Tez Dosyası - Afyon Kocatepe Üniversitesi

advertisement
ĠÇĠNDEKĠLER
TEZ JÜRĠSĠ VE ENSTĠTÜ MÜDÜRLÜĞÜ ONAYI………………………………………..iii
ÖZET ......................................................................................................................................... iv
ABSTRACT ............................................................................................................................... v
ÖNSÖZ...................................................................................................................................... vi
ÖZGEÇMĠġ ............................................................................................................................. vii
KISALTMALAR .................................................................................................................... viii
GĠRĠġ ......................................................................................................................................... 1
I.BÖLÜM ................................................................................................................................... 2
YAKIN DOĞU VE MEZOPOTAMYA’NIN COĞRAFĠ KONUMU .................................. 2
II. BÖLÜM ............................................................................................................................... 10
SAMÎLER ............................................................................................................................ 10
1. SAMÎLER’E AĠT KAYNAKLAR ............................................................................... 10
2. SAMÎLER’ĠN ANA YURDU ...................................................................................... 11
3.SAMÎ GÖÇLERĠ’NE GENEL BAKIġ ......................................................................... 12
4. SAMÎ KAVĠMLER VE SAMÎLEġMĠġ KAVĠMLER ................................................ 14
5. SAMÎLER’ĠN SĠNEAR’I ĠSTĠLASI ........................................................................... 15
III. BÖLÜM ............................................................................................................................. 18
AKKAD GÖÇLERĠ ............................................................................................................. 18
I. AKKAD ĠMPARATORLUĞU .................................................................................... 18
1. AKKAD DÖNEMĠ KAYNAKLARI ....................................................................... 18
2. SÜMERLER VE AKKADLAR ............................................................................... 19
3. AKKAD DEVLETĠ’NĠN KURULUġU VE SARGON DÖNEMĠ .......................... 20
4. MANĠġTĠSU VE RĠMUġ DÖNEMLERĠ................................................................ 25
5. NARAM-SĠN DÖNEMĠ .......................................................................................... 26
6. ġARKALĠ-ġARRĠ (BĠNKALĠ-ġARRĠ) .................................................................. 30
7. AKKAD MEDENĠYETĠ .......................................................................................... 31
IV. BÖLÜM ............................................................................................................................. 35
AMURRU (MARTU) GÖÇLERĠ ........................................................................................ 35
1. YENĠ SÜMER DEVLETĠ ( MÖ. 2060–1960)............................................................. 35
2. AMURRULAR VE AMURRULAR DÖNEMĠNE AĠT KAYNAKLAR ................... 39
3. FĠLĠSTĠN VE SURĠYE’DE AMURRULAR ............................................................... 42
4. MISIR’DA AMURRULAR ......................................................................................... 44
5. BABĠLLĠLER ............................................................................................................... 44
6. ĠSĠN – LARSA DEVRĠ ................................................................................................ 52
V. BÖLÜM............................................................................................................................... 67
ARAMĠ GÖÇLERĠ .............................................................................................................. 67
1. ARAMĠLER’ĠN ORTAYA ÇIKIġI ............................................................................. 67
2. ARAMĠ GÖÇLERĠNE GENEL BAKIġ ...................................................................... 73
3. ARAMĠLER DÖNEMĠNE AĠT KAYNAKLAR ......................................................... 74
4. ARAMĠLER’ĠN IRKI MESELESĠ .............................................................................. 76
5. FĠLĠSTĠN’DE ARAMĠLER ......................................................................................... 80
6. HAMA VE KĠMAġK PRENSLĠKLERĠ...................................................................... 81
7. ARAMĠLER’ĠN ASUR ĠMPARATORLUĞUNA AKINLARI .................................. 86
8. ANADOLU’DA ARAMĠ ETKĠLERĠ .......................................................................... 87
9. ARAMĠLER’DE SOSYAL VE KÜLTÜREL HAYAT .............................................. 95
SONUÇ .................................................................................................................................... 99
KAYNAKÇA ......................................................................................................................... 101
EKLER ................................................................................................................................... 102
ÖZET
Bilindiği üzere, Samî Göçlerin Eskiçağ tarihinde oynadığı rol inkâr edilemez. Çünkü
bu göçler sonucundadır ki, Önasya toplumları gerçek hüviyetlerine kavuĢmuĢlardır.
Samî göçlerin ilki, Akkad Göçleri’dir. MÖ. 2500’lerde Mezopotamya’ya giren
Akkadlar’ın
Arabistan
yarımadasından
geldikleri
sanılmaktadır.
Akkadlar,
Mezopotamya’daki Sümer hakimiyetine son vererek, kendi devletlerini kurmuĢlar ve MÖ.
2350-2150 yılları arasında tüm Önasya dünyasını kontrolleri altında tutmuĢlardır.
Samî göçlerin ikincisi ise Amurrular (Martular) tarafından gerçekleĢtirilmiĢtir. MÖ. 3.
Binyılın sonları ile MÖ. 2. Binyılın baĢlarında cereyan eden Amurru göçleri sonucunda III. Ur
Sülalesi yıkılmıĢ ve Mezopotamya’da tüm siyasal güç Samî Amurrular’ın eline geçmiĢtir.
Amurrular’ın kurduğu en önemli devletlerden biri Eski Babil Devleti’dir.
Samî göçlerin üçüncüsü ise Arami göçleridir. MÖ. 11. – 9. yüzyıllar arasında vuku
bulduğu anlaĢılan Arami göçleri sonunda Önasya’nın etnik ve siyasal yapısında önemli
değiĢmeler olmuĢtur.
ABSTRACT
THE SEMITIC IMMIGRATIONS IN ANCIENT HISTORY
As it is known, it can not be denied the role of the Semitic Immigrations in Ancient
History. Because, at the end of these immigrations, the peoples in Ancient Fore Asia got the
real identies.
The first of the Semitic Immigrations is Akkadian Immigrations. Akkadians penetrated
into Mesopotamia in 2500 B.C. It is supposed that they have come from Arabia. The
Akkadians ended the sovereignity of Sumerians in Mesopotamia and founded the Akkadian
State. This state controlled the whole of Mesopotamia in 2350-2150 B.C.
The second of the Semitic Immigrations is realized by Amorites (Martu). Amorites
Immigrations occured in the end of the 3 th Millenium B.C. and in beginning of the 2 nd
Milenium B.C. In the end of this immigration The Third Ur Dynasty was ruined and the
Amorites got all of the political power in Mesopotamia. One of the most important states
founded by Amorites is the Old Babylonian State.
The third of the Semitic Immigrations is Aramian Immigration. These immigrations
occured between 11. – 9. centuries B.C. At the end of the Aramian Immigration took placed
important changes in the etnic and political structure of Ancient Fore Asia.
ÖNSÖZ
Tez konumuzu teĢkil eden “Eskiçağ Tarihinde Samî Göçleri” konusu, bugüne kadar
üzerinde yeterince çalıĢılmayan konulardan biriydi. Halbuki, Eski Önasya tarihi ve
medeniyetinin oluĢmasında önemli katkıları olan Samî orijinli kavimlerin kimlikleri,
anayurtları ve faaliyetleri hakkında ayrıntılı bir çalıĢma yapılması gerekmekteydi. ĠĢte bu
durumu dikkate alarak, yukarıdaki konu üzerinde kapsamlı bir çalıĢma yapmayı hedefledik.
DanıĢman hocamız Prof. Dr. Ekrem MEMĠġ’in gözetiminde baĢlattığımız bu çalıĢma
sonunda Samîler hakkında yazılmıĢ birçok makale ve kitabı inceleme fırsatı bulduk. Ayrıca,
Eski Mezopotamya tarihi hakkında bilgi veren yazılı ve arkeolojik kaynakları da tarama
fırsatını yakaladık.
YapmıĢ olduğumuz tarama ve çalıĢmalar neticesinde Samî Göçler konusunda
kafamızda oluĢan birçok sorunun da cevabını bulmuĢ olduk.
MÖ. 2500’lerde Akkad Göçleri ile baĢlayan, MÖ. 2100’lerde Martu Göçleri ile devam
eden ve MÖ. 11-9. yüzyıllar arasında Önasya dünyasını allak bullak eden Arami Göçleri ile
son bulan üç büyük Samî Göç Hareketi hakkında son derece ilginç bir bilgiler yığını
oluĢturmayı baĢardık.
Bu çalıĢmanın gerçekleĢtirilmesinde bizden hiçbir yardımını esirgemeyen danıĢman
hocam Sayın Prof. Dr. Ekrem MEMĠġ’e teĢekkür etmeyi bir borç bilirim.
Cemil BÜLBÜL
Afyonkarahisar-2005
ÖZGEÇMĠġ
Cemil BÜLBÜL
Tarih Anabilim Dalı
Yüksek Lisans
Eğitim
Lisans: 2003 Selçuk Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Bölümü.
Lise: Ġskenderun ġemsettin Mursaloğlu Lisesi, Sosyal Bilimler Bölümü
ĠĢ/Ġstihdam
2004-Afyon Kocatepe Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü.
KiĢisel Bilgiler
Doğum Yeri ve Yılı: Ġskenderun - 1981
Cinsiyet: Erkek
Yabancı dili: Ġngilizce
KISALTMALAR
a.g.e.:
Adı geçen eser
A.Ü.D.T.C.F.:
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
C:
Cilt
CAH:
Cambridge Ancient History. Cambridge
Çev:
Çeviren
EAT:
Eski Anadolu Tarihi
EMT:
Eski Mezopotamya Tarihi
KBo:
Keilschrifttexte aus Bogazköi. Berlin.
MÖ:
Milattan Önce
s:
Sayfa
S:
Sayı
TTK:
Türk Tarih Kurumu
Yay:
Yayın
GĠRĠġ
“Eskiçağ Tarihinde Samî Göçleri” konulu çalıĢmamızı 5 ana bölümden oluĢturduk.
Bilindiği üzere, bir ülkenin tarihini anlamanın ve anlatmanın en iyi yolu, ilk aĢamada o
ülkenin coğrafi özelliklerini iyi kavramaktan geçer. ĠĢte bu yüzdendir ki, biz de çalıĢmamızın,
I. Bölümünü YAKINDOĞU VE MEZOPOTAMYA’NIN COĞRAFĠ KONUMU bahsine
ayırdık.
SAMÎLER konusunun ele alındığı II. Bölüm’de ise önce Samîler’e ait kaynakları ana
hatları ile tanıttıktan sonra, Samîler’in anayurdu meselesini ve bu mesele hakkında ortaya
atılan farklı görüĢleri masaya yatırdık. Bu bölümün ilerleyen sayfalarında da “Samî
kavimler” ve “SamîleĢmiĢ kavimler”
kavramlarını açıklamaya çalıĢtık, ardından da
Samîler’in Sümerler’in oturduğu Sinear memleketini (Basra Körfezi civarı) nasıl iĢgal
ettiklerini gözler önüne sermeye gayret ettik.
III. Bölümde Samî göçlerin ilkini oluĢturan Akkad Göçleri’nden söz ettik. Bu bölümde
önce Akkad dönemini aydınlatan yazılı ve arkeolojik kaynakları tanıttık, ardından da
Sümerlerle Akkadlar’ın karĢılaĢmalarından ve bunun akabinde kurulan Akkad devletinden ve
bu devletin yayılmacı politikasından bahsettik. Akkad Ġmparatorluğu’nun son dönemlerini ve
yıkılmasını da gözler önüne serdikten sonra Akkad medeniyetinden söz ettik.
ÇalıĢmamızın IV. Bölümünde Samî göçlerin ikinci aĢamasını oluĢturan ve MÖ. 3.
Binyılın sonları ile 2. Binyılın baĢlarında cereyan eden AMURRU (MARTU) Göçleri’ni
kaynakların
ıĢığında,
tüm
ayrıntılarıyla
ele
almaya
gayret
ettik.
Amurrular’ın
Mezopotamya’nın siyasi ve kültürel tarihine ne gibi katkılarda bulunduğundan söz ettik. Her
Ģeyin önemlisi Amurrular’ın kimliğine iliĢkin sorulara cevaplar bulmaya çalıĢtık.
Tezimizin V. ve son bölümünde ise MÖ. 11. - 9. yüzyıllar arasına tarihlenen Arami
Göçleri’nden söz ettik. Aramiler’in Önasya dünyasına nasıl ve hangi yollardan
yayıldıklarından ve Asur krallarının bu kavimleri durdurmak için ne büyük çabalar
sarfettiklerinden söz ettik.
SONUÇ kısmında ise, üç büyük Samî göç neticesinde Önasya dünyasında meydana
gelen sosyal, siyasal, ekonomik, dini ve kültürel değiĢimlerden söz ettik.
ÇalıĢmamızın, bundan sonra, bu konu üzerinde çalıĢacak olan arkadaĢlarımıza
rehberlik edeceğini umuyoruz.
I.BÖLÜM
YAKIN DOĞU VE MEZOPOTAMYA’NIN COĞRAFĠ KONUMU
Eskiçağın en eski ve en önemli yerleĢim merkezlerinden biri Mezopotamya idi.
Yunanca Mesos: Orta ve Potamos: Irmak sözcüklerinden türetilmiĢ olup, yine bu dilde “Ġki
nehir arası” anlamına gelmektedir. BaĢka bir ifadeyle iki nehir arasındaki bölgeyi anlatan bir
coğrafya terimidir.1 Mezopotamya, AĢağı Mezopotamya ve Yukarı Mezopotamya olmak
üzere iki bölgeye ayrılır. AĢağı Mezopotamya Ġran’ın Basra Körfezi’nden bugünkü Irak
ortalarına kadar olan bölgedir. Yukarı Mezopotamya ise, bugünkü Irak ortalarından
Anadolu’da Güneydoğu Toroslar’ın güneyine kadar uzanan bölgedir.2 Eskiçağ tarihinde çok
önemli bir role sahip olan bu bölge, fiziki Ģartları yönüyle, Toros dağlarından Ġran Körfezi’ne
kadar uzanır ve doğal sınırlarla çevrilidir. Kuzeyden güneye doğru hafif bir meyille uzanır. Üç
tarafı dağlarla çevrili olup; doğusunda Ġran dağları, batısında Akdeniz’e paralel olarak uzanan
Lübnan Dağları ve Anti Lübnan dağları ile kuzeyinde Güney Anadolu dağları yer alır. Bu
dağlar, çöl ile denizi birbirinden ayıran doğal bir set oluĢturur. Bu yükseklikler 3000 m ile
2000 m arasında değiĢmektedir. Akkad Sülalesi zamanında Sedir dağları denilen Amanoslar
da 2000 m’ye ulaĢır.
Özetle tekrar söyleyecek olursak Mezopotamya, üç tarafı dağlarla çevrilmiĢ, sadece
güneyden sonsuz gibi görünen Suriye ve Arabistan çöllerine açık mükemmel bir düzlüktür.3
Dicle ve Fırat gibi iki büyük nehir arasında yer alan bu verimli bölgeye, Mısırlılar da
aynı manâya gelen “Naharina” adını vermiĢlerdir. Ġslami devirlerde ise Fırat ve Dicle
nehirleri arasında kalan bu bölge ada anlamına gelen “Cezire” olarak adlandırılmıĢtır.
Fakat, Mezopotamya uygarlığının temellerini atan ve buraya dıĢardan gelip yerleĢen
en eski kavim olan Sümerler ise bölgeye “Kengi” adını vermiĢlerdir. Mezopotamya’nın
değiĢik yöreleri, zaman içerisinde değiĢik isimlerle anılmıĢtır. Gerçekten, bugün Hor Dalmaç
diye anılan Basra Körfezi’nin kuzeybatısındaki bataklık bölgeye Yeni Sümer Devleti
zamanında (MÖ. 2060-1960) “Sümer”, I. Babil Sülalesi zamanında (MÖ. 1850-1550 )
“Denizeli” (Deniz Ġli), MÖ. 1. Binyılda ise “Kalde” denilmekte idi. Körfezin kuzey
taraflarından 34. enlem dairesine kadar olan bölgeye Sümerler zamanında Agade Ģehrine
1
Recep Yıldırım, Önasya Tarih ve Uygarlıkları, Ġzmir-1996, s.15.
Muhammed ġahin, Uygarlık Tarihi, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ankara -2002, s.17.
3
Füruzan, Kınal, Eski Mezopotamya Tarihi, A.Ü.D.T.C.F. Yayınları, Ankara-1983, s.10.
2
dayanarak “Akkad” denildiği halde4 Avrupalı araĢtırmacılar, bu bölgenin kuzey kesimine
“Asur Ülkesi”, güneydeki alüvyonlu bölgeye sırasıyla “Babilonya” ve “Sümer” (Sinear),
Basra Körfezi’nin doğusundaki topraklara da “Elam” adını vermiĢlerdi.5
Yeni Sümer Devleti olarak da adlandırılan III. Ur Sülalesi döneminde (MÖ. 20601960) Akkad’ın batısındaki memleketlere Batı memleketleri manâsına gelen “Martu
Memleketleri”, doğusuna ise, “Subartu” denildiği vesikalardan öğrenilmektedir. Dicle’nin
doğusunda küçük Zap suyu ile Diyala nehri arasındaki bölgenin güney kısmına Gutium
deniliyordu.6
Mezopotamya, verimli topraklarından dolayı sürekli istilâlara uğramıĢtır. Tarih
boyunca değiĢik kavimler buraya gelip yerleĢmiĢlerdir. Bu durum, bölgede çeĢitli
uygarlıkların kurulmasına sebep olmuĢtur.7 Bundan dolayı, çevrede meydana gelen değiĢiklik,
yer isimlerine de yansıyordu. Meselâ, Sümerler zamanında Sabartu denilen Dicle’nin doğu
kesimine I. Babil Sülalesi zamanından itibaren Asur denilmeye baĢlanmıĢtı. I. Babil
Sülalesi’nin yerini alan Kaslar ise Babil’e KarduniaĢ diyorlardı.8
Görüldüğü gibi zaman içinde Mezopotamya’nın hem sakinleri, hem de topraklarının
isimleri değiĢmiĢtir.
Mezopotamya, yeryüzü Ģekilleri bakımından karıĢık bir yapı arz etmektedir.
Mezopotamya’nın kuzeyinin dağlık olmasına karĢılık, güneyi düz bir ova görüntüsü sergiler.
Fakat, Dicle ve Fırat nehirleri bu bölgeden geçmemiĢ olsaydı, Güney Mezopotamya Suriye
Çölü’nün bir devamı niteliğinde olurdu.9
Dicle ve Fırat nehirlerinin kaynakları birbirlerine çok yakın olduğu halde, daha
baĢlangıçta yönleri hemen değiĢir. Fırat batıya doğru, Dicle ise doğuya doğru akar. Her iki
nehir de kendi yönlerinde bir süre mesafe katettikten sonra güneye doğru kıvrılır ve elli
kilometre birbirlerine paralel akarlar. Günümüzde her iki nehir de denize yüz kilometre kala
birleĢerek (ġat-ül Arab adıyla) tek nehir halinde Basra Körfezi’ne dökülür.10
Ġki nehir birleĢtikten sonra Elam Dağları’ndan inen Kerha ve daha güneyde Karun
nehirlerini alır. Karun nehrinin Pers Dağları’ndan getirdiği miller, Dicle ve Fırat’ın
getirdikleri ile birleĢerek körfezin ağzında bir set meydana getirmiĢlerdir. Bu set, körfezin
med ve cezir hareketi ile temizlenmesine engel teĢkil ettiğinden, Dicle ve Fırat’ın milli
4
Ekrem MemiĢ, Genel Tarih, Tablet Yayınları, Konya- 2002,s. 127,128.
R. Yıldırım, a.g.e., s.15.
6
E. MemiĢ, a.g.e., s.128.
7
M.ġahin, a.g.e., s.17.
8
E. MemiĢ, a.g.e., s.128.
9
E. MemiĢ, a.g.e., s.128,129.
10
Emine Yamanlar, Uygarlık Tarihi, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ankara 1999, s.31.
5
çamurları burada birikmeğe baĢlamıĢtır. Güneyden onlara katılan nehirlerin getirdiği miller de
devreye girince, Fırat ve Dicle’nin suları artık denize ulaĢamadıklarından dolayı etrafa
yayılmıĢlar, bunun sonucunda “Deniz Ġli” denilen, adalarla dolu bataklık ve sığ bir arazi
meydana gelmiĢtir. Eskiden Dicle ve Fırat nehirleri birbirlerinden sadece seksen kilometre
uzakta iken, günümüzde birbirlerinden yüz elli kilometre uzaklaĢmıĢlardır.11
Aslına bakılırsa Mezopotamya'nın doğal koĢulları, uygarlığın geliĢmesine elveriĢli
değildi. Bölgenin doğal koĢullarında görülen ani değiĢiklikler, insanların denetimini aĢan durumlar yaratabilirdi. Basra Körfezi'nin ilkbahar gelgitleri, denizin 2,5-3 metreye kadar
kabarmasına yol açabiliyor; güneyden esen rüzgârların sürüp gitmesi, ırmakların yataklarında
altmıĢ yetmiĢ santimetreye kadar yükselmelerine yol açabiliyordu. Doğu Anadolu'ya düĢen
mevsim normallerini aĢan kar yağıĢları, ya da daha güney bölgelerde görülen anormal
yağmurlar, ırmakların düzeyinin birden bire yükselmesine neden olabiliyor; Zap suyunun
veya Habur ırmağının geçtiği dar boğazlarda görülecek bir toprak kayması, bol miktarda
suyun önce birikmesine sonra birden bire boĢalmasına neden olabiliyordu.
Bu olaylardan herhangi birinin ya da birden çoğunun birlikte görülmesi, güney
ovalarının toprak setlerinin dolduramayacağı bir sel yaratabilirdi. Bu durumda kaypak bir
ovada sürekli yerleĢim yerleri kurmaya kalkan bu eski toplulukların, bir yandan böylesine bir
yüreklilik gösterirken, öte yandan korku içinde yaĢamıĢ olmalarını da düĢünebiliriz. Bu
durum, teolojide iĢlenip geliĢtirilen, ama aynı zamanda toplumsal yaĢamın örgütleniĢini,
kentin bir tanrı tarafından yönetildiği düĢüncesini açıklayan bir anlayıĢtı.
Tüm bu olumsuzlukların yanında, Mezopotamya’da kıĢlar kısa, yazlar ise uzun
sürmektedir. Bununla beraber yaĢam kaynağı diyebileceğimiz nehirlerin bol olması da,
sözünü ettiğimiz bu toprakların, Asya'dan gelen ve sulak topraklar arayan kavimlerin buralara
yerleĢmek istemelerinin en baĢta gelen nedenlerini oluĢturmuĢtur.12 Öte yandan kuraklık
felâketine uğrayan Arabistan kabileleri için de bu verimli topraklar, göçü özendiren özellikler
taĢımaktaydı. Bu nedenle Mezopotamya'ya kimi Asyalı, kimi Sami kökenli, bazen de HintAvrupalı kavimler yerleĢiyorlardı. Bu durum, Mezopotamya'da kurulan herhangi bir devletin
uzun süreli ve kararlı hâkimiyetine engel olan önemli bir etken durumundaydı. Böylece
Mezopotamya Ģehirlerinde ırk bakımından sürekli bir karıĢma ve bir melezleĢme oluyordu.
Mezopotamya tarihinin baĢlıca karakteristiği, doğal sınırlarının olmaması nedeniyle bölgenin
sürekli olarak değiĢik kavimlerin egemenliği altına girmesi ve bu açıdan da Mısır'a göre daha
az homojen bir kültür geliĢimine sahne olmasıdır.
11
12
E. MemiĢ, a.g.e., s.129,130.
E. MemiĢ, a.g.e., s.130.
Mezopotamya, tarihe belirli zaman kesiti içinde sahne olmuĢtur. Bu süreç içinde
oluĢan siyasal olayların ağırlık noktaları yine zaman zaman ve bazı duraklamalarla Güney
Mezopotamya'dan kuzeye doğru geçmiĢtir.13
Fırat ve Dicle nehirlerinin yatakları zamanla değiĢime uğramıĢtır. Orta Dicle
bölgesine ve Ġran'ın kuzeybatı sınırındaki Zagroslar’ın ön kısmına bol miktarda
yağmur yağdığı için, bu bölgenin insanları MÖ. 7. Binyıl’dan itibaren buralarda bir
çiftçi kültürü geliĢtirmiĢlerdir. Su, bölgenin insanlarına mutluluk ve felâketi birlikte
getirmiĢtir.
Mezopotamya'nın doğal sınırları yoktu. Bölge, güneybatıya doğru Suriye Çölü'ne,
kuzeydoğuya doğru Ġran Yaylası’na, buralardan gelebilecek saldırı ve göç giriĢimlerine karĢı
gayet açıktı. Öte yandan Fırat ve Dicle vadileri Anadolu'dan gelebilecek istila hareketleri için
de oldukça müsait durumdaydı. Bununla birlikte Mezopotamya'da oluĢan uygarlığın dıĢarıya
yayılması da oldukça kolay olmuĢtur. Bölgenin bu jeolojik yapısı Önasya'yı etkilemede etkin
rol oynamıĢtır.
Mezopotamya; Mısır, Suriye-Filistin kıyı alanı, Anadolu'da Çukurova, Güneydoğu
Anadolu, Ġran'da Zagros Dağları’yla çevrili Münbit Hilal’in (Bereketli Hilal'in) tarihinin
oluĢumunda büyük rol oynamıĢtır.
Yeni araĢtırmalar göstermiĢtir ki, Mezopotamya oldukça geç bir dönemde iskân
edilmiĢtir. Kerkük civarındaki dağlık bölgelerde Paleolitik ve Mezolitik dönem insanları
yaĢamıĢtır. Buna karĢılık, Güney Mezopotamya çok sonraları MÖ. 6. Binyıl’daki iklim
değiĢiklikleriyle ve insanların toplu yaĢama ve çalıĢma yolunda gösterdikleri gayretlerle
iskânlara sahne olmuĢtur. Küçük Zap ile Dicle’ye katılan Adhaim Suyu’nun kaynağında,
yani Kerkük yakınlarında yer alan Arappa ve Nuzi’de (Yorgan Tepe) yapılan Amerikan
kazıları sonunda, Yakın Doğu’nun karanlık çağı olarak adlandırılan MÖ. 16-15. Yüzyıllar
arasını aydınlatan vesikalar bulunmuĢtur.14
Buz tabakaları geri çekilip, denizler yükselirken, hava sıcaklıklarında ani artıĢlar
meydana geldi. MÖ. 12.000 ile 8000 arasında yaklaĢık 10˚ santigrat olan bu artıĢ sonucu
sıcaklıklar Ģimdiki düzeylerin 1˚ ya da 2˚ santigrat en yüksek noktaya ulaĢtılar. Buzul çağında
soğuk ve kuru bir iklimi olan kuzeydeki dağlık kuĢak genelde bozkır türü bir bitki örtüsüyle
kaplıydı. Sonraları, iklim daha sıcak ve nemli hale geldikçe, sık ormanlar yetiĢti. Böylece
yaklaĢık 6.000 yıl önce Zagros ve Toros dağlarının yamaçları, bugün olduğu gibi, meĢe ve
diğer ağaçlarla kaplanmıĢtı. Daha güneyde de, Buzul Çağı’nın kuru ve soğuk koĢullarının
13
14
R. Yıldırım, Uygarlık Tarihine GiriĢ, Asil Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2004, s.50,51.
E. MemiĢ,a.g.e., s.132.
yerini sıcak ve nemli bir iklimin alması, daha çok bitki türünün yetiĢmesine zemin hazırladı.
Ama, MÖ. 11.000 yılına gelindiğinde yağıĢlar azalınca büyük alanlar yeniden bozkır ya da
çöl durumuna dönüĢtü.
MÖ. 10000–9000 yılları arasındaki Son Buzul Çağı’nın sonunda, Yakın Doğu'ya
egemen olan koĢullara iliĢkin çok az bilgi varsa da (Paleolitik ve Mezolitik dönemlerde) bu
ılıman bölgedeki iklim değiĢikliklerinin Avrupa'ya göre daha yumuĢak olduğu kesindir.
Kuzey Irak, Anadolu ve Lübnan'ın dağlık bölgelerinde yapılan son araĢtırmalar, bu
yörelerdeki mağara yerleĢmeleri arasında zaman ayırımları bulunduğunu ve MÖ. 25.000 10.000 yılları arasında nüfus yoğunluğunun çok az olduğunu ortaya koymuĢtur.
Ġnsanoğlu, çeĢitli yollarla bu yeni koĢullara uyum sağlayarak "Mezolitik" olarak
bilinen kültürleri geliĢtirdi. Hâlâ toplayıcı olan bu insanlar yaĢamlarını avcılık ve balıkçılığın
yanı sıra çeĢitli yemiĢ, çilek, fındık ve yenilebicek diğer bitkileri toplamakla sürdürüyorlardı.
Yakın Doğu'daki (daha çok Mezopotamya ve Mısır) Mezolitik kültür oldukça uzun sürmüĢtür.
Kerkük bölgesinde Barda-Balka Mağaraları, Hazert Mert Mağaraları, Zap Suyu kenarında
ġanidar Mağarası önemli merkezler olarak gösterilebilir.
Tam olarak aydınlanmamıĢ olan Mezolitik kültürlere göre, onu izleyen Proto-Neolitik
(Erken Neolitik) dönemin kültürleri çok daha iyi bilinmektedir. Bilindiği üzere, bu dönemde
insanlar yerleĢik hayata geçmiĢler ve ilk köy yerleĢmelerini kurmuĢlardır. Bu sürecin
insanları, tahıl üretimi yapmak ve hayvanları evcilleĢtirmek yoluyla tüketici ekonomiden
üretici ekonomiye geçmiĢlerdir.15
Mezopotamya’daki diğer bir yerleĢim bölgesi de, Münbit Hilâl olarak adlandırılan
Dicle ve Fırat arasında ve Fırat’a dahil olan Habur ve Balık Nehirleri’nin Anti Toroslar’ın
eteğinde teĢkil ettikleri yeĢil sahadır. Bunlardan Habur Nehri, doğudan batıya doğru, 1. Yağlı
Yaka, 2. Caca, 3. Vadi Hınzır, 4. Vadi Avaç ve 5. Habur olmak üzerinde beĢ kol Ģeklinde
Cebel Sencar ile Cebel el Beda’nın yılın her mevsiminde yeĢil bir görüntü meydana getirir.
Bu nedenle, Tarih öncesi dönemlerden baĢlayarak insanlar, hilâl Ģeklindeki bu münbit sahayı
iskân etmiĢlerdir.16 Yağlı Yaka kolunun kenarındaki Tel Bırak’da ve daha doğudaki Çağar
Bazar’da yapılan Ġngiliz kazıları ve Geç Hitit devrinde adı Guzana olan Tel Halaf’daki
Alman kazıları sonunda, bu bölgenin eski tarihini aydınlatan birçok malzeme ortaya
çıkmıĢtır.17
15
R. Yıldırım, Önasya Tarih ve Uygarlıkları, Ġzmir-1996, 15-17.
E. MemiĢ, a.g.e., s.132.
17
F.Kınal, a.g.e., s.13
16
Dicle nehrini Bağdat’tan kuzeye doğru incelediğimizde Küçük Zap Suyu’nun Dicle’ye
dahil olduğu yerde kurulmuĢ olan Eski Asur Devleti’nin ilk idare merkezi olan Asur (Kale-elġergat) Ģehri ile karĢılaĢılır. Nehir yolundan kuzeye doğru gidildiğinde ise, Mezopotamya’nın
Prekalkolitik kültürünü temsil eden Hassuna’ya ulaĢırız.18 Hassuna'daki kültürün baĢlangıcı
MÖ. 6500 yıllarıdır. Artık bu dönemde insanlar çanak çömleği keĢfetmiĢlerdir ve bu malzeme
bize Eskiçağların tanıtılmasında en büyük rolü oynamıĢtır. Sonraları yeni çanak çömlek
tarzları geliĢmiĢ ve basit desenlerin yerini daha ince boyanmıĢ ve kazı bezemeli seramikler
almıĢtır.
Bu dönemden sonra gelen Kalkolitik kültürün (MÖ. 6000–3500) en önemli özelliği
madenin keĢfedilmiĢ olmasıdır. TaĢ aletlerle birlikte az sayıda madeni eĢyalar kullanılmaya
baĢlanmıĢtır. Ġnsanlar, dağlarda taĢ ve toprakla karıĢık bulunan maden filizlerini yüksek bir
ateĢle eritmiĢler, elde edilen kızgın madeni, istediği aleti elde etmek amacıyla taĢtan yaptığı
kalıba dökmüĢlerdir. Kalkolitik dönem için bu büyük bir baĢarı sayılmaktadır.
Bu dönemin insanları, önceleri bakır ve kurĢun gibi madenleri kullanmıĢlardır. Bakır
cevheri ve bakır madeni önceleri alet ve takılarda kullanılırdı. Hassuna kültürü insanları
muhtemelen hem doğal hem de ergitilmiĢ bakır kullanıyorlardı. Madenlerin karıĢtırılması ise
(örneğin bakır + kalay = tunç) daha sonraki dönemde gerçekleĢtirilmiĢtir. Tunç Çağı adı
verilen bu dönemde çanak ve çömlek yapımında da geliĢmeler olmuĢtur. Örneğin, madeni
kapların biçimlerine bakarak çanak çömlek yapıldığı gözlenmiĢtir. Bazı kaplar kırmızı-siyah
boyalarla bezenmiĢ ve çok iyi Ģekiller verilmiĢtir. Çanak çömlek üzerindeki bezemelerde eğri
çizgiler, balık pulu, nokta, güneĢ, yıldız, rozet, malta haçı, hayvan ve insan motifleri görülür.
Topraktan yapılmıĢ, oturan ya da çömelmiĢ kadın heykelleri bir ana tanrıça kültünün varlığını
açıkça belirtmektedir. Bu küçük heykeller Ģematik ve oldukça da ilkeldir.
Bu evrenin köylerinde taĢ döĢeli yollar ve yolların iki yanına dizili iki odalı konutlar
görülmektedir. Bu yapılar, taĢ bir temel üzerine çamurdan inĢa edilmiĢlerdir. Ziraat ve
hayvancılık, insanların baĢlıca uğraĢları olmuĢ; dokumacılık ve madencilik büyük ölçüde
geliĢmiĢtir. Bu dönemin en önemli merkezleri Hassuna'nın üst tabakaları ile Samarra, Ninive
ve Tel Halaf’dır. Halaf, Kalkolitik kültürü temsil eder ve Hassuna ile Samarra'dan
etkilenmemiĢ çok canlı bir kültürdür. MÖ. 5000 dolaylarında Kuzey Mezopotamya'da
Hassuna'nın yerini Halaf kültürü almıĢtır. Bu kültürün kökeni kesin olarak bilinmemekle
birlikte büyük bir olasılıkla kuzeyden Güneydoğu Anadolu'dan gelen bir halk oluĢturmuĢtur.
Halaf’ta yapılan kazılarda ele geçen buluntular, bu dönemde hem Anadolu, hem de Basra
18
E. MemiĢ, a.g.e., s.132.
Körfezi yoluyla Hint Okyanusu kıyı kültürleriyle ticaret yapıldığına kanıt olarak kabul
edilmektedir. Halaf kültürünün yayıldığı tüm alanda bu kültüre ait tholos adı verilen yuvarlak
evlere rastlanır. Halaf kültürünün en göze çarpan diğer bir özelliği de zarif desenli
seramiklerdir. Halaf kültürü MÖ. 4300'lerde sona erer.
Güney Mezopotamya'da yer alan Obeyd yerleĢmesi (Obeyd Kültürü MÖ. 4500–3500)
Tel Halaf kültüründen daha geliĢmiĢ bir Kalkolitik kültür niteliği yansıtır. Halaf Kültürü'nün
MÖ. 4300'lerde Mezopotamya'nın güneyinden gelen bir yayılma ile sona erdiği düĢünülür.
Anavatanı Güney Irak olan Obeyd kültürünün MÖ. (4400–4300) sularında tüm
Mezopotamya'ya yayılmasıyla Sümer Uygarlığı'nın temelleri atılmıĢ ve o tarihten baĢlayarak
Mezopotamya'yı Yakın Doğu uygarlığının merkezi yapan yeni bir dönem baĢlamıĢtır. Obeyd
kültürü, Dicle ve Fırat nehirleri boyunca ilerleyerek Anadolu yaylalarına ulaĢmıĢtır.
Anadolu'daki Keban-Karakaya ve Atatürk Baraj sahalarındaki (Elazığ, Malatya ve Urfa
bölgesi) höyüklerde yapılan kazılarda Obeyd seramiklerine rastlanmıĢtır. Ayrıca Obeyd
kültürünün etkisi, kuzeybatıya doğru yani Kilikya bölgesindeki Mersin-Tarsus yörelerine
kadar uzanmıĢtır.
Mezopotamya'da ören yerlerinin yüzeyindeki seramik parçalarını inceleyerek belirli
bir döneme ait yerleĢme merkezlerinin tespit edilmesi mümkündür. Ama yüzey araĢtırması
sonuçlarının değerlendirilmesinde bazı sorunlar ortaya çıkmıĢtır. Örneğin Hacı Muhammed
gibi alüvyal milin altında kalmıĢ merkezler de vardır. Yukarıda değinilen bu dönemdeki yapı
ve kalıntılardan Mezopotamya'da kalabalık kentler kurulduğunu anlıyoruz. Dönemin en
önemli yeniliği çömlekçi çarkının icad edilmesi olmuĢtur. Ekonomi tarihinde, tekerleğin icadı
kadar çömlekçi çarkının da değeri büyüktür. Dikkat çeken diğer bir yenilik ise yüksek
mabedlerdir. Kentlerdeki bu anıtsal tapınaklar, kültür değiĢiminin önemli belgeleri
sayılmaktadır. Zikkuratların kökenini oluĢturan bu yapılar kerpiç-tuğla platformlar üzerine
yapılmıĢlardı. Sümerler büyük bir ihtimalle, bu Kalkolitik dönemin sonunda Mezopotamya'ya
gelmiĢlerdi.19
Anadolu’da Amanos geçitlerine hâkim olan bir devlet için Halep bölgesini ele
geçirmek oldukça kolaydır. Bu bölgeye sahip olduktan sonra da Suriye-Filistin arazi yapısının
izin verdiği tek kara yolu Mısır’a açılmaktadır. Bu yolun tehlikesini Mısır’da 18. Sülale
Firavunları anlamıĢtır. Çünkü Ras-ġamra Ugarit’e kadar Mısır’a hâkim olmaya çalıĢmıĢtır.20
Mezopotamya’nın
coğrafi
Ģartlarına
bakarak
Ģunu
da
söyleyebiliriz
ki,
Mezopotamya’da özellikle denizden uzak olan Yukarı Dicle bölgesinde kurulan hemen her
19
20
R. Yıldırım, a.g.e., s.18,19.
F.Kınal, a.g.e., s.13,14.
devlet, siyasi birliğini sağladıktan sonra Kuzey Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaĢmayı gaye
edinmiĢtir. Kısaca söyleyecek olursak, eskiçağ boyunca, Mezopotamya, Mısır ve Anadolu
memleketleri arasındaki bütün ticari ve kültürel alıĢveriĢler burada, yani Kuzey Suriye’de
meydana gelmiĢtir. Gerçekten, Sümer Kahramanlık çağında Uruk Kralı GılgamıĢ, arkadaĢı
Enkidu ile birlikte Humbaba devini öldürmek için Sedir ormanlarından oluĢan Amanos
dağlarına gittiği gibi, Akkad devletinin kurucusu Sargon da GümüĢ dağları denilen Torosları
aĢarak Anadolu’da Acem Höyük (PuruĢhanda) Ģehrini zapt etmiĢti.21
Mezopotamya’nın, Anadolu ile ticari iliĢkileri, MÖ. 2. Binyıl baĢlarında Eski Asur
Çağı’nda çok hareketli bir dönemde olduğunu Kültepe kazıları ile biliyoruz. Ġki memleket
arasındaki bu canlı münasebetler, daha sonraki Hitit devletleri zamanında devam etmiĢtir.22
21
22
E. MemiĢ, a.g.e., s.134.
F.Kınal, a.g.e., s.14.
II. BÖLÜM
SAMÎLER
1. SAMÎLER’E AĠT KAYNAKLAR
Eski Önasya tarihinde büyük role sahip olan Samîler; gerek dilleri, gerekse fiziki
özellikleri bakımından bugünkü bedevilerden oldukça farklıdır. Samîler’in menĢei meselesi
oldukça karıĢıktır.23
Samîler dolikosefal (uzun kafalı) Akdeniz tipi insan gruplarına dahil olan
kavimlerdendir. Bu kavimlere Samî adının verilmesi, Tevrat’ın tufandan sonra insanları
Nuh’un oğullarından üreten gelenekle ilgilidir.24 Buna göre Samîler, Toroslar’dan veya Ararat
(Ağrı) Dağları’ndan gelmiĢlerdir.25 Bunlar, zamanında Kuzey Afrika’yı iĢgal eden Hamî
ırkıyla yakın akrabadır. Her iki dilin kökleri arasındaki yakın benzerlikler de buradan
gelmektedir. Ancak göçler sırasında Samîler kuzeye doğru, Hamîler ise doğuya doğru göç
etmiĢlerdir.26
Bazı bilginler de Samîlerin ana yurdu olarak Arabistan’ı göstermiĢlerdir.27 Samîler
dağınık bir halde ve çeĢitli etnik gruplarla karıĢmıĢ oldukları için bu gruplar arasında saf Samî
tipine rastlamak oldukça güçtür. Samî ırkın saf antropolojik tipini Arap asıllı tarihçilerden
Ġbn-i Haldun’un “Arabı aribe ve Arabı arba” dediği eski Araplarda aramak gerekir. Samî
tipi; iri yapılı, uzun yüzlü, siyah gözlü ve siyah saçlı, gaga burunlu dolikosefal (uzun kafalı)
bedevidir. Bunlar tarihte ilk kez Sümerler’in Mezopotamya tarihi içinde medeniyetlerini
oluĢturdukları dönemde, Fırat’ın batısında, Suriye-Irak çölünde göçebe bir halde
görünmüĢlerdir.28
Mezopotamya’da olduğu gibi, eski Mısır’da da Samî kavimlerini görüyoruz.29 Samîler
hakkındaki en eski arkeolojik belge MÖ. 3200 tarihlerine doğru Menes tarafından Mısır’da
Thenis’de kurulmuĢ olan ilk sülalelerin ünlü firavunlarından Den’e (MÖ.3175) ait bir palet
(levha) üzerindeki tasvirdir. Uzun saçlı, düz veya hafifçe gaga burunlu, dolikosefal diz
çökmüĢ bir insanı gösteren bu tasvir, bir doğruluğu anlatmaktadır. Yine aynı insan tipi, Thinit
firavunlarından Smerhat’ın (MÖ. 3135) Sina Yarımadası’ndaki zaferini betimleyen bir
23
F. Kınal, a.g.e., s.16.
M.ġ. Günaltay, Türk Tarihinin Ġlk Devirlerinden Yakın ġark Elâm ve Mezopotamya, T.T.K Basımevi, 2.
Baskı, Ankara-1987, s.282
25
F. Kınal, a.g.e., s.16.
26
Arif Müfit Mansel, Eski Doğu ve Ege Tarihinin Ana Hatları, Ġstanbul-1945, s.9.
27
F. Kınal, a.g.e., s.16.
28
M.ġ.Günaltay, a.g.e., s.282
29
F. Kınal, a.g.e., s.16.
24
kabartmada görülmektedir. Her iki tasvirin de Arap Yarımadası’ndan ilk defa Sina bölgesine
doğru çıkmıĢ olan Samî kabilelere ait oldukları kabul edilmektedir.
Mısır vesikaları, MÖ. 4. Bin’de Samî dediğimiz bu tip kabilelerin Sina Yarımadası
bölgesinde göründüklerini bildikleri gibi, Sümerler’e ait belgelerde de bu tip insanların yine
aynı tarihlerde Fırat nehrinin batı kıyılarında, Irak ve Suriye arasındaki çölde görünmeye
baĢladıklarını göstermektedir.30
2. SAMÎLER’ĠN ANA YURDU
Daha önce de belirttiğimiz gibi Samîler’in menĢei meselesi oldukça karıĢıktır. Bugüne
kadar pek çok görüĢ ileri sürülmüĢtür. Günümüzde arkeolojinin vermiĢ olduğu veriler ve tarih
araĢtırmaları sonunda, farklı isimlerle anılan Samî kavimler, değiĢik zamanlarda ve genellikle
göçebe bir halde Arabistan Yarımadası’ndan gelerek Mezopotamya ve Suriye’de yaĢayan
kavimlerle karĢılaĢtıktan sonra yüksek bir uygarlık meydana getirmiĢlerdir.
Kuzey Suriye ve Filistin’de son zamanlarda yapılan kazılar neticesine göre Samîler,
Mezopotamya’ya doğrudan doğruya çöl üzerinden gelmemiĢtir. Önce Filistin ve Suriye’deki
dağlık bölgeleri takip ederek kuzeye, Münbit Hilal denilen Habur Nehri yataklarına
gelmiĢlerdir. Buradan Fırat su yolu ile Mari (Tel-Hariri) üzerinden Babilonya’ya vardıkları
tahmin edilmektedir.31
BaĢta Akkadça ve Arapça olmak üzere eski ve yeni Samî dillerdeki Orta Asya
lehçelerine ait, ancak SamîleĢtirilmiĢ, sayısız kelimenin bu dillere giriĢi kısmen bu karıĢma
döneminde olmuĢ, kısmen de Sümer bölgesinden Arabistan içlerine göç etmeye mecbur kalan
ve buralara yerleĢerek SamîleĢen Orta Asyalı boyların ana dillerinden kalmıĢtır.32
Samî kavimlerin konuĢtukları diller, büyük lehçe farklarına rağmen, dilbilgisi kuralları
açısından aynıdır. Bu dillerde sadasız harfler büyük rol oynarlar. Kelimelerin kökü daima üç
ünsüzden ibarettir. Bunlar hiçbir zaman değiĢmez. Ön ve son ekler ile belirli kalıplara girerler.
