çocuk psġkġyatrġ polġklġnġğġnde değerlendġrġlen cġnsel

advertisement
T.C.
MERSĠN ÜNĠVERSĠTESĠ
TIP FAKÜLTESĠ
ÇOCUK RUH SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ANABĠLĠM DALI
ÇOCUK PSĠKĠYATRĠ POLĠKLĠNĠĞĠNDE DEĞERLENDĠRĠLEN
CĠNSEL ĠSTĠSMAR OLGULARININ BĠYOPSĠKOSOSYAL
ÖZELLĠKLERĠ
Dr. Özge METĠN
UZMANLIK TEZĠ
DANIġMAN
Doç. Dr. Fevziye TOROS
MERSĠN – 2010
T.C.
MERSĠN ÜNĠVERSĠTESĠ
TIP FAKÜLTESĠ
ÇOCUK RUH SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ANABĠLĠM DALI
ÇOCUK PSĠKĠYATRĠ POLĠKLĠNĠĞĠNDE DEĞERLENDĠRĠLEN
CĠNSEL ĠSTĠSMAR OLGULARININ BĠYOPSĠKOSOSYAL
ÖZELLĠKLERĠ
Dr. Özge METĠN
UZMANLIK TEZĠ
DANIġMAN
Doç. Dr. Fevziye TOROS
MERSĠN - 2010
TEŞEKKÜR
Uzmanlık eğitimim boyunca bilgi ve deneyimleri ile bana yol gösteren, ilgi ve
hoĢgörü ile beni destekleyen ABD baĢkanımız ve tez danıĢmanım Doç. Dr.
Fevziye Toros’a,
Eğitimime katkıda bulunan Dokuz Eylül Üniversitesi Çocuk Psikiyatri ABD,
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri ABD ve Çocuk Nöroloji BD öğretim
üyelerine,
ÇalıĢmadan elde ettiğim bilgileri istatistiksel olarak yorumlamamda
desteğini esirgemeyen Ġlter Helvacı’ya,
Hayatımın her anında bitmeyen destekleri ve verdikleri cesaretleriyle
varlıklarını hep yanımda hissettiğim babam, kardeĢim, özellikle de enerji ve
motivasyon kaynağım sevgili annem Gülrabiye Metin’e,
Bu zorlu süreçte daima yanımda olan arkadaĢım Dr.Elçin Özsin’e, tez
sürecinde yardımını esirgemeyen arkadaĢım Dr. Mehtap Ġlten’e ve neĢe kaynağım
kediciğim SafiĢ’e,
Tüm çalıĢma arkadaĢlarıma,
TeĢekkürlerimi ve saygılarımı sunarım.
Dr. Özge METĠN
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
ÖZET
5
İNGİLİZCE ÖZET
6
GİRİŞ ve AMAÇ
7
GENEL BİLGİLER
9
Tarihçe
9
Çocuk Ġstismarı ve Ġhmali Ġle ĠliĢkili Tanımlar
11
Türkiye’de Cinsel Ġstismar ile Ġlgili Yasal Düzenlemeler
15
Sınıflandırma
16
Epidemiyoloji
17
Etiyoloji
23
Ġstismarın Ruhsal Yapı Üzerine Etkilerine ĠliĢkin
Kuramsal Açıklamalar
25
Cinsel Ġstismarla ĠliĢkili Nörobiyolojik Faktörler
28
Klinik Değerlendirme
30
Klinik Görünüme Etki Eden Etkenler
34
Klinik Görünüm ve Cinsel Ġstismar ile ĠliĢkili Psikiyatrik Bozukluklar
36
Tedavi
46
Çocuk Ġstismarı ve Ġhmalinin Önlenmesi
48
GEREÇ VE YÖNTEMLER
50
BULGULAR
53
TARTIŞMA
92
SONUÇLAR VE ÖNERİLER
132
KAYNAKLAR
137
SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ
163
ŞEKİLLER DİZİNİ
165
TABLOLAR DİZİNİ
166
EKLER
EK-1: Bilgi Formu
EK-2: Çocuklar Ġçin Sürekli Anksiyete Ölçeği
EK-3: Çocuklar Ġçin Depresyon Ölçeği
ÖZET
Bu araştırmada; 30 Temmuz 2001–30 Temmuz 2010 tarihleri arasında
Çocuk Psikiyatri bölümünde cinsel istismar nedeniyle değerlendirilen çocuk ve
ergenlerin; bireysel, ailesel, istismarla ilişkili sosyo-demografik özelliklerinin
tanımlanması ve bireysel, ailesel özellikler ile istismara ait özelliklerin ilişkisinin
değerlendirilmesi, olguların psikiyatrik ve klinik bulgularının tanımlanması,
bireysel ve istismarla ilgili özellikler ile psikiyatrik bozukluklar arasındaki ilişkinin
değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Araştırma; 314 kız, 88 erkek toplam 402
olguyu kapsamaktadır. Olguların biyopsikososyal verileri görüşmeyi yapan
araştırma görevlileri tarafından doldurulan bilgi formundan, istismar ve klinik
izlemle ilgili verileri dosyaların geriye dönük olarak taranması sonucu elde
edilmiştir. Bilişsel yetisi yeterli olan 9 yaş ve üzerindeki çocuk ve ergenlere
çalışmamızda Çocuklar İçin Sürekli Kaygı Ölçeği ve Çocuklar İçin Depresyon
Ölçeği uygulanmıştır. Çalışma sonucunda olgu sayısı kız cinsiyette, erkek
cinsiyete göre istatistiksel olarak anlamlı oranda yüksek bulunmuştur. Olguların
yaş ortalaması 12.87±3.59 yıl olarak saptanmıştır. Olguların çoğunda istismar
şeklinin vajinal penetrasyon olduğu saptanmıştır. İstismarcıların çoğunun,
olguların
tanıdığı (%66.2)
kişiler ve
erkek
cinsiyette
(%99.8) olduğu
saptanmıştır. Olguların DSM-IV-TR tanı ölçütlerine göre yapılan ruhsal
muayeneleri sonucu; 307 (%76.4) olguda en azından bir tane ruhsal bozukluk
vardı. Olgularda en sık saptanan tanının PTSB olduğu saptanmıştır. Olguların
ortalama ÇİDÖ puanı 17.91±9.99 ve ÇİSAÖ puanı 39.03±10.33 olarak
saptanmıştır. Olguların ortalama takip süresi 3.49±6.17 ay, ortalama takip sayısı
2.15±2.05 olarak saptanmıştır. Lojistik regresyon modeli sonuçlarına göre;
olguların depresyon ve sürekli anksiyete puanlarındaki artışın ve rızalarının
olmamasının tanı alma durumu ile ilişkili olduğu gözlemlenmiştir.
Anahtar kelimeler: Cinsel istismar, Çocuk, Ergen, Psiko-patoloji
5
ABSTRACT
Bio-Psychosocial Characteristics of the Sexual Abuse Cases
Treated at the Department of Child Psychiatry
The aims of this research are to define the socio-demographic
characteristics of the children and adolescents, who received treatment for
sexual abuse in the Department of Child Psychiatry between July 30, 2001 and
July 30, 2010, related to individual and familial abuse; to evaluate the
relationship of the individual and familial characteristics with the characteristics
of abuse; to define the psychiatric and clinic diagnoses of the cases; to evaluate
the relationship between the individual and abuse-related characteristics with
the psychiatric disorders. The research contains 402 cases in total, of whom
314 females and 88 males. The bio-psychosocial data of the cases are derived
from the inquiry forms filled out by the research assistants, who conducted the
interviews, and the data related to the abuse and clinic observation are derived
from the backswept research of the related files. The ―Trait Anxiety Inventory for
Children‖ and the ―Children‘s Depression Inventory‖ are employed in our study
with nine years and older mentally able children and adolescents. The number
of female cases is found to be considerably statistically more significant higher
than male cases, according to the results of the study. The average age of the
cases is 12.87±3.59 years. By the majority of the cases, the type of abuse is
found to be ―vaginal penetration.‖ The majority of the abusers are found to be
the ones known by the cases (%66.2) and males (%99.8). According to DSMIV-TR criteria 307 cases had at least one psychiatric disorder. The most
frequent diagnosis by the cases is found to be PTSD. The average CDI points
of the cases were 17.91±9.99 and average TAIC points were 39.03±10.33.
Average observation period of the cases was 3.49±6.17 months and average
number of observation was 2.15±2.05. According to the results of the logistic
regression model, it is observed that the increase of the depression and the trait
anxiety points of the cases and their non-willingness are related to the
diagnoses.
Keywords: Sexual abuse, Child, Adolescent, Psycho-pathology.
6
GİRİŞ VE AMAÇ
Çocuk ve ergenlerin istismar ve ihmali kısa ve uzun dönemde olumsuz
sonuçlara neden olduğu için; toplumun en küçük yapıtaşı olan aileden
başlayarak sosyal kuruluşları, yasal sistemleri, eğitim sistemini ve iş alanları da
dahil tüm toplumu derinden etkileyen bir halk sağlığı sorunudur1-3.
Çocuk ve ergende cinsel istismar (Cİ) insanlık tarihi kadar eski bir
konudur4. Çocuk istismarı ile ilgili ilk tıbbi tanım 1860‘larda Fransız Adli Tıp
Profesörü Ambres Tardieu tarafından yapılmıştır5. International Society for
Prevention Child Abuse and Neglect (ISPCAN)‘e göre; Cİ çocuğun tam olarak
kavrayamadığı, onay vermeye muktedir olmadığı veya gelişimsel olarak hazır
olmadığı ve onay veremeyeceği veya toplumun sosyal tabularını veya
yasalarını ihlal eden cinsel aktiviteye dahil edilmesidir. Cİ aralarında gelişimsel
olarak sorumluluk, güven veya güç ilişkisi bulunan çocukla erişkin arasında
veya diğer bir çocuk arasında gerçekleşen bir aktivitedir6.
Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, Fourth Edition,
Text Revision (DSM-IV-TR) çocuğun cinsel istismarını; çocuğun cinsel kötüye
kullanımı olarak ―Kötüye kullanma ya da ihmal etme ile ilişkili sorunlar ‖ başlığı
altında ele almakta, bir çocuğun cinsel kötüye kullanımı klinik ilgi odağı
olduğunda bu kategorinin kullanılmasını önermektedir7.
International Statistical Classification of Diseases and Related Health
Problems-10 (ICD-10) ise çocuğun cinsel istismarını; çocuklukta olumsuz
yaşam olayları ile ilgili sorunlar başlığı altında ele almakta; çocuğun birincil
destek grubu içinde veya dışında bir kimsenin onu cinsel bakımdan kötüye
kullandığı kanısı ile ilgili sorunlar olmak üzere 2 grupta değerlendirmektedir 8.
Çocukluk cinsel istismarının psikiyatrik etkileriyle ilgili yapılmış çok sayıda
çalışma vardır. Bu çalışmalardan bazıları Cİ‘nin çocukluk döneminde görülen
etkilerini, diğerleri ise Cİ‘nin erişkinlikteki yansımalarını değerlendirmeyi
amaçlamıştır. Birçok çalışma hem çocuk döneminde hem de erişkin dönemde
Cİ‘yi birtakım psikiyatrik bozukluklar ve uyumsal olmayan yaşam şekilleriyle
ilişkilendirmiştir9-13. Cinsel istismarın şekli ve şiddeti, çocuğun cinsiyeti ve yaşı,
istismarcının cinsiyeti ve yaşı, fiziksel istismarın eşlik edip etmemesi ve istismar
ataklarının sayısı, sıklığı ve süresi gibi değişkenlerin sonuçları etkilediği
düşünülmektedir13-17. Ülkemizde cinsel istismarla ilgili istatistiksel veriler
sınırlıdır. Biz bu çalışmada; Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve
7
Uygulama Merkezi Çocuk Psikiyatri Anabilim Dalı Polikliniği‘nde 2001-2010
yılları arasında cinsel istismar nedeniyle değerlendirilen çocuk ve ergenlerin;
bireysel, ailesel ve cinsel istismarla ilgili sosyo-demografik özelliklerini
tanımlamayı, bireysel, ailesel özellikler ile istismara ait özellikler arasındaki
ilişkiyi değerlendirmeyi, çocuk ve ergenlerde saptanan psikiyatrik tabloları,
olguların depresyon ve anksiyete ölçek puanlarını tanımlamayı, bireysel, ailesel
ve istismarla ilişkili değişkenlerle çocuk ve ergendeki psikiyatrik tabloların
etkileşimini değerlendirmeyi, psikiyatrik bozukluk varlığı açısından olası risk
faktörlerini tanımlamayı, klinik takip sayısı, süresi ve takibi bırakma nedenlerini
tanımlamayı ve tüm bu bulguları literatür ışığında tartışmayı amaçladık.
8
GENEL BİLGİLER
Tarihçe
Çocuk istismar ve ihmali sadece 20. yüzyılın sorunu değil insanlık tarihi
boyunca gözlenmiş bir sorundur. Babil dilindeki Hammurabi yazıtlarında
babasından hamile kalan bir kız çocuğundan bahsedilmektedir4. Ensest bazı
istisnalar dışında binlerce yıllık bir tabudur. Sofokles‘in Kral Oedipus
trajedisinde Oedipus‘un istemeden babasını öldürdüğü, annesiyle evlendiği ve
gerçeği öğrenince gözlerini kör ederek kendini cezalandırdığı anlatılmaktadır.
Peru, Mısır ve Japonya‘da kraliyet ailelerinin saflığını korumak için enseste izin
verdiğinden bahsedilmektedir14. Moses kanunlarında ensest bir günah olarak
tanımlanmaktadır4. Eski Yunan mitolojisinde ise iki kardeş tanrı Zeus ile Hera
‘nın cinsel ilişkide bulunmaları çok doğal bir olay olarak anlatılmaktadır. Yine
eski Mısır papirüslerinde iki kardeş tanrı olan İziz ile Osiris‘in aralarında
çiftleşerek Horos‘u yarattıklarından bahsedilmektedir. Eski Yunanistan ve
Roma‘ da yetişkinler ile çocuklar arasında gerçekleşen cinsel ilişkinin kabul
edilebilir bir davranış olduğu bilinmektedir18.
Çocuk istismarı ile ilgili ilk tıbbi tanım 1860‘larda Fransız Adli Tıp
Profesörü Ambres Tardieu tarafından yapılmıştır. Tardieu, dövülerek öldürülen
32 çocukta tespit ettiği otopsi bulgularını derlemiştir5. Amerika Birleşik Devletleri
(ABD)‘nde bildirilen ilk çocuk istismarı olayı 1874‘de New York şehrinde ortaya
çıkmıştır. Mary Ellen Wilson adında üvey annesi ile birlikte yaşayan 8 yaşındaki
bir kız çocuğunun tek başına bırakılıp sürekli dayak yediği, bir kadın misafir
tarafından saptanmıştır. Yardım için birçok yere başvuran kadın en sonunda
Hayvanları Koruma Derneği‘nden destek görebilmiştir. Derneğin yardımı ile
mahkemeden koruma kararı çıkmış ve çocuk bir bakım evine gönderilmiştir.
Üvey annede 1 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Bundan 8 ay sonra çocuklara
yönelik ilk dernek, Mary Ellen davasının avukatlığını yapan Elbridge Gerry
tarafından kurulmuştur. Kısa sürede Amerika‘da bu tür dernekler kurulmuş ve
yaygınlaşmıştır19. 1875‘de ilk kez New York‘da çocuk koruma kanunu çıkmış ve
diğer eyaletlere öncülük etmiştir20.
Ruhsal travma ile ruhsal bozukluk arasındaki ilişki 19. yüzyıl sonlarında
ruh hekimleri için ilgi konusu olmuştur. Charcot ve Janet‘in başlattığı çalışmalar,
histeri adı verilen hastalığın etiyolojisinde ruhsal travmanın ve özellikle de
çocukluk çağı cinsel istismarının olabileceğinin altını çizmiştir. Freud da ilk
9
yazılarında ruhsal travmaya merkezi bir rol vermiş; ancak kısa süre sonra bu
düşünceden uzaklaşmıştır21.
1960‘ların başından itibaren konu sistematik bir biçimde ele alınmaya ve
nedenleri bilimsel bir biçimde ortaya konmaya çalışılmıştır22. 1961‘de Henry
Kempe yıllık Amerikan Pediatri Akademisi‘nin yıllık toplantısında ―Hırpalanmış
Çocuk Sendromu‘‘ ile ilgili görüşlerini sunmuştur. Bu sendrom ile ilgili kapsamlı
tanımlamalar bir sonraki yıl basılmış ve ABD‘nin geçmiş istatistikleri ile birlikte
pediatrik, psikiyatrik, radyolojik, adli ve kanuni kavramlarını da içermiştir23.
Çocuklarda cinsel istismar ilk olarak Ruth ve Henry Kempe tarafından
bağımlı ve gelişimsel olarak olgunlaşmamış çocuk ve ergenlerin bilinçli olarak
onay vermeye muktedir olmadıkları, bütünüyle algılayamadıkları veya ailevi
rollerle ilgili sosyal tabulara ters düşen cinsel aktivitelerde taraf olmaları olarak
tanımlanmıştır24.
1970‘li yıllardan itibaren cinsel istismar boyutunun kabullenilmesi ayrı bir
sosyal
farkındalık
geliştirmiştir20.
1977‘de
ISPCAN
kurulmuş,
aynı
yıl
uluslararası derneğin kuruluş amaçlarından olan çocuk istismarı ve ihmali
alanında yapılan araştırmaları yaygınlaştırmanın ve desteklemenin aracı olarak
Uluslararası Çocuk İstismarı ve İhmali Dergisi (International Journal of Child
Abuse and Neglect ) yayın hayatına başlamıştır25.
Ülkemizde çocukların korunmasına yönelik olarak hizmet veren ilk kurum
Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK)‘dur. Bu kurum Himaye-i
Etfal Cemiyeti adıyla 1921‘de Kurtuluş Savaşı sırasında öksüz ve yetim kalan
çocukların korunması ve yetiştirilmesi amacıyla kurulmuştur. Himaye-i Etfal
Cemiyeti, daha sonra Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu adı altında aile ve
çocuğa yönelik sosyal hizmet çalışmalarına başlamıştır. 27 Mayıs 1983`te
Resmi Gazete‘de yayımlanan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kanunu ile
Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu tarihe karışmış, Sağlık ve Sosyal Yardım
Bakanlığı‘nın yönetiminde bir kurum haline gelmiştir. 1991‘de SHÇEK,
Başbakanlık‘a bağlanmıştır26.
Ülkemizde; 1988 yılında Ankara‘da, Uluslararası Çocuk İstismarı ve
İhmalini Önleme Derneği‘nin Türkiye temsilcisi olacak olan Türkiye Çocuk
İstismar ve İhmalinin Önleme Derneği kurulmuştur. Bu dernek, toplumu ve ilgili
kişileri
bilinçlendirmek
için
ulusal
ve
uluslararası
düzeyde
toplantılar
düzenlemekte, konuya ilişkin çeşitli yayınlar ve araştırmalar yapmaktadır.
10
İstismarla ilgili çalışan sivil toplum örgütlerinin sayısı her geçen gün artış
göstermektedir27. Bu alana yönelik düzenlenen ilk kongre 1989 yılında
―Çocukların
Kötü
Muameleden
Korunması
1.
Ulusal
Kongresi‖
adıyla
düzenlenmiştir18. 1991 yılında İstanbul‘da Prof. Dr. Oğuz Polat tarafından
Çocuğu
İstismardan
Koruma
ve
Rehabilitasyon
Demeği
(ÇİKORED)
kurulmuştur. ÇİKORED; istismar konusuyla ilgili hem akademik düzeyde, hem
de toplum bilinçlenmesi bazında görev yapmaktadır27. Ülkemizde daha sonra
konuyla ilgilenen pek çok dernek kurulmuştur.
Uluslararası hukukta çocukların haklarını koruyan en temel düzenleme
20 Kasım 1989 tarihli Çocuk Haklarına Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi‘dir.
Çocuk Hakları Sözleşmesi (ÇHS)‘nde ele alınan temel konular içinde çocuk
istismar ve ihmali önemli yer tutmaktadır. Sözleşme uluslararası hukuk
açısından bağlayıcı güce sahip hukuksal bir metindir. ÇHS‘nin 19, 34 ve
39‘uncu maddeleri çocuk istismar ve ihmalinin önlenmesiyle ilgilidir 22.
Ülkemizde ÇHS, 27 Ocak 1995 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanarak, 4058
sayılı yasa ile iç hukuk kuralına dönüşmüş ve uygulanmaya başlamıştır 28. ÇHS
çocuk istismarının önlenebilmesi için ülkemizde bir dönüm noktası olarak kabul
edilebilir. Çünkü bu sözleşmeye imza atan ülkeler sözleşmenin getirdiği
yükümlülük ve sorumlulukları yerine getirmek zorundadır18.
Çocuk İstismarı ve İhmali ile İlişkili Tanımlar
Çocuk istismarı ve ihmali, ana-baba ya da bakıcı gibi bir erişkin
tarafından çocuğa yöneltilen, toplumsal kurallar ve profesyonel kişilerce
uygunsuz ya da hasar verici olarak nitelendirilen, çocuğun gelişimini engelleyen
ya da kısıtlayan eylem ve eylemsizliklerin tümüdür. Bu eylem ya da
eylemsizliklerin sonucu olarak çocuğun fiziksel, ruhsal, cinsel ya da sosyal
açıdan zarar görmesi, sağlık ve güvenliğinin tehlikeye girmesi söz konusudur29.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)‘nün tanımında ise; çocukla sorumluluk, güç
ve güven ilişkisi içinde bulunanlar tarafından çocuğa uygulanan her türlü eziyet
ve kötü muamelenin; çocuğun sağlığına, yaşamını sürdürmesine, gelişimine ya
da insanlık onuruna, fiilî veya olası zararlar vermesi durumu olarak
belirtilmiştir30. Bu tanımda dikkati çektiği üzere amaç değil, sonuçlara işaret
edilirken, yetişkinin niyeti değil, eylemin çocuk üzerindeki etkisi üzerinde
durulmaktadır31. İhmal ve istismarı birbirinden ayıran en temel nokta, istismarın
aktif, ihmalin ise pasif bir olay olmasıdır32.
11
DSÖ‘ye göre; çocuğa kötü davranma; ihmal, fiziksel istismar, duygusal
istismar ve cinsel istismar olarak 4 farklı şekilde görülebilmektedir30.
İhmal
İhmal; çocuğa bakmakla yükümlü olan kişilerin; çocuğun bakım,
korunma, beslenme, giyim, barınma, eğitim, sağlık ve sevgi gibi temel
gereksinimlerini ihmal etmeleri sonucu; çocuğun bedensel, duygusal, ahlaksal
ya da sosyal gelisiminin engellenmesi olarak tanımlanmaktadır18,32. İhmal de
pasif bir istismar şekli olarak kabul edilmektedir18,33. İhmal kavramı altında;
fiziksel ihmal, duygusal ihmal, eğitimin ihmali ve tıbbi ihmal olmak üzere 4 temel
alt kategori mevcuttur18,34.
Fiziksel ihmal; yaşam için geçerli olan yeterli beslenme, tıbbi bakım,
giyim ve korunma ihtiyaçları gibi temel ihtiyaçlardan çocuğu yoksun bırakma
şeklinde tanımlanabilir35. Çocuğa gerekli sağlık hizmetlerinin verilmemesi ya da
geciktirilmesi, fiziksel hastalık ve yaralanmaların önemsenmemesi, aşıların
yaptırılmaması, çocuğun yalnız bırakılması, evden kovulması, yeterince
beslenmemesi, temizlik ve hijyenle ilgili bakımının sağlanmaması, zarar verici
ve toksik maddelerden korumak için yeterli önlem alınmaması gibi pek çok
durum fiziksel ihmal olarak kabul edilir20,33.
Çocuğun psikolojik ihtiyaçlarına cevap vermeme, duygusal olarak
ilgilenmeme, sosyal gelişimi için gerekli desteği sağlamama, sosyal kuralları
öğretmeme; duygusal ihmal olarak tanımlanır14.
Her çocuğun yaşı ve gelişimi ile uyumlu eğitim alma hakkı vardır. Bunun
ihmali eğitimsel ihmaldir. Okula göndermeme, çocuğun sürekli okuldan
kaçmasına göz yumma, denetlememe, çocuğun özel eğitim gereksinimi varsa
bunun karşılanmaması eğitimsel ihmale örnek verilebilir33.
Tıbbi ihmal, ekonomik olanaklar yeterli olmasına karşın bir çocuk için
gerekli ve yaşına uygun tıbbi bakımın sağlanmasında yetersizlik olarak
tanımlanır18.
Fiziksel İstismar
Çocuk ve ergene, bakımından sorumlu kişiler tarafından sağlığına zarar
verecek
ve
vücudunda
iz
bırakacak
şekilde
davranılması
olarak
tanımlanmıştır33,36. Çocuğa bakım veren tarafından kasten, isteyerek zarar
verilmesi ve kaza dışı çocuğun hasar görmesi söz konusudur 35,37. Bu zarar
verme; sarsma, dayak ve incinmeye yol açan herhangi bir şiddet biçiminde
12
olabilir37. Sıkça rastlanan ve belirlenmesi en kolay istismar türüdür5. Fiziksel
istismar ele alınırken, çocuğu disipline etmekte kullanılan yöntemlerin istismar
edici olup olmadığı kültürel faktörler bağlamında da değerlendirilmelidir20.
Duygusal İstismar
United Nations Children‘s Fund (UNICEF); duygusal istismar ve ihmali;
çocuğun nitelik, kapasite ve arzularının sürekli kötülenmesi, sosyal ilişki ve
kaynaklarla ilişkisinden sürekli yoksun bırakılması, çocuğun sürekli olarak
insanüstü güçlerle, sosyal açıdan ağır zararlar verme ya da terk etme ile tehdit
edilmesi, çocuktan yaşına ve gücüne uygun olmayan taleplerde bulunulması ve
çocuğun topluma aykırı düşen çocuk bakım yöntemleri ile yetiştirilmesi olarak
tanımlamıştır32. Duygusal istismar; çocuk ve gençlerin psikolojik olarak kötüye
kullanılması, yapılan veya yapılması gerekli olan ancak ihmal edilen toplumsal
ve bilimsel standartlara göre psikolojik açıdan zarar verici oldukları saptanan
davranışlardır18. Çocuğa bağırma, reddetme, aşağılama, küfretme, yalnız
bırakma, korkutma, yıldırma, tehdit etme, duygusal ihtiyaçlarını karşılamama,
yaşının üzerinde sorumluluklar bekleme, kardeş ayrımı yapma, değer vermeme,
önemsememe, küçük düşürme, alaylı konuşma, aşırı baskı ve otorite kurma,
lakap takma, bağımlı kılma ve aşırı koruma görülen duygusal istismar
türleridir30. Duygusal istismarda diğer istismar türlerinden farklı olarak fiziksel
bulgular yoktur ancak diğer istismar türlerinin belirlenmesi halinde, dikkatli
araştırılacak olursa duygusal istismarın da sıklıkla eşlik ettiği belirlenir27.
Cinsel İstismar
Konuyla
ilgili
yazında
Cİ‘ye
ilişkin
farklı
tanımlamalar
yapıldığı
görülmektedir. Çocuklarda Cİ ilk olarak Ruth ve Henry Kempe (1978)
tarafından; bağımlı ve gelişimsel olarak olgunlaşmamış çocuk ve ergenlerin
bilinçli olarak onay vermeye muktedir olmadıkları, bütünüyle algılayamadıkları
veya ailevi rollerle ilgili sosyal tabulara ters düşen cinsel aktivitelerde
kullanılması olarak tanımlanmıştır24. Cİ kavramı; henüz cinsel gelişimini
tamamlamamış bir çocuğun ya da ergenin, bir erişkin tarafından cinsel arzu ve
gereksinimlerini karşılamak için güç kullanarak, tehdit ya da kandırma yolu ile
kullanılması olarak tanımlanmaktadır38.
Finkelhor ve Browne (1986) Cİ‘yi; 18 yaşından küçük bir çocuğa
kendisinden en az 5 yaş büyük biri tarafından, örtük veya açık bir şekilde zor
kullanarak yapılan herhangi bir cinsel faaliyet olarak tanımlamaktadır39. Yine bir
13
başka tanıma göre Cİ, 18 yaşından önce kendisinden en az beş yaş büyük bir
kişi ya da kendisinden en az iki yaş büyük bir aile bireyi tarafından, okşamaktan
cinsel ilişkiye kadar değişen herhangi bir düzeyde cinsel yakınlığa hedef olma
olarak da belirtilebilmektedir. Cinsel organlarını çocuğa göstermekten, çocuğu
soyunmaya ya da belirli beden bölgelerini göstermeye zorlama, genital organları
elleme, elle ya da ağızla uyarma, vajinal ya da anal ilişki, çocuğu fahişeliğe itme
ya da pornografi amacıyla kullanmaya kadar uzanan her türlü eylem Cİ
kapsamında yer almaktadır21.
ISPCAN‘a göre; Cİ çocuğun tam olarak kavrayamadığı, onay vermeye
muktedir olmadığı veya gelişimsel olarak hazır olmadığı ve onay veremeyeceği
veya toplumun sosyal tabularını veya yasalarını ihlal eden cinsel aktiviteye dahil
edilmesidir. Cİ aralarında gelişimsel olarak sorumluluk, güven veya güç ilişkisi
bulunan çocukla erişkin arasında veya diğer bir çocuk arasında gerçekleşen bir
aktivitedir. Bu aktivite diğer kişinin ihtiyaçlarını karşılama ve doyuma ulaştırma
amacı güder. Bu tanım, söz konusu edimin herhangi bir araç ve cebir
kullanılarak yapılıp yapılmadığı, genital ya da fiziksel temas içerip içermediği,
çocuk tarafından başlatılıp başlatılmadığı ve kısa dönemde ortaya çıkacak
derecede zararlı bir sonuç doğurup doğurmadığı ile ilgilenmez şeklinde
tanımlanmaktadır6.
Yapılan çalışmalarda farklı tanımlar kullanılsa da son yıllarda cinsel
içerikli tüm davranışların istismar kavramı kapsamına alınması gerektiği görüşü
ağır basmaktadır24. İstismardan söz edebilmek için kurbanla istismarcı arasında
en az 5 yaş fark olması gerektiği vurgulanmaktadır. Cİ‘den söz ederken bir
çocuk ile bir erişkin arasındaki cinsel aktivite üzerinde durulmakla birlikte, iki
çocuk arasındaki cinsel aktiviteler yaş farkı (4 yaş ve üstü) olduğunda, küçük
çocuğun zorlama ya da ikna ile cinsel haz amacı güden aktivitelere maruz
bırakılması durumunda da Cİ olarak ele alınır38. Teşhircilik, sözel saldırı gibi
davranışların yaş sınırına dikkat etmeden istismar olarak değerlendirilmesi
gerektiğini düşünenler de bulunmaktadır15.
Cİ içinde cinsel birleşme, cinsel birleşmeye teşebbüs, oral-genital temas,
genital bölgenin doğrudan ya da giysi üzerinden okşanması, teşhircilik ya da
çocuğun erişkin cinsel aktivite ya da pornografiye maruziyeti ve fuhuş ya da
pornografide kullanılması gibi travmatik yaşantılar yer alır9,20,40,41.
Cinsel istismarı aşağıdaki şekilde sınıflandırabiliriz;
14
a. Temas içermeyen cinsel istismarlar: Cinsel içerikli konuşma,
gösterimcilik, röntgencilik, çocuğa pornografik materyellerin gösterilmesi, cinsel
ilişkiye tanık edilme veya çocuğun yanında mastürbasyon yapma gibi
davranışlardır.
b. Cinsel dokunma: İstismarcı kurbana dokunabilir ya da kurbanı
kendisine dokunması için zorlayabilir.
c. Oral-genital seks
d. İnterfemoral ilişki( Irza tasatti): Penetrasyonun olmadığı, sürtünmenin
olduğu istismar şeklidir.
e. Cinsel penetrasyon (Irza geçme): Genital ilişki, anal ilişki, objelerle
penetrasyon ve parmakla penetrasyon şeklinde olabilir.
f. Cinsel sömürü: Çocuk pornografisi ve çocuk fuhuşunu kapsar14,42.
Ensest
Ensest ilişki uzun yıllar boyunca görmezlikten gelinmiştir. İstismar; çocuk
ya da ergen ile kan bağı olan ya da ona bakmakla yükümlü birisi tarafından
yapılmışsa bu durum ensest olarak adlandırılır20. Ensest ile ilgili yapılan
tanımlamalarda bazı araştırmacılar sadece çekirdek aile içindeki aile bireylerini
bu kapsama alırken, diğerleri ise kan bağına bakmaksızın bakmakla sorumlu
olan tüm kişileri bu kapsamda değerlendirmektedir. Son yıllarda ensestin daha
genel bir yaklaşımla sadece cinsel ilişki olarak değil, daha geniş anlamda cinsel
içerikli davranışları da içermesi gerektiği görüşü ağırlık kazanmaktadır42.
Türkiye’de Cinsel İstismar ile İlgili Yasal Düzenlemeler
Yeni
Türk
Ceza
Kanunu
(TCK)‘nda
yetişkinlere
yönelik
olarak
gerçekleşen cinsel amaçlı eylemler ―cinsel saldırı suçu‖ olarak adlandırılırken,
çocuklara yönelik gerçekleşen cinsel amaçlı eylemler ―cinsel istismar‖ olarak
adlandırılmaktadır. Yeni TCK‘nun Cİ suçuna ilişkin hükümleri ise şu şekilde
sıralanmaktadır:
Çocukların cinsel istismarı:
Madde 103:
1-Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden; a) Onbeş yaşını
tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki anlam ve
sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen
her türlü cinsel davranış, b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya
15
iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel
davranışlar, anlaşılır.
2- Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle
gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına
hükmolunur.
3- Cinsel istismarın üstsoy, ikinci veya üçüncü derecede kan hısmı, üvey
baba, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, sağlık hizmeti veren veya
koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da hizmet
ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle veya birden fazla kişi
tarafından birlikte gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek
ceza yarı oranında artırılır.
4- Cinsel istismarın, birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı cebir
veya tehdit kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi halinde, yukarıdaki fıkralara
göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
5- Cinsel istismar için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama
suçunun ağır neticelerine neden olması halinde, ayrıca kasten yaralama suçuna
ilişkin hükümler uygulanır.
6- Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması
halinde, onbeş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.
7- Suçun mağdurun bitkisel hayata girmesine veya ölümüne neden
olması durumunda, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.
Reşit olmayanla cinsel ilişki:
Madde 104:
1-Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla
cinsel ilişkide bulunan kişi, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır43.
Sınıflandırma
DSM-IV-TR; çocuğun cinsel istismarını, çocuğun cinsel kötüye kullanımı
olarak kötüye kullanma ya da ihmal etme ile ilişkili sorunlar başlığı altında ele
almakta, bir çocuğun cinsel kötüye kullanımı klinik ilgi odağı olduğunda bu
kategorinin kullanılmasını önermektedir7.
ICD–10 ise çocuğun cinsel istismarını; çocuklukta olumsuz yaşam
olayları ile ilgili sorunlar başlığı altında ele almakta; çocuğun birincil destek
16
grubu içinde veya dışında bir kimsenin onu cinsel bakımdan kötüye kullandığı
kanısı ile ilgili sorunlar olmak üzere 2 grupta değerlendirmektedir8.
Epidemiyoloji
Cİ sık rastlanan ve genelde yıllarca süren bir durum olmakla birlikte
sıklıkla gizli kalmaktadır. İstismarla ilgili açıklamalar, çocukla yetişkinin cinsel
ilişkisinin sosyal bir tabu olarak görülmesine bağlı olarak genellikle şüpheyle
karşılanmaktadır. Cİ‘nin gizliliği ve genelde tanığının olmaması, istismarcının
sıklıkla istismarı red etmesine neden olmaktadır44. İstismarın neden olduğu
utanç, suçluluk gibi duygulardan dolayı Cİ çoğu kez gizli olarak kalmakta ve sır
olarak saklandığı için de gerçek istatistiksel verilere ulaşmak zor olmaktadır14,38.
Çocukluk çağı Cİ‘nin bildirimi son 20 yılda yaklaşık 10 kat artmıştır.
Ancak yaygınlığı tam olarak bilinmemektedir. Cİ yaygınlığı ile ilgili farklı
sonuçlara ulaşılmasında; etnik ve coğrafi özellikler ile kullanılan örneklem
seçimi, istismarın tanımı, olması gereken yaş farkı, veri toplama teknikleri gibi
metodolojik farklılıkların rol oynadığı düşünülmektedir21,45,46. Ayrıca çocuğun
yaşı ve cinsiyeti, istismarcının yaşı ve cinsiyeti, çocuk ve istismarcı arasındaki
ilişkinin doğası ve istismarın sayısı, sıklığı, süresi de epidemiyolojik sonuçları
etkileyebilmektedir9. Bilgi toplama kaynağına göre de istismar sıklıklarında
değişiklik olduğu bilinmektedir15. Annelerden alınan bilgilere dayanılarak elde
edilen istismar sıklığının; sosyal servislerden alınan bilgilere dayanılarak elde
edilen istismar sıklığından 40 kat daha fazla olduğu bildirilmektedir47.
Bildirilen
vakaların
buzdağının
sadece
görünen
kısmı
olduğu
düşünülmekte, Cİ olgularının yanlızca %15‘inin bildirildiği ifade edilmektedir 48.
Cİ‘ye uğrayan çocukların sadece %60‘ı yaşadığı olayı birine bildirirken, olguların
sadece %3‘ü polise başvurmaktadır49. Bazı araştırmacılara göre; çocukluk
dönemi Cİ kurbanlarının %60-80‘i olayı açıklamamakta, bunun da çocuk ve
ergenlerin istismara uzamış maruziyetlerine ve gerekli tedavi edici girişimleri
almalarına engel oluşturduğu düşünülmektedir50-52. Çocukluğunda istismara
uğrayıp da bu istismarı bildirmeyen kişilerin oluşturduğu örneklem üzerinde,
bildirimin yapılmamasının nedenlerini araştıran bir çalışmada; mağdurlar
tarafından en çok verilen yanıt; mağdurların kendilerini istismardan dolayı
sorumlu hissettikleri ve istismarı yapan kişiye olan bağlılıkları nedeniyle
istismarcının cezalandırılmasını istememeleridir53.
17
İstismarı açıklamaya kadar geçen süreyi değerlendiren çalışmalar
ortalama 3-18 yıl gibi bir gecikmenin olduğunu bildirmektedir50,54. 2009‘da
Kanada‘da erişkin erkek ve kadınlarda çocukluk Cİ prevalansı ve Cİ‘nin
açıklanması üzerine yapılan bir çalışmada; kadınlarda Cİ prevalansı %22.1,
erkeklerde %9.7 olarak saptanmış, araştırmacılar kurbanların %21.2‘sinin ilk
istismar olayından sonraki bir ay içinde istismarı açıklarken, yaklaşık %57.5‘inin
5 yıl ya da daha fazla süreyle istismarı açıklamayı geciktirdiğini bildirmiştir 50.
Çocuk ve ergenler tarafından Cİ‘yi açıklama oranlarının görece yüksekliği
yanında mahkemeye başvurma ve mahkûmiyet oranları düşüktür4. İngiltere‘de
188 Cİ vakasında mahkemeye başvurma %36 ve mahkumiyet %17 oranlarında,
Meksika‘da ergenler üzerinde yapılan bir başka çalışmada ise yasal otoritelere
başvurma %3.7 oranında saptanmıştır55,56.
DSÖ‘nün değerlendirmesine göre, 1980 yılından bu yana yapılan
çalışmaların sonuçları bir araya getirildiğinde, çocuklukta yaşanan cinsel
istismarın kadınlar arasında yaşanma sıklığı %20, erkekler arasında yaşanma
sıklığı ise %5–10 olarak belirlenmiştir30. ABD Ulusal Çocuk İstismarını Önleme
Komitesine göre; 1994 yılında 3 milyon civarında çocuk istismarı ve ihmali
vakası sosyal hizmet kurumlarına bildirilmiş, bunun 1 milyonu ispatlanmıştır.
Yine aynı ülkede her yıl çocuk istismarı ve ihmalinin 2000–4000 çocuğun
ölümüne yol açtığı ve her yıl 15000–20000 yeni Cİ vakası olduğu
bildirilmektedir. Her üç-dört kızdan ve her yedi-sekiz erkek çocuktan birinin, 18
yaşından önce Cİ‘ye uğradığı tahmin edilmektedir57. ABD‘deki istatistikler kız
çocukların %12-32‘si, erkek çocukların ise %3-16‘sının 18 yaşından önce Cİ‘ye
maruz kaldıklarını göstermektedir53,58. ABD‘de Cİ‘yle ilgili çocuk koruma
servislerinden elde edilen verilere dayalı ulusal epidemiyolojik veri kaynağında;
1998 yılında 1.6/1000 çocuğun Cİ‘ye uğradığı tespit edilmiştir. Yine ABD‘de
nüfus araştırmalarından elde edilen ulusal epidemiyolojik çalışma verileri ise;
ebeveynlerin %5.7‘si çocuklarının daha önce herhangi bir zamanda, % 1.9‘u ise
bir yıllık süre içinde Cİ‘ye uğradığını belirtmiştir33. Erişkin kadınların 1/3–1/5‘inin
çocukluk döneminde istismara maruz kaldığı tahmin edilmektedir59.
Çalışmalardaki prevalans oranları yüksek olmakla birlikte birbirinden
farklılıklar göstermektedir. Yaygınlık hızlarının giderek artan bir çocukluk çağı
yaş grubunu temsil ettiği için yıllık insidans hızlarından daha yüksek olabileceği
bildirilmektedir60. 2003‘de yapılan bir gözden geçirme çalışmasında; Cİ‘nin
18
resmi olarak doğrulanmış tüm çocukluk istismar olgularının yaklaşık %10‘unu
oluşturduğu ifade edilmektedir. Toplum temelli yapılan çalışmalarda; 18
yaşından önce istenmeyen cinsel ilişki yaşantısı, kadınlarda %12–35,
erkeklerde %4–9 aralığında değişen oranlarda bildirilmektedir9. ABD ve
Kanada‘ya ek olarak en az 19 ülkede yürütülen çalışma sonuçlarını aktaran bir
diğer makalede; çocuk istismarı prevelansı kadınlar için %7–36, erkekler için
%3–29 aralığında bildirilmekte, kadın cinsiyetin 1.5-3 kat daha fazla istismara
uğradığı üzerinde durulmaktadır61. Kuzey Amerika örnekleminde yapılan 16
çalışmanın bulgularının sentezlendiği bir makalede; kadınlar ve erkekler için Cİ
prevelansının %16.8 ve %7.9 olduğu ifade edilmiştir62. Pereda ve ark. 2009
yılında Cİ üzerine 21 ülkede yapılan 39 prevelans çalışmasını değerlendirmiş;
kızlarda Cİ prevelansını %10–20, erkeklerde ise %10‘un altında olduğunu
bildirilmiştir. Kızlara göre erkeklerde saptanan düşük oranlar; Cİ‘ye uğramış
erkek çocukların yardım aramanın erkekliğe yakışmayacak bir davranış
olduğunu düşünmeleri ve eşcinsel olarak değerlendirilme kaygıları nedeniyle,
yaşadıkları deneyimleri anlatmakta daha isteksiz olmalarıyla ilişkilendirilmiştir46.
Çocuk ve ergenlerde Cİ insidansı ve prevalansın değerlendiren geniş örneklemli
toplum temelli çalışma sayısı oldukça azdır9. Yapılan en kapsamlı çalışma ise;
yaşları 10–16 arasında değişen 2000 çocuğun telefonla görüşme yolu ile elde
edilen verilerinin değerlendirildiği çalışmadır. Bu çalışmada değelendirmeden
önceki yıl içinde temas içeren Cİ için insidans oranları; kızlarda %3.2,
erkeklerde %0.6 olarak bildirilmiştir. Tamamlanmış veya teşebbüs edilmiş
çocukluk dönemi Cİ yaşam boyu prevelansı; tüm örneklem için %10.5 olarak
bildirilmiştir63. Çocuk istismarı ile çalışan klinisyenlerle yapılan geriye dönük bir
araştırmada, klinisyenlerin Cİ öyküsü araştırılmış, çalışmaya katılan kadınların;
%20‘si, erkeklerin %13‘ü çocukluklarında cinsel ya da fiziksel istismara
uğradıklarını bildirmişler ve her iki cinsiyet için Cİ‘ye uğrama yaşı ortalama 8
yaş
olarak
bulunmuştur64.
İstismar
kurbanları
tüm
çocuk
psikiyatri
başvurularının önemli bir kısmını oluşturur, ayaktan başvuran çocuk ve
ergenlerde
yaşamboyu
fiziksel
istismar
ve
Cİ
insidansı
%30
olarak
bildirilmiştir65. Yatan hastalarda bu oran %55‘e yükselmektedir66.
Ülkemizde çocuğa yönelik Cİ‘nin sıklığına ilişkin sağlıklı istatistik verileri
ve araştırma sonuçları bulunmamaktadır42. Ancak Çocuk Koruma Kanunu ve
Yeni TCK‘nIn 2005 yılında yürürlüğe girmesinden itibaren Cİ‘nin, istismara
19
uğrayan birey, onların aileleri ve toplum üzerindeki ciddi sonuçlarına ilişkin
farkındalığın önemli bir biçimde arttığı görülmektedir67. Gerek kayıtların
yetersizliği, gerekse akademik olarak bu tip çalışmaların yapılmamış olması,
ülkemiz için sağlıklı rakamsal veriler bildirmeyi zorlaştırmaktadır. İhmal ve
istismarın
yaygın
olduğu
söylenmekte
ancak
güvenilir
rakamlar
bulunmamaktadır38. Ülkemizde lise öğrencilerinde yapılan bir çalışmada 839
lise öğrencisi değerlendirilmiş ve Cİ oranı %10.7 olarak bulunmuştur 68. Akyüz
ve arkadaşlarının erişkin bayanlarla yaptıkları geriye dönük bir araştırmada ise
çocuklukta Cİ oranı %2.5 olarak bildirilmiştir69. İstanbul‘da dokuzuncu-onbirinci
sınıflarda okuyan 1955 kız öğrenci arasında yapılan bir diğer çalışmada;
olguların %95.7‘si Cİ ile ilgili sorulara yanıt vermiş, öğrencilerin %13.4‘ü Cİ‘ye
uğradığını bildirirken, %1.8‘i tarafından ensest bildirilmiştir. Öğrencilerin %11.3‘ü
Cİ‘yi;
çocukluk
döneminde
özel
bölgelerine
istemedikleri
bir
şekilde
dokunulması ve %4.9‘u ise; cinsel ilişkiye zorlanma olarak tanımlamıştır. Her iki
tipte Cİ‘ye uğradığını belirtenlerin oranı ise % 3 olarak saptanmıştır. Cİ bildiren
çocukların % 32.4‘ü istismarcı ile ilişkisini sorgulayan soruya yanıt vermemiş,
%50‘si bir yabancı tarafından istismar edildiklerini bildirmiştir. Bir erkek
tarafından istismar edilme oranı %92.9 iken; kadın tarafından istismar edilme
oranı %5.7 ve her iki cins tarafından istismar edilme olma oranı ise %1.4 olarak
saptanmıştır70. İzmir bölgesinde istismarla ilgili 2001‘de yapılan bir çalışmada;
istismar nedeni ile değerlendirilen olguların % 26‘sı cinsel istismar mağduru
olarak tanımlanmıştır1. Ülke genelinde çalışan 10 çocuk koruma biriminin
verilerine göre, 2001–2006 yılları arasında çocuk hastanelerine başvurup
istismar ve ihmal kuşkusu ile izlenen 593 vakanın %51.4‘ü cinsel istismar olarak
tanımlanmıştır71. Gazi Üniversitesi Çocuk koruma Merkezi‘nde yürütülen bir
çalışmada, ergen Cİ‘si ile ilgili sonuçlara bakıldığında; istismarcıların tamamının
erkek olduğu, akran istismarının %33.3, bir erkek akraba tarafından istismarın
%7.4, öz baba istismarının %14.8 ve yabancı istismarının %25.9 oranlarında
saptandığı belirtilmiştir. Bu merkezde 2001–2006 yılları arasında Cİ nedeni ile
değerlendirilen olgular içinde; kızların yaklaşık erkeklerin 2 katı sıklıkta olduğu
ve başvuruların %20‘sinin 12-18 yaş aralığında olduğu bildirilmiştir72. Ondokuz
Mayıs Üniversitesi‘nde yapılan bir çalışmada Cİ‘ye uğradığı düşünülen ve adli
makamlarca yönlendirilmiş olan 72 çocuk olguda; yaşça büyük çocukların
sıklıkla birden fazla istismar şekline maruz kaldığı, kız çocuklarında yaşın
20
artmasıyla birlikte vaginal penetrasyon şeklindeki istismar oranının arttığı
saptanmıştır. Yine bu çalışmada olguların yaşı arttıkça; konulan psikiyatrik tanı,
ek tanı ve intihar girişimlerininde arttığı bulunmuştur. Bu çalışmada istismar
şekli vajinal-anal penetrasyon olan çocukların yaş ortalamaları 13.3 yıl olarak
bulunmuştur. Tanımlanan istismar davranışlarından; anal sürtünmenin erkek
çocuklarda, dokunma-okşama ve öpmenin kız çocuklarında yüksek oranda
saptandığı belirtilmektedir. Ayrıca yaş arttıkça; çocukların birden çok istismar
şekline
maruz
kaldığı,
beden
bütünlüğünün
bozulduğu
bulunmuştur 73.
İstanbul‘da üniversite öğrencileri arasında yapılan bir araştırmada; 302 kız
öğrencinin %44.5‘i 18 yaşından önce en az bir kez Cİ‘ye uğradıklarını
bildirmişlerdir. On iki yaşından önce istismara uğradığını belirten kızların %93‘ü
ve 13–18 yaşları arasında istismara uğradığını belirten kızların %98‘i
istismarcının erkek olduğunu belirtmişlerdir. İstanbul‘da yapılan bir başka
çalışmada, 16 yaş öncesinde aile bireyleri (geniş aile dahil) tarafından Cİ‘ye
uğrama; üniversite öğrencilerinde %4.6, lise öğrencilerinde %4.5, ayaktan
tedavi gören psikiyatri hastalarında %8.7, yatarak tedavi gören psikiyatri
hastalarında %10.2 olarak belirlenmiştir21.
Finkelhor‘a göre pek çok Cİ kurbanı kızdır74. Kız çocuklar, erkeklerden 10
kat daha fazla Cİ için risk altındadır75. Cİ kızlarda, erkeklere oranla 4 kat daha
fazla görülmektedir4. Her 4 kızdan biri ve her 6 erkekten birinin, 16 yaşından
önce herhangi bir türde Cİ‘ye maruz kaldığı belirtilmektedir76.
Her yaştaki çocuk Cİ‘ye maruz kalabilir. İstismara ilk kez maruz kalma
ortalama 8–12 yaşları arasında zirve yapmaktadır77. Cİ kurbanlarının %53‘ü 14
yaşın altındadır78. ABD istatistikleri Cİ‘ye maruz kalan bireylerin %67‘sinin 18
yaşın altında olduğunu; Cİ‘ye uğrayan çocukların %34‘ünün 12 yaşından küçük
olduğunu; %33‘ünün 12 ile 17 yaş arasında olduğunu göstermektedir. Bimodal
bir yaş dağılımı olup, istismar sıklığının 5 yaş ve 14 yaş çocuklarında
yoğunlaştığı tespit edilmiştir. Kızların erkek çocuklardan daha fazla Cİ‘ye
uğradığı, istismara uğrama oranlarının da yaşla birlikte artış gösterdiği, %27
oranında ensest görüldüğü saptanmıştır79. Ülkemizde yapılan iki çalışmada
çocuk psikiyatrisi polikliniğine başvuran Cİ olgularında ortalama yaş 11.8 ve
12.18 olarak bildirilmiştir73,80.
Mazza ve arkadaşları; fiziksel temas içeren Cİ kurbanlarının %11.8‘inin
16 yaşına gelmeden genital penetrasyon şeklindeki istismara maruz kaldıklarını
21
bildirilmişlerdir81. Finkelhor ve ark. temas içeren Cİ (çocuğun cinsel yerlerine
dokunma,
penetrasyon,
oral-genital
temas)
insidansını;
kızlarda
%3.2,
erkeklerde % 0.6 olarak belirtimişlerdir82. 2000 yılında ergenlerle yapılan bir
çalışmada, erkek ve kız öğrenciler arasında sırasıyla %3.1 ve %11.2
oranlarında Cİ öyküsü saptandığı, erkekler için Cİ‘nin ortalama başlangıç yaşı
9.1 yaş, kızlar için 9.0 yaş belirlenirken, erkeklerin %1.2‘si, kızların %3.1‘i oral,
vajinal ya da anal ilişki içeren Cİ bildirmişlerdir83.
Cİ olgularının yarıdan fazlasında, saldırganın çocuğun daha önceden
tanıdığı ve güvendiği biri olduğu ve çoğu olguda istismarın çocukluk ve ergenlik
döneminde
başlayıp,
zaman
içinde
tekrarlayan
bir
doğası
olduğu
75
bildirilmektedir . Çoğu çalışmada belirtildiği üzere tacizde bulunan kişilerin
çoğunluğu erkeklerdir84. Bir çalışmada çocuklara Cİ‘de bulunan 4007 kişinin
incelenmesi sonucu; sadece %1‘inin kadın olduğunu tespit etmişler, ancak
genel olarak kadınların bildiriminin düşük olması nedeniyle bu oranın gerçek
oranı yansıtmayabileceği yorumunda bulunmuşlardır85. Cİ olgularının %515‘inde suçlunun kadın olduğu ifade edilmektedir77. Meksika, Almanya,
Kenya‘da istismarla ilgili yapılan çalışmalarda istismarcıların sırasıyla %30.1,
%50.3, %82 oranlarında tanıdık olduğu saptanmıştır56,86,87. Bir çalışmada;
çocuk cinsel istismarcılarının; %68‘inin bir aile üyesine istismarda bulunduğunu;
bunların %30‘unun üvey çocuk veya evlat edindiği çocuk, %19‘unun kendisinin
bir ya da daha fazla çocuğu, %18‘inin kardeş çocuğu ve %5‘inin de torun
olduğunu bulmuşlardır85. Ülkemizde son dönemde yapılan 2 çalışmada
istismarcıların %40.7-%66.7 oranlarında tanıdık olduğu bulunmuştur73,80. Bir
yazında; Cİ‘nin %77 oranında aile içi, %11 oranında diğer akrabalar, %5
oranında bakımla ilgisi olmayan kişiler, %2 oranında ise çocuğun bakımı ile
ilgilenen diğer kişiler tarafından gerçekleştirildiği ifade edilmektedir5. Klinik
olmayan çalışmalara göre, tanıdık birisi ya da bir yabancı tarafından aile dışı
istismar, çocuk ve erişkin arası cinsel temas vakalarının %30-50‘sidir77.
Kadınların istismarı genellikle erkek çocuğa yöneliktir. Kadınlar genellikle
bir erkekle birlikte eşlik eden istismarcı olarak bulunurlar ve bazısı çocukla
temasta bulunmayabilir. Kadınlar tarafından istismarın daha az bildirilme
nedenleri olarak çocuğu banyo yaptırma, üstünü değiştirme gibi normal bakım
verme davranışı sırasında olduğu için anlaşılamaması, ergenlerle cinsel
birliktelikte ergenlerin bunu istismar olarak değerlendirmeyip memnun olunacak
22
bir şey olarak yorumlamaları olabileceği gösterilmektedir79. Kadın istismarcılar
genellikle bekardır77. Kadınların erkek olgulara kıyasla; daha genç yaş
grubunda oldukları, daha fazla psikiyatrik bozukluğa sahip oldukları, kişilik
bozukluğu eşlik etme oranının da fazla olduğu saptanmıştır79.
Toplum
örneklemli
çalışmalarda
istismarın
tekrarlayıcı
olmadığı
gösterilmekteyse de, klinik örneklemlerde çocukların çoğunluğunun aynı
istismarcı tarafından birden fazla kez istismara uğradıkları belirtilmektedir. Bir
kez yaşanan istismarın bildirimi ve yardım merkezlerine başvurma olasılığı daha
düşük olarak görülmektedir4. Cİ‘ye uğrayan bir çocuğun bir başkası tarafından
da istismara uğratılması olasılığı Baker ve Duncan tarafından %14 olarak tespit
edilmiştir88.
