ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences Temmuz/July 2014, 7(2), 43-61 ISSN 1309-1328 Çağdaş Epistemolojide Temelci Yaklaşıma Getirilen Eleştiriler ve Dışsalcı Çözümler [Criticism Against Foundationalism and Externalist Solutions in Contemporary Epistemology] Ahmet Cüneyt GÜLTEKİN Dr. Araştırma Görevlisi, Ankara Üniversitesi, Felsefe Bölümü acgultekin@gmail.com ÖZET Bu makalede çağdaş epistemolojide bilgi ve gerekçelendirmeye ilişkin yaklaşımlar olarak temelciliğin ve dışsalcılığın ana savları ele alınacaktır. Temel olarak epistemik gerekçelendirme sorununa ilişkin temelci yaklaşım açımlanacak ve bu yaklaşıma getirilen eleştiriler incelenecektir. Bu eleştiriler çerçevesinde dışsalcı yaklaşımın temelcilikle olan bağlantısı ve eleştirilere karşı geliştirdiği çözümler önem kazanmaktadır. Anahtar Sözcükler: Temelcilik, dışsalcılık, güvenilircilik, epistemik gerekçelendirme, epistemik gerileme. ABSTRACT In this paper, main arguments of foundationalism and externalism will be examined as a critical approach about knowledge and justification. The main goal is to explicate the foundationalist account on the problem of epistemic justification and to present the criticisms made against to it. Within this framework, it is important to show the externalist strategy and solutions to these problems. Keywords: Foundationalism, externalism, reliabilism, epistemic justification, epistemic regress. 43 ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences Temmuz/July 2014, 7(2), 43-61 ISSN 1309-1328 Giriş Çağdaş epistemolojide bilgi sorunu, geleneksel ya da standart bir analiz olarak, „gerekçelendirilmiş doğru inanç‟ sorunu olarak ele alınır. Bu doğrultuda önermesel bilginin geleneksel analizi, bilgiyi inancın bir türü olarak konumlandırır (Moser, Mulder & Trout, 1998, s. 14). Bu şekilde belirlenmiş bilgi tanımı, bilmek için inanmayı zorunlu bir koşul olarak sunmakta ve inançlarımızın bilgi statüsünü nasıl kazandığını ya da nasıl kazanabileceğini bir sorun olarak gündeme getirmektedir. Bilgi sahibi olduğumuzu düşünmemiz için iyi nedenlere sahip olup olmadığımız sorusu da, gerekçelendirmeyi zorunlu bir koşul olarak ortaya koyar. Bir koşul olarak ortaya konulan söz konusu „epistemik gerekçelendirme‟, diğer gerekçelendirme türlerinden farklı olarak, uygun „epistemik‟ standartları karşılayan bir neden ya da güvence sağlayan bir prosedür olarak karşımıza çıkar. Örneğin bir edimin gerekçelendirilmesi söz konusu olduğunda, nasıl moral bir standarda başvurmak gerekiyorsa, bilginin gerekçelendirilmesi için de bilgiye ilişkin, yani epistemik bir standarda başvurmak gerekir. Epistemik gerekçelendirme, edimlere ya da kararlara ilişkin değil; inançlara ya da yargılara ilişkin bir gerekçelendirmedir. Dolayısıyla inançların gerekçelendirilmesi söz konusu olduğunda gerekli olan şey, epistemik gerekçelendirmedir ve bu prosedür, epistemik olmayan başka türden gerekçelendirmelerden faklıdır (Lemos, 2007, s. 13). Epistemik gerekçelendirmenin, pratik, pragmatik ya da sağduyunun kullanıldığı gerekçelendirmelerden en önemli farkı; bilgi kavramını ve doğruluğu merkeze almasıdır. Dolayısıyla gerekçelendirilmiş doğru inanç olarak tanımlanan bilgi yaklaşımındaki en önemli unsur, gerekçelendirme koşulu olmaktadır. Hatta bilginin açıklanmasına ilişkin kuramların birçoğu, inançların ne zaman ve ne şekilde gerekçelendirilmiş sayılabileceğini ortaya koyan gerekçelendirme kuramlarıyla örtüşmektedir (Morton, 2003, s. 7). Bu çerçevede çağdaş epistemoloji temelde, “S, p‟yi bilir” şeklindeki bir kalıba sokulabilen tümcelerin kullanımları ve anlamlarına ilişkin genel bir araştırma alanına dönüşmüştür. Söz konusu sorun şu formülasyon içinde gösterilebilir: S, p‟yi bilir = S, belirli bir C koşulunu sağlayan gerekçelendirilmiş bir doğru inanca (p) sahiptir. İşte epistemolojideki çağdaş tartışmalar, bu C koşulu üzerinde yoğunlaşır. Bu tanım çerçevesinde 44 ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences Temmuz/July 2014, 7(2), 43-61 ISSN 1309-1328 gündeme gelen koşulun ne olduğu ya da ne olması gerektiğine ilişkin soruşturmalarda birçok farklı görüş ortaya konulmuştur. Bu noktada incelenmesi gereken ve esas sorunun etrafında döndüğü nosyon, gerekçelendirilmişlik (justifiedness) nosyonu olarak belirlenir (Castañeda, 1988, s. 211). Tek başına doğru inanç, destekleyici nedenler olmaksızın bilgi için yeterli olmamaktadır; yani gerekçelendirilmemiş doğru inanç, şanslı bir tahminden öteye geçmemektedir (Steup, 1998, s. 4). Dolayısıyla sorun, ne türden bir gerekçelendirme koşulunun inançların gerekçelendirilmiş olma durumunu sağladığıdır. Epistemolojide inançların epistemik olarak gerekçelendirilmesi, doğruluk üretmeyi hedefleyen bir prosedür olarak karşımıza çıkmaktadır; yani epistemik olarak gerekçelendirilmiş inançlar, hedeflenen doğrulukla ilişkilidir ve ancak bir gerekçe ile birlikte sunulan inançların doğru olduğunu düşünebiliriz. Bu noktada epistemolojinin en önemli görevi olarak konumlandırılabilecek bir sorunsal karşımıza çıkar. Gerekçelendirme ve doğruluk arasındaki açıklığı kapatma ve bu ikisi arasındaki ilişkiyi kurma sorunsalı. Audi‟ye göre söz konusu bağıntı her ne olursa olsun, gerekçelendirme kendi başına doğruluk içermemektedir. Aslında epistemik