T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANA BİLİM DALI Doktora Tezi Mustafa Nâili Paşa’nın Hayatı ve Girit Valiliği Kevser DEĞİRMENCİ 2502080402 Tez Danışmanı Prof. Dr. Mahir AYDIN İstanbul 2013 Mustafa Nâili Paşa’nın Hayatı ve Girit Valiliği Kevser DEĞİRMENCİ ÖZ XIX. yüzyılın ilk yarısında taşrada valilik, ikinci yarısında da merkezde sadrazamlık gibi önemli görevlerde bulunmuş olan Mustafa Nâili Paşa, ismi az duyulmuş Tanzimat dönemi devlet adamlarındandır. Osmanlı Devleti’nin içte ve dışta pek çok meseleyle ilgilenmek zorunda kaldığı bir zamanda, 21 yıl kadar uzun bir süre boyunca kesintisiz olarak Girit gibi hassas bir bölgede başarılı bir idarecilik yapmıştır. Yüzyılın ikinci yarısında Abdülmecid dönemi sadrazamları arasında yer almıştır. Kaynaklarda adına az rastlandığından dolayı ilgimizi çekmiş ve bu çalışmayla hakkında daha detaylı bir biyografi ortaya konularak hayatına dair boşlukların doldurulması amaçlanmıştır. Bu çalışmada, Mustafa Nâili Paşa’nın çöl savaşlarında yaptığı askerlik vazifesinden sadarete uzanan yolculuğu gözler önüne serilecektir. 73 yıllık süreç anlatılırken, Paşa’nın şahsında, XIX. yüzyıl Osmanlı coğrafyasının da bir değerlendirmesi yapılacaktır. ii Mustafa Nâili Pasha’s Life and Governor ship of Creta Kevser DEĞİRMENCİ ABSTRACT Mustafa Nâili Pasha, whose name is very little known, was a states man in Tanzimat reform era. He afficiated as a governor in rural area in the first half of 19 th. Century and as grand vizier in the second half of 19 th century. While Ottoman Empire was obliged to handle numerous matters, he succesfully performed his duty as a governor formore than 21 years in Creta. In the second half of 19 th century, he took part among Abdülmecid eras grand viziers. By reason of little is learned about him from there sources, he attract ourattention. Witht his study, we aim at putting forward his detailed a otobiography and fulfill the gaps about his life. In this study, we will take the lid of Mustafa Nâili Pasha’s journey from his military service in desert wars to his ministry. Also, we will take stock of 19 th century Ottoman geography as we depicting Pasha’s years of life process. iii ÖNSÖZ Geniş kapsamlı bir araştırma alanına sahip olan Osmanlı Tarihi, şimdiye kadar yapılan pek çok ilmi çalışmaya konu olmuştur. Osmanlı Devleti’nin diğer devletlerle olan ilişkilerinin, yapılan savaşların ve antlaşmaların konu edildiği siyasi tarih çalışmaları kadar devletin işleyişinin, müesseselerinin izah edildiği, zaman içerisinde ihtiyaç duyulan reformların anlatıldığı teşkilat tarihi çalışmaları da önemlidir. XIX. yüzyıl, Osmanlı Devleti için bir reform süreci olmuştur. Bir taraftan devam eden savaşlarla mücadele edilirken diğer taraftan devletin çökmesine mani olmak için her alanda yapılan yenilik çalışmalarına ağırlık verilmiştir. Dolayısıyla bu dönem, Osmanlı Tarihi çalışmaları için hem siyasi hem de teşkilat tarihi açısından son derece önemlidir. Bu noktada, Osmanlı Devleti’nin XIX. yüzyılda yaşadığı yoğun sürecin kahramanları ve onların biyografileri önem kazanmaktadır. Biyografi çalışmaları, sade bir özel hayat hikâyesi olmanın ötesinde, yaşanan dönemi karakterize eder. Bir taraftan şahsın hayatı açığa çıkarılırken, diğer yandan siyasi ve idari konulara nasıl yön verdikleri ortaya konulur. Bu nedenle, XIX. yüzyılın girift yapısının bütün kıvrımlarıyla derinlemesine idrak edilebilmesi için, biyografi çalışmalarının sayısının artması gerekmektedir. Biyografi ve prosopografi çalışmalarında ele alınacak her şahsın, bu alanda bir açığı kapatacağı aşikârdır. Belli dönemlerde devlet kademelerinde görev almış ve bazı yetkilere sahip olmuş her şahsın hayatı ve dolayısıyla yaşadığı döneme etkisini ortaya koymakta fayda vardır. Böylece devrin oluşmasını sağlayan puzzle parçaları bir araya gelecek ve fotoğraf daha da netleşecektir. XIX. yüzyılın öne çıkan devlet adamları hakkında yapılmış olan kayda değer çalışmalar vardır. Örneğin, Yüksel Çelik’in 2005 yılında tamamladığı “Hüsrev Mehmet Paşa, Siyasi Hayatı ve Askeri Faaliyetleri (1756-1855)” adlı doktora tezi, biyografi alanında yapılmış çalışmaların akla gelen önemli örneklerindendir. Hayrettin Pınar’ın “Devlet ve Siyaset Adamı Olarak Mehmed Emin Âli Paşa, 18151871”, Emine Atılgan Gümüşsoy’un “Keçecizade Mehmet Fuat Paşa, 1815-1869” adlı doktora tezleri ile Cemal Atabaş’ın “Sava Paşa’nın Girit Valiliği (1885-1887)” adlı yüksek lisans tezi, biyografi alanında yapılmış çalışmalardandır. iv Çalışmamıza konu olan Mustafa Nâili Paşa, XIX. yüzyılın meşhur kahramanlarından olmamakla birlikte, eğitim hayatından yoksun bir şekilde devlet kademelerinde adım adım yükselmiş ümmi biri olarak dikkat çekmektedir. Bu noktada, çalışmanın ortaya konulması aşamasında bazı zorluklarla karşılaşılmıştır. Zira Paşa’nın, bir eğitim hayatı olmadığından çocukluk dönemine ait çok fazla bilgi yoktur. Bu yüzden Mustafa Nâili Paşa’nın çocukluk dönemi çok fazla irdelenememiş, dolaylı yollardan izah edilmeye çalışılmıştır. Yapılan araştırmalar neticesinde Mustafa Nâili Paşa’nın hayatı hakkında arşiv belgelerine dayalı kapsamlı bir çalışma olmadığı tesbit edilmiştir. Mevcut literatürde bulunan sınırlı bilgiler sürekli tekrarlanmak suretiyle verilmiştir. Bu nedenle çalışmanın ana kaynağını, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ne ait çeşitli fonlarda bulunan belgeler oluşturmuştur. Belgelerin dışında, Mustafa Nâili Paşa’nın hayatının anlatıldığı bazı makale ve ansiklopedi maddelerinden de istifade edilmiştir. Sadece Mustafa Nâili Paşa’nın kendisi değil, yaşadığı dönemin olayları da detaylı bir şekilde incelenmiş ve karakterine yansımaları izah edilmiştir. Böylelikle Mustafa Nâili Paşa’nın hayatına dair eksikler göz önünde bulundurularak kapsamlı bir çalışma yapılmaya çalışılmıştır. Çalışmamız bir giriş ve dört bölümden oluşmaktadır. Girişte, çalışmaya bir zemin olması açısından kısaca XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde yaşanan gelişmeler ve özellikle reform hareketleri bağlamında Mustafa Nâili Paşa’nın almış olduğu görevler ve şahsının önemine vurgu yapılmıştır. Birinci bölümde Mustafa Nâili Paşa’nın Girit valiliği öncesi yılları, ikinci bölümde Girit valisi olduktan sonra çıkan 1841 isyanı kapsamlı bir şekilde ele alınmıştır. Üçüncü bölümde Girit valiliği, dördüncü bölümde ise valilik sonrası merkezdeki görevlerinden bahsedilmiştir. Bu çalışmanın ortaya çıkmasında en fazla katkısı ve desteği olan, değerli tavsiyeleriyle akademik olarak bir danışmanın ötesinde kendisinden çok şey öğrendiğim sayın hocam Prof. Dr. Mahir AYDIN’a sonsuz teşekkürlerimi sunar, hürmet ve minnetlerimi arz ederim. Ayrıca her zaman verdikleri desteklerden dolayı Prof. Dr. M. Ali BEYHAN ile Prof. Dr. Süleyman BEYOĞLU’na da teşekkür eder, saygılarımı sunarım. Çalışmanın ilk aşamasında verdiği literatür bilgisi ile ufkumu v açan Doç. Dr. Yüksel ÇELİK’e de ayrıca teşekkürü bir borç bilirim. Sevgili meslektaşlarım Yrd. Doç. Dr. Arif Kolay’a ve Yrd. Doç. Dr. Şakir Turan’a tezin her aşamasında verdikleri destekten dolayı, Yrd. Doç. Dr. Gülsüm Polat’a son aşamada tezi kontrol etme külfetine katlandığı için teşekkür ederim. Araştırmacılara tanıdıkları imkânlar ve hizmetler ile rahat bir çalışma ortamı sağlayan Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve İslam Araştırmaları Merkezi’nin (İSAM) tüm personeline, Kütahya Mustafa Hakkı Yeşil Kütüphanesi çalışanlarına gösterdikleri kolaylıklardan dolayı müteşekkirim. Son olarak da haklarını hiçbir zaman ödeyemeyeceğim anne ve babama, bütün aşamalarda tüm zorluklara benimle birlikte katlanan ve pek çok fedakârlıklarda bulunan eşim Hakan Değirmenci’ye ve oğlum Mehmed Kağan’a sevgilerimi sunarım. Kevser DEĞİRMENCİ İstanbul 2013 vi İÇİNDEKİLER ÖZ…………………………………………………………………………………...............ii ABSTRACT…………………………………………………………………………………iii ÖNSÖZ………………………………………………………………………………………iv TABLO LİSTESİ…………………………………………………………………………...xiii KISALTMALAR…………………………………………………………………………...xıv GİRİŞ... .................................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN GİRİT VALİLİĞİ ÖNCESİ YILLARI A) MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN ASKER OLARAK YETİŞTİRİLMESİ ................... 9 1) Dayısı Tahir Paşa’nın Himayesinde Mustafa Nâili Paşa ........................................... 10 a) Fransızların Mısır’ı İşgali ve Tahir Paşa’nın Mısır’a Gelişi .................................. 11 b) Tahir Paşa’nın Hüsrev Paşa ile Olan Münasebeti ve İsyanı................................... 14 c) Tahir Paşa’nın Kaymakamlığı ve Mustafa Nâili’nin Mısır’a Gelmesi .................. 17 d) Tahir Paşa’nın Öldürülmesi ve Mustafa Nâili’nin Mısır’dan Ayrılması ............... 19 2) Dayısı Hasan Paşa’nın Himayesinde Mustafa Nâili Paşa .......................................... 24 a) Mustafa Nâili Paşa’nın Mısır’a İkinci Kez Gelişi .................................................. 24 b) Vehhâbîlere Karşı Olan Harekâtta Hasan Paşa’nın Yanında Mustafa Nâili Paşa .. 25 b.1) Vehhâbîliğin Ortaya Çıkışı ve Osmanlı Devleti’nin Müdahalesi ...................... 25 b.2) Hasan Paşa ve Mustafa Nâili’nin Hicaz’a Gelişleri ve Mekke Muhafızlığı…....30 b.3) Hasan Paşa’nın Hicaz’daki İmar Faaliyetleri .................................................... 35 c) 1821 Girit İsyanlarının Bastırılmasında Dayısı Hasan Paşa’nın Yanında Mustafa Nâili Paşa .................................................................................................... ....……..37 c.1) Girit Tarihine Kısa Bir Bakış…………………………………………………...38 c.2) 1821 Girit İsyanı…………………………………………………………….......40 c.3) Hasan Paşa ve Mustafa Nâili’nin Girit’e Gelişi ve Faaliyetleri… ...………..….44 B) MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN MEHMET ALİ PAŞA HİMAYESİNDE TAŞRADAKİ GÖREVLERİ ..................................................................................... 53 1) Girit’te Mısır Askeri Başbuğu Mustafa Nâili Paşa .................................................... 53 a) Eşkıya Saldırıları ve Rum İsyancıların Kışkırtmaları ............................................ 55 vii b) 2) 3) Girit’in Abluka Altına Alınması ............................................................................ 59 Girit Askeri ve Mülki Muhafızı Mustafa Nâili Paşa .................................................. 63 a) Yunanistan’ın Bağımsızlık Kazanma Süreci ve 1830 İsyanı ................................. 63 b) Girit İdaresinin Mehmet Ali Paşa’ya Devredilmesi ............................................... 66 c) Mustafa Nâili Paşa’nın İdaresinde Girit ................................................................. 67 d) Mustafa Nâili Paşa Döneminde Girit’te Yapılan Bayındırlık Faaliyetleri ............. 79 e) Mustafa Nâili Paşa’nın Muhafızlığı Döneminde Girit’te Askerler ........................ 81 1838 Cebel-i Lübnan Ayaklanmalarının Bastırılmasında Mustafa Nâili Paşa’nın Katkısı ........................................................................................................................ 84 a) İbrahim Paşa’nın Lübnan’a Hâkim Olması ve Dürzî-Marunî Çekişmesinin Başlaması…. .............................................................................................................. 84 b) İbrahim Paşa İle Birlikte İsyana Müdahale................................................................ 88 İKİNCİ BÖLÜM MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN GİRİT’E VALİ OLARAK ATANMASI VE 1841 İSYANI A) MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN GİRİT VALİSİ OLARAK ATANMASI VE KAPI KETHÜDASI NURİ BEY’İN GİRİT’E GÖNDERİLMESİ ..................................... 92 B) GİRİT’TE ASAYİŞİN BOZULMASI VE ALINAN TEDBİRLER ......................... 96 1) Rum Eşkıyanın Adaya Gelişi ve İlk Faaliyetleri........................................................ 96 2) Mustafa Nâili Paşa’nın Nahiye Muhafızlarına Yaptığı Uyarılar ............................... 98 3) Nahiye Muhafızlarından Mustafa Nâili Paşa’ya Gelen Haberler............................. 100 4) Mustafa Nâili Paşa’nın Yayınladığı Rumca İlan ve Alınan İlk Tedbirler................ 102 5) Eşkıyanın Girit’te Uyguladığı Propaganda Faaliyetleri ........................................... 105 6) 25 Şubat 1841 Tarihli İlk Şura Toplantısı ................................................................ 107 C) 1841 İSYANI ÖNCESİ ADADAKİ KONSOLOSLARIN ARABULUCULUK FAALİYETLERİ ..................................................................................................... 109 1) Hanya’da Bulunan Konsoloslar ile Hazırlanan Müzakere Metni ............................ 109 2) Konsolosların Eşkıya İle Görüşmesi ve İhtilal Teşebbüsünün Kontrol Altına Alınmaya Çalışılması ............................................................................................... 111 3) Konsoloslar Tarafından Teklif Edilen Çözüm Önerileri .......................................... 113 4) Mustafa Nâili Paşa’nın Hristiyanlara Yaptığı Af Çağrısı ........................................ 115 5) Mustafa Nâili Paşa’nın İngilizlerden Yardım Talebi ............................................... 115 D) 1841 GİRİT MESELESİNİN İSYANA DÖNÜŞMEDEN MÜZAKERELER İLE HALLEDİLMEYE ÇALIŞILMASI ........................................................................ 117 viii 1) Eşkıyanın Asıl Niyetinin Ortaya Çıkması ve Müslüman Ahaliye Hitaben Yazılmış Olan Mektup ............................................................................................................ 119 2) İstanbul’dan Kandiye ve Resmo Meclislerine Gönderilen İlanlar ........................... 120 3) Yunan Hükümeti Tarafından Desteklenen Eşkıyanın Faaliyetlerinin Önlenmesi ... 121 4) Hollanda Konsolosu Tarafından Yazılan Mektup.................................................... 122 E) MUSTAFA NÂİLİ PAŞA TARAFINDAN ALINAN TEDBİRLER ..................... 123 1) Kaptan-ı Derya Çengeloğlu Tahir Paşa’nın Girit’e Görevlendirilmesi ve Faaliyetleri………………. ...................................................................................... 124 2) Girit’in Abluka Altına Alınması .............................................................................. 126 3) Savaş İçin Yapılan Hazırlıklar ................................................................................. 127 4) Mustafa Nâili Paşa ve Ordunun Adada Yaptığı Keşif Harekâtı............................... 131 5) İngiliz ve Fransız Elçilerinin Tavsiyeleri ve Af ilanı ............................................... 134 6) Babıali’nin İsyan Hususunda Girit Yöneticilerine Verdiği Nasihatler .................... 136 F) MÜZAKERELER NETİCESİNDE ÇÖZÜLEMEYEN MESELENİN İSYANA DÖNÜŞMESİ .......................................................................................................... 138 1) İngiliz Kumandanın Arabuluculuk Teklifi ............................................................... 139 2) Eşkıya Grubunun Talepleri ...................................................................................... 140 3) İsyancılar İle Yapılan Çatışmaların İkinci Safhası................................................... 141 4) Savaş Sırasında Ele Geçirilen Bazı Rumca Mektuplar ............................................ 146 5) Arnavut Askerlerinin Uygunsuz Tavırlarına Engel Olunması ................................. 147 G) SON HEDEF: İSFAKYA EŞKIYASI ..................................................................... 149 1) İsfakya Ahalisinin Teslim Şartları ve Mustafa Nâili Paşa’nın Cevabı..................... 149 2) Teslim Şartlarına Karşı Sadaretin Tutumu ............................................................... 154 3) İngiliz Elçisinin Arabuluculuk Israrı ve Babıali’ye Gösterilen Sert Tavır............... 155 4) İsfakya Eşkıyasının Teslim Olması.......................................................................... 156 5) 1841 İhtilalinin Sona Ermesi.................................................................................... 159 H) RUMLARIN GİRİT’TE İSYAN FAALİYETLERİNİ SÜRDÜRME ÇABALAR................................................................................................................161 1) Yunanlılar Tarafından Planlanan Yeni Girişimler ................................................... 161 2) Valence Adlı Eşkıyanın Faaliyetleri ........................................................................ 162 3) Yunanlıların Kötü Niyetlerinden Dolayı Girit’in Muhafazasına Dikkat Edilmesi Gerektiği .................................................................................................................. 164 4) Rumlar Tarafından Müslüman Ahaliye Atfedilen İftiralar ...................................... 165 5) Medaco Kardeşlerin Müslümanlar Aleyhinde Yaptıkları Şikâyetler ....................... 167 ix İ) İSYAN SONRASINDA ADADA YAŞANAN GELİŞMELER ............................. 170 1) Kaptan Paşa’ya ve Mustafa Nâili Paşa’ya Verilen Ödüller ..................................... 170 2) Kaptan Paşa’nın ve Diğer Vazifelilerin Girit’ten Ayrılması .................................... 171 3) Mehmet Ali Paşa’nın Girit’e Görevlendirilme Ümidi ............................................. 173 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN GİRİT VALİLİĞİ A) 1841 GİRİT İSYANI SONRASINDA MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN FAALİYETLERİ ..................................................................................................... 174 1) Girit Valisi Mustafa Nâili Paşa’nın İstanbul’a Gelme Talepleri .............................. 175 2) Kaptan Paşa’nın Donanma ile Girit’e Gelmesi ........................................................ 179 3) Girit Ahalisinin Durumu .......................................................................................... 180 4) Mustafa Nâili Paşa Döneminde Girit’te Görevli Askerlerin Durumu...................... 183 5) Mustafa Nâili Paşa’nın Şirket-i Hayriye Ortaklığına Girmesi ................................. 192 B) MUSTAFA NÂİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT’TE TOPLANAN VERGİLER . 194 1) Mustafa Nâili Paşa’nın Reayadan Alınan Vergilerde Gösterdiği Kolaylıklar ......... 196 2) Yabancı Esnaftan Alınan Vergi ............................................................................... 197 3) Öşür Hususunda Yapılan Düzenlemeler .................................................................. 198 4) Tedavülden Kaldırılan Paralar ................................................................................. 199 C) MUSTAFA NÂİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT’TE TİCARET VE EKONOMİ. 201 1) Girit’te Ticaretin İki Ana Unsuru: Sabun ve Zeytinyağı ......................................... 201 2) Mustafa Nâili Paşa’nın Rus ve Yunan Tüccarlara Uyguladığı Politika ................... 204 D) MUSTAFA NÂİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT LİMANLARI VE GEMİLERİ . 207 1) Girit’te Ulaşımın Tek Adı Gemiler .......................................................................... 207 2) İstanbul İle Haberleşmede Kullanılan Pesendide Adlı Vapur.................................. 210 3) Mustafa Nâili Paşa Döneminde Girit Sahillerinin Haritasının Çıkarması ............... 214 4) Mustafa Nâili Paşa Döneminde Girit Limanlarının Temizlenmesi .......................... 214 E) MUSTAFA NÂİLİ PAŞA DÖNEMİNDE ADADA YAPILAN TAMİRAT VE İNŞAATLAR ........................................................................................................... 217 1) Kilise İnşaatları ve Tamiratı ..................................................................................... 217 2) Yol Tamiratı ............................................................................................................. 218 F) MUSTAFA NÂİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT’TE SALGIN HASTALIKLAR VE KARANTİNA UYGULAMALARI ........................................................................ 220 1) Girit’te Karantina Müdüriyeti Kurulması ................................................................ 220 x 2) Girit’te Kolera Salgını.............................................................................................. 221 G) MUSTAFA NÂİLİ PAŞA DÖNEMİNDE YUNAN DEVLETİ VE GİRİT ........... 222 1) Yunanlıların Granbosa Kalesi İle İlgili Kötü Niyetleri ............................................ 222 2) Mustafa Nâili Paşa’ya Görevliler Hakkında Yapılan Şikâyetler ............................. 224 3) Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’e Dönmek İsteyen Muhacirlere Uyguladığı Politika . 227 4) Mustafa Nâili Paşa Döneminde Girit’te Yaşanmış Bazı Münferit Olaylar .............. 231 H) MUSTAFA NÂİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT’TE UYGULANAN ÇEŞİTLİ KANUNLAR ........................................................................................................... 233 1) Girit’te Rüşvetin Engellenmesine Dair Mustafa Nâili Paşa’nın Aldığı Tedbirler ... 234 2) Girit Hapishaneleri ................................................................................................... 235 3) Girit’te Yaşanan İrtidat ve İhtida Olayları ............................................................... 236 4) Girit’te Uygulanan Miras Hukuku ........................................................................... 238 5) Girit’te Mürur Tezkeresiyle İlgili Uygulamalar ....................................................... 239 İ) MUSTAFA NÂİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT’E YAPILAN SÜRGÜNLER.... 240 1) Bedirhan Bey’in İsyanı ............................................................................................ 240 2) Bedirhan Bey ve Etrafındakilerin Girit’e Sürülmesi ................................................ 241 3) Mustafa Nâili Paşa’nın Bedirhan Bey’e Dair Uygulamaları .................................... 243 4) Mustafa Nâili Paşa Döneminde Abdülmecid’in Girit Ziyareti……… .................... 250 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN GİRİT VALİLİĞİ SONRASI YILLARI A) MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN MECLİS-İ VÂLÂ’DAKİ GÖREVLERİ .............. 257 1) Meclis-i Vâlây-ı Ahkâmı Adliye’nin Kuruluşu ....................................................... 257 2) Mustafa Nâili Paşa’nın Meclis-i Vâlây-ı Ahkâmı Adliye Üyeliği ........................... 260 3) Mustafa Nâili Paşa’nın Meclis-i Vâlây-ı Ahkâmı Adliye Başkanlığı ...................... 262 B) MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN SADARET MAKAMINA GETİRİLMESİ .......... 265 1) Kutsal Yerler Sorunu ve Prens Mençikof’un İstanbul’a Gelişi................................ 265 2) Mustafa Nâili Paşa’nın İkinci Sadareti ve Kırım Savaşı .......................................... 268 a) Mustafa Nâili Paşa’nın İmzası İle Yayınlanan Mazbata ...................................... 269 b) Ulema Tarafından Mustafa Nâili Paşa’ya Verilen Dilekçe ve Rusya’ya Savaş İlanı………. ......................................................................................................... 272 c) Rumeli ve Kafkasya Cepheleri ve Mustafa Nâili Paşa’ya Gelen Raporlar .......... 275 d) Sinop Baskını ve Mustafa Nâili Paşa’ya Gönderilen Raporlar ............................ 279 xi C) Mustafa Nâili Paşa’nın Savaş Sırasında Çıkan İsyanlar Nedeni İle Valilere Gönderdiği Emirler .............................................................................................. 284 f) Kırım’da Yapılan Mücadeleler ve Savaşın Sona Ermesi ..................................... 286 g) Savaş Masraflarına Dair Alınan Tedbirler ve Mustafa Nâili Paşa’nın Katkıları . 288 h) Kırım Savaşı Sırasında İstanbul’a Gelen Yabancı Misafirler .............................. 293 MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN REŞİT PAŞA İLE ÇEKİŞMELERİ ..................... 295 1) Paris’e Mali İşlerden Sorumlu Bir Memur Gönderilmesi Meselesi ......................... 295 2) Mustafa Nâili Paşa ile Reşit Paşa Arasındaki Arsa Meselesi................................... 297 D) 1) E) F) e) MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN ÜÇÜNCÜ SADARETİ ........................................ 299 Avusturyalı Tüccarlar İle Alakalı Senet Meselesi ................................................... 300 MUSTAFA NÂİLİ PAŞA’NIN İKİNCİ GİRİT VALİLİĞİ.................................... 304 1) 1866 Girit İsyanının Ortaya Çıkışı ........................................................................... 304 2) Osmanlı Devleti’nin 1866 Girit İsyanına Müdahalesi ............................................. 309 3) Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’e Gelişi ve Faaliyetleri ............................................... 311 VEFATI, ŞAHSİYETİ, MAL VARLIĞI VE EVLATLARI ................................... 328 SONUÇ ................................................................................................................................ 334 BİBLİYOGRAFYA ............................................................................................................. 338 EK-1………… ..................................................................................................................... 365 EK-2…. ................................................................................................................................ 366 EK-3…. ................................................................................................................................ 367 EK-4… ................................................................................................................................. 368 EK-5… ................................................................................................................................. 369 EK-6… ................................................................................................................................. 370 EK-7… ................................................................................................................................. 371 EK-8… ................................................................................................................................. 372 EK-9… ................................................................................................................................. 373 EK-10.. ................................................................................................................................. 374 ÖZGEÇMİŞ ......................................................................................................................... 375 xii TABLO LİSTESİ Tablo 1: Girit asilerinin bertaraf edilmesi için Mısır’dan gönderilen asker miktarıyla başbuğ ve sergerdeleri Tablo 2: Girit’e gönderilen 4000 askerin sergerde ve binbaşılarının isimleri Tablo 3: Girit’teki kalelere Mısır’dan gönderilen buğday, arpa ve peksimetlerin miktarları Tablo 4: Girit Adası Gelir ve Giderleri Tablo 5: Kandiye, Hanya ve Resmo’da bulunan hapishane erbabına ve kâtiplere vs. mürettebata ödenen mahiye ve tayinat Tablo 6: Girit’te bulunan sekban askerleri ve reisleri Tablo 7: Preveze tarafından yeni gelmiş olan sekban askerin vs. mürettebatın bir aylık mahiyat ve tayinatı Tablo 8: Arnavut Askerlerinin Sergerdeleri ve Aldıkları Mahiyeler Tablo 9: 1841 yılında Girit taraflarında kışlaması gereken askerlerin miktarı Tablo 10: İzmir ve Aydın’dan Girit’e gönderilen redif alayının zabitlerinin maaşları xiii KISALTMALAR a.g.e. Adı geçen eser a.g.m. Adı geçen makale a.g.t. Adı geçen tez A.Ü. Ankara Üniversitesi A.MKT. MHM. Sadâret Mektubi Mühimme Kalemi Evrâkı A.MKT. NZD Sadâret Mektubi Kalemi Nezâret ve Devâir Evrâkı bkz. Bakınız BEO Bâb-ı Âlî Evrâk Odası BOA Başbakanlık Osmanlı Arşivi c. Cilt çev. Çeviren DTCF Dil Tarih Coğrafya Fakültesi ed. Editör haz. Hazırlayan İA İslam Ansiklopedisi İ.DH. İrade Dâhiliye Evrâkı İ. MTZ. GR İrade Eyâlet-i Mümtâze Girid OTAM Ankara Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi s. Sayfa S. Sayı TA Türk Ansiklopedisi TDVİA Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi TTK Türk Tarih Kurumu yay. Yayınlayan yy. Yüzyıl xiv GİRİŞ XVII. yüzyılın sonlarından itibaren Batı’nın her alanda üstünlüğü, ayrıca kuzeyde de bir Rus Devleti’nin doğuşu, kuvvetler dengesini Osmanlı Devleti aleyhine olacak şekilde bozmuş ve devleti, dengeyi düzeltme çareleri aramaya zorlamıştı. Batının kudretinin arttığı bir sırada Osmanlı idare sistemi ve özellikle de askeri teşkilatı bozulmaya başlamıştı. Yeniçeriler eski disiplinlerinden ayrılmışlar, devlet için mali bir yük, padişahın tahtı için de devamlı bir tehlike halini almışlardı. Bu şartlar altında Osmanlı Devleti, reformlarının ilham kaynağı olarak batıyı seçmişti.1 1699 Karlofça ve 1718 Pasarofça antlaşmalarıyla noktalanan yenilgiler, Osmanlı Devleti’nin yaşadığı büyük badirelerdendir.2 XVI. yüzyıla kadar son derece başarılı olan savaş mekanizması, XVII. yüzyılda bir yavaşlama süreci yaşamıştır. Arka arkaya yaşanan muharebeler Karlofça ve Pasarofça’nın tesadüf olmadığını göstermişti. Devletin işleyişi savaş mekanizmasına bağlıydı. Yeni duruma ayak uydurmak biraz güç olmuştu.3 Yenileşme çabalarının sebepleri detaylandırılacak olursa, Osmanlı Devleti’nin üstünlük duygusuyla hakir gördüğü, her türlü gelişmeyi umursamadığı bir dünyadan bozgunla neticelenen ilk darbeleri aldığı kanlı muharebelerin ardından batıya bakış açısı değişmiş, Lale Devri’nde batının üstünlüğü bazı sahalarda kabul edilmişti. Batının varlığını hissedip, üstünlüğünü kabule meyleden Osmanlı anlayışı zamanla hayranlığa dönüşecek ve bir aşağılık duygusu oluşacaktır. Bundan sonra yapılmaya başlanan gelişigüzel değişiklikler, şahsi olmaktan öteye gidememiştir. 1 Kemal Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul 1996, s.31 Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, c. I, Ankara 1953, s.23, 61 3 Sina Akşin, “1839’da Osmanlı Ülkesinde İdeolojik Ortam ve Osmanlı Devleti’nin Uluslararası Durumu”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri Bildirileri, Ankara 1985, s.5-6 2 1 Lale Devri’ni takip eden III. Selim ve II. Mahmut dönemleri, batılılaşma tarihinde önemli bir devrin başlangıcı olmuştur.4 III. Selim, XVIII. yüzyılın ıslahatçı padişahlarından olmuştu. III. Selim devleti içine düştüğü zor durumdan kurtarabilmek için yeni bir ıslahat programı hazırlayarak uygulamayı düşünmüş, devrin ileri gelenlerinden 22 kişiye devletin içine düştüğü durum ve bundan kurtuluş yollarıyla alakalı layihalar hazırlatmıştı.5 Onun padişahlığı, Fransız İhtilali ve onun uzantısı olan Napolyon Savaşlarına rastlamıştı. Avrupa büyük bir sarsıntıyla yeni bir dünyaya adım atarken, Osmanlı Devleti’nin de yüzeysel ıslahatlardan ziyade, daha kalıcı ıslahat politikaları izlemesi gerektiği ortaya çıkmıştı. III. Selim’in önünde ıslahatlara mani iki büyük sorun vardı. İlki, taşrada merkezi kuvvete karşı güçlenen ayanlardı. Tepedelenli Ali Paşa ve Mehmet Ali Paşa gibi kuvvetli ayanlar, merkezden çok daha ileri idareler kurabilmişlerdi. Osmanlı Devleti’nin ikinci büyük sorunu da askeri ıslahattı. Ateşli silahların gösterdiği gelişme karşısında, askerin savaşta paniğe kapılıp kaçmaması için mutlaka talim etmesi, eğitim alması gerekiyordu. Oysa yeniçeriler kendilerini esnaflığa vermişler, askerliği sadece savaş zamanlarında cepheye gitmekten ibaret sayar olmuşlardı. III. Selim, bu iki meseleden ikinciye öncelik vermiştir. Zirâ askeri sınıf düzelmeden ayanlarla mücadele etmek pek mümkün değildi. III. Selim, bu niyetle 1793’de Nizâm-ı Cedit Ocağını kurdu.6 Böylece III. Selim, reformlara karşı koyan, savaş kabiliyetini kaybetmiş, disiplinsiz yeniçerilere karşı kendisine sadakat gösterecek yeni bir gönüllü ordusu meydana getirmiş oldu. III. Selim, idari, siyasi ve ticari sahalarda yapılacak olan reformların planlarını hazırlamış, pek çok yenilik tasarlamıştı. Yenilikçi padişah bu reformlardan ancak küçük bir kısmını gerçekleştirme imkânı bulmuştu.7 Zirâ Kabakçı Mustafa İsyanı ile tahttan indirilmişti. III. Selim dönemi, daha sonra yapılacak olan reformların fikri temellerini oluşturması açısından önemlidir. 4 III. Selim ve II. Mahmut dönemleri üzerine yazılmış kitap ve makaleler için bkz. Mehmet Ali Beyhan, “Islahatlar ve Buhranlar Literatürü: III. Selim ve II. Mahmut Dönemi”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, I/2, İstanbul 2003, s.57-99 5 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ankara 1996, s.59 6 Sina Akşin, a.g.m., s.6-7 7 Kemal Karpat, a.g.e., s. 32 2 III. Selim’in yapmak isteyip de yapamadığı pek çok yeniliği, kendisinden sonra tahta çıkan ve merkeziyetçi bir karaktere sahip olan II. Mahmut yerine getirmişti. II. Mahmut, XIX. yüzyılda bir dağılma dönemine girmiş olan devletin varlığını muhafaza etmek için ıslahat hareketlerine devam etmek gerektiğinin farkındaydı. Devrinde yapılan ıslahatlar daha çok merkeziyetçiliğin gerçekleştirilmesi esasına dayanıyordu.8 II. Mahmut ilk olarak, orduyu düzene koymak için harekete geçti. Çünkü Osmanlı Devleti’nin iç ve dış güvenliği sarsılmış bulunuyordu. 1768’den beri çeşitli devletlerle yapılan savaşlarda Osmanlı orduları peş peşe yenilgilere uğramış, büyük toprak parçalarının düşman eline geçmesine mani olamamıştı. Bunun yanında ordu, kendi sınırları içinde çıkan isyanları bastırma konusunda da başarı sağlayamamıştı. Yeniçerilerin her fırsatta isyan çıkarıp devlet işlerine karışmaya başladıkları da hesaba katılınca, askerlik alanında yeni bir düzenleme yapma zamanının geldiği anlaşılmıştı.9 Devletin mevcut askerinin dışında, talimli askere duyulan ihtiyaç zaruri hale gelmiş ve Eşkinci Ocağı kurulmuştu.10 II. Mahmut bu konuda son derece kararlı ve planlı hareket etmiş ve nihayet 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı ortadan kaldırmayı başarmıştı.11 Böylece reformlara karşı iki sınırlayıcı otorite olan ordu ve ulema sindirilmiş, yeniliklerin yapılmasına uygun zemin hazırlanmıştı. Sultan Mahmut, dışişleri hizmetinde ve yabancı dilleri kullanmakta genç diplomatların ve memurların yetişmesine özel bir itina göstermişti. Bu amaçlar doğrultusunda öncelikle Bâbıâli’de bir “Tercüme Odası” kurmuştu. Ancak bu çalışmalar, daha güç ve karmaşık olan devletin iç idaresinin yeniden düzenlenmesi ve modernleşmesi amacına çok fazla hizmet edememişti. Yenilikçi padişah, merkezi hükümetin yetkilerini genişletirken aynı zamanda bu yetkilerin kullanıldığı 8 Ahmet Cevat Eren, Tanzimat Fermanı ve Dönemi, haz. Alişan Akpınar, İstanbul 2007, s.23 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, c.V, Ankara 1988, s.144 10 Şamil Mutlu, Yeniçeri Ocağı’nın Kaldırılışı ve II. Mahmut’un Edirne Seyahati Mehmet Daniş Bey ve Eserleri, İstanbul 1994, s. 18 11 XIX. yy.ın en önemli olaylarından biri olan Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla alakalı olarak bkz. Mehmet Ali Beyhan, Şirvanlı Fatih Efendi- Gülzar-ı Fütuhât (Bir Görgü Tanığının Kalemiyle Yeniçeri Ocağının Kaldırılışı)- İstanbul 2001; Mehmet Ali Beyhan, “Yeniçeri Ocağı’nın Kaldırılışına Dair Bir Risâle: Gülzâr-ı Fütuhât”, Ata Dergisi, S. VII, Konya 1997, s. 237-250; Mehmet Ali Beyhan, “Yeniçeri Ocağı’nın Kaldırılışı Üzerine Bazı Düşünceler-Vak’a-yı Hayriyye”, Osmanlı, c.VII, Ankara 1999, s.258-272 9 3 mekanizmayı da geliştirmeye çalışmıştır.12 II. Mahmut, hükümet kurumlarında yaptığı değişikliklerle adeta devlet teşkilatını yeni baştan tanzim etmiştir. Vezirlikleri lağvederek, yerine görev ve mesuliyetleri faaliyet sahalarına bağlı olan Nâzırlıklar ihdas etmişti. Sadrazamlık başvekâlete, Darphane-i Amire ile Hazine-i Mansure, Maliye Nezaretine çevrilmişti. Adliye, Hariciye ve Ticaret Nâzırlıkları ile Dâr-ı Şurây-ı Askeri, Umur-ı Nâfiâ Meclisleri kurulmuştu. Böylece Avrupa’daki emsallerine benzeyen yeni tarzda bir kabine teşkiline doğru ilk adım atılmış oldu.13 Tanzimat’ın ön hazırlıkları olarak nitelendirilebilecek olan bu düzenlemeler ilk olarak hükümetin kendi iç bünyesinde gerçekleştirilmiştir. Osmanlı hükümetinin yapısı en baştan düzenlenerek yürütmeye yeni bir nitelik kazandırılmıştı. Başvekilin bundan sonraki görevi bakanlıklar arasındaki koordinasyonu sağlamaktı. Orduda başlattığı ilk reformlardan sonuç almaya başladıktan sonra, bunları başka alanlardaki reformlarla tamamlayıp kuvvetlendirmek üzere harekete geçen Sultan II. Mahmut, 1838 yılında mevcut Osmanlı müesseselerinin yanı ısıra, batılı örneklere dayanarak kurmuş olduğu askeri, idari ve adli meclislerle bir taraftan reformları ordudan başka alanlara yayma fikrinde olduğu görülmektedir. II. Mahmut reform hareketleriyle ilgilenirken diğer taraftan da milliyetçilik fikrinin etkisiyle Balkanlar’da çıkarılan Sırp ve Yunan isyanlarıyla mücadele etmek zorunda kalmıştı. Balkanlarda yaşanan bu gelişmelerden olumsuz yönde etkilenen yüzbinlerce Müslüman ahali, Anadolu’ya göç etmeye başlamıştı. Osmanlı Devleti’nin katılamadığı Viyana Kongresi’nden sonra, Türklerin Avrupa’dan çıkarılmasını ve hatta Osmanlı Devleti’ne son verilmesini hedef alan Şark Meselesi fiilen siyasi bir mesele haline gelmişti. Özellikle Rusya ve İngiltere ve Fransa’nın tahrikleriyle, 1821 yılında Mora’da başlayan Yunan isyanının etkileri çok kapsamlı olmuştu. Büyük Devletlerin Londra’da imzaladıkları anlaşmayla Osmanlı Devleti’ne bağlı bir Yunanistan kurulması kabul edilmişti. Osmanlı Devleti bu anlaşmanın hükümlerini kabul etmediğini ilan edince müttefik kuvvetler, Navarin’ de Osmanlı ve Mısır ortak donanmasını ani bir baskınla yok etmişlerdi. Ardından Fransızlar 12 13 Bernard Lewis, a.g.e., s.90 Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, İstanbul 1994, s. 141 4 Mora’yı işgal etmiş, Ruslar da 1828’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmişti. Rusya’nın bu beklenmedik savaş ilanı Osmanlı Devleti’ni çok zor bir duruma sokmuştu. Savaşın sonunda Yunanistan bağımsızlığını kazanmış, Eflak ve Boğdan’a da muhtariyet verilmişti. Bu dış meseleler yanında içte de Osmanlı Devleti’ni meşgul eden gaileler olmuştu. Bunların en tehlikelisi, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın isyanı olmuştu. İstanbul’a doğru ilerleyen Mısır ordusunu durdurabilmek için Rusya’nın yardım teklifi kabul edilmişti. Avusturya, İngiltere ve Fransa’nın da müdahalesiyle Mısır ordusu durdurulmuş, Osmanlı Devleti ile valisi arasında Kütahya antlaşması imzalanmıştı.14 Öte taraftan batılı devletlerin, Osmanlı Devleti’nin Hristiyan ahalisine eşitlik ve teminat verilmesi yolundaki ısrarları, bundan sonra yapılacak olan siyasi reformlara zemin hazırlamıştı.15 Sultan Abdülmecid döneminde ilan edilen Tanzimat Fermanı ile Osmanlı Devleti için yeni bir dönem başlamıştı.16 Fermanın mimarı Mustafa Reşid Paşa, Osmanlı Devleti’nin geleneksel kurumlarının ve işleyişinin tamamen değiştirilmesi gerektiği kanaatine varmış ve bir devlet adamı olarak kendinden sonraki reformcuların öncüsü olmuştu.17 Tanzimat’ın liderleri, XIX. yüzyıl Osmanlı toplumundaki yeni insanın tipik temsilcileri olmuşlardı.18 XIX. yüzyılda devlet kadrolarında oluşan bu aydın grup, kendinden sonra gelecek olanlar için bir öncü grup olmuştur.19 Tanzimat döneminin yüksek bürokratları, kısa süreli fakat çok çeşitli görevlerde bulunmuşlardı. Sadrazamlık makamındayken, nâzır ya da vali olarak görev alabilmişlerdi. Gerçek olan ise, bulundukları her memurlukta devlet yönetimini çok fazla etkilemeleriydi.20 XIX. yüzyıl bir diplomasi asrı olmuştu. Tanzimat’ın ilanı da bu yönde alınmış bir karardı. Bir taraftan Mısır sorunu, diğer taraftan Balkanlardaki milliyetçilik 14 150. Yılında Tanzimat, haz. Hakkı Dursun Yıldız, Ankara 1992, s. VIII Kemal Karpat, a.g.e., s.34 16 Cevdet Küçük, “Abdülmecid”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.I, s.259-263; A. H. Ongunsu, “Abdülmecid”, İA, c. I, s. 92-94 17 Bayram Kodaman-Ahmet Turan Alkan, “Tanzimat’ın Öncüsü Mustafa Reşid Paşa”, 150. Yılında Tanzimat, Ankara 1992, s.7; Ercüment Kuran, “Reşid Paşa”, İA, c. IX, s.701-705; Cavit Baysun, “Mustafa Reşid Paşa”, Tanzimat II, İstanbul 1999, s. 723-746 18 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul 2008, s.262 19 a.g.e., s.298 20 a.g.e., s.264 15 5 hareketleri ve bağımsızlık istekleri, buna bağlı olarak Avrupa Devletleri’nin baskısı, Tanzimat’ın ilan edilmesini zorunlu hale getirmişti. Hükümet, Tanzimat’ın ilanı ile Avrupa’yı yanına çekmek, Mısır sorununu çözmek, iç ve dış baskıları hafifletmek istemişti. Ancak bu yolun dönüşü mümkün olmamış, verilen tavizler yenilerini takip etmiş, batılılaşma bir devlet politikası haline gelmişti. Tanzimat döneminde siyasi, askeri, idari, mali ve eğitim alanlarında pek çok köklü değişiklikler yapılmıştı. Ferman, tebaanın eşitliği ilkesini getirmişti. Din esasına dayanan millet sistemi yerine, “Osmanlılık” fikri ortaya çıkmıştı. 21 Tanzimat Fermanının ilanı beklentileri karşılayamamış, ne iç isyanlar ne de büyük devletlerle yapılan savaşlarda bir azalma olmamıştı. Arnavutluk, Girit, Bulgaristan, Suriye ve Lübnan’da patlak veren isyanların ardından Macar Mültecileri meselesiyle ilgilenmek zorunda kalınmıştı. Ardından, Kutsal Yerler Meselesi bahane edilerek 1853’te Rusya tarafından Kırım Savaşı başlatılmıştı. Bu savaş sırasında alınan dış borç ile devlet, dışarıya daha da bağımlı hale gelmişti. Bu bağımlılık aynı zamanda daha çok müdahale anlamına geliyordu.22 Gülhane Hattı’ndan sonra tebaanın hukukunu etkileyen en önemli düzenleme 1856’da yayınlanan Islahat Fermanı olmuştu. Bu ferman, Tanzimat’ın hükümlerini daha da genişletilmiş haliydi. Islahat Fermanı’nın en ayırt edici özelliği, yabancı devletler tarafından hazırlanıp Bâbıâli’nin kabul etmek zorunda kaldığı bir reform olmasıdır. Bu ferman ile gayrimüslimler, Müslümanlarla pek çok alanda eşit duruma getirildiler. Bu durum, Müslümanlar arasında tepkiye neden olmuştu. Beklentilerin aksine Islahat Fermanı’nın ilanıyla, Avrupa Devletlerinin gayrimüslim tebaaya müdahalesi daha da artmıştı.23 XIX. yüzyıl boyunca gerçekleştirilen reformlar ve bu 21 Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi, İstanbul 1992, s.55-56; Millet Sistemi hakkında geniş bilgi için bkz. Cevdet Küçük, “Osmanlılarda Millet Sistemi ve Tanzimat”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, c. IV, İstanbul 1985, s.1007-1024; Fakat son zamanlarda millet sistemine yönelik ciddi eleştiriler yapılmış, hatta bu sistemin gerçekte uygulanmadığı, bir efsaneden ibaret olduğu belirtilmiştir. Millet sistemine yönelik yapılan eleştiriler ve bunların bir değerlendirmesi için bkz. M. Macit Kenanoğlu, Osmanlı Millet Sistemi Mit ve Gerçek, İstanbul 2004, s. 38-56 22 Cezmi Karasu, “Tanzimat Dönemi Osmanlı Diplomasisine Genel Bir Bakış”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi (OTAM), S.4, Ankara 1993, s. 205-221 23 Bilal Eryılmaz, a.g.e., s.63 6 reformların mimarları “başarısız” olarak nitelendirilemez. Zirâ bu durumu etkileyen pek çok iç ve dış faktör vardı. Devletin içinde bulunduğu böyle bir durumda Girit gibi hassas bir bölgede 20 yıl kadar idarecilik yapmış olan ve sonra da Tanzimat liderleriMustafa Reşid Paşa, Ali ve Fuat Paşaların olduğu kabinede onlara alternatif olarak zaman zaman sadaret makamına getirilen Mustafa Nâili Paşa’nın hayatının önemi ve gizemi ortaya çıkmaktadır. Çalışmamız bir giriş ve dört bölümden oluşmaktadır. Bölümler, Mustafa Nâili Paşa’nın Girit valiliği çerçevesinde oluşturulmuştur. Birinci bölümde, Mustafa Nâili Paşa’nın Girit valiliği öncesindeki yıllarından bahsedilmiştir. İlk olarak yanlarında kaldığı dayıları, Tahir ve Hasan Paşalar tarafından nasıl bir silahşör olarak yetiştirildiğinden, çocukluk ve ilk gençlik dönemlerinde kendisiyle birlikte yaptıkları faaliyetlerden bahsedilmiştir. Hasan Paşa ile birlikte Hicaz’da Vehhabilere, Girit’te de Rumlara karşı yapılan mücadelelere katkıları izah edilmeye çalışılmıştır. Daha sonra, 1821 isyanları nedeniyle Hasan Paşa ile birlikte geldikleri Girit’te, dayısının vefatından sonra Mehmet Ali Paşa tarafından kendisine verilen askeri görevlerden bahsedilmiştir. Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’te önce Mısır askeri başbuğu sonra da 1830-1840 yılları arasında askeri ve mülki muhafız görevinde bulunduğu bu dönem, “Mustafa Nâili Paşa’nın Mehmet Ali Paşa Himayesinde Taşradaki Görevleri” başlığı altında ele alınmıştır. İkinci ve üçüncü bölümler, Mustafa Nâili Paşa’nın Girit valisi olduğu döneme ait bilgileri ihtiva eder. İkinci bölümde, valilik görevinin hemen ardından adada patlak veren 1841 isyanı ve Paşa’nın takındığı tavır tüm detayları ile incelenmiştir. Üçüncü bölümde, 1840-1850 yılları arasında Girit’te yaptığı valilik görevinden bahsedilmiştir. Bu dönemde Girit’in siyasi, ekonomik, ticari ve askeri durumu ile Mustafa Nâili Paşa’nın ada yönetiminde sergilediği tutum gözler önüne serilmiştir. Dördüncü bölümde ise, Mustafa Nâili Paşa’nın Girit valiliği sonrası, kariyerinin zirvesi diyebileceğimiz, merkezde almış olduğu görevlerinden bahsedilmiştir. Öncelikle Meclisi-i Vâlâ’daki üyeliği ve başkanlığı, daha sonra da üç defa getirildiği sadrazamlığı irdelenmiştir. Bu süreçte yaşanan Kırım Harbi’nden, Mustafa Nâili Paşa’nın faaliyetleri çerçevesinde, konunun merkezinden çok fazla 7 uzaklaşılmadan bahsedilmeye çalışılmıştır. Bu bölümde ayrıca, Mustafa Nâili Paşa ile Tanzimat’ın lideri Mustafa Reşid Paşa arasında yaşanan tartışmalara da yer verilmiştir. Son olarak 1866 yılında Girit’te Rumlar tarafından çıkarılmış olan isyanı bastırmak üzere Paşa’nın tekrar buraya vali olarak gönderilmesindenbahsedildiği dördüncü bölüm, vefatı ve şahsiyeti ile sonlandırılmıştır. 8 BİRİNCİ BÖLÜM MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN GİRİT VALİLİĞİ ÖNCESİ YILLARI A) MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN ASKER OLARAK YETİŞTİRİLMESİ Mustafa Nâili Paşa, 1798 yılının Aralık ayında, Rumeli eyaleti dâhilinde bulunan Kesriye Sancağının Polyan24 köyünde doğmuştur. Babası Behlişte hanedanından İsmail Bey’dir.25 Sonradan kendisine çeşitli unvanlar ve sadaret görevi verilecek olan Mustafa Nâili Paşa’nın çocukluk ve gençlik yılları, hayatı hakkında bilginin en az olduğu dönemdir. Bunda en büyük sebep Mustafa Nâili’nin bir eğitim hayatının olmayışıdır. Çocukluk dönemiyle alakalı olarak, resmi bir eğitim kurumunda herhangi bir kaydı olmadığı için, kaynaklarda direkt olarak “Mustafa Nâili” adına rastlanmamıştır. Bu dönemine ait sınırlı bilgiler dâhilinde, Mustafa Nâili’nin çocukluk yıllarının, dayıları Tahir26 ve Hasan27 Paşaların yanında geçtiği anlaşılmaktadır. Paşa’nın, hayatı boyunca elde etmiş olduğu bütün imkânlara, dayıları vasıtasıyla sahip olmuştu. Çocukluk ve gençlik yıllarında her iki dayısının yanında farklı tecrübeler elde etmiş, ayrıca yeteneklerini sergileme fırsatı bulmuştu. Bu süreçte etrafındakilerin güvenini ve beğenisini kazanmıştı. Özellikle Mehmet Ali Paşa, Mustafa Nâili Paşa’yı dayılarının varisi olarak görmüş ve onların görevlerini ve hatta daha fazlasını Paşa’ya devretmişti. 24 Bazı kaynaklarda “Poyan” olarak geçmektedir. Şemseddin Sâmi, Kâmûsü’l-A’lâm, c.VI, İstanbul 1316, s. 4310; Tahir Sezen, Osmanlı Yer Adları (Alfabetik Sırayla), Ankara 2006, s. 411 25 Mehmet Süreyya, Sicill-i Osmani, c. IV, Dersaadet 1308, s.480-481; Ahmet Rıfat, Verdü’lHâdâyik (Hâdikât’ül-Vüzera Zeyli), İstanbul 1866, s.52-57 26 Mehmet Süreyya, a.g.e.,c.III, s.243-244 27 a.g.e.,c.II, s. 166-167 9 Mustafa Nâili, ilk olarak dayısı Tahir Paşa’nın yanında yer almıştı. Aile fertlerinin Mısır olaylarında istihdam edilmesi sebebiyle Tahir Paşa,28 Sadrazam Yusuf Ziya Paşa’nın maiyetinde, Mısır savaşlarında bulunmuş ve kendisine El-Ariş Kalesi’nin Fransızlardan geri alınmasındaki gayreti dolayısıyla “beylerbeylik” rütbesi verilmiş, daha sonra da kısa bir süre Mısır kaymakamlığı görevinde bulunmuştu. Mustafa Nâili Paşa, bu görevi esnasında dayısının yanında kalmış, çocuk yaşına rağmen birçok kötü hadiseye şahit olmuştu. Tahir Paşa’nın genç yaşta öldürülmüş olması sebebiyle, onun yanında çok kısa bir süre kalabilmişti. Mustafa Nâili’nin çocukluk ve ilk gençlik yılları daha çok Hasan Paşa’nın yanında geçmişti. Hicaz’da Vehhâbîlere karşı mücadelede, Girit’te ise Rum isyanlarının bastırılmasında sürekli Hasan Paşa ile birlikte mücadelelere katılmıştı.29 Mustafa Nâili Paşa’nın belki bir eğitim hayatı olmamıştı ama çocukluk ve ilk gençlik dönemlerinde edindiği tecrübeler, kendisine ilerleyen yıllarda çok şey kazandıracaktı. Mustafa Nâili Paşa, özellikle Hasan Paşa’nın yanında bulunduğu dönemde yeteneklerini geliştirme fırsatı bulmuş, çok istediği askerlik mesleğine dâhil olmuştu. 1) Dayısı Tahir Paşa’nın Himayesinde Mustafa Nâili Paşa Mustafa Nâili Paşa’nın büyük dayısı olan Tahir Paşa, cesaretiyle öne çıkmış bir askerdi. Yusuf Ziya Paşa ile Mısır seferlerine katılarak mirîmiran30 olmuştu. Yusuf Ziya Paşa’nın ve ordusunun Mısır’dan dönüşünde, Rumeli askeri başbuğu olarak orada burada kalmıştı. Bir ara Hüsrev Paşa’nın azlinde 23 gün kadar Mısır’da kaymakamlık görevinde bulunmuş ve 26 Mayıs 1803’de katledilerek öldürülmüştü. 28 İsmet Parmaksızoğlu, “Naili Mustafa Paşa”, Türk Ansiklopedisi, c. XXV, s.80 Ahmet Rifat, a.g.e., s.52-53; Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311 30 Mülki rütbelerden birinin adıdır. “Beylerbeyi” demektir. 1843 yılına kadar mülkiye memurlarına da askeri rütbelerden olan feriklik ve mirliva rütbeleri tevcih olunurken, o tarihten sonra askeri rütbelerin tevcihi bırakılmış, onun yerine ferikliğe denk olmak üzere “mirîmiran”, livalığa karşı olmak üzere “Emîrü’l-Ümerâ” rütbeleri ihdas edilmiştir. Beylerbeylik Osmanlı teşkilatında valilik mertebesiydi. Aynı zamanda askeri hizmetle de mükellefti. Mirîmiranlara “Paşa” denilirdi. İlk zamanlar beylerbeylik ile mirîmiranlık ayrı iken hatta beylerbeylik daha üst bir rütbe iken daha sonra bu iki rütbe birleştirilmiştir. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c.II, s.545. Burada kullanılan “mirîmiran” tabiri feriklik rütbesi yerine kullanılmıştır. 29 10 Fiziksel olarak esmer, zayıf yapılı, siyah sakallı olarak tasvir edilen Tahir Paşa, derviş meşrep biri olarak tanınırdı. Paşa’nın Türkçeyi az bildiği, Arapçayı ise hiç bilmediği içingenellikle Arnavutça konuştuğu bilinmektedir. Tahir Paşa dervişlere ve meczuplara yakınlık gösterdiği için, birtakım kimselerin derviş kıyafetlerine girerek Paşa’nın iyi niyetini suiistimal ettiği belirtilmektedir.31 Mustafa Nâili Paşa, beş yaşındayken Mısır’a, dayısı Tahir Paşa kaymakam olduktan sonra gelmişti. Mısır’a geldiğinde henüz ilkokul çağlarında olan Paşa, Tahir Paşa’nın ölümüne kadar yanında yer aldı. Mustafa Nâili Paşa’nın hayatının bu dönemine ait malumat olmamakla birlikte sürekli yanında bulunduğu Tahir Paşa’nın faaliyetleri izah edilmek suretiyle en azından küçük yaşta şahit olduğu olaylar ve üzerinde bıraktığı izler anlaşılmaya çalışılacaktır. Zirâ Mustafa Nâili Paşa, Tahir Paşa’nın Mısır kaymakamı olduğu süre zarfında yanında kalmıştı. Dolayısıyla Tahir Paşa’nın Mısır’a gelişi ve buradaki vazifelerini kısaca izah etmek Mustafa Nâili Paşa’nın hayatının bu dönemini anlamak açısından önemli ipuçları verecektir. a) Fransızların Mısır’ı İşgali ve Tahir Paşa’nın Mısır’a Gelişi Napolyon, 1797’de Yedi Ada ve Arnavutluk’u almış ve bu suretle Osmanlı Devleti ile Fransa komşu olmuştu. Bu durum Bâbıâlî’yi tedirgin etmişti. Mora valisinden ve Rus elçisinden alınan haberler neticesinde, Bâbıâlî endişelenmekte haklı olduğunu gördü. Zirâ Napolyon’un sefer hazırlıklarına başladığı haberi yayılmıştı. Bâbıâlî, konu ile ilgili malumat edinmek için Fransız elçisi ile irtibata geçerek bu planın Bonapart’ın şahsi düşüncesi ve sefer hazırlıklarının da İngiltere’nin istilası için olduğunu öğrenmişti. Bunun üzerine biraz rahatlamış olan Bâbıâlî, Fransızların Mısır’ı ele geçirme teşebbüsünde bulunacaklarına hiç ihtimal vermemiş ve dolayısıyla hiçbir tedbir almamıştı.32 Ancak, Fransa’yla ilgili İstanbul’a 31 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, c.VII, Dersaadet 1309, s.223; Mehmet Süreyya, a.g.e., c.III, s.243-244 32 Fransızların Mısır’ı işgali ve sonrası ile ilgili detaylı bilgi için bkz: Enver Ziya Karal, FransaMısır-Osmanlı İmparatorluğu (1797-1802), İstanbul 1938; İsmail Soysal, Fransız İhtilali ve TürkFransız Diplomasi Münasebetleri (1789-1802), Ankara 1999; Cabi Ömer Efendi, Cabi Tarihi, Tahlil ve Tenkitli Metin, haz. Mehmet Ali Beyhan, Ankara 2003; Darendeli İzzet Hasan Efendi, 11 gelen son haber, donanmanın İskenderiye’ye vardığı şeklinde olmuştu. Osmanlı Devleti bu sırada Hicaz’daki isyanlar ile uğraşmakta iken, Fransızların bu istilası devleti zor durumda bıraktı. Bazı devlet adamları hemen Fransa’ya bir harp açılması yönünde fikir beyan ederken, padişah III. Selim aceleci davranmamak gerektiğini vurgulamıştı. Nihayetinde harp hemen açılmamış ama hazırlıklara başlanmıştı. Bu esnada bölgenin stratejik önemine binaen Rusya ve İngiltere, Bâbıâlî’ye yardım teklifinde bulunmuş ve her iki ülkeyle yapılan antlaşmalar neticesinde Osmanlı-Rus ve Osmanlı-İngiliz ittifakları kurulmuştu.33 Mısır’ın kurtarılması için büyük bir çaba gösteren padişah III. Selim, Sadrazam Yusuf Ziya Paşa’yı İstanbul’da tertip edilecek kara ordusunun başına “Serdar-ı Ekrem” unvanıyla vazifelendirmişti. Sadrazam Yusuf Ziya Paşa’nın, İstanbul’da hazırladığı 60 bin kişilik ordu, 1800 yılı baharında Mısır’a hareket etti.34 Öte yandan Fransa’ya dönen Bonapart, Mısır’da yerine General Kleber’i bırakmıştı. Mısır seferinden olumlu bir sonuç çıkmayacağını gören Kleber, Serdar-ı Ekrem Yusuf Ziya Paşa’nın el-Ariş’e 60 bin kişilik bir orduyla geldiğini haber alınca bir antlaşma teklifinde bulunmuştu. İngiliz, Osmanlı ve Fransız elçileri arasında yapılan bir takım müzakerelerin ardından, 24 Ocak 1800’de bazı şartlarla Mısır’ın tahliyesini öngören el-Ariş Sözleşmesi imzalanmıştı.35 Bu antlaşmayla savaşmadan diplomatik yollarla Mısır’ın tahliyesi sağlandı zannedilirken, İngiltere’nin Fransızların öne sürdüğü şartları reddetmesi ve kayıtsız şartsız teslim olmaları konusunda ısrarcı olması yüzünden, el-Ariş Sözleşmesi Ziyanâme, “Sadrazam Yusuf Ziya Paşa’nın Napolyon’a Karşı Mısır Seferi (1798-1802)”, haz. M. İlkin Erkutun, İstanbul 2009 33 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi,c. V, Ankara 1988, s.27-36; İsmail Soysal, a.g.e., s.278-293; Bu ittifakların sadece Mısır’ın ani işgali neticesinde acele alınmışmış bir kararla imzalanmış olduğunu söylemek doğru olmaz. İşgal haberi duyulmuş olsaydı bile bu tür ittifaklar yapılması muhtemel idi. Hatta Mısır’ın işgali öncesinde bile Ruslar ile ittifak görüşmelerine başlanmıştı. Kahraman Şakül, “Osmanlılar Fransız İhtilâli’ne Karşı: Adriyatik ve İtalya Sularında Osmanlı Donanması”, Nizâm-ı Kadîm’den Nizâm-ı Cedîd’e III. Selim ve Dönemi, ed. Seyfi Kenan, İstanbul 2010, s.255-313 34 İsmail Soysal, a.g.e.,s.285; Johann Wilhelm Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, İstanbul 2011, c. VI, s.82; Yusuf Ziya Paşa’nın ordusu dâhilinde, mirîmiran Tahir Paşa’nın maiyetiyle Mısır’a gelen süvari askerleri de mevcuttu. Her birine yüzer kuruş olmak üzere 250 kişilik süvariye yirmi beş bin kuruş ödenmiştir (Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Cevdet Askeriye ( C. AS.), nr.14514/350). 35 Resimli-Haritalı Mufassal Osmanlı Tarihi,haz. Mustafa Cezar-Mithat Sertoğlu, c.V, İstanbul 1971, s.2795; Enver Ziya Karal, a.g.e., c.V, s.41; İsmail Soysal, a.g.e., s. 292-293; Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih, (1789-2001), İstanbul 2008, s.98 12 geçerliliğini kaybetmiş ve savaş tekrar başlamıştı. Bunun üzerine Mısır’a giren Yusuf Ziya Paşa, hayli kalabalık ordusuna rağmen 20 Mart 1800’de Fransızlar tarafından mağlup edildi.36Bu durumda Fransızlar, Osmanlılara bırakmış oldukları yerleri tekrar alarak Mısır’ı ikinci defa işgal etmiş oldu. Bir süre sonra Fransız ordusu kumandanı General Kleber öldürülmüş, yerine General Menou geçmişti. Savaşın devam edeceği anlaşıldığından Osmanlı ordusuna destek olmak için İngiliz filosu 2 Mart 1801’de İskenderiye Limanı’na geldi.37 Bâbıâlî tarafından hem kara ordusu hem de Kaptan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa komutasındaki Osmanlı donanması İskenderiye’ye gönderildi. Gazze’de bekleyen Yusuf Ziya Paşa ordusuyla Kahire’ye yönelmişti.38 Bu esnada Mustafa Nâili Paşa’nın dayıları Tahir ve Hasan Paşalar ile babası İsmail Bey de Yusuf Ziya Paşa’nın ordusuna dâhil edilmişti.39 Tahir Paşa, maiyetine 5.000 asker verilerek “çarhacı” olarak tayin edilmiş ve Ariş Kalesi’nde askerlerden gizli tutulan40 üç günlük arpanın iki günlüğünü alarak öncü vazifesiyle yola çıkmıştı. Tahir Paşa’ya Dimyad ve Mısır’ı zapt etmesi emredilmişti.41 Arnavut askerleri birkaç aydır maaşlarının ödenmemiş olmasından dolayı bir isyan başlatmışlardı. İsyan haberi casuslar vasıtasıyla Fransa’ya ulaştırılmış, durumu fırsat bilen Fransızlar hemen harekete geçmişlerdi. Fransız hücumuna önce Tahir Paşa 5.000 ve arkasından Serasker Mehmet Paşa 7.000 askerle karşılık verdi. Yenilmek üzere olan Osmanlı ordusu, Tahir Paşa’nın cesareti sayesinde mücadeleyi sürdürmeye devam etmiş, arkadan Serasker Mehmet Paşa’nın ordusunun desteğiyle savaş bir süre daha devam etmişti. Osmanlı ordusu ile Fransızlar arasında cereyan eden bu savaş, Fransızlar için sonun başlangıcı oldu. Fransızlar, Mısır içlerine doğru 36 Mufassal Osmanlı Tarihi, c.V, s.2795; Yüksel Çelik, “Hüsrev Mehmet Paşa Siyasi Hayatı ve Askeri Faaliyetleri (1756-1855)”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 2005, s.13; Rıfat Uçarol, a.g.e., s.98 37 Enver Ziya Karal, a.g.e., c.V, s.41-42 38 Nicolae Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, c.V, (çev. Nilüfer Epçeli), İstanbul 2009, s.124 39 Tahir Paşa’ya masraflar için 500 kuruş tahsis edilmiştir (Cevdet Dâhiliye (C. DH), nr. 62/3092); David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, Cornucopia, S. 30, 2003/2004, s.23 40 Gizli tutulmasının sebebi, orduda gıda sıkıntısı çekilmesidir. Zirâ zahire gemileri fırtınaya yakalanmış ve uzaklaşmak ve başka limanlara sığınmak zorunda kalmışlardır. İlkin Erkutun, a.g.e.,s.LXXXV 41 Hatt-ı Hümayün (HAT), nr. 83/3446/A 13 çekilmeye başladı. İskenderiye’nin İngiliz ve Osmanlı askerleri tarafından zapt edilmesiyle, Fransızların Mısır’ı ele geçirmek üzere başlattıkları sefer sonuçsuz kalmış ve Fransız askerleri Mısır’ı tahliye etmek zorunda kalmışlardı.42 30 Ağustos 1801’de imzalanan mütarekeyle, Fransızlar silahları ve kuvvetleriyle birlikte çekilmeyi kabul etmişler ve böylece Mısır, tekrar Osmanlı topraklarına katılmıştı.43 Sadrazam Yusuf Ziya Paşa, Mısır’la ilgili yeni bir takım düzenlemeleri uygulamaya koyduktan sonra İstanbul’a döndü. Tahir Paşa ise Mısır’a birlikte geldikleri Yusuf Ziya Paşa ile İstanbul’a geri dönmemiş, Mısır’da kalmıştı. Tahir Paşa, Mısır’a vali olarak atanan Hüsrev Paşa’nın maiyetine mirîmiran olarak tayin edildi.44 b) Tahir Paşa’nın Hüsrev Paşa ile Olan Münasebeti ve İsyanı Bâbıâlî Mısır’da bundan sonra Kölemenlere karşı kuvvetli bir idare kurmaya karar vermiş ve buraya Vezir Hüsrev Paşa’yı vali olarak atamıştı. Yusuf Ziya Paşa, Mısır’dan ayrılırken vali Hüsrev Paşa’ya, maiyetindeki bazı birliklerini, başıbozukolarak adlandırılan düzensiz milis güçlerini bırakmıştı. Bunların büyük çoğunluğu, Rumeli’den gelen Arnavutlardan oluşuyordu.45 Kendisi de bir Arnavut olan Tahir Paşa komutasındaki bu birliklerin Serçeşmesi46 ise Kavalalı Mehmet Ali Ağa’ydı.47 Bu kuvvetler ile Kölemenlere karşı etkin bir askeri mücadele yürütülemeyeceğini anlayan Hüsrev Paşa, Mısır’da Kölemenlerin eski nüfuzlarını kazanmamaları için destek alacağı muntazam bir ordu teşkiline başlamıştı. Zaten 42 İlkin Erkutun, a.g.e., s.LXXXXVII-LXXXXVIII Enver Ziya Karal, a.g.e., c.V, s.42; Böylece 1 Temmuz 1798’de Bonapart’ın Mısır’a asker çıkarması ile fiilen, Bâbıâli’nin Fransa’ya harp ilan ettiği 12 Eylül’den itibaren hukuken başlayan işgal çabaları, 30 Ağustos 1801’de İskenderiye’deki Fransız kuvvetlerinin teslim sözleşmesini imzalamaları ile fiilen bitmiştir. İsmail Soysal, a.g.e., s.335 44 Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.216 45 Osmanlı coğrafyasında gerekli yerlerde istihdam edilen bu başıbozuk Arnavut savaşçılar hakkında detaylı bilgi için bkz. Gültekin Yıldız, Neferin Adı Yok, Zorunlu Askerliğe Geçişi Sürecinde Osmanlı Devleti’nde Siyaset, Ordu ve Toplum (1826-1839), İstanbul 2009, s.212-260 46 Zabıta memuru yerine kullanılan bir tabirdir. M. Zeki Pakalın, a.g.e., c.III, s.177; Orduda yardımcı asker sınıfın maaş işlerini idare eden memur olarak tanımlanmıştır. İsmail Parlatır, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Ankara 2011, s. 1489 47 Tahir Paşa’nın, cesur ve cengâver ama basit karakterli; Mehmet Ali Ağa’nın ise akıllı, zeki ve tedbir sahibi olduğundan bahsedilmiştir. Ahmet Rasim, Osmanlı Tarihi, c.IV, İstanbul 2004, s.111 43 14 Arnavut sergerdelerinin48 çoğu çoktan Kölemen beylerine meyletmişlerdi. Ayrıca bu birliklerle yeniçeriler arasında zaman zaman bir takım sürtüşmeler yaşanmaya başlanmıştı. Mısır’da çatışmaların bitmesiyle boşta kalan bu birlikler, uzun süredir49 ödenmeyen ulufelerini bahane ederek bir isyan girişimine başlamışlardı.50 Hüsrev Paşa, isyan daha fazla büyümeden başıbozukların alacaklarının ödenmesi ve memleketlerine gönderilmelerine karar vermişti. Çünkü kısa süre sonra, bu başıbozukların yerini disiplinli, talimli birlikler alacaktı. Askerlik görevini, geçici bir meslek olarak yerine getiren dağınık birlikler, Mısır’dan ayrılınca bu görevden ve dolayısıyla maaştan mahrum kalacaklardı. Hüsrev Paşa’nın kendileriyle ilgili planını öğrenen başıbozuklar açısından bu karar, asla kabul edilemezdi. Ayaklanan Arnavut askerleri, önce Tahir Paşa’ya giderek birikmiş alacaklarını istediler. Tahir Paşa, Arnavutları Defterdar Halil Recai Efendi’ye gönderdi. Halil Efendi kasanın boş olduğunu, şikâyetlerini Mehmet Ali Ağa’ya iletmelerini söyleyince, Mehmet Ali Ağa’dan da umduklarını bulamayan öfkeli kalabalık, tekrar defterdarın konağına döndü. Halil Efendi, çaresiz kalmış ve durumu Hüsrev Paşa’ya iletmişti.51 Hüsrev Paşa başıbozukları sakinleştirmek amacıyla birkaç gün sonra paralarının ödeneceğini ilan ettiyse de kargaşa çıkmasına ve ortalığın yağmalanmasına engel olamadı. Nihayet olayın daha fazla büyümemesi için alacaklarının bir kısmı ödenmişti.52 Bir kısmı da kısa sürede ödenecek olmasına rağmen, başıbozuklar teskin edilememişti. Onların bu tutumları amaçlarının sadece ulufelerini almak olmadığını akla getirmekteydi. Karışıklıklar büyüyüp resmen bir isyan başlayınca Hüsrev Paşa, 48 Farsça “baş” demek olan bu tabir gönüllü olarak harbe iştirak eden kafilelerin başına verilen isimdir. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra kurulan Zaptiye teşkilatının ilk devirlerinde binbaşı yerine kullanılmıştır. Daha sonra eşkıyalık gibi kötü oluşumların reisleri hakkında kullanılmıştır. M. Zeki Pakalın, a.g.e., c.III, s.185 49 Tahir Paşa komutasındaki Arnavut askerlerinin maaşı beş aydır ödenmemiştir. Gilbert Sinoue, Kavalalı Mehmet Ali Paşa Son Firavun, çev. Ali Cevat Akkoyunlu, İstanbul 1999, s.59 50 Mufassal Osmanlı Tarihi, c.V, s.2799; Yüksel Çelik, a.g.t., s.34; Arnavutlar daha önce de birkaç aylık ulufe, bahşişlerinin ödenmemiş olmasından dolayı isyan ederek Fransızların bunu fırsat bilip hemen saldırıya geçmesine sebep olmuşlardı. İsyan fazla büyümeden bastırılmış ancak başıbozuklara olan güven sarsılmıştı. 51 Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.216-217; Gilbert Sinoue,a.g.e., s.60; Ahmet Rasim, a.g.e., c.IV, s.112 52 Bununla çelişen bir bilgi olarak farklı bir kaynakta Hüsrev Paşa’nın isyancılara hiçbir ödeme yapmayacağı ve ülkeyi terk etmeleri gerektiği bilgisi verilmiştir. Gilbert Sinoue, a.g.e., s.60 15 Özbekiye sarayına kapanmış ve ayaklanmaya top atışlarıyla karşılık vermişti.53 Yeniçeri takviyesini reddeden Hüsrev Paşa, emrindeki askerlere duyduğu aşırı güvenle büyük bir hata yaptığını sonradan anlayacaktı. Yaşanması muhtemel bir tehlikenin farkına varmış olan Tahir Paşa, başıbozukların komutanı sıfatıyla vali konağına giderek, Hüsrev Paşa ile görüşmek istedi. Ancak Hüsrev Paşa, görüşme talebini reddetmiş ve Tahir Paşa’nın konağında oturup hiçbir şeye karışmamasını söyleyerek onu başından savmıştı. Zirâ olaylardan Tahir Paşa ve Mehmet Ali Ağa’yı sorumlu tutmuş ve isyanları, kendisine karşı yapılan darbe planının bir parçası olarak değerlendirmişti.54 Hüsrev Paşa’nın, Tahir Paşa’nın görüşme talebini reddetmesi üzerine olay yepyeni bir boyut kazanmıştı. Tahir Paşa, kendisine yapılan bu davranışa çok kızmıştı. Bundan sonra asilere engel olmamış ve isyan daha da büyümüştü. Hüsrev Paşa’ya tâbi kuvvetlerle Tâhir Paşa ve Mehmet Ali kumandasındaki Arnavutlar arasındaki çatışma daha belirgin bir hal almıştı. Vali ve defterdar konağı civarında, 30 Nisan’da meydana gelen ilk büyük çatışmada, asiler kontrolü ele geçirerek yağmaya başlamış, defterdarı ve evrak defterlerini alıp Tahir Paşa’nın konağına getirmişlerdi.55 Maaşlarını istemek bahanesiyle ayaklanan isyancılar, “valiyi istemeyiz” diyerek silah atışlarında bulundular.56 “Kaleye hâkim olmak, Kahire’ye de hâkim olmak” anlamına geldiği için Tahir Paşa, Kahire Kalesi’ni ele geçirebilmek için önce kaleyi kuşattı. Hüsrev Paşa, hazinedarının kaleyi elinde tuttuğunu bildiği için rahat davranmıştı. Nitekim derhal kale kapılarını kapatan hazinedar 53 Kent halkı Arnavutların şehri ele geçirip, yağmalayacağından korkmuştu. Silahlarını kuşanarak kendilerini yönetimin yanında savaşa çağıran tellallara birkaç kişi kulak vermiş geri kalanı arka planda kalmayı tercih etmişti. Gilbert Sinoue, a.g.e., s.61 54 Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.218; Yüksel Çelik, a.g.t., s.37; Tahir Paşa’dan baştan beri hoşlanmayan Hüsrev Paşa’nın kendisi hakkındaki görüşleri hiç de olumlu değildir. Hüsrev Paşa, Tahir Paşa’nın devlete sadık ise de herkese inanan, faydayı zararı bilmeyen biri olduğunu düşünmektedir. Bu yüzden Bâbıâlî’den birkaç kez başka bir vilayete tayin edilmesini talep etmişti. Tahir Paşa’nın Kölemen Beylerle gizlice haberleştiğini ve işbirliği yaptığını duyan Hüsrev Paşa, kapı kethüdasına onun ısrarla Mısır’dan ihracı için gayret etmesini istemiştir. Nitekim sonuçta Tahir Paşa’nın Mısır’dan çıkarılması gündeme gelmiştir (HAT, nr. 85/3493). 55 Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.218 56 HAT, nr. 86/3541 16 isyancılardan korkarak fazla direnememişti.57 Durumun kötüye gittiğini gören Hüsrev Paşa, yeniçeri ocak ağaları, ulema ve tarikat şeyhlerini Tahir Paşa’ya göndererek isyanın gerekçesi olan ulufenin tamamının ödeneceğini söyleyerek çatışmalara son verilmesini istemişti. Ancak Tahir Paşa, valinin azline dair merkezden ferman gönderildiğini ifade etmişti. Aslı olmayan bu ifadeyle Tahir Paşa, isyana meşruiyet kazandırmış, hatta isyandan sonra yeni valinin kim olacağına dair bir ipucu vermişti.58 Kaleye hâkim olan Tahir Paşa, buradan Hüsrev Paşa’nın sarayını topa tuttu. Karşılıklı top atışlarıyla, tüfek ve kılıç savaşlarından sonra zafer Arnavutların oldu.59 Sonuçta, Tahir Paşa 500 Arnavut ile geldiği vilayet konağını yaktırmış ve eşyalarını gasp ederek valiyi Mısır’dan çıkmaya mecbur bırakmıştı.60 Hüsrev Paşa 3 Mayıs 1803’te yakın adamları ve askerleriyle Bedran tarafına firar etmişti.61 c) Tahir Paşa’nın Kaymakamlığı ve Mustafa Nâili’nin Mısır’a Gelmesi Tahir Paşa, Hüsrev Paşa’nın Mısır’dan ayrılmasıyla hukuken olmasa da fiilen Mısır’ın yeni hâkimi sayılmıştı. Halkın güvenini kazanmak ve eski yönetimle tüm alakalarını kesmek için herkesin can, mal ve namusunu koruyacağını söylemişti. Yağma yapılmasına izin vermemiş, askerlerine her şeyi ücreti karşılığında almaları yönünde tembihlerde bulunarak, tüm bunları bizzat denetlemişti. Barikatların kaldırılmasını, fırın ve aşevlerinin yeniden açılmasını sağlamış, halka güven telkin etmişti. Herkesin eşit şekilde korunacağını vaat ederek, gündelik yaşamı yeniden 57 Gilbert Sinoue, a.g.e., s.61; Bu esnada yeğen Mustafa Naili, birkaç günden beri hastalık bahanesi ile yanında bir miktar Arnavut askeri ile kalede bulunmakta idi. Bu sebeple Arnavutlardan bir kısmı kaleye çıkmış, oradaki hemşerileri ile birleşerek kuvvetlenmişlerdir. Hazinedardan kalenin anahtarlarını alıp Tahir Paşa’ya kapıları açmışlardır. Kaleden top, humbara ve cephane alıp kendi karargâhlarına götürmüşlerdir. Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.218; Kale anahtarları ile ilgili olarak daha fazla bilgi için bkz: İsmail Ünal, “Kale Anahtarları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. XI, S.1, s.119-152 58 Yüksel Çelik, a.g.t., s.38 59 Gilbert Sinoue, a.g.e., s:62 60 HAT, nr. 86/3541 61 Yüksel Çelik, a.g.t., s.39 17 tesis etmiş ve halkı yatıştırmaya çalışmıştı.62 Yaşanan tüm olayların şahidi olan halk, Tahir Paşa’nın güven telkin eden tavrından ve adil davranışlarından hoşnut olmuştu. Mısır’daki dengelerin değişmiş olmasından Kölemenler de memnun kalmışlardı. Zirâ sahip oldukları askeri güçle, destek verecekleri tarafı avantajlı konuma getirebileceklerinin farkındaydılar.63 Mısır’da son on gün içinde yaşanan olayların bir değerlendirmesi olarak denilebilir ki, Serçeşme Mehmet Ali Ağa, Arnavut askerlerle komutan Tahir Paşa’yı zekice taktiklerle sevk ve idare etmiş,64 maaş talebiyle başlayan isyan sürecinde tüm sorumluluğu defterdar ile vali Hüsrev Paşa üzerine yıkmayı başarmıştı. Hüsrev Paşa ise, bu plandan habersiz bir şekilde adeta kendi üzerine düşen rolü -tedbirsiz, inatçı tavrı ve askerlerine duyduğu aşırı güven ile- istenilen şekilde oynamıştı. Tahir Paşa’ya hakaret ederek onu karşısına almış, başıbozukları tahrik etmiş ve yeterince güçlü olmadığı halde çatışmayı göze almış, ancak sürekli yapılan savaşlardan perişan olan halkı ise hiç düşünmemişti.65 Bâbıâlî, Mısır’daki isyan hadiselerini ve neticelerini uzaktan takip etmeye çalışmıştı. Ancak gelişmeler hakkında sağlıklı haberler alamadığı için, net bir bilgi sahibi olamamış, sadece Avusturya ve İngiliz elçilerinin raporlarıyla, olayların iç yüzünü anlamaya çalışmıştı.Mısır’da şeyhler ve kadılardan oluşan Büyük Divan’da 6 Mayıs 1803’te alınan kararla Tahir Paşa, merkezden yeni bir vali gönderilinceye kadar kaymakam ilân edilmişti. Kadı tarafından Tahir Paşa’ya kürk giydirilmiş ve bu gelişmelerden Bâbıâlî haberdar edilmişti.66 Tahir Paşa, hemen Mısır kaymakamı olarak, firari vali Hüsrev Paşa’nın67 peşine düşmüştü.68 62 Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.219; Gilbert Sinoue, a.g.e., s.62; Yüksel Çelik, a.g.t., s.38; Ahmet Rasim, a.g.e., c.IV, s.113 63 Yüksel Çelik, a.g.t., s.42 64 Hüsrev Paşa ile Mehmet Ali arasındaki husumet olayları bu noktaya getirmiştir. Zirâ Mehmet Ali’yi tamamen yok etmeyi planlayan Hüsrev Paşa, gece vakti sözde gerekli bazı emirler vermek üzere yanına çağırmış, ancak Mehmet Ali bu oyuna gelmemiş, gündüz ulufe isteyen askerlerin başında geleceğini ifade etmiştir. Tahir Paşa’nın emrindeki Arnavut askerlerinin huzursuzluğu kendisine yardımcı olmuştur. Johann Wilhelm Zinkeisen, a.g.e., s.116 65 Yüksel Çelik,a.g.t., s.39 66 Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.221; Gilbert Sinoue, a.g.e., s.62; Yüksel Çelik, a.g.t., s.41; Ahmet Rasim, a.g.e., c. IV, s.113-114; Nikolae Jorga, a.g.e., c.V, s.143; Mısır’daki gündemi imkânlar ölçüsünde takip etmeye çalışan Bâbıâlî, buraya yeni bir vali atamak ya da önceki valiyi makamına 18 Tahir Paşa’ya verilen kaymakamlık görevinden sonra Mustafa Nâili, Mısır’a dayısının yanına gelmiş ve onun maiyetinde bulunmuştu. Mustafa Nâili, Mısır’a geldiğinde 5-6 yaşlarında idi. Küçük yaşta şahit olduğu pek çok olay, zihin dünyasının şekillenmesinde etkili olmuştu. Mustafa Nâili’nin, dayıları Tahir Paşa ve özellikle Hasan Paşa ile beraber sürekli bir mücadelenin içinde yer almış olması, ileride askerlik mesleğine ilgi duymasına sebep olacaktı. d) Tahir Paşa’nın Öldürülmesi ve Mustafa Nâili’nin Mısır’dan Ayrılması Mısır’da patlak veren Arnavut askerlerinin isyanlarını başından beri sessizce izleyen yeniçerilerin sayısı, burayı Fransızlara karşı savunmak için gelen ilk gruptan sonra ve Hicaz’da şiddetlenmeye başlayan Vehhâbî tehdidini kontrol etmek için gelen ikinci grup ile hayli artmıştı. Başıbozuk diye adlandırılan Arnavut askerlerinin isyan sonucunda idareyi ele alması ve devletin kendi askeri olan yeniçerilerin kenarda kalmaları kabul edilebilir bir durum değildi. Ayrıca Tahir Paşa tarafından Arnavut askerlerin kayırılması ve sadece onlara maaş verilmesi yeniçerileri hem iade etmek hususunda kararsız kalmıştı. Zirâ Hüsrev Paşa Dimyat’ta mücadeleye devam etmekte, kaymakam Tahir Paşa ise Kölemenlerle işbirliğine girmiş bulunmaktaydı. Tahir Paşa dışında atanacak başka bir valiye itiraz edileceği ihtimali ile birlikte Babıâli’nin bir çekincesi daha vardı ki, Tahir Paşa’nın atanmasıyla Kölemenlerin yeniden Mısır’ın idaresine ortak olması idi. Kölemenlerin bu pozisyonu, İskenderiye muhafızı Hurşit Paşa’yı da tedirgin etmişti. Vali Hüsrev Paşa’nın değişmesi halinde asiler Dimyat’ı işgal edecekti. Bu yüzden de İskenderiye ve Dimyat muhafazası için asker gönderilmesi uygun bulunmuştu (HAT, nr. 89/3660). 67 Hüsrev Paşa Bâbıâli’ye, meydana gelen olaylarda suçsuz olduğunu içeren bir yazı göndermişti. Buna göre, Hüsrev Paşa Mısır’dan Dimyat’a çekilme sebebinin Arnavut askerlerinin isyanı ve bu isyanı körükleyen Tahir Paşa’nın kendisine olan güveni kötüye kullanarak hainlik yapması ve bir de askerlerin harcını ve bütçe tanzimi için maaşları kesen defterdarının söz anlamaması olduğunu, kendisinin idari hiç bir şeyi ihmal etmediğini ifade etmiştir (HAT, nr. 39/1988/B); Bu savunma padişah tarafından itibar görmemiş, Hüsrev Paşa Selanik sancağına tayin edilmişti. O sırada Tahir Paşa’nın kardeşi Hasan Paşa ile mücadele etmekte olan Hüsrev Paşa, emre itaatsizlik gibi bir durumun olmadığını ancak, Selanik’e gitmesinin asilere teslim olmak anlamına geleceğini ifade etmişti. Kaptan Hüseyin Paşa, Dimyat’ın muhafazası için, Hüsrev Paşa’nın yerinden ayrılmaması gerektiğini sadarete arz etmişti (HAT, nr. 88/3606); Nitekim Tahir Paşa’nın daha önce takibat için gönderdiği kardeşi Hasan Bey, Dimyat’ta Hüsrev Paşa’ya yenilmişti. 68 Hüsrev Paşa’nın ele geçirilmesiyle valiliği kesin olarak elde etme ihtimali kuvvetlenecekti. Bunun için Tahir Paşa, kardeşi Hasan Bey’i 2.000 askerle Mansuriye’ye göndermişti. Hüsrev Paşa, Hasan Bey’in Mansuriye’ye geldiğini haber alınca tedbir olarak Dimyat’a geçmişti. Yüksel Çelik, a.g.t., s.41; Mısır’daki gelişmeleri sadarete bildirmek isteyen Kaptan-ı Derya Hüseyin Paşa, Tahir Paşa ile Defterdar Halil Recai Efendi’nin Hüsrev Paşa aleyhine hareket ettiklerini ve Paşa’nın takviye birliklerle makamına iade edilmesi gerektiğini ifade etmişti (HAT, nr. 86/3552). 19 ekonomik olarak zora sokmuş, hem de gücendirmişti.69 Tahir Paşa’ya kızgınlık duyan sadece yeniçeriler değildi. Öyle ki, bir süre sonra Kahire halkı da bir hayal kırıklığı yaşamıştı. Paşa halka eşitlik, özgürlük, adalet gibi vaatlerde bulunmasına rağmen, bunları yerine getirmemişti. Hatta haksızlıklar, işkence, nedensiz tutuklamalar ve ezici vergilerle üç hafta gibi kısa bir süre zarfında Kahire halkının güvenini kaybetmişti. Halkın sempatisini kaybederek onları karşısına almıştı.70 Bu gidişata daha fazla dayanamayan yeniçeriler, 26 Mayıs 1803’te ulufe talebiyle toplanarak kaymakam Tahir Paşa’nın konağını bastı. Bu sahne, çok kısa bir süre önce yaşanmış bir olayın tekrarı olmuştur ki başıbozuklar vali Hüsrev Paşa’nın konağını yağmalamıştı. Tahir Paşa, selefi gibi askeri gücüne güvenerek asileri kışkırtmaktan çekinmemiş, ancak bunun bedelini de ağır ödemişti.71 Sonuçta, yeniçeri ağası ve askerlerden bir kısmı Kahire Kalesi’nde idam edilirken, Tahir Paşa da Malatyalı Musa ve İsmail adlı iki asker tarafından tabancayla vurularak öldürüldü.72 Ardından kesilen başını, yeniçerilerden bazıları bahşiş almak için Dimyat’a bulunan Hüsrev Paşa’ya götürmek istemiş ancak Arnavutlar buna izin vermemişti. Kesilen baş cesetle birlikte gömülmüştü.73 Mısır’da yaşanan bu son olaylar ve Tahir Paşa’nın katledildiği haberi Bâbıâlî’ye bildirildi.74 Kroniklerde Tahir Paşa, her söylenene inanan ve ihtiraslı mizacı yüzünden, her şeyi tek başına yapma isteğiyle hareket ettiği yazılıdır. Bu nedenle selefi Hüsrev Paşa’nın hatasını tekrarlayarak kendi sonunu getiren olayların zeminini hazırlayan kişi olarak anlatılır. Yeniçerilerin bu baskını neticesinde, Tahir Paşa’nın bir aydan kısa süren Mısır kaymakamlığı sona ermişti.75 69 Yüksel Çelik, a.g.t., s.42; Johann Wilhelm Zinkeisen, a.g.e., s.117 Gilbert Sinoue, a.g.e., s.62 71 Yüksel Çelik, a.g.t., s.43; Johann Wilhelm Zinkeisen, a.g.e., s.117 72 Bu tarihlerde, Mustafa Naili Paşa’nın babası İsmail Bey de vefat etmişti. David Barchard, a.g.m., s.23 73 HAT, nr. 57/2605; Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.222; Tahir Paşa’nın ölümü ile ilgili olarak muhtelif bilgiler vardır. Bazı kaynaklarda yanarak öldüğü yazılıdır.Mehmet Süreyya, a.g.e.,c.III, s.243-244 74 HAT, nr. 86/3555 75 Medine Muhafızı Ahmet Paşa, Tahir Paşa’nın katledilmesinin ertesi günü önceki idareyi yeniden tesis etmişti. Bir yandan da Arnavut başıbozukları teskin etmek ve muhtemel çatışmaları önlemek istemişti. Bu amaçla bazı nüfuzlu kimseleri Mehmet Ali Ağa’ya göndermişti. Serçeşme Mehmet Ali Ağa, Tahir Paşa’nın ölümü ile kardeşleri Hasan ve Abdi beylerin idaresine kalmış gibi görünen başıbozukların esas amiri idi. Korkulan olmuş ve Mehmet Ali Ağa uzlaşma ümitlerini boşa çıkarmıştı. 70 20 Tahir Paşa’nın katilleri olan İsmail ve Musa adlı yeniçeriler katledilerek kelleleri Tahir Paşa’nın hanımına gösterildikten sonra kardeşi Hasan Paşa’ya götürülmüştü.76 Kölemenlerin yeni liderleri 3 Haziran 1803’te Kahire’de Sergerde Mehmet Ali ile Hasan Paşa’ya77 ve diğer başıbozuk komutanlarına yardımlarından dolayı hilat giydirmişti. Bu durum, Kölemenlerin Mısır’daki idarenin hâkimi olduğu anlamına geliyordu ki Kahire Kalesi 16 Haziran’da kendilerine teslim edilmişti. İsyan hareketlerinin bir türlü dinmediği Mısır, bundan sonra Kölemenlerin lideri İbrahim Bey’in idaresine girmişti.78 Mısır’da yaşananlardan habersiz Bâbıâlî, Mısır Defterdarına ve Tahir Paşa’ya bir hüküm göndererek, eyaletteki kargaşayı bitirecek tedbirlerin biran önce alınması talimatını vermişti. Bâbıâlî’den Tahir Paşa’ya gönderilen yazıda, Mısır’da bulunan askerlerin ulufe talebiyle meydana gelmiş ve Mısır Valisi Hüsrev Paşa’nın Dimyat tarafına gitmesine sebep olan ihtilalden dolayı bu askerlerin Mısır’da kalmalarının doğru olmayacağı belirtilmişti. Ulufelerinin Mısır hazinesinden ya da hazinede yeterli miktarda para yoksa borçlanmak suretiyle bile olsa mutlaka ödenmesi ve memleketlerine gönderilmesi emredilmişti. Tahir Paşa’ya Mısır’a vezirlik rütbesi ile şimdilik kendisinin tayin edildiği haberi gönderilmişti.79 Fakat bu emirler hükümsüz kalmıştı. Zirâ bu sırada Tahir Paşa ve defterdar çoktan katledilmişti. Kölemen beylerinden İbrahim ile başıbozukların lideri Serçeşme Kavalalı Mehmet Ali Ağa, Zirâ merkezden gelen bir atama emri olmadığından Ahmet Paşa’nın idareyi ele almasını kabul etmeyeceğini dile getirmişti. Aynı durumda iken Tahir Paşa’ya itiraz etmemiş olmasının sebebini de kaymakam sıfatıyla ve merkezin emriyle atanmış olmasından kaynaklandığını söyleyerek izah etmişti. Yüksel Çelik, a.g.t., s.43; Ahmet Paşa’ya karşı isyana hazırlanan Mehmet Ali Ağa, daha önce Tahir Paşa’dan izin alarak Kahire yakınlarına gelmiş olan Kölemenleri kendi tarafına çekerek gücünü arttırmak istemişti. Kölemenler de yönetime ortak olabilmek için bu işbirliği teklifini kabul etmişlerdi. Kölemenlerin lideri İbrahim Bey, Mısır’a dâhil olarak gücünü Kavalalı Mehmet Ali ile birleştirmişti (HAT, nr. 57/2605); Bu dayanışmanın sonucunda Kahire tekrar savaş alanına dönmüştü. Kahire’den çıkmayı kabul eden Ahmet Paşa daha sonra asilerle anlaşma yoluna giderek teslim olmuştu. İskenderiye Muhafızı Hurşit Paşa Temmuz 1803’de sadarete gönderdiği tahrirat ile Tahir Paşa’nın ve Defterdar Recai Efendi’nin öldürülmelerinden sonra Arnavut ve Türkler’in Kölemen beylere iltica ettiklerini, hatta Medine Muhafızı Ahmet Paşa’nın da beylerle birleştiğini bildirmiştir (HAT, nr. 86/3512). 76 Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.224-225; Ahmet Rasim, a.g.e., c.IV, s.115 77 Hasan Paşa, Tahir Paşa’nın kardeşi, Mustafa Naili Paşa’nın diğer dayısıdır. Mehmet Süreyya,a.g.e., c.II, s.166-167; Mustafa Naili Paşa, Tahir Paşa’nın ölümünden sonra bir süreliğine memleketine dönmüştür ancak bir süre sonra Hasan Paşa’nın daveti ile tekrar Mısır’a gelecektir. 78 HAT, nr. 86/3509/E; Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.226 79 Cevdet Maliye (C. ML), nr. 51/2365 21 Mısır’ın yeni hâkimi olmuşlardı. Bu aşamada devreye Mustafa Nâili’nin diğer dayısı Hasan Paşa girmişti. Hasan Paşa, önceleri Mehmet Ali Paşa ile işbirliği içindeydi, daha sonra da emrinde çalışmıştı. Zirâ Tahir Paşa’nın katli ile üzerindeki vazifeler, Hasan Paşa’ya intikal etmişti. Fakat Mehmet Ali’nin yetenekli karakterine şahit olan Hasan Paşa, hiçbir zaman yanından ayrılmamak ve yardımını görmek üzere kendisiyle anlaşmıştı. Böylelikle tüm Rumeli askerlerinin idaresi artık, Mehmet Ali’nin elinde idi. Hasan Paşa kumandan olarak biliniyorsa da aslında Tahir Paşa’nın makamına geçen Mehmet Ali, Mısır muhafızı olmuştu. Böyle karışık bir zamanda Trabluslu Ali Paşa merkezden Mısır’a vali olarak tayin edilmişti. Bâbıâlî, Mısır’daki kargaşanın bir an evvel düzelmesi için çabalamıştı. Zirâ uzun zamandan beri Hicaz’da Vehhâbîler huzursuzluk çıkarmaktaydı ve artık Vehhâbîler ile ilgili ciddi tedbirler alma zorunluluğu ortaya çıkmıştı. Fakat bunun için önce Mısır’ın huzura kavuşması gerekmekteydi. Mekke ve Medine’ye gerekli olan yardımın gidebilmesi için en iyi yol, Mısır olduğu için burada sükûnetin bir an evvel sağlanması gerekmekteydi. Fakat Mısır’da sular bir türlü durulmak bilmiyordu. Bâbıâlî tarafından gönderilmiş olan Mısır valisi Ali Paşa, Mısır’a hâkim olmak isteyen Mehmet Ali Paşa’nın gizli planları neticesinde Kölemenler tarafından öldürülmüştü. Daha sonra da Mehmet Ali’nin askerleri tarafından Kölemenler bertaraf edilmek sureti ile Mısır’ın idaresi Mehmet Ali’nin eline geçmişti.80 Mehmet Ali Paşa’nın en güvendiği adamlarından biri olan Hasan Paşa, Bâbıâlî’ye gönderdiği yazıyla yeni bir vali tayinine kadar Mısır’ın muhafazası için çalışılacağına dair taahhütte bulunmuştu.81 Bu son gelişmelerle Mısır’da bir barış ortamı sağlanmıştı. Bâbıâlî’den, 9 Nisan 1804’te Binbaşı Mehmet Ali, Tahir Paşa’nın kardeşi Hasan Paşa ve diğer başıbozuk komutanlarına hitaben bir teşekkür gönderilerek, geçmişi bir kenara bırakarak Hurşit Paşa’ya kusursuz itaat etmeleri istenmişti. Muhataplar cevaben, geçmişteki suçlarını itiraf edip, bundan sonra yeni valiye mutlak itaat edeceklerini ve Kölemenlere göz açtırmayacaklarını bildirmişlerdi. Bundan sonra Bâbıâlî, Hurşit 80 81 HAT, nr. 89/3649/B; HAT, nr. 89/3649; Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.228-253 HAT, nr. 80/3323 22 Paşa’yı 9 Nisan 1804’te vezaret rütbesiyle Mısır valiliğine resmen atamıştı.82 Kölemen beylerininMısır’dan definde hizmeti görülen Tahir Paşa’nın kardeşi Hasan Bey’e mirîmiranlık tevcih edilmişti.83 İstanbul’dan özel bir memurla iki tuğ gelince Hasan Paşa kaleye çıkarak, kendisine Hurşit Paşa tarafından mirîmiranlık hilati giydirilmişti. Böylece Hasan Paşa, kardeşi Tahir Paşa’nın yerine geçmiş oldu. Bu şekliyle Mehmet Ali’nin, Hasan Paşa’nın emrine girmesi gerekiyordu. Ancak Hasan Paşa, her zamanki gibi Mehmet Ali’nin yanında ona bağlı kalacağını kendisine bildirerek, verdiği sadakat sözünden dönmemişti. Hasan Paşa’ya verilen mirîmiranlık göreviyle Mehmet Ali’nin gücünün kırılması planlanmıştı ancak emrinde bir mirîmiran bulundurmuş olması onun gücüne güç katmıştı.84 Tahir Paşa’nın ölümünden sonra, Mısır’da Arnavutları yönetebilecek ve iktidarı isteyecek iki kişi kalmıştı, Mehmet Ali Paşa ve Tahir Paşa’nın kardeşi Hasan Paşa. Hasan Paşa daha karmaşık hale gelmiş olayları çözme konusunda biraz sönük kalmıştı. Mehmet Ali Paşa ise Mısır’ın tek hâkimi olma yolunda oyunu kendi koyduğu kurallara göre oynamaya devam etmişti.85 Yaşanan tüm bu olayların küçük şahidi Mustafa Nâili, babasının ve dayısının ölümünü ardından Mısır’dan ayrılarak kısa bir süreliğine memleketi Polyan’a annesinin yanına geri dönmüştü.86 82 HAT, nr. 89/3649/A; Yüksel Çelik, a.g.t., s.59 HAT, nr. 83/3447/J 84 HAT, nr. 84/3453/D; Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.279; Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu zor durumların farkına varan Mehmet Ali, Mısır’ın içinde bulunduğu tüm kargaşa ortamlarını çok iyi değerlendirip kendi lehinde kullanmasını bilmişti. Fransız işgalinden beri anarşi ve kargaşa içinde olan Mısır’da, Osmanlılar ve Kölemenler kontrolü ele geçirmek için sürekli mücadele ederken, Osmanlı kuvvetleri de kendi aralarında ihtilâfa düşmüşlerdi. Hüsrev Paşa’ya tâbi kuvvetlerle Tâhir Paşa ve Mehmet Ali kumandasındaki Arnavutlar arasında uzlaşmazlık devam etmekteydi. Kölemenler arasında da anlaşmazlık mevcuttu. Bunların bir kısmı Bardisî’yi, bir kısmı da Elfî Bey’i destekliyordu. Bu gruplar içinde süregelen mücadele, halkın mağduriyetine ve ülkenin ekonomik durumunun tamamen bozulmasına sebep olmuştu. Mehmet Ali bu durumdan istifade etmesini bilmişti. Kölemenleri Osmanlılara, muhalif Kölemen grupları birbirlerine, yeni vali Hurşit Paşa’yı Kölemenlere ve son olarak da Kahire halkını Hurşit Paşa’ya karşı kışkırtarak meydana gelen kargaşadan faydalanmıştı. Çeşitli siyasî manevralar neticesinde Mısır’ın son valileri bulunan Hüsrev, Tâhir, Ali ve Hurşit paşaları bertaraf ettikten sonra ulema, eşraf ve Mısır halkının desteğini de elde edip Babıâli tarafından 3 Temmuz 1805 tarihinde valiliğe getirilmişti. Hilal Görgün, “Mısır”, TDVİA,c.XXIX, s.555-557; Mısır’ın Mehmet Ali Paşa yönetimindeki durumu hakkında detaylı bilgi için bkz: J. H. Kramers, “Mısır”, İA, c. VIII, s.250 85 Gilbert Sinoue, a.g.e., s.62-63 86 Ahmet Rıfat, a.g.e., s.53; David Barchard, a.g.m., s.23 83 23 2) Dayısı Hasan Paşa’nın Himayesinde Mustafa Nâili Paşa Hasan Paşa, Mustafa Nâili Paşa’nın diğer dayısı olup, dolayısı ile Arnavut Tahir Paşa’nın kardeşiydi. Es’ad Efendi, Hasan Paşa ile ilgili olarak Mehmet Ali Paşa’nın akrabası, yakın hısmı olduğunu belirtmiştir.87 Ancak yakınlık derecesini belirtmemiştir. Bu bilgiyi doğru varsayarsak Mustafa Nâili Paşa’nın da Mehmet Ali Paşa’nın akrabası olduğuna hükmedebiliriz. Mehmet Ali Paşa, Hasan Paşa ve Mustafa Nâili Paşa ile sürekli güven esasına dayanan olumlu ilişkiler kurmuş ve onları koruyup kollamıştı. Hasan Paşa, Mısır’da 1805 yılında mirî miran olmuş, daha sonra 1816 yılında Vehhâbî isyanı dolayısıyla gittiği Hicaz bölgesinde beş yıl kalarak Medine muhafızlığı görevinde bulunmuştu. 