SAĞLIKLI YAŞAM Özel ASV Yaşam Hastanesi Sağlık Bülteni SAYI 27 / ÜCRETSİZDİR Yaşam KVC ve Kardİyolojİ Ekİbİ’nden Tıp Lİteratürüne Geçecek Amelİyat Yaşam Hastaneler Grubu KVC ve Kardiyoloji Ekibi Dünya literatürüne ilk kez geçecek “İstmik Aort Hipoplazisi” ve buna bağlı damar yırtılması ameliyatını gerçekleştirmişlerdir. Başarılı bir şekilde ameliyat edilen ve sağlığına kavuşan, 2 çocuk babası 64 yaşındaki Emekli Bilal Kayhan, doğuştan bu yana var olan bu rahatsızlığının, Yaşam Hastanesi KVC ve Kardiyoloji doktorlarının yaptığı bilimsel tarama sonucu daha önce Dünya Tıp Literatürü’ne benzerinin bildirilmediği ve yayınlanmadığı belirlenmiştir. Ameliyat sonrası tekrar sağlığına kavuşmanın mutluluğunu yaşayan Kayhan, Yaşam Hastanesi doktorlarına teşekkür etti. ASV YAŞAM HASTANESİ AÇILDI Hastanecilikte 21. yılını dolduran Yaşam Hastaneler Grubu zincirinin altıncı halkası olan, 250 yatak kapasiteli ASV Yaşam Hastanesi, Antalya Merkez’de açıldı... 69’u Yoğun Bakım olmak üzere toplam 250 yatak kapasiteli, 3 Tesla 48 Kanal MR, 384 Kesit Cardiac CT Anjio yapılabilen tomografi, en düşük doz program ile tomosentezli dijital mamografi vb. cihazlarla donatılmış hastanemizle hizmetinizdeyiz. ACİL SERVİSİMİZDE, ACİL TIP PROFESÖRÜ BAŞKANLIĞINDA, HAFTANIN 7 GÜNÜ 24 SAAT ACİL TIP UZMANLARIMIZ TARAFINDAN HİZMET VERİLMEKTEDİR. SAYI 27 / ANTALYA YAŞAM HASTANELERİ / ÜCRETSİZDİR Kapalı Akcİğer Kanser Amelİyatları Doç. Dr. Orhan YÜCEL Göğüs Cerrahisi Akciğer hücrelerinin kontrolsüz anormal şekil- 6. Günlük yaşam kalitesine birkaç günde dö- de çoğalmasıyla kanser oluşmaktadır. Kanser nüş sağlanabilir kitleleri, özellikle çevre dokulara bası yaparak 7. Başarı oranı yüksektir ağrı, öksürük, kanlı balgam ve nefes darlığı şi- 8. Hasta memnuniyet oranı karşılaştırılamaya- kayetlerine neden olmaktadır. Merkezimizde, cak kadar yüksektir akciğer kanseri sonucu oluşan kitlelerin tanı 9. Komplikasyon oranları çok düşüktür ve tedavisi için kapalı akciğer ameliyatları 10. Hastane yatış süresi 1-3 gün gibi kısadır uygulanmaktadır. Operasyon: Kapalı yapılan cerrahi genel Kapalı akciğer ameliyatları açık ameliyatlara anestezi altında uygulanmaktadır. Göğüs göre daha üstün yönleri bulunmaktadır. Kısa- yan kısmından 5 cm den küçük tek kesiden ca maddeleyecek olursak; veya 1-2 cm birkaç adet kesiden uygulanır. 1. Minimal doku hasarıyla teşhis ve tedavi im- Göğüs boşluğuna 5-10 mm çapında görün- kanı sunar tüleme sistemi ve endoskopik el aletleriyle iş- 2. Yaklaşık 4-5cm lik tek bir kesi ile operasyo- lem yapılır. Görüntüler ekrana yansıtılır. Ope- nun gerçekleştirilebilir rasyon ekibi ekrandaki görüntüler yardımıyla 3. Kaburgalar arası bölge açılmaz cerrahi tedaviyi uygular. Kapalı cerrahi uygu- 4. Ameliyat sonrası dönemde daha az ağrı lama esnasında açık cerrahiye istenildiğinde 5. Solunum fonksiyonları açısından konforlu- anlık dönülebilir. dur 2 SAYI 27 / ANTALYA YAŞAM HASTANELERİ / ÜCRETSİZDİR ANEVRİZMANIN AMELİYATSIZ TEDAVİSİ: “ENDOVASKÜLER STENT” “Vücudun en büyük atardamarı olan aortun, göğüs veya karın bölümlerinde normal çapın üstünde genişlemesi ile ortaya çıkan anaevrizma, hastada var olan hipertansiyona bağlı olarak damarın tabakalarının ayrışması ve yırtılmasına neden olabilir.” Doç. Dr. Gökhan ÖZERDEM Kalp ve Damar Cerrahisi maktadır. İşlem, lokal anestezi ya da sedasyon yöntemi ile uyutma şeklinde uygulanır. Hastanın iyileşme ve normal yaşamına dönüş süresini önemli ölçüde kısaltan bu tedavi yöntemi, klasik cerrahinin yerine tercih edilmektedir. Hasta 3 Günde Taburcu Olabilir Endovasküler stent işlemi sonrası hastalar 3 gün içinde hastaneden taburcu olabilir. Cerrahi müdahale sonrası yaşanabilecek Bu durumdaki hastalara doğru tedavi uy- takip edilir. Hastaların takipleri; MR ve tomog- gulanmadığında ise hastanın yaşamını %70 rafi ile yapılır. Damarların çapları belli oranda oranında tehdit edebiliyor. artıyorsa ya da çapları düşünülenden daha hızlı artıyorsa cerrahi müdahale gündeme 10 yıl öncesine kadar açık ameliyatlarla ve gelir. yüksek riskler göze alınarak tedavi edilebilen aort genişlemeleri yani anevrizmalar, artık Anevrizmada Ameliyatsız Tedavi Dönemi ameliyatsız bir yöntem olan endovasküler Anevrizma varlığına rağmen düzenli takip stent ile tedavi edilebiliyor. Girişimsel olarak altında olmayan hastalarda aniden gelişe- açık ameliyata göre çok daha düşük bir risk- bilen; damarın iç tabakası ve dış tabakası le yapılan işlem sonrası hasta normal yaşamı- birbirinden ayırılması, dolayısıyla kanın organ na kısa sürede geri dönebiliyor. boşluklarına, karın ve göğüs boşluğuna yayıl- Anevrizmada Hastanın Yaşı Önemli Büyük damarlarda ortaya çıkan genişleme ması yaşamı tehdit edebilir. Böyle durumlarda erken müdahale hasta için hayati önem taşır ve acil cerrahi gerekebilir. normalin 1.5 katına çıktığında anevrizmadan söz edilebilir. Birçok nedene bağlı ola- Ancak bazı hasta gruplarında ameliyat ya- rak ortaya çıkan anevrizmada, hastanın yaşı şamsal risk oluşturabilir. İleri derecede akci- önemli rol oynar. Özellikle 60 yaşından sonra ğer hastalıkları ile anestezi alamayacak du- anevrizma riski artar. Belli çapların altındaki rumda olan hastalar için ameliyatsız tedavi anevrizmalar hasta için yüksek risk oluştur- seçenekleri gündeme gelir. Günümüzde, madığından, her anevrizma hastası da ame- anevrizmanın ameliyatsız tedavisi “endovas- liyat edilmemektedir. Bu hastalarda cerrahi küler stent” yöntemidir. Ameliyatsız olarak risk medikal tedavi riski ile karşılaştırılarak ka- gerçekleştirilen işlemde vücutta herhangi bir rar verilir ve genellikle hastalar düzenli olarak kesi oluşturulmadan girişimsel olarak yapıl- kompliksyon riskleri en az orandadır. Hastanede kalış süresinin kısalması, hastanın normal ve aktif yaşamına kısa sürede dönebilmesi ve vücutta herhangi bir ameliyat kesisi oluşmaması endovasküler stenti son yıllarda uygulanan en popüler işlemlerden biri haline getirmiştir. Anevrizma ve buna bağlı olarak ortaya çıkan diseksiyon yani yırtıklar artık girişimsel olarak tedavi edilebilse de, 40 yaşından sonra damar genişlemesi riskinin arttığı gerçeği göz önüne alınarak, gerekli tahlil ve tetkiklerin yaptırılması önem kazanmaktadır. Anevrizma Düzenli Takip Edilmediğinde Damar Yırtılabilir Anevrizmaların düzenli takip edilmemesi, damar yırtılmalarına yol açabilir. Diseksiyon adı verilen yırtılmalar, hastada çok ciddi belirtiler ile ortaya çıkar. Hastalar bu belirtileri; ‘sanki bıçak saplanıyor’ gibi sırt ve göğüs ağrısı şeklinde tanımlamaktadır. Yırtıldıkça aşağı doğru inen damarın içinde sinir sistemine bağlı sinir uçları bulunmakta ve belirtiler sırasında hasta bu iletim sayesinde ağrı duymaktadır. Hasta yırtılma nedeniyle bir anda kaybedilebilir. 