Etiyoloji
Literatürde; Cİ‘ye yönelik risk etkenleri bireysel, ailesel ve istismara ait
özellikler olarak ele alınmaktadır. Cİ için bireye ait başlıca risk etkenleri cinsiyet,
yaş ve sakatlıklardır9. Yaşın Cİ‘nin sonuçlarına etkisi konusundaki bulgular
birbiriyle çelişmektedir. Bazı çalışmalar daha büyük yaşta meydana gelen
istismarların daha yaygın etkisi olduğunu gösterirken; bazı çalışmalar
prepubertal etkilenmenin, erken çocukluk dönemi ya da ergenlik dönemine göre
incinebilirliğinin daha yüksek olduğunu göstermektedir89. Kızların erkeklerden 2
ila 5 kat daha fazla risk altında olduğu çeşitli çalışmalar tarafından
bildirilmektedir9,27,60. Çocuk ve gencin zihinsel engelli olması, şizofreni, bipolar
bozukluk, dürtü denetim bozukluğu, Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu
(DEHB) gibi bir ruhsal bozukluğunun olması cinsel istismara uğrama riskini
arttırmaktadır. Bu gibi durumlarda, çocuklar maruz kaldıkları durumun
kötülüğünü değerlendiremeyebilirler ya da değerlendirseler bile kendilerini
korumaları daha zor olabilir90.
Bazı
ailesel
sosyo-demografik
özellikler
istismarda
etkili
gibi
91
gözükmektedir . İşlev düzeyi düşük, çatışmaların ve ekonomik sorunların
olduğu ailelerden gelen çocuklar daha fazla istismar riski taşırlar14. Boşanma,
şiddet, alkol ve madde kullanımı olan ailelerde Cİ daha sık görülmektedir.
Çocuğun bakımıyla doğrudan ilgilenen babaların daha az istismar uyguladığı
saptanmıştır48. Özellikle bir ya da iki ebeveynin olmayışı güçlü bir risk etkenidir.
Evde üvey babanın varlığı riski artırmaktadır. Ebeveyn rahatsızlıkları,
özellikle annenin hastalığı, evlilikle ilgili çatışmalar, annenin uzun süre yokluğu,
23
annede alkolizm, anne ve/veya babada madde kullanımı, sosyal yalıtım,
cezalandırıcı ebeveynlik pek çok çalışmada riski artıran etkenler olarak
bulunmuştur9. Ensestin görüldüğü aileler genel olarak işlevselliği bozuk aileler
olarak tanımlanmakta ve bu ailelerde olaya yol açtığı düşünülen çeşitli
patolojiler bulunmaktadır48. En sık tanımlanan örüntü babanın güç ve kontrolü
sağlamak için şiddete başvurduğu, katı ve ataerkil bir aile yapısıdır92,93.
İstismarın olduğu tüm ailelerde her tip ebeveyn yapılanmasında belirgin bir güç
dengesizliği vardır77. Çocukluk dönemi Cİ‘si ile SED (sosyoekonomik düzey)
arasındaki ilişki net olmasa da, annenin eğitim düzeyinin düşük olmasıyla
belirgin bir ilişki olduğu ifade edilmektedir73,77. Çocuğa verilen cinsel eğitimin
yetersizliği ve eğitimin katı, cezacı bir tutumla verilmesi, çocuğun kendini
koruma becerisinin yetersizliğiyle sonuçlanabilir27. Sık taşınma ve beraberindeki
değişken çevre istismar olgularında sıklıkla bulunan bir durumdur. Bu konuyu
inceleyen az sayıda çalışma vardır. Sık taşınan çocukların, istismara
uğramamış akranlarına oranla her gittikleri yerde iki kat daha fazla istismar riski
taşıdıkları belirtilmekte ve sık yer değişiminin, istismarın gelişimsel sonuçları
etkilemesini açıklamada; aile çevresinin ve buna bağlı sosyal destek kalitesinin
azalmasının etkili olduğu gösterilmektedir91. Daha önceki çalışmalarda Cİ‘nin
düşük sosyoekonomik seviyede fazla görüldüğü ifade edilmekle beraber son
dönem yapılan çalışmalarda Cİ‘nin herhangi bir sosyodemografik grupla
bağlantısı saptanmamış ve her sosyoekonomik düzeyde görülebileceği
belirtilmiştir3. Klinik değerlendirmeye gelen Cİ‘lerde düşük sosyoekonomik
düzey vardır ancak; bu diğer istismar türleri ile kıyaslandığında daha az
belirgindir77. ABD‘de yapılan toplumsal çalışmalarda; çocukluk çağı Cİ
oranlarında etnik kökenle ilgili farklılık saptanmamıştır4. Irk ve etnik köken; Cİ
için bir risk etkeni gibi görünmemekle beraber belirti dışa vurumunu
etkileyebilmektedir. Bir çalışmada Latin ırktan olan kızların, Afro-Amerikan ya da
beyaz ırktan olan kızlara göre daha fazla emosyonel ve davranım sorunları
yaşadığı saptanmıştır9. Bazı kültürlerde Cİ‘nin yadsınması ve çalışmalarda etnik
kökenin
yeterli
düzeyde
değerlendirilmemesi
nedeniyle
özellikle
geniş
toplumlarda yaşayan küçük kültürlerde Cİ‘nin saptanmasının oldukça zor olduğu
bildirilmektedir4.
İstismarcılar da gözlenen başlıca klinik özellikler; aile içinde ve sosyal
teması sınırlı içe kapanık kişilik, eşi ya da ailesiyle sıcak ilişki kuramayan
24
psikopatik kişilik, psikoseksüel ve sosyal açıdan immatür, kendi çocukları ile
birlikte başka çocukları da istismar eden pedofilik kişiliktir14. İstismarcıların
birçoğu da çocukluklarında, ya Cİ‘ye uğramışlardır ya da ev içerisinde şiddete
maruz kalmıştır. Cinsel istismarcı birey genelde düşük eğitim ve sosyoekonomik
düzeye sahiptir. Aile genelde tek ebeveynden oluşmaktadır 94. Bir bireyin ileride
çocuğa cinsel saldırıda bulunma olasılığını arttırdığı tespit edilen en önemli
çevresel
neden,
kişinin
kendisinin
çocuklukta
cinsel
olarak
istismara
uğramasıdır95. Bu ilişki; mağdurluk-saldırganlık döngüsü veya mağdur edilmişmağdur eden fenomeni olarak adlandırılır. Bu durumun sıklığı ve yaygınlığı %28
ile %93 arasında çalışmadan çalışmaya, örneklemin nereden ve nasıl alındığına
göre çok çeşitlilik gösterir. Kadınlarda bu durumun daha belirgin olduğu, çocuğa
cinsel saldırıda bulunan kadınların %47 ile %100 oranında çocukluk döneminde
Cİ‘ye uğradıkları belirtilmektedir79.
İstismarın
Ruhsal
Yapı
Üzerine
Etkilerine
İlişkin
Kuramsal
Açıklamalar
Finkelhor; Cİ‘nin değişik birçok etkisi olduğunu ve bunların istismarın
özelliğine bağlı olarak, cinsellik, kişilerarası ilişkilerde güven ve özdeğer
duygusu ya da başka bir deyişle kendilik değeri gibi çocuğun temel gelişim
alanlarında görüldüğünü ileri sürer96. Finkelhor ve Browne; Cİ‘nin nasıl ve niçin
bir takım belirtilerle sonuçlandığını açıklayan bir model ileri sürmüştür.
Bu
yaklaşım ‗travmajenik dinamik kuram‘ olarak bilinmektedir. Cİ yaşantısının
travmaya neden olan 4 faktör ile açıklanabileceği ileri sürülmekte ve bu
faktörlere travmajenik dinamik adı verilmektedir. Bu faktörler; travmatik
cinselleşme,
damgalanma,
ihanet
ve
güçsüzlük
başlıkları
altında
açıklanmaktadır. Her bir faktör bir dinamiğe sahiptir ve tüm travmajenik dinamik,
çocukların dünyaya olan bilişsel ve duygusal yönelimini değiştirir ve kendilik
kavramı, dünya görüşü ve duyuşsal yeteneklerini çarpıtarak travma oluşturur97.
Travmatik cinselleşme ile Cİ‘ye bağlı çocuğun cinselliğinin, gelişimsel
olarak uygun olmayan bir yönde gelişmesi ve kişilerarası ilişkiler açısından
işlevsiz bir tarzda şekillenmesi kastedilmektedir. Travmatik cinselleşme,
çocuğun cinsel tepkilerinin pekiştirilmesinin ve cinsel uyarılmanın sonucudur 98.
Genellikle ensest olgularında görülür. İstismar eden kişi, aslında çocuğun ailede
en çok sevgi ve onay beklediği kişidir. Hatta özdeşim modeli bile olabilir 77.
Çocuğun en çok sevdiği kişi onun sevgisinden faydalanıp hediyeler vermiş ve
25
cinsel talepte bulunmuştur. Bu durum çocukta cinsel davranış ve ahlak
karmaşası yaratacaktır. Cinselliği bir alışveriş gibi değerlendirecektir. Sevgi için,
çeşitli ihtiyaçlarının tatmini için cinselliğin gerektiğini düşünecek bu da sonraki
yaşamında uygun olmayan zamansız cinsel faaliyetlere, bulanık bir cinsel
kimliğe, birçok kişiyle cinsel ilişkiye girmesine ve riskli cinsel davranışlarda
bulunmasına neden olacaktır77,97,98. Cİ ile birlikte erken yaşlarda yaşanan cinsel
farkındalık ile çocuk erotik davranışlar sergilemeye, diğer çocuklarla cinsel
içeriği olan oyunlar oynamaya ve davranışında agresyon sergilemeye
yönelebilir99. İstismar sonrasında yetişkinlik döneminde ise kompulsif bir şekilde
cinsel deneyimlere yönelir. Gelişi güzel pek çok kişiyle cinsel ilişki, kişinin
benliği ile ilgili yıkıcı dürtülerin bir araya geldiği karmaşık davranışlar bütünüdür.
Bu cinsel istek fazlalığı, fiziksel acının içerisinde yer alan duygusal boyutun
gizlenmesine yardımcı olan güç sağlamaya çalışma ve kontrolü ele almanın
ifadesidir100. Çocukluk çağı istismarı yaşayan kişi yakın ilişkilerinde sürekli
negatif bir beklenti içerisine girer ve partner ilişkilerinde sorunlar yaşar, ancak Cİ
öyküsüne sahip erkeklerin %60‘ının, kadınların %40‘ının partnerlerini terk
etmekte zorlandıkları ifade edilmektedir101. Ayrıca; çocukluk çağı Cİ öyküsü olan
kişi, yetişkinlikte cinsel şiddet uygulamaya yönelebilir veya bu yetişkinler ileride
kendi çocuklarına
karşı cinsel ve/veya fiziksel istismar davranışlarına
yönelebilirler97.
Damgalanma; Cİ nedeni ile çocuğun ayıplanma, utanma ve suçluluk
duygularını açıklar. Çocuğa maruz kaldığı istismar deneyimleri ile ilgili olarak,
kötü
olduğu,
utanç ve
suçluluk duyması gerektiği
yönünde
olumsuz
değerlendirmelerin nakledilmesi ve bunların çocuğun benlik algısı ile birleşmesi
damgalanma sürecini oluşturur102. Bu gibi değerlendirmeler doğrudan istismarcı
tarafından yapılabildiği gibi akran grubu, aile üyeleri veya toplum tarafından
pekiştirilebilir. Damgalanma çocukların kendilerine ait önem ve değer
duygusunu olumsuz yönde etkileyerek, onlarda utanma ve suçluluk duygularına
veya düşük kendilik değerine ya da başka kişisel sorunlara yol açabilir 98.
İstismara uğrayan kişi istismarın yükünü, etrafına zarar verdiği ve bu yüzden
hak ettiği şeklinde yaşamaya devam eder. Bu negatif benlik imajı nedeni ile ya
kendini diğer insanlardan izole eder ya da kendi bedeni üzerinde diğer
insanların hakkı olduğuna inanır. Bu suçluluk ve utanç bu dinamiğin uzun
döneme yansıması ile yaşanır100.
26
İhanet; Cİ‘ye uğrayan çocuğun sevgi ve koruma beklediği bir kimse
hakkında yaşadığı hayal kırıklığını ifade eder. Çocuğun bağımlı olduğu ve
güvendiği bir kimsenin, istismar ile kendisine zarar verdiğini kavraması sonucu
güvenlik ve emniyet hissi kırılır, çocuk kendisine ihanet edildiği duygusunu
yaşar98,100. İhanet, istismar deneyimine maruz kalan çocukların yaşamında
çeşitli biçimlerde ortaya çıkar; çocuklar güvendikleri kişinin, istismar sırasında
veya sonrasında, ahlak standartları ile ilgili yalan ve yanlış bilgi vererek
kendilerini kandırdıklarını fark edebilirler ya da sevdikleri ve sevgisi onlar için
önemli olan bir kimsenin, kendilerine karşı duygusuz bir kayıtsızlık içinde
olduğunu anlayabilirler. Bunun çocuktaki duygusal ve davranışsal sonuçları;
öfke, saldırganlık, suça yönelme, madde ve alkol kullanma, depresyon,
başkalarına karşı genel güvensizlik, düşmanlık ve kızgınlık biçimlerinde ortaya
çıkabilir98. Finkelhor ve Browne‘a göre ihanet sorunu yargılamada zayıflamaya
yol açar, kişi ümitsizce kendisine karşı dürüst olabilecek kurtarıcı ilişkiler
aramaya yönelir. İstismara uğramış kişi bu ihanete öfke ile tepki verir. Öfkenin
etrafa yayılması ile ileride yaşanan pek çok birliktelik çatırdamaya başlar. Çok
yakın ilişkilerinde bile şüphe yaşar, onlardan uzaklaşır,
tümüyle bir ilişki
kurmaktan kaçınır. İhanete karşı geliştirilen bu tepkiler kişinin sağlıklı yakın
ilişkiler kurmasını engeller97.
Güçsüzlük; çocuğun iradesine, isteklerine ve etkili olma duygularına
sürekli karşı konulmasının sonunda yaşanan bir süreçtir. Bu süreç, cinsel saldırı
sırasındaki çaresizliğe, korkuya ve kaygıya neden olur ve çocukların kendi
yaşamlarını kontrol etme yeteneğini tahrip eder98. Cİ‘ye uğrayan çocuk yaşadığı
ilişkilerin cinsel yönü ile ilgili kontrol duygusuna sahip olmadığını düşünür. Bu
nedenle yetişkinlik döneminde de ilişkilerinde cinsel açıdan kim ne isterse
kabullenir, kontrol koyamaz. Finkelhor ve Browne‘a göre güçsüzlük, çocuğun
istismarı durdurma çaba ve girişimlerinin engellendiğine tanık olması ile
pekiştirilir. Zarar verileceği yönünde yapılan tehditler çocukta güçsüzlük hissinin
artmasına neden olur97. Travmajenik dinamik model, çocuk istismarında
travmanın temel kaynaklarını açıklayan, çok faktörlü, eklektik bir yaklaşımdır.
Modeldeki dinamik her bir istismar olgusunda görülmeyebilir.
Bowlby‘nin bağlanma teorisine göre ise Cİ yaşayan bireyler dezorganize
bağlanma geliştirirler. İstismar eden patolojik ebeveynlere karşı geliştirilen
istenmeyen bağlanma şekli, kişinin çocukluk dönemine ait travmatize anılarına
27
blok koyması ile kişide yaşamını sürdürür. Korkuyla ilişkili bu bağlılık şekli
inkara neden olur ve her geri çevrilmede, kişinin ebeveyn olma sürecinde veya
çözüme kavuşmamış her travmasında tekrar tekrar yaşanır100. Dezorganize
bağlanma çocuğun ayrılma bireyleşmede problem yaşamasına neden olur 103.
Küçük çocuklar normal olarak, karanlık korkusu gibi basit anksiyetelerini
bile, eğer iyi davranırlarsa gelecekte ödüllendirilecekleri şeklinde iyimser
kompansatuar doyum hayalleriyle yatıştırırlar. Cİ‘ye uğrayan çocuklar da benzer
düzenekleri kullanırlar. Sevgi dolu ilişkileri ve gelecek mutlulukları hayal ederler.
Ayrıca, gerçeği görmezden gelir veya çarpıtabilirler. Böylece bazı şeylerin
olmadığına, cinsel olarak istismar edenin güvendikleri anne veya babaları değil
başka birisi olduğuna yahut olan bitenin o kadar da acı verici olmadığına
kendilerini inandırabilirler74,104. Cİ erken yaşlarda olduğunda; örselenmenin
kendisi, ana, baba veya çocuktan sorumlu olan kişilerce yüzüstü bırakılma,
kandırılma, ihanete uğrama nedeniyle olağan koruyucu hayaller daha fazla veya
daha az kullanılabilir hale gelir. Hatta benliğin olgunlaşma sürecinin bazı yönleri
ketlenebilir104,105.
Cinsel İstismarla İlişkili Nörobiyolojik Faktörler
Travma psikolojik ve davranışsal sonuçlara neden olurken, erken travma
olumsuz biyolojik etkilere de yol açabilir77. Literatürde fiziksel ve/veya cinsel
istismara bağlı depresyon ve anksiyete bozuklukları gelişimine yatkınlık
bildirilmektedir. Özellikle nöronal plastisite döneminde oluşan travmatik
yaşantılar,
nöroendokrin
stres
cevap
sistemlerini
aşırı
duyarlı
hale
getirmektedir106. Yapılan bir çalışmada; çocukluk çağında istismara uğramanın,
erişkinlik dönemindeki major depresyon gelişimini 4 kat arttırdığı, istismarın
şiddetinin depresyon şiddetiyle ilişkili olduğu bulunmuştur107.
Hayatın ilk 3 yıllık süresinde gerçekleşen travmanın; bu gelişimsel
dönemde beynin yapısında gerçekleşen hızlı değişikliklerden dolayı, özellikle
zararlı etkilerinin olacağı varsayılmaktadır108. Yeni ortaya çıkan veriler; açık bir
şekilde duyarlı bir periyodun olmadığını, erken çocukluktaki sıkıntılarla daha
büyük zarar verici sonuçlara eğilimin ilişkili olduğunu ifade etmektedir 109.
Preklinik çalışmalardan elde edilen yeni bulgular, prenatal ve erken postnatal
stresle ilişkili olumsuz etkilerin daha sonraki postnatal veya peripubertal
periyodda çevresel düzelmeyle bertaraf edilebileceğini ileri sürmektedir37. Erken
zorluklarla ilişkili olan, davranışsal ve strese yanıt olarak görülen değişikliklerin
28
fonksiyonel geri dönmesinin; erken yaşam stresleriyle ilişkili sekellerin geri
dönüşünden
ziyade110,
bazı
nöral
değişikliklerin
tersine
dönmesi
ve
kompansatuar diğer değişikliklerin başlaması aracılığı ile olduğu ifade
edilmektedir108,111.
Kortikotropin
anksiyetenin
salgılatıcı
patofizyolojisiyle
faktör
güçlü
(KSF)
birlikteliği
sisteminin
depresyon
gösterilmiştir.
ve
Laboratuar
hayvanlarında KSF‘nin depresyon ve anksiyeteye benzer fizyolojik ve
davranışsal değişiklikler ürettiği saptanmıştır112. Erken yaşam streslerine maruz
kalma, çocuk ve yetişkinlerde psikopatoloji riskini arttıran nörobiyolojik
değişikliklere aracılık etmektedir. Preklinik ve klinik çalışmalarda tekrarlayıcı
erken yaşam streslerinin, artmış strese yanıt vermeyle ilgili KSF sisteminde
değişikliklere neden olduğu gösterilmiştir113. Beş-yedi yaş arasındaki Cİ‘ye
uğramış kızlar üzerinde yapılan bir çalışmada; Cİ‘ye uğrayan grupta, kontrol
grubuna göre anlamlı düzeyde daha düşük kortizol düzeyleri saptanmıştır 114.
Çocuk ve ergen psikiyatrisi kliniğine başvuran ve istismar öyküsü olan
115 hastanın değerlendirildiği bir çalışmada; istismar öyküsü olmayan bireylerle
karşılaştırıldığında, istismara uğrayan çocuk ve ergenlerde özellikle frontal ve
temporal beyin bölgelerinde elektrofizyolojik anormallikler saptanmıştır. Bu
çalışmada erken istismarın özellikle limbik yapıları içeren beyin gelişimini
etkilediği öne sürülmüştür115. De Bellis ve ark.‘ları tarafından yapılan bir
çalışmada Cİ‘ye uğramış 8–15 yaş arası kızların idrar katekolamin salınımları,
demografik
olarak
eşleştirilmiş
kontrol
grubuyla
karşılaştırmalı
olarak
değerlendirilmiştir. İstismara uğramış kızlarda total katekolamin sentezi ve
metanefrin, vanil mandelik asid, homovalinik asidin idrarla atılımında anlamlı bir
artış saptanmıştır. Bu çalışmanın bulguları istismara uğrayan kızların kontrol
grubuna göre daha fazla katekolamin aktivitesi gösterdiğini desteklemektedir116.
Ciddi istismarı takiben Post-Travmatik Stres Bozukluğu (PTSB) tanısı
alan çocukların magnetik rezonans görüntüleme tetkiklerinde, istismara
uğramamış çocuklarla kıyaslandığında; kortikal serebrospinal sıvı hacminde
artış ve beyin hacminde %7‘lik azalma saptanmıştır. Yetişkinlerden farklı olarak
cinsel
istismara
uğramış
çocuklarda
azalmış
hipokampal
hacim
gösterilememiştir117.
Kızlarda 8 yaşından önce sekonder cinsel karakterlerin gelişimi nadir
görülen bir durumdur. Yapılan geriye dönük bir çalışmada; cinsel istismar ile
29
sekonder cinsel karakterlerin erken gelişimi arasında olası bir birliktelik
saptanmıştır118. Browne ve ark.‘nın yaptığı çalışmada çocuk ve ergenlerde
cinsel istismar öyküsünün, erken puberteye girişle anlamlı birlikteliği olduğu
gösterilmiştir119. Cİ‘ye uğramış ergen kızların troid hormon düzeyleri ile
psikolojik semptomları arasında ilişkiyi araştıran bir çalışmada serbest
Triiyodotironin düzeyleri ile PTSB ölçek puanları arasında güçlü bir birliktelik
saptanmıştır120.
Klinik Değerlendirme
Değerlendirme ve tanıda hekimin rolü oldukça önemlidir. Çünkü Cİ‘yi
tanısal olarak kesinleştirmeden her hangi bir girişim yapma olanağı yoktur. Bu
sorumluluğu yerine getirirken hekimin sahip olması gereken en önemli özellikler;
tarafsız bir biçimde gerçeği bulma çabası, adli ve tıbbi değerlendirme yapma
bilgisi ve bu durumlarda çocukların duygularını bilme, anlama, destekleyici
olma, yargılamadan ve yönlendiricilikten uzak bir biçimde bilgi toplamayı
başarabilmesidir121.
İstismar alanında çalışan kişilerin istismardan şüphelenildiği durumlarda,
adli süreçleri başlatma zorunluluğu vardır122. Bir çocuk ya da gencin Cİ şüphesi
ile ilgili birime gelip, tedavi ve izleminin de dahil olduğu aşamalara ulaşıncaya
kadar olan değerlendirme ve tanılamayı da kapsayan süreçte, multidisipliner bir
ekibin birlikte çalışması son derece önemlidir121.
Çocukla Görüşme
İstismar olgularının değerlendirilmesi için yeterli zamanın ayrılması çok
önemlidir14. İstismara uğrayan kişiyi güvensiz ortamdan uzaklaştırmak ilk
adımdır. Görüşme süresince yapılacak olan işlemler hakkında temel bilgiler
verildikten sonra, hem çocuktan hem de anne-babasından onam alınmalıdır.
Görüşmenin amacı olay hakkındaki öykünün toplanmasıdır123. Sadece çocukla
değil, aileyle de görüşme önem taşır14. Aileden alınan öyküde de benzer
bilgilere ulaşılmaya çalışılır; gerektiğinde her aile bireyi ayrı ayrı dinlenmelidir 20.
Anne-baba ile görüşürken suçlar ve mâhkum eder gibi sorular sorulmamalıdır.
Aile bireylerinin anlatımlarındaki farklılıklara hekim özellikle dikkat etmelidir18.
Doktorun çocukla görüşürken yalnız olmaması, görüşmenin hemşire ya
da sosyal hizmet uzmanı ile beraber yapılması önerilir27. Anne-babasından
ayrılmak istemeyen küçük bir çocuk, anne veya babadan biriyle odaya alındı
ise; anne veya baba konuşmamalıdır ve ebeveynlerin çocukla göz temasına
30
girmesine
izin
verilmemelidir.
Görüşmenin
yapıldığı
tarih
ve
saat
kaydedilmelidir. Bilgiler çocuğun kendi sözleriyle ve dikkatle kaydedilmelidir 123.
Sınırlı sayıda kelime dağarcığı olan küçük çocuklar olayı anlatamayabilir
veya anlatımları tereddüt yaratabilir. Bu çocuklarda klinik görüşmelerde
yardımcı yöntemler ön plana çıkabilir18. Görüşme sırasında alınacak bilgiyi
arttırabilmek için resimler ve anatomik bebekler dikkatli bir şekilde kullanılabilir.
Çocuğun cinsel organlar için kullandığı isimlerin bilinmesi gerekir33,121.
İstismarın daha kolay tanımlanması için insan resimlerinin bulunduğu kartlar
üzerinde önce insan vücudunun tanımlanması sağlanır. Yine resimler
yardımıyla ‗İstismarcı tam olarak nereye dokundu? , Ne şekilde dokundu? ,
Neresiyle dokundu?‘ gibi sorularla istismarın çok açık bir şekilde tanımlanması
sağlanır. Ayrıca aynı kartlardan faydalanılarak küçük çocuklara, özel bölgelerin
nereleri olduğu, birinin bu bölgelere dokunmak istemesi halinde ne yapması
gerektiği gibi istismardan korunma eğitimi de verilebilir14.
Okul öncesi çağda çocuklar kendilerini sözel olarak ifade etmekte
zorlanmakla
kalmazlar
aynı
zamanda
yanında
bulunan
kimselerden
çekinebilirler veya bu durumdan ötürü korku yaşıyor olabilirler. Bu travmanın
çocuk tarafından oyun yardımı ile anlatılmasına yardımcı olunmalıdır 100. Çok
küçük kurbanlarda bu yöntemlerle ayrıntılı bir öykü elde edilemeyebilir. Bu
aşamada çocuğun akrabalarından, polis memurlarından, komşulardan ve diğer
çocuklardan bilgi alınabilir18.
Görüşme sırasında çocuğa karşı zorlayıcı olmamak, güven ortamının
sağlamak
için
zaman
tanımak
önemlidir124.
Görüşme
sırasında
uzun
cümlelerden, tekrarlayıcı sorulardan ve yönlendirmelerden kaçınma, çocuğun
ifadesini tekrarlayarak onaylama, çocuğun kendi ifadelerini izleme, gerçeği
duyma gereksiniminin belirtilmesi, çocuğun doğal anlatımına karışmamaya özen
gösterme, çocuğun anlatımında tutarsızlık fark edildiğinde zorlayıcı ve eleştirel
olmayan bir yolla anlamaya yönelik sorular sorma ve görüşme nasıl sonlanırsa
sonlansın katılımından dolayı çocuğa teşekkür etme gibi ilkelere özen
gösterilmelidir38. Hekim kendi duygularının görüşmeyi yönlendirmesinden
kaçınmalı ve görüşmeyi açık uçlu sorularla gerçekleştirmelidir121. Yetersiz
bilginin; yasal karar verilmesini, bir başka deyişle çocuğun korunmasını
engellerken, yönlendirici bir görüşmenin ise suçsuz bir kişinin zarar görmesine
yol açacağı unutulmamalıdır42.
31
İstismara uğramış bir çocuğa yaklaşımda en önemli unsur çocuğun daha
fazla zarar görmesinin önlenmesidir. İstismara maruz kalan çocuklarda rahatsız
olmayacağı bir ortamda, olanaklı ise ilgili uzmanlarca tek bir öykü alınması ve
tek bir muayene gerçekleştirilmesi en uygunudur, böylece çocuk tekrar
travmatize olmaktan korunmuş olur32. İstismarın anlatıldığı görüşmede video
kaydı yapmak genellikle önerilen bir şeydir. Bu kayıtta istismarın zamanı, yeri,
şekli, tam olarak ne olduğu görüşülür. Kayıt yapmanın en önemli avantajı aynı
bilgileri almak için çocuğu tekrar tekrar travmatize olmaktan korumaktır.
Çocuklar
istismarı
anlatsalar
bile
mahkeme
gibi
ortamlarda
çekingen
davranabilirler, tutarsız gibi görünen ifadeler kullanabilirler. Bu nedenle klinik
görüşmelerde yapılan kayıtlar gerek olursa adli birimlere de sunulabilir ve
böylece çocuk mahkeme gibi bunaltıcı bir ortamda konuşmaktan kurtulur14.
Her tür psikiyatrik görüşmenin temelinde olduğu gibi empatik yaklaşımda
bulunmak çok önemlidir125. Yapılan görüşme yalnızca bilgi toplamaya yönelik
olmamalı, aynı zamanda tedavi edici mesajları da içermelidir. Bu nedenle
çocuğun yaşadığı Cİ‘den erişkinin sorumlu olduğunu ifade etmek; çocuğun bu
davranışlara izin verecek ya da engelleyecek konumda ve suçlu olmadığını
anlatmak önem taşımaktadır126.
Öykü Alma
İstismar ile ilgili öykü alırken ailenin ve özellikle de çocuğun vereceği tüm
bilgiler değerlidir. Çocuklar genelde maruz kaldıkları Cİ‘yi tehdit veya cezalar
nedeni ile gizleme eğilimindedirler. Bu açıdan çocuğun Cİ ile ilgili söylediği
herşey
ciddiye
alınmalıdır18.
İstismar
için
en
önemli
kanıt
çocuğun
söyledikleridir121. Anamnez sırasında evdeki tüm bireyler, aile içi ilişkiler, ailenin
yaşadığı yer, süre, çocuk bakıcıları, çocuğun yetiştirilme şekli, istismarın tarihi,
hastaneye gitme, kardeşler, çocuğun akran ilişkileri ve akademik durumu, daha
önce geçirdiği travmalar, çocuktaki davranış bozuklukları detaylı olarak
kaydedilmelidir14,18. Anlatım sırasında mağdurun ani heyecana kapılması,
korkması gibi değişen duyguları da kaydedilmelidir18.
Öyküde; istismara uğrayan kişinin yaşı, istismar öncesi cinsel bilgi
durumu ve deneyimi, istismarın zamanı ve yeri, istismarın özellikleri, başlama
şekli, süresi, tekrarlayıcı olup olmadığı, istismarcıya yakınlık derecesi,
istismarcının yaşı, zor ve tehdit kullanılıp kullanılmadığı bilgileri mutlaka
alınmalıdır18,124. Cinsel istismar görüşmesinde sorulması gereken diğer bilgiler;
32
ejakülasyonun olup olmadığı, istismar sonrası vajinal lavaj yapılıp yapılmadığı,
defakasyon yapıp yapmadığı, kıyafetlerini değiştirip değiştirmediği, ilk ve son
menstruasyon tarihleri, gebelik bulgularının varlığı, kurbanın bulaşıcı hastalık,
ruhsal bozukluk ve engellilik durumlarının varlığıdır123.
Ruhsal Değerlendirme
Öykü alındıktan sonraki aşama ayrıntılı ruhsal değerlendirmedir. İstismar
öncesi ve sonrası ruhsal durumun ne olduğu, istismarın var olan bu durumu ne
ölçüde etkilediği değerlendirilmelidir14. Hekim çocuğun bilgilerini, bilgilerin
güvenirliğini ve çocuğun doğruyu yanlıştan ayırma yeteneğini dikkatlice
değerlendirmelidir18.
Olayın çocuk tarafından algılanışı, akut ve geç tepkileri, olaydan sonra
meydana gelen davranış değişiklikleri, anksiyöz ve depresif bulgular, özkıyım
düşünceleri, bundan sonraki beklentiler gibi konular değerlendirilir. İstismara
uğramış bir çocuk hafif anksiyete belirtileriyle karşımıza çıkabileceği gibi, ağır
psikotik özellikler içeren psikiyatrik tablolarla da karşımıza çıkabilir14. Psikiyatrik
değerlendirme sırasında travmanın etkilerinin günlük işlevsellik düzeyine etkileri
araştırılır. Bu amaçla uyku, iştahla ilgili değişiklikler, okul durumu, sosyal
hayatta değişiklikler ve yaşıtları ile ilişkileri sorgulanır20.
Çocuk istismarı ile ilgili mahkemeler karara varmadan önce çocuk
psikiyatrisi uzmanının görüşünü hemen her zaman gerekli bulmakta ve istismar
olgusu ile ilgili düzenlenen raporlar karar üzerinde doğrudan etkili olmaktadır14.
Psikometrik Ölçekler
Hemen her olguda çocuğun entellektüel gelişiminin zeka testleri ile
belirlenmesi önerilir20. Buradan elde edilen bilgi, çocuğun olayı algılama düzeyi,
kendini koruma becerisi ve seçilecek tedavi gibi pek çok alanda hekime bilgi
verir. Adli süreçte mahkemelerce sorulacak olan çocuğun kendini koruma
becerisini saptamak için de bu değerlendirme şarttır. Başka psikopatolojileri
değerlendirmek amacıyla pek çok ölçek ve testten faydalanılabilir14.
Fiziksel ve Adli Muayene
Öykü ve psikolojik sorunlara ek olarak Cİ tanısına katkıda bulunacak
diğer alan tıbbi kanıtlardır18. Cİ‘nin tanınmasında fizik muayene önemli bir rol
oynamaktadır ancak tek başına nadiren tanı koydurucudur. Çünkü olay okşama
veya oral temas şeklinde olabilir ve istismarın herhangi bir fiziksel bulguya yol
açmadığı saptanabilir127. Yine de normal muayene sonuçları Cİ‘yi ortadan
33
kaldırmaz. Çocukta istismarı ortaya çıkartırken en önemli adım çocuğun
ifadesidir. Bunun yetersiz olduğu durumlarda fiziksel bulguların çok büyük
değeri vardır18.
Fiziksel
muayenede
fiziksel
yaralanma
izleri,
morluklar
dikkatle
kaydedilmelidir. Özellikle aile içi istismar olgularında, eşlik eden kronik fiziksel
istismar ve ihmal bulguları araştırılmalıdır. Genital ve anal muayenede eski ve
yeni yırtıklar tanımlanır. Eğer lezyon yoksa genital yapının iz bırakmaksızın
cinsel temasa izin verip vermeyeceği değerlendirilmelidir. İstismarın üzerinden 3
günden az zaman geçen olgularda servikal sürüntüde sperm araştırılması
yapılmalıdır. Ergen kız olgularda gebelik testi mutlaka yapılmalıdır. Kurbanların
cinsel yolla bulaşan hastalıklar yönünden araştırılması, ciddi sağlık sorunlarının
önlenmesi ve erken tedavisi için önemlidir14. Cİ‘ye uğramış çocukların önemli bir
kısmında anormal fiziksel bulgulara rastlanmaz. Fiziksel bulguya rastlama,
istismarın türü ve en önemlisi son istismar döneminin üstünden geçen zamana
göre değişmektedir. Fiziksel bulguların olmamasının istismarın olmadığı
anlamına gelmediği akıldan çıkarılmamalıdır18. TCK Madde 287‘ye göre genital
muayenenin
hâkim
veya
savcı
kararına
bağlı
yapılması
gerektiği
umutulmamalıdır43.
Klinik Görünüme Etki Eden Etkenler
Cinsel istismar kurbanları psikiyatrik ve bedensel sağlık sorunları
yaşayabilmektedir128. Cİ‘nin çocuğun ruhsal yaşantısına etkisi son derece
karmaşıktır. İstismar; çocuğun duygusal ve cinsel gelişimini, kişiler arası
ilişkilerini, özgüvenini sarsan bir travmadır. Travmanın etkileri; yaşanan olaya
ilişkin tekrarlayan zihinsel canlandırmalar, tekrarlayan davranışlar, korku ve
kaygı tepkileri, insanlara, yaşam ve geleceğe ilişkin tutum ve düşüncelerde
farklılıkların olması şeklinde yaşanabilir. Cİ‘ye özgü tek bir belirti yoktur, belirtiler
çocuktan çocuğa değişirken aynı çocukta gelişim ile birlikte zaman içinde de
değişimler olabilir38. Cİ klinik özellikleri ve çocuk üzerindeki etkileri; çocuğun
istismarcı ile olan ilişkisine, istismarın şekline, süresine, şiddet kullanımına,
fiziksel zararın varlığına, çocuğun yaşı ve gelişim basamağına, ruhsal
özelliklerine ve travma öncesi psikolojik gelişimine bağlı olarak değişmektedir.
Ailenin olaya tepkisi de klinik görünümde önemli rol oynar42.
Cİ ve psikiyatrik bozukluklar arasındaki nedensel ilişkiyi 2 şekilde
açıklayabiliriz. İlki; çocukluk döneminde yaşantılanan Cİ psikiyatrik bozukluk
34
oluşumuna duyarlılığa yol açıyor olabilir. Diğeri ise; hem çocukluk çağı Cİ‘si
hem de hastalık için riski arttıran ilişkili sosyal ve ailesel faktörler zaten Cİ‘ye
uğrayan çocukta mevcuttur. Bu bakış açısına göre, Cİ aile ortamı kötü olan
çocuklarda daha sık görülür. Bu ailelerde psikiyatrik bozukluk riski ile Cİ
arasındaki ilişki, Cİ‘nin doğrudan travmatik etkisinden çok, Cİ‘nin gerçekleştiği
ailelerde, aile ile çocuk arasındaki etkileşim ve çocuğun cinsel istismarı sonrası
olumsuz etkilenen çevresel koşullar ile ilgilidir77.
Cİ‘den etkilenme 6-7 yaş civarında artmaya başlarken, 10 yaşından
itibaren belirginleşmektedir129. Ayrıca istismarın başlangıç yaşı, süresi, fiziksel
güç kullanımı da önemlidir130. Yapılan çalışmalarda cinsiyetin de belirtileri
etkilediği bildirilmektedir131,132. Çocukların istismar karşısında verdikleri tepkiler
bireysel farklılıklar gösterir. İstismara uğrayan çocuk kendini suçlu ya da
sorumlu hissedebilir, söylemeyi geciktirdiği için de suçluluk duyabilir, bazı
çocuklar yaşadıkları bu durumu normal olarak algılamaya çalışabilirler, kimisi
ise istismarcının davranışını sevgi ya da ilgi olarak değerlendirebilir 133.
Abramowitz ve ark.‘ları bir çok travma kurbanının travma ile ilgili stres veren
düşünce, duygu ve vücut duyumlarından kaçındıklarını ve kaçınmanın bu
olumsuz tecrübelerin sıklığını arttırdığını ileri sürmüşlerdir134.
Ensest yaşantısı aile birliğini ve tüm aile bireylerini tehdit eden bir kriz
yaratabilmekte, aile tutumlarının iyi olmadığı durumlarda çocuğun suçlanması,
dışlanması, şiddete maruz kalması riskleri söz konusu olmaktadır. Ebeveynlerin
yaşadığı öfke gibi olumsuz duygular çocuğa yansıtıldığında, çocukta yoğun
duygusal ve davranışsal sorunlar ortaya çıkabilir. İstismar ister aile içinden ister
aile dışından olsun istismarın açığa çıkmasının ardından çocukla olan etkileşim
klinik tablo üzerinde belirleyici olmaktadır38. Ebeveynlik stillerinin etkisini
inceleyen çalışmalarda; çocuğun durumunun nasıl sonuçlandığı ile ilgili en iyi
yordayıcının suçlamayan ebeveyn olduğu saptanmıştır. İstismara uğramış
çocuğun uyumuna ebeveyn sosyal desteğinin etkisinin, çocuğun yaşının
işlevlerine göre değiştiği düşünülmektedir. Çünkü ebeveynlerin daha küçük
çocuklarının sosyal çevresi üzerinde doğrudan bir kontrolleri vardır ve
ebeveynlerin çocuğun istismarına nasıl yanıt verdikleri; çocuk üzerinde, daha
büyük çocuk ve ergenlere göre daha etkili olmaktadır91. İstismar aile içinde zorlu
bir yaşantı olup gerek olursa aile bireylerini de psikiyatrik destek için
yönlendirmek gerekir20. Soruna odaklı çözüm arayışına giden ve suçluluk ve
35
sorumluluk duygularını çocuk üzerinden alabilen bir destek sistemi içinde daha
olumlu bir klinik görünüm ortaya çıkmaktadır38. Ebeveyn psikopatolojisinin
ebeveynlik kalitesi üzerine olumsuz etkileri olduğu da sık tekrarlanan
bulgulardandır. Ebeveynin ruhsal bozuklukları bakım süreçlerini ciddi anlamda
kesintiye uğratır. Psikiyatrik sorunu olan ebeveynler hem kendi hem de
çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamakta güçlük çekerler. İhmal ve istismarın
etkilerini araştıran 30 yıllık ileriye dönük bir çalışmada istismara uğrayanlarla
ilgili uzun dönemdeki olumsuz sonuçların, ebeveynlerin alkol kullanımı ile ilişkili
olduğunu belirtilmiştir. Alkol-madde bağımlısı olan ebeveynlerin güvenli bir ev
ortamıyla birlikte sağlıklı bir çevre sağlama ve istismar ve ihmalin etkilerini
tamponladığı bilinen sıcak bir bakım verme konusunda ciddi engelleri vardır91.
Cİ‘nin bazı türleri psikiyatrik açıdan diğerlerinden daha ciddi sonuçlar
doğurabilmektedir. Kurbanla saldırgan arasındaki yaş farkının artması,
saldırganın tanıdık ya da aile içinden biri olması ve saldırının süregenliği,
çocuğun travmadan etkilenmesini arttırır. Olay sırasında şiddet ve zor
kullanılması, yaşanan çaresizlik duygusunun büyüklüğü ruhsal travmanın daha
kötü algılanmasıyla sonuçlanır. İstismarcı ile yakınlık etkilenme şiddetini önemli
derecede etkiler131. İstismarcı ile ilişki önemli bir değişken olup, yakın kişiler
tarafından
istismar
edilmenin
daha
kötü
sonuçlara
yol
açtığı
ifade
edilmektedir135. Bu etkilenme olasılıkla yaşanan büyük hayal kırıklığı, ihanete
uğrama hissi, güvenin kaybı ile ilişkilidir136. Tanınmayan birinin cinsel saldırısı
ile babanın saldırısının yaratacağı etkilerin farklı olması şaşırtıcı değildir 15.
Fiziksel şiddetin Cİ‘ye eşlik etmesi, istismarın uzun süreli ve sık aralıklarla
olması çocuğun daha fazla olumsuz etkilenmesine yol açmaktadır 88. İstismara
maruz kalma; cinsel saldırganlığa neden olabileceği gibi, duygusal parçalanma
sonucu daima eksik, bütünlüğünü kaybetmiş bir benlik oluşumu ile de
sonuçlanabilir137. Olumsuz etkilenmenin temas içeren cinsel istismar için yüksek
olduğu, genital penetrasyonda olumsuz etkilenmenin en belirgin olduğu
bildirilmektedir9,66,138.
Klinik Görünüm ve Cİ ile İlişkili Psikiyatrik Bozukluklar
İstismarın
ruh
sağlığına
etkileri
bugüne
kadar
farklı
araştırma
desenleriyle incelenmiştir. Bu araştırmalardan bazıları çocukluk döneminde
ortaya çıkan tepki ve bozuklukları incelerken bazıları erişkinlik dönemine
yansıyan sorunları araştırmayı hedeflemiştir. İstismarın erken ve geç dönemde
36
pek çok ruhsal belirtiyle ilişkisi gösterilmiştir14. Davranış değişiklikleri Cİ‘nin bir
ifade biçimidir. Çocuklar genellikle özgün stres uyaranlarına, özgün olmayan
yanıtlar verirler. Sıfır-üç yaş arası çocuklarda; yeme ve uyku bozuklukları,
yabancılardan korkma, üzerini giyip çıkarırken sorun çıkarmaya başlama ve
yaşına uygun olmayan cinsel oyunda bulunma görülebilir. Üç-altı yaş arası
çocuklarda; regresyon (bebeksi konuşma, parmak emme, anneye daha fazla
bağlı olma gibi), içe çekilme, Enürezis Nokturna (EN), enkoprezis, yeme ve
uyku bozuklukları, agresyon, boyun eğme davranışı, devamlı cinsel oyun ve sık
mastürbasyon görülebilir139. Altı-oniki yaş arası çocuklarda; sosyal içe
kapanma, evden ve/veya okuldan kaçma, yeme ve uyku bozuklukları, öğrenme
bozukluğu, takıntı ve zorlantılar, oto-agresyon, kendinden küçüklere cinsel
istismarda bulunma, durup dururken ağlama, hassaslaşma, karın ve baş
ağrıları, huzursuzluk görülebilir. Onüç-onsekiz yaş arasında; bağımlılık yapan
maddelere düşkünlük, oto-agresyon, fobi, evden ve/veya okuldan kaçma,
başkalarını istismar etme, takıntı ve zorlantılar, duygusal ve fiziksel yakınlıktan
kaçma, yeme bozukluğu, sinirlilik, rastgele cinsel ilişkide bulunma, sosyal içe
kapanma, psikoz, özkıyım girişimleri görülebilir140.
Cİ‘ye uğrayan çocuklarda DSM-IV birinci eksen bozukluğu görülme oranı
% 60‘ın üzerindedir21. Kaygı bozuklukları Cİ‘ye uğrayan çocuklarda kısa süre
içinde ortaya çıkabilmektedir29. Anksiyete kendini huzursuzluk, uyku sorunları,
yeme sorunları gibi davranış değişiklikleriyle gösterebileceği gibi, PTSB gibi
daha karmaşık tablolarla da gösterebilir14. Uyku bozuklukları, kâbuslar, fobiler,
bedensel yakınmalar ve korku tepkileri yüksek kaygı düzeyinin kliniğe
yansıması olarak gözlenmektedir92. Sparato ve ark.‘ları yaptıkları prospektif bir
çalışmada; Cİ‘ye uğramış erkeklerde anksiyete bozuklukları ve davranım
bozukluğunu, kızlarda duygudurum ve anksiyete bozukluklarını kontrol grubuna
göre anlamlı oranda yüksek bulunmuştur141. Benzer şekilde yapılan diğer
çalışmalarda da çocukluk çağı Cİ‘si sonucu; Majör Depresif Bozukluk (MDB),
PTSB, özkıyım girişiminin sık görüldüğü vurgulanmıştır9,128,138,142. KendallTackett ve ark.‘nın gözden geçirme yazısında Cİ kurbanlarının %64–79 oranları
arasında psikiyatrik belirtiler gösterdikleri bildirilmiştir. Bu belirtilerin sırasıyla;
PTSB, düşük benlik saygısı, anksiyete, korku, MDB, özkıyım düşüncesi,
somatik şikayetler, agresif davranış, evden kaçma ve madde kötüye kullanımı
olduğu ifade edilmiştir131.
37
Cİ‘ye uğramış çocukların, fiziksel istismara uğrayan ya da istismara
uğramayan popülasyona oranla daha fazla yeniden yaşantılama, kaçınma ve
aşırı uyarılma belirtileri gösterdiği bildirilmiştir. Kızlarda zorlayıcı düşünceler ve
aşırı uyarılma, erkeklerden fazla iken, kaçınmanın her iki cinste eşit olduğu
belirtilmektedir143.
PTSB,
Cİ‘ye
uğramış
çocuk
ve
ergenlerle
yapılan
çalışmalarda %44–71 oranlarında görüldüğü bildirilen ve en sık adı geçen
ruhsal
bozukluktur.
Bazı
çocuklar
PTSB‘nin
tüm
tanısal
ölçütlerini
karşılamasalar da; olayı yeniden yaşantılama davranışları, korku, kaygı ve
konsantrasyon güçlükleri belirtileri gösterebilmektedir4,33. Çalışmalarda çocukluk
döneminde yaşanan cinsel ve fiziksel istismarın, erişkin dönemde PTSB
belirtileri ile ilişkisi tutarlı olarak gösterilmektedir144. İstismara ait özelliklerin
belirti çeşitliliği üzerinde farklılıklara yol açabileceği ve yine bu teoriye göre
istismara ait özelliklerin niteliğine göre PTSB‘nin tip 1 ve tip 2 olarak ikiye
ayrıldığı öne sürülmektedir. Tip 1 PTSB; tipik PTSB belirtilerini içerir ve bunların
tek bir travmatik olayın sonucu olduğunu vurgular. Tip 2 PTSB ise; çekirdek
PTSB belirtileri üzerine işlevsellik alanlarında da ciddi bozulmaları içerir
(depresyon ve öğrenilmiş savunmasızlık gibi) ve kronik bir istismar sürecinin
sonucu olduğunu vurgular145. Okul çağında Cİ‘ye uğramış ve uğramamış
çocuklarda PTSB araştırılmış; istismarın PTSB ile yüksek ilişki gösterdiği,
penetrasyon ve saldırgana yakınlık derecesinin anksiyete düzeyinde artışla
sonuçlandığı bulunmuştur146. Başka bir çalışmada Cİ‘ye uğramış çocukların
%63.8‘in de PTSB, %33‘ün de majör depresif bozukluk saptanmıştır 147. Bir
çalışmada Cİ‘ye uğrayan okul çağı çocuklarının sosyal ilişki becerilerinde
eksikliklerinin olduğu, ergenlerin ise dürtüsel davranışlar ve davranım sorunları
açısından risk altında olduğu belirtilmiştir. Ergenlik, kendilik bilincinde artış ile
birlikte bilişsel ve pubertal değişiklikler meydana geldiği, normal gelişimsel
stresörlerin arttığı bir dönemdir. Bu dönemde gelişen Cİ gibi bir atipik bir yaşam
olayı, olumsuz duygulanım ve duygudurum değişkenliğinde artış ile ilişkilidir. Cİ
kurbanı olan ergenlerde, çocuklardan daha fazla PTSB görülmektedir89.
Cİ mağduru çocuklarda benlik saygısı ciddi oranda azalmaktadır148.
Yapılan çalışmalarda da Cİ‘nin, kişinin benlik saygısını olumsuz yönde etkilediği
gösterilmiştir149,150. Tebbutt ve ark.‘ları tarafından yapılan cinsel istismara
uğramış çocukların 5 yıl sonra değerlendirildikleri bir çalışmada, çocukların
%43‘ünün düşük benlik saygısına sahip oldukları bulunmuş olup yaşca büyük
38
çocukların benlik saygılarının daha düşük olduğu ve aile fonksiyonundaki
bozukluğun benlik saygısını azalttığı saptanmıştır151. Romans ve ark.‘nın
çalışmasında özellikle penetrasyonu içeren çocukluk çağı cinsel istismarı ile
yetişkin çağdaki olumsuz benlik saygısı arasındaki ilişki net bir şekilde
gösterilmiştir152.
Cİ‘ye uğrayan çocuklarda özkıyım düşünceleri ve girişimleri de sık
görülmektedir153. İstismarla ilişkili bozulmuş algı, depresyon ve anksiyetenin
yüksek semptomatolojisi ile ilişkilendirilmiştir154. Erişkin yaşta başlayan MDB,
çocukluk çağında yaşanan Cİ ile ilişkili bulunmuştur155. Bir çalışmada çocuk
cinsel istismarı ile özkıyım girişimleri ve çeşitli kendine zarar verici davranışlar
arasında ilişki olduğu vurgulanmıştır156. Aile içi Cİ kurbanlarında özkıyım
davranışının
sıklıkla
gözlendiği bildirilmektedir33. Türkiye‘de
yapılan
bir
araştırmada; cinsel istismara uğramış ergenlerde kendine fiziksel olarak zarar
verme davranışının, duygusal (%42) ve fiziksel istismara (%43.8) uğramış
ergenlere göre daha yüksek (%45.6) oranda olduğu saptanmıştır68. Ülkemizde
yapılan bir diğer çalışmada değerlendirilen tüm çocuklar temas içeren cinsel
istismara maruz kalmış, yüksek oranda akraba ya da tanıdık biri tarafından
istismar edilmiş ve tamanına yakını tehdit edilmiştir. Kurbanların %88‘i
psikiyatrik tanı alırken; kız çocukları anlamlı olarak daha fazla MDB ve PTSB
tanısı almışlardır. İstismara uğrayan erkek çocuklarda özkıyım girişimi
bulunmazken, kızların %13.5 oranında özkıyım girişiminde bulundukları
bildirilmiştir73.
Çocukluk ve ergenlik çağında kişilik bozukluğu tanısı koyulmamakla
birlikte, Cİ‘ye uğrayan çocuk ve ergenlerde erişkin dönemde kişilik bozukluğu
gelişme
riskinin
artması,
Cİ‘nin
önemli
sonuçlarından
bir
diğerini
oluşturmaktadır. Çocukluk çağında istismara uğramış yetişkinlerde borderline,
antisosyal ve paranoid kişilik bozuklukları oluşabileceği belirtilmektedir157,158.
Cinsel istismarla birlikte sıkça rastlanan borderline kişilik yapısında özkıyım
girişimi, cinsel organa yönelik cinsel işlevin kaybına neden olabilecek boyutlarda
zarar verme eylemi gözlenebilir159. Ornstein‘ın belirttiği gibi erken çocukluk
dönemindeki istismar sonrasında narsisistik zedelenmeler akut veya kronik
narsisistik öfke ile sonuçlanmaktadır. İntikam ihtiyacı narsisistik öfkenin
karakteristik bir özelliğidir. Zedelenmiş kendilik intikam yoluyla onarıma ihtiyaç
duyar160.
39
Dissosiyasyon, ruhsal travmaya karşı ilkel bir savunma olarak kabul
edilmektedir. İstismarın erken döneminde, amnezi, aşırı fantezi kurma, trans
benzeri durumlar ve uyurgezerlik ortaya çıkabilmektedir. Cinsel istismara
uğramış
çocuklarda
rastlanılmaktadır
konversiyon
tepkilerine
de
yüksek
oranda
148
. Çocuğun gözlerini bir noktaya dikip, uyaranlara cevap
vermediği şekil olarak tanımlanan trans benzeri durumlar çocuklarda en sık
görülen dissosiyasyon belirtisidir. Dissosiyasyon istismara eşlik eden ezici ve
korkutucu duygulardan çocuğun kaçınmasına olanak tanır. Dissosiyasyon
başlangıçta çocuğa yardım etmesine rağmen süre uzadıkça okul fonksiyonlarını
da
içeren
bilişsel performansı
bozduğu
ifade
edilmektedir33.
Patolojik
dissosiyasyon ile ruhsal travma ilişkisini gösteren 4 farklı veri alanı vardır. İlki;
dissosiyatif bozukluğu bulunan hastaların %90-100‘ünün çocukluk döneminde
ağır travma yaşadığı belirtilen olgu serileridir. İkincisi; çeşitli dissosiyasyon
ölçümleri ile ruhsal travması olan ve olmayan kişilerin karşılaştırıldığı, travması
olan kişilerin, olmayanlara göre önemli derecede daha yüksek dissosiyatif
belirtiler gösterdiklerinin saptandığı çalışmalardır. Üçüncüsü; travması olan
gruplarda, istismarın başladığı yaş ve istismarın süresi gibi travmanın
derecesiyle ilgili faktörlerin, dissosiyasyonun şiddeti ile orantılı olduğunu
gösteren çalışmalardır. Çocuk istismarının başlangıç yaşı ne kadar küçükse, o
ölçüde şiddetli dissosiyasyon görülmektedir. Dördüncüsü; travma esnasındaki
dissosiyasyonun, daha sonraki dönemde PTSB gelişiminde çok güçlü bir role
sahip
olduğunu
gösteren
çalışmalardır68.
Araştırmacılar
çoğul
kişilik
bozukluğunun hemen tümüyle, ağır bedensel ve cinsel istismar mağduru olan
olgulara özgü olduğunu bildirmektedir161. Dissosiyatif kimlik bozukluğu tanısı
almış erişkinlerin %90‘nının çocukluk çağında fiziksel veya cinsel istismara
uğradıkları bildirilmektedir33.
Friedrich
çocukluk
istismarının
kurbanlarında;
istismar
yaşantısı
nedeniyle fiziksel kendilikteki bozulmaya bağlı psikosomatik şikâyetlerin arttığını
bildirmiştir162. Erişkinlerle yapılan bir çalışmada; istismar öyküsü olan olgularda
kronik gastrointestinal bozukluklar ve somatizasyon bozukluğunun daha sık
görüldüğü bildirilmiştir163. Gastroenteroloji bölümüne başvuran kadınlarla
yürütülen bir çalışmada %44 oranında cinsel ya da fiziksel istismar öyküsü
saptanmıştır.
İstismara
uğramış
olgularda
fonksiyonel
gastrointestinal
bozukluklar, irritabl barsak sendromu belirtileri, pelvik ağrı, çoklu bedensel
40
yakınmalar, ameliyat olma oranları kontrollerden anlamlı düzeyde yüksek
bulunmuştur164. Bu nedenle sadece psikiyatri kliniklerinde değil, tıbbın diğer
bölümlerindeki sağlık çalışanlarının da istismar konusunda bilgi ve deneyim
sahibi olmaları gerekmektedir163.