1822’de Girit isyanlarını bastırmak için Mehmet Ali Paşa tarafından Mısır askerlerinin kumandanı olarak görevlendirilmişti. Mustafa Nâili Paşa, Hasan Paşa’nın her iki vazifesinde de sürekli yanında yer almış ve kendisine verilen görevleri layıkıyla yerine getirmişti. a) Mustafa Nâili Paşa’nın Mısır’a İkinci Kez Gelişi 1809 senesinde küçük dayısı Hasan Paşa’nın davetiyle Mustafa Nâili Paşa, 11 yaşında tekrar Mısır’a geldi. Çocukluğu askeri kampların içinde geçmiş, zor şartlar altında yetişmişti.88 Bulunduğu ortam, resmi bir eğitim almasına imkân tanımamıştı. Mısır’a bu ikinci gelişinde çevresini daha iyi tahlil edecek olgunluğa biraz daha yaklaşmıştı. Mustafa Nâili Paşa’nın bu dönemine dair kayıtlar oldukça kısıtlı olmasına rağmen, küçük yaşta dayısı Hasan Paşa ile beraber savaş meydanlarında mücadele ettiğine değinilmektedir. Hasan Paşa, oğlu gibi gördüğü ve evlatlık edindiği yeğeninin, Hicaz’da asilere karşı yapılan mücadelerde yanında yer almasına ve hatta öncülük yapmasına izin vermişti. Böylece Mustafa Nâili Paşa ergenliğinin 87 Mehmet Es’ad Efendi, Vak’anüvis Es’ad Efendi Tarihi, Bahir Efendi’nin Zeyl ve İlaveleriyle (1821-1826), haz. Ziya Yılmazer, İstanbul 2000, s.312 88 Mustafa Naili Paşa’nın vahşet dolu savaş meydanlarında yetişmiş olması karakterine de etkilemiş ve sert bir yapıda olmasına neden olmuştur. William J. Stilman; Cretan Insurrection 1866-7-8, New York 1874, s.33 24 ilk yıllarında89 önce, Osmanlı Devleti’nin talebi neticesinde yardıma gelen Mehmet Ali Paşa’nın ordusunda muhafız olan dayısı Hasan Paşa ile birlikte Hicaz’ın Vehhâbîlere karşı savunmasında yer almış, daha sonra da Hasan Paşa’nın, Medine Muhafızlığı görevi nedeniyle, 5 yıl Hicaz’da kalmıştı. Mustafa Nâili Paşa’nın yetişme döneminde içinde yer aldığı ve bizzat şahit olduğu Vehhâbî isyanını detaylarıyla irdelemek, Paşa’nın hangi şartlar altında ve nasıl bir ruh hali içerisinde yetiştiğini anlamamız açısından önemlidir. b) Vehhâbîlere Karşı Olan Harekâtta Hasan Paşa’nın Yanında Mustafa Nâili Paşa b.1) Vehhâbîliğin Ortaya Çıkışı ve Osmanlı Devleti’nin Müdahalesi İslam’ın en katı yorumlarından biri olarak görülen Vehhâbîlik,90 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti içinde büyük sorunlara neden olmuştu. Vehhâbîlik hareketi, dağılma sürecinde olan Osmanlı Devleti’ni özellikle Hicaz ve çevresinde oldukça meşgul etmişti. Vehhâbî isyanları Hicaz bölgesinde Osmanlı egemenliğine bir başkaldırı niteliğinde olmuştu. Bölgenin merkezden çok uzak olması ve Osmanlı Devleti’nin gereken önemi gösterememesi Vehhâbîlerin işlerini kolaylaştırmış ve başarıya ulaşmalarını sağlamıştı.91 Vehhâbîlik Osmanlı Devleti’nin temeli olan din birliğine büyük bir darbe vurmuş, zamanla dini olmaktan uzaklaşarak siyasî bir güç halini almıştı. 89 David Barchard, a.g.m., s.23 Vehhabilik, İslam dinini yeni bir anlayış ile katı kaidelere bağlayan bir hareket olarak ortaya çıkmış ve bir süre sonra siyasi bir mahiyete bürünerek devam etmiş bir mezheptir. Vehhabilik hakkında daha detaylı bilgi için bkz: Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.VII, s.182-207; Yusuf Ziya Yörükan, “Vehhabilik”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.1, Ankara 1953; Mufassal Osmanlı Tarihi, c.V, s.2869-2876; Neşet Çağatay, “Vehhabilik”, İA, c.XIII, s.262; Ahmet Vehbi Ecer, “Osmanlı Tarihinde Vehhabi Hareketinin Sebep ve Sonuçları”, IX. TTK Bildirileri 21-25 Eylül 1981, c.III, Ankara 1990, s.1229-1239; Eyüp Sabri Paşa, Tarih-i Vehhabiyan (Vehhabiler Tarihi), çev. Süleyman Çelik, İstanbul 1992; Zekeriya Kurşun, Necid ve Ahsa’da Osmanlı Hâkimiyeti, Vehhabi Hareketi ve Suud Devleti’nin Ortaya Çıkışı, Ankara 1998; M. Fatih Şeker, Osmanlılar ve Vehhabilik, İstanbul 2007; Ahmet Vehbi Ecer, Tarihte Vehhabi Hareketi ve Etkileri, Ankara 2001 91 Ahmet Pekkirişçi, “Hariciler ve Vehhabilerin ve Ortaya Çıktıkları Dönemlerin Ortak Özellikleri”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Konya 2011, s.84 90 25 İslam dünyasının hamiliğini üstlenmiş olan Osmanlı Devleti için Hicaz’ın92 idaresi bir saygınlık meselesi idi.93 Bu yüzden Hicaz halkı vergiden ve askerlikten muaf tutulmuştu. Devlet hiçbir fedakârlıktan kaçınmayarak bölgeyi düzenli biçimde imar etmiş ve halkın ihtiyaçlarını karşılamıştı.94 Başka bir ifadeyle Haremeyn’in üzerindeki Osmanlı nüfuzu aynı zamanda Osmanlı hilafetinin de meşruluk kaynağı sayılıyordu. Bu durum Necid’te ortaya çıkan ve 19. yüzyılın ilk yarısında Mekke ve Medine kapılarına dayanan Vehhâbî hareketiyle sarsılmıştı.95 Vehhâbîlik, 1744’te Necid’de dinî bir hareket olarak ortaya çıkmış ve Suûd ailesinin benimsemesiyle siyasî bir hüviyet kazanmıştı. 1750’lerden itibaren de Hicaz bölgesi için tehlike oluşturmaya başlamış ve Osmanlı Devleti’nin buradaki idarî düzenini tehdit etmişti.96 Özellikle Vehhâbî lideri Abdulaziz bin Muhammed zamanında Hicaz çevresine taarruzlarda bulunmaya başlamışlardı. Vehhâbîler’i başlangıçta tehdit unsuru olarak düşünmeyen Mekke şerifleri, zamanla bu hareketin aleyhlerine geliştiğini ve Hicaz’daki otoritelerini sarstığını görmüşlerdi. Vehhâbî hareketinin, kuvvetlenmesiyle birlikte, Osmanlı makamlarına şikâyetlerde bulunmuşlardı. Olayı önemsemeyen Osmanlı idaresi, sadece Vehhâbîlerin ve taraftarlarının ikna edilerek halka zarar vermelerinin önlenmesini istemişti. Vehhâbîler, hac güvenliği için bir müddet Mekke’ye alınmamıştı. Ancak Vehhâbîler hac yollarının güvenliğini tehdit ederek hacı sayısının azalmasına ve dolayısı ile Mekke emirlerinin önemli bir gelirden mahrum olmalarına neden olmuştu. Mekke 92 Hicaz bölgesi Osmanlı yönetimine Yavuz Sultan Selim döneminde girmiştir. 1516 Mercidabık ve 1517 Ridaniye savası sonucunda Mısır’daki Memlüklerin hâkimiyetine son verilmiştir. Bundan sonra hutbeler Yavuz Sultan Selim adına okunmuş, Osmanlı Sultanları Hicaz bölgesine hâkim olmuşlar ve “Hadim ül-Harameyn is-Şerifeyn” unvanıyla anılmışlardır. Hicaz Osmanlı Sultanlarına bağlı emirler ile yönetilmiştir. Vehhâbi isyanlarına kadar büyük bir değişiklik olmadan Osmanlı idaresinde kalmıştır. Yavuz Sultan Selim’den itibaren Osmanlı Devleti’nin yönetim ve denetimi altına giren Hicaz’da bir hâkim değil, hizmetkâr olunmuştur. Bölgeye huzur, bereket ve zenginlik götürülmüştür. Osmanlı sultanları bütün Müslümanlarca kutsal sayılan Haremeyn adı ile anılan Mekke ve Medine’ye idari ve mali her türlü yardımı yapmışlardır. Ahmet Vehbi Ecer, a.g.e., s.103-114; Mekke’nin yönetimi ile ilgili detaylı bilgi için bkz. İ. Hakkı Uzunçarşılı, Mekke-i Mükerreme Emirleri, Ankara 1984; Ahmet Vehbi Ecer, “Osmanlı Döneminde Mekke’nin Yönetimi”, X. TTK Bildirileri 22-26 Eylül 1986, c. IV, Ankara 1993, s. 14-17 93 Zeki Değmiş, “Osmanlılar’da İtikadi Mezhepler”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Van 2006, s.68-69 94 Zekeriya Kurşun, “Hicaz” (Osmanlılar Dönemi), TDVİA, c.XVII, s. 437-439. 95 Zekeriya Kurşun, “Osmanlı Devleti İdaresinde Hicaz (1517-1919)”, Osmanlı, c.I, s.318 96 Zekeriya Kurşun, “Hicaz”, s.438 26 emiri Vehhâbîlerin önce hac vergisi ödemeleri koşulu ile sonra da hiçbir şart koşmadan Mekke’ye giriş çıkışlarını serbest bırakmak zorunda kalmıştı. Medine muhafızı da Vehhâbî tehlikesinin engellenemez duruma geldiğini İstanbul’a bildirerek destek istemişti. Medine halkının beklediği Osmanlı yardımı henüz gelmeden Vehhâbîler, şehri kuşatmış ardından da Haziran 1805’de işgal edip, Hz. Muhammed’in kabri hariç bütün ziyaret yerlerini yıkıp, Mescid-i Nebevi’yi yağmalamıştı.97 1803’de Vehhâbîler tarafından işgal edilen Mekke’de Vehhâbî hâkimiyeti tam olarak 1806 yılı Ocak ayında kurulmuştu.98 Mekke’nin işgali Osmanlı Devleti’nce meşruiyetlerini sarsan bir olay olarak görülmüştü. Mekke’de fiilen hâkimiyeti sona eren Osmanlı Devleti, Napolyon’un Mısır’ı işgaliyle ilgili meselelerle uğraştığı için şehri kurtarmaya yönelik ciddi tedbirler alamamıştı. Vehhâbî isyanının baş gösterdiği XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti dışarıda Avrupa’nın büyük devletleriyle savaş durumunda iken aynı zamanda kendi sınırları içerisinde de isyanlarla meşgul idi. Arabistan’da olup bitenler İstanbul’da büyük rahatsızlık yaratmıştı. Pazvandoğlu99 ve Tepedelenli100 isyanları, Belgrad İsyanları, Sırp İsyanı, Kabakçı Mustafa İsyanı Haremeyn’i işgal eden Vehhâbîler ile mücadeleye fırsat bırakmamıştı.101 Merkezi otoriteden uzak Arap Yarımadasındaki Vehhâbî hareketine askeri bir müdahalede bulunamayan Bâbıâlî bu sebeplerden dolayı, Vehhâbî tehlikesi Osmanlı sınırları içerisinde tehlike saçmaya başlamasına rağmen, hiçbir tedbir alamamıştı. Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu bu durum, 97 Mustafa Sabri Küçükaşcı, “Medine”, TDVİA, c.XXVIII, s.312; Eyüp Sabri Paşa, a.g.e., s.69; A. Vehbi Ecer, a.g.e., s.141; Medine’nin işgali üzerine Mısır’dan Mirmiran Hasan Paşa Sadaret’e gönderdiği tahriratta, Haremeyn islerinin görülmesi ve Suudiler’in Medine’den çıkarılması için Mehmet Ali Paşa’nın yeğeni Tahir Ağa’nın mirmiranlıkla gönderilmesini istemiştir. Babıâlî tarafından bu istek kabul görmüştür. Bunun üzerine, Medine muhafızlığına Tahir Pasa kâfi askerle gönderilmiş ve zahireler Süveyş iskelesine nakledilmiştir. Yusuf İskender Gözüberk, “Arşiv Vesikaları Işığında İlk Vehhabi Devleti”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2006, s.123 98 Zekeriya Kurşun, a.g.m.,s.320; Mustafa Sabri Küçükaşcı, “Mekke”, TDVİA, c.XXVIII, s.564; Zekeriya Kurşun, a.g.e., s.43-44; Eyüp Sabri Paşa, a.g.e., s.54-55; A. Vehbi Ecer, a.g.e., s.145; Nikolae Jorga, a.g.e., c.V, s.200; Johann Wilhelm Zinkeisen, a.g.e., s.146-147 99 Pazvandoğlu Osman Ağa, Vidin ayanıdır. III. Selim’in devlete eski gücünü kazandıracağı inancı ile yaptığı yeniliklerin en tehlikeli muhaliflerindendir. Johann Wilhelm Zinkeisen, a.g.e., s.162 100 Tepedelenli Ali Paşa Yanya valisidir. Johann Wilhelm Zinkeisen, a.g.e., s.157 101 Eyüp Sabri Paşa, a.g.e., s.82-83; Kemal Beydilli, “Selim III”, TDVİA, c. XXXVI, s.422-423; Neşet Çağatay, a.g.m., s.266; Yusuf Ziya Yörükan, a.g.m., s.57; Ahmet Pekkirişçi, a.g.t., s.81; A. Vehbi Ecer, “Osmanlı Tarihinde Vehhabi Hareketinin Sebep ve Sonuçları”, s.1234 27 Vehhâbîlerin rahat hareket etmelerine sebep olmuştu. Hülasa denilebilir ki, Vehhâbîlerin ortaya çıkmaları devlet otoritesinin zayıf olduğu bir döneme rastlamıştı. Osmanlı yönetimi olayın vahametini ancak Haremeyn mıntıkası tahrip edilince anlamışlardı. Bâbıâlî, isyan bölgesine ilk etapta büyük bir ordu gönderememiş, bu isyanı mektuplarla, nasihatlerle, şerif ve valilerin nüfuzunu kullanarak halletmeye çalışmıştı.102 Ancak bu kısıtlı tedbirlerle Vehhâbîler’in Haremeyn’i ele geçirmesine engel olmamıştı. Hicaz’a hâkim olan Vehhâbîler hutbelerde padişahın isminin okunmasını yasaklayarak, dört mezhebe ait üst düzey görevleri iptal etmiş, memurlarının görevlerine son vermişlerdi. Yerlerine Vehhâbî görüşleri benimseyenler tayin edilmişti. Vehhâbîler, bölgeyi yağmalamış ve hac yollarının emniyetini tehdit etmişlerdi.103 Çok geçmeden Vehhâbîler, Bağdat, Şam ve Mısır sınırlarına kadar ilerlemişlerdi. Bağdat ve Şam valilerinin bu hareketin önüne geçememeleri üzerine bölgeye büyük bir ordunun gönderilmesi zaruri hale gelmişti. Bu da ancak Mısır üzerinden mümkün olabilirdi. Nihayet Osmanlı Sultanı II. Mahmut tarafından bu iş Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’ya havale edilmişti. ZirâMehmet Ali Paşa, Mısır’ın kendisine tevcih edilmesine binaen Hicaz işleriyle uğraşacağını ve Haremeyn’i Vehhâbîlerden kurtaracağını taahhüt etmişti.104 Bu taahhüdü üzerine Bâbıâlî bir an önce Vehhâbî meselesiyle ilgilenmesini istemişti.105 Sefer öncesi, Cidde valisi ve Vehhâbîler üzerine gönderilecek ordunun kumandanı olarak tayin edilen oğlu Tosun’un şerefine 1 Mart 1811’de düzenle 102 Devletin içinde bulunduğu kötü durum haricinde bu uygulamanın bir gerekçesi daha mevcut idi. Osmanlı ordularının çöl savaşçılığı konusunda fazla bir tecrübesi olmadığı için Hicaz büyük ve düzenli orduların işgale cesaret edemediği bir bölge olmuştu. Ayrıca çölde savaş için yiyecek ve cephane sevkiyatını sağlamak oldukça güç olacağı gibi topları da hareket ettirmek neredeyse imkânsızdı. Bedeviler ise çölün bu zorlu koşullarına uygun yaşam tarzları ile uzun süre dayanabilmiş ve bu yaşam tecrübeleri ile baskın yapmak ya da hızla uzaklaşmak gibi ani manevraları yapabilmişti. Bu nedenle Babıâli, Vehhabi meselesini valilerine havale etmek zorunda kalmıştı. A. Vehbi Ecer, a.g.m., s.1235; Johann Wilhelm Zinkeisen, a.g.e., s.142 103 Zekeriya Kurşun, “Hicaz”, s.438 104 Neşet Çağatay; a.g.m., s.267; Zekeriya Kurşun, a.g.e., s.49 105 Oysa taahhüdüne rağmen Mısır’da güçlü bir iktidar kurma emelinde olan Mehmet Ali Paşa henüz istikrarlı bir idare oluşturamamış ve aşağı Mısır tarafına çekilmiş olan Kölemenlerle mücadele halindeydi. Bu yüzden de Babıâli’yi yazdığı mektuplarla oyalayarak zaman kazanmaya çalışıyordu. 28 diğibüyük davette birkaçı dışında Kölemen beylerini öldürtmüştü.106Böylece hükümeti oyalama siyasetini 1811 yılına kadar sürdüren Paşa, nihayet Kölemenler üzerinde kesin bir üstünlük sağlayınca Vehhâbî seferi için hazırlıklara başladı. Hazırlıklarını tamamlayan Mehmet Ali Paşa arkasından bir ihtilal çıkması ihtimaline karşı, ordunun başında bizzat gitmeyip, oğlu Tosun Paşa’nın kumandasında, çoğunluğu Arnavut ve Türklerden bir kısmı da düzenli asker ve Fransızlar tarafından eğitilmiş piyadelerden oluşan 3.500 kişilik bir kuvvetle, Eylül 1811’de Hicaz’a hareket ettirdi.107 Böylece, İslam âleminde büyük etkiler yapan Vehhâbîler’i Hicaz’dan temizlemek için ilk hamle 1811 senesi Eylül ayında yapılmış oldu. Bu ilk saldırıda Vehhâbîler mağlup edilirken bölgedeki birçok kabile de kendilerine karşı ayaklandırılmıştı. Ancak 1812 yılı başlarında Tosun Paşa’nın ordusu, Vehhâbîlerin ani ve yoğun saldırılarına maruz kalarak bir yenilgi yaşamıştı.108 Bu mağlubiyetin ve geri çekilmenin ardından dağılan ordunun yerine Mehmet Ali Paşa tarafından yeni bir ordu tertip edilmişti. Yardıma gelen bu yeni orduyla Tosun Paşa, iki hafta süren kuşatmanın ardından Medine’yi Vehhâbîlerin elinden kurtarmıştı. Bu haber, Mısır ve İstanbul’da büyük törenlerle kutlanmıştı.109 Mücadeleyi sürdüren Mısır ordusu, 1813 yılı başlarında önce Mekke’yi sonra da Cidde ve Taif’i Vehhâbîlerden temizlemişti. 106 Muhammed Hanefi Kutluoğlu, “Kavalalı Mehmet Ali Paşa”, TDVİA, c.XXV, s.63; Şinasi Altundağ, “Mehmet Ali Paşa”, İA, c.VII, s.566-579; Bu mücadeleler esnasında bir müddet için ordusunun büyük bir kısmından mahrum olacak olan Mehmet Ali, Kölemenlerden gelebilecek herhangi bir tehlikeye karşı böyle gizli bir plan hazırlamış ve hepsini öldürtmüştür. Bu planını önceden Hasan Paşa ve diğer kumandanları ile paylaşmıştır. Bu olaydan Mehmet Ali’nin hâkimiyet kurmak adına neler yapabileceğini, enerjisini, azim ve iradesini müşahede etmek mümkündür. Şinasi Altundağ, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı ve Mısır Meselesi 1831-1841, Ankara 1988, s. 26; Zekeriya Kurşun, a.g.e., s. 49-50 107 Nikolae Jorga, a.g.e., c. V, s.201 108 Bu yenilgi, kumandanların Tosun Paşa’ya çocuk gözü ile bakarak emirlerini yerine getirmemelerinden kaynaklanmıştır. Salih Koç ve Laz Ahmet Ağa adlı kumandanlar Mısır’da bağımsız bir hükümet kurmak isteyen Mehmet Ali’ye boyun eğmek yerine onunla mücadeleye girmişlerdir. Bu esnada Hasan Paşa henüz Hicaz’a gitmemiş ve hâlâ Mısır’dadır. Mehmet Ali Paşa, Hasan Paşa’ya çok güvenmiş ve bu yüzden yanından hiç ayırmamıştır. İsyan eden kumandanlar Mehmet Ali Paşa taraftarı bir kumandan olan Hasan Paşa’nın maiyetindeki Arnavut askerlerinin kendilerine katılacağını planlamışlardır. Ancak planı anlayan Mehmet Ali Paşa hemen tedbirini almış ve bu katılımın gerçekleşmesini engellemiştir. Maaşları kesilmiş olan Arnavut askerlerinin birikmiş maaşlarını Hasan Paşa’ya teslim ederek onların Hasan Paşa’nın defterine yazılmalarını sağlamıştır. Hatta İsyan eden kumandanların askerlerinin çoğu da Hasan Paşa’nın emrine girmişlerdir. Böylece karşılıklı bir güven tazeleme yaşanmış ve dikkatler tekrar Hicaz’a yoğunlaşmıştır. Ahmet Cevdet Paşa,a.g.e., c. X, s. 97 109 Eyüp Sabri Paşa, a.g.e., s.99; Sultan II. Mahmut hutbelerde “Gazi” unvanıyla anılmaya başlanmıştır. Zekeriya Kurşun, a.g.e.,s.50-51 29 Mekke’nin kurtuluşu da İstanbul ve Mısır’da törenlerle kutlanmış ve Kâbe’nin anahtarının 30 Ağustos 1813 tarihinde hazineye teslim edilmesinin ardından yedi gün top şenliği yapılmıştı.110 Böylece uzun bir kargaşa döneminden sonra Hicaz’da tekrar asayiş sağlanmıştı. Yapılan mücadeleler, o dönemde yazılan destanlara da konu edilmişti. b.2) Hasan Paşa ve Mustafa Nâili’nin Hicaz’a Gelişleri ve Mekke Muhafızlığı Mekke, Medîne ve Taif’in fethi ile Vehhâbî tehlikesi tamamen ortadan kalkmış sayılmazdı. Hicaz’ın etrafında birçok Vehhâbî aşireti ve toplulukları bulunmaktaydı. Bunlar ileride Mısır ordusuna karşı sorun çıkarabilirlerdi. Padişah II. Mahmut, Mehmet Ali Paşa’nın Hicaz’a gidip Vehhâbîlerin hepsini temizlemesini istemişti. Bunun üzerine Mehmet Ali Paşa, yeni donatmış olduğu süvarilerini Hicaz’a göndermişti. Kendisi de Ağustos 1813’te Mısır’ın idaresini oğulları İsmail ve İbrahim’e bırakarak Süveyş yoluyla Cidde’ye daha sonra da Mekke’ye gitmişti.111 Burada bir takım düzenlemeler yaptı. Tosun Paşa, atlı ve yaya birliklerle kuşatma altında tutulan Vehhâbî kuvvetleriyle savaşmaya devam etmekteydi. Tosun Paşa’nın, Türbe nahiyesinde Vehhâbî kuvvetleri önünde hezimete uğrayarak Taif’e geri çekilmek zorunda kaldığı bir zamanda Mehmet Ali Paşa, Hasan Paşa’ya Mısır’dan 7.000 askerle Hicaz’a gitmesi emrini vermiş, O da bu emir üzerine yola çıkmıştı.112 Takviyeler sayesinde Tosun Paşa Vehhâbîleri mağlup ederek Deriyye’ye altı günlük mesafeye kadar gelmişti. Bu esnada Hicaz’daki düzenlemeleri takip etmek ve asi kabilelerle mücadeleye devam etmek için oğlu Tosun Paşa’yı bırakarak Mısır’ın içinde ve 110 Mustafa Sabri Küçükaşcı, a.g.m., s. 564; Sultan Mahmut, bu muvaffakiyetlerine birer mükâfat olarak Mehmet Ali Paşa ve oğlu Ahmet Tosun Paşa’ya kılıç, kaftan ve hilatler yollamıştır. Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.X, s.102; Neşet Çağatay, a.g.m., s.267; Eyüp Sabri Paşa, a.g.e., s.102 111 Yusuf İskender Gözüberk,a.g.t., s.173 112 Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e.,c.X, s.151; Şani-zade Mehmet Ataullah Efendi, Şani-zade Tarihi, c.I, Dersaadet 1284, s. 376-377 30 dışında gelişen olaylar nedeniyle Mehmet Ali Paşa geri dönmüştü.113 Mehmet Ali Paşa, önemli yerlere yeteri kadar askeri kuvvet yerleştirerek, Mirmiran Hasan Paşa’yı da yeteri kadar kuvvetle Mekke’de bırakarak, kendisini kuşkulandıran sorunları çözmek için 1815 yılında Mısır’a dönmüştü.114 Bundan sonraki süreçte artık Hasan Paşa Mekke Muhafızı unvanıyla Vehhâbîlerle mücadelelere devam etmişti. Mayıs 1814’de Vahhabi lideri ölmüş ve yerine oğlu Abdullah geçmişti. Bu olay, Tosun Paşa’nın işini kolaylaştırmıştı. Zirâ Abdullah, babası kadar cesur ve tedbirli değildi. Ancak kısa süre içerisinde Medine’ye saldırmak niyetinde olduğu anlaşılmıştı. Tosun Paşa Vehhâbîlere, devlete itaat etmiş olan kabilelerden elini çekmesi, Mekkeve Medîne’den uzaklaşmasına karşılık olarak, Kasîm ve çevresini tamamıyla kendilerinebırakmak üzere Haziran 1815’de bir antlaşma yapmıştı. Ancak bu antlaşmanıngeçerliliği Mehmet Ali Paşa’nın onayına bağlı kılınmıştı. Bu antlaşmayla ilgili olarak Hasan Paşa Mekke muhafızı unvanıyla, Mehmet Ali Paşa’ya gönderdiği mektupla, Vehhâbî lideri Abdullah bin Suud ile yapılan barış antlaşmasının tek taraflı bir fayda sağlamış olduğunu, Abdullah bin Suud’un çöl aşiretlerini ayaklandırmak için çalıştığını ve onlardan zekât topladığını bildirmişti. Hasan Paşa mektubunda ayrıca, Mekke’nin üçer beşer yüz atlı askerle idaresinin mümkün olmadığını ve tüm Hicaz bölgesinin on bin deve ve daha çok zahire tedarik edilmesi suretiyle tamamen temizlenmesi gerektiğini vurgulamıştı.115 Bu mektuba istinaden Mehmet Ali Paşa da İstanbul’a bu mealde bir mektup göndererek, Vehhâbîler ile mücadelenin küçük müfrezelerle mümkün olmayacağı ve bunların ıslahı için ordu oluşturulması gerektirdiğinden, ücretleri Mısır hazinesinden verilmek üzere Şam aşiretinden on bin deve kiralanması hususunda izin verilmesini istemişti.116Zirâ Mehmet Ali Paşa’nın Vehhâbî liderinin şartlarını reddedilerek neticede Tosun Paşa’nın yaptığı antlaşma hükümsüz kalmış ve her iki tarafta savaş 113 Gilbert Sinoue,a.g.e., s.127 Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.X, s.153; Şani-zade Mehmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.II, s.241 115 HAT, nr. 344/19648 116 HAT, nr. 344/ 19648/B 114 31 hazırlıklarına başlamıştı.117 Bu antlaşmanın iptal olmasında Hasan Paşa’nın görüş bildirmek suretiyle Mehmet Ali Paşa’yı etkilemiş olduğu söylenebilir. 1815 yılı sonunda Mekke muhafızı Hasan Paşa, hacıların hac vazifelerini yerine getirdiklerini ve Mekke’den döndüklerini Mehmet Ali Paşa’ya yazılı olarak iletmiş, Mehmet Ali Paşa da bu haberi Bâbıâlî’ye müjdelemişti.118 Ahmet Tosun Paşa’nın vefatıyla Vehhâbîler’i sindirme vazifesi Mehmet Ali Paşa’nın diğer oğlu İbrahim Paşa’ya verildi. İbrahim Paşa kumandasında hazırlanan yeni ordu, Eylül 1816’da Napolyon’un ordusunda hizmet görmüş Fransız askeri uzmanlar eşliğinde Medine’ye gönderilmişti.119 Bu arada Hasan Paşa, Asirli bir aşiretin saldırısıyla meşguldü. Bu kabileyle yapılan savaşta, kabileye bir hayli zayiat verilmek suretiyle başarı kazanılmıştı. Saldırganlardan sağ kalanlar firar ederek canlarını zor kurtarmışlardı. Böylece Asirli kabilenin saldırısı def edilmiş ve durum aynen Mekke Muhafızı Hasan Paşa tarafından Mehmet Ali Paşa’ya rapor edilmiş, oradan da İstanbul’a heber verilmişti.120 1816 yılı sonbaharında yapılan bu kanlı mücadelelere rağmen Hicaz’da olumlu gelişmeler de yaşanmıştı. Hac kafileleri, hac vazifelerini güvenli bir şekilde yerine getirebilmişti. Bu olumlu haber yine Mekke Muhafızı ünvanıyla Hasan Paşa tarafından Mehmet Ali Paşa’ya bildirilmişti.121 Bu arada Medine’ye vardıktan sonra gerekli tertibatı alan İbrahim Paşa, 1817 yılı Şubat ayında Necid içlerine doğru ilerlemeye devam etmişti. Bu esnada geçtiği yerleri itaat altına almış ve yeni emirler tayin etmişti. İbrahim Paşa, Vehhâbîlerle mücadeleye devam ederken, Mekke Muhafızı Hasan Paşa da Vehhâbîler üzerine saldırılarda bulunmuştu. Hasan Paşa ve Mustafa Nâili bundan sonra Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa ile birlikte Hicaz’ın muhafazasına çalışmışlardı. İbrahim 117 Zekeriya Kurşun, a.g.e., s.52 HAT, nr. 760/35908; Vehhâbî tehlikesi nedeniyle hac vazifesinin güvenli bir şekilde yapılmış olması müjdeli bir haber vasfı taşımaktaydı. Zirâ Vehhâbîler 1807 senesinde hac zamanında Mekke’ye gelerek hac kafilelerinin Kâbe’ye girişini engellemek suretiyle, hac vazifesinin yapılmasına mani olmuşlardı. Mufassal Osmanlı Tarihi, c.V, s.2874 119 Zekeriya Kurşun, a.g.e., s.52 120 HAT, nr. 764/36070/B, C; Şani-zade Mehmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.II, s. 346 121 HAT, nr. 764/36070/A 118 32 Paşa ordusuyla devamlı bölgede bulunan aşiretleri itaat altına almıştı. Mekke Muhafızı Hasan Paşa da Nisan 1817’de yapılan mücadelelerde muvaffakiyetler elde etmişti. Hatta yeteri kadar deve olması durumunda Vehhâbîlerin merkezi olan Deriyye’ye kadar gidecek duruma gelmişti.122 Hasan Paşa, Mekke’den hareket ederek etrafındaki kabile ve aşiretleri itaat altına almış ve Taif bölgesinde Arapların sığındıkları kaleleri yıkmıştı. Aşir’in iskelesi olan bölgeye ulaşmış ve birkaç gün içinde Aşir’e hareket edeceğini bildirmişti.123 Hasan Paşa daha sonra Hicaz ve Yemen hudutlarına yönelerek burada asi bir kabileyi tedip etmek suretiyle haddini bildirmişti.124 1818 yılı başlarında İbrahim Paşa Vehhâbî ordusuyla mücadele ederken, Yemen taraflarında Mısır ordusuna karşı bir isyan başlamıştı. Bu meselenin halledilmesi için bizzat Mekke Muhafızı Hasan Paşa Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa tarafından görevlendirilmişti.125 Kendisine verilen bu görev üzerine Mekke Muhafızı Hasan Paşa, İbrahim Paşa’nın yardıma muhtaç ordusuna Mekke’den develerle erzak göndermiş ve Asir taraflarındaki aşiretlerin isyanlarını önlemek için bir miktar asker sevk etmişti.126 Aslında asayişin sağlanması İbrahim Paşa’nın ordusu tarafından tamamlanacaktı. Ancak bir süre sonra Yemen şerifi, iki kabileyi isyan etmeleri için kışkırtarak harekete geçirmişti. Şerif ve adamlarının kuvveti etrafa yayılmak suretiyle giderek artmaktaydı. O sırada Cidde’de bulunan mirimiran Arnavut Hasan Paşa, Mısır’dan asker istemişti. Bölgeye gitmek üzere Mehmet Ali Paşa’nın emriyle bir binbaşı önderliğindeki kuvvet, Mekke muhafızı Hasan Paşa’nın maiyetine sevk edilmişti.127 Hasan Paşa, 150 atlı asiyle çarpışarak asayişi sağlamıştı. Bu sırada 122 HAT, nr. 346/19697/A, B; Mekke Muhafızı Hasan Paşa, kabilelerle yaptığı savaşlardan pek çok ganimetler elde etmişti (HAT, nr. 346/19697/C). 123 HAT, nr. 344/19652 124 Hasan Paşa’nın, Suudilerin elinde bulunan kabileleri Yemen sınırına kadar sürmüş olmasıyla buralara yeni kabile reisleri tayin edilmişti (HAT, nr. 345/19686); 1817 yılı sonbaharında Mekke Muhafızı Hasan Paşa, Mehmet Ali Paşa’ya bir mektup yazarak hac kafilesinin hac vazifesini güvenli bir şekilde yerine getirdiklerini ve Kâbe’yi ziyaret ettiklerini iletmişti. Mehmet Ali Paşa da Babıâlî’ye bir mektup göndererek hacıların güvenli bir şekilde hac görevlerini yerine getirdiklerini, hac yollarının görülmedik bir surette emniyette olduğu ve hac kafilelerinin emniyetle gidip geldiklerini haber vermişti (HAT, nr. 343/19600). 125 Yemen imamının ihsanlarıyla geçinen şerif, Vehhâbîere meyletmiş ve onların desteğini alarak Hudeyde ile diğer yerleri zapt etmişti (HAT, nr. 343/ 19592/G). 126 HAT, nr. 343/19592/E 127 HAT, nr. 343/ 19597 33 isyancıların elebaşı olan şerif vefat etmiş ve maiyetindekiler eski mekânları olan Ariş’e geri dönmüşlerdi.128 Mekke Muhafızı Hasan Paşa, Yemen’de asilere karşı mücadele halinde iken, İbrahim Paşa Vehhâbîlerin başkenti Deriyye’ye doğru yönelmişti. Ancak Deriyye Kalesi çok kuvvetli bir şekilde korunmakta idi. Hasan Paşa, Yemen taraflarındaki askeri faaliyetlerine devam etmişti. Hasan Paşa ve İbrahim Paşa’nın gayretleriyle Mehmet Ali Paşa’nın nüfuzu bütün bu bölgelere yayılmış ve kuvvetlenmişti. Vehhâbîlerle mücadele artık sona gelinmişti. Önlerindeki tek engel, Vehhâbîlerin kalesi durumundaki Deriyye’nin alınmasıydı. Bu durumun farkında olan İbrahim Paşa, son bir gayretle hücuma geçmiş, Hasan Paşa da İbrahim Paşa’ya elinden gelen desteği sağlamıştı.129 6 Nisan 1818’de Vehhâbîler’in merkezi olan Deriyye kuşatılarak 9 Eylül’de İbrahim Paşa kumandasındaki kuvvetler tarafından ele geçirilmişti.130 Kazanılan bu zafer neticesinde hac yollarının emniyeti sağlanmış, Mehmet Ali Paşa’nın İslâm âlemindeki itibarı artmış ve Kızıldeniz’deki ticaret yollarında üstünlük kurulmuştu.131 Bu arada Vehhâbîler’in şehirde yaptıkları tahribatın tamiri için İstanbul’dan gönderilen ustalar ve işçiler de çalışmalarına başlamıştı. İbrahim Paşa, 1818 yılı Eylül ayında, Vehhâbîler’in merkezi Deriyye ele geçirdiğinde, Vehhâbî liderler Medine’de teşhir edilmişti. Sonra da Mısır’a,132 ardından Medine’den aldıkları eşyanın bir kısmıyla birlikte İstanbul’a gönderilmiş ve idamla cezalandırılmışlardı.133 Bu haber İstanbul’da ve Mısır’da büyük sevinç ile karşılanmıştır. Bâbıâlî tarafından Hicaz’da nizâmın sağlanması ve Deriyye Kalesi’nin alınmasında emeği geçenlere gereken teşrifât ve taltifâtlar gösterilmişti.134 İbrahim Paşa’ya Habeş Eyaleti, Mekke Şeyhü’l-haremliği ve Cidde sancağı 128 HAT, nr. 341/ 19530 Yusuf İskender Gözüberk, a.g.t., s.200 130 HAT, nr. 341/19529/A, B, E; Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.XI, s.13-14 131 Zekeriya Kurşun, a.g.e., s.53; Eyüp Sabri Paşa, a.g.e., s.108-113; Muhammed Hanefi Kutluoğlu, a.g.m., s. 64 132 HAT, nr. 341/19529 133 Nikolae Jorga, a.g.e., c.V, s.201; Söz konusu eşya daha sonra sürre emini tarafından Medine'ye götürülerek tekrar yerine konulmuştu. Mustafa Sabri Küçükaşcı, “Medine”, s. 312 134 HAT, nr. 345/19688 129 34 verilmişti. Böylece, devleti yarım asırdan fazla uğraştıran Vehhâbî meselesinin birinci devresi Osmanlı Devleti lehinde sonuçlanmıştı.135 Hicaz bir anlamda Mısır valisinin vesayetine verilmişti. Mısır orduları kumandanlığı da uhdesinde bulunan İbrahim Paşa, Cidde’de oturmamıştı. Hicazın yönetimi Vehhâbî isyanı sırasında ve sonrasında buraya getirilen kuvvetlerin başında bulunan kumandanlara bırakılmış ve onlara Hicaz valiliği veya muhafızlığı yetkileri verilmişti.136 Yukarıda izah edildiği üzere Hasan Paşa ve yanından ayırmadığı yeğen Mustafa Nâili de mevzu bahis kumandan ve muhafızlardandı. Mısır askeri Başbuğu Hasan Paşa ve yeğen Mustafa Nâili Vehhâbîlere karşı mücadele için Hicaz’a gelmişler ve Mekke Muhafızlığı göreviyle beş yıl kadar Hicaz bölgesinde kalmışlardı. Aslında bu şekilde bir görevlendirme Bâbıâlî’nin çok fazla onayladığı bir şey değildi. Ancak devletin içinde bulunduğu şartlar ve Mehmet Ali Paşa ile olan anlaşmazlıklar bu durumu zorunlu hale getirmişti.137 Hicaz’ı Vehhâbîlerden kurtarmış olması Mehmet Ali’ye büyük bir şöhret kazandırmıştı. Ayrıca Hicaz’ın idaresi oğlu İbrahim Paşa’ya -dolayısı ile kendisine- verilmiş olması neticesinde nüfuzu tüm Arabistan’a yayılmıştı.138 b.3) Hasan Paşa’nın Hicaz’daki İmar Faaliyetleri Muhafız Hasan Paşa, Hicaz’da Vehhâbîlerle mücadelenin yanı sıra bir taraftan da Mekke ve Medîne’nin imarişleriyle ilgilenmek üzere görevlendirilmişti. Örneğin, Hasan Paşa Arafat dağı civarındaki mescitleri ve mübarek makamları temizletmek ve tamir ettirmek suretiyle bakımlarını yaptırmıştı.139 Ayrıca bölgedeki 135 Zekeriya Kurşun, a.g.e., s.53; Zekeriya Kurşun, a.g.m., s.320 Zekeriya Kurşun, a.g.m., s.320; Zekeriya Kurşun, “Hicaz”, s.438 137 Yakınlarını kumandanlığa getirmek dışında Mehmet Ali Paşa, Hicaz’ın idarî yapısında önemli değişiklikler yapmamıştı. Mehmet Ali Paşa yirmi beş seneden fazla bir süre boyunca Hicaz yönetimine hâkim olmuş, Mekke emirleri ve muhafızları onun istek ve onayıyla tayin ve azledilmişlerdi. Zekeriya Kurşun, a.g.m., s.428; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e., s.120 138 Şinasi Altundağ,a.g.e., s.28 139 Şöyle ki, mescidin kapıları olmadığı için iç taraflarına koyun ve keçiler girip bunlardan hâsıl olan keneler hacıları rahatsız etmekteydi. Bu yüzden mescide sağlam kapılar inşa edilmek suretiyle iç tarafları titiz bir şekilde temizlenmiş ve bir daha hayvan girişi engellenmişti.Belgelerle Osmanlı Devrinde Hicaz (Mekke-i Mükerreme), ed. Mustafa Güler, İstanbul 2002, s.90 136 35 bazı kutsal kabirlerin kubbeleri, yeniden inşa edilmek suretiyle tamir edilmişti. Vehhâbîlerin yıkıp harap ettiği yerler de yenilenmişti. Hasan Paşa, Mekke sokaklarında biriken toz, toprak ve kumların sel sularıyla Kâbe’ye girmesini engellemek için, hayvanlara yükleterek Mekke dışına atılmasını ve bu suretle sokakların temizlenmesini sağlamıştı.140 1816 yılı sonbaharında Kâbe’nin çürüyen 23 direğinin bedeli padişah tarafından karşılanmak üzere yenilenmişti. Tamirat öncesi çürük ahşapları keşif ve muayene eden ekip içerisinde Muhafız Hasan Paşa ile birlikte diğer Mekke görevlileri de bulunmuştu. Çürüyen kirişlerin tespiti esnasında bazı sütunların sim levhalarının Vehhâbîler tarafından sökülmüş olduğu da müşahede edilmişti. Muhafız Hasan Paşa çürük olan 23 kirişin tamiriyle ilgili olarak malzeme tedarik etme ve işçi koordinasyonu konularında görevlendirilmişti. Masraflar için gereken 100 altın kendisine teslim edilmişti.141 Muhafız Hasan Paşa, Mekke’deki Ayn-ı Zübeyde adlı suyolunun ve Arafat Dağı ileMüzdelife arasındaki yolların tamiriyle de ilgilenmişti. Çok fazla yağan yağmur sebebiyle, Ayn-ı Zübeyde’nin mecrası harap olmuştu ve tamire ihtiyacı vardı.142 Tamirat masrafları Hasan Paşa’dan alınmak suretiyle tamiratın yapılması söz konusu olmuştu.143 Mustafa Nâili Paşa dayısı Hasan Paşa’nın yanında Hicaz’da kaldığı yıllarda çok büyük tecrübeler kazanmıştı. Çöl savaşlarında gösterdiği yiğitlik ve başarıyla kısa zamanda yükselmiş ve kendisine sergerdelik rütbesi verilmişti.144 Böylelikle, çok küçük yaşlardan beri heves ettiği askerlik mesleğine girmişti. Bu güne kadar gösterdiği yararlılıklar neticesinde Mehmet Ali Paşa’nın güvenini kazanmıştı.145 140 HAT, nr. 554/27428; Belgelerle Osmanlı Devrinde Hicaz, s. 91 HAT, nr. 276/16207; Belgelerle Osmanlı Devrinde Hicaz, s. 83-84 142 Şani-zade Mehmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.II, s. 352 143 HAT, nr. 344/19624; Kutsal topraklardan alınan bu güzel haberler, Babıâlî’yi ziyadesiyle memnun etmiştir. Zirâ kutsal toprakların hamisi sıfatına sahip bir devlet için bu beldelerin ne kadar önemli olduğu açıktır. 144 Aladdin İbrahim Gövsa, “Mustafa Naili Paşa”, Türk Meşhurları Ansiklopedisi, s. 265 145 İsmet Parmaksızoğlu, a.g.m., s. 80 141 36 c) 1821 Girit İsyanlarının Bastırılmasında Dayısı Hasan Paşa’nın Yanında Mustafa Nâili Paşa Vehhâbî isyanlarının bastırılması ve Mekke Muhafızlığı görevlerinden sonra Hasan Paşa, 1822 yılında Girit’teki ihtilali yatıştırmaya memur edilmişti. Mustafa Nâili Paşa da Hasan Paşa ile birlikte bu harekâta katılmış, ayaklanmayı bastırmaya giden kuvvetlerden bir tabura kumandanlık etmişti. Cesareti sebebiyle kendisine verilen sergerdelik vazifesinden sonra Mustafa Nâili Paşa, artık mücadelelerde daha etkin roller almaya başlamıştı. Zirâ artık kendisi bir çocuk değil, bilakis çöl savaşlarında, en zor koşullarda pek çok tecrübeler kazanmış 24 yaşında bir yetişkindi. Mustafa Nâili Paşa, Mısır ve Hicaz’ın ardından, nihayet uzun yıllar kalacağı Girit’e gelmişti. Hasan Paşa ile birlikte 1822’de isyanları bastırmak için geldiği Girit’te, 1851 yılına kadar kalmış, Hasan Paşa’nın ölümüyle önce Mısır askeri başbuğu, daha sonra da muhafızlık ve valilik görevlerinde bulunmuştu. Öyle ki, bu kadar uzun yıllar Girit’e hizmet etmiş olmasından dolayı kendisi “Giritli” unvanıyla anılmıştı. Girit isyanlarını bastırmada göstermiş olduğu başarı karşısında dayısı Hasan Paşa’nın da vefatı üzerine beylerbeyi rütbesi ile “Kandiye Valiliği’ne” tayin edilmişti.146 Girit isyanlarını bastırmak üzere Hasan Paşa’ya çok zor ve meşakkatli bir görev verilmişti. Yunan bağımsızlık savaşı başladıktan birkaç ay sonra milliyetçi Rumların dâhil olmaları ile olay Girit’e de sıçramıştı. İşte bu noktada Mustafa Nâili’nin Girit adası ile hayat boyu sürecek olan alakası başlamıştı. Fakat bu talihsiz bir başlangıç olmuştu. Zirâ bundan sonra başlayan dönemde isyanlar neticesinde Girit nüfusunun yaklaşık olarak yarısı ölmüştü. En çok Giritli müslümanlar zarar görmüştü. Onlar kıyı boyunca kalelerin içlerinde savaşmışlardı. Veba salgını dolayısı ile de nüfusun dengesi bozulmuştu. Bu arada Hasan Paşa ölmüştü. Küçük Mustafa bir kez daha yetim kalmıştı. Mustafa Nâili’ye Hasan Paşa’nın mirası kalmıştı. Mehmet Ali Paşa, uzun yıllar dayısının anısına muazzam bir maaşı Mustafa Nâili’ye vermişti. Girit’te isyancılara karşı savaşan tek kuvvet hemen hemen Mehmet Ali’nin askerleriydi. Adada maddi imkânsızlıklar yaşanmaktaydı. Mustafa Nâili Paşastandart 146 Ahmet Rifat, a.g.e., s.52-57 37 bir kumandandan çok daha genç yaşta askerlerin başında görev almıştı. Onun Girit’teki askerlerin üzerindeki otoritesi giderek artmıştı. 1824’de Mustafa Nâili, adanın resmi amiri olarak tayin edilmiş ve birkaç yıl sonra da Kandiye valisi olmuştu. Bu yıllarda şiddetli ve destansı mücadeleler yaşanmıştı. Yunan milliyetçisi isyancılar tarafından yazılan Girit türkülerinde Mustafa Nâili, düşmanlarını hamsi gibi yiyip bitiren bir canavara benzetilmişti. Fakat adada itaatli bir şekilde oturanlar ise bunların tam tersi şeyler söylemişlerdi. Ocak 1826 yılında Hanya’da bulunan Fransız konsolosu mösyö Saint Sauveur Paris’te Mustafa Nâili Paşa’yı devletinin ileri gelenlerine tanıtırken şunları söylemişti: “Mustafa, 25-30 yaşlarında genç bir adamdır. Çocukluğundan beri Mehmet Ali’nin hizmetindedir. Mustafa Nâili, basitçe şiddetli önlemler almanın isyancıların sayılarını arttırabileceğini öngörmüştü. Bu yüzden onlara karşı ılımlı bir politika uygulamış ve bu politikaya delil olarak da onlara fırsatlar vermişti. Birkaç defa gözlemlenmiştir ki, askerleri esir etmesine rağmen çoğu tutsağı affederek serbest bırakmıştı.”147 c.1) Girit Tarihine Kısa Bir Bakış Yunanca (Krete), Araplar tarafından (İkritis), İtalyanlar tarafından (Candia) adı verilen Girit adası, Akdeniz’in Kıbrıs’tan sonraki en büyük adası ve Ege Denizi’nin de kilidi olma özelliğini taşımaktadır.148 Girit, Asya, Afrika ve Avrupa kıtaları arasında staratejik öneme sahip bir bölgededir.149 Uzunluğu 250 km, genişliği 7.800 km² olan Girit’in,150 etrafı dik sahillerle çevrilmiştir. Özellikle güney sahilleri dik ve girintili çıkıntılı olmayan bir yapıda olduğundan limansızdır. Kuzey sahilleri ise oldukça girintili ve çıkıntılı olduğu için doğal limanlar oluşmuştur.151 147 David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s.24 Cemal Tukin, “Girit”, İA,c.IV, s.791 149 Abdurrahman Velid Ebuzziya, Girit’in Mazisi, Hali, İstikbali, İstanbul 1328, s.3 150 Metin Hülagü, “Osmanlı İdaresinde Girit”, CIEPO Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi XIV. Sempozyum Bildiri Kitabı, haz. Tuncer Baykara, Ankara 2004, s. 321 151 Cemal Tukin, “Osmanlı İmparatorluğunda Girit İsyanları-1821 Yılına Kadar Girit”, Belleten, c.IX, S. 34, Ankara 1945, s.163-164 148 38 Girit, yüksek medeniyetlerin çok erken geliştiği bir adadır. Girit medeniyetleri, Minos Medeniyeti adı altında, Eski, Orta ve Geç Minos çağı olmak üzere üç döneme ayrılmıştır. Milattan önce 67 yılında Roma hâkimiyetine giren Girit, uzun bir süre imparatorluğun buğday ambarı vazifesini görmüştü. Romalılardan sonra Bizanslıların hâkimiyetine giren Girit, 825 yılında da Arapların eline geçmişti. Bir süre sonra tekrar Bizans egemenliğine giren Girit’in idaresi, bu defa 1204 yılında Venediklilerin eline geçmişti. Venedikliler Girit’te Romalıların uyguladığı iskân politikasını takip ederek anavatanlarından getirdikleri ahaliyi buraya yerleştirmişlerdi. Statejik önemiyle dikkatleri çekmekteolan Girit, Osmanlı Devleti tarafından da topraklara katılması gereken bir yer olarak görülmüştü. Ancak Venedikliler, adayı savunmak için ellerinden gelen bütün tedbirleri almışlardı. Ada aynı zamanda, korsan gemileri için bir sığınak haline gelmişti. Bu durum Osmanlı deniz ulaşımını ciddi bir şekilde tehdit etmekteydi. Venedikliler ile yapılan 24 yıllık savaşın ardından 1669 yılında Girit, tamamen Osmanlı hâkimiyetine girmişti.152 Fetihten sonra Kandiye, Hanya ve Resmo sancaklarına ayrılmış olan Girit, Osmanlı Devleti’nin mümtaz bir eyaleti olmuştu. 1850 yılına kadar merkez sancak Kandiye iken bu tarihten sonra Hanya’ya nakledilmişti. Venedikliler zamanında zorlama ve şiddete dayanan sömürge yönetimi yerine Girit’te Osmanlı Devleti tarafından adil bir yönetim sergilenmişti.153 Adanın Osmanlı idaresine girmesiyle mal, can ve namus emniyeti sağlanmış, yerli ahalinin cemaat işlerine karışılmamış ve dini inançlarında serbestlik tanınmıştı. Bu derece dürüst ve yumuşak bir idarenin sağlamış olduğu huzur ve sükûn ile adada yıllar boyunca bir barış dönemi yaşanmıştı. Zamanla Rusya’nın tahrikleri, Fransız ihtilalinin doğurduğu milliyetçilik hareketleri ve Yunanistan’ın bağımsızlık elde etmek için gösterdiği çabalara ilave 152 Girit’in Fethi ve Osmanlı İdaresi Hakkında geniş bilgi için bkz.Ersin Gülsoy, “Girit’in Fethi ve Adada Osmanlı İdaresinin Tesisi (1645-1670)”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 1997 153 Bekir Sıtkı Baykal, “Girit”, TA, c.XVII, s. 378 39 olarak Osmanlı Devleti’nin zayıflamaya başlayan iç idaresinde görülen olumsuzluklar bir araya geldiğinde Girit’in Rum ahalisi 1821’de isyan etmişti. Bu tarihten itibaren Girit’te ayaklanmaların ardı arkası kesilememişti. Fırsat buldukça Osmanlı yönetimine karşı ayaklanan Rum ahali, dışarıdan gelen tahrik ve desteğe kayıtsız kalamamıştı. 1821, 1831, 1841, 1859, 1866, 1878, 1885, 1896, 1905 senelerinde çıkarılmış olan bu isyanlar neticesinde 1913 yılında imzalanan Londra antlaşması ile Girit, Yunanistan’a bağlanmış ve üç asra yakın süren Osmanlı idaresi sona ermişti.154 c.2) 1821 Girit İsyanı Osmanlı Devleti’nin Hıristiyan unsurları arasında baş gösteren milliyetçilik akımları ve istiklal çabaları Girit ahalisi155 üzerinde de etkisini göstermişti. Kandiye’nin fethinden Mora ihtilalinin başlangıcına kadar geçen bir buçuk asırlık süre boyunca Girit’te muhafaza edilen sükûnet bozulmuştu. Şiddetini giderek arttıran Rus tahrikleri ve Fransız ihtilaliyle uyandırılan milliyetçilik hislerinin yanında, Osmanlı Devleti’nin iç idaresinin de zayıflamaya başlamış olması, Hıristiyan tebaa arasında bağımsızlık arzusunu açığa çıkarmıştı. Başta Rumların ihtilalci Heteria Cemiyeti olmak üzere çeşitli yönlerden gelen propaganda ve tahrikler sonucunda Girit Rumları, 1821’de ayaklanmışlardı.156 Osmanlı Devleti’nin Tepedelenli Ali Paşa isyanını bastırmakla meşgul olduğu bir sırada, Mora ve adalarda çıkarılan isyanlar,157ticaret ve hac gemilerine yapılan saldırılar sırasında Girit adasına da 154 İdris Bostan, “Girit’e Dair Bir Layiha”, Türklük Araştırmaları Dergisi, S.2, 1986’dan ayrı basım, İstanbul 1987, s. 19-20 155 Romalılar Girit’i ada ada halkı arasında iç kargaşa ve karışıklığın hâkim olduğu bir sırada zapt etmişlerdi. Girit’i bir dönem dönem hâkimiyetleri altına almış olan Arap, Bizans ve Venedik idareleri de ada halkının bu tavırlarından nasibini almıştı. Venedikliler zamanında 24 defa karışıklık çıkarmış olan Girit ahalisi bu geleneksel tavırlarını Osmanlı idaresine geçtikleri tarihten itibaren ayrıldıkları zamana kadar devam ettirmişlerdi. Osmanlı idaresindeki Girit’in bu huzursuz ahalisi zaman zaman adada yaşayan Müslüman halka karşı olumsuz tavırlar takınmıştı. Genellikle de asayişi ihlal eden, kargaşaya sebep veren hareketleri hiçbir zaman eksik olmamıştı. Osmanlı Devleti’nin çeşitli vesilelerle kendilerine tanımış olduğu imtiyazlar ve hoşgörülü idaresine rağmen ada Rumları isyan hareketlerini azaltmak yerine arttırma yoluna gitmişlerdi. Metin Hülagü, a.g.m., s.322-323 156 Girit Adasında daha önce çıkmış olan isyanlar için bkz.: Cemal Tukin, a.g.m., s. 163-206 157 Zeki Arıkan, “1821 Yunan İsyanının Başlangıcı”, Askeri Tarih Bülteni, c.XII, 1987, s. 97-133; Meral Bayrak, “1821 Mora İsyanı ve Yunanistan’ın Bağımsızlığı”, Anadolu Üniversitesi Sosyal 40 sıçramıştı.158 Önce hırsızlık ve serkeşlikleriyle meşhur İsfakiye Nahiyesi ile Hanya sancağına bağlı Apokoron ve Hanya nahiyesinin dağ köylerinde yaşayan Rumlar, Temmuz 1821’de harekete geçerek, Türklerle meskûn kasaba ve köylere hücum etmişlerdi. Giritli eşkıyalar, İsfakyalıların rehberliğinde başlayan ayaklanmada, çok acımasız ve sert davranışlar sergilemişlerdi. Birçok Türk ve Müslüman katledilmişti. Adanın pek çok yerine hâkim olmuşlardı. Müslüman Türklerden, ancak sağlam mevkilere sığınanlar kurtulabilmişlerdi.159 Ramazan bayramında İsfakiye’de başlayan ayaklanma, diğer yerlerde de genişleyerek devam etmişti. İsyancılar Resmo’ya saldırıp, Hanya, Acısu ve İsfakiye’yi de kuşatmışlardı. Hanya, Resmo ve Kandiye’den asiler üzerine askerler gönderilmiş ve yer yer muharebeler yaşanmıştı. Kandiye muhafızı Şerif Mehmet Paşa, maiyetindeki yeniçerilerle Resmo’yu müdafaa etmek için uğraşmıştı. Şerif Paşa, Resmo muhafızı Osman Haşim Paşa’nın kuvvetleriyle birlikte hareket etmek suretiyle Resmo, Hanya, Acısu ve İsfakya’yı kuşatmadan kurtarmıştı.160 Girit’te isyan edip Hanya’yı muhasara eden eşkıyanın üzerine, Resmo Muhafızı Osman Paşa gönderilmişti. Kendisinin gayretleriyle Hanya kurtarılmış ve İsfakya eşkıyası gemilere binip Çuka adasına firar etmiş, ilk isyan girişimi böylece sona ermişti.161 Resmo Muhafızı Osman Haşim Paşa, Mora’daki Rum isyanı üzerine, Girit reayasının itaatten ayrılmaması için nasihate ihtiyacı olduğunu düşünüyordu.162 Ancak isyancılar Çamlıca, Suluca ve diğer adalardan Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi,Eskişehir,1999; Hamiyet Sezer, “Mora İsyanı ve Yunanistan’ın Bağımsızlığı (1821-1829)”, Osmanlı, c. II, Ankara 1999, s.87-93 158 Mehmet Salahi, Girit Meselesi (1866-1889), haz. Münir Aktepe, İstanbul 1967, s.3; Bekir Sıtkı Baykal, a.g.m., s.383; Tahmiscizade Mehmet Macid, Girit Hatıraları, Haz. İsmet Miroğlu-İlhan Şahin, İstanbul 1977, s.16; Bilal Şimşir, Ege Sorunu, Belgeler (1912-1913), c.I, Ankara 1989, s.XXXII; Cemal Tukin, “Girit”, s.796; Metin Hülagü, a.g.m., s.328; 1821 senesinde adada 160 bin Müslüman, 130 bin Rum nüfus bulunuyordu. Ali Fuat Örenç, Balkanlarda İlk Dram Unuttuğumuz Mora Türkleri ve Eyaletten Bağımsızlığa Yunanistan, İstanbul 2011, s.66 159 Mithat Işın, Tarihte Girit ve Türkler, (374 sayılı Deniz Mecmuasının ilavesi), İstanbul 1945, s.50 160 Mübahat Kütükoğlu, “Yunan İsyanı Sırasında Anadolu ve Adalar Rumlarının Tutumları ve Sonuçları”, III. Askeri Tarih Semineri, Türk-Yunan İlişkileri, Ankara 1986, s.139 161 HAT, nr. 866/38576/A 162 İzmir’de yaşayan bazı Giritliler, Girit’te çıkan isyandan dolayı Hıristiyan halktan intikam almak için saldırılarda bulunmuş ve bazıları bu saldırılarda katledilmişti. Hatta yapılan takibattan korkarak firar etmişlerdi (HAT, nr. 754/ 35583); Bunlardan 120 kadar Giritli toplanarak, bir Fransız gemisine bindirilmiş ve Girit’e sevk edilmişti (HAT, nr. 935/40481/A; HAT, nr. 935/40481); İzmir reayasına verdiği rahatsızlıktan dolayı, İzmir Muhafızı Hasan Paşa tarafından Girit’e sürülen eşkıyaya karşı, Kandiye ve Hanya muhafızları Şerif ve Lütfullah paşalar da aciz kalmışlardı. Resmo Muhafızı Osman 41 aldıkları yardımlarla toparlanıp kuvvetlenerek, aynı yerlere tekrar saldırmışlardı. Hanya’yı denizden ve karadan kuşatıp, Resmo Kalesi’ne saldırmış ve pek çok hasar vermişlerdi.163 Girit’te bu esnada baş gösteren veba salgını isyan ile birleşince şartlar bir kat daha güçleşmişti. Eşkıya aldığı desteklerle giderek güçlenirken, halk ancak kaleleri koruyabilmişti. Bir yıl zarfında eşkıya adanın her tarafına yayılmış, kalelerin yakınlarındaki yerleşim yerlerine kadar gelmişti.164 Ayrıca eşkıya tarafından, Müslümanların harmanları yakıldığından zahire kıtlığı ortaya çıkmıştı.165 İsyan faaliyetlerine, Rum mekteplerindeki öğretmenler de destek olmuştu. Girit’teki Hristiyan halk arasında fitne ve fesat karıştırmak suretiyle kargaşa çıkarmışlardı. Bu faaliyetleri gerçekleştirenlerden biri olan muallim Yani, tekrar tekrar yapılan uyarılara ve tembihlere kulak asmamış ve bu yüzden Dimetoka’ya sürgün edilmişti.166 Bâbıâlî, bu isyan hareketinden Kandiye, Hanya ve Resmo muhafızları tarafından gönderilen yazılar vasıtasıyla haberdar olmuştu. Rumların Çamlıca ve Suluca’da çıkardığı isyanların Girit adasına da sirayet ettiğinden bahsedilmiş, acele kuvvet, zahire, cephane, para ve donanma gönderilmesi gereği vurgulanmıştı.167 Ayrıca Hanya civarında asilerle devamlı mücadele edilmekte olduğu ve Girit Müslümanlarının savaşmaya müsait bir yapıda olmadıkları için dışarıdan harbe muktedir asker gelmedikçe, eşkıyanın def edilemeyeceği bildirilmişti.168 Kandiye’deki askerin çoğu, mücadeleler sırasında ya da veba salgını dolayısıyla eksilmişti. Bu suretle adada savaş yapacak çok az asker kaldığından, takviye birliklere ihtiyaç duyulduğu Bâbıâlî’ye bildirilmişti.169 Bunun üzerine, Mora harekâtı ve Girit’e eşkıyanın hücumu konularımecliste müzakere edilmişti. Girit adasında Haşim Paşa, bu acziyet karşısında Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’dan kendilerine yardım etmesini talep etmişti (HAT, nr. 904/39704). 163 Mübahat Kütükoğlu, a.g.m., s.135 164 Filiz Yaşar, Yunan Bağımsızlık Savaşında Sakız Adası, Ankara 2006, s.82 165 HAT, nr. 653/31948; C. DH, nr. 57/2815; Bu yüzden, İzmir ve Selanik’teki Girit tüccarları tarafından buralardan zahire satın alınıp, adanın muhtelif iskelelerine nakledilmişti. İstanbul’dan başka yerlere zahire gönderilmesi yasak olduğu halde ihtiyaç duyulan maddelerin gönderilmesi için Menemen ve Selanik’ten sevkine müsaade edilmişti (C. DH, nr. 118/5900; C. DH, nr. 164/8160). 166 Cevdet Zaptiye (C. ZB), nr. 65/3221 167 HAT, nr. 1316/51312 168 HAT, nr. 867/38590 169 HAT, nr. 866/ 38576/B; HAT, nr. 866/ 38576 /İ 42 isyan eden Rumlarla mücadele etmek için asker, cephane, mühimmat ve zahire gönderilmesi gerektiği yönünde kararlar alınmıştı.170 Girit’te huzur ve asayişin yeniden kurulması, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’ya havale edilmişti.171 Gerekli olan asker, mühimmat ve zahire sevkiyatının da Mısır’dan yapılmasına karar verilmişti.172 Bu karar, II. Mahmut’un onayından hızla geçerek, sadrazam tarafından Mısır valisine bildirilmişti. Mehmet Ali Paşa, Eylül 1821’de gönderdiği cevapta, din, devlet ve padişahın uğrunda mal ve canını düşünmeyerek, kendisine bırakılan Girit adasının muhafazasını sağlamak için elinden gelen gayreti göstereceğini bildirmişti.173 Mehmet Ali Paşa, kendisine verilen bu görevi layıkıyla yerine getirmek adına hemen hazırlıklara başlamıştı. Girit asileri meselesini kökünden halletmek için gerekli olan her türlü ihtiyaç maddelerini tedarik ettikten sonra, Bâbıâlî’ye, bundan sonra verilecek emirlere hazır olduğunu bildirmişti.174 Girit’e gönderilmek üzere lazım olan asker, mühimmat ve zahire, Mısır’dan hemen tedarik edilmiş ancak ulaşımı problemli olmuştu. Zirâ eşkıya gemileri Akdeniz’in güvenliğini tehdit eder duruma getirmişti. Asker, mühimmat ve zahirenin tüccar gemileriyle geçirilmesi tehlikeli olacağından donanmaya ihtiyaç duyulmuştu. Gerekli malzeme ve askerlerin nakli ancak donanma Mısır’a geldiğinde mümkün olacaktı. Girit’teki isyan hareketlerini tenkili dolayısıyla, Mısır valisinin hazırladığı askerlerin bir an evvel donanmayla Girit’e yetiştirilmeleri için donanma başbuğu Halil Bey’e haber verilmişti.175 Adanın diğer bölgelerinde de harbin uzaması ve 170 HAT, nr. 890/39323 Süleyman Beyoğlu, “Girit Göçmenleri”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, İstanbul 2000, s.123 172 HAT, nr. 885/39094; HAT, nr. 866/38576; Girit’te ihtiyaç duyulan mühimmatın, padişahın emriyle Mısır’dan karşılanacağına dair gelen haberler üzerine ada muhafızları, Babıâli’ye şükranlarını sunmuşlardı (HAT, nr. 866/38576/H). 173 Cemal Tukin, a.g.m., s.796; Enver Ziya Karal, “Mahmut II”, İA, c.VII, s.166 174 HAT, nr. 859/38312/A; Mehmet Ali Paşa’nın bu gayreti padişah tarafından takdir edilmiş ve gelişmeler halka ilan edilmişti. Ayrıca bundan sonra da tersane, gümrük, darphane ve saire gelirlerden elde edilen kazançların toplanıp gönderilmesi konusunda da yardımcı olması yönünde Mısır Valisine tembihler yapılmıştı (Cevdet Bahriye, nr. 84/4012). 175 C. BH, nr. 68/3247; Girit’e gidecek askeri almak için Çeşmeli Halil Bey’in kumandasında İskenderiye’ye gelen donanma gemileri, limana yakın bir yerde eşi benzeri görülmemiş şiddetli bir fırtınaya tutulmuştu (HAT, nr. 931/40337/A); Önde olan gemiler limana girebilmişler ancak arkada olanlar denize açılmışlar ise de bir kısmı fırtınanın etkisi ile parçalanmıştı. Tahir adlı kaptanın gemisi hariç diğer bütün gemiler limana tekrar geri dönebilmişlerdi (HAT, nr. 931/40337); Tunus ve 171 43 yardımların gecikmesi bir hayli sıkıntı yaratmıştı. Girit’e Mısır'dan geleceği müjdelenen yardım henüz ulaşmadığı ve özellikle kış ayları da gelmek üzere olduğundan zahire ve mühimmat için tekrar tekrar ricalarda bulunulmuştu. Halk dilekçeler yazmış, Girit muhafızına da bu konuyla ilgili bir yazı yazmasını rica etmişlerdi.176 Girit, İstanbul’a uzak bir ada olduğu için ulaşımda olduğu gibi haberleşmede de zorluklar yaşanmıştı.177 c.3) Hasan Paşa ve Mustafa Nâili’nin Girit’e Gelişi ve Faaliyetleri Mora’da başlayan Rum isyanının yankıları Girit’te de duyulmaya başlayınca ada halkı topyekûn bir şekilde bu ihtilallerle mücadele etmişti. Ancak eşkıya, giderek daha da çoğaldığı için sürekli asker, mühimmat ve donanma sevkine ihtiyaç duyulmuştu. İstanbul’dan doğrudan Girit’e yardım ulaştırmak zor olduğu için ihtiyaç duyulan yardımlar Mısır’dan gönderilmişti.178 Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, Girit isyanına müdahale etmek için, hemen hazırlıklara başlamış ve ilk iş olarak, Mısır askerlerinin komutanı sıfatıyla, Hasan Paşa’yı görevlendirmişti. Mustafa Nâili Paşa, bu vazifesinde yine dayısı Hasan Paşa’nın yanında yer almıştı. Bu noktada Mustafa Nâili’nin Girit adası ile hayat boyu sürecek olan alâkasıbaşlamıştır.179 Cezayir’in parçalanan gemilerine karşılık yenileri verilmiş, tahrip olan gemiler ise tamir edilmişti (HAT, nr. 931/40337/A). 176 HAT, nr. 865/38559/C 177 Özellikle adada yaşanan son olaylarla bu zorluklar daha da artmıştı. Zirâ yaşanan her sorun, muhafızlar tarafından merkeze bildirilmek durumunda idi. Bir meseleyle ilgili olarak İstanbul’a müracaat etmek çok fazla zaman alıyordu. Bu yüzden Kandiye Muhafızı Şerif Paşa’ya şark seraskerleri gibi, azil ve tayin yapma yetkileri verilmişti. Kandiye Muhafızı Mehmet Şerif Paşa ile Resmo Muhafızı Osman Haşim Paşa’dan Girit, Kandiye, Resmo, İsfakya ahvaline dair her türlü bilgi sürekli olarak merkeze rapor edilmiştir. Bu tarihte Kandiye merkez olduğu için Girit’in ahvaline ve eşkıyanın hareketine dair haberler Hanya ve Resmo muhafızları tarafından önce Şerif Paşa'ya gönderilmiştir. Gelen havadisler Kandiye Muhafızı Şerif Paşa tarafından da Sadarete aktarılmıştır (HAT, nr. 866/38576/J; HAT, nr. 866/38576). 178 Ahmet Lütfi Efendi, Vak’anüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi, c.I, İstanbul 1999, ed. Nuri Akbayar, s.153 179 Mehmet Es’ad Efendi, a.g.e., s.312; David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s.23-24; Mehmet Saka, Ege Denizinde Türk Hakları, İstanbul 1974, s.78 44 Girit’e gönderilecek olan bütün gemiler yola çıkmadan önce eksiksiz bir şekilde temizlenerek tamir ve bakımları yapılmıştı. Hazırlanan askerler ve mühimmat nihayet gemilere aktarılmış, 1822 yılı Haziran ayında İskenderiye Limanı’ndan yola çıkarılmıştı. Mısır askerlerinin başbuğu sıfatıyla Hasan Paşa ve Mustafa Nâili, Girit’e yardıma giden bu kafilenin içinde bulunuyordu. Hasan Paşa ve Mustafa Nâili, İskenderiye’den Girit’e geçerken donanma başbuğu Halil Bey’in gemisinde yolculuk yapmıştı.180 Mısır gemileriyle birlikte İskenderiye’den hareket eden donanmaya ait gemiler, yük gemileriyle birlikte oradaki vazifelerini bitirdikten sonra, kendi maiyetine geri dönmek üzere Girit’e gitmişlerdi.181 İskenderiye Limanı’ndan hareket eden Halil Bey’in kumandasındaki donanma ve Mehmet Ali Paşa tarafından hazırlanan 100 asker gemisi,182nihayet 1822 yılı Temmuz ayında Sevde Limanı’ndan giriş yapmak suretiyle Girit’e varmıştı.183 Girit’e, donanma ve Mısır gemilerinin yanında, başka bölgelerden de gemiler gelmiş ve karaya asker çıkarmışlardı. Bir kaç boş gemi, mühimmat ve zahire almak için Rodos184 yoluyla İskenderiye’ye gönderilmiş, kalanlar görev yerlerine gitmişlerdi.185 Gemilerden inen askerler, adaya adım atar atmaz, hemen dağlara sığınmış olan eşkıyayla mücadeleye koyulmuş ve isyancıları darmadağın 180 HAT, nr. 859/38312 HAT, nr. 942/40668; HAT, nr. 942/40668/D 182 HAT, nr. 872/38764 183 HAT, nr. 941/40615; Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.XII, s.94-95; Mehmet Es’ad Efendi, a.g.e., s.312, Donanmanın Girit’ten hemen ayrılarak Sakız tarafındaki gemilere katılmıştır. (HAT, nr. 944/40688/A); Mısır gemileri kaptanı tarafından, gemilerin Girit’e vardığı ve donanmanın durumunun gayet iyi olduğu Mısır valisine bildirmişti. Daha sonra yazılan raporlarda haberler detaylandırılarak Girit’e nasıl gelindiği, karaya nasıl asker çıkarıldığı ve eşkıya ile nasıl harp edildiği izah edilmişti (HAT, nr. 936/40485/B); Mehmet Ali Paşa’ya, İskenderiye’den Girit’e giden donanma ve askerlerle ilgili, yabancı gemi kaptanları tarafından da haberler gönderilmişti. Bir İngiliz gemi kaptanı, karaya çıkarılan askerlerin Sevde ve Kandiye’de eşkıyayı mağlup ettiğini ve üç Rum gemisinin zapt edildiğini Mehmet Ali Paşa’ya haber vermişti (HAT, nr. 944/40688/B). 184 Rodos adası Rumları 1821 isyanına katılmamışlardı. Adada önemli bir askeri birlik bulunmakta idi. Ayrıca stratejik bir yerde olmasından dolayı ada idarecilerine önemli görevler verilmişti. Rodos Limanı, Osmanlı ve Mısır donanmaları için bir üs olarak kullanılmıştı. Ali Fuat Örenç, a.g.e., s.66; Rodos adasının 19.yy.daki idari, sosyal ve ekonomik durumu için bkz. Ali Fuat Örenç, Yakındönem Tarihimizde Rodos ve Oniki Ada, İstanbul 2006. 185 Bu arada Girit’ten ayrıldıktan sonra Sakız tarafındaki gemilere katılarak Mora’ya gitmiş olan donanmanın eğer buradan ayrılacak olursa adalar eşkıyası tarafından bu durumun bir fırsat olarak görüleceği ve Girit’e taarruz edileceği apaçık ortada olduğundan donanmaya ait bir kaç geminin Sevde Limanı’nda kışlaması uygun görülmüştü. Bu uygulamaya bir anlamda, kısmi bir “abluka usulü” de denilebilir (HAT, nr. 868/38626). 181 45 etmişlerdi.186 Hasan Paşa ve Mustafa Nâili de, Girit’e ulaşıp karaya çıktıktan hemen sonra hazırlıklara başlamışlardı. Önce bir ordugâh tesis etmişler, sonra da zaman kaybetmeden eşkıya üzerine yürümüşlerdi. Kısa bir süre içerisinde eşkıyaya karşı pek çok başarılar kazanılmıştı.187 Mustafa Nâili Paşa, emrindeki 400 piyade askeriyle mücadelelerde yer almıştı. Tablo 1: Girit asilerinin bertaraf edilmesi için Mısır’dan gönderilen asker miktarıyla başbuğ ve sergerdeleri188 Başbuğ ve Sergerdeler Mirîmiran Başbuğ Hasan Paşa’nın himayesinde bulunanlar Hasan Paşa’nın yeğeni Mustafa Bey189 Hasan Paşa’nın diğer yeğeni Talip Bey Hasan Paşa’nın akrabalarından Hasan Ağa Toplam Kandiye askerinin başbuğu Hacı Rasim Ağa Sergerde Eyüp Ağa Sergerde Hasan Ağa Sergerde Darendeli Hasan Ağa Sergerde Sadık Bey Toplam Sergerde Pazarcıklı İsmail Ağa Sergerde Recep Ağa Sergerde Âdem Ağa Toplam Topçu ve Cebeci Askerler Genel Toplam Süvari Piyade Askerler Askerler Topçu ve Cebeci Askerler 400 400 400 400 1200 400 400 400 400 400 3200 400 400 400 4400 200 5000 Hasan Paşa, 1822 yılı sonbaharına doğru Hanya ve Resmo nahiyelerinde isyan eden reaya üzerine hareket ederek Resmo’yu zapt etmişti. Hasan Paşa, zaman zaman kendisini Girit isyanlarını bastırmak için görevlendirmiş olan Mehmet Ali 186 HAT, nr. 880/38965 HAT, nr. 934/40444 188 HAT, nr. 859/38312/C 189 Mustafa Naili Paşa. 187 46 Paşa’ya gelişmeler hakkında raporlar göndermişti. Bu raporlarda, Girit’te göstermiş olduğu yararlılıklardan bahsederek galibiyet ve zafer müjdeleri vermişti.190 Girit adasının çeşitli bölgelerinde 1822 yılı sonbaharında askeri anlamda önemli gelişmeler yaşanmıştı. Ayvasil taraflarında on iki esir ve iki casus yakalanmıştı. Ayrıca en önemlisi de aylardır Mısır’dan gelmesi beklenen mühimmat ve zahire yardımı nihayet, Girit’e ulaşmıştı.191 Girit’te asilerle mücadele eden sadece Mısır askerleri olmamıştı. Girit’teki Osmanlı askerleri de bu mücadelede, Mısır askerlerinin yanında aktif bir şekilde yer almışlardı. Ancak nitelik ve nicelik yönünden yeterli olmadıkları için, Girit adasında bu süreç içerisinde sürekli takviye birliklere ihtiyaç duyulmuştu. Şöyle ki, Mısır'dan gelen piyade ve süvari askerlerinin mühim bir kısmı mücadelelerde hayatını kaybetmiş ve bu yüzden yeniden asker ihtiyacı gündeme gelmişti. Dolayısıyla bu durum için bir an evvel bir düzenlemenin yapılması lüzumu doğmuştu.192 Öyle ki kısa zaman içinde, nahiyenin biri düşman eline geçmişti. Bu yüzden Girit’e, ihtiyaç duyulan asker193 ve zahire194 takviyesi, 1822 yılı boyunca aralıksız devam etmişti.195 Mısır Askeri Başbuğu Hasan Paşa ve Mustafa Nâili, Girit dâhilinde bulunarak adanın çeşitli nahiyelerine dağılmış olan eşkıyayla daima savaş halinde olmuşlar ve sürekli galibiyetler kazanmışlardı. Eşkıyayla yapılan savaşlarda birçok ganimet elde edilmişti. Bu vesileyle sahile yakın yerlerde bulunamamış olan Hasan Paşa, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’ya sık sık haber göndermek konusunda sıkıntı yaşamıştı.196 190 HAT, nr. 912/39875 C. AS, nr. 938/40652 192 HAT, nr. 872/38764/B 193 Girit kalelerinin muhafazası için merkezden iki piyade topçu memur edilmiş ve gemilerle Girit’e gönderilmişti (HAT, nr. 666/32414). 194 Girit’teki erzak sıkıntısına çare olarak, İnöz ve İzmir iskelelerinden de yiyecek nakline izin verilmişti (HAT, nr. 410/21314); Girit ahalisi için Girit tüccarı tarafından Selânik ve Menemen'den satın alınarak Hanya ve Resmo İskeleleri’ ne nakil edilecek zahireler için Selânik mutasarrıfına ve Menemen voyvodasına gerekeni yapmaları için emirler yazılmıştır (HAT, nr. 671/32839). 195 Bir süre sonra isyanlar sırasında adada yaşanan asker, zahire ve mühimmat eksiğine ilaveten bir de ekonomik sıkıntılar baş göstermeye başlamıştı. İsyan dolayısıyla mevcut gelirler tahsil edilememiş ve borçlanma yoluna gidilmişti. Hıristiyanlardan tahsil edilen vergiler toplanamayınca, Girit hazinesine ait gelirler azalmış ve adanın ekonomik dengesi bozulmuştu. Müslümanlardan da vergi tahsil edilemeyince, adada maddi sıkıntılar yaşanmaya başlamıştı (HAT, nr. 913/39894/G). 196 HAT, nr. 913/39894/H; Girit’te Mısır askeri Başbuğu Hasan Paşa’nın kethüdası Erzincanlı Hacı Hasan Ağa da Mısır valisine haberler göndermiştir. Yazdığı metinde, Girit’te asiler ile yapılan 191 47 Hasan Paşa ve Mustafa Nâili tarafından, Kandiye nahiyesindeki asi Rumların çoğu tedib maksadıyla etkisiz hale getirilmişti.197 1823 yılının ilk aylarında, Sisam adasında bulunan eşkıyanın oradan ayrıldığı haberi alınmış ve yapılan araştırma sonucunda Girit’i zapt etmek için hazırlık yaptıkları anlaşılmıştı.198 Bu esnada gemilerle Girit sahiline gelen eşkıya tarafından, burada bulunan zahire yağmalanmıştı. Böylece mevcut askerin adanın her tarafını muhafazaya kâfi gelmediği bir kez daha ortaya çıkmıştı.199 Girit isyanını yatıştırmak için gereken asker, mühimmat ve zahire Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa tarafından 1823 yılında, külliyetli bir şekilde tekrar tedarik edilmişti. Asker ve mühimmatın Girit’e naklini sağlayacak olan gemiler ve askerler hazırlanmış ancak, kış mevsimi nedeniyle yola çıkmaları tehlikeli olacağı için bu yolculuk ilkbahara ertelenmişti.200 Mısır askerlerine Girit’e vardıktan sonra oradaki muhafız paşalarla birlikte hareket etmek suretiyle eşkıyanın etkisiz hale getirilmesi için gereken emirler verilmiş, tembihler yapılmıştı.201 Tablo 2: Girit’e gönderilen 4000 askerin sergerde ve binbaşılarının isimleri202 Sergerde ve Binbaşılar Delilbaşı Hasan Paşa’nın yeğeni İbrahim Bey Delilbaşı Adalı Mehmet Ağa Tüfekçibaşı Hasan Paşa’nın amcazadesi Yakub Bey Nefer adedi 350 nefer piyade 350 nefer piyade 350 nefer piyade mücadelenin ardından her Paşa’nın kendi kalesine gittiğini belirtmek sureti ile Girit muhafızı paşaları gözden düşürecek bazı ifadelerde bulunmuştur. Hâlbuki 1822 yılı sonbaharı boyunca Hanya Muhafızı Lütfullah ve Resmo Muhafızı Osman ile Girit Seraskeri Şerif Paşaların Kandiye’de eşkıya ile sürekli muharebe halinde olduğu bilinmekte idi (HAT, nr. 915/39931/D; HAT, nr. 906/39721/A). 197 Dönemin koşulları göz önüne alındığında savaş meydanlarında kazanan tarafın zaferin kanıtı olarak asilerin kesilen başları ilgili yerlere gönderilirdi. Ancak Girit’te kazanılan zaferin bir göstergesi olarak kesik başların Mehmet Ali Paşa’ya gönderilmesi mesafenin uzak olmasından dolayı güç olacağından, sadece 2150 çift kulak özel görevliler vasıtasıyla Mısır’a gönderilebilmişti. (HAT, nr. 839/37814). 198 HAT, nr. 913/39898 199 HAT, nr. 911/39861/B 200 HAT, nr. 915/39931 201 HAT, nr. 915/39931/A 202 HAT, nr. 915/39931/B 48 Tüfekçibaşı Çolak Hüseyin Ağa Tüfekçibaşı Sarayköylü Hacı Abdullah Ağa Binbaşı esnaf Nâzırı İbrahim Ağa’nın kardeşi Mehmet Ağa Harem binbaşısı Kara Ali Ağa Binbaşı Molla Hüseyin Binbaşı Topal Hasan Binbaşı eski Kavalalı Mustafa Ağa Kayserili Binbaşı Osman Ağa 350 nefer piyade 350 nefer piyade 400 nefer 400 nefer 400 nefer 400 nefer 400 nefer 400 nefer Tablo 3: Girit’teki kalelere Mısır’dan gönderilen buğday, arpa ve peksimetlerin miktarları.203 Hanya’ya taşınan gemilerin kaptanları İngiliz kaptan sefinesi ile İngiliz kaptan sefinesi ile Avusturyalı kaptan Antonik sefinesi ile İngiliz kaptan sefinesi ile Kandiye’ye taşınan gemilerin kaptanları Avusturyalı kaptan Avusturyalı kaptan Avusturyalı kaptan Antonik İngiliz kaptan İngiliz kaptan Fransız kaptan İngiliz kaptan Avusturyalı kaptan İstafano İngiliz kaptan Toplam Toplam Toplam Zahirenin Miktarı Zahirenin Cinsi 1375 kile 540 kile 465 kile Buğday Buğday Buğday 746 kile Zahirenin Miktarı Buğday Zahirenin Cinsi 1930 kile 2650 kile 275 kantar 5 okka 1265 kile Arpa Buğday Peksimet Arpa 1520 kile 300 kile 560 kile 810 kile 1300 kantar 24 okka 1011 kantar Arpa Buğday Arpa Buğday Peksimet Peksimet 1583 kantar 21 okka 3760 kile 6605 kile 6038 kantar 40 okka Peksimet Buğday Arpa Peksimet Gönderilecek olan zahire ve cephaneyi bekleyen Girit’te durum çok parlak değildi. Kandiye Muhafızı Şerif Paşa’dan gelen haberlere göre, halk arasında salgın 203 Girit’e Mısır’dan gönderilen zahire Mısır gemilerinin mülhakatı olan Avrupalı kaptanların gemileri ile taşınmıştır (HAT, nr. 927/40271/A). 49 hastalıklar görülmeye başlanmıştı.204 Bu arada Mısır’dan gelmesi beklenen 4000 asker nihayet Girit’e ulaşmıştı. Ancak çoğu hasta ve mecalsiz olduğundan beklenen askeri gayreti gösterememişlerdi. Bir kısım Girit halkı ise, savaşmaktan çekindiğinden, din değiştirerek asilere katılmışlardı.205 Halkın bu pasif tavrından şikâyet eden Hanya Muhafızı Lütfullah Paşa’ya göre, onların gayretsizlikleri yüzünden eşkıya her tarafı istila etmişti. Kandiye’den gelen haberler de çok farklı değildi. Muhafız Şerif Paşa, İngiliz gemileriyle gelen peksimetin eşkıya gemileri tarafından zapt edildiğini bildirmişti. Böylece kalelerde top, mühimmat ve muhafız askerlerine duyulan ihtiyaç bir kez daha ortaya çıkmıştı.206 Hanya ve Kandiye Muhafızları yanlarındaki askerin azlığından şikâyet ederken, Resmo Muhafızı Osman Paşa emrinde 300 asker bulunduğunu, ancak mirimiran olduğu için kendisini dinlemediklerini bildirmişti. Hasan Paşa ve Mustafa Nâili’nin ise eşkıyayla sürekli harp halinde olduğu bilinmekteydi. Girit adasında sürekli ve mücadeleye hazır askeri birliklere ihtiyaç duyulmuştu. Bu ihtiyacı karşılamak üzere farklı yöntemler denenmişti. Mesela, İzmir ve Aydın’da bulunan Giritlilerden ve diğer halktan gönüllü askerler toplanmıştı. Çeşme muhafızı Reşid Mustafa Paşa’ya, askerlerin Girit’e sevk edilmesi için donanmayı beklemeleri gerektiği bildirilmişti. Çoğu Giritlilerden oluşan 3.000 kadar gönüllü asker, Hasan Bey’in himayesinde bulunan 30’dan fazla gemiyle Çeşme Limanı’ndan, 1823 yılı baharında ayrılarak donanmaya katılmışlardı.207 Nihayet 1823 yılı Nisan ayında Girit’in beklediği müjdeli haber gelmişti. Kandiye, Hanya, Resmo kaleleri için ihtiyaç duyulan ve muhafızlarının talep etmiş olduğu cephane mühimmatı tedarik edilerek, donanma maiyetiyle İstanbul’dan Girit’e gönderileceği bildirilmişti. Bu sevkiyat Kandiye muhafızı ve Girit seraskeri vezir Mehmet Şerif, Hanya muhafızı Lütfullah Paşa ve Resmo Muhafızı Haşim 204 HAT, nr. 913/39894 HAT, nr. 913/39894/F 206 HAT, 915/39930/B-C 207 HAT, nr. 871/38733; HAT, nr. 874/38785/A; Yüksel Çelik, a.g.t., s.182; Gönüllü askerler sadece Girit’e değil Sisam adasına da sevk edilmişlerdir (HAT, nr. 871/38734). 205 50 Paşalara birer fermanla bildirilmişti.208 Girit için hazırlanan bu asker ve erzak yüklü gemiler, Mayıs ayı başında yola çıkarılacak ve yine donanma eşliğinde yolculuk yapılacaktı.209Ayrıca, Mısır’dan da Girit’e gönderilmek üzere 4500 özel asker ve zahireyle 150 at İskenderiye Limanı’nda hazırlanmıştı. Bu defa daha önce gönderilenlerden başka, bir kaç top ve topçu daha gönderileceği haber verilmişti. Girit’in Kandiye, Hanya ve Resmo kalelerineasker, zahire ve mühimmat ulaştırmak üzere 6 gemiyle, beraberindeki 60 adet Mısır harp gemisi, nihayet Haziran ayı sonunda Rodos Limanı’na ulaşabilmişti.210 Girit adasında yardım gemilerinin gelmesi beklenirken, Rum asiler saldırılarına devam etmişlerdi. Tehdit edilen Kisamo ve Seline kazalarına 16.000 Rum ansızın hücum ederek, İslam ahaliden firar edemeyenleri katletmiş ve pek çoğunu da esir etmişlerdi. Kisamo Kalesi teslim olmuş ve bu haber üzerine Hanya'ya kaçan Seline Müslümanlarının da pek çoğu yolda hayatlarını kaybetmişlerdi. Kısa bir süre sonra, Seline’ye girilerek birçok Müslüman esaretten kurtarılmıştı.211 Girit Rumları tarafından bir kaç aydan beri muhasara edilen Granbose Kalesi’ne deniz yoluyla zahire ve cephane gönderilerek yardım edilmekteydi. Kisamo Kalesi ahalisi asiler tarafından katledilmişti. Bu sebepten dolayı asilere boyun eğmeye başlayan kale ahalisinin teslim olma düşüncesinde olduğu duyulmuştu.212 1823 yılı ilkbaharında Kandiye muhafızı ve Girit seraskeri Şerif Paşa’nın ölüm haberi gelmişti. Yerine 27 Mayıs günü vezir rütbesi ile Resmo muhafızı Osman Haşim Paşa tayin edilmişti.213 Hanya muhafızı vezir Lütfullah Paşa ile ve daha önce 208 C.AS. nr. 989/43190 HAT, nr. 883/39046 210 HAT, nr. 870/38690; Girit’e yardıma giden Mısır gemilerinin içinde tamire ihtiyacı olması sebebi ile Girit’e gidemeyenlerde olmuştur. Bu şekilde iki geminin içinde bulunan seçilmiş askerler bir İngiliz gemisiyle ve ücret karşılığında Girit’e ulaştırılmıştır (HAT, nr. 910/39836/A). 211 HAT, nr. 874/38782/C 212 HAT, nr. 919/39979/B 213 Resmo Muhafızı Osman Haşim Paşa çok zor şartlar altında mücadeleler vermişti. Görevde bulunduğu beş sene zarfında Girit adasında pek çok zorluk çekmiş, sahip olduğu tüm mal varlığını satmak zorunda kalmıştı. Girit adasında sürekli bir yokluk yaşanmıştı. Osman Haşim Paşa kaledeki cephanelerin de artık tükendiğini belirtmişti (HAT, nr. 934/40422/A). 209 51 Girit’e sevk edilen Mısır askeri başbuğu Hasan Paşa ve diğer zabitanla birlikte, asilerin hakkından gelinmesi konusunda, kendisine talimatlar verilmişti.214 Bu görev değişikliği neticesinde, Hanya muhafızlığı yine Lütfullah Paşa’nın uhdesinde bırakılmıştı. Kendisine Kandiye Kalesi muhafızlığıyla, Girit Seraskerliği verilen Vezir Haşim Paşa’dan sonra boşalan Resmo muhafızlığı görevi ise, Mirimiran Sührap Mehmet Bey’e verilmişti.215 Bütün muhafızlar organize bir şekilde mücadelelere devam etmiş ve bu ortak mücadele nihayet bir netice vermiş, eşkıya her yerde yenilgiye uğratılarak perişan edilmişti. Bu arada Girit’te sürekli mücadele halinde bulunan Mısır Askeri Başbuğu Hasan Paşa’ya bir emir gönderilmişti. Girit adası Rum eşkıyasının tenkil edilmesi için Mısır valisi tarafından tertip olunan topçu, arabacı ve humbaracı askerleriyle, zahire ve mühimmatı Girit’e götürmüş olan gemilerin gerektiğinde adalar arasında dolaşarak tesadüf edecekleri eşkıya gemilerini zapt etmeleri hususunda 216 yönlendirmesi talep edilmişti. Adalar arasında taarruz etmekte olan eşkıyayla mücadele etmesi için görevlendirilmiş olan Mısır donanması, belli bir yerde sabit halde bekletilmemiş, seyyar bir şekilde eşkıya gemilerini aramıştı.217 Girit’e asker ve zahire getiren 53 Mısır gemisinin Girit ile diğer adalar civarında kullanılması isabetli bir karar olmuştu. Zirâ Mısır donanmasının iştirakiyle Girit ve civar adalardaki düşmana karşı bazı başarılar kazanılmıştı.218 Mehmet Ali Paşa, Girit üzerine gönderdiği donanmayla, çok büyük ve önemli bir hizmeti yerine getirmişti. Bâbıâlî tarafından 214 C. AS, nr. 18/789; Mehmet Es’ad Efendi, a.g.e., s.210; Es’ad Efendi’den farklı olarak Cevdet Paşa Tarihi’nde, Mısır askeri başbuğu Hasan Paşa yerine Mustafa Naili Paşa’nın adını zikretmiştir. Bu farklılık bize Mustafa Naili Paşa’nın bu süreçte ne kadar aktif rol almış olduğunu göstermektedir. Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.XII, s.76 215 C. DH, nr. 126/6271 216 C. DH, nr. 81/4046; Mısır Donanması’nın Girit’e asker çıkardıktan sonra adadan hemen ayrılmayarak biraz bölgede dolaşması ile ilgili Girit Mısır Başbuğu Hasan Paşa’ya ferman gönderilmiştir (HAT, nr. 910/39836). 217 HAT, nr. 840/37830 218 C. AS, nr. 902/38897 52 izlenen bu başarı sonrasında, Mehmet Ali Paşa’dan göstermiş olduğu mühim hizmetlerinin devamının beklendiği bildirilmişti.219 1823 yılı sonbaharına doğru, Girit adasında Mısır askeri başbuğu olup epeyce yararlığı görülen eski Medine muhafızı, Mustafa Nâili Paşa’nın yanından hiç ayrılmadığı dayısı mirimiran Arnavut Hasan Paşa, Girit’te vefat etmişti. Girit’te mücadeleler Hasan Paşa’nın ölümünden sonra da devam etti. İhtilali bastırmak için Mehmet Ali Paşa, İbrahim Paşa’yı 1824 yılında, 60 gemi ve 16 bin askerle Girit’e göndermişti. İbrahim Paşa, Rodos’a uğradıktan sonra Kandiye’ye gelmişti. Girit isyanını bastırdıktan sonra kışı Sevde’de geçirmiş ve ilkbaharda Mora’ya geçmişti.220 Böylece isyan, Mehmet Ali Paşa’nın gayretiyle tamamen ortadan kaldırılmıştı.221 Girit reayasından toplanan silahlar sancaklardaki cephaneliklere konularak muhafaza edilerek,222 isyana katılmış olan reayanın malları da, ortaya çıkan zararın karşılanması amacıyla müsadere edilmişti.223 B) MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN MEHMET ALİ PAŞA HİMAYESİNDE TAŞRADAKİ GÖREVLERİ 1) Girit’te Mısır Askeri Başbuğu Mustafa Nâili Paşa Mustafa Nâili Paşa, dayısı öldüğünde 25 yaşında idi. Hasan Paşa cesareti, mertliği ve yiğitliğiyle tanınmış ve kendisine verilen görevlerin hepsini layıkıyla yerine getirmişti. Hasan Paşa’nın ölümü sonrasında, Mustafa Nâili Paşa’nın çevresinde artık hiçbir yakını kalmamıştı. Fakat bundan sonra, dayılarının çok yakın 219 HAT, nr. 386/20659 Mithat Işın, a.g.e., s.50; Tahsin Ünal, Türk Siyasi Tarihi, İstanbul 1998, s.235 221 Bazı asker elebaşları, teslim olmuş reayanın mallarını yağmalamıştı. Bu durum Mısır valisi Mehmet Ali Paşa tarafından İstanbul’a bildirilmesi üzerine böyle yersiz hareketlerin önüne geçilmesi için Osman ve Sührap Paşalar ile Hanya mutasarrıfı Lütfullah Paşaya engel olmaları için uyarılar gönderilmişti. Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c.XII, s.95 222 HAT, nr. 922/40091 223 A.Nükhet Adıyeke-Nuri Adıyeke, “Yunan Ayaklanması Sırasında Girit Resmo’da Müsadere ve Müzayedelere Dair Bir İnceleme”, Kebikeç, S. 32, 2011, s.138 220 53 arkadaşı olan Mehmet Ali Paşa tarafından korunup kollanacaktı. Mehmet Ali Paşa’nın, Mustafa Nâili’nin bundan sonraki hayatının bir nevi hamisi olduğu söylenebilir. Yıllardır Tahir ve Hasan Paşaların yanında kazandığı tecrübeler, Mustafa Nâili Paşa’nın bundan sonraki hayatına yön vermişti. Hasan Paşa’dan öğrendiği cesaret ve mertlik sayesinde Mustafa Nâili Paşa, hemen dikkatleri üzerine çekmiş, kendisine verilen görevleri layıkıyla yerine getirmişti. Nitekim Mehmet Ali Paşa, Hasan Paşa’nın hatırasına sadık kalarak senelik 4500 kese maaşını, bütün mürettebatını ve mallarını Mustafa Nâili Paşa’ya devretmişti.224 Mehmet Ali Paşa, Bâbıâlî’den, Girit’teki Mısır askeri başbuğu Hasan Paşa’nın yeğeni Mustafa Nâili’nin şartlar ne olursa olsun, iyi bir yönetim sergileyeceğine dair kendisine duyduğu güvenden bahsederek, Hasan Paşa’nın askerlerinin dağılmaması için, Mustafa Nâili’ye mirimiranlık rütbesi verilmesini talep etmişti.225 Mehmet Ali Paşa’nın teklifi kabul edilmiş ve Mustafa Nâili’ye mirimiranlık rütbesi verildiğine dair ferman, Mısır’a gönderilmişti. Mehmet Ali Paşa, fermanı Girit’e göndermemiş, Mustafa Nâili Paşa Mısır’a geldiğinde kendisine bizzat vermek üzere bekletmişti. Çok genç olduğu için işleri beraber yürütmek adına Mısır ümerasından Kavalalı Hüseyin Bey’i226 200 süvari ile Mustafa Nâili Paşa’nın yanına görevlendirmişti. Fakat Hüseyin Bey’in kısa bir müddet sonrasında İnebahtı’ya gönderilmesiyle, Mustafa Nâili Paşa, bizzat Mısır askeri kumandanlığı memuriyetine tayin edilmişti. Mısır’a gelemeyeceği anlaşıldığından Mehmet Ali Paşa rütbe fermanını ve değerli bir kaftanı Mustafa Nâili Paşa’ya vermek üzere, 1826 yılında kendisiyle bazı meseleleri görüşmek üzere yanına gelen Kandiye valisi Süleyman Paşa’ya teslim etmişti.227 224 David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s.24; Müjdat Uluçam, “Mutafa Naili Paşa”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, c.II, İstanbul 2008, s. 305 225 HAT, nr. 676/33013/J; Ahmet Rıfat, a.g.e., s.53 226 Bazı kaynaklarda Hasan Bey olarak geçmektedir. Mehmet Süreyya, a.g.e., c.IV, s. 480 227 HAT, nr. 729/34671; Enver Ziya Karal, a.g.e., c. VI, s.112; İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar, c. I, İstanbul 1982, s.74; Girit adasındaki Rum fesadı yüzünden düzen ve muhafazaya olan ihtiyaç artmıştı. Bu düzeni, Kandiye ve Hanya Muhafızı Lütfullah Paşa’nın yapamayacağı anlaşılmış ve kendisi görevinden azledilmişti. Girit adası seraskerliği ve vezirlik rütbesiyle birlikte, Kandiye ve Hanya kalelerinin muhafazası görevi Süleyman Ağa’ya tevcih edilmişti (HAT, nr. 1569/37; HAT, nr. 473/23128); Yaklaşık bir yıl sonra Vezir Süleyman Paşa’nın Kandiye ve Hanya Muhafızlığı ile Girit Seraskerliği görevi yenilenmiştir (C. AS, nr. 516/21545); Granbosa Kalesi’nin muhafazasındaki kusuru sebebi ile azledilen Lütfullah Paşa’nın yerine Kandiye Muhafızı tayin edilen 54 Mustafa Nâili Paşa, 7 Eylül 1824 tarihinde dayısı Hasan Paşa’nın yerine, 26 yaşında Mısır askeri başbuğu olmuştu. Mustafa Nâili Paşa’yla birlikte Mehmet Ali Paşa’nın yeğeni Tosun Ali Bey’e de mirimiranlık rütbesi verilmişti.228 Girit’te miktarı 10.000’e varmış olan Mısır askerini yönetme vazifesi, bundan sonra Mustafa Nâili Paşa’ya ait olmuştu.229 Bu vazife, Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’te uzun yıllar sürecek olan idareciliğinin ve ardından sadarete uzanan yolculuğunun ilk adımı olmuştu. Mehmet Ali Paşa’nın sayesinde kendisine daha sonra muhafızlık görevi verilecekti.230Mustafa Nâili Paşa, Girit’in yönetimi Mehmet Ali Paşa’ya verildikten sonra yinemuhafız unvanıyla adadaki hizmetlerine devam etmişti. a) Eşkıya Saldırıları ve Rum İsyancıların Kışkırtmaları Girit’te Mısır askeri başbuğu görevinde bulunduğu dönemde Mustafa Nâili Paşa, sıkça rastlanan eşkıya saldırıları ve Rum isyancıların kışkırtmalarıyla mücadele etmişti. İsyanlar nedeniyle adada her zaman asker ve zahire ihtiyacı duyulmuştu. 1820-1821 senelerinde Mora’da başlayan Rum isyanının yankıları Girit’te de duyulmaya başlayınca ada halkı top yekûn bir şekilde bu ihtilallerle mücadele etmişti. Ancak eşkıya her gün daha da çoğaldığı için sürekli asker, mühimmat ve donanma sevkine ihtiyaç duyulmuştu. Girit’e gereken yardımlar Mısır’dan karşılanmıştı. Mustafa Nâili Paşa, adada asilerle yapılan mücadelelerde mirimiran Süleyman Paşa, İzmir’den direk olarak Girit’e gitmesi uygun olmadığından Mısır’dan İstanbul’a erzak ve Anadolu sahillerine zahire götürme bahanesiyle yeni görevi gizli tutulmak suretiyle ilk önce Mısır’a gönderilmişti. Süleyman Paşa, Mısır’a vardığında Mehmet Ali Paşa’ya padişahın fermanını takdim ederek kendisine verilen görevler hakkında bilgi vermişti. Buna karşılık kendisi de Mora ve Girit’in hali ile donanmanın durumu hakkında bilgi almıştı. Bir müddet Mısır’da kaldıktan sonra, masraflarını karşılamak üzere Mehmet Ali Paşa tarafından kendisine,1.000 kese akçe ve takımlarıyla birlikte 20 baş at verilmişti. Mısır gemilerinden kendisine İhsaniye adlı bir firkateyn, etrafındaki görevlilere üç, maiyetine verilen askere beş olmak üzere toplam dokuz tane Mısır gemisiyle İskenderiye’den Girit’e gitmişti (HAT, nr. 884/39066/A; HAT, nr. 884/39066/B); Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c. I, s.153; Ahmet Rıfat, a.g.e., s.54; Yorgos Dedes, “Blame it on the Turko-Romnioi (Turkish Rums) A Muslim Cretan song on the abolition of the Janissaries”,Din ve Dil Arasında: Türk Dili Konuşan Hıristiyanlar, Yahudiler ve Osmanlı İmparatorluğu Yunan-Konuşma Müslümanlar ve Katolikler, Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi: 48, ed. Evangelia Balta-Mehmet Ölmez, İstanbul 2011, s.340 228 Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., c. XII, s.109; Mehmet Es’ad Efendi, a.g.e., s.339 229 HAT, nr. 857/38208/K; Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311; Yorgos Dedes, a.g.m., s.337 230 İsmet Parmaksızoğlu, a.g.m., s. 80 55 olarak vazife görmüş ve asker başbuğu olarak adadaki mücadelelerin her daim içinde yer almıştı. Adada huzur ortamı tam anlamıyla sağlanamadığından bu dönemde de bazı olumsuz olaylar yaşanmaya devam etmişti. Rumlar 1825 yılında, Girit’in Kisamo sahiline gelip Granbosa Kalesi’ni kuşatarak kalenin içindeki Müslüman ahaliye baskı uygulamışlardı. Kuşatma esnasında gece vakti ortaya çıkan birkaç gemi, kaleye haber yollayarak yardıma geldiklerini bildirmişlerdi. Kaledekiler, kıyafetlerine aldanıp gelenleri dost zannetmişler ve dört sandalla bunları almaya gitmişlerdi. Daha sonra bu kişilerin eşkıya olduğu anlaşılmış fakat bir şey yapılamamıştı. Zirâ hazırlanan bu tuzak sayesinde kale, çoktan Rumlar tarafından zapt edilmişti.231 Kandiye’de de durum çok farklı değildi. Asilerin rahatsız edici faaliyetlerine karşı gücü yetmeyen Müslüman ahalinin bir kısmı kale içlerine sığınırken, bir kısmı da asi olmayan reayaya karşı saldırılarda bulunarak tepkisini ortaya koymuştu. Müslim ahali ile gayrimüslim ahali arasında anlaşmazlık ve neticede düşmanlıklar meydana gelmişti. Bu tür faaliyetler, isyanların artmasına sebep olmuştu.232 Hanya ve Kandiye’de bulunan bazı resmi görevliler Girit reayasına zulmetmek suretiyle bazı çirkin hadiselere sebebiyet vermişlerdi.233 Eğer bu faaliyetlere engel olunmazsa isyan adanın her tarafına yayılarak Girit adasının geneli için büyük zararlara yol açabilecek tehlikeli boyutlara gelebilirdi. Öyle ki, belki de bu meselenin halledilmesi, Rum isyanından daha büyük bir öneme sahipti. Fesadın defedilmesi için bir an evvel askerin isyana müdahale etmesi gerekmiş ve Girit halkı arasında yaşanan bu düşmanlığın giderilmesi için 2-3 bin askere ihtiyaç duyulmuştu.234 İngiltere ve Fransa, Osmanlı yardım gemilerini abluka ederek gemilerin Girit’e ulaşmasını zorlaştırdığı için Bâbıâlî, Mehmet Ali Paşa’dan yardım istemişti. Buna göre Mehmet Ali Paşa, İskenderiye’den Girit’e para karşılığında yabancı tüccar gemileri 231 HAT, nr. 858/38284; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.I, s.27 HAT, nr. 917/39968/B; Girit köylerinde yaşayan halkın geneli Bektaşi tarikatına mensup olduklarından bu bölgelerde cami yoktu. Kandiye haricindeki Bektaşi Tekkesinin camiye dönüştürülmesiyle Bektaşilerin uzaklaştırılması hedeflenmişti (HAT, nr. 293/17474/B); Bu yüzden Resmo’da Bektaşi tekkeleri ve zaviyeleri yıkılmış, Bektaşiler Resmo’dan uzaklaştırılmıştı (Cevdet Adliye (C. ADL), nr. 20/1219). 