TASAVVUF TERMİNQLOJİSİNİN TEŞEKKÜL SÜRECİ* . Himmet KONUR** Tasawuf "İslôm'da sonradan ortaya çıkan şer'i sayılır. 1 Dolayısıyla tasawuf terminolojisi de önceleri yok iken sonradan teşekkül etmiştir. Durum böyle ise acaba bu ilmin v~ bu ilme ait terminolojinin İslam'la ilişkisi nedir? Biz bu tebliğimizde, tasawuf terminolojisinin teşekkül sürecini gözden geçirmek suretiyle, büyük ölçüde bu sorunun cevabını bulmaya çalışacağız. . ilimlerden" Diğer İslam ilimleri gibi tasawuf da Kur'an ve sünnete dayanır. Bu bakundan Tasawuf terminolojisini . oluşturan kavramiann önemli bir bölümünün Kur'anı Kerim '!e hadislerdeki ifadelerden alındığını tahmin edebilmek güç değildir. Tasawufun gayesi üstiln ahlaki ve manevi özelliklere sahip olgun insan yetiştirmektir. Kur'anı Kerim'de insanın manevi yapısını ve özetliklerini tanımlayan akıl, nefis, kalp ve ruh gibi kavramlar bulunmaktadır. Bunun yanında insanın manevi yapısıyla ilgili olumlu ve olumsuz pek çok durumdan bahseclilmekte; olumsuz olaniann giderilmesi, olumlu olanlarui ise geliştirilmesi istenmektedir. Olumsuz özellikler denilince, .kalbin hastalıklan veya nefsin heva ve hevesi denilen gurur, hased, kin, öfke, gösteriş gibi hal ve davranışlar hemen ilk akla geliverenleridir. Bunlara mukabil kendi içinde derinleşen ve gelişen tevbe, takva, kanaat, tevekkül, sabır, şükür, ihsan, sevgi, diğer gamlık, cömertlik gibi sahip olunması istenen hal ve özellikler de bulunmaktadır. Tasawuf ısbiahianna dair eseriere bakıldığında, Kerim ve hadis-i şeriflerde yer alan, hem . insanın manevi yapısını tanımlayan hem de manevi bakımdan uzak durulması ve sahip olunması gereken Kur'an-ı . • Sempozyumda sunulan metninin gözden geçirilmiş ve - · "maka!eleştirllmiş halidir.(Edltör) u Doç.Dr., Dokuz Eylül Oniv. Ilahiyat Fak., himkon@hotmall.com. ' lbn Haldun, Mukaddlme, (tre. Süleyman Ulııdag), Istanbul 1988, u, 1113. özellikleri belirten kavramlann, hemen tamamıyla tasayvuf terminolojisi içerisinde yer aldığı görülür. Bu terimierin bir kısmı diğer İslam ilimleri tarafından da ele alınmışsa da büyük ~unluğu sadece tasawufun konu ve kavramlan arasında yer almıştır. 2 Hz. Peygamber'in hadisleri için de aynı şeyi söylemek mümkündür. Zira onun ahlakı "Kur'an ahlakı" olarak değerlendirilir. O, bir bakıma, yaşayan Kur'an'dır. Bu · nedenle yukanda bahsettiğimiz hususlarda Hz. Peygamber'in hadislerinde ve sünnetinde pek çok lfaele ve açıklama yer almaktadır. Sufi müelliflerden Serme et-TCısi (ö. 378/988), sufilerin Kuran ayetlerini ve hadisleri kullanma konusundaki hassasiyetlerine değindikten sçınra şöyle diyor: "Bilhassa güzel ahlakı öğütleyen, hallerdeki ve arnellerdeki faziletlerden bahseden ayet ve hadislerle d/nin yüce makamlanndan haber veren, mürninterin manevi menzillerini anlatan ayet ve hadisler sahabe ve tablinin bu konudaki sözleri, onlann ilgisini çekmektedir.'13 Hz. Peygamber'den, çeşitli konulara dair, pek çok hadis rivayet edilmiştir. Bunlar