Öfke tepkileri, zayıf dürtü kontrolü, Karşıt Olma-Karşı Gelme Bozukluğu
(KOKGB) cinsel istismara uğramış çocuklarda gözlenebilmektedir62,148. Agresif
davranışların Cİ‘ye uğramış ergenlerde ve çocukluk çağı cinsel istismar öyküsü
olan yetişkinlerde de sıklıkla görüldüğü bildirilmektedir33. Cİ mağduru erkek
çocuklarda en sık görülen davranış tepkisi, saldırgan davranışların gelişimidir.
Kızlarda gözlenen en sık davranış tepkisi ise, aşağılık duygusu ve kendine
zarar verme davranışlarıdır. Kendine zarar verici davranışlar genellikle
vücudunda sigara söndürme ve bileğini kesme şeklindedir140. İstismara uğramış
çocuk kaçınma davranışını depresif durumdan uzaklaşmak için kullanır. Bazen
kaçınma davranışı; irritabilitenin artması, ani öfkelenme, riskli davranışlar
(kendine zarara verme gibi) şeklinde ortaya çıkar104. İstismara uğrayan
ergenlerde şiddet içerikli davranışlara yönelme, cinsel şiddet gösterme, okuldan
kaçma, evi terk etme gibi davranış sorunları görülebilmektedir165. Bir çalışmada
evsiz ve evden kaçmış gençlerde Cİ oranının %50‘nin üzerinde olduğu ifade
edilmektedir166.
Madde kullanımı olan kişilerde çocukluk çağı Cİ‘sinin yüksek düzeyde
saptanması, çocukluk çağı cinsel istismarı ile alkol kötüye kullanımı arasındaki
ilişkileri araştıran çalışmalara öncülük etmiştir. Oniki çalışmanın değerlendirildiği
bir gözden geçirme yazısında, alkol kötüye kullanımı açısından tedavi
görenlerde çocukluk çağı cinsel istismarının %20-84 oranlarında olduğu
bildirilmiştir167. Kadınlarda alkol bağımlılığının gelişimi ve çocukluk çağı cinsel
istismarı arasındaki ilişkileri değerlendiren bir çalışmada sadece istismarın
kadınlarda alkol bağımlılığını açıklamada yeterli olmadığı; bakımverenin
güvenilmez, aşırı kontrollü olarak algılanması ile beraber cinsel istismara
uğramanın kadınlarda alkol kötüye kullanımını arttırdığı saptanmıştır 168. Cinsel
ve fiziksel istismara uğramış çocukların istismara uğramamış yaşıtlarına göre;
sigara kullanımı, alkol ve madde kötüye kullanımını içeren riskli davranışlar
gösterme olasılıkları daha yüksek bulunmuştur169.
Kişilerarası ilişki kurma ve sosyal ilişkileri sürdürebilme becerisi, Cİ‘den
olumsuz olarak etkilenmektedir. Bu kişilerin ya ilişki kurmaktan kaçındıkları ya
41
da aşırı yakınlık gereksinimi duyup çok sayıda, fazla beklentili ve kontrol edici
ilişki kurdukları gözlenmektedir. Her iki tip ilişki de işlevsellikten uzak olmakta ve
genellikle yalnızlıkla sonlanmaktadır170. Mullen ve ark.‘nın yaptığı çalışmada; Cİ
öyküsü olanların yakın ilişkilerinde mutlu olmadıkları, yaklaşık ¼‘ünün de çok
yakın ilişkilerinde bile uygun ve yeterli iletişim kuramadıkları ifade edilmiştir 171.
Cİ mağduru kadınlarla yapılan toplum örneklemli bir çalışmada da kadınlar
partnerlerini aşırı kontrolcü ve ilgisiz olarak tanımlamışlardır. Cİ‘nin kadınların
cinselliğini ve kişilere güvenebilme yetisini bozduğu ve yakın ilişkilerini devam
ettirebilme yeteneğini olumsuz olarak etkilediği ifade edilmiştir172. Briere‘e göre
ise Cİ çocuğun çocukluk çağında kişiler arası ilişkilerinin gelişiminde iki farklı
şekilde güçlük yaşamasına neden olur. İlki yetişkinlik döneminde devam eden
kognitif yapıda ve tepkilerde geliştirilen yeniden organizasyon sürecidir173. Bu
süreç; diğerlerine karşı güvensizlik, yakın kişilerarası ilişkilerde ambivalans veya
ilişkiyi tamamıyla terk etme şeklinde yaşanmaktadır174. Yaşanan ikinci güçlük
ise devam eden istismar sürecine uyum sağlama şeklinde olmaktadır. Bu uyum
tepkileri
çekingenlik,
pasiflik
veya
cinselliğe
aşırı
yönelim
olarak
gerçekleşmektedir. Ayrıca bu süreç çocuğun yaşamla uyum yeteneğini
bozmakta, aile içi ilişkilerinde sorunlar yaşamasına neden olmaktadır. Bu
şekilde çocuğun libidinal enerjisi burada tükenmekte, olgunlaşma süreci
kesintiye uğramaktadır100.
Cinsel istismara uğramış çocukta cinsel duygu ve tutumlar, normal
gelişimlerinden sapabilir ve uygun olmayan biçimler alabilir140. Uygunsuz cinsel
davranışlar Cİ deneyimi ile güçlü bir şekilde ilişkilendirilirken; bu davranışlar
ayrıca fiziksel istismar öyküsü, aile içi şiddete tanık olma, aile içi cinselliğe
uygunsuz bir şeklide maruz kalma ve çocukta psikiyatrik bozukluğun olması ile
de ilişkilendirilebilir175. Sık cinsel oyun, cinsel olarak baştan çıkarıcı davranışlar
sergileme, yaşla uyumsuz cinsel aktivite gösterme, kontrolsüz mastürbasyon
yapma ve resim çizimlerinde tacizi belirtme, cinsel ilişki taklidi, anüs veya
vajinaya yabancı cisim sokma, insanlara sürtünme, sürekli genital organlarıyla
oynamak gibi, cinsellik konularına anormal ilgi gösterme veya tamamen ilgisiz
kalma sık görülen davranışlardır176. Cİ ile birlikte erken yaşlarda cinsel
farkındalık yaşanmış olur. Bu travmatik deneyim çocuğu erotik davranışlar
sergilemeye yöneltebilir. Bazı çocuklar her davranışlarında agresyon sergiler
veya şiddete karşı boyun eğici ve kabullenici davranarak şiddet görmeye devam
42
ederler100. Cinsel tacize uğrayan çocuk yabancılara karşı alışılmadık biçimde
davranabilir; çok yakın ya da çok utangaç ve korkak olabileceği gibi çok uslu ya
da provoke edici de olabilir139. Enseste maruz kalan okul öncesi çocuklarda
görülen cinsel uğraşların Cİ‘nin süresi ve yoğunluğu ile ilişkili olduğu ifade
edilmektedir. Bu çocukların yüksek bir uyarılmışlık düzeyi sürdürdükleri ve
sevecen ilişkileri cinsel ilişkilerden ayıramadıkları ifade edilmektedir98. Çocukluk
çağı Cİ öyküsü olan yetişkinler; cinsel şiddet uygulamaya veya kendi
çocuklarına karşı cinsel veya fiziksel istismar davranışlarına yönelebilirler 100.
Yüksek riskli cinsel eylemler, cinsel istismara uğramış insanlarda daha sık
görülmektedir. Cİ‘ye uğramış kadın ve ergenlerle yapılan toplum örneklemli
çalışmalarda çocukluk çağı cinsel istismarı; daha erken başlangıçlı cinsel
yaşam, daha fazla oranda ergenlik çağında gebe kalma, birden fazla cinsel
partnere sahip olma, korunmasız cinsel ilişki ve cinsel yolla bulaşan
hastalıkların
sıklığında
artma
ile
ilişkilendirilmiştir177-179.
Üniversite
öğrencilerinde yapılan çalışmalarda; çocukluk çağı cinsel istismarı ile birden çok
cinsel partner, yetişkinlik döneminde birçok cinsel deneyim, cinsel ilişkiye erken
başlamayı
içeren
cinsel
yönden
riskli
davranışlar
arasında
birliktelik
saptanmıştır180,181. Wyatt tarafından yapılan bir araştırmada; Cİ kurbanı kızların
örneklemin diğer deneklerine göre, ergenlik çağında daha çok cinsel arkadaşı
olduğu
ve
kurdukları
cinsel
ilişkinin
daha
kısa
süre
devam
ettiği
belirtilmektedir182. Cinsel yönden aktif 3500 kız ergenin değerlendirildiği bir
çalışmada; çocukluk çağı cinsel istismarı ile ergenlik döneminde cinsel yönden
riskli davranışlar gösterme arasında birliktelik saptanmıştır. Bu çalışmada cinsel
partner sıklığı, 14 yaşından önce cinsel ilişkiye girme, son cinsel ilişkisinde alkol
ya da madde kullanımı gibi riskli davranışlar ile cinsel istismar arasında anlamlı
bir ilişki olduğu bildirilmiştir183. Bir çalışmada erkek ergenlerde Cİ öyküsü ile
erken yaşta cinsel ilişkiye girme, 3 ya da daha fazla cinsel partnere sahip olma,
son cinsel ilişkisinde madde kullanımı ve kondom kullanmama arasında yakın
bir ilişki olduğu saptanmıştır184,185. Cİ öyküsü olan çocukların daha fazla cinsel
saldırıda bulunduğu da bildirilmektedir2. Çalışmalar ergen hamilelik riskinin
Cİ‘de yüksek olduğunu göstermiştir186. Ülkemizde 72 çocuk üzerinde yapılan bir
çalışmada; kızların %4.2‘ sinin maruz kaldığı cinsel saldırı nedeni ile hamile
kaldığı bildirilmiştir73. Sapp ve ark.‘nın yaptığı çalışmada Cİ‘ye uğrayan
43
olgularda gebelik oranı % 7.1 olarak bildirilmiş ve en sık ergenlik döneminde
görüldüğü ifade edilmiştir187.
DEHB ve Cİ birlikteliği olan gençlerin daha fazla dışa vurum belirtileri
gösterdiği ve akranlarınca daha fazla dışlandıkları vurgulanmaktadır188. Eliot ve
ark.‘ nın 1993‘de yaptıkları çalışmada DEHB ve ikincil enürezisin yanı sıra
enkoprezisin de cinsel istismar kurbanlarında daha sık ortaya çıktığı
belirtilmiştir189. Geçmişte enkoprezis olası Cİ öyküsüne bağlanırken; 2006‘da
yapılan geniş ölçekli bir çalışmada, hem psikiyatrik kontrol grubunda, hem de
cinsel istismar grubunda enkoprezis %10 oranında bildirilmiştir190. Ülkemizde
yapılan bir çalışmada çocuk istismarı kapsamında değerlendirilen olgularda
DEHB‘nin (% 22.2) en sık binişiklik gösteren psikiyatrik tanı olduğu
bulunmuştur80. Fiziksel ve cinsel istismara maruz kalan bireyler üzerinde
yapılan çalışmalarda; bilişsel ve okul performansında, dil yetilerinde problemler
saptandığı bildirilmektedir. Bu problemler dil gelişiminde gecikme, akademik
başarıda düşüklük, yüksek okul devamsızlığı oranlarını içermektedir191.
Kendisinden nefret etme ve vücut imajı ile ilgili kaygılar bazı cinsel
istismara uğramış çocuklarda bildirilmiştir. Son yıllardaki çalışmalarda anorektik
ve bulimik hastalarda Cİ öyküsünün yüksek oranda bulunduğu bildirilmiştir 77.
Waller yeme bozukluğu olan 115 kadın üzerinde yaptığı bir araştırmada, Cİ ile
yeme bozuklukları ve sınırda kişilik bozukluğu arasında bir ilişki olduğunu
bulmuştur192. Williams ve Wagner yapmış oldukları bir araştırmada; aile içinde
erkek bir akraba ile Cİ öyküsü olan kadınların, böyle bir yaşantı geçirmeyen
kadınlara göre daha çok yeme sorunlarına sahip olduklarını bildirmişlerdir 193.
Buna karşılık Connors ve Morse konu ile ilgili yaptıkları çalışmalar sonucunda,
çocuk cinsel istismarının yeme bozukluklarının oluşmasında gerekli ve yeterli bir
neden olmadığı sonucuna ulaşmışlardır194.
Cİ‘nin sonuçları açısından cinsiyet farklılıkları ile ilgili yazına göre, kızlar
erkeklere göre daha fazla içe yönelim belirtisi ve PTSB belirtileri göstermektedir.
Cinsel davranım sorunları kızlarda daha sık bir sekel iken, erkeklerde böyle olup
olmadığı net değildir. Uzamış utanç duygusunu kızlarda depresyon, erkeklerde
öfke izlemektedir. Kızlarda utanç duygusu bir kuralı çiğnediklerinde ve
kendilerinin veya ötekilerin beklentilerine göre yaşamadıklarında belirmektedir.
Yenilgi ve başarısızlık durumlarında kendini suçlama davranışlarının Cİ
mağduru kızlarda daha olası olduğu ifade edilmektedir89.
44
Çocukluğunda istismara uğramış kişilerde erişkin yaşama ait ruhsal
bozuklukların araştırıldığı çalışmalarda; istismara maruz kalanlarda MDB,
özkıyım girişimi, borderline kişilik bozukluğu, alkol-madde kötüye kullanımı,
bulumia nervosa, agarofobi ve panik bozukluğunun anlamlı bir şekilde daha
fazla görüldüğü belirlenmiştir15,195. Bir çalışmada tekrarlayan istismar, çocukluk
çağı depresyonu, ailenin düşük gelirli olması ve ailede madde kullanımının
çocuğun ileride alkol-madde kötüye kullanma riskini arttırdığı bildirilmiştir196.
Uzun dönem etkiler; Cİ öyküsü olanlarda olmayanlara göre MDB, özkıyım
girişimi, Madde Bağımlılığı (MB), PTSB, anksiyete bozuklukları, antisosyal kişilik
bozukluğu, disosiyatif bozukluk ve seksüel disfonksiyon için artmış riske işaret
etmektedir9,50,197. Borderline kişilik bozukluğu saptanan kişilerin %70-80‘inde,
çoğul kişilik bozukluğu saptananların %85-90‘ında çocukluk çağı Cİ öyküsü
pozitif bulunmuştur. Cinsel istismarda bulunan kişilerin %60-95‘inde, Cİ
öyküsünün pozitif olduğu bildirilmektedir198.
İstismara uğrayan çocukların yaklaşık 1/3‘ü akut dönemde herhangi bir
belirti vermeyebilirler ancak olası riskler düşünülerek düzenli takip altında
bulundurulmaları son derece önemlidir38. Olguların %20-50‘sinde psikiyatrik
belirti saptanamadığı bildirilmiştir131. İzleme dayalı veriler belirti göstermemiş
çocukların %10-20‘sinde 12–18 ay içinde belirtilerin başlayabileceğini ortaya
koymuştur38. Bu çocukların belirtisiz oluşunun nedenleri olarak; çocuğun minör
bir istismara uğramış olması, daha dayanıklı olması ve sıkıntısını maskeleyen
bir başa çıkma şekline sahip olması olasılıkları öne sürülmüştür. Belirtisiz
çocukların risk etkenleri açısından değerlendirilmesi önemlidir9.
Erken dönemde meydana gelen bazı Cİ olguları geç ergenliğe ya da
genç erişkinliğe dek bulgu vermez. Gelişimin daha geç döneminde pek çok
istismar kurbanı istismar edilmiş olma ile ilişkili bazı konularla (cinsel kimlik ve
deneyimler, ikili ilişkiler, eş şiddeti ve ebeveyn olma gibi) tetiklenen travmanın
beklenmedik şekilde ortaya çıkan etkilerini sergileyebilir. Maternal çocukluk çağı
istismarının etkilerinin, kuşaklar arası geçişinin etkilerinin de bu nedenle altı
çizilmektedir. Çünkü annedeki Cİ öyküsünün; çocuğun fiziksel sağlığında ve
bilişsel becerilerinde bozulma, anne çocuk bağlanmasında bozulma ve
istismarın farklı formları ile ilişkili olduğu düşünülmektedir199.
45
Tedavi
İstismar olgularına en uygun tedavi ve izlem yaklaşımı multidisipliner bir
ekip çalışması ile sağlanabilir. Hastane içinde çocukla ilgili değişik uzmanlık
dallarından hekimlerin yer aldığı ―çocuk koruma birimleri‖ kurulması bu nedenle
önemli olup en uygun tedavinin yapılmasını sağlar. Bu birimde pediatristler,
çocuk psikiyatristleri, adli tıp uzmanları, çocuk cerrahları, acil hizmet sorumluları
ve sosyal hizmet uzmanları bulunmalıdır38. İstismarın tıbbi, sosyal ve hukuksal
yönü bulunduğu için hastane ekibi, hukukçular ve sosyal hizmet kurumlarıyla
işbirliği içinde çalışılmalıdır. Çocuk istismar ve ihmalinin belirlenmesi halinde
yapılacak ilk müdahale, çocuğun veya gencin tekrarlayan istismardan
korunmasını sağlamaktır. Bunun için öncelikle ailenin sosyal açıdan ele
alınması, izlenmesi, sosyal desteklerden yararlandırılması, eğer başarılı
olunamazsa, çocuğun hızla aileden uzaklaştırılması, uygun sosyal destek
programına alınması sağlanmalıdır200.
Hukuksal sürecin başlatılması ve çocuğun haklarının korunması için
girişimlerde bulunmak gerekir. Bu arada ailenin diğer bireyleri ve çocukları da
gözetim altına alınmalıdır36. Çoğu aile olayı gizli tutmanın çocuğu korumanın bir
yolu olduğunu düşünseler de konunun uzmanı olan kişilerce bildirimin öneminin
vurgulanması gerekir. Böylece hem kendi çocuklarında hak ve adalet
duygularının gelişmesi hem de diğer çocukların olası istismarlardan korunması
mümkün olacaktır. Ensest yaşanan ailelerde çocuğun korunmaya alınması için
acil önlemler alınırken, olası krizi en uygun şekilde atlatabilmek için o aileye ait
özellikler iyice belirlenmeli, aile dinamikleri dikkatle incelenmelidir38. Ailenin ve
çocuğun ruhsal tedavisi istismar ve ihmalin tekrarını önlemek için önemlidir. Aile
işlevleri, çevresel stres faktörleri, sosyal destek alanları aile tedavisi sırasında
göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca, ailenin çocuk bakımı, anne ve babalık
becerileri ve istismar konusunda eğitimi sağlanmalıdır. Bu eğitim uygun çocuk
yetiştirme teknikleri, sorunla başa çıkabilme becerileri ve öfke kontrolü üzerine
odaklanmalıdır36.
Tedavi bireye özgü farklılıklar göz önünde bulundurularak planlanmalıdır.
Temel yaklaşım aile bütünlüğünü korumak, çocuğu aile ortamından ayırmadan
tedavisini sürdürmektir. Tedavide bireysel ve grup terapileri, oyun terapisi, aile
terapisi ve ilaç tedavileri kullanılır101,124. Travmatik anılarla ilişkili duygusal
süreçlerin çalışılması tedavinin temel noktasını oluşturur. Bu süreç çocuklarda
46
oyun terapisi içinde gerçekleşebilir. Üst düzey savunma düzeneklerinin
geliştirilmesi, ego kapasitesinin arttırılması, sosyal aktivitelere, becerilerine
uygun bireysel etkinliklere yönlendirilmesi amaçlanır38. Temel tedavi amacı esas
travmatik deneyim ile oyun aktivitesi arasındaki bilinç dışı ilişkiyi kurup
anlamaktır. Bu bağlantı kurulursa çocuk travmatik anılarını söze dökebilecek ve
olayın acıtan etkilerini eylemden ziyade sözcükler ile dışa vurabilecektir 77.
İstismar çocukta kuşkular, reddetme, iğrenme ve güvensizlik gibi duygu ve
düşüncelere neden olabilir. Bunların her birinin üzerinde durmak ve işlev
düzeyini bozmayacak şekilde baştan düzenlemeye çalışmak gereklidir 124.
Terapistin amacı dışavuruk ve kaçınma örüntülerini kontrol etmek, bu arada da
daha
üst
düzey
savunma
mekanizmaları
olan
sublimasyon
ve
entellektualizasyonun kullanımını arttırmaktır77.
İstismara uğramış çocuklar bireysel olarak tedavi edilebildikleri gibi grup
terapisine de alınabilirler. Psikodinamik ya da bilişsel davranışsal terapi gibi
spesifik terapötik yaklaşımlar kullanılabilir. Grup terapisinde çocuklar belirli
niteliklerine göre aynı grup terapisi içine alınabilirler202. Çocuğun terapisiyle
birlikte bakımverenin ya da ailenin emosyonel sorunlarına da destek vermek,
çocuğun terapisiyle ilgili konularda aileye bilgi vermek, ailenin desteğini
sağlamada önemlidir203. Ensest vakalarında kardeşler istismarın sessiz tanığı
olabilirler, kardeşlerin hissettikleri ve ihtiyaçları kolaylıkla gözden kaçabilir. Tüm
ailenin birlikte değerlendirilmesi bu durumu düzeltebilir ve ailenin istismar
gerçeğini açıkca konuşmasını sağlayabilir4.
İstismara bağlı cinsel içerikli davranışlar ve PTSB‘nin tedavisinde Bilişsel
Davranışcı Terapi (BDT)‘nin, destekleyici terapiye oranla daha etkili olduğu
bildirilmektedir204. Brezilya‘da yapılan bir çalışmada; Cİ mağduru yaşları 9–16
arasında değişen 40 çocuk ve ergende bilişsel davranışçı grup terapisinin
etkileri değerlendirilmiş ve bilişsel davranışçı grup terapisinin depresyon,
anksiyete, çocuğun stres düzeyi ve PTSB semptomlarını belirgin olarak azalttığı
gösterilmiştir. Yine bu çalışmada bilişsel davranışçı grup terapisinin suçluluk
duygusu, güvensizlik inançlarını değiştirdiği, istismarla ilişkili algı ve bozuk
inançları değiştirmede de etkili olduğu ifade edilmiştir205. Brezilya‘da yapılan bir
diğer çalışmada; 9–14 yaşları arasında olan aile çevresinde istismara maruz
kalmış kız çocuk ve ergenlerde bilişsel davranışçı grup terapisi modelinin etkileri
değerlendirilmiştir. Bu tedavi sonrası semptomlarda azalmanın olduğu ve
47
suçluluk inançları, güvensizlik derecesinde değişme saptandığı bildirilmiştir206.
BDT‘nin kullanıldığı çalışmalarda, diğer terapilerin kullanıldığı çalışmalara göre
çocuk ve ergenlerde istismara bağlı oluşan anksiyete, depresyon ve davranışsal
semptomlarda daha iyi sonuçlar elde edilmiştir207,208. Travma odaklı BDT‘nin
PTSB semptomlarını azaltmada204 ve cinsel istismarla ilişkili işlevsel olmayan
inançları yeniden yapılandırmada209 yüksek etkililiği gösterilmiştir.
Psikolojik semptomların zamanla veya terapi söz konusu olmadığında
azalmadığı ifade edilmektedir205. Aileden alınması gereken çocukların, tedavi
için özel düzenlemeler içeren merkezlerde bakımı ve tedavisi sürdürülebilir.
Buralarda fiziksel şartların uygunluğu kadar çalışanların eğitimli olması da
önemlidir. Ailelerinden alınan çocukların uzun süreler sosyal servislerde
kalmasındansa, koruyucu aile gibi uygun yetişkinlerce bakım sağlanması ruh
sağlığı için daha olumludur124,201.
Cinsel istismar sonrasında gelişen psikiyatrik semptomların tedavisinde
psikofarmakolojik olarak en sık kullanılan ilaçlar antidepresanlar, anksiyolitikler,
antipsikotikler, duygudurum düzenleyicileridir124.
Çocuk İstismarı ve İhmalinin Önlenmesi
İstismarın önlenmesi çalışmaları; istismara uğramamış çocuk ve ergenler
için olduğu kadar istismara maruz kalmış olanların yineleyen istismarlara
uğramaması açısından son derece önemlidir. Çocuk ve ergenlerin istismardan
korunmasında en etkili yol eğitimden geçmektedir38. Çocuğun yaşına uygun
cinsel bilgiyi alması, bedenini tanıması, özel bölgelerini öğrenmesi ve bedenine
dokundurtmama hakkı olduğunu bilmesi, iyi ve kötü dokunuşu ayırabilmesi,
istemediği şekilde kendisine dokunulması durumunda bunu güvendiği bir
erişkinle paylaşması, sır saklamaması gibi konular eğitim çerçevesinde ele
alınır124. İstismar için en önemli risk grubu zihinsel özür nedeni ile kendini
koruma becerisi yeterli olmayan çocuklardır. Bu çocuklarda daha kapsamlı ve
erken eğitimin faydalı olduğu bilinmektedir210.
Çocuk ve ergenlerin okul, aile ve hastane temelli eğitimlerinin yanı sıra
ebeveynlerin, öğretmenlerin ve çocukla ilişkide olan diğer erişkinlerin de
istismar konusunda bilgi sahibi olmaları önemlidir. Çocukların istismar ile ilgili bir
konuda söylediklerine inanmak ve uygun tepkiler vermek konusunda erişkinler
bilgilendirilmelidir. Ailelerin bilgilendirilmesi, çocukları ile etkileşim ve iletişim
becerilerinin geliştirilmesi; hem istismardan korumada hem de istismarı erken
48
fark etmede etkili olduğu kadar çocukların sır saklamadan güvendikleri
ebeveynleri ile iletişime geçmeleri açısından da son derece önemlidir38.
İstismarı önlemeye yönelik girişimler birincil, ikincil ve üçüncül olmak
üzere üç kısımda incelenir. Birincil koruma; cinsel istismarın ortaya çıkışını
önlemeye yönelik çalışmaları, ikincil koruma; erken tanı ve tedavi çalışmalarını,
üçüncül koruma ise; istismara maruz kalmış birinin rehabilitasyon çabalarını
kapsar32.
Birincil korumanın amacı tüm çocukların gelişimlerini iyi bir biçimde
sürdürebileceği ortamı sağlamaktır. Birincil korunma; cinsel istismarı önlemeye
yönelik halka yapılacak egitimi, şiddeti tanımlama ve kriz durumundaki
girişimlere yönelik sağlık ekibine yapılacak eğitimi, şiddet ve istismar ile ilgili risk
gruplarının tanımlanmasını, risk altındaki kişilere danışmanlık ve koruyucu
hizmetlerin sağlanmasını, çatışma ve stres yönetimini içerir100.
İkincil korumanın amaçları; yüksek risk gruplarının belirlenmesi, bu
kişilerin var olan hizmetleri kullanmalarının ve gerekiyorsa ek hizmetlerin
sağlanmasıdır211. İkincil önleme çalışmaları daha çok Cİ sonrasında genellikle
hastayı ilk gözlemleyen ekip elemanlarının girişimlerini içerir100. Erken tanı için
sağlık çalışanlarının eğitimi ve konuya duyarlılığı sağlanmalıdır32. Cİ‘nin çocuk
ve gençlerde yüksek oranlarda gözlenmesi toplumda risk altındaki bireylerin
bakım ve korunmasında yetersizlik olduğuna işaret etmektedir44.
Üçüncü korumada amaç; istismar edilmiş olan çocuğun yeniden istismar
edilmesinin önlenmesidir. İstismar ortaya çıktıktan sonraki tüm hizmetleri
kapsar211. Üçüncül koruma çalışmaları istismarın gerçekleşmesi durumunda
zararın hafifletilmesine yönelik, yinelenmesini önleyici, tedavi edici ve rehabilite
edici çabaları kapsar. İstismara uğrayanlarla birlikte istismar edenlerin de tedavi
ve rehabilite edilmeleri gereklidir32.
49
GEREÇ VE YÖNTEMLER
Örneklem
Çalışmamızın örneklemini 30 Temmuz 2001–30 Temmuz 2010 tarihleri
arasında Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Merkezi
Çocuk Psikiyatri Anabilim Dalı Polikliniği‘nde değerlendirilen DSM-IV-TR tanı
ölçütlerine göre çocuğun cinsel kötüye kullanımı tanısı alan 0–18 yaş arası 314
kız, 88 erkek toplam 402 olgu oluşturmaktadır. 30 Temmuz 2001–30 Temmuz
2010 tarihleri arasında Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Araştırma ve
Uygulama Merkezi Çocuk Psikiyatri Anabilim Dalı Polikliniği‘ne çocuğun cinsel
kötüye kullanımı nedeni ile başvuran veya poliklinik takibindeyken çocuğun
cinsel kötüye kullanımı gerçekleşen 0–18 yaş grubu tüm olgular dışlama kriteri
olmaksızın retrospektif olarak değerlendirilmiş ve tanımlayıcı bir çalışma olarak
planlanmıştır. Çalışmamız, Mersin 1 No‘lu Klinik Araştırmalar Etik Kurulu‘nun
11.01.2010 tarih ve 2010/07 sayılı kararı ile onayı alınarak gerçekleştirilmiştir.
Uygulama
30
Temmuz
2001–30
Temmuz
2010
tarihleri
arasında
Mersin
Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezi Çocuk
Psikiyatri Anabilim Dalı Polikliniği‘ne çocuğun cinsel kötüye kullanımı nedeni ile
başvuran veya poliklinik takibindeyken çocuğun cinsel kötüye kullanımı
gerçekleşen olguların tamamında biyopsikososyal verileri içeren bilgi alma
formu görüşmeyi yapan araştırma görevlileri tarafından doldurulmuştur. Bilişsel
yetisi yeterli olan 9 yaş ve üzerindeki çocuk ve ergenlere çalışmamızda
Çocuklar İçin Durumluk-Sürekli Kaygı Ölçeğinin alt ölçeklerinden; Çocuklar İçin
Sürekli Anksiyete Ölçeği (ÇİSAÖ) ve Çocuklar İçin Depresyon Ölçeği (ÇİDÖ)
uygulanmıştır. Olguların istismar olayı ile ilgili verileri, poliklinik takibinde DSMIV tanı ölçütlerine göre aldıkları tanılar ve izlemle ilişkili poliklinik takip sayıları,
takip edildikleri süre, takipte değillerse bırakma nedenlerine ait verileri dosyalar
incelenerek elde edilmiştir. Ölçeklerin istatistik hesaplamalarında polikliniğe ilk
başvurduklarında doldurulan ölçek puanları kullanılmıştır. İzlem ölçek puanları
çalışma verilerine dahil edilmemiştir.
Bilgi Formu
Bölümümüz tarafından polikliniğe başvuran her olgu için kullanılan bilgi
formunda (Bkz. EK–1) çocuk ve ebeveynlere ait sosyodemografik özellikler
sorgulanmaktadır (olguların ve ebeveynlerin yaşları ve eğitim durumları,
50
ebeveynlerin iş durumları, ailedeki ruhsal bozukluk öyküsü, olguların yaşadığı
ortam, aile yapısı ve durumu, olgu ve ebeveynlerde kronik fiziksel hastalık olup
olmadığı, olguların yürüme-konuşmaya başladıkları, tuvalet eğitimini aldıkları
yaşları, aile içindeki fiziksel şiddetin varlığı ve sıklığı gibi).
Çocuklar için Sürekli Kaygı Ölçeği
Çocuklar için uygulanan Durumluk-Sürekli Kaygı Ölçeği; Spielberger
tarafından geliştirilen, durumluk ve sürekli kaygıyı ölçen, yirmişer maddelik iki alt
ölçekten oluşan bir özbildirim ölçeğidir (Bkz. EK–2). Dokuz-onyedi yaş arası
çocuk ve ergenlerdeki kaygı belirtilerini ölçmek için geliştirilmiştir. Ölçeğin
Türkçe geçerlik güvenirlik çalışması Özusta tarafından yapılmıştır 212. Ölçeğin
geçerlik ve güvenirlik çalışması 9–12 yaş çocuklarında yapılmasına rağmen 12
yaşından büyük çocukların erişkin kaygı ölçeğini anlamakta güçlük çekmeleri
nedeniyle 17 yaşa kadar kullanılabileceği bildirilmiştir. Her maddede kaygı
belirtisi için 1, 2 veya 3 puanlarından birisi işaretlenir. Toplam 20–60 arasında
bir puan elde edilir213.
Çocuklar için Depresyon Ölçeği
Çocuklar için Depresyon Ölçeği (Bkz. EK–3) 6–17 yaş arası çocuklara
uygulanabilen, bir kendini değerlendirme ölçeğidir. Kovacs tarafından Beck
Depresyon Ölçeği esas alınarak geliştirilmiş214 olan bu ölçeğin ülkemizde
geçerlik ve güvenirlik çalışması Öy tarafından yapılmıştır215. Ölçek çocuğa
okunarak ya da çocuk tarafından okunarak doldurulur. Yirmiyedi maddelik
ölçekte; her madde için üç değişik seçenek bulunmaktadır. Çocuktan son iki
hafta için kendisine en uygun cümleyi seçmesi istenir. Örneğin; 1.Kendimi arada
sırada üzgün hissederim. 2. Kendimi sık sık üzgün hissederim. 3.Kendimi her
zaman üzgün hissederim. Her madde belirtinin şiddetine göre 0, 1 ya da 2 puan
alır. Maksimum puan 54'tür. Alınan puan ne kadar yüksekse, depresyonun
şiddeti o kadar fazla demektir. 0–54 arasında gerçekleşebilecek ölçek puanının
depresyonu ayırdığı sınır olarak 19 puan önerilmektedir216.
İstatistiksel Yöntemler
Veriler SPSS for Windows 11.0.1 istatistik programı ile analiz edildi. Bu
çalışmada verilerin tanımlayıcı istatistikleri kategorik ölçümler için sayı (n) ve
yüzde (%) olarak, sürekli ölçümler için ortalama±standart sapma (ort±ss) olarak
51
belirtildi. Verilerin dağılımına bağlı olarak parametrik ve parametrik olmayan
istatistik
yöntemler
kullanıldı.
İki
grupta
ölçülen
sürekli
değişkenlerin
ortalamaları arasındaki farklılığın istatistiksel anlamlılığını değerlendirmek için,
parametrik test olarak Student t-testi ve parametrik olmayan test olarak MannWhitney U testi kullanıldı. Kategorik değişkenlerin karşılaştırılması Pearson kikare ve Fischer exact testleriyle yapıldı. İki sürekli değişken arasındaki ilişkinin
doğrusallığının değerlendirilmesi için verilerin dağılımının şekline göre Pearson
ve
Spearman
korelasyon
analizi
kullanıldı.
Tanı
alma
üzerine
diğer
değişkenlerin etkisini araştırmak için logistic regresyon analizi uygulandı.
Penetrasyon varlığı ile ilgili yaş kesim değerini belirlemek için ROC analizi
uygulandı. Tüm istatistiksel analiz testlerinde anlamlılık sınırı olarak; p<0.05
(önemlilik değeri<0.05) kullanıldı.
52
BULGULAR
Sosyo-demografik Bulgular
Olgular ile İlişkili Sosyo-demografik Bulgular
Olgulara ait sosyo-demografik bulgular Tablo 1, Tablo 2, Tablo 3 ve Şekil
1‘de gösterilmektedir.
Olgular 3–18 yaş arası kızlar ve erkeklerden oluşmakta olup, 314‘ü
(%78.1) kız, 88‘i (%21.9) erkek idi. Kız ve erkek olgu sayıları arasındaki fark
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde idi (p=0.0001). Kız olgular 3–18, erkek
olgular 4–18 yaş aralığında yer almakta idi. Olgular yaş gruplarına göre 3–6, 7–
11, 12–14 ve 15 yaş ve üzeri olarak sınıflandırıldı, bu yaş grupları sırasıyla;
oyun çocukluğu, okul, erken ergenlik ve geç ergenlik dönemlerini kapsadığı için
sınıflandırma bu şekilde yapıldı. Olguların çoğunluğunun (%43.0) 15–18 yaş
aralığında yer aldığı saptandı. Cinsiyetler arasında; yaş gruplarına göre olgu
sayılarında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklılık saptandı (p=0.0001).
Erkek olguların çoğunluğu (%43.2) 7–11 yaş aralığında, kız olguların çoğunluğu
(%51.0) ise 15–18 yaş aralığında yer almakta idi (Tablo 1).
Kardeş sayısı ve kaçıncı çocuk değişkenleri ile ilgili tüm olguların
verilerine ulaşıldı (Tablo 1). Olguların çoğunluğunun (%25.9) kardeş sayısı 1‘di.
Ailedeki tek çocuk olma olguların sadece %10.2‘sinde saptandı. Olguların
çoğunluğunun (%39.8) ailenin ilk çocuğu olduğu saptandı. Kardeş sayısı ve
ailenin kaçıncı çocuğu olduğu yönünden; cinsiyetler arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık saptanmadı (sırasıyla; p= 0.095, p=0.438).
Kronik fiziksel hastalık değişkeni ile ilgili tüm olguların verilerine ulaşıldı.
Olguların çoğunda (%94.8) kronik fiziksel hastalık yoktu (Tablo 1). Cinsiyetler
arasında kronik fiziksel hastalık açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
saptanmadı (p=0.447). Kronik fiziksel hastalığı olan 21 (%5.2) olgunun;
12‘sinde Alerjik Bronşit, 5‘inde Epilepsi, 1‘inde işitme kaybı, 1‘inde Tip 1
Diyabet, 1‘inde Down Sendromu, 1‘inde kronik hepatit B taşıyıcılığı olduğu
öğrenildi.
Aile içinde fiziksel şiddete maruz kalma açısından 381 (%94.8) olgunun
verilerine ulaşılmış olup; olguların çoğunun (%66.9) fiziksel şiddete maruz
kalmadığı saptandı. Aile içi fiziksel şiddet erkek olgularda (%45.1), kız olgulara
göre (%29.8) daha fazla oranda görülmekteydi (p=0.009).
53
Tablo 1: Olguların kategorik değişkenlerine ait sosyo-demografik bulgular.
Toplam
Kız
Erkek
n (%)
n (%)
n (%)
402 (100)
314 (78.1)
88 (21.9)
3–6
30 (7.5)
19 (6.1)
11 (12.5)
7–11
93 (23.1)
55 (17.5)
38 (43.2)
12–14
106 (26.4)
80 (25.5)
26 (29.5)
15–18
173 (43.0)
160 (51.0)
13 (14.8)
Toplam
402 (100)
314 (100)
88 (100)
0
41 (10.2)
29 (9.2)
12 (13.6)
1
104 (25.9)
76 (24.2)
28 (31.8)
2
100 (24.9)
85 (27.1)
15 (17.0)
3
54 (13.4)
40 (12.7)
14 (15.9)
4
45 (11.2)
40 (12.7)
5 (5.7)
5 ve fazlası
58 (14.4)
44 (14.0)
14 (15.9)
Toplam
402 (100)
314 (100)
88 (100)
1
160 (39.8)
122 (38.9)
38 (43.2)
2
110 (27.4)
85 (27.1)
25 (28.4)
3
69 (17.2)
59 (18.8)
10 (11.4)
4 ve fazlası
63 (15.7)
48 (15.3)
15 (17.0)
Toplam
402 (100)
314 (100)
88 (100)
Var
21 (5.2)
15 (4.8)
6 (6.8)
Yok
381 (94.8)
299 (95.2)
82 (93.2)
Toplam
402 (100)
314 (100)
88 (100)
Var
126 (33.1)
89 (29.8)
37 (45.1)
Yok
255 (66.9)
210 (70.2)
45 (54.9)
Toplam
381 (100)
299 (100)
82 (100)
Değişkenler
Sayı
p
0.0001
Yaş grupları
0.0001
Kardeş sayısı
0.095
Kaçıncı çocuk
0.438
Fiziksel hastalık
0.447
Fiziksel şiddet
0.009
İstatistiksel olarak anlamlı olanlar koyu renkle belirtilmiştir.
54
Yaş ve cinsiyete göre olgu sayıları Şekil 1‘de gösterilmektedir.
Olgu yaşları
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
Cinsiyet
erkek
kız
0
10
20
30
40
50
60
70
80
Olgu sayıları
Şekil 1: Yaş ve cinsiyete göre olgu sayıları.
Tablo 2: Olguların sürekli değişkenlerine ait sosyo-demografik bulgular.
Değişkenler
Toplam
Kız
Erkek
Ort±ss
Ort±ss
Ort±ss
Yaş
12.87±3.59
13.44±3.43
10.83±3.41
0.0001
Eğitim süresi (yıl)
6.62±2.67
7.02±2.58
5.04±2.41
0.0001
Yürüme (ay)
14.23±6.30
14.15±6.53
14.53±5.45
0.234
Cümle kurma (ay)
21.83±11.03
21.32±11.01
23.64±10.97
0.014
Tuvalet (ay)
25.36±10.08
25.15±9.83
26.09±10.96
0.673
Fiziksel şiddet (ayda)
6.26±9.11
5.40±8.48
8.32±10.29
0.019
p
İstatistiksel olarak anlamlı olanlar koyu renkle belirtilmiştir.
Olguların ortalama yaşları 12.87±3.59 yıldı. Cinsiyetler arasında ortalama
yaş açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p=0.0001). Kız
olguların ortalama yaş değerleri (13.44±3.43), erkek olguların ortalama yaş
değerlerine (10.83±3.41) göre daha yüksekti (Tablo 2).
55
Özel eğitim alanlar ve okul öncesi dönemdeki olgular çıkarıldığında
geriye kalan 282 kız ve 71 erkek toplam 353 (%87.8) olgunun ortalama eğitim
süresi 6.62±2.66 yıldı. Ortalama eğitim süreleri açısından; kız ve erkek olgular
arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p=0.0001). Kız olguların
ortalama eğitim süreleri (7.02±2.58), erkek olguların ortalama eğitim sürelerine
(5.04±2.41) göre daha yüksekti (Tablo 2).
Olguların gelişimsel öyküsü ile ilgili olarak; yürüme, 3 kelimeli cümle
kurma ve tuvalet alışkanlığı becerilerini ne zaman kazandıkları ay olarak
değerlendirilmiştir. Tüm olguların 345 (%85.8)‘inin yürüme, 340 (%84.6)‘ının
cümle kurma ve 333 (%82.8)‘ünün tuvalet becerisi ile ilgili verilerine ulaşıldı.
Cinsiyetler arasında; yürüme ve tuvalet alışkanlığı becerisini kazanma
açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmadı (sırasıyla p=0.234,
p=0.673). Kız ve erkek olgular arasında ortalama cümle kurma süreleri
açısından istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklılık saptandı (p=0.014). Kız
olgularda (21.32±11.01) ortalama cümle kurma becerisinin kazanıldığı ay, erkek
olgulara (23.64±10.97) göre daha erkendi (Tablo 2).
Aylık fiziksel şiddete maruz kalma sayısı ile ilgili 276 (%68.6) olgunun
verilerine ulaşıldı. Cinsiyetler arasında; ortalama aylık fiziksel şiddete maruz
kalma sayısı açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptandı
(p=0.019). Erkek olgularda (8.32±10.29) ortalama aylık fiziksel şiddete uğrama
sayısı kız olgulara (5.40±8.48) göre daha fazlaydı (Tablo 2).
Aynı olgular fiziksel şiddetin kim tarafından uygulandığı açısından
değerlendirildiklerinde; 104 (%82.5) olguya anne ve/veya baba, 5 (%4.0) olguya
kardeş, 7 (%5.6) olguya dede ve/veya nene, 10 (%7.9) olguya da ailedeki
herkes tarafından fiziksel şiddet uygulandığı saptandı. Cinsiyetler arasında
fiziksel şiddetin kim tarafından uygulandığı değişkeni açısından istatistiksel
olarak anlamlı bir farklılık saptanmadı (p=0.354).
Olgular eğitim durumlarına göre gruplandıklarında (Tablo 3); 21 (%5.2)‘i
özel eğitime devam ederken, 28 (%7.0)‘i okul öncesi dönemde idi. Olguların
çoğunluğu (%37.1) ortaokul döneminde idi. Kız olguların büyük bir çoğunluğu
(%38.9) ortaokul dönemindeyken, erkek olguların büyük bir çoğunluğu (%44.3)
ilkokul döneminde idi ve bu farklılık istatistiksel olarak anlamlıydı (p=0.0001).
56
Tablo 3: Olgu eğitim durumu.
Eğitim Durumu
Toplam
Kız
Erkek
n (%)
n (%)
n (%)
Özel Eğitim
21 (5.2)
16 (5.1)
5 (5.7)
Okul Öncesi
28 (7.0)
16 (5.1)
12 (13.6)
İlkokul
119 (29.6)
80 (25.5)
39 (44.3)
Ortaokul
149 (37.1)
122 (38.9)
27 (30.7)
Lise
85 (21.1)
80 (25.5)
5 (5.7)
Toplam
402 (100)
314 (100)
88 (100)
p
0.0001
Anne Özellikleri ile İlişkili Sosyo-demografik Bulgular
Olguların anne özelliklerine ait sosyo-demografik bulgular Tablo 4 ve
5‘de gösterilmektedir.
Olguların 398 (%99.0)‘inin annenin öz veya üvey olması ile ilgili verilerine
ulaşılmış olup; olguların çoğunluğunun (%93.6) annesi özdü (Tablo 4).
Cinsiyetler arasında; annenin öz veya üvey oluşu açısından istatistiksel olarak
anlamlı farklılık saptanmadı (p=0.877).
Anne yaşı ile ilgili 402 olgunun 386 (%96.0)‘sının verilerine ulaşılmış
olup; ortalama anne yaşı 38.94±7.52 yıl olarak saptandı. Cinsiyetler arasında
anne yaşı açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p=0.003). Kız
olguların ortalama anne yaşı (39.58±7.35), erkek olguların ortalama anne
yaşına (36.66±7.72) göre daha yüksek saptandı (Tablo 4).
Annenin iş durumu ile ilgili 402 olgunun 393 (%97.8)‘ünün verilerine
ulaşılmış olup; olguların çoğunun annesi (%84.5) çalışmıyordu. Annenin kronik
fiziksel hastalığı ile ilgili 392 (%97.5) olgunun verilerine ulaşılmış olup; olguların
çoğunun (%77.8) annesinde kronik fiziksel hastalık yoktu. Annenin ruhsal
bozukluğu ile ilgili olguların 391 (%97.3)‘inin verilerine ulaşılmış olup; olguların
çoğunun (%90.8) annesinde ruhsal hastalık yoktu (Tablo 4). Cinsiyetler
arasında anne; iş durumu, kronik fiziksel hastalık, ruhsal bozukluk değişkenleri
açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (sırasıyla; p=0.259,
p=0.750, p=0.338). Annede ruhsal bozukluk öyküsü alınan 33 (%9.2) olgunun
annelerinin; 20‘sinde MDB, 7‘sinde anksiyete bozukluğu, 2‘sinde MR (Mental
57
Retardasyon), 2‘sinde psikotik bozukluk, 1‘inde dissosiyatif bozukluk ve 1‘inde
anti-sosyal kişilik bozukluğu olduğu saptandı.
Tablo 4: Anne özelliklerine ait sosyo-demografik bulgular.
Değişkenler
Toplam
Kız
Erkek
p
Öz
372 (%93.5)
291 (%93.6)
81 (%93.1)
0.877
Üvey
26 (%6.5)
20 (%6.4)
6 (%6.9)
Toplam
398 (%100)
311 (%100)
87 (%100)
38.94±7.52
39.58±7.35
36.66±7.72
0.003
4.50±3.87
4.34±3.71
5.05±4.41
0.321
Var
61 (%15.5)
51 (%16.6)
10 (%11.6)
0.259
Yok
332 (%84.5)
256 (83.4)
76 (%88.4)
Toplam
393 (%100)
307 (%100)
86 (%100)
Anne
Anne yaş
Ort±ss
Anne eğitim
Ort±ss
Anne iş
Anne fiziksel hastalık
Var
87 (%22.2)
69 (%22.5)
18 (%20.9)
Yok
305 (%77.8)
237 (%77.5)
68 (%79.1)
Toplam
392 (%100)
306 (%100)
86 (%100)
0.750
Anne ruhsal bozukluk
Var
33 (%9.2)
28 (%9.2)
5 (%5.9)
Yok
358 (%90.8)
278 (%90.8)
80 (%94.1)
Toplam
391 (%100)
306 (%100)
85 (%100)
0.338
İstatistiksel olarak anlamlı olanlar koyu renkle belirtilmiştir.
Olguların 391 (%97.3)‘inin anne eğitimi ile ilgili verilerine ulaşılmış olup;
ortalama anne eğitim süresi 4.50±3.87 yıl olarak saptandı. Anne eğitim durumu
olguların %49.6‘sında ilkokul düzeyinde idi. Kız ve erkek olgular arasında
ortalama anne eğitim süresi ve anne eğitim durumu açısından istatistiksel
olarak anlamlı farklılık saptanmadı (sırasıyla; p=0.321, p=0.106). Anne eğitim
durumu Tablo 5‘de ayrıntılı olarak gösterilmektedir.
58
Tablo 5: Anne eğitim durumu.
Anne eğitim durumu
Toplam
Kız
Erkek
n (%)
n (%)
n (%)
Okur-yazar değil
116 (29.7)
91 (29.6)
25 (29.8)
Okur-yazar
10 (2.6)
10 (3.3)
0 (0)
İlkokul
194 (49.6)
154 (50.2)
40 (47.6)
Ortaokul
25 (6.4)
22 (7.2)
3 (3.6)
Lise
30 (7.7)
20 (6.5)
10 (11.9)
Üniversite
16 (4.1)
10 (3.3)
6 (7.1)
Toplam
391 (100)
307 (100)
84 (100)
p
0.106
Baba Özellikleri ile İlişkili Sosyo-demografik Bulgular
Olguların baba özelliklerine ait sosyo-demografik bulgular Tablo 6 ve
7‘de gösterilmektedir.
Babanın öz veya üvey oluşu ile ilgili 393 (%97.8) olgunun verilerine
ulaşılmış olup; olguların çoğunun (%92.4) babası özdü (Tablo 6). Cinsiyet ve
babanın öz veya üvey oluşu arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
saptanmadı (p=0.472).
Baba yaşı ile ilgili 370 (%92.0) olgunun verilerine ulaşılmış olup; ortalama
baba yaşı 43.88±8.34 yıldı. Kız ve erkek olgularda ortalama baba yaşı değerleri
arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p=0.001). Kız olguların
(44.71±8.34) ortalama baba yaşı, erkek olgulara (41.01±7.74) göre daha
yüksekti (Tablo 6).
Baba iş durumu ile ilgili 402 olgunun 373 (%92.8)‘ünün verilerine
ulaşılmış olup; olguların çoğunluğunun (%89.3) babasının çalıştığı saptandı.
Baba kronik fiziksel hastalık ve ruhsal bozukluk değişkenleri ile ilgili 384 (%95.5)
olgunun
verilerine
ulaşıldı.
Verilerine
ulaşılan
çoğunluğunda kronik fiziksel hastalık (%83.9)
olguların
babalarının
ve ruhsal bozukluk (%84.3)
yoktu. Cinsiyetler arasında (Tablo 6); baba iş durumu, baba kronik fiziksel
hastalık ve ruhsal bozukluk değişkenleri açısından istatistiksel olarak anlamlı bir
farklılık saptanmadı (sırasıyla; p=0.691, p=0.809, p=0.528).
59
Tablo 6: Baba özelliklerine ait sosyo-demografik bulgular.
Değişkenler
Toplam
Kız
Erkek
p
Öz
363 (%92.4)
282 (%91.9)
81 (%94.2)
0.472
Üvey
30 (%7.6)
25 (%8.1)
5 (%5.8)
Toplam
393 (%100)
307 (%100)
86 (%100)
43.88±8.34
44.71±8.34
41.01±7.74
0.001
5.51±3.74
5.39±3.70
5.89±3.86
0.280
Var
333 (%89.3)
259 (%89.6)
74 (%88.1)
0.691
Yok
40 (%10.7)
30 (%10.4)
10 (%11.9)
Toplam
373 (%100)
289 (%100)
84 (%100)
Baba
Baba yaş
Ort±ss
Baba eğitim
Ort±ss
Baba iş
Baba fiziksel hastalık
Var
62 (%16.1)
49 (%16.4)
13 (%15.3)
Yok
322 (%83.9)
250 (%83.6)
72 (%84.7)
Toplam
384 (%100)
299 (%100)
85 (%100)
0.809
Baba ruhsal hastalık
Var
58 (%15.7)
47 (%15.7)
11 (%12.9)
Yok
326 (%84.3)
252 (%84.3)
74 (%87.1)
Toplam
384 (%100)
299 (%100)
85 (%100)
0.528
İstatistiksel olarak anlamlı olanlar koyu renkle belirtilmiştir.
Ruhsal bozukluğu olan 58 (%15.7) babanın; 30‘unda alkol bağımlılığı,
7‘sinde anti-sosyal kişilik bozukluğu, 3‘ünde konuşma bozukluğu, 3‘ünde MDB,
1‘inde MB, 1‘inde kumar bağımlılığı, 2‘sinde MR, 1‘inde anksiyete bozukluğu tek
tanı olarak varken; 3‘ünde alkol ve MB, 2‘sinde alkol bağımlılığı ve anti-sosyal
kişilik bozukluğu, 2‘sinde MB ve anti-sosyal kişilik bozukluğu, 2‘sinde alkol ve
kumar bağımlılığı, 1‘inde ise alkol bağımlılığı ve MDB tanılarının birlikteliği vardı.
Baba eğitim durumu ile ilgili 402 olgunun 379 (%94.3)‘unun verilerine
ulaşılmış olup; ortalama baba eğitim süresi 5.51±3.74 yıldı. Olguların çoğunun
(%52.2) baba eğitim durumu ilkokul düzeyinde idi. Cinsiyetler arasında; baba
60
eğitim süresi ve baba eğitim durumu açısından istatistiksel olarak anlamlı
farklılık saptanmadı (sırasıyla; p=0.280, p=0.812). Baba eğitim durumu Tablo
7‘de ayrıntılı olarak gösterilmektedir.
Tablo 7: Baba eğitim durumu.
Baba eğitim durumu
Toplam
Kız
Erkek
n (%)
n (%)
n (%)
Okur-yazar değil
58 (15.3)
47 (16.0)
11 (12.8)
Okur-yazar
20 (5.3)
15 (5.1)
5 (5.8)
İlkokul
198 (52.2)
155 (52.9)
43 (50.0)
Ortaokul
41 (10.8)
32 (10.9)
9 (10.5)
Lise
46 (12.1)
32 (10.9)
14 (16.3)
Üniversite
16 (4.2)
12 (4.1)
4 (4.7)
Toplam
379 (100)
293 (100)
86 (100)
p
0.812
Aile Özellikleri ile İlişkili Sosyo-demografik Bulgular
Aile özellikleri ile ilişkili bulgular Tablo 8‘de gösterilmektedir.
Aile durumu değişkeni ile ilgili 401 (%99.8) olgunun verilerine ulaşılmış
olup (Tablo 8); 401 olgunun çoğunluğunun (%71.1) anne ve babasının birlikte
yaşadığı saptandı. Cinsiyetler arasında; aile durumu değişkeni açısından
istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p=0.807).
Aile yapısı değişkeni ile ilgili 401 (%99.8) olgunun verilerine ulaşılmış
olup (Tablo 8); olguların büyük çoğunluğu (%62.1) çekirdek aile yapısına
sahipti. Cinsiyetler arasında aile yapısı değişkeni açısından istatistiksel olarak
anlamlı farklılık saptanmadı (p=0.438).
Anne ve baba arasında akrabalık durumu ile ilgili 394 (%98.0) olgunun
verilerine ulaşılmış olup (Tablo 8); olguların çoğunluğunun (%82.2) anne ve
babası arasında akrabalık yoktu. Akrabalık durumu açısından cinsiyetler arası
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmadı (p=0.583).
Olgular doğumdan bu zamana yaşanan il dışı göç öyküsü açısından
değerlendirildiklerinde; tüm olguların verilerine ulaşılmış olup; olguların çoğunda
(%83.8) göç öyküsü yoktu (Tablo 8).
61
Tablo 8: Aile özellikleri ile ilişkili bulgular.