3 SAYI 27 / ANTALYA YAŞAM HASTANELERİ / ÜCRETSİZDİR DEPRESYON • Uzm. Dr. Kadir DEMİRCİ / Psikiyatri Depresyon, derin üzüntünün, bazen de üzüntü ile birlikte bunaltının olduğu, konuşmayı, davranışları, düşünceyi ve bedensel işlevleri etkileyen bir hastalıktır. Beynimizin bazı bölgelerinde yer alan, nörotransmitter olarak isimlendirdiğimiz duygularımızı, davranışlarımızı, düşüncelerimizi düzenleyen beyin kimyasallarındaki düzensizliklerin depresyonun nedeni olduğu bilinmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2000 yılı verilerine göre depresyonun yeti yitimine neden olan hastalıklar arasında dördüncü sırada olduğu bulunmuş, 2020 yılında ikinci sırada olacağı varsayılmıştır. Kadınların yaşamları boyunca depresyon geçirme olasılığı %20-26 iken, erkeklerde bu oran %8-12 olarak bulunmuştur. Ortalama başlangıç yaşı 27-30 olan depresyon, kadınlarda daha erken yaşlarda görülmekle birlikte, her yaşta görülebilmektedir. Depresyon döneminde en sık gözlenen bulgular şunlardır; • Eskiden yaptığı ve keyif aldığı şeylerden eskisi kadar keyif alamama, genel bir ilgisizlik ve isteksizlik • Üzüntülü, elemli, bunaltılı bir ruh hali • Enerji azalması ve kolay yorulma • Değersizlik, yetersizlik ya da suçluluğa ilişkin düşünceler • Dikkat, konsantrasyon ve bellek sorunları • Uykuda azalma ya da artış şeklinde uyku düzensizlikleri • İştahta azalma ya da artış şeklinde iştah düzensizlikleri • Hareketlerde yavaşlama ya da artan gerginlik ve öfke hali ve intihar düşünceleri Depresyonun tanısı, kişinin kendisi ile yapılan psikiyatrik muayenenin yanı sıra ailesi, yakınları ile yapılan görüşmelerle konulmaktadır. Depresyon kendi başına ortaya çıkabileceği gibi, başka ruhsal bozukluklara (manik-depresif hastalık, kaygı bozukluğu, yas süreci, psikotik bozukluklar, gebelik ve lohusalık dönemi gibi) bağlı olarak da görülebilir. Bunların yanında genel tıbbi durumla ilişkili durumlarda (diyabet, inme, kanser, koroner arter hastalıkları, parkinson, fibromiyalji gibi) ve kullanılan ilaçlara (steroidler, astım ilaçları, kanser ilaçları, antiinflamatuvarlar, akne ilaçları gibi) bağlı da görülebilmektedir. Tanısal değerlendirme aşamasında tüm bu faktörlerin değerlendirildiği bilgilerin alınması ve gereken tetkik ve incelemelerin yapılması son derece önemlidir. Depresyon doğru ve etkili tedavi edildiğinde, yaşama bağlılığın tekrar kazanıldığı, yaşam kalitesinin oldukça yükseltilebildiği, bozulan işlevselliğin düzeldiği bir hastalıktır. Depresyonun tedavisi, Psikiyatri uzmanları tarafından kişinin durumuna ve kişi için depresyona neden olan faktörler göz önüne alınarak her birey için en uygun tedavi yöntemi ile yapılabilir. Hafif düzeydeki depresif bozukluklarda psikoterapiler ve psikososyal tedavi yöntemleri etkili iken, orta düzey ve ağır düzeydeki depresif durumlarda psikoterapiler ve psikososyal tedavi yaklaşımlarının yanı sıra farmakolojik ve somatik tedavi yöntemlerinin etkililiği tüm dünyada bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Depresyon ve tedavisi ile ilgili olarak kulaktan dolma bilgilerle ya da “kendim üstesinden gelmeliyim” “doktor beni anlamaz ki” gibi düşüncelerle etkin bir terapi ve tedaviyi ötelemek, depresyondaki bir birey için sadece zaman ve işlevsellik kaybının sürmesi anlamına gelmektedir. Bu nedenle bireyin depresyonun en doğru ve etkili tedavisi için bir psikiyatri uzmanına başvurması ve hekimle işbirliği içinde tedaviyi sürdürmesi düzelmek adına en doğru adımı olacaktır. 4 Cİnsel İşlev BozukluklarI • Uzm.Psikolog Gizem DİKER / Psikoloji Aşk ve cinsellik, iki kişi arasındaki etkileşimle olan duygusal, düşünsel ve davranışsal boyutları içinde barındıran kavramlardır. Dünya Sağlık Örgütü’nün cinsel sağlık tanımında; ‘’Cinsel bir varlık olarak insanın sadece bedensel değil; duygusal, düşünsel ve toplumsal bütünlüğünü sağlayan, kişilik gelişimi, iletişim ve sevginin paylaşımını olumlu yönde zenginleştiren ve arttıran sağlıklılık hali.’’ ifadeleri yer almaktadır. Cinsel sağlıkla ilgili sorunlar sık yaşanmasına rağmen kültürel, dini ve sosyal etmenlerden dolayı genellikle bastırılır. Cinsellikle ilgili hatalı ve abartılı beklentiler, utangaçlık, suçluluk ve günahkarlık hisleri, eşler arasında yaşanan uyum sorunları ve iletişimsizlik sorunları, kişinin en başında cinsel organları olmak üzere kendi bedeniyle ilgili olumsuz fikirleri ve inançları, cinsellikle ilgili eksik ya da yanlış bilgi edinmesi gibi nedenler CİB’in meydana gelmesinde ve süregenleşmesinde etkili olurlar. Aşağıda tanımı yapılan ve bireylerin hem bedensel hem ruhsal hem de sosyal anlamda yaşam kalitesini düşüren CİB’e sahip kişilerin sorunları psikoterapötik müdahalelerle düzelebilmektedir. Orgazm Bozukluğu Hemen hemen her cinsel etkinlikte orgazmda belirgin gecikme, seyreklik ya da orgazm yokluğu gibi sonuçlara sebep olan bir CİB’dir. Bunun yanı sıra orgazm bozukluğunda, orgazm duyumları oldukça düşük seviyelerde olabilmektedir. Cinsel İlgi ve Uyarılma Bozukluğu Cinsel etkinliklere karşı olan ilgisizlik veya çok az ilgi duyması, cinsellikle ilgili düşünce ve fantezilerin olmaması veya nadiren olması, cinsel etkinlikleri başlatma konusunda zorluk yaşaması veya eşinin cinsel etkinlik başlatma çabalarına karşılık vermemesi olarak tanımlanmaktadır. Bunun yanı sıra, kadında cinsel ilgi ve uyarı bozukluğu; cinsel faaliyet sırasında coşku veya haz olmaması, karşı cinsle ilgili sözel, görsel veya yazılı herhangi bir girişime karşı ilgi veya uyarılmanın olmaması, cinsel etkinlik esnasında cinsel organların dışında bir hissin olmaması olarak da açıklanabilmektedir. Cinsel Ağrı Bozuklukları Vajinismus Cinsel ilişkide vajinaya girme esnasında vulvovajinada ya da pelviste belirgin sancılar hissetmenin yanında aşırı korku ya da kaygı duyma, vajinaya girme esnasında pelvis tabanı kaslarını olması gerekenden fazla germe ya da sıkma gibi belirtileri olan, sürekli ya da yineleyici zorluklar yaşamak olarak tanımlanabilir. Bu kasılmaya tüm bedendeki kasılmalar, bacakların kapanması, korku, kaçınma tepkisi ve vajinal girişin olamayacağı inancı da eşlik eder. Disparoni Cinsel birleşme sırasında, öncesinde veya sonrasında hissedilen yoğun ağrı veya acı olarak tanımlanabilir. Erektil Disfonksiyon Erkeklerde, peniste yeteri kadar sertleşme olmaması veya sürdürülememesi durumudur. Organik ve psikolojik sebepleri olabilmekle birlikte cinsellikle ilgili yanlış inanışlar ve performans kaygısı bu bozukluk üzerinde oldukça etkilidir. Organik bir sebebi yoksa cinsel terapiyle birlikte bu sorun düzelmektedir. Erken Boşalma Erken boşalma, bütün toplumlarda erkeklerde sık rastlanan bir sorundur. Kişinin çok az bir cinsel uyarıyla bile isteğinden daha önce boşalması, boşalmasını denetleyememesi, istediği kadar erteleyememesi olarak tanımlanabilir. Süre net olmamakla birlikte, birleşmeden önce boşalma ya da 1-3 dakikalık cinsel birleşme süresi kesin olarak erken boşalmadır. 4-7 dakikalık süreçte ise kişinin ve partnerinin doyum yaşayamaması durumunda erken boşalma olarak kabul edilebilir. Cinsel işlev bozukluğunun hem organik hem de psikolojik zemini olmakla birlikte bireylerde CİB ile birlikte kaygı ve depresyon da görülebilmektedir. Bu durum psikoterapi ve/veya farmakolojik yöntemlerle düzelebilmektedir. Profesyonel anlamda psikolojik destek alan bireyler bu durumun üstesinden gelebilirler. SAYI 27 / ANTALYA YAŞAM HASTANELERİ / ÜCRETSİZDİR ROTAVİRUS ENFEKSİYONU • Uzm. Dr. İsmail ÇETİNER Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Rotavirus ishali çocuklarda akut ishalin başlıca nedeni olup her yaşta görülse de en sık 5 yaş altında görülmektedir. Dünyada yıllık 2 milyon çocuğun hastaneye yatış ve 500 bin çocuğun ölümüne sebep olmaktadır. Ülkemizde ise yıllık 20-25 çocuk akut ishal ve buna bağlı sıvı kaybından kaybedilmektedir. Özellikle ılıman iklimlerde ve kış mevsiminde daha sık görülür. Ağız-dışkı yoluyla ve solunum yoluyla bulaşabilir. Hastalar bulaş ile başlayıp belirtiler düzelinceye kadar 10-12 gün süreyle dışkıyla virusu atarlar. Hastane, okul, kreş ve toplu alanlarda salgınlara neden olabilir. Rotavirus ile bulaş sonrası 1-3 gün içinde klinik bulgular ortaya çıkar. Ateş, kusma ve sık sulu ishal başlıca belirtilerdir. Karın ağrısı da görülebilir. Ateş 2. günden sonra geriler ancak hastalık 3-9 gün devam eder. Anne sütü alan bebekler ve 3 ayın altındaki yenidoğanlar anneden geçen koruyucu antikorlar sayesinde enfeksiyonu daha hafif atlatırlar. Özellikle 6 ay -2 yaş arasındaki çocuklar şiddetli sıvı kaybı için risk altındadır. Hastalığın teşhisinde genel olarak belirtileri dikkate alınır ve kesin teşhis çocuktan alınan dışkı örneğinin laboratuvarda incelenmesi ile yapılır. Tedavi, su kaybını önlemek için ağızdan bol sıvı alınmasını içerir. Sıvı kaybı giderici içecekler hastane ve eczanelerden temin edilebilir. Doktor tarafından tavsiye edilmedikçe hastalara kusma ve ishali önleyici ilaçlar verilmemelidir. Tedavide amaç kaybedilen su, tuz ve şekeri yerine