yazıya geçirilir geçirümez, ihtiyaç duyulan belli başlı alanlarla Ugili hadisler bir araya getirilmiş (tasnif edilmiş)tir. Tasnif devri hadis kitaplannda yer alan temel konular arasında . "zühd." ve "edeb" başlıklan da yer alır. Bu başlıklar altında ele alınan hadislere, ileride tasawuf kitaplannda sıkça rastlanacaktır. Hadis mecmualanndan bir çoğu "Kitabü'z-Zühd", "Kitabü'r-Rikak" ve "Kitabü'z-Zühd ve'r-Rikak" başlığında bir bölüm ihtiva eder. Bazı muhaddisler de zühde dair hadisleri müstakil bir eser olarak tasnif etme yoluna gitmişlerdir.' Bu hadisl~rin ana temasını teşkil eden tevekkül, nza, sabır, şükür, 'bk. Abdülhakim Yüce, "Bir IIim Olarak Tasavvul", Tasouuuf ilmi ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl2, sy. 4, EylUl 2000, s. 29-38. ' Ebu Nasr Semc TQsi, e/-Lüma' (İslam Tasouuufu) (tre. Hasan Kamil Yılmaz), lstanbull996, s. 16. • Ali Yardım, Hadisi, !zmir 1984, s. ·17. ISI..AMl ARAŞ11RMALAR DERGisi. ClLT: 19 SAYI: 2, 2006, Sayfa: 313-317, ISSN 130()..()373, TEK-DAV HlMMET KONUR tevbe, kanaat gibi kavramlar Ueride teşekkül edecek .tasavvuf ıstılahlan arasında yer alacaktır. konusu zümrenin hususiyeti haline gelince, bir takım uecd hallerini idrak etmek de onlann hususiyeti haline geldi. (...) Mesela, ilim delilden; ferah ve hüziin haz ve elem veren şeylerden; keyif islirahattan ve uyuşukluk bitkin düşmekten hasıl olur. Aynen bunun gibi, mücôhede ve ibadet esnasında bir müridin ve s\.ıfinin her mUcahedesinden mutlaka bir hat neşet eder ve bu hal o mOcahedenin neticesi olur. Bu hal ya ibadet çeşidinden olup müridte (ve salikte) kökleşir ve bir makam haline dönüşür veya ibadet nevinden olmaz, hüzün-seuinç, zinde/ik-geuşeklik ve benzeri şeyler cinsinden olmak üz.ere nefis için hasıl olan bir sıfat (ve vasıO olur. Tasavvuf Uk olarak hicri U. asnn ortalarında ortaya çıkmıştır. Önceki yıllarda ise tasavvufun habercisi sayılan zühd hareketinden bahsedilir. Bu yıllarda Kur'an ve hadislerde yer alan insarun manein ve ahlaki tarafını geliştirmesine yönelik ifadeler üzerinde ısrarla duran ve bunlan kendi hayatlarında tatbik etmeye çalışan kimselere zahid, bunların hayat tarzına da zühd adı veriliyordu. İlk dönem zühd hareketi Kur'an ve hadisiere dayandıgı için, bütün Müslümanlar Mürid (ve salik) durmadan makamlarda yükselir, bir makamdan diger bir makarna çıkar. Nihayet saadet için matlub bir gaye olan teuhid ve ma rifete ulaşır. (...) zühde ve zahidlere sahip çıkıyor~- hakiki zühdün kendi mezheplerinde, gerçek zahidlerin kendi aralarında bulundugunu iddia ediyordu. Kuşeyri (ö. 46.5/1072), zühd yerine tasavvuf tabirinin kullanılmaya başlamasını bu durumla ilişkilendirerek şöyle diyor: Şu halde müridin (ve salikin) bahis konusu tavırlarda yükselmesi zaruridir. Burılann hepsinin kökil itaat ve ihfasbr. Bundan ewel ve bunurıla beraber imanın bulunması lazımdır. Bunlardan, netice ve semere olmak üzere belli bir takım haller ve sıfatlar basıt olur. (lman, ibadet