233 HAT, nr. 860/38368 234 HAT, nr. 920/40009 232 56 vasıtasıyla zahire ve asker temin etmişti.235 Bu gemiler yüklerini ancak Rodos’a kadar taşıyabilmişti. Buradan Rodos mutasarrıfı Şükrü Bey, zahirenin Rodos’tan küçük kayıklarla Girit’e taşınmasını sağlamıştı.236 Merkezden yerel yöneticilere hitaben emirler gönderilmek suretiyle mesul oldukları halkın can, mal, ırz ve namuslarını koruyarak asayişi sağlamaları emredilmişti. İstanbul Yeniçeri ağası tarafından, Girit’te bulunan yeniçeri askerlerine, benzer olaylar meydana gelmemesi için gerekli tembihler ve nasihatler yapılmıştı. Hanya’daki Müslüman ahalinin de buna benzer hareket ettiği yönünde bazı şikâyetler gelmişti. Adada bir taraftan Müslüman ahaliyi perişan eden Rum isyanları devam etmekteydi. İsfakya’dan ve diğer yasak bölgelerden kaçıp gelen eşkıyalar, dışarıdan gelen Rumlarla birleşip Girit’in her tarafında ellerinden gelen fenalıkları yaparak, 800 Müslümanı katletmişlerdi. Muharebe esnasında pek çok eşkıya idam edilmişti.237 Girit adasında bu süreçte bazı müstakil olaylar yaşanmıştı. Adada sürekli yabancı insanlar dolaşarak halkı isyana teşvik etme çabası içinde olmuşlardı. Mesela, Sevde Kalesi’nin sahil tarafında kıyıya demir atmış bir Rus yelkenli gemisine rastlanmıştı. Üzerine gülle atılmak suretiyle bu gemi bölgeden uzaklaştırılmıştı.238 Kandiye Muhafızı Süleyman Paşa, merkeze Girit’e, özellikle de İsfakya’ya devamlı surette, Rum eşkıyasının toplandığını haber vermişti.239 1 Aralık 1827 tarihinde Mora’dan 6 bin, daha önce adadan kaçmış olan isyancılardan 950 ve isyan halinde olan diğer adalardan da 3 bin isyancı240 Kandiye’de Aya Nikola Limanı’ndan adaya çıkmıştı.241 Asilerin çoğu, Girit Seraskeri Süleyman Paşa tarafından gönderilen kuvvetlerin, çeşitli bölgelerde yaptığı silahlı çatışmalar neticesinde perişan edilmişti. Geri kalanlar ise gemilere binerek kaçmış fakat yolda fırtınaya yakalanarak 235 Ayrıca Mehmet Ali Paşa, Mustafa Naili Paşa’ya verilmek üzere Girit’e 100 bin riyal göndermişti (HAT, nr. 897/39478/F). 236 Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.II-III, s.321-322 237 Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.I, s.27-28 238 HAT, nr. 897/39478/C 239 HAT, nr. 850/38089/A 240 Ali Fuat Örenç, Balkanlarda İlk Dram Unuttuğumuz Mora Türkleri ve Eyaletten Bağımsızlığa Yunanistan, s.172 241 HAT, nr. 928/40292/B 57 boğulmuştu.242 Girit’e fesat çıkarmak için gelen isyancılar bir şekilde uzaklaştırılmıştı, fakat kış aylarında buna cesaret eden eşkıyanın yaza doğru daha fazla hücum etme ihtimali vardı. Bu yüzden kalelerin eksik mühimmatlarının temin edilmesine çalışılmıştı.243 Bu arada Girit’ten başka yerlere de asker ve erzak nakli yapılmıştı.244 Rumların halkı teşvik ederek çıkardıkları isyanlar, masum halkı perişan etmekteydi. Haci Mihal adlı bir Rum sergerde 2 binden fazla süvari ve piyade askeriyle birlikte Resmo’ya eşkıyalık yapmaya gelmişti. Burada bir ihtiyar adamla pek çok Müslüman kadını esir etmiş, hayvanlarını zapt etmek suretiyle zarar vermişti. Sonra ani bir hücumla Resmo Kalesi’ne saldırmışlar ancak kaleden gelen mukavemete karşı dayanamamış ve dağlara sığınmışlardı. Dışarıdan kendilerine yardım etmek için gelen başka bir eşkıya grubu tarafından burada bulunan eski bir kale tamir edilmiş, tabyalar inşa edilmek suretiyle sığınak yapılmıştı. Çatışmalar esnasında kullanılmak üzere Mısır’dan 100.000 Fransız altını kaçak olarak Mustafa Nâili Paşa’ya verilmek üzere gönderilmişti.245 Girit’te eşkıya ile mücadele etmekle görevli olan Mirimiran Mustafa Nâili Paşa ve askerleri, Kandiye Muhafızı Süleyman Paşa’nın emriyle, tek bir kuvvet halinde kaleye hücum ederek Haci Mihal ve adamlarını katletmişti. Geriye kalanların dönmelerine izin verilmişti. Haci Mihal’in 242 HAT, nr. 881/38982 HAT, nr. 881/38982/B; Bu hazırlıklar çerçevesinde yine Mısır’dan Girit’e asker takviyesi yapılması söz konusu olmuştu. Ancak bu sevkiyatın yapılması için donanma maiyetindeki Mısır gemilerinin iade edilmesi gerekmekte idi. Dolayısı ile asker sevki ancak ilkbaharda yapılabilirdi (HAT, nr. 289/17330). 244 İbrahim Paşa ve kuvvetleri tarafından 1825 yılı baharında Moton adasına Girit’ten asker ve erzak sevki yapılmıştı. Moton’da bulunan ev, cami ve dükkânlar Girit’ten getirilen erzakla doldurulmuştu. Buraya gelirken yolda tutulduğu fırtına yüzünden dağılmış olan donanmadan geriye işe yarar 25 gemi ve 6 bin asker kalmıştı. Fakat arkasından Girit’te kalmış olan askerlerden 7.000 kişi daha bölgeye nakledilmişti. Ali Fuat Örenç, a.g.e., s.79; 20 Ekim 1827’de yaşanan Navarin hadisesinden sonra Fransızların Mora’yı işgalinin ardından Rum isyancılar tekrar harekete geçmişlerdi. Bu yüzden Koron Kalesi’nin muhafazası için İbrahim Paşa tarafından Girit’ten Mora’ya Mısır askeri getirilmişti. Ancak bu askerler 17 ay boyunca ulufe alamamışlar ve sefil bir duruma düşmüşlerdi. Parasız kalınca önce kıyafetlerini sonra da silahlarını adalı Rum kayıkçılara satmışlardı. Bazıları da komutanlarını rehin alarak isyan teşebbüsünde bulunmuşlardı (HAT, nr. 853/38210/D); Ali Fuat Örenç, a.g.e., s.168 245 HAT, nr. 1036/42952; David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s.24 243 58 başı ve adamlarının kulakları Mehmet Ali Paşa’ya gönderilmişti. Haci Mihal’in zapt ettiği esir ve hayvanlardan bir miktarı kurtarılmıştı.246 Rum gemileri, adaları abluka altına almış ve yeniden zahire sıkıntısı gündeme gelmişti.247 Mehmet Ali 248 gönderilmesini istemişti. Paşa, zahirenin Girit’e donanma himayesinde Mora ve civarına ise, abluka nedeniyle, bundan sonra hiçbir yerden yardım sevki mümkün görünmüyordu. İbrahim Paşa Mora için hem İstanbul’dan ve hem de Mehmet Ali Paşa’dan yardım talebinde bulunmuştu. Ancak Mehmet Ali Paşa bunun mümkün olamayacağını belirtmişti. Girit sularında abluka olmadığından, Girit’te bulunan asker ve ahaliye yardım için, 100 bin kile zahire gönderilmişti. Mora için hazırlananları ulaştırmak mümkün olmamıştı. Girit’e gelen zahire, Mustafa Nâili Paşa tarafından, önce askerlere kalanı da ahaliye dağıtılmıştı.249 b) Girit’in Abluka Altına Alınması 1828 yılına gelindiğinde gayretlere rağmen Girit’te hâlâ asayiş tam olarak sağlanamamıştı. Sevde Limanı’na İngiltere, Fransa ve Rusya’ya ait yedi sekiz tane gemi gelmişti. Fransızlarla İngilizlerin 12 bin askerle Girit üzerine gelmekte oldukları Rodos Mutasarrıfı Şükrü Bey tarafından haber verilmişti.250 Bir süre sonra ada müttefikler adına İngiliz donanması tarafından abluka edilmiş ve bu yüzden çatışmalar daha da şiddetlenmişti. 1828 yılı içerisinde, Kandiye başta olmak üzere, adaya büyük saldırılar yapılmıştı. Birçok Müslüman öldürülmüş, pek çoğu da esir edilmişti. Rumlar, Kandiye’ye bağlı Peyda kazasında 20 kadar Müslümanı, Sitya kazasından aralarında kadın ve çocuğun da bulunduğu 800 Müslümanı esir almıştı. 246 HAT, nr. 851/38107; HAT, nr. 1062/43621/B; HAT, nr. 1020/42620; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.I, s.79; Ahmet Rıfat, a.g.e., s.54 247 İsyan hareketlerinin engellenmesi adına adaya, Rum isyanından beri, dışarıdan yiyecek maddesi getirilmesi yasaklanmıştı. Bu yasak, tüccarların Girit’e zahire getirmelerine izin verilmesi suretiyle 1826 yılı Ekim ayında kaldırılmıştı (HAT, nr. 294/17495/A). 248 HAT, nr. 1055/43444 249 Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.I, s.77 250 HAT, nr. 578, /28337/A; Osmanlı-Fransız münasebetleri ile ilgili olarak Tanzimat’a kadar geçen süreç için bkz. Ayşe Pul, “Osmanlı- Fransız Diplomasisinin İki Mühim Evresi: Girit ve Mısır Seferleri”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi (OTAM),S. 22, Ankara 2007, s. 159-176 59 Bunların bir kısmı korkunç bir şekilde katledilmişti. 100 tanesi lağım ile havaya uçurulmuş, 221’i ise adayı abluka eden İngiliz gemi komutanı tarafından kurtarılabilmişti. Diğerlerinden ise haber alınamamış, ancak kadınların esir edildiği öğrenilmişti. İsyancılar gözü dönmüş bir şekilde pek çok hayvanı da gasp ederek yağma faaliyetlerine devam etmişlerdi. İngilizler ise sadece yaralıları tedavi etmekle yetinmişlerdi.251 Rum liderlerin müracaatı ve yabancı amirallerin onayıyla abluka altına alınan Girit’e Mısır’dan gelmek üzere olan asker engellenmişti. Rodos Mutasarrıfı Şükrü Bey’den gelen haberlere göre, Mehmet Ali Paşa tarafından İskenderiye'den Girit'e gönderilen iki harp gemisi eşliğindeki zahire gemilerine Kandiye civarında, bir Rus harp gemisi hücum etmişti. Bir geminin zapt edilmesiyle gemilerin bir kısmı İskenderiye’ye geri dönmüş, bir kısım zahire gemisi de Marmaris Limanı’na sığınmıştı. Bundan sonra yardım gönderilmesi Girit için de güçleşmişti.252 Yaşanan bu olaylar neticesinde Kandiye ahalisi oldukça sıkıntıya düşmüştü. Girit’te yaşanan bu isyan olayları sırasında, Serasker Süleyman Paşa ile İngiliz amirali Metland arasında bazı yazışmalar olduğu bilinmekteydi. Mektuplardan anlaşıldığı kadarıyla, İngiliz amiral tarafından teklif edilen bir uzlaşma sağlanmıştı. Buna göre, Rumlar aleyhine asker, silah ve mühimmat taşınması yasaklanmıştı. Ayrıca Rumlara adayı boşaltmaları için izin verilecekti.253 Kandiye’de meydana gelen olaylar hakkında Rumlar abartılı ve iftira dolu ifadelerde bulunmuşlardı. Bu durumu Girit Seraskeri Süleyman Paşa, İngiliz amiraline bir mektupla bildirmişti.254 Anlaşma görüşmeleri için yapılan toplantıda Rumların, bazı bahanelerle müzakereden kaçınmış olmaları, onların haksızlığının bir delili olarak değerlendirilmiş ve İngiliz kumandan bu olaylara şahit olmuştu.255 Bundan sonra 251 HAT, nr. 1019/42600/H; HAT, nr. 882/39003/E; HAT, nr. 882/39003/F; Ali Fuat Örenç, a.g.e., s.172-173 252 HAT, nr. 890/39337/B; HAT, nr. 890/39337/A 253 HAT, nr. 890/39335/H; HAT, nr. 1019/42600/F 254 Süleyman Paşa bu mektuplarında Rumların planlanan mütarekeyi feshe sebep olmalarından ve yaptıkları pek çok mezalimi şikâyet etmiştir (HAT, nr. 1019/42600/H). 255 HAT, nr. 1019/42600/U 60 Türklerle Girit Rumları arasında karşılıklı bir antlaşma yapma ve silahları bırakma ümidi tamamen ortadan kalkmıştı.256 İngiliz harp gemileri kumandanı Maitland, Süleyman Paşa’ya yazdığı mektubunda Girit adasındaki ablukanın kaldırılmasının gündemde olduğunu haber vermişti. Kendisine verilen talimat doğrultusunda, harp gemilerini alıp gidecekti. İngilizlerin Girit muhasarasını kaldırmalarına ilaveten Mora’da bulunan Fransızlar da burayı boşaltmışlardı.257 Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, Kandiye Muhafızı Süleyman Paşa’dan, İngiltere’nin Girit ablukasını kaldırması münasebetiyle asilerin itaate davet edilmesini ve sonucuyla ilgili gelişmelerden, kendisinin haberdar edilmesini istemişti.258 Ablukanın kalkmış olması sebebiyle teslim olanların suçları affedilecek, aksi halde asker gönderilmek suretiyle hadleri bildirilecekti. Buna göre, Girit Seraskeri Süleyman Paşa, silahlarını bırakıp teslim olmaları için reayaya haber göndermişti.259 Her ne kadar Girit adasında kısa bir süreliğine asayiş sağlanmışsa da diğer adalardan gelen tahrikler sürekli devam etmişti. Mora’dan gelen eşkıya, Girit reayasını tekrar isyan etmesi için kışkırtmak istemişti. Eşkıyanın bu çabası muhtelif yerlerde perişan edilmeleri suretiyle boşa çıkarılmıştı. Mora’dan gelen eşkıyadan geriye sağ kalanlar gemilerle kaçmak zorunda kalmıştı. Mısır Askeri Başbuğu Mustafa Nâili Paşa’nın askerleriyle, Kandiye Muhafızı Süleyman Paşa’nın gönderdiği askerler birlikte hareket ederek, İsfakya’lı asiler üzerine saldırıya geçmişlerdi. Kale ve tabyalar zapt edilmiş, eşkıyanın çoğu katledilmişti.260 256 C. DH, nr. 1019/42600/E HAT, nr. 890/39328/B; HAT, nr. 1019/42600/J; İngiliz ve Fransızların, Girit adasındaki ablukayı kaldırmaları üzerine, Mısır valisi tarafından Girit’in ihtiyacı olan yardım sevkiyatına yeniden başlanmıştı. Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa tarafından Girit’e yeteri kadar donanma kuvveti ve zahire gönderilmiştir (HAT, nr. 1222/47791). 258 HAT, nr. 1019/43600/O 259 HAT, nr. 1019/42600/P; Türk askerlerinin Rus kuvvetlerinin çokluğuna rağmen üstün gelmelerinin büyük bir muvaffakiyet olduğu ve Girit’te Fransız subaylarının arabuluculuk teşebbüslerinin öldüresiye yapılan karşılıklı harbi durdurduğuna dair gazetelerde bazı haberler çıkmıştır (HAT, nr. 1034/42899). 260 Hücum neticesinde isyancılardan katledilenleri Mehmet Ali Paşa’ya ispat amacıyla bazılarının kelle ve kulakları kesilmek suretiyle gövdelerinden ayrılmış ve Mehmet Ali Paşa’ya gönderilmişti. Hatta bu gönderilenlerin yanına isyancıların ellerindeki bayraklar da eklenmişti (HAT, nr. 1062/43609; HAT, nr. 881/38982/A). 257 61 Mustafa Nâili Paşa, sadece ada dışından gelen saldırılarla değil, ada Rumlarının zararlı faaliyetleriyle de uğraşmak zorunda kalmıştı. Emrindeki Mısır askerleri, Girit’te bulunan Rum asileri tarafından üç kez saldırıya uğramıştı. Sayıları 5.000’i aşan isyancılarla üç gün boyunca yapılan silahlı çatışmanın sonunda eşkıya, perişan bir halde dağlara kaçmak zorunda kalmıştı.261 Bunların elebaşları olan iki kişinin karada ve denizde zararlı faaliyetlerde bulundukları, Kandiye Muhafızı ve Seraskeri Süleyman Paşa tarafından sadarete bildirilmişti. Asilerden birinin, Girit Rumları üzerinde etkili bir isim olduğu tespit edilmişti. Mısır’dan gelen dört savaş gemisi, isyancılara ve isyancıları idare edenlere ait gemileri zapt etmişti.262 1828 yılı sonlarında Girit’e, Rum eşkıyalar tarafından bir baskın düzenlenmişti. 300 kadar Müslüman kaçırılıp malları hatta kıyafetleri dahi gasp edilmiş ve Rodos yakınlarında Çoban adasına bırakılmışlardı. Bu durum karşısında olaya hemen müdahale eden Rodos muhafızı Şükrü Bey, emrindeki kayıkları tahsis ederek, gasp edilen malları Çoban adasından aldırmış ve adanın bazı yerlerine iskân etmişti. Girit ahalisine de geçimlerini temin etmek için arazi dağıtılmıştı.263 Girit dışında ihtilalci Rumlarla mücadele eden askerlere maaşları ödenememişti. Askerlerin biriken maaşlarını ödeyebilmek için yüklü miktarda akçe ihtiyacı olmuştu. Bu duruma çözüm olarak Girit’te muhafaza edilmekte olan yeniçeri muhallefatından ortalama 3.000 kese eski akçe ve emlak bedeli darphaneye teslim edilmişti. Maaşlar ve zahire bedelleri için gereken para takas edilmek suretiyle darphaneden ödenmişti.264 Mesela Mora ordusu için gerekli olan 15.000 kese akçenin bir kısmı Hanya, Kandiye ve Resmo kazalarındaki yeniçeri gelirlerinden tahsis edilmişti.265 Mustafa Nâili Paşa, askerlerin maaşıyla da ilgilenmişti. Girit’te bulunan askerin sekiz aylık ulufesinin 3400 kese akçe olduğu halde 500 kese eksik olduğunuMısır valisine haber vermişti. Bundan başka Mustafa Nâili Paşa, olası bir 261 HAT, nr. 1020/42612/B HAT, nr. 1019/42602; HAT, nr. 1020/42612 263 HAT, nr. 890/39328/A; Ali Fuat Örenç, a.g.e., s.115 264 Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.1, s.43 265 Ali Fuat Örenç, a.g.e., s.92 262 62 saldırıya karşı tedbirli olmak açısından mühimmat eksiğinin giderilmesini istemişti.266 Kandiye ve Hanya kalelerini muhafazaya memur topçu subayı ve askerlerinin birikmiş dokuz aylık maaşları Girit Defterdarına havale edilmişti.267 Mustafa Nâili Paşa’nın 1.500 askerine hizmet ettikleri müddetçe 35 kuruştan olmak üzere ücretleri verilmişti.268 Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’ya Mora ve Girit’e olan yardımlarına karşı mükâfat olarak samur bir kürk ve değerli mücevherden yapılmış bir kılıç gönderilmişti.269 2) Girit Askeri ve Mülki Muhafızı Mustafa Nâili Paşa a) Yunanistan’ın Bağımsızlık Kazanma Süreci ve 1830 İsyanı Mora isyanı bütün şiddetiyle devam ettiği esnada isyanı bu şekilde bastıramayacağını anlayan Osmanlı Hükümeti, 1824’te Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dan yardım istemişti. Avrupalı uzmanlarca yetiştirilmiş düzenli bir ordusu ve güçlü bir donanması olan Mehmet Ali Paşa, Girit ve Mora valiliklerinin kendisine verilmesi koşuluyla, isyanı bastırmayı kabul etmişti. 1825’ten itibaren, Mora isyanını bastırmak için Osmanlı ordusuyla birlikte hareket eden Mısır ordusu, kısa sürede büyük başarılar elde etmişti. Beklemedikleri bir biçimde, Osmanlı-Mısır ortak kuvvetlerinin isyanı bastırması üzerine İngiltere, Rusya ve Fransa, Osmanlı Devletine karşı bir protokol imzalamıştı. İmzalanan Londra Protokolü ile üç devlet, isyancılarla Osmanlı Hükümeti arasında bir ateşkes antlaşması imzalanmasını istemişti. Ayrıca, ateşkesin hemen ardından Yunanistan devletinin kurulacağını bildirmişti. Osmanlı Hükümeti bu kararları tanımayınca, 20 Kasım 1827’de Navarin’deki Osmanlı-Mısır ortak donanması, İngiliz-Fransız-Rus ortak donanması 266 HAT, nr. 881/38982; HAT, nr. 1089/44277/A C. AS, nr. 968/42116 268 HAT, nr. 895/39454/Z 269 HAT, nr. 825/37945 267 63 tarafından bir baskınla batırılmıştı. Navarin baskını, diplomatik bir sorun haline gelince, İngiltere, Fransa ve Rusya elçileri İstanbul’u terk etmişler ve bir takım karşı tedbirler almışlardı. Mesela İngiltere, İbrahim Paşa’nın kuvvetlerini Mora’dan Mısır’a götürmek üzere gemiler göndermişti. Fransa da, 30.000 kişilik bir kuvvetle geçici olarak Mora’yı işgal etmişti. Rusya ise, Nisan 1828’de Osmanlı İmparatorluğu’na savaş açmıştı. 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı, Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle sona ermiş ve 14 Eylül 1829’da Edirne Barış Antlaşması270 imzalanmıştı. Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti bağımsız bir Yunan Devleti kurulmasını öngören 22 Mart 1829 tarihli Londra Protokolü’nü kabul etmek zorunda kalmıştı.271 Böylece 1826’da İngiltere ve Rusya tarafından özerkliği tanınmış olan Yunanistan’ın aşama aşama bağımsız bir Yunanistan Devleti haline gelmesi sağlanmıştı. Londra Protokolü ile Yunanistan’ın sınırları çizilirken, İngiltere, Rusya ve Fransa gibi büyük devletler, Girit Rumlarının isyanlara katılmış olmasına rağmen Osmanlı Devleti’ne bağlı kalmasını istemişti. Protokolün 7. maddesi kalelerin tahliyesiyle ilgiliydi. Buna göre müttefikler, Eğriboz Kalesi tahliye edilinceye kadar daha önceden abluka altında tuttukları Kandiye’de bulunan Granbosa Kalesi’ni terk etmeyeceklerini bildirmişti. Granbosa Kalesi Rum isyancıların eline geçtiğinde buradan göç etmek zorunda kalan Müslümanların geride kalan malları Rumların eline geçmişti. Bu durum adanın çeşitli yerlerine dağıtılan Müslümanlar için büyük sıkıntılara neden olmuştu. Granbosa Kalesi’ndeki 250 kadar Rum, Eğriboz ve diğer yerlerin tahliyesi bitinceye kadar kaleyi teslim etmeyeceklerini belirtmişti. Granbosa Kalesi, bu durumda rehin olarak tutulmuş oluyordu. Osmanlı Hükümeti bu karara çok sert tepki vermiş ve bunun yanlış bir karar olduğunu, kalenin derhal teslim edilmesi gerektiği elçilere belirtmişti. Bu konu Mısır valisine de bildirilmişti.272 270 Mecmua-i Muahedat, c. IV, Dersaadet 1298, s.70 Rıfat Uçarol, a.g.e., s.168 272 Ali Fuat Örenç, a.g.e., s.248; Bülent Akyay, “Başlangıçtan Girit İsyanına Kadar Osmanlı-Yunan İlişkileri (1830-1866)”, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İzmir 2010, s. 46; Yorgos Dedes, a.g.m., s.340 271 64 Yeni kurulmuş olan Yunan Devleti’nin idaresinin ve sınırlarının tespiti ve diğer bazı konularda Osmanlı Devleti ile müzakerede bulunmak için başta İngiliz elçisi Stradford Canning olmak üzere Rus ve Fransız murahhaslar tayin edilmişti. Bu murahhaslar tarafından Bâbıâlî’ye sunulan teklifler değerlendirilmişti. Ayrıca başta Sisam, Girit ve Rodos olmak üzere adalara birer memur gönderilmek suretiyle reayanın Yunan tarafına meyletmesi engellenmek istenmişti. Adalar reayasına hitaben fermanlar hazırlanmış ve birer nüshaları reayaya dağıtılmak üzere Rumcaya çevrilmişti. Fermanda, devlet tarafından adalardaki reaya için yeni bazı ayrıcalıklar, özellikle de ticari haklar tanındığı ilan edilmişti.273 27 Mart 1830’da, Girit adasına Rumların artık müdahale etmeyecekleri ve adanın Yunanistan’a tabi olmayacağı, Osmanlı Devleti’nin idaresinde kalacağı belirtilmişti. Buna karşılık devletlerin Bâbıâlî’den, Girit adasında ılımlı bir politika izlemesi ve bazı ayrıcalıklar tanımasına yönelik bazı talepleri olmuştu. Buna göre, önceki isyan olaylarına karışmış olan Giritliler için genel bir af ilan edilecek, her türlü baskıya ve taraflı bir idareye karşı halk korunacaktı. Ancak Girit’in Hristiyan halkı, Londra konferansında kendileriyle ilgili alınan bu karara itiraz ederek, ya tam bağımsızlık ya da tamamen Yunanistan’a katılmak istediklerini beyan etti.274 Sonuç olarak ada tamamen Yunanistan’a verilmediği için, bu durumdan hoşnut olmayan Girit Rumları, 1830’da tekrar ayaklanmıştı. Girit muhafızlığına verilen Mehmet Ali Paşa, 1831’de bu ayaklanmayı bastırmışsa da uzun vadede Girit’te, Yunanlılar tarafından körüklenen fesat ve kışkırtmalar bundan sonra hiç dinmeyecekti.275 Girit’in Granbosa Kalesi teslim olup reayasının silahları toplandıktan sonra 1830 Girit isyanı tamamen bertaraf edilmiş ve Mustafa Nâili Paşa tarafından Mehmet Ali Paşa’ya bildirilmiş, Mehmet Ali Paşa da bu haberi Bâbıâlî’ye müjdelemişti.276 273 Ali Fuat Örenç, “1821 Rum İsyanı Sonrası Sisam Adasına Verilen Yeni Statü”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 36, Ankara 2000, s. 340 274 Ali Fuat Türkgeldi, Mesail-i Mühimme-i Siyasiye, haz. Bekir Sıtkı Baykal, c.III, Ankara 1987, s.9; Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VII, s.18 275 Mehmet Salahi, a.g.e., s.3; Bekir Sıtkı Baykal, a.g.m., s.383; Tahmiscizade Mehmet Macid, a.g.e., s.16; İdris Bostan, a.g.m., s.19; Süleyman Beyoğlu, a.g.m., s.123; Metin Hülagü, a.g.m., s.329 276 Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.II-III, s.561 65 b) Girit İdaresinin Mehmet Ali Paşa’ya Devredilmesi 1830 yılında Osmanlı hükümeti, yardımlarından dolayı Girit adasının yönetimini Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’ya bırakmıştı.277 Hanya, Resmo ve Kandiye sancaklarıyla beraber bütün kalelerin muhafazası şartıyla, Girit adasının Mısır Eyaleti’ne tevcih edilmesinden dolayı Mehmet Ali Paşa sadarete teşekkürlerini bildirmişti.278 Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın Mora isyanlarına müdahalesi üzerine Girit’in idaresi bir müddet için Mısırlı valiler tarafından yapılmıştı. Mehmet Ali Paşa, Mısır’da olduğu gibi Girit’te de kuvvetli bir idare kurmaya çalışmış, reayayı beylerin ve ağaların istismarına ve kötü idaresine karşı korumaya çalışmıştı.279 Girit, 1840 yılına kadar Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın idaresinde kalmıştı.280 Kendisine yapılan bu tevcihi, önce büyük bir şükranla kabul eden Mehmet Ali Paşa, Girit’te Yunanlıların ekmiş olduğu fesat tohumu filizlendikçe adada isyanların eksik olmayacağını, buraya sahip olanın faydadan çok zarar göreceğini hesaplamış ve bu yüzden Girit’te fazla kalmak istememiş, bunun yerine kendisine Suriye’nin verilmesini istemişti. Girit adasının masrafları gelirinden fazla olduğu için Mehmet Ali Paşa’nın beklentilerini karşılamamıştı. Ancak kendisinin adadaki tasarruf hakkı on yıl devam etmişti.281 Girit isyanını bastırmak için Mısır eyaletine ilhak edilen Girit’e, Mehmet Ali Paşa tarafından donanmayla 12.000 asker çıkarılmış ve ilk iş olarak silah toplama çalışmaları yapılmıştı. Ayrıca ada halkını itaate davet etmek için ahaliye beyannâmeler dağıtılmıştı.282 Girit asileri, silahları teslim etme konusuna itiraz 277 Mehmet Saka, a.g.e., s. 79 HAT, nr. 715/34120 279 Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VII, s.18 280 Bu sayede bir taraftan isyan bastırılırken diğer taraftan da Mehmet Ali Paşa’nın Suriye bölgesini Mısır’a katmak düşüncesine mani olmak istenmişti. Yunan isyanını bastırması karşılığında kendisine önce Suriye ve Girit valilikleri vaat edilmişti. Fakat Osmanlı-Rus savaşında verdiği desteği yetersiz bulan II. Mahmut, Mehmet Ali Paşa’ya sadece Girit valiliğini vermişti. Ayşe Nükhet Adıyeke, Osmanlı İmparatorluğu ve Girit Bunalımı (1896-1908), Ankara 2000, s.18-19; Tahmiscizade Mehmet Macid, a.g.e., s.16; Bekir Sıtkı Baykal, a.g.m., s.383; Cemal Tukin, a.g.m., s.796 281 Cemal Tukin, a.g.m., s.796; Mehmet Salahi, a.g.e., s.4-1967 282 HAT, nr. 394/20829/A 278 66 etmişti. Bu yüzden bazı sıkıntılar yaşanmıştı.283 Ancak Mehmet Ali Paşa tarafından Girit’e donanma ve asker sevkiyle, karaya asker ihracından sonra ahalinin elindeki silahlarının toplanmasında başarı sağlanmıştı. Hanya zapt edilip silahlar toplanmış, Kisamo ile İsfakiye’nin de aynı şekilde ele geçirilip onların da silahlarının toplanacağı bildirilmişti.284 Granbose Kalesi teslim alınıp, buraya muhafızlar tayin edilmiş ve reayanın elindeki silahlar toplanmıştı.285 Mehmet Ali Paşa, Mısır’dan Girit’e hareket ettiğinde, bütün gemilerden toplar atılarak merasimler yapılmıştı. Ancak Mısır valisi geldikten 43 gün sonra, Girit’ten İskenderiye’ye geri dönmüştü. Mısır valisi Girit’ten memnun kalmamış, geri dönüp Şam havalisine girmeye karar vermişti.286 Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’ya ihale edilen Girit’e ait hasılattan merkeze hiç bir şey gönderilememişti. Zirâ Girit adasının gelirleri isyanlar yüzünden azalmış hatta kendi masraflarını bile karşılayamaz duruma gelmişti. Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa bu yüzden merkeze yüklü miktarda meblağ gönderemeyeceğini beyan etmişti. Haremeyn hazinesi için Girit’ten ayrılmış olan meblağ ise Mısır valisinden tahsil edilmişti. Girit’te bulunan vakıfların muhasebelerinin görülmesi ve nezaret hakları, Girit’in yerel idarecilerine verilmişti.287 c) Mustafa Nâili Paşa’nın İdaresinde Girit Girit’in yönetimi on yıl kadar Mehmet Ali Paşa’ya bırakılınca, bu süre içerisinde adanın genel idaresi, kendisinin müşir288 olarak atadığı Mustafa Nâili Paşa 283 HAT, nr. 394/20829/R HAT, nr. 392/20776 285 HAT, nr. 912/39869/A; HAT, nr. 912/39869; Girit isyanında askerler tarafından bir takım hırsızlık olayları yaşanmış, mahkemeye çıkarılan askerlere cezaları verilmiştir (HAT, nr. 394/20829/B). 286 HAT, nr. 836/37714 287 HAT, nr. 1421/58091; HAT, nr. 1303/ 50786 288 Müşirlik, merkeziyetçilik anlayışı çerçevesinde, II. Mahmut tarafından ihdas edilmiştir. Müşirler, bir kaç sancağın birleştirilmesiyle idarelerine bırakılan bölgede, mali, idari, mülki, askeri ve adli amir durumundaydılar. Kendilerine bağlı bölgeleri ferik ya da mirliva tayin ederek yönetmişlerdi. Müşirlerin vergileri zam yapmadan ve halka zulmetmeden toplamaları gerekiyordu. Bir yerin mali geliri kendisine ihale edilen müşir, bu gelirlerin hazinelerine ait bedelin zamanında ödeneceğine dair sarraftan kefil göstermesi gerekmekteydi. Tanzimatın ilanından sonra ise, müşirlere verilen yetkiler 284 67 tarafından, mülki ve askeri umur muhafızı unvanıyla yürütülmüştü.289 Bu durum, Mehmet Ali Paşa’nın Mustafa Nâili Paşa’ya duyduğu güvenin bir neticesi olarak değerlendirilebilir. Mustafa Nâili Paşa, bu süreçte, muhafız olarak ada üzerinde yaptığı ilk ziyaret turları esnasında tanıştığı Helena Bolanopoula ile evlenmiştir. Eşi, Resmo yakınlarında bulunan bir köyün Ortodoks vaizinin kızıydı. Mustafa Nâili Paşa, eşini Müslüman olması için zorlamamış, evlerinin bahçesindeki küçük şapelde kendi ibadetlerini yapmasına izin vermişti. Aile bağları güçlü olan Helena Bolanopoula’nın Mustafa Nâili Paşa ile evlenmiş olması ailesine bir güç kazandırmıştı. Bu evlilik sonucunda aile bireyleri bazı mevkiler elde etmişti. Örneğin, İstanbul’da Beyoğlu’nda bulunan Ortodoks kilisesine rahip olarak tayin edilmişlerdi.290 Mustafa Nâili Paşa, 32 yaşında başladığı ve on yıl gibi uzun bir süre devam ettirdiği bu görevi layıkıyla yerine getirerek iyi bir yöneticilik sergilemişti. Bu süre zarfında adada kayda değer bir isyan çıkmamıştı.291 Mustafa Nâili Paşa’nın on yıllık süre içinde yaptıklarıyla ilgili bilgilere Paşa’nın tabibi ve sırdaşı olan Mösyö Kaporal’in Fransızca olarak hazırlamış olduğu layihadan öğrenmekteyiz. Fransız olan Joseph Kaporal, Girit’te çeyrek yüzyıl Mustafa Nâili Paşa’nın ve ailesinin hizmetinde görev yapmıştır. Mustafa Nâili Paşa tarafından ilk başta berber olarak tutulan Kaporal, daha sonra aile uşağı ve hatta danışman olmuştu.292 Mösyö Kaporal, on senedir adada yaşadığı için ada halkı hakkında her türlü malumata sahipti. Girit sınırlandırıldı, sancaklara vali, zabtiye memurları, muhassıllar ve mal tahrirat kâtibi gibi memurlar atandı. Eyalette görevli her memur doğrudan merkeze bağlı duruma getirildi. Ege Adalarının Egemenlik Devri Tarihçesi, (haz. F. Emecen, İ. Şahin, Ö. İşbilir, A. Fuat Örenç) ed. Cevdet Küçük, Ankara 2002, s. 32-33; Osmanlı Devleti’nde verilen rütbelerle alakalı olarak detaylı bilgi için bkz: Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform (1836-1856), İstanbul 1993, s.37-40 289 Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VI, s.112; Mehmet Salahi, a.g.e., s.3-4; İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s.74; Ahmet Rıfat, a.g.e., s.54; David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s.24; Müjdat Uluçam, a.g.m., s. 305 290 David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s. 24-25 291 Mithat Işın, a.g.e., s.51 292 David Barchard, “Veli Pasha and Consul Ongley. An Anglo-Ottoman Diplomatic Relationship That Got Too Close”, ed. Sinan Kuneralp, A Bridge Between Cultures: Studies on Ottoman and Republican Turkey in Memory of Ali İhsan Bağış, İstanbul 2006, s.71; Mösyö Kaporal hakkında daha detaylı bilgilere ulaşılamamıştır. Sadece ailesinden bir kolun İzmir’de yaşadığı tespit edilmiştir. A. Nükhet Adıyeke, “Girit’in Mehmet Ali Paşa Yönetimine Dair Bir Rapor”, Belgeler-Türk Tarih Dergisi, Ankara 1993, s.295 68 adasının idaresi, vergi gelirleri ve masraflarının miktarıyla bu bilgiler üzerine Osmanlı Devleti’nin yapması gereken düzenlemelere dair Mösyö Kaporal tarafından hazırlanan layiha, Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’te ilk on yıllık idarecilik dönemi hakkında önemli bilgiler ihtiva etmektedir. Türkçeye tercüme edilmiş olan bu rapor, Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’te Mehmet Ali Paşa’nın muhafızı olarak görev yaptığı dönemi aydınlatması açısından önemlidir. Bu raporda Mustafa Nâili Paşa’nın adada nasıl bir yönetim sergilediği, gerçekleştirdiği imar faaliyetleri, askeri durum ve birçok konu hakkında detaylı bilgiler verilmiştir.293 Mehmet Ali Paşa’nın temsilcisi olarak vazife yapan Mustafa Nâili Paşa, bu on yıllık süreçte adada huzur ve güvenin sağlanmasını amaçlamış ve yeni bir yönetim sistemi ortaya koymuştu. Ayrıca adanın imarıyla ilgili yaptığı bir takım çalışmalarla da halkın beğenisini kazanmıştı.294 Bu dönemde adada, o güne kadar görülmemiş bir adalet sistemi uygulanmış, kültür yeniden doğmuştu.295 Mustafa Nâili Paşa, Hristiyan ve Müslüman toprak sahipleri arasında bir bağ kurmaya çalışmış, milliyetçiliğin yıkıcı gücünün önüne geçmek istemişti. Girit’te, Mısır’dakine benzer bir idare şekli kurulmaya çalışılmıştı. Mustafa Nâili Paşa idaresinde iken Girit’in sancak merkezleri olan Kandiye, Hanya ve Resmo’da Müslüman ve Hristiyan üyelerden oluşan yerel meclisler kurulmuştu.296 Bunların yanında İsfakiye nahiyesinde de bir meclis kurulmuştu. Vali ve kaymakamların başkanlığı altında bulunan bu meclisler din ve miras konuları haricindeki bütün davalara bakmıştı. Verilen kararlara yapılan itirazlar, yalnız Kandiye meclisinde bir derece yüksek mahkemeye çıkarılabilirdi. Bu meclisler, Girit’in idaresi yeniden 293 İrâde Eyâlet-i Mümtâze Girid (İ. MTZ. GR), nr. 1/4; Kaporal’in layihası için bkz: A. Nükhet Adıyeke, a.g.e., s.294-315 294 A. Nükhet Adıyeke-Nuri Adıyeke, Kıbrıs Sorununun Anlaşılmasında Tarihsel Bir Örnek Olarak Girit’in Yunanistan’a Katılması, Ankara 2002, s.6 295 Mehmet Ali Paşa’nın halkın gönlünü fethetmeye çalıştığı, ancak temsilcisi olan Mustafa Naili Paşa ve diğer vazifelilerin bunu uygulama konusunda çok da başarılı olamadığı yönünde yabancı yazarların bazı eleştirileri olmuştur. A. Nükhet Adıyeke, a.g.m., s.294 296 David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s. 24; Tanzimat’ın ilanından sonra sancak merkezlerinde oluşturulan meclislere muhassıllık meclisleri denmiş, muhassıllığın kaldırılmasıyla bu meclislerin adı “Küçük Meclis” olarak değiştirilmişti. Eyalet merkezinde kurulan meclise de “Büyük Meclis” adı verilmişti. Bunların genel adı ise, “Memleket meclisleri” olmuştu.1849 yılında yapılan düzenlemeyle büyük meclisin adı “Eyalet meclisi”, küçük meclisin adı da “sancak meclisi” olarak değiştirilmişti. Musa Çadırcı, Tanzimat Sürecinde Türkiye Ülke Yönetimi, s.273-274 69 Osmanlı Devleti’ne geçtikten sonra da yeni bir düzenlemeye tabii tutularak devam ettirilmişti.297Tanzimat’ın taşralarda uygulanmasında memleket meclislerinin önemli katkısı olmuştu. Özellikle devlet görevlileri ile halk arasında çıkan anlaşmazlıkların çözülmesinde bir mahkeme hükmünde görev yapmıştı. Bu meclisler, Meclis-i Vâlâ’nın taşrada küçük birer örneği olmuşlardı. Yöneticileri denetleme, vergilerin gelire göre dağıtılıp zamanında toplanması, gelir-gider hesaplarının denetlenmesi, güvenliğin sağlanması için tedbirler almak gibi pek çok yönetim ve yargı alanlarında görev yapmışlardı. Ayrıca, sağlık, bayındırlık, eğitim ve öğretim gibi işlerle de ilgilenmişlerdi.298 Mehmet Ali Paşa’nın Girit’te başlatmak istediği ıslahatın bir parçası olarak, bu dönemde Mustafa Nâili Paşa tarafından Mısır’dakine benzer bir gazete çıkarılmıştı.299 Haftalık çıkarılan gazete için önce Hanya’da bir matbaa kurulmuştu. İlk olarak beş kişilik bir ekip Mısır’dan 18 Ekim 1830’da Hanya’ya gelmişti. Aradan altı ay geçtikten sonra matbaaya taş baskı makinası ilave edilmiş ve ekibe altı kişi daha katılmıştı. Gazetenin ilk sayısı, 1830 yılı Aralık ayı ya da 1831 yılı Ocak ayında çıkmıştı.300Bu gazete, Türk basın tarihinde Türkçe kısımlar ihtiva eden ikinci gazete olması dolayısıyla önemliydi. Varlığını 1841 yılına kadar devam ettirmişti.301 Gazetenin Türkçe adı “Vakâyi‘-i Giridiyye”, Rumca adı “Kritiki Efiremis” idi. Aynı sayfanın bir yarısı Türkçe, diğer yarısı da Rumca olarak yayınlanmış olan bu gazetede, divan toplantılarında yapılan görüşmeler ve ülke meselelerine dair bazı havadislere yer verilmişti.302 Bunun dışında bazı salgın hastalıklara karşı dikkat 297 Cemal Tukin, a.g.m., s.794 Musa Çadırcı, a.g.e., s.288-289 299 Mısır’da Mehmet Ali Paşa’nın çıkardığı gazetenin adı Vakayi-i Mısriyye’dir. Osmanlı Devleti zamanında çıkarılmış olan süreli yayınlar için bkz: Hasan Duman, Osmanlı-Türk Süreli Yayınlar ve Gazeteler Bibliyografyasi ve Toplu Kataloğu (1828-1928), Enformasyon ve Dökümantasyon Hizmetleri Vakfı, Ankara 2000 300 İskenderiye’deki İtalyan Konsoloslarından biri tarafından biri tarafından gönderilen raporda Kandiye’de Mehmet Ali yönetimi tarafından bir basımevi kurulduğu ve Türkçe-Rumca bir gazete yayınlanmaya başladığı bildirilmiştir. Mehmet Ali Paşa bu gazetenin düzenli çıkması için büyük çaba sarf etmiştir. Orhan Koloğlu, “Girit’te Türkçe Basın”, Tarih ve Toplum Dergisi, c.VIII, S. 48, 1987, s.9 301 Gazetenin 22 Haziran 1832- 18 Ocak 1834 yılları arasında çıkarılmış olan sayıları İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde mevcuttur. İÜ 07 (499. 8) V.G - 94.35 V22 302 “Hanya Meclisinden Havadisler” başlığı altında, Hanya’da meydana gelen bazı olaylara yer verilmiştir. Örneğin, Hanya Kalesi haricinde bulunan ziyaret yerlerinden Gazi Mustafa hazretlerinin türbedarı, Hanya meclisine bir şikâyette bulunmuştu. Seline nahiyesinden İbrahim adlı bir şahsın 298 70 edilmesi gerektiği gibi halkı ilgilendiren bazı hususlarla ilgili duyurular yapılmıştı. Hanya Limanı’na uğrayan gemilerin listeleriyle taşınan yolcu ve mallar hakkında bilgilere yer verilmişti. Gazete, Avrupa’da uygulandığı gibi bütün basılmış levhalara asılmış ve halka açık yerlerde teşhir edilmişti. 303 Mustafa Nâili Paşa’nın adanın imarı, huzur ve asayişin sağlanmasıyla ilgili aldığı önlemler, halk arasında memnuniyet oluşturmuştu. Ancak Tanzimat’ın ilanıyla birlikte cizyenin tamamen kaldırılmasını bekleyen Rum ahali, bunun yerine alınan cizye miktarının üç sınıf itibariyle 4-8-12 kuruştan, 15-30-60 kuruşa çıkarma girişimleri karşısında olumsuz tepkiler vermişti.304 Girit adasında asayişin sağlanması, ada nüfusunun dörtte üçünü oluşturan Rumların devlete tam olarak bağlanması ve itaat etmesini temin etmek için adanın istisnai bir surette idare edilmesi gerekmekteydi. Çünkü Rumlar aynı mezhepten oldukları için hem Yunanlılar hem de etraftaki diğer adalar tarafından devamlı tahrik edilmekte ve 1821 senesinden beri bağımsızlık hevesiyle yaşamakta olduklarından devamlı isyan düşüncesinde içindeydi. Adanın asayişi için tek yol, müslim ve gayrimüslim nüfusun uzlaşmasıydı. Bunun haricindeki uygulamaların isyan hevesini durduramayacağı, şimdilik durulmuş görünen bu isteğin en ufak bir tahrikle yeniden alevleneceği açıktı. Mustafa Nâili Paşa döneminde Girit’te, Kandiye, Hanya ve Resmo’da olmak üzere üç adet memleket meclisi mevcuttu. Bu meclislerin başkanları istisnasız Mısır tarafından gönderilmişti. Böylelikle sadece görevli oldukları işi yapmışlar ve ahaliyle aralarında bir akrabalık olmadığı için adil davranmışlardı. Meclis azaları ise, Hristiyan ve Müslümanlardan olmak üzere neredeyse tamamı ada ahalisinden idi. Bunların azalıktan başka memuriyetleri de vardı. Azalar iki gruba ayrılırdı; birinci sınıf, yalnız Müslümanların asil ve soylu ailelerinden, ikinci sınıf ise, İsfakiye kazası türbeye gelerek burada bulunan sancakları topladığını ifade etmesi üzerine konu mecliste müzakere edilmişti. Bu ve buna benzer mecliste görüşülen meseleler, gazete vasıtasıyla halka duyurulmuştu. Vakâyi‘-i Giridiyye, nr.60, 23 M 1248 (22 Haziran 1832) 303 A. Nükhet Adıyeke, a.g.m., s.295, A. Nükhet Adıyeke, a.g.e., s.95; Nesimi Yazıcı, “Vakayi-i Mısriyye Üzerine Birkaç Söz”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi (OTAM), S.2, Ankara 1990, s.273-274; Orhan Koloğlu, a.g.m., s.9 304 A. Nükhet Adıyeke, a.g.e., s.19; A. Nükhet Adıyeke, a.g.m., s.305-306 71 gibi ahalisi karışık yerlerden seçilip gönderilen Müslüman ve reaya vekillerinden meydana gelmişti. Bu şekilde oluşan milli meclisler, dini meseleler ve mirasa ilişkin hususlar dışında, bütün işleri görüşür ve kararları mazbatalara kaydederlerdi. Aza hangi sınıftan olursa olsun oy hakkı eşitti. Ekseriyete göre karar verilirdi. Hatta bu hususta meclis reisinin bile azadan bir farkı yoktu. Azalar, küçük bir hediyeyi bile kabul edemezler, ederlerse hemen azlolunup hapsedilirlerdi.305 Azaların seçimi iki senede bir yenilenirdi. Bir kimse rahatça hakkını arayabilmekte ve dava açabilmekteydi. Valinin gerektiğinde meclisi teftiş etme yetkisi vardı. Mustafa Nâili Paşa döneminde, adanın zaptiye işlerinde bazı düzenlemeler yapılmıştı. Eskiden beri uygulanmakta olan, sopayla dövme, hapse atma, prangaya vurma gibi cezalar genelde, Yedi Ada’dan gelen Rumlar ve Yunanlılara uygulanmıştı. Fakat Mustafa Nâili Paşa, bu usulü 1830’lu yılların sonuna doğru tamamen kaldırmıştı. Katletmek gerektiğinde kısas, diğer suçlar için de yirmi dört saatten başlayarak yıllarca devam edebilecek hapis cezası uygulanmış, suçlular gerektiğinde adi işlerde çalıştırılmak üzere zincire konulmuştu. Girit’in muhafazasını sağlayan askerler, düzenli ve düzensiz askeri birliklerden oluşmaktaydı. Düzenli birliklere meclislerin hiçbir hükmü geçemezdi. Fakat bunlar, Fransız askeri kanunnâmesine birkaç düzeltme ilave edilip, Mustafa Nâili Paşa nezaretinde bu kanuna uygun olarak idare edilmişti. Düzensiz askerlerin neredeyse tamamı Arnavut askeriydi. Bunlar tamamen Mustafa Nâili Paşa’nın kontrolü altında bulunmuştu. Mustafa Nâili Paşa döneminde Girit’te vergi tahsili, belli kaideler çerçevesinde yapılmıştı.306 Mali işlerle ilgilenen defterdar, her zaman meclis azalarının birinci sınıfından seçilirdi. Defterdar, Girit’in itibarlı kişilerinden olup, Kandiye’de ikamet ederdi. Defterdarın emri altında yine itibarlı zatlardan iki divan nâzırı görev yapardı. Bu nâzırlardan biri Hanya’da, diğeri de Resmo’da bulunurdu. 305 Böyle bir şeye teşebbüs eden yok gibi görünüyorsa da, bir defasında bir kutu bal ve bir miktar peynir kabul eden bir azanın hemen azalıktan çıkarılıp iki ay hapsedildiğine şahit olunmuştu. 306 Mustafa Naili Paşa döneminde Girit’te vergi sisteminde tekel uygulaması yapılmıştır. Bu durum Müslümanları Hristiyanlardan daha kötü yönde etkilemiş, çok hoş karşılanmamıştır. David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s. 24 72 Adı geçen memurlardan başka, Müslümanlardan mirî subaşı ve reayadan kâhya ve kocabaşı isimleriyle, her kazada görevli ikişer memur görev yapardı.307 Bunlar, meclis azalarının birinci sınıfından, mukataat nâzırı denilen bir büyük memurun emri altında bulunurlardı. Tekâlif tahsilini, adı geçen subaşılarla kâhyalar birlikte yapardı. Bir kimseden tahsil edecekleri verginin miktarını belirleyerek, eline bir ilmühaber verip, meclise gönderir ve durum, mukataat nâzırına bildirilirdi. Nâzır, vergilere asla müdahale etmeden defterine kaydederdi. Eğer vergi nakit ise doğruca hazineye, eşya ise ödeyen kişi tarafından nâzıra teslim edilerek ambara konulurdu. Orada deftere kaydedildikten sonra, adı geçen nâzır da, kendisinin amiri bulunan divan nâzırına bu durumu arz ederdi. Sonra da defterdarın defterlerine kaydedilerek meclislere bilgi verilirdi. Mustafa Nâili Paşa’nın bu mevzulara genel olarak nezaret etme yetkisi olduğu için, iş onun bilgisi dâhilinde neticelenirdi. Adanın gelirlerinin sarf edilmesi hususunda, gelirlerden bir yere harcama yapılmak gerektiğinde, bu iş memurların arz ve tebliğleriyle gerçekleştirilirdi. Memurların tavsiyeleri meclise arz edilir, mecliste ya kabul ya da reddedilirdi. Kabul olunduğu zaman Mustafa Nâili Paşa tarafından da tasdik edilerek deftere kayıt edildikten sonra, bir ruhsat yazılarak icrasına karar verilir ve divan nâzırına havale edilirdi. O da, vermekle yükümlü olduğu meblağı öderdi. Girit adasının bütün giderleri, elde edilen mahsulât satılarak ele geçen meblağdan karşılanmaktaydı. Bu hususta mülki işlere zarar verecek şeylerden kaçınılmıştı. Şöyle ki, devletin bir malı satılacak olsa, önce miktarı belirlenerek, açık artırma usulüyle satılacağı gün bildirilirdi. Herkes bilsin diye de esnafa ve tüccara haber verilirdi. Sonra belirlenen günde bütün meclis azaları bir yere toplanarak açık artırmaya başlanırdı. Hiç kimsenin şikâyetine mahal vermeden açık artırma usulü uygulanırdı. Mustafa Nâili Paşa döneminde, adaya ait gelirlerin toplanmasında çok sıkı tedbirler alınmıştı. Öyle ki, hiçbir şekilde hile yapılmasına müsaade edilmemişti. Bir 307 Rum cemaatin vergilerine dair uygulamalarda kocabaşılık kurumunun önemi büyüktür. Etki alanları Tanzimat Fermanı ile daha da netleşmiştir. Ali Fuat Örenç, “Ege Adalarında İdari Yapı”, Ege Adaları’nın İdari, Mali ve Sosyal Yapısı,ed. İdris Bostan, Ankara 2003, s. 32 73 şey yapılacaksa bu ancak bütün memurların ittifakıyla olabilirdi, fakat bu da mümkün olmamıştı. Çünkü meclisin rızası ve Mustafa Nâili Paşa’nın ruhsatı olmadıkça, bir yere 10 kuruş bile olsa asla verilemediğinden ve satılan eşyadan elde edilen miktar, hemen adanın günlük ihtiyaçlarına sarf edildiğinden, para hazinede daima devrederdi, bekletilmezdi. Hazinede cüzi bir miktar kalmış olsa bile, hemen muhafazasına memur olan sarraf başına teslim edilirdi. Şüphenin ortadan kalkması için sarraf başı her gün, sandığındaki parayı bildiren bir belgeyi divan nâzırına, o da meclis reisine takdim etmeye mecburdu. Bu şekilde hazinenin ufak bir parası bile kaybolsa nerede olduğu ortaya çıkardı. Mali işlerin güzelce idaresi için ilk şart, her şeyin mutlaka deftere muntazaman kaydedilmesiydi. Bu usul de adada, olması gerektiği gibi uygulanmıştı. Adada, dini meseleler ve miras işleri dışındaki bütün davalar, meclislerde görülmekteydi. Dini işlere dair halledilemeyen bir meseleyle karşılaşıldığında, bunu memleketin kadısı, müftü vs. âlimlerle beraber hallederdi. Eğer mirasla ilgili bir konu ise, kadı, kassam başı kâtibi marifetiyle şer’an bu meseleye bakarsa da meclis azasından bir Müslüman ile bir Rum vekil de hazır bulunarak, görüşlerini belirtirdi. Bu usul, halkın kendisini daha emniyette hissetmesini sağlamıştı. Kadı diğer memurlar gibi, bir devlet görevlisiydi, bu sebeple şer’î işlerden edilen para hazineye aktarılmıştı. Girit’te bulunan Rum Piskoposunun ve Yahudi Hahamının sahip olduğu bazı yetkiler vardı. Müslümanlar arasında olduğu gibi, iki Rum arasında bir dini mesele ortaya çıkarsa, yalnız kendi milletleri vekillerinden biriyle Rum piskoposuna gönderilip, meselenin önemine göre ya papazlardan oluşan bir mecliste ya da yalnız piskoposun huzurunda davası görülürdü. Aynı şekilde iki Yahudi arasında meydana gelen bir dini meselenin halledilmesi hahamları aracılığıyla olsa da, Müslümanlardan ya da Rumlardan bir vekil hazır bulunurdu. Bu vekil kendi görüş ve değerlendirmesini söylemekle görevliydi. Mahkemelerde, inançlı, sadık ve bilgili hâkimler olması gerekmekteydi. Ayrıca, Hanya ve diğer yerlerdeki hâkimlerin rüşvet almasına mani olmak için maaşına zam yapılması gerekli görülmüştü. 74 1830 senesinde müttefik üç büyük devlet tarafından Girit adası Rumlarına yapılan uyarılara göre, ya yerlerini değiştirmeleri ya da silahlarını Mehmet Ali Paşa’nın memurlarına teslim ederek itaat etmeleri beyan edilmişti. Rumlardan, yeniden Osmanlı idaresine girmek isteyenler için, o zaman Mustafa Nâili Paşa ve Mısır gemileri sergerdesi olan Osman Nureddin Paşa bir mukavele senedi üzerinde durmuştu. Bu senedin esas maddesi Mustafa Nâili Paşa’nın danışmanı Mösyö Kaporal tarafından kaleme alınmıştı. Bu madde, Rumlardan cizyenin tamamen kaldırılması idi. Merkez tarafından buna izin verilmemişti fakat tahsil edilen cizyeye zam yapılmaması kararlaştırılmıştı. Birkaç yıl kadar Rumlar, bu vergiyi vermekte tereddüt etmemişler ve daima, tamamen muaf olma ümidi taşımışlardı. 1835 yılında merkezden gelen bir emirle, Kandiye reayasından cizye olarak senelik 15’şer, 30’ar ve 60’ar kuruş alınacağı haber verilmişti. Cizyeden tamamen muaf olmak isteyen reayanın, bu haber karşısında şikâyetleri daha da artırmıştı. Hatta bir ara tekrar silahlanarak cüzi bir miktardan başka bir şey vermeyeceklerini ifade etmişlerse de, Mustafa Nâili Paşa hemen olaya müdahale etmişti.308 Paşa, reaya tarafından da sevildiği için meseleyi yatıştırmış ve fermanı uygulamayı başarmıştı. Böylece Mustafa Nâili Paşa, merkez ile adanın asi Rum ahalisi arasında bir denge sağlamıştı. Fakat Paşa’nın kendisi de, adada cizyenin kaldırılmasından yanaydı ve Rum ahaliye bu hususta merkeze bir dilekçe yazacağını vadetmişti. Girit’te bir de Bac vergisi alınmaktaydı. Tahsil eden memurlar halka zarar verdiği ve onları rencide ettiği için gereksiz görülmüş ve diğer yerlerde kaldırıldığı gibi Girit’te de kaldırılması gündeme gelmişti.309 Mustafa Nâili Paşa döneminde adada yaşanan iç çatışmalar dolayısıyla, meydana gelen tahribatın, zeytin yetiştirme alanları ve zeytin ağaçları üzerinde olumsuz etkileri olmuştu. 1821 ile 1829 yılları arasında çok sayıda zeytin ağacı yakılmış ya da kesilmişti. Mustafa Nâili Paşa, bunun için bazı tedbirler almış ve emirler yayınlayarak, askeri önlemler almıştı. Böylece zeytin ağaçlarının zarar görmesini engellemek istemiş ve ahalinin güvenli bir şekilde ürünlerini toplamasını 308 32 tüccar ağaçlara asılmak suretiyle protestolar sert bir şekilde bastırılmıştı. Bu olay Girit halk kültüründe, Osmanlı yönetiminin acımasızlığı olarak yankılanmıştı. David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s. 24 309 İ. MTZ. GR, nr. 1/4 75 sağlamayı amaçlamıştı. Bunun yanı sıra çatışmalar sırasında ölen ya da kaçan ahalinin ürettiği mahsulün de boşa gitmemesi için hasat edilmesini sağlamıştı.310 Adada gümrük vergisi eski tarifelere göre alınmaktaydı. Zeytinyağı ile sabun üzerine ise özel bir usul vardı. Sabunun kantarından 7 kuruş, zeytinyağından ise 4 kuruş alınmaktaydı. Bundan başka bütün eşyaların bedeli üzerinden yüzde 3 gümrük vergisi alınmaktaydı. Bundan dolayı sabunun masrafı, her kantarında 12 kuruşa, yağın masrafı 5 kuruş 10 paraya çıkmaktaydı. Adadaki gümrükçüler, meclisin birinci sınıf azasından olup, kendisine hazineden maaş tahsis edilmekteydi. Bu sebeple gelirleri deftere kaydeder ve asla el koymazlardı. Bazı karışık meseleler sebebiyle memleket meclislerinde halledilemeyen ticari davalar, ticaret mahkemesinde görülürdü. Bu mahkemenin azası, Osmanlı tebaası olan Müslüman, reaya ve yabancılardan, Avrupalı ve Yunanlı birtakım tüccardan meydana gelerek genellikle gümrükte toplanırlardı. Azalardan bazıları, Fransa’nın ticaret kanunnâmesine vakıftı ki bu onlar için bir dayanak oluşturmuştu. Bu azalar, mecliste maaş almadan ve gönüllü olarak toplandıkları için, kötü niyet olmadan iş görürlerdi. Aslında, Girit gibi bir ticaret merkezinde bu tarz mahkemelerin devlet tarafından korunması gerekirdi.311 Girit adasında en fazla gelir, zeytinyağından alınan vergilerden elde edilmişti. Bundan başka adada üretilen pamuk, keten tohumu, ipek, kavun, karpuz gibi çeşitli mahsullerden alınan vergilerden de kazanç sağlanmıştı. Tablo 4: Girit Adası Gelir ve Giderleri Gelirler: Zeytinyağı rüsumatından Çeşitli gelirlerden Pamuk, keten tohumu, kavun ve karpuz gibi çeşitli malların hasılatından İpek rüsumatından Zecriyeden ve firari emlakinden Ara Toplam 2.500.000 1.750.000 350.000 150.000 1.600.000 6.350.000 kuruş 310 Ayşe N.Adıyeke- Nuri Adıyeke, “ Olive Production in Crete in 19 Century”, Bulgarian Historical Rewiew, 2006, s.158 311 İ. MTZ. GR, nr. 1/4 76 Hasılat-ı evkaftan Gümrük rüsumatından Mahkemelerde umur-ı şer’iyeden İltizâmâtdan Cizye rüsumatından Karantina iradından Ağa mukataasından Vukubulabilecek tahmini hatalar Toplam 250.000 1.000.000 200.000 1.000.000 100.000 100.000 100.000 200.000 9.300.000 kuruş Masraflar: Mecalis-i selasenin reisleri ve bilcümle azaların maaşları için İslam ve reayadan milletvekillerinin maaş ve mahiyeleri için Üç adet meclis kâtiplerine Defterdar ve divan Nâzırlarına ve maiyetlerinde bulunan büyük ve küçük bilcümle memurin için Mukataat Nâzırı için Evkaf kalemi için Ambarlar için Gümrük memurları için Ara Toplam Üç adet meclis kâtiplerine Kuzzat ile mehakimde müstahdem hademe ve memurin Tercüman, Ağa vekilleri ve Rum milleti kâhyaları maaşları için Tabhane ve hademesine Meclisler ile divanlar kavaslarına İslam fukarasına tahsis olunan sadaka Reft ve amed kâtibi ve sakallı ağaları için Miri bargirlerinin hademe ve seyisleri için Ara Toplam Kandiye’de ehl-i İslam mekteplerinin masarifleri için Humbaracı ve lağımcı için Karantinada müstahdem memurin için Eski bayrak ağaları için Subaşılar ile kâtiplerinin maaşları Girit gümrüklerinde medhalleri olup orada ikamet eden kişiler için Millet kâhyaları, kavasan ve subaşıları için tayinat Limanlar tathiri ve senevî her nevi masarif-i inşaiye için Ara Toplam Arnavut asakirinden peyderpey Mısır canibine irsal olunduğundan mahiye ve tayinatlarında daima değişiklik 200.000 130.000 65.000 150.000 65.000 15.000 60.000 90.000 775.000 kuruş 65.000 70.000 85.000 25.000 80.000 40.000 10.000 10.000 1.095.000 kuruş 20.000 150.000 70.000 60.000 120.000 50.000 140.000 750.000 2.455.000 kuruş 2.750.000 77 olduğundan tahmini masraf Bir alay asakir-i nizâmiyenin mahiyeleri ile me’kulat ve melbusatları için Mora canibinde zuhur eden casusların tard ve teb’idi için muahharan Rum milletinden tertip olunan 60 nefere Bazı küsur-ı kalilede vukuu muhtemel olan sehv ve hata tahminen Genel Toplam 2.500.000 575.000 145.000 kuruş 7.925.000 kuruş Girit adasında elde edilen gelirler, Osmanlı Devleti’ne ekonomik açıdan bir katkı sağlayamamıştı. Çünkü gelirler ancak adanın kendi masrafları için harcanmıştı. Girit’in tahmini gelir-gider defterinde mevcut verilere göre, bir senede gelirlerin giderlerden bir milyon kuruştan fazla olduğu görülmekteydi. Ancak devlet tarafından Mustafa Nâili Paşa’ya tayin edilecek maaş ve askerin yiyecek ve giyeceklerinin tutarı ilave edildiğinde gelirlerin masrafları karşılamaya yetmeyeceği görülmüştü. 312 Dört kumandanın altında bulunan 1.600 Arnavut askerinin masrafları Bir kaymakam kumandasında bulunan 3 nefer asakir-i nizâmiyenin maaş ve mahiyeleri Dağlarda karakola memur olan bir bölük asakir-i gayr-i nizâmiyenin maaşları Ara toplam İdare-i mülkiye defterinde zuhur eden masarif Bazı vukuu muhtemel olan sehv ve hata tahminen Genel toplam 1.450.000 2.400.000 75.000 3.925.000 kuruş 2.455.000 150.000 6.530.000 kuruş Netice itibariyle Girit’te gelirlerin genel toplamı 9.000.000 kuruş, masrafların toplamı ise, 6.530.000 kuruştu. Ada gelirleriyle ancak kendi masraflarını karşılayabilmişti. Mevcut masraflar devam etmek zorunda olduğundan gelirlerin artırılması yoluna gidilmişti. Birkaç sene içinde ticaret ve Zirâatın çoğaltılmasıyla 312 İ. MTZ. GR. 1/4 78 ahalinin refahının artırılması planlanmıştı. Öyle ki, Girit’in böylece merkeze dahi büyük bir kazanç sağlayacağı ümit edilmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın maaşı ise 2.500.000 kuruş olup neredeyse adanın gelirlerinin çeyreği kadardı.313 d) Mustafa Nâili Paşa Döneminde Girit’te Yapılan Bayındırlık Faaliyetleri Mehmet Ali Paşa ve temsilcisi olan Mustafa Nâili Paşa, Girit adasını idare etmeye başladıkları ilk yıllarda, ada hakkında Avrupalı Devletlerin de şahit olacağı pek çok şey yapma fikrindeydiler. Fakat sonradan özellikle Mehmet Ali Paşa’nın bu gayretinde bir azalma olmuştu. Buna rağmen Mehmet Ali Paşa, Girit adasında pek çok bayındırlık işleri gerçekleştirmişti. Hanya ve Resmo Limanları’nın girişlerine büyük taşlar koymak suretiyle setler inşa ettirmiş ve limanları temizletmişti. Kandiye’nin etrafında ve Hanya’nın kuzey tarafında kaldırımlar inşa edilmişti. Kandiye’nin hemen yakınında bulunan büyük bir kaynağın suyu314 bu bölgeye aktarılmıştı. Kandiye’de genellikle yaz mevsiminde suyun ihtiyacı karşılamayacak kadar az olması hayatı zorlaştırmaktaydı. Bu yüzden şehrin dışında mevcut güzel bir su kaynağından suyun şehre taşınması gerekmekteydi. Mustafa Nâili Paşa zamanında masraflarını Mehmet Ali Paşa’nın bizzat kendisinin karşıladığı bir suyolu inşaatı başlatılmış ve hayli ilerletilmişti. Her ne kadar bu ve benzeri faaliyetler Mısır valisinin ilk yıllardaki gayretini ispatlamış olsa da adanın ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmıştı. Girit adasında Venedikliler tarafından sahillerde birçok kale ve kemer, limanlar için büyük taşlardan setler yapılmıştı. Fakat bunlar artık yetersiz kalmış ve hatta çok kötü durumda olduğu için bir yerden başka bir yere gitmek imkânsızlaşmıştı. Bu durum adada yetişen mahsulün -özellikle zeytinyağının- ihraç 313 Dayısı Hasan Paşa’dan kalan mirasla birlikte Mustafa Naili Paşa, Osmanlı Devleti’nin en zengin adamlarından biri olmuştur. David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s. 25 314 Girit’te ırmak denilecek kadar büyük sular yoktu. Akan suları ancak çay denilebilecek kadar olup onlar da yağmur ve kar sularından oluşmuştur. Bazı kaynak suları varsa da bunlar da yaz mevsiminde ya tamamen kurur ya da ihtiyacı görmeyecek kadar azalırdı. Hüseyin Kâmi Hanyevi, Girit Tarihi, Dersaadet 1288, s.16-17 79 edilmesine mani olmaktaydı. Hâlbuki ticaret Girit için çok önemliydi. Ayrıca köylüler de mahsullerini çarşı ve pazarlara nakledemedikleri için, satış yapamamışlar ve dolayısıyla ihtiyaç duydukları senelik yiyecek maddelerini tedarik edememişlerdi.315 Girit’te mevcut köprülerin de tamir edilmesi gerekmekteydi. Köprülerden bazılarının durumu tehlikeli olduğundan, bazı kazalara sebebiyet verebilirdi. Her yıl kış mevsiminde -nehirlerin taşması sureti ile uygunsuz hale gelen- bu köprülerden geçmek zorunda olanlardan kayıplar yaşanmaktaydı. Tespit edilen dört köprüden ikisi sağlamdı, fakat diğerlerinin durumu tam olarak bilinmediği için Bâbıâlî’nin bu konu ile ilgilenmesi gerekmekteydi. Mustafa Nâili Paşa döneminde Mehmet Ali Paşa, Girit’te bir eser bırakmak için masrafını kendisinin karşılayacağı biri Müslümanlara, diğeri Rumlara ait olmak üzere iki okul yaptırmak istemişti. Okul inşaatının yarıya geldiği bir zamanda tahrik olan Rumlar, bu iyi niyete şüpheyle yaklaşmışlardı. Muhalif Rumlar, Mısır askerlerinin subaylarının buradan tedarik edileceği fikrini yaymışlardı. Bu olay üzerine Mehmet Ali Paşa şaşkın ve kırgın bir halde İskenderiye’ye dönmüş ve bir daha Girit adası ile ilgili her hangi bir emir vermemişti. Daha sonra Mustafa Nâili Paşa’nın ricası üzerine Müslümanlar için Kandiye’de muhafazalı bir okul yapılmıştı. Mösyö Kaporal, bu okulun masrafının makul miktarda olduğunu belirterek eğitimöğretim hizmetine devam etmesini talep etmişti. Bu arada Rumlar da muhalif duruşlarından vazgeçmiş ve hatta pişman olmuş bir vaziyette mektep gelirlerinin yetersiz olduğundan ve iyi bir şekilde idare edilemediğinden şikâyet etmişlerdi. 315 Mustafa Naili Paşa’nın danışmanı olan Mösyö Kaporal tarafından bir çözüm yolu düşünülmüş ve Babıâli’ye arz edilmişti. Kaporal, bu planın önce Babıâli tarafından daha sonra da Girit meclislerinde kabul edileceğini öngörmüştü. Mösyö Kaporal’in planına göre, yolların tamiri esnasında devlet bir akçe bile harcamayacaktı. Şöyle ki, Girit’in yaklaşık iki yüz bin nüfusunun altıda biri olan on beş yaşından altmış yaşına kadar işe yarar otuz yedi bin erkekten her biri beş altı sene boyunca yılın sekiz günü bizzat çalışacaktı. Zengin ya da ticaretle uğraştığı için bizzat çalışmaya vakti ve kudreti olmayanlar ise bu sekiz günün ücretini vereceklerdi. Ücretler özel bir sandıkta toplanacak, sandıkla ilgilenecek memur meclisin oylarıyla seçilecek ve Mustafa Naili Paşa’nın nezaretinde çalışacaktı. Kaporal, bizzat çalışmak isteyenlerden de seçmek suretiyle bu şekilde otuz yedi bin erkeğin, yılda sekiz günden üç yüz bin gün boyunca çalışmasıyla yolların tamiri ya da yeniden yapılmasının tamamlanacağını belirtmişti. Böylece eşya nakli, ticaret ve hatta askerlerin bir yerden başka bir yere nakli kolaylıkla yapılabilecekti (İ. MTZ. GR. 1/4). 80 Girit adasında yerli ya da misafir Müslümanlardan biri vefat ettiğinde mirasçılarından rüştünü ispat edenler hisselerini alma hakkına sahipti. Rüştünü ispat edemeyen yetimlerin mevcut paraları valiliğin tayin ettiği memurlar tarafından eytam sandığına konulurdu. Yetimlere ait olan para ya da emlak ilgili görevlilerin himaye ve gözetiminde yetimin hakkını zayi etmeden gelir getirecek şekilde işletilmekteydi. Bu şekilde yetimlerin hem ihtiyaçları karşılanmış hem de kendilerine kalan miras belli bir zamana kadar muhafaza edilirdi. Rüştlerini ispat ettikleri zaman sahip oldukları mallar kendilerine teslim edilirdi.316 e) Mustafa Nâili Paşa’nın Muhafızlığı Döneminde Girit’te Askerler Mustafa Nâili Paşa’nın Girit muhafızı olduğu dönemde adada bulunan askerlere belli miktarlarda mahiye ve tayinat verilmişti. Örneğin, 1837 yılında Kandiye, Hanya ve Resmo’da bulunan sekban askerleri ile topçulara, hapishane erbabına ve kâtiplere ödenen bir aylık mahiye bedellerinin toplamı 116.701, tayinatların toplamı ise 10.814 kuruştu. 317 Tablo 5: Kandiye, Hanya ve Resmo’da bulunan hapishane erbabına ve kâtiplere vs. mürettebata ödenen mahiye ve tayinat Livalar Mahiyat Tayinat bedeli Miktarı Kandiye 50.621 Hanya 49.177 Resmo 16.903 Toplam 116.701 10.814 Genel Toplam 127.515 Girit’te bulunan 893 sekban askerlerine ve reislerine toplam 60.812 kuruş mahiye verilmişti. Tayinat olarak da bulgur ve arpa tahsis edilmişti. Süvarilerin ve keşif ekibinin sayısı 262 olup, bunlara verilen mahiye miktarı 37.870 kuruştu. 316 Konu ile ilgili detaylı bilgi için bkz: Tahsin Özcan, “Osmanlı Toplumunda Yetimlerin Himayesi ve Eytam Sandıkları”, İÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.14, 2006, s.103-120; Mehmet Çanlı, “Eytam İdaresi Sandıkları ve Osmanlı Devlerinde Yetimlerin Ekonomik Haklarının Korunması”,Savaş Çocukları-Öksüzler ve Yetimler, ed. Emine Gürsoy-Naskali ve Aylin Koç, İstanbul 2003, s. 59-86. 317 C. AS, nr. 684/28731 81 Bunlara dağıtılan tayinat, yine bulgur ve arpa olmuştu. Topçu ve cebecilere 14.920 kuruş mahiye verilirken tayinat olarak bunlara sadece bulgur verilmişti. Müşir-i Ekrem olarak Mustafa Nâili Paşa’ya verilen mahiye ve tayinatın toplamı ise 126.075 kuruştu. Netice olarak Girit adasının güvenliğini sağlayan askerlere dağıtılan bir aylık mahiye miktarı toplamda 230.303 kuruş, tayinatın miktarı ise 47.331 kuruştu. Toplamda askerlerin bir aylık masrafı 277.635 kuruş olmuştu. Tablo 6: Girit’te bulunan sekban askerleri ve reisleri Kandiye Piyade askeri 180 Piyade Mehmet Ağa 392 Menatlı Hasim Ağa 121 Ali Ağa 117 Ali Ağa 53 Ahmet oğlu Hacı Ali Ağa 30 Toplam 893 Mahiyat Mehmet Ağa 2.500 Ali Ağa 1.500 Hüseyin Ağa 1.000 Askerlere 55.812 Toplam 60.812 Tayinat Bulgur 20.092 Şair318 720 Süvari ve Kaşifan Nefer Said Bey 208 Kaşifan 54 Toplam 262 Mahiyatı Said Bey 2.500 Süvariler 35.370 Toplam 37.870 Aylık Tayinat Bulgur 5895 Arpa 27360 Topçular Nefer Topçular 105 Arabacılar 41 Cephaneciler 28 Mahiyat 318 Arpa. 82 Bulgur Toplam Mahiyat Toplam Tayinat Genel Toplam 14.920 Aylık Tayinat 3.986 230.303 47.331 277.635 Girit adasına güvenliğin tam olarak sağlanması adına dışarıdan sürekli takviye birlikler gönderilmişti. Genellikle Rumeli taraflarından gelen bu askerlere de belli miktarlarda ödenek tahsis etmek icap etmişti. Yeni gelen askerlere de mahiye ve tayinat dağıtılmıştı. Tablo 7: Preveze tarafından yeni gelmiş olan sekban askerin vs. mürettebatın bir aylık mahiyat ve tayinatı 139.700 Mahiyat Aylık tayinat Bulgur 54213 Küspe 2100 ? 1050 Sadeyağ 420 Fatihan askeri mahiyat ve tayinatları 61.960 Mahiyat Aylık tayinat Bulgur 39040 Küspe 765 ? 187 Sadeyağ 79 Arpa 4590 Hınta319 6120 Girit adasına dışarıdan gelen yeni mürettebatın sayısı çok olduğu için bunlara ödenen mahiye ve tayinat bedelleri de fazla olmuştu. Gelen askerlerin sayısı toplamda 56.675 kişi olup, bunların mahiyatları 371.735 kuruş, tayinatları ise 91.554 kuruş olmak üzere toplam 463.289 kuruş tahsis edilmişti. Buna göre, eski ve yeni mürettebatın mahiyat ve tayinatları kıyaslanacak olursa aradaki fark ortaya çıkacaktır. 319 Buğday. 83 Eski Yeni Toplam Genel Toplam Mahiyat 230.303 371.735 602.038 Tayinat 47.331 91.554 138.885 740.923 Yukarda açıklanan bir aylık mahiye ve tayinat bedelleri ise toplam 1457 kese akçe ile 384 kuruş 15 paraydı.320 Girit adası Balkanlar’dan Mısır’a giden Arnavut askerlerinin bir durak noktası olmuştu. Mustafa Nâili Paşa, adaya gelen bu Arnavut askerlerini Mehmet Ali Paşa adına organize etmiş, askerleri Suriye ve Adana taraflarına göndermişti.321 3) 1838 Cebel-i Lübnan Ayaklanmalarının Bastırılmasında Mustafa Nâili Paşa’nın Katkısı Mustafa Nâili Paşa, 1837 yılında Cebel-ü Lübnan’da Dürzi ve Marunîler isyan ederek Şam havalisine saldırılarınca, 1838’de bir miktar askerle Girit’ten Şam’a gitmişti. Halep’ten gelen Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa ile birlikte 6 ay uğraşarak eşkıyayı tedip ettikten sonra tekrar Girit’e dönmüştü. a) İbrahim Paşa’nın Lübnan’a Hâkim Olması ve Dürzî-Marunî Çekişmesinin Başlaması Doğu Akdeniz sahil şeridinde bulunan Lübnan,322küçük bir yerleşim yeri olmasına rağmen, farklı din ve mezheplere mensup çeşitli toplulukların birlikte 320 C. AS, nr. 684/28731 David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s.25; Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılışından sonra ihtiyaç duyulan insan kaynağı çeşitli yollardan karşılanmıştır. Örneğin, Arnavutlar, sözleşmeli ücretli savaşçı olarak istihdam edilmişlerdi. Gültekin Yıldız, a.g.e., s.212 322 Lübnan, Osmanlı idaresinde Suriye vilayetine bağlı Halep, Şam, Sayda ve Trablus adlı eyaletlerden bazen Sayda’ya, bazen de Şam’a bağlı bir sancaktır. Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, s.129; Lübnan’ın içinde bulunduğu bölge Arapların eş-Şam 321 84 yaşadığı bir yer olmuştu. Bu nedenle Lübnan’da tarih boyunca oldukça çekişmeli askeri ve siyasi olaylar yaşanmıştı. Lübnan’da yüzyıllar boyunca Hristiyanlar ve Müslümanlar iç içe yaşamışlardı. Hristiyanlar içinde en kalabalık mezhep Katolikliği benimsemiş olan Marunîlerdi.323 Dürzîler324 ise Müslüman olup, Sünni ve Şii mezheplerinin dışında kendilerine has gelenek ve ibadetlere sahip bir gruptu.325 Bu iki grup aynı zamanda Lübnan Eyaleti’nin merkezinden geçen Lübnan Dağı’nda yaşayan yerli kabilelerdi. Osmanlı idaresini kabul etmekle birlikte yerel bir aile tarafından yönetilmişlerdi.326 XVI. yy.da Osmanlı Devleti sınırlarına dâhil olan Lübnan’da Osmanlı hâkimiyeti, I. Dünya Savaşı’na kadar 400 yıl boyunca devam etmişti. Osmanlı Devleti, Lübnan’da tüm din ve kültürlerin serbestçe icra edildiği oldukça özerk bir yönetim sergilemişti. Bu dönemde ülkenin en güçlü iki mezhebi Dürzîler ve Marunîler olmuştu. Bu iki mezhep arasındaki rekabet, XIX. yy. da giderek artmış ve bir nevi iç savaşa dönüşmüştü. Dürzîlerin etkinliği giderek azalırken Marunîler gerek ekonomik ve gerek siyasi bakımdan güçlenerek daha etkili bir konuma gelmişti.327 XIX. yy. başlarında Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı toprakları üzerindeki emelleri Lübnan’daki gelişmeleri de yakından etkilemişti. Mehmet Ali Paşa, Rum isyanının bastırılmasında Osmanlı Devleti’ne yaptığı yardımın karşılığında Girit valiliğini almış ancak çok istediği Suriye valiliğini elde edememişti. Girit’te yaşanan ihtilallerden dolayı hoşnut olmamış ve Suriye’yi almayı hedefine koymuştu.328 Bu emelini gerçekleştirmek için oğlu İbrahim Paşa’yı dediği, Türkçe’ de “Büyük Suriye” anlamına gelen yerdedir. Bu bölgenin içinde Lübnan’dan başka Suriye, Filistin ve bugünkü Irak’ın bir kısmı da bulunmaktadır. Haluk Ülman, “1840-1845 Arasında Suriye ve Lübnan’ın Durumu ve Milletlerarası Politika”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, c.18, S. 3,1963, s.243-268; Tufan Buzpınar, “Lübnan”, TDVİA, c.XXVII, s.248254 323 İsmail Taşpınar, “Marunîler”, TDVİA, c.XXVIII, s.71 324 Dürziler hakkında detaylı bilgi için bkz: Şehabettin Tekindağ, “Dürzi Tarihine Dair Notlar”, İÜ Tarih Dergisi, c.7, S.10, s.143-156; Mustafa Öz, “Dürzîlik”, TDVİA, c. X, s.46 325 İrfan C. ACAR, Lübnan Bunalımı ve Filistin Sorunu, Ankara 1989, s.1-7; A. Halûk Ülman, 1860-1861 Suriye Bunalımı: Osmanlı Diplomasisinden Bir Örnek Olay, Ankara 1966, s.6; Cevdet Küçük, “Lübnan Meselesi”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, S. 3, Mart 1987, s.35 326 Enver Ziya Karal, a.g.e., c.V, s.210 327 İrfan C. Acar, a.g.e., s.1 328 HAT, 836/37714 85 Suriye’ye göndermek suretiyle, 1832 yılında bütün Suriye ve Lübnan’ı ele geçirmişti.329 İbrahim Paşa, 1832-1840 yılları arasında Suriye’yi kontrolü altında tutmuştu. Bu dönemde Suriye’de Türklere karşı bir Arap milliyetçiliği oluşmuştu. Hristiyanlara verilen önem dolayısıyla durumları güçlenmiş, fakat buna karşılık Hristiyan-Müslüman çekişmesi körüklenmişti. Bu olaylara Avrupalı Devletler de müdahalede bulunmuşlardı. Dolayısıyla Mehmet Ali Paşa’nın isyanı uluslararası bir boyut kazanmıştı. Avrupalı konsoloslar, Hristiyanların çıkarlarına uygun 330 faaliyetlerde bulunarak etkilerini arttırmışlardı. 1832-1840 yılları arasında Mısır idaresinde kalan Lübnan, etkileri uzun süre devam edecek olaylara sahne olmuştu. Bu dönemdeki idareciler, Kavalalı İbrahim Paşa’nın isteklerini yerine getirmekten öte bir fonksiyon icra edememişlerdi. İbrahim Paşa, bölgede uzun süreden beri oluşmuş dengeleri ve uygulamaları göz ardı eden politikalara başvurmuştu. Osmanlı Devleti'ne karşı Avrupa devletlerinin desteğini kazanmak amacıyla geleneksel olarak gayrimüslimlere uygulanmakta olan ayrımları kaldırmıştı. Bölgede misyoner faaliyetlerini serbest bırakmış, ticarî değeri yüksek olan ipek, pamuk ve sabun gibi mallara tekel sistemi uygulamıştı. Büyük rakamlı askerî harcamaları karşılamak üzere vergileri arttırmış ve zorunlu askerlik uygulamasını başlatarak ciddi isyanlara sebep olmuştu.331 Osmanlı Devleti ile Mısır valisi arasında yaşanan çekişmeler esnasında Marunîler İbrahim Paşa’yı, Dürziler ise Osmanlı Devleti’ni desteklemişti. Yaşanan bu krizde birçok Dürzi Osmanlı safında savaşmıştı. İbrahim Paşa hâkimiyet kurduğu topraklarda yaşayan Hristiyanlara bazı yeni haklar tanımıştı. Bununla birlikte ülkede bir savaş ekonomisi uygulamak istemiş ve vergileri arttırma yoluna gitmişti. Ayrıca ordunun asker ihtiyacını, zorunlu askerlik uygulamasıyla, yerli halktan karşılamak 329 Mehmet Ali Paşa isyanı detayları için bkz. Altundağ, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı ve Mısır Meselesi 1831-1841 330 Ömer Osman Umar, Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye (1908-1938), Ankara 2004, s.11; Marunîler, XIX. yüzyıl ve özellikle de XX. yüzyılın başlarında Avrupalı güçlerin özellikle de Fransa’nın himayesi ile Lübnan’da bağımsız bir Hıristiyan devleti kurabilecekleri düşüncesine kapılmışlardır. Ramazan Işık, “Osmanlının Son Dönemlerinde Marunîlerin Lübnan’da Bağımsız Bir Hristiyan Devleti Kurma Girişimlerinin Fikri Temelleri”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c.XV, Elazığ 2005, s.413-432 331 Tufan Buzpınar, “Lübnan”, s.250 86 istemişti. Bu uygulamalar neticesinde halktan aldığı destek kısmen azalmıştı. Mehmet Ali Paşa’yı Suriye’den atmak isteyen Osmanlı Devleti güneye ordu göndermiş fakat yapılan savaşlar kaybedilmişti. Mehmet Ali Paşa’nın gücünden endişe eden Rusya, Fransa ve İngiltere olaya müdahale ederek 1833 yılında Kütahya antlaşmasının imzalanmasını sağlamışlardı. Buna göre, Suriye valiliği Mehmet Ali Paşa’ya verilecek, İbrahim Paşa da ordusunu Anadolu’dan çıkaracaktı. Ancak isyan bu şekilde sona ermemişti. Her iki tarafta ordularını destekleyerek yeni bir mücadele için hazırlanmaya başlamıştı. Mısır valisi tamamen bağımsızlık olmak için, Osmanlı Devleti de intikam almak için hazırlanmıştı. Bu esnada İbrahim Paşa, ordusunu desteklemek amacıyla birkaç Dürzi genci askere almak istemişti. Fakat Dürziler bu isteği kabul etmemişler ve bir ayaklanma çıkarmak suretiyle tüm Dürzileri harekete geçirmişlerdi. İbrahim Paşa Dürziler ile baş edemeyince Marunî lider Emir Beşir’den yardım istemiş, emrindeki Hristiyan ordusunu Dürzilere karşı göndermesini talep etmişti. Bu zamana dek Dürziler ve Marunîler bu şekilde bir çatışmaya girmemiş olduklarından bir tedirginlik yaşanmıştı. Olası bir Dürzi-Marunî çatışması Lübnan’ın iç siyasi yapısı için kötü sonuçlar doğurabilirdi. Korkulan olmuş ve Emir Beşir İbrahim Paşa’ya direnememiş, emrine bir ordu göndermişti. Mısır ordusu ve Lübnan Hristiyanlarından oluşan karma ordu Dürziler ile 1838 yılında çetin bir savaş yapmıştı. Dürziler fazla direnememiş ve İbrahim Paşa’ya teslim olmuşlardı.332 Hâlbuki Emir Beşir İbrahim Paşa’nın yönetiminden önce 55 yıllık emirliği sırasında, Lübnan’ı iyi idare etmiş, muhtelif unsurlar arasındaki anlaşmazlıkları ortadan kaldırmaya çalışmıştı. Mısır idaresi altına girince, İbrahim Paşa’nın emirlerine göre davranmış ve Dürzilere karşı sert politikalar uygulamak zorunda kalmıştı. Dürzi reisleri sürgüne gönderilmiş, malları müsadere edilmişti. Yapılan bu uygulamalar neticesinde iki grup arasında mevcut eski rekabet gün yüzüne çıkarılmış ve bu rekabet giderek düşmanlığa çevrilmişti.333 332 İrfan C. Acar, a.g.e., s.9-11; Philip K. Hitti, Lebanon İn History, From The Earliest Times To The Present, London 1957, s.433-442; Erdoğan Keleş, “Cebel-i Lübnan’da İki Kaymakamlı İdari Düzenin Uygulanması ve 1850 Tarihli Nizâmnâme”, Tarih Araştırmaları Dergisi, S. 43, Ankara 2008, s.131157. 333 M. Tayyip Gökbilgin, “1840’dan 1861’e Kadar Cebel-i Lübnan Meselesi ve Dürziler”, Belleten, c.10, S. 40, s.641-703; Haluk Ülman, a.g.m., s.245-246 87 b) İbrahim Paşa İle Birlikte İsyana Müdahale İbrahim Paşa, Suriye’nin genelinde bir takım yeni düzenlemeler yapmak istemişti. Yerli halka yeni vergiler yüklemiş ve halkı zorunlu askerliğe tabi tutmuştu. Ayrıca olası bir isyana karşı, halkın elindeki silahları toplamıştı. Bu faaliyetlerini uygulamaya koyduğu en son yer Lübnan bölgesi olmuştu. Lübnan, dağlık ve engebeli bir coğrafya olduğu için yüzölçümüne oranla nüfusu kalabalık bir yerleşim yeriydi. Halkı zor şartlara karşı dayanıklı ve savaşçı bir topluluktu. Nitekim Lübnan halkı, Mehmet Ali Paşa’nın ordusunda daha önceden fiili olarak savaşlara katılmıştı. 1835 yılında Lübnan’ın dağlık bölgesinde, silahların toplanmasına ve asker toplama usulünün uygulanmasına başlanmıştı. İbrahim Paşa önce Müslümanların elindeki silahları toplamış, Hristiyanlara bu uygulamadan muaf olacaklarını beyan ederek desteklerini almıştı. Aksi takdirde her iki grubun da İbrahim Paşa’nın isteklerini yerine getirmeme ihtimali vardı. Dürziler silahlarını teslim etme hususunda biraz tereddüt yaşamışlar ve isyan teşebbüsünde bulunmuşlardı. Fakat daha sonra, sayıca kendilerinden fazla ve teçhizat bakımından üstün olan İbrahim Paşa birliklerine, silahlarını teslim etmişlerdi. İbrahim Paşa verdiği sözü tutmamış, Dürzilerden sonra sırası gelen Marunîlerin de silahlarını ellerinden almıştı. Ayrıca, bu gelişmelerin ardından Dürzilerden sekiz yüz genç askere alınmıştı. Lübnan’da bu tarihten itibaren 1837 yılı Kasım ayına kadar bir sükûnet havası yaşanmıştı.334 Sonrasında Mehmet Ali Paşa, Osmanlı yönetiminin kendisine karşı askeri bir harekâta girişebileceğini dikkate alarak, hazırlık yapılmasını istemişti. Bu talimat doğrultusunda, bütün bölgelerden yeniden asker toplanmasına başlanmıştı.335 Dürziler bir araya gelip İbrahim Paşa’nın taleplerini yerine getirmemeye ve O’na karşı gelmeye karar vermişlerdi. İbrahim Paşa’ya asker verilmeyecek, silahla karşılık verilecekti. Dağlık, engebeli ve girilmesi zor olan Lice bölgesinde toplanmışlardı. Kendilerine, etraftaki kanun ve asker kaçaklarıyla otoriteye karşı gelen her türlü kişi ve topluluğun da katılımıyla sayıları 2000’i geçmişti. Bundan sonra bölgede emniyet ve asayiş ortadan 334 Sebahattin Samur, İbrahim Paşa Yönetimi Altında Suriye, Kayseri 1995, s.76-77 Zengin çocukları 10.000 liralık bir bedel karşılığında askere götürülmekten muaf tutulmuşlardır. Sebahattin Samur, a.g.e., s.78 335 88 kalkmıştı. Eğer mecburi askerlik kaldırılırsa, itaat edeceklerini, çevre köylere zarar vermeyeceklerini beyan etmişlerse de savaş kaçınılmaz olmuştu. Sayıca çok ve iyi donatılmış bir birlik, Dürzilerin üzerine gönderilmişti. Birlik Lice’nin sarp ve engebeli arazisine ulaşınca, Dürziler askeri birliklere karşı koymaya başlamışlardı. Mısır ordusunda bulunan 800 Dürzi asıllı asker, saf değiştirerek aynı mezhepten olduklarının yanında savaşa devam etmişti. Bu gelişme neticesinde Mısır ağır kayıplar vermiş, pek çok asker ve subay öldürülmüş ve başsız kalan asker de dağılmıştı. Bu kayıp Mehmet Ali Paşa’ya bildirilmişti. Paşa, hemen yeni bir komutan görevlendirilmiş ve beraberinde mühimmat ve asker takviyesi yapmıştı.336 Girit adasından da takviye birlikler getirtilmişti.337 Bu aşamada Mustafa Nâili Paşa da göreve dâhil olmuştu. Hizmetinde bulunan askerlerden bir kısmını yanına alarak, 1838 yılı baharında Girit’ten Şam’a gelmişti. Altı ay kadar mücadelede bulunmuş ve isyancılar itaat altına alınmıştı. Sonra tekrar Girit’e dönülmüştü.338 Mehmet Ali Paşa’nın emriyle, Mustafa Nâili Paşa yanına 4000 Arnavut askerini alarak, Girit’ten Şam’a gelmişti. Aynı zamanda İbrahim Paşa da Şam’a ulaşmıştı. Mustafa Nâili Paşa ve İbrahim Paşa’nın birlikleri burada birleşerek Havran bölgesine hareket etmişlerdi. Civardan kendilerine katılmaları emredilen birlikler de hazır olduktan sonra, komutanlarla bir toplantı yapılmış ve harekât başlamıştı. İbrahim Paşa, birlikleri Şerif, Süleyman ve Mustafa Nâili Paşaların emrinde 3 gruba ayırmış, bir gruba da kendisi kumandanlık yapmıştı. İbrahim Paşa, Lice’de bulunan en önemli su kaynaklarını hedef almıştı. Bu durumu haber alan Dürziler, su kaynağının ellerinden çıkmaması için orduya engel olmak istemişler ve mecburen ortaya çıkmışlardı. Arka arkaya yapılan çatışmalarda Dürziler, büyük kayıplar vererek yenilmişlerdi. Dürziler bir miktar silahı teslim etmek zorunda kalmışlardı. İbrahim Paşa bu esnada bulduğu su kaynaklarını ya tahrip etmiş ya da zehirlemişti. Yaz mevsiminin de başlamasıyla suyu tükenen Dürziler ihtiyaçlarını görecek suyu bulamayınca Lice’yi gizlice terk etmişler, suyun daha bol olduğu yine engebeli bir 336 Sebahattin Samur, a.g.e., s.83 HAT, nr. 374/20431/A, B 338 Mehmet Süreyya, a.g.e., c.IV, s. 480; Ahmet Rıfat, a.g.e., s.55; İsmet Parmaksızoğlu, a.g.m., s. 80; Mustafa Naili Paşa bu sırada 40 yaşındadır. Paşa’nın İbrahim Paşa ile yaptığı bu ortak mücadelesi ilk değildir. Daha önce de birlikte mücadelelere katılmışlardır. 337 89 araziye Lübnan’a doğru ilerlemişlerdi. Dürziler kendilerini destekleyen bazı gruplarla birlikte Beka vadisinde İbrahim Paşa’nın yolladığı askerlerle yeni bir çatışma yaşamışlardı.339 Dürziler atağa geçerek İbrahim Paşa’nın ikmal yollarını kapatmayı planlamışlardı.340 1500 kişilik bir grup Beka’da bekleyerek bir yolu, diğer grup ise Raşiya Kalesi’yle olan irtibatı kesmişti. İbrahim Paşa bunun üzerine Mustafa Nâili Paşa’ya haber göndererek yardım istemiş, birlikleriyle yanına gelmesini emretmişti. Mustafa Nâili Paşa askerlerini alıp hemen yola çıkmıştı. Yolda Dimas’ın zapt edildiğini görmüş ve burada dört gün kadar oyalanmıştı. İbrahim Paşa da Dimas’a gelmiş ve burada uzun süren çarpışmalar yaşanmıştı. Sonunda Dürziler ağır kayıplar vererek kaçmışlardı. İbrahim Paşa kazanılan zafere sevinmiş fakat daha etkili çareler bulmak için tekrar harekete geçmişti. İbrahim Paşa Dürzilere karşı son ve öldürücü vuruşu yine kendileri gibi dağlı ve savaşçı olan Marunîler ile yapmıştı. Bu konuda Mehmet Ali Paşa’nın da onayını ve desteğini almıştı. Cebel’deki Marunîlerin hepsi silahlandırılmıştı. Mısır’dan gönderilen silah ve mühimmatlar ile desteklenmişlerdi.341 Dürzilerin üzerine altı alay piyade ve bir alay süvariyle Mustafa Nâili Paşa kumandasında üç bin Arnavut askeri gönderilmişti.342 İbrahim Paşa, Mustafa Nâili Paşa ile birlikte yanlarına Marunîleri de alarak Dürzilerin olduğu yere gitmişti. 23-24 Temmuz 1838 tarihlerinde Cen’am köyü civarında meydana gelen çatışmada 400’ den fazla Dürzi öldürülmüştür Sağ kalanlardan birazı silahlarını atarak teslim olmuş, bir kısmı da kaçmıştı. Kaçan 300 kadar Dürzi, köyleri talan ederek Lice’ye varmıştı. İbrahim Paşa’nın teslim çağrısını önce kabul etmişler sonra tekrar isyana devam etmişlerdi. Dürzilerin tekrar Lübnan’ın dağlık tarafına geçtiğini haber alan İbrahim Paşa yanına Mustafa Nâili Paşa ve diğer komutanları da alarak Lübnan’a yönelmişti. Dürzi liderler İbrahim ve Mustafa Nâili Paşaları 8 gün gibi bir süre boyunca epey uğraştırdıktan sonra nihayet teslim olmuşlardı. Nihayet 1838 yılı Ağustos ayında Dürzi isyanı sona ermişti. İsyan, İbrahim Paşa’ya çok pahalıya mal olmuştu. Toplamda 20 bine yakın askeri öldürülmüştü.343 Mustafa Nâili Paşa’nın 339 Sebahattin Samur, a.g.e., s.83-85 HAT, nr. 830/37509/C 341 Sebahattin Samur, a.g.e., s.86 342 HAT, nr. 373/20413/C 343 Sebahattin Samur, a.g.e., s.87 340 90 ordusunda da kayıplar olmuştu. Dürzi isyanının sona ermesiyle, Mustafa Nâili Paşa’nın buradaki görevi sona ermiş ve Girit’e geri dönmüştü. Mehmet Ali Paşa, Suriye bölgesinde uyguladığı politika ile hiçbir kazanç elde edememişti. İsyanlar neticesinde Suriye’den elde ettiği askerden daha fazlasını feda etmek zorunda kalmıştı.344 344 Şinasi Altundağ, “Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Suriye’de Hâkimiyeti Esnasında Tatbik Ettiği İdare Tarzı”, Belleten, c.VIII, S.30, Ankara 1994 s.231-243 91 İKİNCİ BÖLÜM MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN GİRİT’E VALİ OLARAK ATANMASI VE 1841 İSYANI A) MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN GİRİT VALİSİ OLARAK ATANMASI VE KAPI KETHÜDASI NURİ BEY’İN GİRİT’E GÖNDERİLMESİ 1831 yılında meydana gelen isyanı bastırmak koşuluyla Girit’in idaresi Mehmet Ali Paşa’ya verilmişti.345 Mısır askerlerinin yardımıyla bastırılan isyan sonrası Mehmet Ali Paşa, Girit’te Zirâi, ticari ve askeri bakımdan Mısır’dakine benzer bir sistem kurmaya çalışmıştı. Fakat Nil Nehri kenarındaki Mısır ile Girit arasında çok fark vardı. Girit’in idaresini temsilcisi olarak atadığı Mustafa Nâili Paşa’ya bırakmıştı. Mehmet Ali Paşa, bir süre sonra Yunan tahrikleriyle sürekli isyan rüzgârlarının estiği Girit’te kalmanın kendisine bir fayda getirmeyeceğini hatta zarar vereceğini anlamıştı.346 Mehmet Ali Paşa, 15 Temmuz 1840’da imzalanan Londra Antlaşmasıyla347 yönetimden tamamen çekilmiş ve ada üzerindeki tasarruf hakkını kaybetmişti. Böylece Girit’in yönetimi yeniden Osmanlı Devleti’nin eline geçti. Mısır yönetiminin kuruluşundan beri Girit’te asker başbuğu ve muhafız görevlerinde bulunan Mustafa Nâili Paşa, bundan sonra da görevine devam etti. Ancak bu defa 1840 yılında 32 yaşında olan Mustafa Nâili Paşa adaya vali olarak vezir rütbesi348 ile atanmıştı.Bundan sonra Mustafa Nâili Paşa, Girit’te Mehmet Ali Paşa adına değil, Osmanlı sultanının adına hizmet etmiş, adanın daimi valisi olmuştu. Artık Mehmet 345 Mehmet Salahi, a.g.e., s. 3-4 Kamil Paşa, Tarih-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye, Matbaa-i Ahmet İhsan, Dersaadet 1326, s. 121 347 Mecmua-i Muahedat, c.IV, s.209 348 Valilik, vekillik gibi yüksek rütbelerde bulunan, “Paşa” unvanını taşıyan kişidir. Ferit Develioğlu, Osmanlı Türkçesi Lügati, s.1382 346 92 Ali Paşa ile yolları ayrılmıştı. Mustafa Nâili Paşa’nın devlete ve Osmanlı hanedanına bağlılığı takdir edilmişti.349 Mustafa Nâili Paşa, Mısır’da pek çok malı bulunduğundan Girit’e gitmeyi adanın -hayatı boyunca kendisine verilmesi- şartıyla kabul etmişti. Bu talep başlangıçta, o zamanın şartlarına uygun olmadığı için hoş karşılanmamıştı. Ancak adanın hassas durumu ve Yunanlıların göz diktiği bir bölge olması sebebiyle bu istek kabul edilmişti. Zirâ Yunanlıların sürekli çıkarmak istedikleri fesat hareketlerinden ve Müslümanlarla reayanın arasını açma çabalarından adayı ancak Mustafa Nâili Paşa koruyabilirdi. Zirâ Paşa, yıllardır Girit’te çeşitli vazifelerde görev almış biri olarak iki grup arasında dengeyi kurabilecek kapasitedeydi. Paşa’nın bu teklifi mecliste yapılan müzakereler sonucu dolaylı yoldan kabul edilmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın görevlendirilmesi sefaretler tarafından da uygun bulunmuştu. Hayat boyu görevde kalma şartı kabul edilmemiş olsa da, adayı iyi şekilde idare etmesi durumunda sebepsiz yere görevden alınmayacağına dair padişah tarafından kendisine teminat verilmişti.350 Mecliste yapılan görüşmeler neticesinde ve padişahın da onayıyla Mustafa Nâili Paşa’ya Girit valiliği tevcih edilmiş ve neticede Paşa, vezirlik nişanı ile eyalete görevlendirilmişti. Bu kararın İstanbul’dan uygun bir memurla Girit’e gönderilmesi gerekmekteydi. Kapı kethüdalarından Nuri Bey, bilgin kişilerden olup, bu memuriyete muktedir görülmüştü. Mustafa Nâili Paşa’ya hitaben yazılan padişah emri, Nuri Bey vasıtasıyla Girit’e yollanmıştı.351 Kapı kethüdası Nuri Bey’in Girit’e donanmaya ait bir vapurla değil de, müttefik devletlerin gemisiyle adaya gönderilmesi, reayanın, müttefik devletlerin de 349 Mehmet Süreyya, a.g.e., c.IV, s. 480, Ahmet Rıfat, a.g.e., s.55; Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311; İsmet Parmaksızoğlu, a.g.m., s. 80 350 İ. MTZ (05), nr. 5/121; Girit’e görev kâğıdını götürmek üzere tayin edilen Kapı kethüdası Nuri Bey, Girit’ten İstanbul’a dönenerek, Mustafa Naili Paşa’nın vazifeyi, ömür boyu olması şartıyla kabul edeceğini padişaha bildirmişti. Bu esnada Nuri Bey padişaha, daha önce çıkan isyanın Mustafa Naili Paşa tarafından kolay bir şekilde bastırılarak bölgenin tekrar Osmanlı idaresi altına alındığıyla ilgili malumatı da bildirmişti. Mustafa Naili Paşa’nın vazifede devam edecek olması ile ilgili padişahın vermiş olduğu kararda kendisinin adada göstermiş olduğu başarılı idarenin etkisi olduğu anlaşılmaktaydı (İ. MTZ. GR, nr. 1/3). 