğumunun ilk yedi gününde neler yapılmaz? A. Yemek yedirilir. B. Güzel ad konulur. C. Anne sütü verilir. D. Saçları kesil”erek tartılır. E. Kulağına ezan okunur. 5. Aşağıdaki kavramları açıklayınız? Tahnik: Taziye: Hıtân: Şehid: 6. Cenazelerde sala niçin verilir? A. Dua etmek için B. Ölen kimseyi duyurmak için C. Kur’an okumak için D. Hiçbirisi E. Namaza çağrı için 7. “Sadaka-i cariye” kavramının anlamı, bu kavramın vakıf tarihindeki yeri nedir? Bu kavramın ölüm- le bir ilişkisi var mıdır? Yorumlayınız. 70 4. ÜNİTE TOPLUMSAL DEĞERLER Hazırlık Soruları 1. İslam toplumunun temel özellikleri deyince ne anlıyorsunuz? Konuyu kaynaklardan araştırınız. 2. İnsan hem sorumlu hem özgür bir varlıktır. Acaba sorumlulukla özgürlük arasında nasıl bir ilişki vardır? Sınıfta arkadaşlarınızla konuşunuz. 3. İslam sözcüğünün anlamlarını bularak defterinize yazınız. 4. Adalet ve güven arasında bir paralellik var mıdır? Örneklerle açıklayınız. 71 4. Ünite AİLE HAYATIDeğerler Toplumsal İ İ 1. İSLAM TOPLUMUNUN TEMEL ÖZELLIKLERI Her toplumu, diğerinden ayıran farklılıklar ve özellikler vardır. İslam toplumu da İslam dininin getirdiği değerler sistemiyle diğer toplumlardan ayrılır. İslam’ı diğer din ve anlayışlardan ayıran temel fark, hayatın bütününü kuşatıcı bir bakış açısına sahip olmasıdır. Yani, İslam, bireysel ve toplumsal hayatın tüm alanlarında yol gösterici bir özellik taşır. İslam, Allah’ın birliği ilkesini hayatın merkezine yerleştirir. Varlık alanında tevhid dediğimiz bu ilke, her şeyin bir olan Allah’la ilişkili olduğunu ortaya koyar. Bu bağlamda bir tek Allah inancı, kişinin varlığı, başlangıcı, bugünü ve sonrası açısından anlamlandırmasını sağlayan esas unsurdur. İslam toplumunun bir diğer temel özelliği, inanç birliğine sahip olmasıdır. İslam, kardeşlik temelinde sosyal hayatı: “Müminler ancak kardeştirler...”97 manevi temeli üzerine kurmuş ve Müslümanlar arasında gönül bağlarını güçlendirici bir yol izlemiştir. Toplumun farklı sosyal tabakaları, ancak bu iman kardeşliği sayesinde birbirleriyle kaynaşmıştır. Tarihi seyir içerisinde bu kardeşlik hukuku, her türlü ayrımcı tutumu ortadan kaldırmış, aynı manayı paylaşan yeni bir cemiyet inşa etmiştir. İslam böyle bir cemiyette her ferde iyiliği emretme ve kötülükten de sakındırma görevi vermiştir. Düşünelim Sizce birliği, kardeşliği, paylaşmayı, yardımlaşma ve dayanışma idealini benimseyen ve toplum hayatında iyiliklerin hâkim kılınmasını ve kötülüklerin yok edilmesini ana ilke olarak benimseyen bu toplumun varlığını sürdürebilmesi için hangi ilkelere bağlı bir hayat tarzını sürdürmesi gerekir? 97 Hucurat Suresi, 10. ayet 72 1.1 Bireylerin Sorumluluğuna Dayanır İnsan tek başına bu dünyaya gelmiştir ve tek başına bu dünyadan ayrılacaktır. Allah onu, akıl, irade, seçme özgürlüğü, düşüncelerini açıklama gibi değerlerle donatmıştır. Bu sayede insan, iyiyi kötüden, helalı haramdan, günahı sevaptan ayırt edebilecek bir özellikte yaratılmıştır. Tekil olarak her insan, bu özelliği sayesinde kendi yaptığı iyilik ve kötülüklerinden, helaller ve haramlarından, fiillerinin sonuçlarından bizatihi sorumludur. İslam anlayışında her insan, bireysel hayatında bağımsızdır, özgür iradesiyle yapıp-ettikleri sadece kendisini bağlar. Bir kimse, başka birinin yaptıklarından dolayı sorumlu tutulmaz. Bir suçtan, ancak o suçu işleyen kimseler sorumludur. Hiç kimse başkasının işlediği suçu yüklenemez. Suçlar, bireyseldir. İslam’da bireysel sorumluluk anlayışı her alanda hakimdir. Yarın ahiret gününde de: “Kim zerre miktarı iyilik yapmışsa, onun karşılığını görecek, kim de zerre miktarı bir kötülük yapmışsa onun karşılığını görecektir.”98 Hatta öyle ki ahirette ne anne baba çocuğuna ne de çocuk anne ve babasına doğrudan bir yardımda bulunacaktır.99 Herkes kendi yaptıklarından hesaba çekilecek, ceza ya da ödülü elde edecektir. Düşünelim Domino taşlarını bilirsiniz. Acaba domino taşları ve toplum içinde yaşayan bireyler arasında bir benzerlik var mıdır? Toplumdaki her birey .................................................... Toplum .................................................... Trafik kurallarına dikkat ederse .................................................... Kazalar olmaz .................................................... .................................................... .................................................... .................................................... .................................................... .................................................... .................................................... .................................................... .................................................... .................................................... .................................................... .................................................... .................................................... .................................................... .................................................... .................................................... .................................................... .................................................... .................................................... Yukarıdaki tabloya bireysel faaliyetleri ve bunların toplumdaki karşılıklarını yazalım. 98 Zilzal Suresi, 7 ve 8. ayetler 99 Bkz. Lokman Suresi, 33. ayet 73 4. Ünite AİLE HAYATIDeğerler Toplumsal İnsan, toplumsal bir varlıktır. Toplum hayatının düzenli olarak işlemesi için o toplumda yaşayan her fert, bu düzeni sağlamaktan mesuldur. Her varlıklı insan, mahallesindeki yoksulların maddi ihtiyaçlarıyla ilgilense, toplumda yoksulluk kalmaz. Halk arasında yaygın olan “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” zihniyeti doğru değildir. Bir gün o yılan böyle diyen kimseye de dokunabilir. Herkes toplum hayatında üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmelidir. Kur’an’da bu sorumluluk: “ ...İyilik ve Allah’a karşı sorumluluklarınızı yerine getirmede birbirinizle yardımlaşın; günah işlemekte ve düşmanlık yapmakta birbirinizle yardımlaşmayın...”100 şeklinde açıklanmıştır. Bu açıdan bireysel sorumluluk, toplumsal sorumlulukla birlikte bulunursa bir anlam ifade eder. TEMEL HADİS “Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerine şefkat hususunda tek bir beden gibidirler...” (Müslim “Birr” 65). Hadisinden neler anlıyorsunuz? 1.2. Sevgi ve Saygı Temellidir İslam’ın temel esaslarından birini insanı sevmek oluşturur. Yunus Emre’nin dediği gibi “Yaratılanı hoş gör, Yaradan’dan ötürü.” Sevgi, kalbin sevilen varlığa yönelmesi ve ona tüm varlığı ile bağlanması şeklinde tanımlanabilir. Gerçek sevgi, benlikten sıyrılmış, kısıtlayıcı olmak yerine, kucaklayıcı olan, almak yerine vermeyi tercih eden, pasif bir duygu yerine etkinliği önceleyen bir özellik taşır. İslam’ın ilk yıllarında Hz. Muhammed’in (s.a.v), çevresinde toplanan kimselerin çoğu, az sayıda varlıklı insan olmasına rağmen, fakir ve yoksul insanlardı. Kureyş kabilesinin ileri gelenleri, statü ve değerler açısından bu kişileri küçümsüyor, yoksul Müslümanlarla ilgilenmemesi konusunda Hz. Peygamber ’e (s.a.v) birtakım önerilerde bulunuyorlardı. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.v), Mekke toplumunun ileri gelenlerine “Ben bu insanları kovmam!” diyordu. Bu sefer toplumun ileri gelenleri: “O halde biz gelince onları ayrı bir yerde oturt, biz onlarla aynı mekânda, 100 Maide Suresi, 2. ayet 74 aynı şartlarda bir arada bulunamayız.” Teklifinde bulunduklarında vahiy kanalıyla Yüce Allah şöyle buyurmuştu: “Rablerinin hoşnutluğunu dileyerek sabah akşam ona dua edenleri (fakirleri, yoksulları), (fakirlerle bir arada bulunmak istemeyen müşriklerin arzusuna uyarak), yanından kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk, senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yok ki onları kovasın. Eğer kovarsan, zalimlerden olursun.”101 İnsanlar arasında statü ve ekonomik farklılıklarından dolayı, ayrımcılık yapmak, insanlar arasında sevgi ve saygı bağlarını zayıflatır. İslam kardeşliğinin harcı da, sevgi ve saygı gibi değerlerdir. Bu sebeple, en yakın komşudan en uzak sınırlar ötesi komşulara varıncaya kadar, müminler, diğer kardeşlerinin başına gelen doğal afetler ya da savaşlar gibi nedenlerden dolayı onlara yardım elini uzatırlar ve onlarla dayanışma içerisine girerler. Böyle bir tavır, kardeşlik hukukunun bir parçasını oluşturur. Hz. Muhammed (s.a.v), müminin mümine karşı sevgisini iman ile ilişkilendirmiş, iman ve sevgi ilişkisinin ayrılmaz ve kopmaz özelliğine şu şekilde dikkatlerimizi çekmiştir: “Siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (tam) iman etmiş olamazsınız. Size, yaptığınız takdirde, birbirinizi seveceğiniz bir şey göstereyim mi? Aranızda selamı yayınız.”102 İslam, özellikle Müslümanlar arasında sevgi, kardeşlik ve dostluk bağlarının geliştirilmesinei “selam”ın yayılmasına ve yaygınlaştırılmasına bağlamıştır. Selamın yayıldığı bir toplumda mü’minler arasında sevgi eksenli iletişim ve diyalog kapıları daima açık tutulur. Müminler ancak, böyle bir toplum yapısında selamın ortaya çıkardığı sevgi medeniyetini yeniden inşa edebilirler ve varoluş tarihlerine süreklilik kazandırabilirler. Bu hususta Hz. Peygamber ’den (s.a.v) gelen bir başka rivayet şöyledir: “Bir sahabe Hz. Peygamber ’e (s.a.v): “ Ey Allah’ın Resulü! İslam’da hangi amel daha hayırlıdır?” diye sorunca, o, şöyle buyurur: “Yemek yedirmen, tanıdık, tanımadık herkese selam vermendir.”103 İşte bu rivayetten her türlü bencilliğin ve açgözlülüğün paylaşma ahlakıyla; bireyciliğin ise, selamla tedavi edilebileceğini anlıyo101 En’âm Suresi, 52. ayet 102 Müslim “İman” 64. 103 Buharî “İman” 20; Müslim İman” 63; Ebu Davud “Edeb” 131; Nesâî “İman” 12. 75 4. Ünite AİLE HAYATIDeğerler Toplumsal ruz. Yapılan her iki tavsiye gerçek anlamda yerine getirildiği takdirde, sosyal açıdan önemli sonuçlar doğuracaktır. Bunlardan birisi, sınıfsal çatışmalar yerine, karşılıklı güveni, diğeri, enaniyet ahlakı yerine sevgiyi tesis edecektir. Böylece toplum bireyleri arasında güçlü dayanışma bağları artacaktır. Çünkü selam, salt bir söz değil, ötekine; nasılsın demek, onun bir problemini çözmek, yarasına merhem olmak ve onu insan yerine koyma eyleminin adıdır. İşte İslam’ın insana bakışı ve getirdiği değerlerin yüceliği buradadır. Sevgi ve saygı temelli böyle bir bakışın yaşam tarzı haline geldiği bir toplumda, gerçek anlamda bireyler arasında barış, güven ve kardeşlik sağlanabilir. İnsanın dokunulmaz hak ve hürriyetleri vardır. Mahremiyete saygı da bunlardan birisidir. Kişi, grup ya da ailelerin gizli tutulmalarını istedikleri mahremiyet alanlarını ihlal etmek, sevgi ve saygı hukukuna sığmayacak olan bir davranıştır. Kur’an-ı Kerim’de: “...Birbirinizin suçunu araştırmayın...”104 buyrulmak suretiyle, insanların özel hallerini araştırmak yasaklanmıştır. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v), başkalarının gizli yönlerinin araştırılmasını yasaklayarak şöyle buyurmuşlardır: “Müslümanların eksiklerini ayıplarını araştırmayın Zira her kim Müslümanların ayıplarını araştırırsa Allah Teâlâ da onun ayıbını takip eder, nihayet onu evinin içinde de olsa rezil ve rüsvay eder.” 105 İslam, insan hakları arasında yer alan temel haklardan bir diğeri de kişinin dokunulmazlığı ilkesidir. Bu ilkeyi zedeleyen manevi hastalıklar arasında “gıybet” gelir. Toplum düzenini bozan unsurlar arasında yer alan gıybet, bir kimseden, gıyabında hoşlanmadığı şekilde bahsetmektir. Gıybet, söz, yazı, görüntü, karikatür, mizah, taklit, ima, işaret gibi davranışlarla da yapılabilir. Kur’an-ı Kerim’de de “gıybet” kardeşlik bağlarını zedeleyen kötü bir ahlak olarak anılır. Bu sebeple Yüce Allah mü’minleri şöyle uyarır: “...Kimse kimseyi çekiştirmesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Ondan tiksinirsiniz; Allah’tan sakının, şüphesiz Allah tevbeleri daima kabul edendir, acıyandır.”106 Bir Kavram Öğreniyorum Bir defasında Hz. Muhammed (s.a.v)’a: “Gıybet nedir?” diye sorulur. O da “Kardeşini hoşlanmayacağın bir şeyle anmandır.” der. “Peki, söylediklerim onda varsa, buna ne dersin?” diye ilave bir soru daha sorulur. O zaman şu açıklamayı yapar: “Eğer dediklerin onda varsa, tam bir gıybet yapmışsın demektir. Eğer dediklerin yoksa iftira etmiş olursun.” 104 Hucurat Suresi, 12. ayet 105 Tirmizi “Birr” 83. 106 Hucurat Suresi, 12. ayet 76 1.3. Eşitlik ve Kardeşlik Esasına Dayanır İslam, eşitlik ve kardeşlik esasına dayanır. İnsanlar; hayatta ve ölümde, haklarda ve borçlarda, kanun ve Allah huzurunda, dünyada ve ahirette eşittir. İslam, insanların birbirlerine karşı herhangi bir üstünlük unsurunu beraberlerinde getirdikleri hurafesini kesinlikle kabul etmez. İslam’da kardeşlik, “inanç” üzerine bina edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de: “Müminler, ancak kardeştirler...”107 ve “Müslümanlar, kurşunla sağlamlaştırılmış bir yapı gibi birbirlerine bağlıdırlar...”108 buyrulur. Bu bağlamda müşterek manevi değerlere bağlı kardeşlik, biyolojik kardeşlikten daha kuvvetlidir. Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, hangi kavme mensup olursa olsun, hangi dili konuşursa konuşsun, derisinin rengi, cinsiyeti, ekonomik durumu ne olursa olsun, bütün müminler birbirlerinin kardeşidir. Tartışalım “Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip istemedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olmaz.”