gerekçelendirme ve doğruluğun birbiriyle olan bağıntısı, gerekçelendirmenin doğruluğu hedeflemesiyle ilgilidir. Bu bağlamda Audi, gerekçelendirmenin niteliği ve süreci olmak üzere iki yaklaşımda bulunulabileceğini söyler. Bunların ilki ontolojik, ikincisi ise teleolojik yorumlardır (Audi, 1988b, s. 3). Ontolojik yaklaşıma göre bir şey bir inancı gerekçelendirdiğinde, o inanç doğru kabul edilmektedir. Teleolojik yaklaşıma göre ise, gerekçelendirme ile doğruluk arasındaki kavramsal bağıntı gerekçelendirmenin doğruluğu hedeflemesi anlamına gelir. Bu yaklaşım, gerekçelendirmeyi doğruluğu arama pratiğiyle ilişkilendirmek demektir. Yani ontolojik yaklaşım, söz konusu inancın doğruluğunu ilişkili bir takım olgu durumlarında temellendirirken; teleolojik yaklaşım, doğruluk peşinde inançların taşıması gereken entelektüel özellikleri açığa çıkarmaya çalışır. Bu bağlamda bir inancı gerekçelendirme etkinliği ile bir inancın gerekçelendirilmiş olma niteliği arasındaki fark önemli görünmektedir. Bir inancı gerekçelendirme etkinliğine girildiğinde, inancı destekleyen neden ya da kanıtlar ortaya konulmaya ya da açıklanmaya çalışılır. Hedeflenen şey kişinin başkasını ya da kendisini, söz konusu inancın gerekçelendirilmiş olduğuna ikna etmektir. Bu açıdan bir nitelik olarak gerekçelendirme ile etkinlik olarak gerekçelendirme arasındaki ilişki konusunda iki nokta öne çıkmaktadır. İlki, kişinin belirli bir inancının, herhangi bir gerekçelendirme etkinliğine girilmemiş olsa bile, gerekçelendirilmiş olma niteliğine sahip 45 ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences Temmuz/July 2014, 7(2), 43-61 ISSN 1309-1328 olabileceğidir. İkincisi ise, belirli bir inanç gerçekte gerekçelendirilmiş olsa bile, kişinin bu inancın nasıl gerekçelendirilmiş olduğuna ya da nasıl gerekçelendirilebileceğine ilişkin hiçbir fikrinin olmayabileceğidir (Steup, 1998, s. 10). Örneğin kişinin kitap okurken kitap okuduğuna ilişkin inancını düşünecek olursak, bu inanç gerekçelendirilmiş bir inanç olarak görülebilir. Bu gerekçelendirmenin sağlanabilmesi için, bu inancı destekleyen nedenlerin bir başkasına açıklanma ihtiyacı yoktur. Yani böylesi bir durumda bir gerekçelendirme etkinliğinden söz etmek gerekmeyebilir. Ya da bir epistemoloji sınıfında, ilk derste profesörün öğrencilerine var olduklarına ilişkin inançlarını gerekçelendirmelerini sorduğunu düşünelim. Öğrencilerin ilk tepkisi bir şaşkınlık olacak ve soruya hemen bir karşılık vermekte zorlanacaklardır. Ancak yine bu durum, var olduklarına ilişkin inançlarında gerekçelendirilmemiş olduklarını göstermemektedir; çünkü bir inanç için gerekçelendirilmiş olmak ile inanan kişinin inancını gerekçelendirmesi farklı şeylerdir. Burada önemli olan nokta, ontolojik yorum doğrultusunda inançların gerekçelendirilmiş olma nitelikleridir. İşte bu gerekçelendirilmiş olma niteliğinin nasıl sağlanabileceğine ilişkin bir yaklaşım olarak temelciliğin, temelcilikle ilişkilendirilebilen dışsalcı yaklaşımın ve bir dışsalcılık versiyonu olan güvenilirciliğin ele alınması, sorunu açık kılmak için tutulabilecek bir yol olarak görünmektedir. Temelcilik Temelcilik, epistemik gerekçelendirmenin standartlarına ilişkin geliştirilen bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın temeli, bilgi dizgesinin genel gerekçelendirme yapısıyla bağlantılıdır. Temelcilik, gerekçelendirmenin olanağı için özel statüsü olan bir inanç kümesinden söz eder.1 Bu inanç kümesi, dolaysız olarak gerekçelendirilmiş inançlardan oluşmaktadır ve bunlar temellendirici inançlar olarak iş görür. Dolaysız olmayan gerekçelendirilmiş inançlar da, bu inanç kümesine bağımlı olarak gerekçelendirilebilmektedir (Audi, 1988a, s. 87). Epistemolojik temelciliğin iki ana tezi, BonJour‟a göre şu şekilde özetlenebilir: 1 Bu türden bir gerekçelendirmenin en iyi örneklerinden birisi, Descartes‟ın epistemolojisinde ortaya konulmuştur. Bu türden bir yaklaşımda, belirli bir inancın gerekçelendiricisi inanan kişiye doğruluğun garantisini sağlamadıkça, gerekçelendirilmiş sayılmamaktadır. Literatüre klasik temellendiricilik olarak geçen bu Kartezyen görüşte, gerekçelendiriciler olarak özel statüdeki temel inançlar yanılmaz (infallible) olmalı ve temel-olmayan diğer inançlar da yanlış olması olanaklı olmayan bu temel inançlardan çıkarım yoluyla elde edilmelidirler (Steup, 1998, s. 105). Descartes, İlk Felsefe Üzerine Meditasyonlar‟da dış dünyanın varlığını “Varım” ve “Düşünüyorum” gibi yanılmaz kesinliklerden yola çıkarak kanıtlamaya girişmiştir. 