ve ihlasın sonucu ve meyvesi olmak üzere bir takım manevi haller ve vasınar husule gelir.) Sonra bunlardan da diğer bir takım haller ve sıfatlar neşet eder, bunlardan da yenileri meydana gelir. Ve tevhid ve irlan makamına kadar böylece silrUp gider. "1 • '· "Sünnilerin il'i!ri gelenleri herkesin sahip çıktıgı, her mezhebin kendine göre bir man~ verdigi zühd tabirini bırakarak o zamana kadar az kullanılan, onun için de baltir sayılan sufiyye ve tasavvuf tabirlerini kullanmaya başladılar. n S Kuşeyri'nin "sünnilerin ileri gelenleri" dedigi, ilk zahidler içerisinden ~ir toplulugun, sufi adını alarak, bu büyük zahidler toplulugundan aynlmasına, asıl konumuz olan tasavvuf terminolojisinin teşekkülü açısından, en önemli olay gözüyle bakılabUir. Her ne kadar Kuşeyri bu aynlış hikayesini sünnilikle izah etmişse de mesele bütünüyle bununla ilişkili degUdir. Asıl mesele, sufUerin zühdten öte bir takınl hususlar üzerinde durmasıydı. İbnü'l-Cevzi (ö. 597/1200) "Tasauuuf ashabınca bilinen bir yoldur. Sadece zühdü ele almamaktadır. Bilakis tasauuufun erbabınca tanınan sıfatlan ve ahlakı (huy/an) vardır. Tasavvuf zühde eklenen bir şey olmasaydı zikredilenlerden (zahidlerden) zemmine dair bir şey nakledilmezeli. "6 diyor. Tasavvufu zühdten ayıran ve_ tasavvuf yapan İbnü'I-Cevzi'nin "zü~de eklenen" dedigi unsurlardır. ' Burada, tasavvuf ıstılahlarının ortaya çıkmasında işin bu boyutu üzerinde ısrarla duran İbn Haldun (ö. 808/1406)'dan uzun bir alın.b yapmarnın mazur görülecegini umuyorum. Şöyle diyor: "Zühd meıhebini benimsemek, halktan ayrılmak (halveti tercih etmek) ve kendini ibadete vermek bahis 5 Mustafa Kara, Din Hayal Sanal Açısından Tekkeler ue Zaulye/er, Dergah Yayınlan, Istanbul 1990, s. 36; Alıdulkerim Kuşeyıi, TOS4Uuuf flmine Dair Kuşeyô Risalesl (tre. Süleyman Uludall), Istanbul 1991, s. lll. (Kara'nın terdimesini esas aldı!iJmız Için önce onun eserini zikretıik.) • Ebu'I-Ferec lbnO'I-Cevıi, Sıfatü's..Safve, Beyn.ıt 1409/1989, 1, 10. Buifadeleriyle İbn Haldun zühd ve ibadet hayatının insan psikolojisi üzerine etkisine dikkat çekiyor ve sufilerin ibadet ve milcahede esnasında karşılaştıklan yeni bir takım durumlardan (haller ve makarrılardan) bahsediyor. Tasavvuf terrninolojisini teşkU eden kavramlar, biiyük ölçüde, işte bu yeni durumlara verUen isimler olarak karşımıza çıkm~dır. Zühd ile tasavvufun yada zahidlerle sufUerin b.!_rbirinden ayniması ve tasavvufun müstakil bir ilim. olarak ortaya çıkışı, zühde eklenmeye başlayan bu yeni durumlarla Ugilidir. Sufiler bunlara sahip çıkmış, zahidler ise mahzurlu görüp karşı çıkmışbr. lahidierin tavona örnek teşkil etmesi bakımından, ilk zahidlerden ve aynı zamanda Kitabü'z-Zühd yazan da olan Ahmed b. Hanbel'in çagdaşı sufilerdetı Haris Muhasibi (ö. 243/857)'ye karşı tutumuna dair rivayeti özetlemek istiyorum: Ahmed b. Hanbel, İsmail b. İshak es-Serrac'a, 'evine Haris Muhfısibl geldiğinde bana haber ver.' der. Bunun üzerine Serrac, Muhasibi'yi ve dostlannı evine davet eder. Misafirlerden önce eve gelen Ahmed b. Hanbel, onlan görebUeceği ve sözlerini işitebileceği, 1 lbn Haldwı, Mukaddime, U, 1113-1114. Senoac da Sufilerin beUi makamlatdan geçme.lerinin ve zaman zaman bir takım ruhi sıkınblara dOşmelerinin, onlann manevi tecrübelerini arbrdıl!