(Buhari “İman” 6-7). Bu rivayeti, iman-sevgi ilişkisi bağlamında yorumlayalım. İslam, kardeşliğin zedelenmemesi için koruyucu kardeşlik prensibini getirmiştir. Koruyucu kardeşliği bozan nedenlerin başında, müminlerin birbirlerine çirkin lakap takmaları gelir. Kişilere kötü lakap takmak, o kimsenin toplum nezdindeki sosyal itibarını ve onurunu sarsmakla kalmaz, fertler arasındaki sevgi bağlarını da zayıflatır. Kur’an-ı Kerim’de, müminler kötü lakap takmaktan men edilmişlerdir: “..Birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın...”109 107 Hucurat Suresi, 10. ayet 108 Saf Suresi, 4. ayet 109 Hucurat Suresi, 11. ayet 77 4. Ünite AİLE HAYATIDeğerler Toplumsal Kardeşlik hukukumuzu zedeleyecek hastalıklardan bir diğeri de kötü tahmin manasına gelen “sû-i zan”da bulunmaktır. Kur’an’-ı Kerim’de müminler bu kötü davranıştan şiddetle sakındırılmışlardır: “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının, çünkü zannın bir kısmı günahtır...”110 İslami literatürde zan, sanmak, şüphe etmek, ihtimal üzere hüküm vermek, mahiyetini bilmediğimiz bir konuda akıl yürütmek manalarına gelir. Zan, ihtimal üzere bir hüküm olduğundan bir kısmı, hakka ve doğruya hiç isabet etmez. Dolayısıyla mahiyeti bilinmeyen bir şeyin arkasına düşmemek gerekir. İslam bunun yerine, alternatif olarak “hüsn-ü zan”ı ahlaki bir ilke olarak önermiştir: “Hüsn-i zan, ibadetin güzelliğindendir.”111 Düşünelim Herkesin birbiri hakkında kötü düşündüğü bir toplum da mı yaşamak istersiniz yoksa herkesin birbirini sevdiği ve hep iyi niyet beslediği bir toplumda mı yaşamak istersiniz? İslam kardeşliğini zayıflatan erdemsizlikler arasında, Türkçemizde “çekememezlik” dediğimiz “haset” hastalığı da vardır. Haset, başkalarının sahip bulunduğu imkânların elinden çıkmasını ve kendisine geçmesini istemektir. Bu bağlamda Hz. Peygamber (s.a.v), kin ve hasedin kardeşlik hukukunu ihlal edeceğine dikkatlerimizi çekmiştir: “Birbirinizle kinleşmeyin, hasetleşmeyin, birbirinizden yüz çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları kardeş olun...” 112 Eşitlik ve kardeşlik anlayışının temelini üretici sevgi, özveride bulunma ahlakı ve samimiyet duyguları oluşturur. Bütün inananları eşitlik ve kardeşlik kalıbında eriten İslam, gönüllerden sınırları kaldırır ve bize birtakım toplumsal sorumluluklar yükler. Eğer bugün Müslüman toplumlar arasında sıkıntılar yaşanıyorsa, bunların nedenlerinden birisi de kardeşlik hukukunun ciddi anlamda gözetilmemiş olmasıdır. 110 Hucurat Suresi, 12. ayet 111 Ebu Davud “Edeb” 89. 112 Buhari “Edeb” 57. 78 1.4. İnsan Hak ve Özgürlüklerini Esas Alır İnsan onurlu yaratılmış bir varlıktır. Onu, diğer canlılardan ayıran temel vasıflar; konuşma, aklını kullanma, seçme özgürlüğü, yeryüzünün maddi ve manevi imarını üslenme gibi vasıflardır. Hangi coğrafyada doğarsa doğsun, bütün insanlar hür, onurlu ve haklar bakımından eşit doğarlar. İslami bakış açısında bir kimseyi köleleştirmek, ayrımcı muameleye tabi tutmak ve hukuki manada müstakil bir şahsiyet olarak tanımamak ahlak dışıdır. Bundan dolayı İslam, doğuşundan bu yana, her türlü ayrımcılıkla mücadele etmiş, Hak katında insanların eşitliği prensibini getirmiştir. Yüce Allah’ın insana yüklediği sorumlulukların başında adalet ilkesine uygun hareket etmek gelir. Adaletin gerçekleştirilmesi de, insanların eşit haklara sahip oldukları, haklarının güvence altına alındığı ve korunduğu bir düzenin temini ile olur. İşte İslam’da insan haklarının birinci ilkesi, insanların Allah katında eşitliği, ikincisi ise, adalettir. Yorumlayalım Hz. Muhammed (s.a.v), Güney Arabistan’daki Hımyer kralına gönderdiği bir mesajda, Yahudi ve Hristiyan olarak eski dinlerinde kalmak isteyenlere herhangi bir müdahalede bulunulmamasını şart koşmuş; Necran Hristiyanlarına verdiği beyannamede, onların mallarına, canlarına, dinî hayat ve uygulamalarına, ailelerine ve mabetlerine bizzat kendisinin kefil olduğunu bildirmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v)‘in bu uygulamasından kendimize, günümüze nasıl bir ders çıkarabiliriz? Hz. Peygamber (s.a.v), hicretin 10. yılında, vefatından birkaç ay önce gerçekleştirdiği Veda Hacc’ında bütün insanlığa yönelik olarak okuduğu ve tarihe Veda Hutbesi olarak geçen konuşmasında insan hak ve özgürlükleri konusunda çok ileri mesajlar vermiştir. Bu konuşmada Hz. Peygamber (s.a.v), bugün insan hakları kapsamında ele alınan konular üzerinde daha kapsayıcı kurallar ortaya koymuştur. Veda Hutbesi’nin insan haklarını ele alan bölümlerini şu yedi maddede özetlemek mümkündür: 79 4. Ünite Toplumsal AİLE HAYATIDeğerler Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Arap’ın Arap olmayana –Allah saygısı ölçüsünden başka- üstünlüğü yoktur. Canlarınız, mallarınız, namuslarınız mukaddestir. Her türlü tecavüzden korunmuştur. Kimin yanında bir emaneti varsa onu sahibine versin. Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Fakat borcun aslını vermek gerekir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Cahiliye devrinde güdülen kan davaları tamamen kaldırılmıştır. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır. İnsan hak ve özgürlükleri alanında uygulama örneklerini içinde taşıyan bu konuşma, İslam dünyasında insan hakları beyannamesi olarak algılanır. Görüldüğü gibi bu beyannamede, bireyin ailesi, yakınları, içinde yaşadığı toplum ve tüm insanlarla olan ilişkileri konusunda hakları belirleyici bir rehberlik ortaya konmaktadır. Ayrıca, Hz. Peygamber (s.a.v), İslamiyet’ten önce de, güçlülerin zayıfları ezdiği, temel insan haklarının ihlal edildiği ve kabileciliğin esas alındığı Mekke’de bir grup iyi insanla birlikte haksızlığa uğrayanlara yardım etmek amacıyla Hılfu’l-Fudul/Erdemliler Yemini antlaşması da bir insan hak ve özgürlükleri belgesidir. Özetle, İslam, din ve kültürel farklılıkları, bir yaratılış yasası olarak değerlendirir. Sadece, aynı inanca bağlı olan insanların değil, farklı inançlara mensup olan insanların da her türlü hak ve özgürlüklerini teminat altına alan hükümler getirmiştir. Herkesin özgür bir şekilde dinini seçebileceğini bildirmiş, seçilen dinin gereklerinin rahatça yerine getirilmesini de garanti altına alacak ilkeler ve hükümler koymuştur. 80 İ 2. TOPLUMU GÜÇLENDIREN UNSURLAR Toplumun varlığının güçlendirilmesi ve tarihi yürüyüşünü sürdürmesi için olmazsa olmaz ilkeler vardır. Toplumu güçlendiren unsurlar başlığı altında aşağıdaki hususlar üzerinde durulacaktır: 2.1. Yardımlaşma ve Dayanışma Her insanın, yaşadığı toplumuna karşı, birtakım sorumlulukları vardır. Bunların başında, imkânı olanların ihtiyaç sahiplerini maddi ve manevi yönden desteklemeleri gelir. Bu yüzden İslam, insanlar arasında yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik edici bazı ilkeler öngörmüştür. İslam’ın öngördüğü bu ilkeler, İslam toplumlarında sosyal hayatın barışa dayalı olarak sürdürülmesi açısından son derece önemlidir. Kur’an’da ve Hz. Peygamber ’in (s.a.v) hadislerinde bu alanda Müslümanlara yüklenen sorumluluklar hatırlatılır. Kur’an’da geçen bir ayette yardımlaşma konusunda Müslümanların özveride bulunma ahlakları şöyle anlatılır: “...Kendilerinin ihtiyaçları olsa bile, yoksul kardeşlerini tercih edip onların ihtiyaçlarına koşarlar. Kim kendi nefsinin cimriliğinden korunursa kurtuluşa ermiştir.”113 Hz. Peygamber (s.a.v) de hadislerinde sosyal yardımlaşma ve dayanışma üzerinde durmuştur. Onun bu konudaki sözlerinden bazıları şöyledir: “Komşusu aç iken bunu bildiği halde kendisi tok yatan gerçekten iman etmiş olamaz.”114 “Kim kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da o kimsenin ihtiyacını giderir.”115 İslam’da bencilliği ve çıkarcılığı yere seren; karşılıklı sevgi, yardımlaşma, paylaşma ve dayanışma ruh ve ülküsünü teşvik eden anlayışın arka planında böyle bir öğreti vardır. Toplum hayatında varlıklı kesim ile ihtiyaç sahipleri arasında kurulacak sosyal dengeler sayesinde toplumsal barış güçlenir. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.v), zekâtı, zengin ve fakir arasında kurulan barış köprüsüne benzetir: “Zekât, İslam’ın köprüsüdür.”116 İslam, sosyal barışı zedelememek için, toplumun tüm fertlerinin servetten hakkaniyet ölçülerinde yararlanabilmesi esası getirmiştir. Şüphesiz servet dağılımında adalet fikrinin model yapısını oluşturan Kur’an’daki en önemli ayetlerden biri şudur: “... Öyle ki mallar sizden zengin olanlar arasında 113 114 115 116 Haşr Suresi, 9. ayet es-Suyûtî, Abdurrahman b. Ebî Bekr, el-Câmiu’s-Sağîr, II, 228. Tirmizî, “Hudud” 3. Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I, 53. 81 4. Ünite AİLE HAYATIDeğerler Toplumsal dönüp-dolaşan bir meta/devlet(güç) olmasın...”117 Bu sebeple İslam, zenginlerin zekât vermesini dini bir sorumluluk olarak saymıştır. Eğer bir toplumun mevcut kaynaklarının, bütün toplum kesimleri arasında adil ve hakkaniyet esaslarına göre bölüşümü gerçekleştirilemez de bazı toplumsal gruplar refah içinde yaşayabilecek şekilde bir pay sahibi kılınırsa, gelir dağılımındaki adaletsizlikten toplumun diğer kesimleri günlük ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak bir şekilde yoksulluk içinde ve açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm edilir. Böyle bir ortamda yoksulluk, ruhi gelişmenin en büyük düşmanı olur. Fakirlik bazen de bütün toplumu Allah’a karşı sorumluluk bilincinden uzaklaştırarak ruhi gelişmeyi öldürücü bir materyalizmin kollarına iter. Hz. Peygamber (s.a.v) şu uyarıcı sözleriyle kesinlikle bunu kastetmiştir: “Fakirlik insanı küfre yaklaştırayazdı.”118 Buradaki küfür, ahlâki çöküntü anlamınadır. Yaşadığımız dünyada açıkça görmekteyiz ki ekonomik açıdan fakirlik insanları istemese de suça itmektedir. İslam dini yoksulluk problemini çözmek için zekâttan fitreye, sadakadan borç vermeye, vakıftan nafakaya varıncaya kadar, çeşitli alternatif sosyal dayanışma ve yardımlaşma müesseseler ortaya koymuştur. Bu müesseselerin işletilebilmesi için öncellikle Allah’a ve yaratıklara karşı saygılı, ahlaki değerlerle donanmış bir toplumun inşasına ihtiyaç vardır. İslam dini, sosyal adalet temeline dayanan bir öğreti olarak sosyal dayanışmanın örneklerini ortaya koymuştur. İslam, zayıfların ve mazlumların koruyucusudur. Ekonomik açıdan maddî imkanı olmayan fakirleri, yetimleri, dulları, borçluları ve her türlü ihtiyaç sahiplerini koruyucu, destekleyici ve takviye edici temel esaslar getirmiştir. Çünkü Kur’an’a göre, yardımlaşmanın kesildiği bir toplumda büyük fitne ve kargaşalar ortaya çıkar.119 Bu sebeple, varlıklı Müslümanlardan ihtiyaç sahiplerine zorunlu ve gönüllü olarak yardım etmeleri istenmiştir. 117 Haşr Suresi, 7. ayet 118 Münâvî, Şemseddîn Muhammed, Feyzu’l-Kadîr, IV, 542. 119 Bkz. Enfal Suresi, 73. ayet 82 Düşünelim Toplumsal yardımlaşma ve dayanışma ile ilgili sorumlu ve yetkili biri olsaydınız neler yapardınız? 2.2. Barış ve Uzlaşı İslam yeryüzünde barışa dayalı bir toplum yapısını öngörür. Bizzat İslam kelimesinin etimolojik manalarında bile barış, kardeşlik ve hoşgörü vardır. Kur’an, Müslümanlar arasında husumet ve kavgalara sebep olabilecek her türlü söz ve davranışlardan kaçınmamızı istemekle birlikte120, eğer istenmeyen durumlar ortaya çıkarsa diğer müminlere “...Kardeşlerinizin arasını düzeltiniz!..”121 görevini yükler. Ayrıca, başka bir ayette: “Ey iman edenler! Hepiniz toptan barışa giriniz...”122 buyrulmaktadır. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v), müminler arasında meydana gelen küskünlükleri ve dargınlıkları gidermede çözüm olarak selamı adres göstermiştir: “İnsanların Allah katında en değerlisi ve ona en yakın olanı, önce selamı verendir.”123 Çünkü barış ve barışma anlamına gelen selam, Müslümanlar arasında kardeşliğin geliştirilmesinin yegâne anahtarıdır. Yaşadığımız Müslüman coğrafyalarda cereyan eden etnik ve mezhebi çatışmaların önüne ancak bu barışa hayat vermekle geçebiliriz. Selamı askıya almak ve terk etmek, barışa sırt çevirmek manasına gelir. TEMEL HADİS “İnsanların Allah katında en değerlisi ve ona en yakın olanı, önce selamı verendir.” (Ebu Davud “Edeb” 33). Bu rivayette neden bahsediliyor, açıklayınız? 120 121 122 123 Bkz. Maide Suresi, 2. ayet Hucurat Suresi, 10. ayet Bakara Suresi, 208. ayet Ebu Davud “Edeb” 33; Tirmizî “İsti’zân” 6. 83 4. Ünite AİLE HAYATIDeğerler Toplumsal İslam, “iyiliği emretme ve kötülüğü önlemeyi”124 temel amaç edinen bir dindir. Her kim, toplumsal barışı bozmaya çalışır ve toplumun diğer fertleri de bu duruma göz yumarsa bu suçu işleyenler kadar, toplumsal sorumluluklarını yerine getirmeyenler de bu suça ortaktırlar. Şu ayette bu husus çok açık anlatılır: “Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah, azabı çetin olandır.”125 Kur’an-ı Kerim’de anlatıldığına göre Hz. Salih Peygamber ’in (a.s) kavmine gönderilen mucize deveyi, kavmin ileri gelen hukuk tanımaz kötü kişileri öldürdüğü için126, kavmin diğer fertleri bu kötülüğü önleme konusunda görevlerini yapmadıklarından dolayı, onlar da bu zulme ortak kılınmışlardır. Hz. Peygamber (s.a.v), bir hadislerinde, toplumsal barışı bozma girişimlerine karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğinin yöntemini şöyle öğretmiştir: “Sizden kim bir kötülük görürse, onu eliyle düzeltsin, ona gücü yetmezse, diliyle düzeltsin, ona da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu ise, imanın en zayıf noktasıdır.”127 Elbette, kanunen suç sayılan şeylerde işi yargıya ve güvenlik sorumlularına bırakmak gerekir. Burada bize verilen öğüt, kabahatler yasasının dışında kalan konulardadır. Toplumsal barışın bozulmasında en büyük etkenler arasında renk ve dil ayrımcılığı yapmak gelmektedir. Hiçbir insan kendi ırk ve dilini seçerek dünyaya gelmemiştir. Dillerin ve renklerin farklılığı Allah’ın varlığının delillerindendir.128 Dil ve renk farklılığı bir vakıadır ama üstünlük ve düşüklük alameti değildir. İslam’da üstünlük, samimi dindarlıktadır.129 124 125 126 127 128 129 Bkz. Âl-i İmran Suresi, 104 ve 110. ayetler Enfal Suresi, 25. ayet Bkz. Hud Suresi, 65. ayet Müslim “İman” 78. Rum Suresi, 22. ayet Bkz. Hucurat Suresi, 13. ayet 84 İnsanlar, hangi renk ve inançta dünyaya gelirlerse gelsinler, her insanın doğumuyla birlikte getirdiği vazgeçilmez temel haklar vardır. Bunlar: yaşama hakkı130, din özgürlüğü131, mülk edinme hürriyeti132, nesil emniyeti133 ve akıl emniyetidir.134 Bütün bu özgürlüklerin korunduğu ve güvence altına alındığı bir toplumda barış, uzlaşı ve huzur vardır. Bu özgürlüklerin kaldırıldığı ve askıya alındığı toplumlarda kargaşa ve huzursuzluklar vardır. İslam, barış ve uzlaşıyı sağlamada her türlü sınıf ayrımcılığını ortadan kaldırmıştır. Bazen sosyal tabakalar arasındaki derin uçurumlar, sosyal patlama ve bozulmaların habercisi olur. İşte İslam, “Benim karnım tok, başkalarından bana ne!” anlayışını yıkmak için, zenginlere zekât vermeyi farz kılmış, emek sarf edilmeden ulaşılmaya çalışılan her türlü haksız kazanç yollarını kapatmıştır. İslam özel mülkiyete saygı duyar. Onun varlıklı fertten istediği, sermayenin tekelleşmesine yol açacak uygulamalardan kaçınmasıdır.135 Kur’an-ı Kerim, barışı sağlamada, toplumun yoksul, yetim, kadın, ağır borç altında olan zayıf tabakalarını güçlendirmeyi, refahı toplumun tüm kesimlerine yaymayı teşvik etmiştir.136 Barışa çağrı Allah’a çağrıdır. Çünkü onun en güzel isimlerinden birisi, barış anlamına gelen es-Selâm’dır.137 Her mümin bu barışı, aile hayatından tutun da, sosyal, kültürel ve ekonomik hayatın bütün alanlarına, hatta uluslararası ilişkilere varıncaya kadar ahlaki bir yaşam tarzına çevirmelidir. 