46 ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences Temmuz/July 2014, 7(2), 43-61 ISSN 1309-1328 (a) Bazı empirik inançlar, diğer empirik inançlar yoluyla gerekçelendirilmeye bağımlı olmaksızın, kendiliğinden dolaysız bir şekilde epistemik gerekçelendirme kriterine sahiptirler. (b) Bu „temel inançlar‟ tüm empirik bilginin nihai gerekçelendirilme kaynağıdırlar. Bu görüşe göre diğer tüm empirik inançlar, epistemik olarak özel statüde olan bu „temel inançlar‟la uygun çıkarımsal ilişkiler aracılığıyla türetilerek gerekçelendirilirler. Ve bunlar empirik bilginin dayandığı temeli oluştururlar (1985, s. 17). Bu genel açıklama modeli doğrultusunda temelcilik, epistemik gerekçelendirmenin yapısını açıklama iddiasında olan en yaygın yaklaşımlardan birisi olarak kendisini göstermektedir. Kuramı adlandırmak için kullanılan terim de, açıklama biçimine uygun bir şekilde yapısal bir metafor olarak görülmektedir (Fumerton, 2002, s. 210). Bu bağlamda temelci yaklaşıma göre gerekçelendirme, doğruluğun bir garantisi olarak görülmektedir. Çağdaş epistemolojide temelcilik bir bakıma geleneksel kutuplaşmalardan farklı bir doğrultu izlemektedir. Temelci yaklaşım, hem rasyonalist hem de empirist kuramın ortak olarak paylaşabildiği bir kavrayışı ifade eder. Empiristler, deneyimin temel inançların garantisi olduğunu iddia ederler. Rasyonalistler ise temel inançların garantisinin akıl olduğunu iddia ederler. (Lehrer, 1990, s. 42). Gerekçelendirme konusunda temel inançlara biçilen bu işlev, her iki kutbu birleştirmektedir. Bilgi ve gerekçelendirmeye ilişkin empirist kurama göre, temel inançların içeriğini oluşturan empirik önermeler vardır. Bu önermelerin doğru olduğuna ilişkin inanç, kendinden gerekçelendirilmiş bir temel inanç olarak ele alınır. Yani bu türden empirik önermelerin kabulü temelde durmaktadır. Farklı empirist yaklaşımların duyu deneyiminin nesnesinin ne olduğuna ilişkin (fiziksel nesne, görünüş ya da duyu-verisi gibi) farklı görüşleri olmasına karşın, temelci tutumları değişmemektedir. Ayrıca temelci yaklaşımın, mantıksal ya da tarihsel olarak yalnızca empirizmle sınırlandırılması da söz konusu değildir (1990, s. 41). Epistemolojik olarak temelci bir özellik gösteren rasyonalist kuramlar da bulunmaktadır. Bu türden bir rasyonalizme göre ise, temel inançlar ve bunların diğer inançlar için sağladığı gerekçelendirme akıl yoluyla elde edilmektedir. Epistemik Gerileme Sorunu 47 ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences Temmuz/July 2014, 7(2), 43-61 ISSN 1309-1328 Temelciliğin daha iyi anlaşılabilmesi için, temel inançlar düşüncesiyle ilişkili olan epistemik gerileme sorununu açımlamak gerekmektedir. Empirik bilgiye bir temel ya da dayanak bulunmasına ilişkin girişim, klasik epistemik gerileme sorununa çözüm bulmayı talep eder. Bu sorun bilginin koşulu olarak gerekçelendirme sorunuyla doğrudan bağlantılıdır. İnançların yeterli bir şekilde gerekçelendirilebilmesi için ihtiyaç duyulan gerekçelendirici argümanın sonsuz gerilemeye düşmesi, kuşkucu sorunları beraberinde getirmekte ve inançların gerekçelendirilmesini olanaklı olmaktan çıkarmaktadır. En temelde bilgi sahibi olduğumuz iddiası, birtakım önermeleri bildiğimiz düşüncesini içerir. Dolayısıyla P gibi bir önermeyi bildiğimizi iddia edebilmemiz için, bu P önermesini bir takım kanıtlar sağlayarak destekleyen bir Q nedenine ihtiyaç duyulmaktadır. Ve bir önerme ancak kendisini destekleyen bir başka önerme varsa bir neden olarak işlev görebilir. Bu durumda Q önermesini destekleyen bir başka R nedenine sahip olmak gerekir ki; bu durum böyle sürüp gidecektir (Cling, 2008, s. 402). Yani sonsuz bir gerileme nedeniyle, P önermesini gerçekten de gerekçelendirecek bir destek sağlayamayacağımıza göre, P‟yi bildiğimiz iddiası geçersiz kalmaktadır. Audi, inançların birbirlerini destekleyerek her birinin bir öncekine bağlandığı ve bir şekilde bilgi oluşturma iddiası içinde olan bu yapıya „epistemik zincir‟ demektedir (Audi, 2003, s. 188). Dolayısıyla bu epistemik zinciri oluşturan halkalar olarak inançların statüsü, bu doğrultuda belirlenmelidir. Bu noktada empirik bilgi, epistemik gerekçelendirmenin kısır bir döngüsü ya da sonsuz bir gerilemesi nedeniyle tehdit altındadır; çünkü her inanç ancak ve ancak kendisine dayandırılan öncül inanç gerekçelendirilmiş ise gerekçelendirilebilir. Epistemik olarak öncül olan inanç da, yine daha önceden bir başka gerekçelendirilmiş inanç yoluyla gerekçelendirilmiş olmalıdır. Böylece çıkarımsal karakterdeki gerekçelendirme hiçbir zaman başlayamaz. Sonuç olarak bu yaklaşıma göre, empirik bir gerekçelendirme ve dolayısıyla empirik bilgi olanaksız olarak görünmektedir. İşte tam da bu noktada, temellendirici argüman bu kuşkucu sonuçtan kaçınmanın bir stratejisi olarak işlev görmektedir. BonJour temelci yaklaşımın pozisyonunu daha ayrıntılı olarak açımlamak için, gerekçelendirmenin söz konusu epistemik gerilemesi konusunda olası dört durum ortaya koyar: 1- Gerileme daha önceki inançlar için sunulan gerekçelendirici öncüllerde son bulabilir, fakat bu öncüller için daha fazla herhangi bir gerekçelendirmeye ulaşılamaz. 48 ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences Temmuz/July 2014, 7(2), 43-61 ISSN 1309-1328 2- Gerileme yeni empirik öncül inançlar ortaya kondukça, belirsiz bir şekilde geriye doğru sürebilir; fakat bu sıralamada ne herhangi bir inanç yinelenir ne de herhangi bir sona ulaşılabilir. 3- Gerileme kendi üstüne doğru kapanabilir, yani gerekçelendirme yeteri kadar ilerletildiği zaman, gerekçelendirici argüman zinciri sırasında daha önceden öncüller olarak ortaya çıkmış olan inançlar (bunlar da bir başka inanç tarafından gerekçelendirilmişlerdir), yeniden gerekçelendirici öncüller olarak kullanılırlar. 