koymaktır. Kusması olmayan çocuklarda öğünler az az ve sık sık verilmeye özen gösterilir. Ağızdan, özel olarak hazırlanmış tuzlu şekerli su karışımlarından verilerek yağsız yiyecekler tercih edilmelidir. Yoğurt, pirinçli yoğurt çorbaları, patates ve muz gibi ishale uygun besin maddeleri, bebeklerde anne sütü ve özel ishal mamaları öncelikle verilmelidir. Su kaybı olan ve kusan bebek ve çocuklar hastaneye yatırılarak damardan sıvı desteği yapılmalıdır. PROSTAT KANSERİ VE İYİ HUYLU PROSTAT BÜYÜMESİ • Op. Dr. Mustafa GÜNEŞ Üroloji (Bevliye) Prostat kanseri erkeklerde en sık görülen kanser türlerinden biridir. Bir çok çevresel ve genetik nedene bağlı olarak gelişebilir. Birinci derece erkek akrabalarında prostat kanseri olanlar daha çok risk altındadır. Günümüzde çoğunlukla PSA denen bir kan değerinin yüksekliği ile yapılan incelemeler sonucunda tanı konur. Birinci derece yakınlarında hastalık olanların 40-45 yaşından ve diğer erkek bireylerin de 50 yaşından sonra yılda bir üroloji kontrolü yaptırmaları erken teşhis ve tedavi açısından çok önemlidir. Prostat kanseri diğer bir çok kansere kıyasla hızlı ilerlemez ve erken teşhis edildiğinde en uzun yaşam süresine sahip kanserlerden biridir. Günümüzde teşhis sonrası ameliyat ve ameliyat dışı olmak üzere bir çok başarılı tedavi alternatifleri mevcuttur. Bu nedenle prostat kanseri zamanımızda korkulan bir hastalık olmaktan çıkmıştır. Üroloji polikliniğine geldiğinizde yapılacak basit tetkikler ve doktor değerlendirmesi sonucu bir çok hastada iyi huylu prostat büyümesi denen durumla karşılaşılmaktadır. Bu hastalar genellikle idrar yaparken zorlanma, idrar yaptıktan sonra tam boşalmama hissi, idrar kalibrasyonunda (tazyik) azalma, kesik kesik idrar yapma, idrar yaparken saçılma veya çatallama, acil idrar yapma isteği ve bazen istemsiz idrar kaçıma, idrar yaparken penise vuran yanma hissi ve gündüz ve gece sık idrara çıkma gibi şikayetlerle gelirler. Bu şikayetlerden birkaçı bir arada bulunabilir. Bu durumda olan hastalar çoğunlukla ilaçlı ya da ilaçsız önerilerle belli zaman aralıkları ile takibe alınmaktadır. Görüldüğü gibi 50 yaş üzeri erkeklerde; ister iyi huylu prostat büyümesi isterse prostat kanseri olsun günümüzde modern gelişmeler eşliğinde korkulmaması gereken prostat rahatsızlıklarıdır. Bu yaş grubu hastaların tek yapması gereken çok belirgin şikayeti olmasa da bir üroloji hekimine başvurmak ve erken teşhis için kontrollerini aksatmamaktır. Hastalıktan korunmak için hijyen kurallarına dikkat etmek gerekmektedir. Çocukların el temizliğine büyük önem verilmeli ve kreş, anaokulu öğrencileri hasta olduklarında okula gönderilmemelidir. Ev içi bulaşları önlemek için ortak kullanılan oyuncak ve benzeri eşyaların temizliğine özen gösterilmelidir. Emziren anneler, bebeğin altını temizledikten sonra ellerini yıkamadan bebeğe temas etmemelidir. Rotavirus enfeksiyonlarından korunmak için el yıkama, bilinen enfekte hasta ile temastan kaçınma ve aşılanma önemli yer tutar. Aşılanma, 2 ayın üzerindeki bebeklere ilk dozu 2 aylıkken başlamak üzere, ağız yolu ile 2 veya 3 dozda yapılır. Enfeksiyonu geçirmek tam bağışıklık sağlamaz ancak tekrarlayan enfeksiyonlar daha az şiddetli seyreder. 5 SAYI 27 / ANTALYA YAŞAM HASTANELERİ / ÜCRETSİZDİR • Op. Dr. Nalan CİHANGİR / Kadın Hastalıkları ve Doğum DOĞUM KONTROL YÖNTEMLERİ HAKKINDA MERAK EDİLEN 10 SORU “Doğum kontrolü geçici veya kalıcı olarak hamileliği engellemek veya hamile kalma olasılığını azaltmak amacıyla ilaçların, araç gereçlerin veya geleneksel yöntemlerin kullanılmasıdır. Aile planlaması için hem kadın hem de erkekler yöntem seçebilirler. Toplumda bilinen bazı yanlışlar doğum kontrolünü uygulamak isteyen çiftleri maalesef yanlış yönlendirmektedir.” 1-Doğum kontrol hapları kısırlık yapar mı ? Doğum kontrol hapları 30 yıldır kullanılan ve bugun dünyada yaklaşık 70 milyon kişi tarafından tercih edilen güvenilir korunma yöntemidir. Östrojen ve progesteron hormonlarının laboratuar ortamında üretilen türevlerini içerir. Bu hormonlar zaten kadın yumurtalıklarında üretilen doğal hormonlardır. Hap kesildikten birkaç ay sonra gebe kalma yeteneği geri döner. 2- Spiral ilişki esnasında erkek cinsel organına takılır mı, zarar verir mi ? RIA (Rahim İçi Araç) olarak da bilinen spiral kadınlar arasında uzun süreli kullanıma elverişli olduğu için (5-10 yıl) sıklıkla tercih edilen korunma yöntemidir. T şekilde plastik aparatın rahim içine yerleştirilmesi ile doğum kontrolünü sağlar. Cinsel ilişkide erkek cinsel organı penis, kadın cinsel organı olan vajen ve vajen duvarı ile temas ( penetrasyon) durumundadır. Spiralin takıldığı rahim iç duvarı daha derinde olduğu için penis rahim iç duvarına temas edemez. Bu yüzden rahim içine takılan spiral ile de teması olmaz. Spiral penise zarar vermez, yaralamaz veya batmaz. 3-Geri çekilme yöntemi nedir ? Cinsel ilişki esnasında; erkeğin boşalma anı geldiğinde penisi vajen içinden dışarı alarak sperm taşıyan meniyi (erkek suyu) dışarı boşaltarak gerçekleşen gebelikten korunma yöntemidir. Halk arasında kadınlar tarafından “eşim doğal yöntemle korunuyor” dediğinde anlatılmak istenen yöntemdir. Yöntem erkek tecrübesine bağlı olduğundan erkeğin kontrolünün zayıf olduğu durumlarda, penisin vajen içerisindeyken erken boşalması durumlarında başarısız olur. Güvenilirliği düşüktür, istenmeyen gebelikler oluşabilir. Modern tıpta doğum kontrol yöntemi olarak önerilmez. Yöntemi kullanan kişiler sıklıkla “gebelik oluşsa da olur sorun yok” düşüncesine sahip olanlardır. 4-Tüp bağlanması zararlı mıdır, adet bozukluğu yapar mı ? Tüp (kordon) bağlanması (ligasyonu) kesinlikle artık çocuk sahibi olmak istemeyen çiftlere uygulanan cerrahi doğum kontrolü yöntemidir. Minilaparatomi veya laparoskopi ile karın bölgesinden yapılan ameliyat ile ya da 6 sezeryan esnasında bebek doğurtulduktan sonra aynı ameliyat içinde tüpler bağlanabilir. Tüp bağlanmasının adet düzensizliği, ağrı ,cinsel isteksizlik, kilo artışı, erken menapoz gibi yan etkilerinin olacağı düşüncesi yanlıştır. Uygun teknik kullanılarak yapılırsa yumurtalık kan akımı bozulmaz. Hormon dengesizlikleri nedeniyle oluşacak yan etkiler tüp bağlanma ameliyatı sonrası gelişmez. 5-Doğum kontrol hapları kilo aldırır mı ? Kadınlar kilo alma endişesini sık sık yaşarlar. Halk arasında bilinen düşünceye göre doğum kontrol hapı kullanımınında ilk akla gelen soru kilo yapar mı ? Uzun dönemli yapılan çalışmalar doğum kontrol haplarının kişinin kilo alımını ciddi oranda arttırmadığını, kilodaki hafif artışın su tutulumuna bağlı olduğunu, bu kilonunda yılda 1-2 kg ile sınırlı olduğunu göstermiştir. Kişilerin kilo alımlarındaki tek neden ilaç kullanımı değil, yaşam tarzlarıdır. (Aşırı kalorili beslenme, hareketsiz yaşam, yaş ilerlemesi nedeniyle metabolizma hızının yavaşlaması ...) Bu nedenle doğum kontrol hapları; özellikle yeni jenereasyon (düşük doz hormon içeren ) kilo aldırma endişesi olmadan kullanılabilir. 6-Uzun süre bir yöntem ile korunulursa yumurtalıklar tembelleşir mi ? Çocuk sahibi olmak için uygun zamanı çiftler belirlemelidir. Ancak doğum kontrol yöntemleri kullanılarak uzun dönem beklenmesi kadın yaşının ilerlemesine neden olur. Kadın için geçirilen her yıl yumurtalık kapasitesini ve becerisini yaşa bağlı azaltır, gebe kalmada sorunlar oluşabilir. Bu nedenle 35 yaş öncesi mutlaka gebelik kadınlar için tavsiye edilmektedir. 7-Tüpler bağlandıktan sonra çözülür mü? Tüplerin bağlanmasının en önemli özelliği kalıcı bir yöntem olmasıdır. Özel durumlarda tüplerin açılma ameliyatı yapılabilir. Ancak tüplerin açılması bağlanması kadar kolay ve pratik değildir, mikro cerrahi yöntemler ile tüp uçları birleştirilerek açılması sağlanır. Uçların birleşemediği durumlarda ameliyat başarısı zayıftır. Usulüne uygun bağlanmayan tüpler sıklıkla açılamayabilir, açılsa da gebelik ihtimali düşer. Bu nedenle iyi düşünerek karar vermiş artık çocuk istemeyen kişinin tercih edeceği bir yöntemdir. 