351 İrâde Dâhiliye (İ. DH), nr. 20 /976; İbnülemin, a.g.e., c.I, s.75; Reşat Kaynar, Mustafa Reşid Paşa ve Tanzimat, Ankara 1985, s.338-354 93 Osmanlı Devleti’ni desteklediğini görmesine vesile olacaktı. Bu durum Avusturya elçisine haber verilmiş, Nuri Bey’in Girit’e -vapur masrafları karşılanmak üzereAvusturya brik352 gemisiyle gönderilmesine karar verilmişti.353 Kısa bir süre sonra Girit’e ulaşan Nuri Bey, padişahın emrini Mustafa Nâili Paşa’ya teslim etmişti. Adada törenlerle karşılanan Nuri Bey’in getirdiği ferman, içlerinde halkın ve adanın ileri gelenlerinin de bulunduğu bir topluluk karşısında okunmuştu. Adadaki askerlere resmi elbise ve nişan verilmesi gerekmekte idi, fakat henüz İstanbul’dan kıyafetler gelmemişti. Elbiselerin değişmesi, ada askerlerinin artık Mısır’a bağlı olmaktan çıkıp direkt olarak Osmanlı Devleti’ne bağlı olması anlamına gelecekti. Bu elbise ve nişanlar için askerlerin sayılarının bilinmesi gerekliydi. Bu yüzden defterler hazırlanıp gönderilecekti. İstanbul’la devamlı haberleşmek ve adanın güvenliğini sağlamak için Tersane-i Amire’den bir vapur tahsis edilmesi gerekiyordu. Mustafa Nâili Paşa’ya valilik görevi verildikten sonra kendisinin danışmanı gibi vazife gören Girit Karantina Müdürü Mösyö Kaporal’i İstanbul’a göndermişti. Kaporal, adanın yönetimiyle ilgili hazırlamış olduğu bir layihayı padişaha sunmuştu. Layihada Girit’in idari, sosyal ve ekonomik konularına dair bilgiler yer alıyordu. Hatta Kaporal, raporunda bazı tavsiyelerde bulunmuştu. Bu layiha mecliste müzakere edildi. Kaporal, Osmanlı hâkimiyetine geçtikten sonra adada huzur ortamının artacağına olan inancından ve yönetime duyduğu güvenden bahsetmişti.354Ayrıca Mustafa Nâili Paşa, Mösyö Kaporal vasıtasıyla kendisine bir divan kâtibi gönderilmesini talep etmişti. Bu talep üzerine Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi Mustafa Nâili Paşa’nın divan kâtibi olarak Girit’e gönderilmişti.355 Girit’in Mehmet Ali Paşa yönetiminden alınıp tekrar Osmanlı hâkimiyetine girmesinden ve Mustafa Nâili Paşa’nın devletin resmi valisi olarak Girit’e 352 Buharlı gemilerin icadından önce kullanılan yelkenli savaş gemilerinden beşinci sınıfı teşkil eden, korvetten küçük geminin adıdır. M. Zeki Pakalın, a.g.e., c.I, s.244 353 İ. MTZ. GR, nr. 1/2; Nuri Bey’e ayrıca 20.000 kuruş harcırah verilmişti (İ. DH, nr. 26 /1238). 354 İ. MTZ. GR, nr. 1/4 355 Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, kendi yazdığı tarihinde Mustafa Naili Paşa’yı bu tavrından dolayı eleştirmiştir. İstanbul görmemiş ve devlet usüllerini öğrenmemiş bir zat olduğunu yazmıştır.Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, Tarih-i Ata, c.III, İstanbul 1291-1293, s.206-207 94 atanmasından hemen sonra adada, Yunanlıların tahrikleriyle yeni bir isyan çıkarılmıştı. Girit’in bu şekilde, tekrar doğrudan, Osmanlı idaresi altına girmesinden kısa bir süre sonra Girit’e tekrar dönmüş olan Yunan mültecileri tarafından ada reayası isyana teşvik edilmişti. Girit ihtilalinde Yunan Devleti tarafından gizli yardımlar yapılmış, bazı reaya ihtilalden dolayı sınırları geçmişti. Bu suretle yer yer mahalli isyanların birbirini takip ettiği görüldü. Asiler, büyük devletlerin yardımını talep etmişlerse de bu girişimler bir sonuç vermedi. Mustafa Nâili Paşa, 1841 yılı boyunca Yunan mültecilerinin tahrikleriyle çıkarılan bu ayaklanmalarla uğraşmak zorunda kalmıştı.1841 Girit isyanının seyri, Yunanlı tahrikçilerin adaya gelişiyle başlamıştı.356 Mustafa Nâili Paşa’nın isyana karşı aldığı tedbirler sonrası konsolosların müdahaleleri söz konusu olmuştu. Rum ahali ile yapılan müzakereler de işe yaramayınca isyan kaçınılmaz olmuştu. İsyan, Mustafa Nâili Paşa’nın gayreti ve nihayet Girit’e gelen takviye birliklerin yardımı ve abluka usulünün uygulanmasıyla çok fazla büyümeden bastırılmıştı.357 Mustafa Nâili Paşa’ya, mecliste yapılan görüşmeler neticesinde, Girit gibi önemli bir yeriyıllardır iyi bir şekilde idare etmekte olduğundan dolayı devlet tarafından takdir edilmiş ve kendisine 9 Nisan 1849 tarihinde vükelalık nişanı verilmişti.358 Paşa, kendisine tevcih edilen bu nişandan dolayı şükranlarını bildirmişti.359 Girid Müşiri Mustafa Nâili Paşa’ya verilen vükelalık nişanının Darbhane-i Amire’de imal edilerek kendisine verilmesi hususunda maliye Nâzırına bir ferman yazılmıştı.360 Kendisine verilen vükelalık nişanı imal edilmekte 356 1841 isyanının tarihi, hicri takvime göre 1256’ya tekabül eder ki, Kâmûsü’l-A’lâm adlı eserde isyanın tarihi olarak 1265 yazılmıştır. Muhtemelen 5 ve 6 rakamları yanlış basılmıştır. Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311 357 Bekir Sıtkı Baykal, a.g.m., s.383; Tahmiscizade Mehmet Macid, a.g.e., s.16; Mehmet Salahi, a.g.e., s.4-1967; Metin Hülagü, a.g.m., s.329; Cemal Tukin, a.g.m., s.796; Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s.9; Ahmet Rıfat, a.g.e., s.56 358 İ. DH nr. 192/10768 359 Hâriciye Nezâreti Metubi Kalemi (HR. MKT), nr. 26/7; İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c. I, s.75; Ahmet Rıfat, a.g.e., s. 56; İsmet Parmaksızoğlu, a.g.m., s. 80; Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311 360 A. MKT nr. 193/71 95 olduğundan, daha önce tevcih edilmiş olan vezaret nişanı ise darbhaneye teslim edilmişti.361 Mustafa Nâili Paşa’nın 1851 yılına kadar süren valilik döneminde Girit, sürekli Osmanlı Donanması’na erzak sağlamıştı. Bazı batılı yazarlar tarafından bu sürenin sonunda adanın bir çöl haline geldiği tezi ileri sürülmüş olsa da, aksine bu dönem, Osmanlı idaresinin adada yeniden tesisi bakımından oldukça faydalı olmuştu. Osmanlı idaresinin yeniden kurulmasının ardından sık sık yerel isyanlar yaşanmışsa da, bunlar Mustafa Nâili Paşa tarafından kolaylıkla bastırılmıştı.362 B) GİRİT’TE ASAYİŞİN BOZULMASI VE ALINAN TEDBİRLER Girit halkı, uzun yıllar çeşitli milletlerin türlü idareleri altında yaşarken sulh ve sükûnu bozucu fikirlerle yoğrulmuş olmalarından dolayı bu idarelerin hiçbirisinden memnuniyet duymamış, uzun süreli bir sükûnet dönemi yaşayamamış ve huzuru kolayca bozabilen bir karakter sergilemişti.363 Ada ahalisi hiçbir zaman, serbestlik ve hürriyetlerinin iadesi uğruna rahatlarını feda etmekten çekinmemişti.364 1841 yılına gelindiğinde, dışarıdan gelen Rum eşkıya ile beraber adada huzursuz günler tekrar başlamış oldu. 1) Rum Eşkıyanın Adaya Gelişi ve İlk Faaliyetleri Girit adası reayasını kandırmak suretiyle isyana teşvik etmek için Yunanistan’dan bir takım şahıslar adaya gelmişlerdi.365 Mustafa Nâili Paşa, taşrada 361 C.DH. nr. 118/5859 A. Nükhet Adıyeke, a.g.e., s.20 363 Metin Hülagü, a.g.m., s.322; Şemseddin Sami, Kâmûsü’l-A’lâm, c. V, İstanbul 1314, s. 3857 364 Ada ahalisi tarafından, Venedikliler zamanında 15 ihtilal çıkarılmıştı. Ahmet Rıfat Efendi, Lügat-i Tarihiyye ve Coğrafiyye, c.V-VI-VII, Tıpkıbasım, Ankara 2004, s. 82; İsyanlarıyla meşhur Girit adası, antikçağlardan beri konumu nedeniyle önemli bir merkez olmuştur. Denizciler için, Doğu Akdeniz’in kapısı ve karasal anlamda da İstanbul ile o dönemde henüz Osmanlı toprağı sayılan Kuzey Afrika arasında bir atlama taşı idi. Mahir Aydın, Girit Sarı Kitap, İstanbul 2008, s.11 365 İ. MTZ. GR, nr. 1/5 362 96 görevli muhafızlardan bir süreden beri Girit ahalisi arasına nifak sokmak amacı ile bu kişilerin adaya gelmiş olduğunu haber almıştı. Bu yüzden ada sahillerinin sıkı bir şekilde muhafaza edilerek bütün gelişmelerin kendisine bildirilmesini istemişti.366 Hanya Kale’sinde oturan âlimler, makam sahipleri, hocalar, şeyhler, imamlar, hatipler gibi ileri gelenler ve ahali tarafından Mustafa Nâili Paşa’ya hitaben bir dilekçe yazılmıştı. Ada reayası arasında fitne çıkarıp huzuru bozmak amacıyla, Mora tarafından birkaç kayık Seline ve İsfakya sahillerine silahlı olarak çıkmışlardı. Kendilerine Seline ve İsfakya reayasından bir grup eşkıya da katılmıştı. Bunlar yayınlamış oldukları beyannâmede niyetlerinin kötü olmadığını ilan etmişlerdi. Alınan bu haberler, Mustafa Nâili Paşa tarafından Bâbıâli’ye bildirilmişti. Bu esnada eşkıya, sahillere kayıklarıyla çıkmaya ve fesat çıkarmaya yönelik faaliyetlere devam etmekteydi.367 Kisamo(Kastellion)368 nahiyesinden Hacı Ali Ağa adlı bir şahıs, Mustafa Nâili Paşa’nın yanına gelerek Dokuzpare sahilindeki limanda üç-dört kayık görüldüğünü haber vermişti. Derhal muhafız memuru ile beraber limana giderek orada bulunan beş-on çobana sorulduğunda kayıklardan üç tanesinin bu limana yanaştığı ve on Rum’un adaya indiği öğrenilmişti. Bu kişiler “Mora taraflarından geldiklerini” söylemişlerdi. Kayıklardan biri diğerini çekerek Seline nahiyesi sahiline doğru gitmişti. Bu haberler üzerine Mustafa Nâili Paşa, Seline(Kdano)369 ve İsfakya(Sfakion-Sultaniye)370 nahiyeleri sahillerinin de kontrol edilerek gelişmelerin kendisine bildirilmesini istemişti. Ertesi gün otuz kişiyle beraber kayıkların görüldüğü yere gidilerek iki Hristiyan aracılığı ile gelenlerin niyetlerinin ne olduğu öğrenilmeye çalışıldı. Gemilerde bulunanlar, “Mora’dan geldiklerini ve hepsinin beş yüz kişi olup amaçlarının savaşmak değil, görüşmek olduğunu” ifade etmişlerdi. Ancak Müslümanlar, kayıklarla gelen Rumları hırsız zannederek korkmuşlar ve tedirgin olmuşlardı. Güvenliklerini tehlikede gördüklerinden, çocuklarını alıp başka 366 İ. MTZ. GR, nr. 1/7, lef 5 İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 9 368 Tahir Sezen, a.g.e., s. 313 369 a.g.e., s. 440 370 a.g.e., s. 567 367 97 yerlere taşınmaya başlayan ahali, her türlü saldırıya hazır olmak istediklerini ifade ederek, silahlanmalarına izin verilmesini talep etmişlerdi.371 2) Mustafa Nâili Paşa’nın Nahiye Muhafızlarına Yaptığı Uyarılar Rum eşkıyanın adaya gelişinden sonra ortaya çıkan sıkıntılar üzerine, Girit adasında meydana gelen bazı fesat olaylarının önlenmesine dair vali Mustafa Nâili Paşa tarafından nahiyelerde görevli olan kişilere aralıklarla uyarı mahiyetinde mektuplar gönderilmişti. Mustafa Nâili Paşa, nahiyelerde bulunan görevlilerden de gelişmelerle ilgili kendisine bilgi vermelerini istemişti. Mustafa Nâili Paşa, ilk olarak 24 Şubat 1841 tarihinde, İsfakya muhafazasına memur Mehmet Ağa’ya bir yazı yazmıştı. Öncelikle Dokuzpare sahilinden Seline’ye giden üç dört kayık olduğu istihbaratı üzerine, İsfakya ve Ayvasil nahiyeleri kıyılarına güvenilir adamlar gönderilmesini istemişti. Söz konusu kayıkların İsfakya kıyılarına yanaşıp yanaşmadığının öğrenilmesini, yanaşmışlarsa karaya adam çıkarıp çıkarmadıklarının tahkik edip bildirmesini ve kendisinin şimdilik Resmo Nahiyesine bağlı bir köyde bulunmasını istemişti. Mustafa Nâili Paşa, mektubunda Mehmet Ağa’nın, gerekirse yerine bir askerini bırakıp, kimse fark etmeden güvendiği adamlarla beraber kendi yanına gelmesini istemişti. Son olarak Apakoron’daki bölükbaşlarına, çağrıldıklarında hemen gelmek üzere hazır bulunmaları için ikaz edilmeleri istemişti. Mustafa Nâili Paşa, Seline memuru Ali Ağa’ya yazdığı mektubunda ise, Seline sahillerinde bulunan Sevde Limanı’na dört kayığın geldiği haberinin doğru olup olmadığının araştırılmasını istemişti. Eğer doğru ise kayıklardaki adamların hırsız oldukları ilan edilerek halkın bunları kıyıya çıkarmasına engel olunmasını, hatta kovmalarının temin edilmesini emretmişti. Mustafa Nâili Paşa ilaveten, 371 İ. MTZ. GR, nr. 1/7, lef 6 98 olaylarla ilgili neticenin kendisine bildirmesi gerektiğini ifade etmişti. Bu arada Hanya meclisine haber gönderilerek 10 bin okka peksimet siparişi verilmişti.372 Mustafa Nâili Paşa, Granbose Kalesi görevlilerine, kaleyi iyi muhafaza etmeleri ve içeriye kimseyi almamalarını emretmişti. Eğer içinde çok fazla kişinin bulunduğu bir kayık kötü hava sebebiyle kıyıya yanaşmak isterse hemen oradan uzaklaştırılmasını, zararsız ise hava düzelinceye kadar kale dışında bekletilmesini istemişti. Mustafa Nâili Paşa, topçulara da uyanık olmaları gerektiği konusunda uyarılarda bulunmuştu. Resmo’da memur Binbaşı Hasan Ağa’ya, Seline’ye Mora tarafından birkaç isyancı gelip adada ihtilal çıkarmak istese de bir süre sonra bunlar adadan def olup gidecekleri için, asıl olarak kalenin muhafazasına çok dikkat edilmesi gerektiği söylenmişti. Mustafa Nâili Paşa, Kandiye ve Resmo meclislerine de uyarı yazıları göndermişti. Cephanelerde bulunan top ve fişek barutu, hazır kurşunlu fişek ile sade kurşun ve külçe kurşun sayılarının gizlice öğrenilip kendisine bildirilmesini istemişti. Her gün kale kapılarından ne kadar Hristiyan’ın girip çıktığını öğrenmek için bir memur görevlendirilip, bu sayıların kimsenin haberi olmadan iki üç günde bir kendisine rapor edilmesini emretmişti. Kalenin muhafazası hususunda da gayret gösterilmesini bildirmişti. Hanya meclisinde görevli olan Halim Bey’e cephanedeki bozuk tüfekleri hemen ustalara dağıtıp tamir ettirmesi ve tamir ettirdiği tüfeklerden 30 tanesini Kisamo Kalesi’ne göndermesini emretmişti. Mustafa Nâili Paşa, Kandiye’deki memurlara ve Resmo’da görevli Binbaşı Hasan Ağa’ya, korumakla mükellef oldukları kalelerde bulunan tabyalara ve karakollara askerler yerleştirmelerini, kalenin muhafazası için gereken bütün tedbirleri almalarını tembihlemişti. 372 Mehmet Tahir, elinde bulunan 1000 kantar peksimeti Hanya’ya göndermiştir. Her ne kadar bunların pişirilmesine başlanmış olsa da Hanya’da mevcut olan fırınlarda günlük 1.000 taneden fazla peksimet pişirmek mümkün olmadığından Ordu-ı Hümayun ile kale muhafızları ve diğerlerine günlük 4.000-5.000 kadar peksimet gerekli olduğundan hemen 2000 kantar peksimetin gönderilmesi gerekmiştir (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 81) 99 Mustafa Nâili Paşa, daha önceden kendisine bildirilmiş olan Kisamo Kalesi’nde ihtiyaç duyulan mühimmatın373 tedarik edilmesi için Hanya Divan Nâzırı Kutbî Efendi’ye haber yollamıştı. İhtiyaç duyulan bu malzemelerin cephaneden tedarik edilip kayıkla Kisamo Kalesi’ne, beş yük kurşunlu fişeğin de Seline memuru Ali Ağa’ya gönderilmesini emretmişti. Ayrıca Mustafa Nâili Paşa, buradaki cephanelerde ne kadar top barutu, fişek barutu, kurşunlu fişek, sade kurşun, külçe kurşun olduğunu öğrenmek istemişti. Seline memuru Ali Ağa’ya 5 yük kurşunlu fişek gönderilmiş ve bu fişekleri şimdilik güzelce muhafaza etmesi tembihlenmişti.374 3) Nahiye Muhafızlarından Mustafa Nâili Paşa’ya Gelen Haberler Girit sahillerine kayıklarla gelen kötü niyetli kişiler, köylerde fesat çıkarmaya yönelik faaliyetlerde bulunmaya başlamışlardı. Bu yüzden adanın asayiş ve emniyetinin sağlanması, gerekli asker ve mühimmat sevkiyatının yapılması için Mustafa Nâili Paşa’ya adanın çeşitli nahiyelerinden yardım talep eden mektuplar gelmişti.375 Nahiye muhafızları tarafından Türkçe ve Rumca olarak yazılmış olan bu mektuplarda kendi bölgelerindeki gelişmelerden de bahsedilmişti. Gelen haberlerden bazıları benzer bilgilerden bazıları da farklı bilgilerden oluşmaktaydı. Mesela Ali Ağa mektubunda, Seline sahilinde 5-6 kayığın kıyıya asker çıkardığı haberi üzerine, sahile inildiğini ve kıyıya demir atmış 4 tane gemi görüldüğünü bildirmişti. Aralarında iki Hristiyan’ın da bulunduğu bir grup ahali, kıyıya giderek gemidekilerin ne istediklerini sormuştu. Alınan cevap yine aynıydı, Mora’dan 500 kişi ile birlikte savaşmak için değil, söyleşmek için geldiklerini belirtmişlerdi. Ali Ağa, ayrıca cephanelerinin yoklandığını ve üç varil siyah baruttan başka malzeme olmadığını, topçu ve ahalinin çoğunda silah bulunmadığını, kırma elli tüfek lazım olduğunu belirtmişti. 373 4 sandık kurşunlu fişek, 6 sandık top barutu, 5 okkalık 300 gülle, 4 düzine barut kesesi, 2 okka çiriş, 5 okka fitil, 1 çift tekerlek ve 200 tüfek taşı (İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 9). 374 İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 9 375 İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 7 100 Seline nahiyesi ahalisinden gelen Rumca mektupta ise, çobanlar tarafından gece kıyıya gelen dört kayıktan üç kişinin indiği görülmüştü. Bu üç kişi köyde Cani adında birisinin evine gitmiş ve Cani onlara “siz çok kişi misiniz?” diye sorduğunda cevap olarak, dağınık halde geldikleri için arkada on tane daha kayığın olduğunu, dört kayıktan birisinin ise İsfakya’ya gittiğini söylemişlerdi. Mora’dan geldiklerini, Müslüman ya da Hristiyan hiç kimseyi incitmek niyetinde olmadıklarını, Mustafa Nâili Paşa ile söyleşmek üzere gelip toplanacaklarını ifade etmişlerdi. Seline nahiyesi memurlarından İsmail Bey ile ahalisinin bildirdiğine göre ise, iki gün evvel limana gelen dört gemide düşman kâfirlerin olduğu, Seline sahilinde üç adet kayığın Sevde tarafına gidip geldikleri bildirilmişti. Daha öncekilerden farklı olarak buradan gelen haberde, yapılan araştırma sonucunda bunların düşman gemisi olduğu ve kavga çıkarma niyetinde oldukları haber verilmişti. Yine Seline nahiyesinden Ali Çavuş ve Bilal’den gelen mektuplarda, mecliste yapılan konuşmalardan bahsedilmişti. Burada, 3-4 gün zarfında nahiyede herkesin harmanlarını ve hayvanlarını alıp şehre götürdüğü belirtilmişti. Aya Marina köyünden olanlar hayvanlarını dağıtmışlardı. Nahiyede kalanlar ile buranın muhafazası yapılamayacağı için geri dönmezlerse nahiyeye asker gönderilmesi gerekecekti. Kandiye meclisinde vekil Mustafa Efendi’nin bildirdiğine göre, bazı reayanın silah satın aldığı haberi üzerine bunun doğru olup olmadığı konusunda araştırmalar yapılmaktaydı. Resmo meclis üyesi Mustafa Efendi, Mustafa Nâili Paşa’nın daha önce verdiği talimat üzerine kalelerdeki mühimmatın durumunu tespit etmişti. Buna göre, cephanede işe yarayacak malzemenin olmadığı ortaya çıkmıştı. Tabyalardaki top kundakları çürük ve kırık olup bunların tamire ihtiyacı vardı. Ayrıca çok fazla baruta ihtiyaç duyulmaktaydı. Gerekli malzemenin bir listesini yapmak üzere 5 kuruş yevmiye ile iki kâtip tayin edilmişti. 101 Resmo meclis üyesi Mustafa Efendi, Mora tarafından Seline ve İsfakya taraflarına çeşitli rivayetlere göre 300’den 2.000 kişiye kadar haydut çıktığı ile ilgili sözler duyulduğu için köylerde oturan Müslümanların telaşa kapılıp, ailelerini korumak için daha güvenli yerlere götürdüklerini haber vermişti. Dokuz Pare köyleri memuru Azîr Ağa gönderdiği Rumca mektupta, kıyıya gelen kayıkların içinde asker olduğunu öğrendiğini yazmıştı. Azîr Ağa’nın gönderdiği başka bir Rumca mektupta belirttiğine göre, önceki gün bu sahillere gelen ve daha sonra giden kayıklardan iki kıtası geri dönmüş, kalanı kıyıda demirlemişti. Durumu anlamak üzere gönderilen üç güvenilir kişi, burada Avrupa tarzındaki kıyafetleriyle dört Girit asıllı Hristiyan ve kırk kadar Giritli olduğunu görmüştü. Bu kişiler kendilerinin buraya büyük devletlerin izniyle ve haklarını aramak için geldiklerini, kimseye zarar vermeyeceklerini ifade etmişlerdi. İsfakya ahalisinden Yanbozaki adlı Rum’dan gelen mektubun ayrı bir önemi vardı. Zirâ mektupta ahalisinin isyancılara uymadığı yazılıydı. İsfakya ahalisinden gelen başka bir Rumca mektupta, Mora’dan gelenlerle görüşüldüğü ve isyancıların Girit ahalisi gibi hak talep etmek üzere geldikleri yazılıydı. İsfakya’da memur Hüseyin Bey, bölgeye yabancı kayıkların geldiğini haber vermiş, iş işten geçmeden bir an evvel asker gönderilmesi gerektiğini eklemişti. Apokaron nahiyesi memuru Cemal Ağa, ahaliyi yabancıların yalancı ve isyan çıkarma niyetinde olduğu konusunda uyarmış, halk da bu uyarıdan çok memnun olmuştu.376 4) Mustafa Nâili Paşa’nın Yayınladığı Rumca İlan ve Alınan İlk Tedbirler Mustafa Nâili Paşa aldığı bu mektuplar üzerine Cemal Bey’e, Resmo meclis başkanı Mustafa Efendi’ye, Kandiye nahiye memuru Said Bey’e ve diğer resmi kurumlara uyarı yazıları yazmıştı. Paşa, bu mektuplar ile emrindekilere fesatçılar ile ilgili olarak yapılması gerekenleri izah etmişti. Silahlı olmayanların cephaneden birer 376 İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 13 102 tüfekle geri alınmak şartıyla silahlandırılması, fesatçıların yayınladıkları sözlere kulak asılmaması gibi Girit adasında gerçekleşen fesada karşı alınması gereken tedbirlerden bahsetmişti.377 Girit nahiyeleri muhafızlarına ve bütün Hristiyan ahalisine matbu olarak Rumca bir metin dağıtılmıştı. Bu metinde, Mora tarafından Seline ve İsfakya taraflarına bir miktar isyancı gelmiş olduğu ve bunların derdinin ahalinin emniyet ve asayişini bozmak olduğunun anlaşıldığı belirtilmişti. İsyancıların sözlerine kulak verilmemesi gerektiği bütün ahaliye bildirilmişti. Ahaliye rahat olmaları, isyancıların sözlerine itimat etmemeleri gerektiği, edenler olursa bu kişilerin ileride çok pişman olacakları söylenmişti. Zirâ usulsüz hareketlerin diğer devletler tarafından bile kabul edilmediğinden, durum ahaliye bildirilip cezalarının hızlı bir şekilde verileceği ilan edilmişti.378 İsfakya’dan gelen Rumca bir mektupta, gönderilen emirlerin köyde bulunan kişilere okunduğu belirtilmişti. Halkın genelinin itaat yanlısı olduğu, emirleri hoşgörü ile karşıladığı, otoriteye tabi olmayı kabul ettikleri ve Mustafa Nâili Paşa’ya dua ettikleri bildirilmişti. İtaat etmeyen bazı kimseler olursa da bunlar Hristiyan veya bir Müslümana zulmedecek olursa bunların üstüne kuvvet gönderilecek ya da Mustafa Nâili Paşa’ya havale edilecekti.379 Hanya nahiyesi köylerinden birinde fesat çıkarmak için köye gelen isyancı, ahali tarafından kabul edilmeyerek kovulmuştu. Muhafaza için burada bulunan askerlerin her birine 3’er deste fişek paylaştırılmıştı. Sevde Kalesi muhafızına, kalenin tamir edilmesi gerektiği söylenmişti. Resmo cephanesindeki barut miktarı ile ilgili olarak yapılan soruşturma neticesinde bunların işe yaramaz olduğunun anlaşılınca, Sevde Kalesi cephanesinde bulunan 100 sandık kurşunlu fişeğin bu yükü taşıyabilecek bir gemiye ya da 3-4 kayığa 377 İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 8 İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 20 379 İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 13; Zirâ isyancılar bugüne kadar çıkardıkları bütün isyanlarda ilk olarak Müslüman ahalinin can, mal, ırz ve namuslarına musallat olmuşlardı. Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.III, s.209 378 103 yüklenerek Resmo Kalesi’ne gönderilmesi istenmişti. Bunlar iyi bir şekilde korunmalıydı ve ellerinde kullanıma müsait olmayan malzemelerin de kundaklarının mümkün mertebe tamir edilmesi gerekmişti. Mustafa Nâili Paşa, özellikle kalenin muhafazasına dikkat edilmesi ve Kum kapısı üstünde olan İbrahim Paşa köşkünün olduğu tarafta, deniz kıyısından bir insanın geçecek kadar bir geçit yapılmasını emretmişti. İlaveten buradaki tabyada gece-gündüz beklemek üzere 30-40 asker ile 1 subay tayin edilmesini istemişti. Kisamo’da bulunan Kastel Kalesi’nde mühimmat az olduğundan, bir miktar fişek ile top, barut ve birkaç tüfek gönderilmesi talep edilmişti. Buraya, özel bir kayıkla yeterli miktarda kurşunlu fişek, top, barut ve diğer gerekli malzemeler ile birkaç tüfek gönderilmişti. Muhafızlara, maiyetlerinde olan askerle birlikte Kastel Kalesi’nin korunmasına dikkat edilmesi, ahali ve askerin uyum içinde olması tembihlenmişti. Kisamo memurlarına isyancıların haklarından gelineceği, ahalinin ırz ve edepleriyle geçinip birbirlerini rencide etmemeleri, eden olursa da yola getirileceği belirtilmişti. Mora’dan bir takım hırsızların gelip, Seline nahiyesi taraflarına çıkmış oldukları haberini alan Müslümanlar korkuya kapılmış ve ailelerini şehre nakil etmeye başlamışlardı. Bu durumdan reaya da tedirgin olmuştu. Ahaliye böyle bir şey olmadığı anlatılarak rahatlatılmış ve köylerine iade edilmeleri sağlanmıştı. Kandiye meclis üyesi Mustafa Efendi’ye, ailelerini şehre götürmek isteyenlere engel olunması söylenmişti. Ahaliye, tedirgin olacak bir durum olmadığı, herkesin eskisi gibi kendi işiyle meşgul olması gerektiği, uygunsuz harekette bulunanların cezalandırılacağı haber verilmişti. Müslümanların telaşa kapılıp ailelerini alarak şehre gitmeleri doğru olmadığından, kale kapılarından geçişlerine asla izin verilmemesi istenmişti. Fakat bu emirden önce şehirlere gitmiş olan halk yüzünden Seline nahiyesi kısmen boşalmıştı. Dağınık halde bulunan askerle nahiyenin muhafazası sağlanamayacağı için, şehre giden bu ahali, Seline’ye tekrar geri gönderilmiş, kendilerine bundan sonra korkuya kapılmadan topluluk halinde oturmaları tembihlenmişti. 104 Mora tarafından kayıklarla gelen isyancılar bir süre sonra köylerin içlerine dağılmışlardı. İsyancıların emniyet ve asayişi bozmak amacıyla yaydıkları fikirler, ahaliyi tehlikeye sürüklemekteydi. Bu yüzden isyancıların sözlerinin yalan olduğu sık sık ahaliye ilan edilmişti. Hanya’da bulunan konsolosların da isyancıların yaymaya çalıştığı bu fikirlerden haberleri vardı. Yeterli miktarda asker tedarik edilip köylere gönderilmesi düşünülmüştü. Fakat bu sırada devreye konsoloslar girmişti. Girit’te bulunan konsoloslar, adaya gelen yabancıların geldikleri kayıklara binip, tekrar geri dönmeleri için, onları ikna etmeye çalışacaklardı. Bu yüzden hazırlanan askerler gönderilmemiş, bir süre bekletilmişti. Adanın içinde bulunduğu hassas durum nedeniyle bu günlerde halkın silah satın alması, tamir etmesi uygun görülmemekteydi. Reayadan bazı kimselerin, kundakçılardan silah satın aldıkları haber alınmıştı. Bu yüzden kundakçılar, silah satışı yapmamaları konusunda uyarılmıştı. Kısa bir süre içinde halkı rahatlatacak bir duyuru yapılmıştı. Hanya, Resmo ve Kandiye meclislerine, bütün memurlara ve ahaliye, bir İngiliz kumandanın, maiyetinde bulunan birkaç kayıkla Sevde Limanı’na geldiği haber verilmişti. Bunlar, yerel kuvvetlerle birlikte adada huzur ve asayişin sağlanmasında yardımcı olacaklardı. Bu haberin ardından yazılı bir duyuru daha yapılmış ve Mora’dan gelen isyancıların ahalinin emniyet ve refahını bozacak sözler yayınlamaktan artık vazgeçtikleri haber verilmişti.380 5) Eşkıyanın Girit’te Uyguladığı Propaganda Faaliyetleri Girit’te daha önce meydana gelen ihtilalden sonra, ada ahalisinden bir takım Hristiyan, Mora adasına gidip, Yunan tebaasına dâhil olmuştu. Bu zamana kadar orada ikamet etmişler ve sonra Mora’dan ayrılıp, 500 kişilik bir eşkıya grubu halinde, dört kayıkla Hanya sancağı Seline nahiyesine gelmişlerdi. Nahiye memurlarından alınan bilgilere göre eşkıyaların amacı, savaş değil, karşılıklı 380 İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 20 105 konuşup anlaşmaktı. Fakat bir taraftan da adanın farklı yerlerine haberler göndermek suretiyle ada reayasını tahrik etmekten de geri durmadıkları anlaşılmaktaydı. Asıl niyetleri fesat çıkarmak olan bu kişiler, Girit Müslümanlarına hitaben ilanlar ve mektuplar yazmışlardı.381 Bu metinleri kaleme alırken Girit’in ileri gelen eşrafının adlarını da kullanmışlardı. İlk olarak 1841 yılı Ocak ayında yazılmış olan ve Girit eşrafının da imzalarının bulunduğu bir ilan yayınlanmıştı. Bu ilanda, savaş zamanlarında yaşanan sıkıntılar dile getirilmişti. Bundan 10 sene önce bir serbestlik havasını teneffüs ettiklerini, bazı kaleler istisna olmak üzere memleketin her yerinde tasarruf hakkına sahip olduklarını yazmışlardı. Yıllarca çektikleri sıkıntıların ardından, sabır ve fedakârlıklarının mükâfatı olarak, artık serbest yaşamak istediklerini beyan etmişlerdi. Savaşlar esnasında çektikleri sıkıntılardan, anne ve babalarının, kardeşlerinin, kavim ve kabilelerinin katledilmiş olmasından ve evlatlarının refah içinde yaşatamadıklarından yakınmışlardı. Aç ve muhtaç bir şekilde dağlarda ve mağaralarda kalarak her gün pek çok güçlük ile karşılaştıklarından dolayı meydana gelen can kayıplarını ve yaşanan perişanlıkları artık unutmak istediklerini belirtmişlerdi. Fakat içlerindeki hürriyet düşüncesinin asla kaybolmadığını, hürriyetin kaynağı ve reisi olan Hazreti İsa’ya inanıp ibadet ederken, serbestlik uğruna can, mal ve namuslarını feda ettiklerini beyan etmişlerdi.382 Girit adasında yaşayan reayadan bazılarının da imzalarının yer aldığı bir başka mektup, Seline muhafızlarına ve Girit’in diğer Müslüman idarecilerine hitaben 13 Şubat 1841 tarihinde yazılmıştı. Reayanın bu mektupta ifade etmek istediği şey, intikam almak için değil, ortaklaşa bir şekilde vatanlarında serbestçe ve kanunlar çerçevesinde beraber yaşamak üzere geldiklerini haber vermekti. Mektubun devamında eşkıya: “Bizim vatanımız sizin de vatanınızdır. Büyük devletlerin yani İngiltere, Fransa ve Rusya’dan yardım istemek de mümkündür. Fakat ne sizin ne de bizim 381 Eşkıyanın Müslümanlara hitaben yazmış olduğu bu mektup ve ilanların birer kopyası, önce Selene nahiyesi muhafızının eline geçmiş, o da bunları Mustafa Naili Paşa’ya teslim etmiştir. Paşa’da eşkıyanın yazmış olduğu bu Rumca mektup ve ilanları sadarete yollamıştır (İ. MTZ. GR, nr. 1/7, lef 7) 382 İ. MTZ. GR, nr. 1/7, lef 1 106 müstakil bir idareye sahip olma şansımız vardır. Bu yüzden zayıf olan güçlü olanın hâkimiyeti altında yaşamak zorundadır. Bizim taraftan size bir zarar gelirse kendi baş ve canımızla tazmin etmeye taahhüt ederiz. Ancak sizler de yanlış hareket edip bize bir sebep vermemeye dikkat ediniz. Zirâ o takdirde hukukumuzu korumak için vazifemizi icra eder, sizi hem Yüce Allah’a hem de üç büyük devlete şikâyet ederek aleyhinize protesto ederiz” demiştir. Bu ifadelerin yer aldığı yazı, Mustafa Nâili Paşa’ya kendileri tarafından bizzat takdim edilmişti.383 6) 25 Şubat 1841 Tarihli İlk Şura Toplantısı Girit’te bulunan Hristiyan reayanın eşkıyanın sözlerine itimat ederek galeyana gelip birbirlerini etkileme ihtimaline karşı bir an evvel eşkıya meselesine bir çözüm yolu bulmak gerekiyordu. Bu gerekçe ile 25 Şubat 1841 Perşembe günü Hanya’da Mustafa Nâili Paşa’nın huzurunda bir şura384 toplanmış ve bir müzakere metni hazırlanmıştı. Ulemanın da katıldığı şura toplantısında nahiye memurlarından gelen mektuplar, eşkıyanın yayınladığı ilanlar ile kendilerine gönderilen emirler okunup değerlendirilmişti. Adada bulunan asker ve muhafızların tamamına yakınının eşkıyanın bulunduğu bölgelere sevk edilmesi kararlaştırıldı. Aslında hepsi gönderilse daha iyi olurdu, ancak bu defa diğer nahiye ve köylerin güvenliği tehlikeye girecekti. Bu yüzden her bir bölgede bir miktar asker bırakmak suretiyle geri kalan askerler eşkıyanın bulunduğu bölgelere sevk edilecekti. Şura esnasında, kıyıya gelenlerin gerçekten Girit’in eski tebaası olup olmadığıyla ilgili bazı şüphelerin olduğu ortaya çıkmıştı. Eşkıyanın silahlı olarak adaya gelmiş olması, onların Yunan tebaasından ve hatta askerlerinden olabileceği ihtimallerini akla getirmişti. Bunun üzerine Şura üyeleri, Girit’te bulunan Yunan konsolosunu çağırıp, bu soruları ona yöneltmek istemişlerdi. Yunan konsolosuna bu husustan bahsedilirken, diğer devlet konsoloslarının da orada bulunması uygun 383 384 İ. MTZ. GR, nr. 1/7, lef 2 Bu toplantıda imzası bulunan 27 üyeden ikisi Rum’dur (İ. MTZ. GR, nr. 1/7). 107 görülmüştü. Bu yüzden Girit’te bulunan bütün konsoloslar davet edilmek suretiyle, tekrar bir şura tertip edilmesine karar verildi. Şurada alınan karar gereği, meselenin büyük bir isyana dönüşmeden halledilmesi için adada bulunan mevcut askerler gerekli yerlerde görevlendirilecekti. Ayrıca adanın tamamen eşkıyadan arındırılması, halkın emniyet ve huzuru için bir miktar askerin devamlı adada bulunması gerekli görülmüştü. Bu yüzden merkezden birkaç harp gemisi ile bir miktar askerin devamlı adada bulunmak üzere gönderilmesi talebinde bulunacaklardı.385 Bu karara istinaden Mustafa Nâili Paşa, Nisan ayı ortalarında Girit’te eşkıyanın bulunduğu yerlere gönderilecek olan görevlilere refakat etmek üzere bir kişinin tayin edilmesini talep etmişti. Ayrıca adada başlayan ihtilal sebebiyle, Kandiye ve Resmo ile diğer kalelerin durumundan haberdar olmak üzere küçük bir vapurun Girit’e gönderilmesi gerekmekteydi. Fakat bu taleplere bir cevap henüz gelmemişti.386 Mektup gemi ile gönderildiği için havanın kötü olması sebebiyle İstanbul’a ulaşması biraz zaman alabilirdi. Bu yüzden, Girit taraflarında bulunmak üzere küçük bir vapurun gönderilmesi talebi tekrarlanmıştı.387 Cevabı getirecek olan geminin de bir süre Girit’te kalması istenmişti. Merkeze gönderilen her iki talep yazısı için herhangi bir cevap gelmeyince Mustafa Nâili Paşa, eğer bir savaş yapmak zorunda kalınırsa, bu şekilde başlamak zorunda kalacağını ifade etmişti.388 Nihayet İstanbul’dan gelen cevap, beklentileri karşılayamamıştı. Zirâ mevcut gemiler hizmette olduğundan Girit’e gemi gönderilemeyeceği, şimdilik durumun idare edilmesi gerektiği belirtilmişti.389 385 İ. MTZ. GR, nr. 1/7, lef 5 Bu arada peyderpey Mora tarafından gelen ve içlerinde cephane ile hırsızların olduğu kayıklar zapt edilmekteydi (İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 12). 387 İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 12 388 İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 13 389 İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 5 386 108 C) 1841 İSYANI ÖNCESİ ADADAKİ KONSOLOSLARIN ARABULUCULUK FAALİYETLERİ Yunanistan’dan Girit nahiyelerine gelen eşkıyanın fesat çıkartma niyetinde olduğu anlaşılınca Mustafa Nâili Paşa, Girit’te bulunan büyük devletlerin konsolosları ile görüşerek zihinlerde bir istikrar oluşturmak istemişti. Seline sahiline Mora tarafından gelmiş olan kayıklar ile içlerinde bulunan silahlı kişilerin amaçlarının ne olduğunu Yunan konsolosuna sormak üzere, bir toplantı yapılması kararlaştırılmıştı. Yapılacak olan toplantıya katılmaları için İngiltere, Rusya, Avusturya ve Fransa devletleri konsoloslarına da haber verilmiş ve hepsi de bu toplantıya iştirak etmişlerdi. Bu şekilde adadaki yabancı devletlerin konsoloslarıyla görüşülerek, adaya gelen silahlı adamların ya adayı terk etmeleri ya da silahlarını bırakıp ada sakinleri gibi itaat etmeleri sağlanacaktı. Eğer bu şartları kabul etmezlerse üzerlerine gidilerek haklarından gelinecek ve böylece ada büyük bir ihtilalden kurtulmuş olacaktı. 1) Hanya’da Bulunan Konsoloslar ile Hazırlanan Müzakere Metni Mora taraflarından gelen eşkıyayla ilgili görüşme yapmak üzere büyük devletlerin Hanya’da bulunan konsoloslarıyla ve Yunan konsolosuyla bir toplantı yapılmıştır.390 Bu toplantı esnasında Mustafa Nâili Paşa, özellikle Girit adasına gelenlerin yanlarında silahlarının da olduğunu vurgulamıştı. Konsoloslar, yabancıların asıl niyetlerinin ne olduğunu biliyorlardı. Adada yaşanması olası kötülükleri doğru bulmadıklarını ifade etmişlerdi. Yabancıların bir an önce adadan uzaklaşıp, söz konusu hasarları gerçekleştirmeden gitmeleri, uzaklaşmadıkları takdirde yapılan hareketlerden her ne ortaya çıkarsa kendilerinin sorumlu tutulacağını belirtmişlerdi. Daha sonra İngiltere Konsolosu Ongli, Avusturya Konsolosu Stefliç, Rusya Konsolosu vekilleri Ongli ve Stefliç, Fransa Konsolos vekili Aleksandret tarafından bir müzakere metni kaleme alınmıştı. Fransızca olarak 390 HAT, nr. 1222/47797; Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.III, s. 210-211 109 yazılmış bir uyarı metni, Rumcaya tercüme ettirilerek, bulundukları Seline ve Apakoron kazalarında okunmak suretiyle kendilerine bildirilecekti. Hanya’da bulunan konsoloslar, Fransızca olarak kaleme alınan bu müzakere metniyle birlikte tekrar Mustafa Nâili Paşa’nın huzuruna gelerek bir görüşme daha yapmışlardı. Konsoloslar, silahlı kimselerin adadan kovulması ve uzaklaştırılmasında yardım edeceklerine dair Mustafa Nâili Paşa ile anlaşmışlardı. Böylece ada, olası bir ihtilalden korunmaya çalışılacaktı. Konsoloslar, arabuluculuk faaliyetleri konusunda devletlerinin kendilerini desteklediğini belirtmişlerdi. Görüşmeler esnasında bazı kararlar alınmıştı. Konsoloslar, silahlı kimselerin bulunduğu yerlere gidip ne isteklerini soracak ve geri dönmeleri gerektiğini bildirileceklerdi. Eğer geri dönmeyi kabul etmezlerse, kendilerine Mustafa Nâili Paşa’nın uygun göreceği bir şekilde uzaklaştırılacakları bildirilecekti. Konsoloslar, adanın emniyet ve asayişinin korunması için Mustafa Nâili Paşa’nın alacağı tüm tedbirlere uyacaklarını vaat etmişlerdi. Fransa Konsolosu Mösyö Şarpantiye toplantıya gelememiş, vekil olarak Mösyö Aleksandret’i göndermişti. İngiltere ve Avusturya Konsolosları bizzat gelmiş, Rusya Konsolosu Mösyö Toron da, İngiltere ve Avusturya Konsoloslarını vekil tayin etmişti. Konsoloslar ve vekilleri, silahlı yabancıların bulunduğu yerlere gidip alınan kararı kendilerine bildireceklerdi. Mustafa Nâili Paşa, kendi memurlarından iki kişiyi de konsolosların yanında gönderecekti. Adaya gelen yabancıların bir an evvel burayı terk edip gitmeleri gerektiği, eğer gitmemekte ısrar ederlerse bunun vahim sonuçlar doğuracağıyla ilgili hazırlanmış olan bir beyannâme metni, Mustafa Nâili Paşa’nın huzurunda 25 Şubat 1841 tarihinde hazırlanmıştı. Konsolosların imzaladığı bu beyannâmede, Girit’te güvenliğin sağlanması için gönderilmiş olan İngiliz kumandanın adı da yer almıştı. Konsolosların her birine beyannâmenin birer sureti verilmişti.391 İngiltere Konsolosu Ongli ise metni onaylamış ancak eşkıyanın kovulup uzaklaştırılmasında Mustafa Nâili Paşa’nın zor kullanmaması gerektiğini eklemişti. 391 İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 5 110 2) Konsolosların Eşkıya İle Görüşmesi ve İhtilal Teşebbüsünün Kontrol Altına Alınmaya Çalışılması Konsoloslar, karar verdikleri gibi silahlı adamlarla görüşmeye gitmişlerdi. Hanya nahiyesi memuru Mehmet Ağa’ya, konsolosları silahlı adamların yanına götürmesi için bir kişiyi daha yanına alması emredilmişti. Ayrıca, konsoloslar ile orada kalıp Tuzla’ya kadar birlikte dönmeleri söylenmişti. Konsoloslar nihayet, kayıklardaki yabancılarla orada bulunanlar aracılığıyla görüşmüştü.392 Bu görüşmenin sonucunda, Hacı Ali Ağa’nın Mustafa Nâili Paşa’ya getirdiği ilk haberler ile örtüşen cevaplar alınmıştı. Bu kişiler konsoloslara kendilerinin Mora’dan geldiklerini, 500 kişi olduklarını ve niyetlerinin savaşmak olmadığını, sadece haklarının verilmesini istediklerini söylemişlerdi. Konsoloslar tarafından kendilerine, Mora’dan bu şekilde gizlice gelmiş olmaları ve halkı huzursuz ettikleri gerekçesiyle karaya çıkmalarının uygun olmadığı söylenmişti.393 Aralarında söz sahibi olan Halo Vasili konsoloslara cevaben, 13 sene önce üç devletin isteği üzerine silahlarını bıraktıklarını ve adanın Avrupa usulü ile idare edilmek şartıyla Mehmet Ali Paşa’ya verilmişse de zikredilen şartın yerine getirilmediğini ifade etmişti. Halo Vasili ayrıca, rahat ve emniyetlerinin verileceğini umut ettiklerini ve Girit’e gelmek isteyen başka hemşerilerinin de olduğunu belirtmişti. Kimseye zarar verme amacında olmadıklarını, eğer içlerinden birinin ada sakinlerinden birini rencide edecek olursa şiddetli bir şekilde cezalandırılmak üzere teslim edileceğini bildirmişlerdi. Mustafa Nâili Paşa’nın, can ve mallarını himaye eden usulleri uygulayacağını ümit etmekteydiler. Konsolosların görüştüğü diğer kişiler de, Müslümanların Avrupa ve diğer yerlerde oturdukları yerlerin devletleri tarafından himaye edilip rahat bir şekilde mülklerinde yaşadıklarını belirtmişlerdi. Mustafa Nâili Paşa’dan bir şikâyetlerinin olmadığını, bilakis kendisinin güzel hasletlere sahip olduğunu, ancak ara yerde telef 392 393 İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 20 İ. MTZ. GR, nr. 1/7, lef 10 111 olmak istemediklerini, silahlanma sebeplerinin kendilerini korumak olduğunu belirtmişlerdi. Zirâ 1833 tarihinde hemşerileri, Mustafa Nâili Paşa’dan bir takım taleplerini bildirmek için geldikleri sırada 30 kadar asker tarafından önlerinin kesildiğini ve ifadeleri alınmadan serbest bırakılmadıklarını anlatmışlardı. Halo Vasili bunlara ilaveten akrabalarından birinin kasabada hiçbir girişimi yokken idam edildiğini iddia etmişti. Bu sebeplerden dolayı hemşerilerinin dertlerini arz etme konusunda korkularının olduğunu, kendilerini korumak üzere silahlandıklarını ve istekleri verilemediği takdirde fırsat buldukları anda haklarının mücadelesini vereceklerini açık bir şekilde ifade etmişlerdi. İçlerinden biri, eğer Mustafa Nâili Paşa, kendilerini incitmezse, onların da kimseye kötülük yapmayacaklarını söylemişti. Son olarak isteklerinin yerine getirilmesini aksi takdirde ölmeyi göze alacaklarını çok keskin bir şekilde ifade etmişlerdi.394 Yabancılar, Girit’e gelmelerinin Mora devleti tarafından yasaklandığını ve yakalananların hapsedilmesi için savaş gemilerinin görevlendirilmiş olduğunu ifade etmişlerdi. Buna rağmen kendilerinin sağ salim geldiğini, hepsinin Girit sakinlerinden olduklarını, içlerinde yabancı kimsenin olmadığını belirtmişlerdi.395 Konsolosların yaptığı bu görüşme neticesinde, ilk ifadelere göre, yapılan çirkin hareketten hiçbir devletin haberinin olmadığı, özgürlük ve eşitlik bahanesiyle, ahalinin rahatını bozmak için kendi kararlarıyla gelmiş oldukları anlaşılmıştı. Onların bu hareketleri büyük devletlerin rızaları dışında gelişmişti. Girit ahalisi bu yabancıları adada istemediklerini belirtmekteydi.396 Konsoloslarla yapılan görüşme sonrasında, Mora’dan İsfakya ve Seline taraflarına gelmiş olan silahlı isyancılar, kendilerine birkaç kişiyi vekil tayin etmişler 394 Adaya gizlice gelmiş olanlar, en azından kemiklerini adada bırakarak böyle yaşamaktansa ölmenin daha hayırlı olacağını ifade ederek kararlılıklarını belirtmişlerdi. Nitekim Kandiye’de isyancıların matbu olarak neşrettikleri ilanda, eğer istekleri yerine getirilmezse hepsinin Hristiyan olarak ölmeyi arzuladıklarını belirtmişlerdir. Vatanlarının Minos adlı meleğin vatanı olduğunu ve Girit’te güzel işlerin hep O’nun sayesinde olduğunu söyleyerek eğer istekleri yerine getirilmezse ölmenin kendileri için daha kârlı olacağını ifade etmişlerdi (İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 4). 395 İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 6 396 İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 20; Konsoloslar, yabancılarla yaptıkları görüşmeyi bir dilekçeyle Mustafa Naili Paşa’ya arz etmişlerdi. Nemçe Konsolosu Stefliç, İngiltere Konsolosu Ongli, Rusya Konsolosu tarafından vekâletle Stefliç ve Ongli, Yunan Konsolosu Proglu, Fransa Konsolos murahhası vekili Aleksandret imzalı bu dilekçe Mustafa Naili Paşa’ya 1841 yılı Mart ayı başlarında takdim edilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 6). 112 ve bu kişileri Sevde Limanı’nda bulunan İngiltere savaş gemisine göndermişlerdi. Büyük devletlerin konsoloslarının da bulunduğu bir ortamda, kendilerine “adayı terk etmeleri ya da silahlarını İngiliz kumandanına teslim edip, Sevde Limanı’nda bir gemiye binerek kumandanın muhafazası altında bulunmaları” teklif edilmişti. Kabul etmedikleri takdirde gerçekleşecek eylemler hiçbir devletin rızasına uygun olmadığından tasvip edilmeyecekti. İtaatsizliklerinden dolayı adada meydana gelecek olan her kötülükten kendileri mesul tutulacaktı. Bu hususlar ilan edilerek herkese duyurulacaktı.397 Eşkıya vekilleri, kendilerine yapılan bu teklifi kabul etmediklerini ifade etmişlerdi. Konsoloslar, Mustafa Nâili Paşa’nın yanına gelerek itaat etmeyen eşkıyanın yapacağı davranışlardan kendilerinin sorumlu olduğuna dair daha önce alınmış olan kararın ilan edilmesine oybirliğiyle karar vermişlerdi. Yaşanan son gelişmeler neticesinde Mustafa Nâili Paşa, acilen Girit’e bir iki kıta gemi gönderilmesini ve bir miktar sekban askerinin tayin edilmesini gerekli görmüştü. Kumandanın Girit’te oturan İngiltere, Fransa, Avusturya, Rusya ve Yunan konsoloslarının imzalarıyla hazırlamış olduğu beyannâme metni, Hariciye Nezaretine gönderilmişti. Beyannâmenin tercümesi ve aslı mecliste okunup, müzakere edilmişti. Nihayet Osmanlı hükümeti, Mustafa Nâili Paşa’nın talep ettiği askerleri göndermeyi kabul etmişti. Girit’in ihtiyaç duyduğu askerin tedarik edilmesi için, Miralay Mustafa Bey’in tecrübesiyle tanınmış bir kişi olması sebebiyle mevcut maiyeti olan nizâmiye askerleriyle Sisam’dan Girit’e tayini uygun görülmüştü.398 3) Konsoloslar Tarafından Teklif Edilen Çözüm Önerileri Girit adasında 1841 yılında gerçekleşen ilk ihtilal hareketi, Mustafa Nâili Paşa tarafından pek çaba sarf etmeksizin sıkı tedbirler ile kontrol altına alınmıştı. Bu konuda İngiliz kumandan ve diğer devletlerin konsoloslarının da çabaları olmuştu. Kumandan ve konsolosların yardımıyla bir müzakere gerçekleşmişti. Yunan 397 398 İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 17 İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 22 113 tarafından adaya gelen şahısların daha sonra araştırıldığında 150 askerden ibaret olduğu anlaşılmıştı.399 Konsoloslar, eşkıyayla görüşmeye gittikleri esnada adayı vatan edinen Hristiyanlardan çoğunun eşkıya ile müttefik olduklarını ve silahlarını alıp korkusuzca nahiye memurlarına ve birlikte geldikleri iki subayın önüne açıkça geçmiş olduklarına şahit olmuşlardı.400 Adaya gelen yabancılardan diğer nahiyelere ve özellikle İsfakya nahiyesine bazı vekiller gönderilmiş olduğu tahkik edilmişti. Bu zamana kadar kan dökülmesine teşebbüs edilmemiş ve adada bir ihtilal ortamı oluşturulmamıştı. Dolayısıyla yabancıların zorla kovulup uzaklaştırılması söz konusu olmamıştı. Fakat bu, daha sonra da olmayacağı anlamına gelmiyordu. Bu yüzden konsoloslar tarafından adayı ihtilalden korumak üzere bazı tedbirler düşünülmüş ve kabul edilmesi veya edilmemesi Mustafa Nâili Paşa’nın iradesine bırakılmıştı. Bu tedbirlerden birincisi, adaya gelmiş olan silahlı yabancılar, ada üzerinde herhangi bir meydan okuma eylemine girişmeyecekler ve buna sebebiyet vermeyeceklerine dair söz vereceklerdi. Aralarından bir kişiyi seçip bu sözlerine dair rehin vereceklerdi. Eğer içlerinden birisi meydan okumaya kalkarsa askere teslim edilerek mahkemeye verilecekti. İkinci olarak, yabancıların kendi devletlerine vediğer devletlere yazacağı dilekçelere vali tarafından yasak konulmayacaktı. Üç gün içinde valinin bu hususlara dair ne düşündüğünü kendilerine bildirmesini istemişlerdi.401 399 Mustafa Naili Paşa, 2 Mart 1841 tarihinde Hanya’dan kendisine gelen haberle fitne çıkarmak için adaya gelen silahlı yabancıların büyük devletlerin izni ile gelmiş olduğunu öğrenmişti (İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 11). 400 Konsoloslar Apakoron’da bulundukları esnada yabancıların silahlı olarak gelmiş olmalarını uygun bulmadıklarını gösteren 28 Şubat’ta yazdıkları mektubu daha sonra iade edilecek olan olunan rehinler vasıtasıyla kendilerine göndermişlerdi ( İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 21). 401 İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 6; Mustafa Naili Paşa bu tekliflere pek sıcak bakmamıştı (İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 21). 114 4) Mustafa Nâili Paşa’nın Hristiyanlara Yaptığı Af Çağrısı Mustafa Nâili Paşa konsolosların teklifini kabul etmenin pek mümkün olmadığını söyleyerek reddetmişti, fakat kendisi daha ılımlı bir çözüm yolu bulmuştu. Buna göre, Mustafa Nâili Paşa tarafından, Girit Hristiyanlarına hitaben bir çağrı yapılacaktı. Yeni gelen yabancılar da dâhil olmak üzere bütün Rumların, aksi bir tavırda bulunmadıkları takdirde mal ve emlakleri korunacak, evlerinde huzurlu bir şekilde oturmaları sağlanacaktı.402 Affın tek şartı silahların teslim edilmesiydi. Mustafa Nâili Paşa tarafından 6 Mart tarihinde verilen mazbatada, Girit reayasından silahlarını teslim edenlerin af edileceği vaat edilmişti. Girit sakinlerinden olup, silahlı olarak gelenlerin yanına gitmiş ve onlara katılmış olan ne kadar kişi varsa gelip itaat etme cesaretini gösterirlerse, sorgu sual edilmeyecekti. Bunlara en ufak bir eleştiri bile yapılmayacağına ve kendilerinin uzaklaştırılmayacağına dair söz verilmişti. Yine aynı şekilde bahsedildiği üzere yeni gelenler de taşıdıkları silahları bırakıp, ada yönetimine itaat eder, adanın emniyet ve asayişini bozmak niyetinden vazgeçerlerse, suçlarından dolayı sorgulanmayacaklardı. Mustafa Nâili Paşa, bu konuda kendilerine söz vermişti. Paşa’nın bu taahhütleri dışarıdan gelenler ile ahaliden olup silahlı olarak onlara katılmış olanlara gönderilmişti. Paşa’nın yabancılar ve onlara katılmış olan ahali hakkında almış olduğu bu karar, konsoloslar tarafından hayretle karşılanmış ve kendisinin çok olgun bir insan olduğu belirtilmişti. Yabancıların adaya kabul edilmesinin kabul edilmesi zor bir şey olduğunu söylemişlerdi. Bu yüzden yabancılar tarafından herhangi bir meydan okumaya karşı, kimseye iyilik yapılmayacak ve böyle bir durumda olaylara karışılmayacaktı.403 5) Mustafa Nâili Paşa’nın İngilizlerden Yardım Talebi Mustafa Nâili Paşa, adaya gelen yabancıların olumsuz bir tavır sergilemelerine, adada huzur ve asayişin bozulmasına engel olmak için elinden 402 403 İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 21 İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 6 115 geleni yapmıştı. Şubat ayında konsoloslar ile yaptığı görüşmelerin ardından Mart ayında da, İngiliz kumandan vasıtasıyla İngiltere’den alınacak yardım üzerine yoğunlaşmıştı. Yabancıların halkı isyana teşvik etmeleri nedeniyle, Osmanlı Devleti’nin dost ve müttefiki İngiltere’den, hâlâ sahilde duran bu kayıkları alması için Mora Limanı’ndaki kumandanı marifetiyle, bir savaş gemisi göndermesi ve bu suretle Girit adasının huzur ve sükûnetini temin etmesi istenmişti.404 Girit valisi Mustafa Nâili Paşa, İngiliz kumandanına bu hususları içeren mektuplar yazmıştı.405 Hanya’dan yazılmış olan 1 Mart 1841 tarihli mektupta İngilizlerden istenen şey, o civarda Osmanlı Devleti’ne tabi olmayan Arnavut askerleri varsa bunların Mısır’a gitmelerine engel olunması, silahlı Rumları Girit’e getiren ve boş halde limanda duran kayıkların alınmasıydı. Bu hususlarda İngilizlerden dostluk gereği üstlerine düşen görevi yapmaları ve eğer lazım olan bir şey varsa bunu kendilerine bildirmeleri istenmişti.406 Girit reayasına Yunanistan tarafından yapılan tahriklere, İngiltere konsolosunun müdahale etmesi, İngiltere sefareti tarafından, Yunan konsolosuna bir uyarı yazısı gönderilerek bu uygunsuz hareketlerin engellenmesi gerektiği belirtilmişti. Adada asi olan eşkıyanın hemen icabına bakılması için, Girit Defterdarı Mehmet Salih tarafından, Girit’ten İstanbul’a giden İzzet Bey vasıtası ile haber gönderilmişti.407 Ayrıca gelen yabancıların köylere geçip ahali arasında fitne ve fesat çıkardıkları, büyük devletlerin ruhsatları ile gelmiş oldukları408 ve istirahatte bulunan 404 İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 11 Refakatinde bulunan başka bir gemi ile beraber, İngiliz kumandanının bindiği gemi Sevde Limanı’nda demirlemişti. Bu İngiliz savaş gemileri limana geldiğinde, silahlı Rumlar Hanya’da bulunuyordu (İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 20). 406 İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 12 407 İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 1 408 Girit adasında bulunan silahlı Rumlar Hanya’da ikamet eden İngiltere, Fransa ve Rusya devletlerinin konsoloslarına gönderdikleri mektupta, yaptıkları hareketlerde gösterdikleri cesaretin büyük devletlere olan güvenden kaynaklandığını belirtmişlerdi. Kendilerine haklarının alınması konusunda yardım edilmesini beklediklerini ve bu beklentinin de yerine getirileceğine olan güvenden bahsetmişlerdi (İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 4). 405 116 ahalinin rahatlarını bozmaya çalıştıklarından bahsedilmiş ve bunlara engel olunması talep edilmişti. İngiliz kumandan Mustafa Nâili Paşa’ya verdiği cevapta, Girit adasında asayişin sağlanması için ellerinden ne gelirse yapacaklarını bildirmişti. Osmanlı Devleti adına Mustafa Nâili Paşa, İngilizlerden, Seline ve İsfakya sahillerine yanaşan silahlı Rumların boşalttığı kayıkları ele geçirmelerini istemişti. Kumandanın bu talebe verdiği cevap ilginçti. Bahsedilen sahillerin İngiliz gemilerinin bulunduğu limandan takriben 150-200 mil uzakta bulunması ve mevsimin kış olması mazeret gösterilerek mümkün olmadığı ifade edilmişti. Bunun yerine Osmanlı yönetiminin karadan kayıkların bulunduğu limana ulaşması tavsiye edilmişti. Bunun için de İngiliz kumandan elinden gelen yardımı yapacağını belirtmişti.409 15 Mart tarihinde İngiliz yönetimi tarafından, Girit’te bulunan İngiliz kumandanına hitaben bir mektup yazılmıştı. Buna göre, Yunan memleketinden Girit’e gelmiş olan Rumlar, halkı tahrik edip isyana teşvik etmekte olduklarından bunu önlemek için adadaki meşru hükümete yardımcı olmaları istenmişti. Adaya gelen silahlı Rumları padişah adına yakalayıp hapsetmelerini emredilmişti. Ayrıca “müttefik devletler onlara yardım edecek” şeklindeki haberlerin de yalan olduğunun herkese ilan edilmesi gerektiği eklenmişti.410 D) 1841 GİRİT MESELESİNİN İSYANA DÖNÜŞMEDEN MÜZAKERELER İLE HALLEDİLMEYE ÇALIŞILMASI Mustafa Nâili Paşa, barışçıl bir metotla, eşkıyanın silahlarını bırakarak teslim olmasına çalışırken diğer taraftan da bazı tedbirler almayı ihmal etmemişti. Seline nahiyesine gelen eşkıyanın, bir süre sonra Yunan Devleti’nden bağımsız hareket etmediği yönünde ihtimaller oluşmaya başlamıştı. Hatta belkide 409 410 İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 12 İ. MTZ. GR, nr. 1/9, lef 1 117 ada ahalisinden itaatsiz olanlar ile haberleşerek bir anlaşma yapılmış olması bile mümkündü. Yalnız bilinen tek gerçek, bunların adaya gelmiş olmalarıyla, nahiyede huzur içinde yaşayan Müslüman ahalinin tedirgin olmasıydı. Korku ve acizlik içinde ne yapacaklarını bilememiş ve toplu bir şekilde ailelerini daha güvenli gördükleri kale içlerine nakletmişlerdi. Bu suretle eşkıyanın istediği olmuş, Müslümanların nahiyeyi boşaltmasıyla tam bir ihtilal zemini oluşmaya başlamıştı. Bu yüzden acilen eşkıyanın faaliyetlerini etkisiz hale getirmek gerekmekteydi. Adanın gerektiği gibi korunması için bir miktar sekban askerleriyle, donanmaya ait birkaç geminin Girit’e gönderilmesi ve bir süre burada kalması gerekmekteydi. Eğer adada bir ihtilal olursa, Girit sahillerinin, Kandiye ve Resmo yollarında karışıklık çıkacağı için Kandiye ve Resmo kalelerinin iyi muhafaza edilmesi lazımdı.411 Şam’da olan Arnavut askerinin oradaki işleri tamamlanmış olduğundan 1.000 kadarının uygun bir lider ile Girit’e gönderilmesi, Şam valisi Hacı Necib Paşa’ya ve Zekeriya Paşa’ya bildirilmişti. Fakat bu askerler Diyarbakır tarafına çıkarılmış olduklarından artık iadeleri söz konusu olamamıştı. Mustafa Nâili Paşa’ya daha önceden Arnavutluk tarafından Girit’e gerektiği zaman 2.000 Arnavut askerinin gönderilebileceği Osman Nuri Paşa tarafından bildirmişti. Bu yüzden tekrar Osman Paşa ile irtibat kurulmuş, adaya acilen asker göndermesi istenmişti. Girit Defterdarı Salih Bey ile Kaptan Paşa’nın da adaya gelmesi lazımdı. Onları almak için Girit’ten bir vapur gönderilse gidip gelmesi 8-10 gün kadar sürebilirdi. Bu durumda Girit’te sürekli bulunması gereken başka bir vapurun gönderilmesi icap edecekti. Nitekim Girit’in içinde bulunduğu hassas durum göz önünde bulundurularak ihtiyaç duyulan vapurun İstanbul’dan gönderilmesi için emir verilmişti.412 411 412 İ. MTZ. GR, nr. 1/7, lef 11 İ. MTZ. GR, nr. 1/7, lef 12 118 1) Eşkıyanın Asıl Niyetinin Ortaya Çıkması ve Müslüman Ahaliye Hitaben Yazılmış Olan Mektup Ada üzerinde toplanmakta olan eşkıyanın sayıları günden güne artmış ve yirmi gün içinde iki katına çıkmıştı. Her gün Mora tarafından kendilerine asker ve malzeme takviyesi yapılmaktaydı. Asıl niyetlerinin ne olduğu artık apaçık meydandaydı. İstedikleri şey, kendi içlerinden birinin yönetici olarak atanması ve Osmanlı idaresinden tamamen ayrı bir güç olmaktı. Ayrıca kendileri için ayrı bir meclis kurulmasını ve Müslüman idare tarafından asla işlerine karışılmamasını talep etmişlerdi. Rusya, Fransa ve İngiltere’ye de bu yönde detaylı mektuplar göndermekteydiler. Girit Hristiyanlarından Şeroti isimli eşkıya, kötü düşüncelerle halkı isyana teşvik etmekteydi. Birkaç yıl önce aslî vatanlarını terk ederek babasıyla birlikte İstanbul’a gitmiş, oradan da Yunanistan’a geçmiş ve Yunan Devleti’ne tabi olmuşlardı. Şimdi de tekrar Girit’e dönmüş olan Şeroti, reayayı tahrik ederek burada bir meclis kurmuştu. Şeroti, kurduğu meclisin üyesi sıfatıyla, Girit’in Müslüman ahalisine hitaben bir mektup yazmıştı.413 Şeroti yazdığı mektupta, öncelikle iki aydan beri sayılarının artmış olduğunu vurguladıktan sonra, haklarının verilmesine aracılık etmeleri için Rusya, İngiltere ve Fransa devletlerine dilekçeler yazdıklarını belirtmişti. Amaçlarının herkes için emniyet ve asayiş sağlamak olduğunu eklemişti. Adada Müslümanlar tarafından uygulanan politikanın kendi menfaatlerine uymadığını ifade ettikten sonra, Osmanlı idaresi altında itaatle oturan Rumları da eleştirmişti. Onları vatan menfaatini, asayişini, refahını gerçekleştirmeye dikkat ve özen göstermemekle itham etmişti. Girit’in Rum ahalisi tarafından İngiltere, Fransa ve Rusya devletlerine hitaben yazılmış olan mektuplardan bahsetmişti. Zirâ mektupta, ne Müslümanların ne de kendilerinin adadan kovulup vatanlarından çıkartılmasını istemedikleri, herkese aynı hakların verilmesini istedikleri yazılıydı. 413 İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 38 119 Hemşerileri olan Müslümanlara düşüncelerini bu şekilde ifade ederek, 15 Nisan 1841 tarihinde ilan etmişlerdi.414 Mustafa Nâili Paşa, eşkıya lideri Şeroti’nin kaleme aldığı bu yazının adada yaşayan bazı kişileri tahrik etmeye yönelik olduğunu ve itibar edilmemesi gerektiğini ifade etmişti. 2) İstanbul’dan Kandiye ve Resmo Meclislerine Gönderilen İlanlar Asilerin Girit’teki faaliyetlerinden haberdar olan Bâbıâli, ahaliye hitaben bir ferman hazırlamış ve o sırada İstanbul’da bulunan ve Peyk-i Şevket adlı vapurla Girit’e dönecek olan Girit Defterdarı Salih Bey vesilesiyle yollamıştı. Fermanda, devletin nezdinde hiç kimsenin diğerinden bir farkı olmadığı belirtilmişti. Ayrıca, bu zamana kadar 7’de 1 alınan öşrün bundan sonra 10’da 1 alınacağı haber verilmişti. İlaveten yedd-i vahid415 usulü de tamamen kaldırılmıştı. Fermana göre, bundan böyle herkes namuslu bir şekilde kendi işiyle gücüyle meşgul olacaktı. Eğer ahali kendi halinde, işinde gücünde olmayıp da, menfi bazı davranışlar gösterecek olursa, bu defa haklarında cezai müeyyideler uygulanacaktı. Bu fermanın birer kopyası 8 Nisan 1841 tarihinde, Kandiye ve Resmo meclislerindeokunmuştu. Bundan sonra suç işlemek suretiyle, padişahın emirlerine muhalefet eden olursa, sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaktı. İtaatsizlikleri sonucunda çeşitli zorluklarla karşılaşacaklarını ve sonunda pişmanlık duyacaklarını bilip, ona göre davranmaları gerekiyordu.416 414 İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 32 Tekel uygulaması anlamındadır. Develioğlu, a.g.e., s. 1392; Kapitülasyonların ve çeşitli ticaret sözleşmelerinin iptal edemediği “yedd-i vahid” usulü, yabancı tüccarlar için büyük bir engeldi. Avrupa’nın ihtiyacı olan tahıl, pamuk ve zeytinyağı gibi maddeler dışarıya sınırlı bir şekilde hatta yetersiz olduğu durumlarda hiç ihraç edilemediği için şikâyet konusu olmaktaydı. Bir şekilde dışarıya çıkarılan bu maddelerden çok yüksek vergiler alınmaktaydı. Ayfer Özçelik, Osmanlı Devleti’nin Çöküşünde Ekonomik ve Politik Baskılar Üzerine Bir Deneme (1838-1914), Ankara 1993, s.14 416 İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 9 415 120 3) Yunan Hükümeti Tarafından Desteklenen Eşkıyanın Faaliyetlerinin Önlenmesi Atina’da basılan resmî gazetelerde, Girit ahvaline dair haberlere yer verilmişti. Buna göre, açık bir şekilde Yunan kralının Girit adasında Osmanlı Devleti aleyhinde yapmış olduğu faaliyetlerden ve Osmanlı Devleti’nin bu konuyla ilgili almış olduğu tedbirlerden bahsedilmekteydi. Girit’te çıkarılmak istenen ihtilal hazırlıklarının Yunan hükümeti tarafından desteklendiği artık açık bir gerçekti. Osmanlı hükümeti, Yunan tahrikçileri tarafından kandırılmış olan kişilere gerçekleri göstermek, olayların iç yüzünü anlatmak, doğru ile yanlışı görmelerine yardımcı olmak zorundaydı. Özellikle Girit’e dışarıdan gelen ve halkı isyana sevk eden yabancı kişilerin engellenmesine ve kovulmasına çalışılmalıydı. Alınan tedbirlerle Girit’te ateşlenmekte olduğu ihbar edilen ihtilalin önüne geçilmesi gerekmekteydi. Girit Hristiyanları bir süre sonra aldatıldıklarını anlamışlarsa da, isyan taraftarları olan bazı kişiler, halkı tahrik etmek için uydurma haberler yayınlamaya devam etmişti. Bunlara asla itibar edilmemesi gerekiyordu. Ahaliyi yoldan çıkarmak niyetiyle uydurulan, Girit ahalisinin topyekûn bir şekilde isyan ettiğine dair haberler yayınlanmıştı. Bugüne kadar Girit’te pek çok isyan girişimi olmuştu, ancak bundan sonra ne bir kimse böyle şeylere itimat edecek ne de isyancılara itaat edecekti. Bundan sonra Girit’te Yunan hükumetinin kötü emellerini uygulamasına izin verilmeyecekti. Adanın güvenliğinden sorumlu olan liman memurlarına ve subaylara, Giritlilerin galeyanına sebep olacak kişilerin hareketlerini gözetlemeleri konusunda şiddetli uyarılar yapılmıştı. İç bölgelerdeki subay ve muhafızlara da aynı resmi talimatlar yazılarak gönderilmişti. Çünkü Yunan Devleti’nin Girit’te bir fesat çıkarma hazırlığı içinde olduğu bir gerçekti. Alınan tedbirlerle isyan teşebbüsünün engellenip yatıştırılacağı ümit edilmekteydi.417 417 İ. MTZ. GR, nr. 1/10, lef 1 121 4) Hollanda Konsolosu Tarafından Yazılan Mektup Ticari işler sebebiyle Girit’te bulunan Hollanda konsolosu da418 Yunan tahrikçilerinin bu faaliyetlerine duyarsız kalamamıştı. Zirâ olası bir ihtilal kendilerine de zarar verebilirdi. Konsolosun bu girişimi, ticari kaygılarla yapılmış bir faaliyet olarak değerlendirilebilir. Hanya’da oturan Hollanda Konsolosu 19 Mart’ta, adada gerçekleşen fesat hareketleri neticesinde ahalinin asayiş ve emniyetinin sağlanması için gerekli gayretin gösterilmesi konusunda İstanbul’da bulunan elçi vekillerine bir mektup yazmıştı.419 Konsolos, öncelikle on seneden beri huzur içinde yaşamış oldukları bu memlekette bazı uygunsuzlukların ortaya çıkmış olduğunu ve duyulan rahatsızlıkları dile getirmişti. İngiliz kumandan ile Fransa, İngiltere, Avusturya, Rusya konsoloslarının ittifakla gerçekleştirdikleri aracılık faaliyetleri, isyankârların itaat etmesini sağlayamamıştı. Mustafa Nâili Paşa, hem Girit reayasından hem de yabancılara silahlarını teslim ederek itaat edenlerin geçmişteki suçlarının affolunacağını vaat etmişse de, bu teklif hiçbir şekilde ciddiye alınmamıştı. Mart ayının 13’ünde bir İngiliz gemisinde yapılmış olan müzakerede, İngiltere, Fransa ve Rusya devletlerine takdim edilmek üzere hazırlanan dilekçede isyancılar, Girit’te bulunan her kazanın vekillerinin yanlarına davet edileceğini beyan etmişlerdi. Mektubun devamında konsolos, Müslümanlar tarafından henüz isyancıların üzerlerine gidip, taşkınlık yapan olmadığını, İslâm ahalisinin bu sükûnet hallerinin takdir topladığını bildirmişti. Zirâ bu ahali, bir takım isyancı yabancıların kötü muamelesine maruz kalmış oldukları halde, hepsine tahammül göstermiş, ne Rumlardan bir kişi hakkında kötü davranışlarda bulunmuş ne de fitne ve ihtilal çıkarmaya cesaret etmişlerdi. Sessiz bir şekilde devletin müdahalesini beklemişlerdi.420 418 Hollanda Konsolosu Girit’e, Hollanda Devleti tarafından 30 Temmuz 1840 tarihinde, Girit Adası’na gidip gelen Hollanda tüccar gemileri, kaptanları ve adamlarının işlerini görmek üzere tayin edilmişti (İrâde Hâriciye (İ. HR), nr. 6/291). 419 İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 6 420 İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 7 122 Hanya’da bulunan Hollanda konsolosu, 22 Mart tarihinde İzmir’de oturan Hollanda konsolosuna da bir mektup göndermişti. Konsolos bu mektubunda da, İngiltere konsolosunun İngiliz gemisi subaylarından iki askerle birlikte ilan metnini Rumların İsfakya’da kurulmuş olan cemiyetlerine tebliğ etmek üzere gittiğinden bahsetmişti. İlanın Rumlar arasında nasıl bir tesir yaptığı henüz anlaşılamamıştı. Fakat üzerlerine askeri kuvvet sevk edilmedikçe teslim olmayacakları tahmin edilmekteydi. Nitekim adanın valisi Mustafa Nâili Paşa’nın talebi üzerine İstanbul’dan 3.000 kadar asker gönderilmişti. Böylece zaten şimdilik gereken tedbir alınmıştı. İsyancılar, İsfakya içlerine kadar takip edilerek tamamen bertaraf edilmek sureti ile gerekenin yapılacağı tahmin edilmekteydi. Konsolos, bu husustaki gelişmelerin daha sonra tekrar bildirileceğini belirtilerek mektuba son vermişti.421 E) MUSTAFA NAİLİ PAŞA TARAFINDAN ALINAN TEDBİRLER Mustafa Nâili Paşa, itaatsiz asilerle baş edebilmek için savaş hazırlıkları yapmaya başlamıştı. İstanbul’dan Mahmut Paşa himayesinde bulunan 3.000 asker ile yola çıkmaya hazırlanmaktaydı.422 Öncelikle Hanya’da, İstanbul’dan gelen takviye birliklerin de katıldığı büyük bir ordu tertip etmişti. Eşkıyanın bulunduğu Apokaron nahiyesine giderek, güzellikle adayı terk etmeleri söylenecek, eğer bunu yapmazlarsa üzerlerine gidilecekti.423 Bu arada, Sisam adasında bulunan askerlerden 200’ünün Girit adasına nakil edilmesi söz konusu olmuştu. Sisam adasına giderek askerlerin bir an evvel Girit’e ulaşmalarını sağlamak için görevlendirilen Reşid Paşa, nihayet adaya ulaşmış ve ada hakkında daha önce ortaya çıkan söylentilerin tamamen bertaraf edilmiş olduğunu, fesat çıkaran 18 askerin hapse attırıldığını ve burada fesada dair bir şey kalmadığını müşahede etmişti. Bu yüzden 90 askeri Sisam’da bırakarak geriye kalan 180 askeri 421 İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 8; Bu mektuplar sayesinde Girit’te bulunan konsolosları vesilesiyle, devletlerin, Girit’in ahvaline dair haberlere vakıf oldukları anlaşılmaktadır. 422 İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 11 423 İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 18 123 yanına almış ve Girit’e dönmüştü. Miralay Mustafa Bey de, hapiste bulunan 18 askerden 13’ü ile birlikte toplam 100 askeri yanına alarak Sisam adasında bulunan Tarz-ı Cedid isimli vapura binerek Girit’e gelmişti.424 1) Kaptan-ı Derya Çengeloğlu Tahir Paşa’nın Girit’e Görevlendirilmesi ve Faaliyetleri Kaptan-ı Derya Çengeloğlu Mehmet Tahir Paşa’ya, padişah tarafından, Girit’te çıkan fesadı bastırmak için donanmayla Girit’e gönderilme emri verilmişti.425 Kendisine verilen emre göre Tahir Paşa, Mustafa Nâili Paşa ile birlikte hareket ederek, Girit’teki asilerinin yola getirilmesine ve def edilmesine çalışacaktı. Mehmet Tahir Paşa’nın maiyetinde bulunan asker sayısı fesadı bastırmak için yetersiz olduğundan, takviye asker gönderilmesi gerekecekti. Bu yüzden Serasker Mustafa Nuri Paşa’ya, orduya takviye olarak 1.200 asker daha tayin etmesi emredilmişti.426 Tahir Paşa’nın binmiş olduğu firkateyn ve birkaç gemi, İstanbul’dan hareket ettikten 12 gün sonra 16 Mayıs 1841 tarihinde Pazar günü sabahleyin Girit’e ulaşıp Sevde Limanı’na demir atmıştı. Mustafa Nâili Paşa ile Defterdar Salih Bey kendisini karşılamış ve hiç vakit kaybetmeden hemen bir toplantı yapılmıştı. Girit Adası’nın şu anki durumu ve alınması gereken tedbirler hakkında görüşülmüştü. Görüşmeye, adaya gelmiş olan askerlerin başında görevli bulunan Mirliva Mahmut Paşa, Miralay Mustafa Bey ve Ferîk Reşid Paşa da katılmışlardı. Bu görüşme sonunda, padişahın emri çerçevesinde, eşkıyanın gerçekleştirdiği hareketlerin, mal ve canlarına kast edilmeden güzel bir şekilde önüne geçilmesine karar verilmişti. Alınan bu karar doğrultusunda, Apakoron nahiyesinden eşkıyanın bulunduğu İsfakya nahiyesine hareket edilecekti. Mustafa Nâili Paşa’nın bildirdiğine göre, bu iyi niyet ancak uygunsuz hareketlerine devam etmezlerse sağlanabilirdi, aksi bir durumda eğer 424 İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 59 Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c. III, s.214-215 426 Cevdet Bahriye (C. BH), nr. 225/10486; Kaptan-ı Derya Tahir Paşa’nın Girit’e gönderilirken emrine verilmiş olan askerin ve gönderilmek üzere olan iki tabur Erzurum ve bir tabur Maraş askerinin birer aylıkları tedarik edilmiş ancak Girit’e ulaşmalarından sonra ise bu aylıklarının Girit hazinesinden karşılanması istenmişti (İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 53). 425 124 silahlarını kullanıp ihtilal çıkarmaya devam ederlerse savaş kaçınılmaz olacaktı.427 Eşkıya uyguladığı eylemlerde ısrarcı davrandığından, mevcut askerle adanın etrafı gemilerle gezilip kontrol edilecekti. Eğer hareketlerinde ısrara cesaret eden eşkıyayla karşılaşılırsa üzerlerine gidilerek kaba kuvvet kullanılacaktı.428 Sevde ile Hanya arasındaki bir yerde, Mahmut Paşa kumandasında bulunan askerler ile Girit’te bulunan Mısır askerlerinden oluşan bir ordu kurulmuştu. Kaptan Tahir Paşa, askerlerini ordunun bulunduğu yere çıkarmıştı.429 Tahir Paşa, İstanbul’da kendisine elçiler tarafından teslim edilmiş olan mektupları Girit’e gelirken yanında getirmişti. Bu mektupları konsoloslara vermek üzere Mustafa Nâili Paşa’ya teslim etmişti. Tahir Paşa, yanında getirmiş olduğu düzenli asker ile top, mühimmat ve zahireyi, Hanya sahiline çıkarmış, buradan da diğer bölgelere sevk etmişti. Tahir Paşa, Selim Paşa’nın, Deniz Kuşu isimli vapurla, kendi maiyetinde bulunan 3.000 askerden alabildiği kadarını hemen getirmesini istemişti. Tahir Paşa, askerlerini taşıyan vapurun gelişini dört gözle beklemekteydi. Zirâ gerektiğinde harekâta başlanılacaktı. Hali hazırda mevcut olan askerlerden adanın çeşitli yerlerine muhafaza için dağıtılanların haricinde 5.500’ü kişilik bir ordu tertip edilmişti. Bundan sonra eşkıya nasıl hareket ederse aynı şekilde karşılık verilecekti.430 427 İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 54; Bu sırada Mustafa Naili Paşa, ahaliye hitaben güvenliklerini sağlayacağına dair bastırılan kâğıtlar eşkıya tarafından yok edilmeye çalışılıyordu. (İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 4). 428 İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 58 429 İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 4; Kaptan Tahir Paşa’nın Girit adasındaki memuriyetinden dolayı Osmanlı ordusunda bulunan askerlerden 3.000 askerin Kaptan Paşa maiyetinde bulunmak üzere liva paşalarından münasip bir zatın kumandasında Kaptan Paşa tarafına gönderilmesi söz konusu olmuştu. Fakat ahali sükûnet halinde bulunduğundan şu an için çok acil asker ihtiyacı olmadığı gibi, şimdilik zaten gerekli olan yerlere asker sevkiyatı yapılmıştı. Öyle ki, Kıbrıs adasında ortaya çıkan uygunsuz hareketlerin bastırılması için Girit’ten Kıbrıs’a iki tabur asker bile gönderilmişti. Gönderilen bu askerlerin Kıbrıs’ta faydalı bir iş çıkardığı bilinmekteydi. Ayrıca Şam bölgesinde Dürzi isyanları nedeni ile de askere ihtiyaç duyulmuştu. Bu yüzden şimdilik Girit adasına bahsedilen askerin gönderilmesi zaruri görülmemişti (İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 50); Asker ile cephane ve mühimmatın yetip yetmeyeceği hususunda hali hazırdaki duruma bakılacak, Mustafa Naili Paşa’nın Mehmet Tahir ve Ferik Reşid Paşa ile yapacağı görüşme sonucunda karar verilecekti (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 63). 430 İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 58 125 Osmanlı sultanının, Tahir Paşa ve Mustafa Nâili Paşa’nın isyancıları bertaraf edeceklerine dair güveni tamdı. Sultan, Tahir Paşa ile Miralay Mustafa Bey’in isyancıların faaliyetlerine son vermeden adadan ayrılmasına müsaade etmeyecekti.431 Eşkıya, Girit’te Müslüman ahalinin arazi ve mahsullerine saldırmaya başlamıştı. Ahali artık askerin olaya müdahale etmesini ümit ediyordu. Bu beklenti içindeki ahaliye, Kaptan Paşa’nın askerleriyle Girit’e geldiğini, ihtilalin kısa zaman içinde bitirileceği haber verilmişti.432 2) Girit’in Abluka Altına Alınması Rum isyancılarını Girit adasından uzaklaştırmak ve hadlerini bildirmek için İngiliz deniz askerleri, Osmanlı askerlerinin yanında bulunacaktı. Rum isyancılarının Girit adasından uzaklaştırılması ve hadlerinin bildirilmesi için gereken zeminin oluşması beklenmekteydi. Mustafa Nâili Paşa, Rumların takibi için askerleri hazırlamaktaydı.433 Girit ceziresinde fitne çıkarmak isteyen bazı kişiler, halkı kandırıp memlekette asayişi bozmaya yönelik davranışlarda bulunduklarından, asayişin korunması için bu türlü bozuk zihniyetlerin adaya girişinin engellenmesi gerekmekteydi.434 Ayrıca isyancıların asker ve mühimmat yönüyle takviye edildiği yardım gemilerinin de girişine engel olunmalıydı. Adada nizâm ve asayişi 431 İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 56 İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 22 433 İngiltere kumandanının yardım konusunda çok da samimi olmadığı düşünülüyordu. Bu yüzden Paşa’nın yaptığı hazırlıkların sonucu şüpheli görülmüştür (İ. MTZ. GR, nr. 2/11, lef 2). 434 Günlerdir Girit’te gerçekleşmekte olan fesatların destekçisinin Yunan Devleti olduğuna artık şüphe kalmamıştı. Yunanistan’dan Girit’e gelmekte olan casusların gözetilmesi gerektiği hususunda Osmanlı Devleti’nin vekilleri uyarılmıştı. Fakat bu uyarılar pek dikkate alınmamıştı. Girit adasında gerçekleşen fesadın planları Yunanistan’da kurulmuştu. Selanik ve Tırhala kazalarına gelen bir takım isyancıların, Yunanlılarla işbirliği yaptıkları bilinmekteydi. Yunan Devleti herkesi, isyancıları tahrik ve teşvik edenin İngiltere Devleti olduğuna inandırmak istiyordu. Bunu da ispatlamak için daha önceden Girit adası ahalisi hakkında Lord Palmerston’un yazmış olduğu fikirleri göstermekteydi. Nitekim Lord Palmerston, Osmanlı Devleti’nin Girit ahalisini valilerin zulmünden kurtarmasının daha hayırlı olacağı kanaatinde idi. Yunan Devleti, Lord Palmerston’un bu düşüncesini ortaya koyarak Lord Palmerston’un isyancılara manevi olarak yardım ettiği iddiasını ortaya atarak, bütün dünyayı buna inandırmaya çalışmıştı. Ancak Lord Palmerston’un Yunan Devleti’nin menfaati için isyancılara yardım etmesi beklenemezdi (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 56). 432 126 sağlayabilmek adına donanmaya ait birkaç gemi getirilerek Hanya, Resmo, Kandiye ve Sevde iskeleleri dâhil her bölgenin abluka altına alınmasına karar verilmişti. Girit’te uygulanacak abluka için sefaretlere verilmek üzere resmi bir yazı kaleme alınmıştı. Abluka, Mayıs ayının 15’inde başlayacaktı, ancak bu tarihten önce Yunan konsoloslarına ve tüccar gemileri kaptanlarına, adanın bahsedilen iskelelerinden başka yerlere gitmemeleri bildirilmişti. Bu uyarıya rağmen eğer giderlerse ablukanın her devlette geçerli olan usul ve kaidelerinin icra edileceği ilan edilmişti.435 Büyük devletlerin elçileri taraflarından kabul edilmiş olan abluka hususu, Girit’te bulunan konsoloslara da bildirilmişti. Abluka uygulamasına başlandıktan sonra, İsfakya Limanı’nda Yunan bayraklı kayıklar ile İngiliz gemilerinin olduğu haber alınmıştı. Bunların adadaki eşkıyaya sürekli yiyecek ve cephane nakletmek suretiyle yardım ettikleri anlaşılmıştı. Kaptan Tahir Paşa’nın maiyetinde olan gemilerden birkaç tanesi o tarafa sevk edilerek, bu gemilere önce boş top atmak sureti ile itaat altına girmelerine çalışılmış, itaat etmedikleri takdirde zor kullanılacağına dair uyarılar yapılmıştı. Askerler tarafından, bu gemilerin mürettebatından yedi kişi yakalanmış, ancak sahilde isyancıların saldırıya geçmesiyle gemiler kontrol altına alınamamış ve yakalananlar geri kaçmışlardı.436 3) Savaş İçin Yapılan Hazırlıklar Girit adasında gerçekleşen ihtilal faaliyetlerinin engellenmesiyle ilgili yapılanlar, Akdeniz’de bulunan diğer adalar tarafından da dikkatle izlenmekte idi. 435 İ. MTZ. GR, nr. 2/11, lef 1 İngiliz konsolosu bu adamların kendi milletlerinden olduklarını iddia etmesi abluka usulüne tamamen zıt bir durum ortaya koyduğundan abluka altına alınmış olan yerlerde bulunan gemi, mal ve askerleri yanına alması gerekecekti. Eğer böyle bir şey gerçekleşecek olursa çekilen bütün sıkıntılar, hazırlıklar tamamen boşa gitmiş olacaktı. Abluka usulünün büyük devletler taraflarından kabul edilmiş bir gerçek olduğundan yola çıkarak konsoloslar ve gemi kumandanları tarafından müdahale edilmemesi hususunun söz konusu elçiler tarafından tekrar onaylanması gerekmekteydi (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 61); Hanya’da bulunan İngiltere konsolosunun isyancı tavırlarında ısrar etmesi üzerine Girit adasına Mora ve diğer çevre adalardan eşkıya gelmesi ihtimali kuvvetlenmişti. Girit adasında gerçekleşmekte olan ablukaya İngiliz ve Yunan Devletleri konsoloslarının müdahale etmelerinin engellenmesi lazımdı (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 62). 436 127 Fransa, İngiltere ve Rusya bir şekilde olaylara müdahale eder ya da Sisam adasındaki gibi serbest bir durum ortaya çıkarsa, civar adaların da kısım kısım bu yola girişerek isyan edecekleri muhakkaktı. Girit’te bir taraftan ablukanın tam olarak uygulanmasına çalışılırken bir taraftan savaş hazırlıkları yapılmaya başlanmıştı. İhtiyaç duyulan asker, mühimmat, gemi, akçe vs.nin miktarları belirlenmişti. Zirâ eşkıyayla yapılacak olan savaşta özellikle asker ihtiyacı çok fazla olacaktı. Buna bağlı olarak da yiyecek, para ve silah gerekecekti. Girit isyanının bertaraf edilmesi için lazım olan bu ihtiyaçlar, Kaptan Mehmet Tahir ve Mustafa Nâili Paşa tarafından zaman zaman merkeze yazılarak talep edilmişti. Kaptan Mehmet Tahir Paşa, bu gerekçelerle merkeze göndermiş olduğu mektubunda Girit’e peksimet, vapur kömürü ile asker yollanmasını istemişti. İlaveten Kaptan Paşa, şu ifadeleri de kullanmıştı: “Girit mühim bir meseledir, bu meselenin halledilmesi için etraflıca düşünüp çalışmak gerekir, yeterli asker de bulunmamaktadır” demişti. Bu yüzden İstanbul’da bulunan nizâmlı askerlerden bir tabur ve Selanik’ten 1.200 kişinin toplanıp bir an evvel gönderilmesi gerektiğini ifade etmişti. Silivri’de bulunan 10.000 kile zahire ile Tekfurdağı ve Gelibolu’da bulunan 1000’er kantar peksimetin de yola çıkarılması, iki savaş gemisi437 ile bir firkateyn, Ahmet Paşa ile birkaç kaptanın ve bahriye askerlerinin gönderilmesi gerektiğini ifade etmişti.438 Mevcut askerlerin maaşlarının ödenmesi ve diğer masrafların karşılanması için 2.000 kese akçeye ihtiyaç duyulduğunu yazmıştı. Abluka usulünün bir gereği olarak ısrara devam eden eşkıyanın mallarının ganimet olarak alınması mubah olduğundan, malların, ele geçiren askerlere ve diğerlerine dağıtılmasını istemişti. İlaveten, abluka maddesine müdahale etmemeleri hususunda konsolosları vasıtasıyla sefaretlere mektup gönderilmesini talep etmişti. Tahir 437 Daha önce istenen gemiler Şam tarafına gönderilmiş olduğundan bu gemilerinden bahsedilmişti. Fakat Kaptan Paşa, Şam’a giden gemilerin de oraya vardıklarında Girit’e sevk edilmelerini istemiştir. 438 Kaptan Mehmet Tahir Paşa’ya göre, ordu her ne kadar galibiyet elde edecek kadar güçlü olsa da, Girit savunulması zor bir adaydı. Girit’e Kaptan Ahmet Paşa’nın korvet gemileriyle 2.000 askerle gönderilmesiyle, adanın bir saat içinde savunulması sağlanabilirdi (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 75). 128 Paşa’nın bu talepleri Bâbıâli tarafından uygun görülmüş ve bir ferman yayınlanmak sureti ile gerekenler yapılmıştı.439 Bâbıâli’den gelen cevapta, 2.000 kese akçenin Girit Defterdarıyla müzakere edilerek ve tasarruf kurallarına uyularak ödeneceği haber verilmişti. Girit fesadının daha fazla uzamadan ve yabancı müdahalesi olmadan âdil ve hâkim bir şekilde bitirilmesine çalışılmalıydı. İtaatte bulunan namus ehli reayanın da fesada dâhil olmamasının, Mustafa Nâili Paşa ve diğer muhafızlar ile sık sık yazışma yapılması ve birliği tekrar sağlayacak adımlar atılmasının önemine vurgu yapılmıştı. Bunları yerine getirmek Mehmet Tahir Paşa’nın vazifesiydi. Paralar geldiğinde askerlere usulünce dağıtılacaktı. Mustafa Nâili Paşa ve diğer muhafızlar ile yazışmalarda ve haberleşmede şimdiye kadar kusurda bulunulmamıştı, bundan sonra da hiçbir şekilde gevşeklik gösterilmemesi emredilmişti. Kaptan Tahir Paşa, merkeze gönderdiği başka bir yazısında, gönderilecek olan asker, zahire ve elbisenin440 bir an evvel yetiştirilmesini ve daha önce gönderilen 2.000 kese akçenin yeterli olmadığını ifade ederek bir miktar daha akçe gönderilmesini istemişti. İstediği şeyler padişahın izniyle hazırlanmıştı. Hazinenin ne durumda olduğu herkes tarafından bilinse de hal ve şartlara göre orada akçe sıkıntısı olmaması gerektiğinden, çaresine bakılması gerekmekteydi. Bu yüzden akçe tedariki hususunda, Maliye Nâzırına gerekenin yapılması emri verilmişti. Girit meselesinin bir an önce halledilmesi için diğer devletler de ihtarlarda bulunmaya başlamışlardı. Bunun için işler hızlıca yoluna konulmalıydı.441 Girit’teki isyan faaliyetlerinin artarak devam edeceği anlaşıldığından sürekli askere ihtiyaç duyulmuştu. Bu yüzden Arnavutluk’tan 2.000 askerin Girit’e sevk 439 Nitekim hemen 400 kadar nizâmiye askeri Girit’e bir vapurla gönderilmiş ve hemen orduya sevk edilmişti. Fakat daha fazla askere ihtiyaç vardı. Selanik’ten tertip edilen asker ve donanma, peksimet ve zahirenin hızlıca gönderilmesine çalışılması gerekmekteydi (İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 24). 440 Askerlerin 1841 senesine ait yazlık elbiseleri henüz verilmemiş, kışlık elbiseleri de eskimiş durumdaydı. Nizâmiye askerinin bu şekilde eski kıyafetle gezdirilmesi uygun olmadığından İstanbul’dan yazlık elbise gönderilmiş fakat bu elbiseler karantina sebebi ile alıkonularak askerlere sadece 500 adet yazlık pantolon verilebilmişti. Karantina süreleri sona erdikten sonra Mustafa Naili Paşa ile elbiseleri getiren firkateynle birlikte Kandiye’ye askerlerin yanına gitmişti (İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 36). 441 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 40 129 edilmesi için bir görevli tayin edilmişti. Arnavut askerleriyle birlikte, 100 bahriye askerinin ve Kaptan Ahmet Paşa’nın, savaş gemileriyle hemen Girit’e gelmesi gerekmekteydi.442 Kaptan Ahmet Paşa, Girit’in ablukası bütünüyle gerçekleştirilerek ihtilalin bir an önce bitirilmesi için birkaç gemiyle Girit’e gönderilmişti. Ahmet Paşa ve refakatinde bulunan gemiler, bir tabur nizâmiye askeri, maden kömürü, 2.000 kese akçe ve 100 bahriye askeri, Kaptan Mehmet Tahir’in ısrarlı talepleri neticesinde Sevde Limanı’na gelmişti. Ahmet Paşa ve gemiler hemen abluka uygulamasına dâhil edilmişlerdi. Gelen akçenin 1.000 kesesi askerlerin aylıklarını vermek üzere Girit Defterdarı Salih Bey’e teslim edilmişti.443 Girit’e asker ve mühimmat sevki tüm hızıyla devam ediyordu. Mirliva Mehmet Paşa ve yanında getirdiği 5 tabur asker, 1 bölük topçu ve gerekli mühimmat, donanmaya ait 7 gemiyle Sevde Limanı’na ulaşmıştı. Harp gemileri ile düzenli askerlerin adaya başarılı bir biçimde intikali nedeniyle eşkıya takımı ve onlara uyanlar endişeye kapılmışlardı. Mehmet Paşa ve askerleri tarafından eşkıyanın bertaraf edilmesine, halkın huzur ve asayişinin sağlanmasına çalışılmıştı.444 Hazırlıklar çerçevesinde Mustafa Nâili Paşa, mühimmatın durumuyla ilgili bir inceleme de yapmıştı. Kandiye ve civarındaki kalelerdeki topların yeterli olmadığı, diğer cephanelerin de kullanıma elverişli olmadığı tespit edilmişti. Bu yüzden Mustafa Nâili Paşa, durumu merkeze rapor etmiş, kalelerdeki mühimmatın durumu hakkında kapsamlı bir çalışma yapılmasını istemişti. Adanın hassas durumu nedeniyle, merkezin cevabı gecikmemiş, Tophane-i Amire’den bir memur gönderileceği ve gerekenin yapılacağı haber verilmişti. Ardından kalelerdeki top, humbara, havan ve sair mühimmatı kontrol edip, kullanılamaz halde olanları deftere kaydetmek üzere Tophane-i Amire kâtiplerinden Said Bey adaya tayin 442 İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 87 Askerlerin aylıkları birikmiş olduğundan bu 2.000 kese akçe ödenmesi gereken miktarın yarısına bile yetmemişti. Askerlerin zaman zaman birikmiş aylıklarını istedikleri, Mustafa Naili Paşa tarafından da ifade edilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 22). 