4- Gerileme nihayet son bulabilir; çünkü „temel‟ empirik inançlara ulaşılmıştır ve bu inançlar diğer empirik inançlara çıkarımsal olarak bağımlı olmayan bir şekilde epistemik gerekçelendirme özelliğine sahiptirler. Böylece daha öte bir empirik gerekçelendirmeye ihtiyaç duyulmaz (1985, s. 21). Temelci yaklaşım sonuncu alternatifi öngörür ve diğer alternatiflerin kaçınılmaz bir şekilde kuşkuculukla karşı karşıya kalacağını iddia eder. Bu doğrultuda empirik bilgi söz konusu edilecekse, epistemik gerileme sorununu çözen tek yaklaşım temelcilik olarak ortaya koyulur. İşte dördüncü durum, temelciliğin ana iddiasını dile getirmektedir. Bilgiyi oluşturan inançlar, epistemik zincirin son halkasında bulunurlar (Audi, 2003, s. 192). Temel inançlar, gerekçelendirme zincirinde diğer inançlar için geçerli bir neden olarak işlev görürler. Temelcilik, temel empirik inançların sahip olduğu iddia edilen çıkarımsal olmayan epistemik gerekçelendirme özelliğinin derecelerine göre üç farklı versiyonda karşımıza çıkmaktadır. Temelcilik Türleri Temelciliğin ılımlı versiyonunda, temel inançların sahip olduğu çıkarımsal olmayan güvencenin kendisi, bilgi için gerekçelendirme koşulunu yeterli bir şekilde sağlamaktadır. Yani temel inanç kendi başına diğer empirik inançların gerekçelendirilmesinde kabul edilebilir bir öncül olarak konumlandırılır. Temel inanç, gerekçelendirilme ihtiyacı konusunda diğer empirik inançlardan bağımsız olduğundan, açık bir şekilde temel olma işlevini taşır (BonJour, 1985, s. 26). 49 ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences Temmuz/July 2014, 7(2), 43-61 ISSN 1309-1328 Bu inançların sadece yeterli bir şekilde kendinden gerekçelendirilmiş olduğunun değil, aynı zamanda mantıksal olarak da yanılmaz (infallible), kesin ve kuşku götürmez olduğunun iddia edilmesi ise, güçlü temelcilik versiyonunun iddiasıdır. Ancak temelci yaklaşımın ilk savunucularının temel inançlara yanılmazlık ve kesinlik atfetmesi, yandaş ve karşıt görüşler arasında birçok tartışmaya neden olmuş ve asıl temelciliğin ana iddiasını taşıyan ılımlı temelcilik versiyonunun kabul edilebilir olup olmadığı sorununu kısmen de olsa gündemden düşürmüştür. BonJour‟a göre, temel inançlara mantıksal yanılmazlık özelliği atfetmek çok güçlü ve aşırı bir iddia taşımaktadır ve epistemik gerileme sorununa bir yanıt olarak getirilmiş olan temelci yaklaşım için gerekli de değildir; çünkü asıl önemli ve yeterli iddia, temel inançların kendinden gerekçelendirilmiş olduğu iddiasıdır (1985, s. 28). Üçüncü versiyon olan zayıf temelcilik ise, ılımlı temelci yaklaşımın temel inançlara atfettiği içsel ve çıkarımsal olmayan gerekçelendirme özelliğini de gerekli bulmamaktadır. Buna göre temel inançlar yalnızca düşük düzey bir epistemik gerekçelendirme özelliği taşımaktadır ki, bu gerekçelendirme derecesi bilgi için yeterli gerekçelendirme koşulunu sağlayamamakta ve kendilerinden çıkarılması olanaklı diğer inançlar için kabul edilebilir öncüller olarak görülmemektedirler. Zayıf temelcilikte bu inançlar ancak başlangıçta geçici olarak güvenilir sayılırlar. Fakat yine de bu yaklaşımın temelciliğin bir versiyonu olarak ele alınmasının nedeni, görece düşük düzeyde de olsa gerekçelendirici temel inançları varsayıyor olmasıdır. Yalnız bu temel inançlar, epistemik gerileme sorununa son noktayı koyan, kendinden gerekçelendirme özelliği taşıyan ılımlı temelciliğin temel inançları olmadığından; aynı zamanda temel olmayan inançların da desteğine başvurulmak zorunda kalınır. Kendilerinden diğer bütün inançların gerekçelendirilebileceği temel inançlar olduğu iddiasını benimsemeyen zayıf temelci görüş; böylelikle, gerekçelendirmenin temel ve temelolmayan inançların bağdaşımı yoluyla olanaklı olabileceği iddiasını ortaya atar (BonJour, 1985, s. 29). Bir bakıma başlangıçtaki yarı-temel inançlar diğer inançlarla olan bağdaşımı yoluyla güçlendirilmektedir. Sonuç olarak zayıf temelci yaklaşım, ılımlı temelcilik ile bağdaşımcı kuramlar arasında bir ara versiyon olarak görülebilir. Bu noktada gerekçelendirme ve bilgi sorunu; epistemik gerileme sorununa verilmiş bir yanıt olarak ele alınmış olan temelci yaklaşımın en temel iddialarını içeren ılımlı temelcilik doğrultusunda ele alınacaktır. Bu temel iddialar doğrultusunda temelci yaklaşıma getirilen bir takım eleştiriler söz konusudur. 50 ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences Temmuz/July 2014, 7(2), 43-61 ISSN 1309-1328 Temelcilik Eleştirisi Bilgiye güvenilir bir temel sağlayacak ve gerekçelendirmenin sonsuz gerilemesinin önüne geçecek temel empirik inançların varlığı, ılımlı temelciliğin ana iddiasıdır. Ancak bu temel inançların varlığı iddiası, epistemik olarak paradoksal bir yapı içermektedir. Daha fazla empirik öncüle gerek duyulmaksızın bu temel inançlar nasıl gerekçelendirilmektedir ya da kendinden gerekçelendirilmiş sayılmaktadırlar? Bu temel inançlar için çıkarımsal olmayan gerekçelendirme nereden sağlanmaktadır? Epistemik gerekçelendirmenin temel işlevi bilginin doğrulukla ilişkilendirilmesi olduğundan ve empirik bilgi için gerekçelendirme standartlarının doğruluğa yönlendirecek özellikte olması gerektiğinden; temel inançların da doğru olduğunu düşünmek için iyi nedenler bulunması gerekmektedir. Temel inançların doğru olduğunu düşünmek için gerekli olan gerekçeler nasıl sağlanacaktır? BonJour ılımlı temelcilikle ilgili sorunları açımlamak için, her durumda temel inançları sıradan empirik inançlardan ayıran bir özellik olması gerektiğini ortaya koyar (1985, s. 31). Ona göre eğer bu özelliğe ö dersek ve