Değişkenler
Toplam
Kız
Erkek
n (%)
n (%)
n (%)
Birlikte
285 (71.1)
221 (70.6)
64(72.7)
Boşanmış
62 (15.5)
48 (5.3)
14(15.9)
Parçalanmış
54 (13.5)
44 (14.1)
10(11.4)
Toplam
401 (100)
313 (100)
88 (100)
Çekirdek
249 (62.1)
194 (62.0)
55 (62.5)
Geniş
28 (7.0)
19 (6.1)
9 (10.2)
Tek ebeveyn
70 (17.5)
59 (18.8)
11 (12.5)
Üvey ebeveyn/evlatlık
16 (4.0)
11 (3.5)
5 (5.7)
Kurum/Sığınma evi
19 (4.7)
15 (4.8)
4 (4.5)
Akraba yanı
14 (3.5)
10 (3.2)
4 ( 4.5)
Nikahsız eş ile
5 (1.2)
5 (1.6)
Toplam
401 (100)
313 (100)
88 (100)
Var
70 (17.8)
53 (17.2)
17 (19.8)
Yok
324 (82.2)
255 (82.8)
69 (80.2)
Toplam
394 (100)
308 (100)
86 (100)
Var
65 (16.2)
45 (14.3)
20 (22.7)
Yok
337 (83.8)
269 (85.7)
68 (77.3)
Toplam
402 (100)
314 (100)
88 (100)
Var
51 (13.6)
46 (15.6)
5 (6.3)
Yok
323 (86.4)
248 (84.4)
75 (93.8)
Toplam
374 (100)
294 (100)
80 (100)
p
Aile Durumu
0.807
Aile yapısı
0.438
Akrabalık
0.583
Göç Öyküsü
0.059
Ebeveyn Fiziksel Şiddet
0.030
İstatistiksel olarak anlamlı olanlar koyu renkle belirtilmiştir.
62
Kız ve erkek olgular arasında göç öyküsü açısından istatistiksel olarak
anlamlı farklılık saptanmadı (p=0.05).
Ebeveynler arası fiziksel şiddet değişkeni ile ilgili 374 (%93.0) olgunun
verilerine ulaşılmış olup (Tablo 8); olguların çoğunun (%86.4) ebeveynleri
arasında fiziksel şiddet olmadığı saptandı. Cinsiyetler arasında; ebeveynler
arası fiziksel şiddet değişkeni açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık
saptandı (p=0.03). Ebeveynler arası fiziksel şiddet kız olgularda (%15.6), erkek
olgulara (%6.3) göre daha fazla görülmekteydi.
Cinsel İstismarın Özellikleri ile İlişkili Bulgular
Olguların başvuru şekilleri ve başvuruya kadar geçen süreyle ilgili
bulguları Tablo 9‘da gösterilmektedir.
Tablo 9: Başvuru şekli ve başvuruya kadar geçen süre.
Toplam
Kız
Erkek
p
Kendisi
29 (%7.2)
20 (%6.4)
9 (%10.2)
0.216
Adli makam
373 (%92.8)
294 (%93.6)
79 (%89.8)
Toplam
402 (%100)
314 (%100)
88 (%100)
Başvuru şekli
Başvuruya kadar geçen süre (gün olarak)
Ort±ss
241.14±441.77
273.62±481.98
124.09±211.48
0.0002
İstatistiksel olarak anlamlı olanlar koyu renkle belirtilmiştir.
Olguların 373 (%92.8)‘ünün adli makamlar aracılığı ile cinsel istismar
açısından değerlendirilmesi için polikliniğimize yönlendirildiği ve 29 (%7.2)‘unun
polikliniğe cinsel istismar nedeni ile doğrudan başvurduğu veya başka bir
nedenle klinik takibindeyken cinsel istismara maruz kaldığı saptandı (Tablo 9).
Kız ve erkek olgular arasında başvuru şekilleri açısından istatistiksel olarak
anlamlı farklılık saptanmadı (p=0.216). Başvuruya kadar geçen süre ile ilgili 396
(%98.5) olgunun verilerine ulaşıldı. Olguların ilk cinsel istismar yaşantısından,
klinikte
bu
nedenle
değerlendirilmelerine
kadar
geçen
ortalama
süre
241.14±441.77 gün idi. Kız ve erkek olgular arasında başvuruya kadar geçen
süre açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p=0.0002). Kız
63
olgular erkek olgulara göre daha geç dönemde Cİ nedeniyle değerlendirilmekte
idi (Tablo 9).
Olguların Başvuru Yılları
Tablo 10: Başvuru yıllarına göre olgu sayıları.
Başvuru yılı
Kız
Erkek
Toplam
n (%)
n (%)
n (%)
2001
1 (0.3)
0
1 (0.2)
2002
1 (0.3)
3 (3.4)
4 (1.0)
2003
4 (1.3)
1 (1.1)
5 (1.2)
2004
3 (1.0)
2 (2.3)
5 (1.2)
2005
3 (1.0)
0
3 (0.7)
2006
32 (10.2)
17 (19.3)
49 (12.2)
2007
53 (16.9)
13 (14.8)
66 (16.4)
2008
43 (13.7)
14 (15.9)
57 (14.2)
2009
99 (31.5)
17 (19.3)
116 (28.9)
2010
75 (23.9)
21 (23.9)
96 (23.9)
Toplam
314 (100)
88 (100)
402 (100)
2001
2002
Başvuru yılı
2003
2004
2005
2006
2007
Cinsiyet
2008
2009
erkek
2010
kiz
0
20
40
60
80
100
120
140
Olgu sayı
Şekil 2: Başvuru yıllarına göre olgu sayıları.
64
Olguların
çoğunluğunu
2009
yılında
başvuranlar
(%28.9)
oluşturmaktaydı. En az başvurular 2001–2005 arası dönemde idi. 2006 yılından
itibaren Cİ nedeniyle değerlendirilen olgularda artış görülmekteydi. Kız olguların
çoğunluğunu
(%31.5)
2009
yılında
başvuran
olgular,
erkek
olguların
çoğunluğunu (%23.9) 2010 yılında başvuran olgular oluşturmaktaydı (Tablo 10).
İstismarın Gerçekleştiği Ay ve Mevsim
Olgu sayılarının istismarın gerçekleştiği aylara göre dağılımı Şekil 3‘de
gösterilmektedir.
ocak
32
şubat
16
mart
24
nisan
31
Ay
mayıs
49
haziran
44
temmuz
29
ağustos
33
eylül
24
ekim
21
kasım
14
aralık
17
0
10
20
30
40
50
60
Olgu sayı
Şekil 3: İstismarın gerçekleştiği aylara göre olgu sayıları.
Cİ olayının gerçekleştiği mevsim ile ilgili olarak 334 (%83.1) olgunun
verilerine ulaşılmış olup; istismar olayının gerçekleştiği mevsim olguların
%19.5‘inde kış, %31.1‘inde ilkbahar, %31.7‘sinde yaz, %17.7‘sinde sonbahar
olarak saptandı. Kız ve erkek olgular arasında Cİ olayının gerçekleştiği mevsim
açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p=0.456).
Cİ olayının gerçekleştiği mevsimler; ilkbahar-yaz ve sonbahar-kış olarak
gruplandıklarında (Tablo 11); olguların bu iki gruba dağılımları arasında
65
farklılığın olup olmadığını değerlendirmek için tek örneklem ki-kare testi yapıldı.
Olguların bu iki gruba dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
saptandı (p=0.001). Olguların büyük bir çoğunluğu (%62.9)
ilkbahar-yaz
mevsimlerinde istismara uğramakta idi.
Tablo 11: Mevsimlere göre olgu sayıları.
Mevsimler
Olgu n (%)
p
İlkbahar-yaz
210 (62.9)
0.001
Sonbahar-kış
124 (37.1)
Toplam
334 (100)
Yerleşim yeri, Cİ‘nin günün hangi zaman diliminde olduğu ve olay yeri ile
ilgili bulgular Tablo 12‘de gösterilmektedir.
Olguların büyük çoğunluğu (%63.7) kentsel bölgede yaşamaktaydı
(Tablo 12). Kız ve erkek olgular arasında; istismarın gerçekleştiği yerleşim yeri
değişkeni açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmadı
(p=0.081).
İstismar zamanı ile ilgili olguların 355 (%88.3)‘inin verilerine ulaşılmış
olup; istismar olaylarının büyük bir çoğunluğu (%71.0)
gündüz saatlerinde
gerçekleşmekte idi. Kız ve erkek olgular arasında istismar olayının günün hangi
zaman diliminde gerçekleştiği değişkeni açısından; istatistiksel olarak anlamlı
farklılık saptandı (p=0.049). Kız olgularda (%28.2) istismar olayının gece
gerçekleşmesi; erkek olgulara (%19.2) göre daha yüksek oranda saptandı
(Tablo 12).
Cİ olayının olguların çoğunda (%37.3) istismarcının veya bir başkasının
evinde gerçekleştiği saptandı. Cinsiyetler arasında; olay yeri değişkeni
açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p=0.0001). Kızların
çoğunluğunun (%41.1) istismarcının veya bir başkasının evinde, erkeklerin
çoğunluğunun (%37.5) açık alanda istismara uğradığı saptandı. Kız olguların
Cİ‘nin kendi evlerinde gerçekleşme oranı (%25.8), erkek olguların Cİ‘nin kendi
evlerinde gerçekleşme oranına göre (%12.5) belirgin daha yüksekti (Tablo 12).
66
Tablo 12: İstismarın yeri ve zamanına ait bulgular.
Değişkenler
Toplam
Kız
Erkek
n (%)
n (%)
n (%)
Kent
256 (63.7)
193 (61.5)
63 (71.6)
Kırsal
146 (36.3)
121 (38.5)
25 (28.4)
Toplam
402 (100)
314 (100)
88 (100)
Gündüz
252 (71.0)
189 (68.2)
63 (80.8)
Gece
93 (26.2)
78 (28.2)
15 (19.2)
Gece-gündüz
10 (2.8)
10 (3.6)
0 (0)
Toplam
355 (100)
277 (100)
78 (100)
Mağdur evi
92 (22.9)
81 (25.8)
11 (12.5)
İstismarcı veya
150 (37.3)
129 (41.1)
21 (23.9)
İşyeri
14 (3.5)
9 (2.9)
5 (5.7)
Açık alan
87 (21.6)
54 (17.2)
33 (37.5)
Okul/yurt
20 (5.0)
15 (4.8)
5 (5.7)
Diğer
39 (9.7)
26 (8.3)
13 (14.8)
Toplam
402 (100)
314 (100)
88 (100)
p
Yerleşim yeri
0.081
Zaman
0.049
Olay yeri
0.0001
başkasının evi
İstatistiksel olarak anlamlı olanlar koyu renkle belirtilmiştir.
İstismarcı Özellikleri ile İlgili Bulgular
İstismarcı özellikleri ile ilgili bulgular Tablo 13‘de gösterilmektedir.
İstismarcıların cinsiyeti 1 (%0.2) kişinin kız olması dışında erkekti. Kız
istismarcı bir kız olguya cinsel istismarda bulunmuştu.
Olguların 271 (%67.4)‘inin istismarcı yaşı ile ilgili bilgilerine ulaşılmış
olup; ortalama istismarcı yaşı 27.71±13.14 yıldı. Kız olguların (28.62±12.54)
ortalama istismarcı yaşı, erkek olgulara (24.07±14.86) göre daha yüksekti ve bu
farklılık istatistiksel olarak anlamlıydı (p=0.0003).
67
İstismarcı sayısı olguların büyük bir çoğunluğunda (%84.1) bir kişiydi.
Cinsiyetler arasında; istismarcı sayısı açısından istatistiksel olarak anlamlı
farklılık saptandı (p=0.0001). Birden fazla istismarcı tarafından istismar edilme
oranı; erkeklerde (%28.4), kızlara (%12.4) göre daha yüksek saptandı (Tablo
13).
Tablo 13: İstismarcının özellikleri ile ilgili bulgular.
Toplam
Kız
Erkek
p
Erkek
401 (%99.8)
313 (%99.7)
88 (%100)
0.596
Kız
1 (%0.2)
1 (%0.3)
0 (%0)
Toplam
402 (%100)
314 (%100)
88 (%100)
27.71±13.14
28.62±12.54
24.07±14.86
0.0003
Bir
338 (%84.1)
275 (%87.6)
63 (%71.6)
0.0001
Birden fazla
64 (%15.9)
39 (%12.4)
25 (%28.4)
Toplam
402 (%100)
314 (%100)
88 (%100)
Akraba
72 (%17.9)
66 (%21.0)
6 (%6.8)
Tanıdık
266 (%66.2)
202 (%64.3)
64 (%72.7)
Yabancı
64 (%15.9)
46 (%14.6)
18 (%20.5)
Toplam
402 (%100)
314 (%100)
88 (%100)
İstismarcı cinsiyeti
İstismarcı yaşı
Ort±ss
İstismarcı sayısı
İstismarcı yakınlığı
0.007
İstatistiksel olarak anlamlı olanlar koyu renkle belirtilmiştir.
İstismarcı yakınlığı; akraba, tanıdık ve yabancı olarak 3 grupta ele alındı.
İstismarcıların çoğunluğu olguların tanıdığı (%66.2) kişilerdi. Cinsiyetler
arasında istismarcının yakınlığı açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık
saptandı (p=0.007). İstismarcının akraba olması; kız olgularda (%21.0), erkek
olgulara (%6.8) göre daha yüksek oranda saptandı. İstismarcının yabancı
olması; erkek olgularda (%20.5), kız olgulara (%14.6) göre daha yüksek oranda
saptandı (Tablo 13).
68
İstismarcı Yakınlığı ile İlgili Bulgular
Cinsiyet ile İstismarcı Yakınlığı Arasındaki İlişki
Tablo 14: Cinsiyete göre istismarcı yakınlığı.
İstismarcı yakınlığı
Kız
Erkek
Toplam
n (%)
n (%)
n (%)
Aile içi
66 (21.0)
6 (6.8)
72 (17.9)
Aile dışı
248 (79.0)
82 (93.2)
330 (82.1)
Toplam
314 (100)
88 (100)
402 (100)
p
0.002
İstismarcı yakınlığı; aile içi (akraba) ve aile dışı (tanıdık ve yabancı)
olarak 2 grupta ele alındı. Olgularının çoğunda (%82.1) istismarcının aile
dışından biri olduğu saptandı. Aile içi istismara uğrayan 72 olgunun 66
(%91.7)‘sı kız, 6 (%8.3)‘sı erkekti. Kız ve erkek olgular arasında istismarcı
yakınlığı değişkeni açısından istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklılık
saptandı (p=0.002). Aile dışı istismara maruz kalma; erkek olgularda (%93.2),
kız olgulara (%79.0) göre daha yüksek, aile içi istismara maruz kalma ise; kız
olgularda (%21.0), erkek olgulara (%6.8) göre daha yüksek oranda saptandı
(Tablo 14). Aile içi istismarcıların kim olduğu Tablo 15‘de gösterilmektedir.
Tablo 15: Aile içi istismarcılar.
Aile içi istismarcı
Toplam
Kız
Erkek
n (%)
n (%)
n (%)
Öz baba
16 (22.2)
16 (24.2)
0
Üvey baba
6 (8.3)
6 (9.1)
0
Kuzen
17 (23.6)
13 (19.7)
4 (66.7)
Enişte
9 (12.5)
8 (12.1)
1 (16.7)
Abi
8 (11.1)
8 (12.1)
0
Dayı
7 (9.7)
6 (9.1)
1 (16.7)
Amca
5 (6.9)
5 (7.6)
0
Diğer
4 (5.6)
4 (6.1)
0
Toplam
72 (100)
66 (100)
6 (100)
69
Aile içi istismarcıların çoğunluğunun (%23.6) kuzen olduğu saptandı. Öz
baba tarafından (%22.2) istismara uğrama, üvey baba tarafından (%8.3)
istismara uğramaya göre daha yüksek oranda saptandı. Üvey baba, öz baba,
abi ve amca tarafından sadece kız olguların Cİ‘ye uğradığı saptandı. Erkek olgu
sayısı çok az olduğu için aile içi istismarcının kim olduğu ile ilgili cinsiyetler
arasında karşılaştırma yapılamadı.
Yaş ile İstismarcı Yakınlığı Arasındaki İlişki
Tablo 16: Yaş ortalamaları ile istismarcı yakınlığı arasındaki ilişki.
İstismarcı yakınlığı
Cinsiyet
Yaş (Ort±ss)
p
Aile içi
Erkek
10.17±2.85
0.106
Kız
12.74±3.74
Toplam
12.53±3.73
Erkek
10.88±3.45
Kız
13.63±3.32
Toplam
12.95±3.56
Aile dışı
0.0001
İstatistiksel olarak anlamlı olanlar koyu renkle belirtilmiştir.
İstismarcı yakınlığı; aile içi (akraba) ve aile dışı (tanıdık ve yabancı)
olarak 2 grupta ele alındı. Aile içi Cİ‘ye uğrayan olgularda; cinsiyetler arasında
ortalama yaş açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı
(p=0.106). Aile dışı cinsel istismara uğrayan kız ve erkek olgular arasında
ortalama yaş açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p=0.0001).
Aile dışı Cİ‘ye uğrayan kız olguların ortalama yaşı (13.63±3.32), erkek olgulara
(10.88±3.45) göre daha yüksekti (Tablo 16). Aile içi ve aile dışı istismara
uğrayan olgularda ortalama yaş açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık
saptanmadı (p=0.372).
Olgular, örneklemin ortalama yaş değeri olan 13 yaş temel alınarak; 13
yaşın altı ve 13 yaş ve üstü olarak 2 grup halinde değerlendirildi. İstismarcı
yakınlığı; akraba, tanıdık ve yabancı olarak; 3 grupta ele alındı. İki yaş grubu
arasında; istismarcının yakınlığı açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık
saptandı (p=0.0001). Tanıdık biri tarafından istismar edilme; 13 yaş ve üstü
grupta (%72.9), 13 yaşın altındaki gruba (%54.4) göre daha yüksek oranda
70
saptandı. Yabancı biri tarafından istismar edilme ise; 13 yaş altı grupta (%27.9),
13 yaş ve üstü gruba (%9.0) göre daha yüksek oranda saptandı (Tablo 17).
Tablo 17: Yaş grubu ile istismarcı yakınlığı arasındaki ilişki.
İstismarcı
13 yaş altı
13 yaş ve
Toplam
yakınlığı
n (%)
üstü
n (%)
p
n (%)
Akraba
26 (17.7)
46 (18.0)
72 (17.9)
Tanıdık
80 (54.4)
186 (72.9
266 (66.2)
Yabancı
41 (27.9)
23 (9.0)
64 (15.9)
Toplam
147 (100)
255 (100)
402 (100)
0.0001
Aile Durumu ile İstismarcı Yakınlığı Arasındaki İlişki
İstismarcı yakınlığı; aile içi (akraba) ve aile dışı (tanıdık ve yabancı)
olarak 2 grupta ele alındı. Aile durumu ise; anne ve baba birlikte ve ayrı
(boşanmış veya parçalanmış) olarak gruplandı. İstismarcının yakınlığı ile aile
durumu arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı düzeyde saptandı (p=0.008).
Boşanmış veya parçalanmış aile durumu olanların aile içi istismara uğrama
oranları (%25.9), anne ve baba birlikte aile durumuna (%14.7) göre daha
yüksek oranda saptandı (Tablo 18).
Tablo 18: Aile durumu ve istismarcı yakınlığı arasındaki ilişki.
İstismarcı yakınlığı
Aile durumu
Toplam
Birlikte
Boşanmış/parçalanmış
n (%)
n (%)
n (%)
Aile içi
42 (14.7)
30 (25.9)
Aile dışı
243 (85.3) 86 (74.1)
329 (82.0)
Toplam
285 (100)
401 (100)
116 (100)
72 (18.0)
p
0.008
İstatistiksel olarak anlamlı olanlar koyu renkle belirtilmiştir.
71
İstismarcı Yakınlığı ve Başvuruya Kadar Geçen Süre Arasındaki
İlişki
Olguların
ilk
cinsel
istismar
yaşantısından,
klinikte
bu
nedenle
değerlendirilmelerine kadar geçen süre ile istismarcı yakınlığı arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptandı (p=0.001). İstismarcının aile içi
(akraba) olduğu olgularda başvuruya kadar geçen sürenin (475.53±639.18
gün), istismarcının aile dışı (yabancı ve tanıdık) olduğu olguların başvuruya
kadar geçen süresine (197.63±380.17 gün) göre daha uzun olduğu saptandı.
İstismar Sıklığı ve Tekrarlama Durumu ile İlgili Bulgular
Cinsiyet ile İstismar Sıklığı ve Tekrarlaması Arasındaki İlişki
İstismar Sıklığı
Tablo 19: Cinsiyet ile istismar sıklığı arasındaki ilişki.
Toplam
Kız
Erkek
n (%)
n (%)
n (%)
1 defa
225 (56.0)
156 (49.7)
69 (78.4)
1 defadan fazla
74 (18.4)
64 (20.4)
10 (11.4)
Pek çok kez (Kronik)
103 (25.6)
94 (29.9)
9 (10.2)
Toplam
402 (100)
314 (100)
88 (100)
p
0.0001
Olguların çoğunluğu istismara bir kez (%56.0) maruz kalmıştı. Kız ve
erkek olgular arasında; istismar sıklığı açısından istatistiksel olarak anlamlı
düzeyde farklılık saptandı (p=0.0001). Kızlarda birden çok kez ve pek çok kez
istismara uğrama oranları, erkeklere göre belirgin daha yüksekti (Tablo 19).
Cinsiyet ile istismarın tekrarlaması arasındaki ilişki istatistiksel olarak
anlamlı bulunup Tablo 20‘de gösterilmektedir.
İstismara bir defa maruz kalan olgular tekrarlama yok, bir defadan fazla
maruz kalan olgular tekrarlama var olarak gruplandı. Cinsiyet ile cinsel
istismarın tekrarlaması arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı
(p=0.001). Kız olguların çoğunda (%50.3) istismar tekrar ederken, erkek
olguların çoğunda (%78.4) istismar tekrar etmemekteydi (Tablo 20).
72
Tablo 20: Cinsiyet ile istismarın tekrarlaması arasındaki ilişki.
Kız
Erkek
Toplam
n (%)
n (%)
n (%)
Yok
156 (49.7)
69 (78.4)
225 (56.0)
Var
158 (50.3)
19 (21.6)
177 (44.0)
Toplam
314 (100)
88 (100)
402 (100)
Tekrarlama
p
0.001
Yaş ile İstismarın Tekrarlaması Arasındaki İlişki
Yaş ile istismarın tekrarlaması arasındaki ilişki anlamlı bulunmuş olup
Tablo 21‘de gösterilmektedir.
Tablo 21: Yaş ile istismarın tekrarlaması arasındaki ilişki.
Tekrarlama
Çocuk yaş grupları
Toplam
p
n (%)
3-6
7-11
12-14
15-18
n (%)
n (%)
n (%)
n (%)
Yok
22 (73.3)
65 (69.9)
68 (64.2)
70 (40.5)
225 (56.0)
Var
8 (26.7)
28 (30.1)
38 (35.8)
103 (59.5)
177 (44.0)
Toplam 30 (100)
93 (100)
106 (100) 173 (100)
401 (100)
0.001
Yaş ile istismarın tekrarlaması arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı
saptandı (p=0.001). 15–18 yaş grubunda yer alan olguların çoğunda (%59.5)
istismarın tekrarladığı, diğer yaş gruplarında yer alan olguların çoğunda ise
istismarın tekrarlamadığı saptandı (Tablo 21).
İstismarcı Yakınlığı ile İstismarın Tekrarlaması Arasındaki İlişki
İstismarcı yakınlığı ve istismarın tekrarlaması arasındaki ilişki Tablo
22‘de gösterilmektedir.
İstismarcının yakınlığı; aile içi (akraba) ve aile dışı (tanıdık ve yabancı)
olarak 2 grupta ele alındı. İstismarcının yakınlığı ile istismarın tekrarlaması
arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı düzeyde saptandı (p=0.015). Aile içi
istismarların
çoğunluğunun
(%56.9)
tekrarladığı,
aile
dışı
istismarların
çoğunluğunun (%58.8) ise tekrarlamadığı saptandı (Tablo 22).
73
Tablo 22: İstismarcı yakınlığı ile istismarın tekrarlaması arasındaki ilişki.
Tekrarlama
İstismarcı yakınlığı
Toplam
Aile içi
Aile dışı
n (%)
n (%)
Yok
31 (43.1)
194 (58.8)
225 (56.0)
Var
41 (56.9)
136 (41.2)
177 (44.0)
Toplam
72 (100)
330 (100)
402 (100)
p
n (%)
0.015
İstismar Şekli ile İlgili Bulgular
İstismar şekli olarak SPSS veri tabanına tekli, ikili ya da üçlü istismar
şekillerini barındıran 41 tane Cİ şekli girilmiştir. Olgularda saptanan Cİ şekilleri
Tablo 23‘de gösterilmektedir.
Cinsel istismar şekli incelendiğinde; olguların 138‘inde (%34.3) sadece
vajinal penetrasyon, 62‘sinde (%15.4) sadece anal penetrasyon, 51‘inde
(%12.7) sadece dokunma, 19‘unda (%4.7) sadece sürtünme, 7‘sinde (%1.7)
sadece gösterimcilik, 5‘inde (%1.2) sadece öpme, 4‘ünde (%1.0) sadece oral
penetrasyon, 4‘ünde (%1.0) sadece pornografik fotoğraflama, 1‘inde (%0.2)
sadece sözlü istismar şeklinde olduğu saptandı. Geriye kalan 111 olguda (%
27.6) ise bu istismar şekilleri birliktelik göstermekte idi. Pornografik görüntü
izletme ise dokunma ve öpme istismar şekilleri ile birlikte 1 (%0.2) olguda
saptandı. Sadece pornografi izletme istismar şekline maruz kalan olgu
saptanmadı.
74
Tablo 23: Olgularda saptanan cinsel istismar şekilleri.
İstismar şekli
n
%
İstismar şekli
n
%
Vajinal Penetrasyon
138
34.3
Dokunma+Öpme+Sürtünme
9
2.2
Vajinal + Anal Penetrasyon
15
3.7
Dokunma+Öpme+Sözel istismar
1
0.2
Anal Penetrasyon
62
15.4
Dokunma+Öpme+Vajinal
2
0.5
Penetrasyon
Gösterimcilik
7
1.7
Sürtünme
19 4.7
Öpme+Dokunma
36
9.0
Öpme+Sürtünme+Oral
2
0.5
Penetrasyon
Dokunma
51
12.7
Sürtünme+Oral Penetrasyon
2
0.5
Vajinal Penetrasyon+ Gösterimcilik
1
0.2
Sürtünme+Gösterimcilik
1
0.2
Anal
1
0.2
Öpme+Sürtünme
2
0.5
Anal +Oral Penetrasyon
5
1.2
Oral Penetrasyon+ Gösterimcilik
1
0.2
Anal Penetrasyon+ Gösterimcilik
2
0.5
Öpme
5
1.2
Anal Penetrasyon+Sürtünme
6
1.5
Öpme +Gösterimcilik
1
0.2
Anal Penetrasyon+Öpme+
1
0.2
Öpme+Sözel istismar
1
0.2
Anal+Vajinal+Oral Penetrasyon
2
0.5
Dokunma+Vajinal Penetrasyon
1
0.2
Anal Penetrasyon+Öpme
1
0.2
Vajinal Penetrasyon+ Sürtünme
1
0.2
Anal Penetrasyon+Pornografik
1
0.2
Öpme+Vajinal Penetrasyon
1
0.2
Anal Penetrasyon+Dokunma
1
0.2
Vajinal + Oral Penetrasyon
1
0.2
Dokunma+Öpme+Pornografi
1
0.2
Dokunma+Oral Penetrasyon+
1
0.2
Penetrasyon+Sürtünme+Öpme
Gösterimcilik
Fotoğraflama
İzletme
Gösterimcilik
Dokunma+Sürtünme
6
1.5
Oral Penetrasyon
4
1.0
Anal
1
0.2
Oral Penetrasyon+ Pornografik
1
0.2
Pornografik Fotoğraflama
4
1.0
Toplam
60 14.9
Penetrasyon+Dokunma+Öpme
Fotoğraflama
Sözel istismar
1
0.2
Dokunma+Gösterimcilik
3
0.7
Toplam
342
85.1
Genel toplam
402 (%100)
75
Cinsiyete göre istismar şekillerinin gözlemlenme frekansları Tablo 24‘de
gösterilmektedir.
Tablo 24: Cinsiyete göre istismar şekillerinin gözlemlenme frekansları.
İstismar şekilleri
Toplam
Kız
Erkek
n (%)
n (%)
n (%)
Vajinal penetrasyon
162 (30.3)
162 (38.0)
0 (0)
Anal penetrasyon
98 (18.3)
42 (9.9)
56 (51.8)
Oral penetrasyon
19 (3.5)
11 (2.6)
8 (7.4)
Dokunma
113 (21.2)
100 (23.5)
13 (12.0)
Öpme
65 (12.2)
59 (13.8)
6 (5.6)
Sürtünme
49 (9.2)
34 (8.1)
15 (13.9)
Gösterimcilik
18 (3.4)
11 (2.6)
7 (6.5)
Pornografik fotoğraflama
6 (1.1)
5 (1.2)
1 (1.0)
Sözel istismar
3 (0.6)
1 (0.2)
2 (1.8)
Pornografi izletme
1 (0.2)
1 (0.2)
0 (0)
Toplam
534 (100)
426 (100)
108 (100)
Cinsiyetle İstismar Şekilleri Arasındaki İlişki
Cinsiyet ile istismar şekilleri arasındaki ilişki Tablo 25‘de gösterilmektedir.
Cinsiyet ve dokunma-öpme istismar şekli arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir ilişki saptandı (p=0.0002). Dokunma ve/veya öpme istismar şeklinin;
kız olgularda, erkek olgulara göre daha fazla görüldüğü saptandı. Her ne kadar
sürtünme ve gösterimcilik şeklinde olan istismarın görülme oranı, erkeklerde
kızlara göre daha fazla olsa da bu farklılık anlamlı değildi. Cinsiyet ile sürtünme,
gösterimcilik istismar şekilleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki
saptanmadı (sırasıyla; p=0.115, p=0.07).
76
Tablo 25: Cinsiyet ile istismar şekilleri arasındaki ilişki.
İstismar Şekli
Cinsiyet
Dokunma-öpme
Sürtünme
Gösterimcilik
p
Kız
Erkek
Toplam
n (%)
n (%)
n (%)
Var
114 (36.3)
14 (15.9)
128 (31.8)
Yok
200 (63.7)
74 (84.1)
274 (68.2)
Toplam
314 (100)
88 (100)
402 (100)
Var
34 (10.8)
15 (17.0)
49 (12.2)
Yok
280 (89.2)
73 (83.0)
353 (87.8)
Toplam
314 (100)
88 (100)
402 (100)
Var
11 (3.5)
7 (8.0)
18 (4.5)
Yok
303 (96.5)
81 (92.0)
384 (95.5)
Toplam
314 (100)
88 (100)
402 (100)
0.0002
0.115
0.07
İstatistiksel olarak anlamlı olanlar koyu renkle belirtilmiştir.
Penetrasyon ile İlgili Bulgular
Cinsiyet ve Penetrasyon Arasındaki İlişki
Tablo 26: Cinsiyet ile penetrasyon varlığı arasındaki ilişki.
Kız
Erkek
Toplam
n (%)
n (%)
n (%)
Penetran
195 (62.1)
59 (67.0)
254 (63.2)
Penetran
119 (37.9)
29 (33.0)
148 (36.8)
314 (100)
88 (100)
402 (100)
p
0.395
değil
Toplam
Anal, vajinal ve oral penetrasyondan herhangi birinin varlığı penetrasyon
varlığı olarak kabul edilmiştir. Bu tanımlamaya göre (Tablo 26); 402 olgunun
254
(%63.2)‘ünde
penetrasyon
bulunmaktaydı.
Cinsiyetler
arasında
penetrasyon varlığı açısından istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı
(p=0.395). Her iki cinsiyette de olguların çoğunun penetran istismar şekline
maruz kaldığı saptandı.
77
Tablo 27: Cinsiyet ve penetrasyon şekilleri arasındaki ilişki.
Penetrasyon
Cinsiyet
p
Kız
Erkek
Toplam
n (%)
n (%)
n (%)
Anal
42 (21.5)
56 (94.9)
98 (38.6)
Vajinal/oral
153 (78.5) 3 (5.1)
156 (61.4)
Toplam
195 (100)
254 (100)
59 (100)
0.001
Penetrasyon şekilleri; anal ve vajinal/oral olarak gruplandı. Cinsiyetler
arasında penetrasyon şekilleri açısından istatistiksel olarak anlamlı düzeyde
farklılık saptandı (p=0.001). Erkek olguların çoğunda (%94.9) anal penetrasyon,
kız olguların çoğunda (%78.5) vajinal/oral penetrasyon saptandı (Tablo 27).
Yaş ve Penetrasyon Arasındaki İlişki
Tablo 28: Yaş grupları ve penetrasyon arasındaki ilişki.
Yaş grupları
Penetrasyon 3-6
n (%)
Toplam
7-11
12-14
15-18
n (%)
n (%)
n (%)
p
n (%)
Var
11 (36.7) 46 (49.5) 67 (63.2)
130 (75.1) 254 (63.2) 0.001
Yok
19 (63.3) 47 (50.5) 39 (36.8)
43 (24.9)
148 (36.8)
Toplam
30 (100)
106 (100) 173 (100)
402 (100)
93 (100)
Olguların yaş gruplarına göre dağılımı ile penetrasyon varlığı arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptandı (p=0.001). 3–6 yaş grubu ve 7–11
yaş grubu olguların çoğunda penetran olmayan bir istismar şeklinin belirgin
olduğu; 12–14 yaş grubu ve 15–18 yaş grubu olguların çoğunda penetran olan
istismar şekillerinin belirgin olduğu saptandı.
Penetrasyon varlığı ile ilgili yapılan ROC analizi ile 13 yaş kesim değeri
olarak saptanmıştır (AUC=0.658, p=0.001). Kesim değerine göre olgular; 13 yaş
altı ve 13 yaş ve üstü olarak 2 grupta değerlendirildi. Bu iki yaş grubu arasında
istismar şeklinin penetran olup olmaması değişkeni açısından istatistiksel olarak
78
anlamlı farklılık saptandı (p=0.0001). 13 yaşın altındaki grupta olguların
%51.7‘sinde penetran olmayan istismar şekli belirgin iken, 13 yaşın üstündeki
grupta olguların %71.8‘inde penetran olan istismar şekli belirgindi (Tablo 29).
Tablo 29: Yaş kesim değerine göre penetrasyon.
İstismar şekli
13 yaş altı
13 yaş ve üstü
Toplam
n (%)
n (%)
n (%)
Penetran
71 (48.3)
183 (71.8)
254 (63.2)
Penetran değil
76 (51.7)
72 (28.2)
148 (36.8)
Toplam
147 (100)
255 (100)
402 (100)
p
0.0001
İstismarcı Yakınlığı ve Penetrasyon Arasındaki İlişki
İstismarcı yakınlığı ile penetrasyon arasındaki ilişki Tablo 30‗da
gösterilmektedir.
Tablo 30: İstismarcı yakınlığı ile penetrasyon arasındaki ilişki.
Penetrasyon
İstismarcı yakınlığı
Akraba
Tanıdık
Yabancı
Toplam
n (%)
n (%)
n (%)
n (%)
Var
39 (54.2)
182 (68.4)
33 (51.6)
254 (63.2)
Yok
33 (45.8)
84 (31.6)
31 (48.4)
148 (36.8)
Toplam
72 (100)
266 (100)
64 (100)
402 (100)
p
0.009
İstismarcı yakınlığı; akraba, tanıdık ve yabancı olarak 3 grupta ele alındı.
Penetrasyon varlığı (Tablo 30); tanıdık tarafından Cİ‘ye uğrayan olgularda
%68.4 iken; akraba tarafından Cİ‘ye uğrayan grupta bu oran %54.2 idi. En az
penetrasyon oranı; yabancı tarafından Cİ‘ye uğrayan grupta %51.6 olarak
saptandı. İstismarcı yakınlığı ve penetrasyon arasındaki bu ilişki istatistiksel
olarak anlamlı bulundu (p=0.009). İstismarcı yakınlığını aile içi ve aile dışı
olarak ele aldığımızda penetrasyon açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık
79
saptanmadı (p=0.08). İstismarcının aile içi olduğu olgularda penetrasyon varlığı
%54.2, aile dışı olduğu olgularda penetrasyon varlığı %65.2 olarak saptandı.
Olguların Rıza ve Gebelik Durumları ile İlgili Bulgular
Tablo 31: Olguların rıza ve gebelik durumları.
Değişkenler
Toplam
Kız
Erkek
n (%)
n (%)
n (%)
Var
83 (20.6)
78 (24.8)
5 (5.7)
Yok
319 (79.4)
236 (75.2)
83 (94.3)
Toplam
402 (100)
314 (100)
88 (100)
Var
27 (6.7)
27 (8.6)
0 (0)
Yok
375 (93.3)
287 (91.4)
88 (100)
Toplam
402 (100)
314 (100)
88 (100)
p
Rıza
0.0008
Gebelik
Olguların büyük bir çoğunluğunun (%79.4) istismar olayı ile ilgili rızasının
olmadığını bildirdiği saptandı. Cinsiyetler arasında rıza açısından istatistiksel
olarak anlamlı farklılık saptandı (p=0.0001). Erkek olguların sadece %5.7‘si
rızasının olduğunu bildirirken, kız olguların %24.8‘i rızasının olduğunu
bildirmekte idi.
402 olgu içindeki 314 kız olgunun 27 (%8.6)‘sinde gebelik öyküsü vardı.
Gebelik öyküsü olan 8 (%29.6) olgu 12-14 yaş aralığında yer alırken, 19
(%70.4) olgu 15-18 yaş aralığında yer almaktaydı.
Olguların Klinik Bulguları
Tanılarla İlgili Bulgular
Olguların yapılan ruhsal muayeneleri sonucu DSM-IV-TR tanı ve
sınıflandırma sistemine göre; 402 olgunun 95‘inde (%23.6) değerlendirildikleri
zamanda herhangi bir psikopatolojiye rastlanmazken, 307 (%76.4)‘sinde en az
bir psikopatoloji saptandı (Tablo 32). Cinsiyet ile tanı varlığı arasında
istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p=0.173).
80
Tablo 32: Olguların tanı alma durumu.
Tanı
Toplam
Kız
Erkek
n (%)
n(%)
n(%)
Var
307 (76.4)
235 (74.8)
72 (81.8)
Yok
95 (23.6)
79 (25.2)
16 (18.2)
Toplam
402 (100)
314 (100)
88 (100)
p
0.173
Cİ nedeniyle değerlendirilen olguların yapılan ruhsal muayeneleri ve
izlemleri sonucu DSM-IV-TR‘a göre tanıları konuldu. Tablo 33‘de cinsiyete göre
tanıların gözlemlenme frekansları verilmektedir.
Tablo 33: Cinsiyete göre tanıların gözlemlenme frekansları.
Tanı
Toplam
Kız
Erkek
n (%)
n (%)
n (%)
Toplam
Kız
Erkek
n (%)
n (%)
n (%)
77
13
OKB
6 (1.5)
4 (1.3)
2 (2.3)
(22.4)
(24.5)
(14.8)
68
61
7 (8.0)
Enkoprezis
5 (1.2)
1 (0.3)
4 (4.5)
(16.9)
(19.4)
62
44
18
UB
4 (1.0)
3 (1.0)
1 (1.0)
(15.4)
(14.0)
(20.5)
51
33
18
CKB
4 (1.0)
1 (0.3)
3 (3.4)
(12.7)
(10.5)
(20.5)
DKB
2 (0.5)
2 (0.5)
0
KPTSB 90
MDB
ASB
MR
APTSB 40
27 (8.6) 13
(10.0)
Tanı
(14.8)
EN
15 (3.7)
12 (3.8) 3 (3.4)
SAB
2 (0.5)
1 (0.3)
1 (1.1)
DB
15 (3.7)
10 (3.2) 5 (5.7)
Disosiyatif
2 (0.5)
2 (0.5)
0
boz.
DEHB
12 (3.0)
3 (1.0)
9 (10.2)
KB
2 (0.5)
1 (0.3)
1 (1.1)
YAB
9 (2.2)
7 (2.2)
2 (2.3)
Uyku
1 (0.2)
1 (0.2)
0
Bozukluğu
MB
6 (1.5)
5 (1.6)
1 (1.1)
KOKGB
1 (0.2)
0
1 (0.2)
BPB
6 (1.5)
5 (1.6)
1 (1.1)
PTSB
130
104
26
(32.3)
(33.1)
(29.5)
81
Akut Stres Bozukluğu (ASB) tanısı; olguların %15.4‘ünde (kızların
%14.0‘ında, erkeklerin %20.5‘inde) saptandı. Akut Post-travmatik Stres
Bozukluğu (APTSB) tanısı; olguların %10‘unda (kızların %8.6‘sında, erkeklerin
%14.8‘inde) saptandı. Kronik Post-travmatik Stres Bozukluğu (KPTSB) tanısı;
olguların %22.4‘ünde (kızların %24.5‘inde, erkeklerin %14.8‘inde) saptandı.
Akut
ve
kronik
ayrımı
yapmadan
PTSB
tanısı
açısından
olguları
değerlendirdiğimizde; olguların %32.3‘ünde (kızların %33.1‘inde, erkeklerin
%29.5‘inde) PTSB saptandı. MDB tanısı; olguların %16.9‘unda (kızların
%19.4‘ünde, erkeklerin %8.0‘inde) saptandı. MR tanısı; olguların %12.7‘sinde
(kızların %10.5‘inde, erkeklerin %20.5‘inde) saptandı. EN tanısı; olguların
%3.7‘sinde (kızların %3.8‘inde, erkeklerin %3.4‘ünde) saptandı. Davranım
Bozukluğu (DB) tanısı; olguların %3.7‘sinde (kızların %3.2‘sinde, erkeklerin
%5.7‘sinde) saptandı. DEHB tanısı; olguların %3.0‘ünde (kızların %1.0‘inde,
erkeklerin %10.2‘sinde saptandı. Yaygın Anksiyete Bozukluğu (YAB) tanısı;
olguların %2.2‘sinde (kızların %2.2‘sinde, erkeklerin %2.3‘ünde) saptandı. MB
tanısı; olguların %1.5‘inde (kızların %1.6‘sında, erkeklerin %1.1‘inde) saptandı.
Bipolar Bozukluk (BPB) tanısı; olguların %1.5‘inde (kızların %1.6‘sında,
erkeklerin %1.1‘inde) saptandı. Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) tanısı;
olguların %1.5‘inde (kızların %1.3‘ünde, erkeklerin %2.3‘ünde) saptandı.
Enkoprezis
tanısı;
olguların
%1.2‘sinde
(kızların
%0.3‘ünde,
erkeklerin
%4.5‘inde) saptandı. Uyum Bozukluğu (UB) tanısı; olguların %1.0‘inde (kızların
%1.0‘inde, erkeklerin %1.0‘inde) saptandı. Cinsel Kimlik Bozukluğu (CKB)
tanısı; olguların %1.0‘inde (kızların %0.3‘ünde, erkeklerin %3.4‘ünde) saptandı.
Dürtü Kontrol Bozukluğu (DKB) tanısı; sadece 2 (%0.5) kız olguda saptandı.
Separasyon Anksiyetesi Bozukluğu (SAB) olguların %0.5‘inde (kızların
%0.3‘ünde, erkeklerin %1.1‘inde) saptandı. Disosiyatif Bozukluk tanısı; sadece
2 (%0.5) kız olguda saptandı. Konuşma Bozukluğu (KB) tanısı; olguların
%0.5‘inde (kızların %0.3‘ünde, erkeklerin %1.1‘inde) saptandı. Uyku Bozukluğu
tanısı; sadece 1 (%0.2) kız olguda, KOKGB tanısı; sadece 1 (%0.2) erkek
olguda saptandı (Tablo 33).
Cinsiyet ve Tanılar Arasındaki İlişki
Cinsiyet ve PTSB, APTSB, KPTSB ve ASB tanıları arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı (sırasıyla; p=0.526, p=0.087, p=0.05,
82
p=0.139). Cinsiyet ve MDB tanısı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki
saptandı (p=0.011). MDB tanısının; kızların %19.4‘ünde, erkeklerin %8.0‘ında
olduğu saptandı. Cinsiyet ve MR tanısı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
ilişki saptandı (p=0.013). MR tanısının; kızların %10.5‘inde, erkeklerin
%20.5‘inde olduğu saptandı. Cinsiyet ve diğer tanılar arasındaki ilişki; bu tanıları
alan
olgular
ilişkiyi
değerlendirmek
için
yeterli
sayıda
olmadığı
için
değerlendirilemedi.
Yaş Grupları ve Tanılar Arasındaki İlişki
Yaş grupları ve PTSB (akut ve kronik birlikte) ve MDB tanıları arasındaki
ilişki Tablo 34‗de gösterilmektedir.
Tablo 34: Yaş grupları ve PTSB, MDB tanıları arasındaki ilişki.
Yaş grubu
PTSB yok
var
3-6
7-11
12-14
15-18
Toplam
n (%)
n (%)
n (%)
n (%)
n (%)
25
54
70
123
272
(83.3)
(58.1)
(66.0)
(71.1)
(67.7)
5
39
36
50
130
(16.7)
(41.9)
(34.0)
(28.9)
(32.3)
93
106
173
402
(100)
(100)
(100)
(100)
(100)
30
91
89
124
334
(100)
(97.8)
(84.0)
(71.7)
(83.1)
2
17
49
68
(2.2)
(16.0)
(28.3)
(16.9)
93
106
173
402
(100)
(100)
(100)
(100)
toplam 30
MDB
yok
var
toplam 30
(100)
p
0.039
0.01
İstatistiksel olarak anlamlı olanlar koyu renkle belirtilmiştir.
Olguların yaş gruplarına göre dağılımı ile PTSB ve MDB tanı varlığı
arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptandı (sırasıyla; p=0.039, p=0.01).
12–14 yaş grubunda PTSB tanısının varlığı (%34.0) diğer gruplara göre daha
yüksekti. 3–6 yaş grubunda PTSB tanısının varlığı (%16.7) en az oranda
83
saptanmıştı. 15–18 yaş grubunda MDB tanısının varlığı (%28.3) diğer gruplara
göre daha yüksekti. 3–6 yaş grubunda ise MDB tanısı hiç saptanmadı (Tablo
34).
APTSB tanısı 3–6 yaş grubunda 2 (%6.7), 7–11 yaş grubunda 14
(%15.1), 12–14 yaş grubunda 13 (%12.3) ve 15–18 yaş grubunda 11 (%6.4)
olguda saptandı. KPTSB tanısı 3–6 yaş grubunda 3 (%10.0), 7–11 yaş
grubunda 25 (%26.9), 12–14 yaş grubunda 23 (%21.7) ve 15–18 yaş grubunda
39 (%22.5) olguda saptandı. Her ne kadar 7–11 yaş grubunda AKPTSB ve
KPTSB oranı diğer yaş gruplarına daha yüksek olsa da bu ilişki istatistiksel
olarak anlamlı değildi (sırasıyla; p=0.103, p=0.288). ASB tanısı 3–6 yaş
grubunda 8 (%26.7), 7–11 yaş grubunda 15 (%16.1), 12–14 yaş grubunda 18
(%17.0) ve 15–18 yaş grubunda 21 (%12.1) olguda saptandı. Olguların yaş
gruplarına göre dağılımı ve ASB tanısı varlığı arasındaki ilişki istatistiksel olarak
anlamlı değildi (p=0.206).
İstismarcı Yakınlığı ve Tanılar Arasındaki İlişki
Olgular istismarcı yakınlığının aile içi ve aile dışı olmasına göre ASB,
PTSB, APTSB, MDB tanıları açısından değerlendirilmiş olup bulgular Tablo
35‗de gösterilmektedir.
Olguların istismarcı yakınlığı ve APTSB, PTSB, MDB tanıları arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı (Tablo 35). İstismarcının aile dışı
olduğu olgularda ASB tanısının oranı (%17.3), aile içi olduğu olgulardaki ASB
tanısının oranına (%6.9) göre daha yüksek saptandı (p=0.028). İstismarcının
aile içi olduğu olgularda KPTSB tanısının oranı (%33.3), aile dışı olduğu
olgulardaki KPTSB tanısının oranına (%20.0) göre daha yüksek saptandı
(p=0.014).
84
Tablo 35: İstismarcı yakınlığı ve tanılar arasındaki ilişki.
ASB
APTSB
KPTSB
PTSB
MDB
Aile içi
Aile dışı
Toplam
n (%)
n (%)
n (%)
Yok
67 (93.1)
273 (82.7)
340 (84.6)
Var
5 (6.9)
57 (17.3)
62 (15.4)
Toplam
72 (100)
330 (100)
402 (100)
Yok
68 (94.4)
294 (89.1)
362 (90.0)
Var
4 (5.6)
36 (10.9)
40 (10.0)
Toplam
72 (100)
330 (100)
402 (100)
Yok
48 (66.7)
264 (80.0)
312 (77.6)
Var
24 (33.3)
66 (20.0)
90 (22.4)
Toplam
72 (100)
330 (100)
402 (100)
Yok
44 (61.1)
228 (69.1)
272 (67.7)
Var
28 (38.9)
102 (30.9)
130 (32.3)
Toplam
72 (100)
330 (100)
402 (100)
Yok
56 (77.8)
278 (84.2)
334 (83.1)
Var
16 (22.2)
52 (15.8)
68 (16.9)
Toplam
72 (100)
330 (100)
402 (100)
p
0.028
0.169
0.014
0.190
0.185
İstatistiksel olarak anlamlı olanlar koyu renkle belirtilmiştir.
Penetrasyon Varlığı ve Tanılar Arasındaki İlişki
Vaginal, oral veya anal penetrasyon varlığı ile APTSB, KPTSB, PTSB ve
MDB tanıları arasındaki ilişki değerlendirildi. Penetrasyon varlığı ile ASB,
APTSB, KPTSB, PTSB tanıları arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki
saptanmadı (sırasıyla; p=0.363, p=0.140, p=0.973, p=0.360). Penetrasyon
varlığı ile MDB tanısı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptandı
(p=0.006). Penetrasyon olan grupta MDB tanısı (%20.9), penetrasyon olmayan
gruba (%10.1) göre daha yüksek oranda saptandı.
Tanı Alma ile İlgili Bulgular
Tanının olup olmaması; olguların ortalama; çocuk yaşı, kardeş sayısı,
anne eğitim düzeyi, baba eğitim düzeyi, anne yaşı, baba yaşı, kardeş sayısı,
ayda fiziksel şiddet sayısı, başvuruya kadar geçen süre, istismarcı yaşı, toplam
istismar şekli sayısı, takip sayısı ve süresi, ÇİDÖ puanı (Çocuklar için Beck
Depresyon Ölçeği) ve ÇİSAÖ (Çocuklar için Sürekli Anksiyete Ölçeği) puanı
85
değişkenleri açısından değerlendirildi. Bu karşılaştırmaların değerlendirilmesi
için, ölçümlerin Shapiro Wilk testi ile belirlenen normal dağılım koşuluna uyup
uymamalarına göre Student t ve Mannn Whitney U testleri kullanıldı. ÇİDÖ
puanı için Student t testi kullanılırken diğer tüm değişkenler için Mannn Whitney
U testi kullanıldı. Tanı alma ile ilgili bulgular Tablo 36‘da gösterilmektedir.
Tablo 36: Tanı alma ile ilgili bulgular.
Değişkenler
Tanı
p
Var (ort±ss)
Yok (ort±ss)
Çocuk yaşı
12.89±3.61
12.82±3.52
0.811
Kardeş sayısı
2.50±2.12
2.69±1.97
0.184
Fiziksel şiddet ayda
6.10±8.83
6.82±10.15
0.740
Anne yaşı
38.95±7.68
38.92±7.02
0.968
Baba yaşı
44.00±8.59
43.48±7.48
0.758
Anne eğitim
4.48±3.79
4.54±4.18
0.914
Baba eğitim
5.47±3.68
5.64±3.94
0.843
ÇİDÖ puanı
19.28±9.86
12.82±8.79
0.0001
ÇİSAÖ puanı
41.19±8.98
31.69±11.27
0.0001
Başvuru sür. (gün)
245.69±464.89
226.53±359.36
0.978
Takip sayısı
2.43±2.25
1.24±0.60
0.0001
Takip süresi (ay)
4.09±6.89
1.55±1.69
0.0001
İstismarcı yaşı
28.15±13.18
26.37±13.00
0.231
1.22±0.52
0.012
İstismar şekli toplam 1.36±0.57
İstatistiksel olarak anlamlı olanlar koyu renkle belirtilmiştir.
Tanı alan ve almayan olgular arasında ÇİDÖ puanı değişkeni açısından
istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p=0.0001). Tanı alan olguların
ÇİDÖ puanları (19.28±9.86) tanı almayanlara (12.82±8.79) göre daha yüksek
ve ölçeğin kesim değeri olan 19 puanın üzerindeydi.
Tanı alan ve almayan olgularda; ÇİSAÖ puanları ve toplam istismar şekli
açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (sırasıyla; p=0.0001,
p=0.012). Tanı alan olguların ÇİSAÖ puanları ve toplam istismar şekilleri tanı
almayan olgulara göre daha yüksekti.
86
Tanı alan ve almayan olgularda; takip sayısı ve takip süresi değişkenleri
açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (sırasıyla; p=0.0001,
p=0.0001). Tanı alan olgularda; takip sayısı ve takip süresi tanı almayan
olgulara göre daha yüksekti (Tablo 36).
Diğer değişkenlerle ilgili olarak istatistiksel olarak anlamlı farklılık
saptanmadı (Tablo 36).
Kategorik tipte olan çocuk yaş grubu, çocuk eğitim durumu, kardeş
durumu, kaçıncı çocuk durumu, çocuk fiziksel hastalık, göç durumu, aile yapısı,
aile durumu, annenin öz veya üvey oluşu, babanın öz veya üvey oluşu,
ebeveynler arası akrabalık, anne eğitim düzeyi, baba eğitim düzeyi, anne iş
durumu, baba iş durumu, anne fiziksel hastalık, baba fiziksel hastalık, anne
ruhsal bozukluk, baba ruhsal bozukluk, ebeveyn şiddeti, çocuğa fiziksel şiddet
varlığı, cinsel istismar sıklığı, tekrarlama durumu, olayın günün hangi zaman
diliminde olduğu, yerleşim yeri, olay yeri, istismarcı yakınlığı, istismarcı sayısı,
penetrasyon varlığı, rıza varlığı değişkenlerinin tanı alma durumu üzerinde
etkisinin olup olmadığını değerlendirmek için Ki-kare testleri yapıldı (sırasıyla;
p=0.963, p=0.268, p=0.262, p=0.382, p=0.118, p=0.072, p=0.064, p=0.301,
p=0.393, p=0.965, p=0.232, p=0.393, p=0.937, p=0.927, p=0.480, p=0.459,
p=0.083, p=0.236, p=0.122, p=0.220, p=0.822, p=0.442, p=0.608, p=0.114,
p=0.272, p=0.144, p=0.063, p=0.100, p=0.995). Sadece rıza durumu ile tanı
alma arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p=0.0001). Rızası
olmadığını bildiren olgularda tanı alma oranı (%87.0), rızası olduğunu bildiren
olgulara (%13.0) göre daha yüksek saptandı. Diğer değişkenler ile tanı alıp
almama arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı.
Bu testler sonucunda tüm değişkenler arasından ÇİDÖ puanı, ÇİSAÖ
puanı, toplam istismar şekli ve rıza değişkenlerinin tanı alma durumunu tek
başlarına etkiledikleri gözlemlenmiştir.
Lojistik Regresyon Analizi Modeline Göre Tanı Almayı Belirleyen
Etkenler
Tanı almayı etkileyen değişkenlerin tanı alma durumunu birlikte ne
şekilde etkilediklerini analiz etmek için oluşturulan lojistik regresyon modeli
sonuçlarına göre,
bireylerin depresyon ve süreklilik puanlarındaki artışın ve
rızalarının olmamasının tanı alma durumu ile ilişkili olduğu gözlemlenmiştir.
87
Diğer değişken olan; toplam istismar şekli sayısı lojistik regresyon modelinde
elenmiştir.
Tablo 37: Lojistik regresyon analizi modeline göre tanı almayı belirleyen
etkenler.
Değişkenler
p değeri
OR değeri (%95 güven aralığı)
ÇİDÖ puanı
0.019
1.055 (1.009-1.104)
ÇİSAÖ puanı
0.002
1.066 (1.024-1.109)
Rıza
0.0001
8.984 (4.294-18.796)
İstatistiksel olarak anlamlı olanlar koyu renkle belirtilmiştir.
Lojistik regresyon sonuçlarına göre, depresyon puanları yükseldikçe tanı
alma riski OR: 1.055
(1.009–1.104; p=0.019) kat, süreklilik puanları
yükseldikçe tanı alma riski OR: 1.066 (1.024–1.109; p=0.002) kat ve rızası
olmadığını bildiren olguların, rızası olduğunu bildirenlere göre tanı alma
açısından OR: 8.984 (4.294–18.796; p=0.0001) kat artmaktadır.
Tanı Sayısı, Sınırda Kişilik Özellikleri ve Ölçeklere Ait Bulgular
Olguların tanı sayısı, borderline (sınırda) kişilik özellikleri ve ölçeklere ait
bulguları Tablo 38‘de gösterilmektedir.