130 Bkz. Maide Suresi, 42. ayet 131 Bkz. Bakara Suresi, 256. ayet 132 Bkz. Maide Suresi, 38. ayet 133 Bkz. Nur Suresi, 2 ve 10. ayetler 134 Bkz. Maide suresi, 90. ayet 135 Bkz. Haşr Suresi, 7. ayet 136 Bkz. En’âm Suresi, 152. ayet; Nisa Suresi, 10. ayet; Enfal Suresi, 41. ayet; Maun Suresi, 3. ayet 137 Bkz. Haşr Suresi, 23. ayet 85 4. Ünite AİLE HAYATIDeğerler Toplumsal 2.3. Birlik ve Bütünlük İslam, Müslümanları daima, birlik içerisinde bulunmaya ve her türlü ayrılıkçı tavırdan da uzak olmaya çağırır. Bir ayette bu çağrı şöyle ifade edilir: “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de o, kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de o sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” 138 Bu ayette geçen “hablullah” tabirinin iki manası vardır. Bunlardan birisi “birlik olmak”, diğeri ise, Kur’an-ı Kerim’e sımsıkı sarılmaktır. Zira Allah’ın kitabında, geçmiş ümmetlerin fiziki ve manevi varlıklarını kaybetme ve aralarındaki sevgiyi zedeleme sebepleriyle ilgili bilgilerin yanı sıra, Müslümanların varlıklarını sürdürme ve barış içinde yaşamalarının temel ilkeleri vardır. Çünkü Müslümanlar arasında birliği sağlamanın olmazsa olmazı, Allah’ın kurtuluş ipi olan Kur’an-ı Kerim’in getirdiği ilkelere sımsıkı sarılmaktan geçmektedir. Ancak, kalplerin birliği böyle mümkün olur. Şu ayette bu hususa açıkça işaret edilmektedir: “Ve (Allah,) onların kalplerinin arasını birleştirendir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin; fakat Allah, onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü o, azizdir/mutlak galiptir, hakimdir/hikmet sahibidir.”139 Tartışalım İslam, bize, toplumsal hayatta birlik ve beraberlik ruhunu korumak için neleri tavsiye ediyor? Aranızda tartışınız. 138 Âl-i İmran Suresi, 103. ayet 139 Enfal Suresi, 63. ayet 86 Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen bir rivayette: “Allah’ın kudret eli cemaatle beraberdir.” 140 İslami literatürde birlik ruhu içinde olmak anlamına gelen cemaat kavramı; farklılıkları, yetenek ve kabiliyetleri tek bir kalıpta eritmeyi değil, çokluk şuuru içerisinde geliştirmeyi ihtiva eder. Bu bağlamda: “Cemaat rahmet, tefrika ise (ayrılık çıkarmak) azaptır.” 141 Zira birliğin zıddı tefrika olup, iki varlığı birbirinden ayırmak ve parçalamak manasına gelir. Müslümanların sosyal bünyelerini birbirinden ayırmak suretiyle parçalamak, onların gücünü zaafa uğratmaktır. Bu sebeple, her Müslüman, tefrika çıkaracak her türlü davranıştan uzak durmalıdır. Tefrika’nın olduğu yerde, bölünme ve güç kaybı vardır. Bu konuda Yüce Allah kullarını açıkça şöyle uyarır: “Allah’a ve Resulüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin, aksi takdirde zaafa düşer, kuvvet ve devletinizi elden kaçırırsınız...”142 Tefrikanın sonu rahmet değil, azap getirir. İnsanlar arasında fikri ihtilaf bazı sınırlar içinde doğal karşılanırsa da sosyal ayrılıklar toplumsal hayatın yapısını sarsacağı, Müslüman topluluğu parçalara ayırıp onların şevket ve kudretini zaafa uğratacağı için haramdır. Bu sebeple Yüce Allah: “Siz kendilerine apa­çık ayetler, deliller geldikten sonra parçalanıp dağılanlar gibi olmayın...”143 buyurarak, hakkında kesin delil bulunan konuların mevcudiyeti konusunda dinde ihtilaf edilemeyeceği belirtmiştir. 140 141 142 143 Tirmizi “Fiten” 7. Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 145, 278. Enfal Suresi, 46. ayet Âl-i İmran Suresi, 105. ayet 87 4. Ünite AİLE HAYATIDeğerler Toplumsal Ahlaki erdemlerle donanmış bir müminden beklenen olgun davranış; dilini ve elini toplumun birlik ve beraberliğini birleştirmek için kullanmasıdır. Buna ön hazırlık olarak her mümin “... Rabb’imiz, kalbi­mizde iman edenlere karşı kin bırakma...”144 diye dua eder. Bu içten gelen samimi dualarını pratiğe aktararak hep birlikte Allah’ın yeryüzüne uzatılmış olan sağlam kulpu Kur’an’a sarılarak145 toplumun sosyal dokusunu param parça eden nifak hastalığından kurtulabilir. Milli şairimiz Mehmet Âkif ’in dediği gibi: “Girmeden tefrika bir millete düşman giremez, Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.” Müslümanlar arasında mezhep ya da etnik köken farklılığı bir çatışma sebebi olamaz. Çünkü kendini İslam’a nispet eden mezheplere mensup Müslümanlar arasında asgari müşterekler değil, birlikteliği sağlayacak ve her türlü çatışmayı ortadan kaldıracak şekilde azami müşterekler vardır. Bu müşterek noktaları koruma konusunda azami hassasiyetin gösterilmesi insani ve dinî bir zorunluluktur. Müslümanlar arasında bizim farklılığımız usulde değil, yorumdadır. Dinin usulünde, yani iman esaslarında bütün mezhepler görüş birliğine sahiptirler. Farklılıklarımız ayrılıklarımız değil, zenginliklerimiz olarak görülmelidir. Hepimiz bütün renkleriyle bir halının ya da kilimin desenindeki çizgi ve motifler gibiyiz. Bu sebeple ittifak noktalarımızı gündemde tutmalıyız. 144 Haşr Suresi, 10. ayet 145 (Al-i İmran Suresi, 103. ayet) 88 Tefrikaya düşmenin bir diğer sebebi de inananların dini akımların başlarındaki liderleri, hatasız ve masum görmeleridir. Böyle bir inanç beraberinde itikadi bir sapmayı meydana getirir. Çünkü aşırı sevgi gözü kör eder, sevgilinin eksik ve kusurlarını görmez. Aşırı nefret de gözü kör eder. Kişi, sevmediği kimsenin hep olumsuz taraflarını görür. Bunun ikisi de yanlıştır. Ortasını bulmak gerekir. Nasıl ki bedenimize sirayet eden hastalıkların bir tedavi yöntemi varsa, aynı şekilde içtimai hayatımızı sarsacak, gücümüzü zayıflatacak türden olan hastalıkların da bir tedavi yöntemi vardır. Bunun yegâne yolu, Müslümanların birbirlerinin kardeş olduğunun idrakinde olmaları ve birbirlerine karşı hoşgörü erdemini eksik etmemeleridir. 2.4. Adalet ve Güven Adalet, her türlü sapmanın ve haksızlığın karşıtı olup, bir şeyi ait olduğu yere koymak, hakkını vermek, eşit ve denk yapmak anlamlarına gelir. Bu anlamda adalet; insaf, haklılık, ölçülülük, söz ve eylemde doğruluk manalarını kapsayan bir kelimedir. 89 4. Ünite Toplumsal AİLE HAYATIDeğerler Bilindiği gibi adalet, mutlak eşitlik değil; verilen ile hak edilen arasındaki dengeyi ifade eder. Buna dağıtıcı adalet demek mümkündür. Bir işin değeri, emek sarfiyatının çokluğu ile orantılı değildir. Dolayısıyla, yetenekleri ve imkânları bakımından eşit durumda olmayanlara eşit davranılmamalıdır. Çünkü farklı durumdaki kişilere eşit davranmak eşitliğin çiğnenmesidir. Mesela, proje çizen bir mühendisle, emrinde çalışan insanların ücreti eşit olamaz. Yine, bir ordu komutanının yaptığı işle, ağır şartlar altında savaşan kimselerin yaptıkları işler birbirine denk değildir. Dağıtıcı adalet anlayışına göre, herkes yeteneği ve katkısı oranında ücret aldığı gibi, geliri daha çok olandan daha fazla vergi alınmalıdır. Bunun tersi olursa, orada haksızlık ortaya çıkar. Adalet, doğal bir ahlak kanunudur. Allah onu insanın özüne yerleştirmiştir: “Seni yaratan, şekillendiren ve ölçülü yapan (adl) odur.”146 Her akıllı insan, objektif olarak adaletin iyi, zulmün kötü olduğunu anlar. İslam bireysel ve toplumsal hayatın tüm katmanlarında hakkaniyet ölçülerine uygun davranmayı emreder ve her türlü ayrımcılığı da yasaklar.147 Çünkü hakkaniyet, bütünü gözeten ahlaki bir tavırdır. Hakkaniyet, adil olmayan kuralın değil, adil olmayan sonuçların değiştirilmesi amacına hizmet eder. Dinde denkleştirici adalet ise, herkesin eşit işleme tabi tutulmasını öngörür. Özellikle, yargılama148, barış149, şahitlik150 ve alış-verişte151 böyle bir adalet, toplumsal düzenin sigortasıdır. 146 147 148 149 150 151 İnfitar Suresi, 7. ayet Bkz. Nahl Suresi, 90.ayet; Maide Suresi 8.ayet Nisa Suresi, 58. ayet Hucurat Suresi, 9. ayet Talak Suresi, 2 ve 3. ayetler En’âm Suresi, 152. ayet 90 Görüldüğü gibi adaleti gözetmek toplumun çekirdeği olan aile içi ilişkilerden tutun da şirketlerin yönetimine, piyasalardan tutun da devlet yönetimine varıncaya kadar merkezi bir konum, değer ve öneme sahiptir. Adalet ilkesi, insanın fiilleriyle ilişkilidir. Başkalarının varlığıyla bir anlam ifade eder. Toplumda sosyal barış ve güvenin kaynağı, adalet ve hakkaniyet ilkelerine uygun davranmaktır. Onun için toplumsal hayatta herkese insanca yaşama imkânı sağlayan sosyal adalet hizmetleri, eşitlik üzerine değil, denge üzerine kurulmalıdır. Eğer aksi bir tutum olursa, bundan toplumsal düzen ve barış zarar görür. Bu bağlamda hakkaniyet ölçüleri gözetilerek tatbik edilmesi gereken adaletin –ister lokal, isterse küresel düzeyde olsun- gerçekleştirilmesi için mücadele vermek, insan onurunu korumanın doğal bir yoludur. Burada unutulmaması gereken çok önemli bir şart, “güvenilir” oluşun alt yapısını davranış planında “doğruluk” ve “adalet” gibi ahlaki değerlerle doldurmaktır. Çünkü doğruluk ve adalet ortadan kalktığı zaman otomatikman sosyal barış ve güven duygusu yara alır. Onun için, Allah’ın el-Mü’min ismiyle ahlaklanan bir kimse, iç dünyasında barış ve huzuru sağladığı gibi, dış dünyasında da barış ve huzurun sağlanmasına katkı yapar. 91 4. Ünite AİLE HAYATIDeğerler Toplumsal DEĞERLENDİRME ÇALIŞMALARI 1. İslam dininin temel özelliklerini toplumsal değerler açısından açıklayınız. 2. Toplumda bireysel sorumluluğun önemini bir örnekle açıklayınız. 3. İman ile sevgi arasında bir ilişki var mıdır? Bu konuda bildiğiniz bir hadisi arkadaşlarınızla paylaşınız. 4. İnanç özgürlüğü, doğuştan getirilen bir hak mıdır yoksa sonradan kazanılan bir hak mıdır? 5. Aşağıdakilerden hangisi İslam hakları bildirgesinin içeriğini ihtiva eder? A.Veda Hutbesi B. Fransız İnsan Hakları Beyannamesi C. Ankara Kriterleri D. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi E. Çocuk Hakları Sözleşmesi 6. Aşağıdakilerden hangisi gönüllü bir yardımlaşma biçimidir? A. Zekat B. Oruç kefareti C. İnfakta bulunmak D. Yemin Kefareti E. Fitre 7. “Zekat, İslam’ın köprüsüdür” hadis-i şerifinden hangi sonuçlar çıkarılabilir? 8. Selam ile İslam kelimesi arasında mana bakımından farklar ya da birliktelikler var mıdır? Araştırınız. 9. Tevhid ve tefrika kavramlarını açıklayınız? 10. “Adalet, mülkün temelidir” sözünden ne anlıyorsunuz? Açıklayınız. 92 5. ÜNİTE İSLAM, HAYAT VE BİLİM Hazırlık Soruları 1. İslam’da din-dünya ilişkisi nasıldır, araştırınız? 1. İslam’da din-dünya ilişkisi nasıldır? Araştırınız. 2. Ortaçağ İslam dünyasında yetişmiş olan Tıp bilginlerini araştırınız? 2. Ortaçağ İslam dünyasında yetişmiş olan tıp bilginlerini araştırınız. 3. İslam’ın bilime verdiği önemle ilgili iki ayet meali yazınız? 3. İslam’ın bilime verdiği önemle ilgili iki ayet meali yazınız. 4. İslam’da gelişen sanat dalları hakkında bilgi edininiz.? 4. İslam’da gelişen sanat dalları hakkında bilgi edininiz. 93 5. Ünite İslam, Hayat ve Bilim 1. İSLAM’IN HAYATA BAKIŞI İslam, sağlam bir dindarlığı oluşturmanın zemini olarak tek Allah inancına bağlılığı öngörmüştür. Bunun özgün adı “tevhid”dir. İslam’ın, Allah’ın birliğini ve tek oluşunu eksen alan tevhid ilkesi, hayatın bütün alanları ile ilişkilidir. Tevhid inancı, insan hayatının bütününü kuşatıcı bir özellik taşır ve hayatın bütün evrelerinde ortaklığı reddeder. Yüce Yaratıcı, bütün mevcudatın üstünde, aşkın bir varlıktır. Onun yarattığı her varlık da biricik olup kendi başına bir değer ifade eder. Allah katında mümin sayılmak için sadece Allah’ın varlığını kabul etmek yeterli değildir. Onun tek ilah olduğuna da inanmak gerekir. İnancın tarihinde asıl sorun Allah’ın varlığına iman edip etmemekte değil, onun birliğine iman edip etmemekte ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı bütün peygamberlerin toplumlarıyla karşılaştıkları zaman ilk mesajları: “...Ey kavmim! Allah’tan başkasına kulluk etmeyin...” olmuştur.164 İnsanlık tarihine baktığımız zaman her ne kadar yaratıcı bir güç olarak Allah’ın varlığı kabul edilmişse de, onun ilahlığı başka varlıklara, kurumlara ve nesnelere paylaştırılmak suretiyle tevhid ilkesi ihlal edilmiştir. TEMEL AYET “(Ey Muhammed!) De ki: Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’âm Suresi, 162. ayet). 