B‟yi temel bir inanç olarak belirlersek; kabul edilebilir bir temelci görüş, aşağıdaki argümanın öncüllerini gerekçelendirebiliyor olmalıdır: (1) B, ö özelliğine sahiptir. (2) ö özelliğine sahip olan inançlar yüksek olasılıkla doğrudur. O halde, B yüksek olasılıkla doğrudur. Argümana göre, eğer B temel bir inanç ise ilk öncül doğru olmalıdır. Fakat asıl sorun, B‟yi temel bir inanç olarak kabul etmemizi sağlayan ve diğer inançları gerekçelendirmek için kullanmamızı meşru kılan nedenlerin ne olduğudur. Öncüllerden birincisi ö özelliğine bağlı olarak a priori temelde gerekçelendirilebiliyor olarak düşünülse de, her iki öncülün de bu şekilde gerekçelendirilebileceğini iddia etmek olanaklı değildir. Bu noktada BonJour, kabul edilebilir bir temelci yaklaşıma göre öncüllerden en az birisinin empirik olması gerektiğini söyler. Bir diğer sorun ise; B inancının belirli bir A kişisi için gerekçelendirilebilmesi için, A kişisinin bu gerekçelendirmenin kognitif olarak farkında olması gerektiğidir. Yani gerekçelendirme basamaklarının soyut bir şekilde var olması bir şey ifade etmeyecektir. Gerekçelendirmeye kognitif olarak sahip olmak demek de, (1) ve (2) öncüllerine inanmak ve onları gerekçelendirebiliyor olmak anlamına gelmektedir. Bu koşul sağlanmadıkça; 51 ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences Temmuz/July 2014, 7(2), 43-61 ISSN 1309-1328 yani A kişisinin söz konusu gerekçelendirmeye ve argümantasyona kognitif erişimi olmadıkça, inançların kabul edilmesinde epistemik sorumluluktan söz edilemez (1985, s. 31). Tüm bunların ışığında BonJour‟a göre, B‟nin gerekçelendirilmesi için, bir başka empirik inanca duyulan ihtiyaçtan dolayı, B artık temel inanç olarak görülemeyecektir. Dolayısıyla ılımlı temelcilik de, gerileme sorununa karşı geçerli bir yanıt olmaktan çıkmaktadır. BonJour tarafından formüle edildiği şekliyle, temelcilik karşıtı bu argümanın daha ayrıntılı olarak ele alınması; gerekçelendirme sorunuyla bağlantılı olarak dışsalcılığın ürettiği çözümü anlamak açısında önemlidir. (1) Temel empirik inançlar olduğunu varsayalım; bunlar a) epistemik olarak gerekçelendirilen empirik inançlar ve b) gerekçelendirilmesi başka herhangi bir empirik inanca dayanmayan empirik inançlar olsun. (2) Bir inancın epistemik olarak gerekçelendirilmesi için, bu inancın doğru olduğuna ilişkin bir neden gereklidir. (3) Bir inancın belirli bir kişi için epistemik olarak gerekçelendirilmesi için, bu kişinin bu nedene kognitif olarak erişimi olması gerekir. (4) Böyle bir nedene kognitif olarak erişim içinde olmanın tek yolu, inancın doğru olduğu çıkarımını sağlayan öncüllere gerekçelendirme yoluyla inanmaktır. (5) Empirik bir inanç için, bu türden bir gerekçelendirici argümanın öncülleri tamamen a priori olamaz; en azından bir öncül empirik olmalıdır. O halde; söz konusu temel empirik inancın gerekçelendirilmesi, en azından bir diğer empirik inancın gerekçelendirilmesine bağımlı olmaktadır ki; bu (1) ile çelişir. Bu durumda, temel inançlar olanaklı değildir (1985, s. 31). Temelcilerin bu argümanın sonucunu reddetmeleri için; öncüllerden birisini ya da daha fazlasını reddetmeleri gerekmektedir. Öncül (1) temelci yaklaşımın ana tezidir. Öncül (2) de, gerekçelendirmenin bir bakıma anlamı ve amacını ifade etmektedir. Empirik bilgi ve empirik inançlar söz konusu olduğundan, öncül (5)‟in reddedilmesi de düşünülemez. Dolayısıyla temelci yaklaşımın kabul edilebilir olması için, geriye öncül (3) ya da (4)‟ün reddedilmesinden başka bir yol kalmamaktadır. 52 ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences Temmuz/July 2014, 7(2), 43-61 ISSN 1309-1328 Geleneksel temelci yaklaşım, temelcilik karşıtı argümanın (4) numaralı öncülünü reddeder. Buna göre, bir inancın temel olması için söz konusu kişinin gerekçelendirmeye kognitif erişimi olması gerekir; ancak inanan kişinin gerekçelendirmeye ilişkin kognitif kavrayışı, gerekçelendirme gerektiren daha öte bir empirik inancı gerekli kılmaz. Yani inancın doğru olduğunu sağlayan daha fazla öncüllere ve bunların da gerekçelendirilmesine ihtiyaç yoktur. Söz konusu olan şey, gerekçelendirme gerektirmeyen daha temel türden bir kognitif durumdur (BonJour, 1985, s. 33). Bu kognitif durumlar epistemik gerekçelendirmenin nihai kaynakları olarak sunulur. Bir bakıma temel inançlara koşut olarak temel kognitif durumlar (sezgi, dolaysız kavrayış, doğrudan farkındalık vb.) gündeme getirilmektedir. Ancak son zamanlarda temelci yaklaşımın birçok temsilcisi daha yaygın olarak öncül (3)‟ü reddetmektedir. Bu versiyona göre, bir inancın gerekçelendirilmesi ve aynı zamanda temel olması için yukarıdaki argüman belirli bir anlamda sağlanmalıdır; ancak temel inançla ilişkilendirilen kişinin bu argümanın öncüllerini bilmesi ya da gerekçelendirerek inanması, hatta sadece inanması bile gerekli değildir. Gerçekte herhangi bir kişinin bu öncülleri bilmesi ya da gerekçelendirerek inanması zorunlu değildir. Bu görüşe göre, temel inançlar için söz konusu öncüllerin, herhangi bir kişi farkında olsun ya da olmasın, sadece doğru olması yeterlidir (BonJour, 1985, s. 33). Bu yaklaşımın en önemli savunucusu David Armstrong, bu görüşe dışsalcılık adını verir; çünkü temel bir inancı gerekçelendiren şey, inanan kişinin duruma ilişkin kavrayışına