ĠÇĠNDEKĠLER TEZ JÜRĠSĠ VE ENSTĠTÜ MÜDÜRLÜĞÜ ONAYI………………………………………..iii ÖZET ......................................................................................................................................... iv ABSTRACT ............................................................................................................................... v ÖNSÖZ...................................................................................................................................... vi ÖZGEÇMĠġ ............................................................................................................................. vii KISALTMALAR .................................................................................................................... viii GĠRĠġ ......................................................................................................................................... 1 I.BÖLÜM ................................................................................................................................... 2 YAKIN DOĞU VE MEZOPOTAMYA’NIN COĞRAFĠ KONUMU .................................. 2 II. BÖLÜM ............................................................................................................................... 10 SAMÎLER ............................................................................................................................ 10 1. SAMÎLER’E AĠT KAYNAKLAR ............................................................................... 10 2. SAMÎLER’ĠN ANA YURDU ...................................................................................... 11 3.SAMÎ GÖÇLERĠ’NE GENEL BAKIġ ......................................................................... 12 4. SAMÎ KAVĠMLER VE SAMÎLEġMĠġ KAVĠMLER ................................................ 14 5. SAMÎLER’ĠN SĠNEAR’I ĠSTĠLASI ........................................................................... 15 III. BÖLÜM ............................................................................................................................. 18 AKKAD GÖÇLERĠ ............................................................................................................. 18 I. AKKAD ĠMPARATORLUĞU .................................................................................... 18 1. AKKAD DÖNEMĠ KAYNAKLARI ....................................................................... 18 2. SÜMERLER VE AKKADLAR ............................................................................... 19 3. AKKAD DEVLETĠ’NĠN KURULUġU VE SARGON DÖNEMĠ .......................... 20 4. MANĠġTĠSU VE RĠMUġ DÖNEMLERĠ................................................................ 25 5. NARAM-SĠN DÖNEMĠ .......................................................................................... 26 6. ġARKALĠ-ġARRĠ (BĠNKALĠ-ġARRĠ) .................................................................. 30 7. AKKAD MEDENĠYETĠ .......................................................................................... 31 IV. BÖLÜM ............................................................................................................................. 35 AMURRU (MARTU) GÖÇLERĠ ........................................................................................ 35 1. YENĠ SÜMER DEVLETĠ ( MÖ. 2060–1960)............................................................. 35 2. AMURRULAR VE AMURRULAR DÖNEMĠNE AĠT KAYNAKLAR ................... 39 3. FĠLĠSTĠN VE SURĠYE’DE AMURRULAR ............................................................... 42 4. MISIR’DA AMURRULAR ......................................................................................... 44 5. BABĠLLĠLER ............................................................................................................... 44 6. ĠSĠN – LARSA DEVRĠ ................................................................................................ 52 V. BÖLÜM............................................................................................................................... 67 ARAMĠ GÖÇLERĠ .............................................................................................................. 67 1. ARAMĠLER’ĠN ORTAYA ÇIKIġI ............................................................................. 67 2. ARAMĠ GÖÇLERĠNE GENEL BAKIġ ...................................................................... 73 3. ARAMĠLER DÖNEMĠNE AĠT KAYNAKLAR ......................................................... 74 4. ARAMĠLER’ĠN IRKI MESELESĠ .............................................................................. 76 5. FĠLĠSTĠN’DE ARAMĠLER ......................................................................................... 80 6. HAMA VE KĠMAġK PRENSLĠKLERĠ...................................................................... 81 7. ARAMĠLER’ĠN ASUR ĠMPARATORLUĞUNA AKINLARI .................................. 86 8. ANADOLU’DA ARAMĠ ETKĠLERĠ .......................................................................... 87 9. ARAMĠLER’DE SOSYAL VE KÜLTÜREL HAYAT .............................................. 95 SONUÇ .................................................................................................................................... 99 KAYNAKÇA ......................................................................................................................... 101 EKLER ................................................................................................................................... 102 ÖZET Bilindiği üzere, Samî Göçlerin Eskiçağ tarihinde oynadığı rol inkâr edilemez. Çünkü bu göçler sonucundadır ki, Önasya toplumları gerçek hüviyetlerine kavuĢmuĢlardır. Samî göçlerin ilki, Akkad Göçleri’dir. MÖ. 2500’lerde Mezopotamya’ya giren Akkadlar’ın Arabistan yarımadasından geldikleri sanılmaktadır. Akkadlar, Mezopotamya’daki Sümer hakimiyetine son vererek, kendi devletlerini kurmuĢlar ve MÖ. 2350-2150 yılları arasında tüm Önasya dünyasını kontrolleri altında tutmuĢlardır. Samî göçlerin ikincisi ise Amurrular (Martular) tarafından gerçekleĢtirilmiĢtir. MÖ. 3. Binyılın sonları ile MÖ. 2. Binyılın baĢlarında cereyan eden Amurru göçleri sonucunda III. Ur Sülalesi yıkılmıĢ ve Mezopotamya’da tüm siyasal güç Samî Amurrular’ın eline geçmiĢtir. Amurrular’ın kurduğu en önemli devletlerden biri Eski Babil Devleti’dir. Samî göçlerin üçüncüsü ise Arami göçleridir. MÖ. 11. – 9. yüzyıllar arasında vuku bulduğu anlaĢılan Arami göçleri sonunda Önasya’nın etnik ve siyasal yapısında önemli değiĢmeler olmuĢtur. ABSTRACT THE SEMITIC IMMIGRATIONS IN ANCIENT HISTORY As it is known, it can not be denied the role of the Semitic Immigrations in Ancient History. Because, at the end of these immigrations, the peoples in Ancient Fore Asia got the real identies. The first of the Semitic Immigrations is Akkadian Immigrations. Akkadians penetrated into Mesopotamia in 2500 B.C. It is supposed that they have come from Arabia. The Akkadians ended the sovereignity of Sumerians in Mesopotamia and founded the Akkadian State. This state controlled the whole of Mesopotamia in 2350-2150 B.C. The second of the Semitic Immigrations is realized by Amorites (Martu). Amorites Immigrations occured in the end of the 3 th Millenium B.C. and in beginning of the 2 nd Milenium B.C. In the end of this immigration The Third Ur Dynasty was ruined and the Amorites got all of the political power in Mesopotamia. One of the most important states founded by Amorites is the Old Babylonian State. The third of the Semitic Immigrations is Aramian Immigration. These immigrations occured between 11. – 9. centuries B.C. At the end of the Aramian Immigration took placed important changes in the etnic and political structure of Ancient Fore Asia. ÖNSÖZ Tez konumuzu teĢkil eden “Eskiçağ Tarihinde Samî Göçleri” konusu, bugüne kadar üzerinde yeterince çalıĢılmayan konulardan biriydi. Halbuki, Eski Önasya tarihi ve medeniyetinin oluĢmasında önemli katkıları olan Samî orijinli kavimlerin kimlikleri, anayurtları ve faaliyetleri hakkında ayrıntılı bir çalıĢma yapılması gerekmekteydi. ĠĢte bu durumu dikkate alarak, yukarıdaki konu üzerinde kapsamlı bir çalıĢma yapmayı hedefledik. DanıĢman hocamız Prof. Dr. Ekrem MEMĠġ’in gözetiminde baĢlattığımız bu çalıĢma sonunda Samîler hakkında yazılmıĢ birçok makale ve kitabı inceleme fırsatı bulduk. Ayrıca, Eski Mezopotamya tarihi hakkında bilgi veren yazılı ve arkeolojik kaynakları da tarama fırsatını yakaladık. YapmıĢ olduğumuz tarama ve çalıĢmalar neticesinde Samî Göçler konusunda kafamızda oluĢan birçok sorunun da cevabını bulmuĢ olduk. MÖ. 2500’lerde Akkad Göçleri ile baĢlayan, MÖ. 2100’lerde Martu Göçleri ile devam eden ve MÖ. 11-9. yüzyıllar arasında Önasya dünyasını allak bullak eden Arami Göçleri ile son bulan üç büyük Samî Göç Hareketi hakkında son derece ilginç bir bilgiler yığını oluĢturmayı baĢardık. Bu çalıĢmanın gerçekleĢtirilmesinde bizden hiçbir yardımını esirgemeyen danıĢman hocam Sayın Prof. Dr. Ekrem MEMĠġ’e teĢekkür etmeyi bir borç bilirim. Cemil BÜLBÜL Afyonkarahisar-2005 ÖZGEÇMĠġ Cemil BÜLBÜL Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Eğitim Lisans: 2003 Selçuk Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Bölümü. Lise: Ġskenderun ġemsettin Mursaloğlu Lisesi, Sosyal Bilimler Bölümü ĠĢ/Ġstihdam 2004-Afyon Kocatepe Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü. KiĢisel Bilgiler Doğum Yeri ve Yılı: Ġskenderun - 1981 Cinsiyet: Erkek Yabancı dili: Ġngilizce KISALTMALAR a.g.e.: Adı geçen eser A.Ü.D.T.C.F.: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi C: Cilt CAH: Cambridge Ancient History. Cambridge Çev: Çeviren EAT: Eski Anadolu Tarihi EMT: Eski Mezopotamya Tarihi KBo: Keilschrifttexte aus Bogazköi. Berlin. MÖ: Milattan Önce s: Sayfa S: Sayı TTK: Türk Tarih Kurumu Yay: Yayın GĠRĠġ “Eskiçağ Tarihinde Samî Göçleri” konulu çalıĢmamızı 5 ana bölümden oluĢturduk. Bilindiği üzere, bir ülkenin tarihini anlamanın ve anlatmanın en iyi yolu, ilk aĢamada o ülkenin coğrafi özelliklerini iyi kavramaktan geçer. ĠĢte bu yüzdendir ki, biz de çalıĢmamızın, I. Bölümünü YAKINDOĞU VE MEZOPOTAMYA’NIN COĞRAFĠ KONUMU bahsine ayırdık. SAMÎLER konusunun ele alındığı II. Bölüm’de ise önce Samîler’e ait kaynakları ana hatları ile tanıttıktan sonra, Samîler’in anayurdu meselesini ve bu mesele hakkında ortaya atılan farklı görüĢleri masaya yatırdık. Bu bölümün ilerleyen sayfalarında da “Samî kavimler” ve “SamîleĢmiĢ kavimler” kavramlarını açıklamaya çalıĢtık, ardından da Samîler’in Sümerler’in oturduğu Sinear memleketini (Basra Körfezi civarı) nasıl iĢgal ettiklerini gözler önüne sermeye gayret ettik. III. Bölümde Samî göçlerin ilkini oluĢturan Akkad Göçleri’nden söz ettik. Bu bölümde önce Akkad dönemini aydınlatan yazılı ve arkeolojik kaynakları tanıttık, ardından da Sümerlerle Akkadlar’ın karĢılaĢmalarından ve bunun akabinde kurulan Akkad devletinden ve bu devletin yayılmacı politikasından bahsettik. Akkad Ġmparatorluğu’nun son dönemlerini ve yıkılmasını da gözler önüne serdikten sonra Akkad medeniyetinden söz ettik. ÇalıĢmamızın IV. Bölümünde Samî göçlerin ikinci aĢamasını oluĢturan ve MÖ. 3. Binyılın sonları ile 2. Binyılın baĢlarında cereyan eden AMURRU (MARTU) Göçleri’ni kaynakların ıĢığında, tüm ayrıntılarıyla ele almaya gayret ettik. Amurrular’ın Mezopotamya’nın siyasi ve kültürel tarihine ne gibi katkılarda bulunduğundan söz ettik. Her Ģeyin önemlisi Amurrular’ın kimliğine iliĢkin sorulara cevaplar bulmaya çalıĢtık. Tezimizin V. ve son bölümünde ise MÖ. 11. - 9. yüzyıllar arasına tarihlenen Arami Göçleri’nden söz ettik. Aramiler’in Önasya dünyasına nasıl ve hangi yollardan yayıldıklarından ve Asur krallarının bu kavimleri durdurmak için ne büyük çabalar sarfettiklerinden söz ettik. SONUÇ kısmında ise, üç büyük Samî göç neticesinde Önasya dünyasında meydana gelen sosyal, siyasal, ekonomik, dini ve kültürel değiĢimlerden söz ettik. ÇalıĢmamızın, bundan sonra, bu konu üzerinde çalıĢacak olan arkadaĢlarımıza rehberlik edeceğini umuyoruz. I.BÖLÜM YAKIN DOĞU VE MEZOPOTAMYA’NIN COĞRAFĠ KONUMU Eskiçağın en eski ve en önemli yerleĢim merkezlerinden biri Mezopotamya idi. Yunanca Mesos: Orta ve Potamos: Irmak sözcüklerinden türetilmiĢ olup, yine bu dilde “Ġki nehir arası” anlamına gelmektedir. BaĢka bir ifadeyle iki nehir arasındaki bölgeyi anlatan bir coğrafya terimidir.1 Mezopotamya, AĢağı Mezopotamya ve Yukarı Mezopotamya olmak üzere iki bölgeye ayrılır. AĢağı Mezopotamya Ġran’ın Basra Körfezi’nden bugünkü Irak ortalarına kadar olan bölgedir. Yukarı Mezopotamya ise, bugünkü Irak ortalarından Anadolu’da Güneydoğu Toroslar’ın güneyine kadar uzanan bölgedir.2 Eskiçağ tarihinde çok önemli bir role sahip olan bu bölge, fiziki Ģartları yönüyle, Toros dağlarından Ġran Körfezi’ne kadar uzanır ve doğal sınırlarla çevrilidir. Kuzeyden güneye doğru hafif bir meyille uzanır. Üç tarafı dağlarla çevrili olup; doğusunda Ġran dağları, batısında Akdeniz’e paralel olarak uzanan Lübnan Dağları ve Anti Lübnan dağları ile kuzeyinde Güney Anadolu dağları yer alır. Bu dağlar, çöl ile denizi birbirinden ayıran doğal bir set oluĢturur. Bu yükseklikler 3000 m ile 2000 m arasında değiĢmektedir. Akkad Sülalesi zamanında Sedir dağları denilen Amanoslar da 2000 m’ye ulaĢır. Özetle tekrar söyleyecek olursak Mezopotamya, üç tarafı dağlarla çevrilmiĢ, sadece güneyden sonsuz gibi görünen Suriye ve Arabistan çöllerine açık mükemmel bir düzlüktür.3 Dicle ve Fırat gibi iki büyük nehir arasında yer alan bu verimli bölgeye, Mısırlılar da aynı manâya gelen “Naharina” adını vermiĢlerdir. Ġslami devirlerde ise Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan bu bölge ada anlamına gelen “Cezire” olarak adlandırılmıĢtır. Fakat, Mezopotamya uygarlığının temellerini atan ve buraya dıĢardan gelip yerleĢen en eski kavim olan Sümerler ise bölgeye “Kengi” adını vermiĢlerdir. Mezopotamya’nın değiĢik yöreleri, zaman içerisinde değiĢik isimlerle anılmıĢtır. Gerçekten, bugün Hor Dalmaç diye anılan Basra Körfezi’nin kuzeybatısındaki bataklık bölgeye Yeni Sümer Devleti zamanında (MÖ. 2060-1960) “Sümer”, I. Babil Sülalesi zamanında (MÖ. 1850-1550 ) “Denizeli” (Deniz Ġli), MÖ. 1. Binyılda ise “Kalde” denilmekte idi. Körfezin kuzey taraflarından 34. enlem dairesine kadar olan bölgeye Sümerler zamanında Agade Ģehrine 1 Recep Yıldırım, Önasya Tarih ve Uygarlıkları, Ġzmir-1996, s.15. Muhammed ġahin, Uygarlık Tarihi, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ankara -2002, s.17. 3 Füruzan, Kınal, Eski Mezopotamya Tarihi, A.Ü.D.T.C.F. Yayınları, Ankara-1983, s.10. 2 dayanarak “Akkad” denildiği halde4 Avrupalı araĢtırmacılar, bu bölgenin kuzey kesimine “Asur Ülkesi”, güneydeki alüvyonlu bölgeye sırasıyla “Babilonya” ve “Sümer” (Sinear), Basra Körfezi’nin doğusundaki topraklara da “Elam” adını vermiĢlerdi.5 Yeni Sümer Devleti olarak da adlandırılan III. Ur Sülalesi döneminde (MÖ. 20601960) Akkad’ın batısındaki memleketlere Batı memleketleri manâsına gelen “Martu Memleketleri”, doğusuna ise, “Subartu” denildiği vesikalardan öğrenilmektedir. Dicle’nin doğusunda küçük Zap suyu ile Diyala nehri arasındaki bölgenin güney kısmına Gutium deniliyordu.6 Mezopotamya, verimli topraklarından dolayı sürekli istilâlara uğramıĢtır. Tarih boyunca değiĢik kavimler buraya gelip yerleĢmiĢlerdir. Bu durum, bölgede çeĢitli uygarlıkların kurulmasına sebep olmuĢtur.7 Bundan dolayı, çevrede meydana gelen değiĢiklik, yer isimlerine de yansıyordu. Meselâ, Sümerler zamanında Sabartu denilen Dicle’nin doğu kesimine I. Babil Sülalesi zamanından itibaren Asur denilmeye baĢlanmıĢtı. I. Babil Sülalesi’nin yerini alan Kaslar ise Babil’e KarduniaĢ diyorlardı.8 Görüldüğü gibi zaman içinde Mezopotamya’nın hem sakinleri, hem de topraklarının isimleri değiĢmiĢtir. Mezopotamya, yeryüzü Ģekilleri bakımından karıĢık bir yapı arz etmektedir. Mezopotamya’nın kuzeyinin dağlık olmasına karĢılık, güneyi düz bir ova görüntüsü sergiler. Fakat, Dicle ve Fırat nehirleri bu bölgeden geçmemiĢ olsaydı, Güney Mezopotamya Suriye Çölü’nün bir devamı niteliğinde olurdu.9 Dicle ve Fırat nehirlerinin kaynakları birbirlerine çok yakın olduğu halde, daha baĢlangıçta yönleri hemen değiĢir. Fırat batıya doğru, Dicle ise doğuya doğru akar. Her iki nehir de kendi yönlerinde bir süre mesafe katettikten sonra güneye doğru kıvrılır ve elli kilometre birbirlerine paralel akarlar. Günümüzde her iki nehir de denize yüz kilometre kala birleĢerek (ġat-ül Arab adıyla) tek nehir halinde Basra Körfezi’ne dökülür.10 Ġki nehir birleĢtikten sonra Elam Dağları’ndan inen Kerha ve daha güneyde Karun nehirlerini alır. Karun nehrinin Pers Dağları’ndan getirdiği miller, Dicle ve Fırat’ın getirdikleri ile birleĢerek körfezin ağzında bir set meydana getirmiĢlerdir. Bu set, körfezin med ve cezir hareketi ile temizlenmesine engel teĢkil ettiğinden, Dicle ve Fırat’ın milli 4 Ekrem MemiĢ, Genel Tarih, Tablet Yayınları, Konya- 2002,s. 127,128. R. Yıldırım, a.g.e., s.15. 6 E. MemiĢ, a.g.e., s.128. 7 M.ġahin, a.g.e., s.17. 8 E. MemiĢ, a.g.e., s.128. 9 E. MemiĢ, a.g.e., s.128,129. 10 Emine Yamanlar, Uygarlık Tarihi, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ankara 1999, s.31. 5 çamurları burada birikmeğe baĢlamıĢtır. Güneyden onlara katılan nehirlerin getirdiği miller de devreye girince, Fırat ve Dicle’nin suları artık denize ulaĢamadıklarından dolayı etrafa yayılmıĢlar, bunun sonucunda “Deniz Ġli” denilen, adalarla dolu bataklık ve sığ bir arazi meydana gelmiĢtir. Eskiden Dicle ve Fırat nehirleri birbirlerinden sadece seksen kilometre uzakta iken, günümüzde birbirlerinden yüz elli kilometre uzaklaĢmıĢlardır.11 Aslına bakılırsa Mezopotamya'nın doğal koĢulları, uygarlığın geliĢmesine elveriĢli değildi. Bölgenin doğal koĢullarında görülen ani değiĢiklikler, insanların denetimini aĢan durumlar yaratabilirdi. Basra Körfezi'nin ilkbahar gelgitleri, denizin 2,5-3 metreye kadar kabarmasına yol açabiliyor; güneyden esen rüzgârların sürüp gitmesi, ırmakların yataklarında altmıĢ yetmiĢ santimetreye kadar yükselmelerine yol açabiliyordu. Doğu Anadolu'ya düĢen mevsim normallerini aĢan kar yağıĢları, ya da daha güney bölgelerde görülen anormal yağmurlar, ırmakların düzeyinin birden bire yükselmesine neden olabiliyor; Zap suyunun veya Habur ırmağının geçtiği dar boğazlarda görülecek bir toprak kayması, bol miktarda suyun önce birikmesine sonra birden bire boĢalmasına neden olabiliyordu. Bu olaylardan herhangi birinin ya da birden çoğunun birlikte görülmesi, güney ovalarının toprak setlerinin dolduramayacağı bir sel yaratabilirdi. Bu durumda kaypak bir ovada sürekli yerleĢim yerleri kurmaya kalkan bu eski toplulukların, bir yandan böylesine bir yüreklilik gösterirken, öte yandan korku içinde yaĢamıĢ olmalarını da düĢünebiliriz. Bu durum, teolojide iĢlenip geliĢtirilen, ama aynı zamanda toplumsal yaĢamın örgütleniĢini, kentin bir tanrı tarafından yönetildiği düĢüncesini açıklayan bir anlayıĢtı. Tüm bu olumsuzlukların yanında, Mezopotamya’da kıĢlar kısa, yazlar ise uzun sürmektedir. Bununla beraber yaĢam kaynağı diyebileceğimiz nehirlerin bol olması da, sözünü ettiğimiz bu toprakların, Asya'dan gelen ve sulak topraklar arayan kavimlerin buralara yerleĢmek istemelerinin en baĢta gelen nedenlerini oluĢturmuĢtur.12 Öte yandan kuraklık felâketine uğrayan Arabistan kabileleri için de bu verimli topraklar, göçü özendiren özellikler taĢımaktaydı. Bu nedenle Mezopotamya'ya kimi Asyalı, kimi Sami kökenli, bazen de HintAvrupalı kavimler yerleĢiyorlardı. Bu durum, Mezopotamya'da kurulan herhangi bir devletin uzun süreli ve kararlı hâkimiyetine engel olan önemli bir etken durumundaydı. Böylece Mezopotamya Ģehirlerinde ırk bakımından sürekli bir karıĢma ve bir melezleĢme oluyordu. Mezopotamya tarihinin baĢlıca karakteristiği, doğal sınırlarının olmaması nedeniyle bölgenin sürekli olarak değiĢik kavimlerin egemenliği altına girmesi ve bu açıdan da Mısır'a göre daha az homojen bir kültür geliĢimine sahne olmasıdır. 11 12 E. MemiĢ, a.g.e., s.129,130. E. MemiĢ, a.g.e., s.130. Mezopotamya, tarihe belirli zaman kesiti içinde sahne olmuĢtur. Bu süreç içinde oluĢan siyasal olayların ağırlık noktaları yine zaman zaman ve bazı duraklamalarla Güney Mezopotamya'dan kuzeye doğru geçmiĢtir.13 Fırat ve Dicle nehirlerinin yatakları zamanla değiĢime uğramıĢtır. Orta Dicle bölgesine ve Ġran'ın kuzeybatı sınırındaki Zagroslar’ın ön kısmına bol miktarda yağmur yağdığı için, bu bölgenin insanları MÖ. 7. Binyıl’dan itibaren buralarda bir çiftçi kültürü geliĢtirmiĢlerdir. Su, bölgenin insanlarına mutluluk ve felâketi birlikte getirmiĢtir. Mezopotamya'nın doğal sınırları yoktu. Bölge, güneybatıya doğru Suriye Çölü'ne, kuzeydoğuya doğru Ġran Yaylası’na, buralardan gelebilecek saldırı ve göç giriĢimlerine karĢı gayet açıktı. Öte yandan Fırat ve Dicle vadileri Anadolu'dan gelebilecek istila hareketleri için de oldukça müsait durumdaydı. Bununla birlikte Mezopotamya'da oluĢan uygarlığın dıĢarıya yayılması da oldukça kolay olmuĢtur. Bölgenin bu jeolojik yapısı Önasya'yı etkilemede etkin rol oynamıĢtır. Mezopotamya; Mısır, Suriye-Filistin kıyı alanı, Anadolu'da Çukurova, Güneydoğu Anadolu, Ġran'da Zagros Dağları’yla çevrili Münbit Hilal’in (Bereketli Hilal'in) tarihinin oluĢumunda büyük rol oynamıĢtır. Yeni araĢtırmalar göstermiĢtir ki, Mezopotamya oldukça geç bir dönemde iskân edilmiĢtir. Kerkük civarındaki dağlık bölgelerde Paleolitik ve Mezolitik dönem insanları yaĢamıĢtır. Buna karĢılık, Güney Mezopotamya çok sonraları MÖ. 6. Binyıl’daki iklim değiĢiklikleriyle ve insanların toplu yaĢama ve çalıĢma yolunda gösterdikleri gayretlerle iskânlara sahne olmuĢtur. Küçük Zap ile Dicle’ye katılan Adhaim Suyu’nun kaynağında, yani Kerkük yakınlarında yer alan Arappa ve Nuzi’de (Yorgan Tepe) yapılan Amerikan kazıları sonunda, Yakın Doğu’nun karanlık çağı olarak adlandırılan MÖ. 16-15. Yüzyıllar arasını aydınlatan vesikalar bulunmuĢtur.14 Buz tabakaları geri çekilip, denizler yükselirken, hava sıcaklıklarında ani artıĢlar meydana geldi. MÖ. 12.000 ile 8000 arasında yaklaĢık 10˚ santigrat olan bu artıĢ sonucu sıcaklıklar Ģimdiki düzeylerin 1˚ ya da 2˚ santigrat en yüksek noktaya ulaĢtılar. Buzul çağında soğuk ve kuru bir iklimi olan kuzeydeki dağlık kuĢak genelde bozkır türü bir bitki örtüsüyle kaplıydı. Sonraları, iklim daha sıcak ve nemli hale geldikçe, sık ormanlar yetiĢti. Böylece yaklaĢık 6.000 yıl önce Zagros ve Toros dağlarının yamaçları, bugün olduğu gibi, meĢe ve diğer ağaçlarla kaplanmıĢtı. Daha güneyde de, Buzul Çağı’nın kuru ve soğuk koĢullarının 13 14 R. Yıldırım, Uygarlık Tarihine GiriĢ, Asil Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2004, s.50,51. E. MemiĢ,a.g.e., s.132. yerini sıcak ve nemli bir iklimin alması, daha çok bitki türünün yetiĢmesine zemin hazırladı. Ama, MÖ. 11.000 yılına gelindiğinde yağıĢlar azalınca büyük alanlar yeniden bozkır ya da çöl durumuna dönüĢtü. MÖ. 10000–9000 yılları arasındaki Son Buzul Çağı’nın sonunda, Yakın Doğu'ya egemen olan koĢullara iliĢkin çok az bilgi varsa da (Paleolitik ve Mezolitik dönemlerde) bu ılıman bölgedeki iklim değiĢikliklerinin Avrupa'ya göre daha yumuĢak olduğu kesindir. Kuzey Irak, Anadolu ve Lübnan'ın dağlık bölgelerinde yapılan son araĢtırmalar, bu yörelerdeki mağara yerleĢmeleri arasında zaman ayırımları bulunduğunu ve MÖ. 25.000 10.000 yılları arasında nüfus yoğunluğunun çok az olduğunu ortaya koymuĢtur. Ġnsanoğlu, çeĢitli yollarla bu yeni koĢullara uyum sağlayarak "Mezolitik" olarak bilinen kültürleri geliĢtirdi. Hâlâ toplayıcı olan bu insanlar yaĢamlarını avcılık ve balıkçılığın yanı sıra çeĢitli yemiĢ, çilek, fındık ve yenilebicek diğer bitkileri toplamakla sürdürüyorlardı. Yakın Doğu'daki (daha çok Mezopotamya ve Mısır) Mezolitik kültür oldukça uzun sürmüĢtür. Kerkük bölgesinde Barda-Balka Mağaraları, Hazert Mert Mağaraları, Zap Suyu kenarında ġanidar Mağarası önemli merkezler olarak gösterilebilir. Tam olarak aydınlanmamıĢ olan Mezolitik kültürlere göre, onu izleyen Proto-Neolitik (Erken Neolitik) dönemin kültürleri çok daha iyi bilinmektedir. Bilindiği üzere, bu dönemde insanlar yerleĢik hayata geçmiĢler ve ilk köy yerleĢmelerini kurmuĢlardır. Bu sürecin insanları, tahıl üretimi yapmak ve hayvanları evcilleĢtirmek yoluyla tüketici ekonomiden üretici ekonomiye geçmiĢlerdir.15 Mezopotamya’daki diğer bir yerleĢim bölgesi de, Münbit Hilâl olarak adlandırılan Dicle ve Fırat arasında ve Fırat’a dahil olan Habur ve Balık Nehirleri’nin Anti Toroslar’ın eteğinde teĢkil ettikleri yeĢil sahadır. Bunlardan Habur Nehri, doğudan batıya doğru, 1. Yağlı Yaka, 2. Caca, 3. Vadi Hınzır, 4. Vadi Avaç ve 5. Habur olmak üzerinde beĢ kol Ģeklinde Cebel Sencar ile Cebel el Beda’nın yılın her mevsiminde yeĢil bir görüntü meydana getirir. Bu nedenle, Tarih öncesi dönemlerden baĢlayarak insanlar, hilâl Ģeklindeki bu münbit sahayı iskân etmiĢlerdir.16 Yağlı Yaka kolunun kenarındaki Tel Bırak’da ve daha doğudaki Çağar Bazar’da yapılan Ġngiliz kazıları ve Geç Hitit devrinde adı Guzana olan Tel Halaf’daki Alman kazıları sonunda, bu bölgenin eski tarihini aydınlatan birçok malzeme ortaya çıkmıĢtır.17 15 R. Yıldırım, Önasya Tarih ve Uygarlıkları, Ġzmir-1996, 15-17. E. MemiĢ, a.g.e., s.132. 17 F.Kınal, a.g.e., s.13 16 Dicle nehrini Bağdat’tan kuzeye doğru incelediğimizde Küçük Zap Suyu’nun Dicle’ye dahil olduğu yerde kurulmuĢ olan Eski Asur Devleti’nin ilk idare merkezi olan Asur (Kale-elġergat) Ģehri ile karĢılaĢılır. Nehir yolundan kuzeye doğru gidildiğinde ise, Mezopotamya’nın Prekalkolitik kültürünü temsil eden Hassuna’ya ulaĢırız.18 Hassuna'daki kültürün baĢlangıcı MÖ. 6500 yıllarıdır. Artık bu dönemde insanlar çanak çömleği keĢfetmiĢlerdir ve bu malzeme bize Eskiçağların tanıtılmasında en büyük rolü oynamıĢtır. Sonraları yeni çanak çömlek tarzları geliĢmiĢ ve basit desenlerin yerini daha ince boyanmıĢ ve kazı bezemeli seramikler almıĢtır. Bu dönemden sonra gelen Kalkolitik kültürün (MÖ. 6000–3500) en önemli özelliği madenin keĢfedilmiĢ olmasıdır. TaĢ aletlerle birlikte az sayıda madeni eĢyalar kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Ġnsanlar, dağlarda taĢ ve toprakla karıĢık bulunan maden filizlerini yüksek bir ateĢle eritmiĢler, elde edilen kızgın madeni, istediği aleti elde etmek amacıyla taĢtan yaptığı kalıba dökmüĢlerdir. Kalkolitik dönem için bu büyük bir baĢarı sayılmaktadır. Bu dönemin insanları, önceleri bakır ve kurĢun gibi madenleri kullanmıĢlardır. Bakır cevheri ve bakır madeni önceleri alet ve takılarda kullanılırdı. Hassuna kültürü insanları muhtemelen hem doğal hem de ergitilmiĢ bakır kullanıyorlardı. Madenlerin karıĢtırılması ise (örneğin bakır + kalay = tunç) daha sonraki dönemde gerçekleĢtirilmiĢtir. Tunç Çağı adı verilen bu dönemde çanak ve çömlek yapımında da geliĢmeler olmuĢtur. Örneğin, madeni kapların biçimlerine bakarak çanak çömlek yapıldığı gözlenmiĢtir. Bazı kaplar kırmızı-siyah boyalarla bezenmiĢ ve çok iyi Ģekiller verilmiĢtir. Çanak çömlek üzerindeki bezemelerde eğri çizgiler, balık pulu, nokta, güneĢ, yıldız, rozet, malta haçı, hayvan ve insan motifleri görülür. Topraktan yapılmıĢ, oturan ya da çömelmiĢ kadın heykelleri bir ana tanrıça kültünün varlığını açıkça belirtmektedir. Bu küçük heykeller Ģematik ve oldukça da ilkeldir. Bu evrenin köylerinde taĢ döĢeli yollar ve yolların iki yanına dizili iki odalı konutlar görülmektedir. Bu yapılar, taĢ bir temel üzerine çamurdan inĢa edilmiĢlerdir. Ziraat ve hayvancılık, insanların baĢlıca uğraĢları olmuĢ; dokumacılık ve madencilik büyük ölçüde geliĢmiĢtir. Bu dönemin en önemli merkezleri Hassuna'nın üst tabakaları ile Samarra, Ninive ve Tel Halaf’dır. Halaf, Kalkolitik kültürü temsil eder ve Hassuna ile Samarra'dan etkilenmemiĢ çok canlı bir kültürdür. MÖ. 5000 dolaylarında Kuzey Mezopotamya'da Hassuna'nın yerini Halaf kültürü almıĢtır. Bu kültürün kökeni kesin olarak bilinmemekle birlikte büyük bir olasılıkla kuzeyden Güneydoğu Anadolu'dan gelen bir halk oluĢturmuĢtur. Halaf’ta yapılan kazılarda ele geçen buluntular, bu dönemde hem Anadolu, hem de Basra 18 E. MemiĢ, a.g.e., s.132. Körfezi yoluyla Hint Okyanusu kıyı kültürleriyle ticaret yapıldığına kanıt olarak kabul edilmektedir. Halaf kültürünün yayıldığı tüm alanda bu kültüre ait tholos adı verilen yuvarlak evlere rastlanır. Halaf kültürünün en göze çarpan diğer bir özelliği de zarif desenli seramiklerdir. Halaf kültürü MÖ. 4300'lerde sona erer. Güney Mezopotamya'da yer alan Obeyd yerleĢmesi (Obeyd Kültürü MÖ. 4500–3500) Tel Halaf kültüründen daha geliĢmiĢ bir Kalkolitik kültür niteliği yansıtır. Halaf Kültürü'nün MÖ. 4300'lerde Mezopotamya'nın güneyinden gelen bir yayılma ile sona erdiği düĢünülür. Anavatanı Güney Irak olan Obeyd kültürünün MÖ. (4400–4300) sularında tüm Mezopotamya'ya yayılmasıyla Sümer Uygarlığı'nın temelleri atılmıĢ ve o tarihten baĢlayarak Mezopotamya'yı Yakın Doğu uygarlığının merkezi yapan yeni bir dönem baĢlamıĢtır. Obeyd kültürü, Dicle ve Fırat nehirleri boyunca ilerleyerek Anadolu yaylalarına ulaĢmıĢtır. Anadolu'daki Keban-Karakaya ve Atatürk Baraj sahalarındaki (Elazığ, Malatya ve Urfa bölgesi) höyüklerde yapılan kazılarda Obeyd seramiklerine rastlanmıĢtır. Ayrıca Obeyd kültürünün etkisi, kuzeybatıya doğru yani Kilikya bölgesindeki Mersin-Tarsus yörelerine kadar uzanmıĢtır. Mezopotamya'da ören yerlerinin yüzeyindeki seramik parçalarını inceleyerek belirli bir döneme ait yerleĢme merkezlerinin tespit edilmesi mümkündür. Ama yüzey araĢtırması sonuçlarının değerlendirilmesinde bazı sorunlar ortaya çıkmıĢtır. Örneğin Hacı Muhammed gibi alüvyal milin altında kalmıĢ merkezler de vardır. Yukarıda değinilen bu dönemdeki yapı ve kalıntılardan Mezopotamya'da kalabalık kentler kurulduğunu anlıyoruz. Dönemin en önemli yeniliği çömlekçi çarkının icad edilmesi olmuĢtur. Ekonomi tarihinde, tekerleğin icadı kadar çömlekçi çarkının da değeri büyüktür. Dikkat çeken diğer bir yenilik ise yüksek mabedlerdir. Kentlerdeki bu anıtsal tapınaklar, kültür değiĢiminin önemli belgeleri sayılmaktadır. Zikkuratların kökenini oluĢturan bu yapılar kerpiç-tuğla platformlar üzerine yapılmıĢlardı. Sümerler büyük bir ihtimalle, bu Kalkolitik dönemin sonunda Mezopotamya'ya gelmiĢlerdi.19 Anadolu’da Amanos geçitlerine hâkim olan bir devlet için Halep bölgesini ele geçirmek oldukça kolaydır. Bu bölgeye sahip olduktan sonra da Suriye-Filistin arazi yapısının izin verdiği tek kara yolu Mısır’a açılmaktadır. Bu yolun tehlikesini Mısır’da 18. Sülale Firavunları anlamıĢtır. Çünkü Ras-ġamra Ugarit’e kadar Mısır’a hâkim olmaya çalıĢmıĢtır.20 Mezopotamya’nın coğrafi Ģartlarına bakarak Ģunu da söyleyebiliriz ki, Mezopotamya’da özellikle denizden uzak olan Yukarı Dicle bölgesinde kurulan hemen her 19 20 R. Yıldırım, a.g.e., s.18,19. F.Kınal, a.g.e., s.13,14. devlet, siyasi birliğini sağladıktan sonra Kuzey Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaĢmayı gaye edinmiĢtir. Kısaca söyleyecek olursak, eskiçağ boyunca, Mezopotamya, Mısır ve Anadolu memleketleri arasındaki bütün ticari ve kültürel alıĢveriĢler burada, yani Kuzey Suriye’de meydana gelmiĢtir. Gerçekten, Sümer Kahramanlık çağında Uruk Kralı GılgamıĢ, arkadaĢı Enkidu ile birlikte Humbaba devini öldürmek için Sedir ormanlarından oluĢan Amanos dağlarına gittiği gibi, Akkad devletinin kurucusu Sargon da GümüĢ dağları denilen Torosları aĢarak Anadolu’da Acem Höyük (PuruĢhanda) Ģehrini zapt etmiĢti.21 Mezopotamya’nın, Anadolu ile ticari iliĢkileri, MÖ. 2. Binyıl baĢlarında Eski Asur Çağı’nda çok hareketli bir dönemde olduğunu Kültepe kazıları ile biliyoruz. Ġki memleket arasındaki bu canlı münasebetler, daha sonraki Hitit devletleri zamanında devam etmiĢtir.22 21 22 E. MemiĢ, a.g.e., s.134. F.Kınal, a.g.e., s.14. II. BÖLÜM SAMÎLER 1. SAMÎLER’E AĠT KAYNAKLAR Eski Önasya tarihinde büyük role sahip olan Samîler; gerek dilleri, gerekse fiziki özellikleri bakımından bugünkü bedevilerden oldukça farklıdır. Samîler’in menĢei meselesi oldukça karıĢıktır.23 Samîler dolikosefal (uzun kafalı) Akdeniz tipi insan gruplarına dahil olan kavimlerdendir. Bu kavimlere Samî adının verilmesi, Tevrat’ın tufandan sonra insanları Nuh’un oğullarından üreten gelenekle ilgilidir.24 Buna göre Samîler, Toroslar’dan veya Ararat (Ağrı) Dağları’ndan gelmiĢlerdir.25 Bunlar, zamanında Kuzey Afrika’yı iĢgal eden Hamî ırkıyla yakın akrabadır. Her iki dilin kökleri arasındaki yakın benzerlikler de buradan gelmektedir. Ancak göçler sırasında Samîler kuzeye doğru, Hamîler ise doğuya doğru göç etmiĢlerdir.26 Bazı bilginler de Samîlerin ana yurdu olarak Arabistan’ı göstermiĢlerdir.27 Samîler dağınık bir halde ve çeĢitli etnik gruplarla karıĢmıĢ oldukları için bu gruplar arasında saf Samî tipine rastlamak oldukça güçtür. Samî ırkın saf antropolojik tipini Arap asıllı tarihçilerden Ġbn-i Haldun’un “Arabı aribe ve Arabı arba” dediği eski Araplarda aramak gerekir. Samî tipi; iri yapılı, uzun yüzlü, siyah gözlü ve siyah saçlı, gaga burunlu dolikosefal (uzun kafalı) bedevidir. Bunlar tarihte ilk kez Sümerler’in Mezopotamya tarihi içinde medeniyetlerini oluĢturdukları dönemde, Fırat’ın batısında, Suriye-Irak çölünde göçebe bir halde görünmüĢlerdir.28 Mezopotamya’da olduğu gibi, eski Mısır’da da Samî kavimlerini görüyoruz.29 Samîler hakkındaki en eski arkeolojik belge MÖ. 3200 tarihlerine doğru Menes tarafından Mısır’da Thenis’de kurulmuĢ olan ilk sülalelerin ünlü firavunlarından Den’e (MÖ.3175) ait bir palet (levha) üzerindeki tasvirdir. Uzun saçlı, düz veya hafifçe gaga burunlu, dolikosefal diz çökmüĢ bir insanı gösteren bu tasvir, bir doğruluğu anlatmaktadır. Yine aynı insan tipi, Thinit firavunlarından Smerhat’ın (MÖ. 3135) Sina Yarımadası’ndaki zaferini betimleyen bir 23 F. Kınal, a.g.e., s.16. M.