164 A’raf Suresi, 59. ayet; Hud Suresi, 50. ayet; Nahl Suresi, 36. ayet 94 İslam, kıyamete kadar devam edecek olan evrensel bir mesaj olup, hayatın bütününü kuşatıcı özellikler taşır. Hakikatin hiçbir boyutu, İslam’ın ilgi ve kapsam alanının dışında değildir. Bir Müslüman’ın dünyasında din ile ilgisi olmayan hiçbir konu yoktur. Kur’an’da : “(Ey Muhammed!) De ki: Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.”165 buyrulmaktadır. Bu ayetten hareketle söylemek gerekirse; İslam insanın bütün hayatına müdahildir. Örneğin: beslenme, temizlik, çalışmak, kazanmak, üretmek, tüketmek, sağlık, iktisat, eğitim, spor, bireysel ve toplumsal sorunlar, doğal olaylar gibi konuların mutlaka dini açıdan bir açıklaması vardır. Aynı şekilde namaz, oruç, hac, zekât, sadaka gibi ibadetlerin de bedensel ve mali boyutlarının yanında kişinin bedensel ve ruhsal hayatını düzenleyici maddi ve manevi iyileştirici yönleri söz konusudur. İslam, geniş anlamda ibadetleri, sadece belli biçim ve sembollerle sınırlandırmamış, bütün bir dünya hayatının ibadet haline dönüştürülmesini istemiştir. İslam’da din-dünya ayırımı da yoktur. Dünya ilk, ahiret ise son hayattır.166 Dünya ve ahiret kavramları Kur’an’da biri diğerini hatırlatacak şekilde kullanılmaktadır. Geçtiği yerlerde, birisi hatırlatıldığı zaman, diğeri zorunlu olarak ötekini hatırlatacak şekilde kullanılmaktadır: “...Siz dünyanın geçici malını istiyorsunuz. Oysa Allah (sizin için) ahireti istiyor...”167 165 En’âm Suresi, 162. Ayet 166 Duha Suresi, 4. ayet 167 Enfal Suresi, 67. ayet 95 5. Ünite İslam, Hayat ve Bilim Ahlâkî dindarlığın zayıflamasıyla eş zamanlı olarak dünyevî hassasiyetlerin artması ön plana çıkar. Eğer temelinde “bereket” yatan yeni bir iktisat ahlakı geliştirilmezse dünyevileşmeyi dizginlemek zorlaşır. Bireysel hayattan toplumsal hayata, hatta uluslararası ilişkilere varıncaya kadar, onuru korumanın yolu, “dini ahlakı” eksen alan yeni bir iktisat anlayışı ortaya koymaktan geçer. Çünkü “sahip olma” içgüdüsünü olabildiğince besleyen “hırs”, samimi dindarlığı ortadan kaldırdığı gibi, ahiret hayatının kazançlarına yönelik paylaşma ahlakını da yok eder. “İsraf ekonomisiyle” malul bir yaşam biçimi, kanaatsizliği, kanaatsizlik de şükrü ortadan kaldırarak Allah’a rağmenliği kuvvetlendirir. O halde birey ve toplumların hayatında bu krizi çözmenin yolu, sosyal bünyeyi sarsan aşırı hırs, israf, kanaatsizlik gibi her biri dünyevileşmenin belirtileri olan ahlâki değersizliklere karşı, iktisat, kanaat ve tevekkül gibi ahlaki değerlere yeniden hayatiyet kazandırmakdır. Bir Kavram Öğreniyorum Takva, Allah’a karşı sorumluluk bilinci demektir. İslam’da madde-ruh ikilemi de yoktur. İslam’da ne nefsi kontrolsüz bırakmak ne de onu öldürmek vardır. Aksine, insanın ontolojik yapısında var olan fıtrî duyguları bastırmadan onu terbiye ederek ilahi hikmetteki yaratılış gayesine uygun bir hale dönüştürmek söz konusudur. Çünkü insanın üretim ve üreme faaliyetlerinde bulunması nefisle mümkündür. Buna nefsi kötülüklerden arındırma ya da zühd hayatı diyoruz. 96 İslam’da zühd, anlam bakımından mülkiyeti gerektirir. Gerçek zahit, maddi şeyleri elinde bulundurmasına rağmen, onu kalbine sokmayandır. İslam’da dünya kurma anlamındaki dünyevilik, Allah’ın şükrünü istediği bir nimettir. İslam, itikattan ibadete, din-dünya ilişkilerine varıncaya kadar hayatın tüm alanlarında ölçülü olmayı getirmiştir. Bu alanda, ehl-i kitabın dindeki aşırılıkları Kur’an-ı Kerim’de kınanmıştır.168 Bizden, Allah’ın verdikleri şeyler içinde ahiret yurdunu gözetmek, dünyadaki payımızı da unutmamak istenmiştir.169 Bu sebeple, Müslüman bir kimse, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de ahiret için çalışır. Çünkü, dünya, ahiretin üretim yeridir. Burada iyi ve kötü, günah ve sevap cinsinden ne üretilirse ahirette o karşımıza çıkarılacaktır. 2. İSLAM’DA BILIM VE TEKNOLOJI İslam’da bilgiye verilen önem, miladi 610 yılında Mekke’de bulunan Hira mağarasında Hz. Muhammed (s.a.v)’e indirilen Alak Suresi’nin ilk beş ayetinde açıkça görülmektedir: “Yaratan rabbinin adıyla oku. O, insanı alaktan yarattı. Oku! Senin rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.”170 Bu ayetlerde “okuma” ve bir yazı aracı olan “kalem” üzerinde durulması anlamlıdır. Eğer okuma, bir düşünce faaliyeti ise, kalem de onu yazıya geçirme aletidir. İslam, ilk defa, “kara cahilliğe savaş açan” bir dindir. TEMEL AYET “Yaratan rabbinin adıyla oku. O, insanı alaktan yarattı. Oku! Senin rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.” (Alak Suresi, 1-5.ayetler). 168 Bkz. Hadid Suresi, 27. ayet 169 Bkz. Kasas Suresi, 76ve 77. ayetler 170 Alak Suresi, 1-5.ayetler 97 5. Ünite İslam, Hayat ve Bilim 2. 1. İslam’ın Bilime Verdiği Değer İslam geleneğinde bilgi, bir şeyi tüm gerçekliği ile kavramaktır. Allah insanı, bilme ve öğrenme potansiyeli ile yaratmıştır. Bir ayette: “Âdem’e eşyanın isimlerini öğrettik...”171 buyrulur. Allah’ın Hz. Âdem ve onun şahsında bütün insanlığa isimleri öğretmesi, kendisine konuşma ve eşyayı adlandırma yeteneği vermesi anlamına gelir. Bilgi, teorik ve pratik olmak üzere iki kısma ayrılır. Teorik bilgi, yaşadığımız dünyada; insan, hayvan, bitki, ay, güneş, yer, gök gibi varlıkların bilinmesi; pratik bilgi ise, uygulamaya yönelik bilgi türüdür. Bu da akıl ve işitmeye dayalı bilgi üretimi şeklinde meydana gelir. İslam’ın iki kaynağı olan Kur’an ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in hadislerinde bilgiye büyük bir değer verildiği görülür. Bilgi ve bilme eylemini yüklenenlerle ilgili Kur’an’dan bazı ayetler şöyledir: “... Kulları içinde Allah’a en çok saygı duyan, bilginlerdir...”172 “...Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?..”173 Hz. Peygamber (s.a.v): “...Rabbim! İlmimi artır”174 demekle emrolunmuştur. Bu bağlamda bilginin önemini vurgulayan hadisler de çoktur. Bir rivayette Hz. Peygamber (s.a.v): “Bir toplumda hiçbir bilgin kalmayınca, insanlar bilgisiz kimseleri yöneticileri olarak seçerler. Bunlara bir şey sorulduğunda, bilgi sahibi olmadıkları halde cevap verirler. Böylece hem kendileri sapıtırlar hem de insanları saptırırlar”175 buyrulur. 171 172 173 174 175 Bakara Suresi, 31. ayet Fatır Suresi, 28. ayet Zümer Suresi, 9. ayet Taha Suresi, 114. ayet Buhari “İlim” 71, 72. 98 Hz. Peygamber (s.a.v) davete başladığında bugünkü gibi öğretim kurumları oluşturulamamış, sahabenin öğretim faaliyeti için bazı evler mekân olarak seçilmişti. Mekke döneminin ilk yıllarında sahabeden Erkam’ın evi olan Dâru’l-Erkam’ı bir eğitim ve öğretim merkezi olarak seçmesi buna örnektir. Burada Kur’an ayetleri okunuyor, yazılıyor, dinî bilgiler öğreniliyor ve bu bilgilerin uygulaması yapılıyordu. İslam’ı öğrenmek isteyenler buraya geliyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.v), hicretten iki yıl önce Mekke’ye gelip Akabe mevkiinde Müslüman olan Medinelilerin eğitimi ile ilgilenmiş; onların isteği üzerine Kur’an’ı ve İslam’ın prensiplerini öğretmek için Medine’ye Mus’ab b. Umeyr’i öğretmen olarak göndermiştir. TEMEL HADİS Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bir toplumda hiçbir bilgin kalmayınca, insanlar bilgisiz kimseleri yöneticileri olarak seçerler. Bunlara bir şey sorulduğunda, bilgi sahibi olmadıkları halde cevap verirler. Böylece hem kendileri sapıtırlar hem de insanları saptırırlar” (Buhari “İlim” 72). Hz. Peygamber (s.a.v), Medine’ye hicret ettiği zaman, orada bir eğitim modeli inşa etmiştir. Medine’de Mescid-i Nebevi’nin önündeki kapalı alanda bizzat kendisi “Suffe” denilen ve öğrencileri de “Ashab-ı Suffa” olarak bilinen bir eğitim kurumu açmıştır. Burası, İslami ilimlerin öğretildiği ilk örgün eğitim kurumudur. Hatta Hz. Peygamber (s.a.v), sahabeden Ubade b. Samit’i, okuma-yazma ve Kur’an öğretmeni olarak Suffe okulunda görevlendirmiştir. Bedir zaferinde esir alınan bazı okur-yazar Mekkelilere, on müslümana okuma-yazma öğretmeleri karşılığında özgürlüklerine kavuşturulacaklarını bildirmiş176 olması, Hz. Peygamber (s.a.v)’in, Müslümanların eğitimine verdiği önemi göstermesi bakımından dikkat çekicidir. 176 Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 247. 99 5. Ünite İslam, Hayat ve Bilim İslam’da sadece örgün eğitim kurumları yoktu. Aynı zamanda yaygın eğitim kurumları da vardı. Mescid-i Nebevi’den başka camiler de bu kurumlar idi. Peygamberimiz zamanında Medine’de içinde eğitim-öğretim faaliyetlerinin yapıldığı en az dokuz cami vardı. Buralarda da din ve dünya ile ilgili ilimler değişik bilginler tarafından okutulurdu. Bu eğitim faaliyetleri sonucunda, Müslüman toplumlarda yetişen ilk öğrencilerden kendi alanlarında uzmanlaşan bilginler de ortaya çıkmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v), eğitimi, sadece din eğitimi ile sınırlandırmamıştır. Ashabını, pek çok konuda bilgi sahibi olmaları için teşvik etmiştir. Sahabeden Zeyd b. Sabit’e yabancı dil öğrenmeyi bizzat Hz. Peygamber (s.a.v) önermiştir. Ayrıca, Müslümanları ziraat, tıp, astronomi gibi alanlarında bilgilenmeleri için de yönlendirmiştir. Hz. Peygamber döneminde temelleri atılan ilk İslam eğitim kurumu olan “Suffe”, İslam tarihinde, ilk örgün eğitim kurumları olan medreselerin inşasında model oluşturmuştur. Özellikle Emeviler ve Abbasiler döneminde eğitim kurumları çeşitlendirilmiş, eğitim müfredatları daha çok geliştirilmiştir. İslam’ın görkemli şehirleri arasında yer alan Basra, Bağdat, Kufe, Şam, Kudüs, İskenderiye, Kahire, Tunus, Kurtuba, Gırnata, İşbiliye’de açılan medreseler ünlüdür. Eğitim-öğretim faaliyetleri, bazı ilim adamlarının evleri, kitapçılar ve kütüphanelerde de sürdürülmüştür. İslam eğitim tarihinde ilk düzenli eğitim ve araştırma kurumu Abbasi Halifesi Me’mun’un Bağdat’ta açtığı Beytü’l-Hikme’dir. Burası bir üniversite olup Müslümanların yanı sıra Hristiyanlar, Yahudiler, Süryaniler ve Sabiler de burada çalışmaktaydı. 100 Düşünelim Sahabeden Zeyd b. Sabit’e yabancı dil öğrenmeyi bizzat Hz. Peygamber (s.a.v) tavsiye etmiştir.Nedenlerini düşününüz. Büyük Selçuklu hükümdarı Alparslan (ö. 467/1072) zamanında vezir Nizamülmülk’ün (ö. 485/1092) girişimleri ile ilki Bağdat’ta olmak üzere, kısa zamanda Nişabur, Tus, Belh, İsfehan, Rey, Herat, Basra, Merv, Musul, Amul ve Cizre şehirlerinde Beytü’l-Hikme’nin şubeleri açılmıştır. Bu eğitim kurumlarında tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi dinî ilimlerle birlikte tıp, astronomi, matematik, felsefe, coğrafya ve tarih gibi ilimler de okutuluyordu. Vakfedilen mülklerin gelirleriyle ayakta duran bu büyük medreseler, bu yapıları ile günümüzde mevcut olan vakıf üniversitelerinin de ilk modellerini oluşturmuşlardır. İlk medreselerin Türklerin hâkimiyeti altında bulunan şehirlerde açılmış olması, Müslüman Türklerin eğitim-öğretim faaliyetlerine büyük önem verdiklerini göstermektedir. Tarihsel süreçte Anadolu Selçukluları, Beylikler ve Osmanlı devleti zamanında medrese sistemi hem güçlenmiş hem de programlarını daha zengin hale getirmiştir. Medreselerdeki çeşitliliğe, ihtisas medreseleri de eklenmiştir. Daru’ş-Şifa, daru’t-tıp, daru’l-hadis, daru’l-kurra denilen medreseler bunlara örnek olarak verilebilir. Ayrıca birçok medreseye bağlı olarak kurulan kütüphane, rasathane ve hastaneler de meşhurdur. Dinî ve pozitif ilimlerde öncü olan birçok bilgin bu medreselerde yetişmiştir. Bunlar arasında Ebu İshak Şirazi, Cüveyni, Gazali, Ebu Hanife, Kazvini, Firuzabadi, Matüridi, Muin en-Nesefi, Ali Kuşcu, Molla Cami, Davud-ı Kayseri, Molla Fenari, Cürcani, Taftazani ve daha niceleri vardır. 101 5. Ünite İslam, Hayat ve Bilim 2.2. Bilimin Müslüman Öncüleri ve Bilime Katkıları İslam’ın ilk 5-6 asrı içerisinde pozitif bilimlerle uğraşmış çok sayıda bilim adamı yetişmiş ve çok fazla bilimsel çalışma yapılmıştır. Cabir b. Hayyan (ö. 200/815) Hicri II. yüzyılda Emevi ve Abbasiler döneminde yaşamıştır. Tus şehrinde doğmuş, ömrünün büyük bir kesimini Kufe’de geçirmiştir. Kimya, tıp, astronomi, matematik, mekanik ve felsefe alanlarında önemli ilmi çalışmalar yapmıştır. Teorik kimyadan daha çok deneysel kimya üzerinde çalışmalar yapması, modern Avrupa’yı etkilemiştir. Cabir, maddeleri sadece oluşum yönleriyle incelememiş maddenin dönüşümüne de ilgi duymuş ve çalışmalarını bu yönde yoğunlaştırmıştır. Cabir b. Hayyan, evrenin matematiksel bir düzen olduğunu savunur. Dil ile fizik arasında paralellikler kurar. Ayrıca, bilim, felsefe ve dil alanında birçok konuda araştırmalar yapmıştır. Bu alanda yazdığı risalelerin sayısı çok fazladır. Bu eserlerin bir kısmı simya ile ilgili, diğerleri ise deneysel kimya ile ilgilidir. Batı’da “Geber” ismiyle bilinir. Onun Batı dillerine tercüme edilen eserlerinin Batı’da gelişen deneysel kimya alanında büyük etkisi olduğu bilinmektedir. Harizmi (ö. 232/847) Harizmi, Bağdat’ta yaşamış ve Beytü’l-Hikme’de çalışmıştır. Matematik, astronomi ve coğrafya alanında yazdığı eserler günümüze kadar gelmiştir. Halife Me’mun’un isteği üzere yazdığı “Kitabu’l-Muhtasar fi hisabi’l-cebr ve’l-mukabele” adlı eseri ona “cebir ilminin kuruculuğu” unvanını kazandırmıştır. Bu eser üzerine çok sayıda şerh yazılmıştır. 1145’te ilk defa Latince’ye çevrilen bu eser, 17. yüzyıla kadar Batı üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Latince kaynaklarda ismi Alkarismi, Algoritmi, Algorismi şeklinde geçen Harizmi’nin Güneş, Ay ve yıldızların yükseklikleri ve bunlara dayalı olarak zamanı ölçmede kullanılan “Usturlab” ile ilgili de üç eseri bulunmaktadır. 102 Kindi (ö. 252/866) Yakup el-Kindi, babasının görevi nedeniyle hayatının belli bir bölümünü Kufe ve Basra’da geçirmiş, dil ve edebiyat eğitimini Basra’da yaptıktan sonra Bağdat’a geçerek hayatının kalan kısmını orada sürdürmüştür. Mu’tezile’nin akılcılığından etkilenen Kindi, Halife Me’mun’un sarayında dinî ve ilmi sohbetlere katılmış, Beytü’l-Hikme’nin ilmi kadrosunda yer almıştır. Kindi; felsefe, tıp, matematik, astronomi, optik, meteoroloji, kimya, musiki gibi alanlarda çok sayıda eser yazmıştır. Kindi’nin bilgi anlayışında bilginin ve hakikatin geldiği kaynaktan ziyade, bilginin kendisi önemlidir. Risale fi’l-akıl adlı eseri meşhurdur. Ayrıca Risaleleri bize kadar gelmiştir. Kindi’nin görüşleri Batılılar üzerinde tesirli olmuş, bu sebeple eserleri, Latince, İbranice, İngilizce, Almanca ve Fransızca’ya çevrilmiştir. Cahız ( ö. 255/869) Mu’tezile kelam ekolünün önemli bir Bilgi Notu temsilcisi olan Cahız, İslami ilimlerin yanında felsefe, sosyoloji ve bilim ile de meşgul olmuştur. Ona en büyük şöhreti, zooloji alanında bir eser olan “Kitabu’l-Hayevan” kazandırmıştır. Bundan başka Cahız’ın dil, edebiyat, sözlük, felsefe, kozmoloji, astroloji, sihir ve müzikle ilgili eserleri de vardır. “Kita- Hayvan bilimi alanında yazılmış en değerli eser Cahız’a aittir. Adı Kitabu’lHayevan’dır. bu’l-buldan”, onun coğrafya ile ilgili eseridir. Muhammed b. Zekeriyya er-Razi (ö. 313/925) Rey şehrinde dünyaya gelmiştir. Kimya ve tıp ile yakından ilgilenmiştir. Rey’den Bağdat’a gelerek burada büyük hastanenin başhekimliğini yapmıştır. Yaklaşık 200 eseri vardır. Onun en önemli yönü, teorik tıpla deneysel tıbbı birleştirmesidir. İnsan bedeninin bağışıklık sisteminin mikroba alıştırılması esasına dayalı aşı yöntemi üzerinde çalışmıştır. En meşhur eseri klinik tecrübelerinin bir dökümü olan “el-Havi fi’t-tıp”’tır. Bu eserinden başka en çok bilinen eserleri arasında hastalıkların taksimi hakkındaki “Kitabu taksimi’l-ilel” ile çiçek ve kızamık hastalıkları hakkındaki “kitabu’l-cederi ve’l-hasbe” yer alır. Razi’nin geliştirdiği tedavi yöntemleri başta İslam dünyası olmak üzere, Batı’da yüzyıllarca insanlığa şifa kaynağı olmuştur. 