Samî lehçeler kendi aralarında çok büyük farklar gösterir. Bunlar Doğu Samîleri ve Batı
Samîleri olarak iki büyük gruba ayrılırlar. Doğu Samîleri’nin en eski temsilcisi
Akkadlar’dır.33
Bu bilgiler ıĢığında Samî kavimlerin dilleri arasındaki karĢılaĢtırma sonucu,
baĢlangıçta yüksek bir kültüre sahip olmadıklarını görmekteyiz. Aksine daha önceleri oldukça
30
M.ġ.Günaltay, a.g.e., s.282,283
F. Kınal, a.g.e., s.16.
32
M.ġ.Günaltay, a.g.e., s.284.
33
F. Kınal, a.g.e., s.16.
31
ilkel bir göçebe hayatı yaĢamakta idiler. Yüksek kültüre iĢaret eden kavramlar, Samîler’in
Mezopotamya ve Suriye’nin medeni unsurları ile karıĢıp kaynaĢtıkları devirlere aittir. Tüm
bunlar Samî kavimlerin dili, dini, siyasi yaĢamları ve medeniyetleri göz önüne alındığında
bunların aslında bir çöl halkı olduklarını göstermektedir.
BaĢka bir görüĢe göre Samîler’in kökeni Suriye-Filistin bölgesinde aranmaktadır.34
Fakat bu görüĢ bilim adamları tarafından pek kabul görmemiĢtir.
Son yıllarda Mezopotamya ve Suriye’de yapılan araĢtırmalar, Samîler’in buralarda
görünüĢlerinin tarihi devirlerde olduğunu ortaya koymuĢtur. Zamanında bilim adamları farklı
farklı yerleri Samîler’in ana yurdu olarak kabul etmiĢlerdir. Bunlardan Hall, Samîler’in ana
yurdunu Suriye’de, T. Lagrange Mezopotamya’da aramıĢtır. Hatta Samîler’in kökenini Orta
Asya’ya kadar götürenler de olmuĢtur.
Bulunan arkeolojik belgeler ve yapılan tarih araĢtırmaları sonucunda saf Samî tipinin
Arabistan’da bulunduğunu kesin olarak belirten Winckler’in yayınından sonra Arabistan’ın
Samîler’in ana yurdu olduğu hemen hemen tüm bilim adamları tarafından kabul görmüĢtür.
Arabistan’dan önce Mezopotamya’ya taĢan Samî dalgası Suriye ve Filistin’de ancak
MÖ. 2500 yıllarına doğru görülmüĢtür. Bölgede ilk görünen Samîler sonraları
Mezopotamya’da I.Babil Ġmparatorluğu’nu kurmuĢ olan Amurrular’dır. Batı Sâmileri olarak
da adlandırılan Amurrular, Sümer (Sinear) kültürünün etkisinde bulunan bölgede, güneyden
gelen yeni göçlerle çoğalmıĢlardır. Bununla birlikte, medeniyet bakımından da ilerlemeye
baĢlamıĢ, yerli halk ile karıĢıp kaynaĢmıĢlardır.35
Biz de, Samîler’in ana vatanlarının Suriye, Filistin ve Mezopotamya değil, Arabistan
olduğu kanaatindeyiz.
3.SAMÎ GÖÇLERĠ’NE GENEL BAKIġ
Arap Yarımadası’ndaki kuraklık dönemi baĢladıktan bir müddet sonra ırmaklar
kurumuĢ, iklim değiĢmiĢ, toprak çoraklaĢmıĢ, hayat Ģartları her geçen gün güçleĢmiĢtir.
Gittikçe çölleĢen Arabistan artık, eski devirlerde her geçen gün artan nüfusu besleyemez hale
gelmiĢtir. Kuraklık ve bunun neticesi olan kıtlık yüzünden, MÖ. 4. Binyıl’ın sonlarından
baĢlayarak Arabistan Yarımadası’nın merkezinden çevresine doğru çeĢitli göç hareketleri
görülmeye baĢlamıĢtır. Bu göçlerden güneybatıya doğru olanları Babülmendep üzerinden
Afrika’ya geçerek, Kızıldeniz’in batı sahilindeki HabeĢliler’i doğurmuĢtur.36
34
M.ġ.Günaltay, a.g.e., s.284.
M.ġ.Günaltay, Yakın ġark III Suriye-Filistin, T.T.K Basımevi, 2. Baskı, Ankara-1987, s.34,35.
36
M.ġ.Günaltay, Yakın ġark Elam ve Mezopotamya, s.285
35
Eski Mezopotamya tarihinde üç büyük Samî Göçü olmuĢtur. En güçlü ve devamlı göç
dalgası kuzeye doğru olmuĢtur. Kuzeye doğru gerçekleĢen ilk göç hareketleri tarihte derin
izler bırakmıĢtır.
Birinci büyük Samî Göçü, M.Ö. 2500’lerde meydana geldiği tahmin edilen
Akkadlar’ın göçüdür.37
Akkadlar, bölgeye daha önceden yerleĢmiĢ ve Ön Sümerler anlamına gelen
“Presümerienler” ile Sümerler’in karıĢıp kaynaĢmasından oluĢmuĢ bir kavimdir. Askeri ve
siyasi birlikten mahrum olan bu bedevi kabileler Sümerler’in düzenli orduları karĢısında fazla
direnemeyerek, Fırat boylarına yerleĢmiĢlerdir.38
Akkadlar, Sümer sitelerine ancak iĢçi ve ücretli asker olarak girebildiler. Bunun
neticesinde Samîler, her geçen gün çoğaldılar. Sümerler’in medeniyetlerini ve savaĢ usullerini
öğrendiler. En sonunda iyice kan kaybeden Sümerler’e karĢı isyan ederek Mezopotamya’nın
yukarı bölümünü yani sonradan Akkad adını alan bölgeyi Sümerler’den aldılar.
Samîler’in bu ilk göç hareketi, Dicle ve Fırat nehirlerinin birbirine en çok yaklaĢtığı
yerde Bağdat civarında KiĢ Ģehrine yerleĢmeleriyle sonuçlandı.39
Bundan sonra Akkad bölgesi çölden akan Sami dalgalar ile dolmaya baĢladı. Fakat,
MÖ. 2050 yıllarına doğru Elamlar’ın Kalde’yi istilâ etmeleri, bu bölgede olan Samî
kabilelerden bir bölümünün kuzeye doğru çekilmelerine neden oldu. Bunlar, o zamanlar
Subartu olarak adlandırılan Yukarı Mezopotamya’ya yayıldılar. Bu bölgelerde Orta Asya’lı
Subaru boyları ile karĢılaĢtılar. Subarular’a ait Asur, Ninova gibi sitelere yerleĢmeye
baĢladılar. Samî kabileler ve Orta Asyalı Subaru boylarının karıĢmasıyla tarihte Asurlular
denilen kavim doğdu. Ön Asurlular denilen bu kavim MÖ. 2000 yıllarına doğru Yukarı
Dicle ve Zap Nehri bölgesine kadar uzanmıĢ bulunuyorlardı.40
MÖ. 3. Binyıl’ın sonları ile 2. Binyıl’ın baĢlarında meydana gelen ikinci Samî göçü ise
Sümerler’in batılı anlamına gelen MAR.TU’LAR dediği Amurru göçlerdir.41
Amurrular, Ġbraniler ve Fenikeliler gibi, Samî dillerin doğu lehçesini konuĢuyorlardı.
Bu nedenle bazı bilginler Amurrular’u “Doğu Kenanlılar” olarak da adlandırmıĢlardır.42
Amurrular Tevrat’ta ise Amoritler olarak geçer.43
37
F. Kınal, a.g.e., s.18.
M.ġ.Günaltay, a.g.e., s.293.
39
F. Kınal, a.g.e., s.18.
40
M.ġ.Günaltay, a.g.e., s.287,288.
41
Ekrem MemiĢ, Genel Tarih, Tablet Yayınları, s. 139.
42
F. Kınal, a.g.e., s.18.
43
Arif Müfit Mansel, a.g.e., s.7.
38
Üçüncü büyük Samî göçü, Ege göçlerinin meydana getirmiĢ olduğu karıĢıklıklardan
yararlanarak, aralıksız bir sızıntı halinde asırlarca devam eden Arami kabilelerinin
göçleridir.44 Asur krallarının, Aramiler’e karĢı yapmıĢ oldukları amansız savaĢalar sebebi ile
Aramiler, Yukarı Dicle bölgesine, yani Asur’a sokulamamıĢlardır.45 Öte yandan Asur Devleti,
geliĢimini yavaĢ ve devamlı adımlarla yapamamıĢ, değiĢik zamanlarda ilerlemelere ve tekrar
gerilemelere maruz kalmıĢtır.
Aramiler Asurlular’a sokulamamıĢlarsa da Aramiler’den Bit-Zamani kabilesi doğuda
Diyarbakır civarına, Bit-Adini kabilesi Fırat Nehri’nin büyük kıvrımı içerisine, Bit-Agusi
kabilesi Fırat ile Karasu arasına, Bit-Gabbar kabilesi Gaziantep civarına, Bit-BrutaĢ kabilesi
ise Kayseri civarına kadar ilerlemiĢlerdi.46
Aramiler özellikle Kuzey Mezopotamya’da Guzana (Tel Halaf) Til-Barsib (TelAhmar), Orontos (Asi Nehri) civarındaki Hamat ve özellikle DımıĢk (ġam) gibi pek çok
önemli Ģehir devletleri meydana getirmiĢlerdir. Daha sonra da, aralarında birleĢerek Asur
istilasına karĢı sürekli mücadele etmiĢlerdir.47
4. SAMÎ KAVĠMLER VE SAMÎLEġMĠġ KAVĠMLER
Son zamanlarda gerçekleĢtirilen arkeolojik araĢtırmalar ve buluntulardan önce, tarihi
otoritelere hâkim olan Tevrat an’anesine göre, Ġran eteklerinden Filistin ve Sina bölgesi ve
Suriye’nin kuzeyine kadar uzanan saha ile Arap Yarımadası’nda ve HabeĢistan’daki kavimler
genellikle Samî sayılıyorlardı. Genel olarak kabul edilen bu esasa göre, eski kavimlerden
baĢta Akkadlar ve Asurlular (kısmen) olmak üzere Amurrular, Kalde'liler (Geldaniler),
Aramiler, Fenikeliler, Kenaniler, Ġbraniler ile Arabistan kabileleri Samî sayılmaktadır. Ancak
bu kavimler Samî tipten farklı fiziksel özelikler taĢımaktadır.
Oysa, saf Samî tipin fiziksel özellikleri dikkate alındığı zaman, eski kavimlerden
sadece Sinear'da I. Babil Devleti’ni kurmuĢ olan Amurrular’ın tipinin saf Samî tipe uygun
olduğu görünmektedir. Çünkü bunların da geniĢ omuzlu, gaga burunlu, siyah gözlü ve siyah
saçlı, iri yarı dolikosefal insanlar oldukları anlaĢılmaktadır.
Meselâ Samî sayılan Fenikelilere ait mezarlarda bulunan kafataslarının brakisefal
(yuvarlak kafalı) oldukları görülmüĢtür. Suriye’de yaĢayan ve yine eskiden beri Samî sayılan
Aramîler’in de Samî tipin temsilcisi olan Arap bedevisi tipinde olmadıkları ortaya çıkmıĢtır.
44
Ekrem MemiĢ, Eskiçağ Türkiye Tarihi, Çizgi Kitabevi, 5. Baskı, Eylül-2003, Konya, s.156
F. Kınal, a.g.e., s.19.
46
Ekrem MemiĢ, a.g.e., s.156.
47
F. Kınal, a.g.e., s.19.
45
Aramîler, geniĢ brakisefal kafaları, burnun kemerliğini iyice gösterecek Ģekilde basık ve
arkaya yatık alınları ile Samî tiplerden ayrılıyorlardı. Daha sonraki dönemlere ait Mısır
abideleri ile Asurlular’dan kalan ve Aramiler’i tasvir eden kabartmalarda (II.Salmanasar dikili
taĢı gibi) bu yüz tipi oldukça belli olmaktadır.
Ġbraniler’e ait buluntularda brakisefal kafalara daha çok rastlanmaktadır. Yine son
araĢtırmalara göre, Samî gruplara verilen Asurlular’ın da köken olarak Samîlerden önce Asur
iline hâkim olan ve Asur Ģehrini kuran Orta Asyalı Subariler ile Samîler’in karıĢmasından
oluĢan melez bir kavim oldukları tespit edilmiĢtir.
Tüm bu araĢtırmalar göstermiĢtir ki,
Samîler’den önce Arabistan dıĢındaki Ön
Asya’ya Orta Asya’dan gelen birtakım boylar yerleĢmiĢtir. Bu dönemlerde Irak’ta, Suriye ve
Filistin’de, Anadolu’da görülen boylardan hiçbiri Sami ırka mensup değildi. MÖ. 3. Binyıl’ın
baĢlarında ise Samîler buralarda, daha önce veya daha sonra gelmiĢ olan diğer etnik gruplarla
beraber bulunmuĢlardır.
Kökenleri Ana Türk yurduna, yani Orta Asya’ya dayanan bu etnik gruplar, baĢlangıçta
yüksek kültürleri, ırki özellikleri ve kabiliyetlerinin sonucu, bu insan topluluğunun giriĢimci
unsurunu teĢkil ediyorlardı. Fakat bu giriĢken ve çalıĢkan unsurlar, Arap Yarımadası’ndan
sürekli akan göç dalgaları içinde yavaĢ yavaĢ bir taraftan kalabalığı teĢkil eden Samîler’in
dilini almıĢ, diğer taraftan da kendi dillerine ait kelimeleri Samî lehçeye göre telâffuza
baĢlamıĢ, sonunda ana dilleri de kaybolmuĢtur. Bundan dolayıdır ki, eski kavimlerden fiziksel
özellikleri bakımından saf Samî tipine uymayanlar, SamîleĢmiĢ kavimler olarak
adlandırılmıĢlardır.48
5. SAMÎLER’ĠN SĠNEAR’I ĠSTĠLASI
3. Binyıl’ın baĢlarında Arabistan çöllerinden taĢan Samî dalgaları Fırat boylarına
dayandığında, Sinear'da yüksek bir kültüre sahip olan Sümerler yaĢıyordu. Ġnsanın iĢtahını
kabartan verimli toprakları, güzel meyve ve hurma bahçeleri, geniĢ meraları, zengin sanat
eserleri ve tapınaklarında toplanan hazineleriyle Sümerler Arap Yarımadası’nın çölleri ile
Ġran'ın yüksek kayalıkları arasında, etrafındaki barbar kabilelerin ısrarla ele geçirmek
istedikleri zengin bir bölgeyi oluĢturuyordu. Dönemin diğer toplumlarına göre oldukça ileri
düzeyde bir kültüre sahip olan Sümerler, çivi yazısı Ģekline soktukları piktografık bir yazıyı
kullanıyorlardı. Ancak Sümer siteleri arasındaki anlaĢmazlıklar Sinear'a girmek için fırsat
48
M.ġ.Günaltay, a.g.e., s.289,290.
bekleyen düĢmanlarına ümit veriyordu. Rakip Patesiler’den her biri rakibine karĢı galip
gelmek için Fırat boylarına dolmuĢ olan bedevi Samîler’den aylıklı asker alıyordu.
Samîler böylelikle Sinear'a sokulmaya yol bulunca orada yerleĢmek ve çoğalmak için
her fırsattan yararlanmaya baĢladılar. Tarlalarda, bağ ve bahçelerde çalıĢmak üzere Sinear
Ģehirlerine girdiler. Her geçen gün çoğaldılar. Sonunda MÖ. 4. Binyıl’ın sonu, 3. Binyıl’ın
baĢlarına doğru Sinear'in kuzey tarafındaki Samîler bu bölgede kuvvetli bir varlık gösterecek
kadar çoğalmıĢlardı. Merkezleri, Fırat'ın alçak bölgeye girdiği ve Dicle'ye doğru ilk büyük
kollarını gönderdiği sahaydı. Bugün Ebu-Habba denilen Sippar bu bölgede bulunuyordu.
Güney Sümer sitelerinden LagaĢ Patesisi Eannatum'un MÖ. 2900 tarihlerine doğru
Kuzey KiĢ Kralı Al-Zu ile KaĢ (Opis) Kralı Zuga'yı yenmesi, Samîler’in yoğun olarak
bulundukları bölgedeki Sümer kuvvetlerinin sonu demekti. Eannatum'un halefleri de LagaĢ'ın
sindirici gücünü devam ettirecek bir lider çıkaramadılar. Bundan yararlanan Samîler, KiĢ ve
KeĢ sitelerinde hâkimiyeti ellerine aldılar.
3. Binyıl’ın baĢlarına doğru Sinear'ın kuzey bölgesinde milli bir varlık teĢkil eden
Samîler, bu sayede siyasi bir güç de kazanmıĢ oluyorlardı. Artık Sinear'da dilleri ve tipleri
birbirlerinden tamamen farklı ve mücadele halinde iki grup bulunuyordu. Bunlardan ikinci
grubu oluĢturan Samîler, içine girdikleri Sümer medeniyetini, Sümer yazısını, Sümer sanatını
öğrenmiĢ ve Sümerler kadar uygarlaĢmıĢlardı.
Eannatum'un haleflerinden Urukagina, LagaĢ'ın sarsılan gücünü yükseltmek için çok
çaba sarf etti. Din temsilcilerinin ve memurların halka karĢı yaptıkları haksızlıkların önüne
geçmek, bozuk idareyi düzeltmek için birtakım sosyal reformlar gerçekleĢtirdi. Onun sosyal
reformları kanun tabletlerinde görülür ve iki bölümde anlatılır.49 Ancak, Urukagina'nın milli
Tanrı Enlil'e karĢı Ningirsu'yu baĢ Tanrı olarak tanıtmaya kalkıĢması, hem kendisinin, hem de
LagaĢ'ın huzurunu sona erdirdi. Bu arada Umma’da Babu isminde bir rahibin oğlu olan
Lugalzaggisi, Urukagina reformundan ilham alarak, Umma kral sülalesinin dönemini
baĢlatmıĢ ve iktidara geçmiĢti.50 (MÖ. 2375) LagaĢ'ın iç karıĢıklıklarından faydalanarak Uruk
Ģehrini de ele geçirmeyi baĢarmıĢtı. Böylece yeterli miktarda askeri kuvvete sahip olan
Lugalzaggisi LagaĢ'ı, Urukagina'nın 25. idare yılında ele geçirmiĢ ve kralını da esir etmiĢtir.
Lugalzaggisi'nin 25 yıl süren saltanat devri, Sümer hâkimiyetinin en parlak dönemi
olmuĢtur. Bu kral Eannatum'dan sonra Sinear'ın kuzey bölgesinde büyük nüfuza sahip olan

Mezopotamya'da, Sümerler devrinde, site denilen şehir-devletleri yöneten rahip-krallara verilen ad.
M.ġ.Günaltay, a.g.e., s.291.
50
F. Kınal, a.g.e., s.61.
49
Samîler’i buradan uzaklaĢtırmıĢtır. Ardından KiĢ'de kurdukları prensliği ortadan kaldırmıĢ ve
baĢkenti Umma'dan Uruk'a taĢımıĢtır.
Lugalzaggisi tarafından Tanrı Enlil'e sunulmuĢ olup son dönemde Nippur'da bulunan
büyük vazolar üzerindeki kitabelerden öğrenildiğine göre bu dönemde Sinear'da Samîler’in
elinde hiçbir Ģehir kalmamıĢ, hepsi yine Sümerler’in eline geçmiĢtir.
Lugalzaggisi, bu üstünlüğü Sinear sınırlarının ilerisine kadar götürmüĢtür. Doğuda
Elamlar’ı, batıda Samîler’i ve Yukarı Fırat bölgesindeki diğer boyları hâkimiyeti altında
topladı. Sınırlarını Akdeniz kıyılarına kadar geniĢletti. Uruk krallığını, hemen hemen bütün
Ön Asya'ya hâkim bir imparatorluk haline getirdi.
Fakat
imparatorluğun
sınırlarının
çok
geniĢ
alanlara
yayılması
kontrolü
zorlaĢtırıyordu. Bu durumdan yararlanmak isteyen ve Sinear'ın yukarı kısmına yerleĢip
medenileĢen Samîler, Sümerler’i sürekli rahatsız ediyordu. Nitekim Arabistan çöllerine kadar
yayılmıĢ olan Samîler’in baskıları, Lugalzaggisi ile beraber Sümer hâkimiyetinin de yıkılması
ve Sümer topraklarının Samîler tarafından istila edilmesi ile sonuçlandı.51
51
M.ġ.Günaltay, a.g.e., s.292.
III. BÖLÜM
AKKAD GÖÇLERĠ
I. AKKAD ĠMPARATORLUĞU
1. AKKAD DÖNEMĠ KAYNAKLARI
Bu döneme ait belgelerin çok az bir bölümü orjinaldir. Örneğin,
Sargon ve
Naram-Sin’in zafer kitabeleri, Saripul Kaya Kitabesi, ManiĢtusu Obeliski gibi veya birkaç
inĢaat kitabesi dıĢında, bu döneme ait tabletlerin büyük bir kısmı daha sonraki
dönemlerde, özellikle III. Ur, Ġsin-Larsa ve Eski Babil devirlerinde yazılmıĢ kopyalardır.
Bu kopyalar Nippur ve Ur arĢivlerinde bulunmuĢtur.52
Akkadlar tarafından milli kahraman olarak tanınan Sargon, hakkında birçok
efsaneler anlatılan, parlak zafer halkaları meydana getirmiĢtir. Nippur’da kopya edilmiĢ
bir metinde Sargon’un 34 muharebe kazandığı anlatılmaktadır.53
Bunlar arasında önemli olayları kaydeden kronikler, ominalar (fal metinleri) ve
omina Ģerhleri gibi belgeler vardır.54 Örneğin bir omina’ya göre I. Sargon Uruk’u aldıktan
sonra güneydeki diğer Sümer siteleri üzerine yürümüĢ, Ur’un surlarını yıkmıĢ, ardından
Ģehri yağma ettirmiĢ, aynı sona uğrayan LagaĢ’da zamanında Urnina tarafından mabut
Ninmarki adına yaptırılmıĢ olan mabet yıktırılmıĢtır. LagaĢ’ın rakibi ve aynı zamanda
düĢmanı olan Umma da bu sondan kurtulamamıĢtır. Daha sonra Sargon, Basra Körfezi
kıyılarına kadar inmiĢ, zafer silahını deniz suyu ile yıkamıĢtır.
BaĢka bir omina’ya göre ise, Sargon Elam havalisini de istilâ etmiĢ, “Elam ve
Barahsi’nin baĢını kırdıktan” sonra “Mari ve Elam adamı” adı verilen BaĢbuğ Uga’yı
esir ederek Nippur’a götürmüĢtür. Ardından daha güneye inmiĢtir. Tilmun, yani Bahreyn
Adaları’nı da zapt etmiĢtir. Bu son sefer, Sargon’un oldukça mükemmel bir donanma
hazırlamıĢ olduğunu göstermektedir.55 Akkad dönemini aydınlatan diğer önemli bir belge
de mitolojilerdir. Bunlardan baĢka “sene isimleri”, sözcükler ve coğrafya metinleri (KAV
92) de tamamlayıcı bilgiler verir.
52
F. Kınal, Eski Mezopotamya Tarihi, Ankara 1983, s.75
ġ. M. Günaltay, Yakın ġark Elam ve Mezopotamya, s. 296,297
54
F. Kınal, a.g.e., s.75
55
ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 296
53
Akkad dönemi hakkında bizleri aydınlatan belgelerin en önemlisi “Mücadelenin
Kralı” anlamına gelen “ġartamhari Metinleri”dir.56 Bu belgelerde Naram-Sin’in
Anadolu’ya yaptığı seferler anlatır. ġartamhari metinleri, biri Anadolu’da HattuĢaĢ
(Boğazköy) arĢivinde, ikincisi Mısır’da Tel el Amarna’da, üçüncüsü Mezopotamya’da
Babil’de olmak üzere üç nüsha halinde bulunmuĢtur. Bu nüshalardan HattuĢaĢ arĢivinde
bulunanı KBo III, 13 numaralı metin, Hititler zamanında (MÖ. 1750-1200), Akkadça
orjinalinden Hititçe’ye tercüme edilmiĢtir. ġartamhari metinleri, Anadolu kökenli
olmamakla beraber Anadolu hakkında bizleri aydınlatan en eski yazılı vesikadır.57
BaĢka bir metinde (KAV 92) ise Sargon’un hâkim olduğu memleketleri gösteren o
zamanki bilgilere göre bir dünya haritası çizilmiĢtir. Tabletin arka yüzünde de bu
memleketler hakkında bilgi verilmiĢtir.
Son zamanlarda Elam belgelerinin yayımlanması ile Naram-Sin’in Awan
sülalesinden Hita ile yapmıĢ olduğu anlaĢma açıklanmıĢtır. Bunun dıĢında Naram-Sin’e ait
bir “Naru” (stel) metninin de Boğazköy ve Sultantepe’de birer kopyaları ele geçmiĢtir.
Bu metinler dıĢında, Tel Brak kazıları, Nuzi (Kerkük civarındaki Yorgantepe) ve
bilhassa Mari (Tel Hariri) kazıları, Akkad krallarının Habur, Orta Fırat ve Yukarı Dicle
bölgesindeki faaliyetlerinin arkeolojik delillerini ortaya koymuĢtur. Bunun yanında Kıbrıs
adasında, üzerinde “Tanrı Naram-sin’in kölesi Mar-ĠĢtar” yazılı bir silindir mühür ile
Uruk’ta üzerinde Sargon’un kızı Enheduanna’nın adının yazılı olduğu bir vakıf hediyesi
vardır.58
2. SÜMERLER VE AKKADLAR
Eskiden beri Sami kavimlerden biri olarak gösterilen Akkadlar, gerçekte tam
anlamıyla Samî bir kavim değildir. Bu Ġmparatorluk, Sinear’ın ilk sekenesi olan Ön Sümer
ve Sümerler’le sonraları buralara gelen Samîler’in karıĢıp kaynaĢmasından meydana
gelmiĢ melez bir ırktır.
MÖ. 2500’lerde Akkadlar’ın mensup olduğu ilk Samî kavimleri Arap
Yarımadası’ndan çıkarak Mezopotamya’ya gelmiĢlerdir.59 Fakat MÖ. 2350’lerde
Sargon’un liderliğinde kendi kültürleriyle ortaya çıkarak, Mezopotamya’ya hâkim
olmuĢlardır. Sümer Kral Listesi’nden anlaĢıldığına göre, Kral Sargon Agade (Akkad)
56
57
F. Kınal, a.g.e., s.75
E. MemiĢ, Tarih boyunca Ortadoğu-Anadolu ĠliĢkileri
F. Kınal, a.g.e., s.75
59
R. Yıldırım, Öaasya Tarih ve Uygarlıkları, Ġzmir-1996, s. 29.
58
kentini kurduktan sonra, Basra Körfezi ile Nippur arasındaki Sümer kentlerinden Ur,
Uruk, LagaĢ, Umma ve Larsa’yı ele geçirdi. KiĢ Krallığı’nı da ortadan kaldırdıktan
sonra60 Mezopotamya’da Sümer idaresi son buldu. Bundan sonra Sümerler, Akkadlar’ın
kurdukları devletin idaresinde yaĢamıĢlardır.
Akkad bölgesi halkının dili baĢlangıçta Sümerce idi. Buralara Samîler girmeye
baĢladıktan sonra dil de Sümer ve Samî lehçelerinin bir karıĢımı halini almıĢtır. Daha
sonraki asırlarda çölden sürekli olarak buralara akan Samîler’in yerleĢmeleri neticesinde
Sümer kelimeleri de; Samî dillerin etkisi altında kalmıĢ ve Samî dillere uygun kalıplara
sokularak Akkad dili, tamamıyla Samî bir Ģekil almıĢtır.61
Akkad kültürü Sami kültürüyle, Sümer kültürünün kaynaĢmasından oluĢmuĢtur.
Agade Ģehrinde kurulan devlet, baĢlangıçta bir kent devleti görünümündeyken, zaman
içinde güçlenip geniĢleyerek güçlü bir imparatorluğa dönüĢtürülmüĢtür.62
3. AKKAD DEVLETĠ’NĠN KURULUġU VE SARGON DÖNEMĠ
Daha önce de belirttiğimiz üzere, Eski Mezopotamya tarihinde üç büyük Samî göç
hareketi cereyan etmiĢtir. Bu göçlerin ilki, MÖ. 2500’lerde vuku bulduğu tahmin edilen
Akkad Göçleridir. Bu kabilelerin gerçekleĢtirmiĢ olduğu göç hareketi, Dicle ve Fırat
nehirlerinin birbirine en çok yaklaĢtığı Doğu Sinear’ı ele geçirmeleri ve Bağdat
civarındaki KiĢ Ģehrine yerleĢmeleriyle sonuçlandı.
Ġkinci büyük Samî göç hareketi ise Mezopotamya’ya Sümerler’in batılı anlamına
MAR.TU’LAR dediği Amurrular’ı getirmiĢtir.
Üçüncü büyük Samî göçü de MÖ. 14. yy’da baĢlayıp 9. yy’a kadar sürekli bir
sızıntı halinde devam eden Arami kabilelerinin göçleridir.63
Samî göçlerinin birinci aĢaması yukarıda da ifade ettiğimiz gibi MÖ. 2500’lerde
gerçekleĢmiĢtir. Bugünkü Arapların en eski ataları olarak kabul edilen Akkadlar’ın
gelmesiyle birlikte, Mezopotamya’nın gerek etnik, gerekse siyasi çehresi değiĢmiĢtir.64
Samîler, uygar Mezopotamya toplumunun çevresinde yarı göçebe bir hayat sürerek
yavaĢ yavaĢ Mezopotamya’ya sızmıĢlardır.65
60
E. MemiĢ, Genel Tarih., s. 139
ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 293
62
R. Yıldırım., a.g.e., s.29
63
F. Kınal, a.g.e., s. 18
64
E. MemiĢ, Tarih boyunca Ortadoğu-Anadolu ĠliĢkileri
65
R. Yıldırım., a.g.e., s.30
61
Sümerler, MÖ. 4. Binyıl’ın sonlarından 3. Binyıl’ın sonlarına kadar olan dönemde
Mezopotamya’da birçok Ģehir devletleri kurmuĢlar ve bu Ģehir devletleri, kendi aralarında
hâkimiyet mücadelesi vermiĢlerdir. Bu büyük mücadele nedeniyle, aralarında milli birlik
sağlayamayan ve bu yüzden de, Ģartlar oldukça müsait olmasına rağmen merkezi bir
devlet kurmayı baĢaramayan Sümerler, MÖ. 2500’lerden itibaren Mezopotamya sitelerine
sızmaya baĢlayan ve MÖ. 2350-2150 yılları arasında büyük bir devlet kurmayı baĢaran
Samî kökenli Akkadlar’ın hâkimiyetini tanımak zorunda kalmıĢlardır.66
Öyleyse, daha önce de belirttiğimiz gibi Mezopotamya’da kurulan ilk Samî devlet,
Sargon tarafından MÖ. 2350 yılında kurulan Akkad Ġmparatorluğudur.67
Akkad devletini kuran ve onu hemen hemen bütün Ön Asya’yı kaplayan bir
imparatorluk haline getiren Agade hanedanının ilk yöneticisinin adı, sonraları ġarken
denilen, Eski Ahit’e Sargon biçiminde geçen ġarrum-kin’dir. Sargon kaynağı ile ilgili
efsaneler, Sargon’un KiĢ Ģehriyle ilgili olduğunu gösterir.68
Sargon’un baĢardığı iĢler insanüstü kabul edildiği için, kökeninin de sırlara
büründürülmesi gerekiyordu. Böylece Sargon’un doğumundan ölümüne kadar bütün
hayatı efsanelerle doludur. Onun doğumunu anlatan efsane Tevrat’ta (Exodus II 5)
Musa’ya69 Ġran’da Kyros’a, sonra da Roma’yı kuran ikizlere mâl edilmiĢtir.70 BaĢka bir
inanca göre de Fırat kenarındaki Azupiranu Ģehrinde bir bahçivan onu nehirde bularak
büyütmüĢ, yakıĢıklı bir delikanlı olan Sargon’a, Tanrıça ĠĢtar aĢık olmuĢ ve ona Sümer ve
Akkad memleketlerinin hâkimiyetini vermiĢtir.
Sargon sadece yüksek kültür alanının siyasal anlamda birleĢtirilmesiyle
yetinmemiĢtir. Sargon’un doğuda Elam’a, kuzeydeki dağ kavimlerine, Suriye ve
Lübnan’a, Toroslar’a kadar Küçük Asya’ya yaptığı askeri seferler, onu tarihin “Ġlk dünya
hakimi” yapmıĢtır.71 Onun bu seferlerini anlatan yazılı belgeler, o dönemin Ön Asya
tarihini de anlamak için önemlidir.
Akkad Devleti’nin Kıbrıs ve Hindistan ile de ticaret bağları olmuĢtur. Ayrıca Basra
Körfezi’ndeki adalara karĢı da seferleri olduğu yine bu belgelerden anlaĢılmaktadır. Bu
kayıtlar onun kara ordusunun dıĢında denizlerde de savaĢacak güçte bir deniz gücüne
sahip olduğunu anlatmaktadır. Sargon’un Anadolu ile ticaret yapan tacirlerin istekleri
doğrultusunda, onların davası uğruna savaĢmak için bir ordu ile Anadolu’ya gittiğini yine
66
E. MemiĢ, Genel Tarih., s. 138.
E.MemiĢ, Filistinlilerin Kökeni ve Tarihi, Selçuk Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Yayınları, Konya-1996, s.24.
68
F. Kınal, a.g.e., s. 75.
69
F. Kınal, a.g.e., s. 76.
70
R. Yıldırım., a.g.e., s.30.
71
B. Ġplikçioğlu, Eskiçağ Tarihinin Ana Hatları Ġstanbul-1990, s. 50.
67
ġartamhari Metinleri’nden öğreniyoruz.72 Böylece Sargon’un üç büyük denize ulaĢmıĢ
olması, Akkad Ġmparatorluğu’na özellikle tehlikeye açık olan Mezopotamya bölgesine
barıĢ ve güven getirmiĢ olmalıdır. Mezopotamya’daki bu yeni gücün yani Akkad
Ġmparatorluğu’nun en önemli dayanak noktaları, bu devletin askeri yönden güçlü olması,
yönetim mekanizmasındaki merkeziyetçi yapı ve bir tür feodâl düzen idi. Akkadlı Sargon
ile dünya tarihinde ortaya çıkan “Dünya Ġmparatorluğu” ve “Tanrı krallığı” kavramları
da, Eski Ön Asya’nın daha sonraki siyasal geliĢimine temel oluĢturmuĢtur.73
Sümer kral Listesi’nden öğrendiğimize göre ise, “Uruk silahla vuruldu. Krallık
Akkad’a geçti. Hurma bahçivanının evlatlığı, sonra Ur-zababa’nın sakisi olan
Sargon kral oldu. Akkad’ı kurdu ve 56 sene idare etti.” Sargon’un gerçek adını
bilmiyoruz. “Gerçek kral” anlamına gelen ġarru-kenu adını muhtemelen kral olduktan
sonra almıĢtır. Uruklu Lugal-Zagesi’nin III. Uruk Sülalesi’ni, kurduğunu, yukarıda adı
geçen Urzababa’nın da IV. KiĢ Sülalesi krallarından olduğunu yine bu kral listesinden
öğreniyoruz. Böylece Sargon,
Lugal-Zaggesi’nin saldırılarına karĢı KiĢ Krallığı’nın
sınırlarını korumakla iĢe baĢlamıĢtır. Lugal-Zaggesi’yi mağlup ederek ona bağlı olan
Basra Körfezi ile Nippur arasındaki Ur, Uruk, LagaĢ, Umma ve Larsa gibi önemli Sümer
Ģehirlerini ele geçirmiĢti. Sargon ilk baĢta KiĢ Krallığı’na rakip olmamıĢ ve onu
yıkmamıĢtı.
Tam tersine, Agade (Akkad) memleketinde yeni bir Ģehir kurarak buna Bab-ilim
“Tanrının Kapısı” adını vermiĢti. Sargon’un KiĢ Krallığı’nı ve kendisinin eski Beyi olan
Urzababa’yı nasıl ne zaman ortadan kaldırdığı belli değildir. Ancak, Naram-Sin zamanına
ait bir vesikada Akkad Devleti’nin kuruluĢu Ģöyle anlatılıyor: “Ecdadım ġarru-kennu
Uruk Ģehrini yıktı. KiĢliler’in hürriyetini verdi. Onların burun halkalarını yaktı.
Ayaklarındaki zinciri kırdı.”74 Bu rivayetlerden ortaya çıkan tarihi gerçek, Sargon önce
Sümerli olan Güney Mezopotamya Ģehirlerini ele geçirmiĢ, sonra KiĢ Krallığı’nı da
ortadan kaldırarak,
kuzeyin Samîleri ile güneyin Sümerleri’ni tek bir idare altında
toplamıĢtır.75
Sargon Babilonya’da siyasi birliği sağladıktan sonra, kendisini “ġar kiĢĢati” KiĢ
kralı = Büyük kral ilân etmiĢti. Arkasından birçok seferler yapmıĢtır. Fakat, bu seferlerin
kronolojisi tam olarak bilinememektedir. Bununla birlikte, Güney Mezopotamya’nın
72
R. Yıldırım., a.g.e., s.30,31.
B. Ġplikçioğlu, a.g.e., s. 50.
74
F. Kınal, a.g.e., s 76.
75
E. MemiĢ, Genel Tarih., s.139.
73
coğrafi Ģartlarının gereği olarak, öncelikle Doğu memleketleri ile uğraĢmıĢtır. Çünkü,
Sümer ve Babilliler’in Elam dedikleri Batı Ġran’ın Basra Körfezi’ne yakın olan yerlerini
içine alan AnĢan (veya Anzan) memleketi ile Sümer Ģehirleri arasında, çok öncelerden
beri ticari iliĢkiler olmuĢtur. O dönemlerde Uzak Doğu memleketlerinin (özellikle Ġndus
medeniyetinin) eski Akdeniz medeniyetleri ile Basra Körfezi’nde birleĢtiği dikkate
alınırsa, bu körfezin önemi ve Sümer ve Elam çekiĢmesinin nedenleri kendiliğinden
anlaĢılır.
Akkad Devleti’nin kurulduğu MÖ. 24. yüzyıl’ın ortalarında Elam memleketinde de
birçok küçük Ģehir devletleri vardı. Aralarında en güçlüsü Awan idi. Çünkü Sümer Kral
Listesi’nde bir Awan sülalesinin gösterilmesi, bu sülalenin daha önceleri Sümer
memleketine hâkim olduğunu gösterir. Sargon’a ait vesikalardan anlaĢıldığına göre, Awan
Kralı LuhhiĢĢan ile WarahaĢa (Barahsi) krallarından halefleri gibi bahsedilir ve onlarla
ittifak yaptığı bildirilir. Bundan dolayı Sargon, Basra Körfezi’ne doğudan gelebilecek her
hangi bir müdahaleyi önlediği gibi, memleketin ihtiyaç duyduğu taĢ ve madeni de temin
etmiĢti.
Aslında Sargon’un asıl ünü, ilk defa onun tarafından gerçekleĢtirilen “Batı’nın
fethi” nden sonra olmuĢtur. Çünkü Basra Körfezi’ndeki ticaretin Ģah damarının Fırat nehri
olduğunu Sargon anlamıĢ ve bu güzergâh üzerindeki kervan konaklarını ele geçirmiĢtir.
Bir vesikada: “Fırat kenarındaki Tutul Ģehrini zaptedince, bu Ģehrin tanrısı Dagana
kurbanlar sunduğunu, bunun üzerine bu tanrının kendisine “Mari, Ġbla ve Yarmuti
memleketlerinin hâkimiyetini Sedir ormanlarına (Amanoslar’a) ve GümüĢ dağlarına
(Toroslar’a) kadar verdiğini” kaydeder.
Bu Ģehirlerden Tutul’un Hit’in olduğu yerde, yani Babil’den sonra Fırat üzerindeki
ilk konaklama yeri olduğu anlaĢılmıĢtır. Hatta burada 1963 senesinde Sargon’un Zafer
steline ait bir parça da bulunmuĢtur. Ġkinci konaklama yeri olan Mari’de (Tel Hariri)
yapılan Fransız kazıları sonunda bu dönemdeki Akkad hâkimiyetinin arkeolojik delilleri
meydana çıkarılmıĢtır.
Yukarıda adı geçen Sedir ormanlarının Amanoslar, GümüĢ Dağları’nın ise
Toroslar olduğu konusunda bir fikir birliği vardır.76 Er Sülâleler devrine son vererek,
76
F. Kınal, a.g.e., s. 77.
Er Sülaleler Devri (MÖ. 2850-2350).Er Sülaleler I Devrinde (MÖ. Ca. 2850-2650), Ģehir tanrısının hizmetlerini
yapan, kurbanların ihmal edilmemesine dikkat eden “Ensiler” bir rahip-kral durumunda idiler. Fakat Er
Sülaleler II Devrinde (MÖ. 2650-2550), bu rahip-krallar, artık kendilerine ait saraylarda oturan dünyevi birer
kral olmuĢlardı. Bu suretle, Er Sülaleler II Devrinde (Messilim Çağı) din ve devlet iĢlerinin birbirinden ayrıldığı,
yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, dini iĢlerle baĢ rahiplerin dünya iĢleriyle de kralların meĢgul oldukları
anlaĢılıyor. Fakat az sonra, Er Sülaler III Devrinin (MÖ. 2550-2350) sonlarında yaĢayan (MÖ. Ca. 2375’lerde

MÖ. 2350-2150 tarihleri arasında Mezopotamya’da büyük bir imparatorluk meydana
getiren Samî asıllı Akkadlar zamanında Mezopotamya ile Anadolu arasında canlı bir
kervân ticaretinin varlığı, ġartamhari metinlerinden öğrenilmektedir. Bu imparatorluğun
kurucusu olan Sargon, Konya’nın doğusundaki Acem Höyük (PuruĢhanda) Ģehrinin
tüccarları tarafından Anadolu seferine teĢvik edilmiĢ ve Sargon, burayı zapt etmiĢtir.77
Hatta bu tabletin arka yüzüne de imparatorluğuna bağlı ülkeleri gösteren bir harita
çizdirmiĢtir. Bu haritanın üzerinde memleketlerin isimleri yazılı olmasına rağmen, bu
yerler tespit edilememiĢtir.78 Ancak, kendi haritalarımıza baktığımızda, eskiçağ
dünyasının tanımıĢ olduğu ilk büyük imparatorluğun sınırları güneyde Basra körfezi
kıyılarından doğuda Elam’a, batıda Akdeniz’den kuzeyde Orta Anadolu topraklarına
kadar uzanıyordu. Diğer bir ifadeyle Mısır dıĢında kalan bütün Ön Asya memleketleri
Akkad Ġmparatorluğu sınırları içerisinde yer alıyordu.79 Hatta Eski Babil devrinde kopya
edilen bir vesikada Sargon’un Kaptar (Tevrat’taki Kaftor = Girit) seferinden bahsedildiği
ve Erken Minos III (MÖ. 2350-2100) devrinden beri Girit’te Babil’in çıplak tanrıça
figürlerine rastlandığı için, Sargon’un bu adayı da zapt ettiği ileri sürülmüĢtür.
Sargon’un Agade’de kurmuĢ olduğu imparatorluğun baĢlangıç tarihi Ön Asya
tarihinin dönüm noktasıdır. Akkad Ġmparatorluğu’nun kuruluĢu ile Sümerler’in eski devri
son bulmuĢtur. Böylece Sümerler ile Samîler’in ortak eseri olan “Sümer Klasik Çağı”
baĢlamıĢtır.80
Sonunda Sargon 56 senelik iktidarı boyunca birçok baĢarılar elde etmiĢtir.
Dünyanın ilk büyük Sömürgeci imparatorluğunu kurmayı baĢarmıĢtır. Fakat birçok kral
gibi o da zamanında takdir edilmemiĢ ve öldükten sonra efsaneleĢtirilmiĢtir. Sargon’un
sonunu bir Babil kroniğinden öğreniyoruz. Buna göre Sargon son yıllarında tanrının
gazabına uğramıĢtır. Bu yüzden kıtlık isyan gibi türlü sıkıntılarla mücadele etmek zorunda
kalmıĢtı. En sonunda da bir suikaste kurban gittiği rivayet edilmektedir.81
LagaĢ kralı Urukagina’nın tabletlerinden, bu iki kuruluĢ (saray ve mabed) arasında bir rekabet ve geçimsizliğin
baĢladığını öğreniyoruz. Bu devrin sonunda ise, Mezopotamya Ģehirleri üzerindeki egemenlik Sami Akkadlar’a
geçtiğinde, krallar, baĢ rahiplik, baĢ yargıçlık ve baĢ komutanlık yetkilerini Ģahıslarında toplamak suretiyle
monarĢik bir otorite kurmuĢlar, hattâ kendilerini tanrılaĢtırmıĢlardır.
77
E. MemiĢ, Genel Tarih., s. 162.
78
F. Kınal, a.g.e., s. 77.
79
E. MemiĢ, Genel Tarih., s. 139.
80
ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 296.
81
F. Kınal, a.g.e., s. 77.
4. MANĠġTĠSU VE RĠMUġ DÖNEMLERĠ
Eskiçağ tarihinde büyük bir imparatorluk kuran Sargon'un RimuĢ ve ManiĢtusu adında
iki oğlu vardı. Sargon oğullarına büyük bir dünya devletini miras bırakmıĢtı. Bu
imparatorluğun içinde farklı farklı kavimler yaĢıyordu. Bu kavimler Sargon’un almakta
olduğu vergilerin ağırlığını taĢıyamıyorlar ve bu durumdan kurtulmak istiyorlardı. Gerçekten,
bu büyük devleti yönetmek oldukça zordu. Çünkü bu devlet dil ve din birliğinden yoksundu.