ġ. Günaltay, Türk Tarihinin Ġlk Devirlerinden Yakın ġark Elâm ve Mezopotamya, T.T.K Basımevi, 2. Baskı, Ankara-1987, s.282 25 F. Kınal, a.g.e., s.16. 26 Arif Müfit Mansel, Eski Doğu ve Ege Tarihinin Ana Hatları, Ġstanbul-1945, s.9. 27 F. Kınal, a.g.e., s.16. 28 M.ġ.Günaltay, a.g.e., s.282 29 F. Kınal, a.g.e., s.16. 24 kabartmada görülmektedir. Her iki tasvirin de Arap Yarımadası’ndan ilk defa Sina bölgesine doğru çıkmıĢ olan Samî kabilelere ait oldukları kabul edilmektedir. Mısır vesikaları, MÖ. 4. Bin’de Samî dediğimiz bu tip kabilelerin Sina Yarımadası bölgesinde göründüklerini bildikleri gibi, Sümerler’e ait belgelerde de bu tip insanların yine aynı tarihlerde Fırat nehrinin batı kıyılarında, Irak ve Suriye arasındaki çölde görünmeye baĢladıklarını göstermektedir.30 2. SAMÎLER’ĠN ANA YURDU Daha önce de belirttiğimiz gibi Samîler’in menĢei meselesi oldukça karıĢıktır. Bugüne kadar pek çok görüĢ ileri sürülmüĢtür. Günümüzde arkeolojinin vermiĢ olduğu veriler ve tarih araĢtırmaları sonunda, farklı isimlerle anılan Samî kavimler, değiĢik zamanlarda ve genellikle göçebe bir halde Arabistan Yarımadası’ndan gelerek Mezopotamya ve Suriye’de yaĢayan kavimlerle karĢılaĢtıktan sonra yüksek bir uygarlık meydana getirmiĢlerdir. Kuzey Suriye ve Filistin’de son zamanlarda yapılan kazılar neticesine göre Samîler, Mezopotamya’ya doğrudan doğruya çöl üzerinden gelmemiĢtir. Önce Filistin ve Suriye’deki dağlık bölgeleri takip ederek kuzeye, Münbit Hilal denilen Habur Nehri yataklarına gelmiĢlerdir. Buradan Fırat su yolu ile Mari (Tel-Hariri) üzerinden Babilonya’ya vardıkları tahmin edilmektedir.31 BaĢta Akkadça ve Arapça olmak üzere eski ve yeni Samî dillerdeki Orta Asya lehçelerine ait, ancak SamîleĢtirilmiĢ, sayısız kelimenin bu dillere giriĢi kısmen bu karıĢma döneminde olmuĢ, kısmen de Sümer bölgesinden Arabistan içlerine göç etmeye mecbur kalan ve buralara yerleĢerek SamîleĢen Orta Asyalı boyların ana dillerinden kalmıĢtır.32 Samî kavimlerin konuĢtukları diller, büyük lehçe farklarına rağmen, dilbilgisi kuralları açısından aynıdır. Bu dillerde sadasız harfler büyük rol oynarlar. Kelimelerin kökü daima üç ünsüzden ibarettir. Bunlar hiçbir zaman değiĢmez. Ön ve son ekler ile belirli kalıplara girerler. Samî lehçeler kendi aralarında çok büyük farklar gösterir. Bunlar Doğu Samîleri ve Batı Samîleri olarak iki büyük gruba ayrılırlar. Doğu Samîleri’nin en eski temsilcisi Akkadlar’dır.33 Bu bilgiler ıĢığında Samî kavimlerin dilleri arasındaki karĢılaĢtırma sonucu, baĢlangıçta yüksek bir kültüre sahip olmadıklarını görmekteyiz. Aksine daha önceleri oldukça 30 M.ġ.Günaltay, a.g.e., s.282,283 F. Kınal, a.g.e., s.16. 32 M.ġ.Günaltay, a.g.e., s.284. 33 F. Kınal, a.g.e., s.16. 31 ilkel bir göçebe hayatı yaĢamakta idiler. Yüksek kültüre iĢaret eden kavramlar, Samîler’in Mezopotamya ve Suriye’nin medeni unsurları ile karıĢıp kaynaĢtıkları devirlere aittir. Tüm bunlar Samî kavimlerin dili, dini, siyasi yaĢamları ve medeniyetleri göz önüne alındığında bunların aslında bir çöl halkı olduklarını göstermektedir. BaĢka bir görüĢe göre Samîler’in kökeni Suriye-Filistin bölgesinde aranmaktadır.34 Fakat bu görüĢ bilim adamları tarafından pek kabul görmemiĢtir. Son yıllarda Mezopotamya ve Suriye’de yapılan araĢtırmalar, Samîler’in buralarda görünüĢlerinin tarihi devirlerde olduğunu ortaya koymuĢtur. Zamanında bilim adamları farklı farklı yerleri Samîler’in ana yurdu olarak kabul etmiĢlerdir. Bunlardan Hall, Samîler’in ana yurdunu Suriye’de, T. Lagrange Mezopotamya’da aramıĢtır. Hatta Samîler’in kökenini Orta Asya’ya kadar götürenler de olmuĢtur. Bulunan arkeolojik belgeler ve yapılan tarih araĢtırmaları sonucunda saf Samî tipinin Arabistan’da bulunduğunu kesin olarak belirten Winckler’in yayınından sonra Arabistan’ın Samîler’in ana yurdu olduğu hemen hemen tüm bilim adamları tarafından kabul görmüĢtür. Arabistan’dan önce Mezopotamya’ya taĢan Samî dalgası Suriye ve Filistin’de ancak MÖ. 2500 yıllarına doğru görülmüĢtür. Bölgede ilk görünen Samîler sonraları Mezopotamya’da I.Babil Ġmparatorluğu’nu kurmuĢ olan Amurrular’dır. Batı Sâmileri olarak da adlandırılan Amurrular, Sümer (Sinear) kültürünün etkisinde bulunan bölgede, güneyden gelen yeni göçlerle çoğalmıĢlardır. Bununla birlikte, medeniyet bakımından da ilerlemeye baĢlamıĢ, yerli halk ile karıĢıp kaynaĢmıĢlardır.35 Biz de, Samîler’in ana vatanlarının Suriye, Filistin ve Mezopotamya değil, Arabistan olduğu kanaatindeyiz. 3.SAMÎ GÖÇLERĠ’NE GENEL BAKIġ Arap Yarımadası’ndaki kuraklık dönemi baĢladıktan bir müddet sonra ırmaklar kurumuĢ, iklim değiĢmiĢ, toprak çoraklaĢmıĢ, hayat Ģartları her geçen gün güçleĢmiĢtir. Gittikçe çölleĢen Arabistan artık, eski devirlerde her geçen gün artan nüfusu besleyemez hale gelmiĢtir. Kuraklık ve bunun neticesi olan kıtlık yüzünden, MÖ. 4. Binyıl’ın sonlarından baĢlayarak Arabistan Yarımadası’nın merkezinden çevresine doğru çeĢitli göç hareketleri görülmeye baĢlamıĢtır. Bu göçlerden güneybatıya doğru olanları Babülmendep üzerinden Afrika’ya geçerek, Kızıldeniz’in batı sahilindeki HabeĢliler’i doğurmuĢtur.36 34 M.ġ.Günaltay, a.g.e., s.284. M.ġ.Günaltay, Yakın ġark III Suriye-Filistin, T.T.K Basımevi, 2. Baskı, Ankara-1987, s.34,35. 36 M.ġ.Günaltay, Yakın ġark Elam ve Mezopotamya, s.285 35 Eski Mezopotamya tarihinde üç büyük Samî Göçü olmuĢtur. En güçlü ve devamlı göç dalgası kuzeye doğru olmuĢtur. Kuzeye doğru gerçekleĢen ilk göç hareketleri tarihte derin izler bırakmıĢtır. Birinci büyük Samî Göçü, M.Ö. 2500’lerde meydana geldiği tahmin edilen Akkadlar’ın göçüdür.37 Akkadlar, bölgeye daha önceden yerleĢmiĢ ve Ön Sümerler anlamına gelen “Presümerienler” ile Sümerler’in karıĢıp kaynaĢmasından oluĢmuĢ bir kavimdir. Askeri ve siyasi birlikten mahrum olan bu bedevi kabileler Sümerler’in düzenli orduları karĢısında fazla direnemeyerek, Fırat boylarına yerleĢmiĢlerdir.38 Akkadlar, Sümer sitelerine ancak iĢçi ve ücretli asker olarak girebildiler. Bunun neticesinde Samîler, her geçen gün çoğaldılar. Sümerler’in medeniyetlerini ve savaĢ usullerini öğrendiler. En sonunda iyice kan kaybeden Sümerler’e karĢı isyan ederek Mezopotamya’nın yukarı bölümünü yani sonradan Akkad adını alan bölgeyi Sümerler’den aldılar. Samîler’in bu ilk göç hareketi, Dicle ve Fırat nehirlerinin birbirine en çok yaklaĢtığı yerde Bağdat civarında KiĢ Ģehrine yerleĢmeleriyle sonuçlandı.39 Bundan sonra Akkad bölgesi çölden akan Sami dalgalar ile dolmaya baĢladı. Fakat, MÖ. 2050 yıllarına doğru Elamlar’ın Kalde’yi istilâ etmeleri, bu bölgede olan Samî kabilelerden bir bölümünün kuzeye doğru çekilmelerine neden oldu. Bunlar, o zamanlar Subartu olarak adlandırılan Yukarı Mezopotamya’ya yayıldılar. Bu bölgelerde Orta Asya’lı Subaru boyları ile karĢılaĢtılar. Subarular’a ait Asur, Ninova gibi sitelere yerleĢmeye baĢladılar. Samî kabileler ve Orta Asyalı Subaru boylarının karıĢmasıyla tarihte Asurlular denilen kavim doğdu. Ön Asurlular denilen bu kavim MÖ. 2000 yıllarına doğru Yukarı Dicle ve Zap Nehri bölgesine kadar uzanmıĢ bulunuyorlardı.40 MÖ. 3. Binyıl’ın sonları ile 2. Binyıl’ın baĢlarında meydana gelen ikinci Samî göçü ise Sümerler’in batılı anlamına gelen MAR.TU’LAR dediği Amurru göçlerdir.41 Amurrular, Ġbraniler ve Fenikeliler gibi, Samî dillerin doğu lehçesini konuĢuyorlardı. Bu nedenle bazı bilginler Amurrular’u “Doğu Kenanlılar” olarak da adlandırmıĢlardır.42 Amurrular Tevrat’ta ise Amoritler olarak geçer.43 37 F. Kınal, a.g.e., s.18. M.ġ.Günaltay, a.g.e., s.293. 39 F. Kınal, a.g.e., s.18. 40 M.ġ.Günaltay, a.g.e., s.287,288. 41 Ekrem MemiĢ, Genel Tarih, Tablet Yayınları, s. 139. 42 F. Kınal, a.g.e., s.18. 43 Arif Müfit Mansel, a.g.e., s.7. 38 Üçüncü büyük Samî göçü, Ege göçlerinin meydana getirmiĢ olduğu karıĢıklıklardan yararlanarak, aralıksız bir sızıntı halinde asırlarca devam eden Arami kabilelerinin göçleridir.44 Asur krallarının, Aramiler’e karĢı yapmıĢ oldukları amansız savaĢalar sebebi ile Aramiler, Yukarı Dicle bölgesine, yani Asur’a sokulamamıĢlardır.45 Öte yandan Asur Devleti, geliĢimini yavaĢ ve devamlı adımlarla yapamamıĢ, değiĢik zamanlarda ilerlemelere ve tekrar gerilemelere maruz kalmıĢtır. Aramiler Asurlular’a sokulamamıĢlarsa da Aramiler’den Bit-Zamani kabilesi doğuda Diyarbakır civarına, Bit-Adini kabilesi Fırat Nehri’nin büyük kıvrımı içerisine, Bit-Agusi kabilesi Fırat ile Karasu arasına, Bit-Gabbar kabilesi Gaziantep civarına, Bit-BrutaĢ kabilesi ise Kayseri civarına kadar ilerlemiĢlerdi.46 Aramiler özellikle Kuzey Mezopotamya’da Guzana (Tel Halaf) Til-Barsib (TelAhmar), Orontos (Asi Nehri) civarındaki Hamat ve özellikle DımıĢk (ġam) gibi pek çok önemli Ģehir devletleri meydana getirmiĢlerdir. Daha sonra da, aralarında birleĢerek Asur istilasına karĢı sürekli mücadele etmiĢlerdir.47 4. SAMÎ KAVĠMLER VE SAMÎLEġMĠġ KAVĠMLER Son zamanlarda gerçekleĢtirilen arkeolojik araĢtırmalar ve buluntulardan önce, tarihi otoritelere hâkim olan Tevrat an’anesine göre, Ġran eteklerinden Filistin ve Sina bölgesi ve Suriye’nin kuzeyine kadar uzanan saha ile Arap Yarımadası’nda ve HabeĢistan’daki kavimler genellikle Samî sayılıyorlardı. Genel olarak kabul edilen bu esasa göre, eski kavimlerden baĢta Akkadlar ve Asurlular (kısmen) olmak üzere Amurrular, Kalde'liler (Geldaniler), Aramiler, Fenikeliler, Kenaniler, Ġbraniler ile Arabistan kabileleri Samî sayılmaktadır. Ancak bu kavimler Samî tipten farklı fiziksel özelikler taĢımaktadır. Oysa, saf Samî tipin fiziksel özellikleri dikkate alındığı zaman, eski kavimlerden sadece Sinear'da I. Babil Devleti’ni kurmuĢ olan Amurrular’ın tipinin saf Samî tipe uygun olduğu görünmektedir. Çünkü bunların da geniĢ omuzlu, gaga burunlu, siyah gözlü ve siyah saçlı, iri yarı dolikosefal insanlar oldukları anlaĢılmaktadır. Meselâ Samî sayılan Fenikelilere ait mezarlarda bulunan kafataslarının brakisefal (yuvarlak kafalı) oldukları görülmüĢtür. Suriye’de yaĢayan ve yine eskiden beri Samî sayılan Aramîler’in de Samî tipin temsilcisi olan Arap bedevisi tipinde olmadıkları ortaya çıkmıĢtır. 44 Ekrem MemiĢ, Eskiçağ Türkiye Tarihi, Çizgi Kitabevi, 5. Baskı, Eylül-2003, Konya, s.156 F. Kınal, a.g.e., s.19. 46 Ekrem MemiĢ, a.g.e., s.156. 47 F. Kınal, a.g.e., s.19. 45 Aramîler, geniĢ brakisefal kafaları, burnun kemerliğini iyice gösterecek Ģekilde basık ve arkaya yatık alınları ile Samî tiplerden ayrılıyorlardı. Daha sonraki dönemlere ait Mısır abideleri ile Asurlular’dan kalan ve Aramiler’i tasvir eden kabartmalarda (II.Salmanasar dikili taĢı gibi) bu yüz tipi oldukça belli olmaktadır. Ġbraniler’e ait buluntularda brakisefal kafalara daha çok rastlanmaktadır. Yine son araĢtırmalara göre, Samî gruplara verilen Asurlular’ın da köken olarak Samîlerden önce Asur iline hâkim olan ve Asur Ģehrini kuran Orta Asyalı Subariler ile Samîler’in karıĢmasından oluĢan melez bir kavim oldukları tespit edilmiĢtir. Tüm bu araĢtırmalar göstermiĢtir ki, Samîler’den önce Arabistan dıĢındaki Ön Asya’ya Orta Asya’dan gelen birtakım boylar yerleĢmiĢtir. Bu dönemlerde Irak’ta, Suriye ve Filistin’de, Anadolu’da görülen boylardan hiçbiri Sami ırka mensup değildi. MÖ. 3. Binyıl’ın baĢlarında ise Samîler buralarda, daha önce veya daha sonra gelmiĢ olan diğer etnik gruplarla beraber bulunmuĢlardır. Kökenleri Ana Türk yurduna, yani Orta Asya’ya dayanan bu etnik gruplar, baĢlangıçta yüksek kültürleri, ırki özellikleri ve kabiliyetlerinin sonucu, bu insan topluluğunun giriĢimci unsurunu teĢkil ediyorlardı. Fakat bu giriĢken ve çalıĢkan unsurlar, Arap Yarımadası’ndan sürekli akan göç dalgaları içinde yavaĢ yavaĢ bir taraftan kalabalığı teĢkil eden Samîler’in dilini almıĢ, diğer taraftan da kendi dillerine ait kelimeleri Samî lehçeye göre telâffuza baĢlamıĢ, sonunda ana dilleri de kaybolmuĢtur. Bundan dolayıdır ki, eski kavimlerden fiziksel özellikleri bakımından saf Samî tipine uymayanlar, SamîleĢmiĢ kavimler olarak adlandırılmıĢlardır.48 5. SAMÎLER’ĠN SĠNEAR’I ĠSTĠLASI 3. Binyıl’ın baĢlarında Arabistan çöllerinden taĢan Samî dalgaları Fırat boylarına dayandığında, Sinear'da yüksek bir kültüre sahip olan Sümerler yaĢıyordu. Ġnsanın iĢtahını kabartan verimli toprakları, güzel meyve ve hurma bahçeleri, geniĢ meraları, zengin sanat eserleri ve tapınaklarında toplanan hazineleriyle Sümerler Arap Yarımadası’nın çölleri ile Ġran'ın yüksek kayalıkları arasında, etrafındaki barbar kabilelerin ısrarla ele geçirmek istedikleri zengin bir bölgeyi oluĢturuyordu. Dönemin diğer toplumlarına göre oldukça ileri düzeyde bir kültüre sahip olan Sümerler, çivi yazısı Ģekline soktukları piktografık bir yazıyı kullanıyorlardı. Ancak Sümer siteleri arasındaki anlaĢmazlıklar Sinear'a girmek için fırsat 48 M.ġ.Günaltay, a.g.e., s.289,290. bekleyen düĢmanlarına ümit veriyordu. Rakip Patesiler’den her biri rakibine karĢı galip gelmek için Fırat boylarına dolmuĢ olan bedevi Samîler’den aylıklı asker alıyordu. Samîler böylelikle Sinear'a sokulmaya yol bulunca orada yerleĢmek ve çoğalmak için her fırsattan yararlanmaya baĢladılar. Tarlalarda, bağ ve bahçelerde çalıĢmak üzere Sinear Ģehirlerine girdiler. Her geçen gün çoğaldılar. Sonunda MÖ. 4. Binyıl’ın sonu, 3. Binyıl’ın baĢlarına doğru Sinear'in kuzey tarafındaki Samîler bu bölgede kuvvetli bir varlık gösterecek kadar çoğalmıĢlardı. Merkezleri, Fırat'ın alçak bölgeye girdiği ve Dicle'ye doğru ilk büyük kollarını gönderdiği sahaydı. Bugün Ebu-Habba denilen Sippar bu bölgede bulunuyordu. Güney Sümer sitelerinden LagaĢ Patesisi Eannatum'un MÖ. 2900 tarihlerine doğru Kuzey KiĢ Kralı Al-Zu ile KaĢ (Opis) Kralı Zuga'yı yenmesi, Samîler’in yoğun olarak bulundukları bölgedeki Sümer kuvvetlerinin sonu demekti. Eannatum'un halefleri de LagaĢ'ın sindirici gücünü devam ettirecek bir lider çıkaramadılar. Bundan yararlanan Samîler, KiĢ ve KeĢ sitelerinde hâkimiyeti ellerine aldılar. 3. Binyıl’ın baĢlarına doğru Sinear'ın kuzey bölgesinde milli bir varlık teĢkil eden Samîler, bu sayede siyasi bir güç de kazanmıĢ oluyorlardı. Artık Sinear'da dilleri ve tipleri birbirlerinden tamamen farklı ve mücadele halinde iki grup bulunuyordu. Bunlardan ikinci grubu oluĢturan Samîler, içine girdikleri Sümer medeniyetini, Sümer yazısını, Sümer sanatını öğrenmiĢ ve Sümerler kadar uygarlaĢmıĢlardı. Eannatum'un haleflerinden Urukagina, LagaĢ'ın sarsılan gücünü yükseltmek için çok çaba sarf etti. Din temsilcilerinin ve memurların halka karĢı yaptıkları haksızlıkların önüne geçmek, bozuk idareyi düzeltmek için birtakım sosyal reformlar gerçekleĢtirdi. Onun sosyal reformları kanun tabletlerinde görülür ve iki bölümde anlatılır.49 Ancak, Urukagina'nın milli Tanrı Enlil'e karĢı Ningirsu'yu baĢ Tanrı olarak tanıtmaya kalkıĢması, hem kendisinin, hem de LagaĢ'ın huzurunu sona erdirdi. Bu arada Umma’da Babu isminde bir rahibin oğlu olan Lugalzaggisi, Urukagina reformundan ilham alarak, Umma kral sülalesinin dönemini baĢlatmıĢ ve iktidara geçmiĢti.50 (MÖ. 2375) LagaĢ'ın iç karıĢıklıklarından faydalanarak Uruk Ģehrini de ele geçirmeyi baĢarmıĢtı. Böylece yeterli miktarda askeri kuvvete sahip olan Lugalzaggisi LagaĢ'ı, Urukagina'nın 25. idare yılında ele geçirmiĢ ve kralını da esir etmiĢtir. Lugalzaggisi'nin 25 yıl süren saltanat devri, Sümer hâkimiyetinin en parlak dönemi olmuĢtur. Bu kral Eannatum'dan sonra Sinear'ın kuzey bölgesinde büyük nüfuza sahip olan Mezopotamya'da, Sümerler devrinde, site denilen şehir-devletleri yöneten rahip-krallara verilen ad. M.ġ.Günaltay, a.g.e., s.291. 50 F. Kınal, a.g.e., s.61. 49 Samîler’i buradan uzaklaĢtırmıĢtır. Ardından KiĢ'de kurdukları prensliği ortadan kaldırmıĢ ve baĢkenti Umma'dan Uruk'a taĢımıĢtır. Lugalzaggisi tarafından Tanrı Enlil'e sunulmuĢ olup son dönemde Nippur'da bulunan büyük vazolar üzerindeki kitabelerden öğrenildiğine göre bu dönemde Sinear'da Samîler’in elinde hiçbir Ģehir kalmamıĢ, hepsi yine Sümerler’in eline geçmiĢtir. Lugalzaggisi, bu üstünlüğü Sinear sınırlarının ilerisine kadar götürmüĢtür. Doğuda Elamlar’ı, batıda Samîler’i ve Yukarı Fırat bölgesindeki diğer boyları hâkimiyeti altında topladı. Sınırlarını Akdeniz kıyılarına kadar geniĢletti. Uruk krallığını, hemen hemen bütün Ön Asya'ya hâkim bir imparatorluk haline getirdi. Fakat imparatorluğun sınırlarının çok geniĢ alanlara yayılması kontrolü zorlaĢtırıyordu. Bu durumdan yararlanmak isteyen ve Sinear'ın yukarı kısmına yerleĢip medenileĢen Samîler, Sümerler’i sürekli rahatsız ediyordu. Nitekim Arabistan çöllerine kadar yayılmıĢ olan Samîler’in baskıları, Lugalzaggisi ile beraber Sümer hâkimiyetinin de yıkılması ve Sümer topraklarının Samîler tarafından istila edilmesi ile sonuçlandı.51 51 M.ġ.Günaltay, a.g.e., s.292. III. BÖLÜM AKKAD GÖÇLERĠ I. AKKAD ĠMPARATORLUĞU 1. AKKAD DÖNEMĠ KAYNAKLARI Bu döneme ait belgelerin çok az bir bölümü orjinaldir. Örneğin, Sargon ve Naram-Sin’in zafer kitabeleri, Saripul Kaya Kitabesi, ManiĢtusu Obeliski gibi veya birkaç inĢaat kitabesi dıĢında, bu döneme ait tabletlerin büyük bir kısmı daha sonraki dönemlerde, özellikle III. Ur, Ġsin-Larsa ve Eski Babil devirlerinde yazılmıĢ kopyalardır. Bu kopyalar Nippur ve Ur arĢivlerinde bulunmuĢtur.52 Akkadlar tarafından milli kahraman olarak tanınan Sargon, hakkında birçok efsaneler anlatılan, parlak zafer halkaları meydana getirmiĢtir. Nippur’da kopya edilmiĢ bir metinde Sargon’un 34 muharebe kazandığı anlatılmaktadır.53 Bunlar arasında önemli olayları kaydeden kronikler, ominalar (fal metinleri) ve omina Ģerhleri gibi belgeler vardır.54 Örneğin bir omina’ya göre I. Sargon Uruk’u aldıktan sonra güneydeki diğer Sümer siteleri üzerine yürümüĢ, Ur’un surlarını yıkmıĢ, ardından Ģehri yağma ettirmiĢ, aynı sona uğrayan LagaĢ’da zamanında Urnina tarafından mabut Ninmarki adına yaptırılmıĢ olan mabet yıktırılmıĢtır. LagaĢ’ın rakibi ve aynı zamanda düĢmanı olan Umma da bu sondan kurtulamamıĢtır. Daha sonra Sargon, Basra Körfezi kıyılarına kadar inmiĢ, zafer silahını deniz suyu ile yıkamıĢtır. BaĢka bir omina’ya göre ise, Sargon Elam havalisini de istilâ etmiĢ, “Elam ve Barahsi’nin baĢını kırdıktan” sonra “Mari ve Elam adamı” adı verilen BaĢbuğ Uga’yı esir ederek Nippur’a götürmüĢtür. Ardından daha güneye inmiĢtir. Tilmun, yani Bahreyn Adaları’nı da zapt etmiĢtir. Bu son sefer, Sargon’un oldukça mükemmel bir donanma hazırlamıĢ olduğunu göstermektedir.55 Akkad dönemini aydınlatan diğer önemli bir belge de mitolojilerdir. Bunlardan baĢka “sene isimleri”, sözcükler ve coğrafya metinleri (KAV 92) de tamamlayıcı bilgiler verir. 52 F. Kınal, Eski Mezopotamya Tarihi, Ankara 1983, s.75 ġ. M. Günaltay, Yakın ġark Elam ve Mezopotamya, s. 296,297 54 F. Kınal, a.g.e., s.75 55 ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 296 53 Akkad dönemi hakkında bizleri aydınlatan belgelerin en önemlisi “Mücadelenin Kralı” anlamına gelen “ġartamhari Metinleri”dir.56 Bu belgelerde Naram-Sin’in Anadolu’ya yaptığı seferler anlatır. ġartamhari metinleri, biri Anadolu’da HattuĢaĢ (Boğazköy) arĢivinde, ikincisi Mısır’da Tel el Amarna’da, üçüncüsü Mezopotamya’da Babil’de olmak üzere üç nüsha halinde bulunmuĢtur. Bu nüshalardan HattuĢaĢ arĢivinde bulunanı KBo III, 13 numaralı metin, Hititler zamanında (MÖ. 1750-1200), Akkadça orjinalinden Hititçe’ye tercüme edilmiĢtir. ġartamhari metinleri, Anadolu kökenli olmamakla beraber Anadolu hakkında bizleri aydınlatan en eski yazılı vesikadır.57 BaĢka bir metinde (KAV 92) ise Sargon’un hâkim olduğu memleketleri gösteren o zamanki bilgilere göre bir dünya haritası çizilmiĢtir. Tabletin arka yüzünde de bu memleketler hakkında bilgi verilmiĢtir. Son zamanlarda Elam belgelerinin yayımlanması ile Naram-Sin’in Awan sülalesinden Hita ile yapmıĢ olduğu anlaĢma açıklanmıĢtır. Bunun dıĢında Naram-Sin’e ait bir “Naru” (stel) metninin de Boğazköy ve Sultantepe’de birer kopyaları ele geçmiĢtir. Bu metinler dıĢında, Tel Brak kazıları, Nuzi (Kerkük civarındaki Yorgantepe) ve bilhassa Mari (Tel Hariri) kazıları, Akkad krallarının Habur, Orta Fırat ve Yukarı Dicle bölgesindeki faaliyetlerinin arkeolojik delillerini ortaya koymuĢtur. Bunun yanında Kıbrıs adasında, üzerinde “Tanrı Naram-sin’in kölesi Mar-ĠĢtar” yazılı bir silindir mühür ile Uruk’ta üzerinde Sargon’un kızı Enheduanna’nın adının yazılı olduğu bir vakıf hediyesi vardır.58 2. SÜMERLER VE AKKADLAR Eskiden beri Sami kavimlerden biri olarak gösterilen Akkadlar, gerçekte tam anlamıyla Samî bir kavim değildir. Bu Ġmparatorluk, Sinear’ın ilk sekenesi olan Ön Sümer ve Sümerler’le sonraları buralara gelen Samîler’in karıĢıp kaynaĢmasından meydana gelmiĢ melez bir ırktır. MÖ. 2500’lerde Akkadlar’ın mensup olduğu ilk Samî kavimleri Arap Yarımadası’ndan çıkarak Mezopotamya’ya gelmiĢlerdir.59 Fakat MÖ. 2350’lerde Sargon’un liderliğinde kendi kültürleriyle ortaya çıkarak, Mezopotamya’ya hâkim olmuĢlardır. Sümer Kral Listesi’nden anlaĢıldığına göre, Kral Sargon Agade (Akkad) 56 57 F. Kınal, a.g.e., s.75 E. MemiĢ, Tarih boyunca Ortadoğu-Anadolu ĠliĢkileri F. Kınal, a.g.e., s.75 59 R. Yıldırım, Öaasya Tarih ve Uygarlıkları, Ġzmir-1996, s. 29. 58 kentini kurduktan sonra, Basra Körfezi ile Nippur arasındaki Sümer kentlerinden Ur, Uruk, LagaĢ, Umma ve Larsa’yı ele geçirdi. KiĢ Krallığı’nı da ortadan kaldırdıktan sonra60 Mezopotamya’da Sümer idaresi son buldu. Bundan sonra Sümerler, Akkadlar’ın kurdukları devletin idaresinde yaĢamıĢlardır. Akkad bölgesi halkının dili baĢlangıçta Sümerce idi. Buralara Samîler girmeye baĢladıktan sonra dil de Sümer ve Samî lehçelerinin bir karıĢımı halini almıĢtır. Daha sonraki asırlarda çölden sürekli olarak buralara akan Samîler’in yerleĢmeleri neticesinde Sümer kelimeleri de; Samî dillerin etkisi altında kalmıĢ ve Samî dillere uygun kalıplara sokularak Akkad dili, tamamıyla Samî bir Ģekil almıĢtır.61 Akkad kültürü Sami kültürüyle, Sümer kültürünün kaynaĢmasından oluĢmuĢtur. Agade Ģehrinde kurulan devlet, baĢlangıçta bir kent devleti görünümündeyken, zaman içinde güçlenip geniĢleyerek güçlü bir imparatorluğa dönüĢtürülmüĢtür.62 3. AKKAD DEVLETĠ’NĠN KURULUġU VE SARGON DÖNEMĠ Daha önce de belirttiğimiz üzere, Eski Mezopotamya tarihinde üç büyük Samî göç hareketi cereyan etmiĢtir. Bu göçlerin ilki, MÖ. 2500’lerde vuku bulduğu tahmin edilen Akkad Göçleridir. Bu kabilelerin gerçekleĢtirmiĢ olduğu göç hareketi, Dicle ve Fırat nehirlerinin birbirine en çok yaklaĢtığı Doğu Sinear’ı ele geçirmeleri ve Bağdat civarındaki KiĢ Ģehrine yerleĢmeleriyle sonuçlandı. Ġkinci büyük Samî göç hareketi ise Mezopotamya’ya Sümerler’in batılı anlamına MAR.TU’LAR dediği Amurrular’ı getirmiĢtir. Üçüncü büyük Samî göçü de MÖ. 14. yy’da baĢlayıp 9. yy’a kadar sürekli bir sızıntı halinde devam eden Arami kabilelerinin göçleridir.63 Samî göçlerinin birinci aĢaması yukarıda da ifade ettiğimiz gibi MÖ. 2500’lerde gerçekleĢmiĢtir. Bugünkü Arapların en eski ataları olarak kabul edilen Akkadlar’ın gelmesiyle birlikte, Mezopotamya’nın gerek etnik, gerekse siyasi çehresi değiĢmiĢtir.64 Samîler, uygar Mezopotamya toplumunun çevresinde yarı göçebe bir hayat sürerek yavaĢ yavaĢ Mezopotamya’ya sızmıĢlardır.65 60 E. MemiĢ, Genel Tarih., s. 139 ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 293 62 R. Yıldırım., a.g.e., s.29 63 F. Kınal, a.g.e., s. 18 64 E. MemiĢ, Tarih boyunca Ortadoğu-Anadolu ĠliĢkileri 65 R. Yıldırım., a.g.e., s.30 61 Sümerler, MÖ. 4. Binyıl’ın sonlarından 3. Binyıl’ın sonlarına kadar olan dönemde Mezopotamya’da birçok Ģehir devletleri kurmuĢlar ve bu Ģehir devletleri, kendi aralarında hâkimiyet mücadelesi vermiĢlerdir. Bu büyük mücadele nedeniyle, aralarında milli birlik sağlayamayan ve bu yüzden de, Ģartlar oldukça müsait olmasına rağmen merkezi bir devlet kurmayı baĢaramayan Sümerler, MÖ. 2500’lerden itibaren Mezopotamya sitelerine sızmaya baĢlayan ve MÖ. 2350-2150 yılları arasında büyük bir devlet kurmayı baĢaran Samî kökenli Akkadlar’ın hâkimiyetini tanımak zorunda kalmıĢlardır.66 Öyleyse, daha önce de belirttiğimiz gibi Mezopotamya’da kurulan ilk Samî devlet, Sargon tarafından MÖ. 2350 yılında kurulan Akkad Ġmparatorluğudur.67 Akkad devletini kuran ve onu hemen hemen bütün Ön Asya’yı kaplayan bir imparatorluk haline getiren Agade hanedanının ilk yöneticisinin adı, sonraları ġarken denilen, Eski Ahit’e Sargon biçiminde geçen ġarrum-kin’dir. Sargon kaynağı ile ilgili efsaneler, Sargon’un KiĢ Ģehriyle ilgili olduğunu gösterir.68 Sargon’un baĢardığı iĢler insanüstü kabul edildiği için, kökeninin de sırlara büründürülmesi gerekiyordu. Böylece Sargon’un doğumundan ölümüne kadar bütün hayatı efsanelerle doludur. Onun doğumunu anlatan efsane Tevrat’ta (Exodus II 5) Musa’ya69 Ġran’da Kyros’a, sonra da Roma’yı kuran ikizlere mâl edilmiĢtir.70 BaĢka bir inanca göre de Fırat kenarındaki Azupiranu Ģehrinde bir bahçivan onu nehirde bularak büyütmüĢ, yakıĢıklı bir delikanlı olan Sargon’a, Tanrıça ĠĢtar aĢık olmuĢ ve ona Sümer ve Akkad memleketlerinin hâkimiyetini vermiĢtir. Sargon sadece yüksek kültür alanının siyasal anlamda birleĢtirilmesiyle yetinmemiĢtir. Sargon’un doğuda Elam’a, kuzeydeki dağ kavimlerine, Suriye ve Lübnan’a, Toroslar’a kadar Küçük Asya’ya yaptığı askeri seferler, onu tarihin “Ġlk dünya hakimi” yapmıĢtır.71 Onun bu seferlerini anlatan yazılı belgeler, o dönemin Ön Asya tarihini de anlamak için önemlidir. Akkad Devleti’nin Kıbrıs ve Hindistan ile de ticaret bağları olmuĢtur. Ayrıca Basra Körfezi’ndeki adalara karĢı da seferleri olduğu yine bu belgelerden anlaĢılmaktadır. Bu kayıtlar onun kara ordusunun dıĢında denizlerde de savaĢacak güçte bir deniz gücüne sahip olduğunu anlatmaktadır. Sargon’un Anadolu ile ticaret yapan tacirlerin istekleri doğrultusunda, onların davası uğruna savaĢmak için bir ordu ile Anadolu’ya gittiğini yine 66 E. MemiĢ, Genel Tarih., s. 138. E.MemiĢ, Filistinlilerin Kökeni ve Tarihi, Selçuk Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Yayınları, Konya-1996, s.24. 68 F. Kınal, a.g.e., s. 75. 69 F. Kınal, a.g.e., s. 76. 70 R. Yıldırım., a.g.e., s.30. 71 B. Ġplikçioğlu, Eskiçağ Tarihinin Ana Hatları Ġstanbul-1990, s. 50. 67 ġartamhari Metinleri’nden öğreniyoruz.72 Böylece Sargon’un üç büyük denize ulaĢmıĢ olması, Akkad Ġmparatorluğu’na özellikle tehlikeye açık olan Mezopotamya bölgesine barıĢ ve güven getirmiĢ olmalıdır. Mezopotamya’daki bu yeni gücün yani Akkad Ġmparatorluğu’nun en önemli dayanak noktaları, bu devletin askeri yönden güçlü olması, yönetim mekanizmasındaki merkeziyetçi yapı ve bir tür feodâl düzen idi. Akkadlı Sargon ile dünya tarihinde ortaya çıkan “Dünya Ġmparatorluğu” ve “Tanrı krallığı” kavramları da, Eski Ön Asya’nın daha sonraki siyasal geliĢimine temel oluĢturmuĢtur.73 Sümer kral Listesi’nden öğrendiğimize göre ise, “Uruk silahla vuruldu. Krallık Akkad’a geçti. Hurma bahçivanının evlatlığı, sonra Ur-zababa’nın sakisi olan Sargon kral oldu. Akkad’ı kurdu ve 56 sene idare etti.” Sargon’un gerçek adını bilmiyoruz. “Gerçek kral” anlamına gelen ġarru-kenu adını muhtemelen kral olduktan sonra almıĢtır. Uruklu Lugal-Zagesi’nin III. Uruk Sülalesi’ni, kurduğunu, yukarıda adı geçen Urzababa’nın da IV. KiĢ Sülalesi krallarından olduğunu yine bu kral listesinden öğreniyoruz. Böylece Sargon, Lugal-Zaggesi’nin saldırılarına karĢı KiĢ Krallığı’nın sınırlarını korumakla iĢe baĢlamıĢtır. Lugal-Zaggesi’yi mağlup ederek ona bağlı olan Basra Körfezi ile Nippur arasındaki Ur, Uruk, LagaĢ, Umma ve Larsa gibi önemli Sümer Ģehirlerini ele geçirmiĢti. Sargon ilk baĢta KiĢ Krallığı’na rakip olmamıĢ ve onu yıkmamıĢtı. Tam tersine, Agade (Akkad) memleketinde yeni bir Ģehir kurarak buna Bab-ilim “Tanrının Kapısı” adını vermiĢti. Sargon’un KiĢ Krallığı’nı ve kendisinin eski Beyi olan Urzababa’yı nasıl ne zaman ortadan kaldırdığı belli değildir. Ancak, Naram-Sin zamanına ait bir vesikada Akkad Devleti’nin kuruluĢu Ģöyle anlatılıyor: “Ecdadım ġarru-kennu Uruk Ģehrini yıktı. KiĢliler’in hürriyetini verdi. Onların burun halkalarını yaktı. Ayaklarındaki zinciri kırdı.”74 Bu rivayetlerden ortaya çıkan tarihi gerçek, Sargon önce Sümerli olan Güney Mezopotamya Ģehirlerini ele geçirmiĢ, sonra KiĢ Krallığı’nı da ortadan kaldırarak, kuzeyin Samîleri ile güneyin Sümerleri’ni tek bir idare altında toplamıĢtır.75 Sargon Babilonya’da siyasi birliği sağladıktan sonra, kendisini “ġar kiĢĢati” KiĢ kralı = Büyük kral ilân etmiĢti. Arkasından birçok seferler yapmıĢtır. Fakat, bu seferlerin kronolojisi tam olarak bilinememektedir. Bununla birlikte, Güney Mezopotamya’nın 72 R. Yıldırım., a.g.e., s.30,31. B. Ġplikçioğlu, a.g.e., s. 50. 74 F. Kınal, a.g.e., s 76. 75 E. MemiĢ, Genel Tarih., s.139. 73 coğrafi Ģartlarının gereği olarak, öncelikle Doğu memleketleri ile uğraĢmıĢtır. Çünkü, Sümer ve Babilliler’in Elam dedikleri Batı Ġran’ın Basra Körfezi’ne yakın olan yerlerini içine alan AnĢan (veya Anzan) memleketi ile Sümer Ģehirleri arasında, çok öncelerden beri ticari iliĢkiler olmuĢtur. O dönemlerde Uzak Doğu memleketlerinin (özellikle Ġndus medeniyetinin) eski Akdeniz medeniyetleri ile Basra Körfezi’nde birleĢtiği dikkate alınırsa, bu körfezin önemi ve Sümer ve Elam çekiĢmesinin nedenleri kendiliğinden anlaĢılır. Akkad Devleti’nin kurulduğu MÖ. 24. yüzyıl’ın ortalarında Elam memleketinde de birçok küçük Ģehir devletleri vardı. Aralarında en güçlüsü Awan idi. Çünkü Sümer Kral Listesi’nde bir Awan sülalesinin gösterilmesi, bu sülalenin daha önceleri Sümer memleketine hâkim olduğunu gösterir. Sargon’a ait vesikalardan anlaĢıldığına göre, Awan Kralı LuhhiĢĢan ile WarahaĢa (Barahsi) krallarından halefleri gibi bahsedilir ve onlarla ittifak yaptığı bildirilir. Bundan dolayı Sargon, Basra Körfezi’ne doğudan gelebilecek her hangi bir müdahaleyi önlediği gibi, memleketin ihtiyaç duyduğu taĢ ve madeni de temin etmiĢti. Aslında Sargon’un asıl ünü, ilk defa onun tarafından gerçekleĢtirilen “Batı’nın fethi” nden sonra olmuĢtur. Çünkü Basra Körfezi’ndeki ticaretin Ģah damarının Fırat nehri olduğunu Sargon anlamıĢ ve bu güzergâh üzerindeki kervan konaklarını ele geçirmiĢtir. Bir vesikada: “Fırat kenarındaki Tutul Ģehrini zaptedince, bu Ģehrin tanrısı Dagana kurbanlar sunduğunu, bunun üzerine bu tanrının kendisine “Mari, Ġbla ve Yarmuti memleketlerinin hâkimiyetini Sedir ormanlarına (Amanoslar’a) ve GümüĢ dağlarına (Toroslar’a) kadar verdiğini” kaydeder. Bu Ģehirlerden Tutul’un Hit’in olduğu yerde, yani Babil’den sonra Fırat üzerindeki ilk konaklama yeri olduğu anlaĢılmıĢtır. Hatta burada 1963 senesinde Sargon’un Zafer steline ait bir parça da bulunmuĢtur. Ġkinci konaklama yeri olan Mari’de (Tel Hariri) yapılan Fransız kazıları sonunda bu dönemdeki Akkad hâkimiyetinin arkeolojik delilleri meydana çıkarılmıĢtır. Yukarıda adı geçen Sedir ormanlarının Amanoslar, GümüĢ Dağları’nın ise Toroslar olduğu konusunda bir fikir birliği vardır.76 Er Sülâleler devrine son vererek, 76 F. Kınal, a.g.e., s. 77. Er Sülaleler Devri (MÖ. 2850-2350).Er Sülaleler I Devrinde (MÖ. Ca. 2850-2650), Ģehir tanrısının hizmetlerini yapan, kurbanların ihmal edilmemesine dikkat eden “Ensiler” bir rahip-kral durumunda idiler. Fakat Er Sülaleler II Devrinde (MÖ. 2650-2550), bu rahip-krallar, artık kendilerine ait saraylarda oturan dünyevi birer kral olmuĢlardı. Bu suretle, Er Sülaleler II Devrinde (Messilim Çağı) din ve devlet iĢlerinin birbirinden ayrıldığı, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, dini iĢlerle baĢ rahiplerin dünya iĢleriyle de kralların meĢgul oldukları anlaĢılıyor. Fakat az sonra, Er Sülaler III Devrinin (MÖ. 2550-2350) sonlarında yaĢayan (MÖ. Ca. 2375’lerde MÖ. 2350-2150 tarihleri arasında Mezopotamya’da büyük bir imparatorluk meydana getiren Samî asıllı Akkadlar zamanında Mezopotamya ile Anadolu arasında canlı bir kervân ticaretinin varlığı, ġartamhari metinlerinden öğrenilmektedir. Bu imparatorluğun kurucusu olan Sargon, Konya’nın doğusundaki Acem Höyük (PuruĢhanda) Ģehrinin tüccarları tarafından Anadolu seferine teĢvik edilmiĢ ve Sargon, burayı zapt etmiĢtir.77 Hatta bu tabletin arka yüzüne de imparatorluğuna bağlı ülkeleri gösteren bir harita çizdirmiĢtir. Bu haritanın üzerinde memleketlerin isimleri yazılı olmasına rağmen, bu yerler tespit edilememiĢtir.78 Ancak, kendi haritalarımıza baktığımızda, eskiçağ dünyasının tanımıĢ olduğu ilk büyük imparatorluğun sınırları güneyde Basra körfezi kıyılarından doğuda Elam’a, batıda Akdeniz’den kuzeyde Orta Anadolu topraklarına kadar uzanıyordu. Diğer bir ifadeyle Mısır dıĢında kalan bütün Ön Asya memleketleri Akkad Ġmparatorluğu sınırları içerisinde yer alıyordu.79 Hatta Eski Babil devrinde kopya edilen bir vesikada Sargon’un Kaptar (Tevrat’taki Kaftor = Girit) seferinden bahsedildiği ve Erken Minos III (MÖ. 2350-2100) devrinden beri Girit’te Babil’in çıplak tanrıça figürlerine rastlandığı için, Sargon’un bu adayı da zapt ettiği ileri sürülmüĢtür. Sargon’un Agade’de kurmuĢ olduğu imparatorluğun baĢlangıç tarihi Ön Asya tarihinin dönüm noktasıdır. Akkad Ġmparatorluğu’nun kuruluĢu ile Sümerler’in eski devri son bulmuĢtur. Böylece Sümerler ile Samîler’in ortak eseri olan “Sümer Klasik Çağı” baĢlamıĢtır.80 Sonunda Sargon 56 senelik iktidarı boyunca birçok baĢarılar elde etmiĢtir. Dünyanın ilk büyük Sömürgeci imparatorluğunu kurmayı baĢarmıĢtır. Fakat birçok kral gibi o da zamanında takdir edilmemiĢ ve öldükten sonra efsaneleĢtirilmiĢtir. Sargon’un sonunu bir Babil kroniğinden öğreniyoruz. Buna göre Sargon son yıllarında tanrının gazabına uğramıĢtır. Bu yüzden kıtlık isyan gibi türlü sıkıntılarla mücadele etmek zorunda kalmıĢtı. En sonunda da bir suikaste kurban gittiği rivayet edilmektedir.81 LagaĢ kralı Urukagina’nın tabletlerinden, bu iki kuruluĢ (saray ve mabed) arasında bir rekabet ve geçimsizliğin baĢladığını öğreniyoruz. Bu devrin sonunda ise, Mezopotamya Ģehirleri üzerindeki egemenlik Sami Akkadlar’a geçtiğinde, krallar, baĢ rahiplik, baĢ yargıçlık ve baĢ komutanlık yetkilerini Ģahıslarında toplamak suretiyle monarĢik bir otorite kurmuĢlar, hattâ kendilerini tanrılaĢtırmıĢlardır. 