103 5. Ünite İslam, Hayat ve Bilim Farabi (ö. 339/950). Kazakistan sınırları içinde bulunan Farab şehrine yakın Vesiç’de dünyaya gelir. İyi bir eğitim aldıktan sonra, bir süre kadılık yapar. Memuriyeti bırakarak tekrar ilmi hayata dönen Farabi, Bağdat’a gelir ve oraya yerleşir. 941 yılında Halep ve Şam’a gider, kısa bir süre Mısır’da bulunur ve Şam’da vefat eder. Her ne kadar Farabi felsefe alanında yapmış olduğu çalışmalarla bilinse de pozitif ilimler alanında da hatırı sayılır çalışmalar yapmıştır. Onun “İhsau’l-Ulum” adını taşıyan ilimler tasnifi ile ilgili kitabı meşhurdur. Mantık, Farabi’nin en çok ilgilendiği alandır. Aristo’nun mantık çalışmalarını inceler ve onlara şerh, haşiye ve talik türü eserler yazar. Latin Ortaçağı’nda Alfarabius ve Abunaser olarak bilinen Farabi’nın yüz on kadar eseri çeşitli dünya dillerine çevrilir. Yapılan araştırmalar, St. Thomas’ın felsefesinin Farabi’nin felsefesinin bir tekrarı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Onun felsefe ve bilim anlayışı, öğrencisi Yahya b. Adi yoluyla intikal etmiş; İbn Sina, İbn Meymun, Muhyiddin İbnu’l-Arabi ve Spinoza kendi düşünce sistemlerini oluştururken Farabi’den yararlanmışlardır. “El-Medinetü’l-Fazıla” adlı eseri, onun düşüncelerinin bir özeti gibidir. İbn Sina ( 428/1037) Ebu Ali İbn Sina, Buhara yakınlarında bulunan Eşfene köyünde doğar, hayatını İran coğrafyası içerisinde geçirir. Önce dinî ilimler alanında sonra da pozitif ilimler alanında eğitim alır. Mantık, matematik ve astronomi alanında birçok eseri inceler. Tıp ilmine ayrı bir ilgisi olan İbn Sina, 16 yaşında doktorluğa başlar. 18 yaşında Samani Hükümdarı Nuh b. Mustafa’yı tedavi eder ve sarayın doktoru unvanını alır. Tıp doktoru olan İbn Sina, asıl başarısını felsefe alanında göstermiştir. Bu alanda iki yüz elliyi aşan eseri vardır. el-Kanun fi’t-Tıp adlı eseri meşhurdur. Bu eserin Latincesi 1544 yılında, Arapçası ise, 1593 yılında Roma’da basılır. Doğu ve Batı dillerine tercüme edilen bu eser, uzun yıllar İslam ve Batı dünyasında okutulur. 104 İbnu’l-Heysem (ö. 432/1040) İbnu’l-Heysem Basra’da doğar. Eğitimini Bağdat, Şam ve Kahire gibi büyük şehirlerde tamamlar. Matematik, mantık, astronomi, fizik, tıp ve felsefe alanlarında uzmanlaşır. Kahire’de vefat eder. Bu alanda geliştirmiş olduğu aletlerle deneyler yaparak, ışık, ışığın kırılması, gölge ve yansıma gibi optikle ilgili temel konularda görüşler ortaya koymuştur. Batı’da Alhazen, Alhacen, Avenetan ve Avennathan olarak bilinir. İbnu’l-Heysem’in en meşhur eseri optik ve tıp alanında yazmış olduğu yedi ciltlik Kitabu’l-Menazir’dir. Bu eserde, gözün anatomisi ve fizyolojisi üzerinde durulur. Bu eserin ilk Latince çevirisi XII. asırda yapılmış ve bu eser Kepler, Bacon, Newton ve Descartes üzerinde etkili olmuştur. Biruni (ö. 453/1061) Harizm’in merkezi olan Kas şehrinde dünyaya gelen Biruni, soy olarak Türk’tür. İlk eğitimini aldıktan sonra, kendi kendisini yetiştirmiştir. 17 yaşında iken gözlem ve deneyler yapmaya başlamış, özellikle coğrafya alanında kendisinden söz ettirmiştir. Sanskritçe de öğrenen Biruni, bu dilden Arapçaya birçok çeviri yapmıştır. Onun “Kitabu’s-Saydala fi’t-Tıp” adlı eseri eczacılık ve tıp alanında ünlüdür. Biruni fizik, kimya, botanik, eczacılık, tıp, matematik, geometri, coğrafya, astronomi, mineraloji, dinler tarihi, filoloji, etnoloji gibi otuza yakın ilim dalında çalışma yapmış ve eserler vermiştir. Özellikle astronomi, jeoloji, kimya, botanik ve coğrafya alanında gözlem ve deneyi öne çıkarmıştır. Astronomi alanında gezegenler ve bunların hareketleriyle ilgili yaptığı çalışmalar kendisinden sonra gelenlere çığır açıcı olmuştur. 105 5. Ünite İslam, Hayat ve Bilim İbn Rüşd (595/1198) İbn Rüşd, Batı ve İslam dünyasında en çok bilinen ilim adamlarından birisidir. Kurtuba’da doğan İbn Rüşd, iyi bir eğitim-öğretim hayatı geçirir. Büyük filozof İbn Bacce’den ders alır ve İbn Tufeyl ile tanışır. İşbiliye’de kadı, Kurtuba’da başkadı olur. Bu sırada Aristo’nun eserlerini yorumlar. Merakeş’te ölen İbn Rüşd’ün cenazesi, Kurtuba’ya getirilerek defnedilir. Tıp alanında 23 eser yazan İbn Rüşd’ün bu alanda en meşhur eseri “el-Külliyat fi’t-Tıp’”tır. Astronomi alanında da başarılı çalışmalar yapmıştır. Batı’da “Averroes” olarak bilinir. İbn Rüşd’ün felsefe ve kelam alanında yazmış olduğu el-Menahicu’l-Edille ve Faysalu’t-Tefrika adlı eserleri meşhurdur. Ayrıca onun Gazali eleştirisi olan felsefe alanındaki Tehafütü’t-Tehafüt adlı eseri de vardır. 3. İslam’da Sanat Arapça’da sun’ kökünden gelen sanat, insanların zekâ ve tecrübe ile kazandıkları bilgi ve maharet sayesinde yaptıkları işlere denir. Allah’ın isimlerinden birisi de es-Sani’dir. Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ın sanatı” ifadesi şöyle anlatılır: “Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Hâlbuki onlar, bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah’ın yaratmasıdır/sanatıdır...”177 Sanatın özünde güzellik vardır. Yüce Allah bu güzelliği eşyanın özüne yerleştirmiştir. Bir ayette: “Allah yarattığı şeyi güzel yapmıştır...”178 Bir başka ayette de: “Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.”179 buyrulur. Güzeli tanımlamak kolay değildir. Ancak bir nesnede kusursuzluk, gayelilik, ahenk ve nizam varsa o şeye güzel denilir. Güzellik sadece biçim ve şekilden ibaret değildir. Bir de kabalığa karşı incelik, sertliğe karşı yumuşaklık, boş söze karşılık faydalı söz, öfkeye karşılık sabır, saygısızlığa karşılık affetme gibi ahlaki değerlerde ortaya çıkan manevi güzellik vardır. İslam sanatlarında bu her iki güzellik bir arada düşünülür. 177 Neml Suresi, 88. ayet 178 Secde Suresi, 7. ayet 179 Tin Suresi, 4. ayet 106 TEMEL AYET “Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Hâlbuki onlar, bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah’ın yaratmasıdır/sanatıdır...” (Neml Suresi, 88. ayet). Estetik, insanda bulunan bir hoşlanma duygusudur. Hz. Peygamber ’in (s.a.v) estetiğe verdiği önemi, saçını ve sakalını taramadan, giyim ve kuşama özen göstermeye, konuşma tarzından, disiplinli bir hayat yaşamasına varıncaya kadar görebiliriz. Hz. Peygamber (s.a.v), küçük yaşta vefat eden oğlu İbrahim’i kabre defnettikten sonra çevresinde bulunan sahabelere toprağın düzeltilmesi konusunda tavsiye ve talimatlarda bulunmuştu. Bir ara sahabelerden birisi: “Ey Allah’ın Elçisi! Bu bir vahiy midir?” diye sorunca O: “Hayır, göze hoş gelsin.”180 buyurmuşlardı. Bu düşünce yapısının yansımalarını bütün bir İslam medeniyetinde görmek mümkündür. İslam insanın bütün davranışlarında güzellik arar. Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadislerinde: “Bir iş yaptığında en güzel yapanı Allah sever.”181; bir başka rivâyette ise: “Sizden birinin yaptığı işten huzur duymasından Allah hoşnut olur.”182 buyururlar. İslam geleneğinde güzellik; söz, davranış, hareket, gülümseme, düşünce ve sanat eseri gibi konulara yansıtılmaya ek olarak; marangozluk, demircilik, ayakkabıcılık, dokumacılık, duvarcılık gibi insan ve toplum hayatının ihtiyaç duyduğu bütün zanaat alanlarına da yansımıştır. O halde insan yaptığı her türlü işi dürüst ve sağlam yapmalı, hatta hem sanatkârlar ve hem de zanaatkârlar icra ettiği sanat ve mesleklerinde “estetik” ilke ve değerleri asla göz ardı etmemelidirler. Allah’ın mükemmel olarak yarattığı insandan mükemmel davranışlarda bulunması beklenir. İşte İslam sanatlarında ortaya çıkan bazı tezahürler şunlardır: 180 Tirmizi “Cenaiz” 18. 181 Münavi, M. Abdurrauf, Feyzü’l-Kadir, II, 323. 182 A.g.e. II, 324. 107 5. Ünite İslam, Hayat ve Bilim Şiir İnce zekâ, anlayış, duygu ve bilgisinden dolayı, bir şeylerin farkında olan, hisseden, düşünebilen kimseye şair, şairin eylemi olan ince duygu ve ilime de şiir adı verilir. Daha sonra şiir, vezinli söyleyişler için de isim olmuştur. Cahiliye devrinde Araplar şiire ve gelecekten bahseden şâire büyük değer veriyorlardı. Şiirde bir etkileme vardır. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.v) şair Hassan b. Sabit’i yanında bulundurur, ondan zaman zaman şiir dinlerdi. Güzellikleri söz ile yansıtma sanatı olan şiir, İslam medeniyeti boyunca meşhur şairler ortaya çıkarmış ve bu şairlerin şiirleri büyük hizmetlerde bulunmuştur. Bu güzellikleri, Mevlana, Yunus Emre, Fuzuli, Baki, Şeyh Galib de bulabiliriz. Geleneğimizde özellikle Hz. Peygamber ’le (s.a.v) ilgili yazılan naatlar, akait alanında yazılan manzum eserler bunların delilidir. Düşünelim Süleyman Çelebi’nin Hz. Peygamber’e (s.a.v) beslediği sevginin bir tezahürü olarak yazdığı manzum eserin adı nedir? Günümüzde bu ayarda eserler yazılıyor mu? Musiki Güzel sözlerin estetikle örülü güzel bir şekilde sunulması bazen de musiki yoluyla olmaktadır. Her insanın yaratılışında musiki duygusu vardır. Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadislerinde: “Kur’an’ı okurken seslerinizle güzelleştirin.”183 buyurmuşlardır. Farklı makamlarda icra edilen Kur’an, ilahiler, kasideler, mevlitler ve ezanın insan üzerinde çok olumlu tesirlerinden bahsetmek mümkündür. Hatta bu sebeple, İslam’ı seçenler bile olmaktadır. İslam dünyasında musiki alanında ilk çalışmalar Emeviler ve Abbasiler döneminde başlar. Yunus el-Katib ve Halil b. Ahmed bu dönemin önemli musiki üstatlarıdır. Ayrıca Kindi ve Farabi gibi filozofların da musiki ile ilgilendikleri bilinir. XIII. yüzyılda Safiyyüddin el-Urmevi’nin geliştirdiği ses sistemi çok geniş bir coğrafyada kabul görmüştür. XV. yüzyılda Abdülkadir-i Meraği, kendisine ait orijinal taksim metodu ortaya koymuştur. Özellikle Osmanlıda musiki alanında Itri, Dede Efendi, Arif Hikmet gibi büyük bestekarlar ve ses ustaları yetişmiştir. 183 Aclûni Keşfu’l-Hafâ, I, 535. 108 Hüsn-i Hat Yazı sanatı, İslam medeniyetinin en gözde sanatları arasında yer alır. Hüsn-i hat, güzel yazı demektir. Hüsn-i hat, her ne kadar cismani aletlerle meydana gelirse de ruhi bir geometridir. Bu sanatın gelişmesinde Kur’an’ı en güzel bir şekilde yazma isteği büyük rol oynamıştır. Kur’an’a hizmet aşkı ile estetik zevk birleşince dünyanın en güzel sanatları arasında yer alan hüsn-i hat ortaya çıkmıştır. Yazı çeşitlerini ifade etmek için kalem tabiri kullanılır. Aklam-ı sitte denilen altı çeşit yazı vardır. Bunlar: sülüs, muhakkak, reyhanî, nesih, tevkii, rika’dır. “Kur’an Mekke’de indi, Mısır’da okundu ve İstanbul’da yazıldı” şeklinde meşhur bir söz vardır. Gerçekten de Osmanlı coğrafyasında güzel yazı alanında büyük sanatkarlar yetişmiştir. Bunların başında: Amasyalı Şeyh Hamdullah, Hafız Osman, Mustafa Râkım, Mahmud Celaleddin, İsmail Zühdü ve Hamid Aytaç gibi hattatlar gelir. 109 5. Ünite İslam, Hayat ve Bilim Tezhip Resim ve heykel sanatları, eskiden tapınmak maksadıyla yapıldığı için Müslüman sanatçılar bunların yerine farklı sanatlara yönelmişlerdi. Bunlardan birisi de tezhiptir. Hüsn-i hat sanatının çevresini güzelleştirmek için süsleme sanatı adı verilen tezhip doğmuştur. Bu sanat, hat sanatının ayrılmaz bir parçası olarak görülür. Minyatür Minyatür, kâğıt ve parşömen üzerine yapılan bir çeşit resimdir. Bu sanat dalı Uygurlardan İlhanlılara, onlardan Selçuklu ve Osmanlılara geçmiştir. Osmanlı ve İranlılarda bu sanat çok gelişmiştir. Bizde XVI. yüzyılda Nigari, XVII. yüzyılda Nakşi ve XVIII. yüzyılda Levni bu sanatın en meşhur temsilcileridir. Minyatürün resimden farkı, gölgesiz olması ve derinlik bulunmamasıdır. 110 Ebru Ebru, birtakım özel boyalarla su üzerine yapılan şekillerin kâğıda çıkarılma işlemidir. Kâğıda yansıtılan şekiller bir mermer görünümü alır. Eskiden ebru, levha ve minyatür kenarlarında kullanılırdı. Günümüzde soyut sanat kabul edilen ebru, tablo, kumaş ve duvar deseni olarak kullanılmaktadır. Ebru sanatının Buhara’dan Anadolu’ya geldiği rivayet edilir. Bu sanatların dışında sedefkârlık, kalem işi, kakmacılık, kaşıkçılık, lülecilik, telkari, kilim ve halıcılık gibi pek çok sanat türü vardır. Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda bu sanatlar farklılıklar arz etmektedir. Bu sanat dalları ile uğraşmak gönlü her türlü kötü duygudan temizlemeye ve insanda ulvi duyguların gelişmesine vesile olduğu için suçluların tekrar topluma kazandırılmasında bir iyileştirme işlevide görmektedir. 111 5. Ünite İslam, Hayat ve Bilim DEĞERLENDİRME ÇALIŞMALARI 1. İslam’ın hayat’a bakışında tevhid inancının yerini anlatınız. 2. İslami dünya görüşünde din-dünya ilişkileri nasıldır? Örnekler vererek anlatınız. 3. İslam’ın ilme verdiği değeri ayet ve hadislerle anlatınız. 4. Bir ayette: “Âdem’e eşyanın isimlerini öğrettik...” (Bakara Suresi, 31. ayet) buyrulur. Bu ayeti yorumlayınız. 5. İslam medeniyetinde pozitif bilimler alanında gelişmeler hangi yüzyılda başlamış ve ne zama- na kadar devam etmiştir? Anlatınız. 6. Bilimin Müslüman öncülerinden beşinin ismini yazarak, bunlardan birinin bilime katkılarını an- latınız. 112 6. ÜNİTE İSLAM VE MANEVİ HAYAT Hazırlık Soruları 1. Ruh hakkında ne biliyorsunuz? Araştırınız. 2. İslam’da ruh çağırma var mıdır? Arkadaşlarınızla konuşunuz. 3. Geçmişteki kâhinlikle günümüzdeki medyumluk arasında bir fark var mıdır? Tartışınız. 