Sümer Kral Listesi’nden öğrendiğimize göre babasının yerine önce RimuĢ, sonra da
ManiĢtusu geçmiĢtir.82 RimuĢ, babasının iyice yaĢlandığı bir dönemde ortaya çıkan isyanları
bastırmak konusunda büyük hizmetlerde bulunmuĢtur. Ninova'da bulunan bir vesikada
RimuĢ’un isyan hareketine ön ayak olan Elamlı Anzan kralını mağlup ettiği ve ardından esir
ederek güneĢ tanrısına sunulmak üzere Sıppar'a gönderilmiĢ olduğu haber verilmektedir.83
Ancak, RimuĢ'tan sonra kendi oğlunun değil de, biraderinin tahta çıkması keyfiyeti,
Akkadlar gibi patriarkal (baba erkil) aile gelenekleri için alıĢılmıĢ bir durum değildir. Öte
yandan bu kardeĢlere ait vesikalar, RimuĢ’un daha çok, imparatorluğun güney ve batısındaki
memleketlerle, ManiĢtusu'nun ise kuzey ve doğu ülkeleriyle uğraĢtığını göstermektedir.
Örneğin, RimuĢ’a ait bir vesikada Ur, Uruk, LagaĢ, Umma ve Kazallu Ģehirlerinin isyan
ettiğini görmekteyiz. Elam ve WarahĢa memleketleri de belki aynı anda ayaklanmıĢlardı.
RimuĢ sefere kolaylık olması için Diyala nehri yakınlarında kendi adını verdiği "DUR
RĠMUġ" adındaki kaleyi yaptırmıĢtı. Böyle tehlikeli durumlarda ve böyle büyük bir devleti
tek baĢına idare etmenin vermiĢ olduğu zorluk karĢısında, RimuĢ yönetime kardeĢini de ortak
etmiĢtir. Belli bir süre (coregent olarak) birlikte idare etmeleri ve böylece memleketi
paylaĢmaları doğaldır.84
KĠġ kralı ünvanını taĢıyan RimuĢ, Tanrı Enlil adına Nippur mabedine birçok vazo
koydurmuĢtur. RimuĢ’un, Tanrı Nippur’un mihrabına kendisinin de kurĢundan bir heykelini
koydurmuĢ olduğu anlaĢılıyor. Günümüze kadar ulaĢan bu heykel üzerinde iki dille yani
Sümer ve Akkad dillerinde yazılmıĢ bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabe müĢterek SümerAkkad idaresinin bilinen en eski vesikasıdır. RimuĢ Agade sarayında gizlice düzenlenen bir
suikast sonucu öldürülmüĢtür. RimuĢ’un yerine kardeĢi ManiĢtusu tahta geçmiĢtir.85
Elamlar’ın merkezi olan Sus'da ManiĢtusu’nun haç Ģeklinde bir abidesi ve bronz bir
heykeli bulunmuĢtur.86 Sümer mabetlerinden birine, kendisi tarafından bizzat koydurulan
küçük heykeli, Elam bölgesinin bunun zamanında kesin olarak Akkad hâkimiyetine girmiĢ
82
F. Kınal, a.g.e., s.78
ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 301.
84
F. Kınal, a.g.e., s.78
85
ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 301.
86
F. Kınal, a.g.e., s.78
83
olduğunu göstermektedir. Sus kazısında ManiĢtusu'ya ait farklı heykeller de bulunmuĢtur.
Ancak, bunlar buraya bizzat Akkad kralı tarafından konulmamıĢtır. Bu heykeller, sonraları
yani Elam kralı ġutruk-Nahunte'nin Sinear'ı istilâ ettiği sıralarda Sümer-Akkad sitelerinden
özenilerek Sus'a götürülmüĢ olan Ģeylerdir. Sus kazısında bulunan ManiĢtusu heykeli bu
nedenle Elam'a götürülmüĢtür. Akkad kralını oturmuĢ olarak gösteren bu heykelin biri
diyoritten diğeri de mermerden yapılmıĢtır.87 Bugün, Ninova’daki ĠĢtar mabedinin ManiĢtusu
tarafından yaptırıldığını bildiğimiz gibi, Asur kazılarında bulunan bir mızrağın da
ManiĢtusu’ya, Eski Asur devletinin "Çadırda yaĢayan krallar'ından Ab'azu” tarafından
sunulduğu, üzerindeki kitabeden anlaĢılmıĢtır.
Yine, Sümer Kral Listesi’nden öğrendiğimize göre, RimuĢ 9 yıl, ManiĢtusu ise 15 yıl
iktidarda kalmıĢtır. Buna göre Sargon'un ölümünden sonra, tahta önce RimuĢ'un geçtiği,
ancak idari güçlükler nedeniyle sonradan imparatorluk topraklarının iki kardeĢ arasında
paylaĢıldığı bilinmektedir. Fakat RimuĢ’un 9. iktidar yılında bir suikast neticesinde ölmesi
sonucu yerine ManiĢtusu geçmiĢ ve memleketin yegane hakimi olmuĢtu. Fakat çok geçmeden
o da bir suikaste kurban gidince, bu defa Akkad tahtına, ManiĢtusu’nun oğlu Naram-sin
geçmiĢti.
5. NARAM-SĠN DÖNEMĠ
Sargon'un haleflerinden biri olan Naram-Sin, tam anlamıyla dedesine layık bir torun
olmuĢ ve onun yolunu takip etmiĢtir. Agade’deki taht değiĢikliği üzerine, aralarında Mari
Ensisi Migir-Dagan’ın da
bulunduğu
güneydeki bütün Sümer Ģehirleri (Ur,Uruk,
Nippur,Umma) KiĢ Ģehrinde ona karĢı bir koalisyon kurmuĢlardı. Bu vesikayı, Naram-Sin
zamanında LagaĢ Ensisi olan Lugal UĢumgalin raporu da doğrulamaktadır. Bu sırada Anadolu
Ģehirleri de ayaklanmıĢlardı.88 Akkad devletinin kurucusu Sargon'un torunu Naram-Sin'e ait
ġartamhari metinlerinde, adı geçen kralın Sedir ormanlarını (Amanoslar) ve GümüĢ
Dağları’nı (Toroslar) aĢarak Anadolu'ya girdiği ve Hatti Kralı Pampa'nın önderliğindeki 17
Ģehir devletinden oluĢan Anadolu koalisyonuna karĢı savaĢtığı anlatılır.89
Hatti Kralı Pampa’nın baĢkanlığında 17 kraldan oluĢan koalisyona PuruĢhanda, KaniĢ
(Kültepe) ve Kursaura (Konya Aksaray’ı) gibi Ģehir devletleri girmiĢlerdi. 90
ġamtamhari metinlerinin HattuĢaĢ arĢivinde ele geçirilen kopyasının ilk 7 satırı kırık
olup, metin, 8. satırdan itibaren Ģöyle devam etmektedir:
8.
87
Bana karĢı bütün memleketler isyan ettiler.
ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 301.
F. Kınal, a.g.e., s.79
89
Ekrem MemiĢ, Eskiçağ Türkiye Tarihi, Çizgi Kitabevi, 5. Baskı, Eylül-2003, Konya, s.16
90
F. Kınal, a.g.e., s.79
88
9.
GUġUA kralı Anmanailu, Pakki kralı Bumanailu
10. Ulluwi (Ullama) kralı Lupanailu, sonra ... kralı .... inmipailu
11. Hatti kralı Pampa, KaniĢ kralı Zipani, ..... kralı Nur-Dagan
12. Amurru kralı HuwaruvaĢ, ParaĢi kralı TiĢenki
13. Armanu kralı Mudakina, Sedir dağları kralı ĠĢgippu
14. Larak kralı Ur-larak, Nikku kralı Ur-banda
15. Türki kralı ĠlĢu-Nail, KuĢaura kralı TiĢkinki
16. Toplam 17 kral, ki onlar savaĢa girdiler ve ben onları vurdum.
17. Hurriler'e karĢı bütün orduyu seferber ettim ve sonra (tanrılara) Ģarap takdim ettim.
18. O zaman savaĢçılarıma, binlerce düĢman askeri hiç mukavemet etmedi.
Metnin tahrip olup da okunmayan arka yüzünde, geceleyin düĢman karargâhına bir
baskın yapıldığı ve bu baskın sonucu onların yenilgiye uğratıldığı anlatılmaktadır. Ayrıca ele
geçirilen ganimetlerden de eksik cümleler halinde bahsedilmektedir.91 Bu ganimetler arasında
bakırdan ve gümüĢten yapılmıĢ olanlar çoğunluğu oluĢturmaktadır.92
Sonuç olarak Ģunu söyleyebiliriz ki, ġartamhari metinleri, Anadolu kökenli değil,
ancak, Anadolu hakkında bilgi veren en eski yazılı vesikadır. Bu metinden öğrendiğimiz
kadarıyla, MÖ. 3. Binyıl’ın sonlarında Anadolu'da büyük bir devlet yoktu. Ancak, her Ģehirde
küçük bir krallık hüküm sürmekte idi. Aralarında hâkimiyet mücadelesi yaptıklarına Ģüphe
olmayan bu Ģehir devletleri, dıĢtan gelen tehlikeler karĢısında, içlerindeki en güçlü Ģehir
kralının liderliği altında bir araya gelerek, tek bir güç halinde mücadele etmesini de biliyorlardı. Gerçekten, bu vesikada da belirtildiği üzere, Akkad Ġmparatoru Naram-Sin 17
Anadolu kralının oluĢturduğu koalisyona karĢı savaĢmıĢ ve onları mağlup etmeyi baĢarmıĢtı.93
Netice olarak denilebilir ki, Naram-Sin'in Anadolu üzerine yapmıĢ olduğu bu sefer, bir
çeĢit keĢif seferidir. Akkadlar, bu ilk seferde, Anadolu'nun yeraltı ve yerüstü zenginliklerini
tanımaya çalıĢmıĢlardır. Nitekim, Ur'da bulunmuĢ olan Akkadça bir metinde: ".... (Tanrı)
Nergal, kudretli Naram-Sin için yolu açtı ve ona Arman'ı, Ġbla'yı verdi ve ona
Amanus'u, Sedir Dagı'nı ve Yukarı Denizi bağıĢladı " Ģeklinde bir ifade geçmektedir. Aynı
metnin diğer bir yerinde ise: “O, Anamus'u Sedir Dağını itaati altına aldı” diye
geçmektedir ki, bu ifadelerden, Akkad Ġmparatoru Naram-Sin’in Anadolu’nun zenginliklerini
çok çabuk tanıdığını ve hiç vakit kaybetmeden Amanus bölgesini kontrolü altına aldığı
sonucunu, çıkarmak mümkündür. Belki de, ġartamhari metninde adı geçen Sedir Dağı kralı
91
E. MemiĢ, a.g.e., s. 17
E. MemiĢ, Tarih boyunca Ortadoğu-Anadolu ĠliĢkileri, s.16
93
Ekrem MemiĢ, Eskiçağ Türkiye Tarihi, Çizgi Kitabevi, 5. Baskı, Eylül-2003, Konya, s.17
92
ĠĢgippu, Naram-Sin'in, bu kadar kısa sürede, bir daha ülkesi üzerine geleceğini tahmin
etmemiĢ her halde ki, müttefiklerini yardıma çağırmamıĢtı. Bunun sonucunda, inĢaatlar için
son derece kaliteli sedir, servi ve ĢimĢir ağaçlarının yetiĢtiği Amanus bölgesi, Akkad
Ġmparatorluğu'nun hâkimiyeti altına girmiĢti. Gerçekten, inĢaatlar için gerekli temel
maddelerin baĢında yer alan kerestenin, Mezopotamya'da mevcut olmadığı gerçeği dikkate
alınırsa, Amanus ve Sedir Dağları'nın, Mezopotamya ekonomisi için ne kadar önemli olduğu,
oldukça iyi anlaĢılır.
Anadolu, Amanus bölgesini Akkadlar'ın lehine kaybetmekle, güneydoğu sınırındaki
güvenliğini de tehlikeye sokmuĢ oluyordu. Hakikaten, Amanus geçitleri, Akkadlar'ın eline
geçtiği için, Mezopotamya kavimleri, diledikleri zaman Anadolu içlerine kolaylıkla
girebilirlerdi.94
Boğazköy'de bulunan bir "ġartamhari" metninde anlatılan bu olaylar, Ur'da bulunan
ve Naram-Sin'in Subartuya ve yüksek memlekete (Anadolu'ya) yaptığı seferleri anlatan baĢka
bir Ur vesikası ile de tasdik edilmiĢtir.
Bu yazılı vesikaların yanında, Naram-Sin'in Anadolu seferlerinin arkeolojik delilleri
de bulunmuĢtur. Tel Bırak kazılarında duvarları 11 metre kalınlığındaki kalenin temellerinde,
üzerlerinde Naram-Sin yazılı tuğlalar ve Troya II tabakasının tipik maskeli kaplarından
bulunmuĢtur. Bundan baĢka Diyarbakır civarındaki Pir Hüseyin Köyü’nde Naram-Sin'e ait bir
stelin parçası daha bulunmuĢtur.95 Akkad kralı burada uzun sivri sakalı ile görülmektedir.
Ganimet olarak zamanında Sippar'dan Sus'a götürülmüĢ Naram-Sin'e ait kıymetli bir stel daha
bulunmuĢtur. Naram-Sin'in bu steli, Zagros dağları bölgesindeki Lulubi'ler üzerine yaptığı
askeri hareketleri gösteren resimler konulmuĢtur. Kısa bir peĢtemala bürünmüĢ, baĢında iki
boynuzlu ve sivri uçlu bir miğfer bulunan Naram-Sin, Lulubi'leri takiben dağa
tırmanmaktadır. Silah olarak elinde oklarla bir yay bulunmaktadır. Balta veya mızrakla
olmakla beraber, kısa gömlekli askerleri ise dağınık bir vaziyette yürümektedirler.96
Dedesinin izinden giden Naram-Sin, Sargon’un büyük fetihler plânını baĢarıyla
gerçekleĢtirmiĢtir.
Tabletler üzerinde görülen kayıtlar ile Omina (fal) metinlerinden Naram-Sin'in
Mezopotamya’nın bütün sınırlarında mücadeleye giriĢtiği anlaĢılmaktadır. Zamanında,
Asurbanipal tarafından diktirilmiĢ bir kitabede Naram-Sin'in bizzat verdiği bilgiye göre,
94
E. MemiĢ, Tarih boyunca Ortadoğu-Anadolu ĠliĢkileri, s.16
F.Kınal, a.g.e., s.79
96
ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 304.
95
iktidara geldikten sonra Elamlılar’ın isyanıyla karĢılaĢmıĢ, isyanları bastırmıĢ ve bunları itaat
altına almıĢtır.97
Naram-Sin'in Elam seferi ise bir "nâru" metninde heyecanlı bir macera romanı gibi
anlatılmaktadır: Vücutları Hurri kuĢları gibi (tüylü) ve yüzleri kargaya benzeyen Umman
Mandalar (Barbarlar) önce PuruĢhanda’yı, sonra Subartu, Gutium, Elam ve nihayet
Meluhha’yı (Ġndus vadisini) 90.000 kiĢilik ordularıyla ele geçirmiĢlerdi. Naram-Sin bunlara
karĢı saldırıya geçmeleri için askerlerine emir veriyor ve “eğer kan akarsa, onlar da bizim
gibi Ölümlü insanlardır, eğer kan akmazsa, onlar ebedi cinler, Enlil’in yaratıklarıdır”
diyor. Sonra bu mahluklardan 12 esir alınıyor ve bunların kanları aktığı için, Manda
cenkçilerinin de kendileri gibi adem oğlu oldukları anlaĢılıyor. Ne var ki, meydana gelen
savaĢta Akkad orduları yeniliyor. Bunun üzerine Naram-Sin bir orakel (fal) açtırıyor, ancak
neticenin olumsuz olmasına rağmen, tekrar taaruza geçiliyor. Akkad ordusu tekrar mağlup
oluyor. Ancak, bu sırada iyilik seven Tanrı Ea (Enki) iĢe müdahele ediyor, zaferi Naram-Sin'e
nasip etmek suretiyle hikâyeyi tatlı sonuçlandırıyor.
Bu efsanede Manda cenkçileri (Barbarlar) denilen kavimlerin Gutiler olduğu ve
Naram-Sin'in bu istilacı kabilelere karĢı savaĢtığı anlaĢılmaktadır. Biz burada Naram-Sin'in
doğu seferlerine iĢaret etmek istiyoruz.
Naram-Sin'in Zagros dağlarında ve Elam memleketlerinde yaptığı savaĢların
arkeolojik delilleri Paikuli'den Horen üzerinden Ġran'a giden yol üzerindeki Tardunni kaya
kabartması ile Saripuldeki kitabeli kabartmadır.98
Subaru'ya yani Orta Mezopotamya’ya, Zagros dağları boğazlarından inen Guti'ler ile
Ġran dağlarının batı bölgelerini iĢgal eden Lülübiler’e ve Med'lerin ataları olan kuzeydoğu
Manda'larına karĢı savunma mecburiyetinde kalmıĢ, bütün bunları güçlü bir Ģekilde
baĢarmıĢtır.99
Naram-Sin'in Zagros dağlarında yaĢayan Lulübiler’in kralı Annubani’ye karĢı
kazandığı zaferi ise, sanat tarihinde yer alan meĢhur zafer steli ile ebedileĢmiĢtir.100
Naram-Sin'in batı bölgelerinden Amurru ve Kenan memleketlerini de istilâ ettiği
anlaĢılmaktadır. Fakat, Naram- Sin'in Mısır’ı da zaptetmiĢ olduğu yolundaki iddiaları gerçeğe
pek uygun değildir. Akkadlar’ın nüfuzlarını Suriye’ye hatta Filistin’e kadar geniĢlettikleri bu
devirlerde, sonraları Fenike adını alacak olan sahil limanlarında ve bilhassa Sidon, (Sayda)
97
ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 303.
F.Kınal, a.g.e., s.79
99
ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 303.
100
F.Kınal, a.g.e., s.79,80.
98
Tir (Sur) ve Biblos (Byblos) limanlarında oldukça önemli ticaret faaliyetlerinde bulundukları
bilinen bir gerçektir. Kıbrıs’ta üzerinde Naram-Sin'in bir memuruna ait kitabeyi de içine alan
bir vazo ve Amurrular’la Kenanlılar tarafından ortaklaĢa oluĢturulan bir tanrıçanın çıplak
küçük bir heykelinin bulunması, Akkadlar döneminde Akdeniz bölgeleri ile Suriye arasında
ticari iliĢkilerin ilerlemiĢ olduğunu göstermektedir. Naram-Sin’e ait bir kitabenin Asur'ca
kopyasında Akkad kralının Tibar dağında Aram kralı HarĢamatki'yi yenilgiye uğrattığı
bildirilmektedir. Aram adının ilk defa görülmesi nedeniyle bu bilgi önemlidir.101
Böylece Naram-Sin zamanında Akkad Ġmparatorluğu’nun sınırları doğuda Elamdan,
batıda Akdeniz'e ve kuzeyde Anadolu'ya, güneyde Basra Körfezi’ne kadar uzanıyordu. Bu
durum Sargon zamanındaki sınırların aynen muhafaza edildiğini gösterir. Bunun üzerine
Naram-Sin ilk defa dört iklim kralı (ġar kibratim arbaim) unvanını almıĢtır.102 Ayrıca,
Mezopotamya’da bir krala “tanrı” niteliğinin verilmesi ilk kez bu devirde ortaya çıkmıĢtır.
Naram-Sin’den sonra baĢa geçen krallar döneminde Akkad devletinin zayıfladığı
görülmüĢtür. Bunun nedenlerini, devletin içindeki Sümer Ģehir devletlerinin rahip krallarının
(Ensi) isyan etmeleri, Ġran’ın Zagros Dağları’nda yaĢayan kavimlerin saldırıları ve
Elamlılar’ın Mezopotamya’ya akın etmeleri olarak gösterebiliriz.103
Naram-Sin'in sonunu tam olarak bilmiyoruz. Kral listesine göre, yerine oğlu ġarkaliġarri geçmiĢtir. Naram-Sin zamanına ait vesikalardan öğrenildiğine göre, Akkad
imparatorluğu onun zamanından itibaren sarsılmaya baĢlamıĢtır. Elam memleketlerinin isyanı
barıĢ anlaĢmaları ile önlenmeğe çalıĢılmıĢ, Anadolu Ģehirlerinin ayaklanmaları bunları takip
etmiĢ, diğer taraftan dağ kavimleri de Mezopotamya'nın zenginliklerinden faydalanmak için
harekete geçmiĢlerdi.
6. ġARKALĠ-ġARRĠ (BĠNKALĠ-ġARRĠ)
Binkali-ġarri çok karıĢık ve huzursuz bir dönemde yönetimi devraldı.104 Ona ait
kitabelerde dedesinin muhteĢem ünvanı görülmez. Bu durum, Naram-Sin’den sonra,
imparatorluğun uzak bölgelerinin geleceklerini güvence altına aldıkları fikrini vermektedir.105
Nitekim taĢıdığı mütevazi "Akkad kralı" ünvanı uzak ülkelerin elden çıkmıĢ olduğunu
gösterir. Binkali-ġarri’den günümüze ulaĢan bir vesikada: Elamlar’ın akınlarını geri
püskürttüğünü, Amurru ülkelerine kadar sokulan Guti kavimlerinin baĢkanı ġarlak'ı esir
101
ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 304.
F.Kınal, a.g.e., s.80.
103
R. Yıldırım, Önasya Tarih ve Uygarlıkları, Ġzmir-1996, s. 31.
104
F.Kınal, a.g.e., s.80.
105
ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 306.
102
aldığını ve Uruk'ta çıkan bir ayaklanmayı bastırdığı anlatılmaktadır. Sargon'un son
zamanlarında gördüğümüz Akkad ordularının en az üç cephede savaĢmak zorunda kaldıkları
anlaĢılıyor.
ġarkali-ġarri'nin 25 yıl devam eden idaresinden sonra Akkad Devleti’nin içinde
bulunduğu kötü durumu, hiç bir Ģey Sümer Kral Listesi kadar açık bir Ģekilde ifade etmez.
Listede bu kraldan sonra kim kraldı, kim değildi? Sorusunun cevabı yazılıdır. Sonra da Ġgigi,
Nanum, Ġmi, Elulu isimlerinin karĢısına sadece 3 rakamı yazılmıĢtır. Böylece Sümerli Kâtip
bize Binkali-ġarri'nin ölümünü izleyen günlerde dört Ģahsın kendilerini kral ilân ettiklerini ve
bunlar arasındaki mücadelenin üç sene sürdüğünü anlatmak istemiĢtir. Bu Ģahıslardan hangisi
tahtın meĢru varisi idi, bilmiyoruz. Fakat kral listesinde, Babilonya’ya bir asır kadar hâkim
oldukları için Guti krallarının isimleri de vardı. Bu isimlerden, dördüncü kral ġargali-ġarri
vesikalarında adı geçen ġarlak, altıncı kral ise ElulmeĢ’tir. Bu son isim, karıĢık bir dönemde
krallık iddia eden dört kiĢiden sonuncusu, yani Elulu olarak kabul edilmektedir.
Fakat Guti baĢkanının baĢarısı geçici olmalıdır, çünkü kral listesinde Elulu'dan sonra
Dudu (21 sene) ve ġudurul (15 sene) isimleri görülür. Bu krallardan Dudu'ya ait NĠppur ve
Adab (Bismaye) da vesikalar bulunmuĢtur. Bu suretle Dudu'nun Guti tehlikesini bir müddet
için önlediği tahmin edilebilir. Bununla beraber Akkad Devleti’nin artık sadece Akkad
denilen Orta Babilonya topraklarına hâkim olduğu anlaĢılıyor.
Özetle söylemek gerekirse, Akkad Devleti’nin çöküĢünü artık hiç bir Ģey
durduramazdı. Zira yukarıda da belirttiğimiz üzere, tehlike çanları yalnız Akkadlar için değil,
memleket içinde yaĢayan Sümerler için de çalmakta idi.106
7. AKKAD MEDENĠYETĠ
Akkadlar’ın mensup olduğu ilk Samî kavimleri (Doğu Samileri), Arap yarımadasından
çıkarak Orta Mezopotamya bölgesine gelmiĢlerdir. Yüzyıllarca Sümer bölgesini Sümerler’le
paylaĢmıĢ olan Akkadlar, Sümer kültürünü de benimsemiĢlerdir. Fakat MÖ. 2350 yıllarında
kendi kültürleriyle ortaya çıkmıĢlar ve Mezopotamya’ya hâkim olmuĢlardır. Böylece
Mezopotamya’da Sümer idaresi son bulmuĢ ve Akkadlar’ın kurmuĢ oldukları devletin
idaresinde Sümerler, sakin bir halk olarak yaĢamıĢlardır.
Akkad kültürü, kendilerine özgü kültürleriyle, Sümer kültürünün kaynaĢmasından
oluĢmuĢtur. Akkad (ya da Agade) Ģehrinde kurulan devlet, Önasya dünyasının dönüm
106
F.Kınal, a.g.e., s.80,81.
noktasıdır. Artık bir site devleti olmaktan ziyade, siteden imparatorluğa doğru geliĢmiĢ bir
devlet görünümündedir.107
Fakat burada yabancı hâkimiyet altındaki Sümer memleketinin tarihine girmeden
önce, Akkad Devleti’nin tarihteki önemi üzerinde durmalıyız: Samîler Akkad Devleti’nin
kuruluĢu sayesinde memleketin eski bir çok geleneğini değiĢtirmiĢlerdi. Bir defa devletin
resmi dili Akkadça olmuĢtu. Sümerce, tıpkı Ortaçağlar Avrupası’ndaki Latince ve Osmanlı
Ġmparatorluğu zamanındaki Arapça gibi, yalnız din dili olarak güneydeki Sümer Ģehirlerinde
rahipler tarafından kullanılıyordu.
Bu devirde devlet teĢkilatı ve sosyal bünye de değiĢmiĢti.108 Ok ve yayın özellikle
Samî Akkadlar tarafından kullanıldığına dayanarak, Samîler’in Er Sülaleler Devri’nde
Mezopotamya’ya geldikleri kabul edilmektedir. Hatta Ur’da mezarı bulunan Kraliçe Puabi
(eskiden ġub-ad okunurdu) adının da Samî olduğu anlaĢıldığı gibi, Er Sülaleler Devri’ne ait
kral listelerindeki isimler arasında da Samî adlar görülür. Bundan dolayıdır ki, Er Sülaleler
Devri’nin kültürü Sümerlerle Samîler’in ortak malıdır. Bu yüzden bu devre Sargon’dan
önceki (presargonik) devirler dahi denilmektedir.109 Er Sülaleler Devri’nin mütevazi
EN'likleri (veya Ensilikleri) kralın tebası olan valiler haline gelmiĢlerdi. Teokratik sosyalist
Sümer Ģehir devletlerinin mabed ekonomilerine dayanan "Nimette de, zahmette de iĢtirak"
prensibi tamamen ortadan kalkmıĢ, onun yerini Ģahsi mülkiyet almıĢtı. Bu yeni devirde
devletin baĢındaki ġarru (kral), Er Sülaleler Devri’nin Lugalleri, Ensileri veya EN'leri gibi,
tanrıların temsilcisi değildiler, bizatihi kendileri Tanrı idiler. Gerçi Sargon'u batı seferinde
Tanrı Dagan'a kurban sunarken görüyoruz. Fakat Naram-Sin bütün yazılarında isminin
baĢında Tanrı determinatifi ile göründüğü gibi, zafer steli üzerindeki tasvirinde de
Mezopotamya sanatında tanrılık alameti farikası olan boynuzlu taçla görünür.
Böylece bir tanrı-kral mefhumunun, Akkad ordusu gibi istila ordularının morali için
önemli bir faktör olduğuna Ģüphe yoktur. Tarihte ilk defa “daimi orduyu” kurmuĢ olan
Sargon, bu orduları sayesinde hemen bütün Önasya'yı istilâ etmiĢti. Fakat Akkad Devleti’ni
süratle imparatorluğa yükselten âmil, hiç Ģüphesiz Sargon'un müstesna Ģahsiyeti, dehası ve
kabiliyeti idi.
Gerçekten Sargon'un seferleri tetkik edilirse, onun büyük bir komutan olduğu kadar,
kuvvetli ekonomik görüĢlere sahip bir devlet adamı olduğu görülür. Daha Uruk Kralı Lugal
Zagesi'yi bertaraf ettiği zaman, Basra Körfezi’nin ticari önemini anlamıĢ ve Fırat kervan
107
R. Yıldırım, Uygarlık Tarihine GiriĢ, s.53.
F.Kınal, a.g.e., s.81.
109
F.Kınal, a.g.e., s.49.
108
yoluna hâkim olursa, devletin ekonomisinin sağlam temeller üzerine oturacağını kavramıĢ
olmalıdır. Zira onun her seferinin sonunda zapt edilen ülkelerden Akkad'a getirilen mallar,
servetler anlatılır. Hatta "Akkad'ın lanetlenmesi" metninde bile: Gemilerin Meluhha gibi
uzak ülkelerden getirdikleri mallar, Elamlılar ve Subarular tarafından çuval yüklü eĢeklerle
Akkad'a getirilen mallardan bahsedilir. BaĢka bir vesikada da “Tilmun (Bahreyn adası)
Magan ve Meluhha gemilerini Agade Önündeki rıhtıma bağladı" denilmektedir.
Ġmparatorluk içindeki canlı ticareti bu kısa kayıtlar göstermeye yeterlidir. Böylece anlaĢılıyor
ki, Sargon zapt ettiği ülkelere ağır vergiler koyuyor ve bunların aynî olarak verilmesini Ģart
koĢuyordu.
Günümüz anlayıĢına göre, Samî Akkadlar’ın kurduğu bu imparatorluk, kelimenin tam
anlamıyla emperyalist bir idare tarzı idi. Elam, Anadolu, Suriye ve Yukarı Dicle bölgelerinin
tabii zenginliklerini kendi devleti için sömüren dünya tarihinin bu ilk emperyalist devletinde
baĢ kapitalist ise bizzat kral idi. Malik olduğu geniĢ toprakları saray adına iĢlettiği gibi,
hizmetlerinden memnun olduğu beylerine, komutanlarına da toprak bağıĢlayarak, bu
toprakların iĢletilmesinden de pay alıyordu. Meselâ ManiĢtusu obeliskinde krala ait 330
hektarlık büyük bir arazinin 98 kiĢiye satıldığı bildiriliyor. Bu durum, bize Akkad krallarının
Ģahsi servetleri hakkında bir fikir verdiği gibi, memlekette özel mülkiyetin icabı olarak bir
takım yeni zenginlerin türediğini, dolayısıyla da yeni halk sınıflarının ortaya çıktığını tasavvur
etmemize yarar. Halbuki Er Sülaleler Devri’nde Sümer cemiyetinde hürler ve köleler olarak
sadece iki sınıf vardı. ġimdi askerler, rahipler ve Azatlılar diye yeni sınıflar doğmuĢtur.
Akkad imparatorluğunun Mezopotamya tarihinde yaptığı bu reformun o zamanki
dünyanın diğer ülkelerine de tesir ettiği Ģüphesizdi. Bilhassa Mezopotamya'da kurulan bütün
devletlerin en sık temas ettikleri Elam memleketi üzerindeki etkisi olumlu sonuçlar vermiĢtir.
Gerçi Akkad istilası kadar Elam'da kendine mahsus piktografik mahiyette bir resim yazısı
keĢfedilmiĢti. Fakat Akkad iĢgalinden sonra bu memlekette çivi yazısı kullanılmaya
baĢlamıĢtır. Naram-Sin'in Awan sülalesinden Hita ile yaptığı antlaĢma Elamca yazıldığı halde,
bu sülalenin son kralı Kutik-inĢuĢinak kitabelerini çivi yazısı ve Akkad dili ile yazdırıyordu.
Aynı Ģey Hurriler için de söylenebilir.
Fakat Akkad kralları iĢgal ettikleri bölgeler içinde en çok Asur bölgesinde oturan Samî
halkın
fikren
uyanmalarına
yardım
etmiĢlerdi.
Bu
bölge
halkı,
Asur'u
Güney
Mezopotamya'dan ayıran çöl yüzünden, güneyde daha Cemdet-Nasr devrinde baĢlayan
yüksek Sümer medeniyetinin nimetlerinden mahrum kalmıĢlardı. Bu itibarla bu bölgeye yazı,
Akkad devrinde girmiĢtir. ManiĢtusu zamanında bu geri kalmıĢ ülkeleri yöneten Ģeyhlerin bile
hala "Çadırda oturan" bedeviler olduğunu Korsabad Kral Listesi sayesinde öğreniyoruz.
Akkadlar Asur bölgesini tamamen SamîleĢtirmeye çalıĢmıĢlardır, öyle ki Akkadlar çağında
Gasur adını taĢıyan Nuzi (Yorgantepe) vesikalarında geçen Ģahıs adlarının çoğu Samî
isimleridir. Üç asır sonra bu topraklarda hüküm süren I.ġamĢi-Adad, ideal kral olarak Akkad
krallarını görüyor ve onların gelecek plânlarını taklit ediyordu.110
Akkad Ġmparatorluğu’nun Anadolu üzerindeki etkisine baktığımız zaman olumlu
olduğunu görürüz. Çünkü o dönemlerde Anadolu’da yaĢayan Ģehir devletleri, Mezopotamya
medeniyeti ile ilk defa karĢılaĢıyorlardı. Sargon’a ait “ġartamhari Metinleri” nde adı geçen
tüccarlar, Asur ticaret kolonileri için bir terminus anti quem sayılabilir. Çünkü baĢka bir
vesikada da KaniĢ Kralı Zipani’den bahsedilmektedir. Akkad istilası sırasında, Anadolu’da
çivi yazısının yayılmamasının nedeni, bu memleketin kendine özgü bir resim yazısı
olmasındandır.
Mezopotamya’da esir ticareti de yapılmaktadır. Akkadlar zamanında köleler 10-15
Ģekele, III. Ur Devri’nde erkek köleler 55 Ģekele, kadın köleler 10 Ģekele, Hammurabi
zamanında köleler 20-25 Ģekele satıldığı gibi, 6-10 Ģekel’den 90 Ģekele kadar satılan erkek
köleler veya 3-5 Ģekelden 58,65 hatta 84 Ģekele satılan kadın köleler vesikalarda görülür.
Hatta bir vesikada marifetli bir kölenin 120 Ģekele satıldığı yazılıdır.111
Ancak, Akkad imparatorluğu bütün büyüklüğüne, zenginliğine ve ihtiĢamına rağmen,
neden büyük bir hızla çökmüĢtür?
Bu soruların cevaplarını Ģu Ģekilde sıralayabiliriz:
1- Ġmparatorluk içinde değiĢik unsurların bir arada yaĢaması
2- Dil ve din birliğinden mahrum olunması
3- Bağlı kavimlerin sık sık ayaklanması
4- Naram-Sin zamanında hareketlenen dağ kavimleri ve bunların merkezi otoriteden
yoksun olmaları
Elam, Anadolu, Suriye ve Yukarı Dicle bölgelerinin doğal zenginliklerini kendi
devleti için sömüren Eskiçağ ve dünya tarihinin bu ilk sömürgeci imparatorluğu yukarıda
belirttiğimiz nedenlerden dolayı, MÖ. 2150’lerde Guti akınlarıyla yıkılmıĢtır.112
Akkad imparatorluğunun bu çöküĢü, daha sonraki dönemlerde yaĢayan bilginlerin de
dikkatini çekmiĢtir. Çünkü, “Akkad’ın lanetlenmesi” adı verilen bir tablet yazılmıĢtır. Adı
geçen metinde Nippurlu tarihçi, zamanın görüĢüne göre, Akkad Devleti’nin çökmesini
110
F.Kınal, a.g.e., s.82,83.
BaĢlangıç noktası
111
F.Kınal, a.g.e., s.154
112
Ekrem MemiĢ, Genel Tarih, Tablet Yayınları, 3. Baskı, Konya-2002, s.139

Naram-Sin’in Nippur’daki Enlil mabedini yağmalamasına bağlar. Ona göre, tanrılar kralı
Enlil, intikam almak için Guti kavimlerini dağlardan indirmiĢti.113
IV. BÖLÜM
AMURRU (MARTU) GÖÇLERĠ
1. YENĠ SÜMER DEVLETĠ ( MÖ. 2060–1960)
III. Ur Sülalesi’nin kurulmasıyla Mezopotamya’da yeni bir dönem baĢlamıĢtır. Bu
yeni dönemde Ur-Nammu ve halefleri, yabancı istilasının halk üzerinde oluĢturduğu tepkiden
yararlanmasını bilmiĢlerdir. Bu durum onların milli hislerini Sümer memleketinin siyasi
birliğini sağlama yolunda kanalize etmelerine neden olmuĢtur. Sümerli olmayı canlandırmak
için ne gerekiyorsa, hepsini yapmaya çaba sarf etmiĢlerdir. Bu yüzden, III. Ur Sülalesi’nin
kurduğu bu devlete “Yeni Sümer Devleti” denildiği gibi, sülalenin yaĢadığı bir asırlık
döneme de, Mezopotamya tarihinin “Rönesans Devri” denilmiĢtir.
Kendisini toparlayıp, yeni bir yapılanma süreci baĢlatmak isteyen bir devletin, her
Ģeyden önce, yapması gereken ilk iĢ, eğitim-öğretim sorununu çözmek olmalıydı. III. Ur
Sülalesi kralları bu konuda ilerleme göstermiĢlerdir.114 Yazıyı keĢfederek dünya medeniyet
tarihinde önemli bir rol oynayan Sümerler de eğitim ve öğretime çok önem vermiĢlerdir.
Fakat, Sümerler’de okuma-yazma ilk zamanlarda yalnızca rahiplere özgü bir sanat Ģeklinde
idi. Ancak zamanla, özellikle III. Ur Sülalesi zamanında (MÖ. 2060-1960), kâtip olarak
yetiĢtirilmesi düĢünülen çocuklara mabetlerde rahipler tarafından okuma-yazma öğretildiğini
görüyoruz. Nitekim kazılarda, üzerlerinde hece iĢaretleri yazılı okul tabletleri bulunmuĢtur.
Örneğin Nippur kazılarında, I. Babil Sülalesi dönemine (MÖ. 1850-1550) ait 2500 adet okul
tableti bulunmuĢtur.
Öte taraftan, Sümer okullarındaki eğitim Ģeklini gösteren vesikalar da vardır. Bunlara
“E dubba” yani “Tablet evi” serisi denilmektedir.115 Asurbanipal kitaplığındaki Sümerce
metinlerin bu dönemde yazıldıkları veya kopya edildikleri bilinmektedir. Bundan baĢka bu
dönemin ekonomik hayatı hakkında bize bilgi veren ġalliĢdagan
113
F.Kınal, a.g.e., s.83.
114
F. Kınal, a.g.e., s.93.
E.MemiĢ, Genel Tarih, s.167
115
arĢivi vardır. Nippur
civarında hayvan alım-satımı yapılan bu kasabadaki bütün satıĢlar tabletlere kaydedilmiĢtir.
Ayrıca Ģehirde yapılan evlenme, boĢanma, evlatlık alma, köle alım veya satımı gibi sosyal
hayatla ilgili bütün iĢler senetlerle yapıldığından, bu döneme ait binlerce iktisadi vesikalar
kazılarda çıkarılmıĢtır.
Ayrıca, bu dönemin bürokratik idare sistemi gereği, III. Ur Sülalesi krallarından
valilere, komutanlara gönderilmiĢ mektuplar ve talimatnameler de vardır. Kralların inĢaat
faaliyetlerini gösteren inĢaat kitabeleri ise, iktidar yıllarını “sene isimleri” ile göstermeleri
bakımından tarih için çok önemli vesikalardır.
Bu vesikalardan yola çıkarak, Yeni Sümer Devleti’nin medeniyet âlemine yapmıĢ
olduğu hizmetleri çok açık bir Ģekilde görebiliriz. Bu sülalenin kurucusu Ur-Nammu, daha
önce, Uruk Kralı Utuhengal’in emrinde çalıĢan Ur valisi idi. Ur-Nammu, LagaĢ Ensisi
Namnahani’yi yenmek üzere ordusunu takviye edince, Beyi Uruk Kralı Utuhengal’e karĢı
isyan etmiĢtir. Bu mücadele sonunda Ur’un bağımsızlığını kazanmıĢtır. Ur-Nammu’nun
icraatları, onun küçük bir Sümer sitesinden büyük bir devlet kurduğunu gösterir. Nitekim
Akkad sülalesi gibi o da, büyük bir devlet kurmak istemiĢ ve Utuhengal’i yenerek, sahip
olduğu bütün Sümer Ģehirlerini kendi hakimiyeti altına almıĢtı.
Onun döneminden kalan “Kadastro tableti” adı verilen bir metin vardır. Ur-Nammu
bu vesikada belli Ģehirlerdeki mabedlere ait taĢınmaz malların sayımını yapmakta, bir nevi
mabed emlâkını yeniden kayda almaktadır. Burada sınırlar nehir, kanal veya mabed gibi
belirli ya da doğal çizgilere göre belirlenmiĢtir. Ur-Nammu dönemindeki Yeni Sümer
Devleti’nin siyasi sınırları veya en azından yayılıĢı bu vesikada gösterilmektedir. Ancak, yer
adlarının tayin edilememesi yüzünden, devletin sınırlarını tam olarak çizemiyoruz. Fakat
arkeolojik kazılar neticesinde kuzeyde Tel Bırak’tan, Asur bölgesi dahil olmak üzere, Basra
Körfezi’ne kadar hakim olduğunu arkeolojik buluntular göstermektedir. Ur-Nammu’nun orta
Fırat üzerindeki Mari (Tel Hariri) Ģehrine de hâkim olduğunu, Mari Kralı Apilkin'in kızı
Naram-Uram'ın isminin anlamından, "Urun sevgilisi", anlaĢılmaktadır.116
Urukagina'dan üç asır sonra Ur'da yaĢayan Yeni Sümer Devleti’nin kurucusu UrNammu, Ur halkı için yeni kanunlar hazırlamıĢtı. Bu tabletler, 1956 yılında S.N. Kramer
tarafından Ġstanbul Arkeoloji Müzesi'ndeki tabletler koleksiyonu arasında bulunmuĢ ve
neĢredilmiĢtir. Çok iyi korunmuĢ olan tabletin ön ve arka yüzlerinde dörder sütun olmak üzere
sekiz sütun vardı. Tabletin ön yüzü, uzun bir prologu (önsözü) içeriyordu. Çok bozuk olan
metnin okunabilen kısmında: "Dünya yaratıldıktan ve Sümer ile Ur Ģehrinin kaderi tayin
116
F.Kınal,a.g.e.,s.94
edildikten sonra, Sümer panteonun büyük tanrılarından Anu ve Enlil'in, Ur kralı olarak
Ay Tanrısı Nannar'ı gösterdikleri, sonra Sümer'i ve Ur Ģehrini onun adına yönetmek
için, Ay Tanrısı tarafından Ur.Nammu'nun seçildiği, yeni kralın ilk iĢinin Ur'un
aleyhine geliĢen LagaĢ Ģehriyle savaĢtığı ve LagaĢ kralı Namnahani'yi, Nannar'ın
kudretiyle öldürdüğü ve Ur'un eski hududunu yeniden tespit ettiği," anlatılmaktadır.
Tabletin daha bozuk olan arka yüzünde ise, ancak 5 madde korunabilmiĢtir. Bunlar,
bizim sulh-hukuk davaları dediğimiz yaralama olaylarına verilen küçük para cezalarını
kapsar. Bu maddelerde cezalar hep parasaldır.
1955 yılında Nippur'da yapılan kazılarda, Ur-Nammu kanunlarına ait üç sütunlu bir
kanun tableti daha çıkarılmıĢtır. Çok bozuk olarak ele geçirilen tablette 43 madde varsa da,
çoğu okunamayacak durumdadır. Maddelerin bir bölümünde, herhalde köleler arasındaki cinsi
münasebetlere ait hükümler bildirilir. Diğer bir bölümü ise, vatandaĢlar arasında tarla yüzünden çıkan anlaĢmazlıklarla ilgili sulh-hukuk davalarına ait maddelerdir.117
Ur-Nammu döneminden günümüze kadar ulaĢan arkeolojik eserlerin baĢında Ur
zigguratı gelir. Ur kazılarında Ay Tanrısı Nannar’ın mabedinin yanında harabeleri bulunan bu
mabed kulesi, günümüzde restore edilmiĢtir. Yapılan yenileme çalıĢması, Sümerler’in, Athena
panteonunu kuran mimarlardan binlerce sene önce, abideye benzeyen mimaride, dıĢ
görünüĢteki uyumu sağlamak için, yatay ve dikey hatların zıtlığını bildiklerini göstermiĢtir.
Ur-Nammu’nun Ur Ģehrinin dıĢında Uruk, Nippur, Eridu, Adab ve Larsa Ģehirlerinde de
mabedler yaptırdığını sene isimlerinden öğreniyoruz.
Yine Ur kazılarında ortaya çıkarılan Ur-Nammu steli de çok kötü durumda ele
geçmesine rağmen, III. Ur Sülalesi zamanındaki tasvir sanatı hakkında yeterli oranda bilgi
vermektedir.
Ur-Nammu'nun bütün bu büyük iĢleri iktidarda kaldığı 18 seneye sığdırması zordu.
Bunun içindir ki, ziggurat inĢası gibi, birçok imar iĢleri oğlu ġulgi tarafından
tamamlanmıĢtır.118
Sümer Kral Listesi’ne göre III. Ur Sülalesi’nin II. kralı olan ġulgi’nin iktidar süresi 46
yıl sürmüĢtür. Onun dönemine ait vesikalar incelendiğinde ġulgi’nin, sülalenin en büyük
Ģahsiyeti olduğu görülür. Babasının kurmuĢ olduğu bu devletin yaĢaması için yeni bir
yapılanmaya gitmiĢtir. Akkadlar zamanında olduğu gibi, krallık müessesesini tanrılaĢtırarak
kuvvetlendirmiĢtir. Ekonomide de "Kral Guru" denilen yeni bir hacim ölçüsü çıkarmıĢtı.
Onun döneminde takvim sisteminin de değiĢtiğini görüyoruz.