8-Kondom iltihap, yara yapar mı ? Kondom; erkekler tarafından kullanılan penise takılan ince esnek kılıftır. Meninin kadın cinsel organına dökülmesini önleyen uç kısmında haznesi sayesinde gebelikten korur. Bazı kondomlar lateks ismi verilen maddeden yapılır ve bu madde kadın cinsel organında allerjiye sebep olabilir. İlişki sonrası vajende yanma, kaşıntı, kızarıklık, kabarıklık allerji belirtisidir. Yan etkilerin oluşması halinde kondom kullanılmamalıdır. Kullanıma devam edilmesi vajen ve rahim ağzında iltihap ve yara oluşmunu arttırır. 9-Aylık iğneler hormonları bozar mı , bırakıldığında gebelik oluşur mu ? Doğum kontrol iğneleri içinde kadınlık hormonlarından östrojen ve progesteron bulundurur. Aylık ve 3 aylık formları vardır. Yumurtlamayı engeller. Rahim ağzındaki salgıyı koyulaştırarak sperm hücrelerinin rahime girmesini önler. Adet düzensizliği en sık şikayet edilen yan etkisidir. İlk 3-6 ay arası sık kanama yapabilir. Memelerde hassasiyet, aknede artış, kilo artışı diğer yan etkilerdir. İğneler bırakıldıktan 2-3 ay içinde hormonları vücüttan tamamen atılır. Yumurtlama yeniden başlar en geç 1 yıl içinde gebelik oluşur. 10-Korunma yöntemlerinden en zararsızı hangisidir,hangisi seçilmeli ? En uygun korunma yöntemi eşlerin ortak karar verdikleri, kullanırken kendilerini rahat hissettikleri yöntem olmalıdır. Gebeliği önlemesinin yanında sağlığa zarar vermemesi,maliyetinin düşük, uygulamasının kolay olması beklenir. Tüm yöntemler avantaj ve dezavantaj barındırmaktadır. Yaşam tarzınız, tıbbi öykünüz, jinekolojik muayeneniz ışığında hekiminize danışarak seçilebilir. SAYI 27 / ANTALYA YAŞAM HASTANELERİ / ÜCRETSİZDİR • Doç. Dr. Ali Berkant AVCI / Romatoloji • Uzm. Dr. Dudu AŞKIN İç Hastalıkları (Dahiliye) D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİ Son yıllarda D vitamininin sanıldığından çok daha önemli bir vitamin olduğu ve eksikliğinin mutlaka giderilmesi gerektiği çalışmalarla gösterilmiştir. Ülkemizde de sıkça görülen D vitamini eksikliği hakkında toplumun bilgilendirilmesi önem kazanmıştır. D vitamininin vücuttaki asıl görevi kalsiyum ve fosfor gibi minerallerin dengesini sağlayarak, kemiklerin ve kasların gelişimi ve korunmasını, bağışıklık sisteminin düzenli çalışmasını hücre bölünmesinin kontrolünü ve metabolizmanın düzenlenmesini sağlamaktır. D vitamini peynir, süt, yumurta, balık, maydonoz, brokoli gibi gıdalardan elde edilerek güneş ışınlarının cilde temas etmesi ile de aktif hale gelmektedir. Güneşte el kol ve yüz açık şekilde 15-20 dk kalmak yeterlidir. Fakat güneş kremleri ve cam arkasında durmak D vitamini sentezini engellemektedir. Halsizlik, kronik yorgunluk, uykuya meyil, sık enfeksiyon geçirme, kas kemik ağrıları, depresyon, aşırı terleme gibi şikayetlerinizin olması durumunda mutlaka doktora başvurmalı, hızlı ve kolay yapılan bir kan testiyle vitamin D seviyesi ölçülmelidir. D vitamini eksikliği sonucunda en çok karşılaşılan sorunların başında Osteoporoz gelmektedir. Özellikle ileri yaşta ve menopozdaki kadınlarda daha sıklıkla tespit edilmektedir. D vitamini kemik erimesiyle doğrudan ilişkilidir. Yine çocuklarda Raşitizm adı verilen ve kemik eğriliklerine sebep olan hastalığında öncelikli sebebidir. D vitamini eksikliği bağışıklık sistemini de zayıflatarak enfeksiyonlara yakalanma riskini artırmakla birlikte iyileşmeyi de geciktirmektedir. Yapılan çalışmalarda D Vitamini eksikliği olan kişilerde kanser riskinde artış olduğu tespit edilmiştir. Özellikle prostat, kolon, akciğer ve meme kanserleriyle ilişkilendirilmiştir. Bunlara ek olarak insülin direncine yatkınlığı arttırıp obeziteye neden olabileceği gösterilmiştir. D vitamini eksikliği tanısı ve tedavisi kolay olan fakat farkedilmeyip tedavi edilmediği takdirde önemli sonuçlar doğurabilen bir hastalıktır. Vitamin D iğnesi ve haplarıyla kolayca tedavi edilebilmektedir. Fakat doktor kontrolünde alınmayan vitamin D takviyelerinin D vitamini zehirlenmesine yol açacağı unutulmamalıdır. ROMATOLOJİ HANGİ HASTALIKLAR VE YAKINMALARLA İLGİLENİR? Romatoloji, eklemler başta olmak üzere kas iskelet sisteminin hemen bütününü etkileyebilen, cilt ve iç organlarda da tutulum yapabilen hastalıkların değerlendirilerek takip ve tedavisinin yapıldığı bir branştır. Romatizmal hastalıklar arasında 200’den fazla hastalık yer alır. Romatolojinin ilgilendiği hastalıklara örnek olarak, • Romatoid Artrit, • Spondiloartopatiler (ankilozan spondilit, psöriatik artrit, enteropatik artrit, reaktif artrit vb), • Sistemik Lupus Eritematozus, • Sjögren Sendromu, • Behçet Hastalığı, • Ailevi Akdeniz Ateşi, • Psödogut, • Osteoartrit, • Sistemik Skleroz, • Vaskülitler, • Gut, • Fibromyalji verilebilir. Hastanemizde bütün romatolojik hastalıkların tedavisi uluslararası standartlarda yapılabilmektedir. Romatolojik hastalıkların etkin bir şekilde tedavi edilebilmesi için erken tanı ve düzenli takip çok önemlidir. Aşağıda belirtilen yakınmaları olan hastaların bir Romatoloji Uzmanına başvurmaları önerilir. • Eklemlerde ağrı, • Eklemlerde şişlik, • Eklemler üzerinde renk değişikliği, • Eklemlerde ısı artışı hissedilmesi, • Sabahları yarım saati aşan tutukluk, • Vücutta dokunmaya aşırı hassas duyarlı noktaların bulunması, • Topuk ağrısı, • Güneşe hassasiyet (kısa süreli maruziyete rağmen ciltte kızarıklıkların oluşması), • Başka bir nedenle açıklanamayan hemen her gün olan ağız kuruluğu, • Başka bir nedenle açıklanamayan hemen her gün olan gözlerde yanma-batma hissi ile kendini gösteren göz kuruluğu, • 3 aydan uzun süredir olan sabahları daha şiddetli olup hareket ettikçe azalan bel, sırt ve kalça ağrısı, • Sedef hastalığı ve inflamatuar (iltihabi) barsak hastalıkları olan hastalarda gelişen eklem yakınmaları, bel, sırt ve kalça ağrısı, • Başka nedenle açıklanamayan ağız içinde tekrarlayan aftöz yaralar, • Soğukla tetiklenen el veya ayak parmaklarında solukluk, morarma ve kızarıklık gibi renk değişiklikleri, • Genç yaşta, açıklanamayan damar tıkanmaları, • Başka nedenlerle açıklanamayan tekrarlayan düşükler, • Ciltte sertlik artışı, cildin esnekliğini kaybetmesi, • Ani açıklanamayan görme kayıpları. 7 SAYI 27 / ANTALYA YAŞAM HASTANELERİ / ÜCRETSİZDİR ÇARPINTI ŞİKAYETİM VAR, NE YAPMALIYIM? “Çarpıntı genellikle yüksek kalp hızı, düzensiz kalp atımı veya kalbin güçlü kasılması durumlarında hissedilir. Stres, egzersiz, ilaçlar ve nadiren de tıbbi durumlar çarpıntıyı tetikleyebilir.” İkisi kulakçık (atriyum) ikisi karıncık (ventrikül) olmak üzere 4 ana odacıktan oluşan kalp, kasılması için gerekli olan elektriksel uyarıyı (sinüs düğümü denilen biyolojik pil vasıtasıyla) kendisi oluşturmaktadır. Erişkin yaştaki normal bir bireyde ortalama kalp hızı dakikada 60 ila 80 civarındadır. Normalde kalp çalışırken bazı sesler meydana getirir ancak “çok şükür ki” biz bu sesleri duymayız. Başka bir deyişle kalbimizin çalıştığını hissetmeyiz. İstisna olarak, kalp anatomik olarak göğüs boşluğunun sol kısmında olduğu için belki bazılarımız sol yana yatınca kalp atışlarımızı hissedebiliriz. İşte normalde duymadığımız veya hissetmediğimiz kalp atışlarını hissetmemiz durumunu çarpıntı olarak tanımlamaktayız. Çarpıntı genellike yüksek kalp hızı, düzensiz kalp atımı veya kalbin güçlü kasılması durumlarında hissedilir. Stres, egzersiz, ilaçlar ve nadirende tıbbi durumlar çarpıntıyı tetikleyebilir. Günümüzde erişkin yaş grubunda çok sık karşılaşılan çarpıntı şikayeti her ne kadar çok rahatsızlık verici ve kişiyi tedirgin edici bir durum olsa da çoğunluğu tehlike arzetmemektedir. Öyle ki çarpıntı çok az kişide tıbbi tedavi gerektiren ciddi kalp hastalığının bir belirtisi olabilmektedir. Kişiler çarpıntıyı farklı şekilde hissedebilmekte veya tanımlamaktadırlar: tekleme, kuş çırpıntısı, kalbin