Cinsiyet ile tanı sayısı arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
saptandı (p=0.032). Erkek olgularda birden fazla tanı alma (%36.1) oranı kız
olgulara (%23.4) göre daha yüksekti.
Ruhsal muayene sonucu yapılan klinik değerlendirmeye göre olguların
borderline (sınırda) kişilik özellikleri olup olmadığı değerlendirildi. Sınırda kişilik
özellikleri 33 olguda (%8.2) saptandı. Sınırda kişilik özellikleri açısından kız ve
erkek olgular arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p=0.006).
Kızlarda (%10.2) borderline kişilik özelliklerinin varlığı, erkek olgulara (%1.1)
göre daha yüksekti (Tablo 38).
ÇİDÖ puan değişkeni ile ilgili olarak kız ve erkek olgular arasında
istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p=0.017). Kız olguların ortalama
ÇİDÖ puanları (18.54±10.09), erkek olgulara göre (15.06±9.05) daha yüksekti
(Tablo 38).
88
Tablo 38: Olguların tanı sayısı, sınırda kişilik özellikleri ve ölçeklere ait
bulguları.
Değişkenler
Toplam
Kız
Erkek
p
Bir
226 (%73.6)
180 (%76.6)
46 (%63.9)
0.032
Birden fazla
81 (%26.4)
55 (%23.4)
26 (%36.1)
Toplam
307 (%100)
235 (%100)
72 (%100)
Tanı sayı
Borderline (sınırda) kişilik özellikleri
Var
33 (%8.2)
32 (%10.2)
1 (%1.1)
0.006
Yok
369 (%91.8)
282 (%89.8)
87 (%98.9)
Toplam
402 (%100)
314 (%100)
88 (%100)
17.91±9.99
18.54±10.09
15.06±9.05
0.017
39.03±10.33
39.61±10.69
36.43±8.14
0.003
ÇİDÖ puanı
Ort±ss
ÇİSAÖ puanı
Ortalama±ss
İstatistiksel olarak anlamlı olanlar koyu renkle belirtilmiştir.
Ortalama ÇİSAÖ puanları ile ilgili olarak kız ve erkek olgular arasında
istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p=0.003). Kız olguların ortalama
ÇİSAÖ puanları (39.61±10.69), erkek olguların ortalama ÇİSAÖ puanlarına
(36.43±8.14) göre daha yüksekti (Tablo 38).
Tanı Sayısı Artışı ile İlgili Bulgular
Tanı sayısının artışı ile çocuk yaşı, anne yaşı, baba yaşı, anne eğitimi,
baba eğitimi, ayda fiziksel şiddet sayısı, ÇİDÖ puanı, ÇİSAÖ puanı değişkenleri
arasında doğrusal bir ilişkinin olup olmadığını tespit etmek için dağılımı normal
olmayan değişkenler için; Spearman korelasyon analizi, dağılımı normal olan
değişkenler için Pearson korelasyon analizi yapıldı.
Baba eğitimi ve olgu yaşı ile tanı sayısı arasında negatif bir korelasyon
saptansa da istatistiksel olarak anlamlı değildi. Tanı sayısı ile anne yaşı, baba
yaşı, anne eğitimi, ÇİSAÖ puanı, ÇİDÖ puanı arasında pozitif yönde korelasyon
görülse de istatistiksel olarak anlamlı değildi. Çocuğun uğradığı fiziksel şiddet
ile tanı sayısı arasında istatistiksel olarak anlamlı pozitif bir korelasyon saptandı.
89
Bir ayda maruz kalınan fiziksel şiddet sayısı arttıkça tanı sayısının arttığı
saptandı (p=0.049).
Tablo 39: Korelasyon analizlerine göre tanı sayısı artışı.
Değişkenler
r
p
Olgu yaşı
-0.062
0.281
Anne yaş
0.049
0.398
Baba yaşı
0.051
0.389
Anne eğitim
0.008
0.893
Baba eğitim
-0.019
0.747
Fiziksel şiddet ayda
0.206
0.042
ÇİDÖ puanı
0.248
0.064
ÇİSAÖ puanı
0.123
0.139
r: korelasyon katsayısı. İstatistiksel olarak anlamlı olanlar koyu renkle belirtilmiştir.
Klinik Takip ile İlişkili Bulgular
Olguların klinik takip ve takibi bırakma nedenlerine ait bulgular Tablo
40‘da gösterilmektedir.
Tablo 40: Takip ve takibi bırakmaya ait bulgular.
Değişkenler
Toplam
Kız
Erkek
p
2.15±2.05
2.12±1.94
2.26±2.39
0.731
3.49±6.17
3.18±4.76
4.58±9.61
0.656
Bilinmiyor
219 (%54.5)
169 (%53.8)
50 (%56.8)
0.133
Doktor önerisi
74 (%18.4)
64 (%20.4)
10 (%11.4)
Kendi isteği
16 (%4.0)
10 (%3.2)
6 (%6.8)
Halen takipte
93 (%23.1)
71 (%22.6)
22 (%25.0)
Toplam
309 (%100)
243 (%100)
66 (%100)
Takip sayısı
Ort±ss
Takip süresi (ay)
Ort±ss
Bırakma nedeni
İstatistiksel olarak anlamlı olanlar koyu renkle belirtilmiştir.
90
Tüm olguların takip sayısı, takip süresi ve takibi bırakma nedenleri ile ilgili
verilerine ulaşıldı. Olguların ortalama takip süresi 3.49±6.17 ay, ortalama takip
sayısı 2.15±2.05 idi. Takip süresi ve sayısı değişkeni açısından erkek ve kız
olgular arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p=0.656,
p=0.731). Olguların büyük bir çoğunluğunun (%54.5) klinik takibini neden
bıraktıkları bilinmezken; olguların sadece %23.1‘i halen klinik takibinde olduğu
saptandı. Kız ve erkek olgular arasında takibi bırakma nedeni açısından
istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (p=0.133).
91
TARTIŞMA
Cinsel istismar öyküsü ile psikiyatrik belirti ya da bozukluk gelişimi
arasındaki ilişki pek çok çalışmada gösterilmiştir. Bu çalışmalardan bazıları
çocukluk döneminde görülen belirti ve bozukluklara odaklanırken, diğerleri
Cİ‘nin erişkinliğe yansıyan sonuçlarını saptamayı amaçlamıştır. Birçok çalışma
Cİ‘yi her iki yaş grubunda da birçok psikiyatrik bozukluk ve uyumsal olmayan
yaşam biçimleriyle ilişkilendirmiştir9-13. Cİ‘nin nedenleri ve olası riskleri, bildirime
ait etkiler, istismarın sonuçları ve tedavi yöntemleri hakkındaki bilgiler de bu
çalışmalara paralel olarak artmaktadır. Son yıllarda çocukluk yaşlarında istismar
kurbanı olan erişkinler arasında görülebilecek sağlık problemleri araştırmacılar
tarafından daha yüksek sıklıklarda bildirilmektedir217. Cinsel istismarın şekli ve
şiddeti, çocuğun cinsiyeti ve yaşı, istismarcının cinsiyeti ve yaşı, çocuk ve
istismarcı arasındaki ilişki, fiziksel istismarın eşlik edip etmemesi ve istismar
ataklarının sayısı, sıklığı ve süresi gibi değişkenlerin sonlanımı etkilediği
düşünülmektedir13-17. Bu yüzden Cİ‘ye uğrayan çocukların oldukça heterojen bir
grup oluşturdukları ifade edilmektedir. Çalışmalarda çocuk ve ailelerin bir takım
özelliklerinin Cİ riskini arttırdığı ifade edilmektedir9. Çalışmalarda istismarla
ilişkili risk faktörlerinin ve bunların sonlanıma olan etkisinin tanımlanması, hangi
çocukların psikopatoloji gelişimi için daha fazla risk altında olduğunun
belirlenmesi ve klinisyene bu bağlamda yol göstermesi açısından oldukça
önemlidir218. Biz de çalışmamızda; cinsel istismar nedeniyle değerlendirilen
çocuk ve ergenlerin; bireysel, ailesel ve cinsel istismarla ilgili sosyo-demografik
özelliklerini tanımlamayı, bireysel, ailesel özellikler ile istismara ait özellikler
arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi, çocuk ve ergenlerde saptanan psikiyatrik
tabloları, olguların depresyon ve anksiyete düzeylerini belirlemeyi, bireysel,
ailesel ve istismarla ilişkili değişkenlerle çocuk ve ergendeki psikiyatrik tabloların
etkileşimini değerlendirmeyi, psikiyatrik bozukluk varlığı açısından olası risk
faktörlerini tanımlamayı, klinik takip sayısı, süresi ve takibi bırakma nedenlerini
tanımlamayı ve tüm bu bulguları literatür ışığında tartışmayı amaçladık.
Çalışmamızda Cİ nedeniyle değerlendirilen 402 olgunun; 314‘ünü
(%78.1) kız, 88‘ini (%21.9) erkek olgular oluşturmaktaydı ve cinsiyetler arasında
olgu sayıları açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardı. Literatürde;
Cİ‘nin sonuçlarına etkili etkenler arasında cinsiyet önemli yer teşkil etmektedir.
Birçok çalışmada kızların erkeklere göre daha fazla Cİ‘ye uğradığı ifade
92
edilmektedir79. Şahin ve ark.‘nın çalışmasında; Cİ nedeni ile değerlendirilen 64
çocuğun; 38‘inin (% 59.3) kız, 26‘sının (% 40.7) erkek olduğu bildirilmiştir 219.
Çengel ve ark.‘nın çalışmasında, Cİ nedeniyle değerlendirilen 42 çocuğun;
25‘inin (% 59.5) kız, 17‘sinin (% 40.5) erkek olduğu bildirilmiştir80. Gazi
Üniversitesi Çocuk Koruma Merkezi‘nde yürütülen bir çalışmada 2001–2006
yılları arasında, Cİ nedeni ile değerlendirilen olgular içinde; kızların, yaklaşık
erkeklerin 2 katı sıklıkta olduğu bildirilmiştir72. Priebe ve ark.‘nın 2008 yılında
yaptıkları çalışmada; hayatının herhangi bir döneminde Cİ‘ye uğramış 1962 lise
öğrencisinin, 1505‘inin (% 76.7) kız, 457‘sinin (% 23.3) erkek olduğu
bildirilmiştir220. Pereda ve ark.‘nın 21 ülkedeki 39 çalışmayı değerlendirdikleri
meta-analizde; iki çalışma dışında, tüm çocukluk yaş grupları için kızların,
erkeklere oranla 1.5–5.5 kat daha fazla Cİ‘ye uğradıkları bildirilmiş olup, iki
çalışmada ise oranlar birbirine yakın bulunmuştur46. Chen ve ark.‘ları ise batı
kültürlerinde yapılan çoğu çalışmada saptanan kız olgu hâkimiyetinin tüm
kültürlere genellenemeyeceğini vurgulamışlardır221. Örneğin; İsrail‘de Arap ve
Yahudi öğrencilerin Cİ açısından değerlendirildiği bir çalışmada; erkek
öğrencilerde Cİ‘nin, kızlara göre daha yaygın olduğu, çoğu ölçümde Filistin‘li
arap erkeklerin, Arap kızlara göre en az 2 kat daha fazla riske sahip olduğu, bu
cinsiyet farklılığın Yahudi öğrenciler arasında saptanmadığı ifade edilmiştir 222.
Literatürle uyumlu olarak çalışmamızda olguların büyük bir çoğunluğunu kızlar
oluşturmaktaydı. Literatürde cinsiyetler arasında olgu sayılarının bu denli farklı
olmasında; kızların uğradıkları Cİ‘lerin daha fazla bildirilirken, erkeklerin
uğradığı istismarların bildirim dışı kalmasının etkili olduğu ifade edilmektedir.
Çoğu araştırmacı erkek çocukların Cİ bildirimlerinin yetersiz olduğunda hem
fikirdir223,224. Bildirimdeki bu eksikliğe en azından 3 faktörün etkili olduğu
düşünülmektedir. Birinci faktör; istismarcının cinsiyeti erkek olduğunda, erkek
çocukların
eşcinsel
bildirmeyebileceğidir
olarak
tanımlanma
korkusu
nedeniyle
bunu
224,225
. İkinci faktör; eğer istismarcı bayansa, erkek
çocukların istismarı kültürel olarak cinsel ilişkiye başlama deneyimi olarak
algılayıp, mağdur olmadan ziyade şanslı olduklarını hissettikleri için görmezden
gelebilir olmalarıdır226. Üçüncü faktör ise; istismarcıların istismarı bildirmemeleri
için kız kurbanlardan ziyade genellikle erkek kurbanlara daha fazla güç ve
şiddet kullanıyor olmalardır227. Sonuç olarak bu faktörlerin etkisi ile erkek
93
çocukların kızlara göre bildirim konusunda daha fazla yıldırılmış oldukları ifade
edilmektedir.
Çalışmamızda yaş gruplarına göre olgu sayılarını değerlendirdiğimizde;
30 olgu (%7.5) 3–6 yaş grubunda, 93 olgu (%23.1) 7–11 yaş grubunda, 106
olgu (%26.4) 12–14 yaş grubunda, 173 olgu (%43.0) ise 15–18 yaş grubunda
yer almaktaydı. Cİ nedeniyle değerlendirilen erkek olguların çoğunluğu (%43.2)
7–11, kız olguların çoğunluğu (%51.0) ise 15–18 yaş grubunda yer almakta idi
ve bu farklılık anlamlıydı. Olguların yaş ortalaması ise 12.87±3.59 yıl idi. Erkek
olguların ortalama yaşı (10.83±3.41), kız olgulara (13.44±3.43) göre daha düşük
saptanmıştı ve bu farklılık anlamlıydı. Literatürde; Cİ riskinin yaşla beraber
arttığı ifade edilmektedir129. ABD istatistikleri Cİ‘ye maruz kalan bireylerin
%67‘sinin 18 yaşın altında olduğunu; Cİ‘ye uğrayan çocukların %34‘ünün 12
yaşından küçük olduğunu; %33‘ünün 12 ile 17 yaş arasında olduğunu
göstermektedir. Bimodal bir yaş dağılımı olup, istismar sıklığının beş yaş ve 14
yaş çocuklarında yoğunlaştığı tespit edilmiştir. İstismara uğrama oranlarının da
yaşla birlikte artış gösterdiği saptanmıştır79. ABD 1996 verileri; olguların
%10‘unun 3 yaş altında olduğunu, 4–7 yaş grubunda ise bu oranının hemen
hemen üçe katlandığını (%28.4), 8–11 yaş olguların tüm olguların dörtte biri
olduğunu ve 12 yaş ve üstü grubun ise olguların %35.9‘unu oluşturduğunu
göstermektedir9. Bassani ve ark.‘nın 14 yaş ve üzerinde topluma dayalı bir
örneklemde yaptıkları çalışmada; tüm olguların %80‘inde bildirilen ilk Cİ
epizodunun 19 yaşından önce gerçekleştiğini ve bu grup içinde %7.6‘sının 4
yaş altında, %37‘sinin 8 yaş altında, %60‘ının 13 yaş altında, %89‘unun 15 yaş
altında ilk Cİ epizodunun gerçekleştiği ifade edilmiştir. Yine bu çalışmada
erkeklerde yaşla beraber prevalansın azaldığı, kızlarda ise arttığı ifade
edilmiştir228. Bunting ve ark.‘nın çalışmasında Cİ mağduru 5126 çocuk yaş
gruplarına göre değerlendirilmiş; istismarın en sık 10 yaş ve üzeri (%70), en az
ise 0–4 yaş grubunda (%8) gerçekleştiği bildirilmiştir229. Carlstedt ve ark.
erkekler ve kızlar için 6–11 yaş aralığını (%18, %77) en sık istismara uğrama
yaş
aralığı
olarak
belirtmişlerdir230.
Csorba
ve
ark.
Cİ
nedeniyle
değerlendirdikleri 209 kız çocuk ve ergenin %12‘sinin 10 yaş altında olduğunu,
%47‘sinin 11–14 yaş aralığında olduğunu ve %41‘inin 14 yaş ve üzeri grupta
olduğunu bildirmiştir231. Bangladeş‘te yapılan bir çalışmada Cİ mağduru olduğu
iddia edilen çocuk ve yetişkinlerden oluşan 675 olgu değerlendirilmiş, olguların
94
%1.6‘sının 0–6 yaş aralığında, %7.4‘ünün 7–11 yaş aralığında, %33.5‘inin 12–
15 yaş aralığında, %23.1‘inin 16–17 yaş aralığında olduğu ifade edilmiştir232.
Çukurova bölgesinde 101 Cİ olgusunun değerlendirildiği bir çalışmada ise;
olguların %71.3‘ünün 12 yaş altında olduğu, %36.6‘sının ise 8–11 yaş grubunda
olduğu
bildirilmiştir233.
Çengel
ve
ark.‘nın
Cİ‘ye
uğrayan
42
olguyu
değerlendirdikleri çalışmalarında; erkeklerin en sık okul döneminde (7–11 yaş;
%39.1), kızların ise ergenlik döneminde (12 ve üzeri; %62.5) cinsel istismara
uğradığını bildirilmişlerdir80. Gazi Üniversitesi Çocuk koruma Merkezi‘nde
yürütülen bir çalışmada 2001–2006 yılları arasında Cİ nedeni ile başvuruların
%20‘sinin 12–18 yaş aralığında olduğu bildirilmiştir72. Şahin ve ark.‘nın cinsel
istismara uğrayan 64 çocuğu değerlendirdikleri çalışmalarında; olguların yaş
aralığı olarak en sık 26 olgu (%40.6) ile 10–14 yaş, en az ise 6 olgu (%9.3) ile
0–5 yaş aralığında olduklarını bildirmişlerdir219. Literatüre göre; erkek olgular,
kız olgulara göre daha küçük yaşlarda istismara maruz kalmaktadır 228,234.
Portekiz‘de Cİ şüphesi nedeniyle değerlendirilen 1054 olguda; ortalama yaş
kızlarda 10.8, erkeklerde ise 9.2 olarak bildirilmiş ve ortalama yaşlardaki bu
farklılığın anlamlı olduğu ifade edilmiştir235. İsveç‘de yapılan bir çalışmada Ci
öyküsü olan 25 erkek öğrencinin yaş ortalaması 9.1, 126 kız öğrencinin ise 9.0
olarak saptanmıştır83. Çengel ve ark.‘nın çalışmasında; Cİ‘ye uğrayan 42
olgunun yaş ortalamasının 11.8 olduğu ifade edilmiştir80. Akbaş ve ark.‘nın
çalışmasında, adli makamlarca Cİ nedeniyle değerlendirmeleri için gönderilmiş
72 olgunun yaş ortalamasının 12.18 olduğu ifade edilmişdir73. Edinburg ve
ark.‘nın aile dışı Cİ‘ye uğramış 10–14 yaş aralığında olan 226 kız ve 64 erkek
olguyu değerlendirdikleri çalışmada; yaş ortalaması erkekler için 11.83, kızlar
için 12.58 olarak bildirilmiştir236. Ruggıero ve ark.‘nın yaşları 6-16 arasında
değişen 80 Cİ olgusunu değerlendirdikleri çalışmalarında yaş ortalamasını 9.4
olarak bulmuşlardır218. Olguların yaş değerleri ile ilgili bulgularımız genel
itibariyle literatürle uyumlu iken, yurt dışı çalışmalarda kızların istismara uğrama
yaş aralığının çalışmamıza göre daha küçük olduğu dikkati çekmektedir. Erkek
olguların ortalama yaş değerlerinin, kız olgulara göre daha küçük olması ve en
az olgu sayısının 3–6 yaş grubunda saptanması da yine literatürle örtüşen bir
bulgudur. Yaşın artmasıyla erkek olguların kendini korumaya daha uygun hale
gelmelerinin, kız olgularda ise; yaşın artmasıyla sekonder seks karakterlerinin
gelişmesi nedeniyle cinsel amaçlı obje gibi görülmeye daha yatkın hale
95
gelmelerinin, cinsel istismarın erkeklerde sıklıkla ergenlik öncesi dönemde,
kızlarda
ise
ergenlik
döneminde
görülmesi
ile
ilişkili
olabileceğini
düşünmekteyiz. Çalışmamızda; 3–6 yaş grubundaki olguların azlığının ise; bu
yaş grubunun Cİ olayını kavrayamaması veya
ifade edememesinden
kaynaklanabileceğini düşünmekteyiz.
Çalışmamızda; olguların çoğunluğunun (%25.9) kardeş sayısı 1‘di.
Ailedeki tek çocuk olma olguların sadece %10.2‘sinde saptandı. Olguların
çoğunluğunun (%39.8) ailenin ilk çocuğu olduğu saptandı. Kardeş sayısı ve
ailenin kaçıncı çocuğu olduğu yönünden; cinsiyetler arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık saptanmadı. Sedlak ve ark.‘nın yaptığı bir çalışmada ailedeki
çocuk sayısı ile Cİ arasında bir ilişki saptanmamıştır237. Çin‘de yapılan bir
çalışmada kardeş sayısının Cİ için bir risk faktörü olmadığı bildirilmiştir221.
Almanya‘da psikosomatik klniğinde yatan erişkin hastalarda yapılan bir
çalışmada; 3 ya da daha fazla kardeşe sahip olmanın çocukluk döneminde
Cİ‘ye uğrayan olgularda, uğramayanlara göre anlamlı düzeyde daha fazla
sıklıkta olduğu ifade edilmiştir86. Literatürde Cİ‘ye uğrayan bireylerin ailenin
kaçıncı çocuğu olduğu konusunda yeterli bilgiye rastlanmamaktadır.
Çalışmamızda 21 olguda (%5.2) kronik fiziksel hastalık saptanmıştı.
İstatistiksel olarak anlamlı olmasa da erkeklerde, kızlara göre daha fazla kronik
fiziksel hastalık vardı. Erkek olguların 6‘sında (%6.8), kız olguların 15‘inde
(%4.8) kronik fiziksel hastalık vardı. Kronik fiziksel hastalığı olan 21 (%5.2)
olgunun; 12‘sinde Alerjik Bronşit, 5‘inde Epilepsi, 1‘inde işitme kaybı, 1‘inde Tip
1 Diyabet, 1‘inde Down Sendromu, 1‘inde kronik hepatit B taşıyıcılığı olduğu
öğrenildi. Literatürde körlük, sağırlık, mental retardasyon gibi çocuğun özellikle
güven algısını bozan fizik yetersizlikler Cİ için artmış risk ile ilişkili bulunmuştur.
Bu duruma cinsiyetin etkisi araştırıldığında, Cİ‘ye uğramış ve yetersizliği olan
olgular
içinde
erkeklerin,
kızlardan
daha
fazla
olduğu
bulunmuştur9,
çalışmamızda her ne kadar anlamlı düzeyde olmasa da erkek olgularda daha
fazla oranda kronik fiziksel hastalık saptanmış olması literatürle örtüşmektedir.
Zihinsel veya fiziksel yetersizliği olan çocuklarda, normal çocuklara göre Cİ
insidansının 1.75 kat daha fazla saptandığı ifade edilmektedir. Yine de bunun
genel bir gerçek olduğuna dair daha fazla kanıta ihtiyaç vardır238.
Çalışmamızda olguların %33.1‘ine aile içi fiziksel şiddet uygulanmakta
idi. Kız ve erkek olgular arasında fiziksel şiddete maruz kalma ve aylık fiziksel
96
şiddete maruz kalma sayısı açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
vardı. Aile içi fiziksel şiddet erkek olgularda (%45.1), kız olgulara göre (%29.8)
daha fazla görülmekteydi. Erkek olgularda (8.32±10.29) ortalama aylık fiziksel
şiddete uğrama sayısı kız olgulara (5.40±8.48) göre daha fazlaydı. Aynı olgular
fiziksel şiddetin kim tarafından uygulandığı açısından değerlendirildiklerinde;
olguların çoğuna (%82.5) anne ve/veya baba tarafından fiziksel şiddet
uygulanmaktaydı. Literatürde fiziksel istismar dahil diğer tüm ihmal ve istismar
türlerinin Cİ riskini arttırdığı ifade edilmektedir239. Bassani ve ark.‘nın 14 yaş ve
üzerinde topluma dayalı bir örneklemde yaptıkları çalışmada; fiziksel istismar ve
cinsel istismar arasında güçlü bir ilişkinin olduğunu, 12 yaş altı Cİ‘ye uğramış
olan grupta fiziksel istismar varlığının Cİ riskini 5.6 kat arttırdığını, 12 yaş üstü
Cİ‘ye uğrayan grupta fiziksel istismar varlığının Cİ‘ye uğrama riskini 9.4 kat
arttırdığını ifade etmişlerdir228. Literatürde birçok istismar türüne maruz
kalanların, aynı tür istismara aynı sıklıkta maruz kalanlara göre daha
semptomatik oldukları da ifade edilmektedir240. Bernard-Bonnin ve ark. aile içi
şiddete tanık olan Cİ mağdurlarında PTSB skorlarının daha yüksek olduğunu
ifade etmiştir241. Almanya‘da psikosomatik kliniğinde yatan hastalarda yapılan
bir çalışmada; çocukluk döneminde Cİ‘ye uğrayan 250 erişkin hasta ile
uğramayan 486 erişkin hasta karşılaştırılmış, çocukluk döneminde Cİ‘ye
uğradığını bildiren olguların, bildirmeyenlere göre anlamlı düzeyde daha fazla
çocukluklarında ebeveynleri tarafından fiziksel şiddete uğradıkları bildirilmiştir86.
Ruggıero ve ark.‘nın yaşları 6–16 arasında değişen 80 Cİ olgusunu
değerlendirdikleri çalışmalarında; erkek olguların kızlara göre anlamlı düzeyde
daha fazla fiziksel istismara maruz kaldığı ifade edilmiştir218. Çalışmamızda
olguların yaklaşık 1/3‘ünde aile içinde çocuğa fiziksel şiddet varlığının, fiziksel
istismarın Cİ riskini arttırdığını ifade eden literatürle uyuştuğunu düşünmekteyiz.
Çalışmamızda çocuğa uygulanan aile içi fiziksel şiddetin erkek çocuklarında
daha fazla saptanmış olması da literatürle uyumlu bir bulgudur. Çalışmamızda
olguların sadece fiziksel şiddet açısından sorgulanmış ve fiziksel istismar için
ayrıca değerlendirilmemiş olmalarının saptanan oranın, gerçek oranın altında
olabileceğini düşündürmektedir.
Çalışmamızda; özel eğitim alanlar ve okul öncesi dönemdeki olgular
çıkarıldığında geriye kalan 282 kız ve 71 erkek toplam 353 (%87.8) olgunun
ortalama eğitim süresi 6.62±2.66 yıldı. Kız olguların ortalama eğitim süreleri
97
(7.02±2.58), erkek olguların ortalama eğitim sürelerine (5.04±2.41)
göre
anlamlı düzeyde daha yüksek saptandı. Eğitim durumu açısından olguları
değerlendirdiğimizde ise; 21 olgu (%5.2) özel eğitim, 28 olgu (%7.0) okul
öncesi, 119 olgu (%29.6) ilkokul, 149 olgu (%37.1) ortaokul, 85 olgu (%21.1)
lise dönemde idi. Kız olguların büyük bir çoğunluğu (%38.9) ortaokul
dönemindeyken,
erkek
olguların
büyük
bir
çoğunluğu
(%44.3)
ilkokul
döneminde idi ve bu farklılık anlamlıydı. Bir çalışmada çocukluk ya da ergenlik
döneminde Cİ‘ye uğramış erişkinlerin okuma yılı ortalamasının 12.53±2.52
olduğu saptanmıştır242. Paradise ve ark.‘ları cinsel istismara uğramış olan 154
çocuk ve uğramayan 53 çocuğun okul kayıtlarını değerlendirmiş; Cİ‘ye uğrayan
çocukların diğer çocuklara göre daha düşük akademik becerileri olduğunu ve
özel eğitim programlarına dahil edilmelerinin daha olası olduğunu ifade
etmişlerdir243. Çalışmamızda kızların eğitim düzeylerinin daha yüksek oluşu, kız
olguların yaş ortalamalarının daha yüksek oluşuna bağlanmıştır. Çalışmamızda
değerlendirilen olguların eğitim durumları kesitsel olarak ele alınmış olup, eğitim
durumlarının nasıl sonuçlanacağını öğrenmek için izlem çalışmalarına ihtiyaç
vardır.
Çalışmamızda olgularda yürüme becerisinin kazanıldığı ortalama süre
14.23±6.30 ay, cümle kurma becerisinin kazanıldığı ortalama süre 21.83±11.03
ay, tuvalet alışkanlığı becerisinin kazanıldığı ortalama süre ise 25.36±10.08
aydı. Cinsiyetler arasında; yürüme ve tuvalet alışkanlığı becerisini kazanma
açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmadı. Kız olgularda
(21.32±11.01) ortalama cümle kurma becerisinin kazanıldığı ay, erkek olgulara
(23.64±10.97) göre anlamlı düzeyde daha erken saptandı. Gelişimi normal olan
çocuklarda yürüme becerisinin kazanıldığı ortalama süre 13 ay, cümle kurma
becerisinin kazanıldığı ortalama süre 22 ay, tuvalet alışkanlığı becerisinin
kazanıldığı ortalama süre 2–3 yaş arası olarak ifade edilmektedir244.
Çalışmamızdaki
olguların
bu
gelişimsel
özellikler
açısından
gecikme
göstermediklerini ifade edebiliriz. Literatürde Cİ‘ye uğrayan çocukların bu
gelişimsel özelliklerini değerlendiren çalışma bulunmamaktadır.
Çalışmamızda olguların sosyodemografik özelliklerinden sonra anne,
baba ve aile ile ilgili özelliklerini değerlendirdik. Yazında aile yapısı ile ilişkili Cİ
için risk faktörleri; evde üveybaba varlığı, aile çatışmaları, ekonomik problemler,
çocukta fiziksel veya mental yetersizlik olması, her iki biyolojik ebeveynden ayrı
98
yaşamak, ebeveynlerde ruhsal bozukluk olması, ebeveynlerde alkol veya ilaç
bağımlılığının olması, ebeveynlerin çocukken fiziksel veya cinsel istismara
maruz
kalması,
evde
diğer
istismar
türlerinin
birlikteliği
olarak
ifade
edilmektedir9.
Çalışmamızda 372 olgunun (%93.5) annesi öz, 363 olgunun (%92.4)
babası öz olarak saptandı. Cinsiyetler arasında bu açıdan anlamlı bir farklılık
saptanmadı. Literatürde; evde üvey babanın varlığının kızlarda Cİ riskini 2 kat
arttırdığı ifade edilmektedir. Bu durumun sadece üvey baba tarafından Cİ‘ye
uğrama açısından değil, aynı zamanda başka bir erkek tarafından Cİ‘ye uğrama
riskini
de
arttırdığı
ifade
edilmektedir171.
Çalışmamızda
Cİ
nedeniyle
değerlendirilen olguların çok az bir kısmı üvey ebeveyne sahipti. Bu farklılığın,
Türk toplumunun daha konservatif aile yapısı değerlerine sahip olmasıyla ilişkili
olabileceğini düşünmekteyiz.
Çalışmamızda Cİ nedeniyle değerlendirilen olguların anne yaş ortalaması
38.94±7.52 yıl, baba yaş ortalaması 43.88±8.34 yıl olarak saptandı. Cinsiyetler
arasında ortalama anne yaş ve baba yaş değerleri açısından anlamlı farklılık
vardı. Kız olguların ortalama anne yaşı (39.58±7.35), erkek olguların ortalama
anne yaşına (36.66±7.72) göre daha yüksekti. Kız olguların (44.71±8.34)
ortalama baba yaşı, erkek olgulara (41.01±7.74) göre daha yüksekti. Literatürde
ebeveyn yaşlarını değerlendiren yeterli çalışma bulunmamaktadır. Ondokuz
Mayıs Üniversitesi‘nde yapılan bir çalışmada Cİ‘ye uğradığı düşünülen ve adli
makamlarca yönlendirilmiş olan 72 çocuk ve ergenin anne yaş ortalaması
36.9±7.07 yıl, baba yaş ortalaması ise 41.95±8.41 yıl olarak bildirilmiştir73.
Ebeveyn yaş ortalaması ile ilgili bulgularımız ülkemizde yapılan bu çalışma ile
benzerdir.
Çalışmamızda olguların ebeveynlerinin ortalama eğitim süresi; baba için
5.51±3.74 yıl, anne için 4.50±3.87 yıl olarak saptandı. Cinsiyetler arasında
ortalama anne ve baba eğitim süresi açısından anlamlı bir farklılık yoktu. Eğitim
durumu açısından değerlendirdiğimizde; olguların çoğunun anne ve baba eğitim
durumunun (%49.6/%52.2) ilkokul düzeyinde olduğu saptandı. Cinsiyetler
arasında anne ve baba eğitim durumu açısından anlamlı farklılık saptanmadı.
Bernard-Bonnin ve ark. 7–12 yaş aralığında Cİ mağduru 67 kız çocuk ile Cİ
mağduru olmayan 67 kız çocuğu karşılaştırdıkları çalışmalarında; Cİ mağduru
olan olguların ortalama anne eğitim süresini 10.87±2.68 yıl, baba eğitim süresini
99
11.34±2.40 yıl olarak bulmuşlar ve Cİ mağduru olan grubun anne ve baba
eğitim süresinin, Cİ mağduru olmayan gruba göre anlamlı düzeyde daha düşük
olduğunu ifade etmişlerdir241. Çocukluk Cİ‘si ile sosyoekonomik düzey
arasındaki ilişki net olmasa da annenin eğitim düzeyinin düşük olmasıyla
belirgin
bir ilişki olduğunu
öne
süren çalışmalar mevcuttur73,77.
Bazı
çalışmalarda ise ebeveyn eğitim durumunun Cİ için bir risk faktörü olmadığı
ifade edilmektedir. Finkelhor ve ark.‘nın yaptığı çalışmada topluma dayalı
örneklemde 1000 aile değerlendirilmiş ve ebeveynlerin eğitim düzeyinin
çocukluk cinsel istismarı için risk faktörü olmadığı ifade edilmiştir245. Chen ve
ark.‘ı yaş ortalaması 17.2 olan öğrenci örneklemi üzerinde 16 yaşından önce
istenmeyen bir cinsel aktivitede bulunmayı değerlendirmiş ve ebeveynlerin
eğitim durumlarının Cİ için bir risk faktörü olmadığını belirtmiştir221. Ondokuz
Mayıs Üniversitesi‘nde yapılan bir çalışmada Cİ‘ye uğradığı düşünülen ve adli
makamlarca yönlendirilmiş olan 72 çocuk ve ergenin anne-baba eğitimlerinin
ağırlıklı olarak ilköğretim düzeyinde olduğu bildirilmiştir73. Çalışmamızda anne
eğitim süresi ortalamasının, baba eğitim süresi ortalamasına göre daha düşük
olması, toplumuzda kız çocukların okutulmasının halen gerekli görülmemesi ve
temelde kadın cinsiyete biçilen rollerle ilişkili olduğunu düşünmekteyiz. Ebeveyn
eğitiminin yetersizliği; çocuğa verilen cinsel eğitimin yetersizliğine veya eğitimin
katı, cezacı bir tutumla verilmesine, sonuç olarak da çocuğun kendini koruma
becerisinin az olmasına yol açacağı ifade edilmektedir27. Ebeveynlerin ortalama
eğitim sürelerinin ilkokul düzeyine denk gelmesinin, yetersiz ebeveyn işlevlerine
yol açabileceğini ve dolaylı olarak da bu çocukları Cİ için daha riskli hale
getirdiğini düşünmekteyiz.
Çalışmamızda olguların annelerinin %15.5‘i ve babalarının %89.3‘ünün
çalıştığı saptandı. Cinsiyetler arasında anne ve baba iş durumu ile ilgili anlamlı
düzeyde farklılık saptanmadı. Çengel ve ark‘nın yaptığı çalışmada istismara
uğrayan çocukların % 88.3‘ünün babasının çalıştığı, % 54‘ünün ise annesinin ev
hanımı olduğu bildirilmiştir80. Ondokuz Mayıs Üniversitesi‘nde yapılan bir
çalışmada Cİ‘ye uğradığı düşünülen ve adli makamlarca yönlendirilmiş olan 72
çocuk ve ergenin %81.9‘unda babanın meslek sahibi olduğu, %9.7‘sinde ise
annenin bir meslek sahibi olduğu bildirilmiştir73. Bernard-Bonnin ve ark. 7–12
yaş aralığında Cİ mağduru 67 kız çocuk ile Cİ mağduru olmayan 67 kız çocuğu
karşılaştırdıkları çalışmalarında; her iki grup arasında annenin çalışıyor olması
100
açısından anlamlı bir farklılık saptamamışlardır241. Literatürde Cİ‘nin diğer
istismar şekillerinden farklı olarak SED ile ilişkili olmadığı ifade edilmektedir 238.
Çalışmamızda ebeveynlerin iş durumlarını değerlendirmemizi dolaylı olarak
SED‘in de göstergesi olduğunu düşünürsek, genelleme yapamamakla birlikte,
olguların çoğunun SED‘i iyi olmayan ailelerden geldiğini ifade edebiliriz. Bu
durumun da ailede ekonomik problemlerin varlığının Cİ için risk olduğunu ifade
eden yazınla örtüştüğünü ifade edebiliriz. SED ve Cİ arasındaki ilişkiyi
değerlendirmek için sadece ebeveynlerin iş durumlarının değil birçok değişkenin
(aylık gelir vb.) de birlikte değerlendirildiği çalışmalara ihtiyaç vardır.
Çalışmamızda 62 olguda (%16.1) babada kronik fiziksel hastalık, 87
(%22.2) olguda annede kronik fiziksel hastalık saptandı. Çalışmamızda 58
olguda (%15.7) babada ruhsal bozukluk, 33 olguda (%9.2) ise annede ruhsal
bozukluk saptandı. Cinsiyetler arasında ebeveynlerin fiziksel hastalıklarının ve
ruhsal bozukluklarının olması açısından anlamlı farklılık yoktu.
Svedin ve
ark.‘larının klinik örneklem üzerinde yaptıkları çalışmada; Cİ öyküsü olan 20
erişkinin 5‘inde, Ci öyküsü olan 18 kız ergenin 8‘inde ebeveynlerinin somatik bir
rahatsızlıkları olduğu ifade edilmiştir246. Anne ve babaların ruhsal sağlık
sorunları Cİ‘ye uğrama açısından bir risk etkeni olabilmekte, psikiyatrik
rahatsızlıkları anne ve babanın işlevselliklerini bozabilmekte ve ebeveyn rolünü
yerine getirmelerini güçleştirebilmektedir. Literatürde ebeveynlerde ruhsal
bozukluk varlığının, ebeveynleri fiziksel ve duygusal olarak daha az ulaşılabilir
duruma getirdiği ve çocuk bakımı, evlilik, yaşam düzeni gibi alanlarda doğru
kararlar vermelerini etkilediği, sonuç olarak da böyle bir ortamda çocukların Cİ
için artmış riske sahip oldukları ifade edilmektedir247,248. Çalışmamızda
ebeveynlerde saptanan ruhsal bozukluk varlığı oranlarının düşük olmasını;
anne ve babalara yönelik ayrıntılı bir psikiyatrik değerlendirme yapılmaması ve
herhangi bir ruhsal sağlık sorunlarının olup olmadığının kendilerine sorularak
öğrenilmesi ile ilişkili olabileceğini düşünmekteyiz.
Çalışmamızda olguların 58‘inde (%15.7) babada ruhsal bozukluk
saptanmış olup; 41 olgunun (%11) babasında alkol ve/veya madde bağımlılığı
saptandı. Çalışmamızda olguların 33‘ünde (%9.2) annede ruhsal bozukluk
saptanmış olup; 20 olgunun (%5.1) annesinde MDB saptandı. Literatürde bazı
çalışmalarda ebeveynlerdeki bir takım sorunların özellikle; annede fiziksel
hastalık, annede alkolizm, uzamış anne yokluğu, ciddi evlilik çatışmaları,
101
ebeveynlerde madde bağımlılığı, sosyal izolasyon ve cezalandırıcı ebeveynlik
gibi faktörlerin artmış Cİ riski ile ilişkili olduğu ifade edilmektedir 138,171,249.
Konuyla ilgili bir çalışmada her dört babadan birinin istismar anında alkol etkisi
altında olduğu saptanmıştır246. Almanya‘da psikosomatik kliniğinde yatan
hastalarda yapılan bir çalışmada; çocukluk döneminde Cİ‘ye uğrayan olgularda
ebeveynlerinde aşırı düzeyde alkol tüketiminin varlığı, Cİ‘ye uğramayanlara
göre anlamlı düzeyde daha yüksek oranda saptanmıştır86. Svedin ve ark.‘larının
klinik örneklem üzerinde yaptıkları çalışmada; Cİ öyküsü olan 20 erişkinin
2‘inde, Ci öyküsü olan 18 kız ergenin 1‘inde ebeveynlerinin psikiyatrik bir
rahatsızlıkları olduğu ifade edilmiştir246. Çalışmamızda olguların babalarında
saptanan bozuklukların büyük çoğunluğunu alkol ve/veya madde bağımlılığının
oluşturması yazınla örtüşen bir bulgudur.
Çalışmamızda olguları aile durumu açısından değerlendirdiğimizde; 285
olgunun (%71.1) ebeveynlerinin birlikte yaşadığı, 62 olgunun (%15.5)
ebeveynlerinin boşanmış olduğu ve 54 olgunun (%13.5) ise parçalanmış
ailelere sahip olduğu saptandı. Aile yapısı açısından değerlendirdiğimizde ise;
249 olgu (%62.1) çekirdek ailede, 28 olgu (%7.0) geniş ailede, 70 olgu (%17.5)
tek ebeveyn ile, 16 olgu (%4.0) üvey ebeveyn veya evlatlık verildiği aile ile, 19
olgu (%4.7) kurum veya sığınma evinde, 14 olgu (%3.5) akraba yanında, 5 olgu
(%1.2) ise nikahsız eşi ile yaşamaktaydı. Cinsiyetler arasında aile durumu ve
aile yapısı açısından anlamlı farklılık saptanmadı. Literatürde; ayrılık, boşanma,
terk etme, ölüm, mental ve fiziksel hastalık, madde veya alkol problemi
nedeniyle olan annenin yokluğunu ensestin görüldüğü ailelerde sıklıkla
gözlenen bir dinamik olduğu ifade edilmiştir247,248. Literatürde; Cİ ensest
şeklinde olsun veya olmasın Cİ kurbanlarının ailelerinin, Cİ‘nin görülmediği
ailelere göre; daha az birbirine bağlı ve daha düzensiz ve işlevsiz olduğu ifade
edilmektedir250. Ensestin görüldüğü ailelerde ise; iletişim problemleri, duygusal
yakınlık ve esneklikte yetersizlik ve sosyal izolasyonun daha sıklıkla tanımlanan
problemler
olduğu
bildirilmektedir251.
Araştırmacılar
ensestin
görüldüğü
ailelerdeki işlevsiz paternin sürmesinin, ensestin bir sonucu da olabileceğinin
göz ardı edilmemesi gerektiğini ifade etmektedir238. Çengel ve ark‘nın yaptığı
çalışmada istismara uğrayan çocukların % 71.7‘sinin ailesinin çekirdek aile
olduğu ve 2008 yılında Priebe ve ark. nın yaptığı çalışmada da cinsel istismara
uğrayan çocukların % 58.3‘nün aileleri ile beraber yaşadığı bildirilmiştir 80,220.
102
Yaşları 10–16 arasında değişen Cİ‘ye uğrayan 132 olgu ve uğramayan 1746
olgunun değerlendirildiği bir çalışmada tek ebeveyle yaşamanın, her iki
ebeveynle birlikte yaşamaya göre çocukluk Cİ riskini 2.2 kat arttırdığı ifade
edilmiştir252. Konuyla ilgili başka bir çalışmada ise; her iki biyolojik ebeveynin
yokluğunun çocukluk Cİ riskini 3.1 kat arttırdığı ifade edilmiştir245. Almanya‘da
psikosomatik kliniğinde yatan hastalarda yapılan bir çalışmada; çocukluk
döneminde Cİ‘ye uğrayan olgularda hayatlarının ilk 7 yılında ebeveynlerinin
boşanmasının, Cİ‘ye uğramayan olgulara göre anlamlı düzeyde daha yüksek
oranda görüldüğü ifade edilmiştir86. Bernard-Bonnin ve ark. 7–12 yaş aralığında
olan Cİ mağduru olan 67 kız çocuk ile Cİ mağduru olmayan 67 kız çocuğu
karşılaştırdıkları çalışmalarında; Cİ mağduru olan olguların %25.4‘ünün
ebeveynlerinin birlikte olduğunu, %53.7‘sinde ise çocuğun tek ebeveynle
yaşadığını ve tek ebeveynle yaşama oranının Cİ mağduru olmayan gruptan
anlamlı düzeyde daha yüksek saptandığını bildirmiştir241. Cİ‘ye uğrayan
çocukların
sıklıkla
geniş
ailelerden
geldiği
ifade
edilmekle253
beraber
çalışmamızda geniş aile sadece olguların %7‘sinde saptanmıştı. Çalışmamızda
saptanan yüksek çekirdek aile oranı, ülkemizde Çengel ve ark.‘nın yaptığı
çalışma80 ile uyumludur. Literatürde tek ebeveynle yaşamanın Cİ için risk
faktörü olduğu ifade edilmekle beraber bulgularımızın yazınla uyumlu
olmayışının, ülkemizde sıkça rastlanan kültürel olarak evliğin sürdürülmesi
gerektiği düşüncesinden ve annelerin çalışmama oranlarının babalara göre
daha fazla olmasının, ekonomik bağımlılıkları nedeniyle annelerin evliliği
sürdürmelerine neden olmasından kaynaklandığı düşünülebilir. Çekirdek aile ile
yaşama oranlarının bizim çalışmamızda yazından farklı olarak daha yüksek
bulunması, kültüre ait özellikler göz önünde bulundurulduğunda aile yapısının
sağlam tutulmaya çalışılması ile ilişkili olabilir. Hatta bazen bu durumun
istismarın inkârı ile sonuçlanabileceği de akla gelmelidir.
Çalışmamızda 70 (%17.8) olguda anne ve baba arasında akrabalık
saptandı. Cinsiyetler arasında akrabalık açısından anlamlı farklılık saptanmadı.
Literatürde Cİ olgularının ebevynlerini akrabalık açısından değerlendiren
çalışma bulunmamaktadır.
Çalışmamızda sadece 65 olguda (%16.2) doğumdan bu yana yaşanan
göç saptanmıştı. Cinsiyetler arasında göç öyküsü açısından anlamlı faklılık
saptanmadı. Literatürde; göç olgusunun çocuğa yönelik ihmal ve istismarın
103
ortaya çıkmasında zemin hazırlayıcı bir etken olduğu bildirilmektedir 5. Sık
taşınma ve beraberindeki değişken çevre istismar olgularında sıklıkla bulunan
bir durumdur. Bu konuyu inceleyen az sayıda çalışma vardır. Sık taşınan
çocukların, istismara uğramamış akranlarına oranla her gittikleri yerde iki kat
daha fazla istismar riski taşıdıkları belirtilmekte ve sık yer değişiminin istismarın
gelişimsel sonuçları etkilemesini açıklamada aile çevresinin ve buna bağlı
sosyal destek kalitesinin azalması gösterilmektedir91. İsveç‘de yapılan bir
çalışmada 1943 öğrenci Cİ öyküsü açısından değerlendirilmiş ve Cİ öyküsü
olan ve olmayan grup arasında göç açısından farklılık saptanmadığı ifade
edilmiştir83. Sık adres değişikliği ve sosyal izolasyon Cİ‘nin gerçekleştiği
ailelerde sıklıkla bildirilmektedir254.
Çalışmamızda; 51 olguda (%13.6) ebeveynler arası fiziksel şiddet
saptandı. Ebeveynler arası fiziksel şiddet; 46 kız olguda (%15.6) varken, erkek
olguların sadece 5‘inde (%6.3) saptandı ve bu farklılık anlamlıydı. Cinsel
istismar mağduru olan çocukların ailelerinde evlilik ilişkisinde önemli düzeyde
sıkıntı ve cinsel uyumsuzluk olduğu bildirilmektedir. Genellikle otoriter- agresif
baba figürleri ile, boyun eğen anne figürlerinden söz edilmektedir255. Boşanma,
ayrılık, şiddet, alkol ve madde kullanımı ve yoğun aile içi çatışmaların olduğu
ailelerde cinsel istismar riski belirgin olarak artmaktadır. Ayrıca boşanma ve/
veya ayrılık, aile içindeki Cİ‘nin bir sonucu da olabilmektedir246. Paveza ve
ark.‘nın bir çalışmasında; annenin eşi tarafından fiziksel şiddete uğradığı
ailelerde aile içi cinsel istismar riskinin 6.5 kat arttığı ifade edilmiştir256. BernardBonnin ve ark. 7–12 yaş aralığında olan Cİ mağduru olan 67 kız çocuğunun
yaklaşık %25‘inde ebeveynler arası fiziksel şiddet olduğunu bildirmişlerdir241.
Çalışmamızda; ebeveynler arası fiziksel şiddet varlığı ebeveynlerden alınan
bilgiye göre değerlendirildiği için; annelerin kaygı, korku veya utanç gibi
duyguları nedeniyle
verdikleri yanıtların
objektif
olmayabileceği ve
bu
durumunda daha düşük oranda ebeveynler arası şiddet saptanmasına yol
açtığını düşünmekteyiz.
Çalışmamızda; olguların 373 (%92.8)‘ünün adli makamlar aracılığı ile Cİ
açısından değerlendirilmesi için polikliniğimize yönlendirildiği ve 29 (%7.2)‘unun
polikliniğe Cİ nedeni ile doğrudan başvurduğu veya başka bir nedenle klinik
takibindeyken cinsel istismara maruz kaldığı saptandı. Kız ve erkek olgular
arasında başvuru şekilleri açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık
104
saptanmadı. Yazında; bildirilen vakaların buzdağının sadece görünen kısmı
olduğu, Cİ olgularının yanlızca %15‘inin bildirildiği ifade edilmektedir 48. Cİ‘ye
uğrayan çocukların sadece %60‘ı yaşadığı olayı birine bildirirken, olguların
sadece %3‘ü polise başvurmaktadır49. Çalışmamızda adli makamlar aracılığı ile
gelen olguların çoğunlukta olması, ülkemizdeki yasal düzenlemelere bağlı
olarak adli makamlara yansıyan olguların mutlaka çocuk psikiyatrisine
yönlendirilmesinden kaynaklanmaktadır. Doğrudan başvurma oranın daha
düşük olmasının, literatürde de belirtilen, Cİ bildirimlerinin gerçek rakamların
çok çok altında olmasından kaynaklanabileceğini düşünmekteyiz.
Çalışmamızda; olguların ilk cinsel istismar yaşantısından, klinikte bu
nedenle değerlendirilmelerine kadar geçen ortalama süre 241.14±441.77 gün
olarak saptandı. Kız ve erkek olgular arasında başvuruya kadar geçen süre
açısından farklılık anlamlıydı. Kız olgular erkek olgulara göre daha geç
dönemde Cİ nedeniyle değerlendirilmekte idi. İstismarı açıklamaya kadar geçen
süreyi değerlendiren çalışmalar ortalama 3–18 yıl gibi bir gecikmenin olduğunu
bildirmektedir50,54. Literatürde; istismarın neden olduğu utanç, suçluluk gibi
tepkilerden dolayı Cİ‘nin çoğu kez gizli olarak kaldığı ve sır olarak saklandığı
için
de
gerçek
istatistiksel
verilere
ulaşmanın
zor
olduğu
üzerinde
durulmaktadır38,9. Kanada‘da erişkin erkek ve kadınlarda çocukluk Cİ prevalansı
ve Cİ‘nin açıklanması üzerine yapılan bir çalışmada; kadınlarda Cİ prevalansı
%22.1,
erkeklerde
%9.7
olarak
saptanmış,
araştırmacılar
kurbanların
%21.2‘sinin ilk istismar olayından sonraki bir ay içinde istismarı açıklarken,
yaklaşık %57.5‘inin 5 yıl ya da daha fazla süreyle istismarı açıklamayı
geciktirdiğini bildirmiştir50. Summit çocuğun istismarı açıklamasını etkileyebilen
ve birkaç dinamikten oluşan çocuk cinsel istismarı uyum sendromunu
tanımlamıştır. Bu dinamiklerin (gizlilik, çaresizlik, tuzağa düşmüş olma hissi,
uyum, damgalanma) gecikmiş, ikna edici olmayan bildirime veya bildirimin geri
çekilmesine yol açabileceği ifade edilmektedir257. Çocukluğunda istismara
uğrayıp da bu istismarı bildirmeyen kişilerin oluşturduğu örneklem üzerinde,
bildirimin yapılmamasının nedenlerini araştıran bir çalışmada; mağdurlar
tarafından en çok verilen yanıt; mağdurların kendilerini istismardan dolayı
sorumlu hissettikleri ve istismarı yapan kişiye olan bağlılıkları nedeniyle
istismarcının cezalandırılmasını istememeleridir53. Araştırmacılar istismarın
sonlanması ve bildirimine kadar geçen sürenin psikopatoloji çeşitliliğinde rol
105
oynadığını ifade etmektedir131. Çalışmamızda başvuruya kadar geçen sürenin
kız olgularda, erkek olgulara göre daha uzun olmasından; kız olgularda aile içi
istismarın daha fazla görülmesinin sorumlu olabileceğini düşünmekteyiz.
Çalışmamızda
başvuru
yıllarına
göre
olgu
sayı
ve
cinsiyetini
değerlendirdiğimizde; 2001 ve 2005 yıllarında Cİ nedeniyle değerlendirilen
erkek olgu olmadığını, 2002 yılı hariç diğer yıllarda Cİ nedeniyle değerlendirilen
olgularda kızların yoğunlukta olduğu saptandı. 2006 yılından itibaren olgu
sayısında belirgin artış görülmekteydi. 2006 yılı öncesinde tek bir öğretim
görevlisi ile hizmet veren bölümümüz, 2006 yılından itibaren asistan almaya
başlamış, bu da olgu sayılarında artış olarak yansımıştır. Gerek örnek olaylar,
gerekse medya vb. birçok kaynak aracılığı ile toplumun bilinçlenmesinin, kız
mağdurların aileleri tarafından bildirimin artmasında ve kız olguların hemen her
yıl artış göstermesinde etkisi olduğunu düşünüyoruz. Ne yazık ki erkek olguların
bildirimi için aynı şeyi söylemek pek mümkün gözükmemektedir. Türk
toplumunun sosyal yapısının, erkek ve kız bireylere atfedilen rollerin bunda rol
oynadığını düşünmekteyiz.
Çalışmamızda;
istismar
olayının
gerçekleştiği
mevsim
olguların
%19.5‘inde kış, %31.1‘inde ilkbahar, %31.7‘sinde yaz, %17.7‘sinde sonbahar
olarak saptandı. Cinsiyetler arasında Cİ olayının gerçekleştiği mevsim
açısından anlamlı farklılık saptanmadı. Cİ olayının gerçekleştiği mevsimleri;
ilkbahar-yaz ve sonbahar-kış olarak grupladığımızda; olguların bu iki gruba
dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı. Olguların
büyük bir çoğunluğu (%62.9) ilkbahar-yaz mevsimlerinde istismara uğramakta
idi. Kendall-Tacket ve ark.‘ları saldırganların kız çocuklar için yaz, ilkbahar ve
sonbahar aylarını tercih ettiklerini, erkek çocuklarda ise hemen hemen eşit
derecede yaz ve ilkbahar aylarını tercih ettiklerini ifade etmişlerdir 131. Csorba ve
ark. Cİ nedeniyle değerlendirdikleri 209 kız çocuk ve ergenin istismar olayının
%59‘unda yaz, %19‘unda kış, %15‘inde sonbahar, %7‘sinde ise bahar
mevsiminde gerçekleştiğini bildirmiştir231. Tellez ve ark.‘nın 11844 olguluk
çalışmasında; cinsel istismarın, en fazla kasım ayı olmak üzere en sık ekim,
kasım ve aralık aylarında olduğu ifade edilmiştir258. Çorum Adli Tıp Şube
Müdürlüğü‘ne 2006–2007 yıllarında başvuran cinsel istismar mağduru çocuk
olguların değerlendirildiği bir çalışmada ise 11 olgunun 8 (%72.72)‘inin yaz
106
mevsiminde istismara uğradığı bildirilmiştir259. İstismar olayının gerçekleştiği
mevsim ile ilgili bulgularımız literatürün geneliyle uyumludur.