117
118
E. MemiĢ, a.g.e., s. 149.
F.Kınal, a.g.e., s.95
ġulgi'nin imar sahasında yaptıklarına baktığımız zaman, babasının baĢlattığı zigguratı
tamamlatmıĢ, babasına ait bir de anıt-mezar yaptırmıĢtır. Ur kazıları sonucunda bu mezar
yapıları ortaya çıkarılmıĢtır. BaĢkent Ur Ģehri dıĢında, egemenliği altında bulunan diğer
Ģehirlerdeki imar faaliyetleri ise hem sene isimleri ile hem de arkeolojik delillerle tespit
edilebilmektedir. Ancak, bütün bu baĢarılarına ve krallığın tanrısal gücüne rağmen ġulgi'nin,
oğulları tarafından düzenlenen bir suikaste kurban gittiği tahmin edilmektedir.119
Ġbi-Sin tahta çıktığı zaman (MÖ. ca. 1975), Yeni Sümer Devleti’nin sınırlarını tam
olarak bilemiyoruz. Onun döneminde Asur valisi olan Kikia, EĢnunna valisi Kirikiri ve Mari
valisi Puzur-ĠĢtar baĢlangıçta Ur'a bağlı gibi görünmekte idiler. Ancak, adı geçenler devletin
çökmesinden sonra bağımsızlıklarını ilân etmiĢlerdir. Ġbi-Sin'in tahta çıkıĢının daha 3. yılında
huzursuzlukların baĢladığını görüyoruz.
Bu döneme ait vesikalar üzerinde çalıĢan E.O. Edzard, III.Ur Sülalesi’nin çökmesini
üç sebebe bağlamaktadır:
l) Dağınıklık
2) Amurru göçleri
3)Babil-Elam mücadelesi
Bu sebeplere ek olarak, memuriyetlerin dağıtılmasında kayırmalar, memleket halkının
tek bir kavimden ibaret olması gibi iç huzursuzlukları da bunlara ilave etmek gerekir. Bir defa
Er Sülaleler Devri’nden beri devam eden bölgecilik zihniyeti, her Ģehrin yalnız kendini
düĢünmesi, milli birliğe zarar veriyordu. Akkadlar devrinden sonra bu rekabet, SümerlilikAkkadlılık Ģeklini almıĢtı. Sonraları ise Sümer Ģehirlerine iĢ bulmak için gelen Amurrular da
bu rekabete dahil olmuĢtu. 120
Ġbi-sin'in 25. iktidar yılında SimaĢ kralı Hutran-temti Ur Ģehrine saldırmıĢ ve meydana
gelen savaĢta Ġbi-Sin düĢmanın eline sağ olarak geçmiĢtir. Elam orduları görülmemiĢ bir
vahĢetle Ur’u yağmalamıĢlar, ardından da ateĢe vermiĢlerdi.121
Özellikle, Ur mabedinde Ningale ait olan E.Nunku bölümünün nasıl yakılıp yıkıldığı
anlatılır. Ur kazıları da metinlerin bu ifadesini tamamen doğrulamıĢtır.
Ur'un yıkılıĢı o zamanki dünyada büyük yankılar uyandırmıĢtır. Çünkü birçok
vesikada bu olay sene ismi olarak kullanılmıĢtır. Bu nedenle Mezopotamya'da ilk kültür
meĢalesini yakan Sümerler, Ur'un yıkılmasından ve Yeni Sümer Devleti’nin çökmesinden
119
F.Kınal, a.g.e., s.95
F.Kınal, a.g.e., s.96
121
F.Kınal, a.g.e., s.97
120
sonra bir daha devlet kuramayacaklardı. Zaten ana dillerini kaybetmiĢlerdi. Artık memlekette
Akkadça konuĢuluyor ve yazılıyordu.
III. Ur Sülalesi’nin yıkılmasından, Elam'dan sonra en çok istifade eden kavimler,
Amurrular olmuĢtu. Bu ana-baba günlerinde, gittikçe büyüyen bir çığ gibi, çöl çocukları
Mezopotamya Ģehirlerine doluyorlardı.122
2. AMURRULAR VE AMURRULAR DÖNEMĠNE AĠT KAYNAKLAR
MÖ. 3. Binyıl’ın sonları ile 2. Binyıl’ın baĢlarında Mezopotamya, ikinci bir Samî göç
hareketine sahne olmuĢtur. Bu göç sonunda gelenlere Martular ya da Amurrular
denilmektedir. Samî dillerin doğu lehçesini konuĢan Amurrular, Babil kentini ele geçirip I.
Babil Sülalesi’ni (MÖ.1850–1550) kurmuĢlar ve kendilerinden önce Mezopotamya sitelerinde
var olan Sümer kültürünü de büyük ölçüde benimsemiĢlerdir.123 Çöllerde göçebe bir hayat
yaĢayan bu nomat kabileler, MÖ. 3. Binyıl’ın sonlarından itibaren Mezopotamya'nın bayındır
Ģehirlerine girmeye baĢlamıĢlardı. Bu nedenle nüfus artmıĢ, üretici sınıf aynı kalırken, tüketici
sınıf birden bire kabarmıĢtı. Bu dönemde, Mezopotamya'ya hâkim olan III. Ur Sülalesi
(MÖ.2060–1960) kralları, Sümer Ģehirlerine Amurrular'ın (Martular) girmesini önlemek için
çeĢitli tedbirler almıĢlardı. Örneğin, 4. Kral ġu-Sin zamanının en büyük olayı, "Martu
duvarı" adı verilen ve Babilonya denilen Orta Mezopotamya'daki Abgal (Büyük Su)
kanalından 26 saat mesafede bir kale duvarının yapılmasıdır. III. Ur Devleti’nin üzerine çöken
kara bulutların ilk belirtisini, bu kalenin inĢaasında görmek yanlıĢ olmaz. Nitekim, III.Ur
sülalesinin son kralı Ġbi-Sin'in Ġsin Ģehrindeki valisi ĠĢbierra, Ġbi-Sin'e göndermiĢ olduğu bir
mesajda: "DüĢman Martular'ın ovalara indiğini duydum" diyerek, tehlikeyi haber
veriyordu. Ġbi-Sin, tahtta ancak 15 yıl kalabilmiĢ (MÖ.1975-1960) ve devlet, baĢta Amurru
göçleri olmak üzere, dağınıklık ve Babil-Elam rekabeti yüzünden yıkılıp gitmiĢti.124
Yeni Sümer Devleti’nin çökmesindeki en önemli nedenlerinden biri de, Amurru
göçleridir. Nitekim çağdaĢ bir EĢnunna vesikasında: “Ġbi-Sin’in toprakları Martular
tarafından çöl haline getirildi.” denilmektedir. Martular’ın ırki kimliklerini tespit edebilmek
için, onların dillerini bilmek gerekmektedir. Halbuki Martular’ın dili ile yazılmıĢ hiçbir vesika
yoktur. Çünkü bu kavimler kültür memleketlerine girdikten sonra, o memleketin dilini ve
122
F.Kınal, a.g.e., s.98.
Ekrem MemiĢ, Genel Tarih, s. 139,140.
124
E.MemiĢ, Filistinlilerin Kökeni ve Tarihi, Selçuk Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Yayınları, Konya-1996, s.25
123
yazısını kullanıyorlardı. Ancak, vesikalarda geçen Martu tanrı isimleri ile teĢkil edilmiĢ,
“Theophore” isimler, filolojik tetkikler için önemli malzeme olarak kullanılmaktadır.125
Sümerce vesikalarda, "Martu" kelimesi çoğu kez bir rüzgâr yöntemi olarak geçer. Ya
da Er Sülaleler III devrine (MÖ.ca. 2550-2350) ait taĢınmaz malların satıĢ senetlerindeki yön
ifadelerinden Martu kelimesinin, "Batı" anlamına geldiği anlaĢılmıĢtır. Fakat daha sonraki
devirlerde bu kelime, kavim adı olarak geçmeye baĢlamıĢtır.126
Mesela Ġbi-Sin’e ait bir sene isminde “Ur Kralı Ġbi-Sin’in, eskiden beri Ģehir
bilmeyen Martular’ı büyük bir kuvvetle yendiği sene” denilmektedir. Burada Martular
kavim adı olarak zikredilmekte ve bu kavimlerin Ģehirlerde oturmadıklarına bilhassa iĢaret
edilmektedir.127
Böylece, Sümerce Martu kelimesi, "Batı" anlamına geldiği gibi, Martular'ın da
Arabistan Yarımadası’ndan çıkarak ilkin Filistin-Suriye Ģerit arazisini çölden ayıran dağlar
üzerinden Kuzey Suriye'ye geldikleri ve oradan Büyük Fırat kervan yolunu takip ederek,
Mari, Terqa, Hana gibi baĢlıca kervan durak yerlerinden geçerek Mezopotamya'ya ulaĢan bu
nomat kabilelerden bir kısmı Dicle'yi takip ederek, kuzeye Asur ile Kerkük arasındaki
bölgeye de varmıĢlardı. Elbetteki, daha önce Diyala bölgesini de istila etmiĢler, hatta bir
kısmı Diyala'dan öteye yani Ġran ve Afganistan'a kadar yayıldıkları gibi, III.Ur Sülalesi’nin
çökmesinden sonra bilhassa Larsa hakimiyetinden sonra Deniz-eli bölgesine de yerleĢecekler
ve burada Babil Sülalesi’ni (MÖ.1677-1308) kuracaklardır.128
Bu görüĢü savunanlar, Martu tanrısına yazılmıĢ bir övgü Ģiirinde (Kasidede): “Martu
tanrısının Lapislazuliden bir dağın üzerinde oturduğu” kaydına ve bu taĢın da
Afganistan’dan çıktığına dayanmaktadırlar.
III. Ur sülalesinin son günlerine ait vesikalar ve Mari mektupları Martu kabilelerine
karĢı yapılan amansız mücadeleyi aksettirirler. Meselâ, I. ġamĢi-Adad Tergalı Amuritler’den
olduğu halde, Martu bedevileri ile savaĢtığı gibi, yerleĢik Martu boyları arasında da savaĢlar
oluyordu. Aynı suretle Amurit asıllı I. Babil sülalesinin en ünlü kralı Hammurabi, kendisi gibi
yerleĢik Martu asıllı Larsa Kralı Rim-Sin’le ve Mari Kralı Zimri-Lim’le savaĢmıĢtı.129
Martular'ın Mezopotamya'ya gelmeden önceki hayatlarını anlatan bazı vesikalar
vardır. Örneğin bir vesikada: "Onlar itaat nedir bilmiyorlardı, çiğ et yiyorlardı, bütün
125
F.Kınal, Eski Mezopotamya Tarihi, s. 98
E. MemiĢ, a.g.e., s.26.
127
F.Kınal, E.M.T., s. 98
128
E. MemiĢ, a.g.e., s.26,27.
129
F.Kınal,a.g.e., s.99
126
hayatı boyunca bir evi olmamıĢtı, ölen arkadaĢını gömmüyordu. ġimdi ise her
Martulunun bir evi var, zahiresi var" denilmektedir.130
Babiller ise Martular’a “Amurrum” diyorlardı. Örneğin, Akkad krallarından Binkaliġarri bir vesikasında: “BaĢar dağlarındaki Amurrular’a karĢı savaĢtığını” bildiriyordu. Bu
dağların Palmir ile Fırat arasındaki Cebel BiĢri (BiĢri Dağları) olduğu zannediliyor.131
Samîler ise Martular'a “Amurru” diyorlardı. Martular hakkındaki bütün bu
kayıtlardan açıkça anlaĢılıyor ki, bizim bugün bedevi, yani nomat dediğimiz çöllerde yaĢayan
kabilelere Sümerler, "Batıdan gelenler" anlamına Martular ismini vermiĢlerdi. Fakat
vesikalardaki bu açıklığa rağmen, Martular'ın vatanı olarak Yukarı Dicle ve Zağros Dağları
arasındaki Ġamutbal memleketini gösterenler de vardır. Bunların iddiası aslen bir Martulu
olduğu halde Elamca isim almıĢ olan Kudur-Mabuk'un ünvanları arasında "AttaKUR.MAR.TU" ve "Atta Ġamutbal" adlarının bulunmasına dayanır. Aslında bu ünvanlar,
Kudur-Mabuk'un ataları tarafından da kullanılmıĢ olmalıdır. Mezopotamya tarihinde daha
sonraları böyle birçok Martu kabilesinin kuzeye, güneye ve doğuya yerleĢtiklerini görüyoruz.
Örneğin, tarihi bir Sümer Ģehri olan Uruk'a Amanum kabileleri yerleĢmiĢti.132
Martu bedevileri acaba neden göçüyorlardı? Bu soruyu cevaplamak için, bugünün
bedevileri üzerinde yapılan etnolojik tetkiklere bakmak gerekir. Bu kabileler Akkadça Abum
(baba) denilen bir Ģeyhin idaresi altında yaĢıyorlar ve besledikleri koyun, keçi ve develerini
bir vahadan diğerine otlatarak dolaĢıyorlardı. Bu vaha arama veya seçme iĢi mevsime ve
yerleĢik kentlerdeki Panayır zamanına ve günlerine göre ayarlanıyordu. Bedeviler ihtiyaçları
olan gem, çıngırak vb. her hangi bir aracı hayvanlarının ürünü karĢılığında bu pazarlardan
temin ediyorlardı. Onlar için Ģehir hayatı dayanılmaz bir esaretti. Orada herkes hayatını
kazanmak için çalıĢmaya mecburdu. Bu Ģartlar altında bedevilerin Ģehirlere dolmaları
keyfiyeti, ancak bir açlık, kıtlık veya baĢka bir bedevi kabile tarafından vahadan
uzaklaĢtırılma gibi bir zorunlulukla meydana geliyordu. Böylece bütün kabile göç ediyordu.
Bazen de kabile Ģeyhi, bir Ģehir kralı ile anlaĢıyor, bütün kabilesi ücretli asker olarak o Ģehir
kralının emrine giriyorlardı. Bunun en yakın örneği, Birinci dünya savaĢında Osmanlı
Ġmparatorluğu ile Ġngiliz Ġmparatorluğu mücadelesindeki Suriye savaĢlarında görülür.
ĠĢte MÖ. 3. Binyıl’ın sonlarında meydana gelen Amurru = Martu göçleri yakın
zamanlarda da görülen çöl bedevilerinin hareketlerinin aynı idi.133
130
E. MemiĢ, a.g.e., s.27
F.Kınal,a.g.e., s.99
132
E. MemiĢ, a.g.e., s.27,28.
133
F. Kınal, a.g.e., s. 100
131
MÖ. 3. Binyıl’ın sonlarına doğru meydana gelen Amurru göçlerine katılan kavimler
hakkında bize en iyi bilgiyi Mari mektupları verir. Çünkü, Mari arĢivi vesikalarında, Tevrat'ta
da adı geçen Benyamin oğullarından "Maru Ġamina" yani "Güney oğulları" anlamına
bahsedildiği gibi, Ġbraniler'den de Habirular olarak söz edilir. Ayrıca, Hanalılar denilen baĢka
bir kabile daha vardı. Hanalılar, daha ziyade ücretli askerler olarak görülürler. ĠĢte, III. Ur
Sülalesi’nin son zamanlarında, bu Martu kabileleri, Güney Mezopotamya'ya dolmuĢlardı.
Hatta, Ġbi-Sin'in Ġsin Ģehrindeki valisi ĠĢbierra, aslen Martulu idi. ĠĢbierra'nın ailesi kim bilir
kaç nesil önce buraya gelmiĢti ki, ĠĢbierra vali olabilmiĢti.
III. Ur Sülalesi’nin yıkılmasından sonra, Mezopotamya'da yeniden Ģehir devletleri
idaresi kurulur. Yani, her Ģehirde bir küçük krallık teĢekkül eder. Ne var ki, bu Ģehir devletleri
Sümerli olmayıp, Amurrulu idiler. Örneğin Babil Ģehrinde I. Babil Sülalesi’ni kuran Sumuabum (MÖ. 1850), bir Amurrulu idi. Terqa'daki I. ġamsi-Adad'ın babası Ġlakabkabu bir
Amurrulu olduğu gibi, Larsa'daki Naplanum, Ġsin'de ĠĢbierra, Halep'te Yamhad kralları ve
KarkamıĢ'taki Ablahanda hep Samî kökenli Amurrular'dan idiler.134
Bu Ģehir krallıkları iki yüzyıldan fazla bir zaman içinde birbirleriyle sürekli
savaĢacaklar ve bu yüzden de büyük bir devlet kuramayacaklardı. ĠĢte bundan dolayıdır ki, bu
Ģehir krallıkları devrine “Ġkinci ara devir” denilmiĢtir. Bu Ģehir devletleri arasında gerek
sürekli egemen olmaları gerekse bıraktıkları vesikalarla III. Ur Sülalesi zamanındaki kültürü
yaĢatmaları bakımından Ġsin-Larsa Ģehirleri çok fazla varlık göstermiĢlerdir. Bunun için III.
Ur Sülalesi’nin çökmesini takip eden iki asırlık zamana Ġsin-Larsa devri denilmiĢtir.135
Amurru asıllı Ģehir beylerinin, (MÖ.1950-1750) yılları arasına rastlayan iki asırlık
dönemde birbirleriyle yaptıkları kıyasıya mücadeleden sonra, I. Babil Sülalesi’nin 6. Kralı
Hammurabi, merkezi bir devlet kurarak bu mücadeleye son vermiĢtir.136
3. FĠLĠSTĠN VE SURĠYE’DE AMURRULAR
Amarna çağında,(MÖ. 1400-1350) Suriye ve Filistin’de birçok küçük Ģehir devleti
kurulmuĢtur.137 Arabistan’dan Mezopotamya’ya doğru gerçekleĢen ilk Samî göç dalgası
Amurrular’ın Suriye ve Filistin’de ancak MÖ. 2500 senelerine doğru görüldüğünü ortaya
çıkarmıĢtır. Burada ilk görünen Samîler, sonraları Mezopotamya’da I. Babil Ġmparatorluğu’nu
kurmuĢ olan Amurrular’dır. Batı Samîleri adıyla da bilinen Amurrular, Sinear kültürü altında
134
E. MemiĢ, a.g.e., s.28,29.
F. Kınal, a.g.e., s.100
136
E. MemiĢ, a.g.e., s.29.
137
E. MemiĢ, Eskiçağ Türkiye Tarihi, s. 110
135
bulunan bu bölgede, güneyden gelen yeni dalgalarla çoğalırken, medeniyet bakımından da
ileri gitmiĢler ve yerli halkla karıĢıp kaynaĢmıĢlardır.138 Fakat, bütün Kuzey Suriye Ģehir
devletleri gibi, Amurru Krallığı da, bu bölgede zamanla değiĢen büyük bir devletin hakimiyeti
altına girmiĢtir. Yıllık olarak ödediği belli bir miktar vergi karĢılığında iç iĢlerinde serbest, dıĢ
iĢlerinde ise merkeze bağlı bulunuyordu.139
Suriye ve Filistin bölgesine önce Amurrular’ın mı yoksa Kenanlılar’ın mi geldikleri
konusunda bilim adamları arasında fikir ayrılığı vardır. Albert Clay, Amurru’ların
Kenanlılar’dan önce Suriye ve Filistin’de görünmüĢ olduğu düĢüncesindedir. Edu Meyer ise,
lehçelerini Akkadlar’dan farklı gördüğü Amurrular’ın Suriye’de görünüĢlerini Akkad
Ġmparatorluğu
zamanına
götürmektedir.
Ancak,
Samîler’in
Filistin
ve
Suriye’de
görünüĢlerinin Mezopotamya’ya sokulmalarından çok zaman sonra olduğu anlaĢılmaktadır.
Suriye’ye yayılan Amurrular’dan bazı boylar, doğuda Fırat boylarına, güney-batıda
Mısır’a kadar yayılmıĢlardır. Amurru dalgalarının yayıldıkları bölgelerde yaptıkları ırki
etkiler birbirinden farklı olmuĢtur. Sinear ve Mısır’a sokulan dalgalar küçük oldukları için,
bunlar çok kalabalık olan yerli halk arasında karıĢıp kaynamıĢ, memleketin etnik yapısı
üzerinde önemli etkiler meydana getirmemiĢlerdir. Öyle anlaĢılıyor ki Amurru dalgaları
Sinear’ı sadece siyasi bakımdan zayıflatmıĢtır.
Oysa Suriye ve Filistin’de Amurru dalgalarının yapmıĢ olduğu tesir çok etkili ve
önemli olmuĢtur.140
Amurru Samîleri, Sinear’da I. Babil Devleti’ni (MÖ. 1850-1550) kurmuĢlardır. Bu
durum, Filistin bölgesindeki Samîler’in cesaretlerini arttırmıĢ olduğundan bu bölgedeki
kabileler
bazen
deltaya
kadar
sokularak
Mısır
Ģehirlerini
tehdit
etmiĢlerdir.
Herakleopolis’deki 9. sülale Firavunlarından Merikara oğluna bıraktığı vasiyetnamede bedevi
Samîleri’nin bu çapulculuklarından acı acı Ģikâyet etmektedir. Mısır’ın kuzeyinde
Filistinliler’e karĢı surlar, kuvvetli engeller yapması yolunda nasihatler vermektedir.141
Ġbraniler tarihinin bu dönemi için tek kaynak, Tevrat’ın hâkimler kitabıdır. Bu kitap
hâkimler devrini Ġsrailoğulları tarihinin bir kahramanlık devri olarak gösterir. Bu dönemde
Ġsrailoğulları, AĢağı Lotanu’nun eski halklarından olan Amurrular ile de çarpıĢmıĢlardır.
Büyük kahramanlıklarla Kenan diyarına hâkim olmuĢlardır.142
138
M.ġ.,Günaltay, Yakın ġark Suriye ve Filistin, s.35
E. MemiĢ, Eskiçağ Türkiye Tarihi, s. 110
140
M.ġ.,Günaltay, Yakın ġark Suriye ve Filistin, s.35
141
M.ġ.,Günaltay, a.g.e., s.50.
142
M.ġ.,Günaltay, a.g.e., s.305.
139
4. MISIR’DA AMURRULAR
II. Ramses, (MÖ. 1301-1236) Kenanlılar’ın isyanlarını bastırdıktan sonra, kuzeye
doğru sefer yapmıĢ ve onun savaĢtığı ülkeler arasında Amurrular da yer almıĢtır.143
Amurru Devleti, önce Mısır firavunu III. Tutmosis’in (1484-1450), sonra Mitanni
krallarının ve nihayet, gördüğümüz üzere, I. ġuppiluliuma döneminde (MÖ.1380-1335) Hitit
Devleti’nin hâkimiyeti altına girmiĢti. Amurru Devleti’nin Amarna çağında (1400-1350)
iktidara gelen kralları Abdi- AĢirta ve oğlu Aziru’nun Amarna arĢivinde bulunan mektupları,
Amurru Krallığı’nın, yaĢayabilmek için nasıl iki yüzlü bir politika takip etmek zorunda
kaldığını açıkça göstermektedir.
ġuppiluliuma, Amurru Krallığı’nı ele geçirdiği zaman Amurru Kralı Aziru ile bugün
elimizde bulunan antlaĢmayı yapmıĢtı. Aynı Ģekilde II. MurĢili’nin, Aziru’nun oğlu DuppiTeĢup ile yapmıĢ olduğu antlaĢmadan Amurru Devleti’nin isyan etmiĢ olduğu anlaĢılmaktadır.
Yine bu antlaĢmadan anlaĢıldığına göre, MurĢili zamanında da Amurru Krallığı, Kinza
(KadeĢ) ve NuhaĢĢe memleketleri ile birlikte iki defa isyan etmiĢ ise de, MurĢili, bunları
yeniden itaat altına almayı baĢarmıĢtı. Muvattali döneminde, Amurru Devleti’nin tekrar
entrikalar çevirmeğe baĢladığı anlaĢılıyor. Çünkü, IV. Tuthalya’nın Amurru Kralı ĠĢtarmuva
ile yaptığı antlaĢmada da “Babası PenteĢina’nın Mısır tarafına geçmesi üzerine Mısır ve
Hitit Devletleri’nin harp ettikleri” bildirilmektedir.144 Neticede, iki büyük devlet arasında
tampon bir devlet olan Amurru, bir tarafa ihanet etmesi ile savaĢın sonucunda etkili
olmuĢtur.145
Fenike sahillerindeki Ģehirlerin bir kısmı yine Amurru kuvvetleri tarafından ele
geçirilmiĢlerdir. Bu nedenle Mısır hakimiyeti buralarda zayıflamıĢtır. ĠĢte bu sıralarda, Biblos
kralı ve diğer beyler, Mısır’dan yardım istemiĢlerse de, Kral Akheneton (IV.Amenofis) gerçek
anlamda bir yardımda bulunamamıĢtır. Tel-el-Amarna’da, Fenike beylerinin yardım
taleplerini bildiren mektuplar da bulunmuĢtur. 146
5. BABĠLLĠLER
Daha önce de belirttiğimiz gibi, MÖ. 3. Binyıl’ın sonları ile 2. Binyıl’ın baĢlarında
Mezopotamya, Ġkinci bir Samî göç hareketine sahne olmuĢtur. Bu göç hareketiyle gelenlere
Martular ya da Amurrular denilmektedir.147
143
Afetinan, Mısır Tarih ve Medeniyeti, 2. Baskı, TTK Yayınları, Ankara-1987, s. 139
E. MemiĢ, Eskiçağ Türkiye Tarihi, s. 111
145
Afetinan, a.g.e., s. 115
146
Afetinan, a.g.e., s. 135
147
E. MemiĢ, Genel Tarih, s.139.
144
Amurrular, uzun yıllar Sümer ve Akkad hâkimiyetinde kalarak, aylıklı asker, iĢçi ve
tacir olarak çalıĢtılar, daha sonra Akkad ilinde toplandılar ve buradaki Samîler’le birleĢtiler.148
Samî dillerin doğu lehçesini konuĢan Amurrular, Babil kentini ele geçirip I. Babil Sülâlesi’ni
(MÖ. 1850-1550) kurmuĢlar ve kendilerinden önce Mezopotamya sitelerinde mevcut olan
Sümer kültürünü de büyük ölçüde benimsemiĢlerdir. Bu sülâlenin ünlü kanunlarıyla tanınan
altıncı kralı Hammurabi (MÖ. 1750'lerde), Sümer kentlerini ve Akkad ülkelerini tek bir
yönetim altında birleĢtirmiĢtir. Hammurabi'nin kurduğu bu yeni düzenin, teokratik bir devlet
olmaktan çok dünyevî bir devlet olduğu genellikle kabul görmektedir. Bu devlet, Akkad
Ġmparatorluğu gibi büyük bir dünya devleti olmayıp, memurların yönetimine dayalı milli bir
devlettir. Babil kenti, devletin baĢkenti yapılmıĢ ve bundan sonra kurulan Babil devletlerinin
de merkezi olmuĢtur.149
Hammurabi dönemi, Eski Babil'in doruk noktası olmuĢtur. Bu dönemde, Sümer,
Akkad, Elam, Gutiler ve Amurrular'ın bir araya gelmeleri sonucu oluĢan ırklar karıĢımında,
küçük bir azınlık durumuna düĢen Sümerler, zamanla Samîler içerisinde eriyip gitmiĢlerdir.
Ġyi bir komutan ve idareci olan Hammurabi bütün gücüyle Mezopotamya'yı
SamîleĢtirdi. Babil kültürünü Mezopotamya kültürü durumuna getiren bu kralın döneminde
görülen siyasal ve sosyal alandaki çalıĢmalarla ilgili yazılı belgelerin çokluğu bilimsel açıdan
geniĢ bir bilgi birikimi sağlamaktadır.150
Hammurabi, Mari bölgeleri ile Asur ili de dahil olmak üzere bütün Subaru'yu, Elam'ı,
aĢağı denizden Amurru’ya ve yukarı denize kadar olan ülkeleri ele geçirmiĢti. Büyük Akkad
Devleti’ni yeniden canlandırmıĢtı. Bu büyük baĢarı kendisine Sümer-Akkad kralı, dört iklim
hükümdarı, cihan imparatoru gibi ünvanlar kazandırmıĢtır. Hammurabi, sonraları bunlara
ek olarak Martu Addası yani Amurru atası ünvanını da aldı.
Amurrular’ın bütün Sinear'a hâkim olmaları, büyük tarihi sonuçlara neden oldu.
Sümerler, Akkadlar, ElamIar, Guti'ler gibi çeĢitli kavimleri barındıran Sinear, yeni gelen
Amurru dalgaları ile çeĢitli ırkların karıĢmasına neden oldu. Burada tarihin tanımıĢ olduğu
eski medeniyeti kuran Sümerlerle bu medeniyete benzeyen Akkadlar, Elamlar ve Gutiler, yarı
bedevi, haĢin, yırtıcı, yağmacı ve bilhassa mütevazi bir devletin karıĢık ve çeĢitli özelliklerine
sahip olan Amurrular’ın hakimiyeti altına düĢmüĢlerdi. Eski bir kültüre sahip ve medeni
kanunlara uymaya alıĢkın olan Sinear Siteleri’nin yarı bedevî bir halkın hükmü altına girmesi,
beraberinde Ģu sonuçları getirdi:
148
R. Yıldırım, Önasya Tarih ve Uygarlıkları, s.35
E. MemiĢ, Genel Tarih, s.140.
150
R. Yıldırım, a.g.e., s.35
149
1- Sümerler’le Akkad'lar arasında binlerce seneden beri devam eden rekabet ortadan
kalktı.
2- Azınlıkta kalan medeni Sümer milliyeti, Sami dalgaları içinde kayboldu.
Ġstilacıların zulümlerine dayanamayan Sümerlerden bir kısmı da vatanlarını terk ederek, etrafa
dağıldılar. Geride kalanlar ise çoğunluk içinde pek bir varlık gösteremediler ve zamanla
onlara benzemeye baĢladılar.
3- Binlerce senelik bir medeniyet meydana getirmiĢ olan bu kavim, böylelikle tarih
sahnesinden çekilmiĢ oldu. Ancak, manen asırlarca varlığını sürdürdü.
Öteden beri Sümer-Akkad ili Kalde adıyla anılan Sinear da bu zamandan sonra
Amurrular’ın payitahtıyla iliĢkili olarak Babilistan adını aldı.
Hammurabi, bütün Sinear'ı SamîleĢtirmek için çok çalıĢtı. Sümer-Akkad illerindeki
eski siteler, Babil’in karĢısında fazla direnemediler. Bütün bu Ģehirlerin güzellikleri Babil’de
toplandı. Yani Babil baĢkent oldu. Babil halkının kalabalıklığı, mabetlerinin, saraylarının
görkemi ile yakın Ģarkın en güzel Ģehri oldu.151 MÖ. 18. Yüzyıl’da Sümer ve Akkad’ı
birleĢtiren I. Babil Devleti Samî ırktan olduğu için, krallığın resmi dili de Akkadça oldu.152
Bu siyasi yeniliğin derin anlamını anlatabilmek için, dini sahada da bir inkılâp yapıldı.
Sami Akkad'lar devrinde bile muhteĢem mevkiini koruyabilen Sümer'lerin Enlil’i,
imparatorluk tapınağı olmak mevkiinden düĢürüldü. Ona ait an'anevî ayrıcalıklar Babil
tapınağı Marduk'a verildi.
Bu dini inkılâp siyasî inkılâptan daha önemliydi. Akkad krallarından Sargon ve
Naram-Sin bile buna cesaret edememiĢtir. Kendilerine hükümdarlık tacını bahĢedenin Enlil
olduğunu ve onun vekili sıfatı ile saltanat sürdüklerini ilân etmeye mecbur kalmıĢlardı. Fakat
Sinear üzerinde büyük bir otoriteye sahip olan ve bu gücüne güvenen Hammurabi, böyle bir
Ģeye gerek görmemiĢtir. Sümer-Akkad unsurları ile beraber Enlil'i de iktidardan atmıĢtır.
Hammurabi döneminde Amurru Ġmparatorluğu’nun sınırları, Sargon devrindeki Akkad
Devleti sınırlarıyla aynı idi. Amurrular Sümer, Akkad ve Elam illerini kılıç kullanarak
almıĢlardı. Fakat Suriye ile Filistin'e hâkim olmak için silahlı gücünü kullanmaya mecbur
kalmadılar. Bu bölgede çoğunluğu oluĢturan ırktaĢları, bir Ģart göstermeksizin Babil kralını
tanıdılar.
Hammurabi, Ġran Dağları’ndan Suriye ötelerine kadar uzanan geniĢ bir bölgeye
hükmediyordu. Bu imparatorluğun merkezi Sinear'dı. Amurrular buraya da kuvvetle güç
kullanarak hâkim olmuĢlardı. Fakat imparatorluğun devamı için, Sinear'ın çeĢitli unsurlarına,
151
152
ġ. M. Günaltay, Yakın ġark Elam ve Mezopotamya, s. 513,515
E. MemiĢ, Genel Tarih, s.169
askerî kudrete dayanarak hâkim olmak yeterli değildi. Zamanla bu güç yok olabilirdi. Sürekli
bir egemenliği sağlamak için, memlekette idari birliği de gerçekleĢtirmek gerekirdi. Bu
yüzden, kuvvetli bir kültüre sahip olan ve belirli kanunlara uymaya alıĢkın bulunan medeni
Ģehirlilerle, hâkim unsuru teĢkil eden yarı medeni Amurrular’ın sosyal, hukuki ve medeni
durumlarını telif ve tanzim, memurların vazifelerini dikkatli bir itina ile yapmalarını temin
etmek gerekiyordu.
Hammurabi'nin bu ihtiyaçları pek güzel anlamıĢ olduğu görülüyor. Tarih bize
Hammurabi’yi, iyi bir kumandan, kudretli bir teĢkilâtçı, güçlü bir idare adamı olarak
tanıtmaktadır. Son zamanlarda gün yüzüne çıkarılan idari mektupları ile kanun mecellesi bu
hususlara iĢaret etmektedir.
Elam hükümdarlarından ġutruk-nahhunte, Mezopotamya'yı istilâ ettiği zaman, yağma
edilen mallar arasında bu taĢı da Sippar’dan (Ģimdiki Abu Habbe) alarak Sus'a götürmüĢtür.
TaĢın yüksekliği 2,25 metredir. Sütunun üstünde tanrı ġamaĢ ile Hammurabi'nin tasvirlerine
de yer verilmiĢtir. Bu tasvirde oturmakta olan güneĢ tanrısı ġamaĢ’ın, kanun kitabını, ayakta
duran Hammurabi'ye verdiği görülmektedir.
Eski devirlerin çok kıymetli bir abidesi olan bu taĢın küçük bir bölümü eksik olmakla
beraber, diğer yerleri tamamdır. TaĢ üzerinde 16’sı önde tasvirlerin altında, 28’i arkada olmak
üzere yukarıdan aĢağı iĢlenmiĢ 44 yazı sütunu vardır. Hammurabi kanunu, Eski Sümer
Siteleri’nde uygulanan yasaların bir karıĢımıdır. Hammurabi, ilmi bir sistem dairesinde olmamakla beraber, bunları bir araya toplamıĢ ve ayırmıĢtır.
Hammurabi, Sümerler’in çok iyi kavradığı idari, toplumsal, hukuki ve askeri kuralları,
yasaları yeni duruma uyum sağlayacak, yeni ihtiyaçlara cevap verecek bir Ģekilde toplamak
kudretini göstermiĢ bir devlet adamıdır. Hammurabi mensup olduğu I. Babil Devleti’nin
kurulmasından çok önce, Sümer sitelerinde ve özellikle Larsa'da, Ur'da aynı kanunların, aynı
kuralların mevcut olduğu ve uygulandığı bugün anlaĢılan ve bilinen bir gerçektir. Larsa, Uruk,
ve Ur krallarının Hammurabi’nin mektupları ile kanunlarına temel olan fermanları, bugün
elimizdedir. Eski Sümerler’e ait olan kanunlar ise iki farklı dilde yazılı olarak Asurbanipal’ın
meĢhur kütüphanesinde bulunmuĢtur. Hammurabi, Sümerler’in önceden beri uygulanmakta
olan idari temellerini, yazılı bulunan kanunlarını, Sümer krallarının bu hususlara dair çıkarmıĢ
oldukları fermanları toplayarak, zamanındaki durum ve ihtiyaçları, Amurrular’ın fikir ve
eğilimlerini de dikkate almak Ģartıyla kanun kitabını hazırlamıĢtır. Hammurabi bu kitaba ilâhi
bir değer vermeyi ihmal etmemiĢ, onu tanrı ġamaĢ’a atfetmiĢtir.
Sümer kanunları, toplumsal seviyeleri, gelenekleri, eğilimleri ile hak ve hukuku bir
olan tek bir unsura mahsustu. Aslında Hammurabi devrinde, Sinear çeĢitli unsurlara mensup
ve farklı seviyede bulunan kavimlerden oluĢmaktadır. Buna rağmen, Hammurabi bu unsurlar
için hiçbir ayrıcalık tanımamıĢtır. Daha doğrusu bunları ayırt ederek her biri için ayrı
uygulamalar tespit etmek gücünü gösterememiĢtir. Bütün bu çeĢitli grupları homojen bir
toplumsal yapıya isim ve hepsi için tek bir kanun yapmıĢtır.153
Gerçi, bu yoldaki harekette, medeniyetten biraz uzak kalmıĢ Amurru kalabalığını,
kültürlü Sümerler seviyesine yükseltmek, siyaseten ileri, kültürü yüksek olan Samîleri, Sami
çoğunluk içinde eritmek amaçlanmıĢtır. Fakat, bazı Ģeylerden arındırılmıĢ ve ihtiyaçlara daha
uygun olması gereken Hammurabi kanunlarında bedevî Amurrular’ın gelenek ve eğilimlerine
ait derin izler bulunması, böyle bir amaç takip edilmiĢ olması ihtimalini çürütmektedir. Sümer
kanunlarına oranla Hammurabi mecellesinin cezalara ait hükümlerinde görülen Ģiddette
Amurru kanunlarının kuvvetli tesirlerini seçmemek mümkün değildir.
Amurru gelenek ve görüĢleri yalnız kanunlarda değil, I. Babil Devleti’nin
kurulmasında da çok etkili olmuĢtur. Hammurabi'nin kendisine bazen mabut Sin'in, bazen de
Amurrular’ın takdis ettiği Dagarfın oğlu dediğini, güneĢ mabudu ġamaĢ gibi (KarabaĢlar)
yani Samîler üzerine yükselmiĢ olması ile gururlandığını görüyoruz.154
Hammurabi kanunları, siyah diyorit taĢından yapılmıĢ bir stel üzerinde yazılı olarak,
Sus Ģehri kazılarında ele geçirilmiĢtir. Bu stelin Sus Ģehri kazılarında bulunması, Elam kralı
ġutruk-Nahhunte'nin MÖ. 12.yüzyılda Babil'i iĢgal ettiği zaman, söz konusu taĢ abideyi,
ganimet olarak Sus'a götürmüĢ olabileceği Ģeklinde açıklanmaktadır. Fakat son zamanlarda,
Hammurabi'nin hâkim olduğu bütün büyük Ģehirlerde bu kanunların yazılı olduğu birer stel
diktirildiği Ģeklinde yeni bir yorum yapılmıĢtır.
Hammurabi kanunları, bir prologu (önsöz) izleyen 282 kanun maddesi ile bir epilog
bölümünden oluĢur ve bu bakımdan eski Sümer kanun yazıcılığına uygun bir Ģekilde kaleme
alınmıĢtır. Louvre Müzesi'ndeki çivi yazılı tabletler koleksiyonu arasında, Hammurabi
kanunlarının prologu bir tablette yazılı olarak bulunduğundan, bu durum, kanunların uzun ve
zor çalıĢmaların ürünü olduğunu göstermektedir.
Hammurabi, kanunlarının önsözünde, kendisinin Tanrı Anu ve Enlil tarafından
insanları
mutluluğa
kavuĢturmak
için
seçildiğini
Ģu
Ģekilde
ifade
etmektedir:
“Hammurabi'yi, tanrılara köle olmakla Ģereflenen prensi, memlekette adaleti hâkim
kılmak, huzursuzluğu ve kötülükleri kaldırmak, acizleri zorbalardan korumak için
tanrılar seçtiler”.
153
154
ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 517,518
ġ. M. Günaltay, a.g.e., s.519
Akkadça olarak yazılan Hammurabi kanunlarının prolog ve epilog bölümleri, Eski
Babil edebiyatının en mükemmel nesir örneklerinden birini teĢkil eder. Hatta bazılarına göre,
“Eserin edebi kıymeti yanında hukukî değeri gölgede kalmaktadır”.
Hammurabi, kanunlarının önsözünde ünvanlarını sayarken, “YaratılıĢı tayin eden
tayin eden Ulu Tanrı Enlil, Ea'nın oğlu
ben Hammurabi'yi,
memlekette
adaleti
Marduk
tecelli
için,
tanrı
korkusu
olan
ettirmem için, insanların üzerinde
güneĢ gibi tecelli etmem için, insanların bedenini rahat ettirmem için, Anu ve Enlil
adımı andılar.
Enlil'in çağırdığı Hammurabi'yim ben” demektedir. Bu ifade tahlil
edilirse, ilk defa bir “insan” ve onun refahı, huzuru için çalıĢan, onu koruyan bir “çoban
kral” kavramı görülür. Ünvanlarında bile bu düĢünce hakimdir: “Uruk halkına bol su temin
eden” O'dur. “Mari ve Tuttul halkını gözeten" O'dur. “Malku halkını sıkıntıdan koruyan” da O'dur. Böylece halk ile burjuvazi sınıfı ilk defa bu kral zamanında karĢımıza
çıkmaktadır. Yani Hammurabi, eskiden mevcut olan kanunları sistemleĢtirirken, birey ve
toplum hukukunu ayırmak suretiyle yeni bir ıslahat gerçekleĢtirmiĢtir. Bu yüzden
Hammurabi, sadece bir kanun koyucu değil, aynı zamanda büyük bir reformcudur.
Diğer taraftan Hammurabi, kanunlarında ilk defa borçlar hukukunu ele almak Ģartıyla
halkı, burjuvaziye karĢı korumuĢtur. Kanunlarında mimarın, hekimlerin ve iĢçinin
gündeliklerini ve ücretlerini tespit etmesinin gerekçesi, yine halkın korunması fikrinden
kaynaklanır. Borçlular, alacaklılara karĢı korunur. Borcunu veremeyen köylünün malını ve
hürriyetini müsadere etmek hakkı, zengin tüccarın elinden alınır. Köylüye faizsiz olarak
borcunu gelecek yılda ödeme hakkını tanır.
Bununla beraber Hammurabi kanunları, Sümer kanunları ile karĢılaĢtırıldığında, bazı
maddelerin eski Sümer kanunlarından alındığı veya hiç olmazsa eski Sümer Kanunlarının göz
önünde tutulduğu görülür.
Hammurabi kanunları ile ilgili bahsi bitirmeden evvel, bu kanunlarda yer alan ceza
hukuku hakkında da biraz bilgi vermenin yararlı olacağını düĢünüyoruz.
Hammurabi, Martu (Ammurru) bedevilerinin, medenî Ģehirlerde yerleĢmiĢ geleneklere
uyabilmeleri için, yeni kanunlar çıkarmak ihtiyacını duymuĢtu. Bu amaçla, Mezopotamya'da
mevcut eski kanunların hepsi gözden geçirilmiĢ ve neticede yeni bir sistem uygulanarak bir
codex (mecelle) meydana getirilmiĢtir.
Martu bedevilerini eski alıĢkanlıklarından vazgeçirmek ve Ģehir hayatına alıĢtırmak
amacıyla, Hammurabi kanunlarında cezalar son derece ağır ve Ģiddetlidir. Örneğin mabetten
bir Ģey çalmanın cezası ölümdür (madde 6). Hırsız yakalanırsa, çaldığı mallar fazlası ile
ödetilir, vermezse ölecektir. ÇalınmıĢ mala yataklık eden veya onu satın alan kimse de
öldürülecektir. Çocuk çalmanın (madde 14), yalancı Ģahitlik yapmanın (madde 3), iftira
etmenin (madde 1) cezası ölümdür. Bunların yanında, Hammurabi kanunlarında suçlunun
bileğini kesmek (madde 253), hayvanla sürüklemek (madde 256), suya atmak (madde 143)
gibi, ağır öldürme Ģekilleri görülür. Bütün Sami kavim geleneklerinde görülen "talion" yani
"kısasa kısas" prensibi, Hammurabi kanunlarının da esasını teĢkil eder. Madde 200'de :
"Eğer bir adam, kendi sınıfından bir adamın diĢini kırarsa, onun da diĢini kıracaklardır". Madde 196'da ise: "Eğer bir adam, hür bir adamın gözünü kör ederse,
onun da gözü çıkarılır" denilmektedir. "BaĢarısız bir hekim, hastasının gözünü kör
ederse, hekimin elleri kesilecektir" (Madde 218)
Bu maddelerde de görüleceği gibi, bütün kanun paragrafları "eğer" kelimesi ile
baĢlıyordu. Ġlk defa Sümer kanunlarında görülen bu sistem, muayyen suçlar için düzenlenmiĢ
kalıplardan ibarettir.
Hammurabi kanunlarının ilkel noktalarından biri, bizim anladığımız manâdaki hukuk
kavramı ile belediye nizamnamelerinin birbirine karıĢtırılmıĢ olmasıdır. Eskiçağlarda kanun
koyucular, toplumun bir tür çıbanları olan tefeciler, dolandırıcılar ve vicdansız kiĢilerle ancak
kanun yoluyla savaĢmaya çalıĢmıĢlardır. Bunun için, Eski Doğu kanunlarında fiyat tarifeleri,
narhlar görülür. Serbest meslek dediğimiz hekim, mimar vb. kiĢilerin ücretleri tespit edilir,
kiralar dondurulurdu (madde 196,273). Aynı gerekçe ile askerlikle ilgili hükümler de
Hammurabi kanunlarında yer almıĢtır. Çünkü, Hammurabi'nin devleti, gücünü ordudan
almakta idi.
Fakat, Hammurabi kanunlarında en göze batan Ģey, fertlerin kanun karĢısında eĢit
olmamalarıdır. Bu da toplumdaki insanların bir takım sosyal sınıflara ayrılmasının doğal bir
sonucu olarak kabul edilmelidir.155
Hammurabi’nin bizzat kendi tarafından dikte ettirilmiĢ olan birtakım mektupları da
bulunmuĢtur. Bu mektuplar, Babil hükümdarının fikirlerini, projelerini, o devrin idarî, içtimaî
ve hukukî vaziyetini belirlemek kanun mecellesi kadar ehemmiyetlidir.