hızlı atması, kalp atışlarının güçlü hissedilmesi gibi. Sık olmayan ve birkaç saniye içinde kendiliğinden sonlanan çarpıntı atakları genellikle önemsizdir ve ileri tetkik gerektirmez. Ancak bazı durumların varlığında ve bazı hasta gruplarında çarpıntı şikayeti önemli olabilir: 8 • Bilinen bir kalp hastalığı varsa •Ataklar sık olmakta ve uzun sürmekteyse • Gittikçe daha kötüleşiyorsa • Beraberinde göğüste sıkışma/rahatsızlık hissi olmaktaysa • Beraberinde nefes darlığı ve yorgunluk hissi oluyorsa • Beraberinde baş dönmesi veya bayılır gibi olma hissi varsa • Çarpıntı sırasında tam bilinç kaybı meydana gelmişse • Birinci derecede akrabalarında genç yaşta ani ölüm veya kalp hastalığı hikayesi varsa. Esasında çarpıntıya yol açan sebepler çoğu zaman kalp hastalığının dışındaki sebeplerdir. Bunların başlıca olanları şunlardır: • Stres, gerilim, duygusal nedenler • Yoğun tempoda çalışmak • Kafein içeren gıdalar • Sigara ve nikotin içeren diğer ajanlar • Takviye amaçlı sıkça tüketilen bitkisel karışımlar • Alkol • Ateş • Kansızlık • Kadınlarda adet dönemi, gebelik ve menapoz gibi durumların yol açtığı hormonal değişiklikler • Grip ve soğuk algınlığı nedeniyle alınan ve yapısında psödoefedrin içeren ilaçlar • Astım tedavisinde kullanılan ilaçlar. Çarpıntı şikayeti ile başvuran hastaların bir kısmında da çarpıntı şikayeti aşağıdaki gibi ciddi bir hastalığın belirtisi olabilir: • Kalp ritim bozuklukları Prof. Dr. Doğan ERDOĞAN Kardiyoloji • Yüksek tansiyon • Kalp yetersizliği • Kalp damar hastalığı • Kalp kapak hastalıkları • Doğumsal kalp hastalıkları • Panik atak • Zehirli guatr • Ciddi kansızlık. Çarpıntı şikayeti olan kişilerde çarpıntının altında ciddi bir rahatsızlık olup olmadığı muayene sonrası yapılacak birkaç basit testle belirlenebilir. Bu testlerden bazıları ve de en önemli olanları şunlardır: • Elektrokardiyografi (EKG): Kalbin elektriksel akımının 12 ayrı kaydını içeren grafi olup 2-3 dakikada elde edilir ve hiçbir zararı yoktur. • Ekokardiyografi (Eko): Kalbin kalbe özgü ultrason ile görüntülenmesidir; 10-15 dakika sürer ve zararsızdır. • Holter takibi: Cep telefonu büyüklüğüne yakın bir cihazla kalbin 24 saat süreyle ritmi kaydedililir ve cihaza uygun bilgisayar siztemine yüklenerek analiz yapılır. Bunlara ilaveten kan sayımı yapılması ve guatr hormon düzeylerinin ölçülmesi de elzemdir. Kalbinize iyi bakın ve unutmayın, Kalbiniz Sizin İçin Çarpıyor! SAYI 27 / ANTALYA YAŞAM HASTANELERİ / ÜCRETSİZDİR KRONİK BÖBREK YETMEZLİĞİ “Birçok böbrek hastalığı sessizce gelişir ve uzun yıllar fark edilmez, çoğu kez kronik böbrek hastaları, hastalığın geç bir aşamasına kadar bir uzmana (Nefrolog) gitmemektedir.” Böbrekler, 7 gün 24 saat durmaksızın vücudu atık maddelerden temizleyerek idrarı oluşturur. Bu temel görevin yanında, vücut sıvılarının hacmini ve bileşimini belirleyen, kan hacmini ve tansiyonu ayarlayan esas organdır. Aynı zamanda, hormonal fonksiyonları da vardır. Mesela, kan imalindeki temel madde böbreklerde yapılır. Kemiklerin olgunlaşması için gereken madde de. Böbrek fonksiyonları bozulunca hastalar kansız kalır. Kemiklerde zayıflama ortaya çıkar. Türkiye’de böbrek hastalığının görülme sıklığı nedir? En çok kimlerde görülür? Türk Nefroloji Derneği’nin 2010 yılında ülke çapında yaptığı çalışmanın sonuçlarına göre ülkemizde yaklaşık her 8 kişiden 1’inde kronik böbrek hastalığı var. Kronik böbrek hastalığı (KBH) her yaşta görülebilir. Ancak KBH’nın en sık görüldüğü gruplar; yaşlılar (65 yaş), şeker hastaları, hipertansiyon hastaları, kalp ve damar hastalığı olanlar, nefrit hastaları, şişmanlar, sigara kullananlar, birinci derece akrabalarında KBH olanlar, ailesinde kalıtsal böbrek hastalığı olanlar, sık tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu öyküsü olanlar ve böbrek taş hastalarıdır. Toplum sağlığı açısından en büyük risk gruplarını ise diyabet hastaları ile hipertansiyonu olanlar oluşturmaktadır. “Böbrekler sessizce tükenir” Birçok böbrek hastalığı sessizce gelişir ve uzun yıllar fark edilmez, çoğu kez kronik böbrek hastaları, hastalığın geç bir aşamasına kadar bir uzmana (nefrolog) gitmemektedir. Tansiyon yüksekliği, idrarda kan olması, bacaklarda şişlik, gece sık idrara gitme böbrek hastalığının işareti olabilir. Böbrek hastalıkları nasıl teşhis edilir? Böbrek hastalıklarının teşhisi oldukça kolay- dır. Ancak temel sorun, böbrek hastalıklarının çoğunun belirtisiz yani “sessiz” olmalarıdır. Bu nedenle hastalık teşhisi çoğunlukla geç konulmaktadır. Böbrek hastalığının teşhisinde 3 temel yöntem vazgeçilmezdir. 1- Tansiyon ölçümü, 2-Kanda kreatinin ölçümü ile böbreğin süzme gücünün (glomerüler filtrasyon değeri) tayini, 3-Tam idrar tahlili ve idrarda protein varlığının saptanması. Bu 3 yöntem hastaların büyük çoğunluğunda böbrek hastalığının var olup olmadığını anlamak için yeterlidir. Bunlar dışında bazı durumlarda böbrek ultrasonu, böbrek anjiyografisi ve böbrek biyopsisi gibi ileri yöntemler de teşhis için gerekebilir. Uzm. Dr. Gülay DEMİRTAŞ Nefroloji tarzının temel prensipleri ideal kiloda olmak, az tuzlu ve sağlıklı beslenmek, kesinlikle sigara içmemek, düzenli egzersiz yapmak ve az alkol tüketmektir. Kronik böbrek hastalığı için hangi tedavi uygulanmalıdır? Kronik böbrek hastalığı erken safhalarda yakalandığında en etkili tedavi kan basıncı kontrolüdür. Bu amaçla kullanılan antihipertansif ilaçların böbrekten protein kaçağını önleme özelliği olması, böbrekler üzerindeki koruyucu etkinin artmasını sağlar. Bunun dışında kronik böbrek hastalığı eğer şeker hastalığına bağlıysa şeker düzeylerinin iyi kontrolü de önemlidir. Birçok kronik hastalıkta olduğu üzere, KBH olan kişiler sağlıklı bir yaşam tarzını önemsemelidirler. Sağlıklı yaşam 9 SAYI 27 / ANTALYA YAŞAM HASTANELERİ / ÜCRETSİZDİR ÇOK UNUTKANIM, ACABA BUNUYOR MUYUM? Uzm. Dr. Burcu ERAY Nöroloji “Alzheimer hastalığı, yaşlılıkla beraber ortaya çıkan ve başta unutkanlık olmak üzere çeşitli zihinsel ve davranışsal bozukluklara yol açan nörodejeneratif yani sinir hücrelerinde harabiyete sebep olarak ilerleyen bir beyin hastalığıdır.“ Merhaba, bu yazımda siz değerli okuyucu- Popüler kullanımıyla dilimizde “Bunama” adı bozukluklar, özellikle bellek ve öğrenme gibi larımıza herkesin çok korktuğu bir hastalık- verilen demans kelimesi, Latincede “edinil- zihinsel becerilerlerden sorumlu olan beyin tan bahsetmek istiyorum. Günümüzde genç miş zihnin yitirilmesi “anlamına gelir. Alzhe- hücrelerinin ölümüne yol açarak Alzheimer veya yaşlı neredeyse artık herkesin “çok imer hastalığı da demans veya bunamaya hastalığına sebep olur. unutkanım, acaba bunuyor muyum?” soru- en sık sebep olan hastalıktır. suyla en az bir kez doktora başvurduğunu Alzheimer hastalığı için kadın cinsiyet her za- görmekteyiz. Hasta bu soruyla hekime gel- Alzheimer hastalığı, yaşlılıkla beraber ortaya man daha riskli gruptur, aynı şekilde yaşla bir- diğinde öncelikle yaşı, cinsiyeti, eğitim sevi- çıkan ve başta unutkanlık olmak üzere çeşitli likte Alzheimer hastalığı görülme ihtimali de yesi öğrenilir ve ailede demans veya daha zihinsel ve davranışsal bozukluklara yol açan artar, öyle ki 65-70 yaş arası Alzheimer hasta- bilinen ve korkulan adıyla Alzheimer hasta- nörodejeneratif yani sinir hücrelerinde hara- lığı sıklığı %4-5 iken, 70 yaş sonrası bu sıklık gi- lığı olan bireylerin varlığı, bilinç kaybı olan biyete sebep olarak ilerleyen bir beyin has- derek artmakta ve 90’lı yaşlarda neredeyse bir kafa travması alıp almadığı, daha önce talığıdır. Hastalığa beynin belli bölgelerinde, her iki kişiden birine Alzheimer hastalığı tanısı felç, kalp krizi veya depresyon gibi bir has- bilinmeyen bir nedenle zararlı proteinlerin konmaktadır. talık geçirip geçirmeği, guatrı olup olmadığı, birikmesi sebep olur, bu da sinir hücrelerinin beslenme ve spor alışkanlıkları ve kullandığı haberleşmesini