ından bahseder. Serrac, a.g.e., s. 17. ı -r 1 ı ı r t ı .ı ı 1 ı 314. ı t TASAWUF TERMiNOLOJiSiNİN 1?SEKKÜL SüRECi onlannsa kendisini göremeyeceği bir odaya yerleşir. Dostlan~la birlikte Serrac'ın evine gelen Haris Muhasibi, yatsı namazından sonra bir soru üzerine, sohbete başlar. Sohbetin etkisiyle kimi aglar, kimi inler, kimi de haykınr. Bir ara Ahmed b. Hanbel'in yanına uğrayan Serrac, OJ1un da hıçkıra hıçkıra ağladıgını görür. Zühd hakkında daha önce bu kadar etkili konuşan bir kimse görmediğini bildiren Ahmed b. Hanbel, ev sahibine, 'sen yine de onlarla bir araya gelme', der. Beyhaki, 'Her ne kadar Haris b. Esed zahid ise de kelamla da uğraşırclı. Ahmed ise bunu kerih görüyordu. Muhtemelen bu nedenle onlarla sohbetini kerih görmüştü' der. Serrac'ın onlann yoluna; zühd ve verama güç yetiremeyeceği için kerih görmü~ olabileceğini de söyler. İbnü'I-Esir ise, 'bence (diyor) şer'in getirmediği zahidlik ve aşın derecede süluk hakkındqki sözlerinden kerih görmüştü. (Böyle bir) hassasiyet ve son derecede titiz muhas.e be konusunda bir emi~ gelmemişti. ' 8 dolayı makamın da bir sonucu ve meyvesi olacaktır ... Öyle ise bunlan yok farz etmek yerine tanımak, kontrol etmek ve geliştirmek gerekir. mutasawıflann iç dünyalannda yeni durumlardan; makamlardan ve hallerden bahsetmiştik. Zamanla bunlar içerisinde, İslam'ın genel prensipleriyle te'lifi kabil olmayan, insanı yanlış istikamete sevk eden. ve insanın manevi dengesini bozan bazı durumlar da ortaya çıktı. Sufiler -peşin ~larak o semte hiç uğrarnamayı tercih eden. zahidlerin aksine- bunlan tanıma ve ayıklama yoluna gittiler. Hullıl ve ittihad gibi İslam' ın genel prensipleriyle uyuşmayan inanç ve uygulamalan şiddetle reddettiler. 10 Havf-reca, kabz-bast, sekr-sahv gibi halleri ise manevi dünyalannı geliştirmenin ve zenginleştirmenin bir parçası olarak gördüler.'' İnsanın iç dünyasında olup biten pek çok şey hakkındaki bilgimizi onlann bu anlayış ve çabasına borçluyuz. Yukanda karşılaştıklan Bu noktada 'tanımak ııe ayıklama/dansa hiç daha iyi değil mi?' sorusu akla gelebilir. Ancak böyle olduğu taktirde, sadece tasawuf değil hemen bütün İslam ilimleri anlamsız hale gelir; Müslümaniann duygu ve düşünce dünyasında herhangi bir gelişme ve ilerleme söz konusu olmaz. uğr~mamak Ahmed b. Hanbel gibi, zahidler denilen topluluk, bu yeni durumlar üzerinde durmayı mahzurlu görürken, sufiler insarun iç dünyasının/psikolojisinin İbn Haldun, İslam'a aykın wısu,rlan· fark edip en mahrem mınbkalanna nüfuz edip, oralarda olup biteni öncelikle kendileri gibi sufi dostlanna daha sonra ayıklayabilme konusunda sufilere güvenmektedir. da