Örneğin, Hammurabi'nin valilerinden birine yazmıĢ olduğu bu mektuplar, temeli
Sümer'ler tarafından kurulmuĢ olan devlet teĢkilâtının mahiyetini, halkın hükümete,
hükümetin halka karĢı vazife ve sorumluluklarını, hükümdar ve memurlarının genel
hizmetlerin gerçekleĢmesi yolunda ne gibi Ģeylerle meĢgul olduklarını göstermek itibariyle
tarihî büyük bir kıymete haizdir.156
155
156
E. MemiĢ, Genel Tarih, s,153-155
ġ. M. Günaltay, a.g.e. s.519
Örneğin, Hammurabi eski yerel yöneticileri Ģehirlerin baĢlarından alarak, yerine
kendisine bağlı valiler atayıp, Babil'in merkez ve taĢradaki yönetim birimlerinin sağlıklı bir
biçimde iĢleyebilmesini sağlayacak bürokratik kadrolar oluĢturdu. Devletin baĢında kral
olarak kendisi yönetimi tek elden yürüttü.
Tarihte kanunlarıyla ünlü olan Hammurabi'nin bu yasaları bölgesel devletten
imparatorluğa geçiĢ sürecinde, bölgelere göre değiĢmeyen örnek bir hukuk ve yönetim
anlayıĢı kurmak için yaptırdığı tahmin edilmektedir. Hammurabi'nin bu yasalar derlemesini
MÖ. 1750'li yıllarda oluĢturduğu ileri sürülür. Bu derleme, giriĢ, temel yasalar ve sonuç
olarak üç bölümden oluĢur. GiriĢ bölümünde ülke yararına yaptığı iĢleri sıralayarak övünen
Hammurabi, adaletli bir kral olduğundan, büyük kanallar ve binalar yaptırdığı için halkın
kendisine olan güvencim artırdığından söz eder.
Kralın yargıçları da, ellerinde Hammurabi yasalarıyla, ülkeye yayılmıĢlardır. Ayrıca
bu yasa derlemesinden ve Hammurabi'nin valilere sık sık yazdığı mektuplardan anlıyoruz ki,
tüm ülkede malların pazarlardaki satıĢ fiyatları da belirleniyordu. Merkezi iktidarların tüm
ülkeyi denetlemesini sağlayan araçlar olarak, bürokrasi, hukuk ve sabit pazar fiyatları
geliĢtirilmiĢti.157
Fakat gerek bu mektuplarda ve gerek kanun mecellesinde görülen esasların Amurru
Samîleri’nin içlerinden doğmuĢ prensipler oldukları, I. Babil Sülâlesi devrinde orijinal yeni
fikirler görülememesi, sanat hususunda da ilerleme değil, aksine bir gerileme gözlenmiĢtir.
Bu devirde dini sahada bile hiçbir orjinalite, hiçbir yaratıcılık görülememektedir.158
Hammurabi'den sonra iç isyanlar ve dıĢardan gelen Kassit saldırıları yüzünden Babil,
fazla uzun ömürlü olmamıĢtır. I. Babil Devleti, Hitit Kralı I. MurĢili tarafından MÖ. 1550'de
ortadan kaldırılmıĢ, kentin zenginlikleri yağmalanmıĢ, halkı Dicle boylarına sürülmüĢtür.159
Fakat Hititler'in de bu ülkede uzun süre kalamayıĢlarından doğan boĢluktan yararlanan Kaslar,
Babil topraklarına hâkim oldular.160 Eski Babil Devleti’nin yerini Kaslar aldıysa da, bunlar da
MÖ. 1100’lerde Asurlular tarafından yıkılmıĢlardır. Daha sonraki yüzyıllarda kurulan Yeni
Babil Devleti de, Yunan tarihçisi Herodotos'tan öğrenildiğine göre, MÖ. 539 yılında Persler
tarafından ortadan kaldırılmıĢtır.161
157
R. Yıldırım, Önasya Tarih ve Uygarlıkları, s.35,36.
ġ. M. Günaltay, a.g.e., s.519
159
E. MemiĢ, Genel Tarih, s.140.
160
R. Yıldırım, a.g.e., s.36.
161
E. MemiĢ, Genel Tarih, s.140.
158
6. ĠSĠN – LARSA DEVRĠ
III. Ur Sülalesi’nin yıkılmasından sonra (MÖ.1960) Mezopotamya'nın siyasi haritasının tamamen değiĢtiğini görüyoruz. Akkadlarla baĢlayan Büyük bir Cihan devleti ideali
yok olmuĢ, onun yerine, zamanında Ur’a bağlı bulunan hemen her Ģehirde küçük bir krallık
kurulmuĢtu. Belki de bu krallar, özellikle Elam kralı tarafından uygulanan "Parçala ve
hükmet" kuralına göre hareket etmiĢlerdir. SavaĢlardaki hizmetlerine karĢılık valilere bağımsızlık verilerek, aralarında çıkacak anlaĢmazlıklardan yararlanmak düĢünülmüĢtür.
III. Ur Sülalesi’nin yıkılmasıyla baĢlayan bu dönemde, eski ve büyük Ģehirlerin
birçoğu önemini kaybetmiĢtir. Öte taraftan, eski devirde küçük bir kasaba olan bazı Ģehirler
ise önem kazanmıĢlardır. Örneğin, Er sülaleler devrinden bu yana var olduğu bilinen ve III.
Ur krallarına merkez olan Ur Ģehrinin yakılıp yıkıldığını, halkın büyük bir kısmının baĢka
yerlere kaçtığını göz önüne getirebiliriz. Ancak, Ur Ģehri o dönemlerde nehir kenarında iĢlek
bir liman olduğundan, bu devirde de önemini koruyacaktı. Buna karĢın Ur'un kuzey
batısındaki tarihi Uruk Ģehri ömrünü tamamlamıĢtı. Uruk daha sonra SingaĢid isminde bir
Martu Ģeyhinin eline geçmiĢtir. Ancak zamanla önemini kaybetmiĢtir. Fırat ve Dicle
nehirlerinin arasında bulunan Girsu (bugünkü Telloh) ve LagaĢ (Tel el Hiba) Umma,
ġuruppak, KĠġ ve Adab gibi eski devirde ünlü Sümer sülalelerinin yaĢadıkları Ģehirler, bu yeni
devirde yıldızları parlayan Ġsin ve Larsa Ģehirlerinin tebası olmuĢlardı.
III. Ur sülalesinin çökmesinden sonra Mezopotamya Ģehirlerindeki halkta da bir
değiĢme meydana gelmiĢti. Memleketin en eski halkı olan Sümerler, artık siyaset dünyasından
kesin olarak çekilmelerine rağmen, hâlâ önemli bir kitle teĢkil ediyorlardı. Akkadlar da
SümerleĢmekle beraber, kendi dillerini konuĢuyorlar ve yazıyorlardı. Elam savaĢlarından
sonra güneyde Elam iĢgal kuvvetlerinin bulunduğuna da Ģüphe yoktur. Elam sülalesi dönemin
sonlarına doğru Larsa Ģehrinde üslenecekti. Bütün bu etnik unsurlara Ģimdi bir de Batı Sami
bir lehçe konuĢan Martu (Amurru) bedevileri eklenmiĢti. Örneğin, bu döneme adlarını veren
Ġsin ve Larsa sülalelerini kuranlar Amurru Samîleri’nden idiler.
III. Ur Sülalesi’nin yıkılmasından sonraki iki asrın tarihi bu iki Ģehrin etrafında
meydana gelecekti. Öyle ki bu iki Ģehrin tarihini ayrı ayrı incelemeye imkân yoktur. Bu iki
Ģehir devleti sonuna kadar birbirleriyle mücadele edeceklerdi. Bu mücadelenin iki önemli
sebebi vardı:162
1- Nippura hakim olmak
2- Basra körfezi ticaretini elde tutmak
162
F.Kınal, a.g.e., s.103
Bunlardan Nippur'un önemi, bu Ģehrin Sümerlerin baĢ tanrısı Enlil’in tapınma merkezi
olmasından ileri geliyordu. Zira halk BaĢ tanrının memleketi idare etmek için istediği bir Ģahsı
seçtiğine inanıyordu. Krallar halkın bu inancını kendi iktidarları için istedikleri gibi
sömürüyorlardı. Bunun dıĢında Nippur’da kralların taç giyme merasimi yapıldığından dolayı,
gerek bu törenler için, gerekse haç ziyaretleri için çeĢitli yerlerden halk bu Ģehre geliyordu.
Böylece Nippur’un dini bakımdan olduğu kadar, iktisadi bakımdan da önemi büyüktü. ĠĢte bu
nedenle Ġsin ve Larsa kralları da III. Ur Sülalesi’nin meĢru varisinin kendileri olduğu
iddiasıyla, Nippur’a hâkim olmak istiyorlardı. Özetle söylemek gerekirse, Nippur hadisesi iç
politikada bir prestij meselesi idi.
Basra körfezi ticaretine gelince, Ġsin Ģehri için bu tamamen hayati bir öneme sahipti.
Bu devrin ekonomisine canlılık kazandıran Larsa iktisadi vesikalarının tetkiki göstermiĢtir ki,
III. Ur Sülalesi zamanında, (MÖ. 2060-1960) Elam (Ġran) memleketi ile cereyan eden ticari
rekabet, sonraları da aynı Ģekilde Ġsin ve Larsa krallıkları arasında devam etmiĢtir. Ne var ki
bu dönemde Elam’ı Larsa krallığı temsil edecektir. Ġsin krallığı ise Mari’li bir Martu olan
ĠĢbierra tarafından kurulmasına rağmen, Yeni Sümer Devleti’nin yerini alacaktı.
ĠĢte III. Ur sülalesinin MÖ. ca. 1960 senesinde çökmesinden Babilli Hammurabi
tarafından Mezopotamya'nın yeniden siyasi birliği kuruluncaya (MÖ. 1750) kadar geçen iki
asırlık tarihe, bundan yüzden "Ġsin-Larsa devri" adı verilmiĢtir. Ancak, Hammurabi’nin
mensup olduğu I. Babil Sülalesi, Yeni Sümer Devleti’nin yıkılmasından tam bir asır sonra
kurulacaktır. Babil Ģehrinin MÖ. 1950-1850 arasındaki tarihi henüz karanlıktır. Ancak MÖ.
19. Yüzyıl’ın ilk yarısında Babil, Asur, Mari Ģehirlerinde Amurit kökenli sülalelerin
kurulmasıyla birlikte Mezopotamya medeniyetine Samî kavimler de damgalarını basacaklardı.
Ġsin-Larsa dönemi boyunca her iki Ģehirde de sülale değiĢmeleri olduğunu göreceğiz.
Ancak, buna rağmen bu iki Ģehir arasındaki çekiĢme sürekli devam edecektir. Bu ard arda
meydana gelen savaĢlar memleketin ekonomisini ve insan gücünü sürekli olarak
zayıflatıyordu. Bu durumdan, gözü daima Mezopotamya'nın bereketli topraklarında olan
Elam devleti yararlanacaktı.163
Bu devrin vesikalarına gelince, Ġsin-Larsa devrinin vesikaları ile Yeni Sümer Devleti
vesikaları arasında nitelik açısından bazı farklar vardır. Bunlar yeni devrin getirdiği sosyal
reformların, yeni ekonomik Ģartların doğal sonucu idi: Yeni Sümer Devleti, diğer eski Sümer
devletleri gibi, devletçilik esasına dayanan teokratik bir sosyalizm ile idare ediliyordu. Bu
sistemin gereği olarak, III. Ur sülalesi Dönemi’nin ekonomik vesikaları arasında arazi veya
163
F.Kınal, a.g.e., s.104
gayri menkul satıĢına dair bir vesika bulunmamıĢtır. Buna karĢı Ġsin-Larsa döneminde tarla,
çayır, mera gibi taĢınmaz malların alınıp satıldığını, kiraya verildiğini, miras bırakıldığını
gösteren yüzlerce vesika vardır.
Ġsin-Larsa dönemi ekonomik vesikaları devlet ekonomisi yerine, özel mülkiyet
ekonomisinin baĢladığını gösteriyordu. Bunun sonucu olarak Larsa'da birçok senet, kontrat,
makbuz gibi iktisadi hayatı yansıtan vesikalar bulunmuĢtur. III. Ur Sülalesi zamanında
gümüĢle ödenen dıĢ ticaret veya ithalata ait tek bir vesika bulunmadığı halde, bu yeni devirde
gümüĢle ödenmiĢ bir dıĢ ticaretin varlığı tespit edilmiĢtir.
Öte yandan Larsa iktisadi vesikaları Larsa'da yaĢayan halkın sosyal durumu hakkında
da bizi aydınlatmaktadır. Özel mülkiyet ekonomisinin yarattığı Ģartların doğal sonucunda,
büyük Ģehirlerde küçük bir zümrenin zenginleĢtiği, halkın büyük kısmının darlık içinde
bulunduğu görülüyor. Bu yüzden, Ġsin kralları halkın borçlarının affedildiğine dair fermanlar
çıkarıyorlardı. Halbuki III. Ur sülalesi zamanında bu tür vesikaya rastlanmaz, Her ne kadar bir
Ġsin arĢivi henüz bulunmamıĢ ise de, vesikalar üzerindeki tarihlemelerden böyle bir devlet
arĢivinin varlığı anlaĢılıyor.
a) Ġsin Krallığı
Bugünkü ĠĢan-Bahriyat harabelerinde bulunan bu krallık, Ġbi-Sin’in Ġsin valisi olan
ĠĢbierra tarafından kurulmuĢtu. ĠĢbierra, Ġbi-Sin'in 13. senesinden itibaren vesikaları kendi
adına tarihlemeye baĢladığına göre, bağımsızlığını MÖ. 1971 senesinde ilan etmiĢti. Larsa
valisi Naplanum ise Ġbi-Sin'in 8. idare yılında isyan etmiĢti. Gerçi bu iki eski valinin Elam
savaĢları sırasındaki davranıĢları belli değildir. Ancak, pasif kalmaları bile, düĢmana yardım
sayılırdı. Elam kralı savaĢtan sonra Ur'da yeterli miktarda bir iĢgal kuvveti bırakarak, kendisi
memleketine dönmüĢ olmalıdır. Çünkü, Ġsin kralı ĠĢbierra, savaĢtan beĢ sene sonra Ur Ģehrini
Elamlılar’dan geri almıĢtı.
Kral listesine göre ĠĢbierra 32 sene idare ettikten sonra MÖ. 1939’da yerine oğlu ġuiluĢu (MÖ.1939-1929) geçmiĢti. Onun oğlu Ġddin-Dagan (MÖ.l929-1909) ve torunu ĠĢmeDagan (MÖ.1909-1890) da Ġsin'in sınırlarını kuzeye doğru geniĢletmeye çalıĢmıĢlardır.
Örneğin, Ġddin-Dagan’ın Der Ģehrini ele geçirdiğini bir sene ismiyle biliyoruz. ĠĢme-Dagan’ın
Nippur’a da hâkim olduğunu, Nippurlular’ı askerlik görevinden ve vergiden affeden
fermanından anlamaktayız.
ĠĢme-Dagan zamanında (MÖ. 1909-1890) Ġsin Krallığı’nın çok zor günler geçirdiği,
kralın bunlara karĢı bazı sosyal tedbirler aldığı anlaĢılıyor. Ancak, bu yenilik giriĢimi her
halde bir sonuç vermemiĢti. Çünkü, oğlu ve halefi Lipit-ĠĢtar (MÖ. 1890-1879) tarafından III.
Ur sülalesinin kurucusu Ur-Nammu döneminden itibaren yürürlükte olan kanunlar kaldırılmıĢ
ve yeni kanunlar çıkarılmıĢtı.164
Ur-Nammu’dan iki yüzyıl sonra165 ve Hammurabi'den yaklaĢık olarak 150 yıl önce
Ġsin Sülalesi’nin 5. kralı Lipit-ĠĢtar, Ġsin'de bazı yenilikler yapılmasını gerekli görmüĢ ve yeni
kanunlar çıkarmıĢtı. Yedi tablet üzerine yazılan bu kanunlar, Lipit-iĢtar ve sülalesi Samî
kökenli oldukları halde, Sümerce olarak yazılmıĢtı. Çünkü, son Sümer devleti olan III. Ur
Sülalesi daha yeni çökmüĢ olduğu için, halkın büyük çoğunluğu hâlâ Sümerli olmuĢ
olmalıdır.
Lipit-ĠĢtar kanunları, 1947 yılında R. Steel tarafından bulunmuĢ ve neĢredilmiĢtir.166
Lipit-ĠĢtar bu kanunlarda büyük tanrılar olan Anu ve Enlil’in özellikle kendisini, memlekete
adaleti getirmesi, Ģikâyetçileri sürmesi, düĢmanlarını ve isyancıları silah gücüyle sindirmesi,
Sümer ve Akkadlar’a iyi bir yaĢam getirmesi için memleketin prensliğine seçtiklerini
öğünerek söylüyor.167 Önce, Lipit-ĠĢtar'a ait bir kaside olduğu zannedilen tabletin, bu
kanunların prolog kısmı olduğu anlaĢılmıĢtır. Bu prolog genel olarak, Ur-Nammu kanunlarının prologunun hemen hemen aynısıdır. Tek farklı yanı, sadece kiĢi ve yer adlarıdır.
Gerçekten, söz konusu kanunların prolog kısmında Ģu ifadeler yer almaktadır: "Tanrılar
babası büyük Anu ve memleketin kralı Enlil, kaderleri tayin eden bey, Anu'nun KIZI
Nin-Ġsinna'ya ....onun parlak alnı ... ve ... için... onlar Sümer ve Akkad krallığını ona
verdikleri zaman, onun Ģehri Ġsin'de Anu tarafından iyi idare yerleĢtirildi. Anu ve Enlil,
Lipit-îĢtar'ı, akıllı çobanı, memlekette adaleti kurmak, Ģikâyetleri durdurmak, Sümer'e
ve Akkad'a huzur getirmek için çağırdılar. Onun ismi Nunammir tarafından
söylenmiĢtir. Sonra ben Lipit-ĠĢtar, Nippur'un mütevazı Çobanı, Ur'un Yiğit çiftçisi,
Eridu'yu terketmeyen, U-ruk'un yakıĢıklı beyi, Ġsin kralı, Sümer ve Akkad'ın kralı,
Ġnanna'nın hoĢuna gittim. Enlil'in emrini dinleyerek Sümer ve Akkad'a adaleti
yerleĢtirdim.
Nippur'un, Ur'un, Ġsin'in ve Sümer ve Akkad'ın kızlarının, oğullarının
hürriyetlerini sağladım. Onları, esirliğin boyunlarına yüklediği boyunduruktan kurtardım........ uyarak babayı çocuklarının sahibi yaptım.
Babanın evine ve biraderin evine ...... tim. Ben Lipit-ĠĢtar, Enlil'in oğlu, babanın evine
ve biraderin evine .......getirdim."
164
F. Kınal, a.g.e., s. 106
S. N. Kramer, Çeviren Muazzez Ġlmiye Çığ, Tarih Sümer’de BaĢlar, TTK Yayınları, s.87
166
E. MemiĢ, Genel Tarih, s.150
167
S. N. Kramer, a.g.e., s.87
165
Lipit-ĠĢtar kanunlarının epilog kısmı da, bütün Eski Doğu krallarının ölümlerinden
sonra eserlerini korumak için sığındıkları muayyen dua ve beddua formüllerini taĢıyordu:
“UTU'nun yüksek emirlerine uygun olarak Sümer ve Akkad'ın gerçek adalete bağlı
kalmalarını sağladım. Gerçekten ben Lipit-ĠĢtar, Enlil'in oğlu, düĢmanlığı ve
ayaklanmaları Enlil'in emriyle ortadan kaldırdım. Ağlamaları, sızlamaları ve yaĢları
dindirdim. Hak ve adaletin yaĢamasını sağladım. Sümerler'e ve Akkadlar'a mutluluk
Setirdim. Sümer'e ve Akkad'a mutluluğu yerleĢtirdikten sonra bu taĢı diktim. Bu taĢa
zarar vermeyenin, eserime hasar vermeyenin, yazılarını silmeyenin, üzerine kendi adını
yazmayanın ömrü uzun olsun, Ekur'da yükselsin, Enlil'in parlak alnı onu
küçümsemesin. Fakat, taĢa zarar verene, eserimi bozana, kaidesine girene, üzerine
kendi adını yazana lanet olsun. Bu lanet, onun yerine de baĢkasını koyacaktır."
Lipit-iĢtar kanunlarının maddelerine baktığımızda ise, ilk üç maddesi, tabletin baĢ
tarafı kırık olduğu için eksiktir. Mevcut 37 madde konularına göre Ģöyle ayrılır:
4-5. maddeler : Gemi kiralama
7- 11. maddeler : Gayrimenkul (tarla) mülkiyeti ve kiralaması
12-14. maddeler : Köle mülkiyeti
15-17. maddeler : Amme hukuku
18-19. maddeler : Vergi ihmâli suçu
20-33. maddeler : Aile hukuku ve adoption (evlatlık alma)
34-37. maddeler: Hayvan kirası
Lipit-ĠĢtar kanunlarının Sümerce yazılmıĢ olmasını dini sebeplere bağlayan bilginler
vardır. Ancak asıl nedeni, Ġsin-Larsa devrinde Sümerce'nin artık yazı dili olmaktan çıkması ve
sadece rahiplerin anladığı ve kullandığı bir din dili (liturjik dil) olmasıdır. Nitekim, aynı
dönemde EĢnunna (Tel Asmar) Ģehrinde çıkarılan kanunlar da Akkadça yazılmıĢtır.168
Fakat Ġsin Sülalesi’nin bu büyük Ģahsiyeti, idaresinin 11. senesinde rakibi Larsa kralı
Gungunum'un saldırısına uğramıĢtır. Bunun sonucunda sadece tahtını değil, belki de hayatını
da kaybetmiĢti.169
b) Larsa Krallığı
Bu döneme adını veren Ģehirlerden ikincisi Larsa'nın, Sen Kreh harabeleri olduğu
Loftus tarafından keĢfedilmiĢti. Sonra Andre Parrot da Larsa'nın meĢhur güneĢ mabedinin
(E.Babbar) yerini doğru olarak bulmuĢ ve Larsa'da ilk sistemli kazıları 1932/33 senelerinde
168
169
E. MemiĢ, a.g.e., s.150-151
F. Kınal, a.g.e., s.106.
Andre Parrot yapmıĢtır. Yeni Babil krallarından Nabonid'in tamir ettirdiği Larsa Zigguratı ve
Larsa kralı Nur-Adad’ın sarayının temelleri bu kazılarda ortaya çıkarılmıĢtır. Bu arada 200
parça tablet de bulunmuĢtur.
Bir kral listesinde (WB 62) Tufandan önceki beĢ sülale arasında Larsa'nın adı
geçiyordu. Nitekim Larsa kazılarında Cemdet-Nasr devri tabakalarında bulunan piktografik
tabletlerde Larsa adı "doğan bir güneĢ" resmi ile gösteriliyordu. Daha sonra Er sülaleler III
devrinde LagaĢ kralı Eannatum, Akbabalar stelinde güneĢ tanrısının mabedi E.Babbar'a bir
boğa kurban ettiğini bildirir (SAKI20). Lugalzagesi de kitabesinde "Babbar'ın sevgili
Ģehrini (Larsa)'yı su ile sevindirdiğini", yani Larsa'ya kanal açtırdığını söyler (SAKÎ 15).
Böylece Larsa'nın varlığı Sümer tarihinin baĢlarından itibaren biliniyor. Ancak, bu eski Ģehir
en parlak çağını III. Ur Sülalesi’nin yıkılmasından sonra yaĢamıĢtır. Çünkü, Mezopotamya
tarihinde bir devre (M.Ö.1950-1750) onun ve rakibi Ġsin Ģehrinin adı verilmiĢtir.
III. Ur Sülalesi’nin son kralı Ġbi-Sin zamanında Larsa valisi olan Naplanum isyan eden
valilerin birincisi idi. Larsa kral listesinde onun halefleri olarak gösterilen Emisum, Samum
ve Zabaia haklarında ise hiçbir bilgiye sahip değiliz.
Fakat Larsa krallarından Zabaia'nın oğlu olan Gungunuma Larsa krallığının gerçek
kurucusu denilebilir. Çünkü, dört selefi hakkında hiç bir Ģey bilinmediği halde, onun idare
yıllarına ait sene isimleri vardır. Hatta Larsa’nın dıĢında Sus, Ur ve EĢnunna’da da vesikalar
onun adıyla tarihlenmiĢtir. Fakat, bu vesikalardaki olayları tarih sırasına göre düzenlemek
gerekir. Bu sene isimleriyle Gungunum’un idaresinin ilk yıllarında AnĢan’a sefer ettiğini
biliyoruz. Öte taraftan Ur kazılarında bulunan bir kitabede: ―Sümer ve Akkad’ın kralı ĠĢmeDagan'ın kızı, baĢ rahibe Enannatum'un Ur kralı Gungunum’un canı için bu adağın yapıldığı‖
bildirilmektedir. Ġsin kralının kızı, Larsa kralının hayatı için acaba niye kurban sunar? Öyle
anlaĢılıyor ki, Lipit-ĠĢtar, babası ĠĢme-Dagan’ın BaĢ rahibe yaptığı kız kardeĢini görevinden
affederek kendi kızını baĢ rahibe tayin etmiĢti. Bunun üzerine eski baĢ rahibe düĢman Ģehrin
kralı Gungunum'un yardımını istemekten çekinmemiĢti. Ur Ģehrini ele geçirmek için fırsat
bekleyen Gungunum Ur üzerine yürümüĢ, buna engel olmak isteyen Lipit-ĠĢtar’ı da mağlup
ederek Ġsin'i ele geçirmiĢti. Lipit-ĠĢtar’ın akıbeti hakkında bilgimiz yoktur. Fakat, Ġsin
Krallığı’na Ur-Ninurta isminde birisini tayin etmesi sonunda ĠĢbierra sülalesi sona ermiĢ
oluyordu.170
170
F. Kınal, a.g.e., s.106,107.
c) Ġsin’de Ur Ninurta Sülalesi
Lipit-ĠĢtar’a kral listesinde 11 sene verildiğine göre, Gungunum Ġsin’i MÖ. ca. 1879
senesinde ele geçirmiĢ olmalıdır. Sus’ta bulunan bir tablet Gungunum’un 16. yılı tarihini
taĢıdığına göre, Larsa kralının Elam seferi dört sene sonra (MÖ. 1875) yapılmıĢtır. Olayların
bu sırası dahi Gungunum'un ileri görüĢlü bir komutan olduğunu gösterir. Doğrudan doğruya
Ġsin’e hücum etmemiĢ, Ġsin’in bütün manevi kuvvetini ve Ģerefini temsil eden Ur Ģehrini ilk
hedef olarak almıĢtır. Ur’u ele geçirmekle de III. Ur Sülalesi’nin meĢru varisinin Larsa
sülalesi olduğunu ispat ettikten ve ordusunu yeteri kadar takviye ettikten sonra uzak ve zor
olan Elam seferine çıkmıĢtı.
Diğer taraftan EĢnunna (Tel Asmar) arĢivi vesikaları arasında EĢnunna kralı Azuzu’ya,
bir vesikada "Kunkunum’un adamı" denilmektedir. Bu da Gungunum’un Diyala
bölgesinden geçerek Elama gittiğine bir delil olabilir.
Böylece Gungunum’un 27 senelik idaresi döneminde (MÖ. 1902-1875) Larsa Devleti,
kuzeyde Babil’in kapısı sayılan Malgum’dan Basra Körfezi’ne ve doğuda Sus’a kadar
sınırlarını geniĢletmiĢti.
Onun Ġsin tahtına oturttuğu Ur-Ninurta (MÖ. 1879-1851) ile yeni bir sülale iĢ baĢına
gelmiĢti. Ur-Ninurta Larsa kralının adamı olduğunu hafızalardan unutturmak için, baĢtan baĢa
Ģahsına ait övgülerle dolu üç kaside yazdırmıĢtı. Bunlarda kendisine "Ur, Uruk ve
Eridu'nun hakimi" ünvanını vermektedir. Ur ve hatta özellikle Ġsin üzerinde fiilen
Gungunum’un hâkim olduğunu bildiğimiz için, bu sıfatların boĢ bir övünmeden baĢka bir
değeri yoktur. Bununla birlikte Ur-Ninurta'ya çivi yazısı hukuku tarihinde seçkin bir mevki
verilmiĢtir. Çünkü, onun döneminden kalan birçok kopyaları bulunan bir tablette "Susan
kadın" davasından dolayı Nippur halk meclisinin aldığı bir "Yasa Kararı"’ndan
bahsedilmektedir. Yine Ur-Ninurta’ya ait bir sene isminden de onun Nippurlu vatandaĢlara,
vergiden muaf olduklarına dair bir ayrıcalık gösterdiğini öğreniyoruz. Her iki vesikanın da
Nippurla ilgili olan bu kayıtlardan Ur-Ninurtan’ın Nippur’a hâkim olmasıyla yorumlanamaz
düĢüncesindeyiz. Çünkü Gungunum hayatta olduğu sürece, sadece onun izni ile Nippur’la
ilgili bir karar alınabilirdi. Herhalde Gungunum Nippurlular’a eski Ġsin krallarından ĠĢmeDagan’ın verdiği ayrıcalıkların kendisi tarafından da esirgenmediğini göstermek için, UrNinurta’ya böyle bir karar aldırmıĢ olmalıdır. Burada Ur-Ninurta'nın Gungunum'un
ölümünden sonra Nippur’a hâkim olması da düĢünülemez. Çünkü Ur-Ninurta, Nippur’u geri
almak için, Gungunum’un ölümünden sonra, yerine geçen oğlu Abisare'ye harp ilân etmiĢtir.
Fakat, bu savaĢta mağlup olmuĢ, bir sene sonrada, belki de yenilgisi nedeniyle öldürülmüĢtür.
Ancak Ur-Ninurta'nın oğlu Bur-Sin (MÖ. ca. 1851-1830) Larsa kralı Abisare’den hem
babasının intikamını, hem de Nippur’u almayı baĢarmıĢtı. Ancak, Abisare'nin oğlu Sumu-El,
idaresinin 4. yılında Ġsin'e ait bazı toprakları aldıktan sonra, kuzeye doğru yürüyerek KiĢ’i de
ele geçirmiĢ, Larsa'nın surlarını yeniden yaptırmıĢtı. Fakat KiĢ'te bulunan bir tablette
"Kazallu’nun tahrip edildiği ve Larsa ordusunun vurulduğu sene" tarihinden Sumu-El'in
baĢarısının geçici olduğu anlaĢılmıĢtır.
Eski büyük KĠġ Ģehrinde bu dönemde güçlü bir krallık bulunmadığı ve Babil'den
sadece 25 km. uzakta olduğu için, Larsa kralına karĢı savaĢan ve onu yenilgiye uğratan bu
kuvvetli kralın I. Babil Sülalesi’nin kurucusu Sumu-Abum olduğu zannedilmektedir.171
Sumu-la El'in Ġsinli çağdaĢını kesin olarak bilmiyoruz. Ancak, bu Ģahıs Bur-Sin
olabilir. Onun oğlu Lipit-Enlil’in (MÖ. 1830-1825) beĢ senelik idaresinden hiç birĢey
bilmiyoruz. Fakat Ġsin kralı Lipit-Enlil’in oğlu Ġrra-Ġmitti zamanında Nippur’un tekrar Ġsin
hâkimiyetine geçtiğini bir sene isminden anlıyoruz. Ancak, bu kralın 7. senesinde meydana
gelen garip bir olayla Ġsin’de sülale yine değiĢmiĢti. Akitu denilen YılbaĢı bayramlarında idari
makam sahipleri, yerlerini geçici olarak baĢkasına bırakırlardı. Ġrra-imitti de kendi yerine
bahçıvan Enlil-Bani'yi tahta oturtmuĢtu. Ġrra-imitti’nin Ģölende çok sıcak bir yemeği yerken
ölmesi üzerine, Enlil-Bani tahtın meĢru varisi sayılmıĢ ve kral olmuĢtu. Fakat Ġsin Kral
Listesi’nde Ġrra-imitti ile Enlil-Bani ( MÖ. ca l818–1794) arasında 6 ay idare süresi verilen
Tappia isimli bir Ģahıs adı geçtiğinden, Ġrra-imitti’nin ölümünün bir takım karıĢıklıklara yol
açtığı, fakat Enlil-Bani’nin iktidarda kalmayı baĢardığı anlaĢılmaktadır. Enlil-Bani tanrıların
bu lütfuna teĢekkür olarak Ġsin vatandaĢlarına vergiden muafiyet ayrıcalığı vermiĢti.
Enlil-Bani dönemine ait vesikalar, bu kralın bir takım sosyal reformlar yaptığını
gösterir. Bunlardan birisinde "Enlil-Bani’nin Ġsin’de ve Nippur’da adaleti yeniden
sağladığı" bir diğerinde "Arpa mahsulünden sarayın almakta olduğu 1/5 hissesinin
1/10’a indirdiği ve MuĢkenular’ın (Sosyal bir sınıf) ayda 4 gün angaryada
çalıĢtırılacağı" bildirilmektedir. Alınan bu tedbirler bize Ġsin’de halkın huzursuz olduğunu
gösterir. Hemen hemen bütün krallar kendi adaletinden söz etmek lüzumunu duymaktadır. Bu
yeni reformların ne derece uygulandığını, ne netice verdiğini kontrol edebilecek vesikalar
yoktur. Sadece Sümer Kral Listesi Enlil-Bani'den sonraki Ġsin kralları için üçer dörder senelik
idare süresi gösteriyor. Bu, memlekette siyasi istikrarın olmadığını gösteriyor. Fakat bütün bu
elveriĢsiz duruma rağmen, Ġsin-Larsa Ģehirleri arasındaki rekabet ve mücadele devam etmekte
171
F. Kınal, a.g.e., s.109.
idi. Bu sürekli seferberlik hali devletin mali gücünü tüketiyor, her hangi bir gelir kaynağı
sağlamak yoluna gidilemiyordu.
Bu sırada Larsa'nın durumu da Ġsin’inkinden farklı değildi, hatta daha da kötüydü.
Larsa'da kral Nur-Adad'ın idaresinden itibaren felâketlerin baĢladığı görülür. Utu’ya yönelen
feryatları Ģehirden uzaklaĢtıran, Larsa tahtının temelini sağlamlaĢtıran ve Larsa'nın dağılmıĢ
halkını yeniden iskân eden gibi ünvanlardan Nur-Adad zamanında Larsa'nın bir felakete
uğradığı anlaĢılıyorsa da, felaketin mahiyeti bilinemiyor. Yalnız bu kral zamanında Fırat ve
Dicle nehirlerinin yataklarının değiĢtirilmesi, halkın yeniden iskân edilmesinden bahsedilmesi, bu kral zamanında Larsa'nın büyük oranda bir su baskınına uğradığı ve bu taĢma
neticesinde halkın büyük zararlara uğradığı tahmin edilmektedir.
Larsa kralı Nur-Adad'ın oğlu Sin-Ġddinam'a vesikalarda "Adaletin çobanı" denilir.
Gerçekten bu kral, sülalesinin en kuvvetli Ģahsiyeti gibi görünür. Bir defa 7 sene gibi çok kısa
bir zaman idarede kaldığı halde, onun dönemine ait pek çok vesika vardır. Bunlar sayesinde
onun idaresinde Larsa Krallığı’nın bir kalkınma hamlesi yaptığını anlıyoruz. Bu hamle devlet
hudutlarını yeniden geniĢletmede kendini gösterir.172 Sin-iddinam, 4. senesinde I. Babil
Sülalesi’nden Sumu-la El'in tarafsızlığını sağlayarak Diyala bölgesine ve Elam’a yaptığı
seferde, sadece Nippur’u Ġsinliler’den almakla kalmamıĢ, EĢnunna kralı WaraĢĢa’ya da
hâkimiyetini tanıtmıĢ ve onu vergiye bağlamıĢtır.
Larsa kralı Sin-iddinam dönemine ait Larsa’lı memurlara arpa dağıtılmasını gösteren
listeler vardır. Bu listelerdeki bütün Ģehirler Larsa'ya bağlıysalar, o zaman Larsa Krallığı
Diyala bölgesinden Ġsin’in topraklarına kadar uzandığını kabul etmek gerekecektir. Siniddinam da, selefleri gibi, imar ve inĢaat iĢleri ile uğraĢmıĢtır. Larsa'daki meĢhur Ebabbar
mabedini yaptırmıĢtır. Babası Nur-Adad zamanında değiĢtirilen nehir yatakları yine eski
haline getirilmiĢtir. Bu suretle Larsa Ģehrinin nehir nakliyatından tekrar faydalanması
sağlanmıĢtı. Sin-iddinam, ölüm Ģeklini bildiğimiz nadir krallardan biridir. ġamaĢ mabedinin
onarımı sırasında üzerine düĢen bir taĢın altında kalarak ezilmiĢtir.
Sin-iddinam'ın halefleri olan Sin-eribam (5 sene) ile SiniqiĢam’ın (5 sene) kısa süren
idareleri zamanında Ġsin’de de Zambia hüküm sürüyordu. Her iki Ģehir devletinin de artık
sonu gelmiĢti. Buna rağmen idareciler bu durumu görmekten uzaktılar ve hâlâ neticesiz
savaĢlarla birbirlerini yıpratmakta direniyorlardı. Larsa Sülalesi’nin sondan bir evvelki kralı
SiniqiĢam, Ġsin kralı Zambia ile uğraĢtığı sırada, kuzeydeki komĢu Kazallu ile Elam kralı
Kudur Mabuk Larsa'daki olayları dikkatle izliyorlardı. Son Larsa krallarına beĢer senelik idare
172
F. Kınal, a.g.e., s.109.
süresi gösterilmesi, devlette istikrar olmadığını göstermektedir. Nihayet son Larsa kralı SilliAdad da tahta çıkar çıkmaz Ġsin savaĢlarına devam etmiĢti. Fakat bu sırada Kazallu Ģehri,
Larsa ordularının Ġsin savaĢlarında meĢgul bulunmasından yararlanarak Larsa üzerine
yürümüĢ ve Ģehri zorlanmadan iĢgal etmiĢti. Fakat daha Gungunum'un Elam'ı istilasından beri
Larsa'dan alınacak intikamı olan Elam kralı Kudur-Mabuk, senelerden beri beklediği fırsatı
Kazallu Ģehrine kaptırmazdı. Bunun için Kudur-Mabuk ordularını süratle Larsa üzerine sevk
etmiĢ ve Larsalılar’ı sözde düĢmanlarından kurtarmıĢtı. Fakat Kudur-Mabuk Larsa'yı zapt
ettikten sonra kendisi memleketine dönmüĢ, Larsa Krallığı’na da oğlu Warad-Sin'i tayin
etmiĢti. Böylece Larsa'da Elamlı yeni bir sülale iĢ baĢına gelmiĢ oluyordu.173
d) Kudur – Mabuk Sülalesi
Güney Mezopotamya'da Ġsin-Larsa krallıklarının hâkim olduğu yıllarda doğu komĢu
memleket Ġran’daki durum hakkında Sus’ta bulunan Akkadça yazılmıĢ idari ve hukuki
vesikalar bilgi vermektedir. Bu vesikalara göre, MÖ. 19. Yüzyıl’da burada da bir takım küçük
Ģehir krallıkları vardı. Bu Ģehirlerin baĢında Fratriarkal (BiraderĢahi) aileye dayanan sülaleler
bulunuyordu. Bunların en önemlileri Elam ve Sus ile kuzey Ġran'daki Ansan ve SimaĢ
krallıkları idi. Kendisine Ansan ve Sus kralı diyen Eparti, SimaĢ sülalesine de son vererek,
memlekette siyasi birliği kurmaya gayret etmiĢti.
Larsa'daki Gungunum sülalesine son veren Kudur-Mabuk’un bu Elam sülaleleri ile
akrabalığı yoktur. Gerçi gerek kendisi, gerekse babası ġimtiĢilhak Elamca isimler taĢıyorlardı.
Ancak, Kudur-mabuk iki oğluna da Warad-Sin, Rim-Sin gibi tipik Akkadça isimler
koymuĢtu. Kendisi de "Lamutbal attası ve KUR Martu attası" ünvanlarını taĢıyordu. Bu
ünvanlar nedeniyle Kudur-Mabuk sülalesinin de Amurit kökenli olduğu kabul edilmiĢtir.
Buna göre Larsa'daki yeni Elam hâkimiyeti ile yeni bir kavmin istilası söz konusu
değildi, sadece sülale değiĢmiĢti. Kudur-Mabuk’un Larsa Krallığı’na oturttuğu büyük oğlu
Warad-Sin'den kalan bir çok inĢaat kitabesi vardır. Bunlar Elam hâkimiyetinin Ur'a ve Ġsin’e
de Ģamil olduğunu göstermektedir. Ġsin Kral listesi’nde Zambia'dan sonraki 13-15. kralların
Kudur-Mabuk tarafından Ġsin tahtına oturtulan gölge krallar oldukları kabul edilmektedir.
Çünkü Kudur-Mabuk, Ġsin’in kuzey doğusunda bulunan Nippur’a da hâkim görünmektedir.
Bununla birlikte bu gölge krallarından Sin-Magir, özellikle dıĢ politikada son bir gayret
gösterir. Onun Fırat'ın batısındaki Aktab'ta bir anbar yaptırması ve "Babil Ģehrinin rehberi"
denilen metinde Sin-Magir isimli bir yerden bahsedilmesi birleĢtirilerek, bu Ġsin kralının
173
F. Kınal, a.g.e., s.110,111.
Babil'i zapt ettiği ileri sürülmüĢ ise de, bu görüĢ bilim adamları tarafından pek
benimsenmemiĢtir.
Warad-Sin 12. idare yılında, daha babası yaĢarken ölmüĢ ve Larsa Krallığı’na KudurMabuk’un küçük oğlu Rim-sin geçmiĢti. (MÖ. 1779)174 Onun tahta çıkmasından 7 sene sonra
da son Ġsin kralı Damiq-iluĢu Ġsin tahtına oturmuĢtu. Bu Ġsin kralından kalan vesikalarda
Damiq-iluĢu da Babil'e hâkim gibi görünmektedir. Bundan baĢka Babil rehberindeki ġamaĢ
mabedinin Damiq-iliĢu tarafından yaptırıldığı bildirilir. Ne var ki, onun Babil’e hâkim olması
bile Ġsin'in kaderini değiĢtirememiĢtir. MÖ. 19. yüzyıl’da Mezopotamya'da yaĢayan büyük
devlet adamlarından olduğunu faaliyetleriyle kanıtlayan Larsa kralı Rim-Sin, önce Uruk
Ģehrini zapt etmiĢ, sonra da zor anlar yaĢayan Ġsin sülalesine son darbeyi vurarak Ġsin'i Larsa
krallığına ilhak etmiĢti. Rim-Sin'e ait tarih listelerine göre, Larsa kralı 20. senesinde Der
Ģehrini, 21. yılında da aralarında Babipin’in de bulunduğu Uruk ve müttefiklerini yenmiĢ,
30.senesinde ise Ġsin'i zapt ve ilhak etmiĢtir. Rim-Sin bu son zaferi ile öylesine mutlu olmuĢtu
ki, Ġsin zaferinden sonra bütün vesikalara "Mussa formülü" ile Ġsin'in zaptından Ģu kadar
sene sonra diye tarih atılmıĢtır. Bu suretle Rim-Sin'in 30. senesinden sonra Güney Mezopotamya, tek bir krallığın, Larsa Ģehrinin eline geçmiĢ oluyordu. Bu, Fırat kervan yoluna ve
Basra Körfezi ticaretine, artık Larsa'nın hâkim olması demekti. Fakat garip bir tesadüfle RimSin daha Ġsin zaferinin sarhoĢluğundan kurtulamadığı sırada, EĢnunna kralı Naram-Sin Yukarı
Dicle bölgesini zapt etmiĢ, Babil Ģehrinin baĢına da Büyük Hammurabi geçmiĢti. Orta
Fırat'taki Mari ve Terqa Ģehirleri de birbirleri ile çekiĢiyorlardı. Böylece Ġsin-Larsa devri
sonunda Ģehir devletleri arasındaki mücadele, yerini bölgesel savaĢlara bırakacaktı.
Kudur-Mabuk sülalesinin asıl faaliyeti kültür alanında olmuĢtur. Mesela III. Ur
sülalesi krallarının bile yapamadığı Sümer resmi panteonunun listesi bu devirde düzenlenmiĢ,
Larsa kral listesi, Tufan efsanesi, YaradılıĢ destanı gibi klasik Sümer eserleri bu devirde
kopya edilmiĢ olduğu gibi, yeni ve orijinal kompozisyonlar da yazılmıĢtır. Fal kitapları,
kurban ciğerleri üzerindeki iĢaretlerin tefsirlerini ihtiva eden "Omina metinleri" Larsalı
kâtiplerin nasıl sürekli çalıĢtıklarını gösterir. Fakat Larsa arĢivinin önemi, Larsa'da bulunan
binlerce senet, kontrat, makbuz vs. gibi ekonomik vesikaları kapsamasından ileri gelir. Bütün
bu faaliyetler (Lipit-ĠĢtar kanunu hariç) Akkad dili ile yapılmıĢtır.
Bütün bu vesikalardaki Ģahıs isimleri Batı Samî dilini gösterir. Bu durum bize bugün
halen Irak'ta torunları yaĢamakta olan Batı Sami kavimlerinin Mezopotamya'da artık tamamen
yerleĢtiklerini gösterir. Tek kelime ile, çöl bedevileri kültürlü Sümerleri siyasi hayattan
174
F. Kınal, a.g.e., s.111.
silmiĢlerdi. Fakat nasıl galip Romalılar, mağlup Hellas’ın medeniyetini kabul etmiĢlerse,
Mezopotamya'da galip Samîler de yenik Sümerler’in medeniyetini tamamen benimsemiĢlerdi.
Hatta Martu bedevilerinden bin yıl sonra yaĢayan Asurlular bile, unutulmuĢ, köle durumuna
düĢmüĢ Sümerlerin kültür mirasına bağlı kalacaklardı.