bozar, ayrıca aradaki bu Düşük eğitim seviyesi bu hastalık için risk fak- ilaçlar mutlaka sorgulanır. iletişimi sağlayan bazı kimyasal maddelerin törü olarak kabul edilmekte ve yüksek eğitim de üretimi azalır. Sonuç olarak tüm patolojik seviyesinin de koruyucu olduğu bilinmekte- 10 SAYI 27 / ANTALYA YAŞAM HASTANELERİ / ÜCRETSİZDİR dir. İlk başta değinilen kafa travması, beyin damar hastalıkları, dep- sonucu azalmış olan haberci madde miktarının dengelenmesine yar- resyon ve tiroid bezinin az çalışması yani hipotiroidi gibi hastalıklar da dım ederek zihinsel işlevleri korurlar. İlaç tedavisi, Alzheimer hastalığını Alzheimer Hastalığı için risk oluşturmaktadır. tamamen durdurmaz, ancak bellek kaybı dahil, çeşitli zihinsel bozukluk belirtilerinin hafiflemesini, hastanın günlük yaşam aktiviteleri daha Peki korucu faktörler yok mudur? Bu soruya cevap olarak akdeniz di- uzun süre korunmasını sağlar ve davranışsal problemlerin daha geç yeti yani mevsiminde yenen taze meyve, sebze, yeşillik, zeytinyağı ve ortaya çıkarak hastaların bakım evine yatırılma süresini geciktirir. Ayrı- balık ağırlıklı beslenme şekli; fiziksel ve zihinsel aktivite ve günde bir ca depresyon, huzursuzluk, uykusuzluk ya da hayaller görme gibi dav- kadeh kırmızı şarap verilebilir. ranış bozukluklarını tedavi etmek için de uzun zamandır kullanılmakta olan çok sayıda etkili ve güvenilir antidepresan ve antipsikotik ilaç da Asıl sorumuza dönecek olursak unutkanım diyerek gelen hastaya ne bulunmaktadır. Sonuç olarak erken tanı konularak ilaç tedavisine baş- yapıyoruz? Gerçekte acaba kaç kişide bunama saptıyoruz? Her unut- lanması hastanın yaşam kalitesini artırır ve daha uzun süre kendine kanım diyen doktora başvurmalı mı ya da unutkanlık doğru tanımla- bakabilmesini sağlar. nıyor mu? Tabiki bu soruların cevapları hastadan hastaya değişebilir ama eğer hasta eşyalarını sık sık kaybediyor, söylediklerini sık tekrar ediyor, aynı soruları bir daha soruyor, bazen yolunu şaşırıyor, pazar alışverişinde eksik para üstü alıp fark etmiyor, daha önceden kullanabildiği ev aletlerini eskisi gibi kullanamıyor, yemeklerin lezzetini tutturmakta zorlanıyor ise ya da çok sakin ve kibar bir insanken karakteri giderek değişip uygunsuz şakalar yapan ve küfreden bir insan haline gelmişse mutlaka bir nöroloji uzmanına başvurmalıdır. Bu noktada doktora başvuran hastanın hikayesi ve nörolojik muayenesi tamamlandıktan sonra mutlaka bilişsel işlevlerin farklı alanlarını değerlendiren bir tarama testi yapılır. Testin sonucuna göre de tam kan, içerisinde şeker ve kolesterol düzeyleri, B12 vitamini ve tiroid fonksiyon testlerini de içeren geniş biyokimya tetkikleri, beyin görüntülemesi ( Beyin MR veya Bilgisayarlı Beyin Tomografisi) ve EEG yani beyin dalgalarının kayıtlanması şeklindeki ek laboratuvar tetkikleri ile klinik tanı büyük oranda destekleklenir. Hastaya tanı konulduktan sonra mutlaka tedavi başlanmalıdır. Alzheimer hastalığını tamamen ortadan kaldıracak bir tedavi bugün için ne yazık ki yoktur; ancak belli bir süre hastalığın ilerleme hızını yavaşlatacak tedavi olanakları bulunmaktadır. Kolinesteraz inhibitörleri ve Memantin etken maddeli bu ilaçlar, beyindeki sinir hücrelerinin hasarı 11 SAYI 27 / ANTALYA YAŞAM HASTANELERİ / ÜCRETSİZDİR OBEZİTE VE CERRAHİ TEDAVİSİ Op. Dr. Mesut ÇAYNAK Genel Cerrahi Obezite bir hastalıktır ve tek nedeni yoktur. Çevresel (yaşam şekli, yeme alışkanlıkları, kullanılan ilaçlar,...vs) ve genetik faktörler obezite hastalığının ortaya çıkmasında etkilidir. Obezite ABD’de önlenebilir ölümlerin sigaradan sonra ikinci en sık nedenidir. Obezitenin derecesi, ağırlık ve boy arasında bağlantı kuran vücut kitle indeksi (BMİ) ile tanımlanır. BMİ, ağırlık(kg) / boy(m)2 formülü ile hesaplanır. 18-25 arası değerler normal, 2530 arası değerler kilolu, 30 ve üzeri değerler ise obez olarak değerlendilir. Obezite basitçe sadece kilolu olmak, vücut yağ oranının artması veya kozmetik bir sorun olarak değerlendirilmemelidir. Obez hastalarda vücut ağırlık artışına bağlı olarak, obezite ile ilşkili veya obeziteye eşlik eden çok sayıda tıbbi durum tanımlanmıştır. Buna uygun olarak da obezitenin cerrahi tedavisi basitçe obeziteye yoğunlaşmaktan çok, obezite ile ilşkili yandaş hastalıkların tedavisine odaklanmaya evrilmiştir. Obezite İle İlişkili Tıbbi Durumlar: Dejeneratif eklem hastalığı, bel ağrısı, hipertansiyon, uyku apnesi, gastroözofageal reflü hastalığı, safra kesesi taşları, Tip 2 diabet, hiperkolesterolemi, hiperlipidemi, astım, kalp yetmezliği, koroner arter hastalığı, migren başağrıları, psödotümör serebri, venöz staz ülserleri, derin ven trombozu, deri apseleri, stres üriner inkontinans(idrar kaçırma), infertilite(kısırlık), depresyon, karın duvarı fıtıkları, rahim, meme, kalın bağırsak, prostat gibi birçok kanserin görülme sıklığında artış. Obezitenin tahmini yaşam süresi ve genel sağlık üzerinde derin bir etkisi vardır. Yeterince kilo verip obez olmaktan çıkmak ve bu kilo kaybını korumak için diyet ve egzersiz yapmayı deneyen şiddetli obez hasta nüfusunun 12 başarı oranı %3 tür. Tahminlere göre obez olmayan bir bireye kıyasla 21 yaşındaki şiddetli obez bir erkek hasta 12 yıl, kadın hasta ise 9 yıl daha az yaşamaktadır. Bariatrik (obezite) cerrahi bireyin yaşam kalitesini arttırdığı gibi yaşam süresini de önemli ölçüde uzatır. Bariatrik Cerrahiye Uygun Hastalar şu özellikleri taşımalıdırlar: • BMI ≥ 40 kg/m2 • BMI 35-40 kg/m2 ve eşlik eden obezite ilşkili tıbbi durumlar • Tıbbı gözetimli diyette başarısız olma • Psikolojik olarak stabil olma Anestezi veya cerrahiyi engelleyici derecede riskli hale getiren ciddi medikal hastalıklar, yapılacak işlemleri anlamak için mental olarak yetersiz, ilaç, alkol ve diğer bağımlılıklar, aktif yeme bozuklukları olan hastalar, psikolojik olarak stabil olmayan hastalar cerrahi için uygun aday değillerdir. Cerrahi için hasta seçimi, multidisipliner ekibin değerlendirmesine dayanmalıdır. Obezite ile ilşkili teşhisi konmamış potansiyel sağlık sorunları aranır. Bu amaçla ameliyat öncesi kardiyolojik hastalıklar, obstruktif uyku apnesi, gastroözofageal reflü hastalığı (GÖRH), safra kesesi hastalıkları, hormonal bozukluklar gibi potansiyel sağlık sorunları ve bilinen sağlık sorunları detaylı olarak ele alınır. Obezite cerrahisi öncesi ve sonrasına hasta yönetiminde multidisipliner yaklaşım şarttır. Ekipte Genel Cerrah, Kardiyolog, Dahiliye Uzmanı, Psikiyatr, Plastik Cerrah, Diyetisyen, Radyolog ve Anestezist bulunur. Bariatrik cerrahi, obez hastalar için sihirli bir değnek olarak algılanmamalıdır. Ameliyat öncesi dönemden başlamak üzere hasta diyet ve yaşam tarzı değişikliklerine hazır olmalıdır. Bu konularda isteksiz ve devamlılık göstermeyen hastalarda bariatrik cerrahi başarı oranları düşüktür. Bariatrik cerrahiler ilk olarak 1950’li yıllarda uygulanmaya başlanmıştır. Yıllar içerisinde çeşitli bariatrik cerrahi prosedürler tanımlanmıştır. Günümüzde bu prosedürlerin tamamı laparoskopik (kapalı) yapılabilmektedir. Başlıca bariatrik prosedürler: • Ayarlanabilir Gastrik Band (AGB) • Roux En Y Gastrik Bypass (RYGB) • Biliopankreatik Diversiyon (BPD) • Duodenal Switch (DS) • Sleeve Gastrektomi (SG) (Tüp Mide Ameliyatı) Günümüzde diğer teknikler hala kullanılıyor olmasına rağmen; teknik olarak kolay olması,ameliyat sonrası komplikasyon oranının düşük olması ve sonuçlarının diğer teknikler ile hemen hemen aynı olması nedeni ile Sleeve Gastrektomi (Tüp Mide) en çok yapılan ameliyat haline gelmiştir. Bu teknik ile midenin büyük kurvatur ve fundus denilen kısımları alınarak mide tüp haline getirilmektedir. Bu şekilde mide hacmi küçültülmüş olur ve alınabilen besin sınırlandırılır. Açlık hormonu olarak bilinen ghrelin hormonunun salınımı da azaltılmış olur. Bu iki mekanizma şu ana kadar bildiğimiz kilo verme mekanizmalardır ancak