dışsal olan uygun olgulardır. Temelci yaklaşımın dışsalcılıkla bağlandığı bu noktada, dışsalcılığın motivasyonu daha açık bir şekilde ortaya çıkar. Dolayısıyla dışsalcılığın bu yolla daha anlaşılır bir şekilde ele alınmasının zemini oluşturulmuş olmaktadır. Bu bağlamda dışsalcılığın en önemli temsilcilerinden birisi olan Armstrong‟un görüşleri ele alınmalıdır. Dışsalcılık Gerekçelendirmenin sonsuz gerilemesi sorunu karşısında, temelci yaklaşımın ortaya attığı iddiayı güçlü bir zemine oturtmak adına geliştirilen dışsalcılık; çağdaş epistemolojide son dönemlerde 53 ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences Temmuz/July 2014, 7(2), 43-61 ISSN 1309-1328 formüle edilmiş ve hala güçlendirilmeye uğraşılan bir yaklaşımdır. Daha fazla gerekçelendirilmeye ihtiyaç duymayan basit ve temel inançların bir şekilde açıklanması gerekliliği; dışsalcı bir alternatif yaklaşımın üretilmesine neden olmuştur. Yani esas sorun, inanan kişinin söz konusu temel inançlarının doğru olduğunu düşünmesinin bir gerekçesi olarak, yeniden gerekçelendirilmiş inançlara duyulan ihtiyacın önüne geçme sorunudur. Bu bağlamda dışsalcılık, bilen öznenin bilgi alanı içinde olması gerekmeyen dışsal bir gerekçelendirme koşulu arayışına girmiştir. Dolayısıyla temelcilik karşıtı argümanın (3) numaralı öncülünün reddedilmesi de bu anlama gelir: (3) Bir inancın belirli bir kişi için epistemik olarak gerekçelendirilmesi için, bu kişinin bu nedene kognitif olarak erişimi olması gerekir. Ancak bu önermenin reddedilmesi, hala bir inancın neden doğru olduğuna ilişkin bir gerekçeye olan ihtiyacı ortadan kaldırmamaktadır; çünkü (2) numaralı öncüle göre, bir inancın epistemik olarak gerekçelendirilmesi için, bu inancın neden doğru olduğuna ilişkin bir neden gereklidir. İşte dışsalcılık, (2) numaralı öncülün gerekli olduğunu iddia ettiği koşulu ortaya koyma girişimidir. Bu neden ya da gerekçenin temel karakteristiği ise, inanan kişiye „dışsal‟ olmasıdır. “Temel empirik bir inancın epistemik gerekçelendirilmesi; inanan kişi ile dünya arasındaki nedensel ya da nomolojik karakterdeki uygun bir ilişkinin sağlanması yoluyla olanaklıdır” (BonJour, 1985, s. 34). Bilgi ve doğruluk arasındaki ilişki böyle kurulmaktadır. Temel inanç, inanca sahip olan kişinin kavramasının gerekli olmadığı bir neden ya da ilişki yoluyla gerekçelendirilmektedir. Böylece temel inançların gerekçelendirilmesi için, daha başka bir inanca ya da kognitif duruma ihtiyaç kalmamakta ve epistemik gerilemeye ilişkin temelciliğin sorunu çözülmüş olmaktadır. Bu yolla temelciliğin, dışsalcılıkla olan bağlantısı açıkça görülmektedir. İnançların gerekçelendirilmesi söz konusunda olduğunda en önemli sorun epistemik gerileme sorunu olduğundan, dışsalcılığın bu sorun karşısındaki yaklaşımı ve bu soruna karşı geliştirdiği strateji kritik bir değer taşır. Bu bağlamda dışsalcılık, özellikle temelcilikle ve epistemik gerileme sorunuyla ilişkisinde ele alınmalıdır. 54 ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences Temmuz/July 2014, 7(2), 43-61 ISSN 1309-1328 Dışsalcılık2 bu açıdan, genel olarak ancak birtakım dışsal koşulları sağlayan temel inançların, epistemik olarak gerekçelendirilmiş olduğunu iddia eder. Armstrong bu dışsalcı yaklaşımı, İnanç, Doğruluk ve Bilgi adlı yapıtında ortaya koyar. Ona göre temel bir inancın gerekçelendirilmesi, inanan kişi ve inancı ile dünya arasındaki dışsal ve yasa benzeri bir ilişkiye başvurularak yapılmaktadır. “Olgu durumları olarak Bap (a‟nın p‟ye inanıyor olması) ile „p‟yi doğru kılan olgu durumları arasında yasa-benzeri bir bağlantı olmalıdır. Yani Bap söz konusu olduğunda; durum da, „p‟ olmalıdır” (Armstrong, 1973, s. 166). Armstrong bu açıklamaya çıkarımsal olmayan bilginin ya da gerekçelendirmenin “termometre modeli” adını verir. Nasıl ki güvenilir bir termometrenin ölçümleri sıcaklığı yasal olarak yansıtıyorsa; kişinin temel inançları da bunları doğru kılan olgu durumlarını yasal olarak yansıtmaktadır. Bu durumda inançları bu koşulları sağlayan kişi, güvenilir bir kognitif araç olarak konumlandırılır. Bunun için Armstrong herhangi belirli bir inanan kişiyi şart koşmasa da, yine de inanan kişinin ve inancının belirli özellikleri taşıması gerektiğini söylemek durumundadır. Kişinin inancı, ancak ve ancak bu özellikleri sağladığı zaman yasa-benzeri bağlantı yoluyla gerekçelendirilmiş sayılır. Bu bakımdan inanç ve bu inancı doğru kılan nomolojik bağlantı, güvenilir bir göstergeye dayanmalıdır (Armstrong, 1973, s. 182). Yani inancın bilgi sayılabilmesi için, inancın doğruluğunun doğa yasaları yoluyla garanti edilmesi ve inancın doğruluğu için, nomolojik olarak yeterli özelliklere sahip olması gerekmektedir. Armstrong‟un güvenilir bir işaret düşüncesi, çıkarımsal olmayan bilgi konusundaki yaklaşımında belirleyicidir. Buna göre bilen kişi, bildiği şey hakkında bir kanıt sahibi olmak durumunda değildir. “Kişinin kendi inanç durumu, içinde bulunduğu koşullarla birlikte, bir başkası adına tamamen güvenilir bir kanıt olarak işlev görebilir ve özellikle inandığı şeyin doğruluğuna ilişkin tamamen güvenilir bir işarettir” (Armstrong, 1973, s. 183). Armstrong‟a göre bilginin güvenilir göstergesi, ancak bu şekilde sağlanabilir. Kişinin inancına ilişkin, yani inancının doğru olduğuna ilişkin, inancının karşılık geldiği olgu dışında bir şeye sahip olmasını gerektirmeyen bu yaklaşım, dışsalcılığın temel iddiasını taşımaktadır. 