77 E. MemiĢ, Genel Tarih., s. 162. 78 F. Kınal, a.g.e., s. 77. 79 E. MemiĢ, Genel Tarih., s. 139. 80 ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 296. 81 F. Kınal, a.g.e., s. 77. 4. MANĠġTĠSU VE RĠMUġ DÖNEMLERĠ Eskiçağ tarihinde büyük bir imparatorluk kuran Sargon'un RimuĢ ve ManiĢtusu adında iki oğlu vardı. Sargon oğullarına büyük bir dünya devletini miras bırakmıĢtı. Bu imparatorluğun içinde farklı farklı kavimler yaĢıyordu. Bu kavimler Sargon’un almakta olduğu vergilerin ağırlığını taĢıyamıyorlar ve bu durumdan kurtulmak istiyorlardı. Gerçekten, bu büyük devleti yönetmek oldukça zordu. Çünkü bu devlet dil ve din birliğinden yoksundu. Sümer Kral Listesi’nden öğrendiğimize göre babasının yerine önce RimuĢ, sonra da ManiĢtusu geçmiĢtir.82 RimuĢ, babasının iyice yaĢlandığı bir dönemde ortaya çıkan isyanları bastırmak konusunda büyük hizmetlerde bulunmuĢtur. Ninova'da bulunan bir vesikada RimuĢ’un isyan hareketine ön ayak olan Elamlı Anzan kralını mağlup ettiği ve ardından esir ederek güneĢ tanrısına sunulmak üzere Sıppar'a gönderilmiĢ olduğu haber verilmektedir.83 Ancak, RimuĢ'tan sonra kendi oğlunun değil de, biraderinin tahta çıkması keyfiyeti, Akkadlar gibi patriarkal (baba erkil) aile gelenekleri için alıĢılmıĢ bir durum değildir. Öte yandan bu kardeĢlere ait vesikalar, RimuĢ’un daha çok, imparatorluğun güney ve batısındaki memleketlerle, ManiĢtusu'nun ise kuzey ve doğu ülkeleriyle uğraĢtığını göstermektedir. Örneğin, RimuĢ’a ait bir vesikada Ur, Uruk, LagaĢ, Umma ve Kazallu Ģehirlerinin isyan ettiğini görmekteyiz. Elam ve WarahĢa memleketleri de belki aynı anda ayaklanmıĢlardı. RimuĢ sefere kolaylık olması için Diyala nehri yakınlarında kendi adını verdiği "DUR RĠMUġ" adındaki kaleyi yaptırmıĢtı. Böyle tehlikeli durumlarda ve böyle büyük bir devleti tek baĢına idare etmenin vermiĢ olduğu zorluk karĢısında, RimuĢ yönetime kardeĢini de ortak etmiĢtir. Belli bir süre (coregent olarak) birlikte idare etmeleri ve böylece memleketi paylaĢmaları doğaldır.84 KĠġ kralı ünvanını taĢıyan RimuĢ, Tanrı Enlil adına Nippur mabedine birçok vazo koydurmuĢtur. RimuĢ’un, Tanrı Nippur’un mihrabına kendisinin de kurĢundan bir heykelini koydurmuĢ olduğu anlaĢılıyor. Günümüze kadar ulaĢan bu heykel üzerinde iki dille yani Sümer ve Akkad dillerinde yazılmıĢ bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabe müĢterek SümerAkkad idaresinin bilinen en eski vesikasıdır. RimuĢ Agade sarayında gizlice düzenlenen bir suikast sonucu öldürülmüĢtür. RimuĢ’un yerine kardeĢi ManiĢtusu tahta geçmiĢtir.85 Elamlar’ın merkezi olan Sus'da ManiĢtusu’nun haç Ģeklinde bir abidesi ve bronz bir heykeli bulunmuĢtur.86 Sümer mabetlerinden birine, kendisi tarafından bizzat koydurulan küçük heykeli, Elam bölgesinin bunun zamanında kesin olarak Akkad hâkimiyetine girmiĢ 82 F. Kınal, a.g.e., s.78 ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 301. 84 F. Kınal, a.g.e., s.78 85 ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 301. 86 F. Kınal, a.g.e., s.78 83 olduğunu göstermektedir. Sus kazısında ManiĢtusu'ya ait farklı heykeller de bulunmuĢtur. Ancak, bunlar buraya bizzat Akkad kralı tarafından konulmamıĢtır. Bu heykeller, sonraları yani Elam kralı ġutruk-Nahunte'nin Sinear'ı istilâ ettiği sıralarda Sümer-Akkad sitelerinden özenilerek Sus'a götürülmüĢ olan Ģeylerdir. Sus kazısında bulunan ManiĢtusu heykeli bu nedenle Elam'a götürülmüĢtür. Akkad kralını oturmuĢ olarak gösteren bu heykelin biri diyoritten diğeri de mermerden yapılmıĢtır.87 Bugün, Ninova’daki ĠĢtar mabedinin ManiĢtusu tarafından yaptırıldığını bildiğimiz gibi, Asur kazılarında bulunan bir mızrağın da ManiĢtusu’ya, Eski Asur devletinin "Çadırda yaĢayan krallar'ından Ab'azu” tarafından sunulduğu, üzerindeki kitabeden anlaĢılmıĢtır. Yine, Sümer Kral Listesi’nden öğrendiğimize göre, RimuĢ 9 yıl, ManiĢtusu ise 15 yıl iktidarda kalmıĢtır. Buna göre Sargon'un ölümünden sonra, tahta önce RimuĢ'un geçtiği, ancak idari güçlükler nedeniyle sonradan imparatorluk topraklarının iki kardeĢ arasında paylaĢıldığı bilinmektedir. Fakat RimuĢ’un 9. iktidar yılında bir suikast neticesinde ölmesi sonucu yerine ManiĢtusu geçmiĢ ve memleketin yegane hakimi olmuĢtu. Fakat çok geçmeden o da bir suikaste kurban gidince, bu defa Akkad tahtına, ManiĢtusu’nun oğlu Naram-sin geçmiĢti. 5. NARAM-SĠN DÖNEMĠ Sargon'un haleflerinden biri olan Naram-Sin, tam anlamıyla dedesine layık bir torun olmuĢ ve onun yolunu takip etmiĢtir. Agade’deki taht değiĢikliği üzerine, aralarında Mari Ensisi Migir-Dagan’ın da bulunduğu güneydeki bütün Sümer Ģehirleri (Ur,Uruk, Nippur,Umma) KiĢ Ģehrinde ona karĢı bir koalisyon kurmuĢlardı. Bu vesikayı, Naram-Sin zamanında LagaĢ Ensisi olan Lugal UĢumgalin raporu da doğrulamaktadır. Bu sırada Anadolu Ģehirleri de ayaklanmıĢlardı.88 Akkad devletinin kurucusu Sargon'un torunu Naram-Sin'e ait ġartamhari metinlerinde, adı geçen kralın Sedir ormanlarını (Amanoslar) ve GümüĢ Dağları’nı (Toroslar) aĢarak Anadolu'ya girdiği ve Hatti Kralı Pampa'nın önderliğindeki 17 Ģehir devletinden oluĢan Anadolu koalisyonuna karĢı savaĢtığı anlatılır.89 Hatti Kralı Pampa’nın baĢkanlığında 17 kraldan oluĢan koalisyona PuruĢhanda, KaniĢ (Kültepe) ve Kursaura (Konya Aksaray’ı) gibi Ģehir devletleri girmiĢlerdi. 90 ġamtamhari metinlerinin HattuĢaĢ arĢivinde ele geçirilen kopyasının ilk 7 satırı kırık olup, metin, 8. satırdan itibaren Ģöyle devam etmektedir: 8. 87 Bana karĢı bütün memleketler isyan ettiler. ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 301. F. Kınal, a.g.e., s.79 89 Ekrem MemiĢ, Eskiçağ Türkiye Tarihi, Çizgi Kitabevi, 5. Baskı, Eylül-2003, Konya, s.16 90 F. Kınal, a.g.e., s.79 88 9. GUġUA kralı Anmanailu, Pakki kralı Bumanailu 10. Ulluwi (Ullama) kralı Lupanailu, sonra ... kralı .... inmipailu 11. Hatti kralı Pampa, KaniĢ kralı Zipani, ..... kralı Nur-Dagan 12. Amurru kralı HuwaruvaĢ, ParaĢi kralı TiĢenki 13. Armanu kralı Mudakina, Sedir dağları kralı ĠĢgippu 14. Larak kralı Ur-larak, Nikku kralı Ur-banda 15. Türki kralı ĠlĢu-Nail, KuĢaura kralı TiĢkinki 16. Toplam 17 kral, ki onlar savaĢa girdiler ve ben onları vurdum. 17. Hurriler'e karĢı bütün orduyu seferber ettim ve sonra (tanrılara) Ģarap takdim ettim. 18. O zaman savaĢçılarıma, binlerce düĢman askeri hiç mukavemet etmedi. Metnin tahrip olup da okunmayan arka yüzünde, geceleyin düĢman karargâhına bir baskın yapıldığı ve bu baskın sonucu onların yenilgiye uğratıldığı anlatılmaktadır. Ayrıca ele geçirilen ganimetlerden de eksik cümleler halinde bahsedilmektedir.91 Bu ganimetler arasında bakırdan ve gümüĢten yapılmıĢ olanlar çoğunluğu oluĢturmaktadır.92 Sonuç olarak Ģunu söyleyebiliriz ki, ġartamhari metinleri, Anadolu kökenli değil, ancak, Anadolu hakkında bilgi veren en eski yazılı vesikadır. Bu metinden öğrendiğimiz kadarıyla, MÖ. 3. Binyıl’ın sonlarında Anadolu'da büyük bir devlet yoktu. Ancak, her Ģehirde küçük bir krallık hüküm sürmekte idi. Aralarında hâkimiyet mücadelesi yaptıklarına Ģüphe olmayan bu Ģehir devletleri, dıĢtan gelen tehlikeler karĢısında, içlerindeki en güçlü Ģehir kralının liderliği altında bir araya gelerek, tek bir güç halinde mücadele etmesini de biliyorlardı. Gerçekten, bu vesikada da belirtildiği üzere, Akkad Ġmparatoru Naram-Sin 17 Anadolu kralının oluĢturduğu koalisyona karĢı savaĢmıĢ ve onları mağlup etmeyi baĢarmıĢtı.93 Netice olarak denilebilir ki, Naram-Sin'in Anadolu üzerine yapmıĢ olduğu bu sefer, bir çeĢit keĢif seferidir. Akkadlar, bu ilk seferde, Anadolu'nun yeraltı ve yerüstü zenginliklerini tanımaya çalıĢmıĢlardır. Nitekim, Ur'da bulunmuĢ olan Akkadça bir metinde: ".... (Tanrı) Nergal, kudretli Naram-Sin için yolu açtı ve ona Arman'ı, Ġbla'yı verdi ve ona Amanus'u, Sedir Dagı'nı ve Yukarı Denizi bağıĢladı " Ģeklinde bir ifade geçmektedir. Aynı metnin diğer bir yerinde ise: “O, Anamus'u Sedir Dağını itaati altına aldı” diye geçmektedir ki, bu ifadelerden, Akkad Ġmparatoru Naram-Sin’in Anadolu’nun zenginliklerini çok çabuk tanıdığını ve hiç vakit kaybetmeden Amanus bölgesini kontrolü altına aldığı sonucunu, çıkarmak mümkündür. Belki de, ġartamhari metninde adı geçen Sedir Dağı kralı 91 E. MemiĢ, a.g.e., s. 17 E. MemiĢ, Tarih boyunca Ortadoğu-Anadolu ĠliĢkileri, s.16 93 Ekrem MemiĢ, Eskiçağ Türkiye Tarihi, Çizgi Kitabevi, 5. Baskı, Eylül-2003, Konya, s.17 92 ĠĢgippu, Naram-Sin'in, bu kadar kısa sürede, bir daha ülkesi üzerine geleceğini tahmin etmemiĢ her halde ki, müttefiklerini yardıma çağırmamıĢtı. Bunun sonucunda, inĢaatlar için son derece kaliteli sedir, servi ve ĢimĢir ağaçlarının yetiĢtiği Amanus bölgesi, Akkad Ġmparatorluğu'nun hâkimiyeti altına girmiĢti. Gerçekten, inĢaatlar için gerekli temel maddelerin baĢında yer alan kerestenin, Mezopotamya'da mevcut olmadığı gerçeği dikkate alınırsa, Amanus ve Sedir Dağları'nın, Mezopotamya ekonomisi için ne kadar önemli olduğu, oldukça iyi anlaĢılır. Anadolu, Amanus bölgesini Akkadlar'ın lehine kaybetmekle, güneydoğu sınırındaki güvenliğini de tehlikeye sokmuĢ oluyordu. Hakikaten, Amanus geçitleri, Akkadlar'ın eline geçtiği için, Mezopotamya kavimleri, diledikleri zaman Anadolu içlerine kolaylıkla girebilirlerdi.94 Boğazköy'de bulunan bir "ġartamhari" metninde anlatılan bu olaylar, Ur'da bulunan ve Naram-Sin'in Subartuya ve yüksek memlekete (Anadolu'ya) yaptığı seferleri anlatan baĢka bir Ur vesikası ile de tasdik edilmiĢtir. Bu yazılı vesikaların yanında, Naram-Sin'in Anadolu seferlerinin arkeolojik delilleri de bulunmuĢtur. Tel Bırak kazılarında duvarları 11 metre kalınlığındaki kalenin temellerinde, üzerlerinde Naram-Sin yazılı tuğlalar ve Troya II tabakasının tipik maskeli kaplarından bulunmuĢtur. Bundan baĢka Diyarbakır civarındaki Pir Hüseyin Köyü’nde Naram-Sin'e ait bir stelin parçası daha bulunmuĢtur.95 Akkad kralı burada uzun sivri sakalı ile görülmektedir. Ganimet olarak zamanında Sippar'dan Sus'a götürülmüĢ Naram-Sin'e ait kıymetli bir stel daha bulunmuĢtur. Naram-Sin'in bu steli, Zagros dağları bölgesindeki Lulubi'ler üzerine yaptığı askeri hareketleri gösteren resimler konulmuĢtur. Kısa bir peĢtemala bürünmüĢ, baĢında iki boynuzlu ve sivri uçlu bir miğfer bulunan Naram-Sin, Lulubi'leri takiben dağa tırmanmaktadır. Silah olarak elinde oklarla bir yay bulunmaktadır. Balta veya mızrakla olmakla beraber, kısa gömlekli askerleri ise dağınık bir vaziyette yürümektedirler.96 Dedesinin izinden giden Naram-Sin, Sargon’un büyük fetihler plânını baĢarıyla gerçekleĢtirmiĢtir. Tabletler üzerinde görülen kayıtlar ile Omina (fal) metinlerinden Naram-Sin'in Mezopotamya’nın bütün sınırlarında mücadeleye giriĢtiği anlaĢılmaktadır. Zamanında, Asurbanipal tarafından diktirilmiĢ bir kitabede Naram-Sin'in bizzat verdiği bilgiye göre, 94 E. MemiĢ, Tarih boyunca Ortadoğu-Anadolu ĠliĢkileri, s.16 F.Kınal, a.g.e., s.79 96 ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 304. 95 iktidara geldikten sonra Elamlılar’ın isyanıyla karĢılaĢmıĢ, isyanları bastırmıĢ ve bunları itaat altına almıĢtır.97 Naram-Sin'in Elam seferi ise bir "nâru" metninde heyecanlı bir macera romanı gibi anlatılmaktadır: Vücutları Hurri kuĢları gibi (tüylü) ve yüzleri kargaya benzeyen Umman Mandalar (Barbarlar) önce PuruĢhanda’yı, sonra Subartu, Gutium, Elam ve nihayet Meluhha’yı (Ġndus vadisini) 90.000 kiĢilik ordularıyla ele geçirmiĢlerdi. Naram-Sin bunlara karĢı saldırıya geçmeleri için askerlerine emir veriyor ve “eğer kan akarsa, onlar da bizim gibi Ölümlü insanlardır, eğer kan akmazsa, onlar ebedi cinler, Enlil’in yaratıklarıdır” diyor. Sonra bu mahluklardan 12 esir alınıyor ve bunların kanları aktığı için, Manda cenkçilerinin de kendileri gibi adem oğlu oldukları anlaĢılıyor. Ne var ki, meydana gelen savaĢta Akkad orduları yeniliyor. Bunun üzerine Naram-Sin bir orakel (fal) açtırıyor, ancak neticenin olumsuz olmasına rağmen, tekrar taaruza geçiliyor. Akkad ordusu tekrar mağlup oluyor. Ancak, bu sırada iyilik seven Tanrı Ea (Enki) iĢe müdahele ediyor, zaferi Naram-Sin'e nasip etmek suretiyle hikâyeyi tatlı sonuçlandırıyor. Bu efsanede Manda cenkçileri (Barbarlar) denilen kavimlerin Gutiler olduğu ve Naram-Sin'in bu istilacı kabilelere karĢı savaĢtığı anlaĢılmaktadır. Biz burada Naram-Sin'in doğu seferlerine iĢaret etmek istiyoruz. Naram-Sin'in Zagros dağlarında ve Elam memleketlerinde yaptığı savaĢların arkeolojik delilleri Paikuli'den Horen üzerinden Ġran'a giden yol üzerindeki Tardunni kaya kabartması ile Saripuldeki kitabeli kabartmadır.98 Subaru'ya yani Orta Mezopotamya’ya, Zagros dağları boğazlarından inen Guti'ler ile Ġran dağlarının batı bölgelerini iĢgal eden Lülübiler’e ve Med'lerin ataları olan kuzeydoğu Manda'larına karĢı savunma mecburiyetinde kalmıĢ, bütün bunları güçlü bir Ģekilde baĢarmıĢtır.99 Naram-Sin'in Zagros dağlarında yaĢayan Lulübiler’in kralı Annubani’ye karĢı kazandığı zaferi ise, sanat tarihinde yer alan meĢhur zafer steli ile ebedileĢmiĢtir.100 Naram-Sin'in batı bölgelerinden Amurru ve Kenan memleketlerini de istilâ ettiği anlaĢılmaktadır. Fakat, Naram- Sin'in Mısır’ı da zaptetmiĢ olduğu yolundaki iddiaları gerçeğe pek uygun değildir. Akkadlar’ın nüfuzlarını Suriye’ye hatta Filistin’e kadar geniĢlettikleri bu devirlerde, sonraları Fenike adını alacak olan sahil limanlarında ve bilhassa Sidon, (Sayda) 97 ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 303. F.Kınal, a.g.e., s.79 99 ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 303. 100 F.Kınal, a.g.e., s.79,80. 98 Tir (Sur) ve Biblos (Byblos) limanlarında oldukça önemli ticaret faaliyetlerinde bulundukları bilinen bir gerçektir. Kıbrıs’ta üzerinde Naram-Sin'in bir memuruna ait kitabeyi de içine alan bir vazo ve Amurrular’la Kenanlılar tarafından ortaklaĢa oluĢturulan bir tanrıçanın çıplak küçük bir heykelinin bulunması, Akkadlar döneminde Akdeniz bölgeleri ile Suriye arasında ticari iliĢkilerin ilerlemiĢ olduğunu göstermektedir. Naram-Sin’e ait bir kitabenin Asur'ca kopyasında Akkad kralının Tibar dağında Aram kralı HarĢamatki'yi yenilgiye uğrattığı bildirilmektedir. Aram adının ilk defa görülmesi nedeniyle bu bilgi önemlidir.101 Böylece Naram-Sin zamanında Akkad Ġmparatorluğu’nun sınırları doğuda Elamdan, batıda Akdeniz'e ve kuzeyde Anadolu'ya, güneyde Basra Körfezi’ne kadar uzanıyordu. Bu durum Sargon zamanındaki sınırların aynen muhafaza edildiğini gösterir. Bunun üzerine Naram-Sin ilk defa dört iklim kralı (ġar kibratim arbaim) unvanını almıĢtır.102 Ayrıca, Mezopotamya’da bir krala “tanrı” niteliğinin verilmesi ilk kez bu devirde ortaya çıkmıĢtır. Naram-Sin’den sonra baĢa geçen krallar döneminde Akkad devletinin zayıfladığı görülmüĢtür. Bunun nedenlerini, devletin içindeki Sümer Ģehir devletlerinin rahip krallarının (Ensi) isyan etmeleri, Ġran’ın Zagros Dağları’nda yaĢayan kavimlerin saldırıları ve Elamlılar’ın Mezopotamya’ya akın etmeleri olarak gösterebiliriz.103 Naram-Sin'in sonunu tam olarak bilmiyoruz. Kral listesine göre, yerine oğlu ġarkaliġarri geçmiĢtir. Naram-Sin zamanına ait vesikalardan öğrenildiğine göre, Akkad imparatorluğu onun zamanından itibaren sarsılmaya baĢlamıĢtır. Elam memleketlerinin isyanı barıĢ anlaĢmaları ile önlenmeğe çalıĢılmıĢ, Anadolu Ģehirlerinin ayaklanmaları bunları takip etmiĢ, diğer taraftan dağ kavimleri de Mezopotamya'nın zenginliklerinden faydalanmak için harekete geçmiĢlerdi. 6. ġARKALĠ-ġARRĠ (BĠNKALĠ-ġARRĠ) Binkali-ġarri çok karıĢık ve huzursuz bir dönemde yönetimi devraldı.104 Ona ait kitabelerde dedesinin muhteĢem ünvanı görülmez. Bu durum, Naram-Sin’den sonra, imparatorluğun uzak bölgelerinin geleceklerini güvence altına aldıkları fikrini vermektedir.105 Nitekim taĢıdığı mütevazi "Akkad kralı" ünvanı uzak ülkelerin elden çıkmıĢ olduğunu gösterir. Binkali-ġarri’den günümüze ulaĢan bir vesikada: Elamlar’ın akınlarını geri püskürttüğünü, Amurru ülkelerine kadar sokulan Guti kavimlerinin baĢkanı ġarlak'ı esir 101 ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 304. F.Kınal, a.g.e., s.80. 103 R. Yıldırım, Önasya Tarih ve Uygarlıkları, Ġzmir-1996, s. 31. 104 F.Kınal, a.g.e., s.80. 105 ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 306. 102 aldığını ve Uruk'ta çıkan bir ayaklanmayı bastırdığı anlatılmaktadır. Sargon'un son zamanlarında gördüğümüz Akkad ordularının en az üç cephede savaĢmak zorunda kaldıkları anlaĢılıyor. ġarkali-ġarri'nin 25 yıl devam eden idaresinden sonra Akkad Devleti’nin içinde bulunduğu kötü durumu, hiç bir Ģey Sümer Kral Listesi kadar açık bir Ģekilde ifade etmez. Listede bu kraldan sonra kim kraldı, kim değildi? Sorusunun cevabı yazılıdır. Sonra da Ġgigi, Nanum, Ġmi, Elulu isimlerinin karĢısına sadece 3 rakamı yazılmıĢtır. Böylece Sümerli Kâtip bize Binkali-ġarri'nin ölümünü izleyen günlerde dört Ģahsın kendilerini kral ilân ettiklerini ve bunlar arasındaki mücadelenin üç sene sürdüğünü anlatmak istemiĢtir. Bu Ģahıslardan hangisi tahtın meĢru varisi idi, bilmiyoruz. Fakat kral listesinde, Babilonya’ya bir asır kadar hâkim oldukları için Guti krallarının isimleri de vardı. Bu isimlerden, dördüncü kral ġargali-ġarri vesikalarında adı geçen ġarlak, altıncı kral ise ElulmeĢ’tir. Bu son isim, karıĢık bir dönemde krallık iddia eden dört kiĢiden sonuncusu, yani Elulu olarak kabul edilmektedir. Fakat Guti baĢkanının baĢarısı geçici olmalıdır, çünkü kral listesinde Elulu'dan sonra Dudu (21 sene) ve ġudurul (15 sene) isimleri görülür. Bu krallardan Dudu'ya ait NĠppur ve Adab (Bismaye) da vesikalar bulunmuĢtur. Bu suretle Dudu'nun Guti tehlikesini bir müddet için önlediği tahmin edilebilir. Bununla beraber Akkad Devleti’nin artık sadece Akkad denilen Orta Babilonya topraklarına hâkim olduğu anlaĢılıyor. Özetle söylemek gerekirse, Akkad Devleti’nin çöküĢünü artık hiç bir Ģey durduramazdı. Zira yukarıda da belirttiğimiz üzere, tehlike çanları yalnız Akkadlar için değil, memleket içinde yaĢayan Sümerler için de çalmakta idi.106 7. AKKAD MEDENĠYETĠ Akkadlar’ın mensup olduğu ilk Samî kavimleri (Doğu Samileri), Arap yarımadasından çıkarak Orta Mezopotamya bölgesine gelmiĢlerdir. Yüzyıllarca Sümer bölgesini Sümerler’le paylaĢmıĢ olan Akkadlar, Sümer kültürünü de benimsemiĢlerdir. Fakat MÖ. 2350 yıllarında kendi kültürleriyle ortaya çıkmıĢlar ve Mezopotamya’ya hâkim olmuĢlardır. Böylece Mezopotamya’da Sümer idaresi son bulmuĢ ve Akkadlar’ın kurmuĢ oldukları devletin idaresinde Sümerler, sakin bir halk olarak yaĢamıĢlardır. Akkad kültürü, kendilerine özgü kültürleriyle, Sümer kültürünün kaynaĢmasından oluĢmuĢtur. Akkad (ya da Agade) Ģehrinde kurulan devlet, Önasya dünyasının dönüm 106 F.Kınal, a.g.e., s.80,81. noktasıdır. Artık bir site devleti olmaktan ziyade, siteden imparatorluğa doğru geliĢmiĢ bir devlet görünümündedir.107 Fakat burada yabancı hâkimiyet altındaki Sümer memleketinin tarihine girmeden önce, Akkad Devleti’nin tarihteki önemi üzerinde durmalıyız: Samîler Akkad Devleti’nin kuruluĢu sayesinde memleketin eski bir çok geleneğini değiĢtirmiĢlerdi. Bir defa devletin resmi dili Akkadça olmuĢtu. Sümerce, tıpkı Ortaçağlar Avrupası’ndaki Latince ve Osmanlı Ġmparatorluğu zamanındaki Arapça gibi, yalnız din dili olarak güneydeki Sümer Ģehirlerinde rahipler tarafından kullanılıyordu. Bu devirde devlet teĢkilatı ve sosyal bünye de değiĢmiĢti.108 Ok ve yayın özellikle Samî Akkadlar tarafından kullanıldığına dayanarak, Samîler’in Er Sülaleler Devri’nde Mezopotamya’ya geldikleri kabul edilmektedir. Hatta Ur’da mezarı bulunan Kraliçe Puabi (eskiden ġub-ad okunurdu) adının da Samî olduğu anlaĢıldığı gibi, Er Sülaleler Devri’ne ait kral listelerindeki isimler arasında da Samî adlar görülür. Bundan dolayıdır ki, Er Sülaleler Devri’nin kültürü Sümerlerle Samîler’in ortak malıdır. Bu yüzden bu devre Sargon’dan önceki (presargonik) devirler dahi denilmektedir.109 Er Sülaleler Devri’nin mütevazi EN'likleri (veya Ensilikleri) kralın tebası olan valiler haline gelmiĢlerdi. Teokratik sosyalist Sümer Ģehir devletlerinin mabed ekonomilerine dayanan "Nimette de, zahmette de iĢtirak" prensibi tamamen ortadan kalkmıĢ, onun yerini Ģahsi mülkiyet almıĢtı. Bu yeni devirde devletin baĢındaki ġarru (kral), Er Sülaleler Devri’nin Lugalleri, Ensileri veya EN'leri gibi, tanrıların temsilcisi değildiler, bizatihi kendileri Tanrı idiler. Gerçi Sargon'u batı seferinde Tanrı Dagan'a kurban sunarken görüyoruz. Fakat Naram-Sin bütün yazılarında isminin baĢında Tanrı determinatifi ile göründüğü gibi, zafer steli üzerindeki tasvirinde de Mezopotamya sanatında tanrılık alameti farikası olan boynuzlu taçla görünür. Böylece bir tanrı-kral mefhumunun, Akkad ordusu gibi istila ordularının morali için önemli bir faktör olduğuna Ģüphe yoktur. Tarihte ilk defa “daimi orduyu” kurmuĢ olan Sargon, bu orduları sayesinde hemen bütün Önasya'yı istilâ etmiĢti. Fakat Akkad Devleti’ni süratle imparatorluğa yükselten âmil, hiç Ģüphesiz Sargon'un müstesna Ģahsiyeti, dehası ve kabiliyeti idi. Gerçekten Sargon'un seferleri tetkik edilirse, onun büyük bir komutan olduğu kadar, kuvvetli ekonomik görüĢlere sahip bir devlet adamı olduğu görülür. Daha Uruk Kralı Lugal Zagesi'yi bertaraf ettiği zaman, Basra Körfezi’nin ticari önemini anlamıĢ ve Fırat kervan 107 R. Yıldırım, Uygarlık Tarihine GiriĢ, s.53. F.Kınal, a.g.e., s.81. 109 F.Kınal, a.g.e., s.49. 108 yoluna hâkim olursa, devletin ekonomisinin sağlam temeller üzerine oturacağını kavramıĢ olmalıdır. Zira onun her seferinin sonunda zapt edilen ülkelerden Akkad'a getirilen mallar, servetler anlatılır. Hatta "Akkad'ın lanetlenmesi" metninde bile: Gemilerin Meluhha gibi uzak ülkelerden getirdikleri mallar, Elamlılar ve Subarular tarafından çuval yüklü eĢeklerle Akkad'a getirilen mallardan bahsedilir. BaĢka bir vesikada da “Tilmun (Bahreyn adası) Magan ve Meluhha gemilerini Agade Önündeki rıhtıma bağladı" denilmektedir. Ġmparatorluk içindeki canlı ticareti bu kısa kayıtlar göstermeye yeterlidir. Böylece anlaĢılıyor ki, Sargon zapt ettiği ülkelere ağır vergiler koyuyor ve bunların aynî olarak verilmesini Ģart koĢuyordu. Günümüz anlayıĢına göre, Samî Akkadlar’ın kurduğu bu imparatorluk, kelimenin tam anlamıyla emperyalist bir idare tarzı idi. Elam, Anadolu, Suriye ve Yukarı Dicle bölgelerinin tabii zenginliklerini kendi devleti için sömüren dünya tarihinin bu ilk emperyalist devletinde baĢ kapitalist ise bizzat kral idi. Malik olduğu geniĢ toprakları saray adına iĢlettiği gibi, hizmetlerinden memnun olduğu beylerine, komutanlarına da toprak bağıĢlayarak, bu toprakların iĢletilmesinden de pay alıyordu. Meselâ ManiĢtusu obeliskinde krala ait 330 hektarlık büyük bir arazinin 98 kiĢiye satıldığı bildiriliyor. Bu durum, bize Akkad krallarının Ģahsi servetleri hakkında bir fikir verdiği gibi, memlekette özel mülkiyetin icabı olarak bir takım yeni zenginlerin türediğini, dolayısıyla da yeni halk sınıflarının ortaya çıktığını tasavvur etmemize yarar. Halbuki Er Sülaleler Devri’nde Sümer cemiyetinde hürler ve köleler olarak sadece iki sınıf vardı. ġimdi askerler, rahipler ve Azatlılar diye yeni sınıflar doğmuĢtur. Akkad imparatorluğunun Mezopotamya tarihinde yaptığı bu reformun o zamanki dünyanın diğer ülkelerine de tesir ettiği Ģüphesizdi. Bilhassa Mezopotamya'da kurulan bütün devletlerin en sık temas ettikleri Elam memleketi üzerindeki etkisi olumlu sonuçlar vermiĢtir. Gerçi Akkad istilası kadar Elam'da kendine mahsus piktografik mahiyette bir resim yazısı keĢfedilmiĢti. Fakat Akkad iĢgalinden sonra bu memlekette çivi yazısı kullanılmaya baĢlamıĢtır. Naram-Sin'in Awan sülalesinden Hita ile yaptığı antlaĢma Elamca yazıldığı halde, bu sülalenin son kralı Kutik-inĢuĢinak kitabelerini çivi yazısı ve Akkad dili ile yazdırıyordu. Aynı Ģey Hurriler için de söylenebilir. Fakat Akkad kralları iĢgal ettikleri bölgeler içinde en çok Asur bölgesinde oturan Samî halkın fikren uyanmalarına yardım etmiĢlerdi. Bu bölge halkı, Asur'u Güney Mezopotamya'dan ayıran çöl yüzünden, güneyde daha Cemdet-Nasr devrinde baĢlayan yüksek Sümer medeniyetinin nimetlerinden mahrum kalmıĢlardı. Bu itibarla bu bölgeye yazı, Akkad devrinde girmiĢtir. ManiĢtusu zamanında bu geri kalmıĢ ülkeleri yöneten Ģeyhlerin bile hala "Çadırda oturan" bedeviler olduğunu Korsabad Kral Listesi sayesinde öğreniyoruz. Akkadlar Asur bölgesini tamamen SamîleĢtirmeye çalıĢmıĢlardır, öyle ki Akkadlar çağında Gasur adını taĢıyan Nuzi (Yorgantepe) vesikalarında geçen Ģahıs adlarının çoğu Samî isimleridir. Üç asır sonra bu topraklarda hüküm süren I.ġamĢi-Adad, ideal kral olarak Akkad krallarını görüyor ve onların gelecek plânlarını taklit ediyordu.110 Akkad Ġmparatorluğu’nun Anadolu üzerindeki etkisine baktığımız zaman olumlu olduğunu görürüz. Çünkü o dönemlerde Anadolu’da yaĢayan Ģehir devletleri, Mezopotamya medeniyeti ile ilk defa karĢılaĢıyorlardı. Sargon’a ait “ġartamhari Metinleri” nde adı geçen tüccarlar, Asur ticaret kolonileri için bir terminus anti quem sayılabilir. Çünkü baĢka bir vesikada da KaniĢ Kralı Zipani’den bahsedilmektedir. Akkad istilası sırasında, Anadolu’da çivi yazısının yayılmamasının nedeni, bu memleketin kendine özgü bir resim yazısı olmasındandır. Mezopotamya’da esir ticareti de yapılmaktadır. Akkadlar zamanında köleler 10-15 Ģekele, III. Ur Devri’nde erkek köleler 55 Ģekele, kadın köleler 10 Ģekele, Hammurabi zamanında köleler 20-25 Ģekele satıldığı gibi, 6-10 Ģekel’den 90 Ģekele kadar satılan erkek köleler veya 3-5 Ģekelden 58,65 hatta 84 Ģekele satılan kadın köleler vesikalarda görülür. Hatta bir vesikada marifetli bir kölenin 120 Ģekele satıldığı yazılıdır.111 Ancak, Akkad imparatorluğu bütün büyüklüğüne, zenginliğine ve ihtiĢamına rağmen, neden büyük bir hızla çökmüĢtür? Bu soruların cevaplarını Ģu Ģekilde sıralayabiliriz: 1- Ġmparatorluk içinde değiĢik unsurların bir arada yaĢaması 2- Dil ve din birliğinden mahrum olunması 3- Bağlı kavimlerin sık sık ayaklanması 4- Naram-Sin zamanında hareketlenen dağ kavimleri ve bunların merkezi otoriteden yoksun olmaları Elam, Anadolu, Suriye ve Yukarı Dicle bölgelerinin doğal zenginliklerini kendi devleti için sömüren Eskiçağ ve dünya tarihinin bu ilk sömürgeci imparatorluğu yukarıda belirttiğimiz nedenlerden dolayı, MÖ. 2150’lerde Guti akınlarıyla yıkılmıĢtır.112 Akkad imparatorluğunun bu çöküĢü, daha sonraki dönemlerde yaĢayan bilginlerin de dikkatini çekmiĢtir. Çünkü, “Akkad’ın lanetlenmesi” adı verilen bir tablet yazılmıĢtır. Adı geçen metinde Nippurlu tarihçi, zamanın görüĢüne göre, Akkad Devleti’nin çökmesini 110 F.Kınal, a.g.e., s.82,83. BaĢlangıç noktası 111 F.Kınal, a.g.e., s.154 112 Ekrem MemiĢ, Genel Tarih, Tablet Yayınları, 3. Baskı, Konya-2002, s.139 Naram-Sin’in Nippur’daki Enlil mabedini yağmalamasına bağlar. Ona göre, tanrılar kralı Enlil, intikam almak için Guti kavimlerini dağlardan indirmiĢti.113 IV. BÖLÜM AMURRU (MARTU) GÖÇLERĠ 1. YENĠ SÜMER DEVLETĠ ( MÖ. 2060–1960) III. Ur Sülalesi’nin kurulmasıyla Mezopotamya’da yeni bir dönem baĢlamıĢtır. Bu yeni dönemde Ur-Nammu ve halefleri, yabancı istilasının halk üzerinde oluĢturduğu tepkiden yararlanmasını bilmiĢlerdir. Bu durum onların milli hislerini Sümer memleketinin siyasi birliğini sağlama yolunda kanalize etmelerine neden olmuĢtur. Sümerli olmayı canlandırmak için ne gerekiyorsa, hepsini yapmaya çaba sarf etmiĢlerdir. Bu yüzden, III. Ur Sülalesi’nin kurduğu bu devlete “Yeni Sümer Devleti” denildiği gibi, sülalenin yaĢadığı bir asırlık döneme de, Mezopotamya tarihinin “Rönesans Devri” denilmiĢtir. Kendisini toparlayıp, yeni bir yapılanma süreci baĢlatmak isteyen bir devletin, her Ģeyden önce, yapması gereken ilk iĢ, eğitim-öğretim sorununu çözmek olmalıydı. III. Ur Sülalesi kralları bu konuda ilerleme göstermiĢlerdir.114 Yazıyı keĢfederek dünya medeniyet tarihinde önemli bir rol oynayan Sümerler de eğitim ve öğretime çok önem vermiĢlerdir. Fakat, Sümerler’de okuma-yazma ilk zamanlarda yalnızca rahiplere özgü bir sanat Ģeklinde idi. Ancak zamanla, özellikle III. Ur Sülalesi zamanında (MÖ. 2060-1960), kâtip olarak yetiĢtirilmesi düĢünülen çocuklara mabetlerde rahipler tarafından okuma-yazma öğretildiğini görüyoruz. Nitekim kazılarda, üzerlerinde hece iĢaretleri yazılı okul tabletleri bulunmuĢtur. Örneğin Nippur kazılarında, I. Babil Sülalesi dönemine (MÖ. 1850-1550) ait 2500 adet okul tableti bulunmuĢtur. Öte taraftan, Sümer okullarındaki eğitim Ģeklini gösteren vesikalar da vardır. Bunlara “E dubba” yani “Tablet evi” serisi denilmektedir.115 Asurbanipal kitaplığındaki Sümerce metinlerin bu dönemde yazıldıkları veya kopya edildikleri bilinmektedir. Bundan baĢka bu dönemin ekonomik hayatı hakkında bize bilgi veren ġalliĢdagan 113 F.Kınal, a.g.e., s.83. 114 F. Kınal, a.g.e., s.93. E.MemiĢ, Genel Tarih, s.167 115 arĢivi vardır. Nippur civarında hayvan alım-satımı yapılan bu kasabadaki bütün satıĢlar tabletlere kaydedilmiĢtir. Ayrıca Ģehirde yapılan evlenme, boĢanma, evlatlık alma, köle alım veya satımı gibi sosyal hayatla ilgili bütün iĢler senetlerle yapıldığından, bu döneme ait binlerce iktisadi vesikalar kazılarda çıkarılmıĢtır. Ayrıca, bu dönemin bürokratik idare sistemi gereği, III. Ur Sülalesi krallarından valilere, komutanlara gönderilmiĢ mektuplar ve talimatnameler de vardır. Kralların inĢaat faaliyetlerini gösteren inĢaat kitabeleri ise, iktidar yıllarını “sene isimleri” ile göstermeleri bakımından tarih için çok önemli vesikalardır. Bu vesikalardan yola çıkarak, Yeni Sümer Devleti’nin medeniyet âlemine yapmıĢ olduğu hizmetleri çok açık bir Ģekilde görebiliriz. Bu sülalenin kurucusu Ur-Nammu, daha önce, Uruk Kralı Utuhengal’in emrinde çalıĢan Ur valisi idi. Ur-Nammu, LagaĢ Ensisi Namnahani’yi yenmek üzere ordusunu takviye edince, Beyi Uruk Kralı Utuhengal’e karĢı isyan etmiĢtir. Bu mücadele sonunda Ur’un bağımsızlığını kazanmıĢtır. Ur-Nammu’nun icraatları, onun küçük bir Sümer sitesinden büyük bir devlet kurduğunu gösterir. Nitekim Akkad sülalesi gibi o da, büyük bir devlet kurmak istemiĢ ve Utuhengal’i yenerek, sahip olduğu bütün Sümer Ģehirlerini kendi hakimiyeti altına almıĢtı. Onun döneminden kalan “Kadastro tableti” adı verilen bir metin vardır. Ur-Nammu bu vesikada belli Ģehirlerdeki mabedlere ait taĢınmaz malların sayımını yapmakta, bir nevi mabed emlâkını yeniden kayda almaktadır. Burada sınırlar nehir, kanal veya mabed gibi belirli ya da doğal çizgilere göre belirlenmiĢtir. Ur-Nammu dönemindeki Yeni Sümer Devleti’nin siyasi sınırları veya en azından yayılıĢı bu vesikada gösterilmektedir. Ancak, yer adlarının tayin edilememesi yüzünden, devletin sınırlarını tam olarak çizemiyoruz. Fakat arkeolojik kazılar neticesinde kuzeyde Tel Bırak’tan, Asur bölgesi dahil olmak üzere, Basra Körfezi’ne kadar hakim olduğunu arkeolojik buluntular göstermektedir. Ur-Nammu’nun orta Fırat üzerindeki Mari (Tel Hariri) Ģehrine de hâkim olduğunu, Mari Kralı Apilkin'in kızı Naram-Uram'ın isminin anlamından, "Urun sevgilisi", anlaĢılmaktadır.116 Urukagina'dan üç asır sonra Ur'da yaĢayan Yeni Sümer Devleti’nin kurucusu UrNammu, Ur halkı için yeni kanunlar hazırlamıĢtı. Bu tabletler, 1956 yılında S.N. Kramer tarafından Ġstanbul Arkeoloji Müzesi'ndeki tabletler koleksiyonu arasında bulunmuĢ ve neĢredilmiĢtir. Çok iyi korunmuĢ olan tabletin ön ve arka yüzlerinde dörder sütun olmak üzere sekiz sütun vardı. Tabletin ön yüzü, uzun bir prologu (önsözü) içeriyordu. Çok bozuk olan metnin okunabilen kısmında: "Dünya yaratıldıktan ve Sümer ile Ur Ģehrinin kaderi tayin 116 F.Kınal,a.g.e.,s.94 edildikten sonra, Sümer panteonun büyük tanrılarından Anu ve Enlil'in, Ur kralı olarak Ay Tanrısı Nannar'ı gösterdikleri, sonra Sümer'i ve Ur Ģehrini onun adına yönetmek için, Ay Tanrısı tarafından Ur.Nammu'nun seçildiği, yeni kralın ilk iĢinin Ur'un aleyhine geliĢen LagaĢ Ģehriyle savaĢtığı ve LagaĢ kralı Namnahani'yi, Nannar'ın kudretiyle öldürdüğü ve Ur'un eski hududunu yeniden tespit ettiği," anlatılmaktadır. Tabletin daha bozuk olan arka yüzünde ise, ancak 5 madde korunabilmiĢtir. Bunlar, bizim sulh-hukuk davaları dediğimiz yaralama olaylarına verilen küçük para cezalarını kapsar. Bu maddelerde cezalar hep parasaldır. 