TBMM B : 48 22 . 1 . 2009 O: 3 Bakınız, Avrupa ülkelerinde tarih, kültür ve tabiat varlıklarını koruma projeleri için bütçeden ayrılan pay yüzde 1, hatta bazen aşmaktadır. Ancak ülkemizde bu pay yok denecek kadar azdır. Bu da kültürel ve doğal varlıkların korunmasının bir devlet politikası hâline gelmediğini göstermektedir. Tüm insanlığın ortak mirası olan bu varlıkların ve tarihî alanların korunması, gelecek kuşaklara aktarılması başta devletin ve tüm insanlığın ortak sorumluluğudur. Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin çevreye, tarihsel yapılara ve doğaya önem vermediğinin bir kanıtı da binlerce hektarlık ormanlık alanların yok edilmesidir. Küresel ısınmanın arttığı, sera gazı salınımının had safhaya ulaştığı, çevresel sorunların her boyutuyla baş gösterdiği bir dönemde her yıl binlerce hektarlık ormanlık alanların yakılarak bir bölümünün de turistik bölgelere tahsis edilmesi kabul edilemez bir uygulamadır. En kabul edilemezi de başta seçim bölgem olan Hakkâri olmak üzere bu bölgenin diğer illerinde ormanların büyük bir çoğunluğunun sözüm ona ülkenin güvenliği adına ve güvenlik güçleri tarafından bilinçli olarak yakılarak yok edilmesidir. Bu can yangınlarına devlet de seyirci kalmıştır hatta büyük ölçüde -yaşananları göz önüne aldığımızda- teşvik etmiştir. Evet, ne yazık ki otuz yıla yakındır yaşanan şiddet ve çatışma kültüründe ormanlar yakıldı, sular kurutuldu, tüm bitki çeşitleri yok edildi ve yaban hayvanlarının soyu tüketildi. İşte, bu ekolojik dengenin altüst oluşumu içinde insan sağlığının da ne kadar tahrip olduğunu hepiniz takdir edersiniz. Değerli milletvekilleri, yıllarca korkular üzerinde inşasını sürdüren bir sistemin demokrasiye kolay kolay evrilemeyeceği bir gerçek, ama millî çıkarlar ve kutsal değerler arkasına sığınarak da içte ve dışta yapay düşmanlar yaratılarak demokrasi de askıya alınamaz, bu da ayrı bir gerçek. Ayrıca, bu korkulardan kaynaklı hak ve özgürlükler de dış düşman fobisine feda edilemez. Her alanda olduğu gibi kültürel ve doğal varlıkların yok edilmesinde de ortak değerlerin arkasına sığınma gerçekçi ve inandıncı değildir. Dünyada kendi coğrafyasını bombalayarak yurttaşını öldüren, kendi ormanlarını yakan, sularını zehirleyen, köylerini yıkan, yakan ve yurttaşını da zorunlu köy koruculuğuna ve göçe zorlayan tek ülke sanırım bizim ülkemizdir. Kültür ve tabiat varlıklarının tahrip edilerek yok edilmesi, sadece saydığımız bu nedenlerle de sınırlı değildir. Bakınız, birçok turistik bölgedeki ormanlık alanlar rantçılara peşkeş çekilmiştir. Sadece bir örnek vermek gerekirse, Antalya'nın en gür ormanlarına sahip Belek'te yaklaşık beş yüz bin ağaç salt golf sahaları için kesildi, talan edildi, Hükümet de sesli veya sessizliğiyle bu talanın arkasındadır diye düşünüyoruz. Değerli arkadaşlar, kültür ve doğal varlıkların yok edilmesi denilince Türkiye'de akla ilk gelen yerler Hasankeyf ve Munzur Vadisi'dir. Anadolu kültürleri ve Yakın Doğu kültürlerinin kaynağı bir bölgede, yani Mezopotamya'da yer alan Hasankeyf in ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu kesin olarak bilinmemektedir, ancak şehir ve etrafındaki binlerce mağara, insanlann buraya çağlar öncesinden yerleştiğini gösteriyor. "Verimli Hilal" veya "Yukarı Mezopotamya" olarak da adlandırılan bölge çağlar öncesinden bu yana medeniyetlere beşiklik etmiş, dolayısıyla İslam öncesinin ve İslam sonrasının kültürel değerlerini bir arada bugüne kadar taşıyarak getirmiştir. Bu bölge, tarih boyunca Anadolu ve Mezopotamya toprakları arasında geçiş sağlayan bir köprü görevi görmüştür. Mezopotamya uygarlığından günümüze kalan en önemli tanık bize göre Hasankeyf tarihidir. Yapılacak bu Ilısu Barajı'yla tarih ve kültür açısından değeri biçilmeyen on bin yıllık kültür mirası bir yapay suda boğdurulmak isteniyor. Her alanda olduğu gibi bir çifte standarda bakın: 2007 yılında, Sayın Başbakan Topkapı Sarayı Kutsal Emanetler Bölümü'nün açılışında yaptığı konuşmada şöyle diyor: "Tarihî mirasınızı kaybederseniz, Allah korusun -tabii ki Allah korusun; Allah bizi bütün kazalardan, belalardan korusunülkenizin, yurdunuzun tapusunu kaybedersiniz, bir daha geri kazanamazsınız; işte esas felaket bu olur." -621-