2 „Dışsalcılık‟ terimi, ilk defa Armstrong (1973) tarafından bilgiye ilişkin bir görüş olarak ortaya konulmuştur. BonJour, Armstrong‟un kullandığı bu terimi kendi düşüncesine uyarlayarak bir gerekçelendirme anlayışı çerçevesinde ele almıştır. 55 ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences Temmuz/July 2014, 7(2), 43-61 ISSN 1309-1328 Armstrong, dışsalcı savını şu şekilde netleştirir: “Öznenin inançları bir nedene dayanmaz, fakat bunu iddia etmek makuldur (gerekçelendiricidir); çünkü o bir göstergedir, tamamen güvenilir bir gösterge, var olduğuna inanılan durumun gerçekten de var olduğunu ortaya koyan bir göstergedir” (1973, s. 183). İnanç ve olgu arasındaki yasal bağlantı yoluyla, daha öte bir gerekçeye ihtiyaç duyulmaksızın, gerekçelendirmenin gerilemesi sonlandırılmış olmaktadır. Yani Armstrong‟un gerileme sorununu çözümü, basit algı yargıları olarak sınırlandırılan bir inançlar kümesinde temellenen bir bilgi yaklaşımıyla geliştirilmektedir. A‟nın p‟ye inanıyor olması, yani Bap durumunda söz konusu olan inanç, bir algı yargısıdır. Bu inanç, Bap olgu durumu ile p‟yi doğru kılan olgu arasındaki yasa-benzeri bağlantı ile bilgi statüsünü kazanır. Armstrong‟un bu yaklaşımında yasa-benzeri bağlantının varlığı, inancın doğruluğu için yeterlidir, yani geçerli bir gerekçelendirme sağlamaktadır. Aynı zamanda bu bağlantının varlığı, özneye inancı konusunda yeterli bir kanıt sağlamak zorunda olmamakta, hatta öznenin bu bağlantının varlığına inanması bile gerekmemektedir (Zalabardo, 2006, s. 138). Böylece söz konusu gerileme sorununu çözmek adına; gerekçelendirme için öznenin herhangi bir kanıta ihtiyacının olmadığını ortaya koyan dışsalcı bir yaklaşım söz konusudur. Dışsalcı gerekçelendirme yaklaşımı, tamamen öznel kavrayışa dışsal olarak kendisini göstermekte ve gerekçelendirme etkinliğinde inanan kişinin rolünü ortadan kaldırma eğilimini sergilemektedir. Güvenilircilik Armstrong‟un ortaya koyduğu dışsalcı yaklaşıma paralel iddialar geliştiren güvenilircilik 3 de, temelciliğe getirilen eleştirilere bir yanıt ve çözüm getirme girişimi olarak kendisini göstermektedir. Dışsalcı yaklaşımın önemli bir versiyonu olan güvenilirciliğin ana hatlarını, yaklaşımın önemli isimlerinden olan Alvin Goldman, “What Is Justified Belief” adlı makalesinde, gerekçelendirmeye ilişkin bir kuram ortaya koyma girişiminde bulunarak belirlemiştir. Bu bağlamda dışsalcı yaklaşımın gerekçelendirme hakkındaki tezleri, güvenilirci gerekçelendirme yaklaşımının ele alınmasıyla daha net bir şekilde ortaya konulabilir. 3 „Güvenilircilik‟, başlangıçta bilgi için gerekçelendirme gerekliliğini reddeden bir kuram olarak ortaya atılmıştır. Armstrong‟a göre bilgiye ilişkin bu türden bir yaklaşımda bilgi için gerekli olan şey, dünya ile uygun bir şekilde bağlantı içinde olan doğru inançlardır (Kornblith, 2001b, s. 2). Fakat sonrasında güvenilircilik genel olarak bir gerekçelendirme kuramı olarak geliştirilmiştir. En önemli temsilcilerinden olan Goldman (1979), güvenilirciliği gerekçelendirmenin en uygun kuramı olarak savunmuştur. 56 ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences Temmuz/July 2014, 7(2), 43-61 ISSN 1309-1328 Goldman öncelikle gerekçelendirmenin nasıl anlaşılmış olduğunu ortaya koyar. Buna göre kişi gerekçelendirilmiş bir inanca sahip olduğunda, inancının gerekçelendirilmiş olduğunu ve gerekçelendirmenin ne olduğunu bilmektedir. Goldman‟a göre bu yaklaşımda gerekçelendirme; inancın desteklenmesinde bir argüman, savunma ya da bir dizi neden olarak işlev görmektedir. Yani kişi, inancının gerekçelendirilmesi konusunda bir iddia ve açıklama sahibi olarak konumlandırılmaktadır. Ancak Goldman bu görüşlerin aksine; bir inanç gerekçelendirildiği zaman, inanan kişinin bunu bilip bilmediği konusunu bir kenara bırakır. Aynı şekilde, bir inancın gerekçelendirilmiş olduğu durumda, inanan kişinin bu gerekçelendirmeye ilişkin bir farkındalık sahibi olup olmadığıyla da ilgilenmez (Goldman, 1979, s. 2). Yani ona göre, bir inancın gerekçelendirildiği düşünüldüğü zaman; inanan kişinin sahip olduğu ya da inanan kişinin bilincinde olduğu „gerekçelendirme‟ denilebilecek bir şeyi varsaymaya gerek yoktur. Önemli olan inancın gerekçelendirilmiş olma özelliğidir. Bu bağlamda Goldman‟ın güvenilirciliği, inancın gerekçelendirilmesini güvenilir bir inanç-üretme sürecine bağlamaktadır. Bu işlem yeterli derecede yüksek doğruluk oranına sahip olduğunda güvenilir olarak belirlenir (Altschul, 2011, s. 258). Kişinin inancı, gerekçelendirilme statüsünü, onu gerekçelendirilmiş kılan işlemden almaktadır. “Bir takım gerekçelendirme-oluşturan işlemler ya da özellikler olmalıdır. Fakat bu durum, inanma noktasında inanan kişi tarafından sahip olunan bir argüman, neden ya da başka bir şey olması gerektiği anlamına gelmez” (Goldman, 1979, s. 2). Bu durumda dışsalcı yaklaşımı belirleyen şey, inancın gerekçelendirilebilmesi için inanan kişinin öznel erişiminin olmasına gerek olmayan birtakım işlemler ya da özelliklerin yeterli olduğu iddiasıdır. Söz konusu inanç-üretme işlemleri Goldman‟a göre organizmanın sinir sisteminde gerçekleşmekte ve öznenin bu