Çalışmamızda; 256 olgu (%63.7) kentsel bölgede, 146 olgu (%36.3)
kırsal bölgede yaşamaktaydı. Cinsiyetler arasında yaşanılan yer açısından
farklılık saptanmamıştı. Yazında kırsal veya kentsel bölgede yaşamanın Cİ için
bir risk faktörü olmadığı ifade edilmektedir221,237. Kırsal bölgeden gelen olguların
daha az sayıda olması, küçük yerleşim yerlerinde toplumsal baskıya bağlı
olarak Cİ‘nin açığa çıkmasının ve ifade edilmesinin daha güç olmasına bağlı
olabileceğini düşünmekteyiz.
Çalışmamızda; istismar olaylarının büyük bir çoğunluğunun (%71.0)
gündüz saatlerinde gerçekleştiği saptandı. Kız olgularda (%28.2) istismar
olayının gece gerçekleşmesi; erkek olgulara (%19.2) göre belirgin olarak daha
sıktı ve bu farklılık anlamlı idi. Kendall-Tacket ve ark.‘ları saldırganların kız ve
erkek çocuklar için öğleden sonra ve akşam saatlerini tercih ettiklerini ifade
etmişlerdir131. Bangladeş‘te yapılan bir çalışmada Cİ mağduru olduğu iddia
edilen çocuk ve yetişkinlerden oluşan 675 olgunun %45.8‘inin gündüz
saatlerinde istismara uğradığı bildirilmiştir232. Csorba ve ark. Cİ nedeniyle
değerlendirdikleri 209 kız çocuk ve ergenin istismar olayının %42‘sinde öğleden
sonra, %30‘unda gece, %20‘sinde akşam, %8‘inde sabah saatlerinde
gerçekleştiğini bildirmiştir231.
Çalışmamızda; Cİ olayının gerçekleştiği yer olguların çoğunda (%37.3)
istismarcının veya bir başkasının evi olarak saptandı. İstismarın gerçekleştiği en
sık ikinci yer ise olguların %22.9‘unda mağdurun evi olarak saptandı. Cinsiyetler
arasında; olay yeri değişkeni açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık
saptandı. Kızların büyük bir çoğunluğunun (%41.1) istismarcının veya bir
başkasının evinde, erkeklerin büyük bir çoğunluğunun (%37.5) açık alanda
istismara
uğradığı
saptandı.
Kız
olguların
istismarın
kendi
evlerinde
gerçekleşme oranı (%25.8), erkek olguların istismarın kendi evlerinde
gerçekleşme oranına göre (%12.5) anlamlı düzeyde daha yüksekti. Aile içi
istismar ve aile dışı istismar olgularının karşılaştırıldığı bir çalışmada 18 yaş altı
1054 Cİ olgusunun; %54.6‘sında çocuğun ve/veya istismarcının evinde
gerçekleştiği bildirilmiştir. Bu durum aile içi istismara maruz kalanlarda %78.3
oranında, aile dışı istismara maruz kalanlarda ise %38.6 oranında saptanmıştır
ve bu farklılığın anlamlı düzeyde olduğu ifade edilmiştir317. Csorba ve ark. Cİ
107
nedeniyle değerlendirdikleri 209 kız çocuk ve ergenin %23‘ünde Cİ‘nin evde
gerçekleştiğini ifade etmiştir231. Kendall-Tacket ve ark. kız çocukların erkek
çocuklara oranla 2 kat daha fazla bir olasılıkla kendi evlerinde saldırıya
uğradıklarını belirtmiştir131. Çalışmamızda Cİ olayının gerçekleştiği yer ile ilgili
bulgularımız literatürle uyumludur.
Çalışmamızda; olguların %99.8‘inin istismarcı cinsiyeti erkekti. Sadece 1
istismarcı bayandı ve kız olguya istismarda bulunmuştu. Klinik ve klinik olmayan
örneklemler üzerinde yapılan çalışmaların çoğunda istismarcı cinsiyetinin erkek
olduğu ifade edilmektedir. Kadın tarafından Cİ‘ye uğrama erkek çocuklarında
(%20),
kız
çocuklarına
göre
(%5)
daha
yüksek
oranda
görüldüğü
238
belirtilmektedir
. Literatürde istismarcıların %85–95 oranında erkek olduğu
bildirilmektedir4. İstismarcı cinsiyetinin kadın olduğu Cİ olgularının ise gerçek
yaygınlığı halen net olarak bilinmemektedir; ancak çocuk ve gençlere yönelik
istismarların %5‘inden daha azından sorumlu oldukları düşünülmektedir. Bazı
çalışmalarda kadın istismarcı oranları %4 ile %92 arasında tanımlanmaktadır260263
. Bernard-Bonnin ve ark. 7–12 yaş aralığında Cİ mağduru 67 kız çocuğunun
%98.5‘inde istismarcının erkek olduğunu bildirmiştir241. Kadın istismarcılar
tarafından
daha
çok
istismar
edilen
cinsiyetin
erkek
cinsiyet
olduğu
saptanmıştır264. Bir gözden geçirme çalışmasında; erkek Cİ kurbanlarının
istismarcılarının erkek olma oranlarının %18–97 arasında değişen oranlarda,
kız kurbanların istismarcılarının erkek olma oranlarının ise %80-100 arasında
değişen oranlarda olduğu bildirilmektedir265. Gazi Üniversitesi Çocuk koruma
Merkezi‘nde yürütülen bir çalışmada ergen Cİ‘si ile ilgili sonuçlara bakıldığında;
istismarcıların tamamının erkek olduğu ifade edilmiştir72. Alikaşifoğlu ve ark.
tarafından yapılan çalışmada dokuzuncu-onbirinci sınıflarda okuyan 1955 kız
öğrenciden; 1871 olgu (%95.7) Cİ ile ilgili sorulara yanıt vermiş, Cİ‘ye uğradığını
bildiren 250 (%13.4) öğrencinin 211‘i istismarcı cinsiyeti ile ilgili sorulara cevap
vermiş; bu olguların %92.9‘u erkek tarafından, %5.7‘si kadın tarafından, %1.4‘ü
de her iki cinsiyet tarafından Cİ‘ye uğradığını bildirmiştir70. İstismarcı cinsiyeti
bizim çalışmamızda sadece 1 olguda kadındı. Oranın düşüklüğü yazınla uyumlu
olmakla beraber bu istismarcının istismarda bulunduğu cinsiyetin kız olması
yazınla uyumlu değildir. Bahsedilen kadın istismarcının çocukluk döneminde
kendisinin de Cİ‘ye uğradığı öğrenilmiştir. Bir bireyin ileride çocuğa cinsel
saldırıda bulunma olasılığını arttırdığı tespit edilen en önemli çevresel neden,
108
kişinin kendisinin çocuklukta cinsel olarak istismara uğramasıdır95. Bu ilişki;
mağdurluk-saldırganlık döngüsü veya mağdur edilmiş-mağdur eden fenomeni
olarak adlandırılır. Literatürde bu durumun sıklığı ve yaygınlığı %28 ile %93
arasında çalışmadan çalışmaya, örneklemin nereden ve nasıl alındığına göre
çok çeşitlilik gösteren oranlarda bildirilmektedir. Kadınlarda bu durumun daha
belirgin olduğu, çocuğa cinsel saldırıda bulunan kadınların %47 ile %100
oranında çocuklukta Cİ‘ye uğradıkları belirtilmektedir79.
Çalışmamızda istismarcıların ortalama yaşı; 27.71±13.14 yıl olarak
saptandı. Bernard-Bonnin ve ark. 7–12 yaş aralığında olan Cİ mağduru olan 67
kız çocuğunun istismarcıların %7.7‘sinin 15 yaş altında olduğunu, %18.5‘inin
15–19 yaş grubunda, %67.6‘sının 20–59 yaş grubunda, %6.2‘sinin ise 60 yaş
ve üstü grupta olduğunu bildirmiştir241. Dickey ve ark.‘ları çalışmalarında çocuk
cinsel istismarcıların %44‘ünün 40–70 yaş aralığında olduğunu ifade etmiştir266.
Kadın istismarcıların erkek olgulara kıyasla; daha genç yaş grubunda oldukları,
daha fazla psikiyatrik bozukluk saptandığı, kişilik bozukluğu eşlik etme oranının
da fazla olduğu saptanmıştır79. Çalışmamızda istismarcı kadın sayısı bir kişi
olduğu için, istismarcı yaş ortalamaları cinsiyet açısından karşılaştırılamadı.
Çalışmamızda; birden fazla istismarcı tarafından istismar edilme oranı
%15.9 olarak saptandı. Birden fazla istismarcı tarafından istismar edilme oranı
erkeklerde (%28.4), kızlara (%12.4) göre anlamlı düzeyde yüksek bulundu.
Santos ve arkadaşları cinsel istismar kurbanlarının birden çok istismarcı
tarafından istismar edilme oranını %11 olarak bildirmişlerdir78. 19 Mayıs
üniversitesinde yapılan çalışmada birden çok istismarcı tarafından istismar
edilme oranı
%9.7 olarak bildirilmiştir73. Almanya‘da psikosomatik kliniğinde
yatan hastalarda yapılan bir çalışmada çocukluk döneminde Cİ‘ye uğrayan 250
erişkin hastanın %21.4‘ü birden fazla istismarcı tarafından istismara uğradığını
bildirmiştir86. Ondokuz Mayıs Üniversitesi‘nde yapılan bir çalışmada Cİ‘ye
uğradığı düşünülen ve adli makamlarca yönlendirilmiş olan 72 çocuk ve ergenin
7‘sinde
birden
fazla
istismarcı
tarafından
istismar
edilme
saptandığı
bildirilmektedir73. İstismarcı sayısı ile ilgili bulgularımız literatürle uyuşmaktadır.
Çalışmamızda olgular istismarcı yakınlığı açısından; akraba, tanıdık ve
yabancı olarak değerlendirildiğinde; istismarcının olguların %66.2‘sinde tanıdık,
%17.9‘unda akraba, %15.9‘unda ise yabancı biri olduğu saptandı. İstismarcının
akraba olması; kız olgularda (%21.0), erkek olgulara (%6.8) göre daha yüksek
109
oranda saptandı. İstismarcının yabancı olması; erkek olgularda (%20.5), kız
olgulara (%14.6) göre daha yüksek oranda saptandı. Cinsiyetler arasındaki bu
farklılıklar anlamlıydı. İstismarcı yakınlığını; aile içi (akraba) ve aile dışı (tanıdık
ve yabancı) olarak 2 grupta değerlendirdiğimizde ise; olgularının çoğunda
(%82.1) istismarcının aile dışından biri olduğu saptandı. Aile içi istismara
uğrayan 72 olgunun 66 (%91.7)‘sı kız, 6 (%8.3)‘sı erkekti. İstismarcının aile
içinden olması kızlarda erkeklere göre (%21.0/%6.8) daha yüksek oranda
saptanırken, istismarcının aile dışından olması ise erkeklerde kızlara göre
(%93.2/%79.0) daha yüksek oranda saptandı. Cinsiyetler arasındaki bu
farklılıklar anlamlıydı. Birçok çalışmada istismarın aile içi veya aile dışı olmasına
bağlı olarak, istismar şekli ve sonuçlarının farklı olduğu gösterilmiştir267,268.
İstismarcı ve kurban ilişkisini inceleyen birkaç çalışmada aile içi istismar
kurbanlarının
daha
fazla
fiziksel
ve
duygusal
zarar
gördüğü
tespit
edilmiştir218,267. İstismarın sonuçlarının; çocuğun yaşı küçükse, istismar
sürekliyse, genital penetrasyon içeriyorsa, tehdit eşlik ediyorsa, istismarcı babaüvey baba ve aile desteği yetersiz ise daha ciddi olabileceği ifade
edilmektedir131. Literatürde bu özelliklerin özellikle aile içi istismarla birlikteliği
durumunda sonuçların daha ciddi olabileceğine işaret edilmektedir. Aynı
zamanda aile içi olguların genellikle gizli kaldığı ve daha az fark edildiği ifade
edilmektedir. Bu durumun istismarın devam etmesine ve çocuk veya 3. bir şahıs
tarafından daha geç bildirilmesine yol açtığı düşünülmektedir235. İstismarcının
kimliği ile ilişkili olarak yazında bulunan ilk çalışmalarda istismarcının büyük
çoğunlukla yabancı biri olduğu düşünülmekteydi. Son yıllarda ise; Cİ
kurbanlarının çoğunlukla bakıcı, aile dostu veya komşu gibi akraba olmayan
tanıdıklar tarafından istismara uğradığı bildirilmektedir9. Genel popülasyon
temelli, klinik olmayan örneklemdeki araştırmalar baba ve üvey baba tarafından
Cİ‘ye uğramayı %6-16 oranında, herhangi bir akraba tarafından Cİ‘ye uğramayı
olguların üçte birinden fazlasında, yabancı tarafından Cİ‘ye uğramayı ise %5-15
oranında ve geri kalan olguda da tanıdık tarafından Cİ‘ye uğrama olduğunu
bildirmektedir. Klinik popülasyondaki çalışmalar ise; istismarcıların olguların 1/31/4‘ünde ebeveyn, yaklaşık 1/2‘sinde ise herhangi bir akrabadan oluştuğunu
ifade etmektedir238. ABD istatistiklerine göre %27 oranında ensest görüldüğü
ifade edilmektedir79. Yeni Zelanda‘da topluma dayalı örneklemde erişkin
bayanlarla yapılan bir çalışmada; istismarcıların olguların %38.3‘ünde akraba,
110
%15‘inde yabancı, %46.3‘ünde tanıdık olduğu bildirilmiştir 269. Meksika,
Almanya, Kenya‘da istismarla ilgili yapılan çalışmalarda istismarcıların sırasıyla
%30.1, %50.3, %82 oranlarında tanıdık olduğu saptanmıştır56,86,87. Yaşları 10
ay ile 13 yaş arası değişen Cİ mağduru olan 254 kız ve 40 erkek olgunun geriye
dönük araştırıldığı bir çalışmada; olguların %79‘unun istismarcısını tanıdığı
bildirilmiştir270. Edgardh ve ark. klinik olmayan örneklemde 17 yaşında öğrenci
olan ve olmayan grupta Cİ prevelansı ve özelliklerini değerlendirdikleri
çalışmalarında; istismarcının Cİ öyküsü olan 25 erkek öğrencinin %21‘inde
yabancı, %37‘sinde kendi arkadaşı, %16‘sında ailesinin bir arkadaşı olduğu
ifade edilmiştir. Aynı çalışmada istismarcının Cİ öyküsü olan 126 kız öğrencinin
%29‘unda yabancı, %19‘unda kendi arkadaşı, %22‘sinde ailesinin arkadaşı
olduğu ifade edilmiştir83. Portekiz‘de 1997–2007 arasındaki tıbbi–adli kayıtların
geriye dönük olarak değerlendirildiği bir çalışmada cinsel istismara uğrama
şüphesi olan 1054 çocuk ele alınmış. Olguların %59.8‘inde şüpheli istismarcının
aile dışından, %40.2‘sinde ise aile içinden olduğu bildirilmiştir. Şüpheli
istismarcının aile dışı olduğu olguların, 428‘i (% 67.9) tanıdık, 202‘si (% 32.1)
ise yabancı istismarcı tarafından Cİ‘ye uğradığını ifade etmiştir235. Csorba ve
ark. Cİ nedeniyle değerlendirdikleri 209 kız çocuk ve ergenin %41‘inde
istismarcının
tanıdık,
%25‘inde
akraba,
%34‘ünde
yabancı
olduğunu
bildirmiştir231. Bernard-Bonnin ve ark. 7–12 yaş aralığında Cİ mağduru 67 kız
çocuğunun istismarcılarının %49.2‘sinde yakın akraba, %19.4‘ünde uzak
akraba, %25.4‘ünde tanıdık ve %6‘sında yabancı olduğunu bildirmiştir 241.
Ullman ve ark.‘nın yaptığı çalışmada ise yabancı tarafından kızların % 11.5,
erkeklerin % 4.8, tanıdık tarafından kızların % 49.2, erkeklerin % 52.4, akraba
tarafından ise kızların % 39.3, erkeklerin % 52.4 oranında istismara uğradığı
belirtilmiştir271. Gold ve ark.‘larının çocukluk döneminde Cİ‘ye uğramış olan
yetişkin 48 erkek ve 257 kadınla yaptıkları çalışmada; kadınların, erkeklere göre
daha fazla aile içi istismara uğradığını ifade etmişlerdir272. Magalhaes ve
ark.‘nın çalışmasında; 860 kız çocuğundan 357‘si (% 41.5) aile içi, 503‘ü (%
58.4) aile dışı, 194 erkek çocuğundan ise 67‘si (% 34.5) aile içi, 127‘si (% 65.5)
aile dışı istismarcı tarafından istismar edilmiş olup; kızların erkeklere göre daha
çok aile içi, erkeklerin ise daha çok aile dışı istismara uğradığı bildirilmiştir 235.
Bir çalışmada erkeklerin yabancılar tarafından istismara uğramalarının, kızlara
göre daha sıklıkla görüldüğü ifade edilemektedir96. Çalışmamızla aynı coğrafik
111
bölgede 101 olgu üzerinde yapılan bir çalışmada; aile dışı istismara maruz
kalma erkeklerde %92.3 iken, kızlarda bu oran %75.5 olarak bildirilmiştir 233.
Şahin ve ark.‘ı istismarcıların 22‘sinin (% 34.3) aile içi, 42‘sinin (% 65.7) ise aile
dışı olduğunu belirtmiş olup toplamda 24 olgu (% 37.5) ile istismarcının en sık
tanıdık olduğunu bildirmiştir219. İstanbul‘da dokuzuncu-onbirinci sınıflarda
okuyan 1955 kız öğrenci arasında yapılan bir diğer çalışmada; 1871 olgu
(%95.7) Cİ ile ilgili sorulara yanıt vermiş, 250 olgu ( %13.4) Cİ‘ye uğradığını
bildirirken, 169 olgu istismarcı ile ilişkiyi sorgulayan soruya cevap vermiş;
bunların %1.8‘i ensest, %50‘si bir yabancı tarafından istismar edildiklerini
bildirmiştir70. Ondokuz Mayıs Üniversitesi‘nde yapılan bir çalışmada Cİ‘ye
uğradığı düşünülen ve adli makamlarca yönlendirilmiş olan 72 çocuk ve
ergende istismarcının %11.1‘inde yabancı, %66.7‘sinde tanıdık ve %22.2‘sinde
ise akraba olduğu bildirilmiştir73. Çalışmamızda tanıdık ve yabancı tarafından
istismara uğrama oranları literatürle uyumlu iken; akraba tarafından istismar
edilme oranları literatüre göre daha düşük saptanmıştır. Cinsiyetler arasında
istismarcı yakınlığı açısından saptadığımız farklılıklar literatürle örtüşmektedir.
Mağdur tarafından, akrabalar tarafından istismar edilmenin açıklanmasının ve
başkaları tarafından fark edilmesinin daha güç olmasının akrabalar tarafından
istismar
edilme
oranlarının
daha
düşük
olmasında
rol
oynadığı
düşünülmektedir.
Çalışmamızda 72 olgunun istismarcısı aile içinden olup bunlar; %23.6
oranında kuzenler, %22.2 oranında öz baba ve %8.3 oranında üvey baba
olarak saptandı. Baba ve üvey baba tarafından Cİ‘ye uğrama sadece kız
olgularda mevcuttu. Çalışmamızda literatürden farklı olarak kuzenler tarafından
istismar edilme (%23.6) en yüksek oranda bulunmuştur. Magalhaes ve ark‘nın
çalışmasında; istismarcısı aile içi olanların 195‘i (% 46.0) akraba (1. derece
olmayan), 190‘ı (% 44.8) baba ve 39‘u (% 9.2) da üvey baba olarak
bulunmuştur235. Carlstedt ve ark‘nın yaptıkları 162 olgudan oluşan çalışmada;
istismarcılardan 45‘inin (% 27.7) tanıdık, 41‘inin (% 25.3) yabancı ve 38‘inin (%
23.4) baba olduğunu göstermişlerdir230. Csorba ve ark. Cİ nedeniyle
değerlendirdikleri 209 kız çocuk ve ergenin %25‘inin aile içi Cİ‘ye uğradığını ve
bunların %40‘ında istismarcının üvey baba, %44‘ünde ise öz baba olduğu
belirtilmiştir231. Edgardh ve ark. klinik olmayan örneklemde 17 yaşında öğrenci
olan ve olmayan grupta Cİ prevelansı ve özelliklerini değerlendirdikleri
112
çalışmalarında; Cİ öyküsü olan 25 erkek öğrencide istismarcının %5‘inde baba,
%5‘inde anne, %5‘inde öz kardeş, %5‘inde üvey kardeş, %5‘inde koruyucu
ebeveyn olduğunu, 126 kız öğrencide ise istismarcının %9‘unda öz baba,
%5‘inde üvey baba, %4‘ünde öz kardeş, %1‘inde üvey kardeş, %4‘ünde
koruyucu ebeveyn olduğunu bildirmiştir83. Svedin ve ark.‘larının klinik örneklem
üzerinde yaptıkları çalışmada; Ci öyküsü olan 18 kız ergenin 10‘unun baba,
üvey baba, anne veya abi tarafından Cİ‘ye uğradığı ifade edilmiştir 246.
Almanya‘da psikosomatik kliniğinde yatan hastalarda yapılan bir çalışmada
çocukluk döneminde Cİ‘ye uğrayan 250 erişkin hastanın %25.7‘si baba veya
üvey baba, %4‘ü anne veya üvey anne, %12.4‘ü amca veya kuzen, %10‘u kız
veya erkek kardeş, %7.6‘sı dede veya nene, %30.1‘i tanıdık, %29.3‘ü de
yabancı tarafından Cİ‘ye uğradığını bildirmiştir86. Gazi Üniversitesi Çocuk
Koruma Merkezi‘nde yürütülen bir çalışmada ergen Cİ‘si ile ilgili sonuçlara
bakıldığında; akran istismarının %33.3, bir erkek akraba tarafından istismarın
%7.4, öz baba istismarının %14.8 ve yabancı istismarının %25.9 olduğu
belirtilmiştir72.
Çalışmamızda yaş ile istismarcı yakınlığı arasındaki ilişki incelendiğinde;
aile içi Cİ olguların yaş ortalaması 12.53±3.73 yıl, aile dışı Cİ olguların yaş
ortalaması 12.95±3.56 yıl olarak saptandı. Aile içi Cİ‘ye uğrayan olgularda;
cinsiyetler arasında ortalama yaş açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık
saptanmazken, aile dışı Cİ‘ye uğrayan kız olguların ortalama yaşı (13.63±3.32),
erkek olgulara (10.88±3.45) göre istatistiksel olarak daha yüksek saptandı.
Çalışmamızda; ortalama yaş olan 13 yaşın altında ve üstünde olan olguları
istismarcı yakınlığı açısından değerlendirdiğimizde; tanıdık biri tarafından
istismar edilme; 13 yaş ve üstü grupta (%72.9), 13 yaşın altındaki gruba
(%54.4) göre ve yabancı biri tarafından istismar edilme ise; 13 yaş altı grupta
(%27.9), 13 yaş ve üstü gruba (%9.0) göre daha yüksek oranda saptandı ve bu
farklılıklar istatistiksel olarak anlamlıydı. Magalhaes ve ark.‘nın yapmış olduğu
çalışmada; aile içi istismara uğrayanların yaş ortalaması 9.43 iken aile dışı için
11.7 olarak bildirilmiştir235. Bu konuda yurtdışında yapılan çalışmalarda
genellikle küçük yaş grubundaki olgularda istismarcının aile içinden olma
olasılığının arttığı, daha uzun sürdüğü ve daha fazla psikopatoloji ile
sonuçlandığı belirtilmektedir273. Çalışmamızda ise uluslararası literatürün aksine
küçük yaş grubunda istismar eden kişinin daha çok aile dışından biri olduğunun
113
saptanması; ülkemizde Cİ‘ye uğranılan yaş ile istismarcının aile içinden ya da
dışından olmasının ilişkisini inceleyen bir çalışmanın, 12 yaş altında istismara
uğrayan olguların daha çok aile dışından biri olduğu yönündeki bulgusu ile
uyumludur70. Alikaşifoğlu ve ark. tarafından yapılan bu çalışmada dokuzuncuonbirinci sınıflarda okuyan 1955 kız öğrenciden; 1871 olgu (%95.7) Cİ ile ilgili
sorulara yanıt vermiş, Cİ‘ye uğradığını bildiren 250 (%13.4) öğrencinin %93‘ü
12 yaşından önce istismara uğradığını belirtmiştir ve 12 yaşından önce Cİ‘ye
uğrayan
bu
grupta
istismarcının
%41
oranında
yabancı
biri
olduğu
belirlenmiştir70. Küçük yaş grubunda istismarcının daha çok aile dışından biri
olması kültüre ait özellikleri de akla getirmektedir. Bir başka ifadeyle kültürel
olarak bazı çevrelerde ailelerin çocuklarını tanımadıkları bir yabancıya teslim
etmede
sakınca
görmeyen
ve
aslında
neredeyse
ihmal
olarak
değerlendirilebilecek bu yaklaşımları nedeniyle aile dışındaki yabancılar bu
çocuklara daha kolay ulaşabiliyor olabilir. Ancak kültürel özelliklerin etkisiyle ilgili
yeterli
değerlendirme
yapabilmek
için
yeni
araştırmalara
gereksinim
bulunmaktadır. Bu konuyla ilgili akla gelen bir başka etken de anne babaların,
ne tam olarak ergen, ne de çok küçük olmayan 11–13 yaş grubu çocuklarını
koruma konusundaki yetersiz ebeveynlikleri olabilir. Ancak çalışmamızda anne
babaların ebeveynlik işlevlerine bakmadığımız için bunu söyleyebilmek çok da
uygun görülmemektedir. Ebeveynlik işlevlerinin de dâhil edildiği çalışmalara
gereksinim vardır. Aile dışı istismarcı varlığının daha fazla tanımlandığı
çalışmanın her iki yaş grubunda, açıklanmamış olası aile içi istismar varlığı da
olguların takip sürecinde akılda tutulması gereken bir başka konudur. Bu
anlamda her iki grupta da aile dışı istismarın fazla görülmesinin nedenlerinin de
aile içinde istismarın bir sır olarak sürmesine izin veren kültürel etkenlerle ilişkili
olabileceği düşünülebilir.
Çalışmamızda aile durumu ile istismarcı yakınlığı arasındaki ilişkiyi
değerlendirdiğimizde; boşanmış veya parçalanmış aile durumu olanların aile içi
istismara uğrama oranları (%25.9), anne ve baba birlikte aile durumuna (%14.7)
göre anlamlı düzeyde daha yüksek oranda saptandı (p=0.008). Literatürde de
belirtildiği gibi aile yapısında ve işlevselliğinde var olan problemlerin her tür
istismar için risk oluşturduğunu düşünürsek, evlilikde uyum problemlerin yoğun
olduğu ailelerde aile içi Cİ‘nin daha fazla olması şaşırtıcı değildir.
114
Çalışmamızda; olguların ilk cinsel istismar yaşantısından, klinikte bu
nedenle değerlendirilmelerine kadar geçen süre ile istismarcı yakınlığı arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptandı. İstismarcının aile içi (akraba)
olduğu olgularda başvuruya kadar geçen sürenin (475.53±639.18 gün),
istismarcının aile dışı (yabancı ve tanıdık) olduğu olguların başvuruya kadar
geçen süresine (197.63±380.17 gün) göre daha uzun olduğu saptandı.
Çocukluğunda
istismara
uğrayıp
da
bu
istismarı
bildirmeyen
kişilerin
oluşturduğu örneklem üzerinde, bildirimin yapılmamasının nedenlerini araştıran
bir çalışmada; mağdurlar tarafından en çok verilen yanıt; mağdurların kendilerini
istismardan dolayı sorumlu hissettikleri ve istismarı yapan kişiye olan bağlılıkları
nedeniyle istismarcının cezalandırılmasını istememeleridir53. Taveira ve ark.‘ları
aile içi Cİ kurbanın daha küçük yaşta olması, daha fazla duygusal istismara
uğraması, istismarcıyla daha yakın ilişkide olmasından dolayı aile dışı Cİ‘ye
göre daha az fark edildiğini ve bildiriminin daha geç olduğunu ifade
etmektedir274. İstismarcının aile içinden olduğu olgularda başvurunun daha geç
olması ile ilgili bulgumuz literatürle uyumludur.
Çalışmamızda istismar sıklığı açısından değerlendirdiğimizde olguların;
%56.0‘sı bir defa, %18.4‘ü birden fazla kez, %25.6‘sı da pek çok kez Cİ‘ye
uğramıştı. Çalışmamızdaki olguların 177‘sinde (%44.0) cinsel istismarın
tekrarladığı görülmüş idi. Cinsiyet ile istismarın tekrar edilmesi arasındaki ilişki
incelendiğinde; tekrarlama kızların 158‘sinde (%50.3), erkeklerin ise 19‘unda
(%21.6) görülmekte idi. Cinsiyet ve istismarın tekrarlaması arasındaki ilişki
anlamlı bulunmuştu.
Yaş ile
istismarın
tekrarlaması arasındaki ilişkiyi
incelediğimizde ise; 3–6 yaş, 7–11 yaş,12–14 yaş gruplarında istismarın bir kez
olması, 15 yaş ve üzeri yaş grubunda ise Cİ‘nin tekrarlaması daha fazla oranda
saptanmıştı ve bu ilişki istatistiksel olarak anlamlıydı. Aile içi istismarların
çoğunluğunun (%56.9) tekrarladığı, aile dışı istismarların çoğunluğunun (%58.8)
ise tekrarlamadığı saptandı ve bu farklılık anlamlıydı. Klinik olmayan
örneklemde yapılan çalışmalar istismarın birçok kez tekrarlamasını %50‘ye
varan oranlarda bildirirken, klinik çalışmalarda bu oran %75‘e varan oranlarda
bildirilmektedir238. Cinsel istismarın tekrarlaması üzerine yapılan literatürdeki
çalışmalar değerlendirildiğinde; ülkemizde bu oran Çengel ve ark. tarafından 51
olgunun 26‘sında (%50.9) bildirilmiştir80. Priebe ve ark. 1962 olgunun 1369‘unda
(% 69.8), Shaw ve ark. 51 olgunun 33‘ünde (% 64.8), Edgard ve ark. 77
115
olgunun 69‘unda (% 89.6) istismarın tekrarladığını göstermişlerdir 220,275,276.
İsveç‘de yapılan bir çalışmada Cİ öyküsü olan 25 erkek öğrencinin %61‘inde
istismarın bir kez olduğu, 126 kız öğrencinin ise %53‘ünde istismarın bir kez
olduğu saptanmıştır83. Priebe ve ark.‘nın yaptığı çalışmada; kızların % 62.9,
erkeklerin % 47.7‘sinde istismarın tekrarladığı saptanmış olup ilişki istatistiksel
olarak anlamlı bulunmuştur277. Bouvier ve arkadaşları çalışmalarında cinsel
istismarın
tekrarlama
oranını
%24
olarak
bildirmişken 136,
19
Mayıs
üniversitesinde yapılan çalışmada bu oran %59.7 olarak bulunmuştur 73. Csorba
ve ark. Cİ nedeniyle değerlendirdikleri 209 kız çocuk ve ergende istismarın bir
kez olma oranını %79, tekrarlama oranını ise %21 olarak bildirmiştir 231.
Bernard-Bonnin ve ark. 7–12 yaş aralığında Cİ mağduru 67 kız çocuğun
%25‘inde istismarın bir defa gerçekleştiğini bildirmiştir241. Ruggıero ve ark.‘nın
yaşları 6–16 arasında değişen 80 Cİ olgusunu değerlendirdikleri çalışmalarında
Cİ‘nin bir kez gerçekleşme oranı %59.6 olarak bildirilmiştir218. İstismarın
tekrarlaması ile ilgili bulgularımız literatürle uyumludur. Yaş gruplarına göre
istismarın tekrarlama durumunu literatürde tanımlayan çalışma bulunamadığı
için bu konuda karşılaştırma yapılamamıştır. Çalışmamızda aile içi istismar
olaylarının daha fazla tekrarlamasından, istismarcının mağdura daha rahat
erişebilmesi ve mağdur-istismarcı bağının bu kısır döngünün devam etmesine
katkıda bulunmasının rolü olduğunu düşünmekteyiz.
Çalışmamızda; olgular Cİ şekli açısından değerlendirildiğinde; olguların
138‘inde (%34.3) sadece vajinal penetrasyon, 62‘sinde (%15.4) sadece anal
penetrasyon, 51‘inde (%12.7) sadece dokunma, 19‘unda (%4.7) sadece
sürtünme, 7‘sinde (%1.7) sadece gösterimcilik, 5‘inde (%1.2) sadece öpme,
4‘ünde (%1.0) sadece oral penetrasyon, 4‘ünde (%1.0) sadece pornografik
fotoğraflama, 1‘inde (%0.2) sadece sözel istismar şeklinde olduğu saptanmıştı.
Geriye kalan olguların 111‘unda (% 27.6) ise bu istismar şekilleri birliktelik
göstermekte idi. Pornografik izletme ise dokunma ve öpme istismar şekilleri ile
birlikte 1 (%0.2) olguda saptanıp, sadece pornografi izletme istismar şekline
maruz kalan olgu saptanmamıştı. Oral ve ark‘nın yaptığı çalışmada istismara
uğrayan 50 olgunun 13‘ü (% 26) cinsel istismara uğramış olup bunlardan 8‘inin
(% 61.5) vajinal penetrasyon, 2‘sinin (% 15.3) anal penetrasyon ve 3‘ünün de
(% 23.0) dokunma şeklinde istismara maruz kaldığı bildirilmiştir1. Alikasifoğlu ve
ark.‘nın
çalışmasında
dokuzuncu-onbirinci
sınıflarda
okuyan
1955
kız
116
öğrencilerde yaptığı çalışmada; 1871 olgu (%95.7) Cİ ile ilgili sorulara yanıt
vermiş, Cİ‘ye uğradığını bildiren 250 (%13.4) öğrencinin %11.3‘ü cinsel
bölgelerinin ellenmesi şeklinde, %4.9‘u ise cinsel ilişkiye zorlanma şeklinde Cİ
bildirmişlerdir70. İsveç ve Avustralya‘da yapılan 2 çalışmada da temas
içermeyen istismar olaylarının, temas içiren istismar olaylarına göre daha
yaygın görüldüğü ifade edilmektedir81,278. Chen ve ark.‘ı yaş ortalaması 17.2
olan öğrenci örneklemi üzerinde 16 yaşından önce istenmeyen bir cinsel
aktivitede bulunmayı değerlendirmiş ve temas içermeyen Cİ‘nin, temas içeren
Cİ‘ye göre daha sık görüldüğünü ifade etmişlerdir221. Shaw ve ark.‘nın yaptığı
çalışmada Cİ nedeni ile değerlendirilen 51 olgunun % 70‘inde dokunma, %
45‘inde genital sürtünme, % 16‘sında vajinal penetrasyon, % 38‘inde oral/genital
temas, % 23‘ünde anal sürtünme, % 17‘sinde anal penetrasyon ve % 12‘sinde
obje penetrasyonu saptandığı bildirilmiştir275. Magalhaes ve ark.‘nın yaptığı
çalışmada 1054 olgunun 341‘inde (% 32.3) dokunma, 189‘unda (% 17.9) vajinal
penetrasyon, 71‘inde (% 6.7) anal penetrasyon, 75‘inde (% 7.1) vajinal ve anal
penetrasyon birlikte, 152‘sinde (% 14.4) sürtünme, 17‘sinde (% 1.6)
gösterimcilik saptandığı bildirilmiştir235. Literatürde bazı araştırmalarda dokunma
gibi temas içermeyen istismar şekillerinin daha sık saptanıp, ülkemizdeki
çalışmalarda
genital
penetrasyonun
ön
planda
olması,
sosyokültürel
nedenlerden dolayı dokunmanın bildirim olarak oldukça düşük seviyelerde
bulunması ile açıklanabilir. Literatürde klinik olmayan örneklemde saptanan
penetrasyon oranının, klinik örneklemlde saptanan penetrasyon oranından daha
düşük olduğu ifade edilmektedir238. Bu nedenle temas içermeyen istismar
şekillerinin yaygın bulunduğu çalışmaların çoğu toplum temelli çalışmalar olup,
klinik örneklemde yapmış olduğumuz çalışmamızın sonuçlarından farklı olması
da beklenen bir bulgudur.
Çalışmamızda; cinsiyet ile istismar şekli karşılaştırıldığında ise; öpmedokunma; istismara uğrayan kızların 114‘ünde (% 36.3), erkeklerin 14‘ünde (%
15.9), sürtünme ise kızların 34‘ünde (% 10.8), erkeklerin 15‘inde (% 17.0),
gösterimcilik kızların 11‘inde (%3.5), erkeklerin 7‘sinde (%8.0) var idi. Dokunma
ve/veya öpme istismar şeklinin; kız olgularda, erkek olgulara göre anlamlı
düzeyde daha fazla görüldüğü saptandı. Her ne kadar sürtünme ve gösterimcilik
şeklinde olan istismarın görülme oranı, erkeklerde kızlara göre daha fazla olsa
da bu farklılık anlamlı değildi. Ondokuz Mayıs Üniversitesi‘nde yapılan bir
117
çalışmada Cİ‘ye uğradığı düşünülen ve adli makamlarca yönlendirilmiş olan 72
çocuk olguda; tanımlanan istismar davranışlarından anal sürtünme, anal ve oral
penetrasyonun
erkek
çocuklarda,
dokunma-okşama,
öpme
ve
vaginal
penetrasyonun kız çocuklarında yüksek oranda saptandığı belirtilmektedir 73.
Dube ve ark.‘nın yaptığı çalışmada istismar şekli olarak 9367 kız mağdurun; %
22.5‘inin dokunma, % 8.6‘sının sürtünme, % 5.6‘sının penetrasyon, 7970 erkek
mağdurun ise % 13.2‘sinin dokunma, % 7.3‘ünün sürtünme, % 6.7‘sinin
penetrasyon şeklinde istismar edildiği belirtilmiştir197. Chen ve ark.‘nın
çalışmasında; Cİ şekli olarak en sık; gösterimcilik ve dokunma bildirilmiştir,
dokunma ve gösterimcilik kızlarda, erkeklere göre anlamlı düzeyde daha sık
saptanmıştır221. İsveç‘de yapılan bir çalışmada gösterimcilik Cİ öyküsü olan 25
erkek öğrencinin 6‘sında, 126 kız öğrencinin ise 46‘sında bildirilmiştir83.
Çalışmamızda kız olgularda dokunma-öpme istismar şeklinin, erkek olgulara
göre daha yüksek saptanması literatürle uyumlu bir bulgudur.
Çalışmamızda; oral, vaginal veya anal penetrasyondan herhangi birinin
varlığını penetrasyon olarak ele aldığımızda ise; 402 olgunun 254 (%63.2)‘ünde
penetrasyon saptandı. Cinsiyet ile penetrasyon varlığı arasındaki ilişki
incelendiğinde; penetrasyon erkek olgularda (%67.0); istatistiksel olarak anlamlı
olmamakla
beraber
Çalışmamızda
kız
kız
ve
olgulara
erkek
(%62.1)
olgular
göre
arasında
daha
fazla
saptandı.
penetrasyon
şekillerini
değerlendirdiğimizde; erkek olguların çoğunda (%94.9) anal penetrasyon, kız
olguların çoğunda (%78.5) vajinal/oral penetrasyon saptandı ve bu farklılık
anlamlıydı. Literatürde Cİ kurbanlarının
erişkin dönemdeki işlevselliğini
yordayan en önemli göstergelerden birinin istismar eyleminin içerdiği fiziksel
temasın düzeyi olduğu ve fiziksel temasın yoğunluğunun artması, özellikle de
penetrasyonun varlığının erişkin dönemde psikiyatrik problemler, cinsel
sorunlar, riskli cinsel davranışlar, ilişkilerde istikrarsızlık ve şiddet gibi pek çok
olumsuz sonuçla ilişkili bulunduğu ifade edilmektedir. Literatürde erkek
çocukların
istismarında
anal
penetrasyonun
sık
görüldüğünden
bahsedilmektedir89,236. Çalışmalarda; tamamlanmış veya teşebbüs edilmiş oral,
anal veya vaginal penetrasyon klinik olmayan örneklemin 1/4‘ünde, klinik
örneklemin
ise
yarıdan
fazlasında
bildirilmektedir238.
Çalışmalarda;
Cİ
olgularında genital penetrasyon prevalansı %0.8 ile %31.9 arasında değişen
oranlarda bildirilmektedir269,279. Csorba ve ark. Cİ nedeniyle değerlendirdikleri
118
209 kız çocuk ve ergende penetrasyon oranını %80 olarak bildirmiştir 231.
Ruggıero ve ark.‘nın yaşları 6–16 arasında değişen 80 Cİ olgusunu
değerlendirdikleri çalışmalarında genital penetrasyon oranını %58.4 olarak
bildirmişlerdir218. Priebe ve ark. çalışmalarında; kızlarda ve erkeklerde
penetrasyon varlığı arasında (Kız: %11.7; Erkek: %10.9) belirgin fark
saptanmadığını belirtmiştir220. İsveç‘de yapılan bir çalışmada 17 yaşında ve Cİ
öyküsü olan 25 erkek öğrencinin 10‘unda, 126 kız öğrencinin ise 35‘inde
penetrasyon olduğu bildirilmiştir83. Chen ve ark. yaş ortalaması 17.2 olan
öğrenci örneklemi üzerinde 16 yaşından önce istenmeyen bir cinsel aktivitede
bulunmayı değerlendirmiş, temas içeren ve içermeyen Cİ‘lerin kızlarda,
erkeklere göre daha sık olduğunu ve genital penetrasyon oranının %1 olduğunu
ifade etmiştir221. Fontanella ve ark.‘larının 2–5 yaşları arasında değişen 29
erkek, 45 kız Cİ mağduru çocukta yaptıkları çalışmada; erkek çocuklarda
dokunma ve oral penetrasyon daha fazlayken, kızlarda penetrasyonun ön
planda olduğu ifade edilmiştir280. Ondokuz Mayıs Üniversitesi‘nde yapılan bir
çalışmada Cİ‘ye uğradığı düşünülen ve adli makamlarca yönlendirilmiş olan 72
çocuk olguda; tanımlanan istismar davranışlarından anal sürtünme, anal ve oral
penetrasyonun
erkek
çocuklarda,
dokunma-okşama,
öpme
ve
vaginal
penetrasyonun kız çocuklarında yüksek oranda saptandığı belirtilmektedir 73.
Edgard ve ark.‘nın cinsel istismara uğrayan 77 kız ergen ile yaptığı çalışmada;
olguların 59‘unda (% 76.6) genital penetrasyon mevcut olup bunun 15‘ini (%
25.4) anal penetrasyonun oluşturduğu bildirilmiştir276. Bernard-Bonnin ve ark. 7–
12 yaş aralığında Cİ mağduru 67 kız çocuğunun yaklaşık 2/3‘ünde penetrasyon
varlığı ya da teşebbüsü olduğunu ifade etmiştir241. Cohen ve ark.‘nın 203
olguluk çalışmasında; istismar şekli olarak en sık 76 olgu (% 37.4) ile genital
penetrasyon gösterilmiştir281. Çalışmamızda genital penetrasyon oranı genel
literatürden yüksek oranında saptandı. TCK‘ya göre Cİ suçu için verilen ceza
eğer kurbanın ruh sağlığı bozulmuş ise belirgin olarak artmaktadır. Bu yüzden
genital penetrasyon gibi ciddi Cİ eylemleri psikiyatrik destek ve değerlendirme
için
gönderilmektedir.
Çalışmamızdaki
yüksek
penetrasyon
oranları;
penetrasyona uğrayan mağdurların daha çok yasal sürecin parçası olarak
çocuk
psikiyatrisine
yönlendirilmesinden
kaynaklanıyor
olabilir.
Ancak
literatürdeki klinik örneklemlerde yapılmış olan çalışmaların çoğunda olduğu gibi
bizde de bildirilen vakalar arasında en sık istismar şekli genital penetrasyondur.
119
Çalışmamızda 3–6 yaş grubu ve 7–11 yaş grubu olguların çoğunda
penetran olmayan bir istismar şeklinin belirgin olduğu; 12-14 yaş grubu ve 1518 yaş grubu olguların çoğunda penetran olan istismar şekillerinin belirgin
olduğu saptandı ve bu farklılık anlamlıydı. 13 yaşın üstündeki grupta saptanan
penetrasyon oranı, 13 yaş altı grubun penetrasyon oranına göre anlamlı
düzeyde yüksek saptandı. Literatürde penetran Cİ‘ye maruz kalan olguların,
penetran olmayan Cİ‘ye maruz kalanlara göre daha büyük yaş grubunda
oldukları ifade edilmektedir14. Ondokuz Mayıs Üniversitesi‘nde yapılan bir
çalışmada Cİ‘ye uğradığı düşünülen ve adli makamlarca yönlendirilmiş olan 72
çocuk olguda; yaşça büyük çocukların sıklıkla birden fazla istismar şekline
maruz kaldığı, kız çocuklarında yaşın artmasıyla birlikte vaginal penetrasyon
şeklindeki istismar oranının arttığı saptanmıştır. Bu çalışmada vajinal-anal
penetrasyon olan çocukların yaş ortalamaları 13.3 yaş olarak bulunmuştur73.
Çalışmamızda daha büyük yaş gruplarında penetrasyonu daha fazla oranda
saptamamız literatürle örtüşmektedir.
Çalışmamızda; aile içi ve aile dışı istismara uğrayan olgularda
penetrasyon varlığı açısından anlamlı bir farklılık saptanmazken, istismarcı
yakınlığını akraba, tanıdık ve yabancı olarak 3 grupta ele aldığımızda ise ilişki
anlamlı hale gelmişti. Penetrasyon varlığı; tanıdık tarafından Cİ‘ye uğrayan
olgularda %68.4 iken; akraba tarafından Cİ‘ye uğrayan grupta bu oran %54.2
idi. En az penetrasyon oranı; yabancı tarafından Cİ‘ye uğrayan grupta %51.6
olarak saptanmıştı ve bu farklılıklar anlamlıydı. Bir çalışmada; aile içi olgularda
penetrasyonu veya penetrasyon girişimini aile dışı istismara uğrayan olgulara
göre anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu bildirilmiştir235. Russel tarafından
yapılan çalışmada aile içi olgularda penetrasyon oranı %27 olararak
bildirilmiştir268. Literatürden farklı olarak çalışmamızda; aile içi ve aile dışı Cİ
olgularında penetrasyon açısından bir farklılık saptamamış olmamız, aile içi Cİ
olgularının sayısının, aile dışı Cİ olgularının sayısına göre az olmasından
kaynaklanabileceğini düşünmekteyiz.
Çalışmamızda; olguların büyük bir çoğunluğunun (%79.4) istismar olayı
ile ilgili rızasının olmadığını bildirdiği saptandı. Erkek olguların sadece 5‘i (%5.7)
rızasının olduğunu bildirirken, kız olguların 78‘i (%24.8) rızasının olduğunu
bildirmekte idi ve bu farklılık anlamlıydı.
İsveç‘de yapılan bir çalışmada
değerlendirilen 1943 öğrencinin 210‘unda Cİ öyküsü saptanmış olup; Cİ öyküsü
120
olan 25 erkeğin %64‘ünde, Cİ öyküsü olan 126 kızın %74.6‘sında istemli cinsel
ilişki bildirilmiştir. İstemli cinsel ilişki açısından Cİ öyküsü olan ve olmayan
grupta erkek olgularda farklılık saptanmazken, Cİ öyküsü olan kızların, olmayan
kızlara göre anlamlı düzeyde daha yüksek istemli cinsel ilişki öyküsü olduğu
bildirilmiştir83. Avustralya, ABD, Avrupa‘nın çoğu etnik gruplarında ve diğer batı
ülkelerinde çağdaş genç popülasyonda 17 veya 18 yaşına gelmeden önce
gençlerin yaklaşık %50‘si istemli cinsel ilişkide bulunmaktadır282,283. Ülkemizin
kültürel normları dahilinde 18 yaşından önce hatta evlenmeden önce cinsel
ilişkiye girme onaylanmamaktadır. Bu bağlamda çalışmamızda rızası olmadığını
bildiren grubun çoğunlukta olması şaşırtıcı değildir. ÇHS‘ne göre 18 yaşına
kadar herkes çocuk sayıldığına göre aslında 18 yaşın altındaki bir bireyin
rızasından bahsetmek de pek olanaklı görünmemektedir. Bu nedenle rıza içerse
de içermesede, yetişkinin cinsel arzularını tatmin için çocuğu kullandığı her tür
etkileşim Cİ olarak kabul edilmelidir. Eski TCK‘da çocuk Cİ suçlarında çocuğun
rızasının olabileceği kabul edilmişti ve bu nedenle istismar suçluları ceza
indiriminden yararlanabilmekteydi. Ancak 5237 sayılı yeni TCK‘da ‗çocuğun
rızası‘ kavramını içeren tüm hükümler kaldırılarak, çocukların rızası ile
gerçekleştirildiği iddiasının yer aldığı; tecavüz, cinsel taciz ve Cİ gibi suçlar
yasadan çıkarılmıştır. Yeni TCK‘da çocuklara yönelik tüm cinsel istismar suçları
‗Cinsel İstismar başlığı‘ altında tek bir maddede toplanmıştır98.
Cİ‘de gebelik oranlarına dair yazında net bilgilere ulaşılamamakla birlikte
bizim çalışmamızda kız olguların 27‘sinde (%8.6) gebelik öyküsü vardı.
Çalışmamızda gebelik öyküsü olan 8 (%29.6) olgu 12–14 yaş aralığında yer
alırken, 19 (%70.4) olgu 15-18 yaş aralığında yer almaktaydı. Cİ‘ye uğramış
olguların klinik izleminde akılda tutulması gereken önemli noktalardan biri de
gebelik olasılığıdır. Sapp ve ark. Cİ nedeni ile değerlendirdikleri 28 olgunun
2‘sinde (%7.1) gebelik bildirmiş ve en sık ergenlik döneminde görüldüğünü ifade
etmiştir187. Ondokuz Mayıs Üniversitesi‘nde yapılan bir çalışmada Cİ‘ye uğradığı
düşünülen ve adli makamlarca yönlendirilmiş olan 52 kız olgunun 3‘ünde (%4.2)
gebelik saptanmıştır73. Csorba ve ark. Cİ nedeniyle değerlendirdikleri 209 kız
çocuk ve ergenden sadece 1‘inde gebelik saptamıştır231. Noll ve ark. meta
analiz çalışmalarında; Cİ varlığının ergen gebeliği riskini 2.21 kat arttırdığını ve
her 10 gebe ergenden yaklaşık 5‘inde cinsel istismar öyküsünün olabileceğini
ifade etmiştir284. Hem ergenin ruh sağlığı açısından, hem de planlanmayan
121
gebelikleri önleyebilmek amacıyla ve gebeliğin Cİ‘nin mutlak kanıtlarından biri
olarak ele alınması nedeniyle, Cİ yakınması ile başvuran tüm kız olgularda
biyokimyasal analizler özellikle de gebelik testi ve gerekli fiziksel incelemeler
yapılarak, olası bir gebelik mutlaka araştırılmalıdır236.
Çalışmamızda olguların yapılan ruhsal muayeneleri sonucu DSM-IV-TR
tanı
ve
sınıflandırma
sistemine
göre;
402
olgunun
95‘inde
(%23.6)
değerlendirildikleri zamanda herhangi bir psikopatolojiye rastlanmazken,
307‘sinde (%76.4) psikopatoloji saptandı. Cinsiyet ile tanı varlığı arasında
istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. Cİ‘nin sonuçları ile ilgili literatürü
dikkatli bir şekilde değelendiricek olursak Cİ‘nin tek ve evrensel bir etkisinin
olmadığını ve Cİ‘ye uğrayan her çocuğun istismara posttravmatik bir yanıt
vereceğinin garanti edilemeyeceğini ifade edebiliriz. Literatürde; çocukluk
döneminde Cİ kurbanlarının %21-36‘sının kısa dönemde belirtilerinin olmadığı,
%64-79‘unun ise değişken bir belirti yelpazesi gösterdiği bildirilmektedir33.
Literatürde Cİ‘ye uğrayan çocukların yaklaşık %40‘ının çok az belirtisinin
olduğunu ya da hiç belirtisinin olmadığını bildiren çalışmalar mevcuttur9,285.
Minör bir istismara uğramış olabilecekleri, daha dayanıklı çocuklar olabilecekleri
ya da sıkıntılarını maskeleyen bir başa çıkma biçimine sahip olabilecekleri bu
çocuklarda belirti görülmeyişinin nedenleriyle ilgili olarak yapılmaya çalışılan
açıklamalardır9. Literatürde bu belirtisiz grup içindeki çocukların %10-20‘sinin
12–18
ay
içinde
daha
da
başlayabilecekleri belirtilmektedir
kötüleşebileceği
veya
belirti
göstermeye
9,285,286
. ―Uyku etkisi‖ olarak tanımlanan bu
fenomen akılda tutularak, belirtisiz olduğu saptanan Cİ olgularının zaman içinde
yeniden değerlendirilmeleri ve klinik değişikliklerin izlenmesinin yararlı olacağı
düşünülmektedir. Çocukluk dönemi ile ilgili yapılan çalışmalar287,288 her ne kadar
erkek ve kızların Ci ye farklı yanıtlar verdiğini ifade etse de bu çalışmaların çoğu
gece korkuları, somatik şikayetler289 gibi bazı spesifik semptomlarda cinsiyetler
arası farklılık saptamıştır. 2010‘da ABD‘de 573 çocuk ve ergen üzerinde yapılan
bir çalışmada olgular semptomlar açısından daha geniş kategorilerde
değerlendirilmiş ve araştırmacılar tarafından dışa vuran davranışlar, içe dönük
davranışlar ve travma semptomlarının şiddetinde cinsiyetler arası farklılığın
olmadığı bildirilmiştir. Araştırmacılar yine de Cİ ve spesifik psikopatolojik
semptomlar arasındaki ilişkide cinsiyet farklılıkları olabilse de daha genel
anlamda
farklılığın
çok
olduğunun
söylenemeyeceğini
belirtmişlerdir 290.
122
Çalışmamızda psikopatoloji varlığının ve bunun cinsiyetler arasında farklılık
göstermemesinin literatürle uyumlu olduğunu söyleyebiliriz.
Çalışmamızda;
olguların
%15.4‘ünde
ASB,
%10‘unda
APTSB,
%22.4‘ünde KPTSB, %32.3‘ünde PTSB, %16.9‘unda MDB, %12.7‘sinde MR
%3.7‘sinde EN, %3.7‘sinde DB, %3.0‘ünde DEHB, %2.2‘sinde YAB, %1.5‘inde
MB, %1.5‘inde BPB, %1.5‘inde OKB, %1.2‘sinde Enkoprezis, %1.0‘inde UB,
%1.0‘inde CKB, %0.5‘inde DKB, %0.5‘inde SAB, %0.5‘inde Disosiyatif
Bozukluk, %0.5‘inde KB, %0.2‘sinde Uyku Bozukluğu, %0.2‘sinde KOKGB
tanısı saptandı. Cinsiyetle sadece MDB tanısı arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir ilişki saptandı. MDB tanısı kızların %19.4‘ünde, erkeklerin %8‘inde
saptandı. Yaş gruplarına göre PTSB ve MDB tanılarını değerlendirdiğimizde;
12–14 yaş grubunda PTSB tanısının varlığı (%34.0) diğer gruplara göre daha
yüksekti. 3–6 yaş grubunda PTSB tanısının varlığı (%6.7) en az oranda
saptanmıştı. 15–18 yaş grubunda MDB tanısının varlığı (%28.3) diğer gruplara
göre daha yüksekti. 3–6 yaş grubunda MDB tanısı hiç saptanmadı. Olguların
istismarcı yakınlığı ve APTSB, PTSB, MDB tanıları varlığı arasında istatistiksel
olarak anlamlı farklılık saptanmadı. İstismarcının aile dışı olduğu olgularda ASB
tanısının oranı (%17.3), aile içi olduğu olgulardaki ASB tanısının oranına (%6.9)
göre anlamlı düzeyde daha yüksek saptandı. İstismarcının aile içi olduğu
olgularda KPTSB tanısının oranı (%33.3), aile dışı olduğu olgulardaki KPTSB
tanısının oranına (%20.0) göre anlamlı düzeyde daha yüksek saptandı.