444 İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 16 443 130 edilmişti.445Bu görevlendirme, Mustafa Nâili Paşa’ya, Kandiye, Hanya ve Resmo kadılarına ve memleketin önde gelenlerine bildirilmişti. Said Bey, Hanya Kalesi’nden başlayarak sırasıyla bütün kaleleri kontrol edip mühimmatın durumuyla ilgili bilgileri kaydetmişti. Bu konuda Kaptan Paşa, Said Bey’e yardım etmiş ve Said Bey, vazifesinin sonunda yazdıklarını sadarete rapor etmişti.446 Said Bey’in diğer evraklarla birlikte gönderdiği defter, gider muhasebesine kaydedilmişti. Böylelikle kalelerdeki top kundakları, araba vs. malzemeler mühimmattan düşürülmüştü.447 Bu sayede ne kadar askeri malzemeye ihtiyaç duyulduğu da ortaya çıkmıştı.448 4) Mustafa Nâili Paşa ve Ordunun Adada Yaptığı Keşif Harekâtı 1841 yılının Mayıs ayına gelindiğinde, hazırlıklar tamamlanmış, Mustafa Nâili Paşa ve kendisine eşlik edecek, adaya ordularıyla birlikte gelmiş olan diğer komutanlar, eşkıyanın bulunduğu yerlere gitmek üzere beklemeye başlamışlardı. Mustafa Nâili Paşa, adanın gereken yerlerini dolaşıp abluka memurlarına bakmak ve ihtiyaç duyulduğu anda hareket etmek üzere Sevde Limanı’nda beklemekteydi.449 Bütün kuvvetlerin birleşmesiyle meydana getirilmiş olan ordu önce, adanın etrafında keşif turları yapacaktı. Eşkıya, silahını bırakması için ikna edilmeye çalışılacaktı. Nihayet yola çıkma zamanı gelmiş, eşkıyayla yüzleşmek üzere hareket edilmişti. Mustafa Nâili Paşa başta olmak üzere süvari, hademe, sekban ve gönüllü askerlerden bir miktarını yanına alan Reşid Paşa, Mirliva Mahmut Paşa, Miralay Mehmet Bey, İstanbul’dan gönderilen diğer Miralay Mehmet Bey, Aydın Redifi 445 Said Bey’e bu görevinden dolayı, 500 kuruş maaş ve memuriyeti süresince yeterli miktarda harcırah verilmişti (C. AS, nr. 778/32911). 446 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 36 447 Kalelerde bulunan hurdaların miri usulle yerlerinde satılarak elde edilen paranın oradaki askerlerin masrafları için harcanması uygun bulunmuştu. Top parçaları ise kaydedildikleri defterleriyle birlikte uygun gemilerle Tophane-i Amire’ye gönderilecekti. 448 Bu suretle lazım olan kundakların imal edilebilmesi için ölçülerinin yazıldığı defterler de Mustafa Naili Paşa tarafından Tophane-i Amire müdürüne gönderilmiş, bu defterler ileride kundak yapabilmek için Tophane-i Amire’de muhafaza edilmişti. Defterlerdeki kayıtlardan anlaşıldığı üzere 259 top kundağı ve mühimmat talep edilmişti. Tophane-i Amire’den gönderilecek bu kundaklara karşılık, adadaki eski kundaklar parçalanarak elde edilecek parçalar Tophane-i Amire’ye getirilecekti. (C. AS, nr. 5560) 449 İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 60 131 Miralay Cemal Bey ve Mehmet Ağa ile birlikte yola çıkılmıştı. Öncelikle Hanya sancağına bağlı Kisamo, Seline, İsfakya kazalarına gitmeyi planlamışlardı. Eşkıya zannedildiği kadar kolay pes etmeyecekti. Zirâ daha ilk günden çatışmalar başlamıştı. 40-50 kişilik bir eşkıya grubu tarafından, kayalık bir mevkide ordunun yolu kesilmişti. Ordu ilerlemeye başlayınca kayaların arkasındaki siperlerden silah atışına başlamışlardı. Mehmet Ağa, Rumca bilen birini, silahlarını bırakıp dağılmalarını söylemesi için yanlarına yollamıştı. Eşkıya, silah bırakmayı reddetmiş ve mücadele için hazır olduklarını belirtmişti. Bu cevap üzerine sade bir top atışı ile başlayan çatışma, eşkıyanın tüfekle karşılık vermesi sonucu daha da uzamıştı. Eşkıya, her fırsat bulduğunda silaha davranmış ve karşılıklı atışlar bir süre devam etmişti. Fakat kısa süre sonra ordunun bir kaç top atması, sekban askerlerinin eşkıyanın üzerine yürümesi ve süvari askerinin hücumlarıyla hepsi dağlara doğru kaçmıştı.450 Mehmet Ağa’nın sekban askeri ve diğer kuvvetlerin yardımıyla köye hücum edilmiş ve sonunda asiler firar etmek zorunda kalmışlardı. Mehmet Ağa ve Mirliva Mahmut Paşa da bizzat askerler ile birlikte kâfirlere karşı yapılan bu mücadelede yer almışlar ve eşkıyayı def etmişlerdi. Askerler, iki köyün arasında bulunan tepenin diğer tarafına kadar ilerlemişlerdi. Yakalanan eşkıyanın çoğu yaralıydı, sağlam ele geçirilenlerin sayısı çok azdı. Mehmet Ağa 400 kadar sekban askeriyle burada bırakılmıştı. Ertesi gün birçok reaya gelip itaat talebinde bulunmuşlardı. Zaten ordunun asıl amacı buydu. Asileri kötü niyetlerinden vazgeçirmek, adanın eski ve yeni reayasının itaat altında, huzur ve sükûn içinde yaşamalarını sağlamaktı. Eğer silahlarını teslim eder ve aman dilerlerse tabi ki emniyetleri ve iskân etmeleri sağlanacaktı. Fakat eşkıyalık yapmaya devam ederlerse usulüne uygun hareket edilecekti. Ayrıca abluka hususuna da dikkat edilmesi gerekmekteydi.451 Mustafa Nâili Paşa ve Kaptan Mehmet Tahir Paşa’nın raporlarından anlaşıldığı kadarıyla, devam eden muharebelerde askerler galip gelmişlerdi. Ancak 16 Mayıs 1841 tarihinde, eşkıya beklenmedik bir saldırı yapmış ve var gücüyle 450 451 İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 55 İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 57 132 askere saldırarak Kisamo bölgesine hücum etmişti. Fakat asilerin bu gayretleri de boşa çıkmış, hepsi de perişan edilmişti. Eşkıya bu yenilgilerden çok fazla zarar görmüştü. Böyle devam ederse kısa bir zaman sonra bütün mesele halledilecek ve Girit’in asayişi tamamen temin edilecekti.452 İlk eşkıya grubu bu şekilde bertaraf edildikten sonra orduyla birlikte tekrar yola çıkılmış, dağların en sarp yerinde olan bir köye erişilmişti. Hiçbir ferdin malına, emlâkine, ırz ve namusuna zarar verilmeden köy ahalisinin silahları hemen toplanmış, daha sonra Seline kazası tarafına geçilmişti. Birkaç gün içinde Seline ve Kisamo kazalarındaki silahlar toplanıp Hanya’ya dönülmüş, burada ordunun eksikleri tamamlanmıştı. İsyancıların defedilmeleri için sahil kenarında bulunan İsfakya’ya gitmek üzere Mirliva Mehmet Paşa ve İsmail Bey’in emrindeki askerlerle birlikte 4 tabur düzenli asker ve sekban ordusunun başbuğu Yusuf Bey ve Çerkez Mehmet Ağa’nın askerleri de dâhil olmak üzere 500 kişilik sekban askeriyle yola çıkılmıştı.453 İsfakya’ya yaklaşılırken önce ordunun dinlenme yerine varılmıştı. Burada Mustafa Nâili Paşa, Kaptan Mehmet Tahir Paşa ile iki defa görüşmüştü. İsfakya nahiyesinin ileri gelenleri de yanlarına gelmiş ve bir müzakere sağlanmıştı. Bu gelişmeyle birlikte, Mustafa Nâili Paşa’nın çok kısa zaman içerisinde adanın huzur ve asayişinin sağlanacağına olan inancı artmıştı.454 İsfakya’nın bazı köylerinde üç gece kalınmış ve ahalinin huzur içinde çoluk çocuklarıyla köylerinde, evlerinde iskân ettiklerine şahit olunmuştu. Mustafa Nâili Paşa’nın başında bulunduğu ordu, Hanya sancağının kazalarını dolaşırken, adanın diğer tarafında isyancılardan silahlı 7 kişinin Resmo sancağı kazalarından Amarya’ya (Mirona) gittiği haber alınmıştı. Kuvvet kullanılarak isyancılar yakalanmıştı. Üstlerinden 300 adet çakmak taşıyla 150 deste fişek bulunmuştu. Resmo Kalesi’ne götürülürken yolda iki tanesi firar etmişti. Diğer beşi silahlarıyla ve üstlerinde bulunan taş ve fişekleriyle Resmo’ya götürülmüş ve hapse 452 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 35 İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 11 454 İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 12 453 133 atılmışlardı. Bu isyancıların kaçmalarına mahal vermeyecek şekilde hapsedilmesi, taşıdıkları silahların, fişek ve taşların muhafaza edilmesi gerekmekteydi. Gelişmelerden Mustafa Nâili Paşa haberdar edilmişti.455 İsyancılarla yapılan mücadeleler esnasında Mustafa Nâili Paşa’nın büyük oğlu Veli Bey’e de vazife verilmişti. Veli Paşa’ya miralay rütbesi verilerek, Kandiye sancağı muhafazasına memur edilmişti.456 Miralaylığa yükseltilen Veli Bey refakatiyle tertip edilen ordu, Kandiye civarına gönderilmişti. Veli Bey ve askerleri abluka için harekete geçmiş, birkaç defa meydana gelen muharebelerde isyancıları bozguna uğratarak, galip gelmişti.457 Kandiye Kalesi civarında Veli Bey’in ordusuyla eşkıya arasında küçük çapta yapılmış olan bir savaşta, 35 kişi öldürülmüştü. Bunun üzerine bir kısım reaya itaat etmeyi kabul etmişse de silahlarını “silahımız yoktur” diyerek vermek istememişti.458 5) İngiliz ve Fransız Elçilerinin Tavsiyeleri ve Af ilanı Resmo’da ve özellikle Hanya taraflarında isyancılara karşı zaferler elde edilmişti. Ordu, bu zaferlerin ardından tekrar Sevde Limanı’na geri dönmüştü. Bu esnada bir Fransız firkateyni Sevde Limanı’na gelerek Osmanlı ordusunu teftiş etmişti. İstanbul’da Fransa elçisi, Osmanlı Devleti Hariciye Nâzırını ziyaretinde, Fransa’nın bundan sonra Osmanlı Devleti’nin yanında yer alacağını belirtmişti. Elçi, Girit bahsi açıldığında, Osmanlı Devleti’nin bu meseleyi artık halletmesi gerektiğini ifade etmişti. Fransa’ya ait firkateynler geldikten sonra Girit eşkıyası, büyük devletlerin kendilerine yardım etmeyeceğini anlamıştı. Zirâ yapılan bir iki küçük 455 İ. MTZ. GR, nr. 2/13, lef 15 Veli Bey için takdir edilen maaşın verilmesi ile ilgili Defterdar Mehmet Salih kendisine herhangi bir emir gelmediğinden bu konu hakkında kendisine net bir bilgi verilmesini talep etmişti (İ. MTZ. GR, nr. 2/12, lef 2). 457 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 33 458 Reayanın bu suretle itaat yanlısı bir tavır içine girmiş olmaları korktukları için mi yoksa gerçekten itaat ettiklerinden mi olduğu anlaşılamamıştı (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 87); Kandiye muhafızı Veli Bey’in Kandiye’de gerçekleşen muharebenin sonucunda elde edilen galibiyeti haberi Mehmet Tahir tarafından sadarete haber verilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 80). 456 134 çatışmada bile bozguna uğratılmışlardı. Abluka nedeniyle de kendilerine destek sağlanamadığından, eğer Osmanlı Devleti tarafından bir af ilan edilirse eşkıyanın fesadından vazgeçeceği ve itaat altına alınacağı öngörülmüştü. Ayrıca bu tutum, Avrupa Devletleri’nin de hoşuna gidecekti. Osmanlı yönetimi açısından bu yöntem, uygun görülmekle birlikte bazı sakıncaları da beraberinde getirmişti. Şöyle ki, birden bire affedildiklerini ilan etmek eşkıyanın şımarmasına sebep olabilirdi. Bazı kendini bilmezlerin kışkırtmasıyla ortaya çıkmış olan ihtilâlin bastırılması için, Osmanlı Devleti tarafından, bölgeye asker ve donanma gönderilmiş ve adanın sahilleri abluka altına alınmışsa da bütün tebaanın her yönüyle korunması gerekmekteydi. Kan akıtılması, Sultan Abdülmecid’in de istemeyeceği bir şeydi. Osmanlı yönetiminin isyancılara karşı tavrı başından beri hep aynıydı. Hâlâ, fitne çıkarmaya kalkışanlardan samimi olarak gelip pişman olduklarını söyleyenler ve af dileyenlerin yaptıkları eşkıyalık affedilecekti. Eğer isyankâr tavırlarında ısrar edecek olurlarsa gerektiği gibi davranılacaktı. Af ilanı isyanın başlangıcında olduğu gibi, yine isyancıları teslim olmaya davet ediyordu. Fransız elçi, bu tarzda kâğıtların dağıtılacak olması fikrini oldukça beğenmişti. Bu yüzden konsoloslarına, Osmanlı Devleti’ne yardım etmeleri için mektup yazacağını ifade etmişti. Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne yaptığı iyilik dolayısıyla üç şeye dikkat edilmesi gerekiyordu: 1) İç işlerinin yabancı müdahalesinden koruması, 2) Reayayı hoş tutup, haklarında iyi muamelede bulunup başkalarına meylettirmemesi, 3) Reayanın zarar görmesine sebep olacak herhangi bir harekette bulunmamaya gayret edilmesi. Eğer bunlara riayet edilmezse, o zaman Osmanlı Devleti zarar görebilirdi. Elçiye, Hariciye nezaretinin ve padişahın niyetinin de aynı olduğu, gece gündüz memleket ve milletin asayişi için samimiyetle çalışıldığı ifade edilmişti. 135 İngiltere elçisi de Bâbıâli’ye gelerek fikirlerini beyan etmişti. Girit işinin uzatılmamasını, müsaade ve yumuşaklık gösterilmesinin uygun olmayıp isyanın hemen bastırılması gerektiğini belirtmişti. Fransa elçisinin belirttiği şekilde bir af metni yayınlanmasını İngiliz elçisi de uygun bulmuştu. Fakat bunun devlet tarafından resmi bir şekilde yayınlanması sakıncalı bulunmuştu. İngiltere elçisinin söylediği şekilde şiddet göstermek de daha büyük belalara yol açabileceğinden, bu ikisinin ortası bir yol bulunup duruma göre uygulanıp uygulanmaması Kaptan Paşa’ya havale edilmişti. Dolayısıyla Bâbıâli, Girit meselesine dair bir karar verememişti. Kaptan Paşa’ya sefaretlerin Girit hakkındaki ifadeleri bildirilmişti. Bu süre zarfında Girit’ten sık sık haber alınması gerekmekteydi, hatta sefaretler tarafından da bu hususa dikkat çekilmekte olduğundan, haberleşmenin çabuk yapılması açısından Tersane-i Amire’den küçük bir geminin hemen gönderilmesi emredilmişti. Bu arada eğer tam bir galibiyet sağlanırsa, bu teklife gerek kalmayacağından hazırlanan ilan iptal edilecekti. Eğer böyle olmayıp işler daha da hassas bir noktaya gelirse, son bir hamle olarak af ilanı metni Rumcaya tercüme ettirilerek tüm adaya duyurulacaktı. Bu hususlar padişah tarafından da uygun görülmüştü.459 6) Bâbıâli’nin İsyan Hususunda Girit Yöneticilerine Verdiği Nasihatler Girit adasında eşkıyayı terbiye etmek için yapılan ilk iş nasihat vermek, ikaz etmek ve pişman olup aman dilemelerini sağlamak olmuştu. Eğer bu işe yaramazsa ancak o zaman kuvvet kullanılmıştı. Girit eşkıyası hakkında yapılacak muameleye dair Kaptan Paşa tarafından yazılan bir yazı bu uygulamayı çok iyi ifade eder. Şöyle ki: “Herkesin bildiği gibi dışarıdan gelen eşkıya ve kendini bilmezler Girit adası Hristiyanlarından bir takım ahmakları tahrik ve ifsad ettiklerinden ve bu durum Padişah Efendimiz tarafından da işitildiği için bu gibiler tedip ve terbiye ile hali 459 İ. MTZ. GR, nr. 3/37, lef 3 136 hazırdaki fesatları bertaraf edilerek, kendi hallerinde yaşayıp giden ada sakinlerinin asayiş ve rahatlarını tekrar temin etmek için donanma ve yeterli sayıdaki askeri bu işe memur etmiştir. Allahın inayetiyle bunların fesadlarını bir seferde ortadan kaldırmak mümkün ise de gerek padişahımız merhametleri ve gerek benim murad ve maksadım icab etmedikçe insanların kanını akıtmamak şeklinde olduğu için -hatta şimdiye kadar takip ettiğimiz mülayim davranma politikası buna yeterli bir delildirve günah bütün bütün bizden gitmek ve mesuliyet onlarda kalmak üzere bir kere daha nasihat vermeye ve müşfikane ikaz etmeye yöneldik. Şöyle ki; eşkıyalık yapan reaya yaptıkları işin vahamet derecesini anlayıp pişman olurlar ve aman dilerler ise devletin merhametli olması gereği olarak padişahın af ve inayet kapısı açılacağı ve haklarında her türlü himaye ve adaletli muamelenin icra edileceği beyan olunmuştur. Bir şekilde niyaz ve istirhamda bulunurlarsa dinlenileceklerdir. Fakat bu suretle ilan yayınlamaktaki amacımız sadece kan dökülmemesi ve ahalinin zarar görmemesinden ibarettir. Buna başka türlü mana verilir ise hata edilmiş olur. Bu uyarılarımıza kulak asılmaz ve yine eşkıyalığa devam edilirse artık zorunlu olarak sert politikalar ve kaba kuvvet uygulanarak adanın huzur ve emniyetinin iadesine çalışılacaktır”.460 Kaptan Paşa’nın vermiş olduğu bu bilgiler Bâbıâli’ye ulaştırılmış ve ardından Girit’te yapılması gerekenler sıralanmıştı. Buna göre, Girit meselesinin yabancı müdahalesine gerek kalmadan bir an önce halledilmesi için elçiliklerin baskılarının olduğu da ilave edilmişti. Bir süreden beri Mustafa Nâili Paşa’dan haber alınamadığı için Girit’in ahvali bilinmiyordu. Dışarıdan alınan haberlere göre askerlerin üstün durumda oldukları ve yakın zamanda tam bir galibiyet elde edileceği öğrenilmişti. Buna rağmen Mustafa Nâili Paşa’dan bir haber gelmemesinden ve durum çok iyi bilinmediğinden sık sık haber verilmesi gerektiği ve son gelişmelerin anlatıldığı bir yazının gönderilmesi emredilmişti. Tam bir galibiyet elde edilmiş olması temenni edilmekteydi. Şayet hâlâ işler yoluna girmemiş ise ablukanın sıkı tutulmasıyla beraber, Rumcaya tercüme edilerek eşkıya tarafına yollanacak bir ilan hazırlanıp sadarete gönderilmesi istenmişti. Bu usul, Avrupa’nın politikasına da uygun olacağı 460 İ. MTZ. GR, nr. 3/37, lef 1 137 bazı elçilikler tarafından belirtilmişse de uygulanıp uygulanmaması oranın durumuna ve valinin bu konudaki görüşüne bırakılmıştı. Her şekilde gereğinin yapılması, Mustafa Nâili Paşa’ya ve Kaptan Mehmet Tahir Paşa’ya havale edilmişti. Bâbıâli’den gelen emirlere göre, eğer savaş sırasında eşkıyanın saklandığı yerler tahrip edilecekse, mallarını gasp etmek ve esir almak uygun görülmemişti. Hele ki itaatli köylerin yakılması hiç uygun değildi. Bunlar aşırı dikkat gerektiren hususlar olduğu için askerin böyle davranmasına kesinlikle müsaade edilmemeliydi ve bu durum devamlı olarak kontrol edilmeliydi. Hükümetin ısrarla üzerinde durduğu konu, her hâlükârda adil ve yumuşak tavırlar sergilemekti. Askerlerin asla yağmalama ve esir alma gibi faaliyetlerde bulunmalarına meydan verilmemeliydi. Yine ısrarla vurgu yapılan diğer bir konu da, Girit’te meydana gelen her olay ve memur olarak gönderilen vazifelilerin durumları peyderpey bildirilmeliydi.461 F) MÜZAKERELER NETİCESİNDE ÇÖZÜLEMEYEN MESELENİN İSYANA DÖNÜŞMESİ Gerek Osmanlı hükumetinin gerekse adadaki temsilcilerin öncelikli hedefi isyan faaliyetlerinin çok fazla büyümeden barış yoluyla halledilmesi olmuştu. Fakat eşkıya hiçbir zaman buna yanaşmamıştı. Zirâ sürekli Yunanistan tarafından asker ve mühimmat yardımı alıyorlar, kendilerine yapılan teklifleri kabul etmeye yanaşmıyorlardı. Abluka usulünün tam olarak uygulanmasıyla Yunanistan’dan gelen yardımları kesilen eşkıya, orduyla yaptığı çatışmalar neticesinde de çok kayıplar verecekti. Nihayet geri adım atmaya başlayacak ve emellerine ulaşamadan adayı terk etmek zorunda kalacaktı. 461 İ. MTZ. GR, nr. 3/37, lef 2 138 1) İngiliz Kumandanın Arabuluculuk Teklifi Sevde Limanı’na gelmiş olan İngiltere’nin Akdeniz donanması kumandanı, Tahir Paşa’nın yanına gelerek, kendisinin Yunanistan tarafından cephane, mühimmat ve asker getirenleri engellemekle vazifeli olduğunu ifade etmişti. Kaptan Paşa bunun için kendisine teşekkür etmişti. Daha sonra Girit ahalisinin isyan etmesinin bazı sebeplerinin olduğunu söyleyen İngiliz kaptan, bunun için arabuluculuk yapmak istediğini belirtmişti. Tahir Paşa, kendisinin görevinin, adanın abluka edilmek suretiyle isyan edenlere nasihat etmek, dinlemezlerse zor kullanarak haklarından gelmek ve günahsız olanları da korumak olduğunu ve arabuluculuk konusunda yetkisi dâhilinde olmadığını söylemişti. İngiliz kaptan ise, bu konuda devletinin kendisine talimat verdiğini söylemişti. Kaptan Paşa, arabuluculuk için Osmanlı Devleti’nden izin almak gerektiğini, vapur göndererek gelecek cevabı bekleyeceğini, yeni bir talimat gelmedikçe de bu teklife bir cevap veremeyeceğini yinelemişti. İngiliz kumandan arabuluculuk teklifinde ısrar etmiş, Kaptan Paşa ise bu teklifi reddetmişti. Ertesi gün Kaptan Paşa bu kumandanın gemisine gitmişti. Kumandan yine aynı ısrarlı tekliflerini yineledi. Kumandana göre, her ne kadar isyan eden eşkıya mağlup edilmiş ve çoğu tekrar hâkimiyet altına alınmışsa da dağ köylerindeki isyancıların az zamanda itaat etmesi mümkün değildi. Hristiyanların onlara güvenmediklerini, her hâlükârda arabuluculuğa ihtiyaç duyduklarını, yoksa bu meselenin bertaraf edilemeyeceğini söylemişti. Eğer mesele uzarsa, Mısır meselesinden dolayı Fransa ve İngiltere anlaşamadığı için, aralarında bir uygunsuzluk ortaya çıkarsa o zaman işin karışacağı, Fransız donanmasının kalabalık bir şekilde Girit tarafında bulunmasının sebebinin bu olduğunu ve arabuluculuk ile ilgili söylediklerinin kendileri için hayır ve menfaat içerdiğini belirtmişti. Buna izin verilmezse, isyan eden reayanın suçlarının affedilmediği düşünülecekti. Eşkıya itaat altına girerse, merhamet edilecek ve işledikleri suçlar için “geçmiş geçmişte kalmıştır” denilecekti. Diğer yerlerde uygulanmakta olan Tanzimat esasları kabul edilirse, eşkıyanın işlediği suçları yüzünden tenkit edilmemeleri, vazifesinin bir 139 parçası idi. Kumandan son olarak “eşkıyanın ne istediğini anladıktan sonra yeniden konuşuruz” demişti. Kaptan Paşa ise arabuluculuk konusunda İstanbul’dan bir talimat gelmedikçe söz veremeyeceğini yinelemişti. Arnavutluk ve Selanik’ten henüz beklenen askerler gelmeden bile, adada hazır bulunan orduyla isyan bertaraf edilecek gibi göründüğünden arabuluculuğa ihtiyaç duyulmamıştı. Şimdiye kadar meydana gelen çatışmalarda eşkıya zayıf düşürülmüştü. Fakat bu ısrarlı ricanın kabul edilmediği takdirde ilerde başa bela olma ihtimali de vardı.462 2) Eşkıya Grubunun Talepleri Haziran ayının 23’ünde İsfakya’nın bir köyünde bulunan eşkıya topluluğundan 15 kişi tarafından Girit sularında bulunan İngiltere, Fransa ve Rusya gemilerinin kumandanlarına hitaben mektuplar yazılmıştı. Vergi konusunun netleşmesi, silahlarını teslim etmek istemedikleri vs. gibi konuları kapsayan dilekçeler, Girit eşkıyası tarafından önce Rusya’ya gönderilmek üzere verilmişti. Fakat bu dilekçeler, Rus Devleti tarafından kabul edilmemişti. Bu defa eşkıya, Atina’da bulunan üç büyük devlet elçilerine ve kendi devletlerine gönderilmek üzere dilekçeler vermişti. İngiltere ve Fransa elçileri bu dilekçeleri almış, Rusya elçisi ise başlangıçta tereddüt etmiş ise de diğerlerinin alması üzerine gayr-i resmi olarak dilekçeyi almıştı.463 Eşkıyaya, Sevde Limanı’nda bulunan İngiltere Kaptanı tarafından bir cevap verilmişti. Kaptan cevabında, Kaptan Tahir Paşa’nın kendisine daha önce yaptığı görüşmelerde Girit adasında “Tanzimat hükümlerine göre hareket edileceğini” bizzat ifade ettiğini belirtmişti. Buna göre eğer, Osmanlı Devleti’ne tabi olurlarsa, geçmişte 462 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 37 Rus elçi, dilekçeleri göndermek için devletinden resmi izin almaya mecbur olduğunu ifade etmişti. Elçinin mektupları bu şekilde gayri resmi olarak teslim almış olması hoş karşılanmamış, hatta küçümsenmişti (İ. MTZ. GR, nr. 3/22, lef 2). 463 140 yapılan bütün hatalar affedilecekti. Kaptan mektubun sonundaki imzasında “Sizin sadık dostunuz İngiltere Devleti’nin kumandanı” ifadesini kullanmıştı.464 3) İsyancılar İle Yapılan Çatışmaların İkinci Safhası Arabuluculuk faaliyetleri ve isyancılar için yapılan af ilanları işe yaramamış ve geriye silahlı mücadeleden başka bir yol kalmamıştı. Bu zamana kadar yapılanlar Girit meselesine bir çözüm getirmemiş, savaş ihtimalleri tekrar gündeme gelmişti.465 İngiliz ve Fransız kumandanlarından, isyancıların sekiz gün süre istedikleri haber alınmıştı. Fakat bunun bir oyalama taktiği olması ihtimaline karşı sessiz kalınmaması gerekmişti. Bu yüzden ordunun durumu sorgulatılarak asker ihtiyacı olan bölgelerin hemen takviye edilmesi için tedbirler alınmıştı. Mevcut 800 kişilik ordunun acil olarak takviye edilmesi lüzumu ortaya çıkmıştı. Fransız kumandanı talep edilen bekleme süresi ile ilgili kararı Rumlara bildireceğine dair söz vermişti. Rumların süre talebi, olumsuz karşılanmıştı fakat muharebe için de bir tarih belirlenmemişti. Zirâ ordunun hazırlıkları devam etmekteydi. Mustafa Nâili Paşa’ya 5 Haziran 1841 tarihinde eşkıyanın faaliyetleriyle ilgili diğer bölgelerden bazı haberler gelmişti. Buna göre, 50-60 kişilik bir isyancı ordusunun saldırıya hazırlanmakta olduğu öğrenilmişti. Savunmaya geçen 30-40 kadar Müslüman çatışmaya girmekten kaçınmışsa da, isyancılar bir tepenin arkasına gizlenerek ordunun üzerine hücum etmişti. Bir saat süren çatışmanın ardından asıl harekât başlamış, askerlerin hepsi, isyancıların üzerlerine giderek dört saat içinde hepsini adadan kovmayı başarmıştı. Mücadeleler sırasında 5-6 asker yaralanmış, 3 asker de kaybedilmişti. 466 Ordu hazırlıkları tamamlandıktan sonra, Fıstıklı’dan hareket ederek Yeniköy’e varmıştı. Rum eşkıya ile burada yapılan savaşta ne şekilde başarı sağlandığı Mustafa Nâili Paşa tarafından Mehmet Tahir Paşa’ya bildirilmişti. Ertesi 464 İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 6 Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.III, s. 213 466 İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 69 465 141 gün Yeniköy’den kaçarak ilerideki köylere varmış olan Şeroti adlı eşkıyanın peşine düşülmüştü.467 İsfakya boğazına bir buçuk saat mesafede olan bir bölgede bulunan eşkıya grubu bölgeyi terk ederek kaçmış, başka bir köye sığınmıştı. Sevk edilen asker, eşkıyanın sığındığı bu köyü ve Şeroti’nin bulunduğu evi zapt etmişti. Mirliva Mahmut Paşa ve Mirliva Mehmet Bey’le birlikte üç tabur nizâmiye askeri de sevk edilmiş halde o gün akşama kadar muharebe yapılmış ve eşkıya perişan edilmişti. Sonunda eşkıyanın ileri gelenleri af talebinde bulunmuşlardı.468 Bu esnada Resmo’dan pusuda bekleyen eşkıyanın Müslümanlardan ahaliden bir kişiyi kurşunlayarak öldürdüğü haberi gelmişti.469 Mustafa Nâili Paşa, önce dağ köylerinin ve etrafının temizlenmesi gerektiğini söylemişti. Bu şekilde bir ön çalışma yapılmadan savaşmayı doğru bulmamıştı. Paşa, İsfakya’ya gidilebilmesi için birkaç köyün teslim olmasını sağlayıp, silahlarının toplanması gerektiği fikrindeydi.470 467 Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.III, s. 218-219 Eşkıyanın barut, tüfek vs. malzemesinin kalmamış olduğu muharebe esnasında katledilen ve idam edilen eşkıyanın birinin üzerinden çıkan küçük bir kâğıt parçasından anlaşılmıştı. Yakında amaçlarının tamamen boşa çıkacağı bekleniyorsa da Hanya’da bulunan İngiltere, Rusya, Avusturya ve Yunan konsoloslarıyla İngiltere ve Fransa kumandanları, isyan faaliyetlerinde bulunan eşkıyanın hadlerini bildiklerinden bir anlaşma yapma isteğinde olduklarını belirtmişlerdi. Sekiz gün içinde geldikleri yerlere gitmelerine izin verildiği ilan edilmişken orduya karşı gelip ateş etmeleri üzerine ordu tarafından haklarından gelindiği için artık mülakata gerek duyulmamıştı. Bahsedilen sekiz gün de zaten bu esnada geçmiş olduğundan konsoloslar bunların suçlarının af edilip geldikleri yerlere gitmelerine izin verilmesi için ricada bulunmuşlardı. Bu ricaya ret cevabı vermek doğru olmayacağından Mora tarafına geri dönmelerine izin verilmişti. Kendilerine bir iskele tahsis edilmesini istemeleri üzerine Sevde Limanı’ndan yola çıkmaları uygun görülmüştü. Bu esnada Fransa konsolosu, Mora tarafına gönderilecek olanların toplu vaziyette olanlar için problem olmayacağını fakat uzak yerlerde olanların bir araya gelmesi için yaklaşık olarak bir hafta süre tanınması gerektiğini savunmuştu. İngiltere konsolosu ise bir haftanın toplanmak için çok uzun bir zaman olduğunu ifade ederek bu fikri reddetmişti. Şayet bu süre içerisinde kendilerine herhangi bir taraftan yardım gelecek olursa tekrar savaş olması ihtimali vardı. Bu yüzden etrafta dağınık halde bulunanların iki gün içerisinde gelip gemilere binmesi gerekli görülmüştü. Daha uzakta olanlar için ise Mustafa Naili Paşa’nın belirleyeceği kadar bir zaman tanınacaktı. Konsoloslar bir de gemi tahsis edilmesi için talepte bulunmuşlardı. Fakat bu teklife verilen cevap oldukça manidar olmuştur. Zirâ bu isyancılar ne adaya zorla getirilmiştir ne de bu taraftan gelmelerine yönelik bir davet olmuştur. Bu durumda ne şekilde gelmişlerse yine o şekilde gitmeleri gerektiği cevabı verilmişti. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa kumandanları bunları kendi gemilerine alacaklarını ifade edince bazılarının da Osmanlı kalyonlarına bindirilmek sureti ile Atina’ya gönderilmelerine karar verilmişti. Bu gelişmeler Mustafa Naili Paşa’ya ve kumandana da bildirilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 68). 469 Tayyarzade Ahmet Ataullah, a.g.e., c.III, s. 219 470 İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 68 468 142 Dağ köylerinde asayiş sağlanırsa İsfakya’ya hücum etmek kolaylaşacaktı. Mustafa Nâili Paşa, orduyu yanına alarak önce dağ köylerine gitmişti. Buradaki isyancıların silahlarını alıp, itaat etmelerini sağladıktan sonra Seline kazasına doğru ilerlemişti. Dağ köyleri olarak adlandırılan bu yerlerin sakinleri inatçı ve sert insanlar oldukları için, savaş usulleriyle girilip silahları teslim ettirilmiş ve peyder pey itaat altına alınmışlardı. Bu suretle yeni bir tahrik olmadıkça, adanın, İsfakya’dan başka hiçbir yerinde sorun kalmamıştı.471 İsfakya’ya gidilirken ordu yanına on beş gün yetecek kadar cephane almıştı. 800 askerin yardımı ile İsfakya’nın ablukası tamamlanacaktı. Bu arada Rumların süre talebi ile ilgili kendilerine haber vereceğini taahhüt eden Fransız kumandanına henüz bir cevap verilmemişti. Bu konuda Mustafa Nâili Paşa’nın fikri, gereken neyse öyle davranılması yönündeydi. Ferik ve Mirliva Paşalar ile Miralay Beyler bir toplantı yaparak son durumun bir değerlendirmesini yapmışlardı. Şu halde, başka herhangi bir sıkıntı baş göstermediği takdirde mevcut askerin tek koldan saldırması harp için yeterli görülmüştü. Ancak mevcut asker ile İsfakya’ya muzaffer bir şekilde girilse bile -bu bölgenin dağlık olması nedeniyle düşmanın dağlara kaçma ihtimaline karşı- dağ ve tepelerde istihdam edilmek üzere biraz daha askere ihtiyaç duyulacaktı. Ayrıca İsfakya’dan ayrıldıktan sonra da buradaki dağlık yerlerin muhafazası için bir miktar askeri bırakmak icap edecekti.472 471 İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 19 İki buçuk ay önce Osman Nuri Paşa kendisine İstanbul’dan gönderilmiş olan emrin bir suretini Mustafa Naili Paşa’ya göndermişti. Buna göre eğer asker talep edilecek olursa üçer aylık maaşları peşin olarak ödeyeceğini ifade etmiştir. Mustafa Naili Paşa da gerektiği zaman askeri hazır etmesi için kendisinden yardım isteyeceğini bildirmiştir (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 68); Eşkıyanın hareketlerinde ısrar etmeleri bunlara yabancı devletler tarafından yardım edildiği düşüncesini akla getirmekteydi. Bu hususun önüne geçmek ve eşkıyanın hakkından gelmek üzere daha fazla kuvvete ihtiyaç duyulmuştu. Şam tarafında oluşturulan nizâmiye askeri geldiğinde başka askere ihtiyaç duyulmayacağı için Arnavutlardan vazgeçilmesi düşünülmüş ancak askerlerin gelmemesi ve isyancı eşkıyanın günden güne çoğalması sebebiyle derhal üç vilayetten oluşturulan 2.000 paralı askerin gönderilmesine karar verilmişti. Maiyetinde bulunan bir gemi ile tüccar gemilerinin bir kıtasının Mehmet Tahir’in adamlarından olan Hurşid Efendi’nin 150 bin kuruş ile gönderilerek gemilerin alabildiği kadar askerin seçilerek müsait bir subayın eşliğinde hemen getirilmesi Mustafa Naili Paşa tarafından müşir Osman Nuri Paşa’dan talep edilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 70); Girit adasında Moralıların da tahrikiyle gerçekleşen fesadın önlenmesi için gerekli askerin acilen gönderilmesi gerekmekteydi (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 86). 472 143 Ordunun artık İsfakya üzerine gitme zamanı gelmişti. Orduda ancak 600 kadar sekban asker mevcut olup yerli gönüllüler geri döndükleri için 1.500 civarında Arnavut sekban askerinin hemen Girit tarafına gönderilmesi söz konusu olmuştu.473Bu arada eşkıya ile mücadele eden öncü kuvvetlerden alınan habere göre ordunun dinlenme yeri olan nahiyenin dağ köylerinden ve diğer etraf köylerden bağlılık talebinde bulunanlar olmuştu. Buralarda yaşayan Rumların silahları teslim alınmak suretiyle ailelerinin dağa kaldırılıp eşkıyaya dâhil olmaları engellenmişti. Böylece ordu, hızlı bir şekilde harbe girişmiş ve eşkıyanın hakkından gelerek, korku ve endişelerinden arınmış bir vaziyette, gözü arkada kalmadan İsfakya’ya ulaşmıştı. İsyancılarla yapılan çatışmalarda hepsi de perişan edilmişti.474 Görüşme talep edenlere silahlarını teslim etmeleri söylendiğinde “Bizim silahımız yok, silahları eşkıya topladı” diye cevap vermişlerdi. Ancak bu ifade onların eşkıyadan yüz çevirdiği anlamına gelmemekteydi. Onların bu ifadeleri, tarlalardaki mahsullerini almak istemelerinden kaynaklanmış olabilirdi. Ya da ordu “İsfakya Boğazı” adlı dar boğazdan geçerken öldürülme ya da kötü muamele görme korkusundan ileri gelmiş olabilirdi. Ordunun mahsulün olduğu bu bölgeye girmesi şimdilik uygun görülmemiş, şayet üzerlerine hücum edilirse ancak o zaman savunma yapılması planlanmıştı. Atılan her adımda öncelikli olarak, isyancı da olsa, Rum ahalinin talepleri göz önünde bulundurulmuş ve imkânlar çerçevesinde talepleri hep yerine getirilmişti. Zirâ padişahın emri de bu yöndeydi; “Rum ahaliyi devlete ısındırmak.” Mehmet Tahir Bey, Girit’e geldiğinden beri isyan meselesinin çok fazla uzamadan ve yabancıların müdahalesine mahal vermeden, olaya hâkim bir şekilde bitirilmesi için elinden geleni yapmıştı. Son muharebelerde dışarıdan gelen eşkıya tamamen mağlup edilmişti. Abluka sebebiyle yardım alamadıklarından artık ellerinde fazla güçleri kalmamıştı. Yerli reaya da silahlarını teslim edip af dilemişti. Fakat bu 473 Donanma’dan Şam tarafına gitmek için hazırlanmış olan 3000 kişilik düzenli askerin 1.500’ü Girit’e gönderilmişti. Girit’e yardım için gelmiş olan bu askerlerin yine Şam’a iade edilmesi gerekiyordu. Ancak burada asker ihtiyacı olmadığından bu askerlerin Anadolu ve yahut Rumeli taraflarına ya da İstanbul’a gerekli görüldüğü zamanlarda gönderilmesi planlanmıştı. Ayrıca Girit’e iki gemi ile 699 asker daha gönderilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 22); Girit adasında gerçekleşen isyanların bastırılması için görevlendirilmiş olan subay ve askerlerin maaş ve masraflarını ödenmesi için Defterdar Mehmet Salih Bey, hazineye 8.000 kese akçeye ihtiyaç duyulduğunu bildirmişti (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 79). 474 Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.III, s. 219 144 dilek pek samimi bulunmamıştı, Zirâ sadece tarladaki mahsulü kaldırmak için olduğu tahmin ediliyordu. Ama yine de meselenin ortadan kaldırılması için bir şey denilmeyip hepsinin itaatleri kabul edilmişti.475 Kandiye’de bırakılmış olan Miralay Mustafa Bey, 5 Temmuz 1841 tarihinde Mehmet Tahir Paşa’nın yanına dönmüş ve gelişmeleri şifahi olarak anlatması için vapurla merkeze gönderilmişti. Tahir Paşa, Miralay Mustafa Bey’in ve vapurunun gerekli emirler verildikten sonra iki günden fazla bekletilmeyip hemen gönderilmesini rica etmişti.476 Girit’te eşkıyanın güç kaybetmeye başladığı bir zamanda, Yunanistan’da bulunan Osmanlı sefiri Kostaki’den477 bazı haberler gelmişti. Yunan adalarında, Osmanlı donanması aleyhinde kullanılmak üzere, Şire tarafında ateş gemileri yapılmakta olduğu haber verilmişti. Mösyö Kostaki tarafından, ateş gemilerinin nasıl tedarik edildiği Yunan sefaretine resmi olarak sorulmuş ve bu gemilerin, Yunan kaptanları tarafından hazırlanmış olduğu öğrenilmişti. Bu gelişmeleri Kaptan Mehmet Tahir Paşa, 5 Temmuz 1841 tarihinde merkeze bildirmişti. Ayrıca bu durum hemen ablukada bulunan gemi kumandanlarına da bildirilmiş ve uyanık olmaları tembih edilmişti. Kaptan Mehmet Tahir Paşa da gerekli tedbirleri almıştı.478 5 Temmuz 1841 tarihinde, Girit Valisi Mustafa Nâili Paşa, sadarete bir yazı göndererek, şimdiye kadar yapılan muharebeler hakkında detaylı bir rapor sunmuştu. Bu rapora göre Paşa şunları ifade etmişti: 475 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 25 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 26 477 Atina elçisi olan Kostaki Musurus’un Osmanlı Devleti’ne çok yararlı faaliyetleri olmuştur. Nurdan Şafak, “Bir Tanzimat Diplomatı Kostaki Musurus Paşa (1807-1891)”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 2006; Hayrettin Pınar, “Kostaki Musurus’un Atina Sefareti ve Osmanlı-Yunan Diplomatik Krizi”, Belleten, c. LXXVI, S.275, 2012 Nisan, s.207-237; Aslen Rum olup, Ortodoks mezhebinden olan Musurus Paşa, 8 yıl boyunca Atina’da şerefli bir şekilde Osmanlı Devleti’nin menfaatlerini müdafaa etmişti. Kendisinin bu kabiliyetinden daha önemli yerlerde faydalanmak düşüncesiyle, önce Viyana daha sonra da Londra’da elçilik görevleri verilmişti. Sinan Kuneralp, “Bir Osmanlı Diplomatı Kostaki Musurus Paşa (1807-1891), Belleten, c.34, S. 135, Ankara 1970, s.421-435; Nurdan Şafak, a.g.t., s.3; İstanbul’da Girit kökenli Hristiyan bir Rum olan Kostaki, 1840 yılında Yunanistan’a Osmanllı Devleti’nin ilk sefiri olarak atandı. David Barchard, “Veli Pasha ve Consul Ongley”, s. 89 478 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 27 476 145 “Allah’ın yardımıyla yanımda bulunan ordumuz ile Hanya’da 5, Kandiye’de 3 defa girdiğimiz savaşlarda galip geldik. Asiler mağlup edilmiştir. Bu sırada Kaptan Paşa ile de haberleşerek mutedil hareketi elden bırakılmayıp kargaşanın ve ihtilalin bitirilmesi için ne gerekiyorsa yapılmaktadır. Sadaretin politikasının bir neticesi olarak Kandiye nahiyeleri ahalisi himayemize girip silahlarını teslim etmektedirler. Hanya sancağından Apakoron ve Hanya merkez nahiyesinin bazı köylerinden af dileyenlerin silahları toplanılmaktadır. Beş günden beri İsfakya’nın yarı kuvveti sayılan dağ köylerine gelinmiş ve bunların da af dileyecekleri anlaşılmış ve hatta silah getirip teslim etmeye başlamış olduklarından bu iş de üç beş gün sonra sonuçlanacaktır. Şimdiye kadar af dileyip himayemize girenlerden Hanya ve Kandiye ordularında 600’den fazla tüfek toplanmış ve hâlâ toplanmaktadır. Reayadan olanlar mal, can, ırz ve namuslarından emin olduktan başka isyancıların aileleri ve evleri de saldırılardan korunmaktadır. Her yönden padişahın rızasının dışına çıkılmamaktadır. Bu sebeple meselenin kısa zamanda tamamen halledileceği düşünülmektedir. Ordumuzun ortaya çıkışından şimdiye kadar yaptıkları savaşlar vs. tafsilatlı bir şekilde peyderpey Kaptan Paşa hazretlerine tarafımızdan tahriratla bildirilmiştir. Kaptan Paşa’nın işarlarıyla da durum görülecektir.”479 4) Savaş Sırasında Ele Geçirilen Bazı Rumca Mektuplar Savaş sırasında öldürülen isyancıların cebinden bazı mektuplar çıkmıştı. Bu mektuplar, isyancıların ada dışındakilerle nasıl haberleştiklerini açıklar niteliktedir. Mesela, Kisamo kazasından Mihaki, yapılan muharebe esnasında katledilince cebinden bazı evraklar çıkmıştı.480 Bunlar, Kaptan Mihaki’ye yazılmış olan mektuplardı. 21 Mayıs 1841 tarihli “ kardeşin Bali Festaki ” imzalı mektupta, kendisine çok miktarda ekmek, iki yüz fişek ve bir miktar gömlek ile istediği adamların gönderildiği yazılıydı. 10 Mayıs 1841 tarihli “kardeşin Emanoil” imzalı mektupta ise bir an evvel kendilerinin olduğu tarafa gelmeleri gerektiği ve ne kadar erken gelirlerse o kadar çok haklarının olacağı yazılıydı. Diğer bir mektup ise 11 479 480 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 28 İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 64 146 Mayıs 1841 tarihli olup, Mihail adlı kişi tarafından, Hanya’da oturan Terzi Yani’ye atfen yazılmıştı. Mektupta, altı kap şeker ve üç kap kahve ve bir miktar tütün gönderilmesi talep edilmişti. Yorgi adlı bir kişi 14 Mayıs 1841 tarihinde babası Yani’ye ve kız kardeşi Katerina’ya yazdığı mektupta, üç aydır paşaların kendilerini tehdit ederek itaat altına almak için uğraştıklarından şikâyet etmişti. Olumsuz bir durum meydana gelecek olursa kale içlerine dâhil olacaklarını haber vermişti. En önemlisi, bundan sonra kendisine gönderilecek mektupların üzerine tedbir olarak başka bir isim yazılmasını tembihlemişti. Son mektup ise mülk satışı ile ilgiliydi. Hanya’da oturan birine amcası tarafından 5 Mayıs 1841 tarihinde yazılmış olan bu mektupta, bir dükkân satışından duyulan memnuniyet dile getirilmiş ve bu satıştan alınacak olan miktarın gönderildiği haber verilmişti.481 Muharebe esnasında öldürülen eşkıyanın yanında bulunan bu Rumca mektuplar tercüme edilerek Mustafa Nâili Paşa’ya takdim edilmiş ve daha sonra da merkeze yollanmıştı.482 5) Arnavut Askerlerinin Uygunsuz Tavırlarına Engel Olunması Tahir Paşa Girit’e vardığı günden beri sürekli mücadele halinde olmuştu. Girit eşkıyası mağlup edilirken morali bozulan eşkıya reisleri arasında nifak çıkmıştı. Kaptan Paşa son bir darbe vurmak için İstanbul’dan ve Arnavutluk’tan bir miktar askerin gelmesini beklemişti.483 Aslında Arnavut askerleri uygunsuz hareket ettiklerinden istihdamları uygun görülmüyordu. Fakat askerlerin tamamı henüz adaya gelmemişti ve mevcut asker de yetersiz olduğundan 2.000 kişilik Arnavut askerinin getirilmesine mecbur kalınmıştı. Niş ihtilalinde484 istihdam edilmiş olan Arnavut askeri uygunsuzluğa cüret etmiş olduklarından Girit’e gönderilecek Arnavutlara uygun olmayan davranışlarda bulunmamaları konusunda dikkat ve itina gösterilmesi gerekmekteydi. Arnavut askerleri, köyleri yakma, malları yağma etme, esir alma, ırza geçme gibi her türlü uygunsuzluğa cüret ettiklerinden, bu husus Avrupa’da büyük bir 481 İ. MTZ. GR, nr. 2/17 İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 77 483 İ. MTZ. GR, nr. 2/20, lef 1 484 Niş ayaklanmasının detayları için bkz. Mahir Aydın, Osmanlı Eyaleti’nden Üçüncü Bulgar Çarlığına, İstanbul 1996, s.38 482 147 tesire ve pek çok iftiraya sebep olmuştu. Girit’e Arnavut askeri getirileceğinden, bu tür davranışlar sergilerlerse çok kötü neticeler vereceğinden, buna dikkat edilmesi uyarısı yapılmıştı. Askerleri almak için gönderilen vapur, 1.000 kişiyi ancak alabilmiş, geri kalanları ise tüccar gemileri ile gelmek zorunda kalmıştı. Gerek bunların ve gerekse diğer mevcut askerin herhangi bir şekilde uygunsuz harekete cesaret etmemelerine dikkat ve özen gösterilmişti. Malların gasp edilmemesi, köylere ve evlere zarar verilmemesi hususları Mustafa Nâili Paşa ve diğer ilgili memurlara tembih edilmişti. Bu vesile ile köylülerin canına, malına ve ırzına zarar verilmemesi konusunda sabır ve gayretle çalışılmış ve dikkatte kusur edilmemişti. Girit adasındaki ihtilali bastırmak için Arnavutluk’tan getirilecek askerlerin asayişi ve kimseye bir zulüm yapılmaması ve yabancı devletlerin bazı sözler sarf etmesine engel olunması için Mustafa Nâili Paşa ve Kaptan Paşa’ya merkezden emirler gönderilmişti. Mustafa Nâili Paşa, Girit’e ihtilali bastırmak için Arnavutluk’tan getirilecek askerlerin daha önce ahaliye karşı yaptığı uygunsuz hareketleri sebebiyle bazı şeyler söylenmekte olduğundan, bunların Girit’e geldiklerinde reayaya zulmetmemeleri için ne gerekiyorsa yapılması hususunda verilen emirlere uymanın kendisinin bir vazifesi olduğunu beyan etmişti. Adaya geldiklerinde herhangi bir uygunsuzluk meydana gelmemesi için gereken her şeyin yapılacağına ve basiretle hareket etmeye özen göstereceklerine dair teminat vermiş, herhangi bir kuşkuya düşülmemesi gerektiğini belirtmişti.485 Bu emir, Kaptan Paşaya da ulaşmış ve her bir emrin uygulanması, O’nun tarafından da bir vazife olarak görülmüştü. Zirâ Paşa da Arnavut askerler hakkında çıkan bu haberlerden dolayı Girit’te emniyet ve adaleti sağlamak için gerekenin yapılacağını belirtmişti. Girit’e geldiğinden beri Arnavut başıbozuk askerlerin buraya ayak bastırılmamasına çalışmış, fakat Şam’dan yeteri kadar asker getirilememesi ve buradaki askerin eşkıyayla mücadeleye yetmemesi sebebiyle Arnavut askerlerinin getirilmesine 485 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 29 148 mecbur kalınmıştı. Arnavut askerleri adaya geldiğinde verilen emirlerin gereği yapılacak, asayiş sağlanacak ve reayaya zulmetmeleri engellenecekti.486 G) SON HEDEF: İSFAKYA EŞKIYASI Hanya ve Kandiye orduları ile Seline ve Kisamo (Kastellion) taraflarında şimdiye kadar meydana gelen muharebelerde eşkıya perişan edilmişti. İsyan faaliyetlerinde bulunan bazı reaya da Mustafa Nâili Paşa ve Kaptan Paşa tarafından tedip edilmişti. İsyancıların çoğu af talebinde bulunmuş ve bu talepleri Mustafa Nâili Paşa tarafından kabul edilmişti. Gruplar halinde af dileyerek silahlarını teslim etmişlerdi. Geriye sadece birkaç köy ve tamamı eşkıya olan İsfakya kalmıştı. Fakat İsfakya reayası kendilerine bazı teminatlar verilmesini istemiş ve beş husus üzerinde talepte bulunmuşlardı. 1) İsfakya Ahalisinin Teslim Şartları ve Mustafa Nâili Paşa’nın Cevabı İsfakya ahalisinden biri rahip, Yorgi ve Yani adında ikisi Rum olmak üzere toplam üç kişi, 29 Haziran tarihinde ordu karargâhına gelerek Mustafa Nâili Paşa, Ferik Reşid Paşa ve Miralay Mehmet Bey’e nahiye ahalisi adına geldiklerini ifade etmişlerdi. Beş şartla af talep ettiklerini, devletin reayası olduklarının kabulünü talep etmişlerdi. Bu şartlar: 1- Aşardan başka herkesten malının değerine oranla ağır vergiler alınacağı haberi yayılmıştı. Bu gibi vergileri daha önce vermemiş olduklarından ne şekilde vergi vereceklerinin kendilerine bildirilmesi ve vergilerinde kolaylık sağlanması, 486 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 34; Tüm çabalara rağmen Girit’e gelen Arnavut askerlerinin adada bazı zararlı davranışları olmuştu. Bu yüzden başıbozuk askerlerin istihdamı sakıncalı bulunmuş ve memleketlerine gitmelerine izin verilmesi gündeme gelmişti (İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 36). 149 2- Cezalandırılacaklarından korktukları için, geçmişteki suçları yüzünden kimsenin tenkit edilmemesi ve bu konuda bir senet yazılıp, yabancı devletlerin konsolosları tarafından da imzalanması, 3- Eskiden olduğu gibi nahiyeye muhafaza için 20-30 asker ve bir subay gönderilmesi, 4- Nahiyeleri dağlık olduğu için eskiden beri ahalinin silah taşımakta olduğu, bu silahların ahalide kalmasına izin verilmesi, 5- Silahlar alınacaksa, ittifakla silah vermeyeceklerine karar verdikleri için silah vermeyi istemeyenlerin buradan ayrılıp başka bir yere gitmelerine izin verilmesiydi. İsfakya ahalisinden teslim şartları için gelen bu üç kişiye Paşa tarafından tek tek cevap verilmişti. Bu şartlarla ilgili vergi ve silahların teslimi hususunda çok fazla ısrar edilmişti.487 Mustafa Nâili Paşa, temsilcilere verdiği cevapta: “İsfakya ahalisinin sizi buraya göndermesindeki maksat aman dileyip evlerinizde rahat oturmanız mı yoksa birkaç gün önce Mora’dan gelen İsfakyalı bir rahibin “beş on gün sabredin üç dört kayık ile Mora’dan askerler ve mühimmat gelecektir” demesiyle sizlerin de buna itimat ederek birkaç gün vakit kazanmak mıdır? Eğer maksadınız itaat ve teslim olmak ise talepleriniz yavaş yavaş mümkün olduğunca Kaptan Paşa’dan izin alınarak yerine getirilecektir. Ancak bizi bu gibi sözlerle kandırıp vakit kazanmak isterseniz bu olmaz. Ada padişahımızındır ve beni de buraya muhafız kılmıştır. İşte ordu hazırdır. Kaptan Paşa da donanma ile tayin edildi. Gerekli olursa bize mani olacak yoktur. İcabında kalkar nahiyenize geliriz. Karşı koymak isterseniz hakkınızdan geliriz. Toprağınızda evinizde oturursanız istirahatiniz sağlanır” demişti. 487 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 25 150 Temsilciler cevap olarak, nahiye ahalisinin samimi olduğunu, herhangi bir hile olmadığını, ahalinin sadece huzur içinde yaşamayı ve zikredilen beş şarta uyulmasını istediklerini tekrarlamışlardı. İsfakya ahalisinin verdiği dilekçelerinkopyaları Mustafa Nâili Paşa tarafından sadarete yollanmıştı. Paşa bunlara ek olarak İsfakya ahalisi hakkında bazı açıklamalar da ilave etmişti. Bu bölgenin taşlık bir yer olduğu için elde edilen mahsulün azlığından ve bu yüzden de ahalisinin genelinin fakir olduğundan bahsetmişti. Bu sebeple isteklerinin uygun görülürse kabul edilmesini, isyan nedeni ile hassas bir dönemden geçen ahalinin başında bulunan dört kaptanın birine 400 ve diğer üçüne eşit miktarda 300’er kuruş mahiye tahsis edilmesini talep etmişti. Paşa, bu sayede İsfakyalıların yönetime karşı bir minnet duygusu içinde olacaklarını tahmin etmekteydi. Bu istek adanın emniyette olması için diğer nahiyelerin ahalisine sızdırılmamak şartı ile uygun olabilirdi. Tüm bunların gerçekleşmesi için padişahın onayı gerekmekteydi.488 Buna göre ilk olarak, bütün Osmanlı memleketinde uygulandığı şekliyle hasılatın 10’da 1 öşür olarak verilecekti. Girit’in Müslüman ve Hristiyan ahalisinin verecekleri vergiler, diğer şehirlerdeki reayanın vergileriyle aynı olmalıydı. Bundan başka bir hak talep edilemezdi. Temsilciler dağlık nahiyelerdeki ahalinin fakir olduğundan diğer nahiyelerin ahalisi ile eşit tutulamayacağını ifade etmişlerdi. Önceleri padişahın reayası iken 4 ve 8 kuruştan cizye verdiklerini, şimdi ise 15’şer ve 30’ar ve 60’ar kuruştan cizye vermeleri gerektiğini ancak buna muktedir olmadıklarını belirtmişler ve bu vergiden muaf tutulmalarına müsaade edilmesini istemişlerdi. Fakat bu teklif kabul edilmemiş, memlekette yaşayan diğer reaya gibi onların da cizye vermeleri gerektiği söylenmişti. Zaten nahiye ahalisi fakir olduğundan ahaliden daha önceleri cizye 60’ar kuruştan tahsil edilmeyip edna ve 488 İ. MTZ. GR, nr. 3/29; İ. MTZ. GR, nr. 3/30; Girit’te Hıristiyan ahali tarafından vekâleten Hanya, Resmo ve Kandiye meclislerine dilekçeler yazılmıştır. Dilekçelerinde mevcut maaşlarının yetersiz olduğunu, durumlarının kötü olduğunu ve bundan dolayı aldıkları maaşlarda iyileştirme yapılmasını istediklerini belirtmişlerdir. Bu talepler karşısında Mustafa Naili Paşa tarafından bir miktar zam yapılmıştır (İ. MTZ. GR, nr. 4/66, lef 3). 151 evsât itibariyle yani 15’er ve 30’ar kuruştan tahsil edildiği, bundan sonra da böyle devam edeceği belirtilmişti. İkinci olarak, aman dileyip bundan sonra ırz ve edepleriyle geçinecekleri için önceki suçları af olunacaktı. Kimse tenkit edilmeyecek ve içlerinin rahat olması için affolunduklarını gösteren Kaptan Paşa ve Ferik Reşid Paşa tarafından imzalı kâğıt verilecekti. Ancak yabancı devletlerin imzalarına gerek görülmemişti. Zirâ bir devletin, diğer bir devletin iç işlerine karışması uygun değildi. Üçüncü olarak, nahiyeye asker gönderilmeyebileceği bildirilmişti. İsfakya gümrüğünün muhafazası için gerekirse gümrükçü tayin edilecek, 20-30 askerle 1 subay gönderilecekti. Fakat bundan sonra, İsfakya ahalisi asla aykırı bir harekette bulunmayacak, gümrükten kaçakçılık yapmayacaktı. Dışardan hırsızlar kayıklarla gelirse bunları kabul etmeyecekleri konusunda uyarılmışlardı. İsfakya ahalisinden biri aşağıdaki nahiyelerden birine gelerek bir hırsızlık veya başka bir edepsizlik yapar da İsfakya’ya geri dönerse kabul edilmeyip, mahkemeye çıkmak için meclise gönderilecekti. Bu şartlara uydukları takdirde talep ettikleri sayıda asker ve subay gönderilebileceği belirtilmişti. Dördüncü olarak, tüfeklerinin teslim edilmeyip ellerinde bırakılması kabul edilebilir bir talep değildi. Bilindiği gibi silahını bırakmayanın reayadan sayılmayacağı beyan edilmişti. Silahlarını teslim etmezlerse itaatlerine güvenilemeyecek, bu suretle adada tam bir emniyet sağlanmış olmayacaktı. Bu sorunun asıl muhatabı Kaptan Paşa olduğundan mesele kendisine arz edilecek ve nihai kararı O verecekti. Bu arada yabancı silahlıların bir kısmı hâlâ adanın dağlık bölgelerinde mevcuttu. Ahaliye elindeki silahlar ile yabancıları kovmaları söylenmişti. Daha sonra da silahları teslim etmeleri istenmişti. Ayrıca içlerinden birisinin başka bir yere gidip bir kanunsuzluk yapacak olursa o edepsizi kabul etmeyerek teslim etmeleri istenmişti. Mustafa Nâili Paşa, ahaliye, köylerinin güvenliği için askerin arttırılacağını söylemişti. Fakat öncesinde Kaptan Paşa ve kendisinin onlardan isteği, derhal silahlarını telsim etmeleri ve evlerine dönmeleriydi. Sürekli olarak huzur istiyorlarsa, silahlarını teslim etmeleri gerektiği 152 tekrarlanmıştı. Ahaliden bazısı, kendilerinin padişahın reayası olduğunu, bir takım kişilerde silah bulunduğunu ve bazılarının mesela 300 kuruş değerinde malı varsa bu miktardan daha fazla silahı olduğundan, silahlarını teslim etmektense başka bir yere gitmeyi tercih eden köylülerinin olduğunu belirtmişlerdi. Silah konusunda kendilerine izin verilmesi konusunda ısrarcı olmuşlardı. Ahalinin verdiği itaat sözü önceden de vaki olan bir şeydi. Ancak icraatlarında bir sadakat görülmediğinden silah konusunda asla izin verilmeyecekti. Zirâ köy ahalisi daha önce birkaç defa muhalif hareketlerde bulunmuş, isyan faaliyetlerinde ön ayak olmuşlardı. Ne olursa olsun silahlar alınacaktı. Silahları kıymetli olanlar, silahları orduya götürüp askere satmalarına ya da başka bir şeyle değiştirmelerine müsaade edilmişti. Başka memleketlere gitmek isteyenlerin olabileceği tahmin edilmişti. Zirâ devlet herkesin rahatını ve huzurunu düşünmekteydi.489Aslen Giritli olanlar, itaat etmiş, evlerinde huzur içinde oturma ümidiyle silahsız kalmayı kabul etmişlerdi. Nihayetinde ahaliye silahlarının her halükarda alınacağı, kıymetli silahları olanların bunları satmalarına izin verileceği söylenmişti. Temsilciler, başka yerlerden Girit’e gelmiş olan eşkıya reislerinin ve diğer yabancı silahlı Hıristiyanlar ile onlara tabi olan aslen Giritli serseri kimselerin adadan kovulmalarına yardım etmek istemişti. Ahalinin, yabancı eşkıyaya, onları istemediklerini kendilerinin söylemesi daha uygun olacaktı. Zaten ahali, eşkıyaya kendilerini istemediklerini defalarca söylemişti. Eşkıyanın geldikleri yere dönmeleri için izin verilmesini, bu suretle def edilmelerini talep etmişlerdi. Aralarında aslen Giritli varsa ve vatanında huzur içinde oturmak istiyorlarsa, silahını teslim etmesi şartıyla, diğer reaya gibi onların da huzuru sağlanacaktı. Fakat ahali, yabancıların adada bulunduğu süre boyunca tüm ada ahalisinin ve özellikle kendi bölgelerinin huzurlu olamayacağının açık olduğunu belirtmiş, ısrarla hepsinin rahatı ve huzuru için yabancıların silahları ile birlikte kendi memleketlerine dönmelerine izin verilmesi suretiyle def edilmelerinin kendilerini çok mutlu edeceğini ifade etmişlerdi. 489 İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 21-1 153 Bu hususların hemen nahiye ahalisine bildirilmesi gerekiyordu. Temsilciler cevabın getirilmesi için altı gün süre istemişlerdi. Bu süre çok uzun bulunmuş ve kabul edilmemiş, dört günde karar kılınmıştı. Bu görüşme Pazartesi günü yapıldığı için Cuma gününe kadar süre verilmişti.490 2) Teslim Şartlarına Karşı Sadaretin Tutumu Ahalinin talepleri sadarete de bildirilmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın taleplere verdiği cevaplar tasdiklenmişti. Sadaretten gelen yazıda, Mustafa Nâili Paşa ile Kaptan Paşa’nın ittifak ederek emir ve iradelerin uygulanması ve bir an evvel adanın asayişinin tekrar sağlanmasına çalışılması emredilmişti. Nitekim adada işler yoluna girmeye başlamıştı. Mustafa Nâili Paşa ve Tahir Paşa asilerle baş edebilme hususunda iyi organize olmuşlardı. Paşaların yazdıkları haberler, meclisin yaptığı müzakereler ve aldığı kararlar maksada uygun görülmüştü.491 Fakat silahların teslimi konusunda reayanın alıştığı şekliyle ellerinde kalmalarına göz yumulması, vergi konusunun adaya has olarak uygulanması ve silahlarını teslim etmek istemeyenlerin başka bir yere gitmelerine engel olunmaması maddelerini ileride zarara sebep olabilme ihtimaline karşı uygun görülmemişti. Ayrıca adadaki askerlerin bir müddet daha orada kalması gerekecekti. Reayanın suçlarından dolayı tenkit edilmeyeceklerine dair bir senet verilmesi ve bu senedin de konsoloslar tarafından imzalanmasıyla ilgili olarak İngiltere donanması kumandanı arabuluculuk edeceğini söylemişti. Mücadeleden galibiyetle çıkılmış olmasından sonra arabuluculuğa gerek yoktu, fakat arabuluculuk talebi reddedilirse kumandan ve İngiltere konsolosunun bir fesat çıkarma ya da uygunsuzluk bir tavır sergileme ihtimali vardı. Bunlarla ilgili olarak Kaptan Paşa nasıl davranması gerektiği konusunda tereddüt yaşamıştı. Bu konuda hükümet tarafından gönderilen cevapta, konsolosun kefaleti mahzurlu bulunmuştu. Eğer arabuluculuk kabul edilirse yabancı müdahalesinin önü 490 491 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 18 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 40 154 alınamazdı. Fakat reaya geçmişteki olaylar sebebiyle, sadece yöneticilere güvenip af dilememişti. Reayanın tam bir emniyet altında olması için Fransa devleti de bir ihtarda bulunmuştu. Kaptan Paşa ve Mustafa Nâili Paşa’nın hareketleri sadaret tarafından durum ve şartlara uygun bulunmuştu. Adadaki isyan neredeyse bitmek üzere olduğu için konsolos ve kumandanın müdahalelerinin de engellenmesi hususunda sefarete baskı yapılması emredilmişti. Konsolosları tarafından kumandanın aracılık etme konusundaki ısrarı engellenmeli ve azledilmesi sağlanmalıydı. Eğer yapılamazsa, İngiltere’deki Osmanlı sefiri Şekip Bey’in yardımı talep edilecekti. Reayaya Tahir Paşa tarafından verilen teminat eğer kabul edilirse, bununla ilgili bir kıta ferman yayınlanacak ve Hariciye Nezareti tarafından İngiltere sefaretine söylenecekti.492 3) İngiliz Elçisinin Arabuluculuk Israrı ve Bâbıâli’ye Gösterilen Sert Tavır İsfakyalıların teminat taleplerinin ikinci maddesi “suçları yüzünden kimsenin tenkit edilmemesi, bu konuda bir senet yazılması ve senedin yabancı devletlerin konsolosları tarafından da imzalanması” idi. Mustafa Nâili Paşa tarafından bunun asla kabul edilemeyeceği beyan edilmiş olsa da İngiltere gemileri kumandanı, bu meselede ısrarla arabuluculuk yapmak istemişti. İsyan ve eşkıyalık faaliyetlerinde bulunan tebaanın tedip edilmesinin her devletin belirlemiş olduğu belli kurallar çerçevesinde yapılması gerektiğini ve af dileyenler için kendilerine teminat verilmesini, itaat ettikleri takdirde de af edilmeleri gerektiği belirtmişti. Hâlbuki bir devletin kendi tebaası arasında olan bir meseleye dışarıdan yapılan müdahale hoş değildi. Osmanlı Devleti’nin, bir kere alenen kendisinden af dileyenlere emniyet sözü verdikten sonra, bunun aksine bir hareketin gerçekleşmesi beklenemezdi. Bu yüzden İngiliz kumandanın arabuluculuk etmesi yersiz bir davranış olacaktı. İngiliz elçisinden kumandana bir mektup yazması ve içeriğinde teslim olanlar hakkında, Osmanlı Devleti’nden af edileceklerine dair talimat 492 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 40 155 geldiğinden, kendilerinin arabuluculuk yapmalarına gerek kalmadığından bahsetmesi istenmişti. Ayrıca İngiltere konsolosunun bazı düşüncesiz hareketleri nedeni ile azledilerek değiştirilmesi gündeme gelmişti. Sonunda İngiltere elçisi tarafından Kandiye’de bulunan İngiltere konsolosuna verilen cevapta biraz sert bir üslup kullanılmıştı. Bâbıâli’nin Girit konusunda dış müdahaleyi kabul etmediği konusundaki kararı sert bir dille eleştirilmişti. ZirâBâbıâli’nin İngiliz tekliflerini reddetme hakkı olmadığı ifade edilmişti. Bu uygunsuzluk neticesinde konsolosun azledilmesi ve değiştirilmesi gündeme gelmişti.493 Bu arada Girit adasındaki abluka devam etmekteydi.494 Mehmet Tahir Paşa’nın eline, Yunan elçiliğinin abluka konusundaki cevabını içeren bir belge ulaşmıştı. Buna göre, abluka konusunda Yunan sefareti tarafından kanunlara uyulmadığı iddia edilmekteydi. Sefaretin haksız olduğu, abluka usullerinin dışına hiçbir şekilde çıkılmadığı ifade edilmişti. Bu durum sefarete tekrar bildirilmiş ve usule aykırı bir hareket olmadığı söylenmişti. İçeriğini harf harf incelemiş olan Paşa, sefirin bu konudaki sözlerinin dost devletlerarasındaki cari kanunlara uymadığını, elçinin haksız olduğunu belirtmişti. İşin doğrusu abluka usulüne aykırı herhangi bir hareketin olmadığı açıktı. 495 4) İsfakya Eşkıyasının Teslim Olması Miralay Mustafa Bey, İsfakya reayasının isteklerinden suçlarının af edilmesi, silahların alınması ve vergi hususlarının adaya tatbik edilmesiyle ilgili konuların düzeltilmesi gerektiği fikrinde idi. Silahlarını vermek istemeyenlerin başka yere nakli, konsolosların kefaleti ve İngiltere kumandanının kabul edilmesi konuları mahzurlu olabilirdi. Girit meselesinin yabancı müdahalesine fırsat vermeden biran 493 İ. MTZ. GR, nr. 3/21, lef 2 İ. MTZ. GR, nr. 3/21, lef 1 495 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 32 494 156 evvel sonuçlandırılması gerekmekte idi. Zaten Girit Adası üzerinde İsfakya’dan başka bir sorun da kalmamıştı. Reayanın talepleri karşılanmıştı. Ancak verilen dört günün sonunda temsilciler tekrar görüşmeye gelmemiş, ahalinin verilen cevapları kabul edip etmediği hususunda haber gelmemişti. Bunun üzerine oyalanmadan İsfakya eşkıyasının üzerine gitmek için yola çıkılmıştı. Mevcut ve sonradan ulaştırılan düzenli askerlerle, Arnavut ve sekban askerlerinin hepsi birleştirilip büyük bir ordu ile iki taraftan hücum edilmesi hususu Mustafa Nâili Paşa ile müzakere edilmişti. Alınan karar doğrultusunda 19 Temmuz günü hareket edilerek İsfakya boğazına doğru gidilmişti. Fakat eşkıyanın asıl reisi ve diğer bütün reisler ile her köyden birer ikişer aklı başında kimseler ordunun karşısına geçip fikir beyan etmişler ve teslim talebinde bulunmuşlardı. Eşkıyanın bu talebi kabul edilmişti. Hepsine birden fikirlerini söyleme şansı verilmişti. Boğazdan geçerek İsfakya’ya varılmış ve silahlar toplanmaya başlanmıştı. Kaptan Ahmet Paşa zahire gemileri ve diğer gemilerle Sevde’ye geri dönmüştü. Böylece İsfakya meselesi dahi bu sayede sona ermiş ve Girit meselesi tamamen sona ermişti. Fakat 200 kadar isyancı ısrarla “konsolos ve kumandanlar tarafından taahhüt olunmadıkça teslim olmayız” diyerek dağlara firar etmişse de taahhüt konusu asla kabul edilmemişti. Bu asiler, arkalarından gönderilen askerler tarafından ele geçirilmişlerdi.496 Rum eşkıya Padişahın emri altında itaate dâhil edilmiş ve bundan sonra reayayı tahrik etmeye hâli kalmamıştı. İsfakya nahiyesi sınırları içinde bulunan köyün ileri gelenlerinden yirmi Rum Mustafa Nâili Paşa’nın huzuruna gelerek meydana gelen hadiseleri izah etmiş ve bütün köy ahalisi adına işledikleri suçlardan af dilemişlerdi. Fakat önceden de üç kişi gelip teslim olmayı talep etmişler, kendilerine dört gün süre verilmişse de bir daha geri dönmemişlerdi. Ayrıca ordu Seline taraflarına giderken, köye inen asiler, zahire çalmaya cesaret etmişlerdi. Yine aynı şekilde dertleri zaman kazanmak ise buna müsaade edilmeyeceği söylenmişti. 496 İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 15 157 Orduyla yarına kadar köye gidilecek ve askere karşı olanların silahları teslim alınacaktı. İtaat edip, teslim olan ve köyünde sakin bir şekilde oturanlar rahat bırakılacaktı. Mustafa Nâili Paşa ile birlikte Kaptan Paşa ve Veli Bey de köye gidecekti. İsfâkya’ya Resmo askeri ile beraber gitmek üzere iki tabur asker ile miralay Salih Bey gönderilmişti. Bu yüzden hemen köy halkı olarak gerçek istek ve amaçlarının ne olduğunun derhal söylenmesi istenmişti. Verilen cevapta “bugüne kadar kusur ettik şimdi ise nahiyemizin cümle ahalisi mutlak itaat üzeredir ve işledikleri suçların af olunmasını istirham ederler” demişlerdi. Paşa cevabında, “Asi olup karşı duranların terbiyeleri verilmek üzere asker gönderildiği ve nahiye ahalisi rahat bir şekilde oturma teklifine kulak verip bu yolu seçerlerse suçlarının affedileceğini” söylemişti. Nahiye ahalisi ise af beklediklerini beyan etmişti. 497 Ordu, 21 Temmuz Çarşamba sabahı hareket ederek İsfakya’ya girmiş, ahaliye köylerinde ve evlerinde aileleriyle beklemeleri ve silahlarını teslim etmeleri, karşı durmadığı sürece kimsenin rencide edilmeyeceği, kimsenin ırz, namus, mal ve canına zarar ve ziyan verilmeyeceği haber verilmişti. Ahali, bu emir üzerine herkesin köyüne gidip, toplanan tüfekleri deftere yazarak ordunun bulunduğu köye getirip teslim edeceklerine ve aykırı bir hareket etmeyeceklerine dair söz vermişti. Ve nihayet verdikleri sözü tutmuş ve teslim olmak için gelmişlerdi.498 Yabancılar teslim olmak için silahlarını hayvanlara yükleyip ordunun yanına geldiklerinde, ada ahalisinin istirahati için abluka olmayan limanların birisinden bir gemiye binerek silahlarıyla birlikte çıkışlarına izin verilmesi için Kaptan Paşa’ya haber verilmişti. 497 498 İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 21 İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 21-2 158 5) 1841 İhtilalinin Sona Ermesi İngiltere gemileri kumandanından Mehmet Tahir Paşa’ya bir mektup yazılmıştı. Bu mektup ve Tahir Paşa’nın yazdığı cevap Hariciye Nâzırı tarafından öğrenilmişti. Kaptanın mektubunda geçen bölümlerin birisinde Girit adasındaki Hristiyanların durumunu düzeltmek ve münasip bir hale getirmek konusunda en önce ve en fazla istenen şeyin, vergi toplanmanın Müslüman ve zimmiler için tek ve eşit bir tarzda uygulanmasından bahsedilmişti. Eğer bunlar gerçekleştirilirse, Osmanlı Devleti’nin Girit’teki fesadı ortadan kaldırmasının çaresi kolaylıkla bulunmuş olacaktı. Osmanlı hükümeti, bundan sonra Girit ihtilalinin teskin edilmesi için adanın asayişini sağlayacak olan eşitlik konusu üzerine yoğunlaşmıştı. Osmanlı Devleti şimdilik, sahip olduğu kuvvetini isyancılara göstermişti ve artık Girit’teki çatışmalara bir son vermek iyi olacaktı. Zirâ memleketin diğer bölgelerinde bulunan Hristiyanlar da, Girit isyanını örnek alarak aykırı davranışlarda bulunmanın boş bir hevesten başka bir şey olmayacağını anlamışlardı. Girit halkının ise padişahın adaletini sevinçle karşılayacakları şüphesizdi.499 Girit meselesini iyi bir neticeye bağlamak yapılması gereken en mühim şeydi. Bu husus elçilikler tarafından da onaylanmıştı. Eğer iş uzarsa yabancıların müdahalesi söz konusu olabilirdi. Yeni patrik tarafından Girit reayasının reislerine bazı nasihat ve tembihler içeren Rumca mektuplar yazdırılmıştı. Kaptan Paşa adaya geldiğinden beri fesadın bir an önce bitirilmesi için çalışmış ancak eşkıya takımı, buradaki konsoloslar ve özellikle Yunan konsolosu tarafından sürekli desteklenmişti. Bu durum eşkıyanın isyan konusunda ısrar etmesine sebep olmuşsa da galibiyetle neticelenen beş-altı muharebe yapılmıştı.500 Her ne kadar konsoloslar karşı çıkmış 499 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 38 Girit ablukası sırasında Yunan bayraklı üç hırsız kayığı ve yağma eşya ele geçirilmişti. Bunların mahkemeleri Hanya Meclisi ve Rusya, Avusturya ve Fransa konsolosları tarafından gerçekleştirilmişti. Bu kayıklar Hanya’da bulunduğundan içlerinde bulunan az miktardaki malların satılarak elde edilen paranın kaptan, subay ve askerler arasında bölüştürülmesi söz konusu olmuştu (İ. MTZ. GR, nr. 2/17, lef 78); Hanya Meclisi vasıtası ile satılan malların bedeli toplam 53.595 buçuk kuruş tutmuştu. Tedbir olarak bu para bir süreliğine muhafaza edilmişti. Bu kayıkların alınması için gemiler hazır bulundurulmuştu. Para, gemilerde bulunan asker ve subaylar arasında paylaştırılarak 500 159 olsalar da ablukaya az sayıdaki gemi ile devam edildi. Bu sayede dışarıdan gelen yardımlara engel olunmuştu.501 Böylece İsfakya’ya ve adanın geneline bir huzur hâkim olmuştu. Silahlar teslim edilerek af dilenmiş ve yeniden devlet idaresi altına girme talepleri olmuştu. Teslim olanlara reaya statüsü tanınmış ve silahları toplanmıştı.502 İsfakya dâhil olmak üzere artık adanın her yerinde ihtilal ve fesat defedilmişti. Sadece, Mora tarafından adaya gelen hırsızlar dağlık tarafa kaçmışlardı. Bir yolunu bulup teslim olmak zorunda kalmadan kayıklarla yine Mora tarafına dönmeyi ya da büyük devletlerin yardımı ile kurtulacaklarını planlamışlardı. Ancak onların da çaresine bakılmıştı.503 Girit’in tekrar asayiş ve huzura kavuşmuş olması ahali tarafından da sevinçle karşılanmış, padişaha dualar edilmişti. Girit ihtilalinin tamamen püskürtülmesiyle sadece gereken bazı yerlerde asker bırakılmış, geri kalan asker adadan gönderilmek üzere Hanya’ya nakil edilmişti.504 Adada ihtilalin def edilmesi ile Kaptan Paşa da artık İstanbul’a dönmek istemişti. Zirâ Kaptan Paşa’nın burada bulunmasını gerektiren bir durum kalmamıştı. Ancak bazı ufak tefek meselelerin halledilmesi için Kaptan Ahmet Paşa birkaç gemi ile bu civarda bulunup duruma göre müdahale etmek üzere bir süre daha Girit’te bekletilmişti.505 padişahın bir hediyesi olarak dağıtılmıştı. Padişahın emriyle paradan kimin ne kadar aldığı deftere kaydedilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 3/40). 501 Girit’te 1841 yılında çıkan isyanın bir benzeri 1866 yılında da yaşanmıştır. Fakat bu defa adaya Yunanistan’dan gelen asker ve mühimmat yardımları engellenememiş, sürekli desteklenen isyancıların önü alınamamıştı. 502 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 39 503 İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 13 504 İ. MTZ. GR, nr. 3/36, lef 1 505 İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 14 160 H) RUMLARIN GİRİT’TE İSYAN FAALİYETLERİNİ SÜRDÜRME ÇABALARI 1) Yunanlılar Tarafından Planlanan Yeni Girişimler Girit eşkıyasına yardım etmek için, Yunan ordusunda Mirliva rütbesinde bir şahsın emrindeki 500 askerin Atina Limanı’ndan Girit’e doğru hareket ettiği duyulmuştu. Yapılan araştırmalar sonucunda bu askerlerin masraflarının bizzat kral tarafından karşılandığı tespit edilmişti.506 Girit meselesinin sona erdiği haberi Atina’ya ulaşınca bu askerlere, Tırhala sancağı havalisine geçerek o taraflarda bir fitne çıkarmak üzere geri dönmeleri emri verilmişti. Girit’e yakın adalarda beklemede kalan askerler, Girit’te çıkmaya fırsat bulamamışlardı.507 Yunanlılar, gazetelerinde yayınladıkları yazılar ve türlü vasıtalarla daima Osmanlı reayasını tahrik etmekteydi.508 Yunan eşkıyası tarafından gerçekleştirilen faaliyetler her ne kadar Yunan hükümetinin rızasıyla olmamış gibi gözüküyorsa da gizli olarak kendilerine izin verildiği bilinmekteydi. Bu yüzden bazı tedbirlerin alınması gerekmişti. Kaptan Paşa gelişmelerden sürekli haberdar edilmişti. Yunanistan’dan gelen haberler tercüme ettirilerek Peyk Şevket isimli vapurla Girit’e gönderilerek Kaptan Paşa’ya ulaştırılmıştı.509 Yunanlıların Girit’te yapmış olduğu ve yapmaya devam ettiği çirkin faaliyetlerle ilgili Mösyö Kostaki tarafından bazı açıklamalar yapılmıştı. Buna göre Yunanlılar, Girit hakkında çirkin faaliyetler yapma cesareti göstermişler, fakat kargaşa çıkarma arzuları ve halka uyguladıkları tahriklerin hepsi bertaraf edilmişti. Ancak bunlar halk arasında nifak sokucu faaliyetlere devam etmiş, gazeteler yayınlamak suretiyle reayayı tahrik etmekten geri durmamışlardı. Fırsat buldukça açıktan açığa isyan çıkarmaya cesaret etmişlerdi. Kostaki, bunların namus sahibi insanların yapamayacağı şeyler olduğunu ifade etmişti. Devleti, dikkatli olması 506 Hatta 500 askerin içinden 60 kadarı mahiyelerinin bir miktarını aldıktan sonra gitmekten vazgeçmişler fakat kralın askerleri tarafından zorla gemiye dâhil edilmişlerdi. 507 İ. MTZ. GR, nr. 1/17, lef 1 508 Musurus’un, bu haberleri engelleme çalışmaları olmuştur. Nurdan Şafak, a.g.t., s. 53 509 İ. MTZ. GR. (01), nr. 1/19, lef 7 161 konusunda uyarmıştı. Bu açıklamalar diğer sefaretlere de bildirilmişti. Bu suretle, Yunanlıların hareketleri diğer devletler tarafından da hoş karşılanmamış, suçlu bulunmuştu. Bir süre sonra Kostaki, yabancılarla ilgili Nâzırlığa görevlendirilince, Osmanlı Devleti’nin şikâyet etmesini gerektirecek olaylar meydana getirilmeyeceğine dair söz vermişti. Mustafa Nâili Paşa, hükümet tarafından, Yunan meselesinden dolayı her yönden ahaliyi hoş tutmaya dikkat edilmesi gerektiği konusunda uyarılmıştı. Buna göre, Girit sakinleri her ne kadar sessizlik içinde gibi görünseler de Yunanistan’da meydana gelen olaylar ahaliyi etkileyebilirdi. Araya nifak sokma niyetinde olanlar tarafından devamlı surette ahaliye olumsuz fikirler verilmeye çalışıldığından, ahalinin Osmanlı Devleti’ne ısındırılması gerekiyordu. Bu meseleyle ilgili gelen uyarılar neticesinde, Mustafa Nâili Paşa tarafından alınan önlemlerle Yunanistan’daki olaylar Girit’e tesir edememişti. Yunan meselesinin yerli halk üzerindeki olumsuz neticeleri giderilmeye çalışılmış, Müslim ve gayrimüslimlerin birbirileri hakkında haksız muameleye girişmesi engellenmişti. Bunun için Müslümanların da silah taşıması yasaklanmış ve bu şekilde adanın asayiş ve emniyeti sağlanmıştı. Mustafa Nâili Paşa tarafından, Yunan meselesinden dolayı her yönüyle tebaanın gönlünün hoş tutulduğu merkeze bildirilmişti.510 2) Valence Adlı Eşkıyanın Faaliyetleri Osmanlı sefiri Kostaki’nin verdiği habere göre, Yunanlıların Ayyani nahiyesi tarafında fitne ve fesat çıkarmak amacıyla Valence isimli eşkıyayı kullanmışlardı. İrmiye (Armyro) kazası sınırında bulunan köyde bir Rum’un evine barut ve kurşun depolanmıştı. Bu gelişmelerle ilgili bilgiler, Atina’ya gelen Mihail adlı kişiden alınmıştı. Konuyla ilgili yapılan istihbarat ve Mihail’in adı gizli tutulmuştu. Gerektiği zamanlarda kendisine yardım edilmişti. 510 İ. MTZ (01), nr. 3/53, lef 8/11 162 Valence, zaman zaman Yunanistan’dan Tırhala tarafına gitmiş, fakat burada bulunan kumandan Namık Paşa tarafından faaliyetleri engellenmişti. Amacına ulaşamayan eşkıya, tekrar Yunanistan tarafına kaçmıştı. Valence, tekrar Atina’dan kaçarak yanına aldığı 5-6 asker yardımıyla Tırhala sancağı sınırında ortaya çıkmıştı.511 Bu hain bazen gizlice Osmanlı Devleti sınırına ve bazen de Yunan sınırına geçip takip edildikçe kaçmaktaydı. Bir süredir ortalıkta görünmeyen eşkıyanın Girit tarafında olduğu duyulmuştu. 150 asker ile Eğriboz’dan gizlice Osmanlı Devleti sınırlarına gittiği haber alınmıştı. Bu hainin amacının ne olduğu bilinmediğinden, sınırlarda zarar vermemesi için dikkat edilmesi gerektiği sınır kumandanlarına haber verilmişti. Bir süre sonra sınır uçlarında 150-200 kişiyle göründüğü haber alınınca bir an evvel defedilmesi için, süvari ve piyade askeriyle Yenişehir’den hareket edilerek, sınırda mevcut derbent askerleriyle birlikte üzerlerine gidilmişti. Etrafı çevrelendikten sonra eşkıyanın ordusu perişan edilmişse de kendisi firar ederek tekrar Yunan sınırı içine kaçmayı başarmıştı. Eşkıyanın Yunanistan topraklarında olduğu ve takip edilmesi gerektiği Yunan memurlarına söylenmişti. Bu eşkıya, gittiği yerlerdeki fakirlere hiçbir zarar vermemiş, sadece bazı köylerden gizlice ekmek ve peynir toplamıştı. Gördüğü reaya ve çobanlara “Benim fakirlere zarar vermek gibi bir derdim yoktur. Asıl amacım başkadır. Siz benimle beraber gelin” demişti. Bu ifade ile amacının ne olduğu pek anlaşılamamıştı. Bu durum Atina’da bulunan sefir Kostaki’ye haber verilmişti. Yunan Devleti tarafından yakalanması için üzerine asker tayin edilmiş ve yakın zamanda yakalanacağı vaat edilmişti. Bu tavır dostane gibi görünse de aslında devlet tarafından, bu hainin zaman zaman diğer eşkıya ile Osmanlı Devleti sınırlarında dolaşmasına, üzerine asker sevk edilince tekrar geri gelmesine göz yumulmaktaydı. Zirâ Yunan sınırına geçtikten sonra normal hayatına devam ederek kendisine bir şey denilmemekteydi. Bu durumun bölgedeki Yunan memurlarının takındığı tavırdan mı yoksa devletin genel ve kasıtlı politikasından mı olduğu anlaşılamamıştı. 511 Tırhala sancağından ferik Mehmet Namık Bey’in 4 Eylül 1841 tarihinde bildirdiğine göre, Tırhala sancağında bulunan fakir halkın ve reayanın can, mal ve ırzlarının güvende olması ile huzur içinde yaşadıklarından ve bu eşkıyanın söylediklerine kulak asmayacakları tahmin edilmişti. Ayrıca şimdiye kadar bölgede isyana yönelik bir hazırlık olduğu hissedilmemişti (İ. MTZ. GR, nr. 3/28, lef 4). 163 Yunan Devleti’nin başvekili Mösyö Mavro Kordato’dan alınan habere göre, Valence’nin fesat çalışmalarına engel olmak için, arkadaşlarının bazıları hapsedilmiş, bazıları da başka memleketlere nakledilmişti. Eşkıyanın kendisi ise başka bir yere götürülmemiş, olduğu yerde tutulmuştu.512 Kordato, bundan sonra Girit tarafına kötü niyetli kişilerin gitmesini engellemek için de gayret göstereceklerini belirtmişti. Atina’dan ya da diğer Yunan topraklarından Girit’e gitmek üzere toplanarak yola çıkma amacında olanları etkisiz hale getirmek için silahlar toplattırılmış ve bu kişiler her türlü kötü niyetten men edilmişlerdi.513 3) Yunanlıların Faaliyetleri ve Girit’in Muhafazasına Dikkat Edilmesi Gerektiği Yunanlılar sadece Girit’te değil, başka yerlerde de isyan faaliyetlerinde bulunmuşlardı. Selanik ve Tırhala sancakları ile Makedonya’da fesat planlarının ne dereceye kadar etkili olacağı bilinmediğinden Yunanistan’a bitişik olan sınırların kuvvetlendirilmesi gerekmekteydi. Girit’te fazla olan asker de Yunan sınırına nakledilmişti. Eşkıyanın Girit’in huzura kavuşmasının ardından Arnavutluk, Tırhala ve Makedonya havalisinde ve Rumeli’nde fitne ve fesat çıkarması istenen ve beklenen bir şey değildi. Osmanlı Devleti, sınırlarında böyle sıkıntılı bir olayın meydana gelmesi halinde şiddetle karşılık vererek bunları uzaklaştırma yetkisine sahipti. Kostaki, Yunanlıların Girit ile ilgili gerçekleştirdikleri faaliyetler hakkında detaylı bilgiler vermiş ve bazı uyarılarda bulunmuştu. Yunanlıların Girit hakkındaki kötü niyetlerinin henüz gerçekleşmediğini ama yine de değişik vesileler ile reayayı tahrik etmekten vazgeçmedikleri ve fırsat buldukça da açıktan açığa isyan 512 Kordato’nun bildirdiğine göre Valence daha sonra, Yunan hükümeti tarafından posta askerliği görevine tayin edilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 1/17, lef 1). 513 İ. MTZ. GR.(01), nr. 1/19, lef 3 164 faaliyetlerine devam edecekleri haber verilmişti. Bu yüzden Kostaki, Osmanlı Devleti’ni dikkatli olması hususunda uyarmıştı.514 4) Rumlar Tarafından Müslüman Ahaliye Atfedilen İftiralar Temmuz ayı başlarında Kandiye civarındaki isyancı reaya ve dışarıdan gelmiş olan eşkıya birkaç defa meydana gelen muharebelerde yenilerek ve bir daha güç yetiremeyeceklerini de anlayarak dağılmışlardı. Yabancılar firar edip, yerliler de silahlarını teslim ederek, mühimmatlarının da yerlerini göstererek devletin idaresine bağlı olduklarını ilan edip af talep etmişlerdi. Bir iki yerin ahalisi isyana devam ediyor olsa da, onların da kısa süre içerisinde devlet idaresine girecekleri beklenmekteydi. Ancak adada yaşanan bu durum civarda bulunan yabancı devlet memurlarının işlerine gelmemiş, fesat politikalarına ters düşmüştü. Bu nedenle hâlâ tereddüt içinde olanları tahrik edip isyanlarını sürdürmek istemişlerdi. Teslim olanlara da güya bazı kimselerin mallarına ve ırzlarına saldırılmakta olduğu haberi uydurulmuştu. Bu haberler, Kandiye’de bulunan konsolos vekilleri tarafından Hanya’daki konsoloslara bildirilmiş ve ilan edilerek uydurma haberler yaymaya başlanmıştı. Fakat yapılan tahkikatların neticesinde haberlerin hiçbirinin aslı esası olmadığı ortaya çıkmıştı. Kaptan Paşa, konsolos vekillerini, Kandiye meclis memurlarını ve ahaliden olaylara dâhil olanları firkateynde tek tek dinlemiş ve sorguya çekmişti. İfadelerinde ahali, mal ve ırzlarına hiçbir saldırı olmadığını, bahsedilen olayların gerçekleşmediğini, fakat ileride bir şey olur diye de korktuklarını söylemişlerdi. Kaptan Paşa, bu hususu köylerde gizlice araştırmak için maiyetinde bulunan Miralay Mustafa Bey’i göndermiş ve ayrıca Mustafa Nâili Paşa’nın büyük oğlu Miralay Veli Bey’e de haber vermişti. Mustafa Bey yolculuğu sırasında rast geldiği köylerin ahalisine bu durumu sorduğunda, kendilerine ne asker ne de başka birileri tarafından uygunsuz bir hareketin yapıldığı, can, mal ve ırzlarına kimsenin dokunmadığını söylemişlerdi. Ayrıca halkın kendi iş güçleriyle meşgul oldukları da görülmüştü. 514 İ. MTZ. GR, nr. 1/17, lef 3 165 Söylenenlerin aslı esası olmadığı tekrar ortaya çıkmış, bu işin bir tertip olduğu da anlaşılmıştı. Bu tür hareketlerin önünü almak adına meclis memurlarına gerekli ikazlar yapılmıştı. Mustafa Nâili Paşa, Girit’in ileri gelenlerini, esnaf kethüdalarını, reaya, papaz ve kocabaşlarını, köy muhafızlarını meclise davet etmişti. Şimdiye kadar kimseye kötü muamele yapılmadığı gibi bundan sonra da kimsenin kimseye uygunsuz bir şekilde davranmayacağı, reaya rahatsız edilecek olursa bunu yapanın hakkından gelineceği söylenmişti. Böyle bir şey yokken uydurulursa da bu gibi iftiraları yapanların da aynı şekilde cezalandırılacağı ve herkesin kendi işi gücüyle meşgul olup rahat ve huzurun keyfini sürmeleri ilan edilmişti. Af dileyen köylere de muhafaza için üç-beş adam gönderilmesine karar verilmiş olduğundan gereğinin yapılması ve askerlerin de sıkı bir şekilde kontrol altında tutulmaları ve kimsenin rencide edilmemesi hususu Veli Bey’e etraflıca bildirilmişti. Bu işe özen ve dikkat göstermek için Miralay Mustafa Bey de bir süreliğine Kandiye’de bırakılmıştı.515 Bu uydurma haberleri ortaya atan ve yayılmasını sağlayanın Kandiye Despotu516 olduğu tahmin edilmekteydi. Hem hükümetin hem de Kaptan Paşa’nın tahminleri bu yöndeydi. Bu yüzden despotun daha fazla Girit’te kalması uygun bulunmamış, azledilmesi düşünülmüştü. Bu konuyla ilgili olarak despotun azli ve yerine başka birinin tayini hususunun patrikhane tarafına tembih edilmesini istemişti. 517 Kaptan Paşa’ya konsolosların verdiği bir habere göre, güya Kandiye ordusunda bulunan askerler köydeki reaya çocuklarını fırında yakmış, köy ahalisinden Kaptan Yani isimli gayrimüslimin karısına on sekiz kişi tecavüz etmişti. Kandiye’ye varıldığında bu durum meclis memurlarından sorulup doğru olmadığı ortaya çıkmışsa da tahkik etmek için yine Miralay Mustafa Bey, ordunun yanına gitmiş ve askerleri sorguya çekmişti. Askerler haberlerinin olmadığını fakat böyle bir hareketin meydana gelmediğini söylemişlerdi. Mustafa Bey, bu defa köye gidip kocabaşları ve diğer reayayı toplayıp sorduğunda, onlar da böyle bir şey duymadıklarını beyan etmişlerdi. Adı geçen Yani, karısı ve kardeşi çağırılıp sorulduğunda, onlar da aynı şeyi söylemişler, yazılı ifade vermişlerdi. Kadın, 515 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 30 Kandiye’deki Rum Piskoposu. 517 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 40 516 166 ifadesini Rum piskoposlarının bulunduğu bir sırada Kaptan Paşa huzurunda da tekrarlamıştı. Diğer asılsız bir iddia da Kandiye başpiskoposu tarafından ortaya atılmıştı. Bir Müslümanın, reayadan bir kızı zorla evinde alıkoyarak, kızı Müslümanlığa geçirip nikâhına almak istediği iddia edilmişti. Durum meclis tarafından incelendiğinde iddiaların yine doğru olmadığı ortaya çıkmıştı. Hakikatte bu kızı, kendi kardeşi bir Müslümanın evine bırakarak başka bir yere gitmişti. İfadesi alınan kız, bahsedilen durumun aslı olmadığını ifade etmişti. Kaptan Paşa tarafından bütün ada ahalisinin Müslüman olsun reaya olsun devletin himayesinde ve korumasında oldukları, bütün meclislere ve kocabaşlarla diğer reayaya ilan edilerek bildirilmişti. Bu ilandan sonra hayli reaya silah ve mühimmatlarını teslim ederek itaat etmişler ve hatta dağlarda bulunanlar bile gelmişlerdi.518 Kandiye sancağı kaza ve köylerindeki gerek yerli veya düzenli askerlerden ve gerekse ahalidenher kim itaatli reayanın can, mal ve ırzına zarar verecek olursa ve reayadan da her kim iftirada bulunursa hiç geciktirilmeden cezalandırılacaklardı. Kandiye muhafızı Veli Bey de, bu emre uygun hareket edileceğini ifade etmişti.519 5) Medaco Kardeşlerin Müslümanlar Aleyhinde Yaptıkları Şikâyetler Girit’te ihtilali bastırma çabaları devam ederken, bazı asılsız iftiralarla Müslümanlar yıpratılmak istenmişti. Bu sayede mağdur rolüne bürünen Rumlar, diğer devletlerin tepkisini çekecek ve güvenliklerinin tehlikede olduğu iddiasıyla güvenlik talebinde bulunacaklardı. Haziran ayı sonlarında, Hanya’da İngiliz olduklarını iddia eden bazı kişiler, İngiltere ve Osmanlı Devleti arasını açmak için -Rumlara yardımı dokunacağını düşünerek- bir takım faaliyetlerde bulunmuşlardı. 