Ġsin-Larsa devrinde Sümer dini öylesine benimsenmiĢti ki, Amurru'lar kendi çöl
tanrılarını terk etmiĢ ve unutmuĢlardı. Bu devirde düzenlenen tanrılar listesinde tek bir
Amurru tanrısı yoktur. O dönemlerde her Ģey din için olduğundan, Amurrular Sümerler’in
dini ile birlikte kültürünü de aynen kabul etmiĢlerdi. Fakat Kudur-Mabuk sülalesi zamanında
maddi ve manevi kültür alanlarında görülen bu yükseliĢe rağmen, Larsa Devleti neden çökmüĢtü? Çünkü Rim-Sin zamanında I. Babil Sülalesi’nin baĢına Hammurabi gelmiĢti.
Hammurabi, memleketinin kalkınmasının, Mezopotamya'nın kan damarı Fırat kervan yoluna
bağlı olduğunu görmüĢ ve ihtiyar Rim-Sin'in elinden bu yolu almıĢtı.175
e) EĢnunna Krallığı
Ġsin-Larsa Devri’nde önemli Ģehir krallıklarından bir diğeri de EĢnunna krallığı idi. Bu
Ģehir Dicle'ye katılan Diyala nehri kenarındaki Tel Asmar’ın yerinde kurulmuĢtu. Çivi yazılı
vesikalarda "Warum memleketi" denilen Diyala bölgesinde EĢnunna (Tel Asmar) dan baĢka
Hafaca (Tutub), ĠĢçalı (Nerib-tum) ve ġadupum (Tel Harmel) Ģehirleri de vardı. Bu bölge
harabeleri bir Amerikan ekibi tarafından araĢtırılmıĢ ve kazılar yapılmıĢtır. Bu Ģehirlerden
EĢnunna ile ĠĢçalı’da arĢiv bulunmuĢ ve bu bölgenin de Er Sülaleler Devri’nden (MÖ.28502350) beri Sümerler ve Samîler tarafından iskân edildiği anlaĢılmıĢtır. Fakat bu vesikalar
arasında EĢnunna kral soyunun taht sırasını gösteren bir kral listesi bulunmadığı ve Sümer
kral listeleri de bu bölgeyi içine almadığı için, EĢnunna sülalesi krallarının sırası modern
araĢtırıcılarca düzenlenmiĢtir.
Oysa, gerek daha eski vesikalarda gerekse Ġsin-Larsa krallarının kitabelerinde EĢnunna
Krallığı’ndan sürekli bahsedilmiĢtir. Meselâ Akkad kralları Elam'ı ve Asur bölgesini içine
alan imparatorluklarını kurdukları zaman, elbette Diyala bölgesini de ilhak etmiĢlerdi.
Nitekim Akkad kralı Sargon'un oğullarından RimuĢ burada kendi adını verdiği bir Ģehir
kurmuĢtu. Aynı suretle III. Ur Sülalesi kralları da Mezopotamya'nın siyasi birliğini yeniden
sağladıkları zaman, ġulgi 30. senesinde EĢnunna’yı ele geçirip, buraya bir vali tayin etmiĢti.
Ur krallarından Gimil-Sin (Suen) ve Ġbi-Sin zamanlarında EĢnunna Ġsakkusu Ġturia, yaptırdığı
mabede kralının adını vermiĢti. Ancak onun oğlu ĠlĢu-ilu, babasının yerine geçtikten sonra,
175
F. Kınal, a.g.e., s.112,113.
uzun seneler kâtipliğini yaptığı Ġbi-Sin'in 3. senesinde isyan edip, bağımsızlığını ilân
etmiĢ,"Kudretli kral, dört iklim kralı" ünvanını almıĢtı. EĢnunna vesikaları üzerindeki bir
tarih formülünde adı geçen Nurahum'un ĠlĢu-iluya halef olduğu zannediliyor. Bir sene
isminde "Kral TiĢpak'ın Subartu'nun baĢını yardığı sene" denilerek EĢnunna-Asur
mücadelesinin baĢladığına iĢaret edilmektedir.
Gerçekten EĢnunna tarihinde bu iki Ģehir arasında sürekli savaĢlar olmuĢtur. EĢnunna
kralları arasında ilk yazılı vesika bırakan Bilalama’dır. Onun babası Kiri-kiri’yi, oğluna
hediye ettiği Lapislazuli mühürle tanıyoruz. Bilalama’ya ait vesikalardaki "Martunun ĠĢuru
(Asuru) istila ettiği sene" ve "Martunun ĠĢur kralı ile beraber Bilalama’ya taarruz ettiği
sene" gibi sene isimleri, Martu bedevilerinin Diyala bölgesine bu kral zamanında sızmaya
baĢladıklarını anlatmaktadır. Bu sene isimlerinden bir baĢkasında da "Martunun
Bilalama'ya ĠĢur üzerindeki hakimiyeti verdiği sene" denilmektedir. Bu devirde Asur'da
hâkim Asur kralının veya Ģeyhinin adı hiç açıklanmıyor. Fakat Bilalama’nın Martular’la dost
geçindiği anlaĢılıyor. Bunun sebebi, gittikçe kuvvetlenmeye baĢlayan Asur'a karĢı
Bilalama’nın Martu bedevilerinin kuvvetinden faydalanmak olsa gerektir.
BaĢka bir tarih formülünde (sene adında) de: "EĢnunna Ġsakkusu Bilalama,
Martu’nun baĢına vurdu" deniliyor. EĢnunna vesikalarında kısaca Martu denilen bu
düĢmanı tanıyamıyoruz, çünkü bu devirde birçok Ģehir Martular tarafından istila edilmiĢti.176
Fakat bu son tarih formülü bize Martular’ın henüz Warum bölgesine yerleĢemediklerini
gösterir.
Bilalama’nın yönetimi hakkında da bu tarih formüllerinden bilgi edinilmektedir.
EĢnunna Ģehrinin baĢ tanrısı TiĢpaka bir mabed ile kendisine de bir saray yaptırmıĢtır.
EĢnunna kazıları bu sarayın yakıldığını göstermiĢtir. ġehrin onun ölümünden sonra yakıldığı
tahmin edilmiĢtir. Çünkü, kül tabakaları arasında oğlu ĠĢarramaĢu'ya ait vesikalar bulunduğu
gibi, torunu Usurawasu'ya da "Anu-Muttabilin temsilcisi" denilmektedir. Bilalama’nın Ġsin
krallarından ġu-ĠluĢu ve Ġddin-Dagan zamanlarında yaĢadığı tahmin edilmektedir.
Bilalama’nın dıĢ politikası Ģöyle özetlenebilir: Batıdan gelebilecek saldırılara karĢı
Martuları öne sürmek, doğudaki Elam prensleri ile dost geçinmek. Nitekim Sus'ta
bulunan bir vesika ile onun, kızı Mekube’yi Sus kralı Dan-Yuk-Hurati’ye verdiği
anlaĢılmıĢtır. EĢnunna ile Sus arasında PuĢikuh dağları olduğu için, Ġran’dan gelen veya oraya
giden ticaret kervanları Diyala Nehri yolunu takibe mecburdular. 3. Binyıl’dan beri güney
Mezopotamya ile Ġran ve Afganistan arasındaki ticari münasebetlerde bu kara yolunun kul176
F. Kınal, a.g.e., s.114.
lanıldığı Ur kral mezarlarında bulunan eserlerden anlaĢılmıĢtır. Böylece Bilalama bu ticaret
yolunu elinde tutan Sus kralı ile akrabalık kurmak suretiyle memleketinin ekonomik
geliĢmesini sağlamıĢ oluyordu. Daha sonraki EĢnunna krallarının Naram-Sin hariç bu
politikaya daima sadık kalacaklar ve arkalarını her zaman Elam kralına dayayacaklardı.
Bilalama’nın oğlu ĠĢarramaĢu zamanında EĢnunna’yı yakan düĢman, Ġsin ve Larsa
kralları olamazdı. Çünkü Larsa sülalesi Gungunuma kadar hareketli bir politika gütmemiĢtir.
Gerçi, Ġsin kralı Ġddin-Dagan’ın Der Ģehrini zapt ettiğini biliyoruz. Halbuki Bilalama’nın
torununa "Der Ġsakkusu Amutbalin temsilcisi" denilmektedir. Bu yüzden EĢnunna’yı yakan
düĢmanın Eski Asur kralı ĠluĢuma olduğu tahmin edilmektedir.
Fakat
ileride
göreceğimiz
üzere,
Larsa
tahtına
Gungunum’un
geçmesiyle
Mezopotamya Ģehir devletleri arasındaki durum yine değiĢmiĢti. Gungunum’un Ur'u, Ġsin'i ve
Nippur'u ilhak ettiğini görmüĢtük. Nitekim Usuravasu'nun oğlu Azuzuya "Kunkunum'un
adamı" deniliyordu.
EĢnunna kazıları Bilalaman'ın yakılmıĢ sarayının yeniden yapıldığını göstermiĢtir. Bu
yeni sarayın harabeleri içinde Urninmar, UrningiĢzida gibi Sümerce isimler yazılı tuğlalar
bulunmuĢtur. Bu kralların kendi adlarına inĢaat kitabeleri yazdırmaları, EĢnunna’nın yeniden
bağımsızlığına kavuĢtuğunu gösterir. Daha sonra I. Ġbiq-Adad ve oğulları ġariya ve Belakum
hakkında KĠġ vesikalarından bilgi ediniyoruz. EĢnunna bu krallar zamanında KĠġ'e kadar
hâkim gibi görünüyor.177 Fakat, Belakum'un halefi Waraddu zamanında EĢnunna krallığı bu
defa da Ġsin kiralı Sin-Ġddina’mın taarruzuna uğramıĢ ve böylece küçük bir krallık olmaktan
kurtulamamıĢtı.
Ancak I.Ġbalpiel'den itibarendir ki, EĢnunna Ģehri geliĢmeye baĢlamıĢtır. Ġbalpiel ilk
defa olarak kendisine "Lugal" (kral) diyordu. Onun oğlu II. Ġbiq-Adad ise, Larsa
Krallığı’ndan Rapikum (Ramadiyah) Ģehrini almıĢ görünmektedir.
Fakat EĢnunna Ģehri en parlak çağını onun oğlu Naram-Sin zamanında yaĢamıĢtır. Bu
krala ait sene isimlerinden birinde "Kralın yemin tabletini kırdığı sene" adı verilmesinden,
onun Larsa'ya verilen vergi yemini bozduğunu anlamaktayız. Çünkü Khorsabad kral
listesinde de EĢnunnah Naram-Sin'in Asur Ģehrini zapt ettiği, burada 4 sene oturduğu, sonra
yerine oğlu II. EriĢumu bırakarak memleketine döndüğü bildirilmektedir. Bu suretle NaramSin'in ilk defa atalarının politikasını terk ettiğini ve batıya dönük bir dıĢ politika izlediğini
anlıyoruz. Demek ki, bu kral zamanında ekonomik Ģartlar yön değiĢtirmiĢti. Gerçekten 2.
Binyıl baĢlarında (19. yüzyılda) Mezopotamya Ģehir devletleri Akdeniz memleketleri ile daha
177
F. Kınal, a.g.e., s.114,115.
sıkı ticari münasebetlere girmiĢti. Bunun sonucu olarak Fırat kervan yolunun yanında Asurlu
tüccarların takip ettikleri Dicle-Habur-KargamıĢ-Malatya-Darende ve KaniĢ kervan yolu da
iĢlemeye baĢlamıĢtı. Bu yol üzerinde bulunan Ninive, Çagarbazar gibi yeni Ģehirler bu devirde
inkiĢaf edecekti.
Naram-Sin Asurlu tüccarların zenginleĢtirdiği Asur Ģehrini zapt etmekle kalmamıĢtır.
Onun Fırat'ın batısındaki DUR. Balatu ve AĢnakkum kalelerini de aldığını sene isimlerinden
öğreniyoruz.
Fakat Naram-Sin'in son zamanlarında orta Fırat üzerindeki Mari ve Terqa Ģehirleri bir
ölüm kalım mücadelesi yapmakta idiler. Terqa’nın zaferiyle sonuçlanan savaĢlardan sonra,
Mezopotamya tarihine yön veren Ģahıslardan biri, I. ġamĢi-Adad, Babil'e gelmiĢtir. Önce,
Ekallatum’u, üç sene sonra da Asur'u istila ederek, buradan Naram-Sin'in oğlu EriĢimu
çıkarmıĢtı. EĢnunna prensi bu savaĢlar sırasında ölmüĢ olmalı ki, EĢnunna tahtına NaramSin'in biraderi DaduĢa geçmiĢti. Bu EĢnunna kralı ġamĢi-Adad'a ve oğullarına karĢı
kahramanca savaĢmıĢtır. Fakat onun bütün gayretleri EĢnunna’nın ġamĢi-Adad tarafından
ilhakına mani olamamıĢtı.
ġamĢi-Adad'ın EĢnunna'yı kaçıncı idare yılında aldığını bilmiyoruz. Ancak,
DaduĢa'nın oğlu II. Ġbalpiel 5.senesine "ġamĢi-Adad'ın öldüğü sene" adını vererek, EĢnunna
için mutlu olayı bir tarih olarak kullanmıĢtı. ġamĢi-Adad'ın ölümünden sonra gerçekten
EĢnunna kurtulmuĢ, II. Ġbalpiel 9. idare yılında ġamĢi-Adad'ın oğullarını yenmiĢti. Zira bu
zaferini de "Subartu ve Hana kırallarının yenildiği sene" olarak tarihlemiĢti.
II. Ġbalpiel’den sonra yaĢadıkları tahmin edilen Danum-Tahazi’yi Mari mektupları ile
tanıyoruz. KargameĢ kralı Aplahanda efendisi Mari kralına EĢnunnalı adamın Qatnaya kadar
ilerlediğini yazıyordu. Bu EĢnunna kralı kim olursa olsun, EĢnunna'nın kaderi artık sona
ermiĢti. Çünkü, bütün Mezopotamya’ya önce Asur Kralı I. SamĢi-Adad sonra da I. Babil
Sülalesi’nin meĢhur kralı Hammurabi hakim olacaktı.178
178
F. Kınal, a.g.e., s.116.
V. BÖLÜM
ARAMĠ GÖÇLERĠ
1. ARAMĠLER’ĠN ORTAYA ÇIKIġI
Aramiler’in erken siyasi tarihleri hakkındaki bilgilerimiz çok az olduğundan, onların
kökenleri hakkında net bir Ģeyler söylemek oldukça zordur; ancak hemen belirtelim ki, Aram
ismi MÖ. 3. Binyılın sonları ile 2. Binyılın baĢlarına ait çiviyazılı metinlerde geçmektedir.
Fakat, dört yüz yıllık bir zaman içerisinde onlardan ilk defa çağdaĢ kitabelerde bir kavim
olarak söz edildiği zaman, Aramca güneybatı Asya’nın müĢterek dili haline gelmiĢti. Buna
rağmen biz Arami dilinin konuĢulduğu bölgenin tayininde ciddi zorluklarla karĢı karĢıya
kalırız, zira konuĢulduğu yerlerde Arami dili –ve muhtemelen bu dilin ilk sahipleri- müĢterek
bir Sami orjininden epeyce uzaklaĢmıĢlardı.179 Biz, Aramiler’le ilk olarak Asur kralı I. Tiglatpileser (MÖ. 1115-1077) zamanında Suriye Çölü’nde karĢılaĢıyoruz; o zamanlar onlar
Asurlular tarafından ―Arami bedevileri‖ olarak adlandırılmıĢlardı. Bir veya iki kelimeden
daha fazlasını ihtiva eden en eski kitabeler, Damascuslu (ġamlı) Barhadad ve Hazael’e
aittirler; birincisi aĢağı yukarı MÖ. 850’lere, ikincisi de MÖ. 840 ve 800 arasındaki bir
zamana tarihlenir. Her iki kitabe standart bir Ģekilde Eski Aramca ile yazılmıĢlardır,
Hamat’dan çıkarılan Zakir kitabeleri (MÖ. 750’den biraz önceye aittir) ve Halep yakınlarında
ele geçirilen Sefire antlaĢmaları (MÖ. Ca. 750) da yine Aramca ile kaleme alınmıĢlardır.
Diğer taraftan, Zincirli (Sam’al) kralı Panamu’nun MÖ. 8. yüzyıla tarihlenen iki uzun
kitabesi, Kenanca ile benzerlikler arz eden ve ―Yahudik‖ tabir edilen Aramca’nın bir lehçesi
ile kaleme alınmıĢlardır. Panamu’nun oğlu, kendi kitabelerini standart Aramca ile yazdı. Bu
179
W. F. Albright, ―Syria, The Philistines, and Phoenicia‖, CAH II/2, chp. XXXIII, Cambridge 1975, s.529
durum ıĢığında açıkça görülüyor ki, standart Aramca, esas itibariyle yerli kitabelerde ve Eski
Ahit litaratüründe basitçe ―Aram‖ denilen Damascus Krallığı’nın dili idi.
Aramca ve MÖ. 2. Binyılın daha eski Kuzeybatı Sami dili arasındaki bağlantının
analizi açıkça göstermektedir ki, Aramca’nın Gney Kenanca (Fenikece) veya Kuzey Kenanca
(Ugaritçe) ya da Amorit (Amurru) dili ile köken birliği yoktur; buna rağmen Kuzey Kenanca
ve Amoritçe ile olan müĢterekliği Güney Kenanca (Fenikece) ile olan otaklığından çok daha
fazladır. Harf değiĢikliği bakımından da Aramca, öteki üç dilden farklıdır; ni harfinin ikili ve
çoğul kullanımında o, Amorit dili ile benzerlik arzeder. Fiil yapısı bakımından ise Amoritçe
ile olan yakınlığı diğer iki dile nazaran çok daha fazladır. Eski Aramca, gerek vokabüler
gerekse morfoloji bakımından Fenike dilinden kuvvetli bir Ģekilde etkilenmiĢti; ancak cümle
yapısından ve almıĢ olduğu yüzlerce kelimeden de kolaylıkla görüleceği üzere, MÖ. 7.
yüzyıldan itibaren Asur-Babil etkisi üstün gelmiĢ görünüyor. Aramca ve Ġbranice arasında ses
bakımından görülen yüzeysel farklılık, büyük ölçüde MÖ. 13. yüzyıldan itibaren, bilinen
bütün Kuzeybatı Sami dillerde müĢterek olan aksan değiĢikliğinden kaynaklanmıĢtır.180
Kısaca söylemek gerekirse, linguistik durumun tetkiki, Aramca’nın Doğu Suriye’de bir yerde
ve Muhtemelen Geç Bronz Çağı’nda orada konuĢulan Sutu lehçelerinden inkiĢaf ettiği
hususundaki ilk kanâatimizi doğrulamaktadır.
Ġbrani ve Ġsrail tradisyonuna dönersek, biz her halde mevcut olan karmaĢık bir kabile
akrabalığı hakkında biraz fikir sahibi oluruz. Arami soyu öylesine karıĢmıĢ olmalıdır ki,
tradisyon ümitsizce değiĢmek durumunda kalmıĢtır. Genesis X 22-23’de Aram, Elam, AĢur ve
ArpakĢad ile birlikte belli baĢlı Sami kavimlerden biridir; Aram’ın belli baĢlı oğulları ise Uz,
Hul, Geter ve MaĢ olarak listeye dahil edilmiĢlerdir.
Genesis X’da verilen listenin esası MÖ. 10. yüzyıla kadar geriye gittiğinden bu isimler
oldukça ders verici olmalıdırlar; aksi takdirde yalnızca Uz ve MaĢ bilinen isimler olurdu.
Daha sonra gelen bir pasajda, Genesis XXII 20-24’de, Aram, Ġbrahim’in kardeĢi Nahora’nın
sekiz oğlundan biri olan Kemuel’in torunu olarak görülür. Nahor, muhtemelen Harran’ın
doğusunda bu isimle anılan kentin kurucusu olarak bilinir; Nahor(Nahur), Mari ve baĢka
yerlerden çıkan Bronz Çağı vesikalarında sık sık geçer ve Genesis XXIV. 10’da buradan
kesinlikle bir Ģehir olarak söz edilir. Gene ne yazık ki, sekiz isimden çoğu baĢka türlü
bilinirler: Uz, Ġncil’de bir baĢka yerde tekrar ortaya çıkar. Chesed, Kaldeliler’in kurucusudur;
180
W. F. Albright, a.g.e., s.530.
Aramca, bazen düĢünüldüğü gibi, doğrudan doğruya Amoritçe’nin bir kolu değildir, fakat daha ziyade
Amoritçe ile Kuzey Arabistan’ın proto-Arapça lehçeleri arasında bir dildir. Bununla beraber, aradaki bağlantı
karmaĢık olmalıdır ve daha geç dönemlere ait Aramca Fenikece (Güney Kenanca) ve Asur-Babil (Akkadça)
dillerinden kuvvetli bir Ģekilde etkilenmiĢtir.

Hazo ve Buz, Orta veya Doğu Arabistan’da Asurca Hazu veya Buzu’dur; Betuel, Rebeka’nın
tradisyonel babasıdır, Nahor’un ikinci karısı Reumah, Tebah’ın (Orta Suriye’de Zobahlı
Tubikhu), TahaĢ’ın ( Damascus’un kuzeyindeki bir bölge olan Takhshu), Gaham ve Makhah
(Damascus’un batı bölgesi)’ın annesi olmakla ĢereflendirilmiĢtir.
Aram’ın babası Kemuel’in adı yapı bakımından arkaiktir, fakat baĢka türlüsü de
bilinmez. Eğer biz bu farklı iki tradisyona Ġbrahim hakkında anlatılanları ilave edersek,
Ġbrahim’in ailesi Harran bölgesinin Aramileri ile yakından alâkalı gösterilir ve Deutronomik
kaynak (Tensiye) Ġbrahim’den ―Aramili bir göçebe‖ olarak söz ettğinden ( Deut. XXVI 5),
mesele daha karmaĢık hale gelir. Nihayet, Amos IX, 7’de Aramiler’in kir denilen bir
memleketten geldikleri gibi. Kir’den bir baĢka yerde Elam yakınlarında bir bölge olarak söz
edilir ki, Aramiler buraya sürgüne gönderilmiĢlerdi.181
Mevcut delillerden anlaĢıldığı kadarıyla, Aramca’yı asıl konuĢanlar, MÖ. 2. Binyılın
3. çeyreğinde (MÖ. 1500-1250) Suriye Çölü’nün kıyı bölgelerinde yerleĢmeye baĢlayan
karmaĢık
kökenli
bedevilerdi.
Onlar
mevcut
arazileri
istilâ
etmek
için,
Asur
Ġmparatorluğu’nun I. Tukiltu-Nihurta zamanındaki çöküĢünü müteakip Hitit ve Mısır
Ġmparatorluklarının da çökmesinin avantajını kullanarak, kabilelerden müteĢekkil bir
konfederasyon kurmuĢ olabilirler. Kabile mensupları batıya Suriye’ye ve doğuya Fırat
nehrinin ve kollarının oluĢturduğu vadilere doğru sokuldular. Verimli nehir vadilerinde
bulabildikleri her yere yerleĢerek, koyun beslemeciliğinin yanı sıra ziraat ve muhtemelen
kervan ticareti yaptılar, özellikle develerden oluĢan kervanlar eĢeklerden oluĢan kervanlara
göre onlara olağanüstü bir avantaj sağlamıĢtı. Onların Ģöhreti, Güney Babilonya’dan Yukarı
Fırat’a kadar uzanan bölgede oturan öteki bedevi kabilelerin birleĢmesini sağladı ve Aramca
hızla akraba lehçelerinin yerini aldı. Öyle ki, önce kabile içi iletiĢimde ve hihayet bütün
amaçlar için aramca kullanılmaya baĢlandı. Çok yakın lehçe benzerliklerinden anlaĢıldığına
göre; Ģüphesiz Aramiler, Amoritler’in (Amurrular’ın) akrabaları idiler. MÖ. 8. yüzyıl
Babilonya’sında bile bu böyle biliniyordu; bu dönemde, Babilonya’nın bedevi Arami
kabilelerinin, büyük ölçüde Aramiler tarafından asimile edilmiĢ Araplar olduğu gösterilmiĢtir.
DeğiĢik Samî dillerdeki, söyleniĢ biçimlerinden görüldüğü kadarıyla, Aramiler’in
orijinal ismi Aram idi. Bu ismin baĢlangıçta bir kiĢi ismi mi yoksa coğrafi bir isim mi
olduğunu söyleyebilecek durumda değiliz.
Daha önce ifade ettiğimiz gibi, biz Aramilerle ilk kez I. Tiglatpileser zamanına ait
(MÖ. 1115-1077) çağdaĢ vesikalarda karĢılaĢıyoruz. Adı geçen Asur kralı, iktidarının 4.
181
W. F. Albright, a.g.e., s.531.
yılında (MÖ. 1112), Shuah memleketinden (Asurca’da Sukhu), Babilonya’nın kuzey batısına
ve KarkamıĢ’a kadar uzanan Fırat vadisinin muhtelif kesimlerindeki Arami merkezlerine
hücum etti. Daha sonra Aramiler’in peĢini takip ederek Fırat’ı geçen Asur kralı,
Palmyrene’deki BiĢri Dağı’nın eteğinde yer alan 6 Ģehri yaktı.182 Daha sonra, tarihlenemeyen
bir kitabede kral, aramili bedevileri takip etmek amacıyla 28. defa Fırat’ı geçtiğini iddia eder.
Burada O, açıkça belirtmektedir ki, Aramiler Tadmor (Palmyra)’dan Shuah’taki Anath’a ve
hatta Babil sınırındaki Rapigu’ya doğru yönlendirilmiĢlerdi. Aramiler’e karĢı verilen
mücadele, daha sonra iktidara gelen Asur kralları zamanında da devam etti. Eğer, Asur-belkala’ya ait fragmanlar halindeki neĢredilmemiĢ bir metindeki bilgi doğru ise; bu kral, MÖ.
1070 yılında Aram’a karĢı (mat Arime-Aram memleketi) savaĢmıĢtı. AĢağı yukarı MÖ. 1062
sıralarında, çivi yazılı bir kroniğin Aramili olduğunu söylediği, Adad-apla-iddina isimli bir
gasıp, Babil tahtını ele geçirmiĢti. Mezopotamya’da çağdaĢ vesikalar Ģimdi hemen hemen tam
bir nihayete ererler, fakat daha sonraki Asur kitabeleri bize değerli ayrıntılar verirler. Nitekim,
II. Asur-dan (MÖ. 934-912), II. Asur-rabi’nin iktidarı döneminde (MÖ. 1013-973),
Aramiler’in Asur ve Babil arasında yer alan Doğu-Dicle memleketinde Küçük Zap suyu ile
Hamrin dağları arasındaki, bölgeyi iĢgal etmiĢ olduklarını, bize bildirir.
III. Salmanassar’ın (MÖ.858-824) bir kitabesine göre, aynı kral zamanında (yani II.
Aśur-rabi zamanında), bir Arami kralı, Pitru (Pethor)’nun Hitit Ģehri karĢısında, Yukarı Fırat
üzerindeki, Asurlular’a ait Mutkinu kalesini zapt etmiĢti. Yine bu kitabeden öğrendiğimize
göre, Mutkinu, I. Tiglatpileser zamanından itibaren Asur egemenliğine girmiĢti; bu kentin
Aramiler lehine kaybedilmesi belli ki, Asurlular üzerinde büyük bir etki yapmıĢtı. II. Assurrabi, Davud’un yaĢlı bir çağdaĢı olduğundan, biz Arami zaferi ile 2. Samuel VII 3 ve X 6’da
anlatılmaya çalıĢılan durum arasında kesinlikle irtibat kurabiliriz. Bu eski kaynağa göre,
Zobah Aramileri’nin kralı Hadadzer, Davut kendisine MS. 990 ve 980 arasında güneyden
saldırıya geçtiği zaman, Fırat havalisinde savaĢıyordu. Davud’un ilgisinin Aramiler üzerine
çevrilmesinde, Asurlular’ın rolü olduğunu düĢünmek son derece doğal görünüyor, zira
Asurlular Suriye’yi yeniden ele geçirmek için savaĢıyorlardı ve her yerden kendilerine
müttefikler bulmayı umuyorlardı.
Ġsrailliler, Zobah kralları ile savaĢtığı söylenen Saul zamanında (I. Sam. XIV. 47), yani
MÖ. 11. yüzyılın sonlarına doğru, Aramilerle baĢlangıçta düĢmanca münasebetlerde
bulunmuĢ gibi görünüyorlar. Davut zamanında ise Zobah, Beth-rehoblu Hadadzer tarafından
idare ediliyordu ve bu kral, güney Harran’dan Fırat’a kadar bütün doğu Suriye’yi kontrolü
182
W. F. Albright, a.g.e., s.532.
altında tutuyordu. Zobah, MÖ. 8. ve 7. yüzyıllara ait Asur vesikalarında Subatu (ġubutu,
ġubiti) olarak geçer; o zamanlar bu kent, Doğu Suriye’de lokalize edilen Büyük Damascus’un
bir eyaleti idi.183 Davud’un Zobah’a karĢı vermiĢ olduğu savaĢ raporundan öğreniyoruz ki, bu
dönemde Hadadezer’in belli baĢlı Ģehirleri Tebah (Geç Bronz çağındaki Tubikhu), Chun (
Geç Bronz çağındaki Kunu, Romalılar dönemindeki Conna) ve Berothai (belki Ba’albek’in
güneyindeki Bereitan) idiler. Bu üç Ģehir de Lübnan ve Antilübnan arasındaki Biga’da
olmalarına rağmen, Zobah memleketinin Antilübnan’nın doğu ve kuzeyine ve kaba
çizgileriyle Bronz çağındaki Takhshu (Gen. XXII. 24’de Tahash)’ya kadar uzandığından
Ģüphe edilemez. Belli ki, Hadadezer, döneminin en önemli Arami kralı idi; zira o, Yukarı
Fırat bölgesindeki Asur kalesi Mutkinuyu zapt etmiĢti; II. Samuel VIII 10 (I. Chron
XVIII10)’da bildirilir ki, Hadadezer ve Hamat kralı Toi, birbirleriyle savaĢa girmiĢlerdi.
Davud’un Hadadezer’le yaptığı savaĢ hakkında bilgi veren bir rapora göre, ikincisi (Hamat
kralı Toi), Davud’a meydan okuyan Ammonitler’e yardım göndererek, düĢmanlığa baĢlamıĢtı.
SavaĢ neticesinde Arami Konfederasyonu yenilgiye uğratılmıĢtı; biz bu savaĢta Beth-rehob,
Geshur (daha sonraki Gaulanitis, Gilead’ın kuzeyi), Maachah (Hermon civarında,
Damascus’un batı ve güneybatısında bir bölge) Ish-tob ve Damascuslu Aramiler’in yanısıra
Fırat’ın ötesinden gelen Aramiler hakkında da iĢitiyoruz.
2. Samuel VIII ve X, olayların gidiĢatını ayrıntılı bir Ģekilde yeniden inĢâ etmemize
imkân tanımayacak kadar bölük pörçüktür. Sonuç kesindi; Ġsrail garnizonları Hadadezer’in
bölgesinde özellikle Damascus’ta yerleĢtirilmiĢlerdi. Ve altın, gümüĢ ve özellikle bakır ihtiva
eden büyük bir yağma yapılmıĢtı. O zamandan Süleyman’ın ölümüne kadar geçen süre
içerisinde, Suriye’deki Aramiler’in her hangi bir ayaklanmaya kalkıĢmaları kesinlikle kontrol
altında tutuldu; fakat onların Mezopotamya’da güçlerini artırmaları da o denli hızlı oldu.
II. Assur-rabi’ye halef olan zayıf karekterli iki Asur kralının iktidara gelen belirsizlik
döneminde, Aramiler hızla toprak kazandılar. II. Tiglatpilaser’in iktidarına kadar (MÖ. 967935), onlar Asur sınırlarındaki Yukarı Habur Nehri’nden yarıyol mesafedeki Nisibis
bölgesinde yer alan Gidara’yı iĢgal etmiĢlerdi. Habur Nehri’nin kaynağındaki Guzana’da
(Tel-Halaf, 2. Krallar,6 daki Gozan bulunan Arami kralı Kapara’nın sarayı ve röliefler, MÖ.
10. yüzyılın ikinci yarısına aittir. Kapara, kendisinin ―Khadianu’nun oğlu‖ olduğunu söyler;
söz konusu ismin Aramca biçimi 1. Krallar XV, 18’de Hezion olarak geçer; isimleri anılan
adamlar veya klanlar her halde çağdaĢ idiler.184 Gozan bölgesini iĢgal eden arami kabilesi,
183
184
W. F. Albright, a.g.e., s.533.
W. F. Albright, a.g.e., s.534.
Bakhianu adını taĢıyordu. (Aramca Bahyan); bu kabilenin Ģefi, MÖ. 9. yüzyılın baĢlarında
Abisalamu (Absalom) idi.
Asur’un yeniden toparlanmasını sağlayan kral II. Assur-dan’ın (MÖ. 934-912) bir
kitabesi, Asur’un batısı ve güneydoğusundaki askeri seferler münasebetiyle Aramiler’den söz
etmektedir, fakat bu hususta net bir tablo ortaya koymak zordur. Onun oğlu II. Adad-nirari
zamanında (MÖ. 911-891), kralın iktidarının büyük bir bölümünü alan Aramiler’e karĢı
yapılan operasyonlar hakkında gayet iyi muhafaza edilmiĢ bir rapora sahibiz. Bununla
beraber, adı geçen kralın 11. iktidar yılına kadar Asurlular, bilhassa Nisibis mıntıkasını iĢgal
etmiĢ olan büyük Teman kabilesinin muhtelif reislerinin adlarını zikrederek, Aramiler’e karĢı
sefer üstüne sefer yaptılar. Askeri yönden onun iktidarının zirvesine MÖ. 892 yılında Gozan
zapt edildiği ve Habur Vadisi sakinleri ardarda Ģartlı olarak teslim alındığı zaman ulaĢıldı.
MÖ. 877 yılında biz ilk kez KarkamıĢ’ın aĢağı kesimindeki, Yukarı Fırat’ın her iki yanını
iĢgal etmiĢ olan Bid-Adini kabilesinin kurmuĢ olduğu Arami devletinden söz edildiğini
görüyoruz.
Bu arada Süleymen ölmüĢ ve Damascus (ġam) Rezon isimli Aramili bir reisin
yönetiminde bağımsızlığını ilân etmiĢti. Rezon, iktidar mevkiinde çok az kalmıĢ olsa gerektir,
zira MÖ. 9. yüzyılın hemen baĢlarında biz I. Ben-hadad’ı iktidarda görüyoruz; Ben-hadad’ın,
bir Tabrimmon’un oğlu ve bir Hezion’un torunu olduğu söylenmektedir. (belki bu Hezion,
Hezion klanının bir üyesi olabilir) çivi yazılı vesikalarda Khadianu olarak geçer)
Yeni devlet, Suriye Çölü’nün kuzey kesimindeki egemenliğ Zobahlı Hadadezer’in
siyasal mirasçısı olarak devraldı; Ben-hadad iktidarının ikinci yarısından kalan bir kitabesinde
(MÖ. Takriben 850’ler), adı geçen kendisini, ―Aram kralı‖ olarak adlandırır ve bu husus,
Hamat kralı Zakir’in kitabesinde yer alan bilgilerle de teyid edilir. Bu kralın isminin de bir
asır önce Zobah tahtında oturan selefi gibi Hadadezer olması tesadüfi değildir. Biz, belki
Damascus prenslerinin taĢıdığı ―Aram kralı‖ ünvanını An-namarah kitabesindeki Amru’l
Qais’ın taĢıdığı ―Bütün Araplar’ın kralı‖ ünvanı ile mukayese edebiliriz.185
ġu halde, Aramiler’in Mezopotamya’daki, siyasal egemenliği aĢağı yukarı MÖ. 950 ve
900 arasına tarihlenebilir; Suriye üzerindeki egemenlik ise Davud’un Hadadzer üzerinde
kazandığı zafere rağmen, MÖ. 9. yüzyıla kadar sağlanamamıĢtı. Hem Ġbrani ve hem de Asur
vesikalarının teyid ettiği üzere, dikkate Ģayan bir zenginliğin bu Aramili kabile reislerinin
elinde toplanması, Ģüphesiz ticari faaliyetlerin sonucu idi. Suriye ve Kuzey Mezopotamya’nın
kervan ticaretinde, develerden yararlanma yoluna gidilmesinin Aramiler tarafından
185
W. F. Albright, a.g.e., s.535.
gerçekleĢtirildiğini daha önce ifade etmiĢtik. Devenin yeni önemine uygun olarak hem Gozan
ve hem de KarkamıĢ’ta MÖ. 9. yüzyıl Asur kitabelerinde yaygınlaĢmıĢtır.
MÖ. 10. yüzyıldaki Arami sanatı, Zincili, Hamat ve Gozan’ın daha eski anıtlarından
tanıdığımız gibi, hemen hemen tamamıyla saf Suriye-Hitit sanatı idi. Bu Suriye-Hitit sanatının
sahiplerinin halâ Samî olmadıklarını düĢünmek, hata olur. Halep yakınlarında bulunan
I. Ben-hadad’a ait Melcarth steli, mükemmel bir tablodur; saf aramca ile kaleme alınmıĢ olan
ve MÖ. 9. yüzyılın aĢağı yukarı ortalarından kalan bu steli süsleyen tanrı figürü henüz Asur
veya çağdaĢ Fenike sanatından açıkça etkilenildiğini göstermez; o halâ Suriye-Hitit özelliğini
korur. Hamat’da, MÖ. 9. yüzyılın ortalarına kadar geç bir zamanda, Urkhilina (Irkhulina)
döneminde bile Hitit kitabelerinin taĢlara kazıldığını biliyoruz, fakat bir asır evvel, Tou’nun
oğlu Hadoram, karekteristik olarak Sami bir isim taĢımıĢtı.
Daha evvel yukarıda da belirttiğimiz gibi Aramiler aslında ġam’al, Gurgum ve öteki
Hitit devletlerinde hiç olmazsa MÖ. 9. yüzyıldan itibaren ve muhtemelen daha erken bir
dönemde nüfus bakımından hakim kavim idiler. Aramiler’in Hititli mazinin ölü kollarından
tamamıyla kurtulmak amacıyla yaptıkları giriĢim, çok uzak bir geçmiĢe dayanmıyordu.
Ancak, bu, Hititler’in bu bölgeden tamamıyla yok oldukları anlamına gelmez. Aslında,
Ermeniler’in hem fiziksel hem de linguistik bakımlardan Hititlerden gelmiĢ olduklarını
kabullenmek için çok kuvvetli sebepler vardır.186
2. ARAMĠ GÖÇLERĠNE GENEL BAKIġ
Ege göçlerinden sonra Mezopotamya'da Kas (III. Babil), Kuzey Suriye'de Mitanni ve
Anadolu'da Hitit devletleri gibi, Önasya'nın siyasi hayatında büyük rol oynayan MÖ. 2.
Binyıl’ın büyük devletlerinin ortadan kalktığı ve onların yerine birtakım kabile devletlerinin
kurulduğu görülür.187
Fakat bu devletlere ait arĢivlerin neredeyse tamamı kaybolmuĢtur. Anıtlar da yok denilecek kadar azdır. Bu yüzden bunlar hakkındaki bilgileri, sadece zaman zaman buraları istilâ
etmeğe giriĢen Asurlular’ın bu seferler hakkındaki tabletleri, daha sonraları için ise Ġsrail
peygamberlerinin kitapları ve bazı yazıtlardan öğrenmekteyiz..188
Bu kabile devletleri, MÖ. 12. Yüzyıl’dan sonra çok geniĢ bir alana dağılmıĢlar ve yeni
yeni küçük prenslikler halinde ortaya çıkmıĢlardır. Bu alan Basra Körfezi’nden Güneydoğu
186
W. F. Albright, a.g.e., s.536.
Ekrem MemiĢ, Eskiçağ Türkiye Tarihi s.155
188
M.ġ.,Günaltay, Yakın ġark Suriye ve Filistin, s.133
187
Anadolu Bölgesi’ne, Ürdün bozkırlarından Anti-Lübnan Dağları’na kadar çok büyük bir
bölgeyi kapsıyordu.189
Batı Asya kavimlerinin, Ege göçlerine karĢı mücadele verdikleri sırada Elam kralı
ġutruk-Nahhunte (MÖ. 1190-1150), Babil'i ele geçirmiĢ ve o güne kadar mabetlerde
korunan Sümer, Akkad ve Hammurabi çağlarına ait bütün eserleri ganimet olarak Sus'a
götürmüĢtü. Böylece, bu kıymetli sanat eserleri Arami çapulcularının elinden kurtulmuĢtu.
Nitekim bu kralın ölümünden on yıl sonra I. Nabukadnezar (MÖ.1140 -1120), Elamlar'ı
memleketten çıkarmayı baĢarmıĢ ve PaĢe sülalesi de denilen IV. Babil Sülalesi’ni kurmuĢtu.
Aynı dönemde, Babil'in kuzeyinde bulunan Asur devleti de, bulunduğu coğrafî
bölgenin uzaklığı dolayısıyla Ege göçlerinin yıkıcı etkisinden kurtulmuĢtu. ġimdi ise,
ekonomik yönden güçlenmek için, Doğu Akdeniz sahillerini ele geçirmeyi amaç edinmiĢti.190
Ancak, Hitit Devleti’nin Ege göçleri ile yıkılmasından sonra, Asur devleti, kolaylıkla
gerçekleĢtirmeyi düĢündüğü bu amacının gerçekleĢmesi aĢamasında , hiç beklemediği yeni bir
tehlike ile karĢılaĢmıĢtı. Bu tehlike, Arami göçleri idi. Gerçekten de Ege göçlerinin sebep
olduğu karıĢıklıklardan çöl sakinleri de yararlanmağa kalkıĢmıĢlar ve kültür merkezlerine
doğru akın etmeğe baĢlamıĢlardı. Tarihte, Samî kavimlerin üçüncü büyük göçünü oluĢturan
Arami göçlerinin en önemli özelliği, Ege göçleri gibi yakıp yıkıcı bir akın Ģeklinde değil,
tersine aralıksız bir sızıntı halinde asırlarca devam etmesidir. ĠĢte bu nedenle, Asur Devleti,
geliĢimini yavaĢ ve devamlı adımlarla yapamamıĢ, değiĢik zamanlarda ilerlemelere ve tekrar
gerilemelere maruz kalmıĢtır.191 Yüz ya da iki yüz yıl kadar süren yerleĢme sürecinden sonra,
yani MÖ. 11. ve 10. asırları kapsayan dönemlerde bu küçük fakat etkili Arami prensliklerinin
"altın dönemlerini" yaĢadıkları görülmektedir. Bu sırada Asur imparatorluğu henüz en geniĢ
sınırlarına varabilecek kadar güçlenmiĢ olmadığı gibi, çevresindeki diğer devletler de onları
yıkabilecek kadar etkili değillerdi.192
3. ARAMĠLER DÖNEMĠNE AĠT KAYNAKLAR
Aramiler, MÖ. 14. Yüzyıl’da Suriye'nin doğu sınırlarında görünmeğe baĢlamıĢlardır.
Bunlar önce Kuzey Mezopotamya'nın dağlık bölgelerinde dolaĢıyorlardı. Kendilerine verilen
Aram adı asıl adları değildi. Bu ismi onlara Kaldeliler vermiĢlerdi. Fırat ve Dicle'nin alçak
havzasında oturan halk, kendi memleketlerine oranla ve dağlık bölgelerde dolaĢan bu halka
189
Recep Yıldırım, Önasya Tarih ve Uygarlıkları, s.104.
E. MemiĢ, a.g.e., s.155.
191
E. MemiĢ, a.g.e., s.156.
192
R.Yıldırım, a.g.e., s. 104,105
190
verdiği “Dağlılar” anlamına gelen Aramî adı tabletlere geçmiĢ, bu nedenle tarihe mâl
olmuĢtur. Nasıl ki 3. Bin ortalarında Sinearlılar’ın Fırat'ın batısında görünen Samîler’e Batılı
anlamına verdikleri Amurru (MAR. TU) ismi de bu zamanlarda Suriye'de yaĢayan Samîler’in
adı olarak bugüne kadar gelmiĢtir.
Mezopotamya'nın doğu ve kuzey bölgelerindeki yaylalarda, dağlık bölgelerde oturan
kavimler gibi, Aramiler de zengin ve verimli Sineara inmek, bayındır ve geliĢmiĢ SümerElam ülkelerine yerleĢmek amacını güdüyorlardı. Fakat önceleri Sinear'a hâkim olan Kaslar,
sonra da Asurlular, onların bu amaca eriĢmelerine engel olmuĢlardı. MÖ. 14. Yüzyıl’a ait
Asur yazıtlarında Kuzey Mezopotamya'daki Aramiler’le olan savaĢlara dair kayıtlar
bulunmaktadır.
Aramiler, 14. Yüzyıl’da ihtimal ki Asurlular’ın tazyiki ile Fırat'ın batısına geçmek
zorunda kalmıĢlar, bir kısmı Lübnan eteklerine kadar batıya, bir kısmı da Arabistan içlerine
kadar Filistin'in güneydoğusuna yayılmıĢlardır.
Bunların Suriye ye Filistin sınırlarına sokulmağa baĢladıkları zamanlarda kuzey ve
orta Suriye Hititler’in, güney Suriye ve Filistin ise firavunların otoriteleri altında
bulunuyordu.193
El - Amarna mektuplarıyla Asur kaynaklarından MÖ. 2. Bin’de Suriye - Filistin'e
girmeğe çalıĢan Arami gruplarının Habiru'lar, Ahlamu'lar, Sutu'lar ve Hattu'lar adlarında birtakım boylardan mürekkep oldukları anlaĢılmaktadır. Jerusalem (Kudüs) prensinin Firavun
IV. Amenofis’e
yazmıĢ olduğu bir mektup, bu boylardan en kuvvetlisinin Habiru'lar
olduğunu belirtmektedir.