1955 yılında Nippur'da yapılan kazılarda, Ur-Nammu kanunlarına ait üç sütunlu bir kanun tableti daha çıkarılmıĢtır. Çok bozuk olarak ele geçirilen tablette 43 madde varsa da, çoğu okunamayacak durumdadır. Maddelerin bir bölümünde, herhalde köleler arasındaki cinsi münasebetlere ait hükümler bildirilir. Diğer bir bölümü ise, vatandaĢlar arasında tarla yüzünden çıkan anlaĢmazlıklarla ilgili sulh-hukuk davalarına ait maddelerdir.117 Ur-Nammu döneminden günümüze kadar ulaĢan arkeolojik eserlerin baĢında Ur zigguratı gelir. Ur kazılarında Ay Tanrısı Nannar’ın mabedinin yanında harabeleri bulunan bu mabed kulesi, günümüzde restore edilmiĢtir. Yapılan yenileme çalıĢması, Sümerler’in, Athena panteonunu kuran mimarlardan binlerce sene önce, abideye benzeyen mimaride, dıĢ görünüĢteki uyumu sağlamak için, yatay ve dikey hatların zıtlığını bildiklerini göstermiĢtir. Ur-Nammu’nun Ur Ģehrinin dıĢında Uruk, Nippur, Eridu, Adab ve Larsa Ģehirlerinde de mabedler yaptırdığını sene isimlerinden öğreniyoruz. Yine Ur kazılarında ortaya çıkarılan Ur-Nammu steli de çok kötü durumda ele geçmesine rağmen, III. Ur Sülalesi zamanındaki tasvir sanatı hakkında yeterli oranda bilgi vermektedir. Ur-Nammu'nun bütün bu büyük iĢleri iktidarda kaldığı 18 seneye sığdırması zordu. Bunun içindir ki, ziggurat inĢası gibi, birçok imar iĢleri oğlu ġulgi tarafından tamamlanmıĢtır.118 Sümer Kral Listesi’ne göre III. Ur Sülalesi’nin II. kralı olan ġulgi’nin iktidar süresi 46 yıl sürmüĢtür. Onun dönemine ait vesikalar incelendiğinde ġulgi’nin, sülalenin en büyük Ģahsiyeti olduğu görülür. Babasının kurmuĢ olduğu bu devletin yaĢaması için yeni bir yapılanmaya gitmiĢtir. Akkadlar zamanında olduğu gibi, krallık müessesesini tanrılaĢtırarak kuvvetlendirmiĢtir. Ekonomide de "Kral Guru" denilen yeni bir hacim ölçüsü çıkarmıĢtı. Onun döneminde takvim sisteminin de değiĢtiğini görüyoruz. 117 118 E. MemiĢ, a.g.e., s. 149. F.Kınal, a.g.e., s.95 ġulgi'nin imar sahasında yaptıklarına baktığımız zaman, babasının baĢlattığı zigguratı tamamlatmıĢ, babasına ait bir de anıt-mezar yaptırmıĢtır. Ur kazıları sonucunda bu mezar yapıları ortaya çıkarılmıĢtır. BaĢkent Ur Ģehri dıĢında, egemenliği altında bulunan diğer Ģehirlerdeki imar faaliyetleri ise hem sene isimleri ile hem de arkeolojik delillerle tespit edilebilmektedir. Ancak, bütün bu baĢarılarına ve krallığın tanrısal gücüne rağmen ġulgi'nin, oğulları tarafından düzenlenen bir suikaste kurban gittiği tahmin edilmektedir.119 Ġbi-Sin tahta çıktığı zaman (MÖ. ca. 1975), Yeni Sümer Devleti’nin sınırlarını tam olarak bilemiyoruz. Onun döneminde Asur valisi olan Kikia, EĢnunna valisi Kirikiri ve Mari valisi Puzur-ĠĢtar baĢlangıçta Ur'a bağlı gibi görünmekte idiler. Ancak, adı geçenler devletin çökmesinden sonra bağımsızlıklarını ilân etmiĢlerdir. Ġbi-Sin'in tahta çıkıĢının daha 3. yılında huzursuzlukların baĢladığını görüyoruz. Bu döneme ait vesikalar üzerinde çalıĢan E.O. Edzard, III.Ur Sülalesi’nin çökmesini üç sebebe bağlamaktadır: l) Dağınıklık 2) Amurru göçleri 3)Babil-Elam mücadelesi Bu sebeplere ek olarak, memuriyetlerin dağıtılmasında kayırmalar, memleket halkının tek bir kavimden ibaret olması gibi iç huzursuzlukları da bunlara ilave etmek gerekir. Bir defa Er Sülaleler Devri’nden beri devam eden bölgecilik zihniyeti, her Ģehrin yalnız kendini düĢünmesi, milli birliğe zarar veriyordu. Akkadlar devrinden sonra bu rekabet, SümerlilikAkkadlılık Ģeklini almıĢtı. Sonraları ise Sümer Ģehirlerine iĢ bulmak için gelen Amurrular da bu rekabete dahil olmuĢtu. 120 Ġbi-sin'in 25. iktidar yılında SimaĢ kralı Hutran-temti Ur Ģehrine saldırmıĢ ve meydana gelen savaĢta Ġbi-Sin düĢmanın eline sağ olarak geçmiĢtir. Elam orduları görülmemiĢ bir vahĢetle Ur’u yağmalamıĢlar, ardından da ateĢe vermiĢlerdi.121 Özellikle, Ur mabedinde Ningale ait olan E.Nunku bölümünün nasıl yakılıp yıkıldığı anlatılır. Ur kazıları da metinlerin bu ifadesini tamamen doğrulamıĢtır. Ur'un yıkılıĢı o zamanki dünyada büyük yankılar uyandırmıĢtır. Çünkü birçok vesikada bu olay sene ismi olarak kullanılmıĢtır. Bu nedenle Mezopotamya'da ilk kültür meĢalesini yakan Sümerler, Ur'un yıkılmasından ve Yeni Sümer Devleti’nin çökmesinden 119 F.Kınal, a.g.e., s.95 F.Kınal, a.g.e., s.96 121 F.Kınal, a.g.e., s.97 120 sonra bir daha devlet kuramayacaklardı. Zaten ana dillerini kaybetmiĢlerdi. Artık memlekette Akkadça konuĢuluyor ve yazılıyordu. III. Ur Sülalesi’nin yıkılmasından, Elam'dan sonra en çok istifade eden kavimler, Amurrular olmuĢtu. Bu ana-baba günlerinde, gittikçe büyüyen bir çığ gibi, çöl çocukları Mezopotamya Ģehirlerine doluyorlardı.122 2. AMURRULAR VE AMURRULAR DÖNEMĠNE AĠT KAYNAKLAR MÖ. 3. Binyıl’ın sonları ile 2. Binyıl’ın baĢlarında Mezopotamya, ikinci bir Samî göç hareketine sahne olmuĢtur. Bu göç sonunda gelenlere Martular ya da Amurrular denilmektedir. Samî dillerin doğu lehçesini konuĢan Amurrular, Babil kentini ele geçirip I. Babil Sülalesi’ni (MÖ.1850–1550) kurmuĢlar ve kendilerinden önce Mezopotamya sitelerinde var olan Sümer kültürünü de büyük ölçüde benimsemiĢlerdir.123 Çöllerde göçebe bir hayat yaĢayan bu nomat kabileler, MÖ. 3. Binyıl’ın sonlarından itibaren Mezopotamya'nın bayındır Ģehirlerine girmeye baĢlamıĢlardı. Bu nedenle nüfus artmıĢ, üretici sınıf aynı kalırken, tüketici sınıf birden bire kabarmıĢtı. Bu dönemde, Mezopotamya'ya hâkim olan III. Ur Sülalesi (MÖ.2060–1960) kralları, Sümer Ģehirlerine Amurrular'ın (Martular) girmesini önlemek için çeĢitli tedbirler almıĢlardı. Örneğin, 4. Kral ġu-Sin zamanının en büyük olayı, "Martu duvarı" adı verilen ve Babilonya denilen Orta Mezopotamya'daki Abgal (Büyük Su) kanalından 26 saat mesafede bir kale duvarının yapılmasıdır. III. Ur Devleti’nin üzerine çöken kara bulutların ilk belirtisini, bu kalenin inĢaasında görmek yanlıĢ olmaz. Nitekim, III.Ur sülalesinin son kralı Ġbi-Sin'in Ġsin Ģehrindeki valisi ĠĢbierra, Ġbi-Sin'e göndermiĢ olduğu bir mesajda: "DüĢman Martular'ın ovalara indiğini duydum" diyerek, tehlikeyi haber veriyordu. Ġbi-Sin, tahtta ancak 15 yıl kalabilmiĢ (MÖ.1975-1960) ve devlet, baĢta Amurru göçleri olmak üzere, dağınıklık ve Babil-Elam rekabeti yüzünden yıkılıp gitmiĢti.124 Yeni Sümer Devleti’nin çökmesindeki en önemli nedenlerinden biri de, Amurru göçleridir. Nitekim çağdaĢ bir EĢnunna vesikasında: “Ġbi-Sin’in toprakları Martular tarafından çöl haline getirildi.” denilmektedir. Martular’ın ırki kimliklerini tespit edebilmek için, onların dillerini bilmek gerekmektedir. Halbuki Martular’ın dili ile yazılmıĢ hiçbir vesika yoktur. Çünkü bu kavimler kültür memleketlerine girdikten sonra, o memleketin dilini ve 122 F.Kınal, a.g.e., s.98. Ekrem MemiĢ, Genel Tarih, s. 139,140. 124 E.MemiĢ, Filistinlilerin Kökeni ve Tarihi, Selçuk Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Yayınları, Konya-1996, s.25 123 yazısını kullanıyorlardı. Ancak, vesikalarda geçen Martu tanrı isimleri ile teĢkil edilmiĢ, “Theophore” isimler, filolojik tetkikler için önemli malzeme olarak kullanılmaktadır.125 Sümerce vesikalarda, "Martu" kelimesi çoğu kez bir rüzgâr yöntemi olarak geçer. Ya da Er Sülaleler III devrine (MÖ.ca. 2550-2350) ait taĢınmaz malların satıĢ senetlerindeki yön ifadelerinden Martu kelimesinin, "Batı" anlamına geldiği anlaĢılmıĢtır. Fakat daha sonraki devirlerde bu kelime, kavim adı olarak geçmeye baĢlamıĢtır.126 Mesela Ġbi-Sin’e ait bir sene isminde “Ur Kralı Ġbi-Sin’in, eskiden beri Ģehir bilmeyen Martular’ı büyük bir kuvvetle yendiği sene” denilmektedir. Burada Martular kavim adı olarak zikredilmekte ve bu kavimlerin Ģehirlerde oturmadıklarına bilhassa iĢaret edilmektedir.127 Böylece, Sümerce Martu kelimesi, "Batı" anlamına geldiği gibi, Martular'ın da Arabistan Yarımadası’ndan çıkarak ilkin Filistin-Suriye Ģerit arazisini çölden ayıran dağlar üzerinden Kuzey Suriye'ye geldikleri ve oradan Büyük Fırat kervan yolunu takip ederek, Mari, Terqa, Hana gibi baĢlıca kervan durak yerlerinden geçerek Mezopotamya'ya ulaĢan bu nomat kabilelerden bir kısmı Dicle'yi takip ederek, kuzeye Asur ile Kerkük arasındaki bölgeye de varmıĢlardı. Elbetteki, daha önce Diyala bölgesini de istila etmiĢler, hatta bir kısmı Diyala'dan öteye yani Ġran ve Afganistan'a kadar yayıldıkları gibi, III.Ur Sülalesi’nin çökmesinden sonra bilhassa Larsa hakimiyetinden sonra Deniz-eli bölgesine de yerleĢecekler ve burada Babil Sülalesi’ni (MÖ.1677-1308) kuracaklardır.128 Bu görüĢü savunanlar, Martu tanrısına yazılmıĢ bir övgü Ģiirinde (Kasidede): “Martu tanrısının Lapislazuliden bir dağın üzerinde oturduğu” kaydına ve bu taĢın da Afganistan’dan çıktığına dayanmaktadırlar. III. Ur sülalesinin son günlerine ait vesikalar ve Mari mektupları Martu kabilelerine karĢı yapılan amansız mücadeleyi aksettirirler. Meselâ, I. ġamĢi-Adad Tergalı Amuritler’den olduğu halde, Martu bedevileri ile savaĢtığı gibi, yerleĢik Martu boyları arasında da savaĢlar oluyordu. Aynı suretle Amurit asıllı I. Babil sülalesinin en ünlü kralı Hammurabi, kendisi gibi yerleĢik Martu asıllı Larsa Kralı Rim-Sin’le ve Mari Kralı Zimri-Lim’le savaĢmıĢtı.129 Martular'ın Mezopotamya'ya gelmeden önceki hayatlarını anlatan bazı vesikalar vardır. Örneğin bir vesikada: "Onlar itaat nedir bilmiyorlardı, çiğ et yiyorlardı, bütün 125 F.Kınal, Eski Mezopotamya Tarihi, s. 98 E. MemiĢ, a.g.e., s.26. 127 F.Kınal, E.M.T., s. 98 128 E. MemiĢ, a.g.e., s.26,27. 129 F.Kınal,a.g.e., s.99 126 hayatı boyunca bir evi olmamıĢtı, ölen arkadaĢını gömmüyordu. ġimdi ise her Martulunun bir evi var, zahiresi var" denilmektedir.130 Babiller ise Martular’a “Amurrum” diyorlardı. Örneğin, Akkad krallarından Binkaliġarri bir vesikasında: “BaĢar dağlarındaki Amurrular’a karĢı savaĢtığını” bildiriyordu. Bu dağların Palmir ile Fırat arasındaki Cebel BiĢri (BiĢri Dağları) olduğu zannediliyor.131 Samîler ise Martular'a “Amurru” diyorlardı. Martular hakkındaki bütün bu kayıtlardan açıkça anlaĢılıyor ki, bizim bugün bedevi, yani nomat dediğimiz çöllerde yaĢayan kabilelere Sümerler, "Batıdan gelenler" anlamına Martular ismini vermiĢlerdi. Fakat vesikalardaki bu açıklığa rağmen, Martular'ın vatanı olarak Yukarı Dicle ve Zağros Dağları arasındaki Ġamutbal memleketini gösterenler de vardır. Bunların iddiası aslen bir Martulu olduğu halde Elamca isim almıĢ olan Kudur-Mabuk'un ünvanları arasında "AttaKUR.MAR.TU" ve "Atta Ġamutbal" adlarının bulunmasına dayanır. Aslında bu ünvanlar, Kudur-Mabuk'un ataları tarafından da kullanılmıĢ olmalıdır. Mezopotamya tarihinde daha sonraları böyle birçok Martu kabilesinin kuzeye, güneye ve doğuya yerleĢtiklerini görüyoruz. Örneğin, tarihi bir Sümer Ģehri olan Uruk'a Amanum kabileleri yerleĢmiĢti.132 Martu bedevileri acaba neden göçüyorlardı? Bu soruyu cevaplamak için, bugünün bedevileri üzerinde yapılan etnolojik tetkiklere bakmak gerekir. Bu kabileler Akkadça Abum (baba) denilen bir Ģeyhin idaresi altında yaĢıyorlar ve besledikleri koyun, keçi ve develerini bir vahadan diğerine otlatarak dolaĢıyorlardı. Bu vaha arama veya seçme iĢi mevsime ve yerleĢik kentlerdeki Panayır zamanına ve günlerine göre ayarlanıyordu. Bedeviler ihtiyaçları olan gem, çıngırak vb. her hangi bir aracı hayvanlarının ürünü karĢılığında bu pazarlardan temin ediyorlardı. Onlar için Ģehir hayatı dayanılmaz bir esaretti. Orada herkes hayatını kazanmak için çalıĢmaya mecburdu. Bu Ģartlar altında bedevilerin Ģehirlere dolmaları keyfiyeti, ancak bir açlık, kıtlık veya baĢka bir bedevi kabile tarafından vahadan uzaklaĢtırılma gibi bir zorunlulukla meydana geliyordu. Böylece bütün kabile göç ediyordu. Bazen de kabile Ģeyhi, bir Ģehir kralı ile anlaĢıyor, bütün kabilesi ücretli asker olarak o Ģehir kralının emrine giriyorlardı. Bunun en yakın örneği, Birinci dünya savaĢında Osmanlı Ġmparatorluğu ile Ġngiliz Ġmparatorluğu mücadelesindeki Suriye savaĢlarında görülür. ĠĢte MÖ. 3. Binyıl’ın sonlarında meydana gelen Amurru = Martu göçleri yakın zamanlarda da görülen çöl bedevilerinin hareketlerinin aynı idi.133 130 E. MemiĢ, a.g.e., s.27 F.Kınal,a.g.e., s.99 132 E. MemiĢ, a.g.e., s.27,28. 133 F. Kınal, a.g.e., s. 100 131 MÖ. 3. Binyıl’ın sonlarına doğru meydana gelen Amurru göçlerine katılan kavimler hakkında bize en iyi bilgiyi Mari mektupları verir. Çünkü, Mari arĢivi vesikalarında, Tevrat'ta da adı geçen Benyamin oğullarından "Maru Ġamina" yani "Güney oğulları" anlamına bahsedildiği gibi, Ġbraniler'den de Habirular olarak söz edilir. Ayrıca, Hanalılar denilen baĢka bir kabile daha vardı. Hanalılar, daha ziyade ücretli askerler olarak görülürler. ĠĢte, III. Ur Sülalesi’nin son zamanlarında, bu Martu kabileleri, Güney Mezopotamya'ya dolmuĢlardı. Hatta, Ġbi-Sin'in Ġsin Ģehrindeki valisi ĠĢbierra, aslen Martulu idi. ĠĢbierra'nın ailesi kim bilir kaç nesil önce buraya gelmiĢti ki, ĠĢbierra vali olabilmiĢti. III. Ur Sülalesi’nin yıkılmasından sonra, Mezopotamya'da yeniden Ģehir devletleri idaresi kurulur. Yani, her Ģehirde bir küçük krallık teĢekkül eder. Ne var ki, bu Ģehir devletleri Sümerli olmayıp, Amurrulu idiler. Örneğin Babil Ģehrinde I. Babil Sülalesi’ni kuran Sumuabum (MÖ. 1850), bir Amurrulu idi. Terqa'daki I. ġamsi-Adad'ın babası Ġlakabkabu bir Amurrulu olduğu gibi, Larsa'daki Naplanum, Ġsin'de ĠĢbierra, Halep'te Yamhad kralları ve KarkamıĢ'taki Ablahanda hep Samî kökenli Amurrular'dan idiler.134 Bu Ģehir krallıkları iki yüzyıldan fazla bir zaman içinde birbirleriyle sürekli savaĢacaklar ve bu yüzden de büyük bir devlet kuramayacaklardı. ĠĢte bundan dolayıdır ki, bu Ģehir krallıkları devrine “Ġkinci ara devir” denilmiĢtir. Bu Ģehir devletleri arasında gerek sürekli egemen olmaları gerekse bıraktıkları vesikalarla III. Ur Sülalesi zamanındaki kültürü yaĢatmaları bakımından Ġsin-Larsa Ģehirleri çok fazla varlık göstermiĢlerdir. Bunun için III. Ur Sülalesi’nin çökmesini takip eden iki asırlık zamana Ġsin-Larsa devri denilmiĢtir.135 Amurru asıllı Ģehir beylerinin, (MÖ.1950-1750) yılları arasına rastlayan iki asırlık dönemde birbirleriyle yaptıkları kıyasıya mücadeleden sonra, I. Babil Sülalesi’nin 6. Kralı Hammurabi, merkezi bir devlet kurarak bu mücadeleye son vermiĢtir.136 3. FĠLĠSTĠN VE SURĠYE’DE AMURRULAR Amarna çağında,(MÖ. 1400-1350) Suriye ve Filistin’de birçok küçük Ģehir devleti kurulmuĢtur.137 Arabistan’dan Mezopotamya’ya doğru gerçekleĢen ilk Samî göç dalgası Amurrular’ın Suriye ve Filistin’de ancak MÖ. 2500 senelerine doğru görüldüğünü ortaya çıkarmıĢtır. Burada ilk görünen Samîler, sonraları Mezopotamya’da I. Babil Ġmparatorluğu’nu kurmuĢ olan Amurrular’dır. Batı Samîleri adıyla da bilinen Amurrular, Sinear kültürü altında 134 E. MemiĢ, a.g.e., s.28,29. F. Kınal, a.g.e., s.100 136 E. MemiĢ, a.g.e., s.29. 137 E. MemiĢ, Eskiçağ Türkiye Tarihi, s. 110 135 bulunan bu bölgede, güneyden gelen yeni dalgalarla çoğalırken, medeniyet bakımından da ileri gitmiĢler ve yerli halkla karıĢıp kaynaĢmıĢlardır.138 Fakat, bütün Kuzey Suriye Ģehir devletleri gibi, Amurru Krallığı da, bu bölgede zamanla değiĢen büyük bir devletin hakimiyeti altına girmiĢtir. Yıllık olarak ödediği belli bir miktar vergi karĢılığında iç iĢlerinde serbest, dıĢ iĢlerinde ise merkeze bağlı bulunuyordu.139 Suriye ve Filistin bölgesine önce Amurrular’ın mı yoksa Kenanlılar’ın mi geldikleri konusunda bilim adamları arasında fikir ayrılığı vardır. Albert Clay, Amurru’ların Kenanlılar’dan önce Suriye ve Filistin’de görünmüĢ olduğu düĢüncesindedir. Edu Meyer ise, lehçelerini Akkadlar’dan farklı gördüğü Amurrular’ın Suriye’de görünüĢlerini Akkad Ġmparatorluğu zamanına götürmektedir. Ancak, Samîler’in Filistin ve Suriye’de görünüĢlerinin Mezopotamya’ya sokulmalarından çok zaman sonra olduğu anlaĢılmaktadır. Suriye’ye yayılan Amurrular’dan bazı boylar, doğuda Fırat boylarına, güney-batıda Mısır’a kadar yayılmıĢlardır. Amurru dalgalarının yayıldıkları bölgelerde yaptıkları ırki etkiler birbirinden farklı olmuĢtur. Sinear ve Mısır’a sokulan dalgalar küçük oldukları için, bunlar çok kalabalık olan yerli halk arasında karıĢıp kaynamıĢ, memleketin etnik yapısı üzerinde önemli etkiler meydana getirmemiĢlerdir. Öyle anlaĢılıyor ki Amurru dalgaları Sinear’ı sadece siyasi bakımdan zayıflatmıĢtır. Oysa Suriye ve Filistin’de Amurru dalgalarının yapmıĢ olduğu tesir çok etkili ve önemli olmuĢtur.140 Amurru Samîleri, Sinear’da I. Babil Devleti’ni (MÖ. 1850-1550) kurmuĢlardır. Bu durum, Filistin bölgesindeki Samîler’in cesaretlerini arttırmıĢ olduğundan bu bölgedeki kabileler bazen deltaya kadar sokularak Mısır Ģehirlerini tehdit etmiĢlerdir. Herakleopolis’deki 9. sülale Firavunlarından Merikara oğluna bıraktığı vasiyetnamede bedevi Samîleri’nin bu çapulculuklarından acı acı Ģikâyet etmektedir. Mısır’ın kuzeyinde Filistinliler’e karĢı surlar, kuvvetli engeller yapması yolunda nasihatler vermektedir.141 Ġbraniler tarihinin bu dönemi için tek kaynak, Tevrat’ın hâkimler kitabıdır. Bu kitap hâkimler devrini Ġsrailoğulları tarihinin bir kahramanlık devri olarak gösterir. Bu dönemde Ġsrailoğulları, AĢağı Lotanu’nun eski halklarından olan Amurrular ile de çarpıĢmıĢlardır. Büyük kahramanlıklarla Kenan diyarına hâkim olmuĢlardır.142 138 M.ġ.,Günaltay, Yakın ġark Suriye ve Filistin, s.35 E. MemiĢ, Eskiçağ Türkiye Tarihi, s. 110 140 M.ġ.,Günaltay, Yakın ġark Suriye ve Filistin, s.35 141 M.ġ.,Günaltay, a.g.e., s.50. 142 M.ġ.,Günaltay, a.g.e., s.305. 139 4. MISIR’DA AMURRULAR II. Ramses, (MÖ. 1301-1236) Kenanlılar’ın isyanlarını bastırdıktan sonra, kuzeye doğru sefer yapmıĢ ve onun savaĢtığı ülkeler arasında Amurrular da yer almıĢtır.143 Amurru Devleti, önce Mısır firavunu III. Tutmosis’in (1484-1450), sonra Mitanni krallarının ve nihayet, gördüğümüz üzere, I. ġuppiluliuma döneminde (MÖ.1380-1335) Hitit Devleti’nin hâkimiyeti altına girmiĢti. Amurru Devleti’nin Amarna çağında (1400-1350) iktidara gelen kralları Abdi- AĢirta ve oğlu Aziru’nun Amarna arĢivinde bulunan mektupları, Amurru Krallığı’nın, yaĢayabilmek için nasıl iki yüzlü bir politika takip etmek zorunda kaldığını açıkça göstermektedir. ġuppiluliuma, Amurru Krallığı’nı ele geçirdiği zaman Amurru Kralı Aziru ile bugün elimizde bulunan antlaĢmayı yapmıĢtı. Aynı Ģekilde II. MurĢili’nin, Aziru’nun oğlu DuppiTeĢup ile yapmıĢ olduğu antlaĢmadan Amurru Devleti’nin isyan etmiĢ olduğu anlaĢılmaktadır. Yine bu antlaĢmadan anlaĢıldığına göre, MurĢili zamanında da Amurru Krallığı, Kinza (KadeĢ) ve NuhaĢĢe memleketleri ile birlikte iki defa isyan etmiĢ ise de, MurĢili, bunları yeniden itaat altına almayı baĢarmıĢtı. Muvattali döneminde, Amurru Devleti’nin tekrar entrikalar çevirmeğe baĢladığı anlaĢılıyor. Çünkü, IV. Tuthalya’nın Amurru Kralı ĠĢtarmuva ile yaptığı antlaĢmada da “Babası PenteĢina’nın Mısır tarafına geçmesi üzerine Mısır ve Hitit Devletleri’nin harp ettikleri” bildirilmektedir.144 Neticede, iki büyük devlet arasında tampon bir devlet olan Amurru, bir tarafa ihanet etmesi ile savaĢın sonucunda etkili olmuĢtur.145 Fenike sahillerindeki Ģehirlerin bir kısmı yine Amurru kuvvetleri tarafından ele geçirilmiĢlerdir. Bu nedenle Mısır hakimiyeti buralarda zayıflamıĢtır. ĠĢte bu sıralarda, Biblos kralı ve diğer beyler, Mısır’dan yardım istemiĢlerse de, Kral Akheneton (IV.Amenofis) gerçek anlamda bir yardımda bulunamamıĢtır. Tel-el-Amarna’da, Fenike beylerinin yardım taleplerini bildiren mektuplar da bulunmuĢtur. 146 5. BABĠLLĠLER Daha önce de belirttiğimiz gibi, MÖ. 3. Binyıl’ın sonları ile 2. Binyıl’ın baĢlarında Mezopotamya, Ġkinci bir Samî göç hareketine sahne olmuĢtur. Bu göç hareketiyle gelenlere Martular ya da Amurrular denilmektedir.147 143 Afetinan, Mısır Tarih ve Medeniyeti, 2. Baskı, TTK Yayınları, Ankara-1987, s. 139 E. MemiĢ, Eskiçağ Türkiye Tarihi, s. 111 145 Afetinan, a.g.e., s. 115 146 Afetinan, a.g.e., s. 135 147 E. MemiĢ, Genel Tarih, s.139. 144 Amurrular, uzun yıllar Sümer ve Akkad hâkimiyetinde kalarak, aylıklı asker, iĢçi ve tacir olarak çalıĢtılar, daha sonra Akkad ilinde toplandılar ve buradaki Samîler’le birleĢtiler.148 Samî dillerin doğu lehçesini konuĢan Amurrular, Babil kentini ele geçirip I. Babil Sülâlesi’ni (MÖ. 1850-1550) kurmuĢlar ve kendilerinden önce Mezopotamya sitelerinde mevcut olan Sümer kültürünü de büyük ölçüde benimsemiĢlerdir. Bu sülâlenin ünlü kanunlarıyla tanınan altıncı kralı Hammurabi (MÖ. 1750'lerde), Sümer kentlerini ve Akkad ülkelerini tek bir yönetim altında birleĢtirmiĢtir. Hammurabi'nin kurduğu bu yeni düzenin, teokratik bir devlet olmaktan çok dünyevî bir devlet olduğu genellikle kabul görmektedir. Bu devlet, Akkad Ġmparatorluğu gibi büyük bir dünya devleti olmayıp, memurların yönetimine dayalı milli bir devlettir. Babil kenti, devletin baĢkenti yapılmıĢ ve bundan sonra kurulan Babil devletlerinin de merkezi olmuĢtur.149 Hammurabi dönemi, Eski Babil'in doruk noktası olmuĢtur. Bu dönemde, Sümer, Akkad, Elam, Gutiler ve Amurrular'ın bir araya gelmeleri sonucu oluĢan ırklar karıĢımında, küçük bir azınlık durumuna düĢen Sümerler, zamanla Samîler içerisinde eriyip gitmiĢlerdir. Ġyi bir komutan ve idareci olan Hammurabi bütün gücüyle Mezopotamya'yı SamîleĢtirdi. Babil kültürünü Mezopotamya kültürü durumuna getiren bu kralın döneminde görülen siyasal ve sosyal alandaki çalıĢmalarla ilgili yazılı belgelerin çokluğu bilimsel açıdan geniĢ bir bilgi birikimi sağlamaktadır.150 Hammurabi, Mari bölgeleri ile Asur ili de dahil olmak üzere bütün Subaru'yu, Elam'ı, aĢağı denizden Amurru’ya ve yukarı denize kadar olan ülkeleri ele geçirmiĢti. Büyük Akkad Devleti’ni yeniden canlandırmıĢtı. Bu büyük baĢarı kendisine Sümer-Akkad kralı, dört iklim hükümdarı, cihan imparatoru gibi ünvanlar kazandırmıĢtır. Hammurabi, sonraları bunlara ek olarak Martu Addası yani Amurru atası ünvanını da aldı. Amurrular’ın bütün Sinear'a hâkim olmaları, büyük tarihi sonuçlara neden oldu. Sümerler, Akkadlar, ElamIar, Guti'ler gibi çeĢitli kavimleri barındıran Sinear, yeni gelen Amurru dalgaları ile çeĢitli ırkların karıĢmasına neden oldu. Burada tarihin tanımıĢ olduğu eski medeniyeti kuran Sümerlerle bu medeniyete benzeyen Akkadlar, Elamlar ve Gutiler, yarı bedevi, haĢin, yırtıcı, yağmacı ve bilhassa mütevazi bir devletin karıĢık ve çeĢitli özelliklerine sahip olan Amurrular’ın hakimiyeti altına düĢmüĢlerdi. Eski bir kültüre sahip ve medeni kanunlara uymaya alıĢkın olan Sinear Siteleri’nin yarı bedevî bir halkın hükmü altına girmesi, beraberinde Ģu sonuçları getirdi: 148 R. Yıldırım, Önasya Tarih ve Uygarlıkları, s.35 E. MemiĢ, Genel Tarih, s.140. 150 R. Yıldırım, a.g.e., s.35 149 1- Sümerler’le Akkad'lar arasında binlerce seneden beri devam eden rekabet ortadan kalktı. 2- Azınlıkta kalan medeni Sümer milliyeti, Sami dalgaları içinde kayboldu. Ġstilacıların zulümlerine dayanamayan Sümerlerden bir kısmı da vatanlarını terk ederek, etrafa dağıldılar. Geride kalanlar ise çoğunluk içinde pek bir varlık gösteremediler ve zamanla onlara benzemeye baĢladılar. 3- Binlerce senelik bir medeniyet meydana getirmiĢ olan bu kavim, böylelikle tarih sahnesinden çekilmiĢ oldu. Ancak, manen asırlarca varlığını sürdürdü. Öteden beri Sümer-Akkad ili Kalde adıyla anılan Sinear da bu zamandan sonra Amurrular’ın payitahtıyla iliĢkili olarak Babilistan adını aldı. Hammurabi, bütün Sinear'ı SamîleĢtirmek için çok çalıĢtı. Sümer-Akkad illerindeki eski siteler, Babil’in karĢısında fazla direnemediler. Bütün bu Ģehirlerin güzellikleri Babil’de toplandı. Yani Babil baĢkent oldu. Babil halkının kalabalıklığı, mabetlerinin, saraylarının görkemi ile yakın Ģarkın en güzel Ģehri oldu.151 MÖ. 18. Yüzyıl’da Sümer ve Akkad’ı birleĢtiren I. Babil Devleti Samî ırktan olduğu için, krallığın resmi dili de Akkadça oldu.152 Bu siyasi yeniliğin derin anlamını anlatabilmek için, dini sahada da bir inkılâp yapıldı. Sami Akkad'lar devrinde bile muhteĢem mevkiini koruyabilen Sümer'lerin Enlil’i, imparatorluk tapınağı olmak mevkiinden düĢürüldü. Ona ait an'anevî ayrıcalıklar Babil tapınağı Marduk'a verildi. Bu dini inkılâp siyasî inkılâptan daha önemliydi. Akkad krallarından Sargon ve Naram-Sin bile buna cesaret edememiĢtir. Kendilerine hükümdarlık tacını bahĢedenin Enlil olduğunu ve onun vekili sıfatı ile saltanat sürdüklerini ilân etmeye mecbur kalmıĢlardı. Fakat Sinear üzerinde büyük bir otoriteye sahip olan ve bu gücüne güvenen Hammurabi, böyle bir Ģeye gerek görmemiĢtir. Sümer-Akkad unsurları ile beraber Enlil'i de iktidardan atmıĢtır. Hammurabi döneminde Amurru Ġmparatorluğu’nun sınırları, Sargon devrindeki Akkad Devleti sınırlarıyla aynı idi. Amurrular Sümer, Akkad ve Elam illerini kılıç kullanarak almıĢlardı. Fakat Suriye ile Filistin'e hâkim olmak için silahlı gücünü kullanmaya mecbur kalmadılar. Bu bölgede çoğunluğu oluĢturan ırktaĢları, bir Ģart göstermeksizin Babil kralını tanıdılar. Hammurabi, Ġran Dağları’ndan Suriye ötelerine kadar uzanan geniĢ bir bölgeye hükmediyordu. Bu imparatorluğun merkezi Sinear'dı. Amurrular buraya da kuvvetle güç kullanarak hâkim olmuĢlardı. Fakat imparatorluğun devamı için, Sinear'ın çeĢitli unsurlarına, 151 152 ġ. M. Günaltay, Yakın ġark Elam ve Mezopotamya, s. 513,515 E. MemiĢ, Genel Tarih, s.169 askerî kudrete dayanarak hâkim olmak yeterli değildi. Zamanla bu güç yok olabilirdi. Sürekli bir egemenliği sağlamak için, memlekette idari birliği de gerçekleĢtirmek gerekirdi. Bu yüzden, kuvvetli bir kültüre sahip olan ve belirli kanunlara uymaya alıĢkın bulunan medeni Ģehirlilerle, hâkim unsuru teĢkil eden yarı medeni Amurrular’ın sosyal, hukuki ve medeni durumlarını telif ve tanzim, memurların vazifelerini dikkatli bir itina ile yapmalarını temin etmek gerekiyordu. Hammurabi'nin bu ihtiyaçları pek güzel anlamıĢ olduğu görülüyor. Tarih bize Hammurabi’yi, iyi bir kumandan, kudretli bir teĢkilâtçı, güçlü bir idare adamı olarak tanıtmaktadır. Son zamanlarda gün yüzüne çıkarılan idari mektupları ile kanun mecellesi bu hususlara iĢaret etmektedir. Elam hükümdarlarından ġutruk-nahhunte, Mezopotamya'yı istilâ ettiği zaman, yağma edilen mallar arasında bu taĢı da Sippar’dan (Ģimdiki Abu Habbe) alarak Sus'a götürmüĢtür. TaĢın yüksekliği 2,25 metredir. Sütunun üstünde tanrı ġamaĢ ile Hammurabi'nin tasvirlerine de yer verilmiĢtir. Bu tasvirde oturmakta olan güneĢ tanrısı ġamaĢ’ın, kanun kitabını, ayakta duran Hammurabi'ye verdiği görülmektedir. Eski devirlerin çok kıymetli bir abidesi olan bu taĢın küçük bir bölümü eksik olmakla beraber, diğer yerleri tamamdır. TaĢ üzerinde 16’sı önde tasvirlerin altında, 28’i arkada olmak üzere yukarıdan aĢağı iĢlenmiĢ 44 yazı sütunu vardır. Hammurabi kanunu, Eski Sümer Siteleri’nde uygulanan yasaların bir karıĢımıdır. Hammurabi, ilmi bir sistem dairesinde olmamakla beraber, bunları bir araya toplamıĢ ve ayırmıĢtır. Hammurabi, Sümerler’in çok iyi kavradığı idari, toplumsal, hukuki ve askeri kuralları, yasaları yeni duruma uyum sağlayacak, yeni ihtiyaçlara cevap verecek bir Ģekilde toplamak kudretini göstermiĢ bir devlet adamıdır. Hammurabi mensup olduğu I. Babil Devleti’nin kurulmasından çok önce, Sümer sitelerinde ve özellikle Larsa'da, Ur'da aynı kanunların, aynı kuralların mevcut olduğu ve uygulandığı bugün anlaĢılan ve bilinen bir gerçektir. Larsa, Uruk, ve Ur krallarının Hammurabi’nin mektupları ile kanunlarına temel olan fermanları, bugün elimizdedir. Eski Sümerler’e ait olan kanunlar ise iki farklı dilde yazılı olarak Asurbanipal’ın meĢhur kütüphanesinde bulunmuĢtur. Hammurabi, Sümerler’in önceden beri uygulanmakta olan idari temellerini, yazılı bulunan kanunlarını, Sümer krallarının bu hususlara dair çıkarmıĢ oldukları fermanları toplayarak, zamanındaki durum ve ihtiyaçları, Amurrular’ın fikir ve eğilimlerini de dikkate almak Ģartıyla kanun kitabını hazırlamıĢtır. Hammurabi bu kitaba ilâhi bir değer vermeyi ihmal etmemiĢ, onu tanrı ġamaĢ’a atfetmiĢtir. Sümer kanunları, toplumsal seviyeleri, gelenekleri, eğilimleri ile hak ve hukuku bir olan tek bir unsura mahsustu. Aslında Hammurabi devrinde, Sinear çeĢitli unsurlara mensup ve farklı seviyede bulunan kavimlerden oluĢmaktadır. Buna rağmen, Hammurabi bu unsurlar için hiçbir ayrıcalık tanımamıĢtır. Daha doğrusu bunları ayırt ederek her biri için ayrı uygulamalar tespit etmek gücünü gösterememiĢtir. Bütün bu çeĢitli grupları homojen bir toplumsal yapıya isim ve hepsi için tek bir kanun yapmıĢtır.153 Gerçi, bu yoldaki harekette, medeniyetten biraz uzak kalmıĢ Amurru kalabalığını, kültürlü Sümerler seviyesine yükseltmek, siyaseten ileri, kültürü yüksek olan Samîleri, Sami çoğunluk içinde eritmek amaçlanmıĢtır. Fakat, bazı Ģeylerden arındırılmıĢ ve ihtiyaçlara daha uygun olması gereken Hammurabi kanunlarında bedevî Amurrular’ın gelenek ve eğilimlerine ait derin izler bulunması, böyle bir amaç takip edilmiĢ olması ihtimalini çürütmektedir. Sümer kanunlarına oranla Hammurabi mecellesinin cezalara ait hükümlerinde görülen Ģiddette Amurru kanunlarının kuvvetli tesirlerini seçmemek mümkün değildir. Amurru gelenek ve görüĢleri yalnız kanunlarda değil, I. Babil Devleti’nin kurulmasında da çok etkili olmuĢtur. Hammurabi'nin kendisine bazen mabut Sin'in, bazen de Amurrular’ın takdis ettiği Dagarfın oğlu dediğini, güneĢ mabudu ġamaĢ gibi (KarabaĢlar) yani Samîler üzerine yükselmiĢ olması ile gururlandığını görüyoruz.154 Hammurabi kanunları, siyah diyorit taĢından yapılmıĢ bir stel üzerinde yazılı olarak, Sus Ģehri kazılarında ele geçirilmiĢtir. Bu stelin Sus Ģehri kazılarında bulunması, Elam kralı ġutruk-Nahhunte'nin MÖ. 12.yüzyılda Babil'i iĢgal ettiği zaman, söz konusu taĢ abideyi, ganimet olarak Sus'a götürmüĢ olabileceği Ģeklinde açıklanmaktadır. Fakat son zamanlarda, Hammurabi'nin hâkim olduğu bütün büyük Ģehirlerde bu kanunların yazılı olduğu birer stel diktirildiği Ģeklinde yeni bir yorum yapılmıĢtır. Hammurabi kanunları, bir prologu (önsöz) izleyen 282 kanun maddesi ile bir epilog bölümünden oluĢur ve bu bakımdan eski Sümer kanun yazıcılığına uygun bir Ģekilde kaleme alınmıĢtır. Louvre Müzesi'ndeki çivi yazılı tabletler koleksiyonu arasında, Hammurabi kanunlarının prologu bir tablette yazılı olarak bulunduğundan, bu durum, kanunların uzun ve zor çalıĢmaların ürünü olduğunu göstermektedir. Hammurabi, kanunlarının önsözünde, kendisinin Tanrı Anu ve Enlil tarafından insanları mutluluğa kavuĢturmak için seçildiğini Ģu Ģekilde ifade etmektedir: “Hammurabi'yi, tanrılara köle olmakla Ģereflenen prensi, memlekette adaleti hâkim kılmak, huzursuzluğu ve kötülükleri kaldırmak, acizleri zorbalardan korumak için tanrılar seçtiler”. 