4. Sihir ve büyü ne demektir? Araştırınız. 113 6. Ünite İslam ve Manevi Hayat 1. İNSAN BEDEN VE RUHTAN OLUŞMAKTADIR Yüce Allah, insanı yaratmadan önce, insanın yaşamasına elverişli olarak her türlü ortamı yaratmıştır. İnsanın halife olarak186 nitelendirilmesi, en son yaratılan varlık anlamına gelir. İnsan, varlıkların en değerlisidir. Bütün canlı ve cansız yaratıkların en olgunudur. İlk insan ve insanlığın atası olan Hz. Âdem (a.s) topraktan yaratılmıştır. Bu gerçek pek çok ayette dile getirilir: “Sizi topraktan yaratması, onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Sonra bir de gördünüz ki siz beşer olmuş (çoğalıp) yayılıyorsunuz.”187 Bir başka ayette: “Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık”188 buyrulur. TEMEL AYET “Sizi topraktan yaratması, O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Sonra bir de gördünüz ki siz beşer olmuş (çoğalıp) yayılıyorsunuz.” (Rum Suresi, 20. ayet). 186 Bakara Suresi, 30. ayet 187 Rum Suresi, 20. ayet 188 Mü’minun Suresi, 12. ayet 114 İlk insan olan Hz. Âdem (a.s), topraktan insan suretinde yaratıldıktan sonra artık ruh üfleme safhasına gelmiştir. Şu iki ayette bu aşamalar anlatılır: “Sonra onu şekillendirip ona ruhundan üfledi. Sizin için işitme, görme ve idrak duygularını yarattı...”189 Bir başka ayette de ruh üflenmesi şöyle anlatılır: “Onu şekillendirip içine ruhumdan üflediğim zaman onun için saygı ile eğilin.”190 Bu son iki ayette de ruhu üfleyen öznenin Allah olduğu ifade edilmektedir. Dolayısıyla, ruhun, bedenin çeşitli evrelerden geçmesinden sonra yaratıldığı anlaşılmaktadır. Ruhla bedenin ilişki kurması da bundan sonra meydana gelmektedir. Ruh, insanda ve hayvanda canlılığı sağlayan unsurdur. Ruh ve beden farklı cevherlerden oluşmaktadır. Birlikleriyle canlılık, ayrılıklarıyla da ölüm vaki olmaktadır. Ölüm sonrasında beden çürüyüp toprağa karışırken, ruh, kendisi için ayrılmış bulunan ruhlar âlemine çekilmektedir.191 İnsan, donuk bir varlık halinde iken kendisine ruh üflenince canlanıyor, bilinç ve duyularını kazanıyor; işiten, gören ve düşünen bir varlık haline geliyor. Bu durum, aynı zamanda insanın dini bir tabiatının olduğunu ve insanda dini inancın doğuştan geldiğini kanıtlamaktadır. Nasıl ki insanın yaşayabilmesi için katı ve sıvı besinler almaya ihtiyacı varsa, ruhi yapısının da ayakta durabilmesi için Allah’a inanmaya ihtiyacı vardır. Beden ve ruhun ihtiyaçları karşılandığı takdirde insan hayatı dengeli bir süreç izler. 189 Secde Suresi, 9. ayet 190 Sad Suresi, 72. ayet 191 Bkz. Saffat Suresi, 8. ayet; Sad Suresi, 69. ayet 115 6. Ünite İslam ve Manevi Hayat Din Psikolojisi alanında yapılan deneysel çalışmalar, çocukların dünyaya gelirken boş bir levha gibi değil, dini istidat ve yetenekle geldiklerini göstermektedir. Dinî tabiatın, insanda doğuştan var olduğunu gerek Kur’an’dan ve gerekse Hz. Peygamber’den (s.a.v) gelen rivayetlerden öğreniyoruz. Bir ayette: “Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler”192 buyrulur. Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen bir hadiste de: “Her insanı annesi fıtrat üzere dünyaya getirir. Bundan sonra ebeveyni onu Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi yapar. Eğer (çocuğun) anne babası Müslüman ise, çocuk da Müslüman olur.”193 Bir Kavram Öğreniyorum Fıtrat kavramının kökü olan fatr, bir nesneyi yarmak anlamına gelir. Gündüzün, karanlığın içinden yarılarak çıkması buna misaldir. Bir bir varlıktan varlığın, bir tohumdan çimenin çıkması gibi, insanın yapısından da inanma duygusunun çıkması buna benzer. Çünkü insanlar, Allah’ın fıtratı üzerine yaratılmıştır. Allah’ın yarattığı ilk fıtrat, insanın taşıdığı ruhtur. Bu bağlamda en geniş anlamıyla fıtrat, insanın Allah’ı kabul ve idrak etme yeteneğidir. 192 Rum Suresi, 30. ayet 193 Müslim “Kader” 25. 116 Her ferdin, yaratılışına ve ruhuna hak duygusu ile Allah’ı bilme gücü, yerleştirilmiştir. Bireyde bulunan bu istidat, eğitim yoluyla beslenirse, kişi, hakka ve doğruya yönelebilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen rivayetten de anlıyoruz ki hakkı bilme yeteneğinin doğuştan getirildiği, yetişkinlik çağında bu inancın aldığımız eğitim ya da içinde bulunduğumuz sosyo-kültürel çevre tarafından geliştirilip veya köreltilebileceğini anlıyoruz. Fakat doğuştan getirilen inanma duygusu, her ne kadar köreltilse de, yok edilmesi mümkün değildir. Çünkü inanma asıl, inkâr ise köksüzdür. Belli bir süre, üzeri örtülürse de imkânlar bulduğu zaman kendisini dışa vurur. Çocuklar da, fıtri olan din duygusunun uyanma ve gelişmeye başladığı dönemde, hiçbir dini telkin ve uyarı söz konusu olmaksızın, hadiseler arasında meydana gelen nedensellik ilkesini anlayabilmekte, kendisi ile başkalarını birbirinden ayırt edebilmektedir. Bu durum çocuğun, çevresinde olup bitenleri fark etme bilincine ulaştığını gösterir. Özellikle 4 yaş grubu, çocuklarda dini ihtiyacın daha bir canlılık kazandığı dönemdir. Bu dönemin, çocuklarda inanç gelişimi bakımından önemi çok büyüktür. Hiç kuşkusuz çocuklarda nükseden ve gelişen dini düşüncenin temelini Allah tasavvuru oluşturur. Çoğumuz gündelik hayatımızda 4-5 yaşına ayak basan çocukların Allah’la ilgili sorular sorduğunu, bir otorite olan babalarıyla Allah arasında mukayeseler yapmaya gittiklerini gözlemlemişizdir. Bu yaşlarda henüz onlarda soyut düşünceleri kavrama gücü gelişmediği için somut varlıklardan hareket ettikleri görülür. Eğitimcilerin tespitlerine göre 7 yaş grubuna giren çocuklarda beş duyu organı bütün fonksiyonlarını yerine getirebilecek bir olgunluğa kavuşur. Bu nedenle 7 yaşındaki bir çocukta temyiz kabiliyeti ve kavrama gücü gelişir. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v): “Çocuklarınız yedi yaşına geldiği zaman onlara namaz kılmayı tavsiye ediniz.”194 buyurmuşlardır. 10–12 yaş grubuna ulaşan çocuklarda ise fıtratın bir gereği olarak inanç ve ibadete yönelik merak ve uygulama isteklerinin arttığı görülür. 194 Tirmizi “Salat” 299; Ebu Davud “Salat” 26. 117 6. Ünite İslam ve Manevi Hayat TEMEL HADİS “Her insanı annesi fıtrat üzere dünyaya getirir. Bundan sonra ebeveyni onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusi yapar. Eğer (çocuğun) anne babası Müslüman ise, çocuk da Müslüman olur.” (Müslim “Kader” 25). Her yaştan insan, yaratılışı itibariyle inanan bir varlıktır. İnanmak onun zihin ve ruh dünyasında mevcuttur. İnsanın zihninde yaratıcı kudreti arama özelliği var olduğu gibi, onun ruhunda, yüce bir varlığa sığınma duygusu ve ona güvenme ihtiyacı da vardır. İnkârın en aşırı noktasına varmış bulunan bir kimsenin bile büyük bir felaketle karşılaştığı zaman taşa ve ağaca sığındığı görülmemiştir. Bu kimse, ilahi dinlerin bahsettiği bir ve tek olan Allah’a sığınır, bildiği isim ve sıfatlarla ona yalvarır. İnsan karşılaştığı bir felaketten kurtulmak için yaratanını arar ve ona iltica eder. Nitekim bir ayette insanın doğal afetler karşısındaki hali şöyle tasvir edilir: “Onları (denizde) bir dalga gölgeler gibi kapladığında, dini Allah’a has kılarak ona yalvarırlar. Allah, onları kurtarıp karaya çıkarınca, onlardan bir kısmı orta yolu tutar. Bizim ayetlerimizi ise, ancak son derece kaypak, son derece nankör olanlar inkâr eder.”195 Bu ayetten, insanın tabiatının iki yönünü anlıyoruz. İnsan dediğimiz varlık, bolluk ve sevinç anında Allah’ı unutan, yoksulluk ve keder halinde Allah’ı hatırlayan sentetik anlayışa sahiptir. İşte doğal olaylar dediğimiz durumlarda biri ile karşı karşıya kalan insan da bir yerlere sığınma iç dürtüsü ön plana çıkar. Kur’an, insanın özünde bulunan bu sığınma ihtiyacını bir başka ayette şöyle beyan eder: “O, sizi karada ve denizde yürütendir. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, o gemiler de içindekileri güzel bir rüzgârla alıp götürdükleri ve (yolcular) bununla neşelendikleri zaman, o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden onlara, dalgalar hücüm eder ve onlar, çepeçevre kuşatıldıkları anlarda dini yalnız Allah’a has kılarak, “Andolsun, eğer bizi buradan (sağ olarak) kurtarırsa, mutlaka şükredenlerden (inananlardan) olacağız” diye Allah’a yalvarırlar.”196 195 Lokman Suresi, 32. ayet 196 Yunus Suresi, 22. ayet 118 Herhangi bir insanın hayatını anlamlı bir hale getirebilmesi için aşkın bir varlığa bağlanması kaçınılmazdır. Her ne kadar değişik etkenlerden dolayı birey ya da toplumlar dine karşı mesafeli olmuşlarsa da bu durum daha ileri taşınamamıştır. Nihayetinde, fıtratın sesine kulak verilmek zorunda kalınmıştır. Bu noktada inanç tarihi iyi bir laboratuvardır. Varlığın gerçekliğini kavramak ancak inançla sağlanabilir. Çünkü hayatı anlamlandırmak ancak, Allah’a imanla mümkündür. Tartışınız! Niçin İslam’a girdiler? Şeklinde isim alan başka bir dini seçme (ihtida) öykülerini içeren kitaplar okudunuz mu? Böyle bir kitabı okuyarak arkadaşlarınızla tartışınız. İnsan, et ve kandan oluşan bir cisimden ibaret değildir. Bu görünen varlığından apayrı, insanın bir de görünmez varlığı vardır. O da hakkında bize az malumat verilen ruhtur.197 Bu sebeple biz Müslümanlar, insanın ruh ve bedenden meydana geldiğini kabul ettiğimiz ve ölümden sonra ruhun bekasına iman ettiğimiz için, ölümden sonraki hallere de inanırız. 197 İsra Suresi, 85. ayet 119 6. Ünite İslam ve Manevi Hayat 2. İNSANIN RUHSAL İHTIYAÇLARI İnsanın nasıl ki, yeme-içme gibi bedenine ait ihtiyaçları varsa, manevi anlamda doyuma ulaşması için de ruhunun ihtiyaçları vardır. Bir ayette, ruhun gıdasının zikir olduğu bildirilir: “Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”198 Bu ayette insanın ruhsal ihtiyaçlarının başında Allah’a iman ve bize Allah’ı hatırlatacak şeylerle meşgul olmak gerektiği anlatılmaktadır. Bu bağlamda Allah’ı zikir; Kur’an okumak ve onu anlamaya çalışmak, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hacca gitmek, yoksulların ihtiyaçlarını karşılamak ve hiçbir an dilimizden ve gönlümüzden onu çıkarmamaktır. Allah’ın en güzel isimlerinden birisi de “el-Mü’min”199 olup güven veren anlamına gelir. Ona inanan ve ona güvenen kimseler yegâne güven kaynağına tutunmuş olurlar. İşte Allah’tan gelen ilahi öğretiyi diliyle ikrar eden ve kalbiyle tasdik eden kimseye de ‘mümin’ denilir. Müminlik sıfatıyla özdeş olan kimse, kendini güvende hissettiği gibi, aynı şekilde hemcinslerine, tabiat ve bütün bir varlık alanına kendisinden güvende olduğunu hissettirir. TEMEL AYET “Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d Suresi, 28. ayet). 198 Ra’d Suresi, 28. ayet 199 Haşr Suresi, 23. ayet 120 İman kişiye varoluşsal bir güvenlik kazandırır. Kur’an-ı Kerim’de; Allah, açlık ve güven kavramları arasında çok yakın bir irtibat kurulur. Açlık ve güven birbirine zıt iki kavramdır. Çünkü gerek maddi bakımdan ve gerekse inanç bakımından her türlü yoksulluğun dibe vurduğu bir toplumda, güven, güvenilirlik ve güven içinde olma gibi durumlar ahlaki açıdan tartışılır. Bu sebeple açlık ve her çeşit güvensizliğin ortadan kaldırılması ancak güven kaynağı olan Allah’a imanla sağlanabilir. Bundan dolayı Kur’an’da: “Sizi açlıktan doyuran ve korkudan emin kılan bu beytin Rabbine kulluk ediniz”200 buyrulmuştur. Çünkü Allah’a iman, insana toplumsal sorumluluk duygusu ve vazife ahlakı yükler. Varlıklı olan Müslümanlar, Allah’a olan sağlam inançları sayesinde açlık, sefalet ve yoksulluk içinde bulunan kimselerin ihtiyaçlarını yerine getirmekle kendileri bireysel mutluluğu, ihtiyaçları karşılanan kimseler de kendi mutluluklarını sağlamış olurlar. İçte ve dışta barışın sağlanması insanı huzurlu ve mutlu kılar. Kur’an’a göre yardımlaşmanın kesildiği bir toplumda güven ortadan kalkar, büyük fitne ve kargaşalar ortaya çıkar. 201 Onun için Hz. Peygamber (s.a.v): “Zekât, İslam’ın köprüsüdür.”202 buyurmuşlardır. İslam’da zekât, sadaka gibi yardımlaşma başta olmak üzere her çeşit zorunlu ve gönüllü yardımlaşma türü, sosyal tabakalar arasında kurulan bir kardeşlik, barış ve güven köprüsü gibi vazifesi görür. Mümin zenginlerin yoksulların ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik çabaları, toplumda sosyal güvenliğin sigortasıdır. 200 Kureyş Suresi, 3. ve 4. ayetler 201 Bkz. Enfal Suresi, 73. ayet 202 Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ 121 6. Ünite İslam ve Manevi Hayat Öte taraftan “emniyet ve hidayet” arasında da çok yakın bir ilişki vardır. Kur’an’da, gerçek emniyet ve güvenin imanlarına şirk karıştırmayan müminlerin hakkı olduğu şöyle beyan edilir: “İman edip de imanlarına zulüm (şirk) bulaştırmayanlar var ya, işte güven (emniyet) onlarındır ve onlar doğru yolu (hidayet) bulanlardır.”203 İmanlarına şirki karıştırmayanlar gerçek anlamda hidayet üzere olacakları için doğrudan psikolojik anlamda güven içinde olmaları onların hakkıdır. Kur’an müşrik insanın iç dünyasında kopan fırtınaları ve şirkin insanın özbenliğini nasıl paramparça ettiğini parçalanmış kuş metaforu”yla anlatır: “Kim Allah’a ortak koşarsa (şunu bilin ki ) o kimse, sanki gökten savrulup düşen, kuşların didikleyip kapıştığı yahut rüzgârın uzak, ıssız bir yere savurduğu kimseye benzer.”204 Bu ayetten da anlaşılıyor ki müşrikin aklı ve kalbi berrak ve tutarlı inançlardan uzak olduğundan o sürekli bir endişe, korku ve güvensizlik içinde bulunur. İşte, gerçek anlamda tevhide uygun bir istikamet yakalayan insanlar, varoluşsal güvenliği elde ederler. TEMEL HADİS Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Zekât, İslam’ın köprüsüdür.” Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, I, s. 53. Bu rivayeti yorumlayınız? 