MÖ. 1200 yıllarında Hitit Ġmparatorluğu’nun da yıkılıĢında etkili olan ―Deniz
Kavimleri‖ olayı, Anadolu ve komĢu bazı ülkelerde bir süre için bile olsa bir “karanlık
çağlar” dönemi yaratır. Yakındoğu bu karanlık dönemden kurtulduğu zaman, Anadolu’da ve
Kuzey Suriye’de yeni bir siyasal örgütlenme ve güç dağılımı doğar. Bu yeni güç dağılımı
içinde önemli bir yeri, yöreye yeni gelen Aramiler oluĢtururlar. Ġlk kez I. Tiglat-Pileser
döneminde (MÖ. 1115-1077) Ahlame Arame (Ahlame armaya: göçebe kabileler) olarak söz
edilen Aramiler, yörenin siyasal ve kültürel yapısı üzerinde önemli değiĢikler yaparlar.194
193
M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.133
burada geçen Habirular’ın, Ġbraniler olduğunu zannediyoruz.
194
Altan Çilingiroğlu, Urartu ve Kuzey Suriye Siyasal ve Kültürel ĠliĢkiler, Ege Üniversitesi Basımevi, Ġzmir1984, s. 31.

4. ARAMĠLER’ĠN IRKI MESELESĠ
Aramiler, önceden beri Sami'lerden sayılıyor, bunların Önasya'da görünüĢleri,
Samîler’in Arabistan'dan üçüncü defa göç etmeleriyle açıklanıyordu. Fakat Fenikeliler gibi
Aramiler’in menĢei meselesi de son zamanlarda tartıĢma
konusu
olmuĢ, ortaya
yeni bir
görüĢ ortaya atılmıĢtır.195
Aramiler’in de Kenanlılar gibi Samî olmadıklarını ileri sürenlere göre Arami
tipi,
Samî tiplerin örneği olan halis Arap tipinden çok farklıdır. Saf Samî tipler uzun kafalı
(Dolikosefal) oldukları halde Aramiler’e ait heykellerde, kabartmalarda, mezarlardan
çıkarılan
kafaları,
iskeletlerde kafaların brakisefal oldukları
burunun
kemerliliğini
gösterecek surette
Samî tiplerden ayrılmaktadırlar. Bu devirlere ait
görülmektedir.
Aramiler
basık ve arkaya meyilli
Mısır
geniĢ
alınlarıyla
anıtlarıyla Asurlular’dan kalan
kabartmalarda Aramiler’in bu tipi pek güzel seçilebilmektedir.
Öte yandan kökü Tevrat'ın Tekvin (Genesis) kitabına dayanan eski geleneğe kapılarak
Aramiler’i Samîler’den sayanlar ise, bunların ya MÖ. 15. asrın son yarısında veya 14. asrın
ilk yarısında Arabistan'dan Suriye'ye gelmiĢ olduklarını iddia etmektedirler. Halbuki Sinear
tabletlerinde bu kavme verilen Dağlılar yani Aramiler adı bunların Arabistan'ın kumlu
sahralarından geldiklerinin bir196 damgası olarak bu zamana kadar yaĢamıĢtır. Arabistan çöllerinden, batı sınırlarına gelen halka Sinearlılar’ın Dağlılar değil, çöllüler adını vermeleri çok
doğaldı. Halbuki bunlara çöllü anlamına gelen bir isim değil, Dağlılar demek olan Aramiler
ismini vermekle, köklerini açık olarak belirtmiĢlerdir. Bunlardan önce Arabistan'dan Sinear'ın
batı sınırlarına gelmiĢ olan Samîler’e Dağlılar anlamına gelen bir isim değil, Batılılar
anlamına gelen Amurrular adı verilmiĢ olması da bunu desteklemektedir.
Sinearlılar, Aramiler’i ilk olarak memleketlerinin batısında değil kuzeyinde
tanımıĢlardır. Asur kaynakları da, bunların Kuzey Mezopotamya dağlık bölgesinde
yaĢadıklarını ve Asurlular’ın onlarla buralarda çarpıĢtıklarını tespit etmektedir. Gerçekten
Aramiler’in Suriye'yi ilk defa kuzey doğudan sıkıĢtırmıĢ olmaları da bunların yukarı
Mezopotamya'nın dağlık bölgelerinden inmiĢ olduklarını göstermekledir.
Bir eserindeki iddiasını sonraki kitabında çürütmekte olan Rene Grausset'nin
Aramiler’in önce Arabistan'dan güney Sinear’a gelmiĢ, sonra da buradan Suriye'ye geçmiĢ,
oldukları yolundaki yazısı tarih olaylarına uymamasıyla kendiliğinden çürümektedir.
Çünkü bu konuda bilgisi ve yetkisi pek az olan bu kiĢinin Aramiler'in Arabistan'dan
göçtükleri zaman olarak gösterdiği 1450-1350 arası, Sinear'a hâkim olan savaĢçı Kaslar’ın
195
196
M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.134
M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.135
(III. Babil) (Kassit) zamanlarına denk gelmektedir. MÖ. 1551-1450 tarihleri arasında Sinear’a
hâkim olan KaraindaĢ, I. KadaĢ-manharbe, II. BurnaburiyaĢ gibi güçlü hükümdarların açlık
yüzünden Arabistan çöllerinden taĢan bedevi sürülerini memleketlerinin en bayındır ve en
zengin bölgesine sokmamaları doğaldır. Gerçekten bunlar güney Sinear’ı ele geçirmiĢ
olsalardı, bu kadar önemli bir olayın bir Ģekilde tabletlerde izini bulmak gerekirdi. Oysa, bu
tarihler arasında Aramiler’in Güney Sinear’ı istilâ etmiĢ oldukları hakkında hiç bir delil
bulunmamıĢtır.
Aramiler brakisefal olduklarına ve Suriye'ye Mezopotamya'nın kuzey bölgesinden
gelmiĢ bulunduklarına göre bunları Samîler’den saymak, gerçeğe uygun olmayan kuru bir
iddia gibi görünmektedir. Bunların bıraktıkları kitabelerin Samî dil ile yazılmıĢ olması, hiç bir
zaman kendilerinin ırki bakımdan Samî olduklarını ispat edemez. Çünkü tarih boyunca Suriye
ve Irak'a inmiĢ olan ve baĢka ırklara mensup bulunan kavimlerin buralarda bir müddet sonra
eski dillerini unutarak Samî lehçeyi almıĢ olduklarını biliyoruz.
Aramiler'in Samî olduklarını son zamanlardaki arkeoloji buluntuları da doğrulamıĢtır.
MÖ. 14. Yüzyıl’da Suriye’deki küçük prensler ve valiler tarafından firavun IV. Amenofis'e
(1370-1352) gönderilen ve Tel-Amarna harabesinde bulunan mektuplarla Hititler’in
Boğazköy arĢivinde Aramiler’den Habiru adıyla bahsedilmektedir. Bu belgeler, Arami adının
bunlara Sinearlılar tarafından verilmiĢ olduğunu ve kendi aralarında Habiru ve yukarıda
söylediğimiz diğer boy adlarıyla anıldıklarını göstermektedir.
Amarna mektuplarında Habirular’ın Filistin'i ve Suriye’yi tehdit ettiklerinden acı acı
Ģikâyet edilerek bunlara karĢı firavundan yardım istenilmekte, Boğazköy arĢivinde ise
Habirular Suriye bölgesinde önemli bir kavim olarak belirtilmektedir.
Tel-Amarna mektuplarının bulunarak çözüldükleri zamanlarda Habiru adını
Ġsrailoğulları’nın Ġbranice adları olan Ġbri'ye benzetenler, bu mektuplarda Suriye prenslerinin
korktukları kavmin Yahudiler olduğu iddiasında bulunmuĢlardı. Fakat, bugün Eski Önasya
tarihiyle uğraĢan bilginler arasında Habirular’ın Aramiler olduğundandan Ģüphe eden çok
azdır. Gerçekten, ilk defa Filistin'de tarih sahnesine çıkan Yahudiler’in 14. yüzyıl’da bütün
Suriye ve Filistin prenslerini titretecek ve firavundan yardım istetecek kadar kuvvetli ve
kalabalık bir unsur olmadıkları tarihte bilinen bir gerçektir. Ġsrailoğulları’nın fazla ĢiĢirilmiĢ
bir nevi zafer destanı olan Ahdi-atik kitaplarında bile bu hakikat pek açık olarak
belirmektedir.

Eski Ahit (Tevrat)
Bu sırada Suriye ve Filistin sınırlarında görünen ve yerli prensleri titretecek kadar
kudretli olan tek kavmin Aramiler olduğu tarihçe kesin bir gerçek olduğuna göre, ElAmarna197 mektuplarındaki Habiru'ların ancak Aramiler olacağına Ģüphe yoktur. Çok
geçmeden bunlar, bütün Suriye'ye hâkim olmuĢtur. ġam'da, Hama'da, Tedmür'de, Soba'da,
Moab'da, Amman'da, Edom'da bağımsız prenslikler kurmuĢlardır. Aramiler’den bir grup da
Sinear’ı zapt ederek burada en kudretli Asur krallarını yıllarca uğraĢtıracak bir hükümet
meydana getirmiĢlerdir.198
Amarna arĢivinin bulunmasından sonra Babil'de keĢfedilen bazı tabletler de
Aramiler’in Samî ırkla hiçbir münasebetleri olmadığını, bunların Mezopotamya kuzeyindeki
Subaru'lar, Hurriler gibi Asyanik denilen Orta Asyalı boylara mensup bulunduklarını ortaya
çıkarmıĢtır. Bu tabletlerden Scheil tarafından çözülenlerin birinde MÖ. 1972 tarihlerinde hayatta olan Larsa'nın Elam’lı kralı Rim-Sin'in hizmetinde Habirular’a mensup subaylar
bulunduğu yazılmıĢtır. Bu tablet, Habirular’ın Amarna mektuplarından en az altı yüzyıl
önceden beri Mezopotamyalılar tarafından tanındıklarını, aylıklı asker olarak Sinear
ordularına girdiklerini göstermektedir.
Son zamanlarda bulunan baĢka bir tablette Habira sözüyle birleĢmiĢ iki büyük adam
ismi okunmuĢtur. Tableti çözen uzmanlar, "Habira,, kelimesinin Habirular’dan manâsını ifade
ettiğini doğrulamaktadır. Bu uzmanlar, Habirular’dan olan bu Ġki adamın adlarının da Samî
lehçeden ve Samîlere mahsus adlardan olmadıklarını belirtmiĢlerdir. Asyanik lehçeden olan
bu adların bugün Kaslar’a mahsus isimler oldukları kesin olarak kanıtlanmıĢtır. Bu hususu
göz önüne alan Halevvy, Scheil, Hilprecht, Reisner ve Lagrange gibi bilginler Habirular’ın
Kaslar’la aynı soydan, yani Orta Asya'dan gelen göç dalgalarından olduklarını iddia
etmiĢlerdir.199
Bütün bunlar, Tevrat'taki uydurma nesb cetveline uyularak geçmiĢten beri tarihi bir
gerçek gibi kabul edilmiĢ olan meselelerden birinin, yani Aramiler’in Samî oldukları
iddiasının ne kadar gerçek dıĢı olduğunu belirtmektedir.
Aramiler, 18. Sülale firavunlarından IV. Amenofis’in damadı ve halefi Smenkhare
zamanında Ģiddetlenen ihtilâl hareketinin Mısır'ı zayıf düĢürmesinden faydalanan Hititler’in
KadeĢ'e kadar ilerlemesini fırsat bilerek Suriye'ye yayılmıĢlardır. Mısır'da 19. sülalenin
kuruluĢuna kadar geçen karıĢık devir, Aramiler’e yayıldıkları bölgelerde yerleĢmek imkânını
vermiĢti. MÖ. 14. Yüzyıl sonlarına doğru, Horemheb, Mısır'ın sarsılan nüfuzunu yeniden
197
M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.136,137
M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.138
199
M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.138
198
kurmak üzere çırpınırken, Oront vadisine yayılan ve buralardaki Amurrular’la karıĢıp
kaynaĢmıĢ olan Aramiler, yukarı Suriye ve Naharina ile beraber Hititler’in nüfuzları altında
bulunuyorlardı. Filistin ise Habirular’la (Arami) Bedevi Samîler’in (ġassu) çarpıĢma alanı
olmuĢtu. Yukarı ve aĢağı Kezenu'da firavunların otoritesi iyice zayıflamıĢtı.
Asur krallarından I. Salmanassar (1280-1260) Hititler’i yandan tehdit edebilecek bir
kudret belirttiği zamanlarda Aramiler artık Suriye'de hatırı sayılır bir varlık olmuĢlardı. Hitit
kralı III. HattuĢili (1281-1260) tarafından Babil'deki Kas (III. Babil) kralı KadaĢman-Turga'ya
gönderilmiĢ olan bir mektupta Aramiler'in bu zamanlarda Suriye'de önemli bir güç
olduklarının belirtildiği görülmektedir.
Bu dönemde Hellespont'un yani bugünkü Çanakkale Boğazı’nın ötesinden gelen bir
tazyikle Anadolu'ya akmıĢ olan Kuzey ve Deniz kavimleri, deniz ve kara yoluyla Suriye'ye
sokulmuĢ, Aramiler’in gitmek istedikleri alanlara yayılmıĢlardır. Firavun II.Ramses ile Hitit
Kralı III. HattuĢili arasındaki MÖ. 1280 tarihli antlaĢma, Suriye ve Filistin'de bir huzur devri
baĢlattığından Aramiler, bundan faydalanarak yerleĢmiĢ, kuvvetlenmiĢ ve yukarıda
söylediğimiz gibi, Hama'da, Soba'da, Tedmür'de, Moab'da, Amman'da, Edom'da ileride
geliĢecek olan Arami prensliklerinin temellerini kurmuĢlardır. Kuzeydekiler Hititler’in
güneydekiler de firavunların hegemonyaları altında serpilmiĢ ve geliĢmiĢlerdir.200
MÖ. 1230-1195 tarihleri arasında Anadolu'da Hitit Krallığı’nın çökmesi, Mısır'da 20.
sülalenin III. Ramses’ten sonra zayıflaması, Suriye ve Filistin halkına, kendi kaderini
serbestçe belirlemek fırsatını vermiĢti. Bir aralık Asur kralı I. Tiglatpileser Kuzey Suriye
üzerine yüklenmiĢ, Akdeniz’e kadar inmiĢtir. Yazıtlardan birinde tanrıların savaĢ
meydanlarında kendisine zaferler kazandırdığını anlatırken: “Memleketler, dağlar ve
Ģehirler zaptettim. Lübnan dağlarına kadar altmıĢ kral ile savaĢtım” demektedir. Fakat
kendisinden sonra gelenler bu hızı tutturamamıĢ olduklarından Suriye yine dıĢ güçlerin
etkisinden kurtulmuĢtur. Doğuda Asurlular’ın, güneybatıda Mısırlılar’ın saldırısı güçlerini
Suriye ve Filistin’deki Samî ve SamîleĢmiĢ kavimlere bütün kabiliyetlerini gösterebilecek bir
devir açmıĢtı. MÖ. 11. Yüzyıl’dan 7. Yüzyıl’a kadar süren zamanda bu kavimler, karada ve
denizde gerçek bir hakimiyet kurmuĢlardır. Fakat, bu kavimlerin üstünlüğü, askeri değil, ticari
ve iktisadi bir üstünlüktür. Bu dönemde Fırat’tan Nil’e kadar uzanan bölgelerde yabancı
hiçbir devletin nüfuz ve etkisi kalmamıĢtı. Bu bölgelerde küçük prensliklerin kendi
geleceklerini kendilerinin tayin edebilecekleri elveriĢli zaman baĢlamıĢtı.
200
M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.139
Ġç ve Kuzey Suriye’deki Aramiler, Suriye sahillerindeki Fenikeliler, Filistin
kıyılarındaki Filistler, Kenan ilindeki Ġbraniler bu fırsattan yararlanarak bağımsız birer
hükümet kurdular. Oront’un yukarı kısmındaki Hama, Soba prenslikleri de bağımsızlıklarını
kazandılar.201
5. FĠLĠSTĠN’DE ARAMĠLER
Anti Lübnan ile Suriye çölü arasındaki vahada yaĢayan eski Amurrular yurduna akın
eden Aramiler, buralardaki çeĢitli unsurlardan meydana gelen halkı hükümleri altına almıĢ,
MÖ. 12. Yüzyıl’dan baĢlayarak merkezleri eski Ki-MaĢk ve Orant üzerindeki Hama ile
Sam'al (Zincirli) olmak üzere birer hükümet kurmuĢlardır.
Buralardaki halk, Hurriler, Hattiler, Mitanniler, Amurrular, Kenanlılar gibi türlü etnik
gruplar yığını halinde bulunuyorlardı. MÖ. 2. Bin baĢlarında en kalabalık unsuru teĢkil eden
Amurrular hâkim durumu elde etmiĢ olduklarından, doğal olarak dilleri de zamanla bütün
unsurların ortak dili olmuĢtu. Aramiler buralara yerleĢtikleri zaman, genellikle konuĢulan
lehçe Amurrular’ın Samî dili idi. Amurrular’ın prensliğine varis olan Aramiler onların dillerine ve dinlerine de varis olmuĢlardır.
Fakat türlü kavimlerin karıĢmasından oluĢan bu halkın konuĢtuğu lehçe doğal olarak
Arabistan içlerinde konuĢulan saf Samî lehçe değildi. Bu lehçe, bütün etnik grupların ana
dillerinden oluĢan Samî dili kalıbına sokarak aldığı bir çok sözle karıĢmıĢ bulunuyordu.
Aramiler, Dicle ve Fırat'tan Kerkha'ya, Akdeniz'e kadar olan alanda göçebe halinde
yaĢadıkları gibi, Filistin'in doğu ve güney bölgelerine de yayılmıĢ bulunuyorlardı. Asur
krallarından III. Tiglatpileser’e ait bir yazıtta Dicle boylarından Ġskenderun Limanı’na kadar
uzayan bölgede 25 Arami kabilesinin bulunduğu haber verilmektedir.
Aramiler’in Asur kaynaklarında Amurru memleketinin Aramileri denilen birleĢik
zümrelerine gelince, bunlar Kuzey Suriye'nin verimli bölgesiyle Anti Lübnan ve Suriye çölü
arasındaki verimli vahada önceden kurulmuĢ olan KimaĢk ve Hama prenslikleri idi.
Sam'al prensliğinin de yeni Hatti-Arami karması olduğu anlaĢılmaktadır. Dicle
ırmağından Ġskenderun Körfezi’ne kadar uzanan bölgede dolaĢan Aramiler, Kuzey
Suriye’deki küçük Arami prensleriyle ġam krallarına insan ve malzeme temin etme vazifesini
görüyorlardı. ġam'ın güneyinde Maverayı - Ürdün çevresine yayılan Aramiler de buralarda
Soba, Moab ve Amon ve Edom prensliklerini kurmuĢlardır.
201
M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.140.
MÖ. 1. Bin’de Suriye çölünden Kuzey Arabistan'da Medayini-Salih'e doğru yayılan ve
gelecek zamanlardaki Nabatî'lerin ataları olan Nabateu'ların da Aramiler’den oldukları
sanılmaktadır.202
Kuzey ve Güney Aramîleri, ilk zamanlarda kuvvetli rakiplerle karĢılaĢmaksızın,
geliĢmelerine devam etmiĢlerdir. Fakat Filistin'de Kenan iline yerleĢen Ġbranîler, sahil
boyundaki Filistler’i ve diğer küçük grupları yıpratarak egemenlikleri altına aldıktan sonra,
geçici bir zaman için Aramiler’in tehlikeli bir rakibi olmuĢlardır. Bu zamanlardaki Ġbrani kralı
Davud (1010-955), Aramiler’in Maverayı-Ürdün'deki küçük Soba prensliğine son vermiĢti.
Fakat son hükümdarın Ģöhretli generali I. Razon (veya Hezion) Süleyman'ın (955—935) ilk
yıllarında KimaĢk'a çekilerek buradaki Aramiler’in baĢına geçecek, Ġbraniler’in elinden
Suriye hegemonyasını alacak olan bir sülale kuracaktır.
Moab ise, daha sonraları MeĢa adlı kralının Ġsrail kralı Akhab ile yaptığı savaĢlarla
tarihe girmiĢtir. Bunların güneyindeki Ammem krallığı ile batıda Negeb, güneyde Kızıl
denize kadar uzanan Edom Krallığı, Yuda Krallığı’nın Arabistan yollarına doğru
geniĢlemelerine engel olacaklardır.
ġüphe yok ki bu küçük krallıkların yankıları ve Tevrat kronikleriyle zamanımıza kadar
gelebilmiĢ olan bir tarihleri vardı. Ancak, bunların asılları karanlıklara gömülmüĢ olduğu gibi
buralarda mahalli anıtlar da pek azdır. Bunlar arasında MeĢa'nın Aramca yazıtı MÖ. 1. Bin’de
Maverayi-Ürdün'deki Aramiler’in siyasi durumlarını az çok aydınlatmaktadır.
Kuzey Arami prensliklerinin en güçlüsü KimaĢktır. En son yıkılanı da Hama
Krallığı’dır.
Asur yazıtları ile Tevrat, Kuzey Arami tarihini az çok aydınlatmaktadır. Güney
Aramileri hakkındaki bilgimiz ise hemen hemen Ġbraniler’in çok eksik olan rivayetlerine
dayanmaktadır.203
6. HAMA VE KĠMAġK PRENSLĠKLERĠ
MÖ. 11. Yüzyıl’da Kuzey Arami prensliklerinin en güçlüsü Hama'da kurulmuĢ olan
prenslikti. Fakat MÖ. 10. Yüzyıl baĢlarından itibaren ġam prensliği kuvvetlenmiĢ, Arami
hegemonyasının merkezi olmuĢtur.
Amurrular ülkesine varis olan Hama ve ġam hükümetleri, politikada kabiliyetli eski
Amurru prensi Aziru'nun dirayetini canlandıran krallar yetiĢtirmiĢlerdir. Bu durumda her iki
202
203
M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.142.
M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.143.
prenslik, hayatlarını çarpıĢmalarla geçiren Fenike ve Ġbrani krallarının rekabet ve ölçüsünde,
Asur selinin bütün Suriye ve Filistin'i kaplayacağı zamanlara kadar ayakta durabilmiĢlerdir.
Aramiler’in kuzey prenslikleri, yani Hititler’in KarkamıĢ krallığı gibi, Bekea'yı ve
Oront, Eleutheros, Leontes ırmakları yatakları boyunca denize giden yolları, Asurlular’a karĢı
uzun süre kapamayı baĢarmıĢlardır.204
ġam Aramileri’nin tanıdığımız ilk kralları I. Razon’dur. Soba Aramileri’nin son
prensesi Hadader'in generallerinden olan Razon, bu prensliği yıkan Davud'un oğlu ve halefi
Süleyman (970-930) zamanında ġam'a çekilerek buradaki Aramileri bir araya toplamıĢ,
burada Süleyman'ın
ölümüne kadar Ġbraniler’le çarpıĢmıĢtır.
Razon'un haleflerinden Tabrimon ve I. Ben-Hadad Mısırlılar’la Asurlular’ın iç
karıĢıklıklarla uğraĢmalarından, Ġbraniler’in de Süleyman'dan sonra parçalanarak birbirleriyle
boğuĢan iki hükümete ayrılmasından faydalanarak ġam Devleti’ni geniĢletmiĢ, Lotanu’nun
egemenliğini ele geçirmiĢlerdir. Bir zamanlar I. Ben-Hadad Filistin'in Ġsrail Hükümeti’ne ait
kuzey bölgesini istilâ ederek, Ġsrail Kralı Omri'yi (885) baĢkentinde Aramiler’e özel bir
mahalle yapılmasına izin vermeye zorlamıĢtır.
Bu zamandan itibaren ġam Aramîleri’yle Filistin Ġbranileri arasında bazen bir tarafın,
bazen de diğer tarafın kazanmalarıyla sona eren çarpıĢmalar baĢlamıĢ ve devam edip gitmiĢtir.
Önasya'nın kara ticaretini ellerine alan Aramîler, birbirleriyle çarpıĢan Ġsrailoğulları
hükümetlerinden bir miktar toprak alarak Akdeniz’e çıkmak, Akkâ'da Fenikeliler’in Tir
limanlarına karĢı bir ticaret limanı kurmak amacını güdüyorlardı. Bu siyaset, deniz ticaretinin
ellerinden
alınacağı
endiĢesine
düĢen
Fenikeliler’le,
topraklarının
zapt
edilmek
istenilmesinden haklı olarak endiĢelenen Ġsrailoğulları devletlerini, ġam Aramileri’ne düĢman
etmiĢti.
Ġsrail Kralı Akhab (873-851), ġam Aramileri’ni daha tehlikeli gördüğü için rakibi olan
Fenike ve Yahuda hükümetleriyle anlaĢmak siyasetini gütmüĢ, bu yolda giriĢimlerde
bulunmuĢtur.
Ġsrail Krallığı topraklarında yetiĢtirdiği buğdaylara büyük ihtiyacı olan Fenike'nin Tir
(Sur) kralı Itobaal (887-856) bu teklifi derhal kabul etti. ġam kralı Hadadezer’in(Ben-Hadad
veya Adadidri)
Akdeniz’e çıkarak deniz ticaretinde Fenikeliler’e rakip olmasına fırsat
vermemek için Akhab'la bir antlaĢma imzaladı. Aralarındaki birlikteliği kuvvetlendirmek için,
kızı Jezabel'i Akhab'a verdi.205 Sonra Kudüs kralı Josafat (874-849) da bu antlaĢmaya alınarak
204
M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.144.
Lotanu: Mezopotamya’nın kuzeyinden Önasya’ya kadar olan bölgeye verilen isimdir.
205
M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.145.

kardeĢler birliği tamamlandı. Akhab, bu antlaĢmalarla memleketinin batı ve güney sınırlarını
emniyet altına almıĢ olduğundan, ġam Arami Krallığı’nın en güçlü zamanında (855
tarihlerine doğru) Hadad-ezer'in Ģiddetli akınlarını bütün kuvvetiyle karĢılayabildi. Kendisini
baĢkentinde çeviren Arami kralını, sonunda kuĢatmayı terk ederek ġam'a çekilmek zorunda
bıraktı. Ertesi yıl da Taberiye Gölü’nün doğusunda Afek ovasındaki savaĢta Aramiler’i
periĢan ederek, Kral Hadadezer'i de esir etti.
Fakat, Suriye ve Filistin'in yerli prensleri birbirleriyle çarpıĢtıkları bu zamanlarda
Asurlular bütün Önasya için büyük bir tehlike olmaya baĢlamıĢtı. Büyük bir komutan fakat,
amansız bir kral olan II. Asurnasirpal (884-858) Kalah Ģehrinde kendisine yaptırmıĢ olduğu
muhteĢem saray harabesinde ele geçen bir yazıtında, MÖ. 877 yılında Suriye'ye bir sefer
yaptığını, Lübnan'dan Akdeniz kıyılarına çıkarak silâhlarını denizde yıkadığını, Arad, Biblos,
Sidon (Sayda) ve Tir prenslerinden vergiler aldığını haber vermektedir.
Kitabelerden birinde, düĢmanlarının gözlerini oydurmak, ellerini, kulaklarını,
burunlarını kestirmek ve nihayet onları kazıklatmak veya diri diri gömdürmekle öğünen II.
Asurnasirpal Fırat boylarında ve Biblos eteklerinde görünmesinin Suriye ve Filistin
prenslerini nasıl titretmiĢ olacağını düĢünebiliriz.
Büyük bir ihtimalle, Akhab da, Asurlular’ın uyandırdıkları korkunun tesiri altında
amansız düĢmana karĢı birlik kurmak ümidiyle, esir etmiĢ olduğu Hadadezer'i serbest
bırakmıĢtır. Fakat, Suriye ve Filistin prenslerini korkutan büyük tehlike Asurnasirpal
zamanında değil, oğlu ve halefi III. Salmanassar ( 858-824) devrinde baĢgösterdi.
III. Salmanassar, MÖ. 854 tarihinde Halep ve KargamıĢ üzerine yürüdüğü zaman
bütün Suriye ve Filistin büyük bir endiĢeye kapıldı. Hama kralı Ġrhuleni, bütün Suriye-Filistin,
Kilikya ve Fenike prenslerini müĢterek düĢmana karĢı koymak için yardıma çağırdı. BaĢta
ġam kralı Hadadezer, Ġsrail kralı Akhab olmak üzere Irkat, Arad siteleri MuĢru (Kilikya?) ve
12 Hitit prensi idaresindeki bölgeler, bu birliğe katıldılar. Hama krallığı dahilindeki
Karkar'da, Asur kralını durdurmak istediler.206 Fakat III. Salmanassar birleĢik kuvvetleri
periĢan etti. 14 bin adam öldürdü ve 25 bin de esir aldı (854). Fakat her nedense ġam üzerine
yürümedi. Batıya doğru ilerleyerek deniz kıyısına kadar indi. III. Salmanassar bir yazıtında
Karkar savaĢını anlatırken; “Bir yıldırım tanrısı gibi tufanı andıran yağmurlar yağdırdım.
DüĢmanların ölülerini yığarak Orontos (Asi) ırmağının yatağını değiĢtirdim”
demektedir.
206
M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.147.
Asurlular çekildikten sonra Aramiler’le Ġsrailiye arasındaki sulh ancak üç yıl sürdü.
Ġsrail krallığına ait Ramot Ģehrini iĢgal etmiĢ olan ġam Aramîleri’nin söz vermiĢ oldukları
halde, burayı boĢaltmamaları ġam ile Sanıra arasında yeniden bir savaĢ baĢlamasına sebep
oldu. Yahudi peygamberleri zafer müjdesini vermiĢ oldukları halde, Akhab savaĢırken bir ok
ile vurularak öldü. Müttefiki Yahudiye kralı Josefat da ölüm tehlikesi atlatarak güçlükle
Kudüs'e kaçabildi. Zafer müjdesi veren peygamberlerin değil, ölüm ve felâket haberi yayan
Yumla'nın oğlu MiĢe'nin kehaneti gerçek çıkmıĢtı. 849 tarihinde Asurlular tekrar Hama
Aramileri üzerine yürümüĢlerdir. Buna karĢı Hitit ülkesinin 12 kralı ile Aramiler’in ġam kralı
Hadadezer, Hama kralının yardımına koĢtular. Fakat Astamaku'da mağlup oldular. Üç yıl
sonra (846) 120 bin kiĢilik bir Asur ordusunun tekrar Hama ve ġam üzerine yürüdüğünü
görüyoruz. Bu muharebede Hadadezer ile Ġrakhuleni orduları yine mağlup oldular. Asur
orduları çekildikten sonra, ġam Arami kralıyla müttefik Ġbrani kralları yine birbirleriyle
boğuĢmaya koyuldular.
Suriye Aramileri’yle Ġsrail oğullarının iki hükümeti arasında savaĢın patlak vermesi
kadar, sürüp gitmesinde de o zamanlarda yaĢayan iki Yahudi peygamberinin Ġlyas (Elie) ile
Elyesa’nın (Elise) çevirdikleri entrikalar, baĢlıca etken olmuĢtu. Her iki peygamber, Baal'a
tapan Tir (Sur) kralının kızı Jezabel ile evlenen Akhab'ın mensup olduğu Omri hanedanını
dinsizlikle suçluyor, bütün gayretleriyle bu sülâlenin baĢında bulunduğu Ġsrail hükümetini
yıkmağa çalıĢıyorlardı.207 Bu iki peygamber, aynı hususu Jazabel'in kızı Athalie'yi oğlu
Joram'a alan Yahudiye kralı Josafat'a karĢı da besliyorlardı.
Ġki Yahudi hükümetinin birleĢik ordularını yenen Arami hükümdarı Hadadezer'in
çevirdiği Samari Ģehrini zapt etmeyerek ġam'a dönmesi, belki Elyesa peygamberi memnun
etmiĢti. Çünkü hasta olarak baĢkente dönen Hadadezer'in arkasından o da ġam'a gitmiĢti.
Hadadezer, hastalığına belki bir çare bulur ümidiyle generallerinden Hazael'i Elyesa'ın
ziyaretine gönderdi. Yahudi peygamberi bir çare bulmuĢ olmalı ki general Hazael, Elyesa'ı
ziyaret edip saraya döndüğü zaman, hükümdarını yatağında boğarak krallık tahtına kendisi
oturdu.
Akhab'ın Ölümünden sonra yerine geçen oğlu Joram ile Juda kralı Okhozias günün
siyasi gereği olarak birbirlerinin müttefiki, ġam hükümetinin de akrabası olmuĢlardı, Ġsrail
hükümetinin baĢında bulunan Omri hanedanına düĢman olan peygamberler, Hazael'i bunlar
aleyhine kıĢkırtmakta devam ettikleri gibi, alttan alta bir isyan da hazırlıyorlardı.
207
M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.148.
Aramiler kralının indirdiği darbe Elyesa'nın dinsiz saydığı her iki Ġbrani kralı aleyhine
hazırlamakta olduğu ayaklanmanın patlak vermesini temin etmiĢti. Elyesa'ın tensibi ile
ihtilâlcilerin baĢına geçen Ġsrailiye generallerinden Jehu, hem hükümdara Joram ile Akhab'ın
yetmiĢ oğlunu, hem de Yahudiye kralı Okhoziyas ile Davud neslinden kırk iki prensi
boğazlattı, Ġsrail tahtına oturdu.
Suriye ve Filistin’de Yahudi peygamberlerinin hazırlıkları bu kanlı olaylar devam
ederken Asur kralı III. Salmanassar da Suriye’ye girmek üzere Fırat boylarına dayanmıĢtı.
MÖ. 842 yılında Anti Lübnan önlerinde meydana gelen kanlı savaĢta ġam kralı Hazael
yenildi. SavaĢ alanından periĢan bir halde kaçarak baĢkentine sığındı.
III. Salmanassar, üzerine bu savaĢ sahnesini kazdırmıĢ olduğu dikili taĢta "Hazel'i KimaĢk'ta çember içine aldım. Bahçelerini yakıp yıktım. Havran dağına kadar gittim.
Sonra Nehr - ül - Kelp kayalıklarına indim.208 Bu sırada Tir ve SidonIular’ın ve israil
kralı Jehu'nun vergilerini aldım” demektedir.
Bu yazıttan anlaĢıldığına göre, peygamber Elyesa'ın yardımıyla kanlı cesetler
üzerinden atlayarak Ġsrailiye krallığına çıkmıĢ olan Jehu, Asur seline karĢı seyirci kalmıĢ, ġam
Aramileri’ne yardım etmeği düĢünmemiĢtir. Oysa, Asur çığı bir müddet sonra yalnız
Aramileri değil, Jehu'nun baĢına geçtiği Ġsrail Krallığı’nı da silip süpürecekti.
III. Salmanassar, hayatında oğulları arasında baĢlayan mücadele ve bunu takip eden
isyanlar yüzünden Asurlular’ın Suriye sınırlarında görünmemeleri, buradaki yerli prenslerin
yeniden birbirleriyle savaĢmalarına fırsat verdi. ġam kralı Hazael, Ġsrailiye kralı Jehu'nun son
hareketini cezasız bırakmak istemeyerek Ġsrailiye krallığı topraklarına girdi. Önüne gelen
Ģehir ve köyleri yaktı, yıktı. Çocukları, gençleri kılıçtan geçirmek suretiyle buraları
mezbahaya çevirdi. Hazael, Asur saldırısının duraklamasından faydalanarak, Ġsrailoğullarıyla
anlaĢmak suretiyle yeni felâketleri önlemeğe çalıĢacağına, mücadeleyi hızlandırıyordu. Bu
çarpıĢmalar sonunda Ġsrail Kralı Jehu Maverayi-Ürdün'ü kaybetti. Oğlu ve halefi Joak-haz
(MÖ.814-798), zamanında ġam karĢısında Ġsrail'in durumu daha kötü oldu. Hazael, bu
krallığın hemen bütün ülkesini zapt etti. Joakhaz'ın elinde yalnız baĢkent Samariya kaldı. ġam
Aramileri bununla da kalmadılar. Kudüs'teki Juda Krallığı arazisini de tehdide baĢladılar.
Juda Kralı Joas ġam'a vergi vermeği kabul etmek Ģartıyla saldırıyı önleyebildi.
ġam Aramileri’nin Lotanu krallıklarına karĢı uzun zamandan beri süren üstünlüğü,
Hazael'in oğlu II. Ben-Hadad zamanına kadar devam etti. Fakat II. Ben-Hadad bu üstünlüğü
koruyamadı. Hama prensine karĢı kurduğu birlik savaĢ alanında muvaffak olamadı. Hama
208
M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.150.
kralı Zakir, ġam kralı Hazael'in baĢkanlığı altında üzerine yürüyen Sam’al ve Malatya
prensleriyle beraber on prensin birleĢmiĢ ordularını periĢan ederek Hazael kalesini
kuĢatmadan kurtardı.
II. Ben-Hadad’ın bu mağlubiyeti, ġam Krallığı’nın kuvvetini ve Suriye-Filistin
prensleri üzerindeki otoritesini sarstı. Ġsrail kralı Joas durumdan faydalanarak, zamanında
Hazael'in babası Joakhaz'ın elinden almıĢ olduğu Ģehirleri geri almayı baĢardı.
Lotanu hegemonyası, Ġsrail tarafına geçmiĢ gibi görünüyordu. Fakat, bu sıralarda
tekrar baĢ gösteren Asur tazyiki, bu durumu da altüst edecekti.
III. Salmanassar’ın hayatında oğulları arasında meydana gelen geçimsizlik ve
çarpıĢmanın yirmi sene kadar durdurduğu Asur saldırıĢı, III. Adadnirari’nin Asur tahtına
çıkmasıyla yeniden baĢladı. Fırat'ı aĢan Asur orduları ġam'ı çevirdiler. II. Ben-Hadad’ın
yerine geçmiĢ olan oğlu Mari (Ben - Hadad III) 'nin ordusu bozuldu.209 Kendisi de esir düĢtü.
Asur kralı, ġam’dan büyük ganimetler elde etti. III. Adadnirari’nin aldığı ganimetler arasında
2500 talent gümüĢ, 20 talent altın, 3000 talent bronz, 5000 talent demir ile fil diĢi bir karyola,
fil diĢi bir taht ve sayısız diğer eĢya bulunduğu yazılan tabletlerde, esir edilen kral Mari’nin
muzaffer Asur kralının ayaklarına kapanarak vasallığa kabulü ve affedilmesi niyazında
bulunduğu da kaydedilmiĢtir.
III. Adadnirari (MÖ. 810-782) bir yazıtında bu seferini anlatırken, “Hatti ve Amurru
memleketlerini baĢtan baĢa itaat altına aldım. Tir, Sidon siteleriyle, Ġsrail, Edom ve
Filistin memleketlerini ağır vergilere saldım” demektedir.
Fakat III. Adadnirari Suriye ve Filistin’de çok kalmadı. Ġmparatorluk içinde baĢ
gösteren karıĢıklıklar, göçebe Aramiler’in Yukarı ve AĢağı Mezopotamya’ya akınları,
kendisini ordusuyla memleketine dönmek zorunda bıraktı.
7. ARAMĠLER’ĠN ASUR ĠMPARATORLUĞUNA AKINLARI
Asur kralının ordusuyla memleketinden bu kadar uzaklaĢmıĢ olması, imparatorluk
çevresindeki göçebe Aramiler’e zengin Asur ve Babil bölgelerine yayılarak Ģehir ve köyleri
yağma etmek fırsatını vermiĢti. ġam ve Hama’nın Arami kralları ordularına kaynak olan
göçebe Aramilerin bu krallıklar üzerine yürüyen III. Adadnirari’yi arkadan vurarak onu geri
çekilmek zorunda bırakmak için; belki ġam kralının tahriki ile bu harekete giriĢmiĢ olmaları
uzak bir ihtimal değildir. Asur kralı dönünceye kadar, Kuzey ve Güney Mezopotamya'ya
yayılarak her tarafı dehĢet içinde bırakan Arami boylarından Ġtua'lar imparatorluk baĢkenti
209
M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.152.
çevrelerine kadar sokulmuĢlardı. Bunların Asurlular’ın nüfuzunu sarsan hareketleri, bir çok
ayaklanmaya neden olduğu gibi, doğu sınırları ötesindeki dağlık bölgede (Medye'de)
kuvvetlenen Madai'ların da Asur Ġmparatorluğu’nu tehdit etmelerine yol açmıĢtı.
III. Adadnirari’nin talihsiz halefleri bu isyanları bastırmakla uğraĢtıklarından 755’ten
önce Fırat boylarında görünemediler. Bu tarihte ancak Sam’al kralının Kuzey Suriye'de sebep
olduğu huzursuzluğu bastırmak için Fırat boylarına inmiĢlerdir. Son olayların ġam
Aramileri’ni zayıflatmıĢ olması, Ġsrail kralı II. Jerobaam’ın Suriye krallığına karĢı hürriyetini,
belki de Lotanu hegemonyasını kazandırmıĢtı. 210
Fakat, bütün bu değiĢiklikler geçici idi. Ġç karıĢıklıkları bastırarak Akdeniz kıyılarına
inmeye hazırlanan Asur dalgalarının Suriye ve Filistin'deki küçük devletleri yutacağı zaman
yaklaĢmıĢtı. Aramiler ön safta oldukları için ilk yenilgiye onlar uğrayacaklardı. Asur tahtına,
bu imparatorluğun en kudretli hükümdarlarından III. Tiglatpalasar’ın (745-727) çıkıĢı bu
zamanın gelmiĢ olduğuna iĢaretti. Tiglatpalasar 742 de, Kuzey Suriye'de bir varlık
göstermeğe çalıĢan Sam’al krallığına ilk darbeyi indirmek üzere iĢe baĢladı. 738’de tekrar
Fırat boylarına geldiği zaman Fırat'tan Suriye kıyılarına kadar 19 küçük krallık askerlerinin
birleĢik bir cephesiyle karĢılaĢtı. Bunların baĢında ġam kralı II. Razon ile Ġsrail, KargamıĢ,
Sam’al krallarıyla, Biblos, Tir, Sidon siteleri baĢbuğları ve Kilikya prensleri bulunuyorlardı.
III. Tiglapalasar birleĢik prensler ordularını ilk hücumda dağıttı. Bir tablette Aramiler’in ġam
kralı II. Razon ile Ġsrail kralı Menahem (743-737), Biblos,Tir ile Sidon, KargamıĢ, Samal,
Kilikya, Kommagene prenslerinin vatandaĢlık vergilerini nasıl getirdikleri anlatılmaktadır.
Asur orduları çekildikten sonra, ġam'ın Arami kralı II. Razon ile Ġsrail kralı birleĢerek
Juda kralı Akhaz'ın üzerine yürümeğe hazırlandılar. Durumunu ümitsiz gören Akhaz birçok
hediyeler göndererek Asur kralını yardıma çağırdı. Yeniden Suriye'ye giren III. Tiglatpalasar
ġam'ı çevirerek zapt etti. Kral II. Bazon’u da öldürterek Aramiler’in Suriye'deki en kudretli
devletine son vermiĢ oldu. Buralardaki Aramiler’i sürerek Asur sınırları boylarına yerleĢtirdi.
Filistin'de Juda devleti ile yakındaki Edom prensliği, vergi vermeyi taahhüt ettiklerinden
geçici bir zaman için yerlerinde kalabildiler.211
8. ANADOLU’DA ARAMĠ ETKĠLERĠ
Daha önce de belirttiğimiz gibi özellikle MÖ. 11. ve 10. asırlar, tam manasıyla bir
Arami asrı olmuĢtur. Öyle ki, bu asırlar içinde, Aramiler'den Bit-Zamani kabilesi doğuda
210
211
M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.153.
M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.154.
Diyarbakır civarına, Bit-Adini kabilesi Fırat nehrinin büyük kıvrımı içerisine, Bit-Agusi
kabilesi Fırat ile Karasu arasına, Bit-Gabbar kabilesi Gaziantep civarına, Bit-BrutaĢ kabilesi
ise Kayseri civarına kadar sokulmuĢ idiler.212
Bu sırada Asur tahtına I. Tiglatpileser (MÖ.1114-1074) gibi güçlü bir kralın geçmesi
üzerine Mezopotamya'daki siyasi durum Asur lehine değiĢmiĢ ise de, bu ancak geçici bir süre
için böyle devam etmiĢtir. Gerçekten de bu kral, bir taraftan Fırat'ın ötesinde Aramiler'le
savaĢırken, öte taraftan da Urartu kabileleriyle ve ilk defa adları bu devirde ortaya çıkan
MuĢki
kabileleriyle
savaĢıyordu.