153 154 ġ. M. Günaltay, a.g.e., s. 517,518 ġ. M. Günaltay, a.g.e., s.519 Akkadça olarak yazılan Hammurabi kanunlarının prolog ve epilog bölümleri, Eski Babil edebiyatının en mükemmel nesir örneklerinden birini teĢkil eder. Hatta bazılarına göre, “Eserin edebi kıymeti yanında hukukî değeri gölgede kalmaktadır”. Hammurabi, kanunlarının önsözünde ünvanlarını sayarken, “YaratılıĢı tayin eden tayin eden Ulu Tanrı Enlil, Ea'nın oğlu ben Hammurabi'yi, memlekette adaleti Marduk tecelli için, tanrı korkusu olan ettirmem için, insanların üzerinde güneĢ gibi tecelli etmem için, insanların bedenini rahat ettirmem için, Anu ve Enlil adımı andılar. Enlil'in çağırdığı Hammurabi'yim ben” demektedir. Bu ifade tahlil edilirse, ilk defa bir “insan” ve onun refahı, huzuru için çalıĢan, onu koruyan bir “çoban kral” kavramı görülür. Ünvanlarında bile bu düĢünce hakimdir: “Uruk halkına bol su temin eden” O'dur. “Mari ve Tuttul halkını gözeten" O'dur. “Malku halkını sıkıntıdan koruyan” da O'dur. Böylece halk ile burjuvazi sınıfı ilk defa bu kral zamanında karĢımıza çıkmaktadır. Yani Hammurabi, eskiden mevcut olan kanunları sistemleĢtirirken, birey ve toplum hukukunu ayırmak suretiyle yeni bir ıslahat gerçekleĢtirmiĢtir. Bu yüzden Hammurabi, sadece bir kanun koyucu değil, aynı zamanda büyük bir reformcudur. Diğer taraftan Hammurabi, kanunlarında ilk defa borçlar hukukunu ele almak Ģartıyla halkı, burjuvaziye karĢı korumuĢtur. Kanunlarında mimarın, hekimlerin ve iĢçinin gündeliklerini ve ücretlerini tespit etmesinin gerekçesi, yine halkın korunması fikrinden kaynaklanır. Borçlular, alacaklılara karĢı korunur. Borcunu veremeyen köylünün malını ve hürriyetini müsadere etmek hakkı, zengin tüccarın elinden alınır. Köylüye faizsiz olarak borcunu gelecek yılda ödeme hakkını tanır. Bununla beraber Hammurabi kanunları, Sümer kanunları ile karĢılaĢtırıldığında, bazı maddelerin eski Sümer kanunlarından alındığı veya hiç olmazsa eski Sümer Kanunlarının göz önünde tutulduğu görülür. Hammurabi kanunları ile ilgili bahsi bitirmeden evvel, bu kanunlarda yer alan ceza hukuku hakkında da biraz bilgi vermenin yararlı olacağını düĢünüyoruz. Hammurabi, Martu (Ammurru) bedevilerinin, medenî Ģehirlerde yerleĢmiĢ geleneklere uyabilmeleri için, yeni kanunlar çıkarmak ihtiyacını duymuĢtu. Bu amaçla, Mezopotamya'da mevcut eski kanunların hepsi gözden geçirilmiĢ ve neticede yeni bir sistem uygulanarak bir codex (mecelle) meydana getirilmiĢtir. Martu bedevilerini eski alıĢkanlıklarından vazgeçirmek ve Ģehir hayatına alıĢtırmak amacıyla, Hammurabi kanunlarında cezalar son derece ağır ve Ģiddetlidir. Örneğin mabetten bir Ģey çalmanın cezası ölümdür (madde 6). Hırsız yakalanırsa, çaldığı mallar fazlası ile ödetilir, vermezse ölecektir. ÇalınmıĢ mala yataklık eden veya onu satın alan kimse de öldürülecektir. Çocuk çalmanın (madde 14), yalancı Ģahitlik yapmanın (madde 3), iftira etmenin (madde 1) cezası ölümdür. Bunların yanında, Hammurabi kanunlarında suçlunun bileğini kesmek (madde 253), hayvanla sürüklemek (madde 256), suya atmak (madde 143) gibi, ağır öldürme Ģekilleri görülür. Bütün Sami kavim geleneklerinde görülen "talion" yani "kısasa kısas" prensibi, Hammurabi kanunlarının da esasını teĢkil eder. Madde 200'de : "Eğer bir adam, kendi sınıfından bir adamın diĢini kırarsa, onun da diĢini kıracaklardır". Madde 196'da ise: "Eğer bir adam, hür bir adamın gözünü kör ederse, onun da gözü çıkarılır" denilmektedir. "BaĢarısız bir hekim, hastasının gözünü kör ederse, hekimin elleri kesilecektir" (Madde 218) Bu maddelerde de görüleceği gibi, bütün kanun paragrafları "eğer" kelimesi ile baĢlıyordu. Ġlk defa Sümer kanunlarında görülen bu sistem, muayyen suçlar için düzenlenmiĢ kalıplardan ibarettir. Hammurabi kanunlarının ilkel noktalarından biri, bizim anladığımız manâdaki hukuk kavramı ile belediye nizamnamelerinin birbirine karıĢtırılmıĢ olmasıdır. Eskiçağlarda kanun koyucular, toplumun bir tür çıbanları olan tefeciler, dolandırıcılar ve vicdansız kiĢilerle ancak kanun yoluyla savaĢmaya çalıĢmıĢlardır. Bunun için, Eski Doğu kanunlarında fiyat tarifeleri, narhlar görülür. Serbest meslek dediğimiz hekim, mimar vb. kiĢilerin ücretleri tespit edilir, kiralar dondurulurdu (madde 196,273). Aynı gerekçe ile askerlikle ilgili hükümler de Hammurabi kanunlarında yer almıĢtır. Çünkü, Hammurabi'nin devleti, gücünü ordudan almakta idi. Fakat, Hammurabi kanunlarında en göze batan Ģey, fertlerin kanun karĢısında eĢit olmamalarıdır. Bu da toplumdaki insanların bir takım sosyal sınıflara ayrılmasının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir.155 Hammurabi’nin bizzat kendi tarafından dikte ettirilmiĢ olan birtakım mektupları da bulunmuĢtur. Bu mektuplar, Babil hükümdarının fikirlerini, projelerini, o devrin idarî, içtimaî ve hukukî vaziyetini belirlemek kanun mecellesi kadar ehemmiyetlidir. Örneğin, Hammurabi'nin valilerinden birine yazmıĢ olduğu bu mektuplar, temeli Sümer'ler tarafından kurulmuĢ olan devlet teĢkilâtının mahiyetini, halkın hükümete, hükümetin halka karĢı vazife ve sorumluluklarını, hükümdar ve memurlarının genel hizmetlerin gerçekleĢmesi yolunda ne gibi Ģeylerle meĢgul olduklarını göstermek itibariyle tarihî büyük bir kıymete haizdir.156 155 156 E. MemiĢ, Genel Tarih, s,153-155 ġ. M. Günaltay, a.g.e. s.519 Örneğin, Hammurabi eski yerel yöneticileri Ģehirlerin baĢlarından alarak, yerine kendisine bağlı valiler atayıp, Babil'in merkez ve taĢradaki yönetim birimlerinin sağlıklı bir biçimde iĢleyebilmesini sağlayacak bürokratik kadrolar oluĢturdu. Devletin baĢında kral olarak kendisi yönetimi tek elden yürüttü. Tarihte kanunlarıyla ünlü olan Hammurabi'nin bu yasaları bölgesel devletten imparatorluğa geçiĢ sürecinde, bölgelere göre değiĢmeyen örnek bir hukuk ve yönetim anlayıĢı kurmak için yaptırdığı tahmin edilmektedir. Hammurabi'nin bu yasalar derlemesini MÖ. 1750'li yıllarda oluĢturduğu ileri sürülür. Bu derleme, giriĢ, temel yasalar ve sonuç olarak üç bölümden oluĢur. GiriĢ bölümünde ülke yararına yaptığı iĢleri sıralayarak övünen Hammurabi, adaletli bir kral olduğundan, büyük kanallar ve binalar yaptırdığı için halkın kendisine olan güvencim artırdığından söz eder. Kralın yargıçları da, ellerinde Hammurabi yasalarıyla, ülkeye yayılmıĢlardır. Ayrıca bu yasa derlemesinden ve Hammurabi'nin valilere sık sık yazdığı mektuplardan anlıyoruz ki, tüm ülkede malların pazarlardaki satıĢ fiyatları da belirleniyordu. Merkezi iktidarların tüm ülkeyi denetlemesini sağlayan araçlar olarak, bürokrasi, hukuk ve sabit pazar fiyatları geliĢtirilmiĢti.157 Fakat gerek bu mektuplarda ve gerek kanun mecellesinde görülen esasların Amurru Samîleri’nin içlerinden doğmuĢ prensipler oldukları, I. Babil Sülâlesi devrinde orijinal yeni fikirler görülememesi, sanat hususunda da ilerleme değil, aksine bir gerileme gözlenmiĢtir. Bu devirde dini sahada bile hiçbir orjinalite, hiçbir yaratıcılık görülememektedir.158 Hammurabi'den sonra iç isyanlar ve dıĢardan gelen Kassit saldırıları yüzünden Babil, fazla uzun ömürlü olmamıĢtır. I. Babil Devleti, Hitit Kralı I. MurĢili tarafından MÖ. 1550'de ortadan kaldırılmıĢ, kentin zenginlikleri yağmalanmıĢ, halkı Dicle boylarına sürülmüĢtür.159 Fakat Hititler'in de bu ülkede uzun süre kalamayıĢlarından doğan boĢluktan yararlanan Kaslar, Babil topraklarına hâkim oldular.160 Eski Babil Devleti’nin yerini Kaslar aldıysa da, bunlar da MÖ. 1100’lerde Asurlular tarafından yıkılmıĢlardır. Daha sonraki yüzyıllarda kurulan Yeni Babil Devleti de, Yunan tarihçisi Herodotos'tan öğrenildiğine göre, MÖ. 539 yılında Persler tarafından ortadan kaldırılmıĢtır.161 157 R. Yıldırım, Önasya Tarih ve Uygarlıkları, s.35,36. ġ. M. Günaltay, a.g.e., s.519 159 E. MemiĢ, Genel Tarih, s.140. 160 R. Yıldırım, a.g.e., s.36. 161 E. MemiĢ, Genel Tarih, s.140. 158 6. ĠSĠN – LARSA DEVRĠ III. Ur Sülalesi’nin yıkılmasından sonra (MÖ.1960) Mezopotamya'nın siyasi haritasının tamamen değiĢtiğini görüyoruz. Akkadlarla baĢlayan Büyük bir Cihan devleti ideali yok olmuĢ, onun yerine, zamanında Ur’a bağlı bulunan hemen her Ģehirde küçük bir krallık kurulmuĢtu. Belki de bu krallar, özellikle Elam kralı tarafından uygulanan "Parçala ve hükmet" kuralına göre hareket etmiĢlerdir. SavaĢlardaki hizmetlerine karĢılık valilere bağımsızlık verilerek, aralarında çıkacak anlaĢmazlıklardan yararlanmak düĢünülmüĢtür. III. Ur Sülalesi’nin yıkılmasıyla baĢlayan bu dönemde, eski ve büyük Ģehirlerin birçoğu önemini kaybetmiĢtir. Öte taraftan, eski devirde küçük bir kasaba olan bazı Ģehirler ise önem kazanmıĢlardır. Örneğin, Er sülaleler devrinden bu yana var olduğu bilinen ve III. Ur krallarına merkez olan Ur Ģehrinin yakılıp yıkıldığını, halkın büyük bir kısmının baĢka yerlere kaçtığını göz önüne getirebiliriz. Ancak, Ur Ģehri o dönemlerde nehir kenarında iĢlek bir liman olduğundan, bu devirde de önemini koruyacaktı. Buna karĢın Ur'un kuzey batısındaki tarihi Uruk Ģehri ömrünü tamamlamıĢtı. Uruk daha sonra SingaĢid isminde bir Martu Ģeyhinin eline geçmiĢtir. Ancak zamanla önemini kaybetmiĢtir. Fırat ve Dicle nehirlerinin arasında bulunan Girsu (bugünkü Telloh) ve LagaĢ (Tel el Hiba) Umma, ġuruppak, KĠġ ve Adab gibi eski devirde ünlü Sümer sülalelerinin yaĢadıkları Ģehirler, bu yeni devirde yıldızları parlayan Ġsin ve Larsa Ģehirlerinin tebası olmuĢlardı. III. Ur sülalesinin çökmesinden sonra Mezopotamya Ģehirlerindeki halkta da bir değiĢme meydana gelmiĢti. Memleketin en eski halkı olan Sümerler, artık siyaset dünyasından kesin olarak çekilmelerine rağmen, hâlâ önemli bir kitle teĢkil ediyorlardı. Akkadlar da SümerleĢmekle beraber, kendi dillerini konuĢuyorlar ve yazıyorlardı. Elam savaĢlarından sonra güneyde Elam iĢgal kuvvetlerinin bulunduğuna da Ģüphe yoktur. Elam sülalesi dönemin sonlarına doğru Larsa Ģehrinde üslenecekti. Bütün bu etnik unsurlara Ģimdi bir de Batı Sami bir lehçe konuĢan Martu (Amurru) bedevileri eklenmiĢti. Örneğin, bu döneme adlarını veren Ġsin ve Larsa sülalelerini kuranlar Amurru Samîleri’nden idiler. III. Ur Sülalesi’nin yıkılmasından sonraki iki asrın tarihi bu iki Ģehrin etrafında meydana gelecekti. Öyle ki bu iki Ģehrin tarihini ayrı ayrı incelemeye imkân yoktur. Bu iki Ģehir devleti sonuna kadar birbirleriyle mücadele edeceklerdi. Bu mücadelenin iki önemli sebebi vardı:162 1- Nippura hakim olmak 2- Basra körfezi ticaretini elde tutmak 162 F.Kınal, a.g.e., s.103 Bunlardan Nippur'un önemi, bu Ģehrin Sümerlerin baĢ tanrısı Enlil’in tapınma merkezi olmasından ileri geliyordu. Zira halk BaĢ tanrının memleketi idare etmek için istediği bir Ģahsı seçtiğine inanıyordu. Krallar halkın bu inancını kendi iktidarları için istedikleri gibi sömürüyorlardı. Bunun dıĢında Nippur’da kralların taç giyme merasimi yapıldığından dolayı, gerek bu törenler için, gerekse haç ziyaretleri için çeĢitli yerlerden halk bu Ģehre geliyordu. Böylece Nippur’un dini bakımdan olduğu kadar, iktisadi bakımdan da önemi büyüktü. ĠĢte bu nedenle Ġsin ve Larsa kralları da III. Ur Sülalesi’nin meĢru varisinin kendileri olduğu iddiasıyla, Nippur’a hâkim olmak istiyorlardı. Özetle söylemek gerekirse, Nippur hadisesi iç politikada bir prestij meselesi idi. Basra körfezi ticaretine gelince, Ġsin Ģehri için bu tamamen hayati bir öneme sahipti. Bu devrin ekonomisine canlılık kazandıran Larsa iktisadi vesikalarının tetkiki göstermiĢtir ki, III. Ur Sülalesi zamanında, (MÖ. 2060-1960) Elam (Ġran) memleketi ile cereyan eden ticari rekabet, sonraları da aynı Ģekilde Ġsin ve Larsa krallıkları arasında devam etmiĢtir. Ne var ki bu dönemde Elam’ı Larsa krallığı temsil edecektir. Ġsin krallığı ise Mari’li bir Martu olan ĠĢbierra tarafından kurulmasına rağmen, Yeni Sümer Devleti’nin yerini alacaktı. ĠĢte III. Ur sülalesinin MÖ. ca. 1960 senesinde çökmesinden Babilli Hammurabi tarafından Mezopotamya'nın yeniden siyasi birliği kuruluncaya (MÖ. 1750) kadar geçen iki asırlık tarihe, bundan yüzden "Ġsin-Larsa devri" adı verilmiĢtir. Ancak, Hammurabi’nin mensup olduğu I. Babil Sülalesi, Yeni Sümer Devleti’nin yıkılmasından tam bir asır sonra kurulacaktır. Babil Ģehrinin MÖ. 1950-1850 arasındaki tarihi henüz karanlıktır. Ancak MÖ. 19. Yüzyıl’ın ilk yarısında Babil, Asur, Mari Ģehirlerinde Amurit kökenli sülalelerin kurulmasıyla birlikte Mezopotamya medeniyetine Samî kavimler de damgalarını basacaklardı. Ġsin-Larsa dönemi boyunca her iki Ģehirde de sülale değiĢmeleri olduğunu göreceğiz. Ancak, buna rağmen bu iki Ģehir arasındaki çekiĢme sürekli devam edecektir. Bu ard arda meydana gelen savaĢlar memleketin ekonomisini ve insan gücünü sürekli olarak zayıflatıyordu. Bu durumdan, gözü daima Mezopotamya'nın bereketli topraklarında olan Elam devleti yararlanacaktı.163 Bu devrin vesikalarına gelince, Ġsin-Larsa devrinin vesikaları ile Yeni Sümer Devleti vesikaları arasında nitelik açısından bazı farklar vardır. Bunlar yeni devrin getirdiği sosyal reformların, yeni ekonomik Ģartların doğal sonucu idi: Yeni Sümer Devleti, diğer eski Sümer devletleri gibi, devletçilik esasına dayanan teokratik bir sosyalizm ile idare ediliyordu. Bu sistemin gereği olarak, III. Ur sülalesi Dönemi’nin ekonomik vesikaları arasında arazi veya 163 F.Kınal, a.g.e., s.104 gayri menkul satıĢına dair bir vesika bulunmamıĢtır. Buna karĢı Ġsin-Larsa döneminde tarla, çayır, mera gibi taĢınmaz malların alınıp satıldığını, kiraya verildiğini, miras bırakıldığını gösteren yüzlerce vesika vardır. Ġsin-Larsa dönemi ekonomik vesikaları devlet ekonomisi yerine, özel mülkiyet ekonomisinin baĢladığını gösteriyordu. Bunun sonucu olarak Larsa'da birçok senet, kontrat, makbuz gibi iktisadi hayatı yansıtan vesikalar bulunmuĢtur. III. Ur Sülalesi zamanında gümüĢle ödenen dıĢ ticaret veya ithalata ait tek bir vesika bulunmadığı halde, bu yeni devirde gümüĢle ödenmiĢ bir dıĢ ticaretin varlığı tespit edilmiĢtir. Öte yandan Larsa iktisadi vesikaları Larsa'da yaĢayan halkın sosyal durumu hakkında da bizi aydınlatmaktadır. Özel mülkiyet ekonomisinin yarattığı Ģartların doğal sonucunda, büyük Ģehirlerde küçük bir zümrenin zenginleĢtiği, halkın büyük kısmının darlık içinde bulunduğu görülüyor. Bu yüzden, Ġsin kralları halkın borçlarının affedildiğine dair fermanlar çıkarıyorlardı. Halbuki III. Ur sülalesi zamanında bu tür vesikaya rastlanmaz, Her ne kadar bir Ġsin arĢivi henüz bulunmamıĢ ise de, vesikalar üzerindeki tarihlemelerden böyle bir devlet arĢivinin varlığı anlaĢılıyor. a) Ġsin Krallığı Bugünkü ĠĢan-Bahriyat harabelerinde bulunan bu krallık, Ġbi-Sin’in Ġsin valisi olan ĠĢbierra tarafından kurulmuĢtu. ĠĢbierra, Ġbi-Sin'in 13. senesinden itibaren vesikaları kendi adına tarihlemeye baĢladığına göre, bağımsızlığını MÖ. 1971 senesinde ilan etmiĢti. Larsa valisi Naplanum ise Ġbi-Sin'in 8. idare yılında isyan etmiĢti. Gerçi bu iki eski valinin Elam savaĢları sırasındaki davranıĢları belli değildir. Ancak, pasif kalmaları bile, düĢmana yardım sayılırdı. Elam kralı savaĢtan sonra Ur'da yeterli miktarda bir iĢgal kuvveti bırakarak, kendisi memleketine dönmüĢ olmalıdır. Çünkü, Ġsin kralı ĠĢbierra, savaĢtan beĢ sene sonra Ur Ģehrini Elamlılar’dan geri almıĢtı. Kral listesine göre ĠĢbierra 32 sene idare ettikten sonra MÖ. 1939’da yerine oğlu ġuiluĢu (MÖ.1939-1929) geçmiĢti. Onun oğlu Ġddin-Dagan (MÖ.l929-1909) ve torunu ĠĢmeDagan (MÖ.1909-1890) da Ġsin'in sınırlarını kuzeye doğru geniĢletmeye çalıĢmıĢlardır. Örneğin, Ġddin-Dagan’ın Der Ģehrini ele geçirdiğini bir sene ismiyle biliyoruz. ĠĢme-Dagan’ın Nippur’a da hâkim olduğunu, Nippurlular’ı askerlik görevinden ve vergiden affeden fermanından anlamaktayız. ĠĢme-Dagan zamanında (MÖ. 1909-1890) Ġsin Krallığı’nın çok zor günler geçirdiği, kralın bunlara karĢı bazı sosyal tedbirler aldığı anlaĢılıyor. Ancak, bu yenilik giriĢimi her halde bir sonuç vermemiĢti. Çünkü, oğlu ve halefi Lipit-ĠĢtar (MÖ. 1890-1879) tarafından III. Ur sülalesinin kurucusu Ur-Nammu döneminden itibaren yürürlükte olan kanunlar kaldırılmıĢ ve yeni kanunlar çıkarılmıĢtı.164 Ur-Nammu’dan iki yüzyıl sonra165 ve Hammurabi'den yaklaĢık olarak 150 yıl önce Ġsin Sülalesi’nin 5. kralı Lipit-ĠĢtar, Ġsin'de bazı yenilikler yapılmasını gerekli görmüĢ ve yeni kanunlar çıkarmıĢtı. Yedi tablet üzerine yazılan bu kanunlar, Lipit-iĢtar ve sülalesi Samî kökenli oldukları halde, Sümerce olarak yazılmıĢtı. Çünkü, son Sümer devleti olan III. Ur Sülalesi daha yeni çökmüĢ olduğu için, halkın büyük çoğunluğu hâlâ Sümerli olmuĢ olmalıdır. Lipit-ĠĢtar kanunları, 1947 yılında R. Steel tarafından bulunmuĢ ve neĢredilmiĢtir.166 Lipit-ĠĢtar bu kanunlarda büyük tanrılar olan Anu ve Enlil’in özellikle kendisini, memlekete adaleti getirmesi, Ģikâyetçileri sürmesi, düĢmanlarını ve isyancıları silah gücüyle sindirmesi, Sümer ve Akkadlar’a iyi bir yaĢam getirmesi için memleketin prensliğine seçtiklerini öğünerek söylüyor.167 Önce, Lipit-ĠĢtar'a ait bir kaside olduğu zannedilen tabletin, bu kanunların prolog kısmı olduğu anlaĢılmıĢtır. Bu prolog genel olarak, Ur-Nammu kanunlarının prologunun hemen hemen aynısıdır. Tek farklı yanı, sadece kiĢi ve yer adlarıdır. Gerçekten, söz konusu kanunların prolog kısmında Ģu ifadeler yer almaktadır: "Tanrılar babası büyük Anu ve memleketin kralı Enlil, kaderleri tayin eden bey, Anu'nun KIZI Nin-Ġsinna'ya ....onun parlak alnı ... ve ... için... onlar Sümer ve Akkad krallığını ona verdikleri zaman, onun Ģehri Ġsin'de Anu tarafından iyi idare yerleĢtirildi. Anu ve Enlil, Lipit-îĢtar'ı, akıllı çobanı, memlekette adaleti kurmak, Ģikâyetleri durdurmak, Sümer'e ve Akkad'a huzur getirmek için çağırdılar. Onun ismi Nunammir tarafından söylenmiĢtir. Sonra ben Lipit-ĠĢtar, Nippur'un mütevazı Çobanı, Ur'un Yiğit çiftçisi, Eridu'yu terketmeyen, U-ruk'un yakıĢıklı beyi, Ġsin kralı, Sümer ve Akkad'ın kralı, Ġnanna'nın hoĢuna gittim. Enlil'in emrini dinleyerek Sümer ve Akkad'a adaleti yerleĢtirdim. Nippur'un, Ur'un, Ġsin'in ve Sümer ve Akkad'ın kızlarının, oğullarının hürriyetlerini sağladım. Onları, esirliğin boyunlarına yüklediği boyunduruktan kurtardım........ uyarak babayı çocuklarının sahibi yaptım. Babanın evine ve biraderin evine ...... tim. Ben Lipit-ĠĢtar, Enlil'in oğlu, babanın evine ve biraderin evine .......getirdim." 164 F. Kınal, a.g.e., s. 106 S. N. Kramer, Çeviren Muazzez Ġlmiye Çığ, Tarih Sümer’de BaĢlar, TTK Yayınları, s.87 166 E. MemiĢ, Genel Tarih, s.150 167 S. N. Kramer, a.g.e., s.87 165 Lipit-ĠĢtar kanunlarının epilog kısmı da, bütün Eski Doğu krallarının ölümlerinden sonra eserlerini korumak için sığındıkları muayyen dua ve beddua formüllerini taĢıyordu: “UTU'nun yüksek emirlerine uygun olarak Sümer ve Akkad'ın gerçek adalete bağlı kalmalarını sağladım. Gerçekten ben Lipit-ĠĢtar, Enlil'in oğlu, düĢmanlığı ve ayaklanmaları Enlil'in emriyle ortadan kaldırdım. Ağlamaları, sızlamaları ve yaĢları dindirdim. Hak ve adaletin yaĢamasını sağladım. Sümerler'e ve Akkadlar'a mutluluk Setirdim. Sümer'e ve Akkad'a mutluluğu yerleĢtirdikten sonra bu taĢı diktim. Bu taĢa zarar vermeyenin, eserime hasar vermeyenin, yazılarını silmeyenin, üzerine kendi adını yazmayanın ömrü uzun olsun, Ekur'da yükselsin, Enlil'in parlak alnı onu küçümsemesin. Fakat, taĢa zarar verene, eserimi bozana, kaidesine girene, üzerine kendi adını yazana lanet olsun. Bu lanet, onun yerine de baĢkasını koyacaktır." Lipit-iĢtar kanunlarının maddelerine baktığımızda ise, ilk üç maddesi, tabletin baĢ tarafı kırık olduğu için eksiktir. Mevcut 37 madde konularına göre Ģöyle ayrılır: 4-5. maddeler : Gemi kiralama 7- 11. maddeler : Gayrimenkul (tarla) mülkiyeti ve kiralaması 12-14. maddeler : Köle mülkiyeti 15-17. maddeler : Amme hukuku 18-19. maddeler : Vergi ihmâli suçu 20-33. maddeler : Aile hukuku ve adoption (evlatlık alma) 34-37. maddeler: Hayvan kirası Lipit-ĠĢtar kanunlarının Sümerce yazılmıĢ olmasını dini sebeplere bağlayan bilginler vardır. Ancak asıl nedeni, Ġsin-Larsa devrinde Sümerce'nin artık yazı dili olmaktan çıkması ve sadece rahiplerin anladığı ve kullandığı bir din dili (liturjik dil) olmasıdır. Nitekim, aynı dönemde EĢnunna (Tel Asmar) Ģehrinde çıkarılan kanunlar da Akkadça yazılmıĢtır.168 Fakat Ġsin Sülalesi’nin bu büyük Ģahsiyeti, idaresinin 11. senesinde rakibi Larsa kralı Gungunum'un saldırısına uğramıĢtır. Bunun sonucunda sadece tahtını değil, belki de hayatını da kaybetmiĢti.169 b) Larsa Krallığı Bu döneme adını veren Ģehirlerden ikincisi Larsa'nın, Sen Kreh harabeleri olduğu Loftus tarafından keĢfedilmiĢti. Sonra Andre Parrot da Larsa'nın meĢhur güneĢ mabedinin (E.Babbar) yerini doğru olarak bulmuĢ ve Larsa'da ilk sistemli kazıları 1932/33 senelerinde 168 169 E. MemiĢ, a.g.e., s.150-151 F. Kınal, a.g.e., s.106. Andre Parrot yapmıĢtır. Yeni Babil krallarından Nabonid'in tamir ettirdiği Larsa Zigguratı ve Larsa kralı Nur-Adad’ın sarayının temelleri bu kazılarda ortaya çıkarılmıĢtır. Bu arada 200 parça tablet de bulunmuĢtur. Bir kral listesinde (WB 62) Tufandan önceki beĢ sülale arasında Larsa'nın adı geçiyordu. Nitekim Larsa kazılarında Cemdet-Nasr devri tabakalarında bulunan piktografik tabletlerde Larsa adı "doğan bir güneĢ" resmi ile gösteriliyordu. Daha sonra Er sülaleler III devrinde LagaĢ kralı Eannatum, Akbabalar stelinde güneĢ tanrısının mabedi E.Babbar'a bir boğa kurban ettiğini bildirir (SAKI20). Lugalzagesi de kitabesinde "Babbar'ın sevgili Ģehrini (Larsa)'yı su ile sevindirdiğini", yani Larsa'ya kanal açtırdığını söyler (SAKÎ 15). Böylece Larsa'nın varlığı Sümer tarihinin baĢlarından itibaren biliniyor. Ancak, bu eski Ģehir en parlak çağını III. Ur Sülalesi’nin yıkılmasından sonra yaĢamıĢtır. Çünkü, Mezopotamya tarihinde bir devre (M.Ö.1950-1750) onun ve rakibi Ġsin Ģehrinin adı verilmiĢtir. III. Ur Sülalesi’nin son kralı Ġbi-Sin zamanında Larsa valisi olan Naplanum isyan eden valilerin birincisi idi. Larsa kral listesinde onun halefleri olarak gösterilen Emisum, Samum ve Zabaia haklarında ise hiçbir bilgiye sahip değiliz. Fakat Larsa krallarından Zabaia'nın oğlu olan Gungunuma Larsa krallığının gerçek kurucusu denilebilir. Çünkü, dört selefi hakkında hiç bir Ģey bilinmediği halde, onun idare yıllarına ait sene isimleri vardır. Hatta Larsa’nın dıĢında Sus, Ur ve EĢnunna’da da vesikalar onun adıyla tarihlenmiĢtir. Fakat, bu vesikalardaki olayları tarih sırasına göre düzenlemek gerekir. Bu sene isimleriyle Gungunum’un idaresinin ilk yıllarında AnĢan’a sefer ettiğini biliyoruz. Öte taraftan Ur kazılarında bulunan bir kitabede: ―Sümer ve Akkad’ın kralı ĠĢmeDagan'ın kızı, baĢ rahibe Enannatum'un Ur kralı Gungunum’un canı için bu adağın yapıldığı‖ bildirilmektedir. Ġsin kralının kızı, Larsa kralının hayatı için acaba niye kurban sunar? Öyle anlaĢılıyor ki, Lipit-ĠĢtar, babası ĠĢme-Dagan’ın BaĢ rahibe yaptığı kız kardeĢini görevinden affederek kendi kızını baĢ rahibe tayin etmiĢti. Bunun üzerine eski baĢ rahibe düĢman Ģehrin kralı Gungunum'un yardımını istemekten çekinmemiĢti. Ur Ģehrini ele geçirmek için fırsat bekleyen Gungunum Ur üzerine yürümüĢ, buna engel olmak isteyen Lipit-ĠĢtar’ı da mağlup ederek Ġsin'i ele geçirmiĢti. Lipit-ĠĢtar’ın akıbeti hakkında bilgimiz yoktur. Fakat, Ġsin Krallığı’na Ur-Ninurta isminde birisini tayin etmesi sonunda ĠĢbierra sülalesi sona ermiĢ oluyordu.170 170 F. Kınal, a.g.e., s.106,107. c) Ġsin’de Ur Ninurta Sülalesi Lipit-ĠĢtar’a kral listesinde 11 sene verildiğine göre, Gungunum Ġsin’i MÖ. ca. 1879 senesinde ele geçirmiĢ olmalıdır. Sus’ta bulunan bir tablet Gungunum’un 16. yılı tarihini taĢıdığına göre, Larsa kralının Elam seferi dört sene sonra (MÖ. 1875) yapılmıĢtır. Olayların bu sırası dahi Gungunum'un ileri görüĢlü bir komutan olduğunu gösterir. Doğrudan doğruya Ġsin’e hücum etmemiĢ, Ġsin’in bütün manevi kuvvetini ve Ģerefini temsil eden Ur Ģehrini ilk hedef olarak almıĢtır. Ur’u ele geçirmekle de III. Ur Sülalesi’nin meĢru varisinin Larsa sülalesi olduğunu ispat ettikten ve ordusunu yeteri kadar takviye ettikten sonra uzak ve zor olan Elam seferine çıkmıĢtı. Diğer taraftan EĢnunna (Tel Asmar) arĢivi vesikaları arasında EĢnunna kralı Azuzu’ya, bir vesikada "Kunkunum’un adamı" denilmektedir. Bu da Gungunum’un Diyala bölgesinden geçerek Elama gittiğine bir delil olabilir. Böylece Gungunum’un 27 senelik idaresi döneminde (MÖ. 1902-1875) Larsa Devleti, kuzeyde Babil’in kapısı sayılan Malgum’dan Basra Körfezi’ne ve doğuda Sus’a kadar sınırlarını geniĢletmiĢti. Onun Ġsin tahtına oturttuğu Ur-Ninurta (MÖ. 1879-1851) ile yeni bir sülale iĢ baĢına gelmiĢti. Ur-Ninurta Larsa kralının adamı olduğunu hafızalardan unutturmak için, baĢtan baĢa Ģahsına ait övgülerle dolu üç kaside yazdırmıĢtı. Bunlarda kendisine "Ur, Uruk ve Eridu'nun hakimi" ünvanını vermektedir. Ur ve hatta özellikle Ġsin üzerinde fiilen Gungunum’un hâkim olduğunu bildiğimiz için, bu sıfatların boĢ bir övünmeden baĢka bir değeri yoktur. Bununla birlikte Ur-Ninurta'ya çivi yazısı hukuku tarihinde seçkin bir mevki verilmiĢtir. Çünkü, onun döneminden kalan birçok kopyaları bulunan bir tablette "Susan kadın" davasından dolayı Nippur halk meclisinin aldığı bir "Yasa Kararı"’ndan bahsedilmektedir. Yine Ur-Ninurta’ya ait bir sene isminden de onun Nippurlu vatandaĢlara, vergiden muaf olduklarına dair bir ayrıcalık gösterdiğini öğreniyoruz. Her iki vesikanın da Nippurla ilgili olan bu kayıtlardan Ur-Ninurtan’ın Nippur’a hâkim olmasıyla yorumlanamaz düĢüncesindeyiz. Çünkü Gungunum hayatta olduğu sürece, sadece onun izni ile Nippur’la ilgili bir karar alınabilirdi. Herhalde Gungunum Nippurlular’a eski Ġsin krallarından ĠĢmeDagan’ın verdiği ayrıcalıkların kendisi tarafından da esirgenmediğini göstermek için, UrNinurta’ya böyle bir karar aldırmıĢ olmalıdır. Burada Ur-Ninurta'nın Gungunum'un ölümünden sonra Nippur’a hâkim olması da düĢünülemez. Çünkü Ur-Ninurta, Nippur’u geri almak için, Gungunum’un ölümünden sonra, yerine geçen oğlu Abisare'ye harp ilân etmiĢtir. Fakat, bu savaĢta mağlup olmuĢ, bir sene sonrada, belki de yenilgisi nedeniyle öldürülmüĢtür. Ancak Ur-Ninurta'nın oğlu Bur-Sin (MÖ. ca. 1851-1830) Larsa kralı Abisare’den hem babasının intikamını, hem de Nippur’u almayı baĢarmıĢtı. Ancak, Abisare'nin oğlu Sumu-El, idaresinin 4. yılında Ġsin'e ait bazı toprakları aldıktan sonra, kuzeye doğru yürüyerek KiĢ’i de ele geçirmiĢ, Larsa'nın surlarını yeniden yaptırmıĢtı. Fakat KiĢ'te bulunan bir tablette "Kazallu’nun tahrip edildiği ve Larsa ordusunun vurulduğu sene" tarihinden Sumu-El'in baĢarısının geçici olduğu anlaĢılmıĢtır. Eski büyük KĠġ Ģehrinde bu dönemde güçlü bir krallık bulunmadığı ve Babil'den sadece 25 km. uzakta olduğu için, Larsa kralına karĢı savaĢan ve onu yenilgiye uğratan bu kuvvetli kralın I. Babil Sülalesi’nin kurucusu Sumu-Abum olduğu zannedilmektedir.171 Sumu-la El'in Ġsinli çağdaĢını kesin olarak bilmiyoruz. Ancak, bu Ģahıs Bur-Sin olabilir. Onun oğlu Lipit-Enlil’in (MÖ. 1830-1825) beĢ senelik idaresinden hiç birĢey bilmiyoruz. Fakat Ġsin kralı Lipit-Enlil’in oğlu Ġrra-Ġmitti zamanında Nippur’un tekrar Ġsin hâkimiyetine geçtiğini bir sene isminden anlıyoruz. Ancak, bu kralın 7. senesinde meydana gelen garip bir olayla Ġsin’de sülale yine değiĢmiĢti. Akitu denilen YılbaĢı bayramlarında idari makam sahipleri, yerlerini geçici olarak baĢkasına bırakırlardı. Ġrra-imitti de kendi yerine bahçıvan Enlil-Bani'yi tahta oturtmuĢtu. Ġrra-imitti’nin Ģölende çok sıcak bir yemeği yerken ölmesi üzerine, Enlil-Bani tahtın meĢru varisi sayılmıĢ ve kral olmuĢtu. Fakat Ġsin Kral Listesi’nde Ġrra-imitti ile Enlil-Bani ( MÖ. ca l818–1794) arasında 6 ay idare süresi verilen Tappia isimli bir Ģahıs adı geçtiğinden, Ġrra-imitti’nin ölümünün bir takım karıĢıklıklara yol açtığı, fakat Enlil-Bani’nin iktidarda kalmayı baĢardığı anlaĢılmaktadır. Enlil-Bani tanrıların bu lütfuna teĢekkür olarak Ġsin vatandaĢlarına vergiden muafiyet ayrıcalığı vermiĢti. Enlil-Bani dönemine ait vesikalar, bu kralın bir takım sosyal reformlar yaptığını gösterir. Bunlardan birisinde "Enlil-Bani’nin Ġsin’de ve Nippur’da adaleti yeniden sağladığı" bir diğerinde "Arpa mahsulünden sarayın almakta olduğu 1/5 hissesinin 1/10’a indirdiği ve MuĢkenular’ın (Sosyal bir sınıf) ayda 4 gün angaryada çalıĢtırılacağı" bildirilmektedir. Alınan bu tedbirler bize Ġsin’de halkın huzursuz olduğunu gösterir. Hemen hemen bütün krallar kendi adaletinden söz etmek lüzumunu duymaktadır. Bu yeni reformların ne derece uygulandığını, ne netice verdiğini kontrol edebilecek vesikalar yoktur. Sadece Sümer Kral Listesi Enlil-Bani'den sonraki Ġsin kralları için üçer dörder senelik idare süresi gösteriyor. Bu, memlekette siyasi istikrarın olmadığını gösteriyor. Fakat bütün bu elveriĢsiz duruma rağmen, Ġsin-Larsa Ģehirleri arasındaki rekabet ve mücadele devam etmekte 171 F. Kınal, a.g.e., s.109. idi. Bu sürekli seferberlik hali devletin mali gücünü tüketiyor, her hangi bir gelir kaynağı sağlamak yoluna gidilemiyordu. Bu sırada Larsa'nın durumu da Ġsin’inkinden farklı değildi, hatta daha da kötüydü. Larsa'da kral Nur-Adad'ın idaresinden itibaren felâketlerin baĢladığı görülür. Utu’ya yönelen feryatları Ģehirden uzaklaĢtıran, Larsa tahtının temelini sağlamlaĢtıran ve Larsa'nın dağılmıĢ halkını yeniden iskân eden gibi ünvanlardan Nur-Adad zamanında Larsa'nın bir felakete uğradığı anlaĢılıyorsa da, felaketin mahiyeti bilinemiyor. Yalnız bu kral zamanında Fırat ve Dicle nehirlerinin yataklarının değiĢtirilmesi, halkın yeniden iskân edilmesinden bahsedilmesi, bu kral zamanında Larsa'nın büyük oranda bir su baskınına uğradığı ve bu taĢma neticesinde halkın büyük zararlara uğradığı tahmin edilmektedir. Larsa kralı Nur-Adad'ın oğlu Sin-Ġddinam'a vesikalarda "Adaletin çobanı" denilir. Gerçekten bu kral, sülalesinin en kuvvetli Ģahsiyeti gibi görünür. Bir defa 7 sene gibi çok kısa bir zaman idarede kaldığı halde, onun dönemine ait pek çok vesika vardır. Bunlar sayesinde onun idaresinde Larsa Krallığı’nın bir kalkınma hamlesi yaptığını anlıyoruz. Bu hamle devlet hudutlarını yeniden geniĢletmede kendini gösterir.172 Sin-iddinam, 4. senesinde I. Babil Sülalesi’nden Sumu-la El'in tarafsızlığını sağlayarak Diyala bölgesine ve Elam’a yaptığı seferde, sadece Nippur’u Ġsinliler’den almakla kalmamıĢ, EĢnunna kralı WaraĢĢa’ya da hâkimiyetini tanıtmıĢ ve onu vergiye bağlamıĢtır. Larsa kralı Sin-iddinam dönemine ait Larsa’lı memurlara arpa dağıtılmasını gösteren listeler vardır. Bu listelerdeki bütün Ģehirler Larsa'ya bağlıysalar, o zaman Larsa Krallığı Diyala bölgesinden Ġsin’in topraklarına kadar uzandığını kabul etmek gerekecektir. Siniddinam da, selefleri gibi, imar ve inĢaat iĢleri ile uğraĢmıĢtır. Larsa'daki meĢhur Ebabbar mabedini yaptırmıĢtır. Babası Nur-Adad zamanında değiĢtirilen nehir yatakları yine eski haline getirilmiĢtir. Bu suretle Larsa Ģehrinin nehir nakliyatından tekrar faydalanması sağlanmıĢtı. Sin-iddinam, ölüm Ģeklini bildiğimiz nadir krallardan biridir. ġamaĢ mabedinin onarımı sırasında üzerine düĢen bir taĢın altında kalarak ezilmiĢtir. Sin-iddinam'ın halefleri olan Sin-eribam (5 sene) ile SiniqiĢam’ın (5 sene) kısa süren idareleri zamanında Ġsin’de de Zambia hüküm sürüyordu. Her iki Ģehir devletinin de artık sonu gelmiĢti. Buna rağmen idareciler bu durumu görmekten uzaktılar ve hâlâ neticesiz savaĢlarla birbirlerini yıpratmakta direniyorlardı. Larsa Sülalesi’nin sondan bir evvelki kralı SiniqiĢam, Ġsin kralı Zambia ile uğraĢtığı sırada, kuzeydeki komĢu Kazallu ile Elam kralı Kudur Mabuk Larsa'daki olayları dikkatle izliyorlardı. Son Larsa krallarına beĢer senelik idare 172 F. Kınal, a.g.e., s.109. süresi gösterilmesi, devlette istikrar olmadığını göstermektedir. Nihayet son Larsa kralı SilliAdad da tahta çıkar çıkmaz Ġsin savaĢlarına devam etmiĢti. Fakat bu sırada Kazallu Ģehri, Larsa ordularının Ġsin savaĢlarında meĢgul bulunmasından yararlanarak Larsa üzerine yürümüĢ ve Ģehri zorlanmadan iĢgal etmiĢti. Fakat daha Gungunum'un Elam'ı istilasından beri Larsa'dan alınacak intikamı olan Elam kralı Kudur-Mabuk, senelerden beri beklediği fırsatı Kazallu Ģehrine kaptırmazdı. Bunun için Kudur-Mabuk ordularını süratle Larsa üzerine sevk etmiĢ ve Larsalılar’ı sözde düĢmanlarından kurtarmıĢtı. Fakat Kudur-Mabuk Larsa'yı zapt ettikten sonra kendisi memleketine dönmüĢ, Larsa Krallığı’na da oğlu Warad-Sin'i tayin etmiĢti. Böylece Larsa'da Elamlı yeni bir sülale iĢ baĢına gelmiĢ oluyordu.173 d) Kudur – Mabuk Sülalesi Güney Mezopotamya'da Ġsin-Larsa krallıklarının hâkim olduğu yıllarda doğu komĢu memleket Ġran’daki durum hakkında Sus’ta bulunan Akkadça yazılmıĢ idari ve hukuki vesikalar bilgi vermektedir. Bu vesikalara göre, MÖ. 19. Yüzyıl’da burada da bir takım küçük Ģehir krallıkları vardı. Bu Ģehirlerin baĢında Fratriarkal (BiraderĢahi) aileye dayanan sülaleler bulunuyordu. Bunların en önemlileri Elam ve Sus ile kuzey Ġran'daki Ansan ve SimaĢ krallıkları idi. Kendisine Ansan ve Sus kralı diyen Eparti, SimaĢ sülalesine de son vererek, memlekette siyasi birliği kurmaya gayret etmiĢti. Larsa'daki Gungunum sülalesine son veren Kudur-Mabuk’un bu Elam sülaleleri ile akrabalığı yoktur. Gerçi gerek kendisi, gerekse babası ġimtiĢilhak Elamca isimler taĢıyorlardı. Ancak, Kudur-mabuk iki oğluna da Warad-Sin, Rim-Sin gibi tipik Akkadça isimler koymuĢtu. Kendisi de "Lamutbal attası ve KUR Martu attası" ünvanlarını taĢıyordu. Bu ünvanlar nedeniyle Kudur-Mabuk sülalesinin de Amurit kökenli olduğu kabul edilmiĢtir. Buna göre Larsa'daki yeni Elam hâkimiyeti ile yeni bir kavmin istilası söz konusu değildi, sadece sülale değiĢmiĢti. Kudur-Mabuk’un Larsa Krallığı’na oturttuğu büyük oğlu Warad-Sin'den kalan bir çok inĢaat kitabesi vardır. Bunlar Elam hâkimiyetinin Ur'a ve Ġsin’e de Ģamil olduğunu göstermektedir. Ġsin Kral listesi’nde Zambia'dan sonraki 13-15. kralların Kudur-Mabuk tarafından Ġsin tahtına oturtulan gölge krallar oldukları kabul edilmektedir. Çünkü Kudur-Mabuk, Ġsin’in kuzey doğusunda bulunan Nippur’a da hâkim görünmektedir. Bununla birlikte bu gölge krallarından Sin-Magir, özellikle dıĢ politikada son bir gayret gösterir. Onun Fırat'ın batısındaki Aktab'ta bir anbar yaptırması ve "Babil Ģehrinin rehberi" denilen metinde Sin-Magir isimli bir yerden bahsedilmesi birleĢtirilerek, bu Ġsin kralının 173 F. Kınal, a.g.e., s.110,111. Babil'i zapt ettiği ileri sürülmüĢ ise de, bu görüĢ bilim adamları tarafından pek benimsenmemiĢtir. Warad-Sin 12. idare yılında, daha babası yaĢarken ölmüĢ ve Larsa Krallığı’na KudurMabuk’un küçük oğlu Rim-sin geçmiĢti. (MÖ. 1779)174 Onun tahta çıkmasından 7 sene sonra da son Ġsin kralı Damiq-iluĢu Ġsin tahtına oturmuĢtu. Bu Ġsin kralından kalan vesikalarda Damiq-iluĢu da Babil'e hâkim gibi görünmektedir. Bundan baĢka Babil rehberindeki ġamaĢ mabedinin Damiq-iliĢu tarafından yaptırıldığı bildirilir. Ne var ki, onun Babil’e hâkim olması bile Ġsin'in kaderini değiĢtirememiĢtir. MÖ. 19. yüzyıl’da Mezopotamya'da yaĢayan büyük devlet adamlarından olduğunu faaliyetleriyle kanıtlayan Larsa kralı Rim-Sin, önce Uruk Ģehrini zapt etmiĢ, sonra da zor anlar yaĢayan Ġsin sülalesine son darbeyi vurarak Ġsin'i Larsa krallığına ilhak etmiĢti. Rim-Sin'e ait tarih listelerine göre, Larsa kralı 20. senesinde Der Ģehrini, 21. yılında da aralarında Babipin’in de bulunduğu Uruk ve müttefiklerini yenmiĢ, 30.senesinde ise Ġsin'i zapt ve ilhak etmiĢtir. Rim-Sin bu son zaferi ile öylesine mutlu olmuĢtu ki, Ġsin zaferinden sonra bütün vesikalara "Mussa formülü" ile Ġsin'in zaptından Ģu kadar sene sonra diye tarih atılmıĢtır. Bu suretle Rim-Sin'in 30. senesinden sonra Güney Mezopotamya, tek bir krallığın, Larsa Ģehrinin eline geçmiĢ oluyordu. Bu, Fırat kervan yoluna ve Basra Körfezi ticaretine, artık Larsa'nın hâkim olması demekti. Fakat garip bir tesadüfle RimSin daha Ġsin zaferinin sarhoĢluğundan kurtulamadığı sırada, EĢnunna kralı Naram-Sin Yukarı Dicle bölgesini zapt etmiĢ, Babil Ģehrinin baĢına da Büyük Hammurabi geçmiĢti. Orta Fırat'taki Mari ve Terqa Ģehirleri de birbirleri ile çekiĢiyorlardı. Böylece Ġsin-Larsa devri sonunda Ģehir devletleri arasındaki mücadele, yerini bölgesel savaĢlara bırakacaktı. Kudur-Mabuk sülalesinin asıl faaliyeti kültür alanında olmuĢtur. Mesela III. Ur sülalesi krallarının bile yapamadığı Sümer resmi panteonunun listesi bu devirde düzenlenmiĢ, Larsa kral listesi, Tufan efsanesi, YaradılıĢ destanı gibi klasik Sümer eserleri bu devirde kopya edilmiĢ olduğu gibi, yeni ve orijinal kompozisyonlar da yazılmıĢtır. Fal kitapları, kurban ciğerleri üzerindeki iĢaretlerin tefsirlerini ihtiva eden "Omina metinleri" Larsalı kâtiplerin nasıl sürekli çalıĢtıklarını gösterir. Fakat Larsa arĢivinin önemi, Larsa'da bulunan binlerce senet, kontrat, makbuz vs. gibi ekonomik vesikaları kapsamasından ileri gelir. Bütün bu faaliyetler (Lipit-ĠĢtar kanunu hariç) Akkad dili ile yapılmıĢtır. Bütün bu