diğer insanlara aktarabileceKleri bir terminoloji Şöyle diyor: " ... Şayet neticede bir kusur veya aksakl ık vaki olursa, oluşturmayı tercih etmişlerdir. ibadet ve mücahedeleri bunun ancak bir ewelki tavırda vaki olan' kusur (ve sonucu karşılaştıklan durumlardan kontrolleri dahilinde hale!) den ileri geldi!ti malu-m olur. Nefsi (ve ruhi) olanlara makam, kendi kontrolleri haiicinCfe'cereyail' havatırda ve kalbi varidatta da durum böyledir. (... ) Bundan dolayı mürid (ve salik) tüm arnellerinde nefis edenlere de hal adını vermişlerdir.9 Öyle anlaşılıyor ki zahidler zühdün Kur'an ve sünnete dayanelığını kabul ediyor ve bu nedenle zühde sahip çıkıyordu. Ancak, İbn Haldun'un zühdün semeresi ve neticesi dediği, hallere ve makamlara ise sıcak bakmıyordu. Ahmed b. Hanbel'in tavn hatırianacak olursa, böyle bir halin ifadesini, -kendileri yaşadıklannda bile-, tasvip ve tecviz etmiyorlardı. Sufilere göre ise karşılaştıklan bu yeni dururnlar (haller ve makarrılar) aslında zühd hayatının kaÇınılmaz bir sonucudur. Genel olarak zühd hayatının bir neticesi ve semeresl olduğu gibi,, yaşanan her bir halin ve • lbnü'l-Esir, el-Bidoye ue'n-nihoye, Matbaatü's-Saade, . tarihi yok!, X, 329-330. !baskı yeri ve - -. Makamlar ve haller konusunda bk. Himmet Konur, "Makamlar ve HaUer", DEÜ İlahiyOl Fakültesi Dergisi, IX, İzmir 1995, s. 319- 328. muhasebesi yapmaya ve bu arnellerdeki gizli (kusur ve sakatlıklara) dikkat etmeye ihtiyaç duyar. Zira· belli arnellerden belli neticelerin hasıl olması zaruridir. Aynı şekilde nelicelerin kusurlu olması da (bu neticeleri meydana getiren) arİıellerdeki sakatlıktandır. Mürid (ve salik mistik tecrübesi ve manevi) zevkl ile b unu bulur. Bu neticeyi meydana getiren sebeplerden dolayı nefsini hesaba çeker" . 12 İşin bu boyutuna son vermezden önce bir hususa daha temas etmek istiyorum. O da şu: "Tasa~ ısblahlan sonradan ortaya çıktığına göre, Hz. Peygamber ve ashabı bunlardan habersiz miydi? Mutasawıflar bu konuda onla~dan daha yetkin •• Ömegin bk Ali b. Osman Hucviri, Keşfü'I-Mohcüb: HakikOl Bilgisi (tre. Süle~an Uluda!l),lstanbul 1982, s. 388. 11 Bu konuya örnek olarak bk. Necmeddin Kübra, Tasouuufi Hayat: Feooihu7-Cemal {tre. haz. Mustafa Kara), !stanbul 1980, s. 123-124. 11 lbn Haldun, Mukoddime, O, 1114. 315 --:-: .ı HlMMET KONUR miydi?" gibi sorular akla gelebilir. Her hangi bir beşeri olgunun kendisi ile bir ilim veya bilim halinde tezahür etmesi aynı şey değildir. Mesela, her sağlıklı insan tabip olll'!adığı gibi her tabip de sağlıklı olmayabilir. Ancak her tabibin amacı hem kendisinin hem de b~tün toplumun sağlıklı bir hayat sürmesidir. İli mleri' nden olduğunu belirttikten sonra, geneUikle her dinde bunlann benzeri Uirnler bulunduğunu _söylüyqr. 