olayların farkında olması gerekmemektedir. Yani inanç-üretme işlemlerinin güvenilir olması gerekçelendirmeyi sağlamakta ve bu işlemlerin güvenilirliğine öznenin inanıp inanmaması gerekçelendirmenin geçerliliğiyle ilişkili olmamaktadır (Swinburne, 2001, s. 11-12). Bu doğrultuda Goldman‟ın temel savı şöyledir: “Bir inancın gerekçelendirilme statüsü, ona neden olan işlem ya da işlemlerin güvenilirliğinin bir fonksiyonudur ve güvenilirlik bir işlemin yanlış inançlardan çok, doğru inançlar üretme eğiliminden ibarettir” (1979, s. 10). Yani gerekçelendirilmiş inançlar yüksek olasılıkla doğru olmaktadırlar. Aynı zamanda temelci bir özellik de gösteren yaklaşıma göre, inançtan bağımsız işlemler ve inanca bağımlı işlemler sonucu oluşmuş olmak üzere, iki farklı türden gerekçelendirilmiş inanç vardır. 57 ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences Temmuz/July 2014, 7(2), 43-61 ISSN 1309-1328 Bunların ilki, inanç-olmayan „veri‟leri uyaran olarak alan beynin „yazılımı‟ tarafından üretilmiş olan inançlardır. İkincisi ise, bu ilk türden inançları „veri‟ olarak alan işlemler tarafından üretilmiş olan inançlardır. Bu modele göre, belirli duyu verileriyle karşılaştığımızda; dolaysız ve refleksif olmayan bir şekilde dışsal nesneler hakkında sonuçlara ulaşabilecek şekilde evrimleşmiş güvenilir mekanizmalara sahip olduğumuz ve bu yolla üretilmiş olan inançların çoğunlukla doğru olduğu bir dünyada yaşadığımız varsayılmaktadır (Fumerton, 2002, s. 220). Bu anlamda inançların güvenilir bir biçimde üretilmiş olmaları, gerekçelendirilmiş olmalarını sağlamaktadır ve bu türden bir dışsalcı yaklaşımda bu şekilde oluşturulmuş olan inançlar çoğunlukla doğrudur. Doğru olmaya yakın olan bu inançlar; refleksiyona, iç gözleme ya da öznenin herhangi bir erişimine de açık değildir (Alston, 2004, s. 43). Sonuç Gerekçelendirme sorunuyla ilişkisinde dışsalcı yaklaşımı savunan Armstrong ve Goldman, temelci yaklaşıma getirilen eleştirileri kabul etmemekte ve söz konusu sorunları ortadan kaldırmaya dönük bir strateji geliştirmektedirler. Sonuç olarak Armstrong inançların gerekçelendirilme statülerini, karşılık geldikleri dışsal olgulara bağlarken; Goldman ise inanç-üretme mekanizmalarının güvenilirliğine bağlamaktadır. Bu noktada dışsalcı yaklaşım, temelcilik karşıtı argümanın (3) numaralı öncülü olan gerekçelendirmeye kognitif olarak erişim iddiasının gerekliliğini reddetmektedir. Böylesi dışsalcı bir destekle temelci yaklaşımın epistemik gerekçelendirmeye ilişkin açıklaması daha sağlam bir zemine oturmaktadır. 58 ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences Temmuz/July 2014, 7(2), 43-61 ISSN 1309-1328 59 ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences Temmuz/July 2014, 7(2), 43-61 ISSN 1309-1328 KAYNAKÇA Alston, William P. (2004) “The Challenge of Externalism”, The Externalist Challenge (Current Issues in Theoretical Philosophy, Vol. 2), Edited by Richard Schantz, Walter de Gruyter, s. 37-52. Altschul, Jon (2011) “Reliabilism and Brains in Vats”, Acta Analytica, Vol. 26, No. 3, Springer, s. 257-272. Armstrong, David (1973) Belief, Truth and Knowledge, Cambridge University Press. Audi, Robert (1988a) Belief, Justification and Knowledge, An Introduction to Epistemology, Wadsworth Publishing Company. Audi, Robert (1988b) “Justification, Truth and Reliability”, Philosophy and Phenomenological Research, Vol. 49, No. 1, International Phenomenological Society, s. 1-29. Audi, Robert (2003) Epistemology, A Contemporary Introduction to the Theory of Knowledge, Routledge. BonJour, Laurence (1985) The Structure of Empirical Knowledge, Harvard University Press. Casteñeda, Hector-Neri (1988) “Knowledge and Epistemic Obligation”, Philosophical Perspectives, Vol. 2, Ridgeview Publishing Company, s. 211-233. Cling, Andrew D. (2008) “The Epistemic Regress Problem”, Philosophical Studies: An International Journal for Philosophy in the Analytic Tradition, Vol. 140, No. 3, Springer, s. 401-421. Fumerton, Richard (2002) “Theories of Justification”, The Oxford Handbook of Epistemology, Edited by Paul K. Moser, Oxford University Press, s. 204-233. Goldman, Alvin (1979) “What is Justified Belief”, Justification and Knowledge, Edited by George S. Pappas, D. Reidel Publishing, s. 1-23. Kornblith, Hilary (2001) “Internalism and Externalism: A Brief Historical Introduction”, Epistemology: Internalism and Externalism, Edited by Hilary Kornblith, Blackwell Publishers, s. 1-9. 60 ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar ETHOS: Dialogues in Philosophy and Social Sciences Temmuz/July 2014, 7(2), 43-61 ISSN 1309-1328 Lehrer, Keith (1990) Theory of Knowledge, Westview Press. Lemos, Noah (2007) An Introduction to the Theory of Knowledge, Cambridge University Press. Morton, Adam (2003) A Guide Through the Theory of Knowledge, Blackwell Publishing. Moser, Paul K. & Mulder, Dwayne H. & Trout, J. D. (1998) The Theory of Knowledge: A Thematic Introduction, Oxford University Pres. Steup, Matthias (1998) An Introduction to Contemporary Epistemology, Prentice Hall Inc. Swinburne, Richard (2001) Epistemic Justification, Oxford University Press. Zalabardo, Jose L. (2006) “BonJour, Externalism and the Regress Problem”, Synthese, Vol. 148, No. 1, Springer, s. 135-169. 61