vesikalardaki Ģahıs isimleri Batı Samî dilini gösterir. Bu durum bize bugün halen Irak'ta torunları yaĢamakta olan Batı Sami kavimlerinin Mezopotamya'da artık tamamen yerleĢtiklerini gösterir. Tek kelime ile, çöl bedevileri kültürlü Sümerleri siyasi hayattan 174 F. Kınal, a.g.e., s.111. silmiĢlerdi. Fakat nasıl galip Romalılar, mağlup Hellas’ın medeniyetini kabul etmiĢlerse, Mezopotamya'da galip Samîler de yenik Sümerler’in medeniyetini tamamen benimsemiĢlerdi. Hatta Martu bedevilerinden bin yıl sonra yaĢayan Asurlular bile, unutulmuĢ, köle durumuna düĢmüĢ Sümerlerin kültür mirasına bağlı kalacaklardı. Ġsin-Larsa devrinde Sümer dini öylesine benimsenmiĢti ki, Amurru'lar kendi çöl tanrılarını terk etmiĢ ve unutmuĢlardı. Bu devirde düzenlenen tanrılar listesinde tek bir Amurru tanrısı yoktur. O dönemlerde her Ģey din için olduğundan, Amurrular Sümerler’in dini ile birlikte kültürünü de aynen kabul etmiĢlerdi. Fakat Kudur-Mabuk sülalesi zamanında maddi ve manevi kültür alanlarında görülen bu yükseliĢe rağmen, Larsa Devleti neden çökmüĢtü? Çünkü Rim-Sin zamanında I. Babil Sülalesi’nin baĢına Hammurabi gelmiĢti. Hammurabi, memleketinin kalkınmasının, Mezopotamya'nın kan damarı Fırat kervan yoluna bağlı olduğunu görmüĢ ve ihtiyar Rim-Sin'in elinden bu yolu almıĢtı.175 e) EĢnunna Krallığı Ġsin-Larsa Devri’nde önemli Ģehir krallıklarından bir diğeri de EĢnunna krallığı idi. Bu Ģehir Dicle'ye katılan Diyala nehri kenarındaki Tel Asmar’ın yerinde kurulmuĢtu. Çivi yazılı vesikalarda "Warum memleketi" denilen Diyala bölgesinde EĢnunna (Tel Asmar) dan baĢka Hafaca (Tutub), ĠĢçalı (Nerib-tum) ve ġadupum (Tel Harmel) Ģehirleri de vardı. Bu bölge harabeleri bir Amerikan ekibi tarafından araĢtırılmıĢ ve kazılar yapılmıĢtır. Bu Ģehirlerden EĢnunna ile ĠĢçalı’da arĢiv bulunmuĢ ve bu bölgenin de Er Sülaleler Devri’nden (MÖ.28502350) beri Sümerler ve Samîler tarafından iskân edildiği anlaĢılmıĢtır. Fakat bu vesikalar arasında EĢnunna kral soyunun taht sırasını gösteren bir kral listesi bulunmadığı ve Sümer kral listeleri de bu bölgeyi içine almadığı için, EĢnunna sülalesi krallarının sırası modern araĢtırıcılarca düzenlenmiĢtir. Oysa, gerek daha eski vesikalarda gerekse Ġsin-Larsa krallarının kitabelerinde EĢnunna Krallığı’ndan sürekli bahsedilmiĢtir. Meselâ Akkad kralları Elam'ı ve Asur bölgesini içine alan imparatorluklarını kurdukları zaman, elbette Diyala bölgesini de ilhak etmiĢlerdi. Nitekim Akkad kralı Sargon'un oğullarından RimuĢ burada kendi adını verdiği bir Ģehir kurmuĢtu. Aynı suretle III. Ur Sülalesi kralları da Mezopotamya'nın siyasi birliğini yeniden sağladıkları zaman, ġulgi 30. senesinde EĢnunna’yı ele geçirip, buraya bir vali tayin etmiĢti. Ur krallarından Gimil-Sin (Suen) ve Ġbi-Sin zamanlarında EĢnunna Ġsakkusu Ġturia, yaptırdığı mabede kralının adını vermiĢti. Ancak onun oğlu ĠlĢu-ilu, babasının yerine geçtikten sonra, 175 F. Kınal, a.g.e., s.112,113. uzun seneler kâtipliğini yaptığı Ġbi-Sin'in 3. senesinde isyan edip, bağımsızlığını ilân etmiĢ,"Kudretli kral, dört iklim kralı" ünvanını almıĢtı. EĢnunna vesikaları üzerindeki bir tarih formülünde adı geçen Nurahum'un ĠlĢu-iluya halef olduğu zannediliyor. Bir sene isminde "Kral TiĢpak'ın Subartu'nun baĢını yardığı sene" denilerek EĢnunna-Asur mücadelesinin baĢladığına iĢaret edilmektedir. Gerçekten EĢnunna tarihinde bu iki Ģehir arasında sürekli savaĢlar olmuĢtur. EĢnunna kralları arasında ilk yazılı vesika bırakan Bilalama’dır. Onun babası Kiri-kiri’yi, oğluna hediye ettiği Lapislazuli mühürle tanıyoruz. Bilalama’ya ait vesikalardaki "Martunun ĠĢuru (Asuru) istila ettiği sene" ve "Martunun ĠĢur kralı ile beraber Bilalama’ya taarruz ettiği sene" gibi sene isimleri, Martu bedevilerinin Diyala bölgesine bu kral zamanında sızmaya baĢladıklarını anlatmaktadır. Bu sene isimlerinden bir baĢkasında da "Martunun Bilalama'ya ĠĢur üzerindeki hakimiyeti verdiği sene" denilmektedir. Bu devirde Asur'da hâkim Asur kralının veya Ģeyhinin adı hiç açıklanmıyor. Fakat Bilalama’nın Martular’la dost geçindiği anlaĢılıyor. Bunun sebebi, gittikçe kuvvetlenmeye baĢlayan Asur'a karĢı Bilalama’nın Martu bedevilerinin kuvvetinden faydalanmak olsa gerektir. BaĢka bir tarih formülünde (sene adında) de: "EĢnunna Ġsakkusu Bilalama, Martu’nun baĢına vurdu" deniliyor. EĢnunna vesikalarında kısaca Martu denilen bu düĢmanı tanıyamıyoruz, çünkü bu devirde birçok Ģehir Martular tarafından istila edilmiĢti.176 Fakat bu son tarih formülü bize Martular’ın henüz Warum bölgesine yerleĢemediklerini gösterir. Bilalama’nın yönetimi hakkında da bu tarih formüllerinden bilgi edinilmektedir. EĢnunna Ģehrinin baĢ tanrısı TiĢpaka bir mabed ile kendisine de bir saray yaptırmıĢtır. EĢnunna kazıları bu sarayın yakıldığını göstermiĢtir. ġehrin onun ölümünden sonra yakıldığı tahmin edilmiĢtir. Çünkü, kül tabakaları arasında oğlu ĠĢarramaĢu'ya ait vesikalar bulunduğu gibi, torunu Usurawasu'ya da "Anu-Muttabilin temsilcisi" denilmektedir. Bilalama’nın Ġsin krallarından ġu-ĠluĢu ve Ġddin-Dagan zamanlarında yaĢadığı tahmin edilmektedir. Bilalama’nın dıĢ politikası Ģöyle özetlenebilir: Batıdan gelebilecek saldırılara karĢı Martuları öne sürmek, doğudaki Elam prensleri ile dost geçinmek. Nitekim Sus'ta bulunan bir vesika ile onun, kızı Mekube’yi Sus kralı Dan-Yuk-Hurati’ye verdiği anlaĢılmıĢtır. EĢnunna ile Sus arasında PuĢikuh dağları olduğu için, Ġran’dan gelen veya oraya giden ticaret kervanları Diyala Nehri yolunu takibe mecburdular. 3. Binyıl’dan beri güney Mezopotamya ile Ġran ve Afganistan arasındaki ticari münasebetlerde bu kara yolunun kul176 F. Kınal, a.g.e., s.114. lanıldığı Ur kral mezarlarında bulunan eserlerden anlaĢılmıĢtır. Böylece Bilalama bu ticaret yolunu elinde tutan Sus kralı ile akrabalık kurmak suretiyle memleketinin ekonomik geliĢmesini sağlamıĢ oluyordu. Daha sonraki EĢnunna krallarının Naram-Sin hariç bu politikaya daima sadık kalacaklar ve arkalarını her zaman Elam kralına dayayacaklardı. Bilalama’nın oğlu ĠĢarramaĢu zamanında EĢnunna’yı yakan düĢman, Ġsin ve Larsa kralları olamazdı. Çünkü Larsa sülalesi Gungunuma kadar hareketli bir politika gütmemiĢtir. Gerçi, Ġsin kralı Ġddin-Dagan’ın Der Ģehrini zapt ettiğini biliyoruz. Halbuki Bilalama’nın torununa "Der Ġsakkusu Amutbalin temsilcisi" denilmektedir. Bu yüzden EĢnunna’yı yakan düĢmanın Eski Asur kralı ĠluĢuma olduğu tahmin edilmektedir. Fakat ileride göreceğimiz üzere, Larsa tahtına Gungunum’un geçmesiyle Mezopotamya Ģehir devletleri arasındaki durum yine değiĢmiĢti. Gungunum’un Ur'u, Ġsin'i ve Nippur'u ilhak ettiğini görmüĢtük. Nitekim Usuravasu'nun oğlu Azuzuya "Kunkunum'un adamı" deniliyordu. EĢnunna kazıları Bilalaman'ın yakılmıĢ sarayının yeniden yapıldığını göstermiĢtir. Bu yeni sarayın harabeleri içinde Urninmar, UrningiĢzida gibi Sümerce isimler yazılı tuğlalar bulunmuĢtur. Bu kralların kendi adlarına inĢaat kitabeleri yazdırmaları, EĢnunna’nın yeniden bağımsızlığına kavuĢtuğunu gösterir. Daha sonra I. Ġbiq-Adad ve oğulları ġariya ve Belakum hakkında KĠġ vesikalarından bilgi ediniyoruz. EĢnunna bu krallar zamanında KĠġ'e kadar hâkim gibi görünüyor.177 Fakat, Belakum'un halefi Waraddu zamanında EĢnunna krallığı bu defa da Ġsin kiralı Sin-Ġddina’mın taarruzuna uğramıĢ ve böylece küçük bir krallık olmaktan kurtulamamıĢtı. Ancak I.Ġbalpiel'den itibarendir ki, EĢnunna Ģehri geliĢmeye baĢlamıĢtır. Ġbalpiel ilk defa olarak kendisine "Lugal" (kral) diyordu. Onun oğlu II. Ġbiq-Adad ise, Larsa Krallığı’ndan Rapikum (Ramadiyah) Ģehrini almıĢ görünmektedir. Fakat EĢnunna Ģehri en parlak çağını onun oğlu Naram-Sin zamanında yaĢamıĢtır. Bu krala ait sene isimlerinden birinde "Kralın yemin tabletini kırdığı sene" adı verilmesinden, onun Larsa'ya verilen vergi yemini bozduğunu anlamaktayız. Çünkü Khorsabad kral listesinde de EĢnunnah Naram-Sin'in Asur Ģehrini zapt ettiği, burada 4 sene oturduğu, sonra yerine oğlu II. EriĢumu bırakarak memleketine döndüğü bildirilmektedir. Bu suretle NaramSin'in ilk defa atalarının politikasını terk ettiğini ve batıya dönük bir dıĢ politika izlediğini anlıyoruz. Demek ki, bu kral zamanında ekonomik Ģartlar yön değiĢtirmiĢti. Gerçekten 2. Binyıl baĢlarında (19. yüzyılda) Mezopotamya Ģehir devletleri Akdeniz memleketleri ile daha 177 F. Kınal, a.g.e., s.114,115. sıkı ticari münasebetlere girmiĢti. Bunun sonucu olarak Fırat kervan yolunun yanında Asurlu tüccarların takip ettikleri Dicle-Habur-KargamıĢ-Malatya-Darende ve KaniĢ kervan yolu da iĢlemeye baĢlamıĢtı. Bu yol üzerinde bulunan Ninive, Çagarbazar gibi yeni Ģehirler bu devirde inkiĢaf edecekti. Naram-Sin Asurlu tüccarların zenginleĢtirdiği Asur Ģehrini zapt etmekle kalmamıĢtır. Onun Fırat'ın batısındaki DUR. Balatu ve AĢnakkum kalelerini de aldığını sene isimlerinden öğreniyoruz. Fakat Naram-Sin'in son zamanlarında orta Fırat üzerindeki Mari ve Terqa Ģehirleri bir ölüm kalım mücadelesi yapmakta idiler. Terqa’nın zaferiyle sonuçlanan savaĢlardan sonra, Mezopotamya tarihine yön veren Ģahıslardan biri, I. ġamĢi-Adad, Babil'e gelmiĢtir. Önce, Ekallatum’u, üç sene sonra da Asur'u istila ederek, buradan Naram-Sin'in oğlu EriĢimu çıkarmıĢtı. EĢnunna prensi bu savaĢlar sırasında ölmüĢ olmalı ki, EĢnunna tahtına NaramSin'in biraderi DaduĢa geçmiĢti. Bu EĢnunna kralı ġamĢi-Adad'a ve oğullarına karĢı kahramanca savaĢmıĢtır. Fakat onun bütün gayretleri EĢnunna’nın ġamĢi-Adad tarafından ilhakına mani olamamıĢtı. ġamĢi-Adad'ın EĢnunna'yı kaçıncı idare yılında aldığını bilmiyoruz. Ancak, DaduĢa'nın oğlu II. Ġbalpiel 5.senesine "ġamĢi-Adad'ın öldüğü sene" adını vererek, EĢnunna için mutlu olayı bir tarih olarak kullanmıĢtı. ġamĢi-Adad'ın ölümünden sonra gerçekten EĢnunna kurtulmuĢ, II. Ġbalpiel 9. idare yılında ġamĢi-Adad'ın oğullarını yenmiĢti. Zira bu zaferini de "Subartu ve Hana kırallarının yenildiği sene" olarak tarihlemiĢti. II. Ġbalpiel’den sonra yaĢadıkları tahmin edilen Danum-Tahazi’yi Mari mektupları ile tanıyoruz. KargameĢ kralı Aplahanda efendisi Mari kralına EĢnunnalı adamın Qatnaya kadar ilerlediğini yazıyordu. Bu EĢnunna kralı kim olursa olsun, EĢnunna'nın kaderi artık sona ermiĢti. Çünkü, bütün Mezopotamya’ya önce Asur Kralı I. SamĢi-Adad sonra da I. Babil Sülalesi’nin meĢhur kralı Hammurabi hakim olacaktı.178 178 F. Kınal, a.g.e., s.116. V. BÖLÜM ARAMĠ GÖÇLERĠ 1. ARAMĠLER’ĠN ORTAYA ÇIKIġI Aramiler’in erken siyasi tarihleri hakkındaki bilgilerimiz çok az olduğundan, onların kökenleri hakkında net bir Ģeyler söylemek oldukça zordur; ancak hemen belirtelim ki, Aram ismi MÖ. 3. Binyılın sonları ile 2. Binyılın baĢlarına ait çiviyazılı metinlerde geçmektedir. Fakat, dört yüz yıllık bir zaman içerisinde onlardan ilk defa çağdaĢ kitabelerde bir kavim olarak söz edildiği zaman, Aramca güneybatı Asya’nın müĢterek dili haline gelmiĢti. Buna rağmen biz Arami dilinin konuĢulduğu bölgenin tayininde ciddi zorluklarla karĢı karĢıya kalırız, zira konuĢulduğu yerlerde Arami dili –ve muhtemelen bu dilin ilk sahipleri- müĢterek bir Sami orjininden epeyce uzaklaĢmıĢlardı.179 Biz, Aramiler’le ilk olarak Asur kralı I. Tiglatpileser (MÖ. 1115-1077) zamanında Suriye Çölü’nde karĢılaĢıyoruz; o zamanlar onlar Asurlular tarafından ―Arami bedevileri‖ olarak adlandırılmıĢlardı. Bir veya iki kelimeden daha fazlasını ihtiva eden en eski kitabeler, Damascuslu (ġamlı) Barhadad ve Hazael’e aittirler; birincisi aĢağı yukarı MÖ. 850’lere, ikincisi de MÖ. 840 ve 800 arasındaki bir zamana tarihlenir. Her iki kitabe standart bir Ģekilde Eski Aramca ile yazılmıĢlardır, Hamat’dan çıkarılan Zakir kitabeleri (MÖ. 750’den biraz önceye aittir) ve Halep yakınlarında ele geçirilen Sefire antlaĢmaları (MÖ. Ca. 750) da yine Aramca ile kaleme alınmıĢlardır. Diğer taraftan, Zincirli (Sam’al) kralı Panamu’nun MÖ. 8. yüzyıla tarihlenen iki uzun kitabesi, Kenanca ile benzerlikler arz eden ve ―Yahudik‖ tabir edilen Aramca’nın bir lehçesi ile kaleme alınmıĢlardır. Panamu’nun oğlu, kendi kitabelerini standart Aramca ile yazdı. Bu 179 W. F. Albright, ―Syria, The Philistines, and Phoenicia‖, CAH II/2, chp. XXXIII, Cambridge 1975, s.529 durum ıĢığında açıkça görülüyor ki, standart Aramca, esas itibariyle yerli kitabelerde ve Eski Ahit litaratüründe basitçe ―Aram‖ denilen Damascus Krallığı’nın dili idi. Aramca ve MÖ. 2. Binyılın daha eski Kuzeybatı Sami dili arasındaki bağlantının analizi açıkça göstermektedir ki, Aramca’nın Gney Kenanca (Fenikece) veya Kuzey Kenanca (Ugaritçe) ya da Amorit (Amurru) dili ile köken birliği yoktur; buna rağmen Kuzey Kenanca ve Amoritçe ile olan müĢterekliği Güney Kenanca (Fenikece) ile olan otaklığından çok daha fazladır. Harf değiĢikliği bakımından da Aramca, öteki üç dilden farklıdır; ni harfinin ikili ve çoğul kullanımında o, Amorit dili ile benzerlik arzeder. Fiil yapısı bakımından ise Amoritçe ile olan yakınlığı diğer iki dile nazaran çok daha fazladır. Eski Aramca, gerek vokabüler gerekse morfoloji bakımından Fenike dilinden kuvvetli bir Ģekilde etkilenmiĢti; ancak cümle yapısından ve almıĢ olduğu yüzlerce kelimeden de kolaylıkla görüleceği üzere, MÖ. 7. yüzyıldan itibaren Asur-Babil etkisi üstün gelmiĢ görünüyor. Aramca ve Ġbranice arasında ses bakımından görülen yüzeysel farklılık, büyük ölçüde MÖ. 13. yüzyıldan itibaren, bilinen bütün Kuzeybatı Sami dillerde müĢterek olan aksan değiĢikliğinden kaynaklanmıĢtır.180 Kısaca söylemek gerekirse, linguistik durumun tetkiki, Aramca’nın Doğu Suriye’de bir yerde ve Muhtemelen Geç Bronz Çağı’nda orada konuĢulan Sutu lehçelerinden inkiĢaf ettiği hususundaki ilk kanâatimizi doğrulamaktadır. Ġbrani ve Ġsrail tradisyonuna dönersek, biz her halde mevcut olan karmaĢık bir kabile akrabalığı hakkında biraz fikir sahibi oluruz. Arami soyu öylesine karıĢmıĢ olmalıdır ki, tradisyon ümitsizce değiĢmek durumunda kalmıĢtır. Genesis X 22-23’de Aram, Elam, AĢur ve ArpakĢad ile birlikte belli baĢlı Sami kavimlerden biridir; Aram’ın belli baĢlı oğulları ise Uz, Hul, Geter ve MaĢ olarak listeye dahil edilmiĢlerdir. Genesis X’da verilen listenin esası MÖ. 10. yüzyıla kadar geriye gittiğinden bu isimler oldukça ders verici olmalıdırlar; aksi takdirde yalnızca Uz ve MaĢ bilinen isimler olurdu. Daha sonra gelen bir pasajda, Genesis XXII 20-24’de, Aram, Ġbrahim’in kardeĢi Nahora’nın sekiz oğlundan biri olan Kemuel’in torunu olarak görülür. Nahor, muhtemelen Harran’ın doğusunda bu isimle anılan kentin kurucusu olarak bilinir; Nahor(Nahur), Mari ve baĢka yerlerden çıkan Bronz Çağı vesikalarında sık sık geçer ve Genesis XXIV. 10’da buradan kesinlikle bir Ģehir olarak söz edilir. Gene ne yazık ki, sekiz isimden çoğu baĢka türlü bilinirler: Uz, Ġncil’de bir baĢka yerde tekrar ortaya çıkar. Chesed, Kaldeliler’in kurucusudur; 180 W. F. Albright, a.g.e., s.530. Aramca, bazen düĢünüldüğü gibi, doğrudan doğruya Amoritçe’nin bir kolu değildir, fakat daha ziyade Amoritçe ile Kuzey Arabistan’ın proto-Arapça lehçeleri arasında bir dildir. Bununla beraber, aradaki bağlantı karmaĢık olmalıdır ve daha geç dönemlere ait Aramca Fenikece (Güney Kenanca) ve Asur-Babil (Akkadça) dillerinden kuvvetli bir Ģekilde etkilenmiĢtir. Hazo ve Buz, Orta veya Doğu Arabistan’da Asurca Hazu veya Buzu’dur; Betuel, Rebeka’nın tradisyonel babasıdır, Nahor’un ikinci karısı Reumah, Tebah’ın (Orta Suriye’de Zobahlı Tubikhu), TahaĢ’ın ( Damascus’un kuzeyindeki bir bölge olan Takhshu), Gaham ve Makhah (Damascus’un batı bölgesi)’ın annesi olmakla ĢereflendirilmiĢtir. Aram’ın babası Kemuel’in adı yapı bakımından arkaiktir, fakat baĢka türlüsü de bilinmez. Eğer biz bu farklı iki tradisyona Ġbrahim hakkında anlatılanları ilave edersek, Ġbrahim’in ailesi Harran bölgesinin Aramileri ile yakından alâkalı gösterilir ve Deutronomik kaynak (Tensiye) Ġbrahim’den ―Aramili bir göçebe‖ olarak söz ettğinden ( Deut. XXVI 5), mesele daha karmaĢık hale gelir. Nihayet, Amos IX, 7’de Aramiler’in kir denilen bir memleketten geldikleri gibi. Kir’den bir baĢka yerde Elam yakınlarında bir bölge olarak söz edilir ki, Aramiler buraya sürgüne gönderilmiĢlerdi.181 Mevcut delillerden anlaĢıldığı kadarıyla, Aramca’yı asıl konuĢanlar, MÖ. 2. Binyılın 3. çeyreğinde (MÖ. 1500-1250) Suriye Çölü’nün kıyı bölgelerinde yerleĢmeye baĢlayan karmaĢık kökenli bedevilerdi. Onlar mevcut arazileri istilâ etmek için, Asur Ġmparatorluğu’nun I. Tukiltu-Nihurta zamanındaki çöküĢünü müteakip Hitit ve Mısır Ġmparatorluklarının da çökmesinin avantajını kullanarak, kabilelerden müteĢekkil bir konfederasyon kurmuĢ olabilirler. Kabile mensupları batıya Suriye’ye ve doğuya Fırat nehrinin ve kollarının oluĢturduğu vadilere doğru sokuldular. Verimli nehir vadilerinde bulabildikleri her yere yerleĢerek, koyun beslemeciliğinin yanı sıra ziraat ve muhtemelen kervan ticareti yaptılar, özellikle develerden oluĢan kervanlar eĢeklerden oluĢan kervanlara göre onlara olağanüstü bir avantaj sağlamıĢtı. Onların Ģöhreti, Güney Babilonya’dan Yukarı Fırat’a kadar uzanan bölgede oturan öteki bedevi kabilelerin birleĢmesini sağladı ve Aramca hızla akraba lehçelerinin yerini aldı. Öyle ki, önce kabile içi iletiĢimde ve hihayet bütün amaçlar için aramca kullanılmaya baĢlandı. Çok yakın lehçe benzerliklerinden anlaĢıldığına göre; Ģüphesiz Aramiler, Amoritler’in (Amurrular’ın) akrabaları idiler. MÖ. 8. yüzyıl Babilonya’sında bile bu böyle biliniyordu; bu dönemde, Babilonya’nın bedevi Arami kabilelerinin, büyük ölçüde Aramiler tarafından asimile edilmiĢ Araplar olduğu gösterilmiĢtir. DeğiĢik Samî dillerdeki, söyleniĢ biçimlerinden görüldüğü kadarıyla, Aramiler’in orijinal ismi Aram idi. Bu ismin baĢlangıçta bir kiĢi ismi mi yoksa coğrafi bir isim mi olduğunu söyleyebilecek durumda değiliz. Daha önce ifade ettiğimiz gibi, biz Aramilerle ilk kez I. Tiglatpileser zamanına ait (MÖ. 1115-1077) çağdaĢ vesikalarda karĢılaĢıyoruz. Adı geçen Asur kralı, iktidarının 4. 181 W. F. Albright, a.g.e., s.531. yılında (MÖ. 1112), Shuah memleketinden (Asurca’da Sukhu), Babilonya’nın kuzey batısına ve KarkamıĢ’a kadar uzanan Fırat vadisinin muhtelif kesimlerindeki Arami merkezlerine hücum etti. Daha sonra Aramiler’in peĢini takip ederek Fırat’ı geçen Asur kralı, Palmyrene’deki BiĢri Dağı’nın eteğinde yer alan 6 Ģehri yaktı.182 Daha sonra, tarihlenemeyen bir kitabede kral, aramili bedevileri takip etmek amacıyla 28. defa Fırat’ı geçtiğini iddia eder. Burada O, açıkça belirtmektedir ki, Aramiler Tadmor (Palmyra)’dan Shuah’taki Anath’a ve hatta Babil sınırındaki Rapigu’ya doğru yönlendirilmiĢlerdi. Aramiler’e karĢı verilen mücadele, daha sonra iktidara gelen Asur kralları zamanında da devam etti. Eğer, Asur-belkala’ya ait fragmanlar halindeki neĢredilmemiĢ bir metindeki bilgi doğru ise; bu kral, MÖ. 1070 yılında Aram’a karĢı (mat Arime-Aram memleketi) savaĢmıĢtı. AĢağı yukarı MÖ. 1062 sıralarında, çivi yazılı bir kroniğin Aramili olduğunu söylediği, Adad-apla-iddina isimli bir gasıp, Babil tahtını ele geçirmiĢti. Mezopotamya’da çağdaĢ vesikalar Ģimdi hemen hemen tam bir nihayete ererler, fakat daha sonraki Asur kitabeleri bize değerli ayrıntılar verirler. Nitekim, II. Asur-dan (MÖ. 934-912), II. Asur-rabi’nin iktidarı döneminde (MÖ. 1013-973), Aramiler’in Asur ve Babil arasında yer alan Doğu-Dicle memleketinde Küçük Zap suyu ile Hamrin dağları arasındaki, bölgeyi iĢgal etmiĢ olduklarını, bize bildirir. III. Salmanassar’ın (MÖ.858-824) bir kitabesine göre, aynı kral zamanında (yani II. Aśur-rabi zamanında), bir Arami kralı, Pitru (Pethor)’nun Hitit Ģehri karĢısında, Yukarı Fırat üzerindeki, Asurlular’a ait Mutkinu kalesini zapt etmiĢti. Yine bu kitabeden öğrendiğimize göre, Mutkinu, I. Tiglatpileser zamanından itibaren Asur egemenliğine girmiĢti; bu kentin Aramiler lehine kaybedilmesi belli ki, Asurlular üzerinde büyük bir etki yapmıĢtı. II. Assurrabi, Davud’un yaĢlı bir çağdaĢı olduğundan, biz Arami zaferi ile 2. Samuel VII 3 ve X 6’da anlatılmaya çalıĢılan durum arasında kesinlikle irtibat kurabiliriz. Bu eski kaynağa göre, Zobah Aramileri’nin kralı Hadadzer, Davut kendisine MS. 990 ve 980 arasında güneyden saldırıya geçtiği zaman, Fırat havalisinde savaĢıyordu. Davud’un ilgisinin Aramiler üzerine çevrilmesinde, Asurlular’ın rolü olduğunu düĢünmek son derece doğal görünüyor, zira Asurlular Suriye’yi yeniden ele geçirmek için savaĢıyorlardı ve her yerden kendilerine müttefikler bulmayı umuyorlardı. Ġsrailliler, Zobah kralları ile savaĢtığı söylenen Saul zamanında (I. Sam. XIV. 47), yani MÖ. 11. yüzyılın sonlarına doğru, Aramilerle baĢlangıçta düĢmanca münasebetlerde bulunmuĢ gibi görünüyorlar. Davut zamanında ise Zobah, Beth-rehoblu Hadadzer tarafından idare ediliyordu ve bu kral, güney Harran’dan Fırat’a kadar bütün doğu Suriye’yi kontrolü 182 W. F. Albright, a.g.e., s.532. altında tutuyordu. Zobah, MÖ. 8. ve 7. yüzyıllara ait Asur vesikalarında Subatu (ġubutu, ġubiti) olarak geçer; o zamanlar bu kent, Doğu Suriye’de lokalize edilen Büyük Damascus’un bir eyaleti idi.183 Davud’un Zobah’a karĢı vermiĢ olduğu savaĢ raporundan öğreniyoruz ki, bu dönemde Hadadezer’in belli baĢlı Ģehirleri Tebah (Geç Bronz çağındaki Tubikhu), Chun ( Geç Bronz çağındaki Kunu, Romalılar dönemindeki Conna) ve Berothai (belki Ba’albek’in güneyindeki Bereitan) idiler. Bu üç Ģehir de Lübnan ve Antilübnan arasındaki Biga’da olmalarına rağmen, Zobah memleketinin Antilübnan’nın doğu ve kuzeyine ve kaba çizgileriyle Bronz çağındaki Takhshu (Gen. XXII. 24’de Tahash)’ya kadar uzandığından Ģüphe edilemez. Belli ki, Hadadezer, döneminin en önemli Arami kralı idi; zira o, Yukarı Fırat bölgesindeki Asur kalesi Mutkinuyu zapt etmiĢti; II. Samuel VIII 10 (I. Chron XVIII10)’da bildirilir ki, Hadadezer ve Hamat kralı Toi, birbirleriyle savaĢa girmiĢlerdi. Davud’un Hadadezer’le yaptığı savaĢ hakkında bilgi veren bir rapora göre, ikincisi (Hamat kralı Toi), Davud’a meydan okuyan Ammonitler’e yardım göndererek, düĢmanlığa baĢlamıĢtı. SavaĢ neticesinde Arami Konfederasyonu yenilgiye uğratılmıĢtı; biz bu savaĢta Beth-rehob, Geshur (daha sonraki Gaulanitis, Gilead’ın kuzeyi), Maachah (Hermon civarında, Damascus’un batı ve güneybatısında bir bölge) Ish-tob ve Damascuslu Aramiler’in yanısıra Fırat’ın ötesinden gelen Aramiler hakkında da iĢitiyoruz. 2. Samuel VIII ve X, olayların gidiĢatını ayrıntılı bir Ģekilde yeniden inĢâ etmemize imkân tanımayacak kadar bölük pörçüktür. Sonuç kesindi; Ġsrail garnizonları Hadadezer’in bölgesinde özellikle Damascus’ta yerleĢtirilmiĢlerdi. Ve altın, gümüĢ ve özellikle bakır ihtiva eden büyük bir yağma yapılmıĢtı. O zamandan Süleyman’ın ölümüne kadar geçen süre içerisinde, Suriye’deki Aramiler’in her hangi bir ayaklanmaya kalkıĢmaları kesinlikle kontrol altında tutuldu; fakat onların Mezopotamya’da güçlerini artırmaları da o denli hızlı oldu. II. Assur-rabi’ye halef olan zayıf karekterli iki Asur kralının iktidara gelen belirsizlik döneminde, Aramiler hızla toprak kazandılar. II. Tiglatpilaser’in iktidarına kadar (MÖ. 967935), onlar Asur sınırlarındaki Yukarı Habur Nehri’nden yarıyol mesafedeki Nisibis bölgesinde yer alan Gidara’yı iĢgal etmiĢlerdi. Habur Nehri’nin kaynağındaki Guzana’da (Tel-Halaf, 2. Krallar,6 daki Gozan bulunan Arami kralı Kapara’nın sarayı ve röliefler, MÖ. 10. yüzyılın ikinci yarısına aittir. Kapara, kendisinin ―Khadianu’nun oğlu‖ olduğunu söyler; söz konusu ismin Aramca biçimi 1. Krallar XV, 18’de Hezion olarak geçer; isimleri anılan adamlar veya klanlar her halde çağdaĢ idiler.184 Gozan bölgesini iĢgal eden arami kabilesi, 183 184 W. F. Albright, a.g.e., s.533. W. F. Albright, a.g.e., s.534. Bakhianu adını taĢıyordu. (Aramca Bahyan); bu kabilenin Ģefi, MÖ. 9. yüzyılın baĢlarında Abisalamu (Absalom) idi. Asur’un yeniden toparlanmasını sağlayan kral II. Assur-dan’ın (MÖ. 934-912) bir kitabesi, Asur’un batısı ve güneydoğusundaki askeri seferler münasebetiyle Aramiler’den söz etmektedir, fakat bu hususta net bir tablo ortaya koymak zordur. Onun oğlu II. Adad-nirari zamanında (MÖ. 911-891), kralın iktidarının büyük bir bölümünü alan Aramiler’e karĢı yapılan operasyonlar hakkında gayet iyi muhafaza edilmiĢ bir rapora sahibiz. Bununla beraber, adı geçen kralın 11. iktidar yılına kadar Asurlular, bilhassa Nisibis mıntıkasını iĢgal etmiĢ olan büyük Teman kabilesinin muhtelif reislerinin adlarını zikrederek, Aramiler’e karĢı sefer üstüne sefer yaptılar. Askeri yönden onun iktidarının zirvesine MÖ. 892 yılında Gozan zapt edildiği ve Habur Vadisi sakinleri ardarda Ģartlı olarak teslim alındığı zaman ulaĢıldı. MÖ. 877 yılında biz ilk kez KarkamıĢ’ın aĢağı kesimindeki, Yukarı Fırat’ın her iki yanını iĢgal etmiĢ olan Bid-Adini kabilesinin kurmuĢ olduğu Arami devletinden söz edildiğini görüyoruz. Bu arada Süleymen ölmüĢ ve Damascus (ġam) Rezon isimli Aramili bir reisin yönetiminde bağımsızlığını ilân etmiĢti. Rezon, iktidar mevkiinde çok az kalmıĢ olsa gerektir, zira MÖ. 9. yüzyılın hemen baĢlarında biz I. Ben-hadad’ı iktidarda görüyoruz; Ben-hadad’ın, bir Tabrimmon’un oğlu ve bir Hezion’un torunu olduğu söylenmektedir. (belki bu Hezion, Hezion klanının bir üyesi olabilir) çivi yazılı vesikalarda Khadianu olarak geçer) Yeni devlet, Suriye Çölü’nün kuzey kesimindeki egemenliğ Zobahlı Hadadezer’in siyasal mirasçısı olarak devraldı; Ben-hadad iktidarının ikinci yarısından kalan bir kitabesinde (MÖ. Takriben 850’ler), adı geçen kendisini, ―Aram kralı‖ olarak adlandırır ve bu husus, Hamat kralı Zakir’in kitabesinde yer alan bilgilerle de teyid edilir. Bu kralın isminin de bir asır önce Zobah tahtında oturan selefi gibi Hadadezer olması tesadüfi değildir. Biz, belki Damascus prenslerinin taĢıdığı ―Aram kralı‖ ünvanını An-namarah kitabesindeki Amru’l Qais’ın taĢıdığı ―Bütün Araplar’ın kralı‖ ünvanı ile mukayese edebiliriz.185 ġu halde, Aramiler’in Mezopotamya’daki, siyasal egemenliği aĢağı yukarı MÖ. 950 ve 900 arasına tarihlenebilir; Suriye üzerindeki egemenlik ise Davud’un Hadadzer üzerinde kazandığı zafere rağmen, MÖ. 9. yüzyıla kadar sağlanamamıĢtı. Hem Ġbrani ve hem de Asur vesikalarının teyid ettiği üzere, dikkate Ģayan bir zenginliğin bu Aramili kabile reislerinin elinde toplanması, Ģüphesiz ticari faaliyetlerin sonucu idi. Suriye ve Kuzey Mezopotamya’nın kervan ticaretinde, develerden yararlanma yoluna gidilmesinin Aramiler tarafından 185 W. F. Albright, a.g.e., s.535. gerçekleĢtirildiğini daha önce ifade etmiĢtik. Devenin yeni önemine uygun olarak hem Gozan ve hem de KarkamıĢ’ta MÖ. 9. yüzyıl Asur kitabelerinde yaygınlaĢmıĢtır. MÖ. 10. yüzyıldaki Arami sanatı, Zincili, Hamat ve Gozan’ın daha eski anıtlarından tanıdığımız gibi, hemen hemen tamamıyla saf Suriye-Hitit sanatı idi. Bu Suriye-Hitit sanatının sahiplerinin halâ Samî olmadıklarını düĢünmek, hata olur. Halep yakınlarında bulunan I. Ben-hadad’a ait Melcarth steli, mükemmel bir tablodur; saf aramca ile kaleme alınmıĢ olan ve MÖ. 9. yüzyılın aĢağı yukarı ortalarından kalan bu steli süsleyen tanrı figürü henüz Asur veya çağdaĢ Fenike sanatından açıkça etkilenildiğini göstermez; o halâ Suriye-Hitit özelliğini korur. Hamat’da, MÖ. 9. yüzyılın ortalarına kadar geç bir zamanda, Urkhilina (Irkhulina) döneminde bile Hitit kitabelerinin taĢlara kazıldığını biliyoruz, fakat bir asır evvel, Tou’nun oğlu Hadoram, karekteristik olarak Sami bir isim taĢımıĢtı. Daha evvel yukarıda da belirttiğimiz gibi Aramiler aslında ġam’al, Gurgum ve öteki Hitit devletlerinde hiç olmazsa MÖ. 9. yüzyıldan itibaren ve muhtemelen daha erken bir dönemde nüfus bakımından hakim kavim idiler. Aramiler’in Hititli mazinin ölü kollarından tamamıyla kurtulmak amacıyla yaptıkları giriĢim, çok uzak bir geçmiĢe dayanmıyordu. Ancak, bu, Hititler’in bu bölgeden tamamıyla yok oldukları anlamına gelmez. Aslında, Ermeniler’in hem fiziksel hem de linguistik bakımlardan Hititlerden gelmiĢ olduklarını kabullenmek için çok kuvvetli sebepler vardır.186 2. ARAMĠ GÖÇLERĠNE GENEL BAKIġ Ege göçlerinden sonra Mezopotamya'da Kas (III. Babil), Kuzey Suriye'de Mitanni ve Anadolu'da Hitit devletleri gibi, Önasya'nın siyasi hayatında büyük rol oynayan MÖ. 2. Binyıl’ın büyük devletlerinin ortadan kalktığı ve onların yerine birtakım kabile devletlerinin kurulduğu görülür.187 Fakat bu devletlere ait arĢivlerin neredeyse tamamı kaybolmuĢtur. Anıtlar da yok denilecek kadar azdır. Bu yüzden bunlar hakkındaki bilgileri, sadece zaman zaman buraları istilâ etmeğe giriĢen Asurlular’ın bu seferler hakkındaki tabletleri, daha sonraları için ise Ġsrail peygamberlerinin kitapları ve bazı yazıtlardan öğrenmekteyiz..188 Bu kabile devletleri, MÖ. 12. Yüzyıl’dan sonra çok geniĢ bir alana dağılmıĢlar ve yeni yeni küçük prenslikler halinde ortaya çıkmıĢlardır. Bu alan Basra Körfezi’nden Güneydoğu 186 W. F. Albright, a.g.e., s.536. Ekrem MemiĢ, Eskiçağ Türkiye Tarihi s.155 188 M.ġ.,Günaltay, Yakın ġark Suriye ve Filistin, s.133 187 Anadolu Bölgesi’ne, Ürdün bozkırlarından Anti-Lübnan Dağları’na kadar çok büyük bir bölgeyi kapsıyordu.189 Batı Asya kavimlerinin, Ege göçlerine karĢı mücadele verdikleri sırada Elam kralı ġutruk-Nahhunte (MÖ. 1190-1150), Babil'i ele geçirmiĢ ve o güne kadar mabetlerde korunan Sümer, Akkad ve Hammurabi çağlarına ait bütün eserleri ganimet olarak Sus'a götürmüĢtü. Böylece, bu kıymetli sanat eserleri Arami çapulcularının elinden kurtulmuĢtu. Nitekim bu kralın ölümünden on yıl sonra I. Nabukadnezar (MÖ.1140 -1120), Elamlar'ı memleketten çıkarmayı baĢarmıĢ ve PaĢe sülalesi de denilen IV. Babil Sülalesi’ni kurmuĢtu. Aynı dönemde, Babil'in kuzeyinde bulunan Asur devleti de, bulunduğu coğrafî bölgenin uzaklığı dolayısıyla Ege göçlerinin yıkıcı etkisinden kurtulmuĢtu. ġimdi ise, ekonomik yönden güçlenmek için, Doğu Akdeniz sahillerini ele geçirmeyi amaç edinmiĢti.190 Ancak, Hitit Devleti’nin Ege göçleri ile yıkılmasından sonra, Asur devleti, kolaylıkla gerçekleĢtirmeyi düĢündüğü bu amacının gerçekleĢmesi aĢamasında , hiç beklemediği yeni bir tehlike ile karĢılaĢmıĢtı. Bu tehlike, Arami göçleri idi. Gerçekten de Ege göçlerinin sebep olduğu karıĢıklıklardan çöl sakinleri de yararlanmağa kalkıĢmıĢlar ve kültür merkezlerine doğru akın etmeğe baĢlamıĢlardı. Tarihte, Samî kavimlerin üçüncü büyük göçünü oluĢturan Arami göçlerinin en önemli özelliği, Ege göçleri gibi yakıp yıkıcı bir akın Ģeklinde değil, tersine aralıksız bir sızıntı halinde asırlarca devam etmesidir. ĠĢte bu nedenle, Asur Devleti, geliĢimini yavaĢ ve devamlı adımlarla yapamamıĢ, değiĢik zamanlarda ilerlemelere ve tekrar gerilemelere maruz kalmıĢtır.191 Yüz ya da iki yüz yıl kadar süren yerleĢme sürecinden sonra, yani MÖ. 11. ve 10. asırları kapsayan dönemlerde bu küçük fakat etkili Arami prensliklerinin "altın dönemlerini" yaĢadıkları görülmektedir. Bu sırada Asur imparatorluğu henüz en geniĢ sınırlarına varabilecek kadar güçlenmiĢ olmadığı gibi, çevresindeki diğer devletler de onları yıkabilecek kadar etkili değillerdi.192 3. ARAMĠLER DÖNEMĠNE AĠT KAYNAKLAR Aramiler, MÖ. 14. Yüzyıl’da Suriye'nin doğu sınırlarında görünmeğe baĢlamıĢlardır. Bunlar önce Kuzey Mezopotamya'nın dağlık bölgelerinde dolaĢıyorlardı. Kendilerine verilen Aram adı asıl adları değildi. Bu ismi onlara Kaldeliler vermiĢlerdi. Fırat ve Dicle'nin alçak havzasında oturan halk, kendi memleketlerine oranla ve dağlık bölgelerde dolaĢan bu halka 189 Recep Yıldırım, Önasya Tarih ve Uygarlıkları, s.104. E. MemiĢ, a.g.e., s.155. 191 E. MemiĢ, a.g.e., s.156. 192 R.Yıldırım, a.g.e., s. 104,105 190 verdiği “Dağlılar” anlamına gelen Aramî adı tabletlere geçmiĢ, bu nedenle tarihe mâl olmuĢtur. Nasıl ki 3. Bin ortalarında Sinearlılar’ın Fırat'ın batısında görünen Samîler’e Batılı anlamına verdikleri Amurru (MAR. TU) ismi de bu zamanlarda Suriye'de yaĢayan Samîler’in adı olarak bugüne kadar gelmiĢtir. Mezopotamya'nın doğu ve kuzey bölgelerindeki yaylalarda, dağlık bölgelerde oturan kavimler gibi, Aramiler de zengin ve verimli Sineara inmek, bayındır ve geliĢmiĢ SümerElam ülkelerine yerleĢmek amacını güdüyorlardı. Fakat önceleri Sinear'a hâkim olan Kaslar, sonra da Asurlular, onların bu amaca eriĢmelerine engel olmuĢlardı. MÖ. 14. Yüzyıl’a ait Asur yazıtlarında Kuzey Mezopotamya'daki Aramiler’le olan savaĢlara dair kayıtlar bulunmaktadır. Aramiler, 14. Yüzyıl’da ihtimal ki Asurlular’ın tazyiki ile Fırat'ın batısına geçmek zorunda kalmıĢlar, bir kısmı Lübnan eteklerine kadar batıya, bir kısmı da Arabistan içlerine kadar Filistin'in güneydoğusuna yayılmıĢlardır. Bunların Suriye ye Filistin sınırlarına sokulmağa baĢladıkları zamanlarda kuzey ve orta Suriye Hititler’in, güney Suriye ve Filistin ise firavunların otoriteleri altında bulunuyordu.193 El - Amarna mektuplarıyla Asur kaynaklarından MÖ. 2. Bin’de Suriye - Filistin'e girmeğe çalıĢan Arami gruplarının Habiru'lar, Ahlamu'lar, Sutu'lar ve Hattu'lar adlarında birtakım boylardan mürekkep oldukları anlaĢılmaktadır. Jerusalem (Kudüs) prensinin Firavun IV. Amenofis’e yazmıĢ olduğu bir mektup, bu boylardan en kuvvetlisinin Habiru'lar olduğunu belirtmektedir. MÖ. 1200 yıllarında Hitit Ġmparatorluğu’nun da yıkılıĢında etkili olan ―Deniz Kavimleri‖ olayı, Anadolu ve komĢu bazı ülkelerde bir süre için bile olsa bir “karanlık çağlar” dönemi yaratır. Yakındoğu bu karanlık dönemden kurtulduğu zaman, Anadolu’da ve Kuzey Suriye’de yeni bir siyasal örgütlenme ve güç dağılımı doğar. Bu yeni güç dağılımı içinde önemli bir yeri, yöreye yeni gelen Aramiler oluĢtururlar. Ġlk kez I. Tiglat-Pileser döneminde (MÖ. 1115-1077) Ahlame Arame (Ahlame armaya: göçebe kabileler) olarak söz edilen Aramiler, yörenin siyasal ve kültürel yapısı üzerinde önemli değiĢikler yaparlar.194 193 M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.133 burada geçen Habirular’ın, Ġbraniler olduğunu zannediyoruz. 