henüz ortaya koyamadığımız farklı mekanizmaların da kilo vermeye katkıda bulunduğu düşünülmektedir. Ameliyat sonrası dönem Ameliyat sonrası, hastalar hızlı bir kilo kaybı dönemine girerler. İlk bir yıl içerisinde fazla kilolarının yaklaşık %65-70 ini kaybederler. Sonraki yıl içerisinde kilo kaybı hızı düşer, yani daha yavaş kilo vermeye devam ederler. Ameliyat sonrası hastaların 1,5 – 2 yıl süre ile gebe kalmaları önerilmez. Metabolik sendrom santral obezite, dislipidemi, glikoz intolerasyonu ve hipertansiyon ile karakterizedir. Şiddetli obez hastaların yaklaşık yarısında görülmektedir. Metabolik sendrom ile ilgili tüm tıbbi sorunlar bariatrik cerrahiye yanıt verir. Bariatrik cerrahi sonrasında obezite ile ilşkilendirilmiş tüm hastalıklarda (diabet, hipertansiyon, kalp yetmezliği, koroner arter hastalıkları, hiperkolesterolemi, safra kesesi taşları, depresyon, uyku bozuklukları, astım, migren tipi başağrıları, kısırlık, cinsel fonksiyon bozuklukları, bel ağrısı ve eklem hastalıkları, varis, stres üriner inkontinans(idrar kaçırma), rahim, meme, kalın bağırsak, prostat gibi birçok kanserin görülme sıklığında artış) , belirgin düzelme ve bir kısmında tamamen düzelme izlenir. SAYI 27 / ANTALYA YAŞAM HASTANELERİ / ÜCRETSİZDİR PRP tedavİsİ İle vücudunuza nefes aldırın Prof. Dr. Levent ALTINEL Ortopedi̇ ve Travmatoloji̇ Bedenimiz her an kendi kendini tedavi etmektedir. Kanımızdaki pıhtılaşma hücrelerinde bulunan mucizevi proteinler dokularımızın tamirini sağlarlar. PRP Tedavisi Nedir ? Kanımızın 1 mililitresinde 150-400 bin pıhtılaşma hücresi bulunur. Hastadan alınan kan, bir takım yoğunlaştırma, konsantre etme işlemlerinden geçirilir. Pıhtılaşma hücresinden zengin kan haline gelir. Elde edilen ürüne “PRP” denir. İyi bir PRP’ nin mililitresinde en az 1 milyonun üzerinde pıhtılaşma hücresi olmalıdır. PRP tedavisi hangi durumlarda kullanılır ? Zamanla eklemlerde gelişen yıpranma sonucu, kıkırdak doku aşınır, sürtünme artar. Eklemler ses çıkarmaya, şişmeye, ağrı yap- maya başlar ve hareketlerimiz gittikçe kısıtlanır. Bu tabloya kireçlenme (artroz) denir. PRP tedavisi günümüzde en fazla diz kireçlenmelerinde kullanılmaktadır. Bunun dışında PRP tedavisi şu hastalıklarda kullanım alanı bulmuştur; • Ön çapraz bağ yaralanması • Menisküs yırtıkları • Omuz kas yırtıkları • Tenisci dirseği (lateral epikondilit) • Golfcü dirseği (medial epikondilit) • Tendinitler • Ayak bilek burkulması • Tendon yırtıklarının tedavisi • Topuk dikeni • Kulunç ağrısı ... Başarılı bir PRP tedavisi için; 1- Hastalığın teşhisi doğru konmalıdır ve uygun hastalarda PRP tedavisi yapılmalıdır. 2- Yeterli pıhtılaşma hücresi konsantre edebilecek kaliteli hazırlama kitleri kullanılmalıdır. 3- PRP tedavisi uzman ve tecrübeli hekimler tarafından doğru bölgeye uygulanmalıdır. PRP tedavisinin yan etkileri var mıdır? Kişinin kendi kanından elde edilen PRP, yine hastanın kendisine yapıldığından ürünün direkt bir yan etkisi yoktur. Dokulara zarar vermez, alerji gibi yan etkiler yapmaz. Fakat steril şartlarda ve uzman ellerde yapılmayan PRP tedavisi sonrası mikrop kapma, eklem hasarı gibi enjeksiyona bağlı komplikasyonlar gelişebilir. 13 SAYI 27 / ANTALYA YAŞAM HASTANELERİ / ÜCRETSİZDİR TOPUK DİKENİ NEDEN OLUR VE NASIL TEDAVİ EDİLİR ? Uzm. Dr. Ahmet ÇAPAR Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Plantar fasiit erişkinlerdeki topuk ağrısının yaygın nedenlerinden biridir. Ayak tabanında yer alan, plantar fasya , topuğu ayağın ön tarafına bağlayan esnek doku bandının iltihaplanması, zarar görmesi ve kalınlaşmasıdır. Bu bant ayak tabanında ayak kemerini destekler ve yürümeye yardımcı olur. Bu rahatsızlığa plantar fasilit adı verilir. Ayağa çok fazla baskı yapıldığında bağlar yıpranır ve iltihaplanarak sertleşir. Topukta dikensi bir çıkıntı görüntüsü de varsa buna topuk dikeni sendromu denir. Biyomekanik olarak; aşırı yüklenme, uzun süre ayakta durma ya da koşma gibi nedenlerin plantar fasyada mikro yırtık oluşumuna neden olduğu düşünülmektedir. Plantar fasiit tanısı hastanın hikayesine, risk faktörlerine ve fizik muayene bulgularına dayanmaktadır. Hastaların çoğunda uzun süre oturduktan ya da sabah kalktıktan sonra topuk ağrısı ve gerginlik görülür. Tipik olarak yürümekle topuk ağrısı azalacak ama eğer hasta uzun süre yürümeye veya ayakta kalmaya devam ederse günün sonunda ağrısı artabilir. Hastalar yürürken ağrılı topuk üzerine basmaktan kaçınmak için etkilenmiş ayağın alt iç kısmına basarak yürür. Plantar fasiitli hastalarda yürüme ile ya da fizik muayene sırasında topuğun medial plantar bölgesine ( iç bölgesine ) basıldığında ağrı ortaya çıkar. Aşırı ayak pronasyonu (pes planus-düz taban), aşırı koşma, bacaklar arası uzunluk farkı, obezite, uzun süre ayakta durmak ya da yürümek zorunda kalınan meslekler (askeri personel vb.), aşil tendonunda ve intrinsik ayak kaslarında gerginlik, sedanter yaşam tarzı gibi faktörler topuk ağrısı, plantar fasiit için önemli risk faktörleridir. Hastanın plantar fasiit tanısının desteklenmesi için inatçı ağrılı durumlarda röntgen, ultrasonografi, manyetik rezonans görüntüleme (MRI) yöntemleri kullanılabilir. Plantar fasiit, topuk dikeni tanısı konulduktan sonra evde yapılacak başlan14 gıç tedavileri vardır. Evde mümkün olduğunca ayağın üzerine basmamak ve şişliği azaltmak için günde üç ila dört kez 15 ila 20 dakika buz uygulamaktır. Buzu doğrudan cilt üzerine uygulamamalıdır. Yalın ayak yürüme önlenmelidir, ayakkabısız yüründüğünde plantar fasia üstünde aşırı yüklenme ve gerginlik olur. Ayrıca egzersiz aktivitelerinizi azaltmayı veya değiştirmeyi deneyebilirsiniz. Ayaklarınızda kavis destekleri kullanmak ve esneme egzersizleri yapmakta ağrıyı azaltmaya yardımcı olabilir. İbuprofen (yani Motrin veya Advil) ve naproksen (yani Aleve) gibi nonsteroidal antienflamatuar ilaçlar (NSAIDS) ligamandaki enflamasyonu (ödem, tahriş ve iltihap) azaltmak için sıklıkla kullanılır. Evde tedaviler ve reçetesiz antienflamatuar ilaçlar ağrıyı rahatlatmazsa fizik tedavi plantar fasiit için tedavinin önemli bir kısmıdır. Plantar fasianızı ve aşil tendonlarınızı germeye ve uygulanan tedavi yöntemleri ile plantar fasiadaki enflamasyonun azalmasına yardımcı olur. Plantar fasiit kendi kendini sınırlayan bir durum olup 1 yıl içinde iyileşmektedir. Bu süre içinde ilaç tedavisi ve fizik tedavi yöntemleri ile hastaların %90‘ı iyileşir. Geleneksel fizik tedavi ve ilaç tedavisi uygulamaları ile ağrının kontrol altına alınamadığı durumlarda ESWT (Extracorporeal Shock Wave Therapy), kısaca şok dalga tedavisi uygulanabilecek etkin bir tedavi yöntemidir. Vücut dışında oluşturulan güçlü ses dalgalarının çelik başlıklı bir aplikatör vasıtasıyla vücudun istenilen bir bölgesinde odaklanmasına dayanan non-invaziv uygulama şeklidir. Yüksek basınç ve yüksek enerjiyi çok kısa süre içerisinde uygulama imkanı sağlayarak birkaç seansta başarı ile tedavi olanağı sağlamaktadır. Şok dalga terapisi hastalıklı bölgelere ulaşarak vücudun doğal iyileştirme sürecini uyaran özel bir tedavi şeklidir. ESWT enerjisine maruz kalan bölgede bir dizi biyolojik reaksiyon meydana gelir. Bu reaksiyonlar sonucu bazı iyileştirici etkiler oluşur. Sonuç daha hızlı iyileşmedir. Bir hastanın şikayeti, ağrısı tüm tedavi uygulamalarına rağmen 6 ay ya da daha uzun sürerse invaziv (girişimsel ) işlemler gerekebilir. İnvaziv işlemler ligamanın hasarlı kısmına doğrudan bir kortikosteroid enjeksiyonu, proloterapi ( hiperosmolar dextroz ), tam kan ve PRP (Platelet Rich Plasma) enjeksiyonudur. Steroid enjeksiyonları ağrıyı kısa süre içerisinde azaltma etkilerine sahiptir ancak uzun dönemde plantar fasia ligamanını zayıflatıp bu ligamanda yırtığa neden olabilir. Son zamanlarda daha yaygın olarak kullanılan, ağrıya neden olan hasarlı dokunun tamir edilmesini, iyileşmesini ve eski haline gelmesini sağlayan