Çalışmamızda; penetrasyon varlığı ile ASB, APTSB, KPTSB, PTSB tanıları
arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı. Penetrasyon varlığı ile
MDB tanısı arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı. Penetrasyon
olan grupta MDB tanısının oranı (%20.9), penetrasyon olmayan gruptaki MDB
tanısı oranına (%10.1) göre yüksek saptandı. Literatürde Cİ‘ye ikincil olarak
ortaya çıkabilen ruh sağlığı sorunları hem kısa dönem hem de uzun dönem
etkileri ele alınarak incelenmiştir. Literatürün gözden geçirilmesi Cİ‘nin kısa
dönemde dürtüsel davranışlar (agresiflik, düşmanca davranışlar), emosyonel
distres (anksiyete, korku ve somatik şikayetler), düşük özgüven, disosiyatif
semptomlar ve konversiyon bozukluğunu içeren ruhsal ve davranışsal sonuçları
olduğunu açığa çıkarmaktadır. Cİ‘nin uzun dönem sonuçları ise; PTSB,
depresyon, seksüel disfonksiyon, sınırda kişilik bozukluğu, somatizasyon, yeme
bozuklukları, kendine zarar verici veya suisidal davranışlar, yeniden mağdur
123
olma, suç davranışı, madde kullanımı ve cinsel amaçlı kötüye kullanım olarak
göze çarpmaktadır9-13. Literatürde bazı kanıtlar Cİ‘nin kız ve erkek olguları farklı
şekillerde etkileyebileceğini ve Cİ ile ilgili belirli özelliklerin prevalansının kız ve
erkekler arasında farklılık gösterebileceğini ifade etmektedir89,96,280,287-289.
Örneğin; literatürde Cİ‘ye uğramış ergen kızların, erkeklere göre daha fazla
somatik şikayetler ve duygudurum bozuklukları sergiledikleri, erkek ergenlerin
ise kızlara göre daha fazla davranışsal problemler gösterdikleri ifade eden
yayınlar mevcuttur289. Sparato ve arkadaşları yaptıkları prospektif bir çalışmada
Cİ‘ye uğramış erkeklerde anksiyete bozuklukları ve davranım bozukluğunu,
kızlarda major affektif bozukluk ve anksiyete bozukluklarını kontrol grubuna
göre anlamlı oranda yüksek bulmuştur141. Bununla beraber; bazı araştırmacılar
Cİ‘nin etkilerinde cinsiyet farklılıkları saptamamıştır291,292. Bir çalışmada da
erkek ergenlerin kız ergenlere göre daha fazla duygusal, davranışsal ve suisidal
problemler sergilemeye eğilimli oldukları ifade edilmiştir132. Cİ‘ye uğrayan
çocuklarda görülen anksiyete bozuklukları içinde çocukluk çağı cinsel ve fiziksel
istismarı ile ilişkisi en tutarlı olarak gösterilen belirtilerin PTSB belirtileri
olduğuna vurgu yapılmaktadır144,218. Bernard-Bonnin ve ark. 7–12 yaş
aralığında olan Cİ mağduru olan 67 kız çocuk ile Cİ mağduru olmayan 67 kız
çocuğu karşılaştırdıkları çalışmalarında; Cİ mağduru olguların %46.3‘ünde, Cİ
mağduru olmayanların ise %18.5‘inde PTSB saptadıklarını bildirmiştir 241. PTSB,
Cİ‘ye uğramış çocuk ve ergenlerle yapılan çalışmalarda %44–71 oranlarında
görüldüğü bildirilen ve en sık adı geçen ruhsal bozukluktur. Bazı çocuklar PTSB‘
nin tüm tanısal ölçütlerini karşılamasalar da olayı yeniden yaşantılama
davranışları,
korku,
kaygı
ve
konsantrasyon
güçlükleri
belirtileri
gösterebilmektedir4,33. Cİ sonrası gelişen depresyonun incelendiği çalışmalarda
Cİ‘ye uğramış kız ergenlerin uğramayanlara göre dört kat daha fazla depresyon
tanısı aldığı saptanmıştır293. ABD‘de Cİ‘ye uğramış 269 ergen üzerinde yapılan
bir çalışmada; yaşam boyu MDB olguların 1/3‘ünde, yaşam boyu PTSB
olguların 1/4‘ünde bildirilmiş, geçmiş 6 aylık dönemde MDB oranının yaklaşık
%27,
PTSB
oranının
ise
%20‘nin
altında
olduğu
bildirilmiştir.
Aynı
araştırmacılar; PTSB olan ve olmayanlarda demografik özellikler açısından
anlamlı bir farklılık bildirmezken, PTSB öyküsü olanlar ergenlerde olmayanlara
göre hem yaşam boyu hem de son 6 ay içindeki MDB‘un daha fazla olduğunu
bildirmişlerdir. Hem yaşam boyu MDB hem de yaşam boyu PTSB‘yi yaklaşık
124
ergenlerin %80‘i bildirirken, yaşam boyu PTSB olmayanlarda yaşam boyu MDB
yaklaşık ergenlerin %20‘si tarafından bildirilmiş294. Bir çalışmada Cİ‘ye uğramış
çocukların
%63.8‘in
de
PTSB,
%33‘ün
de
majör
depresif
bozukluk
saptanmıştır147. Ondokuz Mayıs Üniversitesi‘nde yapılan bir çalışmada Cİ‘ye
uğradığı düşünülen ve adli makamlarca yönlendirilmiş olan 72 olguda; MDB
tanısının kız olgularda, erkek olgulara göre anlamlı düzeyde daha fazla
görüldüğü ifade edilmektedir73. Çukurova bölgesinde 101 Cİ olgusunun
değerlendirildiği bir çalışmada ise; olguların %54.5‘inde PTSB, %16.8‘inde ASB,
%23.9‘unda MR, %7.9‘unda MDB, %2.0‘ında DB, %2.0‘ında EN saptanmıştır233.
Hem bizim çalışmamızda hem de bu konuda yayımlanmış çalışmalarda
tanıların büyük kısmının PTSB ve depresyon olduğu belirlenmiştir144,145.
Çalışmamızda PTSB oranı literatürden bir miktar düşük bulunmakla beraber,
olgularda en sık saptanan tanı olması literatürle oldukça uyumludur. Olguların
klinik izleminin yetersiz olmasının PTSB oranlarının literatürden daha düşük
saptanmasında rol oynadığını düşünmekteyiz. Literatürde de bazı çocukların
PTSB‘nin tüm tanısal ölçütlerini karşılamasalar da; olayı yeniden yaşantılama
davranışları, korku, kaygı ve konsantrasyon güçlükleri belirtileri gösterebildikleri
belirtilmektedir4,33. PTSB tanısını karşılamasalar bile ilişkili semptomları olan
olguların takibinin önemi bu bağlamda ortaya çıkmaktadır. Çalışmamızda kız
olgularda daha fazla MDB tanısının saptanması literatürle uyumlu bir bulgudur.
Wolfe ve ark.‘ları 69 kız ve 21 erkekten oluşan Cİ mağdurunda yaptıkları
çalışmada; daha çok büyük çocuklarda, fiziksel şiddetin Cİ‘ye eşlik ettiği
durumlarda, Cİ süresinin uzun olduğu olgularda, Cİ ile ilişkili suçluluk duymanın
varlığında PTSB tanısının koyulmasının daha muhtemel olduğunu ifade
etmiştir295. Cİ kurbanı olan ergenlerde, çocuklardan daha fazla PTSB görüldüğü
ifade edilmektedir89. Ruggiero ve ark.‘ları PTSB ile ilişkili semptomatolojiyi daha
çok sergileyen çocukların; istismarın başladığında daha büyük yaşta olduklarını,
Cİ sıklığı ve süresinin daha fazla olduğunu ifade etmişlerdir. Yaşın büyük
olmasının kurbanın bu olayın kabul edilemez ve zarar verici olduğu
konusundaki farkındalığının artmış olmasını yansıtabilceğini ve kaçıngan
davranışla ilgili semptomatolojide artışla ilişkili olabileceğini ifade etmişlerdir 218.
Çalışmamızda daha büyük yaşlarda PTSB‘nin daha fazla görüldüğünü belirten
literatürle benzer şekilde PTSB tanısı en fazla 12–14 yaş grubunda saptanmıştı.
Kurbanın istismarcı ile ilişkisinin de belirti dışa vurumundaki çeşitliliğe katkısı
125
olduğu düşünülmektedir. McLeer ve ark. babaları tarafından istismara uğramış
çocuklarda, diğer erişkinlerce ya da daha büyük çocuklarca istismara
uğrayanlara göre daha fazla PTSB belirtisi görüldüğünü ifade etmiştir 296. Aile
dışı cinsel istismara uğrayan, yaşları 5–18 yaş arasında değişen 90 olgu (29
kız, 61 erkek) üzerinde yapılan bir çalışmada; olguların %84‘ünün ASB,
%14‘ünün de PTSB tanılarını karşıladığı bildirilmiştir297. Mennen ve Meadow 75
Cİ mağduru kız olguyu değerlendirdikleri çalışmalarında; depresyonla ilişkili
semptomların mağdura karşı güç kullanıldığı aile dışı istismarda, mağdura karşı
güç kullanılan aile içi istismara göre daha kötüleştiğini ifade etmişlerdir. Aynı
çalışmada Cİ nedeni ile evden uzaklaştırılan aile dışı Cİ mağdurlarında, evden
uzaklaştırılan aile içi Cİ mağdurlarına göre daha yüksek anksiyete düzeylerinin
daha yaygın olduğu ifade edilmiştir298. Mannarino ve ark.‘ları 94 Cİ mağduru kız
olguda, olguların kendi bildirimlerine dayanan depresyon ve anksiyete düzeyleri
ile istismarcı yakınlığı, Cİ şiddeti, Ci sıklığı ve istismar olayı sırasında güç
kullanılması arasında ilişki olmadığını bildirmiştir. Bu çalışmada Cİ süresi ve
istismarın başladığı dönemdeki çocuğun yaşı gibi değişkenlerin etkisi
değerlendirilmemiştir299. Çalışmamızda istismarcı yakınlığı ve KPTSB, ASB
arasındaki ilişki ile ilgili bulgularımız literatürle örtüşmektedir. Literatürde;
şiddetli Cİ olguları ile komorbid depresyon ve anksiyete tanılarının önemli
derecede ilişkili olduğu ifade edilmektedir145. Literatürde; Cİ‘den negatif
etkilenmenin temas içeren cinsel istismar için yüksek olduğu, genital
penetrasyonda negatif etkilenmenin en belirgin olduğu bildirilmektedir 9,38,66.
Çalışmamızda da literatürle benzer şekilde penetrasyonun görüldüğü ciddi Cİ
olgularında, penetrasyon olmayan gruba göre MDB tanısı anlamlı düzeyde
daha fazla saptanmıştı. Literatürde; DEHB, KOKG ve PTSB tanıları arasında
semptom örtüşmesi ve komorbiditenin fazla olmasından dolayı bu tanılar
arasında
ayrıcı
tanı
yapmanın
güçlüğünden
de
bahsedilmektedir 300.
Çalışmamızda 12 (%3) olguda DEHB tanısı saptanmıştı. Literatürde; çocuk ve
gencin zihinsel engelli olması, şizofreni, BPB, DKB, DEHB gibi bir ruhsal
bozukluğunun olmasının cinsel istismara uğrama riskini arttırdığı ifade
edilmektedir. Bu gibi durumlarda, çocukların maruz kaldıkları durumun
kötülüğünü değerlendiremeyecekleri ya da değerlendirseler bile kendilerini
korumalarının daha zor olabileceği ifade edilmektedir90. DEHB ve Cİ birlikteliği
olan gençlerin daha fazla dışa vurum belirtileri gösterdiği ve akranlarınca daha
126
fazla dışlandıkları vurgulanmaktadır188. Afifi ve ark.‘nın çalışmasında; 555 ergen
istismar açısından değerlendirilmiş ve çocuğun hiperaktif olmasının Cİ için risk
faktörlerinden biri olduğunu ifade etmişlerdir301. Elliot ve ark.‘nın 1993‘de
yaptıkları çalışmada DEHB, EN‘nin yanı sıra enkoprezisin de Cİ kurbanlarında
daha sık ortaya çıktığını belirtmiştir189. Geçmişte enkoprezis olası cinsel istismar
öyküsüne bağlanırken; 2006‘da yapılan geniş ölçekli bir çalışmada, hem
psikiyatrik kontrol grubunda hem de cinsel istismar grubunda dışkı kaçırma
oranı %10 olarak bildirilmiştir190. Çalışmamızda Cİ nedeniyle değerlendirilen
olguların %1.5‘inde BPB tanısı olduğu saptanmıştı. Romero ve ark. BPB tanılı
446 çocuk ve ergende istismar varlığını değerlendirmiş, olguların %7‘sinde
sadece Cİ, %5‘inde ise hem Cİ hem fiziksel istismar öyküsü olduğunu
bildirmişlerdir302. Çalışmamızda Cİ nedeniyle değerlendirilen 6 olguda (%1.5)
MB saptandı. Literatürde Cİ‘nin madde bağımlılığı için güçlü bir risk faktörü
olduğu ifade edilmektedir249,303. Çoklu ilaç bağımlılığı olan erişkin hastalarda;
erkeklerin %56‘sı, kadınların %70‘i cinsel istismar öyküsü bildirmektedir304. Bir
çalışmada; cinsel ve fiziksel istismara uğramış çocukların istismara uğramamış
yaşıtlarına göre; sigara kullanımı, alkol ve madde kötüye kullanımını içeren riskli
davranışlar gösterme olasılıkları daha yüksek bulunmuştur169. Çalışmamızda
saptanana MB olan olgularda bu bozukluğun Cİ öncesi mi sonrası mı geliştiği
değerlendirilmemekle birlikte MB ile ilgili sonuçların literatürle uyumlu olduğunu
söyleyebiliriz. Çalışmamızda 51 olguda mental retardasyon saptanmış olup
bunların 33‘ü kız, 18‘i erkek idi. Sadece 16 olguda mental retardasyon tek tanı
iken diğer olgularda MR‘ye başka tanılar eşlik etmekteydi. Cİ‘ye uğramış çocuk
ve ergenlerde hem travmaya uğrama olasılığını artıran, hem de travmanın
sonuçlarını değiştiren önemli bir diğer etken zeka düzeyleridir. Veltman ve ark.
tarafından istismar ve ihmale uğramış kişilerin uğramamış kişilere oranla
belirgin olarak düşük zeka seviyelerine sahip olduğu, ancak zeka düzeyini
düşük saptamayan çalışmaların da bulunduğu ve yüksek zeka seviyelerine
sahip olan çocukların problem çözme ve kendilerini koruma becerilerinin
ve/veya
kendilerini
düzenleme
becerilerinin
daha
iyi
olabileceği
belirtilmektedir305. Ayrıca düşük zeka seviyesi olan çocukların, zeka düzeyi
daha yüksek olan akranlarına oranla deneyimlerinden öğrenebilme ya da zor
durumlarla başa çıkabilme becerilerinin de daha az olabileceğinden söz
edilmektedir. Zeka düzeyinin düşük olması, etkin başa çıkma mekanizmalarının
127
kullanımını da azaltma yoluyla psikopatolojinin artışında yazına göre önemli bir
etkendir306. Mental retardasyonu olan olgular sıklıkla hayat boyu bakım
verenlere bağımlı olmaları, toplumda göreceli olarak güçsüz algılanmaları,
duygusal ve sosyal güçlüklerinin olması, cinsellik ve cinsel istismarla ilgili eğitim
yetersizliklerinden307 ve kendini koruma becerilerinin yeterli olmamasından 308
dolayı Cİ açısından özellikle incinebilir durumdadırlar. Mental retardasyonu
olanlarda cinsel istismara uğrama oranları %25-85 oranında bildirilmektedir309.
Kız ergenlerde; Hafif düzeyde MR si olan her 3 kızdan birinin, orta düzeyde MR
si olan her 4 kızdan birinin cinsel saldırıya veya enseste maruz kaldığı
bildirilmektedir310. Psikolojik ve bilişsel olarak kırılgan olan çocukların Cİ için
artmış riske sahip olacağını ifade eden çalışmalar mevcuttur. Zihinsel veya
fiziksel yetersizliği olan çocuklarda, normal çocuklara göre Cİ insidansının 1.75
kat daha fazla saptandığı ifade edilmektedir. Yine de bunun genel bir gerçek
olduğuna dair daha fazla kanıta ihtiyaç vardır238. Çalışmamızda mental
retardasyon sadece klinik gözleme göre konulan bir tanı olup, olgulara standart
zeka ölçüm testlerinin yapılamaması bu oranların beklenenden daha düşük
çıkmasında rol oynuyor olabilir. İstismarcıların çalışmamızda çoğunlukla tanıdık
olduklarını düşünürsek, MR‘si olan olguların bilişsel yetersizliklerinin istismarcı
tarafından fark edildiği ve bu durumun bu çocukları kurban olarak seçmelerinde
rol oynadığı düşünülebilir.
Çalışmamızda tüm değişkenler arasından; ÇİDÖ puanı, ÇİSAÖ puanı,
toplam istismar şekli ve rıza değişkenlerinin tanı alma durumunu tek başlarına
etkiledikleri gözlemlenmiştir. Tanı alan olguların ÇİDÖ puanları, ÇİSAÖ puanları
ve toplam istismar şekilleri tanı almayan olgulara göre daha yüksek olarak
saptanmıştır. Rızası olmadığını bildirenlerin tanı alma oranları daha yüksek
saptanmıştır. Tanı almayı etkileyen değişkenlerin tanı alma durumunu birlikte ne
şekilde etkilediklerini analiz etmek için oluşturulan lojistik regresyon modeli
sonuçlarına göre,
bireylerin depresyon ve süreklilik puanlarındaki artışın ve
rızalarının olmamasının tanı alma durumu ile ilişkili olduğu gözlemlenmiştir.
Diğer değişken olan; toplam istismar şekli sayısı lojistik regresyon modelinde
elenmiştir. İleride Cİ‘ye uğramış daha büyük örneklem grupları ile yapılacak
çalışmalarda Cİ ile ilgili diğer değişkenlerin tanı alma üzerine etkisi ile ilgili
olarak
daha
farklı
sonuçlara
da
ulaşmanın
mümkün
olabileceğini
128
düşünmekteyiz. Çalışmamızda tanı alan olguların takip sayı ve süresinin, tanı
almayan gruba göre daha yüksek saptanması ise beklenen bir bulgudur.
Çalışmamızda, olguların %26.4‘ünde birden fazla tanı saptandı. Erkek
olgularda birden fazla tanı alma (%36.1) oranı kız olgulara (%23.4) göre daha
yüksek saptandı ve bu farklılık anlamlıydı. Erkek olgularda tanı sayısının daha
fazla saptanmasını; erkek olgularda fiziksel şiddetin daha fazla saptanmasına
ve penetrasyonun anlamlı olmamakla beraber kız olgulara göre daha fazla
saptanmasına bağlanabileceğini düşünmekteyiz. Literatürde bu belirtilen
faktörlerin daha olumsuz sonuçlara yol açtığı bildirilmektedir89,236,240 ve bu da
tanı sayısında artış olarak yansımış olabilir.
Çalışmamızda; ruhsal muayene sonucu yapılan klinik değerlendirmeye
göre sınırda kişilik özellikleri 33 olguda (%8.2) saptandı. Kızlarda (%10.2)
borderline (sınırda) kişilik özelliklerinin varlığı, erkek olgulara (%1.1) göre
belirgin olarak daha yüksekti ve bu farklılık anlamlıydı. Çocukluk ve ergenlik
çağında kişilik bozukluğu tanısı koyulmamakla birlikte, Cİ‘ye uğrayan çocuk ve
ergenlerde erişkin dönemde kişilik bozukluğu gelişme riskinin artması, Cİ‘nin
önemli sonuçlarından bir diğerini oluşturmaktadır. Çocukluk çağında istismara
uğramış yetişkinlerde borderline, antisosyal ve paranoid kişilik bozuklukları
oluşabileceği belirtilmektedir157,158. Literatürde travmatik çocukluk dönemi
yaşantıları ile borderline kişilik bozukluğu gelişmesi arasında ilişki olduğu ifade
edilmektedir311. Psikoterapi uygulanan Cİ mağdurlarında borderline kişilik
bozukluğu tanısı %70‘e varan oranlarda bildirilmektedir. Çalışmalar çocukluk
dönemindeki istismar ve ihmalin şiddeti ile ciddi borderline kişilik bozukluğu ve
kişilerarası
ilişkilerde
bozulma
arasında
yakın
bir
ilişki
olduğunu
kanıtlamıştır312,313. Almanya‘da psikosomatik kliniğinde yatan hastalarda yapılan
bir çalışmada; çocukluk döneminde Cİ‘ye uğrayan olgularda borderline kişilik
bozukluğu tanısının, Cİ‘ye uğramayanlara göre anlamlı düzeyde daha fazla
görüldüğü bildirilmiştir86. Çalışmamızda olguların %8.2‘sinde saptanan sınırda
kişilik örüntüsü, Cİ ve borderline kişilik patolojisi arasındaki ilişkiyi ifade eden
literatürle uyuşmaktadır. Sınırda kişilik patolojisi saptanan bu olguların
erişkinlikte kişilik bozukluğu tanısını alıp almayacaklarını belirlemek için izlem
çalışmalarına ihtiyaç vardır.
Çalışmamızda; Cİ nedeniyle değerlendirilen olguların ortalama ÇİDÖ
puanı 17.91±9.99 ve ÇİSAÖ puanı 39.03±10.33 olarak saptandı. Kız ve erkek
129
olgular arasında ÇİDÖ puanı ve ÇİSAÖ puanı açısından istatistiksel olarak
anlamlı farklılık vardı. Kız olguların ortalama ÇİDÖ puan ve ÇİSAÖ puan
değerleri erkek olgulara göre daha yüksekti. Chen ve ark. Cİ‘ye uğrayan ve
uğramayan olguları karşılaştırdıkları çalışmalarında her iki gruba The Center of
Epidemiologic Studies Depression Scale (Epidemiyolojik Çalışmalar Merkezinin
Depresyon Ölçeği) uygulanmış ve Cİ‘ye uğrayan grubun diğer gruba göre ölçek
puanının anlamlı düzeyde yüksek olduğunu ifade edilmiştir. Bu çalışmada Cİ‘ye
uğrayan kız ve erkek olgularda bu ölçek puanı açısından anlamlı farklılık
saptanmamıştır221. Ruggıero ve ark.‘nın yaşları 6–16 arasında değişen 80 Cİ
olgusunu
değerlendirdikleri
çalışmalarında;
çocuğun
cinsiyeti,
istismarın
başlangıç yaşı, istismarın sıklığı, şiddeti, süresi, istismarcının yakınlığı ve
fiziksel istismar öyküsü değişkenlerinin ÇİDÖ ve ÇİSAÖ puanları için yordayıcı
olmadığı ifade edilmiştir218. Lipovsky ve ark.‘nın çalışmasında babaları
tarafından Cİ‘ye uğrayan olguların, Cİ‘ye uğramayan kardeşlerine göre ÇİDÖ
puanlarının anlamlı düzeyde daha yüksek saptandığı bildirilmiştir314. Cohen ve
Mannarino çalışmalarında Cİ‘ye uğrayan kız olgular ile sağlıklı kontroller
arasında ÇİDÖ ve ÇİSAÖ puanları açısından anlamlı bir farklılık olmadığını
ifade etmiştir315. Mannarino ve ark.‘ları Cİ‘ye uğrayan kızlar ile Cİ öyküsü
olmayan hasta ve normal kızları karşılaştırdıkları çalışmalarında; gruplar
arasında ÇİDÖ puanları açısından farklılık saptamazken, Cİ‘ye uğrayan kızların
Cİ öyküsü olmayan hasta ve normal kız olgulara göre anlamlı düzeyde daha
yüksek durumluluk anksiyete puanları olduğunu ifade etmiştir299. Çalışmamızda
elde edilen ortalama ÇİDÖ puanı, ölçek puanının depresyonu ayırdığı sınır
olarak önerilen 19 puanın altındadır. Çalışmamızda elde edilen ortalama ÇİSAÖ
puanı artmış kaygı düzeyine işaret etmektedir. Olguların tanıları bu ölçeklere
göre konulmamakla beraber ruhsal muayene öncesi klinisyene önemli bilgiler
vermektedir. ÇİBDÖ puanının 19‘un altında olması MDB tanısının konulmasına
engel olmadığı gibi ölçek puanının 19‘un üzerinde olmasıda mutlaka MDB
varlığına işaret etmemektedir. Çalışmamızda kız olgularda ÇİDÖ ve ÇİSAÖ
puanlarının daha yüksek saptanmasını literatürde Cİ‘ye uğramış ergen kızların,
erkeklere göre daha fazla somatik şikayetler ve duygudurum bozuklukları
sergiledikleri, erkek ergenlerin ise kızlara göre daha fazla davranışsal
problemler gösterdikleri ifade eden289 yazınla örtüştüğünü düşünmekteyiz. ÇİDÖ
ve ÇİSAÖ özellikle izlemde oldukça faydalı bilgiler vermektedir. Çalışmamıza;
130
olguların polikliniğe ilk başvurduklarında doldurulan ölçek puanları kullanılmıştır.
İzlem ölçek puanları çalışma verilerine dahil edilmemiştir.
Çalışmamızda; tanı sayısı artışı ile değişkenlerin ilişkisi incelendiğinde;
çocuğun uğradığı fiziksel şiddet ile tanı sayısı arasında istatistiksel olarak
anlamlı pozitif bir korelasyon saptandı. Bir ayda maruz kalınan fiziksel şiddet
sayısı arttıkça tanı sayısı anlamlı olarak artmaktaydı. Tanı sayısı artışı ile ilgili
bulgumuz, birçok istismar türüne maruz kalanların, aynı tür istismara aynı
sıklıkta maruz kalanlara göre daha semptomatik olduklarını ifade eden 240
yazınla örtüşmektedir.
Çalışmamızda olguların ortalama takip sayıları 2.15±2.05 ve ortalama
takip süresi 3.49±6.17 ay olarak bulunmuştur. Çalışmamızda olguların büyük bir
çoğunluğunun (%54.5) klinik takibini neden bıraktıkları bilinmezken; %4‘ünün
kendi isteği ile takibi bıraktığı, %18.4‘ünün doktor önerisi ile takibinin kesildiği ve
sonuç olarak olguların sadece %23.1‘inin halen klinik takipte olduğu saptandı.
Cinsiyetler arasında takip sayısı, süresi ve takibi bırakma nedenleri açısından
anlamlı farklılık saptanmadı. Çalışmamızda takip sayısının az ve süresinin kısa
olmasını; kurbanların çoğunun yasal süreçlerle ilişkili olarak ruh sağlığında
bozulma varlığının değerlendirilmesi için başvurması ve çoğu kurbanın
izlemden düşmesiyle açıklayabiliriz. Ayrıca; mağdur ailelerinin uzun dönem
psikiyatrik
izleme
isteksiz olmalarından dolayı
kurbanlardaki psikiyatrik
morbiditeyi veya ilerleyen dönemde kurbanların istismarcı olma durumlarını
değerlendirmek mümkün olamamaktadır.
131
SONUÇ VE ÖNERİLER
Olgular ile ilişkili sosyo-demografik verilerin sonuçları
Olgu sayısı kız cinsiyette erkek cinsiyete göre istatistiksel olarak anlamlı
oranda yüksek bulunmuştur. Erkek olguların çoğunluğunun 7–11 yaş aralığında,
kız olguların çoğunluğunun ise 15–18 yaş aralığında yer aldığı ve bu farklılığın
istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır. Kız olguların büyük bir
çoğunluğunun ortaokul döneminde, erkek olguların büyük bir çoğunluğunun
ilkokul döneminde olduğu ve bu farklılığın istatistiksel olarak anlamlı olduğu
saptanmıştır.
Olguların çoğunluğunun kardeş sayısının 1 olduğu, ailenin 1. çocuğu
olduğu ve fiziksel hastalıklarının olmadığı saptanmıştır.
Fiziksel şiddete uğrama oranı ve ortalama aylık fiziksel şiddete uğrama
sayısı erkek olgularda kız olgulara göre istatistiksel olarak anlamlı oranda
yüksek saptanmıştır.
Kız olgularda ortalama cümle kurma becerisinin kazanıldığı ayın, erkek
olgulara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha erken olduğu
saptanmıştır.
Anne özellikleri ile ilişkili sosyo-demografik verilerin sonuçları
Annenin öz veya üvey oluşu, ortalama eğitim süresi, eğitim durumu, iş
durumu, kronik fiziksel hastalık ve ruhsal bozukluğun varlığı açısından kız ve
erkek olgular arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır. Kız
olguların ortalama anne yaşı, erkek olguların ortalama anne yaşına göre
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek saptanmıştır.
Baba özellikleri ile ilişkili sosyo-demografik verilerin sonuçları
Babanın öz veya üvey oluşu, ortalama eğitim süresi, eğitim durumu, iş
durumu, kronik fiziksel hastalık ve ruhsal bozukluğun varlığı açısından kız ve
erkek olgular arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır. Kız
olguların ortalama baba yaşı, erkek olguların ortalama baba yaşına göre
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek saptanmıştır.
Aile özellikleri ile ilişkili verilerin sonuçları
132
Aile durumu, aile yapısı, ebeveynler arası akrabalık varlığı, göç öyküsü
açısından kız ve erkek olgular arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
saptanmamıştır.
Ebeveynler arası fiziksel şiddet kız olgularda, erkek olgulara göre
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazla oranda saptanmıştır.
Cinsel istismar özellikleri ile ilişkili verilerin sonuçları
Olguların çoğunun adli makamlar aracılığı ile cinsel istismar açısından
değerlendirilmesi için polikliniğimize yönlendirildiği saptanmıştır. Kız olguların,
erkek olgulara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha geç dönemde Cİ
nedeniyle değerlendirildikleri belirlenmiştir. Olguların çoğunluğunu 2009 yılında
başvuranlar oluşturduğu saptanmıştır.
Olguların büyük bir çoğunluğunun istatistiksel olarak anlamlı düzeyde
ilkbahar-yaz mevsimlerinde istismara uğradığı saptanmıştır.
İstismar olaylarının büyük bir çoğunluğunun yerleşim yeri olarak
değerlendirildiğinde kentlerde gerçekleştiği saptanmıştır.
Kızların büyük bir çoğunluğunun istismarcının veya bir başkasının evinde
istismara uğrarken, erkeklerin büyük bir çoğunluğunun açık alanda istismara
uğradığı saptanmıştır. Kız olguların istismarın kendi evlerinde gerçekleşme
oranı, erkek olguların istismarın kendi evlerinde gerçekleşme oranına göre
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek oranda saptanmıştır.
Kız olgularda istismar olayının gece gerçekleşmesi; erkek olgulara göre
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazla oranda saptanmıştır.
İstismarcı cinsiyetinin olguların çoğunda erkek olduğu saptanmıştır.
Kız olguların ortalama istismarcı yaşı, erkek olgulara göre istatistiksel
olarak anlamlı düzeyde daha yüksek saptanmıştır.
Birden fazla istismarcı tarafından istismar edilme oranları; erkeklerde,
kızlara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek saptanmıştır.
İstismarcının akraba olması; kız olgularda, erkek olgulara göre ve
istismarcının yabancı olması ise; erkek olgularda, kız olgulara göre istatistiksel
olarak anlamlı düzeyde daha yüksek oranda saptanmıştır.
Aile dışı istismara maruz kalma; erkek olgularda, kız olgulara göre ve aile
içi istismara maruz kalma ise; kız olgularda, erkek olgulara göre istatistiksel
olarak anlamlı düzeyde daha yüksek oranda saptanmıştır. Aile içi istismarcıların
çoğunluğunun kuzen olduğu ve öz baba tarafından istismara uğrama oranı,
133
üvey baba tarafından istismara uğrama oranına göre daha yüksek saptanmıştır.
Aile içi Cİ‘ye uğrayan olgularda; cinsiyetler arasında ortalama yaş açısından
istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır. Aile dışı Cİ‘ye uğrayan kız
olguların ortalama yaşı, erkek olgulara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde
daha yüksek saptanmıştır. Tanıdık biri tarafından istismar edilme; 13 yaş ve
üstü grupta, 13 yaşın altındaki gruba göre ve yabancı biri tarafından istismar
edilme ise; 13 yaş altı grupta, 13 yaş ve üstü gruba göre istatistiksel olarak
anlamlı düzeyde daha yüksek oranda saptanmıştır.
Boşanmış veya parçalanmış aile durumu olanların aile içi istismara
uğrama oranları, anne ve baba birlikte aile durumuna göre istatistiksel olarak
anlamlı düzeyde daha yüksek oranda saptanmıştır.
Başvuruya kadar geçen sürenin istismarcının aile içi olduğu olgularda,
istismarcının aile dışı olduğu olgulara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde
daha uzun olduğu saptanmıştır.
Kız olgularda birden çok kez ve pek çok kez istismara uğrama oranı,
erkek olgulara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek oranda
saptanmıştır. İstismarın tekrarlama oranı 15–18 yaş grubunda, diğer yaş
gruplarına göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek oranda
saptanmıştır. Aile içi istismarın tekrarlama oranı, aile dışı istismara göre
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazla oranda saptanmıştır.
Olguların
çoğunda
istismar
şeklinin
vajinal
penetrasyon
olduğu
saptanmıştır. Dokunma-öpme istismar şeklinin; kız olgularda, erkek olgulara
göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazla görüldüğü saptanmıştır. Her
iki cinsiyette de olguların çoğunun penetran istismar şekline maruz kaldığı
saptanmıştır. Erkek olguların çoğunda anal penetrasyon, kız olgulara göre, kız
olguların çoğunda vajinal/oral penetrasyon, erkek olgulara göre istatistiksel
olarak anlamlı düzeyde daha fazla oranda saptanmıştır. 15-18 yaş grubunda
penetran olan istismar şekilleri, diğer yaş gruplarına göre istatistiksel olarak
anlamlı düzeyde daha yüksek oranda saptanmıştır. 13 yaş ve üstündeki grupta,
13 yaş altı gruba göre penetran olan istismar şekli istatistiksel olarak anlamlı
düzeyde daha fazla oranda saptanmıştır. Penetrasyon varlığı; tanıdık tarafından
Cİ‘ye uğrayan olgularda, akraba ve yabancı tarafından Cİ‘ye uğrayanlara göre
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek oranda saptanmıştır. Rızası
134
olduğunu bildirme kız olgularda, erkek olgulara göre istatistiksel olarak anlamlı
düzeyde yüksek oranda saptanmıştır.
Kız olguların %8.6‘sında gebelik öyküsü saptanmıştır. Gebelik öyküsü
olanların çoğunun 15–18 yaş grubunda yer aldığı saptanmıştır.
Olguların klinik bulguları
Olguların yapılan ruhsal muayeneleri sonucu DSM-IV-TR tanı ve
sınıflandırma sistemine göre; 402 olgunun 307 (%76.4)‘sinde psikopatoloji
saptanmıştır. Olgularda en sık saptanan tanı PTSB‘dir. Kız olgularda MR ve
MDB tanısı, erkek olgulara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazla
oranda saptanmıştır. 12-14 yaş grubunda PTSB tanısının varlığı diğer gruplara
göre, 15-18 yaş grubunda MDB tanısının varlığı diğer gruplara göre istatistiksel
olarak anlamlı düzeyde daha yüksek oranda saptanmıştır. İstismarcının aile dışı
olduğu olgularda ASB tanısının oranı, aile içi olduğu olgulardaki ASB tanısına
göre, istismarcının aile içi olduğu olgularda KPTSB tanısının oranı, aile dışı
olduğu olgulardaki KPTSB tanısının oranına göre istatistiksel olarak anlamlı
düzeyde daha yüksek oranda saptanmıştır. Penetrasyon olan grupta MDB
tanısı, penetrasyon olmayan gruba göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde
daha yüksek oranda saptanmıştır. Tanı alan olguların, tanı almayan olgulara
göre ortalama; ÇİDÖ puanı, ÇİSAÖ puanı, toplam istismar şekli, takip sayısı ve
süresi istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha yüksek saptanmıştır.
Rızası olmadığını bildiren olguların tanı alma oranı, rızası olduğunu
bildiren olgulara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek oranda
saptanmıştır.
Tanı almayı etkileyen değişkenlerin tanı alma durumunu birlikte ne
şekilde etkilediklerini analiz etmek için oluşturulan lojistik regresyon modeli
sonuçlarına göre,
bireylerin depresyon ve süreklilik puanlarındaki artışın ve
rızalarının olmamasının tanı alma durumu ile ilişkili olduğu gözlemlenmiştir.
Erkek olgularda birden fazla tanı alma oranı, kız olgulara göre, kızlarda
borderline kişilik özelliklerinin varlığı, erkek olgulara göre istatistiksel olarak
anlamlı düzeyde daha yüksek oranda saptanmıştır. Kız olguların ortalama ÇİDÖ
puanı ve ÇİSAÖ puanı, erkek olgulara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde
daha yüksek saptanmıştır. Tanı sayısının artışı ile değişkenlerin arasında
doğrusal bir ilişkinin olup olmadığını tespit etmek için yapılan korelasyon
135
analizleri sonucu; sadece çocuğun uğradığı fiziksel şiddet ile tanı sayısı
arasında istatistiksel olarak anlamlı pozitif bir korelasyon saptanmıştır.
Klinik takip ile ilgili bulgular
Olguların ortalama takip süresi 3.49±6.17 ay, ortalama takip sayısı
2.15±2.05 olarak saptanmıştır. Olguların büyük bir çoğunluğunun (%54.5) klinik
takibini neden bıraktıkları bilinmezken; olguların sadece %23.1‘inin halen klinik
takibinde olduğu saptanmıştır.
Çocuk ve ergenlerin istismar ve ihmali kısa ve uzun dönemde olumsuz
sonuçlara neden olduğu için; toplumun en küçük yapıtaşı olan aileden
başlayarak sosyal kuruluşları, yasal sistemleri, eğitim sistemini ve iş alanları da
dahil tüm toplumu derinden etkileyen bir halk sağlığı sorunudur. Cİ gibi önemli
travmayı önleyebilmek için risk etkenlerini iyi tanımlamak ve bunlara yönelik
önlemler alabilmek önemlidir. Cİ ile ilgili toplum sağlığı politikalarının
oluşturulmasında bilimsel araştırmalarla kanıtlanan bu risk etkenlerine yönelik
koruyucu etmenlerin, önlem ve yaptırımların net olarak belirlenmesinin ve
uygulamaya geçirilmesinin koruyucu ruh sağlığı çalışmaları açısından çok
önemli olacağı düşünülmektedir.
Bu araştırmanın sonuçlarından da görüldüğü gibi, Cİ ile ilgili olarak
sadece istismara ait özellikler değil, çocuk ve ergenlere, ebeveynlere ve aile
yapısına ait özellikler gibi pek çok değişken Cİ‘nin olası olumsuz sonuçları için
risk etkenleri arasında yer alabilmektedir. Konuyla ilgili oldukça fazla değişkenin
incelenmiş olması ve ülkemizde bu konuda yapılmış geniş örneklemli
çalışmaların pek fazla olmaması nedeniyle; Cİ olgularına ait özelliklerin ve
Cİ‘nin sonuçlarını etkileyebilecek özelliklerinin araştırıldığı bu çalışmanın önemli
bir çalışma
olduğu düşünülmektedir. Ancak Cİ ile
mekanizmalarının
ve
dayanıklılığın
ve
uzun
süreli
ilgili
izlem
başa çıkma
bulgularının
değerlendirildiği çalışmalara ihtiyaç duyulduğu da bir gerçektir. Sonuç olarak Cİ
ile ilgili bireysel, ailesel ve istismara ait özelliklerin, bunların istismara uğrama
açısından etkilerinin ve sonuçlarının tanımlanması ve bu konudaki bilgilerimizin
artması toplumun genel ruh sağlığı açısından önem taşımaktadır.
136
KAYNAKLAR
1. Oral R, Can D, Kaplan S, et al. Child abuse in Turkey: An experience in
overcoming denial and a description of 50 cases. Child Abuse Negl
2001; 25:279–90.
2. Pizarro RA, Billick SB. Current issues in child abuse. Curr Opin Pediatr
1999; 12:665–8.
3. Hedin LW. Physical and sexual abuse against women and children. Curr
Opin Obstet Gynecol 2000; 12:349–55.
4. Glaser D. Child sexual abuse. In: Rutter M, Taylor T (eds). Child and
Adolescent Psychiatry. 4th ed. Massachusetts: Blackwell Publishing
Company, 2002:340–58.
5. Kara B, Biçer Ü, Gökalp AS. Çocuk istismarı. Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Derg 2004; 47:140–51.
6. International Society for Prevention of Child Abuse and Neglect
(ISPCAN). http://www.ispcan.org/CAN-facts/definition.html. Erişim tarihi:
01.08.2010
7. Köroğlu E, Aydemir Ö. Klinik ilgi odağı olabilecek diğer durumlar. In:
Köroğlu E (ed). Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı
Yeniden Gözden Geçirilmiş Tam Metin (DSM-IV-TR). Dördüncü Baskı.
Ankara: Hekimler Yayın Birliği, 2007:1053–69.
8. Özgen G. Ek bölüm: ICD-10‘da sıklıkla ruhsal ve davranışsal
bozukluklarla ilişkili başka durumlar. In: Öztürk MO, Uluğ B (eds). Dünya
Sağlık
Örgütü
ICD–10
Ruhsal
ve
Davranışsal
Bozukluklar
Sınıflandırması. 1. Baskı. Ankara: Hekimler Yayın Birliği, 1993:276–98.
9. Putnam FW. Ten year research update review: child sexual abuse. J Am
Acad Child Adolesc Psychiatry 2003; 42:269–78.
10. Renteria SC. Summary: Sexual abuse of female children and
adolescents-detection, examination and primary care. Ther Umsch 2005;
62:230–7.
137
11. Krischer MK, Sevecke K, Lehmkuhl G, Steinmeyer EM. Less severe
sexual child abuse and its sequelae: Are there different psychic and
psychosomatic symptoms in relation to various forms of sexual
interaction?. Prax Kinderpsychol Kinderpsychiatr 2005; 54:210–25.
12. Sachs-Ericsson N, Blazer D, Plant EA, Arnow B. Childhood sexual and
physical abuse and the 1-year prevalence of medical problems in the
National Comorbidity Survey. Health Psychol 2005; 24:32–40.
13. Nurcombe B. Child sexual abuse 1: psychopathology. Aust NZJ
Psychiatry 2000; 34:85–91.
14. Aysev A, Taner YI. Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları. 1.
baskı. İstanbul: Golden Print, 2007:709–26.
15. Fassler IR, Amodeo M, Griffin ML, Clay CM. Predicting long-term
outcomes for women sexually abused in childhood: Contribution of abuse
severity versus family environment. Child Abuse Negl 2005; 29:269–84.
16. Bandelow B, Krause J, Wedekind D, Broocks A, Hajak G, Ruther E.
Early traumatic life events, parental attitudes, family history and birth risk
factors in patients with borderline personality disorder and healthy
controls. Psychiatry Res 2005; 134:169–79.
17. Gold SN, Hyman SM, Andres-Hyman RC. Family of origin environments
in two clinical samples of survivors of intra- familial, extra-familial, and
both types of sexual abuse. Child Abuse Negl 2004; 28:1199–212.
18. Polat O. Tüm Boyutlarıyla Çocuk İstismarı 1: Tanımlar. 1. baskı. Ankara:
Seçkin Yayıncılık, 2007:93–188.
19. İzmirli M, Sur H, Polat N. Çocuğa karşı dayak olgusu ve çocuk istismarı.
Çocuk Forumu Dergisi 2000; 3:37–49.
20. Bernet W, Ayres W, Dunne JE, et al. Practice parameters for the
forensic evaluation of children and adolescents who may have been
physically or sexually abused. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry
1997;36(Suppl 10):37–56.
21. Şar V. Kötüye kullanım ve ihmalle ilişkili sorunlar. In: Köroğlu E, Güleç G
(eds). Psikiyatri Temel Kitabı Cilt 2. Ankara: Hekimler Yayın Birliği, 1998:
823–33.
22. Kepenekçi YK. Hukuksal açıdan çocuk istismarı ve ihmali. Katkı Pediatri
Dergisi 2001; 22:262–75.
138
23. Kempe CH, Sılverman FN, Steele BF, Droegemueller W, Sılver HK. The
battered-child syndrome. JAMA 1962; 181:17–24.
24. Polat O, İnanıcı MA, Aksoy ME. Adli Tıp Ders Kitabı. 1. Baskı. İstanbul:
Nobel Yayınevi, 1997: 315–39.
25. Topçu S. Çocuk istismarının kısa tarihçesi. In: Özçelik B (ed).
Silinmeyen İzler: Çocuk, Genç ve Engellilerin İstismar ve İhmali. 1. baskı.
Ankara: Phoenix Yayınevi, 2009:52–7.
26. Başbakanlık
Sosyal
Hizmetler
ve
Çocuk
Esirgeme
Kurumu.
http://www.shcek.gov.tr/tarihce.aspx. Erişim tarihi: 03.09.10
27. Polat O. Çocuk ve Şiddet, 1. baskı. İstanbul: Der Yayınevi, 2001:1–352.
28. Aral N, Gürsoy F. Çocuk hakları çerçevesinde çocuk ihmal ve istismarı.
Milli Eğitim Dergisi 2001; 151:36–9.
29. Taner Y, Gökler B. Çocuk istismarı ve ihmali: Psikiyatrik yönleri.
Hacettepe Tıp Derg 2004; 35:82–6.
30. Runyan D, Corrine W, Ikeda R, Hassan F, Ramiro L. Child abuse and
neglect by parents and other caregivers. In: Krug EG, Dahlberg LL,
Mercy JA, Zwi AB, Lozano R (eds). World Report on Violence and
Health. Geneva: World Health Organization, 2002:57–86.
31. Bahar G, Savaş HA, Bahar A. Çocuk istismarı ve ihmali: bir gözden
geçirme. Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi 2009; 4:51–65.
32. Turhan E, Sangün Ö, İnandı T. Birinci Basamakta Çocuk İstismarı ve
Önlenmesi. STED 2006; 15:153–7.
33. Lewis M. Child and Adolescent Psychiatry A Comprehensive Textbook.
2nd ed. Baltimor MA: Williams&Wilkins, 2002:1208–23.
34. Chılders AM. Child Maltreatment. In: Cheng K, Myers KM (eds). Child
and Adolescent Psychiatry The Essentıals. 1st ed. Philadephia:
Lıppıncott Williams& Wilkins, 2005:363–81.
35. Bilir Ş, Arı M, Dönmez NB, Güneysu S. 4-12 yaşları arasında 16.100
çocukta, örselenme durumları ile ilgili bir inceleme. In: Konanç E,
Gürkaynak İ, Egemen A (eds). Çocuk İstismarı ve İhmali. 2. baskı.
Ankara: Pelin Ofset, 1999:9–18.
36. Kaplan S, Pelcovitz D, Labruna V. Child and adolescent abuse and
neglect research: a review of the past 10 years. Part 1: Physical and
139
emotional abuse and neglect. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry 1999;
38:1214–22.
37. Kaufman J. Child Abuse and Neglect. In: Martin A, Volkmar FR (eds).
Lewıs‘s Child and Adolescent Psychiatry. A Comprehensive Textbook.
4th ed. Philadelphia: Lippincott Williams&Wilkins, 2007:692–701.
38. İşeri E. Cinsel istismar. In: Çetin FÇ, Pehlivantürk B, Ünal F, Uslu R,
İşeri E, Türkbay T, Coşkun A, Miral S, Motavallı N (eds). Çocuk ve Ergen
Psikiyatrisi Temel Kitabı. 1.baskı. Ankara: Hekimler Yayın Birliği, 2008:
470–7.
39. Finkelhor D, Brown A. Impact of child sexual abuse: a review of the
research. Psychol Bull 1986; 99:66–77.
40. Finkelhor D, Kobin J. Child abuse as an international issue. Child Abuse
Negl 1988; 12:3–23.
41. Hobbs CJ, Wynne JM. Sexual abuse of English boys and girls: the
importance of anal examination. Child Abuse Negl 1989; 13:195–210.
42. Akduman GG, Ruban C, Akduman B, Korkusuz İ. Çocuk ve Cinsel
İstismar, Adli Psikiyatri Dergisi 2005; 3:9–14.
43. e.Mevzuat.http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=1.5.5237
&sourceXmlSearch=&MevzuatIliski=0. Erişim: 26. 07. 2010
44. Aktepe E. Çocukluk çağı cinsel istismarı. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar
2009; 1:95–119.
45. Haugaard JJ, Emery RE. Methodological issues in child sexual abuse
research. Child Abuse Negl 1989; 13:89–100.
46. Pereda N, Guilera G, Forns M, Gomez-Benito J. The international
epidemiology of child sexual abuse: a continuation of Finkelhor. Child
Abuse Negl 2009; 33:331–42.
47. Theodore AD, Chang JJ, Runyan DK, Hunter WM, Bangdiwala SI,
Agans R. Epidemiologic features of the physical and sexual maltreatment
of children in the Carolinas. Pediatrics 2005; 115:331–7.
48. Yates A. Sexual abuse of children. In: Wiener JM (ed). Textbook of Child
Adolescent Psychiatry. 2nd ed. Washington: American Psychiatric Press,
1997:699–709.
49. Leventhal JM. Epidemiology of sexual abuse of children: old problems,
new directions. Child Abuse Negl 1998; 22:481–91.
140
50. Hèbert M, Tourigny M, Cyr M, McDuff P, Joly J. Prevelance of childhood
sexual abuse and timing of disclosure in a representatie sample of adults
from Quebec. Can J Psychiatry 2009; 54:631–9.
51. Jones DPH. Disclosure of child sexual abuse. Child Abuse Negl 2000;
24:269–71.
52. Paine ML, Hansen D. Factors influencing children to self-disclose sexual
abuse. Clin Psychol Rev 2002; 22:271–95.
53. Bagley C, Wood M, Young L. Victim to abuser: mental health and
behavioral sequels of child sexual abuse in a community survey of young
adult males. Child Abuse Negl 1994; 18:683–97.
54. Smith DW, Letourneau EJ, Saunders BE, Kilpatrick HS, Resnick HS,
Best CL. Delay in disclosure of childhood rape: results from a national
survey. Child Abuse Negl 2000; 24:273–87.
55. Prior V, Glaser D, Lynch MA. Responding to child sexual abuse: the
criminal justice system. Child Abuse Rev 1997; 6:128–40.
56. Pinera-Lucatero AG, Trujillo-Hernandez B, Millan-Guerrero RO, Vasquez
C. Prevelance of childhood sexual abuse among Mexican adolescents.
Child Care Health Dev 2008; 35:184–9.
57. Ertuğrul A. İstismar ve İhmalle İlişkili Sorunlar. In: Aydın H, Bozkurt A
(eds). Kaplan and Sadock Klinik Psikiyatri/Özet psikiyatri. 2.baskı.
Lippincott Williams and Wilkins, 2005:370–6.
58. McConaghy N. Paedophilia: a review of the evidence. Aust NZJ
Psychiatry 1998; 32:252–65.
59. Chelf C, Ellis J. Young adults who were sexually abused: Demographics
as predictors of their coping behaviors. Child Abuse Negl 2002; 26:313–
6.
60. Trickett PK, Kurtz DA, Noll JG. The consequences of child sexual abuse
for female development. In: Bell DJ, Foster SL, Mash EJ (eds).
Handbook of Behavioral and Emotional Problems in Girls. New York:
Plenum Publishers, 2005:357–80.
61. Finkelhor D. The international epidemiology of child sexual abuse. Child
Abuse Negl 1994; 18:409–17.
141
62. Gorey K, Leslie D. The prevelance of child sexual abuse: İntegrative
review adjustment for potential response and measurement bias. Child
Abuse Negl 1997; 21:391–8.
63. Finkelhor D, Dziuba-Leatherman J. Children as victims of violence: a
national survey. Pediatrics 1994; 94:413–42.
64. Nuttall R, Jackson H. Personal history of childhood abuse among
clinicians. Child Abuse Negl 1994; 18:455–72.
65. Lanktree C, Briere J, Zaidi L. Incidence and impact of sexual abuse in a
child outpatient sample: the role of direct inquiry. Child Abuse Negl 1991;
15:447–53.
66. McClellan J, Adams J, Douglas D, McCurry C, Storck M. Clinical
caharacteristics related to severity of sexual abuse: a study of seriously
mentally ill youth. Child Abuse Negl 1995; 19:1245–54.
67. Ceylan A, Tuncer O, Melek M, Akgün C, Gülmehmet F, Erden O. Van
bölgesindeki çocuklarda cinsel istismar. Van Tıp Dergisi 2009; 16:131–4.
68. Zoroğlu SS, Tüzün U, Şar V, Öztürk Ö, Kara ME, Alyanak B. Çocukluk
döneminde ihmal ve istismarın olası sonuçlarının incelenmesi. Anadolu
Psikiyatri Derg 2001; 2:69–78.
69. Akyüz G, Sar V, Kugu N, Doğan O. Reported childhood trauma,
attempted suicide and self-mutilative behavior among woman in the
general population. Eur Psychiatry 2005; 20:268–73.
70. Alikaşifoğlu M, Erginöz E, Ercan O, Albayrak-Kaymak D, Uysal O, İlter
O. Sexual abuse among female high school students in İstanbul, Turkey.
Chil Abuse Negl 2006; 30:247–55.
71. Agirtan CA, Akar T, Akbas S, et al. Establishment of interdisciplinary
child protection teams in Turkey 2002–2006: Identifying the strongest link
can make a difference! Child Abuse Negl 2009; 33:247–55.
72. Şahin F, İşeri E, Paslı F, ve ark. Adölesan ve cinsel istismar. I. Ulusal
Adölesan Sağlığı Kongresi, 28 Kasım–1 Aralık 2006, Ankara. Kongre
Özet Kitabı, 266–7.
73. Akbaş S, Turla A, Karabekiroğlu K, ve ark. Cinsel istismara uğramış
çocuklar. Adli Bilimler Derg 2009; 8:24–32.
74. Finkelhor D. Sex abuse and sexual health in children: Current dilemmas
for the pediatrician. Schweiz Med Wochenschr 1994; 124:2320–30.
142
75. Günçe G. Çocuğun cinsel istismarı. Konanç E, Gürkaynak İ, Egemen A
(eds). Çocukların Kötü Muameleden Korunması 1. Ulusal Kongre
Kitapçığı. 12–14 Haziran 1989, Ankara: Gözde Petro Ofset, 1991:125–
34.
76. Mannarino AP, Cohen JA, Berman SR. The children‘s attributions and
perceptions scale: a new measure of sexual abuse-related factors. J Clin
Child Psychol 1994; 23:204–11.
77. Özen NE, Şener Ş. Çocuk ve ergende cinsel istismar. Ege Psikiyatri
Sürekli Yayınları 1997; 2:473–91.
78. Santos JC, Neves A, Rodrigues M, Ferrão P. Victims of sexual offences:
medicolegal axaminations in emergency settings. J Clin Forensic Med
2006; 13:300–3.
79. Hall RC, Hall RC. A profile of pedophilia: definition, characteristics of
offenders, recidivism, treatment outcomes, and forensic ıssues. Mayo
Clin Proc 2007; 82:457–71.
80. Çengel KE, Çuhadaroğlu ÇF, Gökler B. Demographic and clinical
features of child abuse and neglect cases. Turk J Pediatr 2007; 49:256–
62.
81. Mazza D, Dennerstein L, Garamszegi CV, Dudley EC. The physical,
sexual and emotional violence history of middle-aged woman: a
community-based prevalance study. Med J Aust 2001; 175:199–201.
82. Finkelhor D, Asdigian N, Dziuba-Leatherman J. Victimization prevention
programs for children: a follow up. Am J Public Health 1995; 85:1684–9.
83. Edgardh K, Ormstad K. Prevalance and characteristics of sexual abuse
in a national sample of Swedish seventeen-year-old boys and girls. Acta
Pediatr 2000; 89:310–9.
84. Tahiroğlu AY, Avcı A, Çekin N. Çocuk istismarı, ruh sağlığı ve adli
bildirim zorunluluğu. Anadolu Psikiyatri Derg 2008; 9:1–7.
85. Vandiver DM, Kercher G. Offender and victim characteristics of
registered female sexual offenders in Texas: A proposed typology of
female sexual offenders. Sex Abuse 2004; 16:121–37.
86. Nickel MK, Tritt K, Mitterlehner FO, et al. Sexual abuse in childhood and
youth as psychopathology relevant life occurrence: cross-sectional
survey. Croat Med J 2004; 45:483–9.
143
87. Syengo -Mutisya CM, Kathuku DM, Ndetei DM. Psychiatric morbidity
among sexually abused children and adolescents. East Afr Med J 2008;
85:85–91.
88. Baker A, Duncan S. Child sexual abuse: A study of prevalence in Great
Britain. Child Abuse Negl 1985; 9:457–67.
89. Feiring C, Taska L, Lewis M. Age and gender differences in children's
and adolescents' adaptation to sexual abuse. Child Abuse Negl 1999;
23:115–28.
90. Spencer N, Devereux E, Wallace A, et al. Disabling conditions and
registration for child abuse and neglect: a population-based study.
Pediatrics 2005; 116:609–13.
91. Zielinski DS, Bradshaw CP. Ecological ınfluences on the sequelae of
child maltreatment: a review of the literature. Child Maltreat 2006; 11:49–
62.