194 Altan Çilingiroğlu, Urartu ve Kuzey Suriye Siyasal ve Kültürel ĠliĢkiler, Ege Üniversitesi Basımevi, Ġzmir1984, s. 31. 4. ARAMĠLER’ĠN IRKI MESELESĠ Aramiler, önceden beri Sami'lerden sayılıyor, bunların Önasya'da görünüĢleri, Samîler’in Arabistan'dan üçüncü defa göç etmeleriyle açıklanıyordu. Fakat Fenikeliler gibi Aramiler’in menĢei meselesi de son zamanlarda tartıĢma konusu olmuĢ, ortaya yeni bir görüĢ ortaya atılmıĢtır.195 Aramiler’in de Kenanlılar gibi Samî olmadıklarını ileri sürenlere göre Arami tipi, Samî tiplerin örneği olan halis Arap tipinden çok farklıdır. Saf Samî tipler uzun kafalı (Dolikosefal) oldukları halde Aramiler’e ait heykellerde, kabartmalarda, mezarlardan çıkarılan kafaları, iskeletlerde kafaların brakisefal oldukları burunun kemerliliğini gösterecek surette Samî tiplerden ayrılmaktadırlar. Bu devirlere ait görülmektedir. Aramiler basık ve arkaya meyilli Mısır geniĢ alınlarıyla anıtlarıyla Asurlular’dan kalan kabartmalarda Aramiler’in bu tipi pek güzel seçilebilmektedir. Öte yandan kökü Tevrat'ın Tekvin (Genesis) kitabına dayanan eski geleneğe kapılarak Aramiler’i Samîler’den sayanlar ise, bunların ya MÖ. 15. asrın son yarısında veya 14. asrın ilk yarısında Arabistan'dan Suriye'ye gelmiĢ olduklarını iddia etmektedirler. Halbuki Sinear tabletlerinde bu kavme verilen Dağlılar yani Aramiler adı bunların Arabistan'ın kumlu sahralarından geldiklerinin bir196 damgası olarak bu zamana kadar yaĢamıĢtır. Arabistan çöllerinden, batı sınırlarına gelen halka Sinearlılar’ın Dağlılar değil, çöllüler adını vermeleri çok doğaldı. Halbuki bunlara çöllü anlamına gelen bir isim değil, Dağlılar demek olan Aramiler ismini vermekle, köklerini açık olarak belirtmiĢlerdir. Bunlardan önce Arabistan'dan Sinear'ın batı sınırlarına gelmiĢ olan Samîler’e Dağlılar anlamına gelen bir isim değil, Batılılar anlamına gelen Amurrular adı verilmiĢ olması da bunu desteklemektedir. Sinearlılar, Aramiler’i ilk olarak memleketlerinin batısında değil kuzeyinde tanımıĢlardır. Asur kaynakları da, bunların Kuzey Mezopotamya dağlık bölgesinde yaĢadıklarını ve Asurlular’ın onlarla buralarda çarpıĢtıklarını tespit etmektedir. Gerçekten Aramiler’in Suriye'yi ilk defa kuzey doğudan sıkıĢtırmıĢ olmaları da bunların yukarı Mezopotamya'nın dağlık bölgelerinden inmiĢ olduklarını göstermekledir. Bir eserindeki iddiasını sonraki kitabında çürütmekte olan Rene Grausset'nin Aramiler’in önce Arabistan'dan güney Sinear’a gelmiĢ, sonra da buradan Suriye'ye geçmiĢ, oldukları yolundaki yazısı tarih olaylarına uymamasıyla kendiliğinden çürümektedir. Çünkü bu konuda bilgisi ve yetkisi pek az olan bu kiĢinin Aramiler'in Arabistan'dan göçtükleri zaman olarak gösterdiği 1450-1350 arası, Sinear'a hâkim olan savaĢçı Kaslar’ın 195 196 M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.134 M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.135 (III. Babil) (Kassit) zamanlarına denk gelmektedir. MÖ. 1551-1450 tarihleri arasında Sinear’a hâkim olan KaraindaĢ, I. KadaĢ-manharbe, II. BurnaburiyaĢ gibi güçlü hükümdarların açlık yüzünden Arabistan çöllerinden taĢan bedevi sürülerini memleketlerinin en bayındır ve en zengin bölgesine sokmamaları doğaldır. Gerçekten bunlar güney Sinear’ı ele geçirmiĢ olsalardı, bu kadar önemli bir olayın bir Ģekilde tabletlerde izini bulmak gerekirdi. Oysa, bu tarihler arasında Aramiler’in Güney Sinear’ı istilâ etmiĢ oldukları hakkında hiç bir delil bulunmamıĢtır. Aramiler brakisefal olduklarına ve Suriye'ye Mezopotamya'nın kuzey bölgesinden gelmiĢ bulunduklarına göre bunları Samîler’den saymak, gerçeğe uygun olmayan kuru bir iddia gibi görünmektedir. Bunların bıraktıkları kitabelerin Samî dil ile yazılmıĢ olması, hiç bir zaman kendilerinin ırki bakımdan Samî olduklarını ispat edemez. Çünkü tarih boyunca Suriye ve Irak'a inmiĢ olan ve baĢka ırklara mensup bulunan kavimlerin buralarda bir müddet sonra eski dillerini unutarak Samî lehçeyi almıĢ olduklarını biliyoruz. Aramiler'in Samî olduklarını son zamanlardaki arkeoloji buluntuları da doğrulamıĢtır. MÖ. 14. Yüzyıl’da Suriye’deki küçük prensler ve valiler tarafından firavun IV. Amenofis'e (1370-1352) gönderilen ve Tel-Amarna harabesinde bulunan mektuplarla Hititler’in Boğazköy arĢivinde Aramiler’den Habiru adıyla bahsedilmektedir. Bu belgeler, Arami adının bunlara Sinearlılar tarafından verilmiĢ olduğunu ve kendi aralarında Habiru ve yukarıda söylediğimiz diğer boy adlarıyla anıldıklarını göstermektedir. Amarna mektuplarında Habirular’ın Filistin'i ve Suriye’yi tehdit ettiklerinden acı acı Ģikâyet edilerek bunlara karĢı firavundan yardım istenilmekte, Boğazköy arĢivinde ise Habirular Suriye bölgesinde önemli bir kavim olarak belirtilmektedir. Tel-Amarna mektuplarının bulunarak çözüldükleri zamanlarda Habiru adını Ġsrailoğulları’nın Ġbranice adları olan Ġbri'ye benzetenler, bu mektuplarda Suriye prenslerinin korktukları kavmin Yahudiler olduğu iddiasında bulunmuĢlardı. Fakat, bugün Eski Önasya tarihiyle uğraĢan bilginler arasında Habirular’ın Aramiler olduğundandan Ģüphe eden çok azdır. Gerçekten, ilk defa Filistin'de tarih sahnesine çıkan Yahudiler’in 14. yüzyıl’da bütün Suriye ve Filistin prenslerini titretecek ve firavundan yardım istetecek kadar kuvvetli ve kalabalık bir unsur olmadıkları tarihte bilinen bir gerçektir. Ġsrailoğulları’nın fazla ĢiĢirilmiĢ bir nevi zafer destanı olan Ahdi-atik kitaplarında bile bu hakikat pek açık olarak belirmektedir. Eski Ahit (Tevrat) Bu sırada Suriye ve Filistin sınırlarında görünen ve yerli prensleri titretecek kadar kudretli olan tek kavmin Aramiler olduğu tarihçe kesin bir gerçek olduğuna göre, ElAmarna197 mektuplarındaki Habiru'ların ancak Aramiler olacağına Ģüphe yoktur. Çok geçmeden bunlar, bütün Suriye'ye hâkim olmuĢtur. ġam'da, Hama'da, Tedmür'de, Soba'da, Moab'da, Amman'da, Edom'da bağımsız prenslikler kurmuĢlardır. Aramiler’den bir grup da Sinear’ı zapt ederek burada en kudretli Asur krallarını yıllarca uğraĢtıracak bir hükümet meydana getirmiĢlerdir.198 Amarna arĢivinin bulunmasından sonra Babil'de keĢfedilen bazı tabletler de Aramiler’in Samî ırkla hiçbir münasebetleri olmadığını, bunların Mezopotamya kuzeyindeki Subaru'lar, Hurriler gibi Asyanik denilen Orta Asyalı boylara mensup bulunduklarını ortaya çıkarmıĢtır. Bu tabletlerden Scheil tarafından çözülenlerin birinde MÖ. 1972 tarihlerinde hayatta olan Larsa'nın Elam’lı kralı Rim-Sin'in hizmetinde Habirular’a mensup subaylar bulunduğu yazılmıĢtır. Bu tablet, Habirular’ın Amarna mektuplarından en az altı yüzyıl önceden beri Mezopotamyalılar tarafından tanındıklarını, aylıklı asker olarak Sinear ordularına girdiklerini göstermektedir. Son zamanlarda bulunan baĢka bir tablette Habira sözüyle birleĢmiĢ iki büyük adam ismi okunmuĢtur. Tableti çözen uzmanlar, "Habira,, kelimesinin Habirular’dan manâsını ifade ettiğini doğrulamaktadır. Bu uzmanlar, Habirular’dan olan bu Ġki adamın adlarının da Samî lehçeden ve Samîlere mahsus adlardan olmadıklarını belirtmiĢlerdir. Asyanik lehçeden olan bu adların bugün Kaslar’a mahsus isimler oldukları kesin olarak kanıtlanmıĢtır. Bu hususu göz önüne alan Halevvy, Scheil, Hilprecht, Reisner ve Lagrange gibi bilginler Habirular’ın Kaslar’la aynı soydan, yani Orta Asya'dan gelen göç dalgalarından olduklarını iddia etmiĢlerdir.199 Bütün bunlar, Tevrat'taki uydurma nesb cetveline uyularak geçmiĢten beri tarihi bir gerçek gibi kabul edilmiĢ olan meselelerden birinin, yani Aramiler’in Samî oldukları iddiasının ne kadar gerçek dıĢı olduğunu belirtmektedir. Aramiler, 18. Sülale firavunlarından IV. Amenofis’in damadı ve halefi Smenkhare zamanında Ģiddetlenen ihtilâl hareketinin Mısır'ı zayıf düĢürmesinden faydalanan Hititler’in KadeĢ'e kadar ilerlemesini fırsat bilerek Suriye'ye yayılmıĢlardır. Mısır'da 19. sülalenin kuruluĢuna kadar geçen karıĢık devir, Aramiler’e yayıldıkları bölgelerde yerleĢmek imkânını vermiĢti. MÖ. 14. Yüzyıl sonlarına doğru, Horemheb, Mısır'ın sarsılan nüfuzunu yeniden 197 M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.136,137 M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.138 199 M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.138 198 kurmak üzere çırpınırken, Oront vadisine yayılan ve buralardaki Amurrular’la karıĢıp kaynaĢmıĢ olan Aramiler, yukarı Suriye ve Naharina ile beraber Hititler’in nüfuzları altında bulunuyorlardı. Filistin ise Habirular’la (Arami) Bedevi Samîler’in (ġassu) çarpıĢma alanı olmuĢtu. Yukarı ve aĢağı Kezenu'da firavunların otoritesi iyice zayıflamıĢtı. Asur krallarından I. Salmanassar (1280-1260) Hititler’i yandan tehdit edebilecek bir kudret belirttiği zamanlarda Aramiler artık Suriye'de hatırı sayılır bir varlık olmuĢlardı. Hitit kralı III. HattuĢili (1281-1260) tarafından Babil'deki Kas (III. Babil) kralı KadaĢman-Turga'ya gönderilmiĢ olan bir mektupta Aramiler'in bu zamanlarda Suriye'de önemli bir güç olduklarının belirtildiği görülmektedir. Bu dönemde Hellespont'un yani bugünkü Çanakkale Boğazı’nın ötesinden gelen bir tazyikle Anadolu'ya akmıĢ olan Kuzey ve Deniz kavimleri, deniz ve kara yoluyla Suriye'ye sokulmuĢ, Aramiler’in gitmek istedikleri alanlara yayılmıĢlardır. Firavun II.Ramses ile Hitit Kralı III. HattuĢili arasındaki MÖ. 1280 tarihli antlaĢma, Suriye ve Filistin'de bir huzur devri baĢlattığından Aramiler, bundan faydalanarak yerleĢmiĢ, kuvvetlenmiĢ ve yukarıda söylediğimiz gibi, Hama'da, Soba'da, Tedmür'de, Moab'da, Amman'da, Edom'da ileride geliĢecek olan Arami prensliklerinin temellerini kurmuĢlardır. Kuzeydekiler Hititler’in güneydekiler de firavunların hegemonyaları altında serpilmiĢ ve geliĢmiĢlerdir.200 MÖ. 1230-1195 tarihleri arasında Anadolu'da Hitit Krallığı’nın çökmesi, Mısır'da 20. sülalenin III. Ramses’ten sonra zayıflaması, Suriye ve Filistin halkına, kendi kaderini serbestçe belirlemek fırsatını vermiĢti. Bir aralık Asur kralı I. Tiglatpileser Kuzey Suriye üzerine yüklenmiĢ, Akdeniz’e kadar inmiĢtir. Yazıtlardan birinde tanrıların savaĢ meydanlarında kendisine zaferler kazandırdığını anlatırken: “Memleketler, dağlar ve Ģehirler zaptettim. Lübnan dağlarına kadar altmıĢ kral ile savaĢtım” demektedir. Fakat kendisinden sonra gelenler bu hızı tutturamamıĢ olduklarından Suriye yine dıĢ güçlerin etkisinden kurtulmuĢtur. Doğuda Asurlular’ın, güneybatıda Mısırlılar’ın saldırısı güçlerini Suriye ve Filistin’deki Samî ve SamîleĢmiĢ kavimlere bütün kabiliyetlerini gösterebilecek bir devir açmıĢtı. MÖ. 11. Yüzyıl’dan 7. Yüzyıl’a kadar süren zamanda bu kavimler, karada ve denizde gerçek bir hakimiyet kurmuĢlardır. Fakat, bu kavimlerin üstünlüğü, askeri değil, ticari ve iktisadi bir üstünlüktür. Bu dönemde Fırat’tan Nil’e kadar uzanan bölgelerde yabancı hiçbir devletin nüfuz ve etkisi kalmamıĢtı. Bu bölgelerde küçük prensliklerin kendi geleceklerini kendilerinin tayin edebilecekleri elveriĢli zaman baĢlamıĢtı. 200 M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.139 Ġç ve Kuzey Suriye’deki Aramiler, Suriye sahillerindeki Fenikeliler, Filistin kıyılarındaki Filistler, Kenan ilindeki Ġbraniler bu fırsattan yararlanarak bağımsız birer hükümet kurdular. Oront’un yukarı kısmındaki Hama, Soba prenslikleri de bağımsızlıklarını kazandılar.201 5. FĠLĠSTĠN’DE ARAMĠLER Anti Lübnan ile Suriye çölü arasındaki vahada yaĢayan eski Amurrular yurduna akın eden Aramiler, buralardaki çeĢitli unsurlardan meydana gelen halkı hükümleri altına almıĢ, MÖ. 12. Yüzyıl’dan baĢlayarak merkezleri eski Ki-MaĢk ve Orant üzerindeki Hama ile Sam'al (Zincirli) olmak üzere birer hükümet kurmuĢlardır. Buralardaki halk, Hurriler, Hattiler, Mitanniler, Amurrular, Kenanlılar gibi türlü etnik gruplar yığını halinde bulunuyorlardı. MÖ. 2. Bin baĢlarında en kalabalık unsuru teĢkil eden Amurrular hâkim durumu elde etmiĢ olduklarından, doğal olarak dilleri de zamanla bütün unsurların ortak dili olmuĢtu. Aramiler buralara yerleĢtikleri zaman, genellikle konuĢulan lehçe Amurrular’ın Samî dili idi. Amurrular’ın prensliğine varis olan Aramiler onların dillerine ve dinlerine de varis olmuĢlardır. Fakat türlü kavimlerin karıĢmasından oluĢan bu halkın konuĢtuğu lehçe doğal olarak Arabistan içlerinde konuĢulan saf Samî lehçe değildi. Bu lehçe, bütün etnik grupların ana dillerinden oluĢan Samî dili kalıbına sokarak aldığı bir çok sözle karıĢmıĢ bulunuyordu. Aramiler, Dicle ve Fırat'tan Kerkha'ya, Akdeniz'e kadar olan alanda göçebe halinde yaĢadıkları gibi, Filistin'in doğu ve güney bölgelerine de yayılmıĢ bulunuyorlardı. Asur krallarından III. Tiglatpileser’e ait bir yazıtta Dicle boylarından Ġskenderun Limanı’na kadar uzayan bölgede 25 Arami kabilesinin bulunduğu haber verilmektedir. Aramiler’in Asur kaynaklarında Amurru memleketinin Aramileri denilen birleĢik zümrelerine gelince, bunlar Kuzey Suriye'nin verimli bölgesiyle Anti Lübnan ve Suriye çölü arasındaki verimli vahada önceden kurulmuĢ olan KimaĢk ve Hama prenslikleri idi. Sam'al prensliğinin de yeni Hatti-Arami karması olduğu anlaĢılmaktadır. Dicle ırmağından Ġskenderun Körfezi’ne kadar uzanan bölgede dolaĢan Aramiler, Kuzey Suriye’deki küçük Arami prensleriyle ġam krallarına insan ve malzeme temin etme vazifesini görüyorlardı. ġam'ın güneyinde Maverayı - Ürdün çevresine yayılan Aramiler de buralarda Soba, Moab ve Amon ve Edom prensliklerini kurmuĢlardır. 201 M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.140. MÖ. 1. Bin’de Suriye çölünden Kuzey Arabistan'da Medayini-Salih'e doğru yayılan ve gelecek zamanlardaki Nabatî'lerin ataları olan Nabateu'ların da Aramiler’den oldukları sanılmaktadır.202 Kuzey ve Güney Aramîleri, ilk zamanlarda kuvvetli rakiplerle karĢılaĢmaksızın, geliĢmelerine devam etmiĢlerdir. Fakat Filistin'de Kenan iline yerleĢen Ġbranîler, sahil boyundaki Filistler’i ve diğer küçük grupları yıpratarak egemenlikleri altına aldıktan sonra, geçici bir zaman için Aramiler’in tehlikeli bir rakibi olmuĢlardır. Bu zamanlardaki Ġbrani kralı Davud (1010-955), Aramiler’in Maverayı-Ürdün'deki küçük Soba prensliğine son vermiĢti. Fakat son hükümdarın Ģöhretli generali I. Razon (veya Hezion) Süleyman'ın (955—935) ilk yıllarında KimaĢk'a çekilerek buradaki Aramiler’in baĢına geçecek, Ġbraniler’in elinden Suriye hegemonyasını alacak olan bir sülale kuracaktır. Moab ise, daha sonraları MeĢa adlı kralının Ġsrail kralı Akhab ile yaptığı savaĢlarla tarihe girmiĢtir. Bunların güneyindeki Ammem krallığı ile batıda Negeb, güneyde Kızıl denize kadar uzanan Edom Krallığı, Yuda Krallığı’nın Arabistan yollarına doğru geniĢlemelerine engel olacaklardır. ġüphe yok ki bu küçük krallıkların yankıları ve Tevrat kronikleriyle zamanımıza kadar gelebilmiĢ olan bir tarihleri vardı. Ancak, bunların asılları karanlıklara gömülmüĢ olduğu gibi buralarda mahalli anıtlar da pek azdır. Bunlar arasında MeĢa'nın Aramca yazıtı MÖ. 1. Bin’de Maverayi-Ürdün'deki Aramiler’in siyasi durumlarını az çok aydınlatmaktadır. Kuzey Arami prensliklerinin en güçlüsü KimaĢktır. En son yıkılanı da Hama Krallığı’dır. Asur yazıtları ile Tevrat, Kuzey Arami tarihini az çok aydınlatmaktadır. Güney Aramileri hakkındaki bilgimiz ise hemen hemen Ġbraniler’in çok eksik olan rivayetlerine dayanmaktadır.203 6. HAMA VE KĠMAġK PRENSLĠKLERĠ MÖ. 11. Yüzyıl’da Kuzey Arami prensliklerinin en güçlüsü Hama'da kurulmuĢ olan prenslikti. Fakat MÖ. 10. Yüzyıl baĢlarından itibaren ġam prensliği kuvvetlenmiĢ, Arami hegemonyasının merkezi olmuĢtur. Amurrular ülkesine varis olan Hama ve ġam hükümetleri, politikada kabiliyetli eski Amurru prensi Aziru'nun dirayetini canlandıran krallar yetiĢtirmiĢlerdir. Bu durumda her iki 202 203 M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.142. M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.143. prenslik, hayatlarını çarpıĢmalarla geçiren Fenike ve Ġbrani krallarının rekabet ve ölçüsünde, Asur selinin bütün Suriye ve Filistin'i kaplayacağı zamanlara kadar ayakta durabilmiĢlerdir. Aramiler’in kuzey prenslikleri, yani Hititler’in KarkamıĢ krallığı gibi, Bekea'yı ve Oront, Eleutheros, Leontes ırmakları yatakları boyunca denize giden yolları, Asurlular’a karĢı uzun süre kapamayı baĢarmıĢlardır.204 ġam Aramileri’nin tanıdığımız ilk kralları I. Razon’dur. Soba Aramileri’nin son prensesi Hadader'in generallerinden olan Razon, bu prensliği yıkan Davud'un oğlu ve halefi Süleyman (970-930) zamanında ġam'a çekilerek buradaki Aramileri bir araya toplamıĢ, burada Süleyman'ın ölümüne kadar Ġbraniler’le çarpıĢmıĢtır. Razon'un haleflerinden Tabrimon ve I. Ben-Hadad Mısırlılar’la Asurlular’ın iç karıĢıklıklarla uğraĢmalarından, Ġbraniler’in de Süleyman'dan sonra parçalanarak birbirleriyle boğuĢan iki hükümete ayrılmasından faydalanarak ġam Devleti’ni geniĢletmiĢ, Lotanu’nun egemenliğini ele geçirmiĢlerdir. Bir zamanlar I. Ben-Hadad Filistin'in Ġsrail Hükümeti’ne ait kuzey bölgesini istilâ ederek, Ġsrail Kralı Omri'yi (885) baĢkentinde Aramiler’e özel bir mahalle yapılmasına izin vermeye zorlamıĢtır. Bu zamandan itibaren ġam Aramîleri’yle Filistin Ġbranileri arasında bazen bir tarafın, bazen de diğer tarafın kazanmalarıyla sona eren çarpıĢmalar baĢlamıĢ ve devam edip gitmiĢtir. Önasya'nın kara ticaretini ellerine alan Aramîler, birbirleriyle çarpıĢan Ġsrailoğulları hükümetlerinden bir miktar toprak alarak Akdeniz’e çıkmak, Akkâ'da Fenikeliler’in Tir limanlarına karĢı bir ticaret limanı kurmak amacını güdüyorlardı. Bu siyaset, deniz ticaretinin ellerinden alınacağı endiĢesine düĢen Fenikeliler’le, topraklarının zapt edilmek istenilmesinden haklı olarak endiĢelenen Ġsrailoğulları devletlerini, ġam Aramileri’ne düĢman etmiĢti. Ġsrail Kralı Akhab (873-851), ġam Aramileri’ni daha tehlikeli gördüğü için rakibi olan Fenike ve Yahuda hükümetleriyle anlaĢmak siyasetini gütmüĢ, bu yolda giriĢimlerde bulunmuĢtur. Ġsrail Krallığı topraklarında yetiĢtirdiği buğdaylara büyük ihtiyacı olan Fenike'nin Tir (Sur) kralı Itobaal (887-856) bu teklifi derhal kabul etti. ġam kralı Hadadezer’in(Ben-Hadad veya Adadidri) Akdeniz’e çıkarak deniz ticaretinde Fenikeliler’e rakip olmasına fırsat vermemek için Akhab'la bir antlaĢma imzaladı. Aralarındaki birlikteliği kuvvetlendirmek için, kızı Jezabel'i Akhab'a verdi.205 Sonra Kudüs kralı Josafat (874-849) da bu antlaĢmaya alınarak 204 M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.144. Lotanu: Mezopotamya’nın kuzeyinden Önasya’ya kadar olan bölgeye verilen isimdir. 205 M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.145. kardeĢler birliği tamamlandı. Akhab, bu antlaĢmalarla memleketinin batı ve güney sınırlarını emniyet altına almıĢ olduğundan, ġam Arami Krallığı’nın en güçlü zamanında (855 tarihlerine doğru) Hadad-ezer'in Ģiddetli akınlarını bütün kuvvetiyle karĢılayabildi. Kendisini baĢkentinde çeviren Arami kralını, sonunda kuĢatmayı terk ederek ġam'a çekilmek zorunda bıraktı. Ertesi yıl da Taberiye Gölü’nün doğusunda Afek ovasındaki savaĢta Aramiler’i periĢan ederek, Kral Hadadezer'i de esir etti. Fakat, Suriye ve Filistin'in yerli prensleri birbirleriyle çarpıĢtıkları bu zamanlarda Asurlular bütün Önasya için büyük bir tehlike olmaya baĢlamıĢtı. Büyük bir komutan fakat, amansız bir kral olan II. Asurnasirpal (884-858) Kalah Ģehrinde kendisine yaptırmıĢ olduğu muhteĢem saray harabesinde ele geçen bir yazıtında, MÖ. 877 yılında Suriye'ye bir sefer yaptığını, Lübnan'dan Akdeniz kıyılarına çıkarak silâhlarını denizde yıkadığını, Arad, Biblos, Sidon (Sayda) ve Tir prenslerinden vergiler aldığını haber vermektedir. Kitabelerden birinde, düĢmanlarının gözlerini oydurmak, ellerini, kulaklarını, burunlarını kestirmek ve nihayet onları kazıklatmak veya diri diri gömdürmekle öğünen II. Asurnasirpal Fırat boylarında ve Biblos eteklerinde görünmesinin Suriye ve Filistin prenslerini nasıl titretmiĢ olacağını düĢünebiliriz. Büyük bir ihtimalle, Akhab da, Asurlular’ın uyandırdıkları korkunun tesiri altında amansız düĢmana karĢı birlik kurmak ümidiyle, esir etmiĢ olduğu Hadadezer'i serbest bırakmıĢtır. Fakat, Suriye ve Filistin prenslerini korkutan büyük tehlike Asurnasirpal zamanında değil, oğlu ve halefi III. Salmanassar ( 858-824) devrinde baĢgösterdi. III. Salmanassar, MÖ. 854 tarihinde Halep ve KargamıĢ üzerine yürüdüğü zaman bütün Suriye ve Filistin büyük bir endiĢeye kapıldı. Hama kralı Ġrhuleni, bütün Suriye-Filistin, Kilikya ve Fenike prenslerini müĢterek düĢmana karĢı koymak için yardıma çağırdı. BaĢta ġam kralı Hadadezer, Ġsrail kralı Akhab olmak üzere Irkat, Arad siteleri MuĢru (Kilikya?) ve 12 Hitit prensi idaresindeki bölgeler, bu birliğe katıldılar. Hama krallığı dahilindeki Karkar'da, Asur kralını durdurmak istediler.206 Fakat III. Salmanassar birleĢik kuvvetleri periĢan etti. 14 bin adam öldürdü ve 25 bin de esir aldı (854). Fakat her nedense ġam üzerine yürümedi. Batıya doğru ilerleyerek deniz kıyısına kadar indi. III. Salmanassar bir yazıtında Karkar savaĢını anlatırken; “Bir yıldırım tanrısı gibi tufanı andıran yağmurlar yağdırdım. DüĢmanların ölülerini yığarak Orontos (Asi) ırmağının yatağını değiĢtirdim” demektedir. 206 M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.147. Asurlular çekildikten sonra Aramiler’le Ġsrailiye arasındaki sulh ancak üç yıl sürdü. Ġsrail krallığına ait Ramot Ģehrini iĢgal etmiĢ olan ġam Aramîleri’nin söz vermiĢ oldukları halde, burayı boĢaltmamaları ġam ile Sanıra arasında yeniden bir savaĢ baĢlamasına sebep oldu. Yahudi peygamberleri zafer müjdesini vermiĢ oldukları halde, Akhab savaĢırken bir ok ile vurularak öldü. Müttefiki Yahudiye kralı Josefat da ölüm tehlikesi atlatarak güçlükle Kudüs'e kaçabildi. Zafer müjdesi veren peygamberlerin değil, ölüm ve felâket haberi yayan Yumla'nın oğlu MiĢe'nin kehaneti gerçek çıkmıĢtı. 849 tarihinde Asurlular tekrar Hama Aramileri üzerine yürümüĢlerdir. Buna karĢı Hitit ülkesinin 12 kralı ile Aramiler’in ġam kralı Hadadezer, Hama kralının yardımına koĢtular. Fakat Astamaku'da mağlup oldular. Üç yıl sonra (846) 120 bin kiĢilik bir Asur ordusunun tekrar Hama ve ġam üzerine yürüdüğünü görüyoruz. Bu muharebede Hadadezer ile Ġrakhuleni orduları yine mağlup oldular. Asur orduları çekildikten sonra, ġam Arami kralıyla müttefik Ġbrani kralları yine birbirleriyle boğuĢmaya koyuldular. Suriye Aramileri’yle Ġsrail oğullarının iki hükümeti arasında savaĢın patlak vermesi kadar, sürüp gitmesinde de o zamanlarda yaĢayan iki Yahudi peygamberinin Ġlyas (Elie) ile Elyesa’nın (Elise) çevirdikleri entrikalar, baĢlıca etken olmuĢtu. Her iki peygamber, Baal'a tapan Tir (Sur) kralının kızı Jezabel ile evlenen Akhab'ın mensup olduğu Omri hanedanını dinsizlikle suçluyor, bütün gayretleriyle bu sülâlenin baĢında bulunduğu Ġsrail hükümetini yıkmağa çalıĢıyorlardı.207 Bu iki peygamber, aynı hususu Jazabel'in kızı Athalie'yi oğlu Joram'a alan Yahudiye kralı Josafat'a karĢı da besliyorlardı. Ġki Yahudi hükümetinin birleĢik ordularını yenen Arami hükümdarı Hadadezer'in çevirdiği Samari Ģehrini zapt etmeyerek ġam'a dönmesi, belki Elyesa peygamberi memnun etmiĢti. Çünkü hasta olarak baĢkente dönen Hadadezer'in arkasından o da ġam'a gitmiĢti. Hadadezer, hastalığına belki bir çare bulur ümidiyle generallerinden Hazael'i Elyesa'ın ziyaretine gönderdi. Yahudi peygamberi bir çare bulmuĢ olmalı ki general Hazael, Elyesa'ı ziyaret edip saraya döndüğü zaman, hükümdarını yatağında boğarak krallık tahtına kendisi oturdu. Akhab'ın Ölümünden sonra yerine geçen oğlu Joram ile Juda kralı Okhozias günün siyasi gereği olarak birbirlerinin müttefiki, ġam hükümetinin de akrabası olmuĢlardı, Ġsrail hükümetinin baĢında bulunan Omri hanedanına düĢman olan peygamberler, Hazael'i bunlar aleyhine kıĢkırtmakta devam ettikleri gibi, alttan alta bir isyan da hazırlıyorlardı. 207 M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.148. Aramiler kralının indirdiği darbe Elyesa'nın dinsiz saydığı her iki Ġbrani kralı aleyhine hazırlamakta olduğu ayaklanmanın patlak vermesini temin etmiĢti. Elyesa'ın tensibi ile ihtilâlcilerin baĢına geçen Ġsrailiye generallerinden Jehu, hem hükümdara Joram ile Akhab'ın yetmiĢ oğlunu, hem de Yahudiye kralı Okhoziyas ile Davud neslinden kırk iki prensi boğazlattı, Ġsrail tahtına oturdu. Suriye ve Filistin’de Yahudi peygamberlerinin hazırlıkları bu kanlı olaylar devam ederken Asur kralı III. Salmanassar da Suriye’ye girmek üzere Fırat boylarına dayanmıĢtı. MÖ. 842 yılında Anti Lübnan önlerinde meydana gelen kanlı savaĢta ġam kralı Hazael yenildi. SavaĢ alanından periĢan bir halde kaçarak baĢkentine sığındı. III. Salmanassar, üzerine bu savaĢ sahnesini kazdırmıĢ olduğu dikili taĢta "Hazel'i KimaĢk'ta çember içine aldım. Bahçelerini yakıp yıktım. Havran dağına kadar gittim. Sonra Nehr - ül - Kelp kayalıklarına indim.208 Bu sırada Tir ve SidonIular’ın ve israil kralı Jehu'nun vergilerini aldım” demektedir. Bu yazıttan anlaĢıldığına göre, peygamber Elyesa'ın yardımıyla kanlı cesetler üzerinden atlayarak Ġsrailiye krallığına çıkmıĢ olan Jehu, Asur seline karĢı seyirci kalmıĢ, ġam Aramileri’ne yardım etmeği düĢünmemiĢtir. Oysa, Asur çığı bir müddet sonra yalnız Aramileri değil, Jehu'nun baĢına geçtiği Ġsrail Krallığı’nı da silip süpürecekti. III. Salmanassar, hayatında oğulları arasında baĢlayan mücadele ve bunu takip eden isyanlar yüzünden Asurlular’ın Suriye sınırlarında görünmemeleri, buradaki yerli prenslerin yeniden birbirleriyle savaĢmalarına fırsat verdi. ġam kralı Hazael, Ġsrailiye kralı Jehu'nun son hareketini cezasız bırakmak istemeyerek Ġsrailiye krallığı topraklarına girdi. Önüne gelen Ģehir ve köyleri yaktı, yıktı. Çocukları, gençleri kılıçtan geçirmek suretiyle buraları mezbahaya çevirdi. Hazael, Asur saldırısının duraklamasından faydalanarak, Ġsrailoğullarıyla anlaĢmak suretiyle yeni felâketleri önlemeğe çalıĢacağına, mücadeleyi hızlandırıyordu. Bu çarpıĢmalar sonunda Ġsrail Kralı Jehu Maverayi-Ürdün'ü kaybetti. Oğlu ve halefi Joak-haz (MÖ.814-798), zamanında ġam karĢısında Ġsrail'in durumu daha kötü oldu. Hazael, bu krallığın hemen bütün ülkesini zapt etti. Joakhaz'ın elinde yalnız baĢkent Samariya kaldı. ġam Aramileri bununla da kalmadılar. Kudüs'teki Juda Krallığı arazisini de tehdide baĢladılar. Juda Kralı Joas ġam'a vergi vermeği kabul etmek Ģartıyla saldırıyı önleyebildi. ġam Aramileri’nin Lotanu krallıklarına karĢı uzun zamandan beri süren üstünlüğü, Hazael'in oğlu II. Ben-Hadad zamanına kadar devam etti. Fakat II. Ben-Hadad bu üstünlüğü koruyamadı. Hama prensine karĢı kurduğu birlik savaĢ alanında muvaffak olamadı. Hama 208 M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.150. kralı Zakir, ġam kralı Hazael'in baĢkanlığı altında üzerine yürüyen Sam’al ve Malatya prensleriyle beraber on prensin birleĢmiĢ ordularını periĢan ederek Hazael kalesini kuĢatmadan kurtardı. II. Ben-Hadad’ın bu mağlubiyeti, ġam Krallığı’nın kuvvetini ve Suriye-Filistin prensleri üzerindeki otoritesini sarstı. Ġsrail kralı Joas durumdan faydalanarak, zamanında Hazael'in babası Joakhaz'ın elinden almıĢ olduğu Ģehirleri geri almayı baĢardı. Lotanu hegemonyası, Ġsrail tarafına geçmiĢ gibi görünüyordu. Fakat, bu sıralarda tekrar baĢ gösteren Asur tazyiki, bu durumu da altüst edecekti. III. Salmanassar’ın hayatında oğulları arasında meydana gelen geçimsizlik ve çarpıĢmanın yirmi sene kadar durdurduğu Asur saldırıĢı, III. Adadnirari’nin Asur tahtına çıkmasıyla yeniden baĢladı. Fırat'ı aĢan Asur orduları ġam'ı çevirdiler. II. Ben-Hadad’ın yerine geçmiĢ olan oğlu Mari (Ben - Hadad III) 'nin ordusu bozuldu.209 Kendisi de esir düĢtü. Asur kralı, ġam’dan büyük ganimetler elde etti. III. Adadnirari’nin aldığı ganimetler arasında 2500 talent gümüĢ, 20 talent altın, 3000 talent bronz, 5000 talent demir ile fil diĢi bir karyola, fil diĢi bir taht ve sayısız diğer eĢya bulunduğu yazılan tabletlerde, esir edilen kral Mari’nin muzaffer Asur kralının ayaklarına kapanarak vasallığa kabulü ve affedilmesi niyazında bulunduğu da kaydedilmiĢtir. III. Adadnirari (MÖ. 810-782) bir yazıtında bu seferini anlatırken, “Hatti ve Amurru memleketlerini baĢtan baĢa itaat altına aldım. Tir, Sidon siteleriyle, Ġsrail, Edom ve Filistin memleketlerini ağır vergilere saldım” demektedir. Fakat III. Adadnirari Suriye ve Filistin’de çok kalmadı. Ġmparatorluk içinde baĢ gösteren karıĢıklıklar, göçebe Aramiler’in Yukarı ve AĢağı Mezopotamya’ya akınları, kendisini ordusuyla memleketine dönmek zorunda bıraktı. 7. ARAMĠLER’ĠN ASUR ĠMPARATORLUĞUNA AKINLARI Asur kralının ordusuyla memleketinden bu kadar uzaklaĢmıĢ olması, imparatorluk çevresindeki göçebe Aramiler’e zengin Asur ve Babil bölgelerine yayılarak Ģehir ve köyleri yağma etmek fırsatını vermiĢti. ġam ve Hama’nın Arami kralları ordularına kaynak olan göçebe Aramilerin bu krallıklar üzerine yürüyen III. Adadnirari’yi arkadan vurarak onu geri çekilmek zorunda bırakmak için; belki ġam kralının tahriki ile bu harekete giriĢmiĢ olmaları uzak bir ihtimal değildir. Asur kralı dönünceye kadar, Kuzey ve Güney Mezopotamya'ya yayılarak her tarafı dehĢet içinde bırakan Arami boylarından Ġtua'lar imparatorluk baĢkenti 209 M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.152. çevrelerine kadar sokulmuĢlardı. Bunların Asurlular’ın nüfuzunu sarsan hareketleri, bir çok ayaklanmaya neden olduğu gibi, doğu sınırları ötesindeki dağlık bölgede (Medye'de) kuvvetlenen Madai'ların da Asur Ġmparatorluğu’nu tehdit etmelerine yol açmıĢtı. III. Adadnirari’nin talihsiz halefleri bu isyanları bastırmakla uğraĢtıklarından 755’ten önce Fırat boylarında görünemediler. Bu tarihte ancak Sam’al kralının Kuzey Suriye'de sebep olduğu huzursuzluğu bastırmak için Fırat boylarına inmiĢlerdir. Son olayların ġam Aramileri’ni zayıflatmıĢ olması, Ġsrail kralı II. Jerobaam’ın Suriye krallığına karĢı hürriyetini, belki de Lotanu hegemonyasını kazandırmıĢtı. 210 Fakat, bütün bu değiĢiklikler geçici idi. Ġç karıĢıklıkları bastırarak Akdeniz kıyılarına inmeye hazırlanan Asur dalgalarının Suriye ve Filistin'deki küçük devletleri yutacağı zaman yaklaĢmıĢtı. Aramiler ön safta oldukları için ilk yenilgiye onlar uğrayacaklardı. Asur tahtına, bu imparatorluğun en kudretli hükümdarlarından III. Tiglatpalasar’ın (745-727) çıkıĢı bu zamanın gelmiĢ olduğuna iĢaretti. Tiglatpalasar 742 de, Kuzey Suriye'de bir varlık göstermeğe çalıĢan Sam’al krallığına ilk darbeyi indirmek üzere iĢe baĢladı. 738’de tekrar Fırat boylarına geldiği zaman Fırat'tan Suriye kıyılarına kadar 19 küçük krallık askerlerinin birleĢik bir cephesiyle karĢılaĢtı. Bunların baĢında ġam kralı II. Razon ile Ġsrail, KargamıĢ, Sam’al krallarıyla, Biblos, Tir, Sidon siteleri baĢbuğları ve Kilikya prensleri bulunuyorlardı. III. Tiglapalasar birleĢik prensler ordularını ilk hücumda dağıttı. Bir tablette Aramiler’in ġam kralı II. Razon ile Ġsrail kralı Menahem (743-737), Biblos,Tir ile Sidon, KargamıĢ, Samal, Kilikya, Kommagene prenslerinin vatandaĢlık vergilerini nasıl getirdikleri anlatılmaktadır. Asur orduları çekildikten sonra, ġam'ın Arami kralı II. Razon ile Ġsrail kralı birleĢerek Juda kralı Akhaz'ın üzerine yürümeğe hazırlandılar. Durumunu ümitsiz gören Akhaz birçok hediyeler göndererek Asur kralını yardıma çağırdı. Yeniden Suriye'ye giren III. Tiglatpalasar ġam'ı çevirerek zapt etti. Kral II. Bazon’u da öldürterek Aramiler’in Suriye'deki en kudretli devletine son vermiĢ oldu. Buralardaki Aramiler’i sürerek Asur sınırları boylarına yerleĢtirdi. Filistin'de Juda devleti ile yakındaki Edom prensliği, vergi vermeyi taahhüt ettiklerinden geçici bir zaman için yerlerinde kalabildiler.211 8. ANADOLU’DA ARAMĠ ETKĠLERĠ Daha önce de belirttiğimiz gibi özellikle MÖ. 11. ve 10. asırlar, tam manasıyla bir Arami asrı olmuĢtur. Öyle ki, bu asırlar içinde, Aramiler'den Bit-Zamani kabilesi doğuda 210 211 M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.153. M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.154. Diyarbakır civarına, Bit-Adini kabilesi Fırat nehrinin büyük kıvrımı içerisine, Bit-Agusi kabilesi Fırat ile Karasu arasına, Bit-Gabbar kabilesi Gaziantep civarına, Bit-BrutaĢ kabilesi ise Kayseri civarına kadar sokulmuĢ idiler.212 Bu sırada Asur tahtına I. Tiglatpileser (MÖ.1114-1074) gibi güçlü bir kralın geçmesi üzerine Mezopotamya'daki siyasi durum Asur lehine değiĢmiĢ ise de, bu ancak geçici bir süre için böyle devam etmiĢtir. Gerçekten de bu kral, bir taraftan Fırat'ın ötesinde Aramiler'le savaĢırken, öte taraftan da Urartu kabileleriyle ve ilk defa adları bu devirde ortaya çıkan MuĢki kabileleriyle savaĢıyordu. Bu devirde Urartular henüz siyasi birliklerini kuramamıĢlardı.213 Asurlular’ın ve Aramiler’in, kuzeylerinde kalan tepeler üzerinde yüzyıllar süren baskısının beklenmedik sonuçlarından biri, o zamana kadar Van Gölü çevresindeki dağlarda bağımsız olarak yaĢayan çeĢitli kavimlerin zorunlu olarak birleĢip Urartu olarak bilinen devleti oluĢturmalarıydı.214 Bununla beraber Urartu devleti, en güçlü olduğu MÖ. 8. asırda, Anadolu'da ancak Malatya'ya kadar yayılabilmiĢti. Çünkü bu devirde Orta Anadolu'da Frig devleti vardı.215 Görülüyor ki, Ege göçlerinden sonra Anadolu'da Hitit ve Mitanni gibi büyük devletlerin yerini Ģimdi Frig ve Urartu devletleri almıĢ, Mezopotamya'daki III. Babil (Kas) Devleti’nin yerini ise Asur devleti Ġle birçok Arami kabilelerinin kurduğu Ģehir devletleri almıĢtı. Bunlardan Urartu ve Frig devletlerinin hâkimiyet sahası arasında kalan Kayseri ile Malatya arasındaki bölgede ise Hitit Devleti’nin kalıntısı olan birtakım küçük prenslikler bulunuyordu. Ayrıca Kuzey Suriye'de, daha Eski Hitit Devleti zamanından beri Hitit hâkimiyetine girmiĢ olan Halep ve KarkamıĢ gibi büyük Ģehirler de mevcuttu. Kuzey Suriye'de bulunan Hitit Ģehirleri, Arami istilâsına karĢı koyabilmek için, Asur Devleti’ne bağlı olmayı tercih ediyorlardı. Anadolu'daki Hitit Ģehirleri ise, zaman zaman değiĢen büyük devletler, yani Frig, Urartu veya Asur kralları arasında el değiĢtiriyorlardı. 