Bu
devirde
Urartular
henüz
siyasi
birliklerini
kuramamıĢlardı.213 Asurlular’ın ve Aramiler’in, kuzeylerinde kalan tepeler üzerinde yüzyıllar
süren baskısının beklenmedik sonuçlarından biri, o zamana kadar Van Gölü çevresindeki
dağlarda bağımsız olarak yaĢayan çeĢitli kavimlerin zorunlu olarak birleĢip Urartu olarak
bilinen devleti oluĢturmalarıydı.214 Bununla beraber Urartu devleti, en güçlü olduğu MÖ. 8.
asırda, Anadolu'da ancak Malatya'ya kadar yayılabilmiĢti. Çünkü bu devirde Orta Anadolu'da
Frig devleti vardı.215
Görülüyor ki, Ege göçlerinden sonra Anadolu'da Hitit ve Mitanni gibi büyük
devletlerin yerini Ģimdi Frig ve Urartu devletleri almıĢ, Mezopotamya'daki III. Babil (Kas)
Devleti’nin yerini ise Asur devleti Ġle birçok Arami kabilelerinin kurduğu Ģehir devletleri
almıĢtı. Bunlardan Urartu ve Frig devletlerinin hâkimiyet sahası arasında kalan Kayseri ile
Malatya arasındaki bölgede ise Hitit Devleti’nin kalıntısı olan birtakım küçük prenslikler
bulunuyordu. Ayrıca Kuzey Suriye'de, daha Eski Hitit Devleti zamanından beri Hitit
hâkimiyetine girmiĢ olan Halep ve KarkamıĢ gibi büyük Ģehirler de mevcuttu. Kuzey
Suriye'de bulunan Hitit Ģehirleri, Arami istilâsına karĢı koyabilmek için, Asur Devleti’ne bağlı
olmayı tercih ediyorlardı. Anadolu'daki Hitit Ģehirleri ise, zaman zaman değiĢen büyük
devletler, yani Frig, Urartu veya Asur kralları arasında el değiĢtiriyorlardı. 216
Asurlular’ın, stratejik konumları nedeniyle Geç Hitit Devletleri’nin ticaret yolları
üzerindeki denetimlerine meydan okuması kaçınılmazdı. MÖ. 1110 dolaylarında Asurlular
sınırları aĢmıĢ, bundan kısa bir süre sonra da, Aramiler yeni bir tehdit olarak sahneye
çıkmıĢlardı. Fırat’ın doğusundan gelen bu göçebeler, bazı Hitit beyliklerini ele geçirip
kendilerini burada kabul ettirmeyi baĢarmıĢlardı. Arami akınlarının Hitit devletleri kadar
212
E. MemiĢ, a.g.e., s.156.
F. Kınal, Eski Anadolu Tarihi, TTK. Yayınları, Ankara–1987, s.233.
214
J. G. Macqueen, Çev. Esra Davutoğlu,Hititler ve Hitit Çağında Anadolu, ArkadaĢ Yayınevi, Ankara–2001,
s.172
215
F. Kınal, a.g.e., s.233.
216
E. MemiĢ, a.g.e., s.158.
213
Asurlular üzerinde de ciddi etkileri olmuĢtu. Asur ordularının yeniden Kuzey Suriye’ye ulaĢıp
Anadolu dağlarına sızmaya baĢlaması MÖ. 900’leri buldu. Bu yüzyıl boyunca Kuzey Suriye
devletleri, büyük miktarda haraç toplanmasını sağlayan ama her hangi bir kalıcı fetihle
sonuçlanmayan, bitmek bilmeyen Asur akınlarına maruz kalmıĢtı.217
Böylece Önasya memleketlerinin önce Ege göçlerine, arkasından da Samî Arami
göçlerine maruz kalması ve göçlerden önceki Yeni Hitit Devleti zamanında ise Anadolu'da,
Hatti, Hitit, Mitanni, Hurri, Luwi, Pala vs. gibi değiĢik kökenli kavim gruplarının bulunduğu
göz önüne alınırsa, bu devir Ģehirlerinde etnik bakımdan homojen bir yapının olamayacağı
çok açıktır. Gerçekten, MÖ. 8. asırda Danuna Kralı Asitavanda'nın, sarayının duvarlarına Hitit
Hiyeroglif ve Fenike dil ve yazısı ile olmak üzere iki dilde kitabe yazdırması, bu Ģehirde de
tek bir kavmin oturmadığını gösterir. Aynı Ģekilde, MÖ. 9. asırda Sam'al (Zincirli) kralı
Kilamuva da Ģehir halkını Ba'erirler ve MuĢkaplar diye ikiye ayırmaktadır.218
Oysa Asur vesikalarında, bu Ģehir devletlerine genel olarak "Hatti memleketi"
deniliyordu. Örneğin MÖ. 12. yüzyıl sonlarında Asur kralı I. Tiglatpileser, KarkamıĢ Ģehri
için "Büyük Hatti" ifadesini kullanmaktadır. Hâttâ bazen doğrudan doğruya Aramiler
tarafından kurulmuĢ Ģehirlere bile "Hatti" denilmektedir. Aynı Ģekilde I. ArgiĢti'den itibaren
Urartu kaynakları da Malatya Ģehrini "Hate memleketi" olarak gösterirler. Tevrat'ta Kuzey
Suriye'deki birçok Ģehir sakinlerine "Het oğulları" denilmektedir. Bu devre ait değiĢik
orijinli vesikaların "Hatti" dedikleri bu memleketler, genellikle eski Hitit kavminin bakiyelerinden mi ibaretti? sorusuna cevap verebilmek için, Ģahıs isimlerinden yararlanma
yoluna gitmek, tek çözüm Ģeklidir. Gerçekten de Hatti olarak gösterilen memleketlerin kral
adlarına bakıldığında örneğin; Gurgum (MaraĢ ) kralı Muvatalis, Hatena (Hatay) kralı
Saplulme ve Lubarna gibi bazı Ģehir kralları, eski Büyük Hitit krallarının isimlerini almıĢlarsa,
bu Ģehirlerin Hattili olduğunu kabul etmek gerekir. Fakat Hamat kralı Eni-el, Arpat kralı
Matti-El, Kaska kralı Daduilu gibi Samî tanrı adlarını ihtiva eden Ģahıs adlarının, Arami
Ģehirlerine ait olduğu anlaĢıldığı gibi, Danuna kralı Asitavanda, Sam'al kralı Panamuva, Kilamuva, Milid kralı Tarhunazi, Hilarunda gibi Luwice "muva" sonekli yahut Luwi tanrısı
Tarhun'u ihtiva eden “teofor” isimlerin, Luwi kökenli oldukları açıkça görülmektedir. Hatta
bunlar arasında Kumukh kralı KuĢtapsi, Tilbarsip kralı Akhuni gibi Mitanni veya Hurri
elemanlı isimlerle de karĢılaĢılmaktadır.
217
218
J. G. Macqueen, Çev. Esra Davutoğlu, a.g.e., s.171
E. MemiĢ, a.g.e., s.158.
Görülüyor ki, Ģahıs isimleri üzerinde yapılan filolojik tetkikler de Geç Hitit devri Ģehir
krallıklarında etnik bir birliğin mevcut olmadığını, aksine bazı Ģehirlerde Luwi, Hitit, Hurri,
Mitanni ve Arami kökenli kavimlerin bir arada bulunduğunu, bazılarında ise yalnız Hitit
bakiyesinin veya sadece Aramiler'in yerleĢtiğini göstermektedir. Örneğin MaraĢ'ın doğusunda
Besni'nin 18 km. güneydoğusundaki Boybey Pınarı'nda bulunan Hitit Hiyeroglif (H.H.) yazılı
dört kitabeden birinde Ku Ģehri kralı Ayames oğlu PanamuvataĢ, kendisine "HattuĢili'nin
neslinden" demektedir. Bununla beraber, önceden Luwi kökenli bir kavmin idaresinde
bulunurken, sonradan SamîleĢen Ģehirler de görmekteyiz. Örneğin Sam'al kralları ilk
zamanlarda tamamen Luwice isimler taĢıdıkları halde, sonraları Bar-Rekup gibi Arami isimler
almıĢlardır. Aynı Ģekilde KarkamıĢ Ģehri kral adları önceleri TeĢup'lu "teofor" isimler olduğu
halde, sonraları Kamanas, Araras gibi Luwice adlar taĢımıĢlardır.219
ġu halde, bu devir Ģehir devletleri halkı, bir tek kavimden ibaret değildi. Halbuki
köken bakımından birbirinden farklı bu Ģehir devletleri halkına kullandıkları yazıya izafeten
"Hiyeroglif Hititler" diyenler olduğu gibi, "Suriye Hititleri" diyenler de vardır. Diğer
taraftan Landsberger ve ona dayanarak da Güterbock, bu Ģehir devletlerinden büyük bir
kısmının Ege göçleriyle gelen yeni bir Luwi kavmine mensup olduğunu ileri sürmektedirler.
Sonuç olarak Ģunu söyleyebiliriz ki, Geç Hitit Ģehir devletleri halkının ırki bünyesi
hakkında ileri sürülen çeĢitli görüĢlerin her biri, bir dereceye kadar doğrudur. Ancak tarihi
gerçek Ģudur ki, Ege göçlerinden sonra Anadolu ve Kuzey Suriye Ģehir devletleri halkı tek bir
kavimden ibaret değildirler. Ege göçleri ile gelen kavimler bir taraftan burada buldukları Hitit
ve Hurri kavimlerinin bakiyeleriyle, diğer taraftan yeni gelen Arami unsurlarla karıĢarak
birtakım küçük Ģehir devletleri meydana getirmiĢlerdi.
Geç Hitit Ģehir devletleri denilen bu krallıkların yayılıĢına gelince; bunu Hitit
Hiyeroglif (H.H.) yazılı anıt ve kitabelerin yayılıĢı ile tespit etmek mümkün gibi
görünmektedir. Bu devre ait buluntuların en kuzey noktası Darende, en güney noktası Restan,
doğuda Malatya civarında Ağancık, Batıda Sakarya nehri kenarında Beyköy'dür. 220 Ancak,
H.H. yazılı anıt ve kitabelerin bulunduğu saha, bize hiçbir zaman Geç Hitit Ģehir devletlerinin
hududunu göstermez. Çünkü Zincirli gibi saf Arami Ģehirlerinin de H.H. yazısını
kullandıklarını daha önce belirtmiĢtik. ġüphesiz, Ege göçleri neticesinde Anadolu'nun pek çok
önemli Ģehri tahrip olmuĢtu. BaĢta HattuĢaĢ olmak üzere, KaniĢ (Kültepe), ġamuha gibi MÖ.
2. Binyılın önemli Ģehirleri artık tarihe karıĢmıĢlardı. Fakat bunların yerine Sam'al, Gurgum
gibi Hitit vesikalarında adları geçmeyen birtakım yeni Ģehirler kurulmuĢtu. Aynı durum,
219
220
E. MemiĢ, a.g.e., s.159,160.
F.Kınal, a.g.e., s.237.
Kuzey Suriye için de geçerli idi. Ugarit, Alalakh, Katna Ģehirleri artık birer harabe tepesi
idiler. Fakat burada Halep ve KarkamıĢ gibi bazı eski Ģehirler, bu devirde de önemlerini
koruyorlardı. Özellikle KarkamıĢ Ģehri, M.Ö. 8. asır sonunda Asur kralı II. Sargon tarafından
bir Asur eyaleti haline getirilinceye kadar, Hititliliğini muhafaza etmiĢti.
Geç Hitit Ģehir devletlerinin yayıldığı alanın belirlenmesini güçleĢtiren bir baĢka sebep
de, bu Ģehirler hakkında en ayrıntılı bilgiyi veren Asur vesikalarının Hitit devleti zamanındaki
coğrafi isimlerden tamamen farklı ülke ve Ģehir adları vermesidir.221
Gerçekten de Asur vesikalarında Van ve civarına Nairi memleketleri, Kayseri ve
havalisine Tabal, onun güneydoğusunda, Anti Toroslar’ın baĢladığı dağlık bölgeye Hilakku,
daha güneye taĢlık Kilikya'ya kadar uzanan sahaya ise Que memleketleri denilmektedir. Bu
büyük bölgelerin içinde Ģüphesiz birçok Ģehirler vardı. Örneğin III. Salmanassar (MÖ. 858824), Nimrut'ta bulunan ve bugün British Museum'da muhafaza edilen obeliskinde, "Tabal
ülkesinde 24 kralllığın bulunduğunu" belirtmektedir. Demek ki, Tabal krallığı bir çeĢit
konfederasyon Ģeklinde idare ediliyordu.222
Geç Hitit ġehir Devletleri ve Aramiler’in iliĢkisi hakkında genel olarak bilgi verdikten
sonra sırasıyla, bu Ģehir devletleri hakkında bilgi verelim.
1) TABAL MEMLEKETĠ
Anadolu'daki Ģehir devletleri içinde en batıda Tabal memleketi yer almaktaydı. Asur
vesikalarından edinilen bilgilere göre, Tabal memleketi doğudan Melid (Malatya), güneyden
Hilakku (Kilikya) memleketleri ile sınır komĢusu idi. H.H. yazılı kitabelerin yayılıĢ sahasına
göre hüküm vermek gerekirse, Tabal memleketinin batı komĢusu ise Frigya devleti idi.
Ancak, hemen belirtelim ki, bu sınırlar zamana göre değiĢiyordu.223
Asur vesikalarında Tabal memleketi hakkında verilen malumat, Kayseri ve havalisinde
bulunan Geç Hitit dönemine ait kitabelerle doğrulanmıĢtır. Gerçekten, yalnız Kayseri ve
NevĢehir arasında 11 tane H.H. yazılı kitabe bulunmuĢtur. Bunlardan birkaçı üzerinde
Tuvanuva (klasik çağlardaki Tyana) kralı Varpalava'nın adı geçmektedir. Böylece Hitit
Ġmparatorluk devri vesikaları ile tanıdığımız Tuvanuva Ģehrinin, bu devirde de önemini
devam ettirdiği ve hatta daha da geliĢerek, muhtemelen Tabal memleketinin merkezî
durumuna geldiği anlaĢılıyor. Çünkü, Geç Hitit devrinin en güzel sanat eseri olan Ġvriz kaya
anıtı, bu havalide bulunmaktadır. Kaya kabartması, Tuvanuva kralı Varpalava'yı, Luwi tanrısı
Sanda önünde canlandırmaktadır.
221
E. MemiĢ, a.g.e., s.161.
E. MemiĢ, a.g.e., s.162.
223
F. Kınal, a.g.e., s 238.
222
Tabal beyliklerinden kalma H.H. yazılı kaya kitabelerine, bölgenin kuzeyindeki
Çalapverdi, güneyindeki Bor, Niğde yakınlarındaki Bolkar madeni dolayları ile Kayseri ve
NevĢehir arasında da rastlanmaktadır.224
2) QUE MEMLEKETĠ
Kilikya Asurlular tarafından III. Salmanassar zamanından beri bilinmekteydi ve Que
veya Qave olarak adlandırılıyordu; ancak, henüz bu isim üzerine bir açıklama
yapılamamıĢtı.225 Tabal'ın güneyindeki Hilakku'nun batı kısımlarına, tahmini olarak Klâsik
çağlardaki Kilikya'ya, Asur vesikalarında Que deniliyor ve bu memleketin içinde birçok
Ģehirler sayılıyordu. Böylece Que'de de Ģehir krallıklarından oluĢan bir konfederasyonun
bulunduğu anlaĢılmaktadır. Bu konfederasyonun merkezinin Pahri (Karatepe) kenti olduğu
zannediliyor. Çünkü III.Salmanassar, Que'ye yaptığı bir seferde Que kralı Kate'yi Pahri
Ģehrinde kuĢattığını belirtmektedir. Ayrıca Adana/Karatepe'de bulunan Hitit hiyeroglif ve
Fenike dillerindeki kitabelerde kendisine "Danunalar kralı" diyen Asitavanda da "Pahri
Ģehrinin depolarını kendisinden evvel hiçbir kralın yapamadığı Ģekilde doldurduğunu"
anlatmaktadır. Böylelikle Asurlular'ın Que dedikleri bu bölgeye, H.H. yazılı vesikalarda
"Danunalar memleketi" denildiği anlaĢılmaktadır.226 Gerçekten Karatepe kazıları sayesinde
bir taraftan Amarna devrinden (MÖ. 1400-1350) beri bilinen, fakat yeri tayin edilemeyen
“Danunalar memleketini” tespit etmek mümkün olmuĢ, diğer taraftan da burada bulunan Ġki
dilli kitabeler sayesinde Hitit Hiyeroglif yazısının çözülmesinde önemli ilerlemeler
kaydedilmiĢtir. Bu kitabeleri bırakan kral Asitavanda ile babası Avarikus'un adlan Luwice
isimlerden olduğuna göre, Büyük Hitit Ġmparatorluğu zamanında (M.Ö. 1400-1200) Güney
Anadolu sahillerinde yaĢayan Luwi kavmi, Ege göçlerinden sonra da Kilikya bölgesinde
varlığını devam ettirmiĢti.
Karatepe kitabeleri, MÖ. 8. asrın ortalarına tarihlenmektedir. Çünkü kitabede adı
geçen Avarikus'un, III. Tiglatpileser annalleriînde zikredilen Que kralı Urikki ile aynı Ģahıs
olduğu kabul edilmektedir. Buna göre, onun oğlu Asitavanda da Que'yi bir Asur eyaleti haline
getiren Asur Kralı V.Salmanassar'la (MÖ. 728-722) çağdaĢ yaĢamıĢ olmalıdır.227
3) MELĠD (MALATYA) MEMLEKETĠ
224
E. MemiĢ, a.g.e., s.162,163.
Olivert Robert Gurney, Hititler, Dost Kitabevi, Ankara-2001, s. 46
226
E. MemiĢ, a.g.e., s.,163.
227
F. Kınal, a.g.e., s. 240.
225
ġimdi de, Aramiler’den etkilenmeyecek kadar Suriye’den uzak, ama Asurlular’ın
Tabal saydığı bölgeye komĢu, dolayısıyla eski Hitit nüfuzundaki Luwi ögesinin elinde
bulunan üçüncü bir kenti ele alalım.
Bugünkü Malatya’nın yakınlarında, Arslantepe denilen höyüğün altındadır. 228 MÖ. 2.
Binyıl baĢlarına ait olan Kültepe vesikalarında Melita, Hitit vesikalarında ise Maldia Ģeklinde
geçen Malatya, Asur Ġmparatorluk devri vesikalarında Meliddu, Melide, Melid formlarında
görülür. Urartu kaynaklarında ise bu kente Melitea denilmektedir. Malatya kelimesinin,
Hititçe bal manasına gelen “melit” ten türetildiği, ilk defa Hrozny tarafından ileri sürülmüĢtür.
Malatya Ģehrinin adı çok eski vesikalarda zikredilmekle beraber, kent, asıl önemini
Hitit Ġmparatorluğu yıkıldıktan sonra kazanmıĢtır. Çünkü Malatya, Asur, Urartu ve Frig devlet
sınırlarının birleĢme yerinde ve bu memleketleri birbirine bağlayan iĢlek bir doğal yol
üzerinde bulunuyordu. Malatya'nın Geç Hitit Ģehir devletlerinden biri olduğu, hem Asur ve
Urartular'a ait çivi yazılı vesikalardan, hem de burada yapılan kazılar neticesinde ortaya
çıkarılan H.H. yazılı kitabe ve kabartmalardan anlaĢılmaktadır.
H.H. yazılı kitabeler henüz tam olarak okunamamıĢtır, ancak kitabelerde geçen kral,
baba ve oğul kelimelerini gösteren ideogramlar tespit edildiğinden, Asur vesikalarından
edinilen bilgilerin yardımı ile de kral adlarının çoğu okunmuĢtur. Bu kral adları filolojik
bakımdan tetkik edildiğinde, bir kısmının Luwice, bir kısmının da Hititçe olduğu görülür.
Fakat Malatya ve civarında, MÖ. 2. ve 1. Binyılda oturan halk genellikle Hurri kökenli idi.
Asur kralı III. Tiglatpileser'in annallerinden öğrenildiğine göre bu krallık, adı geçen
Asur kralı tarafından Asur Ġmparatorluğuna bağlanmıĢtı.229
4) KUMUKH MEMLEKETĠ
Asur vesikalarında Kutmukhi Ģeklinde geçen bu Ģehir devleti Klâsik çağlardaki
Kommagene bölgesi (Adıyaman ve çevresi) içinde bulunuyordu. Fakat yeri henüz tespit
edilememiĢtir. Bu Ģehir devletini yalnız yazılı vesikalarda adının geçmesiyle tanıyoruz.
Meselâ, I. Tiglatpileser anallerinde, Kumukh kralının adı Kili-TeĢup olarak geçmektedir. II.
Asurnasirpal ise Kumukh kralı Qatazili'yi zikretmektedir. Bu isimler Hurrice'dir. Füruzan
Kınal230 buna dayanarak Ege göçlerinden sonra bile Ģehirde hala Hurrili bir sülalenin hâkim
228
Seton Lloyd, Çev: TÜRKĠYE’NĠN TARĠHĠ, Bir Gezginin Gözüyle Anadolu Uygarlıkları, Tübitak Popüler
Bilim Kitapları, Ankara-1997, s.73
229
E. MemiĢ, a.g.e., s.164,165
230
F. Kınal, a.g.e., s. 242.
olduğu sonucunu çıkarmıĢ, Bilge Umar ise, bu görüĢe katılmadığını, çünkü Hitit krallarının ve
beylerinin de bazı zamanlar Hurrice adlar taĢıdığını ileri sürmüĢtür.
5) GURGUM (MARAġ) MEMLEKETĠ
Geç Hitit devrinin önemli kentlerinden biri de Klâsik devirde Marqasi denilen
bugünkü MaraĢ Ģehri idi. Gurgum adı, MÖ. 2. Binyıl vesikalarında geçmez. MaraĢ'ta kazı
yapılmamıĢ, yalnız, toprak üstü bazı buluntular ele geçmiĢtir. Bu arada, üzerinde H.H.
yazısıyla 7 satır bulunan ve Ģimdi Ġstanbul Eski ġark Eserleri Müzesi'nde sergilenen bir arslan
heykeli, anılmaya değer. Bu yazıdan öğrenildiğine göre, heykel, Asur kralı III. Salmanasar'ın
çağdaĢı olan Gurgum beyi Halparunda tarafından tanrısına adanmıĢtı.
6) SAM'AL (ZĠNCĠRLĠ) MEMLEKETĠ
Bu kent, Gaziantep'e bağlı Ġslahiye'nin birkaç kilometre kuzeyine düĢen demiryolu
istasyonu FevzipaĢa yakınındaki Zincirli harabelerinde olup 1882-1902 yılları arasında Alman
arkeolog Von Luschan tarafından burada kazılar yapılmıĢ, Ģehrin etrafını çevreleyen surlar ve
Ģehir kapıları ile saray ve mabet gibi önemli yapılar ortaya çıkarılmıĢtır. Bunlar arasında Hitit
Hiyeroglifleri ile ya da Arami diliyle yazılmıĢ kitabeler, birçok kabartma ve heykel
bulunmuĢtur.
Bu vesikalardan Sam’al kralı Kilamuva’nın Fenike dilinde yazılmıĢ bir kitabesi ile
Sam’al kral sülalesinden dört nesli tanıyoruz.
Gerek Sam'al krallarının, gerekse Asur krallarının bıraktığı vesikalarla, bu Ģehrin tarihî
aydınlanmıĢ bulunmaktadır. Bu vesikaların tetkikine göre, Sam'al krallığının eski adı Ya'diya
idi.231
7) SAKÇAGÖZÜ
Zincirli'nin kuzeydoğusunda bugünkü Keferdiz köyü bitiĢiğinde de Geç Hitit devrinde
bir Ģehir krallığının mevcut olduğu anlaĢılıyor. Çünkü, burada da bu devre ait birçok heykel
ve kabartmalar ele geçmiĢtir. Bunların büyük bir kısmı, Ankara Arkeoloji Müzesi'nde
sergilenmiĢ durumdadır. Eserler üzerinde yazı olmadığı için, Ģehrin Geç Hitit devrindeki adını
bilmiyoruz.232
8) KARKAMIġ (CERABLUS)
Güney Anadolu'daki önemli Ģehir devletlerinden biri de KarkamıĢ idi. Bu Ģehir
Mezopotamya ile Anadolu ve Mısır'ı birbirine bağlayan yolların kavĢak noktasında bulunduğu
231
232
F. Kınal, a.g.e., s. 243.
Bilge Umar, Türkiye Halkının Ġlkçağ Tarihi, C.I, E.Ü., Basın-Yayın Yüksekokulu Yayını, Ġzmir -1982, s.194
için, büyük önem taĢıyordu. Burada British Museum adına S.L. WooIley tarafından kazılar
yapılmıĢ, fakat Ģehrin MÖ. 2. Binyıl tarihine ait yazılı vesika ele geçmemiĢtir. Bu nedenle,
KarkamıĢ Ģehrinin MÖ. 2. Binyıl tarihini Boğazköy, Mari ve Ugarit vesikaları sayesinde
öğrenmek mümkün olmuĢtur.
Mısır firavunu III. Ramses'in Ege göçleri hakkında bilgi veren vesikalarında, yakılıp
yıkılan Ģehirler arasında KarkamıĢ'ın da adı geçmektedir. Buna rağmen kent, MÖ. 1. Binyılda
da önemini devam ettirmiĢtir. Çünkü Asur kralı I. Tiglatpileser, MÖ. 11. Yüzyıl baĢlarında
“Büyük Hatti” dediği KarkamıĢ Ģehrinin Malatya'ya kadar hâkim olduğunu bildirmekte ve
Büyük Hatti kralı Nini-TeĢub'u vergiye bağladığını anlatmaktadır.233
9) HATTENA
MÖ. 9. yüzyılın önemli kentlerinden biri de, adının Hatti kelimesiyle iliĢkisi besbelli
olan Hattena Ģehir devletidir. Bu beylik, Hatay'ın doğusunda Türkiye-Surîye sınırı yakınında
bulunan Açana, Tayinat ve Cüdeyde höyük alanlarındaki o yüzyılın kentlerini de içine
alıyordu. Hattena beyliğinin MÖ. 9. yüzyıldaki kralı Lubarna, Asur teb'ası idi. Asur kralı III.
Salmanassar (MÖ. 858-824) baĢa geçer geçmez, Aramlar'la ve Urartular'la savaĢmak zorunda
kaldığı için, bundan yararlanmak isteyen Meliddu ve Tabal krallıkları, Asurlular'a baĢ
kaldırmıĢlar ve kendilerine katılmayan Hatenna devleti üzerine yürüyerek, kral Lubarna'yı
öldürmüĢlerdi. Ancak sonraki savaĢta III. Salmanassar galip gelmiĢ, Hattena beyliğine
öldürülen kralın soyunu geçirmiĢ, ardından da Tabal ülkesine sefer yapıp, 24 Tabal kralını
yeniden vergiye bağlamıĢtı.234
9. ARAMĠLER’DE SOSYAL VE KÜLTÜREL HAYAT
MÖ. 2. Bin ortalarından beri Ön Asya tarihinde önemli bir yer almaya baĢlayan
Âramîler, doğu Asya ile Avrupa ve Afrika arasındaki kara yollarına hakim bulunuyor, kara
ticaretini ellerinde tutuyorlardı. Bu durum, Ön Asya'da Aramiler’e büyük önem kazandırmıĢ,
onları medeniyet yayan bir kavim haline getirmiĢtir.
Fenike alfabesi deniz ticareti yoluyla Orta Asya içlerine kadar yayılmıĢtır. Fenike
alfabesinden alınmıĢ bir yazı olan Arami alfabesi, doğuda yavaĢ yavaĢ çivi yazısı ile
hiyeroglifin yerini tutmuĢtur.
Aramiler’in sosyal ve dini alandaki geliĢmeleri Sümerler’de olduğu gibi milli bir
birliğe ve kimliğe kavuĢamamıĢtır. GeniĢ bir alana yayılan Arami boylarının, durumları ve
233
234
E. MemiĢ, a.g.e., s. 167.
B. Umar, a.g.e., 195
kaderleri birbirlerine benzemiyordu. Çünkü bunların sosyal ve din hayatlarının serpilme ve
geliĢmesinde baĢlıca etken doğal Ģartlar, birbirlerinden çok farklı bulunuyordu; yayıldıkları
toprakların batı tarafları, yani Akdeniz kıyılarına yakın olan bölgeler çok fazla ve verimli
oldukları halde doğu tarafları, yani Fırat ırmağını çevreleyen yayla, son derece kısır ve
çıplaktı.
Aramiler Suriye bölgesine gelmeden önce, yani Kuzey Mezopotamya'da yaĢadıkları
eski devirlerde, yüksek bir medeniyete ulaĢmıĢ bulunuyor, bir kısmı yerleĢik, bir kısmı da yarı
göçebe bir hayat sürüyorlardı. MÖ. 14. Yüzyıl’a ait Asur tabletlerinde bu bölgelerdeki
Aramiler’le olan savaĢlara dair kayıtlar görülmektedir. Bunlar, Kuzey Mezopotamya'da
bulundukları devirlerde, diğer kavimler gibi Sümer medeniyetinin, Subaru kültürünün etkisi
altında kalmıĢlardı. Tel-Ahmar kazıları, bu hususu çok iyi belirtmektedir. Her halde AramiIer
Suriye'ye indikleri zaman, buralarda karĢılaĢtıkları Sami Amurrular’a oranla medeniyet
bakımınıdan daha ileri bulunuyorlardı.235
Aramiler, çalıĢkan ve çevik insanlardı. Fenikeliler'in alfabeyi her yana yaydıklarını
biliyoruz. Aramiler ise Doğuya kesin anlamıyla bir dil birliği getirmiĢlerdir. Arami dilinin
yayılımındaki en büyük etken, gerek kervancı, gerekse tüccar olarak bölgedeki tüm
topluluklarla iliĢki kurmuĢ olmalarıdır. Üstelik bu dilin sadeliği, özellikle ticaret alanındaki
iliĢkilerin düzenlenmesinde ve karĢılıklı anlama hatalarının önlenmesinde büyük yararlar
sağlamaktaydı. Bunların yanı sıra rahatlıkla denilebilir ki Asurlular'ın “sürgün” politikaları
da Arami dilinin Doğu'nun çeĢitli bölgelerindeki yaygınlığını kolaylaĢtırmıĢtır. Sadeliği ve
özellikle parĢomen üzerine rahatlıkla iĢlenebilirliği nedeniyle Arami dili, bir süre sonra Pers
Ġmparatorluğu’nun resmi yönetim dili olurken, kendisinden önceki diplomatik dil olan Akkad
dili de tarihteki iĢlevini sona erdiriyordu. Fenikeliler tarafından da kullanılıp benimsenmiĢ
olan Arami dili, Mezopotamya, Suriye, Fenike, Filistin ve Kuzey Afrika'daki ülkelerde tüm
sosyal sınıflar arasında da kullanıyorlardı. Bu durum Roma dönemine kadar devam
etmiĢtir.236
Aramiler'in hayatı, içinde gömüldükleri Samî çokluğunun dinlerinden, yaĢayıĢ
göreneklerinden çok fazla etkilenmekle olmakla beraber sosyal teĢekküllerinde, dini
hayatlarında, ırkî özelliklerini belirten derin izler çok açık bir Ģekilde sezilmektedir.
Aramiler'in dinsel inançları ve tanrıları yönünden oldukça farklı yapısal özellikleri
vardır. Bir yandan yerlilerin (Hurri, Hitit ve Kenanlı gibi) dinlerini ve ilahlarını almıĢlar, öte
235
236
M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.156,157.
R.Yıldırım, Önasya Tarih ve Uygarlıkları, s.105
yandan Fenike yönünden gelen ve gelecek olan ilahlara da dinlerinde yer vererek birçok
ilahlara aynı anda tapma sistemini benimsemiĢlerdir.237
Fenikeliler gibi Arami tanrılarının da köken bakımından Samî olmamaları, ırk
ayrılığının kuvvetli delilidir. Bu ayrılık ruhi ve bedeni seciyelerde çok iyi belirmektedir:
Brakisefal Aram tipi Samî tipinden kolayca ayrılabilmektedir. Ġcad ve ibda kabiliyetinden
yoksun olan Samî tip ile adlarını taĢıyan alfabeyi bulan Aramiler’in aynı kökten geldikleri
düĢünülemez. Eski Arami dininin son izleri Orta Asya yüksek medeniyetiyle ahenkli bir
natüralizm izlerini belirtmektedir. Fakat, Suriye'ye yayılan boylar siyasi bir birlik kuramamıĢ
olduklarından doğal olarak bir Arami panteonu teĢekkül edememiĢtir.
Aramiler, Sümer-Akkadlar’ın, Asurlular’ın, Mısırlılar’ın Hurri ve Hattiler’in ve
nihayet içine gömüldükleri Samî çokluğunun kuvvetli tesirleri altında kalmıĢ olduklarından
dinleri de bu kavimlerin din telâkkilerinden az çok müteessir olmuĢtur. Fakat, Suriye dinine
ait belgeler hem az, hem de eski devirlere ait olduğundan dıĢ tesirlerin izlerini ayırt etmek çok
zordur. Mısır'ın 18. sülale firavunlarının bıraktıkları vesikalardan Suriye'yi ilgilendirenlerle
14. Yüzyıl’a ait Asur kitabeleri, yalnız siyasi tarihi ilgilendirecek Ģeylerdir. Tevrat
kitaplarında ise ancak dağınık bazı bilgiler vardır. Kuyuncuk'ta bulunan Asur-Arami
yazıtlarına gelince; bunlarda da isimlerden baĢka bir Ģey görülmemektedir.
Arami dinine ait en önemli vesika Amanus eteğinde Zincirli'de bulunan ve 8. Yüzyıl’a
ait olan Aramca bir yazıttır. Bu yazıtta iki eski tanrı adı görülmekledir. Bunlardan biri
Aramiler’in en büyük tanrısı Hadad, diğeri de El'dir. Din tarihi bilim adamları Hadad'ı Suriye
tanrılarının kralı gibi tasvir ederler. Aramiler'den kalan bir silindir üzerindeki resimde Hadad,
uzun sakallı, kıvırcık saçlı, baĢında danteleli taç, elinde kamçı bulunan savaĢçı bir Gök tanrısı
gibi tasvir edilmiĢtir. Aramiler’e ait bir sütun üzerindeki tasvirde Hadad'ın baĢındaki krallık
tacı, boynuzlarla süslenmiĢ bir taç Ģeklindedir.
Tel-Amarna mektuplarında Hadad, bora ve fırtına tanrısı Balıbar (Ramman) benzeri
olarak gösterilmiĢtir. Fakat bir Arami yazıtında Hadad'ın adı yanında Ramman adı ayrı bir
tanrı ismi olarak görülmektedir. Bununla beraber, Asurlular’ın Hadad ile Ramman'ı bir tanrı
tanıdıkları anlaĢılmaktadıraı.
Ahdi-Atik'te Ramman adı DımıĢk’da (ġam) tapınağı olan bir tanrı olarak geçmektedir.
Ahdi-Atik'in Zekeriya (Zakkarie) kitabında Hadad ve Ramman adlarının Hadad-Bimman
Ģeklinde birleĢtirilmiĢ oldukları görülüyor.
237
R.Yıldırım, a.g.e., s.105
El'e gelince, bu kelime ilk defa Zincirli yazıtında bir tanrı adı olarak görülmüĢtür.
Sinear'ın ĠĢtar'ı (Astarte), Suriye'de Al-har Ģeklini almıĢtır. Bu isim, yalnız olarak ancak
Kuyuncuk'ta elde edilen Arami yazıtta (Ozeh Athar –Atar kuvvet verir) suretinde görülmektedir. Diğer bölgelerde Atargalis Ģeklinde birleĢik ad olarak rastlanmaktadır. Koruyucu tanrı
sayılan Gad, Atargalis ile sıkı ilgilidir.
Arabistan'da bulunan Arami sütunu üzerinde bir Suriye tanrısının ismi ve resmi
görülmüĢtür. Bu sütunun Teyma'ya ne suretle gitmiĢ olduğu bilinmemektedir. Sütun üzerindeki ad ÇLM’dir. Bunun yanında bir de ÇLM ġhezeb adlı bir rahipten bahsedilmektedir.
Bu tanrı, resimde boynuzlarla bezenmiĢ bir mihrab üzerinde, Asurlular gibi giyinmiĢ, sağ
elinde bir mızrakla canlandırılmıĢtır. Aramiler’e ait Mar (Aramca mevlâ anlamında) adlı bir
tanrı daha tanıyoruz. Bunun adı, Mar-samek bileĢiğinde “Koruyucu Mevlâ” anlamında
kullanılmıĢtır. Aramiler’in gerek bu tanrılara ve gerek Monimas ve Aziz adlı tanrılar hakkında
fazla bilgilerimiz yoktur. Kudretli anlamını ifade eden Aziz adının bir anıtta kartal tasviriyle
beraber bulunduğu görülmüĢtür.
Aramiler’de görülen Nebo, ĠĢtar, Bel, Sin, ġamaĢ, Marduk gibi Babilliler’e ait tanrı
adlarıyla birleĢmiĢ bir sürü isimler bulunması, Babilliler’in Aramiler üzerindeki derin
tesirlerini belirttiği gibi, Mısırlılar’ın Hor, Ġsis ve Osiris adlarıyla birleĢmiĢ adlar da Mısır
tesirini göstermektedir.
Zincirli yazıtında ReĢeph ve ġMġ adlarında diğer Ġki tanrı daha görülmektedir.
Bunlardan ReĢeph aslında bir Suriye tanrısı iken Mısırlılar tarafından tanrılığa alınmıĢtır.
ġMġ'ın ise Babilliler’in ġamaĢ tanrısı olması ihtimali yüksektir.238
238
M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.157,158.
SONUÇ
BeĢ ana bölümden oluĢan çalıĢmamızın sonunda, MÖ. 2500’lerden MÖ. 900’lere
kadar uzanan yaklaĢık 1600 yıllık zaman dilimi içerisinde Eski Önasya tarihinde meydana
gelen üç büyük Samî Göç hareketinin gerek etnik, gerek siyasal, gerekse kültürel yönlerden
bölgede önemli değiĢimlere neden olduğunu gördük.
Gerçekten bugünkü Araplar’ın en eski ataları olarak kabul edilen bu kavimler,
muhtemelen
Arabistan
Yarımadası’ndaki
anavatanlarından
yola
çıkarak,
bereketli
Mezopotamya topraklarını iĢgal etmek suretiyle, hem bu coğrafyada hem de Mezopotamya’ya
komĢu ülkeler coğrafyasında önemli faaliyetler gerçekleĢtirmiĢlerdir.
Samî Göçlerin ilkini oluĢturan Akkad Göçleri sonunda Mezopotamya’daki Sümer
tesiri yavaĢ yavaĢ etkisini kaybederek, Akkad-Sümer karıĢımı yeni bir kültür sentezi ortaya
çıkmıĢtır. Gerçek olan Ģudur ki, Akkadlar aslında bölgeye yeni bir kültür getirmemiĢlerdir.
Tam tersine onlar, mevcut Sümer kültürünü büyük ölçüde benimseyerek, bu kültürü kendi
normlarına uydurmuĢlardır. Üstelik onlar, siyasal anlamda da bir ilki baĢararak, Sümerler’in
yapamadığını yapmıĢlar, Mezopotamya toprakları üzerinde tarihin bilinen ilk sömürgeci
imparatorluğunu kurmuĢlardır. MÖ. 2350-2150 yılları arasına tarihlenen bu imparatorluk,
baĢta Anadolu olmak üzere Yukarı Mezopotamya, Suriye ve Elam toprakları üzerinde
hakimiyet kurarak, bu ilkelerin ham madde kaynaklarını alabildiğince sömürmüĢlerdir.
Sonunda olan olmuĢ, bütün imparatorlukların baĢına gelen yıkım felâketi Akkad
Ġmparatorluğu’nun da sonunu getirmiĢtir.
MÖ. 2150’lerde Zağros dağlarının eteklerinde yaĢayan barbar Guti kavimleri Akkad
Ġmparatorluğu’na son darbeyi vurmuĢ ve bu siyasi gücün Önasya tarihinden silinmesine yol
açmıĢtır.
Akkad egemenliğinden kurtulan Mezopotamya’da Sümerler tekrardan toplanmıĢlar ve
milli bir karekter arz eden III. Ur Sülalesi’ni kurmuĢlardır. MÖ. 2060-1960 yılları arasında
hükümran olan bu devlet, ne yazık ki, yeni bir Samî göç dalgasının seline kapılmıĢ ve
yıkılmıĢtır. Bu yıkımı gerçekleĢtirenler MARTULAR ya da AMURRULAR adıyla anılan
kavimdir. Kısa zamanda Mezopotamya sitelerine yayılan bu kavimler çok geçmeden
Mezopotamya’yı tam anlamıyla Samî bir hüviyete büründürmüĢlerdir. Öyle ki, Amurrulu
kabilelerin kurduğu devletler her tarafı kaplarken, Sümer dili de yerini Akkad diline ve
yazısına terk etmiĢtir. Çünkü Amurrular da kendilerinden önceki ataları Akkadlar gibi
Akkadça konuĢuyor ve Akkad dilinde yazıyorlardı. Amurrulu kabilelerin kurduğu önemli
siyasi güçlerin baĢında Eski Babil Devleti gelir ki, bu devletin en tanınmıĢ Ģahsiyeti de
kanunları ile ünlenmiĢ 6. kral Hammurabi’dir. Hammurabi, devletini, büyük bir bürokrasi
kadrosuyla yönettiği gibi, 282 maddeden oluĢan ve batı dünyasının çok sonradan akıl ettiği
hukuk kurallarını daha MÖ. 1750’lerde taĢlara nakĢetme baĢarısını göstermiĢtir.
MÖ. 1100’lerde baĢlayıp MÖ. 900’lere kadar devam eden Arami Göçleri ise Samî
göçlerin üçüncü aĢamasını oluĢturur. Ancak hemen belirtelim ki, Arami Göçleri ile gelen ve
Güneydoğu Anadolu Bölgesini de iĢgal eden Samî kavimler, öncekilere oranla kültürel
manâda biraz geri kalmıĢlardı. Asur Ġmparatorları, bu kavimleri baskı altında tutmak ve
onların yayılmasını önlemek amacıyla yaklaĢık 2 asır mücadele ettiler. Fakat ne yazık ki
onlar, bu konuda pek baĢarılı olamadılar. Hatta öyle ki, Geç Hitit ġehir Devletleri Devri adı
verilen ve MÖ. 1200-750 yılları arasında tarihlenen dönemin ortalarından itibaren Aramca
bölgede en çok kullanılan dillerden biri haline geldi.
Bütün bunlar bize gösteriyor ki, Mezopotamya merkezli Eski Önasya medeniyetinde
Samî kavimlerin rolü ve payı oldukça büyüktür. Mezopotamya medeniyetinin temelleri
Sümerler’e aitse, bu yapının duvarları ve çatısında Samî kavimlerin büyük emeği olduğunu
unutmamak lâzımdır. Üstelik onlar Sümerlerle baĢlayan bu medeniyete kendilerinden de yeni
Ģeyler katarak, karmaĢık orijinli yeni bir uygarlığın doğmasına da zemin hazırlamıĢlardır.
KAYNAKÇA
-
Afetinan, A., Mısır Tarih ve Medeniyeti, 2. Baskı, TTK Yayınları, Ankara 1987.
-
Albright, W.F., ―Syria, The Philistines, and Phoenicia‖, CAH II/2, chp. XXXIII,
Cambridge 1975.
-
Çilingiroğlu, Altan., Urartu ve Kuzey Suriye Siyasal ve Kültürel ĠliĢkiler, Ege
Üniversitesi Basımevi, Ġzmir 1984.
-
Gurney, Olivert Robert., Hititler, Dost Kitabevi, Ankara 2001.
-
Günaltay, M. ġ., Türk Tarihinin Ġlk Devirlerinden Yakın ġark Elâm ve Mezopotamya,
T.T.K Basımevi, 2. Baskı, Ankara 1987.
-
Günaltay, M. ġ.,Yakın ġark III Suriye-Filistin, T.T.K Basımevi, 2.Baskı, Ankara
1987.
-
Ġplikçioğlu, Bülent., Eskiçağ Tarihinin Ana Hatları, Ġstanbul 1990.
-
Kınal, Füruzan., Eski Mezopotamya Tarihi, A.Ü.D.T.C.F. Yayınları, Ankara 1983.
-
Kınal, Füruzan., Eski Anadolu Tarihi, TTK. Yayınları, Ankara–1987
-
Kramer, S. N., Çeviren Muazzez Ġlmiye Çığ, Tarih Sümer’de BaĢlar, TTK Yayınları,
-
Lloyd, Seton., Çev: TÜRKĠYE’NĠN TARĠHĠ, Bir Gezginin Gözüyle Anadolu
Uygarlıkları, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Ankara 1997.
-
Macqueen, J. G., Çev. Esra Davutoğlu, Hititler ve Hitit Çağında Anadolu, ArkadaĢ
Yayınevi, Ankara 2001.
-
Mansel, Arif Müfit., Eski Doğu ve Ege Tarihinin Ana Hatları, Ġstanbul 1945.
-
MemiĢ, Ekrem., Eskiçağ Türkiye Tarihi, Çizgi Kitabevi, 5. Baskı, Eylül 2003.
-
MemiĢ, Ekrem-Köstüklü Nuri., Tarih Boyunca Ortadoğu-Anadolu ĠliĢkileri, Konya
1992
-
MemiĢ, Ekrem., Filistinlilerin Kökeni ve Tarihi, Selçuk Üniversitesi, Eğitim Fakültesi
Yayınları, Konya 1996.
-
MemiĢ, Ekrem., Genel Tarih, Tablet Yayınları, Konya 2002.
-
ġahin, Muhammed., Uygarlık Tarihi, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ankara 2002.
-
Umar, Bilge.,
Türkiye Halkının Ġlkçağ Tarihi, E.Ü., Basın-Yayın Yüksekokulu
Yayını, Ġzmir 1982.
-
Yamanlar, Emine., Uygarlık Tarihi, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ankara 1999.
-
Yıldırım, Recep., Önasya Tarih ve Uygarlıkları, Ġzmir 1996.
-
Yıldırım, Recep., Uygarlık Tarihine GiriĢ, Asil Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2004.
EKLER
Hititler Zamanında Anadolu (Kaynak: MemiĢ, Eskiçağ Türkiye Tarihi)
Hititler Döneminde Anadolu ve Hititler’in KomĢuları (Kaynak: Akurgal E, 1993)
Mezopotamya Uygarlığının DoğuĢ Yeri olan Eski Mezopotamya ( Kaynak:
Yamanlar,Uygarlık Tarihi)
MÖ. 1. Binyılda Önasya (Kaynak: M. ġ. Günaltay)
Sargon Ġmparatorluğu’na ait memleketleri gösteren, kil tablet üzerine çizilmiĢ
dünya haritası (Kaynak: Kınal, E.M.T)
Naramsin’in Zafer Anıtı (Kaynak: Kınal, E.M.T)
Urnammu steli Kaynak: Kınal, E.M.T)
Hammurabi’nin Kanun Steli (Kaynak: Kınal, E.M.T)
Akkad Kralı ManiĢtusu’nun ön ve arka cepheden görünüĢü Sus’ta bulunmuĢtur.
(Kaynak: Günaltay)
Amurrular ve Birinci Babil Ġmparatorluğu (Kaynak: Günaltay)
Akkad kralı Naram-Sin’in steli Milattan önce iki bin sekiz yüz sene öncesine ait
(Ġstanbul müzesinde), (Kaynak: Günaltay)
Kral ManiĢtusu heykelinin
alt kısmı (:Kaynakça
Günaltay)
Hammurabi Kanunu steli Sus’ta bulunmuĢtur. (Kaynak: Günaltay)
II. Salmanassar’ın dikili taĢı (Kaynak: Günaltay)
Download