14 Aradaki benzerlikler bazılannın diğer bazılanndan alındığı anlamına gelmez. Bu durum dikkate alınacak olursa, diğer dinlerde tasavvufa benzer ilimierin bulunmasından hareketle, tasawufun diğer dinlerden ve kültürlerden alındığı sonucuna vanlamaz. Aynca yabancı kültür ve inançtarla benzerlikler söz konusu olduğunda, sadece tasawufun akla gelmesi de yanlıştır. Zira benzerlikler diğer İslam ilimleri için de geçerlidir. Şüphesiz Hz. Peygamber manevi bakımdan son derecede sağlıklı ve dengeli bir hayat sürmüştür. O ve ashabından bazılan insanın manevi dünyası hakkında geniş tecrübe ve bilgiye de sahipti. İlk sufiler bu bilgileri tevarüs etti. KendUerinden önce yaşandığı ve bilindiği Tasavvuf ıstılahlannın teşekkül sürecinde, halde adı konmamış bazı durumlara yeni isimler. yabancı kültür ve inançlardan İslam'ın ruhuna aykın verdiler. Bunun yanında onlan.n maruz kalmadığı bir takım terimler alınması bir yana, İslam inanç ve bazı durumlarla da karşılaştılar ve bunlan ifade için kültürü içerisinde var olanlar bile sıkı denetime tabi yeni bir takım terimler ihdas ettiler. Bö,Yiece ta~Wuf tutuluyor; İslam'ın genel prensiplerine aykın anlamlar ısblahlannın sayısı gün geçtikçe artb. kazanmasına engel olunmaya çalışılıyordu. Birkaç Sufilerin ilk dönem zühd anlayışında yer almayan örnek vermek istiyorum. yeni husustarla uğraşma cesaretini nereden aldıklan da sorulabilir. Kanaatimce bu durum Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamber'in hazırladığı ve yetiştirdiği zihniyet dünyasıyla ilişkilidir. Kur'an ve sünnet öyle . bir kafa ve gönül yapısına sahip bir toplum qluşturuyor ki, bu .toplum çok kısa bir zaman zarfında neredeyse bütün insanlık tarihinin ilim, tefekkür ve tezekkür birikimini hazmed ebilecek hale geliyor ve bunun yanında kendisi için gerekli olan yeni bir takım ilimler oluşturmayı da başanyor. 13 YABANCI ISTil.AHI.AR MESELESi Tasavvufa yabaria 'kültür ve inançlann etkisi meselesi en çok abarblan konulann başında gelmektedir. Bu konuda o kadar ileri gidilmiştir ki neredeyse tasavvufa etki etmeyen yabana inanç ve kültür yok gibidir. Delil olarak da bazı uygulama ve ıstılah benzerlikleri gösterUmektedir. Bu noktada, bahsi geçen uygulama veya terimierin içerisinde bulunduğu inanç ve kültürde, tasavvuf gibi kendine özgü özellikleri bulunan bir yaşantı ve anlayışa niçin dönüşmediği izahı zor bir mesele olarak durmaktadır. Konuyu sağlıklı bir zemine oturtabilmek için bazı hususlan göz önünde bulundll!lJimak gerekmektedir. İbn Haldun tefsir, kıraat; hadis, u5ul-i fıkıh, fıkıh ve ketarn ilimlerinden bahsedip bunlann hepsinin İslam "Bu konuda geniş bilgi için bk. Mehmet Aydın, "lslam'a Göre Itim", DEÜIFD, m,lımir 1986, s. 1-18. . 316 Hamd, Kuran ve hadislerde de adı geçen tasawuf terirnlerindendir. Kulun Allah'a hamd etmesi takdir edUecek bir durumdur. Ancak Islam'ın diğer prensipleri dikkate alınmadan yapddığı takdirde, mutasawıflar kulun AUah'a hamd etmesini bile sorgulamaktan geri durmamıştır. Seri (ö. 257/870)'nin şöyle dediği nakledilir: "Bir kere elhaı:ndüliUah dediğim için otuz senedir istiğfar etmekteyim". Bu nasd olur denilince: "Bir defa Bağdat'ta yangın çıkmıştı. Beni karşdayan bir ~dam senin dükkanın yangından kurtuldu, dedi. Ben de elhamdülillah, dedim. Müslümaniann başına gelen felaket zamanında, kendim için hayır isteyerek elhamdüliUah dediğim için otuz senedir pişmanlık duyuyorum." 