92. Green A. Child sexual abuse and incest. In: Lewis M (ed). Child and
Adolescent Psychiatry A Comprehensive Textbook. 2nd ed. Baltimore
MA: Williams & Wilkins, 1996:1041–8.
93. Canat S. Ergenlerde aile içi cinsel taciz. Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı
Derg 1994;1:18–22
94. Tardif M, Auclair N, Carpentier J. Sexual abuse perpetrated by adult and
juvenile females: an ultimate attempt to resolve a conflict associated with
maternal ıdentity. Child Abuse Negl 2005; 29:153–67.
95. Cohen LJ, McGeoch PG, Gans SW, Nikiforov K, Cullen K, Galynker II.
Childhood sexual history of 20 male pedophiles vs. 24 male healthy
control subjects. J Nerv Ment Dis 2002; 190:757–66.
96. Finkelhor D, Hotaling G, Lewis IA, Smith C. Sexual abuse in a national
survey of adult men and women: prevalence, characteristics, and risk
factors. Child Abuse Negl 1990; 14:19–28.
97. Finkelhor D, Browne A. The traumatic impact of child sexual abuse: a
conceptualization. Am J Orthopsychiat 1985; 55:530–41.
98. Topçu S. Cinsel İstismar. 1. baskı. Ankara: Phoenix Yayınevi, 2009:17–
245.
99. Yates A. Legal issues in psychological abuse of children. Clin Pediatr
1982; 21:587–90.
144
100. Keskin G, Çam O. Çocuk cinsel istismarına psikodinamik hemşirelik
yaklaşımı. Yeni Symposium 2005; 43:118–25.
101. Berlin LJ, Dodge KA. Relations among relationships. Child Abuse Negl
2004; 28:1127–32.
102. Davis JL, Jackson P. The ımpact of child sexual abuse on adult
ınterpersonal functioning. A review and synthesis of the empirical
literature. Aggres Violent Behav 2000; 5:291–328.
103. McCarthy G, Taylor A. Avoidant/ambivalent attachment style as a
mediator between abusive childhood experiences and adult relationship
difficulties. J Child Psychol Psychiatry 1999; 40:465–77.
104. Bal S, Van Oost P, Bourdeaudhuij ID. Avoidant coping as a mediator
between self-reported sexual abuse and stress-related symptoms in
adolescents. Child Abuse Negl 2003; 27:883–97.
105. Berliner L, Conte JR. The process of victimization: the victims'
perspective. Child Abuse Negl 1990; 14:29–40.
106. Penza KM, Heim C, Nemeroff CB. Neurobiological effects of childhood
abuse: implications for the pathophysiology of depression and anxiety.
Arch Womens Ment Health 2003; 6:15–22.
107. Mullen PE, Martin J, Anderson J, Romans SE, Herbison GP. The longterm impact of the physical, emotional and sexual abuse of children: a
community study. Child Abuse Negl 1996; 1:7–21.
108. Charmandari E, Tsigos C, Chrousos G. Endocrinology of the stress
response. Annu Rev Physiol 2005; 67:259–84.
109. McClellan J, McCurry C, Ronnei M, Adams J, Eisner A, Storck M. Age
of onset of sexual abuse: Relationship to sexually inappropriate
behaviors. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry 1996; 35:1375–83.
110. Francis DD, Diorio J, Plotsky PM, Meaney MJ. Enviromental
enrichment reverses the effects of maternal seperation on stress
reactivity. J Neurosci 2002; 7840–3.
111. Bredy TW, Zhang TY, Grant RJ, Diorio J, Meaney MJ. Peripubertal
environmental enrichment reverses the effects of maternal care on
hippocampal development and glutamate receptor subunit expression.
Eur J Neurosci 2004; 20:1355–6278.
145
112. Owens
MJ,
Nemeroff
CB.
Physiology
and
pharmacology
of
corticotropinreleasing factor. Pharmacol Rev 1991; 43:425–73.
113. Nemeroff CB. Neurobiological consequences of childhood truma. J Clin
Psychiatry 2004; 1:18–28.
114. King JA, Mandansky D, King SM, Fletcher KE, Brewer J. Early sexual
abuse and low cortisol. Psychiatr Clin Neurosci 2001; 55:71–4.
115. Ito Y, Teicher MH, Glod CA, Harper D, Magnus E, Gelbard HA.
Increased prevalence of electrophysiological abnormalities in children
with psychological, physical, and sexual abuse. J Neuropsychiatry Clin
Neurosci 1993; 5:401–8.
116. De Bellis MD, Lefter L, Trickett PK, Putnam FW. Urinary catecholamine
excretion in sexually abused girls. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry
1994; 33:320–7.
117. De Bellis M, Keshavan M, Clark DB, Casey BJ, Giedd JN, Boring AM.
Developmental traumatology II. Brain development. Biol Psychiatry 1999;
45:1271–84.
118. Herman-Giddens ME, Sandler AD, Friedman NE. Sexual precocity in
girls. An association with sexual abuse. Am J Dis Child 1988; 142:431–
3.
119. Brown J, Cohen P, Chen H, Smailes E, Johnson JG. Sexual
trajectories of abused and neglected youths. J Dev Behav Pediatr 2004;
25:77–82.
120. Haviland MG, Sone JL, Anderson DL, Nelson JC, Sheridan-Matney C,
Nichols JG. Thyroid hormone levels and psychological symptoms in
sexually abused adolescent girls. Child Abuse Negl 2006; 30:589–98.
121. American Academy of Pediatrics Committee on Child Abuse and
Neglect. Guidlines for the evaluation of sexual abuse of children subject
rewiev. Pediatrics 1999; 103:186–91.
122. Aydın E.Hekimin sır saklama ve ihbar yükümlülüğü. Katkı Pediatri
Dergisi 2002; 22:302–11.
123. Akço S, Aksel Ş, Arman AR, ve ark. Çocuk İstismarı ve İhmali
Uygulama Kitabı. İstanbul: Türk Adli Tıp Kurumu-UNICEF, 2004:13–33.
124. Tahiroğlu AY, Avcı A. Çocukta cinsel istismar. Türkiye Klinikleri J
Pediatr Sci 2006; 2:76–9.
146
125. Friedrich WN. Assessing children for the effects of sexual victimization.
New Dir Ment Health Serv 1994; 64:17–27.
126. Berkowitz CD, Bross DC, Chadwick DL, et al. American Medical
Association diagnostic and Treatment Guidelines on Child Sexual Abuse.
Arch Fam Med 1993; 2:19–27.
127. Giardino AP, Finkel MA. Evaluating child sexual abuse. Pediatr Ann
2005; 34:382–94.
128. Leserman J. Sexual abuse history: prevelance, health effects,
mediators and psychological treatment. Psychosom Med 2005; 67:906–
15.
129. Finkelhor D. Epidemiological factors in the clinical identification of child
sexual abuse. Child Abuse Negl 1993; 17:67–70.
130. Molnar BE, Berkman LF, Buka SL. Psychopathology, childhood sexual
abuse and other childhood adversities: relative links to subsequent
suicidal behaviour in the US. Psychol Med 2001; 31:965–77.
131. Kendall-Tackett KA, Williams LM, Finkelhor D. Impact of sexual abuse
on children: a review and synthesis of recent empirical studies. Psychol
Bull 1993; 113:164–80.
132. Garnefski N, Diekstra RF. Child sexual abuse and emotional and
behavioral problems in adolescence: gender differences. J Am Acad
Child Adolesc Psychiatry 1997; 36:323–9.
133. Crisma M, Bascelli E, Paci D, Romito P. Adolescent who experienced
sexual abuse: fears, needs and impediments to disclosure. Child Abuse
Negl 2004; 28:1035–48.
134. Abramowitz JS, Talin DF, Street GP. Paradoxical effects of thought
supression: a meta-analysis of controlled studies. Clin Psychol Rev
2001; 21:683–703.
135. Trickett PK, Noll JG, Reiffman A, Putnam FW. Variants of intra familial
sexual abuse experience: Implications for short- and long-term
development. Dev Psychopathol 2001; 13:1001–19.
136. Bouvier P, Halpèrin D, Rey H, et al. Typology and correlates of sexual
abuse in children and youth: multivarite analyses in a prevalance study in
Geneva. Chil Abuse Negl 1999; 23:779–90.
147
137. Şahiner MÜ, Yurdakök K, Kavak SU, Çetin İ. Tıbbi açıdan çocuk
istismarı. Katkı Pediatri Derg 2001; 22:276–85.
138. Fergusson DM, Lynskey MT, Horwood LJ. Childhood sexual abuse and
psychiatric disorder in young adulthood: I. Prevalance of sexual abuse
and factors associated with sexual abuse. J Am Acad Child Adolesc
Psychiatry 1996; 35:1355–64.
139. Ekşi A. Ben Hasta Değilim.
1.baskı. İstanbul: Nobel Tıp Kitabevi,
1999:531–41.
140. Polat O. Çocuk istismarı. Adli Tıp Dergisi 2000; 290:207–31.
141. Sparato J, Mullen PE. Impact of child sexual abuse on mental health.
Brit J Psychiat 2004; 184:416–21.
142. Paolucci EO, Genuis ML, Violato C. A meta-analysis of the published
research on the effects of child sexual abuse. J Psychol 2001;135:17–36.
143. Walker JL, Carey PD, Mohr N, Stein DJ, Seedat S. Gender differences
in the prevalence of childhood sexual abuse and in the development of
pediatric PTSD. Arch Women‘s Ment Health 2004; 7:111–21.
144. Clemmons JC, Walsh K, DiLillo D, Messman-Moore TL. Unique and
combined contributions of multiple child abuse types and abuse severity
to adult trauma symptomatology. Child Maltreat 2007; 12:172–81.
145. Danielson CK, de Arellano MA, Kilpatrick DG, Saunders BE, Resnick
HS. Child maltreatment in depressed adolescents: differences in
symptomatology based on history of abuse. Child Maltreat 2005; 10:37–
48.
146. Evans E, Hawton K, Rodham K. Suicidal phenomena and abuse in
adolescents: a review of epidemiological studies. Chil Abuse Negl 2005;
29:45–58.
147. Carey PD, Walker JI, Rossouw W, Seeadt S, Stein DJ. Risk indicators
and psychopathology in traumatised children and adolescents with a
history of sexual abuse. Eur Child Adolesc Psychiatr 2008; 17:93–8.
148. Pelcovitz D, Kaplan S, Goldenberg B, et al. Post-traumatic stress
disorder in physically abused adolescents. J Am Acad Child Adolesc
Psychiatry 1994; 33:305–12.
148
149. Beitchman JH, Zucker KJ, Hood JE, daCosta GA, Akman D, Cassavia
E. A review of the long-term effects of child sexual abuse. Child Abuse
Negl 1992; 16:101–18.
150. Beitchman JH, Zucker KJ, Hood JE, daCosta GA, Akman DA. Revıew
of the short-term effects of child sexual abuse. Chil Abuse Negl 1991;
15:537–56.
151. Tebbutt J, Swanston H, Oates RK, O‘Toole BI. Five years after child
sexual abuse: persisting dysfunction and problems of prediction. J Am
Acad Child Adolesc Psychiatr 1997; 36:330–9.
152. Romans SE, Martin J, Mullen PE. Women‘s self-esteem: a community
study of women who report and do not report childhood sexual abuse.
Brit J Psychiat 1996; 169:696–704.
153. Livingston R. Sexually and physically abused children. J Am Acad
Child Adolesc Psychiatry 1987; 26:413–5.
154. Runyon MK, Kenny MC. Relationship of atribucional style, depression
and posttrauma distress among children who suffered physical or sexual
abuse. Child Maltreat 2002; 7:254–64.
155. Weiss EL, Longhurst JG, Mazure CM. Childhood sexual abuse as a
risk factor for depression in women: psychosocial and neurobiological
correlates. Am J Psychiatry 1999; 156:816–28.
156. Vander Kolk BA, Perry JC, Herman JL. Childhood origins of selfdestructive behavior. Am J Psychiatry 1991; 148:1665–71.
157. Bierer LM, Yehuda R, Schmeidler J, et al. Abuse and neglect in
childhood: relationship to personality disorder diagnoses. CNS Spectr
2003; 8:737–54.
158. Sar V, Akyuz G, Kugu N, Ozturk E, Ertem-Vehid H. Axis I dissociative
disorder comorbidity in borderline personality disorder and reports of
childhood trauma. J Clin Psychiatry 2006; 67:1583–90.
159. Brodsky BS, Malone KM, Ellis SP. Characteristics of borderline
personality disorder associated with suicidal behavior. Am J Psychiatry
1997; 154:1715–9.
160. Ornstein A. Self-pathology in childhood: developmental and clinical
considerations. Psychiatr Clin North Am 1981; 4:435–53.
149
161. Briere JN, Elliott DM. İmmediate and long term impacts of child sexual
abuse. Future Child 1994; 4:54–69.
162. Friedrich WN. Individual psychotherapy for child sexual abuse victims.
Child Adolesc Psychiatr Clin North Am 1994; 3:797–812.
163. Baccini F, Fallotta N, Calabrese E, Pezzotti P, Corazziari E. Prevalence
of sexual and physical abuse and its relationship with symptom
manifestations in patients with chronic and functional gastrointestinal
disorders. Dig Liver Dis 2003; 35:256–61.
164. Drossman A, Leserman J, Nachman G, et al. Sexual and physical
abuse in women with functional or organic gastrointestinal disorders. Ann
Intern Med 1990; 113:828–33.
165. Williams LM, Herrera VM. Child maltreatment and adolescent violence:
understanding complex connection. Child Maltreat 2007; 12:203–7.
166. Kimberly AT. The impact of childhood sexual abuse on later sexual
victimization among runaway youth. J Res Adolesc 2001; 11:151–76.
167. Fleming J, Mullen PE, Sibthorpe B, Bammer G. The long term impact of
child sexual abuse in Australian women. Child Abuse Negl 1999;
23:145–59.
168. Fleming J, Mullen PE, Sibthorpe B, Attewell R, Bammer G. The
relationship between childhood sexual abuse and alcohol abuse in
women: a case control study. Addiction 1998; 93:1787–98.
169. Riggs S, Alario AJ, Mchorney C. Health risk behaviors and attempted
suicide in adolescents who report prior maltreatment. J Pediatr 1990;
116:815–21.
170. Tackett KK. The health effects of child abuse: four pathways by which
buse can influence health. Child Abuse Negl 2002; 26:715–29.
171. Mullen PE, Martin JL, Anderson JC, Romans SE, Herbison GP.
Childhood sexual abuse and mental health in adult life. Brit J Psychiat
1993; 163:721–32.
172. Fleming J. Prevalance of childhood sexual abuse in a community
sample of Australian women. Med J Australia 1997; 166:65–8.
173. Briere J. Methodological issues in the study of sexual abuse effects. J
Consult Clin Psychol 1992; 60:196–203.
150
174. Mullen PE, Martin JL, Anderson JC, Romans SE, Herbison GP. The
effect of child sexual abuse on social, interpersonal and sexual function
in adult life. Br J Psychiatry 1994; 165:35–47.
175. Friedrich WN, Fisher J, Dittner C, Acton R. Berliner L, Butler J. Child
sexual behavior ınventory: normative, psychiatric and sexual abuse
comparisons. Child Maltreat 2001; 6:37–49.
176. Ovayolu N, Uçan Ö, Serindağ S. Çocuklarda cinsel istismar ve etkileri.
Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi 2007; 2:13–22.
177. Fergusson DM, Horwood LJ, Lynskey MT. Childhood sexual abuse,
adolescent sexual behaviors and sexual revictimization. Child Abuse
Negl 1997; 21:789–803.
178. Bensley LS, Van Eenwyk J, Simmons KW. Self-reported childhood
sexual and physical abuse and adult HIV-risk behaviors and heavy
drinking. Am J Prev Med 2000; 18:151–8.
179. Browning CR, Laumann EO. Sexual contact between children and
adults: A life course perspective. Am Sociol Rev 1997; 62:540–60.
180. Gidycz CA, Hanson K, Layman MJ. A prospective analysis of the
relationships among sexual assault experiences. Psychol Women Quart
1995; 19:5–29.
181. Upchurch DM, Kusunoki Y. Associations between forced sex, sexual
and protective practices and sexually transmitted diseases among a
national sample of adolescent girls. Women‘s Health Issues 2004;
14:75–84.
182. Wyatt GE. The relationship between child sexual abuse and adolescent
sexual functioning in afro-american and white american women. Ann NY
Acad Sci 1988; 528:111–22.
183. Johnsen LW, Harlow LL. Childhood sexual abuse linked with adult
substance use, victimization and AIDS-risk. AIDS Educ Prev 1996; 8:44–
57.
184. Raj A, Silverman JG, Amaro H. The relationship between sexual abuse
and sexual risk among high school students: findings from the 1997
Massachusetts youth risk behavior survey. Matern Child Health J 2000;
4:125–34.
151
185. Shrier LA, Pierce JD, Emans J, DuRant RH. Gender differences in risk
behaviors associated with forced or pressured sex. Arch Pediatr Adolesc
Med 1998; 152:57–63.
186. Rainey DY, Stevens-Simon C, Kaplan DW. Are adolescents who report
prior sexual abuse at higher risk of pregnancy. Child Abuse Negl 1995;
19:1283–8.
187. Sapp M, Vandeven AM. Update on chilhood sexual abuse. Curr Opin
Pediatr 2005; 17:258–64.
188. Briscoe-Smith AM Hinshaw SP. Linkages between child abuse and
attention deficit/hyperactivity disorder in girls: behavioral and social
correlates. Child Abuse Negl 2006; 30:1239–55.
189. Elliot AJ, Peterson LW. Maternal sexual abuse of male children when
to suspect and how to uncover it. Postgrad Med 1993; 94:169–72.
190. Mellon MW, Whiteside SP, Friedrich WN. The relevance of fecal soiling
as an indicator of child sexual abuse: A preliminary analysis. J Dev
Behav Pediatr 2006; 27:25–32.
191. Eckenrode J, Laird M, Doris J. School performance and disiplinary
problems among abused and neglected children. Dev Psychol 1993;
29:53–62.
192. Waller G. Assosication of sexual abuse and borderline personality
disorder in eating disordered women. Int J Eat Disord 1993; 13:259–63.
193. Williams HJ, Wagner HL. Eating attitudes in survivors of unwanted
sexual experiences. Br J Clin Psychol 1992; 31:203–6.
194. Connors ME, Morse W. Sexual abuse and eating disorders: A review.
Int J Eat Disord 1993; 13:1–11.
195. Katerndahl D, Burge S, Kellog N. Predictors of development of adult
psychopathology in female victims of childhood sexual abuse. J Nerv
Ment Dis 2005; 193:258–64.
196. Bailey JA, McCloskey LA. Pathways to adolescent substance use
among sexually abused girls. J Abnorm Child Psychol 2005; 33:39–53.
197. Dubé SR, Anda RF, Whitfield CL, et al. Long-term consequences of
childhood sexual abuse by gender of victim. Am J Prev Med 2005;
28:430–8.
152
198. Görker I, Aygölü F, Demir N. Çocuğa zarar verici davranışta bulunma 3
olgu sunumu. Çocuk Forumu Derg 2000: 3:32–5.
199. Noll JG. Sexual abuse of children; unique in its effects on
development? Child Abuse Negl 2008; 32:603–5.
200. Arthur HG. Textbook of Child Adolescent Psychiatry. 2nd ed.
Washington: American Psychiatric Press, 1997:687–98.
201. Rober J. Cinsel istismara uğramış çocukların alternatif bakımı. In:
Konanç E, Gürkaynak İ, Egemen A (eds). Çocukların Kötü Muameleden
Korunması. 1. Ulusal Kongre Kitapçığı. 12-14 Haziran 1989, Ankara:
Gözde Ofset, 1991: 307–16.
202. Cohen J, Mannarino A. A treatment model for sexually abused preschoolers. J İnterpers Violence 1993; 8:115–31.
203. Rushton A, Miles G. A study of a support service for the current carers
of sexually abused girls. Clin Child Psychol and Psychiatry 2000; 5:411–
26.
204. Cohen JA, Mannarino AP, Rogal S. Treatment practices for childhood
posttraumatic stress disorder. Child Abuse Negl 2001; 25:123–359.
205. Habigzang LF, Stroeher FH, Hatzenberger R, Cunha RC, Ramos Mda
S, Koller SH. Cognitive behavioral group therapy for sexually abused
girls. Rev Saude Publica 2009; 43:70–8.
206. Habigzang LF, Hatzenberger R, Dala Corte F, Stroher F, Koller SH.
Avaliação de um modelo de intervenção psicológica para meninas
vítimas de abuso sexual. Psic Teor Pesq 2008; 24:67–76.
207. Cohen JA, Mannarino AP, Knudsen K. Treating sexually abused
children: 1 year follow-up of a randomized controlled trial. Child Abuse
Negl 2005; 29:135–45.
208. Saywitz KJ, Mannarino AP, Berliner L, Cohen JA. Treatment for
sexually abused children and adolescents. Am Psychol 2000; 55:1040–9.
209. Celano M, Hazzard A, Campbell SK, Lang CB. Attribution retraining
with sexually abused children: review of techniques. Child Maltreat 2002;
7:65–76.
210. Eastgate G. Sex, consent and intellectual disability. Aust Fam
Physician 2005; 34:163–6.
153
211. Lynch M (çev; Zeytinoğlu S). Çocuk istismarı ve ihmalinin önlenmesi.
In: Konanç E, Gürkaynak İ, Egemen A (eds). Çocuk İstismarı ve İhmali.
2. baskı. Ankara: Pelin Ofset, 1999:251–4.
212. Özusta HŞ. Çocuklar için durumluk-sürekli kaygı envanteri uyarlama,
geçerlik ve güvenirlik çalışması. Türk Psikoloji Dergisi 1995; 10:32–44.
213. Öy B, İlgen R, Ekmekçi A, Türkmen M, ve ark. Çocuklar için durumluksürekli kaygı envanterinin ilkokul ve ortaokul öğrencilerine uygulanması.
Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi 1995; 2:76–81.
214. Kovacs
M.
The
Children's
Depsession
Inventory
(CDI).
Psychopharmacol Bull 1985; 21:995–8.
215. Öy B. Çocuklar için depresyon ölçeği: geçerlilik ve güvenirlik çalışması.
Türk Psikiyatri Dergisi 1991; 2:132–6.
216. Kovacs M. Rating scale to assess depression in school aged children.
Acta Paedopsyhiatr 1981; 46:305–5.
217. Kendall-Tackett K. The health effects of childhood abuse: four
pathways by which abuse can influence health. Child Abuse Negl 2002;
26:715–29.
218. Ruggiero KJ, McLeer SV, Dixon JF. Sexual abuse characteristics
associated with survivor psychopathology. Child Abuse Negl 2000;
24:951–64.
219. Şahin F, Çepik A, Demirel B, Akar T, ve ark. Six-year experience of a
hospital-based child protection team in Turkey. Turk J Pediatr 2009;
51:336–43.
220. Priebe G, Svedin GC. Child sexual abuse is largely hidden from the
adult society an epidemiological study of adolescents‘ disclosures. Child
Abuse Negl 2008; 32:1095–108.
221. Chen J, Dunne MP, Han P. Child sexual abuse in China: a study of
adolescents in four provinces. Child Abuse Negl 2004; 28:1171–86.
222. Zeira A, Astor RA, Benbenishty R. Sexual harassment in Jewish and
Arab public schools in Israel. Child Abuse Negl 2002; 26:149–66.
223. Briggs F, Hawkins RMF. Protecting boys from the risk of sexual abuse.
Early Child Dev Care 1995; 110:19–32.
224. Cermak P, Molidor C. Male victims of child sexual abuse. Child Adolesc
Soc Work J 1996; 13:385–400.
154
225. Valente SM. Sexual abuse of boys. J Child Adolesc Psychiatr Nurs
2005; 18:10–16.
226. Dimock PT. Adult males sexually abused as children: characteristics
and implications for treatment. J Interpers Violence 1988; 3:203–21.
227. Pierce R, Pierce LH. The sexually abused child: a comparison of male
and female victims. Child Abuse Negl 1985; 9:191–9.
228. Bassani DG, Palazzo LS, Béria JU, et al. Child sexual abuse in
southern Brazil and associated factors: a population-based study. BMC
Public Health 2009; 11:133.
229. Bunting L. Sexual offences agains children: an exploration of attrition in
the Northern Ireland criminal justice system. Child Abuse Negl 2008;
32:1109–18.
230. Carlsted A, Nilsson T, Hofvander B, Brimse A, Innala S, Anckarsater H.
Does victim age differentiate between perpettrators of sexual child
abuse? A study of mental health, psychosocial circumstances and crime.
Sex Abuse 2009; 21:442–54.
231. Csorba R, Aranyosi J, Borsos A, Balla L, Major T, Póka R.
Characteristics of female child sexual abuse in Hungary between 1986
and 2001: a longitudinal, prospective study. Eur J Obstet Gynecol
Reprod Biol 2005; 120:217–21.
232. Islam MN, Islam MN. Retrospective study of alleged rape victims
attended at Forensic Medicine Department of Dhaka Medical College,
Bangladesh. J Forensic Leg Med 2003; 5:351–3.
233. Bahali K, Akçan R, Tahiroğlu AY, Avci A. Child sexual abuse: seven
years in practice. J Forensic Sci 2010; 55:633–6.
234. Singer MI, Petchers MK, Hussey D. The relationship between sexual
abuse among psychiatrically hospitalized adolescents. Child Abuse Negl
1989; 13:319–25.
235. Magalhães T, Taveira F, Jardim P, Santos L, Matos E, Santos A.
Sexual abuse of children: a comparative study of intra and extra-familial
cases. J Forensic Leg Med 2009; 16:455–9.
236. Edinburgh L, Saewyc E, Levitt C. Gender differences in extrafamilial
sexual abuse experiences among young teens. J Sch Nurs 2006;
22:278–284.
155
237. Sedlak AJ. Risk factors for the occurrence of child abuse and neglect.
J Aggression Maltreat Trauma 1997; 1:149–187.
238. Berliner L, Elliot DM. Sexual abuse of children. In: Myers JEB, Berliner
L, Briere J, Hendrix CT, Jenny C, Reid TA (eds). The APSAC Handbook
on Child Maltreatment. 2nd ed. California: Sage Publications, 2002:55–
79.
239. Dong M, Anda RF, Dube SR, Giles WH, Felitti VJ. The relationship of
exposure to childhood sexual abuse to other forms of abuse, neglect,
and household dysfunction during childhood. Child Abuse Negl 2003;
27:625–39.
240. Finkelhor D, Ormrod RK, Turner HA. Poly-victimization: a neglected
component in child victimization. Child Abuse Negl 2007; 31:7–26.
241. Bernard-Bonnin AC, Hébert M, Daignault IV, Allard-Dansereau C.
Disclosure of sexual abuse, and personal and familial factors as
predictors of post-traumatic stress disorder symptoms in school-aged
girls. Paediatr Child Health 2008; 13:479–86.
242. Gold SN, Lucenko BA, Elhai JD, et al.
A comparison of
psychological/psychiatric symptomatology of women and men sexually
abused as children. Child Abuse Negl 1999; 23:683–92.
243. Paradise JE, Rose L, Sleeper LA, Nathanson M. Behavior, family
function, school performance, and predictors of persistent disturbance in
sexually abused children. Pediatrics 1994; 93:452–9.
244. Bundak R, Neyzi O, Günöz H, Darendeliler F. Büyüme-gelişme ve
bozuklukları. In: Neyzi O, Ertuğrul T (eds). Pediatri Cilt 1. 3. baskı.
İstanbul: Nobel Tıp Kitabevi, 2002:79–132.
245. Finkelhor D, Moore D, Hamby SL, Straus MA. Sexually abused children
in a national survey of parents: methodological issues. Child Abuse Negl
1997; 21:1–9.
246. Svedin CG, Back C, Soèderback S. Family relations, family climate and
sexual abuse. Nord J Psychiatry 2002; 56:355–62.
247. Lesniak LP. Penetrating the conspiracy of silence: ıdentifying the family
at risk for incest. Fam Community Health 1993; 16:66–76.
156
248. Allen CM, Lee CM. Family of origin structure and intra/extrafamilial
childhood sexual victimization of male and female offenders. J Child Sex
Abus 1992; 1:31–44.
249. Nelson EC, Heath AC, Madden PA, et al. Association between selfreported childhood sexual abuse and adverse psychosocial outcomes:
results from a twin study. Arch Gen Psychiatry 2002; 59:139–45.
250. Madonna PG, Van Scoyk S, Jones DPH. Family interactions within
incest and non-incest families. Am J Psychiatry 1991; 148:46–9.
251. Dadds M, Smith M, Weber Y, Robinsson A. An exploration of family
and individual profiles following father daughter incest. Child Abuse Negl
1991; 15:575–86.
252. Boney-McCoy S, Finkelhor D. Prior victimization: a risk factor for child
sexual abuse and for PTSD-related symptomatology among sexually
abused youth. Child Abuse Negl 1995; 19:1401–21.
253. Elliot DM. Impaired object relations in professional women molested as
children. Psychotherapy 1994; 31:79–86.
254. Flemming J, Mullen PE, Bammer G. A study of potential risk factors for
sexual abuse in childhood. Child Abuse Negl 1997; 21:49–58.
255. Nair P, Schuler ME, Black MM, Kettinger L, Harrington D. Cumulative
environmental risk in substance abusing women: early intervention,
parenting stress, child abuse potential and child development. Child
Abuse Negl 2003; 27:997–1017.
256. Paveza GJ. Risk factors in father-daughter child sexual abuse: a case
control study. J Interpers Violence 1988; 3:290–306.
257. Summit RC. The child sexual abuse accommodation syndrome. Child
Abuse Negl 1983; 7:177–92.
258. Tellez C, Galleguillos T, Aliaga A, Silva C. Seasonal variation of sexual
abuse in Santiago de Chile. Psychopathology 2006; 39:69–74.
259. Özer E, Bütün C, Beyaztaş FY, Engin A. Çorum Adli Tıp Şube
Müdürlüğü‘ne 2006–2007 yıllarında başvuran cinsel istismar mağduru
çocuk olgularının değerlendirilmesi. C.Ü Tıp Fakültesi Dergisi 2007; 29:
51–5.
260. Faller KC. A clinical sample of women who have sexually abused
children. J Child Sex Abuse 1996; 4:13–30.
157
261. Green AH, Kaplan MS. Psychiatric impairment and childhood
victimization experiences in female child molesters. J Am Acad Child
Adolesc Psychiatry 1994; 33:954–61.
262. Margolin L. Child sexual abuse by nonrelated caregivers. Child Abuse
Negl 1991; 15:213–21.
263. Romano E, De Luca RV. Characteristics of perpetrators with histories
of sexual abuse. Int J Offender Ther Comp Criminol 1996; 40:147–56.
264. Grayston AD, De Luca RV. Female Perpetrators Of Child Sexual
Abuse: A Review of the Clinical and Empirical Liıterature. Aggress
Violent Behav 1999; 4:93–106.
265. Dhaliwal GK, Gauzas L, Antonowicz DH, Ross RR. Adult male
survivors of childhood sexual abuse: prevalence, sexual abuse
characteristics, and long-term effects. Clinic Psychol Rev 1996; 16:619–
39.
266. Dickey R, Nussbaum D, Chevolleau K, Davidson H. Age as a
differential characteristic of rapists, pedophiles, and sexual sadists. J Sex
Marital Ther 2002; 28:211–8.
267. Fischer DG, McDonald WL. Characteristics of ıntrafamial and
extrafamial child sexual abuse. Child Abuse Negl 1998; 22:915–29.
268. Russel DEH. The incidence and prevalence of intra familial and
extrafamilial sexual abuse of female children. Child Abuse Negl 1983;
7:133–46.
269. Anderson J, Martin J, Mullen P, Romans S, Herbison P. Prevalence of
childhood sexual experiences in a community sample of women. J Am
Acad Child Adolesc Psychiatry 1993; 32:911–9.
270. Cox S, Andrade G, Lungelow D, Schloetelburg W, Rode H. The child
rape epidemic: assessing the incidence at Red Cross Hospital, Cape
Town, and establishing the need for a new national protocol. S Afr Med J
2007; 97:950–5.
271. Ullman ES, Filipas HH. Gender differences in social reactions to abuse
disclosures, post-abuse coping, and PTSD of child sexual abuse
survivors. Child Abuse Negl 2005; 29:767–82.
158
272. Gold SN, Elhai JD, Lucenko BA, Swingle JM, Hughes DM. Abuse
characteristics among childhood sexual abuse survivors in therapy: a
gender comparison. Child Abuse Negl 1998; 22:1005–12.
273. Lucenko BA, Gold SN, Cott M. Relationship to perpetrator and
posttraumatic symptomatology among sexual abuse survivors. J Fam
Violence 2000; 15:169–79.
274. Taveira F, Frazão S, Dias R, Matos E, Magalhães T. Intra and extrafamiliar sexual abuse. Acta Med Port 2009; 22:759–66.
275. Shaw JA, Lewis JE. Child on child sexual abuse: psychological
perspectives. Child Abuse Negl 2000; 24:1591–600.
276. Edgardh K, Krogh GV, Ormstad K. Adolescent girls investigated for
sexual abuse history, physical findings and legal outcome. Forensic Sci
Int 1999; 104:1–15.
277. Priebe G, Svedin GC. Prevalence, characteristics and associations of
sexual abuse with sociodemographics and consensual sex in a
population based sample of swedish adolescents. J Child Sex Abus
2009; 18:19–39.
278. Halpérin DS, Bouvier P, Jaffé PD, et al. Prevalence of child sexual
abuse among adolescents in Geneva: results of a cross sectional survey.
BMJ 1996; 312:1326–9.
279. Chen J, Dunne MP, Han P. Child sexual abuse in Henan province,
China: associations with sadness, suicidality, and risk behaviors among
adolescent girls. J Adolesc Health 2006; 38:544–9.
280. Fontanella C, Harrington D, Zuravin SJ. Gender differences in the
characteristics and outcomes of sexually abused preschoolers. J Child
Sex Abus 2000; 9:21–40.
281. Cohen JA, Deblinger E, Mannarino AP, Ster RR. Multi-site, randomized
controlled trial for children with abuse-related PTSD symptoms. J Am
Acad Child Adolesc Psychiatry 2004; 43:393–402.
282. Boyle FM, Dunne MP, Purdie DM, Najman JM, Cook MD. Early
patterns of sexual activity: age cohort differences in Australia. Int J STD
AIDS 2003; 14:745–52.
159
283. Dunneur MP, Ballard R, Peterson K, Dunne T. Stability and change in
adolescents‘ sexual helath-related knowledge, attitudes and behavior in
Queensland. Venerology 1997; 10:228–35.
284. Noll JG, Shenk CE, Putnam KT, et al. Childhood sexual abuse and
adolescent pregnancy: a meta-analytic update J Pediatr Psychol 2009;
34:366–78.
285. Finkelhor D, Berliner L. Research on the treatment of sexually abused
children: a review and recommendations. J Am Acad Child Adolesc
Psychiatry 1995; 34:1408–23.
286. Mannarino A, Cohen J, Smith J, et al. Six and twelve month follow-up
of sexually abused girls. J Interpers Violence 1991; 6:494–511.
287. Bauserman, R, Rind B. Psychological correlates of male child and
adolescent sexual experiences with adults: A review of the nonclinical
literature. Arch Sex Behav 1997; 26:105–41.
288. Friedrich WN, Urquiza AJ, Beilke RL. Behavior problems in sexually
abused young children. J Pediatr Psychol 1986; 11:47–57.
289. Darves-Bornoz JM, Choquet M, Ledoux S, Gasquet I, Manfredi R.
Gender differences in symptoms of adolescents reporting sexual assault.
Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol 1998; 33:111–7.
290. Maikovich-Fong AK, Jaffee SR. Sex differences in childhood sexual
abuse characteristics and victims‘ emotional and behavioral problems:
Findings from a national sample of youth. Child Abuse Negl 2010;
34:429–37.
291. Calam R, Horne L, Glasgow D, Cox A. Psychological disturbance and
child sexual abuse: a follow-up study. Child Abuse Negl 1998; 22:901–
13.
292. Young RE, Bergandı TA, Tıtus TA. Comparison of the effects of sexual
abuse on male and female latency-aged children. J Interpers Violence
1994; 9:291–306.
293. Schraedley PK, Hayward C. Gender differences in correlates of
depressive symptoms in adolescents. J Adolesc Health 1999; 25:98–
108.
294. Danielson CK, Macdonald A, Amstadter AB, Hanson R, de Arellano
MA, Saunders BE, Kilpatrick DG. Risky behaviors and depression in
160
conjunction with –or in the absence of—lifetime history of PTSD among
sexually abused adolescents. Child Maltreat 2010; 15:101–7.
295. Wolfe DA, Sas L, Wekerle C. Factors associated with the development
of posttraumatic stres disorder among child victims of sexual abuse.
Child Abuse Negl 1994; 18:37–50.
296. McLeer SV, Deblinger E, Atkins MS, Foa EB, Ralphe DL. Posttraumatic
stres disorder in sexually abused children. J Am Acad Child Adolesc
Psychiatry 1988; 27:650–4.
297. Badmaeva VD. Consequences of sexual abuse in children and
adolescence. Zh Nevrol Psikhiatr Im S S Korsakova 2009; 109:34–7.
298. Mennen FE, Meadow D. A preliminary study of the factors related to
trauma in childhood sexual abuse. J Fam Violence 1994; 9:125–42.
299. Mannarino AP, Cohen JA, Gregor M. Emotional and behavioral
difficulties in sexually abused girls. J Interpers Violence 1989; 4:437–51.
300. Weinstein D, Staffelbach D, Biaggio M. Attention-deficit hyperactivity
disorder and posttraumatic stress disorder: differential diagnosis in
childhood sexual abuse. Clin Psychol Rev 2000; 20:359–78.
301. Afifi ZE, El-Lawindi MI, Ahmed SA, Basily WW. Adolescent abuse in a
community sample in Beni Suef, Egypt: prevalence and risk factors. East
Mediterr Health J 2003; 9:1003–18.
302. Romero S, Birmaher B, Axelson D, et al. Prevalence and correlates of
physical and sexual abuse in children and adolescents with bipolar
disorder. J Affect Disord 2009; 112:144–50.
303. Nelson EC, Heath AC, Lynskey MT, et al. Childhood sexual abuse and
risks for licit and illicit drug-related outcomes: a twin study. Psychol Med
2006; 36:1473–83.
304. Bryer JB, Nelson BA, Miller JB, Krol PA. Childhood sexual and physical
abuse as factors in adult psychiatric illness. Am J Psychiatry 1987;
144:1426–30.
305. Perez CM, Widom CS. Childhood victimization and long-term
intellectual and academic outcomes. Child Abuse Negl 1994; 18:617–33.
306. Saltzman KM, Weems CF, Carrion VG. IQ and posttraumatic stress
symptoms in children exposed to ınterpersonal violence. Child Psychiatry
Hum Dev 2006; 36:261–72.
161
307. Tharinger D, Horton CB, Millea S. Sexual abuse and exploitation of
children and adults with mental retardation and other handicaps. Child
Abuse Negl 1990; 14:301–12.
308. Tang CS, Lee YK. Knowledge on sexual abuse and self-protection
skills: a study on female Chinese adolescents with mild mental
retardation. Child Abuse Negl 1999; 23:269–79.
309. Pincus S. Sexuality in the mentally retarded patient. Am Fam Physician
1988; 37:319–23.
310. Chamberlain A, Rauh J, Passer A, McGrath M, Burket R. Issues in
fertility control for mentally retarded female adolescents: I. Sexual
activity, sexual abuse, and contraception. Pediatrics 1984; 73:445–50.
311. Zanarini MC, Gunderson JG, Frankenburg FR, Chauncey DL. The
revised diagnostic interview for borderlines: discriminating BPD from
other Axis II disorder. J Personal Disord 1989; 3:10–8.
312. Zanarini MC, Williams AA, Lewis RE, et al. Reported pathological
childhood experiences associated with the development of borderline
personality disorder. Am J Psychiatry 1997; 154:1101–6.
313. Zanarini MC, Yong L, Frankenburg, et al. Severity of reported
childhood sexual abuse and its relationship to severity of borderline
psychopathology
and
psychosocial
impairment
among
borderline
inpatients. J Nerv Ment Dis 2002; 190:381–7.
314. Lipovski SA, Saunders BE, Murphy SM. Depression, anxiety and
behavior problems among victims of father-child sexual assault and
nonabused siblings. J İnterpers Violence 1989; 4:452–68.
315. Cohen JA, Mannarino AP. Psychological symptoms in sexually abused
girls. Child Abuse Negl 1988; 12:571–7.
162
SİMGE VE KISALTMALAR DİZİNİ
ABD
: Amerika Birleşik Devletleri
APTSB
: Akut Post Travmatik Stres Bozukluğu
ASB
: Akut Stres Bozukluğu
BDT
: Bilişsel Davranışcı Terapi
BPB
: Bipolar Bozukluk
Cİ
: Cinsel İstismar
CKB
: Cinsel Kimlik Bozukluğu
ÇHS
: Çocuk Hakları Sözleşmesi
ÇİDÖ
: Çocuklar İçin Depresyon Ölçeği
ÇİKORED
: Çocuğu İstismardan Koruma ve Rehabilitasyon Demeği
ÇİSAÖ
: Çocuklar İçin Sürekli Anksiyete Ölçeği
DB
: Davranım Bozukluğu
DEHB
: Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu
DKB
: Dürtü Kontrol Bozukluğu
DSM-IV-TR : The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders-Fourth
Edition-Text Revision (Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal
El Kitabı-Dördüncü baskı-gözden geçirilmiş tam metin)
DSÖ
: Dünya Sağlık Örgütü
EN
: Enürezis Nokturna
ICD–10
: International Statistical Classification of Diseases and Related
Health Problems–10 (Hastalıkların ve İlgili Sağlık Sorunlarının
Uluslararası Sınıflandırması–10. Baskı)
ISPCAN
: International Society for Prevention Child Abuse and Neglect
(Uluslararası Çocuk İstismar ve İhmalini Önleme Derneği )
KB
: Konuşma Bozukluğu
KOKGB
: Karşıt Olma Karşı Gelme Bozukluğu
KPTSB
: Kronik Post Travmatik Stres Bozukluğu
KSF
: Kortikotropin Salgılatıcı Faktör
MB
: Madde Bağımlılığı
MDB
: Major Depresif Bozukluk
MR
: Mental Retardasyon
163
OKB
: Obsesif Kompulsif Bozukluk
PTSB
: Post Travmatik Stres Bozukluğu
SAB
: Seperasyon Anksiyetesi Bozukluğu
SED
: Sosyo-Ekonomik Düzey
SHÇEK
: Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu
TCK
: Türk Ceza Kanunu
UB
: Uyum Bozukluğu
UNICEF
: United Nations Children‘s Fund (Birleşmiş Milletler Çocuklara
Yardım Fonu)
YAB
: Yaygın Anksiyete Bozukluğu
164
ŞEKİLLER DİZİNİ
Şekiller
Sayfa No
Şekil 1 (Yaş ve cinsiyete göre olgu sayıları)
55
Şekil 2 (Başvuru yıllarına göre olgu sayıları)
64
Şekil 3 (İstismarın gerçekleştiği aylara göre olgu sayıları)
65
165
TABLOLAR DİZİNİ
Tablolar
Sayfa No
Tablo 1 (Olguların kategorik değişkenlerine ait sosyo-demografik
54
bulgular)
Tablo 2 (Olguların sürekli değişkenlerine ait sosyo-demografik
55
bulgular)
Tablo 3 (Olgu eğitim durumu)
57
Tablo 4 (Anne özelliklerine ait sosyo-demografik bulgular)
58
Tablo 5 (Anne eğitim durumu)
59
Tablo 6 (Baba özelliklerine ait sosyo-demografik bulgular)
60
Tablo 7 (Baba eğitim durumu)
61
Tablo 8 (Aile özellikleri ile ilişkili bulgular)
62
Tablo 9 (Başvuru şekli ve başvuruya kadar geçen süre)
63
Tablo 10 (Başvuru yıllarına göre olgu sayıları)
64
Tablo 11 (Mevsimlere göre olgu sayıları)
66
Tablo 12 (İstismarın yeri ve zamanına ait bulgular)
67
Tablo 13 (İstismarcının özellikleri ile ilgili bulgular)
68
Tablo 14 (Cinsiyete göre istismarcı yakınlığı)
69
Tablo 15 (Aile içi istismarcılar)
69
Tablo 16 (Yaş ortalamaları ile istismarcı yakınlığı arasındaki ilişki)
70
Tablo 17 (Yaş grubu ile istismarcı yakınlığı arasındaki ilişki)
71
Tablo 18 (Aile durumu ve istismarcı yakınlığı arasındaki ilişki)
71
Tablo 19 (Cinsiyet ile istismar sıklığı arasındaki ilişki)
72
Tablo 20 (Cinsiyet ile istismarın tekrarlaması arasındaki ilişki)
73
Tablo 21 (Yaş ile istismarın tekrarlaması arasındaki ilişki)
73
Tablo 22 (İstismarcı yakınlığı ile istismarın tekrarlaması arasındaki ilişki) 74
Tablo 23 (Olgularda saptanan cinsel istismar şekilleri)
75
Tablo 24 (Cinsiyete göre istismar şekillerinin gözlemlenme frekansları)
76
Tablo 25 (Cinsiyet ile istismar şekilleri arasındaki ilişki)
77
166
Tablo 26 (Cinsiyet ile penetrasyon varlığı arasındaki ilişki)
77
Tablo 27 (Cinsiyet ve penetrasyon şekilleri arasındaki ilişki)
78
Tablo 28 (Yaş grupları ve penetrasyon arasındaki ilişki)
78
Tablo 29 (Yaş kesim değerine göre penetrasyon)
79
Tablo 30 (İstismarcı yakınlığı ile penetrasyon arasındaki ilişki)
79
Tablo 31 (Olguların rıza ve gebelik durumları)
80
Tablo 32 (Olguların tanı alma durumu)
81
Tablo 33 (Cinsiyete göre tanıların gözlemlenme frekansları)
81
Tablo 34 (Yaş grupları ve PTSB, MDB tanıları arasındaki ilişki)
83
Tablo 35 (İstismarcı yakınlığı ve tanılar arasındaki ilişki)
85
Tablo 36 (Tanı alma ile ilgili bulgular)
86
Tablo 37 (Lojistik regresyon analizi modeline göre tanı almayı
88
belirleyen etkenler)
Tablo 38 (Olguların tanı sayısı, sınırda kişilik özellikleri ve ölçeklere
89
ait bulguları)
Tablo 39 (Korelasyon analizlerine göre tanı sayısı artışı)
90
Tablo 40 (Takip ve takibi bırakmaya ait bulgular)
90
167
EK-1: BİLGİ FORMU
Hastanın adı soyadı:
Anne iş:
Başvuru Tarihi:
1. Ev hanımı
Yerleşim Yeri:
Anne yaş:
1. Kent
2. Kırsal
2. Çalışıyor
Annede kronik fiziksel hastalık:
Başvuru Şekli:
1. Var
1. Adli makam 2. Kendisi
Annede ruhsal hastalık:
Yaş:
1. Var
Cinsiyet:
Anne ruhsal hastalık ne? :
1. Kız
2. Erkek
2. Yok
2. Yok
1. Depresyon
Kardeş sayısı:
2. Psikoz
Kaçıncı çocuk:
3. Bağımlılık
Eğitimi:
4. Zeka geriliği
1. Okula hiç gitmemiş
5. Kişilik bozukluğu
2. Anaokulu-kreş
6. Diğer:
3. Özel Eğitim
Baba:
4. Ana sınıfı
1. Öz
5. Özel alt sınıf
Baba eğitim durumu:
6. İlk 1
1. Okur-yazar değil
7. İlk 2
2. Okur-yazar
8. İlk 3
3. İlkokul
9. İlk 4
4. Ortaokul
10. İlk 5
5. Lise
11. İlkokulu bitirmiş okumuyor
6. Üniversite
12. Orta 1
Baba iş:
13. Orta 2
1. İşsiz
14. Orta 3
Baba yaş:
15. Lise 1
Babada kronik fiziksel hastalık:
16. Lise 2
1. Var
17. Lise 3
Babada ruhsal hastalık:
18. Lise 4
1. Var
Anne:
Baba ruhsal hastalık ne? :
1. Öz
2. Üvey
2. Üvey
2. Çalışıyor
2. Yok
2. Yok
1. Depresyon
Anne eğitim durumu:
2. Psikoz
1. Okur-yazar değil
3. Bağımlılık
2. Okur-yazar
4. Zeka geriliği
3. İlkokul
5. Kişilik bozukluğu
4. Ortaokul
6. Diğer:
5. Lise
6. Üniversite
Aile durumu:
1. Anne-baba birlikte
2. Boşanmış
3. Parçalanmış
Anne-baba arasında akrabalık:
1. Var
2. Yok
Aile yapısı:
1. Çekirdek aile
2. Geniş aile
3. Tek ebeveyn ile
5. Üvey anne/baba ile
6. Evlat edinilmiş
7. Kurumda
8. Diğer:
Doğumdan bu yana il dışı göç:
1. Var
2. Yok
Gelişimsel Öykü:
Yürüme (ay):
Cümle kurma (ay):
Tuvalet (ay):
Çocuk kronik fiziksel hastalık:
1. Var
2. Yok
Ailede çocuğa karşı fiziksel şiddet:
1. Var
2. Yok
Ne sıklıkta (ayda):
Kim tarafından? :
1- Anne
2. Baba
3. Kardeş
4. Dede-nene
5. Diğer:
6. Hepsi:
Ebeveynler arası fiziksel şiddet:
1. Var
2. Yok
Ruhsal Tanılar:
EK-2: ÇOCUKLAR İÇİN SÜREKLİ ANKSİYETE ÖLÇEĞİ (ÇİSAÖ)
1-Yanlış yapacağım diye endişelenirim
( )hemen hemen hiç
( )bazen
( )sık sık
2- Ağlayacak gibi olurum
( )hemen hemen hiç
( )bazen
( )sık sık
3- Kendimi mutsuz hissederim
( )hemen hemen hiç
( )bazen
( )sık sık
4- Karar vermede güçlük çekerim
( )hemen hemen hiç
( )bazen
( )sık sık
5- Sorunlarımla yüzyüze gelmek bana zor gelir
( )hemen hemen hiç
( )bazen
( )sık sık
6-Çok fazla endişelenirim
( )hemen hemen hiç
( )bazen
( )sık sık
7-Evde sinirlerim bozulur
( )hemen hemen hiç
( )bazen
8-Utangacım
( )hemen hemen hiç
( )bazen ( )sık sık
9-Sıkıntılıyım
( )hemen hemen hiç
( )bazen ( )sık sık
10-Aklımdan engelleyemediğim önemsiz
( )hemen hemen hiç
( )bazen ( )sık sık
11-Okul beni endişelendirir
( )hemen hemen hiç
( )bazen ( )sık sık
12-Ne yapacağıma karar vermekte güçlük çekerim
( )hemen hemen hiç
( )bazen ( )sık sık
13-Kalbimin hızlı hızlı çarptığını fark ederim
( )hemen hemen hiç
( )bazen ( )sık sık
14-Nedenini bilmediğim koruklarım var
( )hemen hemen hiç
( )bazen ( )sık sık
15-Annem-babam için endişelenirim
( )hemen hemen hiç
( )bazen ( )sık sık
16-Ellerim terler
( )hemen hemen hiç
( )bazen ( )sık sık
17-Kötü birşeyler olacak diye endişelenirim
( )hemen hemen hiç
( )bazen ( )sık sık
18-Geceleri uykuya dalmakta güçlük çekerim
( )hemen hemen hiç
( )bazen ( )sık sık
19-Karnımda bir rahatsızlık hissederim
( )hemen hemen hiç
( )bazen ( )sık sık
20-Başkalarının benim hakkımda ne
( )hemen hemen hiç
( )bazen ( ) sık sık
( )sık sık
düşünceler geçer ve beni rahatsız eder
düşündükleri beni rahatsız eder
EK-3: ÇOCUKLAR İÇİN DEPRESYON ÖLÇEĞİ (ÇİDÖ)
PUAN
A)
B)
C)
D)
E)
F)
0
( )Kendimi arada sırada üzgün hissederim
1
2
( )Kendimi sık sık üzgün hissederim
( )Kendimi her zaman üzgün hissederim
2
( )İşlerim hiçbir zaman yolunda gitmeyecek
1
0
( )İşlerimin yolunda gidip gitmeyeceğinden emin değilim
( )İşlerim yolunda gidecek
0
( )İşlerimin çoğunu doğru yaparım
1
2
( )İşlerimin çoğunu yanlış yaparım
( )Herşeyi yanlış yaparım
0
( )Birçok şeyden hoşlanırım
1
2
( )Bazı şeylerden hoşlanırım
( )Hiçbir şeyden hoşlanmam
2
( )Her zaman kötü bir çocuğum
1
0
( )Çoğu zaman kötü bir çocuğum
( )Arada sırada kötü bir çocuğum
0
2
( )Arada sırada başıma kötü birşeylerin geleceğini
düşünürüm
( )Sık sık başıma kötü şeylerin geleceğinden
endişelenirim
( )Başıma çok kötü şeyler geleceğinden eminim
2
( )Kendimden nefret ederim
1
0
( )Kendimi beğenmem
( )Kendimi beğenirim
2
( )Bütün kötü şeyler benim hatam
1
0
( )Kötü şeylerin bazıları benim hatam
( )Kötü şeyler genellikle benim hatam değil
0
( )Kendimi öldürmeyi düşünmem
1
2
( )Kendimi öldürmeyi düşünürüm ama yapmam
( )Kendimi öldürmeyi düşünüyorum
2
( )Hergün içimden ağlamak gelir
1
0
( )Birçok günler içimden ağlamak gelir
( )Arada sırada içimden ağlamak gelir
2
( )Herşey hergün beni sıkar
1
0
( )Herşey sık sık beni sıkar
( )Herşey arada sırada beni sıkar
0
( )İnsanlarla beraber olmaktan hoşlanırım
1
2
( )Çoğu zaman insanlarla beraber olmaktan hoşlanmam
( )Hiçbir zaman insanlarla beraber olmaktan hoşlanmam
2
( )Herhangi bir şey hakkında karar veremem
1
0
( )Herhangi bir şey hakkında karar vermek zor gelir
( )Herhangi bir şey hakkında kolayca karar veririm.
1
G)
H)
I)
İ)
J)
K)
L)
EK-3: ÇOCUKLAR İÇİN DEPRESYON ÖLÇEĞİ (ÇİDÖ)
PUAN
M)
0
1
2
( ) Güzel/yakışıklı sayılırım
( ) Güzel/yakışıklı olmayan yanlarım var
( ) Çirkinim
N)
2
1
0
( ) Okul ödevimi yapmak için her zaman kendimi zorlarım
( ) Okul ödevimi yapmak için çogu zaman kendimi zorlarım
( ) Okul ödevimi yapmak sorun degil
O)
2
1
0
( ) Her gece uyumakta güçlük çekerim
( ) Bir çok gece uyumakta zorluk çekerim
( ) Oldukça iyi uyurum
Ö)
0
1
2
( ) Arada sırada kendimi yorgun hissederim
( ) Birçok gün kendimi yorgun hissederim
( ) Herzaman kendimi yorgun hissederim
P)
2
1
0
( ) Hemen hergün canım yemek yemek istemez
( ) Çogu gün canım yemek yemek istemez
( ) İştahım oldukça iyi
R)
0
1
2
( ) Agrı ve sızılardan endişe etmem
( ) Çogu zaman ağrı ve sızılardan endişe ederim
( ) Her zaman ağrı ve sızılardan endişe ederim
S)
0
1
2
( ) Kendimi yalnız hissetmem
( ) Çogu zaman kendimi yalnız hissederim
( ) Her zaman kendimi yalnız hissederim
Ş)
2
1
0
( ) Okuldan hiç hoşlanmam
( ) Arada sirada okuldan hoşlanmam
( ) Çogu zaman okuldan hoşlanmam
T)
0
1
2
( ) Birçok arkadaşım var
( ) Birçok arkadaşım var ama daha fazla olmasini isterdim
( ) Hiç arkadaşım yok .
U)
0
1
2
( ) Okul başarım iyi
( ) Okul başarım eskisi gibi iyi değil
( ) Eskiden iyi olduğum derslerde çok başarısızım
V)
2
1
0
( ) Kimse beni sevmez
( ) Beni seven insanların olup olmadığından emin değilim
( ) Beni seven insanların olduğundan eminim
Y)
0
1
2
( ) Bana söyleneni genellikle yaparım
( ) Bana söyleneni çoğu zaman yaparım
( ) Bana söyleneni hiçbir zaman yapmam
Z)
0
1
2
( ) İnsanlarla iyi geçinirim
( ) İnsanlarla sık sık kavga ederim
( ) İnsanlarla her zaman kavga ederim
Download