PRP ve Proloterapi enjeksiyonları ile kalıcı sonuçlar alınabilmektedir. PRP İngilizce “Platelet Rich Plasma” ifadesinin baş harflerinin kısaltması olup, “trombositten zengin plazma” anlamına gelmektedir. Bu yöntemde ilaç hastanın kendi kanından hazırlandığından doğal bir tedavi yöntemidir. PRP sıvısının içerdiği yüksek orandaki büyüme faktörleri zedelenmenin olduğu plantar fasia ve topuk dikeni bölgesindeki yapıların hücrelerini uyararak o bölgedeki iyileşmeyi hızlandırır. Topuk dikeni rahatsızlığının ana nedeni plantar fasyada oluşan gerginlik ve hasar olduğu için plantar fasyanın tamir edilmesi ve eski durumuna getirilmesi kalıcı bir sonuç verecektir. Proloterapi ile plantar fasyanın yapışma yerleri olan topuk bölgesine, ayak parmaklarının bulunduğu bölgeye ve plantar fasyanın gövdesine uygulanan dekstroz enjeksiyonlarıyla oluşan kontrollü inflamasyon sonucunda bu bölgede kanlanma artmakta, doku iyileşmesini ve onarımını sağlayan hücreler bu bölgeye sevk edilerek buradaki hasarlanmış bağların tamiri mümkün olmaktadır. Plantar fasya eski gücüne ve esnekliğine kavuştuğunda ise ağrı da kendiliğinden kaybolmaktadır.Yani PRP ve proloterapi ile sadece ağrı değil ağrıya neden olan durum tedavi edildiği için kalıcı bir tedavi sağlanabilmektedir. Çoğu kişide ağrıyı gidermek için cerrahi gerekmez. Ancak belirtiler iyileşmeden önce tedavi bazı hastalarda aylarca sürebilmektedir. Plantar fasiit durumu dikkate alınmazsa kronik topuk ağrısı gelişebilir. Bu yürüme şeklini değiştirebilir, bacaklarınız, dizleriniz, kalçalarınız ve belinizde ağrılara yol açabilir. Plantar fasiit tedavisinde başarılı olmak için; sabırlı ve istikrarlı olmanız gerekir. Plantar fasiit vakalarının çoğunluğu eğer ayaklarınızı iyileştirmek için düzenli esneme hareketleri yaparsanız, iyi ayakkabılar giyerseniz ve ayaklarını dinlendirirseniz zaman içerisinde iyileşir. Erken dönemde tedaviye başlamanız gerekir. Ağrıyı görmezlikten gelerek geçeceğini düşünmeyin. Tedaviye başlamak için ne kadar beklerseniz ayağınızdaki ağrının geçmesi o kadar zaman alır. İyileşme süreci birkaç ay ile bir yıl arasında bir süre alır fakat tedaviye başladıktan sonra haftalar içerisinde ağrınız azalmaya başlar. SAYI 27 / ANTALYA YAŞAM HASTANELERİ / ÜCRETSİZDİR Sağlıklı Bİr Çalışma Alanı Nasıl Olmalı? Uzm. Dr. Ali Osman TURGUT Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon çizdiğimiz yay ile ilk çizdiğimiz yay arasında kalan alan ise 2. kuşağı oluştururur ve bu alana da daha az kullandığımız eşyalarımızı koyabiliriz. Hayatımızın önemli bir kısmı çalışma mekanlarında geçmekte ve çoğu zaman uygun olmayan ofis ortamları nedeniyle ciddi kalıcı sağlık sorunları ile karşılaşabilmekteyiz. Özellikle uzun süre masa başında hareketsiz çalışan meslek gruplarında boyun ve sırt ağrılarına bazen de bel tutulmalarına sıkça rastlamaktayız. Bazen basit bir tutulma ile başlayıp zaman içinde tekrarlayıcı tutulmalar sonrası ciddi omurga rahatsızlıkları, hatta cerrahi müdahale gerektirecek boyun fıtıklarına kadar uzanabilmektedir. Halbuki alacağımız bazı önlemler ve küçük ofis düzenlemeleri ile bunların önemli bir kısmını önleyebiliriz. Önce çalışma ortamında olması gereken temel özelliklerden bahsedelim. Çalışma ortamımız iyi havalandırılan bir yer olmalı ve çalışan kişi başına yaklaşık 10 m3 lük bir hava olacak genişikte olmalı, çalışan başına çalışma masasının hemen etrafında rahat hareket edebileceği en az 2 m2 lik bir alan bulunmalıdır. Ortam ısısı 22 derece civarında olmalı iyi havalandırılmalıdır. Klima çalışıyor ise hava akımı çaılşanların üzerine direkt gelmeyecek şekilde ayarlanmalıdır. Aydınlatma için mümkün oldukça doğal gün ışığından faydalanılmalı tavan ya da masa aydılatmaları, ışık çalışma alanına yaklaşık 45 derece açıyla gelecek şekilde yerleştirilmelidir. Ortam gürültüsü 50-55 desibeli geçmeyecek şekilde olmalı; yine bu sınırlar içinde kalmak şartıyla yumuşak dinlendirici bir fon müziği kullanılabilir. Çalışma masamız ve sandalyemiz tamamen bizim vücut ölçülerimize ve ihtiyaçlarımıza göre dizayn edilmelidir. Masamız uygun genişlikte bir ana masa ve ihtiyaç halinde telefon, yazıcı ve diğer bazı araçların konulacağı bir yan masa ya da konsoldan oluşabilir. Bilgisayar monitoru mutlaka ana masa üzerine ve oturuş yönümüzde yerleştirilmelidir. Önceki yayınlarda monitor yüksekliğini, monitorun ortasının göz hizasında olacak şekilde ayarlanması önerilirdi. Bunu sağlamak için de monitor, yatay bilgisayar kasası ya da uygun bir yükseltinin üzerine konulurdu. Artık bunun omurga ve göz sağlığı açısından uygun bir egonomi olmadığını biliyoruz. Şu anki bilgilerimize göre monitorun üst kenarı göz hizasında olacak ve yaklaşık 30 – 40 derece açıyla bize bakacak şekilde oturma yönümüze göre tam karşımıza yerleştirilmelidir. Bu sayede omurga daha düzgün ve nötral pozisyonda olduğu için boyun ve sırt kaslarımız gereğinden daha fazla kasılmayacaktır. Ekrana bakarken gözün daha az kısımı açıkta kalacak, bu yüzden daha az kuruyacak ve daha az açıp kapama ihtiyacı hissedilecektir. Masa üzerini 1. ve 2. kuşak olarak ikiye ayırabiliriz. Dirseğimizi masanın bize yakın kenarına koyarak çizdiğimiz yayın içinde kalan alan en rahat ulaşılabilen 1. kuşağı oluşturur. Bu alana klavye maus gibi en sık kullandığımız araç gereçlerimizi yerleştirmemiz uygundur. Dirseğimizi kırmadan kolumuzu uzatarak Tekrarlayıcı hareketlerin sebep olduğu tendon zorlanmalarını önlemek için maus pad ve klavye pad, uygunsuz tekrarlayıcı boyun hareketlerini en aza indirmek için ise dokuman ataçları kullanılabilir. Uzun telefon görüşmelieri yapıyorsak mutlaka mikrofonlu bir kulaklık kullanmak gereklidir. Oturduğumuz sandalye kayma ve devrilmelere karşı mutlaka 5 ayaklı olmalı. Tercihen ayarlanabilir kolçakları, başlığı ve bel desteği bulunmalıdır. Oturma yüksekliği diz hizasında olacak şekilde ayarlanmalıdır. Mümkünse ayak altına küçük bir ayak desteği de yerleştirilebilir. Oturma şekli omurga, önnden arkaya bakıldığında S olmayacak şekilde düz olmalı. Önceki bilgiler kalça ve diz açısının 90 derece olması gerektiği yönünde idi. Şimdi artık kalça için 90 -120, diz için 90 – 130, ayak bileği için de 100 – 120 derecelik bir açının en uygun açı olduğunu biliyoruz. Ancak bu pozisyon sürekli hareketsiz ve sabit kalmamalı zaman zaman değiştirilmelidir. Kural olarak ‘’ en uygun pozisyon bir sonraki pozisyondur’’ Çalışmalar arasında 20 dakikada bir 1-2 dk lık molalar verilmeli ve kısa bir kaç basit boyun egzersizi yapılmalıdır. Saatte bir 5 dk mola verilmeli ve sandalyeden kalkarak birkaç adım da olsa yürmek gereklidir. En fazla 3 saatte bir ise 20 şer dakikalık kahve molaları verilebilir. Bu molaların hepsinde de çalışma alanı içinde ya da dışarıda (pencereden de olsa) en uzak noktaya bir süre bakarak gözlerimizdeki akomodasyon (uyum) yapan kaslarımızı dinlendirmemiz uygun olacaktır. 15 ÖZEL AKDENİZ SAĞLIK VAKFI (ASV) YAŞAM HASTANESİ HEKİMLERİMİZ SAĞLIKLI YAŞAM Özel ASV Yaşam Hastanesi Sağlık Bülteni ÖZEL KEMER YAŞAM HASTANESİ Merkez Mah. Lise Cad. No: 26 Kemer / ANTALYA Tel: 0242 212 0 444 yasamhastaneleri ÖZEL ANTALYA YAŞAM HASTANESİ Şirinyalı Mah. 1487 Sk. No: 4 ANTALYA Tel: 0242 212 0 212 ÖZEL OPERA YAŞAM HASTANESİ Cumhuriyet Mah. 629 Sk. No: 16 ANTALYA Tel: 0242 212 0 666 antalyayasam İmtiyaz Sahibi: Özel Antalya Yaşam Hastanesi adına Dr. Cemal ÖZKAN ÖZEL ALANYA YAŞAM HASTANESİ Şekerhane Mah. Refik Bakalım Sk. No: 3 Alanya / ANTALYA Tel: 0242 212 0 555 yasamhastaneleri Yazı İşleri Sorumlusu: Gizem CANDAN 0 850 777 0 777 ÖZEL MANAVGAT YAŞAM HASTANESİ Hasan Fehmi Boztepe Cad. No: 176 Manavgat / Antalya Tel: 0242 212 0 888 444 77 44 ÖZEL AKDENİZ SAĞLIK VAKFI (ASV) YAŞAM HASTANESİ Gebizli Mah. 1116 Sok. No: 4 Muratpaşa / ANTALYA Tel: 0 242 212 0 777 www.yasamhastaneleri.com Tasarım: Yaşam Hastanesi Reklam Ekibi Baskı: Kutlu Avcı Ofset