203 En’am Suresi, 82. ayet 204 Hac Suresi, 31. ayet 122 Allah’a inanan insan kendini özgür ve güvende hisseder. Çünkü gerçek özgürlük, Allah’a kulluktadır. İnsanı insan kılan şey, hayatı bir bütünlük duygusuyla yaşaması, maddi olanı bütünüyle terk etmemesi ama asıl olanın ruhun arayışı olduğunu fark etmesidir. İşte, sonsuz güvenlik şemsiyesi altına giren bir mümin için hayat, Hz. Peygamber ’in (s.a.v) ifadesiyle, “kısa bir gölgelik”e benzer: “Dünya (hayatı) ile benim ilgim, bir ağacın altında gölgelenip sonra da bırakıp giden yolcunun durumu gibidir.”205 Her ne kadar iman, bir kimsenin Müslüman olması ve kendisini ruhsal bir güvenlik içinde bulundurması anlamına gelirse de bu imanın ibadetlerle takviye edilmesi gerekir. İbadetlerin şekil boyutu kadar, mana boyutu da önemlidir. Bunlardan birisi eksikse, ibadetlerden pozitif yönde beklenen ahlaki ve ruhsal değişim gerçekleşemez. İbadet hayatının ruh ve manasını; iyi niyet, huşu, ihsan, ihlas, takva ve her şeklin sembolik anlamını kavramak oluşturur. Bundan dolayı bir Müslümanın ibadetle âdeti birbirinden ayırması gerekir. Bu da ancak sahih niyetle olur. İbadetlerin ruhunu teşkil ve tahkim eden niyet ve ihlâs, bütün ibadetlerin iliğidir. Dolayısıyla, ibadetlerden elde edeceğimiz sevabı yok eden gösterişçi ve desinler türü dindarlıklardan uzak durulmalıdır. “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat ona sizin takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır...”206 ayetinde bu ihlas durumu ve samimi dindarlığın nasıllığı vurgulanır. Yine Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen; “Nice oruç tutanlar vardır ki, onların oruçtan payları sadece aç ve susuz kalmalarıdır.”207 rivayeti de bu gerçeği vurgular. Yukarıdaki uyarılar, ibadetlerin mana boyutuna dikkatlerimizi çekmektedir. İbadetler; ihlâs, saf dindarlık olan takva ile bütünleştiğinde insanın ruhsal hayatını iyileştirici neticeler doğar. Bir Müslüman ancak, ibadetlerindeki mükemmeliyet neticesinde ihsan derecesine yükselebilir. Bu durum onu, her an Allah’la birlikte olma duyarlılığına götürür. İbadetler, insanın fikrini yüceltir, ruhunu olgunlaştırır ve iradesini terbiye eder. 205 İbn Mace, “Zühd” 3; Tirmizi “Zühd” 44. 206 Hac Suresi, 37 207 İbn Mace “Sıyam” 21. 123 6. Ünite İslam ve Manevi Hayat TEMEL HADİS Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Nice oruç tutanlar vardır ki, onların oruçtan payları sadece aç ve susuz kalmalarıdır. ” (İbn Mace “Sıyam” 21). Şekil ve mana bütünlüğüne uygun olarak yerine getirilen ibadetler, insanı ahlaki açıdan iyi yönde olgunlaştırır ve değiştirir. Müslümanlık salt namaz ve oruçta değil, ahlaki değerlerin temsilinde de ortaya çıkar. Zaten ahlakın nihai gayesi, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaktır. Şu halde ruhun ihtiyaçları sadece maddi değerlerle karşılanamaz. Çünkü maddi değerler gelip geçicidir. Asıl kalıcı ve bizi mutlu kılıcı olan; sevgi, şefkat, kanaat, affedicilik, iyilik yapmak ve dostluk gibi ahlaki değerleri içselleştirmektir. 124 3. RUHSAL İHTIYAÇLARIN KARŞILANMASINDA YANLIŞ UYGULAMALAR İnsan, ruh ve bedenden oluşan bir canlıdır. Onun sağlığı, her iki yönden sıhhat ve afiyet bulmasına bağlıdır. Bedenimiz birtakım biyolojik yasalara göre çalışmaktadır. Herhangi bir organımızda meydana gelen bozulma karşımıza bir hastalık olarak çıkmaktadır. Bedenimize veya herhangi bir organımıza sirayet eden hastalıkları tedavi etmek için tıp ilmine ve bu ilimle uğraşan alanında uzman olan tabiplere müracaat ediyoruz. Yapılması gereken de budur. Öte yandan insan, aynı zamanda ruhu olan bir varlıktır. Onun, düşünceleri, duyguları ve inançları düzgün olduğu takdirde, bunlar bedenini olumlu, düzgün olmadığı takdirde de olumsuz yönde etkilemektedir. Hatta beden sağlığının önüne geçmektedir. Eğer insanın sağlıklı olması isteniliyorsa hem beden hem de ruh sağlığı yerinde olmalıdır. Ne var ki, ruhumuzun bağlı bulunduğu kurallar, bedenimizin bağlı bulunduğu kurallar gibi açık ve net değildir. İşte bu boşluk, ruhumuzun ihtiyaçlarını karşılamada farklı ve yanlış tedavi yöntemleri ortaya çıkarmaktadır. Bazen ruhumuzun ihtiyaçlarını karşılamak için doğru teşhis konulmakla birlikte inanç ve uygulamalarda yanlışlar yapılmaktadır. Ruhumuzun ihtiyaçlarını karşılamada ulûhiyet ve ubudiyette Allah’ı birlemek gerekirken, din adına ona ortak kılıcı inanç ve ibadet altında yanlış tutum ve davranışlar içerisine girebiliyoruz. İşte şimdi de ruhsal ihtiyaçlarımızı karşılamada içine düştüğümüz bazı yanlış inanç ve uygulamalardan söz edeceğiz: 125 6. Ünite İslam ve Manevi Hayat Sihir ve Büyü “Shr” kökünden gelen sihir, el çabukluğu, göz boyama ve çekici sözler söyleme yoluyla gerçekleştirilen hile ve aldatma, şeytanla yakınlık kurup ondan yardım alma ve nesnelerin tabiat ve şeklini değiştirme gibi anlamlara gelir. Sihirle büyü arasında küçük bir fark vardır. Büyü, ruhani varlıklara; sihir ise, hokkabazlık, el çabukluğu ve illizyon gibi tekniklere dayanır. Tarihin en eski çağlarında yaygın olan büyücülük, pozitif bi- limlerin egemen olduğu çağımızda bile hala etkinliğini sürdürmektedir. Birçok kimse, büyünün varlığına ve etkisine inanmaktadır. İnsanlar genelde büyücülüğe, insanların kanaatlerini değiştirmek ve nesneler üzerinde birtakım müdahalelerde bulunmak amacıyla başvurmaktadırlar. Kur’an-ı Kerim’de: “Düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden Allah’a sığınmak istenir.”208 İnkârcıların elinde sihir, nübüvvete itiraz ve peygamberlerin mucizelerine meydan okumak adına bir araç olarak kullanılmaktadır. Bu durumdan, adeta sihir ve büyücülüğün, peygamberlerin elinde zuhur eden mucizeye bir alternatif olarak sunulduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan Kur’an’dan öğrendiğimize göre, kadim kültürlerin halk inançları bazında etkili olmasından dolayı, hemen hemen bütün peygamberler sihirbazlıkla suçlanmışlardır. Hatta müşriklerin Hz. Peygamber’i (s.a.v) büyücü ve büyülenmiş209 olarak nitelendirdikleri bilinmektedir. İslam’ın Medine devrinde, Hz. Peygamber’e (s.a.v) büyü yapıldığına dair rivayetler konusunda âlimler arasında görüş farklılığı vardır. Hz. Peygamber’den (s.a.v) gelen bir rivayette, toplumları yıkıma götüren yedi şeyden birisinin sihir olduğunu bildirilmiştir.210 İslam dini, sihrin varlığını inkâr etmemiş, fakat tevhid inancına zarar verdiği, kontrolü mümkün olmadığı ve genellikle kötüye kullanıldığı için yasaklamıştır. TEMEL AYET “Düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden Allah’a sığınırım.” (Felak Suresi, 4. ayet). 208 Bkz. Felak Suresi, 4. ayet 209 Bkz. Enam Suresi, 7. ayet; Yunus Suresi, 2. ayet 210 Zebîdî, Zeynuddîn, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi, (çev. Ahmet Naim-K. Miras), Ankara, 1978, IV, 108. 126 Uğur İnancı Buna fal ya da fal bakma denir. Fal, uğuru ya da uğurlu şeyleri gösteren semboldür. Bu bağlamda falcılık, çeşitli teknikler kullanmak suretiyle gelecekten ve bilinmeyen nesne ya da olaylar hakkında haber verme, gizli kişilik özelliklerini ortaya çıkarma sanatıdır. Cahiliye Arapları bir yolculuğa, bir savaşa, ticarete çıkacakları ya da birisiyle evlenmek istediklerinde uğurlu olup olmadığını tespit etmek amacıyla falcının yanına giderek fal oklarından birisini çekmelerini isterler ve çıkan oka göre hareket ederlerdi. Kur’an-ı Kerim’de, fal kelimesi geçmemekle birlikte, cahiliye dönemi âdetlerinden olan şans okları ile fal tutup kısmet aramadan söz edilmekte ve bu tip davranışlar yasaklanmaktadır.211 Hz. Peygamber (s.a.v), Mekke’nin fethinde Kâbe’nin içine girdiği zaman, Hz. İbrahim (a.s) ve Hz. İsmail (a.s)’in ellerinde oklar bulunan resimlerine rastlamıştır. Bunun üzerine: “Bu iki peygamberi Allah ahirete göçürdü, o ikisi hiçbir zaman bu oklarla kısmet aramamışlardır.” demek suretiyle falcılığı yasaklamıştır. Maalesef günümüzde, insanlardaki gaybı bilme merakını istismar eden bazı kimseler falcılığa tevessül etmektedirler. Hz. Peygamber (s.a.v), eşyada, safer ayında ve baykuşun ötmesinde uğursuzluğun bulunmadığını açıkça beyan etmiştir.212 Diğer taraftan gazete ve dergi köşelerinde falcılık sütunları açılarak “söyle falın, çıksın halin” gibi deyimlerle din dışı bir zihniyetin yaygınlaşmasına yardım edilmektedir. Böyle bir durum insanları falcılığa özendirerek, duygu sömürüsü kanalıyla halkın sorunlarını çözmede işi ticarete ihale etmenin de yolunu açmaktadır. Maalesef, gizli ilimler adı verilen bu alanla ilgili kitaplar ise yayın piyasalarında ‘yok’ satmaktadır. Netice olarak, gaybı, Allah’tan başka kimse bilemez. “Filan zat gaybı bilir.” gibi ifadeler İslam inanç sistemiyle bağdaşmaz. Bir Kavram Öğreniyorum Fal, uğur ya da uğurlu şeyleri gösteren semboldür. Bu bağlamda falcılık, çeşitli teknikler kullanmak suretiyle gelecekten ve bilinmeyen nesne ya da olaylar hakkında haber verme, gizli kişilik özelliklerini ortaya çıkarma işlemidir. 211 Maide Suresi, 90. ayet 212 Buhari “Tıp” 54; Müslim “Selam” 102. 127 6. Ünite İslam ve Manevi Hayat Ruh Çağırma Kur’an-ı Kerim’de Allah, öldükten sonra artık ruhların istedikleri gibi hareket edemeyeceklerini, dünyaya dönemeyeceklerini ve kıyamete kadar onların önlerinde dönmelerini engelleyen bir engelin olduğunu bildirmektedir: “Nihayet onlardan birine ölüm gelince; Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım, der. Hayır! Bu, sadece söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardır.”213 Bu ayetten hareketle söylemek gerekirse ruhların gelmesi mümkün değildir. Ruh çağırma seanslarında gelen ancak cinler olabilir. Onların da iyisi ve kötüsü vardır. İbn Abbas’tan bir rivayette: “Cinlerin bir doğruya dokuz yalan katarak kâhinlere ilettikleri bildirilmektedir.”214 Cinler, ömürleri uzun olduğu için ancak geçmişe ait bilgilere sahiptirler, gelecek konusunda bilgileri yoktur. Çünkü gaybı, Allah’tan başka kimse bilemez. Gelecekle ilgili olay ve olguları, sadece Allah bilir. Ama ne var ki insan tecrübelerine dayanarak bazı olaylar hakkında tahminlerde bulunabilir. Bütün bu tahminler, zandan ibarettir, kesin, yakîne dayalı bir sonuç değildir. Kur’an’dan öğrendiğimiz kadarıyla, Allah, gaybın bilgisini kendisine hasretmiştir: “De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilemez...” 215 Ama, bu genel kaidenin bir istisnası vardır ki onlar da peygamberlerdir. Allah peygamberlerinden seçtiği bazılarına gaybı bildirmiştir. Bu hususta şöyle buyrulur: “Gaybı bilen odur. Beğenip seçtiği peygamber müstesna, kimseyi gaybına vâkıf kılmamıştır.”216 Bu ayetin ortaya koyduğu bir gerçek vardır. O da her peygamber değil, bazı peygamberlere gaybın bilgisinin sınırlı olarak verilmiş olmasıdır. Onlar, mucize kabilinden sadece Allah’ın öğrettiklerini bilebilirler. 213 214 215 216 Mü’minun Suresi, 99 ve 100. ayetler Tirmizî, “Tefsir” 72. Neml Suresi, 65. ayet Cin Suresi, 26 ve 27. ayetler 128 TEMEL AYET “Nihayet onlardan birine ölüm gelince; Rabb’im! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım, der. Hayır! Bu, sadece söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardır.” (Mü’minun Suresi, 99 ve 100. ayetler). Kehanet Kehanet, gaybtan haber vermek, falcılık ve bakıcılık yapmak; kâhin ise, tahmin yoluyla gizli bir şekilde geçmiş olaylardan haber veren kimsedir. İbranice, kohen ve Aramca kâhen ile aynıdır. Cahiliye döneminde önemli olan resmî ve özel işler için kâhinin görüşleri alınırdı. Kâhin gibi, gelecekle ilgili olaylardan haber veren kimseye de “arrâf” adı veriliyordu. Her ikisinin sanatı da zan üzerine binâ edilmiştir. Dolayısıyla bütün çeşitleriyle kehanette bulunma, ilim değil, göz boyayıcılık ve illüzyonculuktur. Cahiliye Araplarında kâhin veya arrâf, bir bakıma tanrılık, bir bakıma peygamberlik taşıyan bir şahsiyet olarak görülürdü. Gaybtan haber verme temeli üzerinde oturan bu davranış kendisini vahye ya da nübüvvete alternatif olarak gösterdiği için Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından yasaklanmıştır. “Kim bir kâhine gider de onun söylediklerini tasdik ederse, Muhammed’e indirilen şeyden (vahiyden) uzaklaşmış olur.”217 İslam âlimlerine göre gaybtan haber vermek, müneccim ve falcıların söylediklerine inanmak küfür olarak nitelendirilmiştir. 217 Ebu Davud, “Tıp” 21. 129 6. Ünite İslam ve Manevi Hayat Bir Kavram Öğreniyorum Özgürlük, kişinin herhangi bir konuda, maddi ve manevi bir baskı ve kısıtlama altında olmadan düşüncesini ifade etme, yayma ve davranışlarda bulunma tercihidir. Sağlıklı bir Kur’an ve sünnet bilgisine sahip olmayan insanlar, ruhsal yaşamlarını iyileştirelim derken, daha da hasta duruma getirmektedirler. Kâhinlik ve medyumlukta bulunan bazı kimseler, halkı sömürmek uğruna onların bilgisizliklerini ve iyi niyetlerini istismar etmektedirler. Kâhin, gaybtan haber verdiğini, sihirbaz da varlık ve olaylar üzerinde tasarrufta bulunduğunu iddia etmek suretiyle peygamberlere alternatif olma iddiasındadırlar. Bir müslümanın böyle bir inancı benimsemesi mümkün değildir. Her fırsatta insanı hakka, doğruya, gerçeğe, tabiatın ve hayatın sırlarını anlamaya çağıran İslam dininin hakla, gerçekle ve dinle hiçbir alakası bulunmayan boş ve manasız inanç ve âdetleri hoş görmesi düşünülemez. Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber ’in (s.a.v) sünneti Müslümanlar için bir çerçeve çizmiştir. Kur’an’da Hz. Peygamber ’in (s.a.v) verdiklerini almamız, yasak ettiklerinden sakınmamız emredilirken218 tereddüde düşülen ve çekişilen hususların çözümünün Allah’a ve Peygambere havale edilmesi istenir.219 Hz. Peygamber (s.a.v) de Kur’an’a sarıldığımızda sapıtmayacağımızı haber verir.220 218 Haşr Suresi, 7. ayet 219 Nisa Suresi, 59. ayet 220 Bkz. Ebû Davud, “Menasik” 57; İbn Mâce, “Menasik” 84. 130 DEĞERLENDİRME ÇALIŞMALARI 1-Bedenle ruh arasında nasıl bir ilişki vardır? Anlatınız. 2- İnsanın ruhsal ihtiyaçları nelerdir, sağlıklı bir şekilde bu ihtiyaçlar nereden karşılanmalıdır? Anlatınız. 3- Ruhsal ihtiyaçların karşılanmasında yanlış uygulamaların çıkış sebebi nedir? Maddeler halinde yazınız. 4- Sihir ve büyü arasında fark var mıdır? Açıklayınız. 5- Hz. Peygamber niçin kâhinlikle suçlanmıştır? Anlatınız. 6- Kâhinle medyum arasında bir fark var mıdır? İzah ediniz. 7- İslam falcılığı niçin yasaklamıştır, bu konuda bir ayet var mıdır? Anlatınız. 8- Uğurlu ve uğursuz sayma geleneği hangi gerekçeye dayanmaktadır? Açıklayınız. 9- Ruh çağırmak mümkün müdür? Nakli delillerle anlatınız. 