518 519 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 19 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 21 167 Aileleriyle Hanya’da ikamet etmekte olan İngiltere tebaasından Senyör Marino Medaco ve kardeşi Minolaki Medaco, ihtilal çıkınca Müslümanların silahlandığı ve bazılarının kendilerini ve ailelerini rahatsız ettiğini, kötü gözle baktıklarını iddia ederek durumu konsoloslarına bildiren bir dilekçe yazmışlardı. Bunlar, Müslümanların reayaya saldırdıkları yönünde asılsız iftiralarda bulunmuşlardı. Hâlbuki Müslümanlar hiçbir şekilde suçsuz reayaya saldırmamışlardı. Hanya’da bulunan İngiliz gemisini kendilerini ve kendileri gibi mazlum ve günahsız kişileri himaye etmeye tayin edilmesini ve Müslümanların hücumlarından korunmalarını talep etmişlerdi. İngiltere Konsolosu Evangeli, Medaco kardeşlerin talepleri doğrultusunda Müslümanların rahatsız edici faaliyetlerinin engellenmesini ve bu suretle dilekçe sahiplerinin ve ailelerinin güvende olmaları için gerekenin yapılması talebinde bulunmuştu. Ortada bir delil olmadan ceza verilemeyeceği için bu kardeşleri kimler tehdit etmişse ifadelerinin alınması gerekmişti. Bunun üzerine Medaco kardeşler kendileri hakkında ileri geri konuşan Hacı Mustafa, Osman Ağa ve Melito adlı şahıslardan şikâyetçi olmuş ve bu şahıslar sorguya çekilmişti. Dava edilenler, söylenenlerin iftira olduğunu, kendilerinin katil veya yağmacı olmayıp tüccar olduklarını ve bu gibi iftiraların şereflerini lekeleyeceğini ifade etmişlerdi. Bu yüzden, etraflıca bir inceleme yapılmasını, kim suçlu ise ortaya çıkarılmasını talep etmişlerdi. Aksi halde bu durumdan en çok kendileri zarar görecekti. Ayrıca şahit olarak tüccardan birisinin çağırılıp sorgulanmasını talep etmişlerdi. Kendileri hakkında böyle asılsız iftiralarla şikâyette bulunmalarının asıl sebebinin kargaşa çıkarmak olduğu ve bu davalardan istifade ederek İngiliz gemisini getirterek bazı isyancıları yüreklendirerek onlara cesaret vermek olduğunu belirtmişlerdi. Davalılardan Melito kendisine sorulan sorulara Rumca cevap vermek istemişti. Melito’nun verdiği ifade şöyleydi: “Minolaki ile kardeşi, hükümet ve Müslümanlar hakkında ileri geri konuşup duruyorlardı. Güya hükümetten ve Müslümanlardan zarar görmüşler. Aslında zarar 168 değil hep menfaat görmüşlerdi. Bu, benim ve bütün halkın gördüğü bir şeydi. Bir gün yine Minolaki’nin böyle hükümet ve Müslümanlar hakkında ileri geri konuştuğunu duydum, kardeşinin mahzenine gittim ve ona kardeşine nasihat etmesini, gittiği yoldan vazgeçmesini söyledim. O da tasdik etti, kardeşinin öyle davrandığı ikrar etti. Benim kardeşine nasihat etmemin daha iyi olacağını söyledi. Çok geçmedi bir gün Minolaki geldi. Kardeşinin yolladığını söyledi. Ona hükümet ve Müslümanlar hakkında böyle yalan yanlış konuşmaması gerektiğini, bu yoldan dönmesinin iyi olacağını söyledim. Kızarak “Benim kimseden korkum yoktur, kim neyi isterse söylesin umurumda değil, beni öldüreceklerini, evime bunun için adam göndereceklerini haber verdilerse de ben öyle şeylerden asla korkmam, ellerinden geleni yapsınlar” dedi. Bunu söyleyince ben de şaşırıp kaldım. Bunları söylemesindeki maksat herhalde beni şahit tutmak ve böylece sabuncu esnafıyla aramı bozmaya sebep olmaktı. Bu adam, hükümetin ve Müslümanların baş düşmanıdır bunu bütün ahali bilir” diyerek sözlerini tamamlamıştı. Bu ifadelerden anlaşılan o ki, davacı kardeşler, devamlı hükümet ve Müslüman ahali aleyhinde konuşmaktaydılar. Konsolosları aracılığıyla, onların da ifadesi alınmak için çağrıldıklarında “bizim bir davamız yoktur” diye haber göndermişlerdi. Bunun üzerine davalılar da “Şimdi de biz davacıyız” diyerek karşılık vermişlerdi. Esnaf, bu kardeşlerin iddialarına karşılık bir delilleri varsa bunu ispat etmelerini istemişlerdi. Bu şekilde iftirayla bir takım güvenilir kişilerin itibarının zedelenmemesi için davacıların tekrar tercümanları vasıtasıyla konsoloslarına haber verilecekti. Gelmedikleri takdirde iddialarının açık bir yalan olduğu kabul edilecekti. Davacılardan Marino gelmiş ve ifadesinde Melito’nun Müslümanlarla yaptığı ticaret zarar görür endişesi ile ifadelerinde gerçekleri söylemediğini iddia etmişti. Marino şikâyetini, Melito’nun söylediklerine ve duyduğu diğer sözlere göre yazdığını ifade etmişti. Başka bir delilinin olmadığını eklemişti. Yapılan mahkemenin sonucunda, iki kardeşin iddiaları bir delille dayanmadığından iftira olduğuna kanaat getirilmişti. Güvenilir tüccarlar hakkında 169 haksız ve delilsiz iddialarda bulunan Senyör Marino ve Minolaki’ye kanun ve usullerince lazım gelen cezanın verilmesi gerektiği konsoloslarına bildirilmişti.520 Bu husus gerekli kişilere iletilmek sureti ile iftirada bulunanlar ikaz edilmişlerdi.521 İ) İSYAN SONRASINDA ADADA YAŞANAN GELİŞMELER 1) Kaptan Paşa’ya ve Mustafa Nâili Paşa’ya Verilen Ödüller Mustafa Nâili Paşa ve büyük oğlu Miralay Veli Bey Girit’te isyanın bastırılması için üstün gayret ve sadakat göstermişlerdi. Bu üstün çaba ve gayretleri Kaptan Mehmet Tahir Paşa’nın da dikkatini çekmişti. Mehmet Tahir, Bâbıâli’ye bu hizmetlerin karşılığı olarak uygun bir hediyeyle taltif edilmelerini teklif etmişti.522 Mustafa Nâili Paşa da, Girit ihtilalinin def edilmesinde ve asayişin yeniden tesis edilmesinde göstermiş olduğu gayretlere karşılık Kaptan Paşa’ya değerli taşlarla süslenmiş bir kılıç verilmesi, askerlerin de ödüllendirilmesini talep etmişti. Ayrıca oğlu Veli Bey’in de iyi hizmetlerinden dolayı tebrik edilmesini talep etmişti.523 Girit ihtilalinde göstermiş oldukları gayret dolayısıyla Kaptan Paşa ve Mustafa Nâili Paşa değerli mücevherlerle kaplı birer kabza kılıç ile 524 ödüllendirilmişlerdi. Kaptan Paşa’ya artık geri dönme izni verilmişti, ancak ödül verileceğinden dolayı biraz daha adada bekletilmişti. Mustafa Nâili Paşa’ya 30.000 kuruş, Kaptan Paşa’ya ise 40.000 kuruş değerinde bir kılıç hediye edilmişti. Bunun sebebi, Kaptan Paşa’nın yüksek rütbeli oluşu ve bu isyan için özel olarak görevlendirilmiş bir memur olmasından kaynaklanmıştı. Her ikisi de görevlerini 520 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 17 İ. MTZ. GR, nr. 3/38, lef 31 522 İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 17 523 Paşa’nın vergi ve adanın iç düzeni ile alakalı bazı hususlarda ada ile ilgili talepleri de olmuştur. 524 Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.III, s. 220 521 170 eksiksiz yerine getirmişlerdi. Bu ihsan karşısında Kaptan Paşa ve Mustafa Nâili Paşa, Bâbıâli’ye teşekkürlerini arz etmişlerdi.525 Girit Adasında asayişinin tekrar sağlanmış olması asker ve ahalinin memnuniyetine vesile olmuştu. Kaptan Paşa karaya ulaştığında hediyesi olan kılıcı vermek üzere iskelede bir resmi tören tertip edilmişti. Defterdar Bey, hâkim, müftü, belde uleması, beyler ile ağalar kullarıyla kale kapısı dışında selam durmuşlardı. Mızıka eşliğinde kale içine ulaşmış olan Kaptan Paşa ile kara ve deniz askerleri yanlarında ferik ve mirlivaları, paşalar, miralay, kaymakam ve alay emini beyler ve binbaşıları, ağalar, resmi elbiseleriyle subay ve askerler, ulema ve MüslümanHristiyan bütün ahali Şadırvan Meydanı denilen yerde hazır bulunmuşlardı. Kaptan Paşa ve askerlerine hitaben yazılmış olan ferman ve dua okunmuş, kaleden yirmi bir pare top atışı yapılmıştı.526 2) Kaptan Paşa’nın ve Diğer Vazifelilerin Girit’ten Ayrılması Kaptan Mehmet Tahir Paşa, Girit isyanı bastırılmış, asayiş sağlanmış olduğundan Kaptan Ahmet Paşa’nın birkaç kıta gemi ile Girit’te bırakılarak kendisinin İstanbul’a dönmesi için izin verilmesini talep etmişti. Eşkıya takımı, askerin kuvvetinden korkmuş bir vaziyette şimdilik itaat altına alınmış ise de kendisinin buradan ayrılması halinde ne olacağı konusunda bir tahmin yürütememişti. Bu yüzden Mustafa Nâili Paşa ve defterdar ile yaptığı görüşmeler neticesinde adanın emniyetinin tam olarak sağlanması, vergi konusunda ahalinin istediği şekilde düzenleme yapılmasına karar verilmişti. Kaptan Paşa’nın adanın emniyeti tam olarak sağlandığı takdirde geri dönmesi uygun görülmüştü. Adada bulunan asker gereğinden fazla ve Arnavut askerlerinin masrafı diğerlerine göre çok olduğundan Arnavutların yerlerine iade edilmesi gündeme gelmişti. Adadaki diğer askerlerin sayıları da gereğinden fazla bulunmuş ve özellikle 525 526 İ. MTZ. GR, nr. 3/25, lef 23; İ. MTZ. GR, nr. 3/27, lef 2-6 İ. MTZ. GR, nr. 3/29; Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.III, s. 220-221 171 nizâmiye askerlerinin uygun miktarının İstanbul’a gönderilmesi düşünülmüştü.527 Mehmet Tahir Paşa 300 askeri yanına alarak Sevde Limanı’ndan İstanbul’a doğru hareket etmişti.528 1841 isyanı sonrasında Girit’te bulunan Arnavut ve Sekbân askerinin biraz daha adada kalmaları gerekmişti. Fakat adı geçen askerlere aşağıda gösterilen tabloda belirtilen miktarlarda ödemeler yapıldığından masraflar çok artmıştı. Bu yüzden Arnavut sergerdeleri gönderilmiş, askerleri ise istihdam edilmişlerdi.529 Tablo 8: Arnavut Askerlerinin Sergerdeleri ve Aldıkları Mahiyeler530 Süvari/Piyade Süvari sergerdesi(200 kişilik) Piyade sergerdesi Piyade sergerdesi Piyade sergerdesi Piyade sergerdesi Sergerdenin Adı Said Bey Çerkez Mehmet Ağa Hüseyin Ağa Ali Ağa Ali Ağa Mahiyesi 2500 2500 1000 1500 2500 Adadaki karışıklık ve ihtilali bertaraf etmek üzere Girit’te bulunan Ferik Reşid Paşa’ya da asayiş sağlandığı için artık İstanbul’a geri dönmesi için müsaade verilmişti.ReşidPaşa’nın yerine isyanda yararlılığı görülen Mirliva Mahmut Paşa’ya feriklik rütbesi tevcih edilmişti.531 Girit Valisi’nin Kapı kethüdası olan Hacı Keşşaf Efendi 1841 yılı Kasım ayında azledilmiş ve yerine Muhtar Bey tayin edilmişti. Hacı Keşşaf Efendi’nin 527 Girit Adası’nda isyanlar sebebiyle af ve aman talebinde bulunan ve silahlarını teslim eden reayanın istekleri kabul edilmişti. Bu yüzden bunların daha başka bir talepleri olmayacağı tahmin edilmekteydi. Başlangıçta yedide bir öşür vermekte iken şimdi onda bir öşür verilecek olması bile haklarında yapılmış büyük bir lütuftu. Osmanlı Devleti’nde uygulanan Tanzimat usulünün aynısının Girit’te de uygulanması gerekiyorken, Girit’in hassas durumu dolayısı ile nasıl bir uygulama yapılacağı henüz bir netlik kazanmamıştı. Ahalisinin bunları kabul etmeyeceği ve yeni bir karışıklık çıkacağı endişesiyle adada mevcut düzenli ve düzensiz askerler her ne kadar gereğinden fazla da olsa da şimdilik gönderilmeleri sakıncalı bulunmuştu. Zirâ Rumların bundan sonra adada hiçbir zaman tek durmayacakları açıktı (İ.MTZ. GR, nr. 3/27, lef 3). 528 İ. MTZ. GR, nr. 3/27, lef 3 529 İ. MTZ. GR, nr. 3/30 530 İ. MTZ. GR, nr. 3/30 531 Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c. III, s. 220, Mahmut Paşa’ya 15 bin kuruş ferik maaşı verilmesi gerekirken, 7.500 kuruş verilmişti. Çünkü Reşid Paşa’nın aldığı 15 bin kuruş maaş, adadaki ihtilali bastırmak için yapacağı fazladan masraflar için verilmiştir, şimdi ise adada tamamen asayiş sağlandığı için Mahmut Paşa’ya 7500 kuruş maaşın yeteceği düşünülmüştü (İ. MTZ. GR, nr. 3/34). 172 azledilme sebebi, Mustafa Nâili Paşa ile Kaptan Paşa arasında yapılan yazışmalar esnasında gönderilen yazılardan birinde mührün kırılmış olması dolayısıyla Kaptan Paşa kethüdaya kızmış ve azlini istemişti. Keşşaf Efendi mührü kazayla kırdığını ve başka kötü bir niyeti olmadığını ifade etmişti. Kethüdanın bu sözlerinin doğru olduğu anlaşıldığı için sadece yer değişikliği yapılarak başka yere tayin edilmek sureti ile görevine devam etmişti.532 3) Mehmet Ali Paşa’nın Girit’e Görevlendirilme Ümidi Mehmet Ali Paşa, Girit’in düzene konulmasında kendisine görev verileceğini ümit etmişti. Mehmet Ali Paşa, adada bulunan bazı kişiler tarafından bilgilendirmekteydi. Aslında bu esnada, Girit meselesinde artık sona yaklaşılmış idi. Rumlar gerektiği gibi mağlup edilmiş, af dilemişlerdi. Girit’te isyan sona ermiş bulunsa da Mehmet Ali Paşa, adanın bir düzene konması için kendisine görev verileceğini ümit etmekteydi. Görevlendirildiği takdirde hemen Girit’e 20 bin asker sevk ederek kan dökmeden meseleyi halledeceğini ve kendisinden talep edilen şeylerin hemen yerine getirileceğini ifade etmişti. Ayrıca, İstanbul’da dağıtılması için yüklü miktarda akçe göndermişti. 533 532 533 İ. MTZ. GR, nr. 3/35 İ. MTZ. GR, nr. 3/22, lef 1 173 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN GİRİT VALİLİĞİ A) 1841 GİRİT İSYANI SONRASINDA MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN FAALİYETLERİ Mustafa Nâili Paşa, kendisine valilik görevi tevcih edilmesinden hemen sonra ortaya çıkan 1841 isyanı yüzünden adanın diğer meseleleriyle pek ilgilenememişti. Nihayet isyanın sona ermesinin ardından adanın sosyal, ekonomik ve siyasi meseleleriyle meşgul olma fırsatı bulmuştu. Mecliste yapılan müzakereler neticesinde Mustafa Nâili Paşa’ya 12 Ekim 1841 tarihinde adanın mali işleri devredilmişti. Bu işlerin yürütülmesinde kendisine yardımcı olması için tecrübeli bir müdür gönderilmişti.534 Mustafa Nâili Paşa, Girit’i idaresi sırasında her daim temkinli bir politika izlemiş, adanın Müslüman toprak sahipleri ile yükselen Rum tüccar sınıfı arasında bir sentez kurmaya çalışmıştı.535 Mustafa Nâili Paşa idaresindeyken adada ekonomik hayat, özellikle zeytinyağı ticareti yeniden canlanmıştı. Bu durum adadaki Hristiyanlar için büyük bir şans olmuştu. Mustafa Nâili Paşa, temel ürünlerin satışı için tekli bir sistem ortaya koymuştu. Bu sistem, Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’ın ekonomik canlanmasının temel şekillerinden oluşuyordu. Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’te uyguladığı politika, Hristiyan ve Müslüman yakınlaşmasını sağlamak temeline dayanıyordu. Bu yakınlaşmanın her alanda olması gerektiği fikrine sahipti. Zirâ Osmanlı Devleti’nin hayatta kalması için izlenecek yolun, Hristiyan iş adamlarıyla Müslüman toprak sahiplerinin ortaklığının sağlanması olduğuna inanmıştı. Mustafa Nâili Paşa’nın amacı, adadaki Hristiyan çoğunluğun desteğini 534 İ. MTZ. GR, nr. 3/ 32 Ege Tıme Dergisi, “Sadrazam Giritli Mustafa Naili Paşa”, (Ropötraj: Filiz Çıragül), S.10, Ekim 2009, s. 26 535 174 sağlamaktı. Her zaman Hristiyanlarla Osmanlı otoritelerinin karşı karşıya gelmesine engel olmak istemişti.536 Mustafa Nâili Paşa idaresinde iken Girit’te bazı yenilikler yapılmıştı. Müslüman ve Hıristiyanlar silahsızlandırılmış, Venediklilerden beri hiç bir ilgi gösterilmeyen yollar, köprüler, limanlar ve diğer halka açık hizmet yerleri onarılmıştı. 13 Nisan 1849 tarihinde Resmo’daki Katoliklerin bir tarla satın alarak mezarlık yapmalarına izin verilmişti.537 Girit’te isyanlarının bastırılmasında Mustafa Nâili Paşa, gayet başarılı olmuş ve iktidarını tanıtmış, ada ahalisi üzerinde etkisi yüksek bir idareci olmuştu. Adanın herhangi bir noktasında bir isyan hareketi başlayacak olsa Giritliler bilirlerdi ki Mustafa Nâili Paşa derhal bunun imhası için çalışacaktı. Bu yüzden Paşa’nın valiliği boyunca 1841 ihtilali hariç ne Yunanistan’dan ne de adanın Rum ahalisi tarafından herhangi bir ihtilal hareketine teşebbüs eden olmuştur. Napolyon Bonapart’ın “Grek deyince akla şeytan gelir” ifadesine uygun bir şekilde, Yunanlılar hareketlerinin kısıtlanmasına daha fazla dayanamamış ve bu duruma bir son vermek için bir takım entrikalar neticesinde Mustafa Reşid Paşa’nın, Mustafa Nâili Paşa’yı Girit valiliğinden azlettirmesini sağlamışlardı. Bu azilden sonra Yunanlılar hareket serbestliği kazanmışlar ve isyan faaliyetlerini arttırmışlardı.538 1) Girit Valisi Mustafa Nâili Paşa’nın İstanbul’a Gelme Talepleri Girit Valisi Mustafa Nâili Paşa, 1841 isyanının definden sonra, padişahı ziyaret etmek maksadıyla İstanbul’a gitmek istemişti. Bu yüzden birkaç defa girişimlerde bulunmuştu. İzin talepleri uygun bulunmuştu. Ancak Bâbıâli’nin bu konudaki tek çekincesi, Mustafa Nâili Paşa’nın İstanbul’da olduğu süre zarfında adanın durumun ne olacağı idi. Paşa’nın bu konuda verdiği güvenceler karşısında 536 Öyle ki, Mustafa Naili Paşa’nın adadaki görevi sona erdiğinde bu durumu adadaki Hristiyan nüfus üzüntüyle, Müslüman nüfus ise, sevinçle karşılamıştı. David Barchard, a.g.m., s.77 537 Sadâret Mektubî Kalemi (A. MKT), nr. 190/18 538 Ahmet Lütfi Efendi, Vak’anüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi, c.IX, yay. Münir Aktepe, İstanbul 1984, s.62 175 nihayet İstanbul’a gelme talebi, adanın güvenliğini tam olarak sağlamak koşuluyla kabul edilmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın ısrarla İstanbul’a gelme talebinin özel bir sebebi yoktu. Sadece padişahı ziyaret etmek ve Girit adasıyla ilgili son gelişmeleri bizzat haber vermek istemişti. Bu ısrarının sebebi, 1841 isyanının başarıyla bastırılmış olması dolayısıyla kendisinin takdir görmek istemesinin etkili olduğu söylenebilir. Nitekim amacına ulaşmış, huzura vardığında takdir görmüş ve kendisine üstün vazifelerinden dolayı ödüller verilmişti. Hülasa Paşa, merkez ile ilişkilerini daima sıkı tutmak istemişti. Mustafa Nâili Paşa, 1841 sonbaharında merkeze bir dilekçe yazarak, bazı taleplerde bulunmuştu. İlk talebi, İstanbul’a gitmek ve padişahın huzuruna çıkmaktı. Mustafa Nâili Paşa tarafından kaleme alınan dilekçede talep edilen diğer bir husus, adadaki ihtilali bastırmada büyük katkıları olan Süvari sergerdesi Said Bey ile Kandiye ileri gelenlerinden Mustafa Ağa’ya Dergâh Kapıcıbaşılığı verilmesi talebi olmuştu. Mustafa Nâili Paşa’nın İstanbul’a gelmesi ve Said Bey ile Mustafa Ağa’ya kapıcıbaşılık verilmesi talepleri mecliste müzakere edilmiş ve uygun bulunmuştu. Mustafa Nâili Paşa bir de askere dağıtılmak üzere zahire satın almak için akçe talebinde bulunmuştu. Bu konu önce Maliye Nâzırı’na bildirilmiş, daha sonra mecliste müzakere edilmiş, padişah tarafından da onaylanmıştı.539Paşa’nın İstanbul’a gelmeden önce yerine getirmesi gereken bir şart vardı. Girit adasının hassas durumundan dolayı, Paşa’nın buradan ayrı kaldığı süre zarfında adanın iyi bir şekilde muhafaza edildiğinden emin olması gerekiyordu. Öyle ki, eğer aksi bir durum olursa sorumluluk kendisine ait olacaktı.540 539 Mustafa Naili Paşa’nın iltimas talebinde bulunduğu başka mevzular da vardı. Mirliva Mahmut Paşa’nın ferik, oğlu Veli Bey’in mirliva olması sebebiyle Mahmut Paşa’nın mirlivalık nişanlarının Veli Bey’e verilmesi; yine oğlu Abdülkerim Bey, Divan Kâtibi Atâ Bey ve Hasan Bey’e Sadaret Mektubi Odası memuriyetiyle görevlendirilmeleri; Atâ Bey’in ikinci sınıfa katılması, Hanya Meclisi Nâzırı Abdülhalim Bey’e dergâh-ı âlî kapıcıbaşılığı rütbesinin ihsan edilmesi, Binbaşı Ali Ağa ve Mehmet Ağa’ya Kaymakamlık rütbesi verilmesi talep edilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 3/36); Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.III, s. 220. 540 Mustafa Naili Paşa’nın İstanbul’a gelme talebi nedeniyle Tâir-i Bahrî (Deniz Kuşu) adlı bir vapur hazırlanmıştı. Bu vapuru Paşa’nın İstanbul’da bulunan divan kâtipleri de kullanabilecekti. Girit’e gönderilmek üzere hazırlanan vapurun gerekli tamiratı eksiksiz bir şekilde yapılmış, kömürü ve lazım 176 Mustafa Nâili Paşa’nın bu durum karşısında bazı tedbirler alması gerekmekteydi. Gereken önlemler alındıktan sora Paşa, 28 Mart 1842 tarihinde İstanbul’a gitmek için bir kez daha izin talebinde bulunmuştu. Bu talep, divan kâtibi vasıtasıyla padişaha sunulmak üzere Meclis-i Hassa toplantısında okunmuştu. Bu esnada Rumeli’nin bazı yerlerinde Yunan müdahalesiyle reaya arasında yabancı tahriklerinden dolayı fesat ve karışıklık meydana gelmiş olması, Paşa’nın gelmesine engel teşkil etmişti.541 Bâbıâli’nin, adanın hassas durumu nedeniyle kendisinin İstanbul’da olduğu süre boyunca bir uygunsuzluk olup olmayacağı konusunda endişeleri devam etmekteydi. Paşa’ya bu konudaki endişelerin dile getirildiği bir yazı yazılarak, bu durumun dikkate alınması ve ona göre hareket edilmesi gerektiği bildirilmişti.542 Girit valisi Mustafa Nâili Paşa, 10 Mayıs 1842 tarihinde sadarete yazmış olduğu cevabında, Eflak-Boğdan ve Bulgaristan’da çıkan fesat haberlerinin kendilerine de ulaştığını bildirmiş ve öncelikle, bu hususta gönderilmiş olan emirlere harfiyen uyulduğunu ifade etmişti. Reayanın gizli ve açık bütün hareketleri takip edilecek, gizlice tahkikat yapılacak, fesat hareketleri hemen İstanbul’a bildirilecekti. Bunlar yapılırken çok dikkatli davranılacak, reayaya zulmedilmeyecek, hoş tutulacak, adil davranılacak, böylelikle çevreden veya yabancı devletlerden yardım istemelerine fırsat bırakılmayacak, yabancı devletler bu işe asla karıştırılmayacaktı. Mustafa Nâili Paşa, Girit’te şu an için bir fesat emaresi görünmediğini, reayanın devlete bağlı olduğunu belirtmişti. Fakat reayanın her an millî ve dinî bağları dolayısıyla Yunanlılar tarafından çıkarılacak olası bir isyan hareketine katılma ihtimali vardı. Özellikle Mora’daki isyancı Yunanların faaliyetleri, Girit’e yakınlığı olan diğer malzemeler gemiye yüklenmiş, ne zaman istenirse o vakit yola koyulacak şekilde Kurşunlu Mahzen’in önünde bekletilmişti. Yola çıkmak için padişahtan izni talep edilmişti. İzin talebi uygun görülmüş ve Mustafa Naili Paşa’nın İstanbul’da bulunan divan kâtibinin de binmesiyle geminin hareket etmesi için Kaptan Paşa’ya bildirilmişti. Tâir-i Bahrî adlı vapur, 13 Ekim 1841 tarihinde Girit’e gönderilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 3/33); Tayyarzade Ahmet Ataullah Efendi, a.g.e., c.III, s. 222 541 Atina’daki Osmanlı Sefiri Kostaki ve Vidin ve Silistre Müşirleri tarafından Memleketeyn ve Bulgaristan’da bazı fesat hareketlerinin ortaya çıktığı haberi bildirilmesi dolayısıyla ilgililerden bu bölge halkı yani reayanın zulme uğramaması, haklarının tamamen verilmesi suretiyle devlete bağlılıklarının sağlanması istenilmiştir. Yine beş yabancı devletin reaya ile ilişkilerinde asıl maksat bilindiği için halkın gizli olarak fesat düşünceleri varsa bunu tahkik edip yine gizlice İstanbul’a bildirilmesi istenilmiştir. Bu hususta Sadarete yazılan cevapta gerekenin yapılacağı vurgulanmıştır (İ. MTZ. GR, nr. 4/44). 542 İ. MTZ. GR, nr. 4/43 177 sebebiyle bu adayı da etkilemekteydi. Rumeli reayasının öteden beri tahrik edildiğini ve bölgede karışıklıkların olduğunu, Yunanlıların bu karışıklıklara bütünüyle müdahil olduğunu söyleyen Paşa, Yunanistan’ın Girit’e komşu olması sebebiyle adanın da tehlikede olduğunu ifade ettikten sonra, daha önce de belirttiği bazı hususları tekrarlamıştı. Girit reayası aslında adadaki emniyet ve istirahat ortamından dolayı devlete sadık, idareden de hoşnuttu. Şayet Mora taraflarından ve yabancı devletlerin tahrikleri söz konusu olursa, mezhep ve dindaşlık sevkiyle fesada iştirak etmeleri mümkün olabilirdi. Bu hususlarda kendisine gelen emirlerin uygulanmasında gereken özeni göstereceğini, şu anda herhangi bir isyan hareketi olmadığını, ancak olursa bunu hemen merkeze bildireceğini üzerine basarak yinelemişti.543 Mustafa Nâili Paşa, Girit’in durumuyla alakalı olarak yapmış olduğu bu izahtan sonra, İstanbul’a gelme meselesine değinmiş, almış olduğu tedbirlerden bahsetmişti. Kendisine izin verilmesi halinde Girit’in idaresinde bir aksama olmayacağının garantisini vermişti. Paşa, yokluğunda adada bir sıkıntı çıkmayacağını taahhüt etmiş, kendisinin bulunmadığı süre içerisinde Girit’in idaresinin nasıl olacağını, adaya kimi vekil bırakacağını açık açık belirtmişti. Yokluğunda oğlu mirliva Veli Paşa’yı Kandiye’ye, güvendiği adamlarından Mirliva Mehmet Paşa’yı Hanya’ya kaymakam tayin edeceğini, Ferik Mahmut Paşa’nın da adanın asayişi için görevlendirileceğini, gerekli gördüğü diğer yerlere de memurlar göndereceğini yazmıştı. Tayin edilen bu vekiller adayı her türlü kötülükten muhafaza etmekle görevliydi. Ayrıca yanlarına yeteri kadar asker de bırakılacaktı. Bu şekilde adanın huzur ve refahı sağlandıktan sonra İstanbul’a gidecekti. Son olarak tersaneden kendisine bir gemi gönderilmesini talep etmişti. İstanbul’a gelmek isteyen ve bunun için birkaç defa ricalarda bulunan Girit Valisi Mustafa Nâili Paşa’nın gönderdiği yazı Meclis-i Vükelâ’da müzakere edilmiş 543 Merkezden sadece Girit’e değil, Rumeli taraflarında nazik bölgelerde görevli bütün müşirlere uyarı yazıları gönderilmiştir. Gelen kimi cevaplarda paşalar, hadiseler hakkında bazı haberlerin kendilerine geldiğini, uyanık olacaklarını, gerekli tedbirleri alacaklarını ve bir fesad emaresi gördüklerinde bunu derhal İstanbul’a bildireceklerini belirtmişlerdir. Kimisi de valisi bulunduğu memleketin reayasının devlete sadık olduğunu belirterek, reayaya duyduğu güveni dile getirmiş, yine de reayanın isyanına dair gerekli özeni göstereceklerini bildirmişlerdir (İ. MTZ. GR, nr. 4/44). 178 ve uygun görülmüş, Peyk-i Şevket adlı vapurun gönderilmesine karar verilmişti. Ayrıca Paşa’nın İstanbul’a gelirken maliye defterlerini ve adanın maliye müdürünü de beraberinde getirmesi istenmişti. Azledilen maliye müdürü yerine, Paşa’nın dönüşünde, yeni müdür de beraberinde gidecekti.544 Neticede Paşa’nın İstanbul’a gelme talebi padişah tarafından da uygun bulunmuş,545 nihayet Mustafa Nâili Paşa, 1842 yılı baharında resmi izinli olarak İstanbul’a gelmişti. Padişahın iltifatına nail olarak ve değerli hediyeler verilmiş olduğu halde Girit’e geri dönmüştü.546 2) Kaptan Paşa’nın Donanma ile Girit’e Gelmesi Kaptan Paşa, 28 Eylül 1846 tarihinde donanma ile Akdeniz’e açılmış ve adaları dolaşmaya başlamıştı.547 Önce Girit’e, buradan da Rodos, İstanköy ve Sakız Adaları tarafına gitmişti. Kaptan Paşa, Girit’e geldiğinde, Mustafa Nâili Paşa ile ada ile ilgili meseleler üzerinde bazı değerlendirmeler yapmıştı. Mustafa Nâili Paşa kendisine, Girit’te bulunan dost devlet konsoloslarının, kendi alanlarının dışına pek çıkmadıklarını, sadece Yunan konsolosunun adanın meselelerine el atarak ve ara sıra köylere çıkarak reayayı Osmanlı Devleti aleyhine tahrik ettiğinden bahsetmiş, bu yüzden konsolosun değiştirilmesini istemişti. Kaptan Paşa, bu görüşmeleri merkeze rapor etmişti. Kaptan Paşa, Mustafa Nâili Paşa ile Girit’te malları ve geliri bulunup Girit’te meydana gelen ihtilalde Yunanistan’a firar eden ailelerden geri dönmek isteyenlerin durumu hakkında görüşmüştü. Bunlardan, Osmanlı Devleti’ne vergi vermeyi kabul 544 Çünkü Mustafa Naili Paşa, Girit Defterdarı Salih Bey’in, işleri yoluna koyamadığı gerekçesiyle azledilmesini talep etmişti. Adanın mali işleri Mustafa Naili Paşa sorumluluğuna verilmiş, yanına da tecrübeli bir müdür gönderilmişti (İ. MTZ. GR, nr. 3/32). 545 İ. MTZ. GR, nr. 4/44 546 İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s.75 547 Mustafa Naili Paşa, bu esnada yine İstanbul’a ziyarete gelmek istediğini bildirmişti. Girit’te asayişin sağlandığını ve gayretleri sonucu olumsuz bir durumun beklenmediğini belirterek, İstanbul’a gitmek için kendisine tersaneden bir vapur gönderilmesine müsaade edilmesini talep etmişti. Mısır Valisi ile aralarında olan bazı olaylar sebebi ile kendisiyle ilgili bazı kötü sözler söylenmekte olduğunu haber almış ve dedikodulara mahal vermemek için merkeze gidip bizzat kendisini savunmak istemişti. Ancak bu sırada Kaptan Paşa’nın donanmayla adaları dolaşıyor olması nedeniyle Mustafa Naili Paşa’nın bu aralar adadan ayrılması uygun olmayacaktı. Paşa, İstanbul’a gitmek için Kaptan Paşa’nın Girit’ten ayrılmasını beklemek zorunda kalmıştı (İ. MTZ. GR, nr. 4/59, lef 1). 179 edenlere hürmet edilecek, etmeyenlere ise farklı muamele uygulanacaktı. Bu durumdan Yunan hükümetinin de haberi vardı Zirâ muhacir aileler Yunanistan’da huzurlu değillerdi. Yunan hükümeti onların huzur ve itibarı için hiçbir şey yapmamıştı. Kaptan Paşa, bundan dolayı muhacirlerin vatanlarına geri dönmek istediklerini ve bu olanlardan Mustafa Nâili Paşa’nın da haberinin olduğunu merkeze bildirmişti. Kaptan Paşa, Mustafa Nâili Paşa ile görüşmelerinden başka ada üzerinde gezmiş ve bazı tespitlerde bulunarak bunları merkeze rapor etmişti. Bu raporlarda, Girit’te bazı kalelerin tamire muhtaç olan yerlerinin tamir edilmesi ve ihtiyaç duyulan topların temininin biran önce sağlanması gerektiğini önemle vurgulamıştı. Özellikle Sevde Limanı’nda, Hanya, Kandiye ve Resmo’da bulunan kalelerle tabyalar bir bir kontrol edilerek tamire ihtiyaç olanların kuvvetlendirilmesi gerekmekteydi. Kandiye Kalesi’nde bulunan tunç topların yerine demir toplar gönderilmesini istemişti. Mevcut topların çoğu Mehmet Ali Paşa zamanından kalmaydı. Limanların temizlenmesi için İngiltere’den alınan vapurun Resmo Limanı’nı temizlemiş olduğunu görmüş ve merkeze bildirmişti.548 Kaptan Paşa, daha sonra donanma ile Akdeniz sahillerinde ve bazı adalarda denetimler ve gözlemler yapmak için dolaşmaya devam etmişti. Girit’ten ayrıldıktan sonra ilk olarak Sakız Adası’na gelmiş, oradan sırasıyla Urla Limanı’na, Sisam Adasına, İstanköy Adasına ve son olarak da havanın iyileşmesini beklemek üzere İzmir Limanı’na demir atmıştı. Nihayet 1846 yılı sonunda İstanbul’a varmış olan Kaptan Paşa, Girit’ten gelirken yanında bazı antikalar da getirmiş ve bu antikalar sergilenmek üzere müzeye konulmuştu.549 3) Girit Ahalisinin Durumu Mustafa Nâili Paşa, her zaman Rum ahaliye karşı temkinli davranmış ve tedbiri elden bırakmamıştı. Avrupa devletlerinin, her türlü kışkırtmalarına meydan 548 549 İ. MTZ. GR, nr 4/61 İ. HR, nr. 38/1757 180 vermemek için Hıristiyan tebaaya karşı her durumda yumuşak muamelelerde bulunmuş, rencide edici tavırlardan kaçınmış ve hoşgörülü davranmıştı. Osmanlı idaresi altında adil bir yönetim sergilemiş, sürekli rahatlarının bozulmaması için çabalamıştı. Düşmanlara bir gün bile fırsat vermek istememiş, hâkimane tavırlarıyla zararlı davranışlarda bulunanların hareketlerini kontrol altında tutmuştu. Askeri müdahaleye gerek duyulduğu anda da hemen harekete geçmişti. Kötü niyetli kişilerin dışarıdan adaya gelme ihtimaline karşı tedbirini almıştı. Yunan gazetelerinde Girit Hıristiyanlarının hoşnutsuz olduğu yönünde bir kamuoyu oluşturulmak istenmiş ve Girit ile alakalı bazı asılsız haberler yayınlanmıştı. Bu tür haberlerin yer aldığı gazete ve kitapların adaya girişi, halkın tahrik olmaması için yasaklanmıştı. Adaya dışarıdan gelen kişilerin yanlarında isyana dair bir kitap ya da matbu evrak olup olmadığı kontrol edilmiş, geçiş izni olmayan şahısların adaya girişlerine izin verilmemişti. Fakat yine de sakıncalı yayınların adaya girişine mani olunamamıştı. Çünkü yasak olan kitap, matbu evrak ve gazeteler adaya açıktan değil, gizlice getirilmişti. Bu evrakların ele geçirilmesi ve yasaklanması hususunda bir hayli zorluk yaşanmıştı. Mustafa Nâili Paşa, gelen emir gereği bu konuyla ilgili gereken tedbirleri alacağını, bu tür kitap ve evrakların girişini engelleyerek Girit ahalisine isyan fikirlerini tesir ettirmeyeceğini merkeze bildirmişti. Bazen hırsızlık amacıyla da Yunanistan’dan Girit’e gelen kişiler olmuş fakat bunlar kolaylıkla yakalanmışlardı. Mustafa Nâili Paşa merkeze, Hristiyan ahalinin sükûnet içinde yaşadığını ve asayişin yerinde olduğunu, ancak yine de tedbiri elden bırakmamak gerektiğini bildirmişti.550 Mustafa Nâili Paşa’nın ada yönetiminde sergilemiş olduğu tedbirli politika yersiz değildi. Nitekim Avrupalı devletlerin Girit ile alakalı kötü emelleri hiçbir zaman nihayete ermemişti. Bunun en bariz örneği, Girit Adası’nda bulunan Fransa konsolosunun, bir süre önce Fransa’ya ve oradan da Atina’ya yaptığı ziyaretler esnasında görülmüştü. Atina’da Yunan Kralı tarafından çok iyi karşılanmış olan konsolos, kral ile saatlerce süren görüşmeler yapmıştı. Bu görüşmeler sırasında her ikisi de fikirlerini beyan ederek Girit hakkında her şeyi konuşmuşlardı. Bu esnada Yunan harp yaverlerinden dört asker konsolosa Girit adasının kendilerinin hakkı 550 İ. MTZ. GR, nr. 5/77, lef 1 181 olduğunu ifade ederek Girit için yardım beklediklerini söylemişlerdi. Konsolos ellerinden gelen yardımı esirgemeyeceklerini ifade etmişti. Bu diyaloğa Yunan lideri de şahit olmuştu. Konsolos, Yunanlılardan kiminle görüşmüş ise hepsi Girit ile ilgili aynı şeyi söylemişti. Bu diyaloglardan haberdar olan Mustafa Nâili Paşa, konuyla ilgili padişaha sunulmak üzere 20 Eylül 1847 tarihinde merkeze bir mektup göndermişti. Yunanlıların bu tür fikirleri sürekli dile getirdiklerini, öteden beri düşüncelerinin bu merkezde olduğunu, ancak emellerinden mahrum kalacaklarını, adanın emniyet ve asayişinin yerinde olduğunu bildirmişti. Hıristiyan ahali Yunanlılar ile aynı mezhepten ise de adada her türlü hakka sahip ve rahat bir durumda olduklarından aralarında herhangi bir rahatsızlığın çıkmayacağını belirtmişti. İstanbul’dan gelen cevapta, kendisine bu tür isyan emellerine karşı Girit ahalisinin güvenliğinin kuvvetlendirilmesi ve bir taraftan da Yunanlıların fesat düşüncelerinin boşa çıkarılması emredilmişti.551 Mustafa Nâili Paşa, kendisine verilen emir gereği, 1848 yılı dâhilinde ahalinin durumunu teftiş etmek için, idaresi altında bulunan yerleri tek tek dolaşmıştı. Bir müddet Kandiye’de bulunmuş oradan Resmo’ya hareket etmişti. Burada ahalinin durumunu tespit etmiş ve birkaç gün sonra Resmo’dan ayrılarak merkez görev yeri olan Hanya’ya gelmişti. Yolculuk esnasında Girit Adası’nda nizâma aykırı en ufak bir harekete rastlamamıştı. Girit ahalisi ve reayasının rahat ve güvenliğinin yerinde olduğuna bizzat şahit olmuştu. Mustafa Nâili Paşa, Girit adasında düzene aykırı en ufak bir olay olmadığını, ahalinin görmüş olduğu şefkat ve merhameti, istirahat ve emniyetin sağlanması karşısında duyduğu memnuniyeti merkeze haber vermişti. Mustafa Nâili Paşa, ahalinin adada huzur ve refah içinde kendi işleriyle meşgul olduğunu ifade etmiş, bundan sonra da ahalinin huzurunun devamı için ortaya çıkan her meselenin mutlaka yoluna koyulacağını vaat etmişti. Paşa, ahalinin asayişini bildiren yazıyı 11 Nisan 1848 tarihinde İstanbul’a yollamış, merkezden gönderilen cevapta da Girit ahalisi ve reayasının rahat ve asayişinin yerinde olmasından duyulan memnuniyet dile getirilmişti.552 Mustafa Nâili Paşa, 551 552 İ. MTZ. GR, nr. 4/70 İ. MTZ. GR, nr. 5/75 182 Girit’te bulunan nizâmiye askeri alayından iki askeri emir çavuşu olarak tayin etmişti.553 4) Mustafa Nâili Paşa Döneminde Girit’te Görevli Askerlerin Durumu Girit’te bulunan düzenli birliklerle, başıbozuk askerler isyan nedeniyle 1841 yılında adada kışlamaları dolayısıyla bunlara belli miktarlarda maaş ödenmesi gerekmişti. Bu mesele Bâbıâli’de görüşülmüş ve askerlerin iskânı için yer tedarikinin gerekli olup olmadığı konusu Mustafa Nâili Paşa’ya sorulmuştu. Adı geçen düzenli birlikler için tedarik edilecek erzaktan başka satın alınması gereken miktarı belli pirinç ve nohut, ilgili nezaret vasıtasıyla tedarik edilip Girit’e gönderilecekti. Maliye nezaretinin tedarik edeceği erzakın hemen gönderilmesi gerekiyordu. Daha önce gönderilen 10.000 kile buğdaydan başka gerekli olan 26.248 kile buğday ve 8.850 kile arpanın uygun yerlerden getirtilmesi için gemi kiralanmıştı. Arpa ve buğday için iki gemi kiralanmış ve bu arpa ve buğdayın Selanik ve Galos iskelelerinde olan mirî zahirelerden gönderilecekti. İstenen zahire, bu bölgelere daha önceden bildirilerek hazırlanmıştı. Kaptan Paşa, askerlerin maaşlarının 8.000 keseye kadar çıkması ve rütbesine göre gerek maaş ve gerek askerî tayinatta hiçbir sıkıntı olmaması için itina gösterilmesi gerektiğini vurgulamıştı. Tablo 9: 1841 yılında Girit taraflarında kışlaması gereken askerlerin miktarı554 Daha önceden Girit’te olan alay Birinci tabur on sekizinci alay Rodos’ta ve Beyrut’ta memuriyette olan nefer İkinci ve üçüncü tabur, birinci alay Mahmut Paşa livası içinde Kandiye’de ikamet eden Birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü tabur, ikinci alay Mahmut Paşa livası içinde Kandiye’de ikamet eden Genel Toplam Mevcut 2928 657 11 971 Hasta 44 27 Toplam 2972 657 11 998 1351 44 1395 5918 115 6033 553 554 Sadaret Mektûbî Kalemi, Umûm Vilâyât (A. MKT. UM), nr. 4/16 C. AS, nr. 423/17529 183 Vilayetlerine iade olunacak Menteşe Alayı toplama dâhil edilmemiş açıkta bırakılmıştır.555 Girit adasında, ulaşımın zorluğu nedeniyle sık sık erzak sıkıntısı yaşanmıştı. Adada bulunan askerlerin zahiresi kalmadığı zamanlarda uygun yerlerden erzak talep edilmişti. Yine 1841 yılı sonbaharında münasip yerlerden tedarik edilerek 10.000 kile buğday gönderilmesi talep edilmişti.556 Erzak talep edilirken bazen doğrudan ihtiyaç duyulan miktar belirtilmiş, bazen de askerlerin altı aylık istihkakları olan erzak miktarı hesaplanarak bildirilmişti.557 Mustafa Nâili Paşa, 26 Kasım 1841 tarihinde, askerlere verilmesi gereken akçe ve erzak konularında sıkıntı yaşandığına dikkat çekmişti. Ayrıca akçe ve zahire konusunda yaşanan bu büyük sıkıntıyla beraber, şimdiye kadar esnaftan veresiye alınan şeylerin ücretlerinin de verilemediği anlaşılmaktaydı.558 Mustafa Nâili Paşa zamanında Girit adasına birçok yerden asker sevkiyatı yapılmıştı.559 Bu sevkiyat bir devir daim şeklinde olmuştu.560 Askerlik görevini bitirenler memleketlerine gönderilirken yerlerine yenileri gelmişti. 1841 ihtilali defedilmiş ve adada asayiş sağlanmış olduğundan dolayı Mustafa Nâili Paşa, Girit’te vazifesi biten askerleri, mutfak takımları ve çadır gibi kullandıkları bazı malzemelerle birlikte geri göndermişti.561 Adada bulunan Aydın alayı, Erzurum’dan tertip edilmiş olan 16. Alay’ın Girit’te bulunan iki taburu İstanbul’a sevk edilerek memleketlerine gönderilmişti.562 Rumeli’den toplanan 1200 başıbozuk asker ile Menteşe Alayı da Mustafa Nâili Paşa tarafından geri gönderilenler arasında yer almıştı. 555 İ. MTZ. GR, nr. 3/ 39, lef 1 C. AS, nr. 758/31974 557 C. AS, nr. 399/16439 558 İ. MTZ. GR, nr. 3/ 39, lef 2 559 Mesela, Aydın ve İzmir’den Girit’e redif askerleri gönderilmişti (C. AS, nr. 570/23978); Bu askerlerin maaşı olarak hazineden 1841 senesine ait toplam 7.120 kuruş ödenmişti (C. AS, nr. 423/17529). 560 Örneğin, 1848 yılı Kasım ayında askerlik süreleri biten bahriyelilerin yerine Trablusgarp ahalisinden asker alınıp Girit’e ve İstanbul’a gönderilmişti (Sadaret Mektûbî Kalemi, Meclis-i Vâlâ (A. MKT. MVL), nr. 10/77). 561 İ. MTZ. GR, nr. 3/ 39, lef.3 562 C. AS, nr. 65/3070 556 184 Girit adasına görevli olanlar sadece askerler değildi. İhtiyaç duyulan tüm alanlarda Girit’e memurlar tayin edilmişti. Adaya sıhhiye görevlisi olarak, yaralı askerlerin tedavisini yapmak için, cerrah ve tabipler de gönderilmişti.563 Girit’te yaralanan askerlerden bazılarına zorunlu emeklilik uygulaması yapıldığı görülmüştü.564 Adada yaşanan maddi sıkıntılar nedeniyle nizâmiye alayının yedi aylık ve eski sekban askerlerinin yirmi iki aylık maaşları ödenmemişti. Adada bulunan nizâmiye askeri ve sonradan gönderilen düzenli askerlerden adada kalacakların miktarı 6000’e yaklaşmıştı. Mustafa Nâili Paşa’nın bu asker için istediği akçe miktarı hayli fazla olduğundan ne kadar akçe ve erzak gönderileceği yeniden gözden geçirilmişti. Daha önce adada bulunan nizâmiye asker ve zabitlerine öteden beri Mısır usulünce fazla maaş verilmekteydi. Seraskerlik kayıtlarına bakılarak önceden askere ödenen miktara bakılmıştı. Nizâmiye alayının maaşları eski usule göre mi yoksa düzenli askerlerin maaşları gibi mi verileceği konusunda bir belirsizlik yaşanmıştı. Hepsi devletin askeri olduğu için maaşlarının aynı olması gerekmekteydi. Askerler arasında görülen maaş farkı nedeniyle eski usulü bozmak kırgınlıklara sebep olacağından bu husus Mustafa Nâili Paşa’nın İstanbul’a gelip de kendisiyle müzakere edeceği zamana kadar muallâkta bırakılmıştı.565 Yerlerine iade edilecek olan Menteşe Alayı askerlerinin adadaki esnafa ve sair yerlere borçlanmış olma ihtimali düşünülmüş ve bu yüzden askerlerin adadan borçlarını ödeyip öyle ayrılmaları için önce aylıklarının verilmesi daha sonra adadan ayrılması gerekmişti. Bu durum Mustafa Nâili Paşa’ya haber verilmişti.566 Girit Adasında bulunan düzenli piyade askerlerinden Mahmut Paşa livasının birinci ve ikinci alayına, dağınık 563 Örneğin, Girit’e memur olarak gönderilen Aydın Redif Alayı maiyetinde bulunmak üzere, Alay Miralayı Cemal Bey’in talebi üzerine, tıp ilmine vakıf olan Ahmet Efendi tabip, Petraki eczacı ve iki efendi de cerrah olarak seçilmişler ve Girit’e yollanmışlardı (C AS, nr. 924/39980); Tophane Hastanesi’nde çalışan cerrah ve tabip Mehmet Ali Efendi de 600 kuruş maaş ve dört asker ile Girit’teki bir tabur askerle ilgilenmek üzere görevlendirilmişti. Memuriyet emri Tophane feriği Mehmet Ali Paşa tarafından tebliğ edilmişti. Baştabip Abdülhak Efendi tarafından da onaylanarak Girit’e tayini yapılmış ve gereken harcırah kendisine verilmişti (Cevdet Sıhhiyye (C. SH), nr. 24/1200). 564 Örneğin, düzenli birliklerden on altıncı alayın dördüncü taburunda olan Erzurumlu Hasan Girit’te yaralandığı için 30 kuruş maaşla emekli edilmişti (C. AS, nr. 433/18011). 565 İ. MTZ. GR, nr. 3/39, lef.5 566 İ. MTZ. GR, nr. 3/39, lef 4 185 vaziyette görev yapan asker ve subaylara, Miralay Mustafa Bey ile Binbaşı Seyyid Efendi’ye muhtelif aylarda ada defterdarı Salih Bey tarafından, toplamda 13 yük 6375 kuruş 10 para dağıtılmıştı. Bu meblağ, maliye hazinesinden Girit Defterdarı Salih Bey’e gönderilen 3.000 kese akçeden karşılanmıştı.567 1842 yılı Ekim ayında bir miktar askerin Girit Adasında kışlaması gerekmişti. Mesken tedariki ve maaş tayinleriyle çeşitli masrafların miktarı ve meclis azasının maaşları hususu ve askerin yoklama defteri Maliye Nezareti’ne takdim edilmişti. Mustafa Nâili Paşa, Maliye Nezareti’ne askerin iskânına yetecek kadar kışlak bulunduğunu haber vermişti. Et, pirinç, nohut ve soğan gibi erzaklar adada çok bulunmadığından, bunlar satın alınacaktı. Neferlere sadeyağ yerine zeytinyağı, zabitlere ise sadeyağ bedeli verilecekti. Ancak zeytinyağı ile sadeyağ fiyatında yarı yarıya fark olduğundan bunun nasıl verileceği konusunda tereddüt yaşanmıştı.568 Maliye Nâzırı tarafından, Girit Adasında bulunan askerin maaş, aylık ve masraflarına dair bir rapor hazırlanmış ve Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliye’ye sunulmuştu. Meclisi Vâlâ’da alınan karar 4 Ekim 1842 tarihinde Meclis-i Umumi’de okunmuştu. Buna göre; askere Girit’te bulunan erzaktan verilmesi kanun gereği olduğu ve adada bulunan askerlerin orada bulunmayan eşya ve erzak talebine yetkilerinin olmadığı, merkezden erimiş yağın gönderilmesinden vazgeçildiği ve hepsine zeytinyağı verilip, zabitandan bedelini talep edenlere bu miktarın verilmesi uygun görülmüştü. Ayrıca, atlı askerlere şimdiye kadar 90 kuruş maaş verilmekte iken aylık 60’şar kuruş verilmesi düşünülmüş fakat maaşı azaltmanın sebep olacağı 567 C. AS, nr. 1036/45453, lef 2; Girit Eyaleti’ndeki düzenli birliklerde görev yapan zabit ve neferlerin farklı aylara mahsus Girit Defterdarı Salih Bey tarafından verilen maaş ve masraflarına dair 17 adet defter ve senet Girit Valisi Mustafa Paşa tarafından maliye Nâzırına gönderilmişti. (C. AS, nr. 1036/45453, lef 1). 568 Zabitana sadeyağ bedeli verilip neferlere aynen zeytinyağı verilmesi, zabitlerden isteyene bedelinin verilmesi uygun bulunmuştu. Merkezde ve taşralarda olduğu gibi bundan sonra Girit adasında da askere sadeyağ verilebilirdi. Bu yüzden sadeyağ tedarikinin hızlı bir şekilde yapılabilmesi için Mustafa Naili Paşa’nın gereken miktarı merkeze bildirilmesi gerekmekteydi. Girit’te görev yapan askerlerin birbirinden farkı yoktu ve moral bozukluğu olmaması için hepsinin bir tutulması gerekiyordu. Ancak bu şekilde hakkaniyet sağlanmış olacaktı. Bu yüzden sonradan merkezden eritilmiş yağın gönderilmesinin masraflı olsa da askerin asayişi ve rahatı düşünülerek aslında bir külfet oluşturmayacağı fikri oluşmuştu. Bir taraftan da askerin uzun zamandan beri Girit’te bulunması sebebiyle zaten zeytinyağına alışmış olma ihtimali akla gelmişti. Merkezden erimiş yağ göndermek, belki de gereksiz bir iş olacaktı. Mustafa Naili Paşa, bu konudaki fikrini bizzat İstanbul’a geldiği bir sırada beyan etmişti. Zirâ askere sadeyağ yerine şimdiye kadar zaten zeytinyağı, zabitana da bedeli verilmekte olduğunu ifade etmişti (Meclis-i Vâlâ (İ. MVL), nr. 44/836, lef 1). 186 olumsuz durumlardan dolayı askere tekrar eskisi gibi 90 kuruş maaş verilmesine karar verilmişti.569 Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın Girit’te bulunan gelirleri içinden hazineye 6 bin kese akçe verilmesi talep edilmekteydi. Şayet bu tahsil edilirse askerin bir aylık geçmiş maaşları verilecek, gerekli malzemeler de rahatlıkla tedarik edilebilecekti. Hazineden gönderilen 2 bin kese akçe, redif askere üçer, diğerlerine ikişer aylık olarak dağıtılacak, bir miktarı da sekban askerinin aylıklarına sarf edilecekti. Mevcut sekban, süvari, topçu, arabacı ve humbaracıların aylık maaşlarıyla sergerde ve yüzbaşıların aylıkları ve verilecek ekmek miktarları için bir pusula tanzim edilmişti. Buna göre, sekban askerine ekmekten başka erzak verilmeyecek, süvarilerine ise üçer kıyye arpa verilecekti.570 23 Ekim 1842 tarihinde onaylanan bu kararlar Mustafa Nâili Paşa’ya bir mazbata şeklinde gönderilmişti. Mustafa Nâili Paşa, Girit adasındaki memuriyeti esnasında karşılaştığı bazı durumlar hakkında merkeze hem bilgilendirme hem de danışma mahiyetinde bazı raporlar göndermişti.571 Mustafa Nâili Paşa, 1842 yılı sonbaharında Babıâli’ye bir layiha sunmuştu. Bu layihanın dördüncü, beşinci ve dokuzuncu maddeleri askeriyeye dair olduğundan askeri şuraya iletilmiş ve her bir madde burada mütalaa edilmişti. Bu hususlardan bazıları; Girit’te Atik Alayı’nın ve asker çocuklarının aylıklarının verilmesi, Arap çocuklarının adaya yakın olması dolayısıyla Trablusgarb’a asker gözetiminde gönderilmesi olmuştu. Ayrıca Aydın redif askerlerinden bir veya iki alayın adaya tayiniyle, Girit’te bulunan Ferîk Mahmut Paşa ile Mirliva Mehmet Paşa kumandanlarında olan askerin İstanbul’a çağrılması veya sadece birisinin kumandası altındaki askerin çağrılması gündeme gelmişti.572 Mustafa Nâili Paşa’nın layihasının dördüncü maddesinde bahsedilen konu, atik alay zabitanının maaş ve aylıkları meselesiydi. Atik Alay zabitlerinin maaş ve aylıkları Mısır usulüne göre verildiği için yeni kurulmuş olan düzenli orduda yer alan zabitlerin aylıkları arasında fark oluşmuştu. Maaşların 1841 yılı sonuna kadar Mısır usulüyle verilmesi fakat daha sonra senelik olarak verilmesi uygun görülmüştü. Buna 569 İ. MVL, nr. 44/836, lef 2 İ. MVL, nr. 44/836, lef 1 571 İ. MTZ. GR, nr. 4/50, lef 1 572 İ. MTZ. GR, nr. 4/50, lef 3 570 187 itiraz eden zabit olursa görevine son verilecek ve yerine açıkta bulunan zabitandan tayin edilecekti. Layihanın beşinci bendinde bahsedilen konu, asker çocuklarının maaşları mevzusuydu. Bu konu Mustafa Nâili Paşa ile de mütalaa edilerek, asker maaşlarının Mustafa Nâili Paşa’nın uygun gördüğü şekilde verilmesi, asker çocuklarının askeri nizâmâ uygun ve faydalı bir şekilde değerlendirilmesi uygun bulunmuştu.573 Buna göre, daha önce 15 kuruş olan asker aylıklarının bundan sonra 25 kuruş olacak ve zabit ve askerlerin çocuklarına askere kaydedilmek şartıyla 5 kuruş maaş ve günlük 300 dirhem ekmek verilecekti.574 Layihada bahsedilen diğer bir konu Girit’te sükûnet sağlandığı için uygun bulunması halinde askeri fazla olan iki alay ve taburun zabitleriyle beraber İstanbul’a çağrılması hususuydu. Ancak asayişin devamı için de gereken yerlere asker naklinin devam etmesi gerekmekteydi. Adadaki alaylardan askeri eksik olanlara nöbetleşe olarak iki alay asker gönderilmiş, askeri fazla olan alay ve taburlar ise İstanbul’a çağrılmıştı. Adada zaman zaman askerliği biten erlere tezkere verip yerine yenilerini almak için asker nakilleri olmuştu. Askerin nakli için üç yol tasarlanmıştı. İlki, adada bulunan Atik Alayı’nın Arap çocuklarından ve Trablsugarb’ın da adaya yakın olması dolayısıyla bu alayın askerlerinin Trablusgarb’a sevk edilmesiydi. Bu vesileyle uzun bir süredir Trablusgarb’da bulunan askerlerin İstanbul’a çağrılması -biraz masraflı olsa da- askerin yenilenmesi açısından faydalı olacağı düşünülmüştü. İkinci olarak adaya Aydın ve civarından bir veya iki alay asker tayin edilmesiyle Girit’te bulunan Ferîk Mahmut Paşa ve Mirliva Mehmet Paşa kumandanlarında olan askerin İstanbul’a çağrılması planlanmıştı. Üçüncü olarak ise adada bulunan Mahmut Paşa idaresi altında olan askerin veya Mehmet Paşa idaresi altında olan askerin İstanbul’a çağrılması düşünülmüştü.575 573 İ. MTZ. GR, nr. 4/50 Örneğin, 3 Mayıs 1845 tarihinde, Girit adasında bulunan nizâmiye alayı 4. taburu yüzbaşısı Mehmet Ağa'nın biri 7 ve diğeri 4 yaşındaki iki evladına ileride askere alınmak şartıyla 5’er kuruş maaş ve günlük 300 dirhem ekmek parası verilmişti. (C. AS, nr. 851/36388). 575 İ. MTZ. GR, nr. 4/50 574 188 Girit’te görev yapan askerlerden görev süreleri bitmiş olan nizâmiye askerlerine memleketlerine gitmeleri için izin 6 Haziran 1844 tarihinde verilmişti.576 Fakat Asakir-i Mansure’nin askerlik süresi bir yıl daha uzatılmıştı. İlk olarak bu askerlerin subaylarına zamsız maaş verilmesi düşünülmüş fakat daha sonra bunun uygun olmayacağı düşünülerek zamlı haliyle verilmişti. Yine 1844 yılında, Girit adasında görev yapan ferik ve liva rütbelerine sahip olanlardan askerlik hizmetinde bulunanların rütbelerinin muhafaza edilmesi, mülkiye işlerinde bulunan feriklere mirimiranlık, mirilivalara da mirülümeralık unvanı verilmesi gündeme gelmişti.577 1844 yılı Mart ayında adada bulunan bütün mülki ve askeri görevlilerin maaşları yeniden düzenlenmiş ve bu miktar toplamda 344.400 kuruşa yükselmişti. Ancak bu miktarın mümkün mertebe azaltılmaya çalışılacağı Mustafa Nâili Paşa tarafından merkeze bildirilmişti.578 Girit Adası’nın hassas durumu nedeniyle adada sürekli düzenli askerler görev yapmaktaydı. Bu askerler sekiz adet kale muhafazasına memur edilmişlerdi. Askerlerin sayısı bin yüz kişi eksik olmasına rağmen, adada bir huzur dönemi yaşandığından ve askerlerin görevlerini en iyi şekilde yerine getirdiklerinden dolayı eksiğe rağmen kalelerin muhafazasında başarılı olmuşlardı. Ancak mültezimlerin işlerini kolaylaştırmak için bu eksik askere ihtiyaç duyulduğu Mustafa Nâili Paşa tarafından seraskere bildirilmişti. Paşa, mümkünse şimdilik beş altı yüz kadar yeni asker gönderilmesi ve eksik askerin tamamlanmasına yönelik 7 Haziran 1848 tarihli bir talepte bulunmuştu.579 Paşa’nın bu talepleri askeri şûrâya havale edilmişti.580Bu anlamda meydana gelen müzakerenin neticesi olarak kaleme alınmış bir kıta müzekkere ve evrak, Serasker Paşa tarafına Bâb-ı âliye gönderilmişti. Konu, Meclis-i Vâlâ’da görüşüldükten sonra 17 Ağustos 1848 tarihinde bir Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm 576 Girit adasında görev yapan askerler arasında becayiş usulüyle yer değiştirmeler yapılmıştı. Örneğin, 1845 yılı sonlarında Dördüncü Piyade Alayı Miralayı Ahmet Bey ile İstanbul’daki Alay Miralayı İsmail Bey’in becayiş usulü ile yer değişikliği yapmışlardı. (C. AS, nr. 863/36946). 577 C. AS, nr. 832/35485 578 C. ML, nr. 316/12989 579 İrâde Mesâil-i Mühimme (İ. MSM), nr. 15/331, lef 5; Girit adasında 1849 yılı ortalarında ve 1850 yılı başlarında adanın hassas durumu dolayısıyla mevcut asker sayısının artırılması tekrar gündeme gelmişti. Mustafa Naili Paşa, Serasker Paşa’ya Girit’te bulunan alayların yetersizliğinden dolayı askeri kuvvetlerin arttırılmasını talep etmişti. Cevap olarak, Girit’in önemine dair asker mevcudunun hemen arttırılacağı haberi gelmişti (Sadâret Mektubî Kalemi Mühimme Kalemi (A. MKT. MHM), nr. 12/73). 580 İ. MSM, nr. 15/331, lef 6 189 ı Adliye mazbatası yayınlanmıştı.581 Çıkan karar, Mustafa Nâili Paşa’nın taleplerine uygun mahiyetteydi. Son kararı vermek üzere mazbata, evraklarla birlikte 22 Ağustos’ta padişaha sunulmuş ve hemen ertesi gün onaylanmıştı.582 Girit’te güvenliğin sağlanmasında askerlerin rolü büyüktü. Ancak güvenlik için sadece askeri tedbirler alınmamıştı. Mustafa Nâili Paşa, güvendiği bazı şahıslara maaş karşılığı gizli görevler vermişti. Mesela, Hanya sancağına bağlı Selene nahiyesi yazıcısı, adadaki ihtilâl esnasında olayların iç yüzünü anlamak için gizli araştırmalar yapmış ve kendisine bu görevi karşılığında 13 aylık maaşı olan 1.300 kuruş ödenmişti.583 Ahali asyiş sağlanmış olsa da sürekli tedirgin olmuş, en ufak bir söylentide galeyana gelmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın bildirdiğine göre, 1847 yılı Ekim ayında İslam ve reayadan asker toplanacağı söylentisiyle tedirginleşen ahaliye, bunun asılsız olduğunu söylenmiş ve durum normale dönmüştü.584 Girit adasında askerler arasında firar vakalarına da rastlanılmıştı. Mustafa Nâili Paşa, 1850 yılı Şubat ayında askeriyeden firar edenlerin bulunup geri gönderilmesi için merkezden gelen emre uygun hareket edeceğini bildirmişti.585 Ayrıca 1851 yılı Ekim ayında da askerlerden uygunsuz davranışlarda bulunanların rütbe ve madalyalarının geri alınmasına karar verilmişti. Mustafa Nâili Paşa, Girit’e de gönderilmiş olan bu emre uygun hareket edileceği ve gerekenin yapıldığını bildirilmişti.586 Tablo 10: İzmir ve Aydın’dan Girit’e gönderilen redif alayının zabitlerinin maaşları587 Zabitin adı Maaşı Miralay Hasan Bey 500 kuruş Alay Emiri Ahmet Bey 500 kuruş 581 İ. MSM, nr. 15/331, lef 8 İ. MSM, nr. 15/331, lef 9 583 C. ML, nr. 552/22748 584 A. MKT, nr. 97/87 585 A. MKT. UM, nr. 8/53 586 A. MKT. MHM, nr. 38/7 587 C. AS, nr. 423/17529 582 190 Alay Kâtibi Ahmet Efendi 200 kuruş Tabur sekbanı Mehmet ağa 250 kuruş Tabur-u kebir mülazım-ı evvel Ahmet Ağa 60 kuruş Tabur-u kebir yüzbaşısı Hasan Ağa 100 kuruş Tabur-u kebir yüzbaşısı İbrahim Ağa 80 kuruş Tabur-u kebir mülazım-ı evvel Hasan Ağa 80 kuruş Tabur-u kebir yüzbaşısı Mustafa Ağa 40 kuruş Tabur-u kebir yüzbaşısı Yusuf Ağa 100 kuruş Tabur ağası Salih Ağa 120 kuruş Tabur-u kebir mülazım-ı evvel Hayrettin Ağa 80 kuruş Tabur-u kebir yüzbaşısı Hüseyin Ağa 100 kuruş Tabur-u kebir yüzbaşısı Mehmet Ağa 100 kuruş Tabur-u kebir levazım-ı Sani Ali Ağa 100 kuruş Tabur-u kebir yüzbaşısı Mustafa Ağa 100 kuruş Tabur ağası Mustafa Ağa 200 kuruş Tabur-u kebir yüzbaşısı Ali Ağa 100 kuruş Tabur-u kebir mülazım-ı evvel Hasan Ağa 80 kuruş Miralay Cemal Bey 200 kuruş Kaymakam Salih Bey 500 kuruş Tabur sekbanı Mustafa ağa 400 kuruş Tabur Kâtibi Mehmet Efendi 150 kuruş Tabur ağası Ali Ağa 100 kuruş Tabur Ağası Mustafa Ağa 200 kuruş Musiki yüzbaşısı Nuri Ağa 80 kuruş Ahmet Ağa 500 kuruş Saraç Mehmet Efendi 100 kuruş Saraç Ali Efendi 200 kuruş Saraç Abdurrezzak Efendi 100kuruş 191 5) Mustafa Nâili Paşa’nın Şirket-i Hayriye Ortaklığına Girmesi Şirket-i Hayriye Osmanlı Devleti’nde Avrupa örneğine göre kurulan ilk yerli anonim şirketti. Böyle bir girişimde bulunma fikri, Fuat Paşa ve Ahmet Cevdet Paşa’dan gelmişti. Bükreş’te iken Tuna’da yaptıkları vapur gezintileri sırasında Boğaziçi’nde de bu tür vapurların çalışabileceğine dair bir fikir edinmişlerdi. Kaplıcalara girmek üzere birlikte Bursa’ya giderken Fuat Paşa ile Cevdet Paşa bu fikirlerini tekrar gözden geçirme fırsatı bulmuşlardı. Bursa dönüşünde bu fikirlerini gerçekleştirmek için harekete geçmişlerdi. Konu ile ilgili bir nizâmnâme hazırlamışlardı. Böyle bir şeye neden gerek duyduklarını da izah etmişlerdi. Zirâ Cevdet Paşa, Avrupa’da büyük ilgi duyulan anonim şirket ortaklığına ülkemizde henüz rağbet olunmamakla birlikte halka bir örnek göstermek ve Boğaziçi’nde gidiş gelişleri kolaylaştırmak için Fuat Paşa ile birlikte bu işe kalkıştıklarını belirttikten sonra “Esbâb-ı Mûcîbe Mazbatası” ismiyle hazırladıkları nizâmnâmeyi Mustafa Reşid Paşa’ya arz etmişti.588 Bu nizâmnâme Mustafa Reşid Paşa tarafından da uygun görülmüş ve padişahın onayına sunulmuştu. Sultan Abdülmecid’in bu teklifi onaylamasıyla 18 Ocak 1851’de Boğaziçi’nde yolcu vapurlarını çalıştıracak olan Şirket-i Hayriye isimli anonim şirket kurulmuş oldu. Böylece gerektiğinde uzatılmak şartıyla Boğaziçi’nde vapur işletme imtiyaz ve tekeli 25 sene süreyle Şirket-i Hayriye’ye verilmişti.589 Şirket-i Hayriye, aynı zamanda Türkiye’de kurulan ilk anonim ortaklıktır. Önce hisse senetleri basılarak satışa sunulmuştu. Tanesi 3000 kuruştan satılan hisselerden 100 tanesini Abdülmecid ve 50 tanesini annesi Bezmiâlem Valide Sultan almıştı. Sadrazam Mustafa Reşid Paşa 20, Serasker Damat Mehmet Ali Paşa, Tophane Müşiri Fethi Paşa, Girit valisi Mustafa Nâili Paşa, Mısırlı Yusuf Kâmil Paşa ve eşi Zeyneb Hanım başta olmak üzere çoğu banker ve sarraf olan Ermeni, Rum ve 588 Konu, Meclis-i Vükela’da da görüşülmüş sonra da alınan kararlar bir mazbata şeklinde kamuoyuna duyurulmuştu. Ali Akyıldız, Osmanlı Dönemi Tahvil ve Hisse Senetleri, İstanbul 2001, s.48 589 Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir, 40-Tetimme, s.44-45; Ali Akyıldız, a.g.e., s.48 192 Musevi işadamları 15’er veya 10’ar hisse alarak şirkete ortak olmuşlardı.590 Daha sonra ihtiyaç üzerine 500 hisse daha satışa çıkarılmıştı. İlk etapta satılan hisse senetlerini alanların isimleri, halkı bilgilendirmek ve teşvik etmek amacıyla Takvim-i Vekayi’de ilan edilmişti. Hisse senetlerini satınlar alan hissedarlar arasında padişahtan hademeye kadar devlet hiyerarşisinin her basamağından memur ve askerler yer almıştı. Özellikle memur olan hissedarlar bu hisseleri alabilmek için sarraf ve bankerlere borçlanmışlardı.591 Dönemin sadrazamı Mustafa Reşid Paşa, halk ve yöneticiler arasında bu gibi yatırımlar konusunda yeterli bilgi ve tecrübe olmadığından şirketin hisse senetlerinden almaları için sermaye sahiplerini teşvik etmişti. Hisse senetlerini alanlar arasında şirketin yararlarını bilenlerden başka Mustafa Reşid Paşa’nın hatırı için istemeden alanların sayısı daha çoktu.592 Bu arada en uygun şartları getiren Baltacı Manolaki isimli komisyoncu aracılığıyla Londra’ya sekiz vapur ısmarlanmış, dört vapur bir yıl içinde tamamlanmıştı. İlk zamanlarda Tersane-i Amire vapurlarıyla aralarında rekabet olmaması için yalnız Eminönü ile Boğaz köyleri arasında sefer yapma hakkı verilen şirket, ilk seferini 1854’te Üsküdar’a yaptı. Şirket-i Hayriye vapurlarının düzenli bir şekilde çalışmasıyla Sarıyer, Beykoz gibi Boğaz’ın uzak köyleri de tanınma, gelişme ve büyüme imkânına kavuşmuşlar ve buralara yerleşim artmıştı.593 Şirket-i Hayriye’nin belli bir süreç sonucunda kurulması ve daha ziyade Boğaz’ın uzak köylerinde işlemesi kayıkçı esnafını594 olumsuz anlamda çok etkilememişti. Zirâ Haliç içi ulaşım, kayığın yanaşma kolaylığı, gidiş gelişlerin saate bağlı olmaması ve 590 İstanbul’un ünlü sarraflarından Mıgırdıç, Misak Abraham Miseyan, Kamondo da Şirket-i Hayriye ortakları arasında yer almıştı. Böylece ilk defa Müslüman, Ermeni, Yahudi ve Rum sermayedarlar ile hizmet amaçlı ticari bir kuruluş meydana gelmişti. Necdet Sakaoğlu-Nuri Akbayar, Avrupalılaşmanın Yol Haritası ve Sultan Abdülmecid, İstanbul 2001, s.68-69 591 Ali Akyıldız, a.g.e., s.49 592 Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.40 593 Şirket-i Hayriye vapurlarının Boğaziçi’nde işlemeye başlamasıyla bir hareketlenme yaşanmış ve sahillerin kıymeti çok fazla artmıştı. Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir (1-12), Yayınlayan: Cavit Baysun, Ankara 1986, s.20-21 594 Haliç’te kayıkçılık için bkz: Ali Akyıldız, Haliç’te Seyrüsefer Haliç Vapurları Şirketi, İstanbul 2007, s. 12 193 muhafazalı bir bekleme yeri olmaması595 gibi sebeplerle uzunca bir süre yine kayıkçılar tarafından yürütülmüştü. Ancak uzun vadedekayıklar yerlerini yavaş yavaş sayıları ve seferleri artan vapurlara bırakmak zorunda kalmışlardı.596 B) MUSTAFA NAİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT’TE TOPLANAN VERGİLER Osmanlı maliyesinin gelirini teşkil eden vergiler, ülke genelinde şer’i ve örfi olmak üzere iki türlü toplanmaktaydı. Şer’i vergiler, dinin emrettiği türden olup öşür, haraç ve cizye olarak çeşitlendirilmişti. Öşür ve haraç tarım gelirlerinden alınırdı. Öşür, arazinin verdiği ürün miktarı üzerinden belirlenirdi. Toprağın verimliliğine göre, verginin oranı değişmişti. Ortalama 1/10 olması gereken vergi oranı, bazı yerlerde 1/8 iken, bereketli topraklarda 1/2 ’ye kadar yükseltilmişti. Örfi vergiler ise dini emirler dışında, sultanın otoritesi aracılığıyla yürürlüğe konmuştu. Cizye ise gayrimüslim erkeklerden alınan baş vergisiydi. Askerlik hizmeti yapmamalarının karşılığı korunmalarının bedeli olarak devlete ödenirdi.597 Osmanlı Devleti, hâkimiyeti altına aldığı yerlerde bölgenin genel özelliklerini dikkate alarak farklı idari anlamda uygulamalarda bulunmuştu. Bu şekilde bölge halkını baskı altına almadan devlete olan bağlarının güçlendirilmesi hedeflenmişti. Özellikle Ege adalarında bu uygulamanın lüzumu hissedilmişti.598 Girit adası, fethinden itibaren daima ayrıcalıklı bir statüye sahip olmuştu. Bu ayrıcalıkların başında vergi sisteminde tanınan kolaylıklar gelmekteydi. Örneğin devletin diğer vilayetlerinde toplanan otlak, kışlak, tuz, tapu, pençe vs. tüm vergiler adada alınmamıştı.599 595 Ahmet Güleryüz, Şirket-i Hayriye’nin Boğaziçi Vapurları, İstanbul 2002, s.12 Emine Atılgan Gümüşsoy, “Keçecizade Mehmet Fuat Paşa (1815-1869)”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, s.22-24 597 İlber Ortaylı, Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi, Ankara 2007, s.134-135 598 Ali Fuat Örenç, “ Türk Hâkimiyetinde Ege Adaları Tarihi”, Yeni Türkiye, Osmanlı- I ( Siyaset ve Teşkilat), S. 31, Ocak- Şubat 2000, s. 331 599 A.Nükhet Adıyeke, “Doğu Sorunu’nun Bir Aynası: Girit Sorunu”, Yeni Türkiye, Osmanlı-I (Siyaset ve Teşkilat), S. 31, Ocak- Şubat 2000, s.337 596 194 Mustafa Nâili Paşa adada toplanan vergiler hakkında bazı tespitlerde bulunmuş ve Girit adasında şimdiye kadar alınmış olan öşür ve gümrük vergilerinin çok düşük olduğunu ifade etmişti. Mustafa Nâili Paşa, her zaman ada halkının Tanzimat’ın kaidelerine uygun bir şekilde yönetilmesi taraftarı olmuştu. Paşa, İstanbul’dan gönderilecek olan emirlerin uygulanmasında hiçbir kusur gösterilmeyeceği konusunda her zaman garanti vermişti. Girit’te gümrük vergisinin alınması konusunda bazı sıkıntılar yaşanmıştı. Tanzimat usulleri gereğince Osmanlı Devleti’ne bağlı olan bütün memleketlerden başka yerlere ve özellikle İstanbul’a giden erzak ve eşyanın resmi vergilerinin alınması gerekmekteydi. Gümrük vergilerinin İstanbul’dan alınması gündeme gelmişti. Girit adasında zeytinyağı ve sabundan elde edilen hasılat çok fazlaydı. Adanın en büyük gelir kaynağı, bunlardan alınan gümrük vergilerinden elde ediliyordu. Eğer gümrük vergileri İstanbul’da alınacak olursa adanın hiçbir geliri kalmayacağından adada görev yapan müstahdem memur, hademe ve askerin maaşları ve adanın diğer tüm masraflarının İstanbul’dan karşılanması gerekecekti. Böyle bir durumda adada ihtiyaç duyulan miktarın gönderilmesi hususunda bazı sıkıntılar yaşanabilirdi. İklim şartlarına göre, paranın zamanında yetişmemesi ihtimali vardı. Bu da maaşların ödenmesinde ve masrafların karşılanmasında mağduriyete sebep olabilirdi. Ayrıca mesela, adadan bin kantar sabun ve zeytin alıp izin kâğıdı verilen bir tüccarın İstanbul’a gidip gitmediğini öğrenmek imkânsız olacaktı. Tüccar dürüst bir şekilde İstanbul’a gitmek üzere yola çıksa bile, hava muhalefeti nedeniyle gemileri kazazede olabilirdi. Böyle bir durum da tüccarın gümrük vergisi kimden ve nasıl tahsil edileceği sorun teşkil etmişti. Bu durum devlet hazinesinin boşa gitmesi anlamına gelmekteydi. Bir de bu durumu fırsat bilen bazı kimselerin tüccar kılığında ortaya çıkabileceği ihtimali de vardı. Bu husus Mustafa Nâili Paşa ile Girit defterdarı arasında müzakere edilmiş ve durum Bâbıâli’ye bildirilmişti. Konuyla ilgili kendilerine gönderilmiş olan şura mazbatasına göre, gümrük vergisinin İstanbul’dan alınması kuralı değişmemişti. Fakat yukarıda bahsedildiği gibi bu uygulamaya devam edilirse devlete ait malların telef olacağı açıktı. Ayrıca bu durumda üç iskele gümrüğünün hissedarı olan kişilerin hisseleri de 195 verilemeyeceğinden onlar da mağdur olacaklardı. Girit’ten İzmir, Selanik ve Samsun iskelelerine gidecek ve oralardan da Girit’e gelecek olan erzaktan vergi alınamayacak ve adanın gümrük geliri çok azalacaktı. Bu, tek geliri gümrük vergisi olan ada için endişe verici bir durum olduğundan, Mustafa Nâili Paşa padişahtan uygun bir düzenleme talebinde bulunmuştu.600 Buna göre, Girit’ten gelen eşyadan alınan gümrük vergisi İstanbul’da ayrılarak Girit’e gönderilecekti.601 1) Mustafa Nâili Paşa’nın Reayadan Alınan Vergilerde Gösterdiği Kolaylıklar Girit Adası reayası vergi konusunda bir düzenleme yapılması için Mustafa Nâili Paşa’dan bazı taleplerde bulunmuştu. Reayanın işlerinin görülmesine dair Mustafa Nâili Paşa tarafından merkeze bir yazı gönderilmişti. Buna göre, Girit Adasında oturan reayadan alınan üç çeşit cizyeden âlâ olarak adlandırılan cizye evrakı her on kişiden birisine verilmekte ve bedeli olan 60 kuruş kendilerinden evsat ve ednâevrak bedeline ilaveten taksim edilerek verilmekte iken âlâ’nın evsata dönüştürülmesi talep edilmişti. Bu durumun eşitlenmesi gerekli görülmüş fakat bir de hazineden kayıt ve usulünün sorulması ve ona göre gerekenin yapılması padişah tarafından emredilmiş ve durum hakkında Maliye Nâzırı bilgilendirilmişti. Cizyenin değiştirilmesi meselesi henüz bir kesinlik kazanmadığı için verginin tahsil edilip edilmeyeceği anlaşılamamıştı. Konu, 9 Ekim 1847 tarihinde Meclis-i Vâlâ’ya takdim edilmiş ve yapılan görüşmeler neticesinde talep kabul edilmiş ve padişah tarafından cizye vergisinde azaltma yapılmasına dair bir irade yayınlanmıştı. Mustafa Nâili Paşa’nın bu mevzuyu ada halkına izah etmesi ve cizyeyi yeni usule göre toplaması emredilmişti. Böylelikle adanın gelirlerinde bir azalma olsa da, bu durum, ada reayası için özel bir uygulama, padişahın bir inayeti ve özel müsaadesi olmuştu.602 600 İ. MTZ. GR, nr. 3/30 C. ML, nr. 329/13508 602 Sadaret Amedî Kalemi (A. AMD), nr. 2/24 601 196 Girit’te yerleşik reayadan üç çeşit alınan cizyeden âlâ’nınevsat’a dönüştürülmesi reayaya ve merkeze bildirilmişti. Cizye hakkında tanzim edilen usule, Girit ahalisi çok memnun kalmış603 ve ilgili yerlere bu memnuniyetlerini bildiren teşekkür yazıları göndermişlerdi.604 Mustafa Nâili Paşa, yeni usul gereğince, taşralardan gönderilecek nakit, poliçe, kazanç ve masraf evrakının takdiminde yılların ayrı tutulması ve cizye evraklarının Mart ayına kadar herhangi bir yere harcanmaması konusunda gelen fermana uygun hareket etmiş ve bunu merkeze bildirmişti.605 2) Yabancı Esnaftan Alınan Vergi Girit’e ticaret ve zanaat için gelip giden küçük esnafa, burada dükkân açma izni verilmişti. Bundan dolayı yerli esnafın işleri sekteye uğramıştı. Bunların vatanlarında olan kira ya da mahsulden elde edilen gelirlerine göre vergi vermeleri gerekmekteydi. Öncelikle bu esnafın geldikleri yerlerde kendilerinden vergi alınıp alınmadığı tespit edilecekti. Yerli tüccar ve esnafın gelirine ortak olacaklarından dolayı şahsi vergilerinin, hisse taksimi ve tahsili olup olmadığı kendilerine sorulup ona göre hareket edilmesi gerekmekteydi. Bu husus Girit’e ve diğer tüm taşra memurlarına 30 Mayıs 1847 tarihli bir emirle gönderilmişti. Mustafa Nâili Paşa, bu emrin kendisine ulaştığını ve Girit Adası’ndaki bulunan ahali ve esnaftan hiçbir vakit vergi alınmadığını, dışardan Girit’e gelip esnaflık yapanlardan şimdiye kadar vergi adı altında bir şey alınmamış olduğunu belirtmişti. Fakat bir şahıs Girit’e gelip bir meyhane açacak olursa ne kadar süre kalırsa kalsın devlete sadece meyhane vergisi verdiğini, bundan başka hiçbir şey talep edilmemiş olduğunu 18 Ocak 1848 tarihindeki yazısında bildirmişti. Buna benzer bir uygulamaya, Midilli adasında da rastlanmıştı. Midilli adasında yabancı esnaftan dükkân açmadıkları sürece vergi alınmamaktaydı. Midilli Adası kaymakam vekilinin bildirdiğine göre, yabancı 603 İ. MTZ. GR, nr. 4/69 A. AMD. Nr. 22/89; İ. HR, nr. 72/3483 605 A. MKT, nr. 38/96 604 197 yerlerden adaya gelip terzilik vs. gibi sanatları icra eden esnaftan ahali gibi vergi alınmamakta, ancak dükkân açanlardan vergi alınmakta idi.606 1849 yılında bağ ve bostanlardan elde edilen mahsullerin tam olarak olgunlaşmadan vergilendirilmemesine dair gelen emir Girit’te de uygulanmıştı.607 Mustafa Nâili Paşa’nın bildirdiğine göre, Girit’te 1850 yılı tütün gümrüğünde bazı uygunsuzluklar yaşanmış ve bunlara karşı gereken tedbirler alınmıştı.608 3) Öşür Hususunda Yapılan Düzenlemeler Tanzimat döneminde öşür vergisinin tahsilinde eşitlik bulunmadığı düşüncesiyle öşür sözcüğünün anlamına uygun olarak 1/10 oranında sabit miktarda vergi toplanmasına karar verilmişti. Öşür vergisiyle alakalı olarak memleket genelinde alınan bu karar Girit’te de uygulanmıştı. Adanın mali durumu gözden geçirilerek 1/7 olarak alınan öşür, bundan sonra 1/10 olarak tahsil edilecekti.609 Öşrün tahsili kadar nakli de önemliydi. Öşür naklinin düzenli bir şekilde yapılması konusunda çıkan irade gereği, bir adamın yüklü arabasıyla bir günde gidip akşama geri dönecek kadar mesafede olan en yakın pazara nakil olunacak öşür zahiresinin her kilesi için mültezim tarafından nakliye parası verilecekti. Bundan daha uzak mesafede olan yerlere ve iskelelere nakil edilecek olan öşür zahiresi için yol şartları göz önünde bulundurulacaktı. Yağmur ve çamurun çok olduğu kış mevsiminde zahirenin nakli ahaliye zahmet vereceğinden öşür zahiresinin vaktinde nakil ettirilerek, harmandan sonraya bırakılmaması gerektiği belirtilmişti. Yalnız öşür zahiresi için geçerli olacak usule göre, eğer mültezimler, zahirelerini anlaşmalı iskeleden daha uzak yerlere nakletmek isterlerse orada araba ve hayvan sahiplerini razı etmek için ahali serbest bırakılacaktı. Mültezimlerin ya da diğer kişilerin normal şekilde satın alacakları zahire veya kendi mahsullerinin nakli hususu bu 606 A. MKT, nr. 111/12 A. MKT, nr. 231/59 608 A. MKT. UM, nr. 10/98 609 İ. MTZ. GR, nr. 1/6 607 198 uygulamadan ayrı tutulacaktı. Mustafa Nâili Paşa’ya, bu konuyla ilgili yayınlanmış olan 27 Ocak 1850 tarihli emir ulaşmış ve gereken uygulama yapılmıştı.610 Mustafa Nâili Paşa Bâbıâli’ye, Girit’te nikâh işlemleri sırasında verilen izin belgelerinden ve ölenlerin varislerinden mürdiye ve hafriye adı altında şimdiye kadar vergi tahsil edilmediğini bildirmişti.611 Vergi gelirlerinin toplanması hakkındaki merkezden gönderilen nizâmnâme, karışıklığa meydan vereceğinden dolayı Girit adasında yayınlanmamıştı. Bu hususta Mustafa Nâili Paşa, Maliye Nâzırı tarafından bilgilendirilmişti.612 Vergi gelirlerinin tahsiliyle alakalı gönderilen tarifenin, Girit adasında ilan edilmesinden vazgeçilmişti.613 4) Tedavülden Kaldırılan Paralar Osmanlı Devleti’nde zaman zaman yeni paralar tedavüle girmiş ve eskileri de kaldırılmıştı. Kullanılması yasak olan madeni paraların elden ele dolaşmasına ve kullanılması yasak olmayanların da kararlaştırılmış olan fiyattan daha fazla alınıp verilmesine izin verilmemesi hakkında Mustafa Nâili Paşa ikaz edilmişti.614 1845 yılı Ocak ayında Kandiye Sancağına bağlı bir köyde reayadan bazı kişiler 83 adet eski sikke bulmuşlardı. Bu sikkeler Mustafa Nâili Paşa aracılığıyla merkeze gönderilmiş, karşılığı olacak miktardaki para, sikkeleri kullanma yetkisi olan şahıslara verilmişti.615 Girit’te 1849 yılında tedavülden kalkan kâğıt paralar, Mustafa Nâili Paşa tarafından kullandırılmamıştı.616 Yunan adalarında sahte para imal edildiği ve bunların İzmir’e, Midilli ve Girit adalarına gönderildiği haber alınmıştı. Yunan adalarında imal olunarak memleket 610 A. MKT. UM, nr. 12/80 A. MKT. UM, nr. 12/49 612 A. MKT. MVL, nr. 23/37 613 İ. MVL, nr. 158/4547 614 Cevdet Tasnifi Darphane (C. DRB), nr. 6/292 615 A. MKT, nr. 19/16 616 A. MKT, nr. 172/60 611 199 sahillerine ve adalara gönderilen bu sahte paraların girişi engellenmeye çalışılmıştı.617 Çeşitli eski Osmanlı ve yabancı paraların kullanımdan tamamen kaldırılması hakkında 1850 yılı dâhilinde bir emir çıkmış ve bu emir memleketin her yerinde uygulamaya konulmuştu. Ancak buna rağmen yasaklı akçelerin tedavülde olduğu ve yeni akçelerin de fahiş bedelle alınıp verilmekte olduğu tespit edilmişti. Bundan dolayı memleketin her yerine gerekli uyarılar gönderilmişti. Bu konu ile ilgili 7 Nisan 1850 tarihli emir Mustafa Nâili Paşa’ya da ulaşmıştı. Girit’te de yasaklanmış olan akçelerin tedavülde dolaştırılmaması ve kullanımına izin verilen akçenin de fazlasıyla alınıp verilmemesi hususlarına layıkıyla dikkat edilmişti. Gelen ferman Hanya, Kandiye ve Resmo meclislerinde okunarak herkese ilan edilmişti. Çeşitli eski yabancı paraların kullanımdan kaldırılmasına, eski-yeni akçelerin burada fazlasıyla alınıp verildiği bilinmekte olduğundan yeni akçelerin belirlenen fiyat ile alınıp verdirilmemesi hususuna dikkat edilmek suretiyle uygulamaya konulan nizâmın muhafazası sağlanmıştı. Bu vesileyle herkesin zarar ve hasardan korunması bütün memurlara tembih edilmişti. Akçe bulundukça satış emrine uygun davranılması bildirilmişti. Girit’te dost devletlerin himayesinde bulunan tüccarlar, almış oldukları zeytinyağı ve sabun gibi malların karşılığında yüklü miktarda para bırakmaktaydı. Girit’in 1850 yılı gelirlerinin tahsilatı her ay askeri masraflara ve diğer masraflara verilerek fazlası da tamamen maliyeye gönderilmiş olduğundan bu paraların alınması ve değiştirilmesi için gereken miktarda akçe Girit mal sandığında mevcut değildi. Mustafa Nâili Paşa merkezden bu akçelerin eksiksiz olarak satın alınması için gerekli miktarın ve satın alıcının tayin edilerek gönderilmesini gerekli görmüş ve bu fikrini 30 Kasım 1850 tarihinde yazmış olduğu yazısında dile getirmiştir.618 617 618 Sadâret Mektubî Kalemi Nezâret ve Devâir (A. MKT. NZD), nr. 21/99 A. MKT. UM, nr. 41/11 200 C) MUSTAFA NAİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT’TE TİCARET VE EKONOMİ 1) Girit’te Ticaretin İki Ana Unsuru: Sabun ve Zeytinyağı Girit adasında en çok yetişen ve birkaç çeşidi olan mahsul zeytindi. Zeytinin bu kadar bol olduğu adada zeytinyağı ve sabun da bol miktarda imal edilmekteydi. Osmanlı’da çok çeşitli ad ve cinste sabun üretilmişti. Fakat en kaliteli ve en meşhur sabunlar Girit Adası, özellikle de Kandiye’de yapılanlardı.619 Nitekim bunlar, Kandiye sabunu ve Girit sabunu diye adlandırılmışlardı. Kandiye sabunları iyi pişmiş olmasıyla meşhur olmuştu. Midilli ve Edremit sabunlarının üzerine de “Girit Sabunu” damgası vurularak taklit edilmiş ve bu durum Giritli sabuncuların şikâyetine sebep olmuştu.620 Hanya, Kandiye, Resmo başta olmak üzere Girit’te elde edilen zeytinyağının önemli bir miktarı sabun üretiminde kullanılmıştı. 18. yüzyılın ilk yıllarında Girit’te sabunhane sayısı birkaç tane iken, daha yüzyıl ortalarına doğru on katından fazla artmış ve sonraki dönemlerde 45’e ulaşmıştı.621 Midilli Adası’nda da çok miktarda zeytinyağı ve sabun imal edilirdi. Adanın başlıca gelir kaynağı zeytin, zeytinyağı ve bu zeytinyağından yapılan sabun idi.622 Midilli zeytinyağları Girit zeytinyağları kadar kaliteli olmadığından Midilli’deki sabunhanelerde imal edilen sabunlar kalite açısından Girit sabunları ile kıyaslanamazdı.623 Zaman zaman Giritli tüccarlar ve ahali sabun fiyatları ile ilgili bazı memnuniyetsizliklerini dile getirmişlerdi. Mesela, 1848 yılı Ekim ayında Girit’te satılmakta olan sabunun Osmanlı tüccarına yabancı tüccardan daha pahalıya satıldığı 619 Hüseyin Kâmi Hanyevi, a.g.e., s.69; Şemseddin Sami, a.g.e., c. V, s. 3854 Metin Ünver, “Midilli Adası’nın İdari ve Sosyo-Ekonomik Yapısı”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 2012, s.380-381 621 Faruk Doğan, “Osmanlı Devleti’nde Zeytinyağı (1800-1920)”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 2007, s.39 622 Özellikle XIX. yy.ın ikinci yarısından sonra Midilli adasında sabun üretiminde kayda değer bir artış ve buna paralel olarak da sanayileşme görülmüştür. Metin Ünver, a.g.t., s. 97 623 Sait Öztürk - Gülden Sarıyıldız, “ Sabun’un Tarihi”, Tombak Dergisi, S.15, İstanbul 1997, s.4254; Sait Öztürk, “Osmanlı Kültürel Mirasında Sabun”, ACTA TURCICA, Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi, (Kültür Tarihimizde Hamam), ed. Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun, Yıl. II, Sayı. 2, Temmuz 2010, s.80-93 620 201 konusunda ahali tarafından şikâyet dilekçeleri yazılmıştı.624 Ayrıca Giritli tüccarlar sabunun gram fiyatı için devlet tarafından belirlenmiş olan 48 akçenin kendilerinin zarar etmelerine sebep olduğunu iddia etmişlerdi. Bunun üzerine olay incelenmiş ve tüccarın bakkal esnafına ve sabunculara sabunu 52 akçeye ve esnafın da 2 akçe zam ile ahaliye sattığı tespit edilmişti. Esnaf ve tüccarlar, sabunları bu fiyata satmamaları ve izinsiz taşraya göndermemeleri konusunda uyarılmışlardı. Bu uyarıyı dikkate almayanların malları, 625 cezalandırılacaktı. zabıta tarafından el konulacak ve kendileri de Girit’te imal edilen sabun ve diğer eşyalardan alınan gümrük vergisinin fazla olduğuna dair memnuniyetsizlikler de dile getirilmişti.626 Girit’ten İstanbul’a 1846 yılı Eylül ayında getirilen sabun ve zeytinyağı tezkere ile Galata gümrüğünden geçirilmişti. Gümrükte ödenen sabun ve zeytinyağının bir yıllık vergisi, on bir yük beş bin yüz atmış dokuz buçuk kuruş elli akçeydi.6271849 yılı sonlarına doğru gönderilen bir emirnâme ile Girit, Midilli, Atina, Ayvalık ve Edremit’te imal edilen sabunların tamamının İstanbul’a gönderilmesi istenmişti.628 Girit için önemli olan sabun kadar, hammaddesi olan zeytinyağının da üretimi son derece önemliydi ve ihmal edilmemesi gerekmekteydi. Mustafa Nâili Paşa, 1850 yılı dâhilinde gelen bir emir gereğince yabani zeytinlerin629 aşılatılarak terbiye edilmesini teşvik amacıyla öşürden muafiyet imtiyazını uygulamaya koymuştu. Ahalinin gerek fidan dikerek gerekse yabani zeytini aşılayarak üretime katılması teşvik edilmişti. Yeniden zeytin ağacı dikenler 25 sene, yabani olanları aşılayanlar 20 sene öşürden muaf tutulacaklardı. Ayrıca teşvik amacıyla heves edenlere bedava fidan verilecekti. Mevcut fidanların kesilmesi de yasak idi. Bazı zeytin ağaçlarının seyrek olduğu yerlerde aralara ilaveler yapılmıştı. Zeytinin yanında badem ve çam 624 A. MKT, nr. 153/30 Cevdet Belediye (C. BLD), nr. 9/422 626 A. MKT. NZD, nr. 1/20 627 C. ML, nr. 754/30701 628 A. MKT, nr. 236/11 629 Girit’te zeytin yetiştiriciliği hakkında bkz.Evangelia Balta, “Olive Cultivation in Crete at the time of the Ottoman Conquest”, Osmanlı Araştırmaları/Journal of Ottoman Studies, XX (2000), 143164; Ayşe N.Adıyeke, Nuri Adıyeke, “ Olive Production in Crete in 19 Century”, s.155-167; Zeki Arıkan, “Midilli - İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti”, Tarih Araştırmaları Dergisi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, c. XXV, 2006, S.40, s.1-28 625 202 fıstığı ağaçları da dikilip üretilmesi için ahaliye duyurular yapılmıştı. Bir sene içinde ne kadar ağaç dikildiği ve aşılandığı hakkında mahalli meclis yetkilileri tarafından bir defter tanzim edilecek ve bu defter her sene Nisan ayı sonunda Nafia Nezareti’ne takdim edilecekti. Bu sayede ahalinin söz konusu vergi muafiyetinden faydalanmaları sağlanmıştı.630 Ağaçların çoğalması yönünde gösterilen gayretler nihayet sonuç vermiş, XIX. yy. ın sonunda Girit’te bulunan zeytin ağaçlarının sayısı 6.000.000’e ulaşmıştı. Zeytin ağaçlarından elde edilen yağ miktarı, her yıl aynı miktarlarda olmamıştır. Ağaçların iyi ürün verdiği senelerde 55 milyon kg. yağ elde edilirken, bu rakam bazı yıllarda 12 milyon kg. kadar inmiştir. Dolayısıyla zeytin ve zeytinyağından elde edilen gelir miktarında yıldan yıla farklılıklar oluşmuştur.631 1849 yılı kışı şiddetli geçmiş olmasından ve sıcaklığın -8,5 dereceye kadar düşmesinden dolayıMidilli ve Girit adalarıyla Ayvalık kazasında olan zeytin ağaçlarının çoğu telef olmuştu.632 Bu yüzden buralarda bulunan ahalinin zararın karşılanmasına yönelik bazı talepleri vardı. Kendilerine bahşiş verilmesini ve vergiden muaf tutulmayı ya da bir indirim yapılmasını beklediklerini belirten bir dilekçe yazmışlardı. Ancak daha önce benzeri bir durum hiç yaşanmadığı için bu talepleri reddedilmişti.633 Mustafa Nâili Paşa’ya 1850 yılı sonbaharında bazı köylerin ahalisinden zeytin ağaçlarının mahsul vermediği ve bu yüzden diğer köylerin ahalisi gibi zirâat ve çiftçilik yapamayarak borca girdiklerini ifade eden bir dilekçe gelmişti. Dilekçenin devamında ahali bu yüzden kendilerine merhamet edilmesini talep etmekteydi. Bu mesele merkeze de intikal etmiş ve gelen emirde Mustafa Nâili Paşa’nın bu meseleyi araştırıp ahalinin durumunu öğrenmesi gerektiği bildirilmişti. Mustafa Nâili Paşa merkeze cevap olarak gönderdiği yazısında dilekçe veren borçlu ahalinin dışında diğer yerlerde oturan borçlu Müslüman ve Hristiyan halkın da borçlarına yetecek kadar meblağın hazineden verilmesini bir iki senedir talep etmekte olduklarını 630 A. MKT. UM, nr. 31/65 Faruk Doğan, a.g.t., s.40 632 Daha sonra bu bölgelerde Edremit’den zeytin fidanları getirtilerek ağaçlandırma çalışmaları yapılmıştır. Metin Ünver, a.g.t., s. 366 633 C. ML, nr. 91/4101 631 203 belirtmişti. Hatta içlerinden bazılarının bu istekleri dile getirmek için bir iki defa kendisi ile görüştüğünü ifade etmişti. Ahaliden borçlu olanlar borçlarını ödemek ya da bir kısmı da mal ve emlak artışı amacıyla başkalarından borç akçe isteyip zamanla da bunu ödeyememiş, böylelikle birbirlerine borçlu kalmışlardı. Her yerde bu türden borçlanmaların olabileceğini ifade eden Paşa, halkın borçlarının kapatılması yönündeki taleplerini daha önce bir benzeri görülmemiş olduğundan uygun görmemiş ve yardım etmeye gerek olmayacağını ifade etmişti. Mustafa Nâili Paşa’ya göre bundan başka Girit ahalisinin huzur ve rahatları yerindeydi. Eğer borçluların talebi yerine getirilirse, kendilerine ait işlerine gayret etmeden borçtan kurtulmuş olacaklarını ifade ederek bu durumu onaylamadığını belirtmişti. Paşa, eğer ahalinin isteklerine bu şekilde bir müsaade gösterilirse borcu olan tüm ahalinin de aynı uygulamayı talep edeceğini belirterek bu kadar kimsenin borcunun ödenmesinin mümkün olamayacağını ifade etmişti. Merkezde yapılan görüşmeler neticesinde Mustafa Nâili Paşa’nın bu konudaki görüşü sadrazam ve padişah tarafından da onaylanmıştı. Paşa’ya ahaliye gerekli neticenin anlatılması emredilmişti.634 Girit sahillerinden sünger ve mercan çıkarılmaktaydı. Bunları ihraç etme izni gerekli kanunlar çerçevesinde 4 yıllığına 27 Ekim 1846 tarihinde çıkarılan Meclis-i Vâlâ mazbatası ile reayadan Ohannes Anbaryan adlı bir gayrimüslime verilmişti.635 2) Mustafa Nâili Paşa’nın Rus ve Yunan Tüccarlara Uyguladığı Politika Osmanlı Devleti ile Rusya arasında olan iyi ilişkiler doğrultusunda tüccar ve ahalinin ticaretleri giderek artmakta olduğundan Rusya ile bir ticaret anlaşması yapılmıştı. Rusya devleti ile imzalanan bu ticaret anlaşmasının şartları, Temmuz ayının başından itibaren uygulanmaya başlanacak ve Rus tüccarından ona göre vergi alınacaktı. Anlaşma hükümlerinin duyurulması için birkaç kopya basılması emredilmiştir ki bundan sonra Rus tüccarından ona göre vergi alınacaktı. Fakat bazı şartlar hemen uygulamaya geçirilememişti. Bu maddeler diğer devletlerle yapılan 634 635 MVL, nr. 97/24 İ. MVL, nr. 75/1455 204 ticaret anlaşmasından farklı ve fazla idi. Bu yüzden bazı maddeler henüz uygulamaya geçirilmemiş, diğer ülkelerin tebaalarından gizli tutulmuştu. Mustafa Nâili Paşa, 1846 yılı dâhilinde gelen bu emirler doğrultusunda gerekenleri yapmış ve bu hususta gayet titiz davranmıştı. Yeni bir emir gelene kadar maddeler gizli tutulmuştu.636 Bu yüzden 1846 yılı Şubat ayında Rus tüccarların Girit’e getirdikleri zahireden vergi alınıp alınmayacağı konusunda bir belirsizlik yaşanmıştı. Mustafa Nâili Paşa bu durumu merkeze bildirmişti. Önce ellerinde tezkereleri olmadığı halde yüzde beş gümrük vergisi alınmasına dair bir uyarı gelmişti. Bu durum gümrük memuru tarafından Rusya konsolosuna haber verilmişti. Rusya sefareti kendilerine bu emrin suretinin verilmesini istemişti. Ancak bu madde ile ilgili bir irade yazılmamış olduğundan Hanya Meclisi’ne bildirilerek Rusya mahsulü olmak üzere gelen buğday tüccarlarından bazılarının İstanbul gümrüğünden ellerine gümrük tezkereleri olanlara bir şey denilmezken, olmayanlara nasıl muamele edilmesi gerektiği sorulmuştur. İstanbul gümrük emini konu ile ilgili olarak Mustafa Nâili Paşa’yı bilgilendirmişti. Şöyle ki, Rusya mahsulünden İstanbul’a veya başka yerlerdeki iskelelere nakil ve ihraç edilen buğday, arpa, mısır ve yulafın sahipleri Rusyalı ise kendilerinden bir akçe bile vergi alınmayacaktı. İskelelerde Rus tüccarlardan kim mal satın alırsa müşterisinden yüzde beş kuruş gümrük vergisi tahsil edilecekti. Müşteriden alınması gereken bu vergiyi Rus tüccarlar kendi rızalarıyla ödemeyi taahhüt ederse ancak o zaman kendilerinden alınacaktı. Eğer Rusya mahsulü ticaret mallarını getirenler Rusyalı olmayıp diğer devlet tüccarlarından ise ticaret anlaşması gereği yabancı ürünlerden kendilerinin götürdükleri eşyaya % 3 gümrük vergisinden başka iki tane daha vergi vereceklerdi. Gümrük nizâmı gereğince toplam %5 kuruş vergi vermeleri icap etmekteydi. Bu miktar ise müşteriden değil, tüccardan alınacaktı.637 29 Ekim 1841 tarihinde Hariciye Nezareti konağında Fransa, İngiltere ve Rusya elçileriyle bir toplantı yapılmıştı. Toplantıda Nâzır Paşa, elçilerle bu vesileyle Yunan konusuna dair bazı meselelerin müzakeresini yapmıştı. Bunlar arasında Yunanlı tüccarlar meselesi de yer almaktaydı. Yunanistan’dan ticaret için Girit’e gelen tüccarların dışarı çıkarılması, sadece kendisine güvenilen namuslu tüccarların 636 637 A. MKT, nr. 51/39 HR. MKT, nr. 12/77 205 engellenmemesi gerektiğine karar verilmişti. Ve bu husus Mustafa Nâili Paşa’ya bildirilmişti.638 Girit’te bulunan Yunan tebaası 1847 yılı başlarında ticari konularda bazı olumsuzluklar yaşamıştı. Yunan sefareti tarafından Girit’te Yunanlı vatandaşların yaşadığı sıkıntılar dile getirilmişti.639 Yunanlı tüccarlardan zararsız olanlar, memleketin kötülüğüne yönelik bir harekette bulunmadıkça kendilerine dokunulmayacak ve diğer devlet tebaaları gibi himaye edileceklerdi. Bu konu, Mustafa Nâili Paşa’ya uygulaması için bildirilmişti. Mustafa Nâili Paşa, emrin kendisine ulaştığını bildirerek mesele hakkında izahatta bulunmuştu. Yunan tebaasından olanların, diğer devlet tebaası gibi itibar edilip haklarının korunduğu ve tüccarlarının da aynı muameleyi gördüğünü ifade etmişti. Girit’te ticaret için bulunan Yunanlıların çoğu aslında Giritli idi ve çeşitli köylerde akraba ve dostları hatta bazılarının mülkleri vardı. Hanya, Kandiye ve Resmo’da ikamet ederek daima adada bulunan akrabalarıyla görüşüyordu. Bazıları mülklerini şimdiye kadar konsolosa sattırmayıp daha fazla mülk edinme isteğindeydi. Mustafa Nâili Paşa, Giritli olan Yunanlıların diğer yabancı Yunanlılar gibi ara ara buraya gelerek ticaret için bir müddet ikamet etmelerinin bir sorun teşkil etmeyeceğini, fakat akrabalarının yanında uzun süre kalmaları halinde uygunsuzlukların eksik olmayacağını belirtmişti. Bazıları köylere giderek uygunsuz işlere teşebbüs etmiş, konsolos ve ileri gelenler onlara itibar ederek suçlunun cezalandırılmasına uğraşmamış, hatta serbest bırakmıştı. Mustafa Nâili Paşa, bunlara tanınmış olan hakları uygulamada sıkıntı yaşamıştı. Garip tavırların Osmanlı tebaasına sirayet etmemesi için kalede bulunan köylere girmelerini engellemeye mecbur kalmıştı. Bu grubun amaçlarına ulamasına hiçbir zaman imkân tanınmamıştı. Paşa, Yunan tebaasının adayla olan ilişiklerinin kesilerek Osmanlı Devleti’nde ticaret için diledikleri yerlere gitmeleri gerektiği 638 İ. MTZ.