15 BeUi bir süre uzlet ve inzivaya çekilmek tasavvufta manevi bakımdan olgunlaştıran uygulamalar arasında yer alır. 16 Buna geçmiş peygamberlerin ve Hz. Peygamber'in hayatından da örnekler verilir. Ancak mutasawıflar bu uygulamanın, Hıristiyanlıkta olduğu gibi, sürekli toplumdan uzak bir hayat yaşamak şeklinde aniaşılmasına ve uygulanmasına karşı çıkmışlardır. İlk sufilerden biri olan Ebu'I-Huseyn Nuri, 'Uz/etten ve inziva hayatmdan kaçınınız, zira münzevi bir hayat şeytanla yoldaş olmaktır. ' 17 der. Tasavvuf tarihinde sürekli uzlet ve inzivayı tercih insanı "lbn Haldun, Mukoddime, U, 1021-1022. " Kuşeyıi, a.g.e., s. 118. "Süleyman Ulııda!!, Tası:ww/Terimlerl Sözlüğü,lsıanbu11991, s. 498. "Hucviıi, a.g.e., s. 301. 1 1 1 ı ı 1 ıi ı ı TASAWUF TERMINOLOJİSININ TEŞEKKÜL SÜRECI edenler olmakla birllkte, bu uyg~ama hiçbir zaman tasawuf için genel geçer bir kurala dönüşmemiştir. ısbiahiann menşei hakkında hUküm vermeden önce bu durumun dikkate alınması gerekir. Mutasavvıflann yabancı inançlara · bakışını · daha baş~ rivayetler de vardır. Serme, 'Ben SONUÇ bir topluluk gördiim.' diyor. 'Nefislerini aza kanaate Tasavvuf Islam'da sonradan ortaya çıkan şer'i mahkwn ebnişler, kuru ot yiyerek ve su içmeden iUrnlerdendir;. Ga~esi manevi ve ahlaki bakımdan yaşamaya çalışıyorlar ve fakat farzlan kaçınyorlardı. Çünkü nefislerine adaletle davranmanuşlar ve olgun insan yetiştirmektir. Kur'an-ı Kerim ve HacUs-i eskilerden bu yola süluk etmiş kişilerin adabıru şeriflerde de bu gayeyi gerçekleşörmeye yönellk pek çok ifade ve terim bulunmaktadır. Aynı a!'"aca hizmet benimsememişlerdi. ' 18 ettikleri için bunlar tasawuf terminolojisi içerisinde de Nişabur'a gelen Vasıti (ö. 320/922'den sonra), yer almışbr. Ebu Osman (ö. 373/983)'ın mUridlerine, 'şeyhiniz yansıtan size ne emrediyor' diye sorar. Onlann verdigi cevap hoşuna gitmeyince 'Şeyhinlz size halis Mecusiliği emretmiş.' diyerek yanlış gördUgü bu uygulama ve anlayıştan vazgeçirmeye çalışır. 1 9 •• Mutasavvıflann İslam'ın ruhuna aykın uygulamalan hemen fark edip eleştirdiklerine ve terk ettiklerine dair pek çok örnek bulunmaktadır. Başka inanç ve kültürlerde de benzerlerinin bulunmasından hareketle, Tasawuf terminolojisi içinde yer alan bazı Tasawuf terminolojisinde Kur'an ve hadislerde yer almayan terimler de bulunmaktadır. Bunların bilyUk çogunlugu ise sufilerin kamil insan olma yolunda karş~aştıklan tecrUbelerle ilgilidir. l..afız olarak Kur'an ve hadislerde yer almasa da bu tecrübeleri Islam'dan veya Kur'an ve sünnetten ayn düşünmemek gerekir. Zira bunlann tasawuf terminolojisi içerisindeki yeri belirlenirken, Kur'an ve sünnetin h*emligine baş vurulmuştur. .. Serme, a.g.e.. s. 422. -" Kuşeyri, a.g.e., s. 182. 317