10- Doğru bir din anlayışını ortaya koymada nasıl bir metod izlemeliyiz? Tartışınız. 131 SÖZLÜK A adalet: Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme. aile: Anne, baba ve çocuklardan meydana gelen kurum. akıl: Engellemek, alıkoymak, bağlamak, ilim elde etmeye yarayan güç, hafıza. Düşünme, anlama, ve kavrama gücü akîka: Yeni doğan çocuk için kesilen Allah’a teşekkür kurbanı. aklî ilimler: Mantık, Matematik, Tıp, Ziraat, Metafizik. anekdot: Hikâye, hikâyecilik. arrâf: Gelecek hakkında önceden tahminde bulunan kimse, kahin. asgari müşterekler: Ortak yönlerin az oluşu. ashab-ı suffe: Suffe halkı. Medine’de bulunan Mescid-i Nebi etrafındaki odalarda yaşayarak ilim ve ibadetle meşgul olan Hz. Peygamberin arkadaşları, talebeleri. azami müşterekler: Ortak yönlerin çok oluşu. azîz: Kadri yüce, şerefli, cömert, güçlü ve kuvvetli, üstün. Allah’ın sıfatı, ismi. B bekâ: Sonsuz, ezeli, ebedi. berâet-i zimmet asıldır: Suçlanan kimsenin suçunun sabit oluşuna kadar suçsuz sayılması. bereket: Çokluk, artmak, bolluk. berzah: İki şey arasındaki engel. beytü’l-hikme: Hikmetler evi. Abbasiler tarafından, 800’lü yılların başında, Bağdad şehrinde kurulan kütüphane ve çeviri merkezinden oluşan bir bilim merkezi. bid’at: Sonradan ortaya çıkarılan şey. İcat, örneksiz bir iş yapmak. Dinin aslında olmayan ve temel dini kaynaklara dayanmayan Hz. Peygamberin uygulamalarına aykırı olarak türetilen şeylerdir. biyoloji: Canlılar ilmi. boy abdesti: Manevi kirlilikten kurtulmak için abdest almak. Cünüplük, ayhali ve loğusalık halinden temizlenmek. büyü: Aldatmak, göz boyamak, uzaklaşmak, gönlünü çalmak. Tabiat üstü varlıkla ilişki kurmak, sihir. C-D câbiye: Şam yakınlarında bulunan bir yerleşim yerinin adı. cahiliye: Arapların İslam’dan önceki olumsuz inanç, tutum ve davranışlarını barındıran sosyal ve kültürel ortam. cin: Gözle görülmeyen varlık, irade ve anlama yeteneğine sahip, ilahi emirlere uymakla yükümlü varlık. cismani: Maddi olan, gözle görülen, dokunulan nesne. dâru’l-erkâm: Erkâm isimli bir şahsın evi. Mekke döneminde Hz. Peygamber ve inananların buluştuğu, eğitim-öğretim gördüğü yer. dâru’l-hadîs: Hz. Peygamberin söz, uygulama ve onaylarından oluşan haber ve eserlerinin okutulduğu fakülte. Hadis fakültesi. dâru’l-iftâ: Dini konularda kendilerine soru sorulan din bilginlerinin bulunduğu daire. dâru’l-kurra: Güzel Kur’an okumanın öğretildiği okul, eğitim-öğretim kurumu. dâru’ş-şifâ: Hastane. dâru’t-tıp: Tıp ile ilgili ilimlerin okutulduğu fakülte. Tıp fakültesi. devlet kızali: Devlet büyükleri. din: Ödül, karşılık, durum, itaat, hesap, boyun eğme, ibadet, millet. Akıl sahiplerini kendi arzuları ile bizzat iyilik olan şeylere sevkeden ilahi değerler bütünü. E-F ebru: Kağıt süslemeciliğinde, kitre, kola vb. yapıştırıcılarla yoğunlaştırılmış su üzerine, neft yağı ile sulandırılmış yağlı boya damlatılarak yapılan ve kağıda geçirilen süs. ecel: Önceden tespit edilmiş, zaman ve süre. İnsan hayatı ve diğer canlılar için belirlenmiş süre ve bu sürenin sonunu ifade eden kavram. ehl-i beyt: Ev halkı. Hz. Peygamberin aile fertleri için kullanılmış bir kavramdır. ehl-i kıble: Mekke’de bulunan Kâbe’ye doğru yönelerek namaz kılmanın farz oluşunu kabul eden kimseler, Müslüman. emannâme: Can, mal, din, ibadet güvenliğini koruma için verilen sözlü ve yazılı güvence. empati: Kişinin kendisini başkasının yerine koyarak onun duygu, düşünce ve isteklerini anlayabilme becerisi enaniyet: Benlik, büyüklük taslama. estetik: Hoşlanma duygusu. Güzelliği ve güzelliğin insan belleğindeki ve duygularındaki etkilerini konu olarak ele alan felsefe kolu. fıtrat: Yaratılış, hilkat. İnsanın doğuştan sahip olduğu fiziki özellikler. Allah’ı bilme yeteneği. 132 fitre: Fıtır sadakası. Ramazan ayının sonuna yetişen ve temel ihtiyaçları dışında en az nisap miktarı mala sahip bulunan her özgür müslümanın vereceği sadaka, yardım. G-H gayb: Gizli kalmak, gizlenmek, görünmemek, gözden kaybolmak. Kur’an ve Hz. Peygamberin sözlerine dayalı bir bilgi olmaksızın, hakkında bilgi edinilemeyen varlık alanı. gıybet: Uzaklaşmak, gözden kaybolmak, gizli kalmak. Bir kimseden, arkasından, hoşlanmadığı sözlerle bahsetmek. Dedikodu, çekiştirme. güven: Rahatlık, itimat hablullah: Allah’ın ipi. Kur’an-ı Kerim. hadesten taharet: Bazı ibadet ve davranışların yapılmasına engel olan hükmi kirlilikten arınmak. Abdestsizlik ve cünüplük halinden temizlenmek. hak: Gerçek, sabit, doğru, varlığı kesin olan. Adalet hakîm: Allah’ın sıfatlarından biri olup, haklı ile haksızı, suçlu ile suçsuzu birbirinden ayırt eden, hükmeden, yargıç, yargılayan, karar veren. hakkâniyet: Eşitlik, adalet, doğruluk. havf-ı yezdan: Allah korkusu. hâşiye: Bir yazı sayfasının altına metnin herhangi bir yönüyle ilgili olarak yazılan açıklama, dipnot. hediye: İnsanlar arasında sevgi ve dostluğu pekiştirmek için karşılıksız verilen hediye. hıfzu’s-sıha: Koruyucu hekimlik. hılfu’l-fudul: Erdemliler Yemini. Hz. Peygamberin İslam öncesi bir grup arkadaşıyla bir araya gelerek Mekke’de haksızlığa uğrayanların hakkını almak için kurdukları bir birlik. hıtân: Sünnet olma. Erkek çocukların üreme organının uç kısmındaki derinin alınması. hidayet: Yol göstermek, doğu yola iletmek ve gerçeğe ulaştırmak. Allah’ın kitap indirerek, peygamberler göndererek, akıl vererek ve yaratılış delilleri ile insanı doğru yola iletmesi. hurafe: Dine sonradan girmiş, yanlış, batıl inanç. husûmet: Düşmanlık. hüsn-i hat: Güzel yazı. Yazı sanatı. hüsn-i muâşeret: Güzel geçinme. Nazik davranma. Affedici olma. hüsn-i zan: Bir kimsenin olmadığı yerde, arkasından güzel şeyler düşünme. İ içtimai: Sosyal, toplumsal. idrak: İncelikleri, detayları kavramak. ideoloji: İnsana ait düşünce, fikir ilmi. iffet: Haramdan uzak durmak, helal ve güzel ol- mayan söz ve davranışlardan sakınmak. Kişiyi bedeni ve maddi hazlara aşırı düşkünlükten koruyan erdem. iftira: Yalan söylemek, uydurmak, asılsız isnatta bulunmak. Bir kimseye işlemediği bir suçu isnat etmek. illizyon: Göz, duyu yanımsaması. infak: Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak amacıyla kişinin kendi servetinden harcamada bulunması, ihtiyaç sahiplerine yardım etmesi. intihar: Kendini öldürmek. Allah tarafından kendisine bahşedilmiş yaşama hakkına kendi eliyle son vermek. iyilik: Söz, davranış ve maddi yol ile bir başkasına yardımcı olma. K- M kadim: Eski, değerli. kâhin: Gelecekten haber veren kimse. keffâret: Kusur ve günahı örten. Yüce Allah, kullarının işledikleri hata ve günahları çeşitli vesilelerle affetmektedir. Oruç ve yeminin bozulmasında, zıharda, hac suçlarında, hata ile adam öldürmede, günahı affettirmek için meşru kılınan ibadet mahiyetindeki davranışlardır. kefil: Bir başkasının borç ve sorumluluğunu üslenen kimse. kehanet: Gelecekten haber verme. malul: Hastalıklı, problemli. medrese: İslam ülkelerinde, genellikle İslam dini kurallarına uygun ilimlerin okutulduğu yer. Fakülte. mesken: İçinde huzur bulunulan mekân. Ev, konut. meşekkat: Zorluk. metafor: Mecaz. İlgi veya benzetme sonucu gerçek anlamının dışında kullanılan kavram. minyatür: Kâğıt ve parşömen üzerine yapılan küçük ve süslü resim. mîzân: Terazi, ölçü, tartı aleti. Mahşerde herkesin amellerini tartmağa yarayan bir adalet ölçüsü. mucize: Tabiatüstü olay. Peygamberlerin kendilerine inanmayan insanlara peygamberliklerini ispat etmek amacıyla Allah’ın iznine bağlı olarak gösterdikleri olağanüstü olaylar. mu’tezile: Hicrî II. yüzyılan başlarında ortaya çıkan bir kelam, inanç akımı. Akılcılıklarıyla bilinen bir akım. mukabiliyet: Eşitlik esasına bağlı. Karşılıklı. mümin: İman esaslarını kalbiye tasdik eden kimse. Hz. Peygamberin Yüce Allah’tan alıp insanlığa ilettiği ilahi mesajların tümünü kabul eden, tasdik eden kimse. 133 N-O-Ö naklî ilimler: Kur’an, Hadis, Kelam, Tefsir, Fıkıh gibi ilimler. necasetten taharet: Bir kimsenin namaz kılacağı yeri, beden ve elbisesini temizlemesi. nikah: Evlenmek. Karşı cinsten iki kişinin birlikte yaşamalarına imkan veren ve taraflara karşılıklı hak ve sorumluluklar yükleyen sözleşme. obezite: Şişmanlık, aşırı kilo alma hali. özgürlük: İnsanın kendisini baskı altında hissetmemesi, serbest. R –S- Ş ruh çağırma: Duyu-ötesi varlık alanlarıyla ilişki kurduğunu söyleyen bir kimsenin ölen bir kişinin ruhunu çağırdığı iddiasında bulunma. sentetik: Parçadan tüme yönelme. sabiiler: Işık ile karanlık arasındaki bir düzleme dayalı inanç sistemiyle dikkati çeken bir dini gruptur. sadaka-i câriye: İnsanın hayatında yaptığı bir iyilikten dolayı ölümünden sonra amel defterinin kapanmaması, sürekli sevap yazılması durumu. sadakat: Doğru sözlü olma, bağlanma, aldatmama, sözleşmeye uygun hareket etme. sahabe: Arkadaş, dost. Hz. Peygamber devrine yetişmiş, onun sohbetinde bulunmuş ve Müslüman olarak ölmüş kimseler. sâni: Yapan. Sanatlı yaratılış. Sanatı ortaya koyan. Allah’ın bir ismi. selam: Bir işten kurtulmak, ayıp, afet, noksanlık, acizlik, hastalık vb. şeylerden uzak kalma. Allah’ın bir sıfatı. Alamet, şiar, simge, parola. sıla-i rahim: Biyolojik anlamda aynı soydan gelen akrabaları ziyaret etmek, onlarla ilişkileri kesmemek. sihir: Aldatmak, göz boyamak, gönlünü çalmak. Tabiatüstü alem ile bağ kurarak yapılan işler. Büyü sû-i zan: Bir müslümanla ilgili her hangi bir olayın bilinmeyen mahiyeti hakkında kötü tahminde bulunmak. şeb-i arûs: Düğün, sevgiliye kavuşma, düğün gecesi. şehit: İslam’ın yücelmesi, vatan savunması için savaşırken ölen Müslüman. şerh: Yorum, açıklama, not düşme. şiddet: Bir insanın beden ve ruhuna hasar verecek derecede baskı uygulamak. şizofreni: Düşünüş, duyuş ve davranışlarda önemli bozuklukların görüldüğü, hastanın kişiler arası ilişkilerden ve gerçeklerden uzaklaşarak kendi dünyasında yaşadığı, genellikle gençlik çağında başlayan bir ruhsal hastalıktır. T ta’lik: Bir metnin altına açıklayıcı notlar düşmek. taziye: Ölen kimsenin yakınlarına baş sağlığı dilemek. Teselli etme. taharet: Temizlenme, arınma, temizlik. tahnik: Yeni doğan çocuğun damağını tatlı bir şeyle hafifçe ovmak. takva: Korunmak. Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşımak. Dinin yasak ettiği şeylerden sakınıp buyruklarını yerine getirme. tefâul: Uğurlu, uğurlu saymak. tefvika: Ayrılık, bölücülük. telkin: Anlatmak, öğretmek, vermek. Son nefesine yaklaşmış, ölmek üzere olan kişinin yanında kelime-i tevhid ve kelime-i şehadet okumak. teşâüm: Uğursuz, uğursuz saymak. tevessül:Yaklaşmak, sebeb aramak, aracı kılmak. tevessüd: Başvurmak, başlamak, girişmek. tevhîd: Birlemek. Allah’ı zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir kabul etmek. tezhip: Süsleme sanatı. U-V- Y- Z ubudiyet: İbadetle ilgili olan. uluhiyet: İlahlık, kendisine ait olan. usûl: Yöntem, ilke, yol. veda Hutbesi: Ayrılış konuşması. Hz. Peygamberin hicretin 10. yılında mevsiminde yüz bini aşan sahabeye yaptığı tarihi konuşma. yegâne: Biricik, tek, eşi olmayan, yalnız. yemin keffareti: Mümkün olan ve geleceğe ait bir şeyi yapmak veya yapmamak üzere yapılan yemindir. Bu yemin, Allah şahit tutularak yapıldığı için yerine getirilmediği takdirde yemin edenin ceza ödemesi gerekir. Cezası, on fakiri doyurmak, giydirmek ya da köle azat etmektir. zahit: Dünyaya gönül bağlamayan, helal ve harama duyarlı olan, dünyadan el-etek çeken. zekât: Artma, çoğalma, temizlik, bereket. Belirli bir malın bir kısmının Allah rızası için belirli kişilere verilmesidir. zikir: Anmak, hatırlamak, yad etmek. Allah’ı hatırlamak. zuhur: Ortaya çıkan, görünen. zulüm: Bir şeyi kendine mahsus yerinden başka bir yere koymak, noksan yapmak, sınırı aşmak, doğru yoldan sapmak, hakkını vermemek, yapılmaması gereken bir davranışta bulunmak. 134 KAYNAKÇA Aclûnî, İsmail b. Muhammed, Keşfu’l-Hafâ, Beyrut, 1354. Ahmed b. Hanbel, Müsned, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992. Altıntaş, Ramazan, Kur’an’da Hidayet ve Dalalet, Pınar Yayınları, İstanbul, 2003. Altıntaş, Ramazan, Bütün Yönleriyle Cahiliye, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007. Altıntaş, Ramazan, İslam Düşüncesinde Tevhid ve Estetik İlişkisi, Pınar Yayınları, İstanbul, 2002. Birışık, Abdülhamit, “İslamda Eğitim ve Bilim”, İslama Giriş (Temel Esaslar), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2008. Buhari, Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail, el-CAmiu’s-sahih, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992. Dini Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2010. Ebu Davud, Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistanî, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992. Eraslan, Sadık-Keleş Ekrem, En Güzel Örnek Hz. Peygamber, TDV Yayınları, Ankara, 2003. Hamidullah, Muhammed, el-Vesâiku’s-Siyasiyye, Beyrut, 1987. Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, çev. S. Mutlu-S. Tuğ, İstanbul, 1969. Hökelekli, Hayati, “Sorumluluğun Şahsiliği”, İslam’a Giriş (Gençliğin İslam Bilgisi), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2007. İbn Mace, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid el-Kazvinî, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992. İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, Beyrut, 1968. Koç, Turan, İslam Estetiği, TDV Yayınları, İstanbul, 2004. Köse, Ali, “İnsan Hakları” İslam’a Giriş(Evrensel Mesajlar), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2008. Köse, Saffet, İslam Hukukuna Giriş, Hikmet Evi Yayınları, Konya, 2012. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, DİB Yayınları, Ankara, 2001. Malik b. Enes, Muvatta, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992. Münavi, Şemseddin Muhammed, Feyzu’l-Kadîr, Beyrut, 1982. Müslim, İbnü’l-Haccâc, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992. Nesaî, Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992. Tirmizî, Ebu İsa Muhammed b. İsa, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992. Toprak, Süleyman, Ölümden Sonraki Hayat, Tekin Kitabevi, Konya, 2005. 135