(01), nr. 1/26 Osmanlı vatandaşı olan bir kız ile evlenen Kiryako adlı Yunan vatandaşı hakkında verilen karar gereğince her ikisinin de memleketten ilişikleri kesilmişti. Bu karar gereği, Girit’e gelen Yunanlının konsoloshaneden dışarı çıkmasına izin verilmemişti. Bir an evvel memleketten çıkıp gitmek üzere işin sonuçlandırılması için çalışılacaktı. Kiryako’nun Şira’dan bir kayıkla Hanya’ya gelmiş, konsoloshaneye giderek orada konsolos tarafından alıkonarak uzun bir süre zevcesiyle beraber konsoloshanede tutuklu kalmıştı. Mustafa Naili Paşa’ya kendisinin kovulmasına dair daha önce gelen emir gereği, on beş gün önce Yunanistan tarafına iade edildiği belirtilmişti (A. MKT, nr. 75/21). 639 206 fikrindeydi. Bu uygulamanın adanın huzur ve refahı için gerekli olduğunu eklemişti.640 Girit limanlarına ticaret için uğrayan tüccar gemileri, zaman zaman haydut saldırılarına maruz kalmıştı. Bu gemilerin haydut saldırılarından muhafaza edilmesine dair merkezden gelen emri Mustafa Nâili Paşa titizlikle uygulamıştı.641 D) MUSTAFA NAİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT LİMANLARI VE GEMİLERİ 1) Girit’te Ulaşımın Tek Adı Gemiler Sultan Abdülmecid, denizciliğe dolayısıyla donanmaya hayli önem vermişti. Bu dönemde pek çok geminin tamir bakımının yapılmasının yanısıra, Eser-i Cedid, Mecidiye, Taif, Eser-i Hayr, Peyk-i Zafer adlarında yeni gemiler inşa edilmişti. Özellikle adalarda ve sahil kentlerinde, gemilerden yalnız savaş zamanlarında değil, barış dönemlerinde de istifade edilmişti.642 Örneğin Girit adasında hem savaş, hem de barış zamanlarında gemiler ulaşımın tek vasıtası olmuştu. Ayrıca isyan dönemlerinde donanma sayesinde, ada abluka altına alınarak, dışardan gelme ihtimali olan yardımların engellenmesi sağlanmıştı. Girit’in Kandiye, Resmo ve Hanya olmak üzere üç büyük kalesi ve önlerinde limanları yer almaktaydı. Bunlardan başka, Sevde, İsperlanka, Ayanikola gibi büyük limanları da vardı. Girit’in coğrafi yapısı nedeniyle dağlar denize doğru uzanmış vaziyetteydi. Bu yüzden sahilleri çok kıvrımlı idi ve pek çok burun oluşmuştu.643 Dolayısıyla ada sahillerinin güvenliğini sağlamak zor olmuştu. Bu nedenle, Hanya, Kandiye, Resmo, Sevde ve İsperlanka’dan başka yerlere herhangi bir kayığın 640 A. MKT, nr. 75/21 A. MKT. UM, nr. 8/66 642 Ali İhsan Gencer, “Osmanlı Türklerinde Denizcilik”, Yeni Türkiye, Osmanlı-I ( Siyaset ve Teşkilat), S. 31, Ocak- Şubat 2000, s.606 643 Hüseyin Kâmi Hanyevi, a.g.e.,s.14-15; Şemseddin Sami, a.g.e., c.V, s.3852; Abdurrahman Velid Ebuzziya, a.g.e., s.13 641 207 yanaşması ve başıboş turlamasına izin verilmemişti. Eğer bir meselenin için herhangi bir kayık gidip-gelecek olursa bu ancak adı geçen beş yerdeki gümrük ve karantina memurları tarafından izin kâğıdı verilmesiyle mümkün olacaktı. Önceden adaya gelen gemiler Hanya, Kandiye ve diğer yerlerde liman olmadığından Sevde Limanı’nda karantinada tutulmaktaydı. Mustafa Nâili Paşa, bu usulün tekrar uygulanmasını, adaya gelen gemilerin Sevde Limanı’nda karantinada tutulmalarını istemişti. Girit adasında güvenlik ve haberleşme için sürekli bir gemi bulunması gerekmekteydi. Ada, İstanbul’a bir hayli uzak olup buna göre ek zaman verilmesi uygun olmayan, önemli bazı işler ve hassas hususların hemen İstanbul’a arz edilmesi gerektiğinde yelkenli gemiler kullanılmak zorunda kalınıyordu. Böyle bir durumda hava muhalefeti nedeniyle gidip-gelmek biraz zaman almaktaydı. Mustafa Nâili Paşa tarafından bu sebeplerden dolayı, gerektiğinde derhal İstanbul’a gönderilmek ve diğer zamanlarda adayı dolaşmak üzere vapur Girit’e gönderilmesini talep etmişti. Talep edilen gemiler, 1841 yılı Haziran ayında adaya gönderilmişti. Bir süre sonra, Girit’te bulunan Osmanlı gemilerinden büyüklerinin İstanbul’a geri gönderilmesi söz konusu olmuştu. Girit adası yakınında bulunan Osmanlı gemilerinden büyük olanlara kış mevsiminin yaklaşması sebebiyle ihtiyaç kalmamıştı. Ancak üç gemiye Kaptan Ahmet Paşa tarafından uygun bir başbuğ tayiniyle havaların açık olduğu bazı zamanlarda adanın etrafında dolaşmak üzere kalmalarına izin verilmişti. Bunların dışındaki gemilerin, Ahmet Paşa tarafından İstanbul’a getirilmesi gerekmişti.644 Girit’e belli aralıklarla sürekli yeni gemiler gönderilmişti. Mesela, Girit adası muhafazası için tayin edilmiş olan Feth-i Bülend ve Ahter adlı gemilerin süreleri dolduğu için yerlerine adayı boş bırakmamak için Tersane-i Amire’den Pürzafer ve Sürat adlı gemiler gönderilmişti. Ayrıca adada mevcut Redif askerinden bir miktarının gönderilecek olan gemilerle Anadolu taraflarında uygun olan yerlere 644 İ. MTZ. GR, nr. 3/31 208 gönderilmesi hususunda Mustafa Nâili Paşa’dan yardım etmesi ricasında bulunulmuştu. 645 Mustafa Nâili Paşa’nın talebiyle, Girit adası çevresinde dolaşmak ve meçhul şahısların o yöne gelmesini engellemek için tersane vapurlarından Eser-i Hayr isimli vapurun adayı korumak üzere gönderilmesine karar verilmişti. Fakat sonradan bu vapur, eski olduğu için fırtınalı denizlere pek uygun görülmemiş, bunun yerine hem hızlı gidecek hem de daha büyük bir firkateynin gönderilmesi düşünülmüştü. Sonuç olarak Eser-i Hayr ve bundan başka iki vapur tamir edilerek birlikte adaya gönderilmesine karar verildi.64615 Haziran 1845 tarihinde de Girit adası için üç adet küçük gemiye ihtiyaç duyulmuş ve bu gemiler teçhiz edilerek adaya gönderilmişti.647 Aslında Girit’e devamlı gidip gelecek olan bir gemi tahsis edilmesi işleri kolaylaştırabilirdi. Bu talep Mustafa Nâili Paşa’dan gelmişti. Paşa, merkezden Girit’e ulaşımın kolaylığını sağlamak adına, devamlı işleyecek bir vapur gönderilmesini talep etmişti. Bu vapur Girit’in yanında aynı zamanda Rodos adasının ve diğer adaların zabıta işleri için devamlı surette işletilebilirdi. Bu husus Kaptan Paşa’ya havale edilmişti.648 Her türlü olumsuzluklara karşı ihtiyat tedbirleri almak üzere Akdeniz ve Karadeniz’de bazı güçsüz siperlerin güçlendirilmesi için padişahın emriyle Girit adasına vapur gönderilmesi planlanmıştı. Ayrıca Marmaris, İzmir, Selanik, Girit, Bartın, Arnavutluk, Trablusgarp, Tuna ve Basra’ya da gemiler gönderilecekti. Girit adasında görev yapması için 30 Nisan 1848 tarihinde gönderilmişti.649Girit adasında kullanılmak üzere vapurların gönderilmekte olduğu Mustafa Nâili Paşa’ya da haber verilmişti.650 Girit Adası’na vapur tayin edilmiş olması adada asayişinin sağlaması hususunda çok işe yarayacağından, ahali bu durumu memnuniyet ve şükranla 645 İ. MTZ. GR, nr. 4/42 İ. MTZ. GR, nr. 4/52 647 İ. MTZ. GR, nr. 4/55 648 C. DH, nr. 7/339 649 İ. MSM, nr. 67/1938 650 A. MKT, nr. 27/22 646 209 karşılamıştı.651 Bu arada Girit için satın alınan bir gemi, arızalanarak kullanılamaz hale gelmiş ve İstanbul’a geri gönderilmişti. Mustafa Nâili Paşa zamanında, bir süre sonra Girit tersanesinde gemi inşa edilmeye başlanmıştı. Mustafa Nâili Paşa tarafından 20 Ocak 1846 tarihinde Girit’te bir gemi inşa ettirilmiş ve bu gemiye beylik sancağı çekilmişti.652 Yine 1848 yılı Haziran ayında inşası tamamlanan bir vapur tersaneye teslim edilmişti.653 Mustafa Nâili Paşa, Girit iskelelerinde vapur inşası esnasında bu konuyla ilgili yayınlanmış olan nizâmnâmeye uygun davranıldığını ve bundan sonra da daima uyulacağını beyan etmişti. 2) İstanbul İle Haberleşmede Kullanılan Pesendîde Adlı Vapur Girit Adası’nda görevli olarak tayin edilmiş olan Pesendîde adlı vapur, adayla ilgili işlerde İstanbul ile haberleşme ve mektuplaşmanın zamanında yapılmasına kolaylık sağlamak amacıyla 15 günde bir evrak torbasıyla Şira’ya gelirdi. Burada tüccar vs. mektuplarını Şira postanesine bırakır ve oradan alacağı mektupları diğer posta vapurları gibi alıp, aidatlarını öderdi. Bir müddet sonra Pesendîde vapuruna, tüccar gemisi muamelesi uygulanmak istenmişti. Liman, karantina ve halat aidatları alınacağı Şira yöneticileri tarafından Mustafa Nâili Paşa’ya ifade edilmişti. Paşa da bu durumu 13 Mayıs 1849 tarihinde yazdığı bir yazıyla hemen merkeze rapor etmişti. Bu raporda Paşa, vapur hakkında tüccar gemisi muamelesini icra edecek olunursa aidatlardan dolayı zarar edeceklerini, vapurun Girit’ten Şira’ya götüreceği mektupları ulaştırdığında diğer posta vapurları gibi postaneye teslim etmesini ve oradan verilecek mektupları postaneden alarak yalnız buna bağlı aidatları vermesinin uygun olduğunu belirtmişti. Atina Sefaretine, Fransa posta vapurlarına beylik muamelesi yapılırken Osmanlı Devleti’nin vapurunun bu imtiyazın dışında tutulmasının nedeni sorulmuştu. Gelen cevapta, Osmanlı Devleti ile Yunan Devleti arasında bir posta nizâmnâmesi hazırlanarak mektupların sebepleri açıklanacaktı. Yunanlıların bu 651 C. BH, nr. 181/8493 İ. MVL, nr. 73/1404 653 A. MKT, nr. 135/70; A. MKT, nr. 136/55; A. MKT, nr. 223/69 652 210 teklifini yerine getirmek mümkün değildi. Bu yüzden Pesendîde vapuru için, bundan sonra Şira’ya uğramaksızın yeni bir yol oluşturulması gerekiyordu. Yunan hükümeti tarafından Pesendîde vapurunun ticaret vapurları hizmetini görmüş olmakla muafiyete tabi olamayacağı ifade edilmişti. Yunan hükümetinin bir zaman geldiğinde Osmanlı Devleti limanlarında çalışmak üzere gemilerinden bir vapur tayin edecek olursa aynı muamelenin uygulanması gerektiği belirtilmişti. Bu haliyle, Osmanlı Devleti’ne ait vapurlardan Yunan limanlarına gidip gelen, yolcu ve akçe götürüp getirdikçe belli vergilerin alınması normaldi. Hâlbuki Yunanistan’a işleyen Fransız posta vapurları savaş gemilerinden iken posta gemilerine tayin edilmişler ve verilen imtiyaza nail olmak için Fransa ve Yunan devletleri arasında bir nizâmnâme yapılmıştı. Bunun aynısının uygulanması gerekli iken Yunan hükümeti elinde bulundurduğu bu hakkı fiile dönüştürmeye hiçbir zaman ihtiyaç duymadığını ifade etmişti. Eğer Yunanlılar ile bir posta nizâmnâmesinin yapılmasına müsaade edilirse pek çok kural olacaktı. Çünkü Fransız ve Avusturya vapurlarının Yunanistan’dan alıp İstanbul’a götürmekte oldukları mektupları kendi memurları taksim ederler ve vapur işlemeyen yerler için mektupları Yunan konsoloshanelerine gönderilerek Yunan konsolosları postacılık hizmetini yerine getirirlerdi. Yenişehir ve Selanik taraflarına gönderilen mektuplar için Yunan Hükümeti’ne ait bir postacı vardı. Bu uygunsuzluk keyfi bir uygulama olduğundan bir nizâmnâmeyle çerçeve içine alınmalıydı. Osmanlı Devleti tarafından bazı şartlar konması gerekmekteydi. Her iki taraftan gönderilen mektuplar ve Rumeli tarafına gönderilmekte olan mektuplar Osmanlı memurları vasıtasıyla dağıtılması gerekmekteydi.654 Girit’ten Şira’ya gidip gelen Pesendîde adlı vapur Yunanlıların, bazı zorluklar çıkarmış olmalarından dolayı güzergâh değiştirmek zorunda kalmıştı. Buna göre, postaların Girit’ten doğrudan doğruya Rodos’a ve oradan İzmir’e işleyen bir vapura teslim edilmesine dair Mustafa Nâili Paşa’ya ve Cezayir Bahr-i Sefîd valilerine haber verilmişti. Bu emir Paşa’nın eline 27 Haziran 1850 tarihinde geçmişti. Buna göre, Girit Adası’nda bulunan Pesendîde adlı vapur Şira’yauğramaksızın her 15 günde bir Hanya’dan doğru Rodos’a giderek postasını orada bulunan ticaret vapuruna 654 İ. MTZ. GR, nr. 5/81 211 verecekti. Bu vapur da her on beş günde bir İstanköy, Sisam ve Sakız adalarına uğrayarak İzmir’e gidip postasını teslim edecekti. Mustafa Nâili Paşa, bu durum ile ilgili görüşlerini Bahriye Meclisi’ne gönderdiği yazısında belirtmişti. Paşa, Girit tüccarının Rodos ile hiçbir ticaret ilişkisi olmadığından emredildiği gibi vapurla Rodos’a hiçbir yolcu ve yük olmadan yalnız posta için gidip gelmesinin sakıncalarından bahsetmişti. Rodos Adası ile Hanya arasının 190 mil mesafede bulunduğu ve her seferin çok masraflı olacağına dikkat çekmek istemişti. Masrafların devlet tarafından ödenmeyecek olmasından dolayı vapurun postaya işlettirilmesinden ziyade bazı mühim acil işlerde kullanılmak üzere daima Girit’te ikamet etmesinin daha faydalı olacağını ifade etmişti. Pesendîde adlı vapurun daima ada üzerinde bulunduğu sürece çevre ve sahil durumu hakkında hızlı bir şekilde haberdar olunmasına ve ada muhafazasına kolaylık sağlayacağını belirtmişti. Kendilerine ani gelişen bir durumu haber vermek gerektiğinde yazılacak olan maruzatın hemen gönderilmesi ve gereken izinlerin alınmasında kolaylık sağlanacaktı. Vapurun geçmişte Şira’ya gönderilmesi faydalı olmuştu. Hem evrakların hızla ulaştırılmasını sağlamakta ve hem de Yunanlıların Girit aleyhinde olumsuz bir düşüncelerinin olup olmadığı hakkında bilgi toplamaya yardımcı olmakta idi. Ayrıca, vapur Şira’ya gidip gelmesinde kömür masrafına karşılamak için bulabildiği yolcu ve eşyayı almıştı. Fakat bu metot masrafları karşılamada pek faydalı olmamıştı. Bazen de vapurun gitmesine gerek duyulmayan zamanlarda özellikle kış mevsiminin başından sonuna kadar Şira’ya üç-dört defa gönderilmiş, sıradan işler ve evrak torbaları için 15 günde bir kiralık kayıklar Şira’ya gitmişti. İstanbul’dan Şira’ya giden evrak torbaları dahi bu kayıklar vasıtasıyla gönderilmişti. Mustafa Nâili Paşa, posta işlerinin yine bu şekilde devam etmesini talep etmişti. Vapurun daima Girit’te bulundurulması ve adi işler için kayık kiralanarak 15 günde bir kere Şira’ya kadar gitmesi ve evrakın Şira’nın posta vapurlarına teslim edilmesini tavsiye etmişti. İstanbul’dan gelecek olan evrak torbalarının dahi kayıkla Girit’e gönderilmesi ve yazılacak maruzatların hızlı bir şekilde Rodos’a götürülüp orada posta vapuruna teslim edilmesi konusundaki fikirlerini 24 Ekim 1850 tarihinde merkeze bildirmişti. 212 Rodos’tan İzmir’e posta işlemesinde hiçbir mesele yoktu ancak Girit’ten Rodos’a işleyip işlememesi hakkında olan düşünceler mecliste müzakere edilmişti. Aslında vapurun Rodos postasına tayini ticaret amacıyla olup politika gereği postaya işlettirilmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın bildirdiği üzere Yunanlılar daima reayanın zihinlerini bozma ve fesat çıkarma niyetinde olup, daha önce Girit adasında fesat olayları yaşandığından Paşa’nın Girit’te bir vapurun daima bulunması konusundaki ısrarına meclis hak vermişti. Yunanlılar, Girit sahiline gemiyle yanaşarak, gerek iskelelerde ve gerek civar köylerde ellerinden geldiği kadar uygunsuz hareketlere cüret ettiklerinden dolayı bu tür eşkıya ve fesadın men edilmesi, ahalinin isteği olan asayişin sağlanması için vapurun Rodos’a işlettirilmesinde bir fayda olmayıp, bilakis zarar olacağı düşünülmüştü. Vapurun Şira’ya değil de Rodos’a işlettirilmesinden vazgeçilmesi, daimi surette Girit sahillerinde ikamet etmesine karar verilmişti. Çok önemli evrakların bile adi tahrirat torbasıyla, küçük kayıklar vasıtasıyla Şira postasıyla gönderilmesi uygun bulunmuştu. Paşa’nın fikirleri Meclis-i Vâlâ’da müzakere edilmiş ve istenen sonuç elde edilmişti. Sonuç olarak adada bulunan vapurun planlandığı gibi 15 günde bir defa sadece yazışmalar için Rodos’a gitmesi masraflı olacağından acil bir yazının gönderilmesi durumunda evrak torbalarının kiralık bir kayıkla gönderilmesi ve vapurun daima adada bulundurulması uygun bulunmuş ve Mustafa Nâili Paşa’ya bildirilmişti. Bahriye Meclisi’nde yapılan görüşmelerden de istifade edilerek vapurun sadece postaya tahsis edilmesine dair olan teklife engel olunmuştu. Padişahın da uygun görmesiyle mesele 1850 senesi dâhilinde halledilmişti.655 Girit’te bulunan Pesendîde vapuru zaman zaman tamir ve bakım yapılmak üzere İstanbul’a gönderilmişti. Hanya’nın Bazı Bölgelere ve Oradan İstanbul’a Olan Mesafesini Gösteren Tablo:656 Hanya’dan Şira’ya Hanya’dan Rodos’a Hanya’dan İzmir’e İngiliz mili 130 mil 212 mil 280 mil İstanbul’a 320 424 272 655 656 İ. MVL, nr. 168/4972 İ. MTZ. GR, nr. 5/81 213 Hanya’dan Midilli’ye Hanya’dan Limni’ye 265 mil 280 mil 230 260 3) Mustafa Nâili Paşa Döneminde Girit Sahillerinin Haritasının Çıkarması Mustafa Nâili Paşa’nın valiliği döneminde 1850 yılı içerisinde Girit sahillerinin haritasını çıkarma çalışmalarına başlanmıştı. Paşa, Girit sahillerini ve sularını inceleyerek haritasını çıkaracak olan İngiltereli mühendisin çalışmalarına yardımcı olmak için gerekli bütün tedbirleri almıştı.657 İngiltere beylik gemilerinden bir vapur ile bir diğer küçük geminin kumandanı olan Tomas Esparat, Girit Adası sahilinin haritasını düzenlemeye memur olmuştu. İngiliz kaptan, bu vapurla adanın etrafını gezerek sahilleri keşif ve muayeneyle resimlerini çıkarıp haritalarını yapmaya İngiltere Devleti tarafından görevlendirilmişti. Bu kaptan ve göreviyle alakalı haberler, Mustafa Nâili Paşa’ya bir mektupla bildirilmişti. Bu iş için biraz adam ve filika istihdam edileceğinden bu anlamda kendisine engel olunmaması talep edilmişti. Kendilerinin himaye ve korunmaları hususu İngiltere Sefareti tarafından rica edilmişti. Daha önce de Akdeniz’de bulunan bazı adaların haritalarının tanzimine izin verilmiş olması sebebi ile bu konu genel bir bilgi birikimi gerektirdiği için buna engel olmaya çalışmak uygun olmayacaktı. Daha önceki gibi bu iş için izin belgesi verilmesi talebi sadrazam tarafından padişaha sorulmuştu. Daha öncesinden bir örneğin olmasından dolayı buna ruhsat verilmesi uygun görülmüştü.658 4) Mustafa Nâili Paşa Döneminde Girit Limanlarının Temizlenmesi Girit adasında 1844 yılı Haziran ayında liman temizliği yapılması gündeme gelmişti. Mustafa Nâili Paşai Meclis-i Vâlâ’ya gönderdiği bir yazısında Hanya, Kandiye ve Resmo limanlarının kum ile dolu olduğunu, bu yüzden tüccar gemilerinin bu limanlara giremediğini ve ticaretle uğraşan ahalinin zarar gördüğünü, 657 658 A. MKT. UM, nr. 13/20 İ. HR, nr. 78/3818 214 bundan dolayı adı geçen limanların temizlenmesi gerektiğini belirtmişti. Limanların temizliğiyle ilgili olarak daha önce Meclis kararıyle İngiltere’den iki çeşit alet getirilmişti fakat bunların hem kullanım süreleri dolmuştu ve hem de tamir ve bakıma ihtiyaçları vardı. İngiltere’den vapur kuvvetiyle işleyen mancınıklar kiralanmasıyla limanların kolay bir şekilde tahliye ve temizliği yapılabilirdi. Fakat bakım ve tamir masrafını ödemek ya da yenisini kiralamak yerine yeni temizleme makinaları almak daha mantıklı görünüyordu. İngiltere Konsolosu aracılığıyla mancınığın teknesiyle ve makinası 600 kese akçeye kadar satın alınabileceği ve bir ayda ödenecek gümrük ücreti, tayfa ve mühendisin aylık masrafları 15 bin kuruş olacağı tahmin edilmekteydi. Mancınığın satın alınması fikri, hem daha az maliyetli ve hem de ileride gerekli durumlarda kullanılabilir olmasından dolayı daha faydalı olabilirdi. Bu anlamda Hanya, Kandiye ve Resmo Limanları’nın temizliğinde kullanılmak üzere İngiltere’den bir mancınığın satın alınması 20 Mart 1844 tarihinde Meclis-i Vâlâ’da uygun bulunmuştu.659 Konsolos ile görüşülerek İngiltere’de olan fabrikalarda mancınık teknesiyle temizleme makinesi aleti sipariş edilmişti. Limanların temizliğini yapacak vapur ve temizlik aletinin inşası için İngiltere konsolosunun Londra’daki bir adamına iş verilmişti. Bu kişinin maliyetin başta verilen fiyattan biraz fazla tutacağını beyan etmesi üzerine makinaların imalatı biraz ertelenmiş, bu yüzden geminin inşası biraz gecikmiş ve dolayısıyla söz verilen zamanda gönderilmemişti.660 3 yük 18 bin 964 kuruş 25 paraya mal edilmiş olan makine Girit’e getirilirken mühendis, usta ve makineciler de birlikte gelmişti. Daha başka lazım olan aletler satın alınmak suretiyle tedarik edilmişti. Aletlerin denize indirilmesinin masrafı, 1 yük 3 bin 128 kuruş 6 para, limanlardan çıkarılacak kumun tahliyesi hariç denize çıkarılması hususunda gerekli görülen dört büyük tekneyle bir filikanın masrafları 40 bin 476 kuruş 32 para olmak üzere toplam masraf 4 yük 62 bin 169 kuruş 23 para olmuştu. Girit adasındaki Hanya, Resmo ve Kandiye Limanları’nın temizliği için İngiltere’den satın alınan liman temizleme makinesinin parası ve makina kullanılırken yapılan bu masraflar, 659 660 C. BH, nr. 74/3509 İ. HR, nr. 27/1264 215 Mustafa Nâili Paşa tarafından ada hazinesinin 1844 yılı gelirlerinden karşılanmıştı. Denizden çıkarılacak öteberi de devlet hesabına satılmıştı.661 Mustafa Nâili Paşa limanların temizliği konusundaki hassasiyetini her vesileyle dile getirmişti. 9 Haziran 1845 tarihinde yayınladığı bir ilan ile Girit sahilinde bulunan limanlara gelen gemileri, safralarını liman içine dökmemeleri gerektiği konusunda uyarmıştı.662 Nihayet 1846 yılı sonbaharında Resmo Limanı’nın temizliğine başlanmıştı. Mancınık gayet kullanışlı olmasından dolayı hızlı bir şekilde işlemekte olduğu, usta ve makinecilerle özenli bir şekilde çalıştığı gözlemlenmişti. Daha önce liman temizliğinde kullanılmış olan mekanizmalar tamir edilmiş olsa idi hâlâpek çok hasar meydana gelme ihtimali vardı. Ayrıca diğer limanların temizlenmesi birkaç seneyi bulabilirdi. Fakat bu şekilde, 6 ay zarfında limanların temizleneceği haber verilmişti. Resmo Limanı’ndan çok eski zamanlarda pek çok taş çıkarılmıştı, bu sefer de yine mancınık taş çıkarmakla epey uğraşmıştı. Limanın tamamen temizlenmesi ve tahliyesi konusu söz konusu taşların tamamen çıkarılmasıyla mümkün olacaktı. Bu mesele temizlik işinin uzamasına sebep olmuştu. Kandiye ve Resmo Limanları’na gemi yanaşamaması nedeniyle, her sene daha fazla zarar edildiğinden dolayı bu zaman kaybı mazur görülmüştü. Bu şekilde temizleme makinasıyle önce Resmo ve daha sonra Kandiye Limanları’nın 1847 yılı yaz sonuna kadar tamamen temizlenmesi mümkün olacaktı. Hanya Limanı’na şimdilik gemiler rahat girip çıkabildiği için bu limanın temizliği en sona bırakılmıştı. Temizlik masrafı olarak her ay 10 bin kuruştan daha az akçe gideceği tahmin edilmişti. Resmo ve Kandiye Limanları’nın temizliğinin bitmesinden hemen sonra Hanya Limanı’na başlanması kararlaştırılmıştı. Padişah, bundan sonra çeşitli yerlerdeki limanların temizliğinde de bu makinenin kullanılmasını emretmişti. Bu eylemin Mustafa Nâili Paşa tarafından yapılıyor olması takdire şayan bir işti. Mustafa Nâili Paşa’nın liman temizliği konusundaki gayreti ve titizliği Bâbıâli’nin de dikkatini çekmişti. Bu anlamda kendisine taltif ve teşvik yazıları 661 662 C. BH, nr. 29/1365 A. MKT, nr. 24/77; Mahir Aydın, Girit Sarı Kitap, s.13 216 gönderilmişti. Paşa’nın bu çabası taltif edilmek suretiyle daha da 663 gayretlendirilmişti. E) MUSTAFA NAİLİ PAŞA DÖNEMİNDE ADADA YAPILAN TAMİRAT VE İNŞAATLAR 1) Kilise İnşaatları ve Tamiratı Mustafa Nâili Paşa döneminde Girit adasında yeni kiliseler inşa edilmesine ve mevcut kiliselerin de tamirine izin verilmişti. Kandiye Kalesi’ndeki eski kilise arazisi üzerine yeni bir Katolik kilisesi yapılması gündeme gelmişti. Girit Adası Kandiye Kalesi’nde yaşayan Avrupalı 5-6 ailede toplam 30-40 Katolik ve bunların da 2 papazı vardı. Bunların uzun zamandan beri sahip oldukları harap halde bulunan eski bir kiliseleri ve arsaları vardı. Bu arsa üzerine yeniden bir kilise inşasına niyetli oldukları bilinmekteydi. Bir vesileyle önceden beri kale dâhilinde harap olarak ellerinde bulunan kiliselerinin arsasına yeni bir kilise inşası yapılması fikri ortaya çıkmıştı. Bu fikir, Fransa Devleti sefareti tarafından da desteklenmişti. Kandiye Kalesi içinde Katolik rahiplerine ait olduğu söylenen bu arsanın geçmişi ve hâlihazırdaki durumuyla ilgili bir tahkikatın yapılması uygun görülmüştü.664 Yaptırılacak olan yeni kilisenin yeri ve eski kilisenin de tamiri için belde valisi nezaretinde meclis azaları, mimar ve mühendisler tarafından keşif ve muayene edilerek ölçümler yapılması için 17 Aralık 1846 tarihinde çalışmalara başlanmıştı. Yeni yapılacak kilise için Kandiye Sancağı kaymakamı, Kandiye naibi ve meclis azalarıyla Kara Mühendishanesi’nde memur Hasan Efendi ile yerli bir mimar o yere giderek kilise yapılacak yerde ölçümler yapmışlardı. Yapılacak olan kilisenin hiç bir tarafa zararı olmadığı belirtilmişti. Bu konu 21 Aralık 1846 tarihinde Kandiye Meclisinde müzakere edilmiş ve 15 gün sonra kilisenin bir planı çizilmişti. Bu plan ile birlikte gerekli bilgiler, Mustafa Nâili Paşa tarafından merkeze gönderilerek 663 664 İ. MVL, nr. 81/1605 HR. MKT, nr. 33/35 217 onaylarına sunulmuştu.665 Paşa, Kandiye Kalesi’ndeki Katolik rahiplerine ait kilisenin aslına sadık kalınarak tekrar inşa edilmesini istemişti.666 Yine Kandiye Kalesi yakınlarında bulunan eski bir kilisenin, depremden dolayı tamamen yıkılması üzerine, yerine yenisinin yapılması düşünülmüştü.667 2) Yol Tamiratı Mustafa Nâili Paşa’nın Kandiye’de okul olarak hizmet gören bir konağı vardı. Bu konağın tamiri ve Kandiye yakınlarındaki suyun kale içindeki saraya akıtılmasıyla ilgili yapılan keşif ve masraflar Mustafa Nâili Paşa tarafından temin edilmişti.668 Ayrıca 22 Ekim 1843 tarihinde Kandiye Kalesi’nde tamir gereken yerler düzeltilmişti. 15 Kasım 1845 tarihinde, Resmo Gümrüğü iskelesinin ve fener kulesinin bakım ve tamirleri yapılmıştı.669 Zaman zaman Kandiye, Hanya ve Resmo sancaklarındaki vali konağıyla karakol ve diğer yerlerin de tamirleri yapılmıştı. Suyolu tamiratı öncesinde keşifler yapılmıştı. 1847 yılında gerçekleşen keşif işlerinden bazıları Mehmet Efendi adında bir mühendis tarafından yapılmıştı.670 1847 yılı sonbaharında 4 gün 4 gece boyunca adada meydana gelen çok şiddetli yağmur ve fırtına nedeniyle birçok yer zarar görmüştü. Şiddetli yağmur nedeniyle oluşan sellerde başta Sevde olmak üzere pek çok kale ve hendek harap olmuş, köprüler bozulmuş, birçok bina ve duvar yıkılmıştı. Hanya Kalesi’nde şiddetli yağmurdan bir tarafı yıkılan yüksek tabyanın tamir edilmesine dair kale sakinleri, Mustafa Nâili Paşa’dan yardım talebinde bulunmuşlardı.671 Mustafa Nâili Paşa, vaziyeti bir rapor halinde saraya bildirmişti. Şiddetli yağmur Hanya’dan Kandiye’ye kadar olan caddenin bazı yerlerini ve köprülerini bozup yıkmıştı. Kandiye, Hanya ve Resmo kalelerinde bulunan hendeklerin bazı yerleri tahrip olmuştu. Hanya’ya iki saat 665 HAT, nr. 1646/9 HR. MKT, nr. 36/76 667 A. DVN, nr. 63/4 668 A. MKT, nr. 4/72 669 C. ML, nr. 158/6686 670 İ. DH, nr. 143/7397 671 A. MKT, nr. 143/99 666 218 mesafede dağ eteğinde bulunan yerin yolu tamamen bozulmuş olduğundan halkı yüksek dağ üzerinden beş saat kadar dolaşmaya mecbur kalmış ve bu durumdan şikâyetçi olarak yeni bir yol açılmasını talep etmişlerdi. Mustafa Nâili Paşa, tamirat yapan işçilere devletin ekmek ve gereği kadar malzeme verileceğini, yıkılmış ve tamiri zorunlu olan yerlerin cüzi masrafla tamirine bakılacağını bildirmişti. Yıkılan yolun üst tarafında yeni bir yol ile bu esnada bulunan suya da bir çeşme yapılmıştı. İşçilere verilen ekmek parasıyla çeşmenin inşaat masrafları olan 7077 kuruş, Hanya sancağının 1847 senesi öşür bedelinden tedarik edilmiş ve bu durum bir mazbatayla Mustafa Nâili Paşa tarafından maliyeye bildirilmişti.672 Mustafa Nâili Paşa, Sevde Kalesi’nin bazı yerlerinin selden zarar gördüğünü haber alınca bizzat bu kaleye giderek her tarafını kontrol etmiş ve kalenin büyük ve işe yarar tabyasının yıkılmış olduğunu görmüştü. Bu tabya ortadan ikiye ayrılmış ve top mazgallarının altında bulunan duvarlar parçalanarak denize düşmüştü. Hatta öyle ki, bu sayede iki yerden kaleye girmenin yolu açılmıştı. Mazgallarda bulunan toplar dışarıda kalmak zorunda bırakılırsa bir sonraki fırtınada denize düşecekleri anlaşıldığından bu topların kaleye girdirilmesi de mümkün olmadığından yıkılan duvarların az bir masrafla tamir edilmesi gerekiyordu. Mustafa Nâili Paşa, yağmur ve fırtınadan önce uzun süredir duvarların tamire ihtiyacı olduğunu ancak bunun yapılmadığını, fırtınanın bu durumun anlaşılmasını iyice ortaya çıkardığından gerekenin yapılmasını talep etmişti. Yıkılan yerlerin tamir ve bakımlarının yapılması için Mustafa Nâili Paşa, muayene ve keşif yapmak ve keşif defterleriyle resimlerini tanzim etmek üzere saraydan bir mühendis gönderilmesini istemişti. Bu talep, Meclis-i Vâlâ’da görüşülmüş, durum Tophane-i Amire müşirine haber verilmişti. Tamiratın gerekli olduğu kanaatine varılmıştı. Suyollarının keşfi ile görevli olarak Girit’te bulunan mühendislerden Mehmet Efendi’nin bu konuda bilgisi olması dolayısıyla görevine 672 A. MKT. UM, nr. 11/67 219 ilaveten bu yerlerin tamirat keşfi için görevlendirilmesi Meclis-i Vâlâ tarafından uygun görülmüştü. Padişah da bu kararı onaylamıştı.673 1848 yılı sonbaharına doğru Sevde Kalesi tamir edilmişti. Nizâmiye askerlerinin ikamet ettikleri kışlalar da 1848 yılı sonlarında bakım ve onarımdan geçirilmişti.674 1847 yılı kışının ağır geçmesinden dolayı zarar görmüş olan kışla ve hastanelerin tamiri 1849 yılı başlarına kadar devam etmişti.675 Bu tamirat masrafları devlet tarafından karşılanmıştı. F) MUSTAFA NAİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT’TE SALGIN HASTALIKLAR VE KARANTİNA UYGULAMALARI 1) Girit’te Karantina Müdüriyeti Kurulması Tarih boyunca çeşitli salgın hastalıklar, insanların hayatlarını kaybetmelerine neden olmuştu. Veba, kolera, tifo, çiçek gibi bulaşıcı hastalıklar pek çok büyük salgınlara neden olmuşlardı. Bu salgınlarla insanlar kitleler halinde hayatlarını kaybetmesine tıbbi bilgiler mani olamamıştı. Önceleri alınan basit önlemler işe yaramaz hale gelince 19. Yüzyıla gelindiğinde daha modern tedbirler almak gerekmişti. Bu yüzden Karantina Teşkilatı kurulmuştu. Tüm dünyada olduğu gibi, bulaşıcı hastalıkların Osmanlı Devleti dâhilinde de sık sık görülmesi, karantina teşkilatının kurulmasını zorunlu kılmıştı.676 II. Mahmut her alanda olduğu gibi sağlık alanında da yenilikler yapmış ve kolera salgınlarına karşı ilk tedbir olarak Tıbbiye’yi kurmuştu. Bununla birlikte çoğalan salgın hastalıklara karşı karantina faaliyetlerinin etkin bir şekilde sürdürülmesi için 1838’de II. Mahmut’un emriyle Karantina Meclisi 673 İ. MTZ. GR, nr. 5/74 İ. MVL, nr. 129/3398 675 A. MKT. MHM, nr. 18/79 676 Osmanlı Devleti’nde karantina ilk defa, Rusya’da ortaya çıkan ve yayılan kolera nedeniyle buradan Osmanlı limanlarına gelen ticaret gemilerine uygulanmıştı. Ciddi manada tatbik edilen ilk karantina uygulaması, 1831 yılında İstanbul Boğazında uygulanmıştı. Pek çok ülkede görülen koleranın askerlere bulaşması engellemek istenmişti. Gülden Sarıyıldız, Hicaz Karantina Teşkilatı (18651914), Ankara 1996, s.5 674 220 oluşturulmuştu. Taşralarda da bu meclise bağlı çalışan Karantina Müdürlükleri kurulmuştu. Bu müdürlüklere maaş karşılığında görevli idareciler ve tabipler yollanmıştı. Farklı bölgelerde görev yapan müdürlerin ve çalışanların maaşları da farklı olmuştu. Mesela, 1841 yılı Haziran ayında Girit Karantina müdürünün maaşı 6000, çalışan diğer memurların 7340 kuruşken; Filibe Karantina müdürünün maaşı 1500, Selanik’te görevli müdürün maaşı 2000, Kütahya Karantina müdürünün maaşı ise 1500 kuruş idi. Bu şekilde 1841 yılında taşra karantina müdürleri içinde en fazla maaşı Girit’te görev yapan müdür almıştı.677 Karantinanın uygulanacağı yerler, İstanbul ve Çanakkale Boğaz’ları, sahiller, limanlar ve ticaret merkezleri olarak belirlenmişti.678 Girit’te karantina uygulamasının yürütülmesi gereken yerlerin başında gelmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın valiliği döneminde, Girit’te karantina nizâmından 11 Mart 1841 tarihinde atanan Mösyö Kaporal sorumlu idi. Kaporal, aynı zamanda Mustafa Nâili Paşa’nın doktoru ve en iyi sırdaşı idi. Kaporal’in başkanlığında kendilerine güvenilen birkaç tüccardan oluşan bir karantina meclisi tesis edilmişti. Bu meclisin azaları, vazifelerini bir karşılık beklemeden fahri olarak yerine getirmişlerdi.679 Kaporal’in yanında Girit adası genel karantina memuriyetine Süleyman Ağa görevlendirilmişti.680 Görevini layıkıyla yaptığı için Süleyman Ağa, görevinden azledilmemiş, ertesi yıl Girit Karantinası Müdürü olarak vazifesine devam etmişti.681 Girit adasının iki noktasında karantina müdürü atanmıştı.682 2) Girit’te Kolera Salgını Salgın hastalıklar, tarihin her döneminde insanlığın var olmasına karşı bir tehdit unsuru olmuştu. Özellikle kolera salgını insanlığa 19.yüzyılda, vebadan daha fazla zarar veren bir hastalık olmuştu. Büyük kayıplara neden olan bu hastalık, diğer 677 Gülden Sarıyıldız, “Karantina Meclisi’nin Kuruluşu ve Faaliyetleri”, Belleten, c. LVIII, S. 222, Ağustos 1994, s. 329-376 678 Sarıyıldız, a.g.e., s.7 679 C. SH, nr. 4/194 680 A. MKT, nr. 8/35 681 HR. MKT, nr. 1/37; HR. MKT, nr. 1/61 682 İ. MTZ. GR, nr. 5/72 221 ülkelere Hindistan vasıtasıyla diğer ülkelere yayılmıştı. Bunun yanı sıra Asya ve Avrupa’da da çeşitli kolera salgınlarına rastlanmıştı. Asya kolerası Batı’ya karadan ve denizden olmak üzere iki yoldan yayılmıştı. Deniz yolu güzergâhı, Kızıldeniz kıyıları, Mısır ve Akdeniz olduğundan683 Girit’te tehlike altında kalmış ve kolera salgınlarına rastlanmıştı. 1847 yılı sonbaharında Girit’te kolera salgını ortaya çıkmıştı. İstanbul’dan Girit’e bu hastalıkla ilgili olarak neler yapılması gerektiğini anlatan küçük kitapçıklar yollanmıştı. Bu vesileyle hastalığın daha fazla yayılmaması için Mustafa Nâili Paşa tarafından gereken tedbirler alınmıştı.684 1848 yılı sonbaharında Kuşadası’ndan yelkenliyle Girit’e gelen Nikola’nın getirdiği eşyalarla Resmo Sancağındaki bir köye kolera hastalığı bulaştırdığı için köy, Mustafa Nâili Paşa tarafından karantinaya alınmış ve hastalık defedilmişti.685 Sadece Resmo’da değil Hanya’da da kolera salgını baş göstermiş, karantina usulü sayesinde hastalığın daha fazla yayılması önlenmişti.686 Girit’te, 3 Kasım 1850 tarihinde karantina uygulaması yapılmıştı.687 Mustafa Nâili Paşa’nın valilik döneminde, Girit adasında bazı zamanlarda kıtlık yaşandığı da görülmüştü. Kıtlık nedeniyle dışarıya çıkarılması yasaklanan zahire satışı, tehlikenin ortadan kalkmasıyla 1847 yılı yaz aylarında serbest bırakılmıştı. 688 G) MUSTAFA NAİLİ PAŞA DÖNEMİNDE YUNAN DEVLETİ VE GİRİT 1) Yunanlıların Granbosa Kalesi İle İlgili Kötü Niyetleri Girit firarilerinin Atina’da bulunan bazı fesatçıları ada ahalisini tahrik etme ve fesat çıkarma düşüncesi içindeydiler. Rumeli taraflarında bir ihtilal meydana 683 Sarıyıldız, a.g.e., s.1 A. MKT, nr. 111/39 685 A. MKT, nr. 172/43 686 A. MKT, nr. 177/58 687 İ. DH, nr. 222/13189 688 A. MKT, nr. 86/74 684 222 gelecek olursa ilk olarak Girit’in doğusunda bulunan Granbosa Kalesi’nin muhafazası gerekmekte idi. Nitekim Yunanlıların Granbosa Kalesi muhafızı ile 60 bin dirhem karşılığında kalenin anahtarının teslim edileceği konusunda anlaşmış oldukları, Atina elçisi Osman Efendi tarafından bildirilmişti. Veli Paşa durumu araştırmak için Resmo nahiyesini gezmekte iken İsfakyalı bir Rum’dan da bununla ilgili haberler alarak durumu Mustafa Nâili Paşa’ya bildirmişti. Kale Muhafızı Kolağası Murad Ağa’nın ihanet içerisinde olduğu şüphelerinin araştırılması689 ve daha sonra da mesele anlaşılınca Granbosa Kalesi’ni Yunanlılara vermek üzere gizlice anlaşan Kale Muhafızı Murad Ağa azledilmişti. Muhafızın İstanbul’a gönderilmesiyle yerine başkasının atanması ve Yunan tehlikesi karşısında gerekli tedbirlerin alınması hususunda Mustafa Nâili Paşa’ya emirler gönderilmişti.690 Bu durum incelenerek, kalenin muhafazasına çok dikkat edilmesi yönünde yapılan 26 Mayıs 1849 tarihli emir gereği, kalenin muhafazası için 90 asker, onbaşı ve çavuş, 7 muvazzaf topçu ile Girit’te olan nizâmiye askerleri alayının birinci taburu sağ kolağası Moralı Murat Ağa geri çağrılmış, Resmo’da olan taburu Hanya’ya iade edilmişti. Yerine alayın 3. taburu sol kolağası Ahmet Ağa, -muhafazaya her dakika dikkat etmek üzere- gerekli tembihlerin yapılmasıyla Granbosa Kalesi’ne gönderilmişti. Bu gelişmelerin ardından Girit’in asayişinin yerinde olduğu anlaşılmıştı. Sabık Murad Ağa hakkında yapılan suçlamalar gerçek ise yalnız azledilmesiyle yetinilmemesi gerekiyordu. Gerçek değilse de, kendisinin böyle bir töhmet altında kalmış olmasının muhakeme edilmesi gerektiği belirtilmişti.691 Dolayısıyla, Bâbıâli tarafından da Murad Ağa’nın ihanetine karşılık yalnız yerinin değiştirilmesi yeterli bulunmamış hemen İstanbul’a çağrılması ve suçunun daha iyi anlaşılarak ona göre ceza verilmesi gerekmişti. Diğer yandan suçu ortaya konularak açıktan açığa hapse götürülmesi uygun görünmediğinden orada bulunan askerin değiştirilmesi ve eksik askerlerin tamamlanması için İstanbul’dan yenilerinin 689 A. MKT, nr. 217/95 A. MKT, nr. 212/53; A. MKT, nr. 206/70 691 İ. MTZ. GR nr, 5/79, lef 6 690 223 gönderilmesi ve yeni askerin celbine memur olarak atanmış olan bir binbaşı ile birlikte Murat Ağa’nın İstanbul’a gönderilmesi uygun görülmüştü.692 Mustafa Nâili Paşa, Granbosa Kalesi meselesinin halledilmesinden sonra da, Temmuz ayında kalenin muhafazası için sürekli yardım yapıldığını, zihninin her an kalede güvenliğin sağlanması ile meşgul olduğunu belirtmişti. Bu yüzden kalenin muhafazasında zerre kadar bir hata ve rehavet meydana getirilmeyeceğini, bu husus ile alakalı olarak mirlivaya yazılı ve sözlü olarak tembihte bulunduğunu merkeze haber vermişti.693 Granbosa Kalesi’nin çarşı ve pazarı, deniz kenarında dükkân ve mağazası olmayıp yalnız önünde bir liman olması sebebiyle kötü hava şartları dolayısıyla barınmak için beylik ya da tüccar gemileri, çeşitli kayıklar limana gelecek olursa hava duruluncaya kadar bir şey denilmeyecekti. Fakat içlerinden taşraya ve taşradan da gemiye kimsenin gidip gelmemesi lazımdı. Ayrıca askerlerin fazlasıyla gözlerini açıp muhafazaya gayret etmeleri gerekmekteydi. Bu hususlar da kolağası Ahmet Ağa ile yüzbaşı ve mülazımları Mustafa Nâili Paşa tarafından uyarılmıştı. Bu mesele dışında, görünürde Girit’in asayişiyle ilgili aleyhte bir durum bulunmamakta idi. Granbosa Kalesi’nin muhafazasıyla ilgili olarak Mustafa Nâili Paşa694 tarafından zaten gereken tedbirler alınmıştı.695 2) Mustafa Nâili Paşa’ya Görevliler Hakkında Yapılan Şikâyetler Mustafa Nâili Paşa, Girit’te bulunan Yunan konsolosu Mösyö Perogli hakkında, adam öldürme suçundan dolayı hapsedilmiş olan bir şahsın kaçırılmasına 692 İ. MTZ. GR, nr, 5/79, lef 5 İ. MTZ. GR, nr. 5/79, lef 3 694 Mustafa Naili Paşa bu olaydan sonra 8 Temmuz 1849 tarihinde belirttiğine göre birkaç seneden beri vücudunda ağrılar meydana gelmekte idi. Zaman zaman vücuduna sıkıntı veren ağrıların artık fazlasıyla artmış olduğu ve bu ağrıların çok fazla ıstırap verdiğinden dolayı kendisinin tedavi olması için Bursa tarafına gitmesi gerekmiştir. On beş yirmi gün kadar kaplıcalarda suya girmek istediğini ve Girit’in asayişinin yerinde olduğunu, Granbosa olayının gitmesine bir engel oluşturmadığını, eğer izin verilirse Ağustosun başında Girit’te olacak olan vapura binerek Girit’ten ayrılmak isteğinde olduğunu seyahatinin kısa sürmesi dolayısıyla yerine Veli Paşa’nın vekâlet edeceğini bildirmiştir. Bâbıâli’den gelen cevapta, Veli Paşa’nın vekâleten yerine bakacak olması, seyahatinin kısa sürecek olması ve adada asayişin yerinde olmasından dolayı Müşir Paşa’nın Bursa’ya gitmesinde bir mahsur görülmediği 20 Temmuz 1849 tarihinde belirtilmiştir (İ. MTZ. GR, nr. 5/79-M). 695 İ. MTZ. GR, nr. 5/79, lef 2 693 224 vesile olduğu gerekçesiyle şikâyette bulunmuştu. Bunun üzerine Hariciye’den Yunan maslahatgüzarına bir yazı gönderilmişti. Yunan Maslahatgüzarı tarafından Hariciye Nezaretine 1846 yılı Haziran ayında gönderilen cevapta, Girit’te görev yapan memurlar hakkında tebaanın şikâyetini ve adada bulunan Yunan konsolosu Mösyö Perogli hakkında suçlamaları içermekteydi. Konsolos dört sene önce öldürülmüş olan bir şahsın katilini kaçırmakla suçlanmaktaydı. Yunan elçi vekili, suçlamanın bir iftira olduğunu iddia etmişti. Bu iftiranın birisi tarafından tertip edilmiş olduğunu ve vali Mustafa Nâili Paşa’nın konsolos aleyhine tahrik edildiğini ifade etmişti. Konsolosun hapishanesinden mahkûmun firar etmesi, konsolosun bir ihmali mi yoksa katil ile bir işbirliği içinde mi olduğu anlaşılamamıştı. Başka bir şikâyet sebebi ise, Mustafa Nâili Paşa’nın küçük oğlu, Hanya meclis reisi Kerim Bey’in uygulamaları hakkındaydı. Yirmi yaşında bir delikanlı olarak kâh meclis reisi sıfatıyla, kâh babasının yetkilerine güvenerek Fransız ve Yunan konsoloslarının itirazlarına rağmen, Yunanlılar hakkında haksız uygulamalarda bulunmuştu. Kerim Bey, Hanya’da oturanların şehirden dışarı çıkmalarını yasaklamıştı. Halk şehrin dışına ne gezip dolaşmak için ne de ihtiyaçlarını karşılamak için çıkamıyordu. Aksi davranışlarda bulunanlar ise, şiddetle cezalandırılmıştı. Bir gece şehrin sokaklarında yürüyen üç Yunanlı, ellerinde fenerleri olduğu halde tutuklanmış, içlerinden birisi hapsedilmiş, dışarı çıkmak istediklerini belirtmeleri üzerine meclis azalarından birisi tarafından Yunan milletine ve devletine hakaretler edilmişti. Diğer bir sorun ise yabancılarla evlilik meselesiydi. Yunanlı bir erkek ile yerli halktan bir kız, babasının rızasıyla iki buçuk seneden beri nişanlı iken, izdivaçları hususunda baş metropolit tarafından bazı zorluklar çıkarılmıştı. Kız babasının evini terk ederek bir yabancı tüccarın evine kaçmış ve nişanlısıyla evlenmişti. Bu durum suç olarak değerlendirildiğinden bu şahıslar yakalanarak hapsedilmişti. Konsolos, şahısların tahliye edilmesini istemiş fakat bu hareket nizâma aykırı bulunmuş, kendilerine adeta bir suçlu nazarıyla bakılmıştı. Konsolos en sonunda durumu valinin görüşüne havale etmişti. Mustafa Nâili Paşa, meclis reisini dinleyerek şahısların 225 memleketten çıkarılmasını istemişti. Elçi vekili ise bunu keyfi bir uygulama olarak değerlendirmiş ve bu keyfiliklerin sonlandırılmasını rica etmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın konsolosla ilgili suçlamaları ve elçi vekilinin iddiaları mecliste görüşülmüş ve bir karara bağlanmıştı. Öncelikle, konsolosun katili kaçırdığı iddialarına karşı, Mustafa Nâili Paşa huzurunda suçsuzluğunu ispat etmesi gerekli görülmüştü. İkinci olarak memurların, Rum ahaliye hakaret etmeleri ve şiddet kullanmalarının engellenmesi, daha ihtiyatlı davranmaları sağlanmalıydı. Evlilik meselesinde ise, devletin kendi tebaasından olan kızların, yabancı adamlarla evliliği uygun görülmediğinden, evinden kaçan kızın ve kocasının adaya ayak basmamak şartıyla kovulması gerekiyordu. Reaya kızlarının evlilik ve nikâhı patrikhanelere ve onlar tarafından metropolit ve piskoposlara verilmişti. Bundan sonra kanunlara aykırı işler yapmaya cesaret eden metropolit ve papazlar şiddetle cezalandırılacaktı. Mecliste alınan bu kararlar, padişahın da onayından geçerek 17 Eylül 1846 tarihinde Mustafa Nâili Paşa’ya yollanmıştı. 696 Mustafa Nâili Paşa’nın şahsıyla alakalı şikâyetler de yapılmıştı. Akdeniz’de bulunan donanma fırkateyninden Mustafa Paşa görevi üzerine Girit’e varmış gemi ahvalini de yanına alarak Hanya Kalesi’nde Ferik Mahmud Paşa’nın konağına varması ile hâkim, müftü ve beldenin ileri gelenleri yanına gelerek taleblerini bildirmişlerdi.Hanya sancağında bulunan Müslümanlar da benzer taleplerini dilekçe yazarak belirtmişlerdi. Bu dilekçelerde, Mustafa Nâili Paşa’nın gayrimüslimleri kayırdığı, Müslümanların mağdur olduğu irdelenmişti. 1841 isyanının bastırılması sürecinde Seline sahilinden adaya gelen eşkıyanın 500 kadar Müslümanı öldürdüğü belirtilmişti. Hanya’da da Müslümanların adayı boşaltmaları için mallarının gasp edildiği, bu zararın aynı zamanda devlet malına verilmiş bir zarar anlamına geldiğini ifade etmişlerdi. Bunlar dikkate alınmadığı takdirde silahlanan reayanın adayı ele geçireceği endişesiyle bir an evvel asayişin sağlanması talep edilmişti. Ada reayasının eşkıyaya uyarak Müslümanlara verdikleri zararın da karşılanmasını 696 İ. MTZ. GR, nr. 3/60 226 istemişlerdi. Eğer olaya müdahele edilmezse adada hiç Müslüman halkın kalmayacağı ifade edilmişti.697 3) Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’e Dönmek İsteyen Muhacirlere Uyguladığı Politika 1841 yılında Girit’te çıkan isyan nedeniyle bazı Girit ahalisi, olaylara müdahil olmamak için adayı terk ederek Yunanistan’a yerleşmişti. Aileleri ve evlatlarının selameti için işlerini, karlarını, kazançlarını, ticaretlerini terk etmişler ve Yunanistan’a gitmişlerdi. Bu kişiler isyan sona erdikten sonra bir güven ortamı sağlanıp, emniyet ve asayiş yeniden tesis edilince Girit’e tekrar dönüp ticaretle meşgul olmak istemişlerdi. Girit’e dönmek isteyen kişilerin beş yıl önce Girit’ten çeşitli ayrılma sebepleri vardı. Kimisi meydana gelen fitne ve ihtilal dolayısıyla ortaya çıkan vergiler ve şahsi borçlarını ödeyemediklerinden, kimisi de iftira edilen suçlar dolayısıyla korkarak vatanlarını terk etmek suretiyle devletin farklı yerlerine veya başka yerlere firar etmişlerdi. Asıl memleketlerine dönmek isteyen Giritliler, artık Yunanistan’da kalmak istemediklerini, Yunanistan’da sefil bir hayat yaşamakta olduklarından dolayı geri dönmek arzusunda olduklarını ısrarla bildirmişlerdi.698 Göçmenlerin Yunan hükümetinden bazı talepleri olmuş, Yunan Devleti tarafından da kendilerine pek çok vaatler yapılmışsa da, hiçbirisi yerine getirilmemişti.699 Giritlilere yapılan zulüm ve saldırılara, Yunan askerleri tarafından göz yumulmaktaydı. Taşralarda Müslümanlardan birkaç kişi haksız yere idam edilmişti. Evinde masum bir şekilde oturan İbrahim Ağa adlı bir ihtiyar, idam edilerek malları 697 İ.MTZ. GR nr. 4/51 Girit’te bulunan akraba ve hemşerileri de göçmenlerle ilgili olarak ada yönetiminden bazı taleplerde bulunmuşlardı. Onların affedilmesini, memleketlerine geri dönmelerine ve iskânlarına izin verilmesini, vatanlarından ayrılanların sefalet içinde kalmalarına merhamet edilmesini istemişlerdi (İ. MTZ. GR, nr. 4/57, lef 1). 699 Göçmenler, durumlarına göre kendilerine 30-35’er dönüm tarla ve birer miktar para verilmesini istemişlerdi. İçlerinden birisinin Yunan kralına savaş yaveri ve en büyük ihtiyarlar meclisine bir ve diğer meclise üç Giritli memur edilmesini, mekteplerine hocalar seçmek ve maaş bağlanması gibi çeşitli imtiyazlar verilmesini hükümete teklif etmişlerdi. Eğer bunlar yerine getirilmezse içlerinden birini Londra’ya göndererek istedikleri imtiyazları almaya çalışacaklarını bildirmişlerdi (İ. MTZ. GR, nr. 4/62, lef 1); Aslında Girit firarilerinin Yunan meclisinde vekil olmaları Osmanlı Devleti’nin hukukunave çıkarlarına aykırıydı. Bülent Akyay, a.g.t., s.131-138 698 227 gasp edilmiş, hatta üzerindeki elbiseler bile çalınmıştı. Bu gibi zulüm ve düşmanlıkların meydana gelmesi ve daha da kötüsü askerlere bu tür kötülüklerin yapılmasına müsaade edilmekteydi. Artık Müslümanların Yunanistan tarafında bulunması sakıncalı bulunmuş ve bir çare aranmıştı.700 Atina’da bulunan Osmanlı sefiri Kostaki tarafından 18 Şubat tarihinde Hariciye Nezaretine, Yunanistan’da oturan Müslümanların emlak almaları ve satmalarıyla ilgili bir yazı gönderilmişti. Dört ay önce bu meseleyle ilgili olarak elçi tarafından nasıl davranılacağı sorulmuş, fakat henüz bir cevap alınamamıştı. Yunan hükümeti, emlak alım satımı hususunda bir düzenleme yapması için mecbur tutulmuştu. İstanbul’da bulunan Yunan sefaretine, emlak meselesi konusunda Yunan hükümeti tarafından hemen bir düzenleme yapılmadığı müddetçe Osmanlı sınırları içinde yaşayan Yunan vatandaşlarının işlerine de asla bakılmayacağı haber verilmişti.701 Osmanlı Devleti ile Yunan Devleti arasında pek çok seneden beri sürünmekte olan Müslüman halk, günden güne perişan olmaktaydı. Emlak konusunun acil bir neticeye bağlanmasını beklemekteydi. Müslümanların emlak meselesinden dolayı haksız muameleler yapılmış ve bunca seneden beri süregelen bu vaziyet sonucu Osmanlı tebaasının mal ve emlaki telef olmuş, kendileri de perişan edilmişti. Girit ahalisini, Osmanlı Devleti aleyhine tahrik etmek için Yunanistan tarafından gelenlere engel olunmamış, dönüşlerinde de kabahatli görülmemişti. Kendilerine iyi muamelelerde bulunulmuş ve istedikleri yerlerde oturmalarına izin verilmişti.702 Yunanistan’da bulunan Giritli aileler vatanlarına geri dönmek isteklerine dair İstanbul’a vekiller göndermişlerdi.703 Bu vekiller aracılığıyla Yunanistan’da huzursuz olduklarını, eski vatanlarına geri dönmek istediklerini, Yunanlıların da bunu engellemek için fesat çıkardıkları, asayişi bozduklarını, bunlardan dolayı kendilerine iskânları konusunda kolaylık sağlanması yönündeki isteklerini 700 İ. MTZ. (01), nr. 1/18, lef 4 İ. MTZ. GR, nr. 1/10, lef 2 702 İ. MTZ. (01), nr. 1/18, lef 16 703 Yunanistan’dan eski topraklarına dönmek isteyen aileler tarafından durumlarını bildirmek için İstanbul’a gelenlerden -birisi Yenişehirli ve Müslüman diğer iki kişi reayadan olmak üzere- üç kişiye geri döndükten sonraki masraf ve ihtiyaçları için padişah tarafından bir miktar hediye verilmiştir. Ayrıca bunlar beş altı aydan beri İstanbul’da ikamet ettiklerinden masrafları için Yenişehirli’ye 5.000 diğerlerine 3.000’er kuruş hediye verilmesine karar verilmiştir (İ. MTZ. GR, nr. 4/58). 701 228 bildirmişlerdi.704 5 Mayıs 1846 tarihinde, Yunanistan’a göç eden Girit muhacirlerinin vatanlarına iadelerinde mahzur olup olmadığı üzerinde durulmuş705hatta bir takım tartışmalara sebep olmuştu. Mustafa Nâili Paşa da, bu talebe çok sıcak bakmamıştı. Zirâ adanın asayişi sağlanmış ve bir huzur ortamı kurulmuştu. Muhacirlerin adaya dönmeleri yeni bir karışıklığa sebep olabilirdi. Fakat bu kişilerin adaya dönmelerine mani olmak devletin politikasına uygun olmazdı. Bunların fesat çıkarma gibi bir niyetlerinin olma ihtimali çok azdı. Zirâ göçmenler, isyan sebebiyle zaten ziyadesiyle zarar gören taraf olmuşlardı. Bu suretle göçmenlerin adada işlerinin başına dönmelerine kimse tarafından muhalefet edilmemesi ve Osmanlı Devleti’nde eskiden olduğu gibi ticaret yapmalarının serbest olması için izin verilmişti. Buna karşılık eğer aralarında uygunsuz hareketlerde bulunanlar olursa derhal adadan uzaklaştırılacaktı.706 Mustafa Nâili Paşa, Yunanistan’dan dönmek isteyen Girit muhacirlerinin kendisine göndermiş olduğu dilekçelerle ilgili bir layiha hazırlamış ve Meclis-i Vâlâ’ya sunmuştu. Mustafa Nâili Paşa, bu esnada İstanbul’da olduğundan, Meclis-i Vâlâ’ya çağrılarak layihası okunmuş, mütalaa edilmiş ve bazı konuların üzeri işaretlenerek gerekenin yapılmasına karar verilmişti.707 Yunanistan’da ikamet etmekte olan Girit muhacirlerinin asıl vatanlarına nakledilmesi ve iskân edilmeleri meselesi mecliste detaylı bir şekilde görüşülmüştü. Yunanistan’da oturan Girit muhacirleriyle, beş sene önce 1841 yılında Yunan topraklarına göçen 4.000 kişiye, istekleri doğrultusunda, eski vatanlarına nakillerinde kolaylık sağlanacaktı. Gerekli incelemeler yapıldıktan sonra bazı şartlar yerine getirilirse, eski toprakları kendilerine verilecekti.708 Bâbıâli tarafından verilen bu cevap metninin bir sureti kendilerine verilmek üzere İstanbul’da bulunan adamlarına, bir sureti de Mustafa Nâili Paşa’ya verilmiş ve gerekenlerin yapılması emredilmişti. Mustafa Nâili Paşa, Yunanistan’a kaçmış olan Rumlardan geri dönenlerin gerekli güvenlik gözetiminden geçirilerek iskân edilmeleri için elinden geleni yapmıştı. 704 İ. MSM, nr. 31/872, lef 2 İ. MTZ. GR, nr. 4/56 706 İ. MTZ. (01), nr. 1/18, lef 1 707 İ. MTZ. GR, nr. 4/66 708 İ. MTZ. GR, nr. 4/57, lef 3 705 229 Adaya geri dönen firarilerin iskân edilmeleri konusunda itina gösterilmişti. Gelecek olan aileler içinde fakir durumda olanlar için hükümetten gemi talep edilmişti. Firarilerin Yunanistan’da kaldıkları süre boyunca rahatsızlıkları devam ettiği için, biran önce iskân edilmeleri gerekiyordu.709 Mustafa Nâili Paşa tarafından Yunanistan’a kaçmış olanlardan geri dönenlerin gerekli güvenlik gözetiminden geçirilerek iskân edilmelerini sağlamıştı.710 Yunanistan’da bulunup eski memleketleri olan Girit’e dönmek isteyenler hakkında, Yunan hükumetinin alacağı herhangi bir tavra karşı bazı gizli tedbirler alınmıştı.711 Giritlilerin sayısının fazla olduğu için büyük bir zarara meydan vermeden dönmelerine çalışılacaktı. 30 Ekim 1846 tarihinde padişah, geri dönmek isteyen Giritlilere her türlü yardımın yapılması gerektiğini bildiren bir irade yayınlamıştı.712 Girit’ten Yunanistan’a geçmiş olan bazı kimselere ait işlerin yoluna konulması için bir memur tayin edilmiş ve kendisine işi bitene kadar yüklü miktarda maaş bağlanmıştı.713 Girit Adasından Yunanistan’a aileleri ile birlikte firar edenler hakkında genel af ilan edilmişti. Göçmenler döndükten sonra Zirâat ve ticaretlerine izin verilecek ve hepsi af edilecekti. İhtiyaçlarını karşılamaları için 5 yıl sonra her yıl bir miktarı geri ödenecek şekilde ödünç akçe verilecekti. 3 yıl süresince vergiden muaf olup sadece cizye vergisi verecek, çok fakir olanlar ise bundan da muaf olacaklardı. Tarım ve hayvancılık için lazım olan malzemeler borç verilmek suretiyle işlerinin kolaylaştırılması sağlanacaktı. Zapt edilmiş emlak ve arazileri başka birinin eline geçmemiş ise eski sahibine geri verilecek, şayet geçmiş ise bunun geri alınması mümkün olamayacağı için, muhacirlere çevre yerlerdeki miri araziden Zirâat yerleri verilecekti.714 Buna karşılık kendilerine sadık hareket edeceklerine dair teminat 709 Bu esnada Rusya’dan bazı kimseler, İngiltere’ye gönderilmişti. Amaçları, koltuğunu bırakacak bir veliahdı olmayan Yunan kralının, hükümeti teslim edeceği birinin şimdiden aday olarak belirlenmesini sağlamaktı. Londra’da diğer devlet elçilikleriyle görüşmüş olan Rusya; İngiltere, Nemçe, Prusya ve Fransa devletlerini de bu ittifaka dâhil etmeye çalışmıştı. Bu gelişmelerden Yunan gazetelerinde bahsedilmiş, bu suretle Girit aleyhine de bazı haberler yayınlanmıştı. Göçmenleri bu tarafa dönmekten vazgeçirmek ve her şeye rağmen gelmek isteyenleri engellemek için bir çare bulma telaşında oldukları açıktı (A. MKT, nr. 54/2). 710 A. MKT, nr. 54/2 711 A. MKT, nr. 53/84 712 İ. MTZ. GR, nr. 4/62, lef 2 713 Cevdet Hariciye (C. HR), nr. 45/2208 714 İ. MTZ. GR, nr. 4/66, lef 3 230 vermeleri gerekmekteydi. Bu şartla, vatanlarına dönmek isteyen muhacirlerin sadık tebaadan olacağına dair söz verilmişti. Bu teminat ve şartlar muhacirlere bildirilmişti.715 İhtilal dolayısıyla Yunanistan’a firar eden ailelerin geri dönmesine Yunan hükümeti engel olmak istemişti. Yunan hükümeti, muhacirlere Yunan pasaportu vermemek üzere zorluk çıkararak bu tür şahıslarla Osmanlının alakasını kesmeyi ve Yunanistan’a yerleşmek zorunda bırakmayı planlamaktaydı. Yunan Devleti tarafından, Girit’e dönmek isteyen kimseler bundan menedilmişlerdi.716 Fakat içlerinden bazıları gizlice kayıklarla dönmeyi başarmışlardı.717 Mesela, 4 Aralık 1848 tarihinde, üç aile Mora tarafından tezkeresiz olarak bir kayığa binerek firar etmişti. Hanya Limanı’na geldiklerinde Mustafa Nâili Paşa bunların her çeşit masraflarını karşılayarak asli vatanları olan Resmo kasabasına göndermişti.718 Hanya sancağına bağlı Apakoron Nahiyesi köyü ahalisinden bir köylü borçlu olmasından dolayı Yunanistan’a firar ettiğini daha sonra geri dönmek istediğini anlatmıştı. Yapılan araştırmalar neticesinde bu olayın gerçek olduğu anlaşılmıştı. Bu ve bunun gibi durumlar Mustafa Nâili Paşa’nın gündemini 1846 yılı boyunca meşgul etmişti.719 Hatta muhacirlerin vatanlarına geri dönme talepleri 1850 yılı sonlarına kadar devam etmişti.720 4) Mustafa Nâili Paşa Döneminde Girit’te Yaşanmış Bazı Münferit Olaylar Mustafa Nâili Paşa’nın valiliği süresince Girit’te 1841 isyanı dışında çok büyük bir karışıklık olmamış, uzun yıllar süren bir huzur ve sükûnet dönemi yaşanmıştı. Fakat arada bazı münferit olaylara rastlanmıştı. 715 İ. MTZ. GR, nr. 4/57, lef 1 İ. MTZ. GR, nr. 2/14 717 İ. MTZ. GR, nr. 4/57, lef 2 718 HR. MKT, nr. 23/18 719 İ. MTZ. GR, nr. 4/62, lef 1 720 HAT, nr. 1237/48139 716 231 İstanbul’dan, adanın muhafazası hususunda uyanık davranılmasına dair Mustafa Nâili Paşa’ya sık sık uyarılar yapılmıştı. Yunan Devleti üst düzey bürokratlarından Osmanlı Devleti aleyhinde fikirler yayan bir şahsın, eski eserleri ziyaret bahanesiyle, Hanya tarafına geldiği haber alınmıştı. Bunun üzerine adı geçen şahsın buradan defedilmesi için Mustafa Nâili Paşa ve Kaptan Paşa’ya emirler gönderilmişti.721 Yunanlıların Osmanlı tebaası arasında isyana yönelik fitne çıkarma teşebbüslerine, Mustafa Nâili Paşa yönetiminde hiçbir zaman fırsat tanınmamıştı.722 Girit firarilerinden olup kaçak yollardan gizlice memleketleri Hanya’ya gelen Yorgi ve yanındaki üç şahıstan ikisi bazı suçlardan dolayı yakalanıp hapsedilmişlerdi. Bu kişilerin hırsızlıktan başka bir niyetlerinin olmadığı anlaşıldığından, Girit firarilerinden olan bu dört kişinin suçlarının kefil karşılığında affedilmesi ve tahliye edilmeleri uygun bulunmuştu.723 Bundan başka Girit’ten Yunanistan’a ve Yunanistan’dan da Girit’e gizlice firar eden şahıslar olmuştu.724 1849 yılında Girit adası firarilerinin yaptıkları fesat ve kışkırtma hareketlerine karşı uyanık olunmasına ve bu durumların açığa kavuşturulmasıyla ilgili olarak Mustafa Nâili Paşa uyarılmıştı.725 Halkı tahrik eden Yunanlı eşkıyanın yakalanması ve çıkması muhtemel karışıklıkların önlenmesi hususunda gerekli tahkikatın yapılmasına ve limanlarda demir atmış olan gemilere karadan ve denizden saldıran eşkıyanın yakalanması ve emniyet tedbirlerinin arttırılması hususunda dair Girit ve diğer bazı yerlere emirler gönderilmişti.726 Bu arada, ahaliyi kışkırtmak için Yunanistan’dan Girit’e geçmiş olan bir takım şahıslar yakalanmıştı.727 Hanya Sancağı Kisamo nahiyesinde bulunan bir manastırın rahibi tarafından eşkıya takımına yardım edilmek suretiyle ahalinin isyana teşvik edildiği haber alınmış, rahibin uygunsuz hareketlerinden dolayı oradan kovulması hususunda Mustafa Nâili Paşa’ya haber gönderilmişti. Bunun üzerine 721 A. MKT, nr. 233/4 A. MKT, nr. 238/109 723 A. MKT, nr. 131/15; MVL, nr. 25/44 724 A. MKT, nr. 164/63 725 A. MKT, nr. 201/16 726 A. MKT, nr. MHM.18/65; A. MKT. MHM, nr. 20/24 727 HR. MKT, nr. 33/40 722 232 Paşa, gerekeni yerine getirmişti.728 Yine Mustafa Nâili Paşa’dan, Kandiye sakinlerinden Rum mektebi hocasının yazdığı zararlı neşriyatlarla devlet aleyhinde faaliyette bulduğundan dolayı İstanbul’a gönderilmesi istenmişti. Kendisine gerekli uyarılar yapıldıktan sonra memleketine gönderilecekti.729 Fakat bu şahıs affedilip, görevi tekrar kendisine iade edilmişti. Eğer bir daha aynı şekilde davranacak olursa bu defa gereken ceza verilecekti. Mustafa Nâili Paşa, bu karara uygun hareket etmişti.730 H) MUSTAFA NAİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT’TE UYGULANAN ÇEŞİTLİ KANUNLAR Mustafa Nâili Paşa döneminde Girit adasında hırsızlık, yol kesme ve sair suç işleyenler faili oldukları suçun cinsine ve mahiyetine göre cezalandırılmışlardı. Adada ahalinin suç işlemesine mani olmak için merkezden bazı emirler gönderilmiş ve bunların uygulanması gerekmişti. Mesela, taşrada düğün ve diğer toplantılarda kurşunlu silah kullanılmaması hakkında gelen emir, Mustafa Nâili Paşa tarafından gereken yerlere tebliğ edilmişti. Yine İstanbul’dan gönderilen, taşralarda barut imalinin ve satışının yasak olduğunu bildiren yazı Mustafa Nâili Paşa tarafından ilgili memurlara bildirilmiş ve gerektiği gibi hareket edileceği haber verilmişti. Yabancı devlet tebaalarının adada mülk sahibi olması yasak olduğundan Osmanlı tebaasından olanların bunu ilmühaber ile ispat ettikten sonra, hüccet ve tapu senetlerinin verileceği konusunda bir emir gönderilmişti. Mustafa Nâili Paşa, bu emrin gereğine uygun hareket edileceğini bildirmişti.731 Bu dönemde Girit’te emeklilik sisteminin uygulandığını görmekteyiz. Girit’te Kestel Kalesi’ne top yerleştirirken ayağından yaralanan ve hastanede ayağı kesilen Bilâl adlı bir zenciye önce 90 kuruş maaş ödenmesi önerilmiş, fakat daha sonra 728 A. MKT. UM, nr. 14/14 A. MKT. MVL, nr. 22/20 730 A. MKT. UM, nr. 5/86 731 A. MKT. UM, nr.31/79 729 233 padişah tarafından Girit adası gelirlerinden verilmek üzere, hayatının sonuna kadar devam etmek kaydıyla, aylık 250 kuruş maaş bağlanması emredilmişti.732 1) Girit’te Rüşvetin Engellenmesine Dair Mustafa Nâili Paşa’nın Aldığı Tedbirler Osmanlı Devleti’nin her bölgesinde olduğu gibi Mustafa Nâili Paşa zamanında Girit’te de bazı usulsüz işler yapılmıştı. Taşralarda davalardan vergi almak için, hak sahipleri bulundukları kazanın kaymakamına, oradan da eyalet reisine gönderilmekteydi. Bununla ilgili olarak köylere gönderilen zaptiyelerin “mübaşiriyye”733 adında akçe alıp, ahaliye baskı uyguladıkları haber alınmıştı. Bu duruma bir son vermek adına bir ferman yayınlanmıştı. Bundan sonra nizâmı gereği cizye veren kazalarda ve büyük vergi veren yerleşim yerlerinde kaymakamlık ve eyalet reisiyle davaları görülüp, alınacak vergi o yerin memuruyla hâkimlerine verilmesi emredilmişti. Bunun dışında köylere giden zaptiyelerle farklı şekillerde karşılıksız bir şey alıp verilmemesi hususunda çıkarılan ferman, Mustafa Nâili Paşa’ya da gönderilmiş ve bu fermana harfiyen uyulması istenmişti. Paşa, her bir emrin uygulanacağını, ahalinin huzur ve saadeti için uygunsuz işler yapılmayacağı, şimdiye kadar şer’i mahkemede davaları görülen ahaliden resmi vergilerden başka bir vergi alınmadığı ifade etmişti. Köylere gönderilen zaptiyelerin mübaşiriyye vergisi almadığını hatta yiyeceklerini bile kendi paralarından aldıklarını belirtmişti. Bundan sonra da adalete aykırı davranışlar meydana getirilmemesi hususuna dikkat edilecekti.734 Mal tahsili ile ilgilenen memurlarının zimmetlerine para geçirmemeleri hususundaki emre uyulduğuna ve bundan böyle de görevlerini ihtimamla 732 C. AS, nr.530/22127; C. ML, nr. 634/26082; Y. Hakan Erdem, Osmanlı’da Köleliğin Sonu 18001909, İstanbul 2004, s.89 733 Devlet tarafından bir iş yapmaya görevlendirilenlerin masraflarına karşılık gittikleri yerlerdeki halktan tahsil olunan para. 734 A. MKT. UM, nr. 69/93 234 yapacaklarına dair Mustafa Nâili Paşa, merkeze bir yazı göndermişti.735 Fakat Hanya sancağında bazı tahsildarların halka zulüm yaptığı öğrenilmişti. Bunlarla alakalı Mustafa Nâili Paşa’nın bir tahkikat yapması istenmişti.736 Mustafa Nâili Paşa, mahalli memurlardan memuriyete uymayan davranışlarda bulunmayacaklarına dair taahhüt almış ve bu hususu bir yazıyla merkeze bildirmişti.737 2) Girit Hapishaneleri Girit adasında suçluların tutuklandığı ve çeşitli suçlardan yapılan mahkemeler sonrasında hüküm giyenlerin cezalandırıldığı hapishanelerin bulunduğu bilinmektedir. Bu dönemde Osmanlı coğrafyasında bulunan hapishanelerin ortak sorunu fiziki yetersizlikleri olmuştu. Eski ve kullanıma elverişli olmayan binalar ya tamir edilmek ya da başka bir yere taşınmak suretiyle buna bir çare bulma yoluna gidilmişti. Mesela, Hanya’da İç kale ve Tophane denilen yerlerde bulunan hapishaneler daha sonra tersane yakınında başka bir yere nakledilmişti.738 Bu sebeple yapılan masrafların merkezden ödenmesi talep edilmişti.739 Hapishanenin başka bir yere nakledilmesinin sebebi muhtemelen binaların eski olmasından kaynaklanmaktaydı. Bu yıllarda hapishanelerin bir başka sorunu da yine fiziki yetersizliğe bağlı olarak kadınlara ait özel hapishanelerin olmamasıydı. Kadınlar için ayrı hapishaneler tahsis edilememiş, kadın tutuklu ve hükümlüler aynı binanın içinde ayrı bölümlerde tutulmuşlardı. Hanya ve Resmo’da da 1864 yılına kadar sadece kadınların mahkûm ve tutukluların kaldığı bir hapishane yoktu. Bu tarihte yeni bir bina inşa etmek ya da başka bir bina kiralamak suretiyle bir yer tedarik edilmesi için çalışmalara başlamıştı.740 Zaman zaman Hanya, Kandiye, Resmo ve İsfakiye 735 A. MKT, nr. 41/19 A. MKT. MVL, nr. 24/17 737 A. MKT, nr. 127/53 738 MVL, nr. 47/13 739 İ. MVL, nr. 92/1882 740 MVL, nr. 794/35 736 235 sancakları dâhilindeki hapishanelerin ve hükümet karakollarının ve karantina binalarının tamiri yapılmıştı. Girit hapishanesinde haftada bir konaklarıyla, zaptiye 741 yoklama yapılmaktaydı. Taşra hapishanelerinde yapılan yoklamalar nedeniyle, henüz mahkemesi yapılmamış tutukluların da hapiste kalmasına sebep olmuştu. Bundan sonra meclis azasından birisiyle meclis kâtibi tarafından, yoklamaların haftada bir bazen iki defa yapılması konusunda eyalet dâhilindeki yerlerin memurları sürekli olarak uyarılmıştı.742 3) Girit’te Yaşanan İrtidat ve İhtida Olayları Osmanlı topraklarına en son katılan yerlerden olan Girit’te, Osmanlı Devleti’nin egemenliği çok fazla hissedilmemişti. Bunda, hem Osmanlı yönetiminin kurduğu idari dokunun hem de adanın toplumsal yapısının etkisi vardı. Adadaki Müslüman unsur ile yerli Rum Ortodoks unsur o kadar kaynaşmıştır ki, Müslümanların kullandıkları isimler Rumca isimlerle birleştirilmişti.743 Girit’te Müslümanlar ile Rumların yaşam biçimleri başka coğrafyalara göre komşuluktan öte, gerçek anlamda bir birlikte yaşama örneği olmuştu. Resmi dil Türkçe olmasına rağmen halk arasında konuşulan dil Rumcaydı. Rumca, sadece Rumlar ile Müslümanlar arasında değil Müslümanların kendi aralarında da kullandıkları dil olmuştu.744 Mustafa Nâili Paşa döneminde Girit’te dini hayatın yaşanmasında hiçbir baskı, zorlama yapılmamış, herkes hür bir şekilde dini vecibelerini yerine getirmişti. 741 Binaların ihtiyacı olan tamir etme ya da yeniden inşa işlerinde lazım olan maddeler kullanılırken gereğinden fazla masraf yapılmaması için bazı tedbirler alınmıştı. Eğer fazla masraf yapılacaksa bunun için ayrıca izin almak gerekmekteydi (A. MKT. UM, nr.32/36). 742 MVL, nr. 238/35 743 Yanni Osman, Hasan Nikola, Molla Mehmetaki gibi isimlere rastlanmaktadır. A.Nükhet AdıyekeNuri Adıyeke, “Yunan İsyanı Sırasında Girit’te İrtidat Olayları”, Fethinden Kaybına Girit, İstanbul 2007, s.125-130 744 A.Nükhet Adıyeke-Nuri Adıyeke, a.g.m., s.125; Bu kaynaşmaya en iyi örnek şöyle bir diyalog ile anlatılabilir. Rum arkadaşları sıkıştırarak Giritli çocuk Mustafa’ya sormuşlar. “Sen Türk müsün Mustafa?”, Mustafa cevap vermiş: “Meryem Ana üzerine yemin ederim, Türküm.” Nazım Çokişler, “Girit Göçmenleri Türk Halk Kültürü Üzerine Bir Araştırma”, Ege üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İzmir 2007, s.56 236 Öyle ki kilise inşasına bile izin verilmişti. Bu din serbestisinin yaşandığı ortamda din değiştirme olaylarına da rastlanmıştı. Girit’te Yunan ayaklanmaları sırasında Rumlardan başka, bazı Müslümanlar da isyana destek vermişler, din değiştirerek Hristiyanlığa geçmişlerdi. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun 1830 yılında Yunan Devletininbağımsızlığını tanımasının ardından, Girit sancaklarında bazı irtidâd745 olayları yaşanmıştı. Bu olayların yaşanmasının sebebi olarak da devrin olağanüstü şartları gösterilmişti. Girit’teki toplumsal yapınınözel durumu sebebiyle adada irtidâd edenlerin toplam sayısını tespit edilememiş, ancak yaklaşık rakamlar telaffuz edilmişti.746 Mesela Girit’te Müslümanlıktan çıkıp Hristiyanlığı seçenlerden birisi Kandiye sancağı ahalisinden İbrahim adlı şahıstı. 11 Nisan 1842 tarihinde Müslümanlıktan Hristiyanlığa geçerek irtidâd etmiş olduğu anlaşılmaktaydı.747 Mustafa Nâili Paşa’nın idarecilik yaptığı dönemde Girit’te ihtida748 olayları da yaşanmıştı. Aslen Rumelili olup, Kandiye sakinlerinden Yorgaki adlı bir Rum’un 15-16 yaşlarındaki oğluMustafa’nın ihtidasına, anne-babasının hiçbir itirazı olmamıştı. Usul gereği Mustafa’nınadadan ayrılması gerekliydi. Delikanlılık çağında olması dolayısıyla, haylazlık yapabileceği endişesiyle babası oğlunun Mekteb-i Tıbbiye’ye öğrenci olarak kabul edilmesini isteyen bir dilekçe yazmıştı. Bu talep, Mustafa Nâili Paşa tarafından kaidelere uygun bulunmuştu. Hekimbaşına buna dair bir yazı gönderilmişti. Konuyla ilgili Mekteb-i Tıbbiye’ye gönderilen yazıda, çocuğun Tıbbiye öğrenciliğine alınmasında yardımcı olunmasıistenmişti.749 Hristiyanlıktan İslam’ı kabul edenler mahalle meclisiyle yakınları huzurunda hiçbir zorlama olmadan kendi rızalarıyla ihtida ettiklerini itiraf etmeleri 745 İslam dininden dönmeyi ifade eden bir tabirdir. İslamiyet’ten dönen erkek ise “mürted”, kadın ise “mürtedde” denilirdi. M. Zeki Pakalın, a.g.e., c.II, s.82 746 A.Nükhet Adıyeke-Nuri Adıyeke, a.g.m., s.126,132 747 C. ADL, nr. 104/6257 748 İslam dinini kabul etmek, Müslüman olmak anlamında kullanılan tabirdir. Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, s.500 749 A. MKT, nr. 236/49; Halide Aslan, “Tanzimat Döneminde İhtida (1839-1876)”,Ankara Üniversitesi İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü Doktora Tezi, Ankara 2008, s.127 237 gerekmekteydi. 6 Eylül 1850 tarihinde gönderdiği bir yazıyla Mustafa Nâili Paşa bu usulün uygulanmasında dikkat etmeleri hususunda memurları uyarmıştı.750 İhtida edenler kendilerine yapılabilecek herhangi bir müdahaleden sakınmak için başka yerlere gitmişler, fakat sonra bazı nedenlerden dolayı tekrar geri dönmek istemişlerdi. 26 Şubat 1844 tarihinde Mustafa Nâili Paşa’ya gönderilmiş olan bir mektupta, Girit ahalisinden Müslüman olan bir kişinin İstanbul’da kimsesi olmadığı için sefalete düştüğü ve bu yüzden de Girit’e gönderilmesi uygun bulunduğu, kendisine Girit’te yardım edilmesi haber verilmişti.751 4) Girit’te Uygulanan Miras Hukuku Kandiye Sancağına bağlı bir köyün sakinlerinden olan Mariya adlı bir Hıristiyan vefat etmiş ve geride bıraktığı eşya ve emlaki kardeşine kalmıştı. Bu durum, Kandiye şurasına arz edilmişti. Ancak ölen kişinin kardeşi, Yunan tebaasından olduğu için mirasın teslimi konusunda bir tereddüt yaşanmıştı. Mustafa Nâili Paşa, yabancı devlet tebaasından birinin, akrabalarına miras hissesi kalıp kalamayacağı konusunda merkeze danışmıştı. Mustafa Nâili Paşa ölen kişinin emlak ve eşyasını Yunanlı olan kardeşine verilmesinin doğru olmayacağı düşüncesineydi. 1 Mayıs 1846 tarihinde merkeze yazdığı bir yazıda, bundan sonra devletin reayasından birisi ölünce, varisleri yabancı devlet tebaasından ise bu kimsenin emlak, hane, dükkân ve eşyası hakkında nasıl bir muamele yapılacağı hakkında danışmıştı. Buna göre miras hükmünde olan emlak ve eşya ya devlet tarafından satılacak veya kardeşine teslim edilecekti. Ölen kişinin emlak ve eşyasının miktarı, cinsi ve değeri bir deftere tek tek yazılarak Kandiye meclisine gönderilmişti. Gelecek olan emre göre davranılmak üzere nahiye memuru ve naipleri durumdan haberdar edilmişti. Gelen cevapta, yabancı devletlerde yaşayanlar, Osmanlı Devleti’nde olan akrabalarının üzerinden kanunen düşmüş sayılacaklardı. Dolayısıyla ölen kişinin Yunanistan’da yaşayan kardeşi, kendisine varis olamayacağından şayet Osmanlı 750 751 A. MKT. UM, nr. 31/60 Halide Aslan, a.g.t., s.149 238 vatandaşı olan başka bir varisi yoksa kalan emlak ve eşyanın müzayedeyle satılmasına ve hasılatının devlet hazinesine teslim edilmesine karar verilmişti.752 Benzer bir durum 1851 yılı Mart ayında da yaşanmıştı. Kanunlar gereği, Osmanlı tebaasından ölen birine yabancı tebaadan birinin varis olamayacağı hükmü burada da geçerli olmuştu. 753 5) Girit’te Mürur Tezkeresiyle İlgili Uygulamalar Osmanlı Devleti’nde iç güvenliğin sağlanması ve büyük kentlere göçün önlenmesi için bazı tedbirler alınmıştı. Mürur tezkeresi uygulaması bunlardan birisiydi.754 Mürur tezkeresi, Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’ın ilanı sıralarında vatandaşların yurt içinde seyahat edebilmeleri için almak zorunda oldukları izin belgesine verilen addı. Bu belge 1831 yılına kadar kaza ve kasabalarda kadı ve naipler755 tarafından verilmişti. Başka bir şehre gitmek isteyen, öncelikle mahalle imamından, nereye ve ne amaçla gittiğini gösteren bir “pusula” alır, bu belgeyi kadıya gösterip ücret ödedikten sonra ondan “mürur tezkeresi” alırdı. Bu belgede, belgeyi alan kişinin nereye, niçin gittiği, kimde kaç gün kalacağı açıkça belirtilmişti. Ayrıca vaktinde döneceklerine dair bir de kefil gösterme zorunluğu vardı. Mürur tezkeresine tezkereyi alanın, adları, varsa unvanları yazılmış, başkalarının kullanmaması için de “uzun boylu, bıyıklı, kara gözlü vb. gibi” eşkâller belirtilmişti.Osmanlı Devleti’nde iç güvenliğin korunması için uygulanmış en önemli önlemlerden biri olan mürur tezkeresi, bir şehirden diğerine veya köylerden şehirlere göçü önlemek için alınmıştı. Seyahat hürriyeti çok sıkı kurallara bağlanarak denetim altında tutulmak istenmişti.756Kendi vatandaşı için 19. yüzyılda sıkı bir şekilde 752 HR. MKT, nr. 16/13 A. MKT. UM, nr. 51/12 754 Musa Çadırcı, Tanzimat Sürecinde Türkiye ve Ülke Yönetimi, Ankara 2007, s.153 755 Klasik dönemde olduğu gibi adalet ve sosyal hayatla ilgili önemli meselelerde kadı ve naiblerin etkinliği devam etmiştir. Ali Fuat Örenç, “Tanzimat Fermanı’nın Ege Adalarında Tatbiki”, Tarih Boyunca Dünyada ve Türklerde Denizcilik Semineri Bildirileri, 17- 18 Mayıs 2004, İstanbul 2005, s. 106 756 Musa Çadırcı, “Tanzimat’ın İlanı Sırasında Anadolu’da İç Güvenlik”, DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, C.13, S.24, Ankara 1980, s.56; Musa Çadırcı, “Tanzimat Döneminde Çıkarılan Men’-i Mürur ve Pasaport Nizâmnâmeleri”, Belgeler, c. XV, S. 119,1993, Ankara, s.169- 181 753 239 uygulanan bu sistem, başka devletlerin vatandaşları için de geçerli olmuştu.757 Osmanlı coğrafyasında yetiştirilen bölgelerden ihtiyaç duyulan yerlere sevk edilen büyük ve küçükbaş hayvanlardan da zaman zaman mürur belgesi istendiği görülmüştü.758 Mustafa Nâili Paşa, Girit’te de mürur tezkeresi nizâmına itinayla uyulduğunu bildirmişti.759 Kandiye, Hanya ve Resmo sancaklarında toplanan mürur tezkerelerinin miktarı merkeze rapor edilmişti.760 Aynı gerekçelerle, İstanbul’a bir takım başıbozuk insanların gelmesine izin verilmemişti. Bu konuyla ilgili bir emir Girit’e yollanmıştı. Aksi bir durum olmadığı müddetçe, Girit ahalisinin İstanbul’a gitmesine müsaade edilmeyecekti. Mustafa Nâili Paşa, meseleyi ilgililere duyurmuş ve merkezden gelen bu emri harfiyen yerine getirmişti.761 İ) MUSTAFA NAİLİ PAŞA DÖNEMİNDE GİRİT’E YAPILAN SÜRGÜNLER ve ZİYARETLER 1) Bedirhan Bey’in İsyanı Osmanlı Devleti 19. yüzyıla girerken önemli ölçüde merkeziyetçi özelliğini kaybetmiş bulunuyordu. Memleketin çeşitli yerlerinde merkezden bağımsız hareket eden kişi ve gruplar oluşmaya başlamıştı. Bunlardan biri de Cizre bölgesinde hüküm süren Bedirhan Bey idi. II. Mahmut merkezileşme politikalarıyla bu gibi faaliyetlere bir son vermeyi amaçlamıştı. Doğu kesimlerinde merkezileşme faaliyetlerine Reşid ve Hafız Paşaların Sivas valiliği esnasında başlanmış ve çok sayıda Kürt beyi bu dönemde etkisiz hale getirilmişti.762 Daha sonra da etkin bir idari sistemin 757 Hamiyet Sezer, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Seyahat İzinleri (18-19.yy)”, DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, c.XXI, S.33, Ankara 2003, s.105-124. 758 Güler Yarcı, “Osmanlı Maliyesinde Toprak Bastı Vergisi”, ACTA TURCICA, Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi, (Kültürümüzde Toprak) ed. Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun, c.IV, S. 1, Ocak 2012, s.338 759 A. MKT, nr. 22/30 760 C. ML, nr. 410/16775 761 A. MKT. UM, nr. 2/47-50 762 Cabir Doğan, “II. Mahmut Dönemi Osmanlı Merkezileşme Politikasının Doğu Vilayetlerinde Uygulanması”, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 6/4 Fall 2011, p.505-521 240 oluşturulması için 1845 yılında Erzurum ve Diyarbakır eyaletlerinde Tanzimat’ın uygulanmasına başlanmıştı. Tanzimat’ın uygulanmasına en çok tepkiyi Cizre ve Hakkâri bölgesi göstermişti. Bedirhan Bey Tanzimat sürecinde merkezileşme çabalarına karşı çıkmış, Van isyanına verdiği destekle bunu açıkça ortaya koymuştu.763 Yeni düzenlemelerle redif miralayı olan Bedirhan Bey, Tanzimat’tan önce bölgenin yönetimini elinde bulundurmuş bir aileden geliyordu. Tanzimat’ın ilanı ile birlikte yönetiminde bulunan Cizre ve Midyat’ın Musul Vilayetine bağlanmasına karşı çıkmış ve bu konuda Musul valisiyle mücadeleye başlamıştı. Bölge halkının da desteğini almasına rağmen bu bölgeler, Musul Eyaleti’ne bağlanınca Bedirhan Bey bunu kabul etmeyerek isyan etmişti.764 Hakkâri bölgesinde bulunan Nesturiler vergi vermemek için Bedirhan Bey’e karşı isyan etmişlerdi. Bedirhan Bey, 1843 ve daha sonra 1846 yıllarında Nesturîlere iki defa saldırmak suretiyle kendi sonunu hazırlamıştı. Batılı devletlerin baskısıyla Osmanlı askeri kuvvetleri 1847 yılında Bedirhan Bey ve yandaşlarının üzerine yürüyerek ele geçirmeyi başarmışlardı. Bedirhan Bey bölgeden uzaklaştırılarak Girit’e sürgün edilmişti.765 2) Bedirhan Bey ve Etrafındakilerin Girit’e Sürülmesi Bedirhan Bey ile beraberindeki Han Mahmut’un İstanbul’a getirilmeleri düşünüldüğünden, burada ikametleri esnasında kalacakları yerler ve alınacak tedbirler düşünülmüştü. Bedirhan Bey’in Girit’e, Han Mahmut’un ise Rusçuk’a yandaşları ile birlikte gönderilip iskân ettirileceğinden gereğinin yapılmasına dair 763 Bir İngiliz konsolosunun ifadelerine göre Bedirhan Bey ve etrafındakilerin faaliyetleri önceleri yönetim tarafından bir problem olarak görülmemiş ve müdahale yapılmamıştır. David Barchard, “Bedirhan Bey in Crete”, Osmanlı’dan Cumhuriyete Diyarbakır, ed. Bahaeddin Yediyıldız- Kerstin Tomenendal, c.2, Ankara 2008, s.347-348 764 Bedirhan Bey’in isyan süreci için bkz: Cabir Doğan, “Tanzimat’ın Van’da Uygulanması ve Han Mahmut İsyanı”, History Studies, c.3, S. 2, 2011, s.147-162 765 Fatih Gencer, “Merkezîyetçi İdari Düzenlemeler Bağlamında Bedirhan Bey Olayı”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, 2010 Ankara, s.287; Cabir Doğan, “18431846 Nasturi Olayları ve Bedirhan Bey”, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Aralık 2010, S.22, s.1-18; Sadık Fatih Torun, Tanzimat’tan Meşrutiyete Türkiye’de Kaza Yönetimi” (1842-1876), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2005, s.26; Ahmet Cevat Eren, a.g.e., s.58 241 seraskere haber verilmişti.766 Girit’e sürülen Bedirhan Bey’in yakınları ve bir kısım akrabalarıyla Rusçuk’a sürülen Han Mahmut ve beraberindekilerin geçimleri ve muhafazaları da sağlanacaktı.767 Bir daha Kürdistan taraflarına ayak bastırılmayacak ve muhafazalarına itina ile dikkat edilecekti.768 Bunları götürecek vapurların hazırlanması emredilmiştir. Ayrıca Silistre valisiyle Girit valisi Mustafa Nâili Paşa gerekenin yapılmasına dair konuyla ilgili bilgilendirilmişti.769 Anadolu ordusu müşiri Osman Paşa’ya da Cizre Mütesellimi Bedirhan Bey ile ilgili hüküm gönderilmişti. Bedirhan Bey İstanbul’a ulaştığı zaman sorguya çekilmiş ve yaşananlarla ilgili ifade vermişti.770 İlk ifadesinde gördüğü muamele karşısında şaşkınlığını gizleyememişti. Kendisine yakalandığında daha kötü davranılacağını zannetmiş fakat padişahın iyi niyetine bizzat şahit olduğunu belirtmişti. Bir diğer ifadesinde de Tanzimat hakkında övgü dolu sözler sarf ederek işlediği suçu itiraf etmiş ve “Küçük adam kabahat eder ise büyüklerin şanı affetmektir” diyerek affını talep etmişti. Bir de hislerine tercüman olan Ömer Hayyam’dan bir dörtlük okumuştu: “Bu dünyada günah işlemeyen kimdir söyle Rab, Kim ki günah işlemez söyle Ya Rab, Ben kötülük yaptım, sen karşılığında iyilik ver, Yoksa ikimizin arasında ne fark kalır Ya Rab.”771 Bedirhan Bey, padişahın huzuruna çıkarıldığında da aynı rubaiyi okuyarak zaten duygusal bir yapıya sahip olan Sultan Abdülmecit’in gönlünü almıştı. Bu sırada Bedirhan’ın kendini tam olarak emniyette hissetmesi için Reşid Paşa, siyah kaplı bir defteri işaret ederek icraatlarının bu defterin dışı gibi siyah görünse de, devlet nazarında defterin içi gibi beyaz olduğunu söylemişti. Bedirhan Bey, devleti 766 A. MKT, nr. 75/66 A. MKT, nr. 94/54 768 İ. MSM, nr. 51/1292 769 İ. MSM, nr. 50/1285 770 Takvim-i Vekayi, Defa: 355, 20 Za 1263/30 Ekim 1847; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c. VI-VIIVIII, s.1246 771 Fatih Gencer, a.g.t., s.204 767 242 yıllardır uğraştırmasına rağmen kısmen affedilerek, Girit’e sürgün edilmişti. O yıllarda bölgeyi gezen, gözlemler yapan ve Bedirhan Bey’in bölgeyi terk etmesinden sonra yaptığı katliamlara şahit olan İngiliz arkeolog Henry Layard bu sürgünü işlediği sayısız suça karşılık verilmiş komik bir ceza olduğunu ifade etmişti.772 Ele geçirilerek İstanbul’a gönderilmiş olan Bedirhan Bey sorgudan sonra akrabalarıyla beraber Girit Adası’nda güvenli bir kalede iskân edilmeleri ve vapura bindirilerek kalacakları yere gönderilmeleri ile ilgili ferman yayınlanmıştı. Fermanda ayrıca eski memleketlerinde bulunan Emlakların satılarak bedelleri ile geçinecekleri yazmakta idi. Girit ve Silistre valilerine yazılan talimatlarla Bedirhan Bey ile Han Mahmut’un göz hapsinde tutulması ve kaçmalarına fırsat verilmemesi, kendilerine şefkat gösterilmesi istenmişti. Ayrıca kendi başlarına Kürdistan ile haberleşmemeleri ve mektuplaşmamaları gerektiği kendilerine ifade edilerek bildirilecekti. Bedirhan Bey’in bir süre sonra Girit ahalisinden olacağı, eski memleketiyle bir alakasının kalmayacağı, geçimini temin etmek için İstanbul’da emlak tedarik edileceği haber verilmişti. Bedirhan Bey’in muhafazası ve kendisine burada sağlanacak koşullar hakkında Mustafa Nâili Paşa’ya gönderilen yazıda, Bedirhan Bey ve etrafındakilerin Girit Adası’na gönderilmiş olduğu, onların burada da rahat durmayacakları, geldikleri yerle irtibata geçerek kaçmak için çare arama ihtimallerinin olduğu hatırlatılmıştı. Mustafa Nâili Paşa’ya gelen emirde firar edemeyecek ve Kürdistan ile haberleşemeyecek şekilde muhafaza edilmeleri emredilmişti.773 3) Mustafa Nâili Paşa’nın Bedirhan Bey’e Dair Uygulamaları Bedirhan Bey akrabalarıyla beraber nizâmiye askerleri ve Binbaşı Osman Ağa eşliğinde kendilerine tahsis edilen vapura bindirilerek Girit Adası’na 772 a.g.t., s.205 Cabir Doğan, “Cizre ve Bohtan Emiri Bedirhan Bey (1802-1869)”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Afyonkarahisar 2010, s.204 773 243 nakledilmişti.774 Vapur 22 Ekim 1847 tarihinde Cuma günü Kandiye Limanı’na demir atmıştı. Kandiye Kalesi Girit’in ortasında ve diğer kalelerden daha sağlam, limanın da bir kapısının olmasından dolayı muhafazasında kolaylık olacağı için Bedirhan Bey ve akrabaları gemiden hemen indirilerek Kandiye Kalesi’nde tedarik edilen haneye yerleştirilmişti. Emir gereği hapsedilmeyecek ve sıkıştırılmayacak, firar ve haberleşmeye kalkışamayacak şekilde muhafazaları layıkıyla yapılacaktı. Binbaşı Osman Paşa vazifesini tamamladıktan sonra geri dönmüştü. Mustafa Nâili Paşa, merkeze yazdığı cevapta verilen emirlere uygun bir şekilde Bedirhan Bey’in yerleştirildiği ve muhafaza edildiği, bu konuda herhangi bir olumsuz durumun yaşanmadığını belirtmişti. Kendisinin bu ay Hanya’da bulunduğunu buradan Kandiye’ye geçeceğini dolayısıyla muhafazaları konusunda o zaman daha dikkatli olunacağını ifade etmişti.775 Padişahın emri ile Bedirhan Bey hapse atılmamış, ailesiyle birlikte rahatça kalabileceği iki konak tahsis edilmişti. Konakların etrafında karakollar kurulup, adadaki tüm görevlilerden gözlerini onların üzerinden ayırmamaları istenmişti. Kendisine tanınan bu imkânların karşılığında eğer memleketi ile haberleşmeye cüret edecek olursa nail olduğu affın zayi olacağı kendisine bildirilmişti.776 Bedirhan Bey’in Cizre ve Bohtan kazalarında olan alacakları tahsil edilerek ve emlaki satılarak parasının vekil aracılığı ile kendisine gönderilmesi ve senetsiz tasarruf hakkına sahip olduğu emlakin padişah vakfına tahsis edileceği, zapt etmiş olduğu yerlerin de sahiplerine iade edilmesi hakkında Anadolu müşirine ve Kürdistan valisine emirler gönderilmişti.777 Bedirhan Bey ve arkadaşları bazı sıkıntılarını dile getirdikleri ve Farsça olarak kaleme aldıkları arzuhallerini Mustafa Nâili Paşa’ya takdim etmişlerdi. Girit Adasına Bedirhan Bey ile birlikte nakledilmiş olan Cizre eski müftüsü Abdülkuddüs Efendi, Şeyh Abdülgani ve Şeyh Ezrâî ile dokuz kişi, memleketlerinde olan akrabalarının sefalet içinde olduklarını belirmişlerdi. Kendilerinin de hane ve emlak 774 David Barchard, a.g.m., s.345 İ. MSM, nr. 51/1304 776 Fatih Gencer, a.g.t., s.205 777 C. DH, nr. 193/9644 775 244 tedarikinde sıkıntı çektiklerini, ikamet ettikleri hanelerin kiralarını ödemekten ve günlük yiyeceklerini tedarik konusunda muhtaç olduklarını bildiren ve memleketlerine geri dönmelerine izin verilmesini talep etmişlerdi. Bedirhan Bey ise ifadesinde kendisinin 19 çocuğunun ve akrabalarının çok olduğundan bahsederek, Girit Adası’nda diğer yerlerle kıyas bile olmayıp yiyeceklerin çok pahalı olmasından şikâyet etmişti. Yanlarındaki paralarının buna yetmeyeceğini, eğer memleketinde olan mal ve emlakin satılmasıyla elde edilen meblağın kendisine verilmesine müsaade edilmiş ise de henüz bu paranın eline geçmemesinden dolayı evlat ve akrabalarının idarelerinde sıkıntı yaşadığını ve bundan dolayı yardıma ihtiyacı olduğunu ifade etmişti. Ayrıca ikamet ettikleri hanelerin kiralarını ödemekte ve günlük yiyeceklerinin tedariklerinde güçlerinin olmadığını bildirmişlerdi. Mustafa Nâili Paşa kendisine gelen bu mektubu 3 Şubat 1848 tarihinde merkeze intikal ettirmiştir. Kürdistan’a geri dönme talebi hem Mustafa Nâili Paşa tarafından hem de Meclis-i Vâlâ’da yapılan görüşmeler sonucunda uygun bulunmamıştı. Emlaklarının satılarak değerlerinin kendilerine verilmesi için Kürdistan Valisi’ne bir yazı yazılmıştı. Eğer isterlerse ailelerini çağırmalarına izin verilmişti. Kürdistan Valisi’ne yazılan yazının cevabı gelene kadar kiraları karşılanacaktı.778 Bedirhan Bey ile beraber Girit’e gönderilen Abdülkuddüs Efendi ile Şeyh Abdülgani Hakkâri Bey’e kendilerine ait emlakleri satılıp paraları ellerine geçene kadar geçici olarak Girit hazinesinden 2.400 kuruş maaş verilecekti.779 Vilayetlerine geri dönemeyecekleri belirtilen Girit’teki Bedirhan Bey ve arkadaşlarının Kürdistan’daki emlaklerinin satılması ve ailelerinin de yanlarına gönderilmesi, muhtaç olanlarına maaş bağlatılması konularında gerekenlerin yapılması için Mustafa Nâili Paşa ve Kürdistan valisi haberdar edilmişlerdi.780 Bedirhan Bey, Girit’te sahip olduğu iki evin parası olan 100 bin kuruşu Kandiye ahalisinden iki kişiye ödeyince parasının azalmış olduğunu ve yakında tamamen biteceğinden şikâyet etmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın Meclis-i Vâlâ’ya gönderdiği yazısında, Bedirhan Bey’in Cizre ve Bohtan kazalarında olan paralarının 778 İ. MVL, nr. 117/2864 İ. MSM, nr. 52/1341 780 A. MKT. MVL, nr. 16/15 779 245 elde edilmesini ve sahip olduğu emlakin satışıyla bedelinin gönderilmesi talebi üzerine meclis tarafından tebaadan birisi bu iş için vekil tayin edilmişti.781 1848 yılı sonlarında Bedirhan Bey ile önceden Girit’e gönderilmiş olan şahıslara karşı Mustafa Nâili Paşa’nın bazı haksız davranışlarda bulunduğu yönünde haberler yayılmıştı. Bunun önlenmesine dair Mustafa Nâili Paşa’ya yazı gönderilmişti.782 Sürgün yıllarında iken Bedirhan Bey’den Diyarbakır’ın Siirt Kasabası Naipliği günlerinde Halil Rüştü Efendi’nin parasını gasp ettiği için naibin alacağının tahsil edilmesi söz konusu olmuştu.783 Siirt kasabasında naip olarak bulunan Halil Rüştü Efendi’nin, çok miktarda para ve eşyasını alan Bedirhan Bey’den bunların iadesi istenmişse de inkâr ettiği için Mustafa Nâili Paşa’dan bu konu ile ilgili tekrar gerekli tahkikatın yapılması istenmişti.784 Cizre’nin ahalisinden olup Bedirhan Bey’le Girit’e sürülmüş olan Şeyh Azrail’in ailesinin perişan durumu dolayısıyla sürgün yerinin Cizre olarak değiştirilmişti. Bu durum Kürdistan Valisi’ne haber verilmişti. Ayrıca Şeyh Azrail’in ailesine maaş tahsisatı da yapılmıştı.785 Osman Paşa, Bedirhan Bey’in ailesinden bir kişinin bile Cizre’de bırakılmasına izin verilmesini istememişse de kadın ve çocuklar olmak üzere bir kısım yakınları Cizre’de kalmıştı. 