216 Asurlular’ın, stratejik konumları nedeniyle Geç Hitit Devletleri’nin ticaret yolları üzerindeki denetimlerine meydan okuması kaçınılmazdı. MÖ. 1110 dolaylarında Asurlular sınırları aĢmıĢ, bundan kısa bir süre sonra da, Aramiler yeni bir tehdit olarak sahneye çıkmıĢlardı. Fırat’ın doğusundan gelen bu göçebeler, bazı Hitit beyliklerini ele geçirip kendilerini burada kabul ettirmeyi baĢarmıĢlardı. Arami akınlarının Hitit devletleri kadar 212 E. MemiĢ, a.g.e., s.156. F. Kınal, Eski Anadolu Tarihi, TTK. Yayınları, Ankara–1987, s.233. 214 J. G. Macqueen, Çev. Esra Davutoğlu,Hititler ve Hitit Çağında Anadolu, ArkadaĢ Yayınevi, Ankara–2001, s.172 215 F. Kınal, a.g.e., s.233. 216 E. MemiĢ, a.g.e., s.158. 213 Asurlular üzerinde de ciddi etkileri olmuĢtu. Asur ordularının yeniden Kuzey Suriye’ye ulaĢıp Anadolu dağlarına sızmaya baĢlaması MÖ. 900’leri buldu. Bu yüzyıl boyunca Kuzey Suriye devletleri, büyük miktarda haraç toplanmasını sağlayan ama her hangi bir kalıcı fetihle sonuçlanmayan, bitmek bilmeyen Asur akınlarına maruz kalmıĢtı.217 Böylece Önasya memleketlerinin önce Ege göçlerine, arkasından da Samî Arami göçlerine maruz kalması ve göçlerden önceki Yeni Hitit Devleti zamanında ise Anadolu'da, Hatti, Hitit, Mitanni, Hurri, Luwi, Pala vs. gibi değiĢik kökenli kavim gruplarının bulunduğu göz önüne alınırsa, bu devir Ģehirlerinde etnik bakımdan homojen bir yapının olamayacağı çok açıktır. Gerçekten, MÖ. 8. asırda Danuna Kralı Asitavanda'nın, sarayının duvarlarına Hitit Hiyeroglif ve Fenike dil ve yazısı ile olmak üzere iki dilde kitabe yazdırması, bu Ģehirde de tek bir kavmin oturmadığını gösterir. Aynı Ģekilde, MÖ. 9. asırda Sam'al (Zincirli) kralı Kilamuva da Ģehir halkını Ba'erirler ve MuĢkaplar diye ikiye ayırmaktadır.218 Oysa Asur vesikalarında, bu Ģehir devletlerine genel olarak "Hatti memleketi" deniliyordu. Örneğin MÖ. 12. yüzyıl sonlarında Asur kralı I. Tiglatpileser, KarkamıĢ Ģehri için "Büyük Hatti" ifadesini kullanmaktadır. Hâttâ bazen doğrudan doğruya Aramiler tarafından kurulmuĢ Ģehirlere bile "Hatti" denilmektedir. Aynı Ģekilde I. ArgiĢti'den itibaren Urartu kaynakları da Malatya Ģehrini "Hate memleketi" olarak gösterirler. Tevrat'ta Kuzey Suriye'deki birçok Ģehir sakinlerine "Het oğulları" denilmektedir. Bu devre ait değiĢik orijinli vesikaların "Hatti" dedikleri bu memleketler, genellikle eski Hitit kavminin bakiyelerinden mi ibaretti? sorusuna cevap verebilmek için, Ģahıs isimlerinden yararlanma yoluna gitmek, tek çözüm Ģeklidir. Gerçekten de Hatti olarak gösterilen memleketlerin kral adlarına bakıldığında örneğin; Gurgum (MaraĢ ) kralı Muvatalis, Hatena (Hatay) kralı Saplulme ve Lubarna gibi bazı Ģehir kralları, eski Büyük Hitit krallarının isimlerini almıĢlarsa, bu Ģehirlerin Hattili olduğunu kabul etmek gerekir. Fakat Hamat kralı Eni-el, Arpat kralı Matti-El, Kaska kralı Daduilu gibi Samî tanrı adlarını ihtiva eden Ģahıs adlarının, Arami Ģehirlerine ait olduğu anlaĢıldığı gibi, Danuna kralı Asitavanda, Sam'al kralı Panamuva, Kilamuva, Milid kralı Tarhunazi, Hilarunda gibi Luwice "muva" sonekli yahut Luwi tanrısı Tarhun'u ihtiva eden “teofor” isimlerin, Luwi kökenli oldukları açıkça görülmektedir. Hatta bunlar arasında Kumukh kralı KuĢtapsi, Tilbarsip kralı Akhuni gibi Mitanni veya Hurri elemanlı isimlerle de karĢılaĢılmaktadır. 217 218 J. G. Macqueen, Çev. Esra Davutoğlu, a.g.e., s.171 E. MemiĢ, a.g.e., s.158. Görülüyor ki, Ģahıs isimleri üzerinde yapılan filolojik tetkikler de Geç Hitit devri Ģehir krallıklarında etnik bir birliğin mevcut olmadığını, aksine bazı Ģehirlerde Luwi, Hitit, Hurri, Mitanni ve Arami kökenli kavimlerin bir arada bulunduğunu, bazılarında ise yalnız Hitit bakiyesinin veya sadece Aramiler'in yerleĢtiğini göstermektedir. Örneğin MaraĢ'ın doğusunda Besni'nin 18 km. güneydoğusundaki Boybey Pınarı'nda bulunan Hitit Hiyeroglif (H.H.) yazılı dört kitabeden birinde Ku Ģehri kralı Ayames oğlu PanamuvataĢ, kendisine "HattuĢili'nin neslinden" demektedir. Bununla beraber, önceden Luwi kökenli bir kavmin idaresinde bulunurken, sonradan SamîleĢen Ģehirler de görmekteyiz. Örneğin Sam'al kralları ilk zamanlarda tamamen Luwice isimler taĢıdıkları halde, sonraları Bar-Rekup gibi Arami isimler almıĢlardır. Aynı Ģekilde KarkamıĢ Ģehri kral adları önceleri TeĢup'lu "teofor" isimler olduğu halde, sonraları Kamanas, Araras gibi Luwice adlar taĢımıĢlardır.219 ġu halde, bu devir Ģehir devletleri halkı, bir tek kavimden ibaret değildi. Halbuki köken bakımından birbirinden farklı bu Ģehir devletleri halkına kullandıkları yazıya izafeten "Hiyeroglif Hititler" diyenler olduğu gibi, "Suriye Hititleri" diyenler de vardır. Diğer taraftan Landsberger ve ona dayanarak da Güterbock, bu Ģehir devletlerinden büyük bir kısmının Ege göçleriyle gelen yeni bir Luwi kavmine mensup olduğunu ileri sürmektedirler. Sonuç olarak Ģunu söyleyebiliriz ki, Geç Hitit Ģehir devletleri halkının ırki bünyesi hakkında ileri sürülen çeĢitli görüĢlerin her biri, bir dereceye kadar doğrudur. Ancak tarihi gerçek Ģudur ki, Ege göçlerinden sonra Anadolu ve Kuzey Suriye Ģehir devletleri halkı tek bir kavimden ibaret değildirler. Ege göçleri ile gelen kavimler bir taraftan burada buldukları Hitit ve Hurri kavimlerinin bakiyeleriyle, diğer taraftan yeni gelen Arami unsurlarla karıĢarak birtakım küçük Ģehir devletleri meydana getirmiĢlerdi. Geç Hitit Ģehir devletleri denilen bu krallıkların yayılıĢına gelince; bunu Hitit Hiyeroglif (H.H.) yazılı anıt ve kitabelerin yayılıĢı ile tespit etmek mümkün gibi görünmektedir. Bu devre ait buluntuların en kuzey noktası Darende, en güney noktası Restan, doğuda Malatya civarında Ağancık, Batıda Sakarya nehri kenarında Beyköy'dür. 220 Ancak, H.H. yazılı anıt ve kitabelerin bulunduğu saha, bize hiçbir zaman Geç Hitit Ģehir devletlerinin hududunu göstermez. Çünkü Zincirli gibi saf Arami Ģehirlerinin de H.H. yazısını kullandıklarını daha önce belirtmiĢtik. ġüphesiz, Ege göçleri neticesinde Anadolu'nun pek çok önemli Ģehri tahrip olmuĢtu. BaĢta HattuĢaĢ olmak üzere, KaniĢ (Kültepe), ġamuha gibi MÖ. 2. Binyılın önemli Ģehirleri artık tarihe karıĢmıĢlardı. Fakat bunların yerine Sam'al, Gurgum gibi Hitit vesikalarında adları geçmeyen birtakım yeni Ģehirler kurulmuĢtu. Aynı durum, 219 220 E. MemiĢ, a.g.e., s.159,160. F.Kınal, a.g.e., s.237. Kuzey Suriye için de geçerli idi. Ugarit, Alalakh, Katna Ģehirleri artık birer harabe tepesi idiler. Fakat burada Halep ve KarkamıĢ gibi bazı eski Ģehirler, bu devirde de önemlerini koruyorlardı. Özellikle KarkamıĢ Ģehri, M.Ö. 8. asır sonunda Asur kralı II. Sargon tarafından bir Asur eyaleti haline getirilinceye kadar, Hititliliğini muhafaza etmiĢti. Geç Hitit Ģehir devletlerinin yayıldığı alanın belirlenmesini güçleĢtiren bir baĢka sebep de, bu Ģehirler hakkında en ayrıntılı bilgiyi veren Asur vesikalarının Hitit devleti zamanındaki coğrafi isimlerden tamamen farklı ülke ve Ģehir adları vermesidir.221 Gerçekten de Asur vesikalarında Van ve civarına Nairi memleketleri, Kayseri ve havalisine Tabal, onun güneydoğusunda, Anti Toroslar’ın baĢladığı dağlık bölgeye Hilakku, daha güneye taĢlık Kilikya'ya kadar uzanan sahaya ise Que memleketleri denilmektedir. Bu büyük bölgelerin içinde Ģüphesiz birçok Ģehirler vardı. Örneğin III. Salmanassar (MÖ. 858824), Nimrut'ta bulunan ve bugün British Museum'da muhafaza edilen obeliskinde, "Tabal ülkesinde 24 kralllığın bulunduğunu" belirtmektedir. Demek ki, Tabal krallığı bir çeĢit konfederasyon Ģeklinde idare ediliyordu.222 Geç Hitit ġehir Devletleri ve Aramiler’in iliĢkisi hakkında genel olarak bilgi verdikten sonra sırasıyla, bu Ģehir devletleri hakkında bilgi verelim. 1) TABAL MEMLEKETĠ Anadolu'daki Ģehir devletleri içinde en batıda Tabal memleketi yer almaktaydı. Asur vesikalarından edinilen bilgilere göre, Tabal memleketi doğudan Melid (Malatya), güneyden Hilakku (Kilikya) memleketleri ile sınır komĢusu idi. H.H. yazılı kitabelerin yayılıĢ sahasına göre hüküm vermek gerekirse, Tabal memleketinin batı komĢusu ise Frigya devleti idi. Ancak, hemen belirtelim ki, bu sınırlar zamana göre değiĢiyordu.223 Asur vesikalarında Tabal memleketi hakkında verilen malumat, Kayseri ve havalisinde bulunan Geç Hitit dönemine ait kitabelerle doğrulanmıĢtır. Gerçekten, yalnız Kayseri ve NevĢehir arasında 11 tane H.H. yazılı kitabe bulunmuĢtur. Bunlardan birkaçı üzerinde Tuvanuva (klasik çağlardaki Tyana) kralı Varpalava'nın adı geçmektedir. Böylece Hitit Ġmparatorluk devri vesikaları ile tanıdığımız Tuvanuva Ģehrinin, bu devirde de önemini devam ettirdiği ve hatta daha da geliĢerek, muhtemelen Tabal memleketinin merkezî durumuna geldiği anlaĢılıyor. Çünkü, Geç Hitit devrinin en güzel sanat eseri olan Ġvriz kaya anıtı, bu havalide bulunmaktadır. Kaya kabartması, Tuvanuva kralı Varpalava'yı, Luwi tanrısı Sanda önünde canlandırmaktadır. 221 E. MemiĢ, a.g.e., s.161. E. MemiĢ, a.g.e., s.162. 223 F. Kınal, a.g.e., s 238. 222 Tabal beyliklerinden kalma H.H. yazılı kaya kitabelerine, bölgenin kuzeyindeki Çalapverdi, güneyindeki Bor, Niğde yakınlarındaki Bolkar madeni dolayları ile Kayseri ve NevĢehir arasında da rastlanmaktadır.224 2) QUE MEMLEKETĠ Kilikya Asurlular tarafından III. Salmanassar zamanından beri bilinmekteydi ve Que veya Qave olarak adlandırılıyordu; ancak, henüz bu isim üzerine bir açıklama yapılamamıĢtı.225 Tabal'ın güneyindeki Hilakku'nun batı kısımlarına, tahmini olarak Klâsik çağlardaki Kilikya'ya, Asur vesikalarında Que deniliyor ve bu memleketin içinde birçok Ģehirler sayılıyordu. Böylece Que'de de Ģehir krallıklarından oluĢan bir konfederasyonun bulunduğu anlaĢılmaktadır. Bu konfederasyonun merkezinin Pahri (Karatepe) kenti olduğu zannediliyor. Çünkü III.Salmanassar, Que'ye yaptığı bir seferde Que kralı Kate'yi Pahri Ģehrinde kuĢattığını belirtmektedir. Ayrıca Adana/Karatepe'de bulunan Hitit hiyeroglif ve Fenike dillerindeki kitabelerde kendisine "Danunalar kralı" diyen Asitavanda da "Pahri Ģehrinin depolarını kendisinden evvel hiçbir kralın yapamadığı Ģekilde doldurduğunu" anlatmaktadır. Böylelikle Asurlular'ın Que dedikleri bu bölgeye, H.H. yazılı vesikalarda "Danunalar memleketi" denildiği anlaĢılmaktadır.226 Gerçekten Karatepe kazıları sayesinde bir taraftan Amarna devrinden (MÖ. 1400-1350) beri bilinen, fakat yeri tayin edilemeyen “Danunalar memleketini” tespit etmek mümkün olmuĢ, diğer taraftan da burada bulunan Ġki dilli kitabeler sayesinde Hitit Hiyeroglif yazısının çözülmesinde önemli ilerlemeler kaydedilmiĢtir. Bu kitabeleri bırakan kral Asitavanda ile babası Avarikus'un adlan Luwice isimlerden olduğuna göre, Büyük Hitit Ġmparatorluğu zamanında (M.Ö. 1400-1200) Güney Anadolu sahillerinde yaĢayan Luwi kavmi, Ege göçlerinden sonra da Kilikya bölgesinde varlığını devam ettirmiĢti. Karatepe kitabeleri, MÖ. 8. asrın ortalarına tarihlenmektedir. Çünkü kitabede adı geçen Avarikus'un, III. Tiglatpileser annalleriînde zikredilen Que kralı Urikki ile aynı Ģahıs olduğu kabul edilmektedir. Buna göre, onun oğlu Asitavanda da Que'yi bir Asur eyaleti haline getiren Asur Kralı V.Salmanassar'la (MÖ. 728-722) çağdaĢ yaĢamıĢ olmalıdır.227 3) MELĠD (MALATYA) MEMLEKETĠ 224 E. MemiĢ, a.g.e., s.162,163. Olivert Robert Gurney, Hititler, Dost Kitabevi, Ankara-2001, s. 46 226 E. MemiĢ, a.g.e., s.,163. 227 F. Kınal, a.g.e., s. 240. 225 ġimdi de, Aramiler’den etkilenmeyecek kadar Suriye’den uzak, ama Asurlular’ın Tabal saydığı bölgeye komĢu, dolayısıyla eski Hitit nüfuzundaki Luwi ögesinin elinde bulunan üçüncü bir kenti ele alalım. Bugünkü Malatya’nın yakınlarında, Arslantepe denilen höyüğün altındadır. 228 MÖ. 2. Binyıl baĢlarına ait olan Kültepe vesikalarında Melita, Hitit vesikalarında ise Maldia Ģeklinde geçen Malatya, Asur Ġmparatorluk devri vesikalarında Meliddu, Melide, Melid formlarında görülür. Urartu kaynaklarında ise bu kente Melitea denilmektedir. Malatya kelimesinin, Hititçe bal manasına gelen “melit” ten türetildiği, ilk defa Hrozny tarafından ileri sürülmüĢtür. Malatya Ģehrinin adı çok eski vesikalarda zikredilmekle beraber, kent, asıl önemini Hitit Ġmparatorluğu yıkıldıktan sonra kazanmıĢtır. Çünkü Malatya, Asur, Urartu ve Frig devlet sınırlarının birleĢme yerinde ve bu memleketleri birbirine bağlayan iĢlek bir doğal yol üzerinde bulunuyordu. Malatya'nın Geç Hitit Ģehir devletlerinden biri olduğu, hem Asur ve Urartular'a ait çivi yazılı vesikalardan, hem de burada yapılan kazılar neticesinde ortaya çıkarılan H.H. yazılı kitabe ve kabartmalardan anlaĢılmaktadır. H.H. yazılı kitabeler henüz tam olarak okunamamıĢtır, ancak kitabelerde geçen kral, baba ve oğul kelimelerini gösteren ideogramlar tespit edildiğinden, Asur vesikalarından edinilen bilgilerin yardımı ile de kral adlarının çoğu okunmuĢtur. Bu kral adları filolojik bakımdan tetkik edildiğinde, bir kısmının Luwice, bir kısmının da Hititçe olduğu görülür. Fakat Malatya ve civarında, MÖ. 2. ve 1. Binyılda oturan halk genellikle Hurri kökenli idi. Asur kralı III. Tiglatpileser'in annallerinden öğrenildiğine göre bu krallık, adı geçen Asur kralı tarafından Asur Ġmparatorluğuna bağlanmıĢtı.229 4) KUMUKH MEMLEKETĠ Asur vesikalarında Kutmukhi Ģeklinde geçen bu Ģehir devleti Klâsik çağlardaki Kommagene bölgesi (Adıyaman ve çevresi) içinde bulunuyordu. Fakat yeri henüz tespit edilememiĢtir. Bu Ģehir devletini yalnız yazılı vesikalarda adının geçmesiyle tanıyoruz. Meselâ, I. Tiglatpileser anallerinde, Kumukh kralının adı Kili-TeĢup olarak geçmektedir. II. Asurnasirpal ise Kumukh kralı Qatazili'yi zikretmektedir. Bu isimler Hurrice'dir. Füruzan Kınal230 buna dayanarak Ege göçlerinden sonra bile Ģehirde hala Hurrili bir sülalenin hâkim 228 Seton Lloyd, Çev: TÜRKĠYE’NĠN TARĠHĠ, Bir Gezginin Gözüyle Anadolu Uygarlıkları, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Ankara-1997, s.73 229 E. MemiĢ, a.g.e., s.164,165 230 F. Kınal, a.g.e., s. 242. olduğu sonucunu çıkarmıĢ, Bilge Umar ise, bu görüĢe katılmadığını, çünkü Hitit krallarının ve beylerinin de bazı zamanlar Hurrice adlar taĢıdığını ileri sürmüĢtür. 5) GURGUM (MARAġ) MEMLEKETĠ Geç Hitit devrinin önemli kentlerinden biri de Klâsik devirde Marqasi denilen bugünkü MaraĢ Ģehri idi. Gurgum adı, MÖ. 2. Binyıl vesikalarında geçmez. MaraĢ'ta kazı yapılmamıĢ, yalnız, toprak üstü bazı buluntular ele geçmiĢtir. Bu arada, üzerinde H.H. yazısıyla 7 satır bulunan ve Ģimdi Ġstanbul Eski ġark Eserleri Müzesi'nde sergilenen bir arslan heykeli, anılmaya değer. Bu yazıdan öğrenildiğine göre, heykel, Asur kralı III. Salmanasar'ın çağdaĢı olan Gurgum beyi Halparunda tarafından tanrısına adanmıĢtı. 6) SAM'AL (ZĠNCĠRLĠ) MEMLEKETĠ Bu kent, Gaziantep'e bağlı Ġslahiye'nin birkaç kilometre kuzeyine düĢen demiryolu istasyonu FevzipaĢa yakınındaki Zincirli harabelerinde olup 1882-1902 yılları arasında Alman arkeolog Von Luschan tarafından burada kazılar yapılmıĢ, Ģehrin etrafını çevreleyen surlar ve Ģehir kapıları ile saray ve mabet gibi önemli yapılar ortaya çıkarılmıĢtır. Bunlar arasında Hitit Hiyeroglifleri ile ya da Arami diliyle yazılmıĢ kitabeler, birçok kabartma ve heykel bulunmuĢtur. Bu vesikalardan Sam’al kralı Kilamuva’nın Fenike dilinde yazılmıĢ bir kitabesi ile Sam’al kral sülalesinden dört nesli tanıyoruz. Gerek Sam'al krallarının, gerekse Asur krallarının bıraktığı vesikalarla, bu Ģehrin tarihî aydınlanmıĢ bulunmaktadır. Bu vesikaların tetkikine göre, Sam'al krallığının eski adı Ya'diya idi.231 7) SAKÇAGÖZÜ Zincirli'nin kuzeydoğusunda bugünkü Keferdiz köyü bitiĢiğinde de Geç Hitit devrinde bir Ģehir krallığının mevcut olduğu anlaĢılıyor. Çünkü, burada da bu devre ait birçok heykel ve kabartmalar ele geçmiĢtir. Bunların büyük bir kısmı, Ankara Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmiĢ durumdadır. Eserler üzerinde yazı olmadığı için, Ģehrin Geç Hitit devrindeki adını bilmiyoruz.232 8) KARKAMIġ (CERABLUS) Güney Anadolu'daki önemli Ģehir devletlerinden biri de KarkamıĢ idi. Bu Ģehir Mezopotamya ile Anadolu ve Mısır'ı birbirine bağlayan yolların kavĢak noktasında bulunduğu 231 232 F. Kınal, a.g.e., s. 243. Bilge Umar, Türkiye Halkının Ġlkçağ Tarihi, C.I, E.Ü., Basın-Yayın Yüksekokulu Yayını, Ġzmir -1982, s.194 için, büyük önem taĢıyordu. Burada British Museum adına S.L. WooIley tarafından kazılar yapılmıĢ, fakat Ģehrin MÖ. 2. Binyıl tarihine ait yazılı vesika ele geçmemiĢtir. Bu nedenle, KarkamıĢ Ģehrinin MÖ. 2. Binyıl tarihini Boğazköy, Mari ve Ugarit vesikaları sayesinde öğrenmek mümkün olmuĢtur. Mısır firavunu III. Ramses'in Ege göçleri hakkında bilgi veren vesikalarında, yakılıp yıkılan Ģehirler arasında KarkamıĢ'ın da adı geçmektedir. Buna rağmen kent, MÖ. 1. Binyılda da önemini devam ettirmiĢtir. Çünkü Asur kralı I. Tiglatpileser, MÖ. 11. Yüzyıl baĢlarında “Büyük Hatti” dediği KarkamıĢ Ģehrinin Malatya'ya kadar hâkim olduğunu bildirmekte ve Büyük Hatti kralı Nini-TeĢub'u vergiye bağladığını anlatmaktadır.233 9) HATTENA MÖ. 9. yüzyılın önemli kentlerinden biri de, adının Hatti kelimesiyle iliĢkisi besbelli olan Hattena Ģehir devletidir. Bu beylik, Hatay'ın doğusunda Türkiye-Surîye sınırı yakınında bulunan Açana, Tayinat ve Cüdeyde höyük alanlarındaki o yüzyılın kentlerini de içine alıyordu. Hattena beyliğinin MÖ. 9. yüzyıldaki kralı Lubarna, Asur teb'ası idi. Asur kralı III. Salmanassar (MÖ. 858-824) baĢa geçer geçmez, Aramlar'la ve Urartular'la savaĢmak zorunda kaldığı için, bundan yararlanmak isteyen Meliddu ve Tabal krallıkları, Asurlular'a baĢ kaldırmıĢlar ve kendilerine katılmayan Hatenna devleti üzerine yürüyerek, kral Lubarna'yı öldürmüĢlerdi. Ancak sonraki savaĢta III. Salmanassar galip gelmiĢ, Hattena beyliğine öldürülen kralın soyunu geçirmiĢ, ardından da Tabal ülkesine sefer yapıp, 24 Tabal kralını yeniden vergiye bağlamıĢtı.234 9. ARAMĠLER’DE SOSYAL VE KÜLTÜREL HAYAT MÖ. 2. Bin ortalarından beri Ön Asya tarihinde önemli bir yer almaya baĢlayan Âramîler, doğu Asya ile Avrupa ve Afrika arasındaki kara yollarına hakim bulunuyor, kara ticaretini ellerinde tutuyorlardı. Bu durum, Ön Asya'da Aramiler’e büyük önem kazandırmıĢ, onları medeniyet yayan bir kavim haline getirmiĢtir. Fenike alfabesi deniz ticareti yoluyla Orta Asya içlerine kadar yayılmıĢtır. Fenike alfabesinden alınmıĢ bir yazı olan Arami alfabesi, doğuda yavaĢ yavaĢ çivi yazısı ile hiyeroglifin yerini tutmuĢtur. Aramiler’in sosyal ve dini alandaki geliĢmeleri Sümerler’de olduğu gibi milli bir birliğe ve kimliğe kavuĢamamıĢtır. GeniĢ bir alana yayılan Arami boylarının, durumları ve 233 234 E. MemiĢ, a.g.e., s. 167. B. Umar, a.g.e., 195 kaderleri birbirlerine benzemiyordu. Çünkü bunların sosyal ve din hayatlarının serpilme ve geliĢmesinde baĢlıca etken doğal Ģartlar, birbirlerinden çok farklı bulunuyordu; yayıldıkları toprakların batı tarafları, yani Akdeniz kıyılarına yakın olan bölgeler çok fazla ve verimli oldukları halde doğu tarafları, yani Fırat ırmağını çevreleyen yayla, son derece kısır ve çıplaktı. Aramiler Suriye bölgesine gelmeden önce, yani Kuzey Mezopotamya'da yaĢadıkları eski devirlerde, yüksek bir medeniyete ulaĢmıĢ bulunuyor, bir kısmı yerleĢik, bir kısmı da yarı göçebe bir hayat sürüyorlardı. MÖ. 14. Yüzyıl’a ait Asur tabletlerinde bu bölgelerdeki Aramiler’le olan savaĢlara dair kayıtlar görülmektedir. Bunlar, Kuzey Mezopotamya'da bulundukları devirlerde, diğer kavimler gibi Sümer medeniyetinin, Subaru kültürünün etkisi altında kalmıĢlardı. Tel-Ahmar kazıları, bu hususu çok iyi belirtmektedir. Her halde AramiIer Suriye'ye indikleri zaman, buralarda karĢılaĢtıkları Sami Amurrular’a oranla medeniyet bakımınıdan daha ileri bulunuyorlardı.235 Aramiler, çalıĢkan ve çevik insanlardı. Fenikeliler'in alfabeyi her yana yaydıklarını biliyoruz. Aramiler ise Doğuya kesin anlamıyla bir dil birliği getirmiĢlerdir. Arami dilinin yayılımındaki en büyük etken, gerek kervancı, gerekse tüccar olarak bölgedeki tüm topluluklarla iliĢki kurmuĢ olmalarıdır. Üstelik bu dilin sadeliği, özellikle ticaret alanındaki iliĢkilerin düzenlenmesinde ve karĢılıklı anlama hatalarının önlenmesinde büyük yararlar sağlamaktaydı. Bunların yanı sıra rahatlıkla denilebilir ki Asurlular'ın “sürgün” politikaları da Arami dilinin Doğu'nun çeĢitli bölgelerindeki yaygınlığını kolaylaĢtırmıĢtır. Sadeliği ve özellikle parĢomen üzerine rahatlıkla iĢlenebilirliği nedeniyle Arami dili, bir süre sonra Pers Ġmparatorluğu’nun resmi yönetim dili olurken, kendisinden önceki diplomatik dil olan Akkad dili de tarihteki iĢlevini sona erdiriyordu. Fenikeliler tarafından da kullanılıp benimsenmiĢ olan Arami dili, Mezopotamya, Suriye, Fenike, Filistin ve Kuzey Afrika'daki ülkelerde tüm sosyal sınıflar arasında da kullanıyorlardı. Bu durum Roma dönemine kadar devam etmiĢtir.236 Aramiler'in hayatı, içinde gömüldükleri Samî çokluğunun dinlerinden, yaĢayıĢ göreneklerinden çok fazla etkilenmekle olmakla beraber sosyal teĢekküllerinde, dini hayatlarında, ırkî özelliklerini belirten derin izler çok açık bir Ģekilde sezilmektedir. Aramiler'in dinsel inançları ve tanrıları yönünden oldukça farklı yapısal özellikleri vardır. Bir yandan yerlilerin (Hurri, Hitit ve Kenanlı gibi) dinlerini ve ilahlarını almıĢlar, öte 235 236 M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.156,157. R.Yıldırım, Önasya Tarih ve Uygarlıkları, s.105 yandan Fenike yönünden gelen ve gelecek olan ilahlara da dinlerinde yer vererek birçok ilahlara aynı anda tapma sistemini benimsemiĢlerdir.237 Fenikeliler gibi Arami tanrılarının da köken bakımından Samî olmamaları, ırk ayrılığının kuvvetli delilidir. Bu ayrılık ruhi ve bedeni seciyelerde çok iyi belirmektedir: Brakisefal Aram tipi Samî tipinden kolayca ayrılabilmektedir. Ġcad ve ibda kabiliyetinden yoksun olan Samî tip ile adlarını taĢıyan alfabeyi bulan Aramiler’in aynı kökten geldikleri düĢünülemez. Eski Arami dininin son izleri Orta Asya yüksek medeniyetiyle ahenkli bir natüralizm izlerini belirtmektedir. Fakat, Suriye'ye yayılan boylar siyasi bir birlik kuramamıĢ olduklarından doğal olarak bir Arami panteonu teĢekkül edememiĢtir. Aramiler, Sümer-Akkadlar’ın, Asurlular’ın, Mısırlılar’ın Hurri ve Hattiler’in ve nihayet içine gömüldükleri Samî çokluğunun kuvvetli tesirleri altında kalmıĢ olduklarından dinleri de bu kavimlerin din telâkkilerinden az çok müteessir olmuĢtur. Fakat, Suriye dinine ait belgeler hem az, hem de eski devirlere ait olduğundan dıĢ tesirlerin izlerini ayırt etmek çok zordur. Mısır'ın 18. sülale firavunlarının bıraktıkları vesikalardan Suriye'yi ilgilendirenlerle 14. Yüzyıl’a ait Asur kitabeleri, yalnız siyasi tarihi ilgilendirecek Ģeylerdir. Tevrat kitaplarında ise ancak dağınık bazı bilgiler vardır. Kuyuncuk'ta bulunan Asur-Arami yazıtlarına gelince; bunlarda da isimlerden baĢka bir Ģey görülmemektedir. Arami dinine ait en önemli vesika Amanus eteğinde Zincirli'de bulunan ve 8. Yüzyıl’a ait olan Aramca bir yazıttır. Bu yazıtta iki eski tanrı adı görülmekledir. Bunlardan biri Aramiler’in en büyük tanrısı Hadad, diğeri de El'dir. Din tarihi bilim adamları Hadad'ı Suriye tanrılarının kralı gibi tasvir ederler. Aramiler'den kalan bir silindir üzerindeki resimde Hadad, uzun sakallı, kıvırcık saçlı, baĢında danteleli taç, elinde kamçı bulunan savaĢçı bir Gök tanrısı gibi tasvir edilmiĢtir. Aramiler’e ait bir sütun üzerindeki tasvirde Hadad'ın baĢındaki krallık tacı, boynuzlarla süslenmiĢ bir taç Ģeklindedir. Tel-Amarna mektuplarında Hadad, bora ve fırtına tanrısı Balıbar (Ramman) benzeri olarak gösterilmiĢtir. Fakat bir Arami yazıtında Hadad'ın adı yanında Ramman adı ayrı bir tanrı ismi olarak görülmektedir. Bununla beraber, Asurlular’ın Hadad ile Ramman'ı bir tanrı tanıdıkları anlaĢılmaktadıraı. Ahdi-Atik'te Ramman adı DımıĢk’da (ġam) tapınağı olan bir tanrı olarak geçmektedir. Ahdi-Atik'in Zekeriya (Zakkarie) kitabında Hadad ve Ramman adlarının Hadad-Bimman Ģeklinde birleĢtirilmiĢ oldukları görülüyor. 237 R.Yıldırım, a.g.e., s.105 El'e gelince, bu kelime ilk defa Zincirli yazıtında bir tanrı adı olarak görülmüĢtür. Sinear'ın ĠĢtar'ı (Astarte), Suriye'de Al-har Ģeklini almıĢtır. Bu isim, yalnız olarak ancak Kuyuncuk'ta elde edilen Arami yazıtta (Ozeh Athar –Atar kuvvet verir) suretinde görülmektedir. Diğer bölgelerde Atargalis Ģeklinde birleĢik ad olarak rastlanmaktadır. Koruyucu tanrı sayılan Gad, Atargalis ile sıkı ilgilidir. Arabistan'da bulunan Arami sütunu üzerinde bir Suriye tanrısının ismi ve resmi görülmüĢtür. Bu sütunun Teyma'ya ne suretle gitmiĢ olduğu bilinmemektedir. Sütun üzerindeki ad ÇLM’dir. Bunun yanında bir de ÇLM ġhezeb adlı bir rahipten bahsedilmektedir. Bu tanrı, resimde boynuzlarla bezenmiĢ bir mihrab üzerinde, Asurlular gibi giyinmiĢ, sağ elinde bir mızrakla canlandırılmıĢtır. Aramiler’e ait Mar (Aramca mevlâ anlamında) adlı bir tanrı daha tanıyoruz. Bunun adı, Mar-samek bileĢiğinde “Koruyucu Mevlâ” anlamında kullanılmıĢtır. Aramiler’in gerek bu tanrılara ve gerek Monimas ve Aziz adlı tanrılar hakkında fazla bilgilerimiz yoktur. Kudretli anlamını ifade eden Aziz adının bir anıtta kartal tasviriyle beraber bulunduğu görülmüĢtür. Aramiler’de görülen Nebo, ĠĢtar, Bel, Sin, ġamaĢ, Marduk gibi Babilliler’e ait tanrı adlarıyla birleĢmiĢ bir sürü isimler bulunması, Babilliler’in Aramiler üzerindeki derin tesirlerini belirttiği gibi, Mısırlılar’ın Hor, Ġsis ve Osiris adlarıyla birleĢmiĢ adlar da Mısır tesirini göstermektedir. Zincirli yazıtında ReĢeph ve ġMġ adlarında diğer Ġki tanrı daha görülmektedir. Bunlardan ReĢeph aslında bir Suriye tanrısı iken Mısırlılar tarafından tanrılığa alınmıĢtır. ġMġ'ın ise Babilliler’in ġamaĢ tanrısı olması ihtimali yüksektir.238 238 M.ġ. Günaltay, a.g.e., s.157,158. SONUÇ BeĢ ana bölümden oluĢan çalıĢmamızın sonunda, MÖ. 2500’lerden MÖ. 900’lere kadar uzanan yaklaĢık 1600 yıllık zaman dilimi içerisinde Eski Önasya tarihinde meydana gelen üç büyük Samî Göç hareketinin gerek etnik, gerek siyasal, gerekse kültürel yönlerden bölgede önemli değiĢimlere neden olduğunu gördük. Gerçekten bugünkü Araplar’ın en eski ataları olarak kabul edilen bu kavimler, muhtemelen Arabistan Yarımadası’ndaki anavatanlarından yola çıkarak, bereketli Mezopotamya topraklarını iĢgal etmek suretiyle, hem bu coğrafyada hem de Mezopotamya’ya komĢu ülkeler coğrafyasında önemli faaliyetler gerçekleĢtirmiĢlerdir. Samî Göçlerin ilkini oluĢturan Akkad Göçleri sonunda Mezopotamya’daki Sümer tesiri yavaĢ yavaĢ etkisini kaybederek, Akkad-Sümer karıĢımı yeni bir kültür sentezi ortaya çıkmıĢtır. Gerçek olan Ģudur ki, Akkadlar aslında bölgeye yeni bir kültür getirmemiĢlerdir. Tam tersine onlar, mevcut Sümer kültürünü büyük ölçüde benimseyerek, bu kültürü kendi normlarına uydurmuĢlardır. Üstelik onlar, siyasal anlamda da bir ilki baĢararak, Sümerler’in yapamadığını yapmıĢlar, Mezopotamya toprakları üzerinde tarihin bilinen ilk sömürgeci imparatorluğunu kurmuĢlardır. MÖ. 2350-2150 yılları arasına tarihlenen bu imparatorluk, baĢta Anadolu olmak üzere Yukarı Mezopotamya, Suriye ve Elam toprakları üzerinde hakimiyet kurarak, bu ilkelerin ham madde kaynaklarını alabildiğince sömürmüĢlerdir. Sonunda olan olmuĢ, bütün imparatorlukların baĢına gelen yıkım felâketi Akkad Ġmparatorluğu’nun da sonunu getirmiĢtir. MÖ. 2150’lerde Zağros dağlarının eteklerinde yaĢayan barbar Guti kavimleri Akkad Ġmparatorluğu’na son darbeyi vurmuĢ ve bu siyasi gücün Önasya tarihinden silinmesine yol açmıĢtır. Akkad egemenliğinden kurtulan Mezopotamya’da Sümerler tekrardan toplanmıĢlar ve milli bir karekter arz eden III. Ur Sülalesi’ni kurmuĢlardır. MÖ. 2060-1960 yılları arasında hükümran olan bu devlet, ne yazık ki, yeni bir Samî göç dalgasının seline kapılmıĢ ve yıkılmıĢtır. Bu yıkımı gerçekleĢtirenler MARTULAR ya da AMURRULAR adıyla anılan kavimdir. Kısa zamanda Mezopotamya sitelerine yayılan bu kavimler çok geçmeden Mezopotamya’yı tam anlamıyla Samî bir hüviyete büründürmüĢlerdir. Öyle ki, Amurrulu kabilelerin kurduğu devletler her tarafı kaplarken, Sümer dili de yerini Akkad diline ve yazısına terk etmiĢtir. Çünkü Amurrular da kendilerinden önceki ataları Akkadlar gibi Akkadça konuĢuyor ve Akkad dilinde yazıyorlardı. Amurrulu kabilelerin kurduğu önemli siyasi güçlerin baĢında Eski Babil Devleti gelir ki, bu devletin en tanınmıĢ Ģahsiyeti de kanunları ile ünlenmiĢ 6. kral Hammurabi’dir. Hammurabi, devletini, büyük bir bürokrasi kadrosuyla yönettiği gibi, 282 maddeden oluĢan ve batı dünyasının çok sonradan akıl ettiği hukuk kurallarını daha MÖ. 1750’lerde taĢlara nakĢetme baĢarısını göstermiĢtir. MÖ. 1100’lerde baĢlayıp MÖ. 900’lere kadar devam eden Arami Göçleri ise Samî göçlerin üçüncü aĢamasını oluĢturur. Ancak hemen belirtelim ki, Arami Göçleri ile gelen ve Güneydoğu Anadolu Bölgesini de iĢgal eden Samî kavimler, öncekilere oranla kültürel manâda biraz geri kalmıĢlardı. Asur Ġmparatorları, bu kavimleri baskı altında tutmak ve onların yayılmasını önlemek amacıyla yaklaĢık 2 asır mücadele ettiler. Fakat ne yazık ki onlar, bu konuda pek baĢarılı olamadılar. Hatta öyle ki, Geç Hitit ġehir Devletleri Devri adı verilen ve MÖ. 1200-750 yılları arasında tarihlenen dönemin ortalarından itibaren Aramca bölgede en çok kullanılan dillerden biri haline geldi. Bütün bunlar bize gösteriyor ki, Mezopotamya merkezli Eski Önasya medeniyetinde Samî kavimlerin rolü ve payı oldukça büyüktür. Mezopotamya medeniyetinin temelleri Sümerler’e aitse, bu yapının duvarları ve çatısında Samî kavimlerin büyük emeği olduğunu unutmamak lâzımdır. Üstelik onlar Sümerlerle baĢlayan bu medeniyete kendilerinden de yeni Ģeyler katarak, karmaĢık orijinli yeni bir uygarlığın doğmasına da zemin hazırlamıĢlardır. KAYNAKÇA - Afetinan, A., Mısır Tarih ve Medeniyeti, 2. Baskı, TTK Yayınları, Ankara 1987. - Albright, W.F., ―Syria, The Philistines, and Phoenicia‖, CAH II/2, chp. XXXIII, Cambridge 1975. - Çilingiroğlu, Altan., Urartu ve Kuzey Suriye Siyasal ve Kültürel ĠliĢkiler, Ege Üniversitesi Basımevi, Ġzmir 1984. - Gurney, Olivert Robert., Hititler, Dost Kitabevi, Ankara 2001. - Günaltay, M. ġ., Türk Tarihinin Ġlk Devirlerinden Yakın ġark Elâm ve Mezopotamya, T.T.K Basımevi, 2. Baskı, Ankara 1987. - Günaltay, M. ġ.,Yakın ġark III Suriye-Filistin, T.T.K Basımevi, 2.Baskı, Ankara 1987. - Ġplikçioğlu, Bülent., Eskiçağ Tarihinin Ana Hatları, Ġstanbul 1990. - Kınal, Füruzan., Eski Mezopotamya Tarihi, A.Ü.D.T.C.F. Yayınları, Ankara 1983. - Kınal, Füruzan., Eski Anadolu Tarihi, TTK. Yayınları, Ankara–1987 - Kramer, S. N., Çeviren Muazzez Ġlmiye Çığ, Tarih Sümer’de BaĢlar, TTK Yayınları, - Lloyd, Seton., Çev: TÜRKĠYE’NĠN TARĠHĠ, Bir Gezginin Gözüyle Anadolu Uygarlıkları, Tübitak Popüler Bilim Kitapları, Ankara 1997. - Macqueen, J. G., Çev. Esra Davutoğlu, Hititler ve Hitit Çağında Anadolu, ArkadaĢ Yayınevi, Ankara 2001. - Mansel, Arif Müfit., Eski Doğu ve Ege Tarihinin Ana Hatları, Ġstanbul 1945. - MemiĢ, Ekrem., Eskiçağ Türkiye Tarihi, Çizgi Kitabevi, 5. Baskı, Eylül 2003. - MemiĢ, Ekrem-Köstüklü Nuri., Tarih Boyunca Ortadoğu-Anadolu ĠliĢkileri, Konya 1992 - MemiĢ, Ekrem., Filistinlilerin Kökeni ve Tarihi, Selçuk Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Yayınları, Konya 1996. - MemiĢ, Ekrem., Genel Tarih, Tablet Yayınları, Konya 2002. - ġahin, Muhammed., Uygarlık Tarihi, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ankara 2002. - Umar, Bilge., Türkiye Halkının Ġlkçağ Tarihi, E.Ü., Basın-Yayın Yüksekokulu Yayını, Ġzmir 1982. - Yamanlar, Emine., Uygarlık Tarihi, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ankara 1999. - Yıldırım, Recep., Önasya Tarih ve Uygarlıkları, Ġzmir 1996. - Yıldırım, Recep., Uygarlık Tarihine GiriĢ, Asil Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2004. EKLER Hititler Zamanında Anadolu (Kaynak: MemiĢ, Eskiçağ Türkiye Tarihi) Hititler Döneminde Anadolu ve Hititler’in KomĢuları (Kaynak: Akurgal E, 1993) Mezopotamya Uygarlığının DoğuĢ Yeri olan Eski Mezopotamya ( Kaynak: Yamanlar,Uygarlık Tarihi) MÖ. 1. Binyılda Önasya (Kaynak: M. ġ. Günaltay) Sargon Ġmparatorluğu’na ait memleketleri gösteren, kil tablet üzerine çizilmiĢ dünya haritası (Kaynak: Kınal, E.M.T) Naramsin’in Zafer Anıtı (Kaynak: Kınal, E.M.T) Urnammu steli Kaynak: Kınal, E.M.T) Hammurabi’nin Kanun Steli (Kaynak: Kınal, E.M.T) Akkad Kralı ManiĢtusu’nun ön ve arka cepheden görünüĢü Sus’ta bulunmuĢtur. (Kaynak: Günaltay) Amurrular ve Birinci Babil Ġmparatorluğu (Kaynak: Günaltay) Akkad kralı Naram-Sin’in steli Milattan önce iki bin sekiz yüz sene öncesine ait (Ġstanbul müzesinde), (Kaynak: Günaltay) Kral ManiĢtusu heykelinin alt kısmı (:Kaynakça Günaltay) Hammurabi Kanunu steli Sus’ta bulunmuĢtur. (Kaynak: Günaltay) II. Salmanassar’ın dikili taĢı (Kaynak: Günaltay)