1849 Nisan’ında Bedirhan Bey’in geride bıraktığı mallar satılmış ve bedelleri vekiline teslim edilmişti. Bu sırada Cizre’deki ailesine Girit’e gitmeleri teklif edilmişti. Fakat bunlar hâlâ Bedirhan’ın geri döneceğini ümit ettikleri için gitmek istememişler ve çeşitli bahaneler öne sürmüşlerdir. Ayrıca Girit’e gitmeye ekonomik durumları da el vermemişti. Buna rağmen 22 Nisan 1849 tarihinde bölgedeki yetkililere yakınlarının tamamının Girit’e gönderilmesi emredilmişti. Fakat bu mesele 1850 sonbaharına kadar sonuçlandırılmamıştı. Alınan bilgilere göre bunların yolda başlarında duracak birileri yoktu. Ayrıca Girit Adası oldukça uzak olduğundan seyahat esnasında çocuklar bu durumdan olumsuz 781 İ. MSM, nr. 52/1337 A. MKT, nr. 152/99 783 MVL, nr. 57/35 784 Sadaret Mektûbî Kalemi, De’âvi (A. MKT. DV), nr. 9/51 785 A. MKT. UM, nr. 31/23; İ. MVL, nr. 195/5996 782 246 etkilenecekti. Diğer yandan da bölgede devlet otoritesi güçlenmiş ve ahali bunların ırz ve edepleriyle oturacaklarına dair kefil olmuştu. Bu nedenlerden dolayı 1 Ekim 1850 tarihinde bunların Cizre’de kalmalarına müsaade edilmişti. Bedirhan Bey ailesinin kalabalık olması nedeniyle Girit’te geçim sıkıntısı çekmeye başlamıştı. Bu durumun duyulması üzerine Padişah ona maaş bağlanmasını emretmişti. Bunun için Mustafa Nâili Paşa’dan maaş miktarının ne kadar olması gerektiği sorulmuştu. 1849 Eylül’ünde aylık 7.500 kuruş maaş bağlanmıştı. Sultan Abdülmecit, yaşamı boyunca Bedirhan Bey ile yakından ilgilenmişti. Padişah onun üzüntülü halinden kurtarılarak rahat ettirilmesini ve firar etmeye teşebbüs etmesinin önüne geçilmesini istemişti. 786 Girit Adası’nda ikamet ettirilen Bedirhan Bey’in ve adamlarının kaçamayacak, memleketleriyle haberleşemeyecek şekilde muhafaza edilmelerine, geçimlerinin sağlanmasına dikkat edilmişti.787 Alınan tedbirlere rağmen haberleşmek için bazı teşebbüslerde bulundukları anlaşılmaktadır. Kandiye Limanı’nda gemiden inen iki dilenci kılıklı adamın üzerlerinde Bedirhan Bey ile Kürt Hacı Ağa’ya yazılmış Sadık mühürlü dört adet Arapça yazılmış mektup bulunmuştu. Mustafa Nâili Paşa derhal bu olayı merkeze rapor etmiş ve yanında tercümeleri yapılmış mektupları da yollamıştı. Bedirhan Bey ve arkadaşları bu olayın öncesinde Kürdistan ile haberleşememeleri ve Kürdistan tarafından kendilerine mektup gelmemesi konusunda Mustafa Nâili Paşa’ya şikâyette bulunmuşlardı. 1 Eylül 1849 tarihinde Ali Çapa adlı bir kaptanın getirdiği hafif armalı küçük bir gemi İstanbul’dan Kandiye Limanı’na gelmişti. İçinde bulunan yolculardan birisinin iki eli bileklerinden kesik bir şekilde geçerli kıyafetiyle Ali bin Ömer adında Samsun kazasından geliş tezkeresi ile ve diğeri de Haydar bin Osman adında yine geçerli kıyafetiyle diğerinin refakatinde gelmişti. Diyarbakır tezkeresiyle gemiden inen iki Kürt karaya çıkacağı zaman her ne kadar iyi niyetle geldiklerini söyleseler de sözlerine güvenilmeyerek zaptiye memuru tarafından Mustafa Nâili Paşa’nın yanına getirilerek üzerleri aranmıştı. Üzerlerinden mühürlü olarak Bedirhan Bey’e iki kıta ve yine mühürlü 786 787 Fatih Gencer, a.g.t., s.205-206 A. MKT, nr. 204/7 247 Kürt Hacı Ağa’ya bir kıta, İstanbul’da Fincancı Hanı’nda oturduğundan bahseden ve mektupların cevabı hızlıca kendisine gönderilmesiyle İsa Abdüssaadi adlı şahıstan Şeyh Abdülhalik’a bir kıta olmak üzere Arapça olarak dört tane mektup bulunmuştu. Mektupların hepsi tercümeleriyle beraber Mustafa Nâili Paşa tarafından merkeze takdim edilmişti. Yakalanan bu şahıslar ise hiç kimse ile görüştürülmeyip geliş sebepleri belli ettirilmeden iki gün tutuklanmış daha sonra haklarında gerekenin yapılması için vapura bindirilerek İstanbul’a gönderilmişti. Bedirhan Bey’in şimdiye kadar Kürdistan tarafıyla mektuplaşması ve haberleşmesi söz konusu olmadığı anlaşılmış ve bundan sonrada mektuplaşmaması ve haberleşmemesine dikkat edileceği Mustafa Nâili Paşa tarafından 5 Eylül 1849 tarihinde yazmış olduğu mektubunda bildirilmişti. 788 Bedirhan Bey’e iltifat edilmesi durumunda bunun kıymetini bilip ona göre hareket edeceği kanaati oluşmuştu. Bu nedenle ona bir mektup yazılarak eğer isterse İstanbul’a gelmesine müsaade edileceği bildirilmiştir. Ayrıca refah içinde bir hayat sürmesi için maaşına zam yapılacağı haber verilmişti. Eğer isterse taşrada bile bir görev verilebileceği müjdelenmişti. Ömer Paşa, Bosna tarafının sınıra yakın kısımlarında Bedirhan’a görev verilebileceğini ifade etmişti. Üzüntüden kurtulması için ne isterse Padişahın da onayı alınmak sureti ile yerine getirilecekti. Abdülmecid’in 1850 Haziran’ındaki Girit seyahati esnasında Bedirhan, huzura çıkmış ve çok fazla çocuk sahibi olması nedeniyle padişah onunla şakalaşmıştı. Bedirhan Bey, sürgün yıllarında sürekli göz hapsinde tutulmuş, Kandiye Kalesi’nden tek başına çıkmasına ve geceleri kale dışında kalmasına izin verilmemişti. Günahlarının karşılığı olarak Girit’te bulunduğuna inanmış olan Bedirhan Bey bu kaderine razı olmuştu. Bedirhan Bey, Kırım Harbi esnasında Girit’teki 30 adamı ile birlikte Rumeli tarafında bulunan orduya katılıp din ve devlet yolunda savaşmak istediğini belirtmişti. Bu isteğine karşılık ne yapılacağı konusunda seraskerin görüşü alınmıştı. Gelen cevapta Bedirhan Bey’in ve adamlarının Anadolu tarafına gitmesinin sakıncalı 788 A. MKT, nr. 222/50 248 olacağı bu yüzden Rumeli’ye gönderilmeleri gerektiği bildirilmişti. Fakat yine de savaşa katılmalarına müsaade edilmemişti. Bedirhan Bey Girit’te on sene kaldıktan sonra padişah onu affetmiş ve İstanbul’a getirtilmesini istemişti. Bunun üzerine 150 bin kuruş harcırah verilerek özel bir vapurla İstanbul’a gönderilmişti. Huzura çıktığında kendisine 5 bin lira daha ihsan edilmiş ve ne dileği varsa istemesi söylenmişti. Padişahın sayesinde durumunun iyi olduğunu ifade ederek minnettarlığını belirtmişti. Padişah kendisine iltifat etmiş ve evlatlarına hediye alması için bin lira da bahşiş vermişti. Bedirhan Bey, daha sonra tekrar Girit’e dönmüş ve sekiz sene daha orada kalmıştı. Girit isyanı başlangıcında Kandiye ve Hanya’da Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında anlaşmazlığın ortadan kaldırılmasında onun aracılığına müracaat edilmişti. Ayrıca kargaşa esnasında bir kısım Hıristiyanları evinde muhafaza etmişti. Hanya’da meydana gelen başka bir olayda da oraya davet edilmiş, telkinleri ile karışıklığı ortadan kaldırmada faydalı olmuştu. Bu hizmetlerinin karşılığında 1857 yılında kendisine mirmiranlık rütbesi verilmişti. Bundan sonra da Bedirhan Paşa diye anılmıştı. Ayrıca Bedirhan Paşa’ya Mecidiye Nişanı verilmişti. 1861 yılında Padişah’ın izniyle İstanbul’da dönmüş ve burada Fatih semtinde bir konakta ikamet etmişti.789 Girit’e sürgün edilmiş olan Nurullah Bey de önce İstanbul’a oradan Girit’e gönderilmişti. Hakkârili Nurullah Bey’in, Hakkâri’den çıkarılarak Girit’te iskân edilmesine dair Kürdistan Valisi’ne ve Anadolu Ordusu Müşir’ine haber verilmişti.790 Padişah, Hakkârili Nurullah Bey’in ailesiyle birlikte Girit’e sürülmesi, Hakkâri’deki mal ve emlakının satılması ve kendisine geçimini sağlayacak kadar maaş tahsis edilmesini istemişti.791 İstanbul’dan Girit’e gönderilecek olan Nurullah Bey’e verilmesi kararlaştırılan atiye ve maaşın hazineden ödenmesine dair, 1 Haziran 1849 tarihinde padişah tarafından Maliye Nâzırına emir verilmişti.792 Zaptiyede bulunan Hakkârili Nurullah Bey, Tâir-i Bahrî vapuruyla yeni görev yeri olan Girit’e 789 Fatih Gencer, a.g.t., s.207-208 A. AMD, nr. 12/13 791 A. MKT. MHM, nr. 13/54 792 A. MKT, nr. 202/70 790 249 14 Haziran’da gittiğini Zaptiye Müşiri Mehmet Emin Bey haber vermişti.793 Nurullah Bey, Girit Adası’na adamlarıyla birlikte gönderilmişti. Kürdistan tarafıyla muhabere edemeyecek şekilde kontrol altında bulundurulmuştu.794 Daha sonra, Nurullah Bey’in ailesinin bir vapurla Girit’e gönderilmesi söz konusu olmuştu. Nurullah Bey’in Van’da bulunan eşi Girit’e gelmek istemediği takdirde boşanması gerektiği kendisine bildirilmişti. Nurullah Bey’in eşi Zübeyde Hanım’ın, Girit’teki kocasının yanına gitmek istememesi halinde Van’da bulunan babası Timur Paşa’nın yanına gönderilmesi hususunda Kürdistan valisine haber verilmişti. Nitekim Zübeyde Hanım Girit’e gitmeye razı olmamıştı. 795 Girit, bu tarihte henüz Osmanlılar için bir sürgün yeri değildi. Bedirhan Bey’in buraya gönderilmesi, Osmanlı otoriteleri için başarılı bir tecrübe olmuştu ve bundan sonraki zamanlarda da ada bir sürgün yeri olarak kullanılmıştı.796 4) Mustafa Nâili Paşa Döneminde Abdülmecid’in Girit Ziyareti Osmanlı modernleşmesinin öncü padişahlarından olan Abdülmecid, sık sık yurt gezilerine çıkarak halkla temaslarda bulunmuş, yapılan reformların halk üzerindeki etkisini ve dolayısı ile Tanzimat’ın taşradaki uygulamalarını görmek istemişti. İlk gezisi 1844 yılında İzmit, Bursa, Çanakkale, Midilli ve Gelibolu’ya olmuştu.797 İkinci gezi 1846 yılında Rumeli’ye olmuştu.798 Üçüncü gezisi de 1850 yılında bazı Akdeniz adalarına yapılmış ve 24 gün sürmüştü. Abdülmecid önce Limni, Girit, Rodos ve Sakız’a daha sonra da Bozcaada, Gelibolu ve İzmir’e uğrayarak bir takım temaslarda bulunmuştu. Buralarda halkın şikâyetlerini dinlemiş, 793 A. MKT, nr. 206/6 A. MKT. MHM, nr. 13/44 795 A. AMKT. UM, nr. 23/33 796 David Barchard, a.g.m., s.347-348 797 Şerif Korkmaz, “Sultan Abdülmecid’in İlk Memleket Gezisi (26 Mayıs-12 Haziran 1844)”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi (OTAM), Sayı 25 ( Bahar 2009), s.83-99 798 Mehmet Mercan, “Sultan Abdülmecid’in Rumeli Gezisi Hakkında Bazı Tespitler”, Ege Üniversitesi Tarih İncelemeleri Dergisi, XXIV/I, Temmuz 2009, s.81-100 794 250 taleplerini karşılamıştı. Yönetici ve ileri gelenleriyle de görüşerek, onları çeşitli rütbe ve nişanlar ile ödüllendirmişti.799 Padişah Abdülmecid, Mustafa Nâili Paşa’nın yönetimine dair bazı şikâyet ve huzursuzluk haberleri800 üzerine1 Haziran 1850 Cumartesi günü saat 12.00’de Çırağan sarayından Taif vapuru ile beraberinde veliaht Abdülaziz ve Murat Efendiler ile birlikte Girit’e gitmek üzere yola çıkmıştı. Maiyetinde ise, Serasker Rıza, Tophane Müşiri Ahmet Fethi, Ticaret Nâzırı İsmail Paşalar da bulunmuştu.801 Gemi, Marmara ve Limni adasına uğradıktan sonra 4 Haziran 1850 Salı günü sabah saatlerinde Girit adasında bulunan Sevde Limanı’na ulaşmıştı.802 Padişah’ın Girit’e sağ salim ulaştığı sadrazama haber verilmişti. Bir filika ile iskeleye çıkan padişah, burada çok fazla oyalanmadan karadan Hanya’ya hareket etmişti. Kendisini karşılamaya gelen coşkulu halka ve okul çocuklarına pek çok hediye ve bahşiş dağıtılmıştı. Halk padişahı görmekten olağanüstü bir heyecan yaşamıştı. Mustafa Nâili Paşa, Abdülmecid’i ilk gün kendi konağında ağırlamıştı.803 Abdülmecid, gündüzleri şehirde incelemeler yapmış akşamları da istirahat etmişti. Seyahatinin ikinci gününün akşamında Hanya dışında bir kasırda kalan padişah, burada Mustafa Nâili Paşa’ya iyi hizmetlerinden dolayı bir adet imtiyaz nişanı takdim etmişti. 6 Haziran Perşembe günü vapura dönen padişah, 7 Haziran Cuma günü Cuma namazını kale içindeki camide kılmıştı. Bu günün gecesi Miraç Kandiline rastladığından resmi kandilleşme töreni için liman sahilinde bir Otağ-ı Hümayun kurulmuştu. Padişah törenden sonra geceyi vapurda geçirmiş, ertesi gün 8 Haziran Cumartesi sabahı erkenden Hanya’dan ayrılarak deniz yolu ile Kandiye’ye doğru hareket etmişti. Yol üzerinde bulunan Resmo’da biraz dinlendikten sonra saat 8.00’de Kandiye Limanı’na ulaşmıştı. Karşılama töreninin ardından Mustafa Nâili Paşa tarafından tahsis edilmiş olan konağa geçmişti. Padişah, Kandiye’de yaşayan 799 Yunus Özger, “Sultan Abdülmecid’in Cezayir-i Bahr-i Sefid (Akdeniz Adaları) Gezisi (1 Haziran 1850-24 Haziran 1850)”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S.193, Ağustos 2011, s.1 800 Niyazi Karan, “Girit’in Yunanistan’a İlhakına Türk Kamuoyunun Tepkisi”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2006, s.50 801 Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s.3012; Necdet Sakaoğlu-Nuri Akbayar, a.g.e., s. 63; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.31; Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VI, s. 103 802 Cavit Baysun Evrakı (HSD. CB), nr. 1/17 803 Bu ziyaret, Mustafa Naili Paşa ve ailesi için muhteşem bir övgü ve mutluluk kaynağı olmuş ve onları yüceltmişti. David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s.25 251 Müslüman ve Hristiyan ahalinin ileri gelenlerini konağa davet ederek onlarla sohbet etmiştir. Pazar ve Pazartesi günlerinde de Kandiye’de çeşitli incelemelerde bulunan Abdülmecid, Kandiye ve Hanya meclis üyeleri ile de görüşmeler yapmıştı. İdarecilere çeşitli rütbe, nişan ve hediyeler vermek suretiyle halk ile devlet arasındaki bağların güçlenmesini amaçlamıştı. İdarecilere halkın huzur ve güveninin sağlanması hususunda bazı ikaz ve uyarılarda bulunmuştu.804 Seyahat sırasında Hanya ve Kandiye kalelerinde bazı camileri de ziyaret eden padişah uygun yerlerden Rodos tarafını seyretmişti. Padişah, 11 Haziran sabahı Kandiye’den ayrılmış, güzergâh üzerinde bulunan adaları izleyerek ertesi günü Rodos’a ulaşmıştı. Padişah Abdülmecid’in Girit’te bulunduğu süre zarfında halktan kendisine bazı arzuhaller takdim edilerek yardım taleplerinde bulunulmuştu. İlk dilekçe cüzzam hastalarından gelmişti. Kandiye şehri kalesi dışında bir yerde ikamet eden cüzzamlılar, geçimlerini sağlayacak herhangi bir gelirlerinin olmadığını beyan etmişlerdi. Ayrıca Hanya ve Resmo’da bulunan hastalara devletin aylık maaş bağladığını da iddia ederek aynı haktan kendilerinin de yararlanmak istediklerini belirtmişlerdi. İkinci talep Fescioğlu Bilal adlı şahıstan gelmişti. Annesi Ayşe Hatun’a verilen maaşın ölümü nedeniyle kesildiğini belirterek, mirasçısı olarak bu maaşın kendisine verilmesini talep etmişti. Son talep Kandiye’ye bağlı bir köyün imamı ve muhtarından gelmişti. Köy camisinin herhangi bir gelirinin olmadığını ve bu yüzden ihtiyaçlarının karşılanmadığını beyan edip camiye gelir sağlayacak mülk alımı için izin istemişlerdi. Bu talepler Padişah tarafından bizzat değerlendirmeye alınmıştı. Abdülmecid, Mustafa Nâili Paşa’dan kendilerine maaş bağlanması için arzuhal verenlerin durumlarının araştırılmasını ve usulüne uygun bir şekilde ihtiyaçların karşılanmasını istemişti. Bu vesile ile gezinin amacına uygun davranmış olan padişah, halkın taleplerini yerine getirerek devlete olan güveni sağlamlaştırmıştı.805 Mustafa Nâili Paşa, ada ahalisinin böyle bir durum ile daha önce hiç karşılaşmadıkları için çok memnun kaldıklarını bildirmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın 804 Yunus Özger, a.g.m., s.11-12; Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s. 3012; Takvim-i Vekayi, Defa: 427, 29 Şaban 1266/10 Temmuz 1850; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s. 31 805 A. MKT. DV, nr. 29/23; Yunus Özger, a.g.m., s.12 252 Girit halkının padişahın ziyaretinden duyduğu memnuniyetini dile getirdiği tahriratı padişaha takdim edilmiş ve bu teşekkürüne bir cevap yazılmıştı. Mustafa Nâili Paşa, padişahın Girit Adası’na gelmesinden ve ihsanda bulunmasından dolayı kendi adına da bir teşekkür yazısı göndermişti. Abdülmecit’in Girit ziyareti üzerine hatıra posta kartları basılmıştı.806 Ayrıca Mustafa Nâili Paşa, padişahın Girit ziyareti anısına bir nişan olmak üzere taş dikilmesini istemişti. Paşa, bu ziyaret anısına Sevde Limanı’nın Tuzla İskelesinde süslü bir işaret tertip edilmesi emelini dile getirmişti. Mustafa Nâili Paşa, padişahın bu iskeleye ziyaret tarihi olan 3 Haziran 1850 tarihi anısına bir sebil yaptırmayı düşünmüştü. Bu sebil üzerine yazılması için büyük şairlerden biri olan Ziver Bey’e bir şiir yazdırmıştı. Paşa, 8 Kasım 1850 tarihinde bu şiiri Padişaha göndermiş ve bu şiirin gayet güzel bir yazı ile dört köşe bir mermer üzerine oyulmak suretiyle işlenmesini ve Girit’e gönderilmesini talep etmişti. Fakat padişah taş dikilmesi fikrini onaylamamıştı.807 Mustafa Nâili Paşa’nın bir mermer üzerine işlenmek üzere Ziver Bey’e yazdırdığı şiir: Şehinşâh-ı cihânbân-ı zamân Abdülmecid Han’dır İden himmet Cezâyir mülkünü şevketle seyrâna O şâhın olduğu içün maksadı âsâyiş-i âlem Ahâlî hâlini teftîşe eyler lutf-ı şâhâne Mizâc-ı şevkatin adl ile memzûc eylemiş Bârî Kemâl-i merhametden mâ’il olmuş azm-i büldâne Memâlik halkına ihsânda izhâr-ı merâhimde 806 807 Niyazi Karan, a.g.t., s.50 İ. MTZ. GR, nr. 05/85 253 Nazîri gelmedi hem gelmez ahar mülk imkâna Sezâdır rub‘-ı meskûn olsa revnak-yâb-ı ezmânı Ki ahd-ı şevketinden geldi zînet çârı erkâna İderler Avrupa halkı pesend ahlâk-ı hüsnâsın Sezâ kılsa düvel-i ashâbı evsâfın hulûsâne Cülûs-ı mes’adet-me’nûs edelden berü ol hâkân Seyâhatle zehî lutf etti ehl-i mülk-i ekvâna Cezâyir mülkünü teftîş ancak zâtına mahsûs Olaldan böyle emsâl olmadı eslâf-ı şâhâne Mukaddem Anadolu mülkünü teşrîfe arz edüp Burusa ülkesin kıldı kudûmu ma’delet-hâne O esnâda Midilli Adasın teşrîf kıldıkda Kudûmuyle ahâlî oldu nâ’il birr u ihsâna İdince Rûmili’ye sonra sevk-i mevkib-i teşrîf Ziyârette du’âlar kıldı nâs ol zıll-i Yezdâne Tuna nehri kenârına akıp âb-ı hayât-âsâ Kudûm-î feyzi ile Tuna döndü nehr-i rıdvâna Bu sâl içre Girid’î müjde teşrîf etti şevketle 254 Selefde olmamış bir lütfdur şâyândır i’lâna İdince Kandiye’yle Hanya’yı vapur ile teşrîf Kudûmüyle ahâli erdiler lutfu firâvân Sevde Limanı’nı bir Cuma gün teşrîf kıldıkta Selâmlık resm-i âlîsi görüldü şehr-i yârâne Meserretle ahâlî cümleten asker bir ağızdan Yaşasın şâh-ı âlem diyerek düştüler efgâna İki mısra’la Zîver söyledi târîh-i cevherdâr Kalem bu tehniyetle nâil oldı feyz-î unvâna Zamânü’l-adl bin iki yüz atmış altı sâlinde Hümâyûn-bâd bu teşrîf-i şâhâne bu limana808 Girit’e gelen ziyaretçilerin arasında dini liderler de bulunuyordu. Bu ziyaretler önemsenmiş ve kolaylık gösterilmesine dair Mustafa Nâili Paşa’ya emirler gönderilmişti. Mesela, 1849 yılı yaz aylarında ziyaret maksadıyla seyahat etmekte olan Kadiri Şeyhi Ebubekir Müştak Efendi, bu seyahati esnasında Girit’e de uğramıştı.809 1844 yılı Şubat ayında Prusya Devleti beyzadesi ve 1850 yılı yaz aylarında da Fransa beyzadesi Girit’e seyahate gelenler arasındaydı. Bu ziyaretçilere gereken kolaylıkların gösterilmesi konusunda çaba harcanmıştı.810 808 İ. MTZ. GR, nr. 5/85 A. MKT, nr. 208/57 810 HR. MKT, nr. 35/69; HR. MKT, nr. 1/46 809 255 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN GİRİT VALİLİĞİ SONRASI YILLARI Mustafa Nâili Paşa’nın Girit valiliği görevinden azledilme fikri bir süredir hükümet tarafından düşünülmekteydi. Bu düşünceyi fiiliyata geçirmek için uygun bir zaman beklenmişti. Her duruma bir çare bulan Mustafa Reşid Paşa, buna da bir çözüm yolu bulmuş ve Mustafa Nâili Paşa’yı, yirmi yıldan beri bulunduğu ve kendisini memleketin en zengin adamı yapmış olan Girit valiliği görevinden azlettirmiş ve yerine Sayda valisi Salih Vamık Paşa’yı gönderilmesini sağlamıştı.811 Mustafa Nâili Paşa, Girit valiliği görevinden azledilip İstanbul’a çağrıldıktan sonra kendisine önce 14 Ekim 1851’de Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliye azalığı görevi, daha sonra da Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliye reisliği görevleri tevcih edilmişti.812 Kırım Harbi öncesinde kendisine sadrazamlık görevi verildiğinde artık Mustafa Nâili Paşa, kariyerinin en üst seviyesine ulaşmıştı. Bundan sonra belli aralıklarla sadaret makamına iki defa daha getirilmişti. Ölmeden önce bulunduğu son memuriyet ise meclis azalığı olmuştu.813 811 S. Adulphus Slade, Türkiye ve Kırım Harbi, çev. Ali Rıza Seyfi, İstanbul 1943, s.57, Açıkta kalan Sayda Eyaleti, Zaptiye Müşiri Koca Mehmet Paşa’ya ve sus payı olarak Mustafa Naili Paşa’nın oğlu Veli Paşa’ya da vezirlik rütbesi ile Bosna Eyaleti, Bosna Valisi Mısırlı Sami Paşa’ya da Trabzon Valiliği verilmiştir. Mustafa Naili Paşa’nın gönlünü hoş tutmak için hassas bir yer olan Bosna Eyaleti’nin oğlu Veli Paşa’ya verilmesi kendisinin henüz genç ve tecrübesiz olmasından dolayı pek uygun bulunmamıştır. Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.61 812 Sadaret Divan-ı Hümayun Mühimme Kalemi (A. DVN. MHM), nr. 9/27; A.MKT. MHM, nr. 755/70; Takvim-i Vekayi, Defa:458, 13 Muharrem 1268/8 Kasım 1851; Ahmet Rıfat, a.g.e., s.56 813 Osmanlı Devleti’nde 1846’yı izleyen dönemde başa geçen ilk otuz sadrazamın yedisi asker kökenlidir. Ancak bunların üçü (Mustafa Naili, Kıbrıslı Mehmet Emin, Mütercim Rüştü Paşalar), askerlikten geldikleri halde kariyerlerinin erken aşamalarında sivil yöneticilik veya diplomasi mesleklerine yönelmişler, yıllarca valilik, elçilik ve bakanlık görevlerinde yetişmişlerdir. Askeri kariyerden az çok direkt bir şekilde üst siyasi mevkilere yükselen diğer dördünün (Damat Mehmet Ali, Esad, Hüseyin Avni, Cevat Paşalar) toplam sadaret süresi altı buçuk yıldır. http://www.nisanyan.com/?s=soru-34 256 A) MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN MECLİS-İ VÂLÂ’DAKİ GÖREVLERİ 1) Meclis-i Vâlây-ı Ahkâmı Adliye’nin Kuruluşu Sultan II. Mahmut’un son yıllarında merkez teşkilatında bazı önemli değişiklikler yapılarak merkezi hükümet modern bir yapıya bürünmüştü. Yasama alanında yeni danışma kurulları oluşturularak yeni düzenlemeler yapılmıştı. 1836 yılında askeri reformları kararlaştırıp uygulamak için Dâr-ı Şurây-ı Askeri,8141838’de ise hükümet işlerinin görüşülmesi ve sadrazama danışmanlık yapmak üzere Dâr-ı Şurây-ı Bâb-ı Âli ve daha sonra bunlarında üstünde çalışacak olan Meclis-i Vâlây-ı Ahkâmı Adliye adlı meclisler kurulmuştu. Meclis-i Vâlây-ı Ahkâmı Adliye, yapılması planlanan reformların alt yapılarını hazırlamak ve gerekli çalışmaları yapmak üzere 24 Mart 1838 tarihinde kurulmuştu.815 Çalışma yeri Topkapı Sarayı olan meclisin düzenlenen ilk nizâmnâmesine göre esas görevi, Dâr-ı Şurây-ı Askeri ve Dâr-ı Şurây-ı Bâb-ı Âli’de ele alınan dâhili, harici, askeri ve mali alanlarda tanzim edilen mazbataların tekrar gözden geçirmekti. Eğer değişecek ya da düzeltilecek bir yeri varsa bunları yapılıp padişaha arz edilirdi.816 Meclis-i Vâlâ, ilk olarak bir başkan ve beş üye olmak üzere 6 kişiden oluşmuştu. Yazı işleri için de iki kâtip görevlendirilmişti. Meclis-i Vâlâ’nın, kuruluşunu izleyen ilk yıllarda çalışmalarında tam bir verim sağlayamadığı söylenebilir. Tanzimat Fermanı’nın ilan edildiği tarihe kadar genellikle kendi yapısındaki aksaklıkların düzeltilmesi için çalışmıştı. Fakat yine de bu esnada müsaderenin kaldırılması, rüşvetin önlenmesi, bayındırlık ve vergi reformu gibi konularda çalışmalar yapılmıştı. Meclis’in asıl görevi ise Tanzimat Fermanı’nın müzakere edilmesiydi. Nihayet 1839’da Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla birlikte asıl gücüne kavuşmuş, gerçek bir yasama organı haline gelmişti. Bundan sonra Meclis-i 814 Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform (1836-1856), s. 191; Enver Ziya Karal, a.g.e., c. VI, s. 120 815 Ali Akyıldız, Osmanlı Bürokrasisi ve Modernleşme, İstanbul 2004, s.64; Ahmet Cevat Eren, a.g.e., s.75; Mehmet Karaarslan, “Tanzimat ve Şurayı Devlet”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, c. 54, S.3 (2005), s.341-363; Reşat Kaynar, a.g.e., s.198-205 816 Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform (1836-1856), s.189-193; İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, s.160 257 Vâlâ kanun tasarılarını hazırlamak ve devletin giderlerini kontrol etmekle görevlendirilmişti. Böylece padişah yetkilerini kendi isteğiyle sınırlamış ve bunu Bâbıâli ve Meclis-i Vâlâ’ya devretmiş oluyordu. Meclis-i Vâlâ ile birlikte kurulmuş olan Dâr-ı Şurây-ı Bâb-ı Âli, Meclis-i Vâlâ ile birleştirilerek çatışmalar önlenmiş ve Meclis-i Vâlâ’nın daha rahat çalışması sağlanmıştı.817 Tanzimat’ın ilanı ile kurulan bir diğer önemli meclis de Meclis-i Âli-i Umumi idi. Bu meclis, Pazartesi ve Çarşamba günleri olmak üzere haftada iki defa toplanmaktaydı. Sadrazam başkanlığında Meclis-i Vâlâ üyeleri, rütbe-i ula ve rütbe-i sani’den yüksek dereceli memurlar ile azledilmiş veya emekli olmuş devlet adamlarının katılımıyla toplanmıştı. Bazen üye sayısı 300’e varan rakamlara ulaşmıştı. 818 Bir süre sonra Meclis-i Vâlâ’nın sorumluluğunda bulunan işlerin giderek artması ve gecikmeler yaşanması nedeniyle yeni bir meclisin kurulması zorunluluğu ortaya çıkmıştı. Bu nedenle, 25 Eylül 1854 tarihinde meclis ikiye ayrılmış ve Meclisi Âli-i Tanzimat adıyla yeni bir meclis kurulmuştu.819 Meclis-i Vâlâ, bu tarihe kadar Tanzimat’ın uygulanması amacıyla yoğun bir çalışma temposu içinde çalışmış, hem yargı hem de ana yasama organı olma görevini üstlenmişti. Meclis-i Âli-i Tanzimat’ın kurulmasıyla yasama görevi bu yeni kuruma devredilmiş, Meclis-i Vâlâ’nın yükü hafifletilmişti. Bu düzenlemeden sonra Meclis-i Vâlâ eski önemini kaybetmiş ve yeni meclis ön plana çıkmıştı.820 Bir taraftan kendi iç sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalan Meclis-i Vâlâ’nın bu süreçte, devlet adamları arasında yaşanan anlaşmazlıklar da çalışmalarını aksatmıştı. Nihayetinde Padişahın, meclisin aldığı kararların hepsini onaylamış ve yürürlüğe koymuş olmasıyla Meclis-i Vâlâ gücünü ispat etmişti. Meclis-i Vâlâ, Bâbıâli’nin yüksek bürokrasisi arasındaki iktidar çekişmelerinden etkilenmişti. Bu durum, meclisin başkan ve üyelerinin tayin ve 817 Mehmet Seyitdanlıoğlu, “Divan-ı Hümayün’den Meclis-i Mebusan’a Osmanlı İmparatorluğu’nda Yasama”, Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, (Halil İnalcık- Mehmet Seyitdanlıoğlu), Ankara 2006, s. 273-283; Enver Ziya Karal, a.g.e., c. VI, s. 120 818 Mehmet Seyitdanlıoğlu, Tanzimat Devrinde Meclis-i Vâlâ (1838-1868), Ankara 1999, s.35-49 819 Engelhard, a.g.e., s.254; Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform (1836-1856), s.212; İlber Ortaylı, a.g.e., s.169; Enver Ziya Karal, a.g.e., c. VI, s. 122 820 Akyıldız, Bürokrasi ve Modernleşme, s. 66-37; Ahmet Cevat Eren, a.g.e., s.75 258 azillerindeki istikrarsızlıkları körüklemişti.821 1861 yılında Meclis-i Vâlâ ile Meclis-i Tanzimat birleştirilmiş,822 1868 yılında da son olarak Şuray-ı Devlet ve Divan-ı Ahkâm-ı Adliye isimleri ile ikiye ayrılmıştı.823 Meclis-i Vâlâ’da bir taraftan Tanzimat reformlarının esasları tespit edilmeye çalışılırken bir taraftan da yüksek rütbeli devlet adamlarıyla alt kademedeki memurların uyması gereken kurallar belirlenmişti. Ayrıca bu kurallara uymayanların maruz kalacakları cezaların belirlendiği yeni bir ceza kanunnâmesi hazırlanmıştı. Bu kanunnâmede özellikle üzerinde durulan mesele son dönemde artan yolsuzlukların, hediye ve rüşvetin engellenmesi olmuştu. Özellikle Mustafa Reşid Paşa bu konuda yapılan çalışmalarda öncü bir rol oynamıştır ki asıl amacı siyasi rakiplerini bertaraf etmekti. Meclis-i Vâlâ’da rüşvetin önlenmesi için bir takım kararlar alınmış ve yolsuzlukların engellenmesi için göreve yeni başlayan tüm memurlara bundan kaçınacakları hususunda yemin zorunluluğu getirilmişti.824 Osmanlı Devleti’nde, 1839-1876 yılları arasında yasama, yürütme ve yargı güçlerinin ayrıldığı modern bir devlet yapısı oluşturulmaya çalışılmıştı. Mustafa Reşid Paşa, Ali ve Fuat Paşaların yönetimindeki Osmanlı kabinesi yürütme gücünü kullanmada bağımsız olmuşlardı. Meclis-i Vâlâ da yasama ve yargı güçlerini yürütmeden ayrı ve kısmen bağımsız olarak kullanmayı başarmıştı.825 Meclis-i Vâlâ başkan ve üyelerinin maaşları, sahip oldukları rütbe ve derecelere göre farklılık arz etmişti. Fakat bir süre sonra düşük rütbelilerin meclis görüşmelerinde pasif kalmalarından dolayı üyelerin rütbelerinin eşit olmasına ve görüşmelerde rütbe farklarının ortadan kaldırılmasına karar verilmişti. Meclis üyelik rütbesi de rütbe-i ula sınıf-ı sanisi olarak sabitlenmişti. Bu rütbe karşılığında belirlenen maaş diliminin en yüksek basamağındaki miktar 12.500 kuruş idi. Fakat 821 Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s.49-50; Engelhard, a.g.e., s.254-259 Ahmet Cevdet Paşa, Maruzat, haz. Yusuf Halaçoğlu, İstanbul 1980, s. 34 823 Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s. 50; Engelhard, a.g.e., s. 259; Ahmet Cevdet Paşa, Maruzat, s. 198 824 Yüksel Çelik, “Tanzimat Devrinde Rüşvet-Hediye İkilemi ve Bu Alandaki Yolsuzlukları Önleme Çabaları”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, İstanbul 2006, s.48-49; Erdoğan Keleş, “Tanzimat Döneminde Rüşvetin Önlenmesi İçin Yapılan Düzenlemeler”, Tarih Araştırmaları Dergisi, S. 38, Ankara, Eylül 2005, s.259-280 825 Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.m., s.279 822 259 bu her zaman geçerli olmamış, meclise yüksek rütbeli bir üye atandığı zaman maaşı sahip olduğu rütbe üzerinden ödenmişti. Aynı şekilde bir alt rütbeye sahip olup, meclise üye olanlar da rütbe olarak meclis üyeliği rütbesinde sayılmışlar ancak maaşları eski rütbelerine göre verilmişti. Bu da 10.000 ile 7.500 kuruş arasında olmuştu. Meclis başkanının maaşı ise atanan kişinin vezir rütbeli olması göz önünde bulundurularak en az 50.000 kuruş olarak belirlenmişti. Yine üyelerde olduğu gibi başkan maaşları da sahip olunan nitelik ve rütbelere göre farklılık arz etmişti. Bu rakamlardan anlaşılacağı gibi Meclis-i Vâlâ üyeliği ve başkanlığı her zaman yüksek itibarı olan bir memuriyet olmuştu. Rütbe ve maaşların bol tutulduğu bu memuriyetin cazibesi Osmanlı bürokrasisinde çok fazlaydı. Ayrıca üyelerin maaşlarına ek olarak tayinat adı altında yiyecek, içecek vb. masraflarını karşılamak üzere ayni ya da nakdi ek ödenekler de yapılmıştı.826 Mustafa Nâili Paşa, Girit valiliği görevinden azledildikten sonra ilk olarak meclis üyeliği görevinde bulunmuştu. Daha sonra da üyesi bulunduğu bu meclise başkanlık yapmıştı. Böylece Mustafa Nâili Paşa, Osmanlı Devleti’nin bürokrasi basamaklarını teker teker tırmanmaya başlamıştı. Paşa için bu basamakların zirvesi sadaret makamı olmuştu. 2) Mustafa Nâili Paşa’nın Meclis-i Vâlây-ı Ahkâmı Adliye Üyeliği Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliye’nin kuruluşundan itibaren üyeler ve üyelerin belirlenmesi önemli bir sorun olmuştu. Çünkü bu üyeler üstlendikleri görevi yerine getirebilecek nitelikte olmalıydı. Açılan yeni okullar henüz mezunlarını vermemişti. Bu yüzden üyeler genellikle II. Mahmut döneminde yetişmiş Tanzimatçı bürokratlar ve ulamadan seçilmişti. İlk yıllarda üyelik için belirli bir kural konmamıştı. Üyelerin sadece kendi alanlarında uzman kişiler olmasına dikkat edilmişti. Daha önce bulundukları görevlerde haysiyet ve dirayetlerini ispatlamış 826 Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s.88-89 260 olmaları gerekmekteydi. Meclis-i Vâlâ üyeleri meclis görüşmelerine rahatlıkla katılarak gerektiğinde tartışmaya girebilecek kadar bilgi birikimine sahip ve bu düşüncelerini savunup tartışabilecek seviyede olması gerekmekteydi. Toplantılarda suskun kalmak liyakatsizlik olarak değerlendirilmişti. Üyeler devletin kanunlarını bilmek, idari ve mali iç sorunların yanında, dış politika hakkında da yeterli malumata sahip olmak zorundaydı. Bir de vazgeçilmez ölçüt, Tanzimat’ı benimsemiş olmaları idi. Üyeler, Meclis-i Vâlâ başkanı tarafından uygun nitelikte olanlar arasından seçilip önce sadrazamın görüşüne sunulmuş, daha sonra da padişahın onayıyla göreve başlamışlardı. Üyeler vüzera, ulema, askeriye ve azledilmiş devlet adamları arasından belirlenmişti. Birer yıllık süre için seçilen üyelerin bu sürenin sonunda görevden otomatik olarak ayrılma gibi bir zorunluluğu da yoktu. Emekli oluncaya kadar ya da azledilinceye kadar görevlerini sürdürebilirlerdi. Meclisteki üye sayısı kurulduğu tarihte 5 kişi iken daha sonraki yıllarda bu sayı artmıştı. Öyle ki üye sayısı gereğinden fazla rakamlara ulaşmıştı. Bunun nedeni, Tanzimatçı liderler ile gelenekçiler arasında yaşanan tartışma ve rekabetti. Bu çekişmeler neticesinde meclise, belirlenen kurallar çerçevesinde üye ataması yapmak güç olmuştu. Şöyle ki, Ali ve Fuat Paşalar birlikte Mustafa Reşid Paşa’nın karşısında güçlü birer rakip olarak yer almışlardı. Mustafa Reşid Paşa sadrazam iken onun taraftarları, Ali ve Fuat Paşalar iktidarda iken onların yakınları meclise üye olarak atanmıştı. Herkes kendine yakın kişileri kayırarak memurlar arasında kendi yandaşlarını çoğaltmak istemişti. Ayrıca Meclis-i Vâlâ üyeliğinin nüfuzlu ve yüksek maaşlı bir memuriyet olması da bu durumu tetiklemişti. Bu memuriyet yüksek rütbeli devlet adamlarına arpalık ya da kızak makam olarak da verilmişti. Zaman zaman üyelerin belirlenmesinde saray kadınlarının bile müdahalesinin olduğu görülmüştü. Atamalar da her ne kadar politik etkiler görülmüşse de, üyelerde aranan kıstaslardan çok fazla taviz verilmemiş, her birinin alanlarında deneyimli ve uzman kişiler olmasına dikkat edilmişti. Meclis üyeleri genellikle mülkiye, hariciye ve ilmiye sınıfından seçilirken, askeri sınıftan da atananlar olmuştu. 827 827 Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s.80-84; Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir (1-12), s.16-87; Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform (1836-1856), s.210-211; Kayırma ile göreve atananlara meclis üyelerinden rahatsızlıklarını bildiren olumsuz tepkiler gelmiştir. Üyeler bu 261 Mustafa Nâili Paşa, açık sözlülüğü ve uzun yıllar Girit’te valilik yapmış biri olarak dış politikada edindiği tecrübelerle Meclis-i Vâlâ üyeliği için aranan kıstaslara uygun bir aday olmuştu. Mustafa Nâili Paşa’yı askeri sınıftan seçilmiş bir meclis üyesi olarak değerlendirmek gerekir. Üyeler ilk yıllarda Meclis-i Vâlâ dışında da memuriyetlerde bulunuyorlardı, ancak bu zamanla meclis çalışmalarının aksamasına neden olduğu için daha sonraları üyelerin ikinci görevlerini bırakmaları istenmişti. Bundan sonra da tüm mesaisini meclise ayıracak üyeler seçilmeye çalışılmıştı.828 Bu sebeple olsa gerek, Mustafa Nâili Paşa Girit valiliği görevinden azledilip İstanbul’a çağrılmış, yerine Vamık Paşa görevlendirilmişti. Mustafa Nâili Paşa’ya Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliye azalığı görevi layık görülerek bu görev kendisine 14 Ekim 1851 tarihinde53 yaşındaykentevcih edilmişti.829 Bu esnada Meclis-i Vâlâ reisliği görevinde Sadık Rıfat Paşa (3. defa) bulunuyordu. Sadık Rıfat Paşa’dan sonra Mustafa Reşid Paşa ve daha sonra da Mustafa Nâili Paşa başkanlık görevini devralacaktı. Mustafa Nâili Paşa’nın Meclis-i Vâlâ üyesi olduğu esnada sadrazamlık makamında, Mustafa Reşid Paşa bulunuyordu. Mustafa Nâili Paşa’nın Meclis-i Vâlâ üyeliği görevi, başkan olduğu 7 Mart 1852 tarihine kadar yaklaşık 5 ay kadar devam etmişti. 3) Mustafa Nâili Paşa’nın Meclis-i Vâlây-ı Ahkâmı Adliye Başkanlığı Meclis-i Vâlâ reisinin seçimi vezirlik ve müşirlik rütbesinde bulunan devlet adamları arasından, sadrazam ve hükümet tarafından yapılmıştı. Meclis-i Vâlâ’nın önemine binaen başkanlar, yüksek rütbeli, kıdemli ve saygın devlet adamları arasından seçilmişti. Başkan adayında aranan en önemli özellik, Tanzimat kaidelerine riayet edecek bir kişi olmasıydı. Başkan, sadrazam tarafından atamalar karşısında “namusumuza dokunuyor” diyerek düşüncelerini ifade etmişlerdir. Damat Paşalara da asker rütbesi verilerek tevdi edilen meclis üyeliği onlar için devlet kademelerinde yükselmelerini sağlayan bir basamak olmuştur. Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir (13-20), s.37-50 828 Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s.81 829 A. DVN. MHM, nr. 9/27; A.MKT. MHM, nr. 755/70; Takvim-i Vekayi, Defa:458, 13 Muharrem 1268/8 Kasım 1851; Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311 262 belirlendikten sonra Meclis-i Vükela’nın onayı alınır ve daha sonra padişaha arz edilirdi. Uygun bulunan aday kabul görürse hükümet ve Meclis-i Vâlâ üyelerinin katıldığı bir törenle görevine başlardı. Eğer atanan başkan, vezir rütbesinde değil ise hemen vezirliğe yükseltilirdi. Fakat Meclis-i Vâlâ başkanlarının hepsinin atamaları bu kural çerçevesinde gerçekleşmemişti. Genellikle bu seçimlerde, iç politik çekişmeler daha belirleyici bir rol oynamıştı. Örneğin ilk başkan olan Hüsrev Paşa, Tanzimat’a muhalifliğiyle tanınan bir kişi olmasına rağmen, iç politikada denge hesapları sonucu başkanlık görevine getirilmişti. 1839’dan 1868 yılına kadar meclis başkanlığına 33 kez atama yapılmıştı. Atanan başkanlar genellikle köken olarak hariciye ve mülkiye memurları sınıfından gelmekte idi. Bu süre içinde görevde bulunan başkanlardan 12’si hariciye, 9’u mülkiye, 7’si askeriye, 5’i maliye kökenliydi. Bu başkanlardan 15’i başkanlık görevinden önce ya da sonra mutlaka sadrazamlık görevinde bulunmuş kişilerdi.830 Mustafa Nâili Paşa’ya 7 Mart 1852 tarihinde Meclis-i Vâlây-ı Ahkâmı Adliye Başkanlığı görevi tevcih edilmişti. Padişah tarafından yazılan Hatt-ı Hümayün’de kendisinin bu işi yapmaya layık göründüğü belirtilmişti.831 Dolayısıyla, Mustafa Nâili Paşa, üyesi bulunduğu meclise 5 ay sonra başkan olmuştu. Mustafa Nâili Paşa’nın başkanlığa atandığı esnada Mustafa Reşid Paşa da sadrazamlığa, eski sadrazam Rauf Paşa da Meclis-i Âli memuriyetine atanmıştı.832 Meclis-i Vâlâ Reisi Mustafa Nâili Paşa’ya 21 Temmuz 1852 tarihinde ikinci rütbe Mecidiye Nişanı, 10 Ocak 1853 tarihinde de birinci rütbe Mecidiye Nişanı ihsan edilmişti.833 830 Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s.78 A. DVN, nr. 75/95; A. DVN. MHM, nr. 9A/61; Takvim-i Vekayi, Defa: 465, 22 Cemaziyelahir 1268/13 Nisan 1852; Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.65; Sinan Kuneralp, Son Dönem Osmanlı Erkan ve Ricali(1839-1922):Prosopografik Rehber, İstanbul 1999, s.12; Güller Karahüseyin, “Sultan Abdülmecid’in Hatt-ı Hümayünleri”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1997, s.89 832 A.M, nr 9/100 833 Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311; Mustafa Naili Paşa’nın dışında Sadrazam Damat Mehmet Âlî Paşa’ya, Şeyhülislam Arif Hikmet Bey’e, Mustafa Reşid Paşa, Hüsrev Mehmet ve Mehmet Emin Âlî Paşalar ile Trablusgarp, Bağdat ve Mısır gibi bazı eyaletlerin valilerine ve Serasker Mehmet Rüşdü Paşa’ya, Rumeli, Irak, Hicaz Ordusu Müşirlerine de birinci rütbe Mecidiye Nişanı verilmiştir (A. DVN. MHM, nr. 10/8); İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s.75; Ahmet Rıfat, a.g.e., s.56; “Mecidiye Nişanı” olarak adlandırılan nişan, padişah Abdülmecid himayesinde ve O’nun adına istinaden çıkarılmış olup beş rütbeden meydana gelmiştir. Hayat boyu kalması şartı ile verilen nişanın sayısı sınırlı olup, birinci rütbede 50, ikincisinde 150, üçüncüsünde 800, dördüncüsünde 3.000 ve 831 263 Mustafa Nâili Paşa, uzun yıllar Girit’te devletin kendisine tevdi ettiği “müşir” unvanını kullanmış bir memur olarak bu göreve layık görülmüştü. Mustafa Nâili Paşa, Meclis-i Vâlâ’nın 7 asker kökenli başkanından birisi olmuştu. Bu sayede Paşa, aynı zamanda hükümetin de bir üyesi sayılmıştı. Ayrıca Mustafa Nâili Paşa’yı başkanlık öncesi ya da sonrası sadrazam olan başkanlar içinde, sonradan sadrazam olanlar arasında zikredebiliriz. Meclis-i Vâlâ’nın 1838’de kuruluşundan 1854’de Meclis-i Tanzimat’ın kuruluşuna kadar geçen 16 yılda 22 başkan değişikliği yaşanmıştı. Mustafa Nâili Paşa, Meclis-i Vâlâ’nın 14. başkanı olarak görev yapmıştı. 8 Mart 1852 tarihinde 54 yaşında başladığı başkanlık görevini 15 Mayıs 1853 tarihine kadar sürdürmüştü.834 Islahat Fermanının ilanına kadar geçen Tanzimat’ın bu ilk devresinde muhalif gruplar arasında tartışmalar ve iktidar mücadeleleri yaşanmıştı. Geçen 16 yıl boyunca sadaret makamında yaşanan 14 sadrazam ve Meclis-i Vâlâ’da görülen 22 başkan değişikliği, bu dönemde yaşanan mücadelelerin bir delili olmuştu.835 Mustafa Nâili Paşa’nın Meclis-i Vâlâ riyasetinde bulunduğu dönemde, Meclis-i Vâlâ’nın yazı işlerinin yürütüldüğü Tahrirat Odası’nda bazı düzenlemeler yapılmıştı. Tanzimat’ın uygulandığı vilayetlerin sayısı giderek artınca işler biraz zorlaşmıştı. Bu yüzden Tahrirat Odası ikiye bölünmüştü. 4 Aralık 1853 tarihli bir iç nizâmnâme hazırlanarak Rumeli ve Cezair-i Bahr-i Sefid eyaletlerinin işlerini görmek üzere, Rumeli Baş Kitabeti ve Anadolu, Irak ve Arabistan eyaletleri ile ilgilenmek üzere de Anadolu Baş Kitabeti adında iki yeni Tahrirat Odası kurulmuştu. Ser- halifelik kaldırılmış, yerine her iki kitabete mümeyyiz adı verilen birer görevli beşincisinde 6.000 adet nişan vardı. Padişah hiçbir şarta bağlı olmaksızın istediğine bu nişanı verme hakkına sahip idi. Mecidiye Nişanı ile ilgili işleri yürütmek üzere bir nişan meclisi kurulmuştur. Yeni bir nişan tahsisinde nişan sahibinden nişanı aldığına dair bir senet alınıp mecliste muhafaza edilmiştir. Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform (1836-1856), s. 44-45 834 Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s.202 835 Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s.48; Tanzimatçı kadro Mustafa Reşid, Ali ve Fuat Paşaların liderliğinde reformları yürütmüşler ve bu süreçte Meclis-i Vâlâ’dan yararlanmışlardır. İktidarda bulundukları süre boyunca Meclis-i Vâlâ’yı kendi taraftarı olan başkanlar vasıtası ile kontrol altında tutmayı tercih etmiştir. İktidarda olmadıkları zamanlarda da doğrudan meclisin başkan ve üyesi bulunarak kontrolü elden bırakmamışlardır. Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s.78-79; Bu sayede meclis, reformcu bir şahsiyet kazanarak Tanzimat’a aykırı davranan üst düzey bürokratları bile yargılayarak Tanzimat’ın koruyuculuğunu üstlenmiştir. Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform (1836-1856), s.217-218 264 atanmıştı. Kâtip-i Evvel Rumeli Kitabeti’nin, Kâtip-i Sani de Anadolu Kitabeti’nin başına getirilmiştir. Bu yeni nizâmnâmeyle uygulamaya konulmuş olan işbölümü, meclis işlerinin daha hızlı ilerlemesini sağlanmak amaçlanmıştı. Her memurun görevi ayrıntılı bir şekilde belirtilmişti.836 B) MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN SADARET MAKAMINA GETİRİLMESİ Mustafa Nâili Paşa’nın ilk sadrazamlık dönemi Kırım Savaşı’nın hemen öncesine ikincisi Kırım Savaşı’na ve son sadareti de Kırım Savaşı sonrasına denk gelmişti. Gündemini genellikle Rusya ile ilişkiler meşgul etmişti. 1) Kutsal Yerler Sorunu ve Prens Mençikof’un İstanbul’a Gelişi Rus Çarı I. Nikola, görünüşte Mübarek Makamlar meselesinin çözümü için büyükelçi ve fevkalade murahhas olarak 28 Şubat 1853 tarihinde Prens Mençikof’u İstanbul’a göndermişti.837 Mençikof İstanbul’da yakışıksız hareketleri ile dikkat çekmişti. Sokak kıyafetiyle Bâbıâli’ye gelmiş, sadrazamı ziyaret ettikten sonra Hariciye Nâzırı Fuat Paşa’ya uğramamıştı. Müzakereler sürecinde Fuat Paşa ile karşılaşmak istememişti. Bu esnada fikir alışverişi yapılabilecek olan İngiliz ve Fransız elçileri İstanbul’da bulunmuyordu. Fakat Rus elçisinin iyi niyetler taşımadığı ve bir bahane aradığı hissedilmişti. Bu yüzden geri adım atılmış ve Fuat Paşa Hariciye Nâzırlığından ayrılmıştı.838 Mençikof, Kutsal Mekânlar ile ilgili çok ağır şartlar öne sürmüştür. Rusların meselenin iki devlet arasında müzakere edilmesini istemelerine rağmen İngiliz ve Fransızların da araya girmesi ile orta yol bulunmuş, mesele her iki tarafın isteğine uygun şekilde halledilmiştir. Kutsal yerler meselesi halledildikten sonra Mençikof’un asıl niyeti ortaya çıkmıştı. 5 Mayıs 1853 tarihinde 836 Mehmet Seyitdanlıoğlu, a.g.e., s.93 Engelhart, Tanzimat ve Türkiye, İstanbul 1999, s.109; Ali Akyıldız, Para Pul Oldu Osmanlı’da Kâğıt Para, Maliye ve Toplum, İstanbul 2003, s.54; Oral Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, Ankara 2004, s.228 838 Emine Atılgan Gümüşsoy, a.g.t., s.33-35 837 265 Bâbıâli’ye yeni bir ültimatom vermişti. Buna göre Rus Çarı I. Nikola, Sultan Abdülmecid’e daimi bir ittifak teklif etmiş, karşılığında da Osmanlı topraklarında yaşayan bütün Ortodoks tebaanın hamisi olduğunun kabul edilmesini istemişti. Ayrıca önceki antlaşma metinlerindeki Rum Kilisesi yerine Rus Kilisesi tabiri kullanılacaktı. Bu talepler devletin hükümranlık haklarından vazgeçmesi anlamına gelmekte idi. Ayrıca Rus müdahalesini, nüfuz ve hâkimiyetini kabul etmek demekti. Rus elçisi kabul veya ret kararı için 5 gün süre tanımıştı. Osmanlı Devleti hükümranlık haklarından vazgeçmeden yapılması mümkün azami fedakârlığa karar vermişti. Rusya Devleti’ne Küçük Kaynarca Antlaşmasında839 temin edilen haklar tanınmaya devam edilecek, Ortodoks mezhebinden olanlara Osmanlı Devleti’nde tam bir serbestlik sağlanacaktı. Bu esnada müzakereler birden kesilmişti. Bâbıâli’ye mensup Legofet Aristaki Bey adlı bir Rum, Mençikof ile gizlice bir görüşme yapmıştı. Rus Sefareti Baş Tercümanının kendisine ihanet ederek Osmanlı’ya hizmet ettiğini, kendisine bu hizmetine karşılık boğazda bir yalı hediye edildiğini söylemişti. Ayrıca Hariciye Nâzırı değiştirilecek olursa daha yumuşak başlı ve daha anlayışlı olan Mustafa Reşid Paşa ile görüşmenin Rusya açısından daha avantajlı olacağını haber vermişti. Aslında bu İngiliz elçisi Stradford de Redcliffe’in bir oyunuydu. Mençikof buna kanarak padişaha Mustafa Reşid Paşa’nın Hariciye Nâzırlığına getirilmesini, bu şekilde müzakerelerin daha kolay yapılabileceğini söylemişti.840 Abdülmecid’de bu teklifi memnuniyetle yerine getirmiş, 15 Mayıs 1853 tarihinde Mustafa Reşid Paşa Hariciye Nâzırı olmuştu. Bu olaydan bir gün önce de yine İngiliz elçisinin teklifi ile Damat Mehmet Ali Paşa yalısında vükelayla müzakerede bulunduğu esnada sadaret makamından alınarak ikinci defa seraskerliğe atanmıştı. Yerine 14 Mayıs 1853 tarihinde Meclis-i Vâlâ riyasetinde bulunan Mustafa Nâili Paşa 55 yaşında sadarete tayin edilmişti.841 Abdülmecid bu yaptığı değişiklikler sayesinde Mustafa Reşid Paşa’nın Hariciye Nâzırlığına getirilmesiyle İngilizlerin, 839 Mecmua-i Muahedat, c.III, s.254 Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s. 3020-3024 841 Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir, (1-12), s. 17; Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.175; Ahmet Rıfat, a.g.e., s. 57; Ali Fuat Türkgeldi, Rical-i Mühimme-i Siyasiyye, İstanbul 1928, s.16; Ali Fuat Türkgeldi, Mesail-i Mühimme-i Siyasiyye, c.I, s.19-20; S. Adulphus Slade, a.g.e., s. 56; Ahmet Cevat Eren, a.g.e., s.96; Bu olaylar ile ilgili olarak Ayaşlı Hayri Efendi “Hayrabat” adlı bir manzum eser kaleme almıştır. İbnülemin, a.g.e., c. I, s. 61-62 840 266 Mustafa Nâili Paşa’nın sadarete getirilmesiyle de Fransızların gözüne girmek istemiş, bu şekilde bir denge politikası gütmüştü.842 Sadrazam değişikliği sonrasında padişah Abdülmecid, sadrazam Mustafa Nâili Paşa’ya bir ferman göndererek işlerin eskisi gibi sürdürülmesi uyarısında bulunmuştu. Mustafa Nâili Paşa da cevabında emirlere titizlikle uyulacağını belirtmişti.843 Mençikof’a oynanan bu oyun vesilesiyle Mustafa Nâili Paşa sadaret makamına, Mustafa Reşid Paşa Hariciye Nezareti’ne getirilmişti. Mehmet Ali Paşa serasker, Sadık Rıfat Paşa’da Meclis-i Vâlâ Başkanı olmuştu.844 Mustafa Nâili Paşa bu ilk sadaretinde 14 Mayıs 1853’ten 8 Temmuz 1853’e kadar olmak üzere 1 ay 25 gün görevde kalmıştı. Mustafa Nâili Paşa, uzun yıllar Girit valiliğinin ve İstanbul’a geldikten sonra da Meclis-i Vâlâ’da bulunduğu görevlerinin ardından nihayet 55 yaşında kariyerinin son noktasına ulaşmıştı. Bu şekilde yapılmış olan hükümet değişikliğinin sebebi, İngiliz elçisinin tesiri ve Prens Mençikof’un baskısı gibi görünse de aslında müzakere süreci bu şekilde uzatılmak suretiyle askeri hazırlıklar için vakit kazanmak amacı güdülmüştü.845 Mustafa Nâili Paşa’nın bu ilk sadaretinden azli Mustafa Reşid Paşa ile olan tartışmaları neticesinde olmuştu.846 Her ikisi de bayramlaşma töreninden sonra görevlerinden azledilmiş fakat bayram günü847 olduğu 842 Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s. 3024; Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir, (40-Tetimme), s.64; Mustafa Reşid Paşa, İngiliz siyaseti taraftarı olarak tanınmıştır. Mustafa Naili Paşa da Girit valiliği esnasında Fransızların gözüne girmişti. Abdurrahman Şeref, Tarih Muhasebeleri, İstanbul 1339, s.83 843 A. MKT. UM, nr. 136/53 844 İ. DH, nr. 272/17053;Takvim-i Vekayi, Defa:487, Tarih: 17 Şaban 1269/ 26 Mayıs 1853; İsmail Hami Danişment, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi-Devlet Erkânı, c.V, İstanbul 1971, s. 79; Yaşar Semiz, “Sadık Rıfat Paşa (1807-1857) Hayatı ve Görüşleri”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 1. Sayı, Kasım 1994, s.135-144; ; Güller Karahüseyin, a.g.t., s. 95; Candan Badem, “The Ottomans And The Crimean War (1853-1856)”, Sabancı Üniversitesi Doktora Tezi, Ankara 2007, s.75 845 İsmail Hami Danişment, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi (1703-1924), c.IV, İstanbul 1972, s.143 846 Takvim-i Vekayi, Defa: 505, Tarih: 18 Ramazan 1270/14 Haziran 1854; Mehmet Süreyya, a.g.e., c.IV, s. 480; Padişah Abdülmecid’in sık sadrazam değişikliğine gitmesinin bir sebebi, duygusal olmasından kaynaklanmıştır. Tavrı ve tarzını beğenmediği sadrazamı azletmiş, yerine bir başkasını atamıştır. Mustafa Reşid Paşa’nın ısrarcı tavırları ve ikna kabiliyeti de bu değişikliklerde etkili olmuştur. Bunun yanında bazen de yabancı elçilerin müdahaleleri de söz konusu olmuştur. Şefaattin Deniz, “Osmanlı Devleti’nde Padişah ve Bâbıâli Arasındaki İktidar Mücadelesi (1808-1908)”, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale 2002, s.57-76 847 Hangi bayram olduğu konusunda muhtelif fikirler ortaya atılmış olmakla birlikte Ramazan bayramı olma ihtimalinin yüksek olduğu belirtilmiştir. İsmail Hami Danişment, a.g.e., c.IV, s. 144 267 için azilleri bayramın birinci gününden üçüncü gününe kadar iki gün sürdükten sonra tekrar tayin edilmişlerdi. İstanbul’da bulunan İngiliz elçisi Lord Stratford Canning anılarında bu değişikliklerden bahsederken, Mustafa Nâili ve Mustafa Reşid Paşa’nın, kendi müdahelesiyle geri iade edildiğini yazmıştı. Canning, azlin ardından hemen Sultan’ın huzuruna çıkmış ve şahsi sebepler yüzünden iki devlet adamının görevden alındığı haberini duymuş olduğunu, böyle hassas bir dönemde devletin bu iki değerli insandan mahrum edilmemesini rica etmişti. Bu rica üzerine padişah Abdülmecid, her ikisinin görevlerini iade etmişti. Yine Canning’in ifadesine göre Abdülmecid, Nâzırları arasındaki çekememezlik duygusundan ve Nâzırların bu yüzden başına dert açtıklarından şikâyet etmekteydi. Nâzırlar ise padişahın zaafından, ikiyüzlülüğünden şikâyetçiydi. Neticede Mustafa Nâili Paşa iki gün arayla ikinci defa sadarete getirilmiş oldu.848 2) Mustafa Nâili Paşa’nın İkinci Sadareti ve Kırım Savaşı Mustafa Nâili Paşa 10 Temmuz 1853 tarihinde ikinci defa sadaret makamına tayin edilmişti.849 Mustafa Nâili Paşa’nın bu ikinci sadareti 29 Mayıs 1854 tarihine kadar olmak üzere 10 ay 20 gün sürmüştü. Gündemini meşgul eden konuların başında Kırım Savaşı gelmekteydi. Kendisine savaş mevkiindeki komutanlardan ve yerel yöneticilerden raporlar gönderilmişti. Mustafa Nâili Paşa da onlara sadrazam olarak uyulması gereken kaidelerle ilgili emirler göndermişti. Kırım Savaşı’nın getirdiği mali külfet hazinede açığa sebep olduğunda bu açığı kapatmaya yönelik tedbirler alınması için çalışmalar yapmış, yardım kampanyaları düzenlemiş hatta örnek olsun diye yüklü bir miktarla kampanyaya bizzat katılmıştı. 848 Stanley Lane Poole, Lord Stratford Canning’in Türkiye Anıları, (çev. Can Yücel), İstanbul 1999, s.144 849 Mustafa Naili Paşa’nın birinci ve ikinci sadareti bazı kaynaklarda tek bir dönem olarak ele alınmıştır. Nihayetinde iki sadaretinin arasında sadece iki gün vardır. Ancak bu çalışmada resmi kayıtlara bağlı kalınarak Mustafa Naili Paşa’nın bu iki sadareti birinci ve ikinci olmak üzere iki ayrı dönem halinde ele alınmıştır. 268 Mustafa Nâili Paşa’ya gösterdiği iyi niyet ve azminden dolayı Rusya ile olan savaşta gayret ve sadakat gösterenlere mahsus yapılmış olan iftihar nişanından verilmişti.850 İlk sadaretinde olduğu gibi ikinci sadaretinde de Hariciye Nâzırı Mustafa Reşid Paşa ile aralarında bazı hususlara yönelik tartışmaları olmuştu. Nihayet bu tartışmalar neticesinde sadaretten azledilmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın Mustafa Reşid Paşa ile olan geçimsizliğinin yanında ayrıca Meclis-i Vükela’da “tefevvühat-ı gayri layıkada” yani uygun olmayan tavır ve hareketlerde bulunmuş olduğu belirtilmişti.851 a) Mustafa Nâili Paşa’nın İmzasıyla Yayınlanan Mazbata Mustafa Nâili Paşa’nın tekrar sadaret makamına getirildiği günlerde, Rusya ile Osmanlı Devleti arasında yaşanan Kutsal Yerler gerginliği her gün artarak devam etmekteydi. Mençikof, hükümetinin Osmanlı Devleti’ne bu meseleyle ilgili teklif ettiği projesini yeni sadrazam Mustafa Nâili Paşa ile tekrar Dışişleri Bakanlığına getirilen Mustafa Reşid Paşa’ya kabul ettirebileceğini ümit etmekteydi.852 Fakat yeni hükümetin kurulmasının ardından kısa bir süre sonra, Rus elçisi Mençikof aldandığını anlamıştı. Zirâ Mustafa Reşid Paşa’nın, özellikle devletin hükümranlık haklarıyla alakalı meselelerde ne kadar tutucu olduğunu bizzat görerek şahit olmuştu. Mustafa Reşid Paşa, İngiliz ve Fransızların desteğiyle savaşı göze alarak Mençikof’un isteklerini kabul etmemişti. Bu işi kendi sorumluluğuna almak istemediğinden Bâbıâli’de 43 kişiden oluşan bir grup kurulmuş ve mesele müzakere edilmişti. Neticede 40 oyla Rus elçisinin isteklerinin reddine karar verilmiş ve Mençikof’a bildirilmişti. Rusya ile siyasi münasebetin kesildiği halka ilan edilmişti. 850 Kırım savaşı sırasında verilen madalyalar için bkz: Şamil Mutlu, “Kırım Savaşı’nın Görsel Yönü”, Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması (1853-1856), 22-23 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul 2007, s.257-260 851 İsmail Hami Danişment, a.g.e., c. V, s.80; İsmail Hami Danişment, a.g.e., c. IV, s.143 852 Nicolae Jorga, a.g.e., s.380 269 Ret cevabı karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen Mençikof, hemen ertesi gün İstanbul’u terk etmişti.853 28 Mayıs 1853 tarihinde Meclis-i Umumi’de Mustafa Nâili Paşa’nın sadrazam olarak katıldığı olağanüstü bir toplantı yapılmıştı. Padişah Abdülmecid’in, tecrübeli devlet adamlarından Rauf ve Hüsrev Paşaların da katıldığı bu toplantıda Rusya’nın talepleri ve uygulamalarına dair devletin nasıl bir politika izleyeceği ve halkın uyması gereken hususlar konuşulup nihayetinde bir mazbata hazırlanmıştı. Bu mazbatanın bir sureti, kararları tasdik ederek mühürleyenlerin isimleriyle birlikte 13 Ağustos 1853’de Takvim-i Vekayi’de ilân edilmişti. Mazbata metninde ilk olarak sadrazam Mustafa Nâili Paşa’nın, daha sonra Şeyhülislam Arif Hikmet Bey’in ve diğer meclis üyeleriyle Hariciye Nâzırı olarak Mustafa Reşid Paşa’nın mühürleri vardı. Buna göre, Rusya Devleti ile Osmanlı Devleti arasında bir anlaşma sağlanamadığından, Rusya Devleti resmi ilişkileri kesmiş ve İstanbul’daki sefirini geri çağırmıştı. Rusya’nın karada ve denizde bazı savaş hazırlıkları yapmış olduğu da gözlenmekteydi. Buna karşılık Bâbıâli de ihtiyaten bazı askeri tedbirler almıştı. Rusya’nın talebi Rum kiliselerinin ve ruhbanlarının imtiyaz hakkını elde etmekti. Bu talep Osmanlı Devleti tarafından kabul edilemezdi. Zirâ bu imtiyaz Fatih Sultan Mehmet zamanından beri padişahlar tarafından zaten kendilerine tanınmakta idi. Bunu bozmak kimsenin haddi olamazdı. Ayrıca bu memlekette yaşayan diğer tebaalar için de söz konusu olabileceği ihtimaline karşı dostane bir şekilde reddedilmişti. Rusya bu ret cevabı ile tatmin olmamış, kararından dönmemişti. Eflak ve Boğdan’ı geçici olarak zapt etmek üzere Rus askerleri Prut nehrini geçmişti. Osmanlı Devleti anlaşmalara aykırı böyle bir durumun kabul edilemeyeceğini resmi olarak ve açık bir şekilde beyan etmişti. Rusya’nın asıl amacı büyük bir savaş yapmak değil, istekleri kabul edilene kadar Eflak ve Boğdan’ı rehin olarak elinde 853 Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s. 3024; Nikolae Jorga, a.g.e., c. V, s.381; Fuat Andıç-Süphan Andıç, Kırım Savaşı Âli Paşa ve Paris Antlaşması, İstanbul 2002, s.23; 14 Mayıs’ta yapılmış olan hükümet değişikliği ile Rusya’ya karşı olan devlet adamlarına eskiye oranla daha çok yer verilmişti. Kabinenin değişmesi ile Mençikof’un beklentilerinin aksine bir değişiklik yapılmış ve böylece durum, Mençikof için eskisinden daha kötü bir hal almıştı. Stanley Lane Poole, a.g.e., s.139 270 tutmaktı. Osmanlı Devleti tedbiren Tuna sahillerine ve Anadolu hudutlarına silahlı kimseler göndermeye karar vermişti. Gereken her türlü tedbir alınacak, asker ve mühimmat konularında azami dikkat gösterilecekti. Osmanlı halkı da devletini savunmaya hazır olacaktı. Osmanlı Devleti sınırlarında yaşayan her türlü tebaaya düşen vazife, ticaret ve Zirâat gibi kendi işleri ile meşgul olmak, eğer kendilerine saltanat tarafından bir emir verilir ise bunu hemen yerine getirmekti. Devlete itaat ile bağlı olan Rumların bu meseleden dolayı suçlanmaması, onların herkesten daha fazla üzüldükleri beyan edilmiş ve asla düşman gözü ile bakılmaması gerektiği tembihlenmişti. Ermeni, Katolik, Protestan ve Yahudi grupları nasıl sadık tebaadan ise Rumların da aynen öyle oldukları, herkesin birbiri ile iyi ilişkiler içinde bulunması ve kendi işine gücüne bakması gerektiği ifade edilmişti.854 Osmanlı tebaası arasında herkesin devlet tarafından eşit derecede korunma hakkına sahip olduğu hatırlatılmıştı. Bu uyarıların aksine bir hareket eden olursa asi kabul edileceği ve buna göre muamele yapılacağı ilan edilmişti. Bu mazbata aynı zamanda Osmanlı milletine açık bir şekilde ilan edilmiş ılımlı bir manifesto olmuştu.855 10 Haziran itibariyle Karadeniz Boğazı yakınlarında Rus savaş gemilerinin görüldüğü ve Rusya’nın savaş hazırlığı içinde olduğu, halkı tahrik ettiği haberleri merkeze ulaşmıştı. Sadaretten Rumeli yöneticilerine ve komutanlarına gereken önlemlerin alınması ve dikkatli olunmasına yönelik emirler gönderilmişti.856 Yunan gazetelerinde de Rusya ile Osmanlı Devleti’nin savaş yapacağı haberleri yayınlanarak halkın aklı karıştırılmak istenmişti.857 Savaş ihtimalini kendi menfaatine kullanmak isteyenler de olmuştu. İstanbul’dan diğer bölgelere giden bazı şahıslar devlet Rusya ile savaşa girdi diyerek ellerinde stokladıkları zeytinyağlarını pahalı fiyatlardan satışa çıkarmışlardı.858 Osmanlı Devleti’ne olası bir Rus saldırısı durumunda yardım etmesi için Mısır’dan asker ve gemi takviyesi yapılmıştı. Ayrıca İngiliz ve Fransız savaş 854 Takvim-i Vekayi, Defa: 491, 8 Za 1269/13 Ağustos 1853; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.200202 855 Nikolae Jorga, a.g.e., c. V, s.383-384; Erdoğan Keleş, a.g.t., s. 117 856 A. MKT. NZD, nr. 80/62; A.MKT. UM, nr. 138/19 857 A. MKT. UM, nr. 138/11 858 A. MKT. UM, nr. 136/73 271 gemileri de Bozcaada önlerine gelerek demirlemişlerdi.859 Paris’ten sipariş edilen kapsüllü tüfek, şeşhane ve cephane gibi mühimmatın sayısı arttırılmıştı.860 b) Ulema Tarafından Mustafa Nâili Paşa’ya Verilen Dilekçe ve Rusya’ya Savaş İlanı Kırım Savaşı, Osmanlı Devleti, İngiltere ve Fransa’nın aynı tarafta Rusya’ya karşı birlikte mücadele verdikleri tek savaş özelliğini taşır. Savaşın temel sebebi, Rusya’nın sıcak denizlere inme arzusudur.861 İngiltere ve Fransa ise Rusya’nın bu politikasından rahatsız olmuştur. Özellikle İngiltere, Hindistan yolunu tehlikeye atmayı hiç istememişti. Ortak düşmana karşı birlikte hareket etme isteği bu üç devletin aynı cephede toplanmasını sağlamıştı. Rusya, Kudüs’teki “kutsal yerler” i bahane ederek savaşın çıkmasını sağlamıştı.862 Fransa 1852’de Osmanlı Devleti’nden Filistin’deki Katolik kiliseleri için bazı imtiyazlar elde etmişti. Buna istinaden Rusya aynı imtiyazların Ortodoks kilisesi için de sağlanması gerektiğini ifade etmişti.863 İstanbul’a gönderilmiş olan Rus elçisi Mençikof’un vasıtası ile Rusya, Osmanlı sınırlarındaki Ortodoksların hamisi olmayı teklif etmişti. Bu teklifin Bâbıâli tarafından geri çevrilmesi üzerine Prens Mençikof İstanbul’u terk etmişti.864 Bunun üzerine Ruslar 45 gün sonra Başkumandan General Prens Gorçakof ile 2 Temmuz 1853 tarihinde Prut Nehri’ni geçerek 35 bin asker ve 859 A. MKT. UM, nr. 138/25; A.MKT. UM, nr. 138/56 A. AMD, nr. 46/90 861 Erdoğan Keleş, “Kırım Savaşı’nda (1853-1856) Karadeniz ve Boğazlar Meselesi”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi (OTAM), S.23, Ankara 2008, s.149-194; Sıcak denizlere inmenin tek yolu ise boğazlara hâkim olmaktan geçiyordu. Kırım Savaşı’ndan yıllar sonra 1916’da Rus Dışişleri Bakanı Sazanov “Her Rus Boğazların Efendisi olmayı diliyordu ve dileyecek” diyerek boğazlara hâkim olma emellerinin hiç bitmeyeceğini ifade etmişti. Mahir Aydın, “Rusya’nın Çanakkale İntikamı-Karadeniz Bombardımanı”, Uluslararası Giresun ve Doğu Karadeniz Sosyal Bilimler Sempozyumu (9-11 Ekim 2008) Bildiri Kitabı, Giresun 2009; s.571576 862 Ali Akyıldız, Para Pul Oldu, s.54 863 Fuat Andıç-Süphan Andıç, a.g.e., s.25 864 Prens Mençikof’un Dersaadet’ten ayrılmasından sonra, Atina ve eyaletlerindeki eşkıyalar savaş ilan edileceğini zannederek Osmanlı Devleti sınırlarını tecavüz etmişlerdir. Bu duruma engel olması için Yunan Hükümeti uyarılmıştır (HR. MKT, nr. 60/51). 860 272 70 top ile Memleketeyn’i işgal etmişti.865Bâbıâli bir protesto yayınlayarak tepkisini ortaya koymuştu. Protesto metni dört devletin sefirleri ile malumatları olması için Eflak, Boğdan ve Sırbistan beylerine gönderilmişti. Bunun yanısıra sık sık toplanan vükela meclislerinde meselenin çözümüne yönelik savaştan başka çıkar yollar aranmış ve devletin en az zararla bu beladan kurtulması için uğraşılmıştı.866 Bunun üzerine İngiltere, Fransa ve Prusya Devlet’leri bir araya gelerek Osmanlı Devleti ile Rusya’nın arasını düzeltmek için Viyana’da bir konferans düzenlemişlerdi. Bazı uzlaştırıcı maddelerin yer aldığı bir protokol kaleme alınarak hem İstanbul’a hem de Petersburg’a gönderilmişti. Ancak bu girişim kararları her iki tarafın reddetmesi üzerine başarısız kalmıştı.867 Osmanlı Devleti’nin harbe doğru sürüklendiği günlerde ve harbin başlamasından sonraki zamanlarda yenilik taraftarı olan rical ile eskiye bağlı devlet adamları arasında mevcut ihtilaflar devam etmişti.868 Buna bağlı olarak Rusya’nın anlaşma hükümlerini bozup Osmanlı bölgelerine tecavüz etmesi İstanbul’da bazı olayların yaşanmasına sebep olmuştu.869 Ulemadan ve medrese öğrencilerinden oluşan 35 kişilik bir grup 10 Eylül 1853 tarihinde Meclis-i Vâlâ’ya gelerek sadrazam 865 Erdoğan Keleş, “Osmanlı, İngiltere ve Fransa İlişkileri Bağlamında Kırım Savaşı”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Ankara 2009, s.85; Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s.3026; Silistre valisi Mustafa Naili Paşa’ya 21 Ağustos 1853 tarihinde Memleketeyn’e giren Rus askerinin miktarı ile ilgili bir mektup göndermiştir (A. AMD, nr. 48/52); Sefaretlerden alınan bilgiye göre, Rus askerinin miktarının 120.000 olduğu tahmin edilmiştir. Ali Fuat Türkgeldi, Mesail-i Mühimme-i Siyasiyye, c.I, s.306; Rusya’nın bu şekilde sınıra asker yığmış olması dolayısı ile bazı tedbirler alınması ve nasıl hareket edileceğine dair bazı planlar yapılması gündeme gelmişti (A. MKT. UM, nr. 139/2). 866 “Rusya tarafından Memleketeyn’i işgali üzerine devletçe ittihaz olunacak hatt-ı harekete dair meclis-i umumi mukarreratı sureti” için bkz: Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., zeyl:16, No: XVI, s.301-308 867 Abdurrahman Şeref, Osmanlı Devleti Tarihi, haz. Musa Duman, İstanbul 2005, s.405; Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s.25-27 868 Ahmet Cevat Eren, a.g.e., s.98, Tezakir, 1-12, s.23; Devlet adamları genellikle rütbe, makam ve mevki peşinde koşmuşlardı. Osmanlı’da batıda olduğu gibi dönemin yaralarını saracak yetenekte devlet adamlarının olduğunu söylemek zordur. Aralarında devamlı bir mal-mülk çekişmesi olduğu bilinmektedir. Mahir Aydın, a.g.m., s.5 869 Savaşın kaçınılmaz gibi göründüğü böyle bir dönemde padişahın tavrı kan dökülmemesinden yanaydı. Fakat Serasker Mehmet Ali Paşa ve etrafındakiler savaş yanlısı bir tavır sergilemişlerdir. Zirâ sadaretten azledilerek yerine Mustafa Naili Paşa’nın atanmasını hazmedememiş olan serasker, el altından medrese öğrencilerini kışkırtmıştır. Öğrenciler Beyazıt ve Süleymaniye camilerinin avlularında toplanarak Rus işgallerini “Cihad isteriz” diyerek boykot etmişlerdir. Olayların iç yüzünü anlatmak için padişahın huzuruna çıkan Mustafa Reşid Paşa, seraskerin azledilmesini talep etmiştir. Bu talebi kabul edilmeyince istifa eden Mustafa Reşid Paşa, başına bir iş geleceği korkusuna kapılarak üç gün oğlunun konağında gizlenmiştir. Aynı günlerde Mustafa Naili Paşa ve bazı vekiller de Bâbıâli’ye gidememişlerdi. Necdet Sakaoğlu-Nuri Akbayar, a.g.e., s.79-81 273 Mustafa Nâili Paşa’ya dilekçeler takdim etmişlerdir. Ulema, Osmanlı yönetimini Kur’anın hükümlerine uygun davranmaya davet etmiş ve cihat ilan edilmesi gerektiğini ifade etmişti.870 Hemen ertesi günü Mustafa Nâili Paşa, söz konusu dilekçeleri müzakere etmek için vükelayı ve üst düzey devlet adamlarını toplayarak sahildeki evinde bir Meşveret Meclisi kurmuştu.871 Dilekçeyi veren hoca efendilerin bu tavrı pek hoş karşılanmamıştır. Zirâ daha önce ilan edilen tembihata aykırı hareket edilmiş olmakla hükümet küçük görülmüş oluyordu. Devletin bu kişilere durumu izah ve ispat etme gibi bir zorunluluğunun olmadığı ifade edilmişti. Görüşmeler esnasında mevcut asayişi bozmanın ve hazırlıksız bir şekilde savaşa girmenin pek akıl karı olmadığı kanaatine varılmıştı. Halı hazırda kara ve deniz kuvvetleri dâhilinde savaş için hiçbir hazırlık yapılmamıştı. Şimdiye kadar Rusya’ya karşı savaş ilan edilmemiş olmasının sebebi de henüz askeri hazırlıkların tamamlanmamış olmasına bağlanmıştı. Rumeli ordusu komutanı Ömer Paşa,872 Rumeli ordusunun 40.000 düzenli askere ve bu kuvvetlere ilaveten köprü ve tahkimatın hazırlanması873 için de birkaç ay gibi bir zamana ihtiyaçlarının olduğunu ifade etmişti. Bu durumun Anadolu ordusu için de geçerli olduğu serasker tarafından da doğrulanmıştı. Zirâ Anadolu tarafından sınırları geçmek Tuna’yı geçmeye nazaran daha güvenli olabilirdi. Ancak bunun için orduyu biraz daha kuvvetlendirmek gerekecekti ki bunun için de zamana ihtiyaç vardı. Meseleye öncelikle siyasi bir çözüm bulunmasına çalışılmıştır ki aksi halde beklenmedik bir savaşın çıkması kaçınılmaz olacaktı. Mustafa Nâili Paşa, ulemanın dilekçesi ile birlikte meclis mazbatasını ertesi gün padişaha arz etmişti.874 870 İstanbul’da yaşanan bu gelişmeler dış basında da yer almıştır. Almanya’da yayınlanan BerlinerZeitung adlı gazetede İstanbul’daki ulema ve medrese öğrencilerinden Rusya’ya karşı savaş için 60.000 imza toplandığına dair haberler çıkmıştır. Mustafa Gencer, “Alman Basınında Kırım Savaşı”, Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması (1853-1856) 2223 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul 2007, 151-172. 871 Toplantıya katılan ve mazbatada imzası olan şahıslar; Şevket Bey, Mehmet Arif Efendi, Mahmut Paşa, Rıfat Paşa, Ali Fethi Paşa, Mehmet Ali Paşa, Mustafa Reşid Paşa, Rauf Paşa, Ahmet Arif Bey ve Sadrazam Mustafa Naili Paşa’dır (İ. MVL, nr. 586/26350, lef 2). 872 Şumnu’ya gönderilen Rumeli ordusu müşiri Ömer Paşa, burada kendisine verilen emre uygun olarak gerekli olan askeri tertip etmişti (A. AMD, nr. 45/80). 873 Vardar nehrinin temizlenmesi ve gerekli yerlere köprü yapılması için mühendis tayin edilmesi ve masrafların karşılanması talep edilmiştir (A. MKT. NZD, nr. 79/82). 874 İ. MVL, nr. 586/26350; lef 3 274 Rusya’nın Memleketeyn’i işgali sonrası diğer devletlerin de müdahelesiyle yapılan diplomatik müzakereler de sonuç vermeyince son günlerde her durumu değerlendirmek için sık sık meclis toplantıları düzenlenmişti. Nihayet 26-27 Eylül tarihlerinde 172 kişinin katıldığı ve iki gün boyunca devam eden Meclis-i Umumi görüşmeleri sonunda oybirliğiyle Rusya’ya savaş kararı alınmıştı. Sultan Abdülmecid’in de onaylamasıyla 4 Ekim 1853 tarihinde Rusya’ya savaş ilan edilmişti.875 Meclis kararlarını ihtiva eden 4 Ekim tarihli beyannâmeye göre, Şumnu’da bulunan Osmanlı komutanı Ömer Paşa’ya bir emir verilmişti. Buna göre Ömer Paşa, Rus askerlerinin kumandanı olan General Gorçakof’a 15 gün içinde Eflak-Boğdan’ı tahliye etmesi gerektiğini resmi olarak bildirmişti. Eğer bu süre bitiminde tahliye yapılmamış olursa Ömer Paşa orduları ile Tuna’yı geçecek ve savaş başlamış olacaktı.876 Rus komutanı kısa ve öz bir şekilde karar verme yetkisinin olmadığı cevabını vermesi üzerine 23 Ekim 1853 tarihinden itibaren Osmanlı-Rus savaşının ilk muharebeleri Tuna boylarında başlamıştı.877 c) Rumeli ve Kafkasya Cepheleri ve Mustafa Nâili Paşa’ya Gelen Raporlar Rumeli cephesinde Türk kuvvetlerinin başında aslen Hırvat olan Ömer Paşa bulunuyordu.878 Ruslar Tuna Nehri’ni Vidin’den geçerek Sırpları ve diğer Slav halkları tahrik etmek niyetinde olduklarından Küçük Eflak’a bol miktarda asker sevk etmişlerdi. Ordusunu Şumnu’da bekleten Rumeli Kumandanı Ömer Paşa, düşmanın bu planını anlamış ve bir grup askeri kuvveti Vidin’in karşısında bulunan Kalafat bölgesine geçirmiş ve tabyalar ile istihkâmlar yaptırmıştı. Düşmanın ilerlemesini 875 Harp ilanına dair verilen ferman sureti için bkz. Takvim-i Vekayi, Defa: 494, 23 M 1270/26 Ekim 1853; Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s.28, (Melis-i Umum zabıtnâmesi zeyl: 19, No: XIX, s.315-320 ve Rusya’ya harp ilan edilmesine dair Mustafa Reşid Paşa’nın kaleme aldığı mazbata zeyl: 20, No: XX, s.320-321); Rusya devletine harp ilanı sonrası düvel-i müttehaba sefaretlerine ita kılınan takrir sureti için bkz.Fuat Andıç-Süphan Andıç, Sadrazam Âli Paşa, s.25; Ahmet Lütfi Efendi,a.g.e., c. IX, s.88 876 Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s.28; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.89; Abdurrahman Şeref, a.g.e., s.405; Nikolae Jorga, a.g.e., c. V, s.385 877 Nikolae Jorga, a.g.e., c. V, s.386 878 Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s. 89 275 zorlaştırmak ve geciktirmek için de Tutrekan’dan Oltaçine’ye ve Rusçuk’tan Yergöği’ye asker geçirmek suretiyle Bükreş’i tehdit etmişti. Bu bölgede yapılan ilk savaş 5 Kasım 1853 tarihinde yapılan Oltaçine muharebesi’dir. Ömer Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu burada Ruslar’a karşı ilk zaferini kazanmıştır. İkinci savaş Çatana muharebesiydi. Ruslar Kalafat bölgesinde toplanmış olan Osmanlı askerini sıkıştırmak niyetiyle yüksek bir yer olan Çatana kasabasını ele geçirmiş ve yerleşmişlerdir. Aralık ayının ilk günlerinde Osmanlı askerleri üç kola ayrılarak Çatana’ya hücum ettirilmişti. Meydana gelen şiddetli savaş sonucunda Rus ordusu bozguna uğratılmıştı. Bu savaşın detaylarıyla ilgili olarak Ömer Paşa bir rapor kaleme almış ve Sadrazam Mustafa Nâili Paşa’ya göndermişti. 879 Ruslar bu iki savaşta ve Tuna’nın diğer noktalarında dört- beş ay boyunca yapılan savaşlarda uğradıkları yenilgiler sonucunda ümitsizliğe düşmüşlerdi. Nisan ayı ortalarında Silistri’yi kuşatmaya başlayan Rus askerlerinin sayısı sürekli desteklenmek suretiyle 70.000’e kadar ulaşmıştı. 8-10.000 askeri ile Silistre’yi savunmakla görevli Musa Paşa’nın880 karşı koymalarına dayanamayan Rus ordusu müttefik kuvvetlerinin881 de yardıma gelmiş olmasıyla tamamen ümidini kaybetmiş 879 İ.HR, nr. 5554/01-M/114; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c. IX, s.89-90; Abdurrahman Şeref, a.g.e., s.405-406; Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s.3029-3030; Tutrakan muzafferiyetine dair Ömer Paşa’nın gönderdiği mektubun sureti için bkz. Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c. IX,(zeyl no:13), s.205207; Ruslarla yapılan muharebeler hakkında Mustafa Naili Paşa’nın padişaha vermiş olduğu malumat için bkz. A. AMD, nr. 50/5; Bu savaşta iyi hizmetlerde bulunan emir ve zabitler, Ömer Paşa tarafından derecelerine göre nişan, kılıç vb. hediyelerle mükâfatlandırılırken, Ömer Paşa’ya da sadrazamın teklifiyle Serdar-ı Ekrem (Ordu Baş Komutanı) unvanı verilmiştir (A. AMD, nr. 50/5; A. AMD, nr. 50/68); Abdurrahman Şeref, a.g.e., s. 406; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c. IX, s.90; Ömer Paşa, sadrazam Mustafa Naili Paşa’ya teşekkür metni göndererek memnuniyetini bildirmiştir (A. AMD, nr. 50/84). 880 Kaleyi kahramanca savunurken şehitlik mertebesine ulaşmış olan Musa Paşa’nın göstermiş olduğu gayret padişah tarafından takdirle karşılanmış ve aile fertleri lütuf ve ihsanlara mazhar olmuşlardır (A. AMD, nr. 51/29; İrade Meclis-i Mahsus (İ. MMS), nr. 1/33); Abdurrahman Şeref, a.g.e., s.407; Silistre savunmasında görev alan askerler de kahramanlıklarından dolayı rütbe terfi ve nişan ile ödüllendirilmişlerdi (A. AMD, nr. 51/37). 881 Savaşın başlamasından 4,5 ay sonra Rusya’ya karşı 12 Mart 1854 tarihinde Osmanlı-İngiliz ve Fransız ittifak antlaşması imzalanmıştı. Bu antlaşmadan 15 gün sonra da İngiltere ve Fransa Rusya’ya savaş ilan etmişti ve nihayet Mart ayı sonunda İngiliz ve Fransız kumandanlar ve emrindeki askerler Gelibolu’da toplanmışlardı. Silistre kuşatması sebebiyle burada bulunan askerler karadan ve denizden Varna’ya sevk edilmiştir. Necdet Sakaoğlu-Nuri Akbayar, a.g.e., s.80; Antlaşmayı imzalayan batılı devletler, Osmanlı Devleti’nin şimdiki sınırları içinde varlığını sürdürmesinin Avrupa Devletleri arasındaki güç dengesinin korunması için gerekli olduğu konusunda fikir birliği içindeydiler. Oral Sander, a.g.e., s. 233; İngiltere ve Fransa’nın meseleye bu şekilde dâhil olmaları ile savaş uluslararası bir hal almıştır. Ali Akyıldız, Para Pul Oldu, s.54; Besim Özcan, “Kırım Harbi Sırasında Bazı Avrupalı Devlet Adamlarının Osmanlı Ülkesini Ziyaret Etmeleri (1854-1855)”, Ankara Üniversitesi 276 ve geri çekilmişti.882 Mustafa Nâili Paşa, Tuna savaşlarının en büyüğü olan Silistre müdafaası sırasında burada bulunan ahaliye saldırı ve düşmalık yapanların engellenmesi gerektiğini ifade ettikten sonra yararlılık gösteren kumandanların da ödüllendirilmesini teklif etmişti.883 Savaş Rumeli’de kazanılan zaferlerle devam ederken bir taraftan da güney Kafkasya’da884 mücadeleler başlamıştı. Bu cephede bulunan 150.000 askerin üçte ikisi muntazam, geri kalanı ise başıbozuk ve gönüllü askerlerden oluşmaktaydı. Müşir Abdi Paşa kumandasındaki askerler Erzurum-Kars bölgesinde kurulmuş olan karargâhta, Müşir Selim Paşa kumandasındaki askerler ise Batum bölgesinde görevliydi. Rus kuvvetleri ise 160.000 kişilik bir orduya sahipti. Savaşın başladığını haber alan Osmanlı orduları hemen saldırıya geçmişlerdi. Osmanlı ordularının kumandanı olarak Batum’a yeni atanmış olan Selim Paşa Şekvetil bölgesindeki Rus kalesinin ele geçirilmesi için bir plan yapmıştı. Bu küçük kale az bir Rus kuvveti tarafından savunulmakta idi. Selim Paşa kumandasındaki Batum ordusu Şekvetil (Sen Nikola) Kalesi üzerine hareket etmişti. Kale, Selim Paşa’nın kuvvetleri, Çürüksu ahalisi ve onlara kumandanlık eden Çürüksulu Hasan ve Ali Beyler’in yardımıyla 25 Ekim 1853 tarihinde yapılan bir meydan muharebesi sonucu ele geçirilmişti.885 Bu savaşta 1.000 kişiden fazla atlı süvarinin öldürüldüğü ve 80 kişinin de esir alındığına dair kazanılan bu zafer Selim Paşa tarafından Ferik Ali Rıza Paşa’ya ve Çıldır Kaymakamı tarafından da sadrazam Mustafa Nâili Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi (OTAM), S. 9, Ankara 1998, s.287-288; Avusturya tarafsız kalmakla birlikte aslında müttefiklerin tarafını tutmuştur. Zirâ onlar da Rusya’nın güney doğu Avrupa’ya yayılma arzusunu engellemek istemişlerdir. Fuat Andıç-Süphan Andıç, a.g.e., s.26; Müttefiklerin Kırım seferinin kısa süreceğine ve kesin zafer kazanılacağına olan inançları büyüktü. Fakat böyle bir sefer için ne maddi ve manevi bir hazırlık ne de kara ve deniz kuvvetleri arasında savaşın çabuk bitirilmesini sağlayacak bir işbirliği yapılmıştı. Enver Ziya Karal, a.g.e., c.V, s.239 882 İ. MMS, nr. 1/31; Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre” adlı eserine konu olan kuşatma Haziran sonuna kadar olmak üzere 42 gün sürmüştür. Rus ordusundan 15 bin askerinin öldüğü kuşatmada, kaleyi savunan Osmanlı ordusundan 3.000 civarında asker şehit düşmüştü. Necdet Sakaoğlu-Nuri Akbayar, a.g.e., s.80 883 A. AMD, nr. 51/27 884 Kafkasya Karadeniz kıyıları içinde Osmanlı egemenliğine giren en son bölgedir. Zirâ ağır iklim ve coğrafi koşullarının yanında bölge aynı zamanda Osmanlı-İran ile Dağıstan-Gürcistan arasında bir çekişme alanıydı. Mahir Aydın, “Kafdağı’nda Türk Kalesi”, Türklük Araştırmaları Dergisi, S.20, (Özel Sayı Prof. Dr. Mücteba İlgürel’e Armağan-II ), İstanbul 2008, s.297-328 885 A. MKT. NZD, nr. 104/78; Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s.3030; Candan Badem, a.g.t., s.139140; Besim Özcan, “Kırım Savaşı (1853-1856)”, Osmanlı, c.II, ed. Güler Eren, s.102 277 Paşa’ya haber verilmişti. Osmanlı kuvvetlerinden verilen kayıp ise 32 ölü 59 yaralıydı.886 Sadrazam Mustafa Nâili Paşa, bu savaşta yararlılık gösterenlerin nişan ile ödüllendirilmesini uygun bulmuştu.887 Selim Paşa’ya birinci rütbeden Mecidiye Nişanı verilmiş, kendisinde bulunan ikinci rütbe nişan maliyeye teslim edilmişti.888 Abdi Paşa kumandasındaki Kars ordusu ise Gümrü istikametinde ilerlemiş, aynı zamanda Şeyh Şamil ve Çerkez ordusu ile irtibata geçmişti. Abdi Paşa başarılarını devam ettiremeyince azledilmiş ve yerine Ahmet Paşa tayin edilmişti.889 Erzurum valisi Zarif Mustafa Paşa tarafından sadrazama bölgede yaşanan olaylarla ilgili mektuplar gönderilmişti. 12 Haziran 1853 tarihinde göndermiş olduğu mektubunda Zarif Mustafa Paşa, sadrazam Mustafa Nâili Paşa’ya Şeyh Şamil’in Osmanlı ordusuyla işbirliği yapması gerektiğini bildirmişti. Ancak Mustafa Nâili Paşa, 9 Ağustos 1853 tarihinde Abdülmecid’e yazığı dilekçesinde, Zarif Mustafa Paşa’nın yazdığı mektuptan bahsederek Şeyh Şamil’i Osmanlı ordusuna dâhil etmeyi bazı engellerle nedeniyle uygun bulmadığını ifade etmişti. Mustafa Nâili Paşa, herhalde hâlâ Rusya ile olan problemin diplomatik yollarla çözülebileceği ümidini taşımaktaydı ki bu teklifin gelecekte duruma göre tekrar değerlendirilebileceğini ifade etmişti. Abdülmecid sadrazamın bu kararını onaylamıştı.890 Hâlbuki Şeyh Şamil, Temmuz ayında askerlerini toplayarak Çar Kalesi denilen yere harekât yapmak üzere gelmişti. 16 Temmuz tarihinde Şeyh Şamil tarafından Gence yolunda bir Rus postası ele geçirilmiş ve bu sayede pek çok paraya el konulmuştu. Bu arada Çerkez ahalisinin de olaylara kayıtsız kalmadığı anlaşılmaktaydı.891 Şeyh Şamil, 13 Aralık 1853 tarihinde bazı gelişmelere dair Abdi Paşa’ya bir mektup yazmıştı. Mektubun içeriğinde Şeyh Şamil, Osmanlı ordusu tarafından Üç Kilise, Erivan ve Gümrü kalelerinin kuşatılmış olduğunu, kendisinin de Dağıstan ordusu ile birlikte şiddetli yapılan bir savaş neticesinde Gürcistan’a kadar ilerleyerek 886 Selim Paşa’nın verdiği rakamlar biraz abartılı bulunmuştur (A. MKT. NZD, nr. 103/30); Candan Badem, a.g.t., s.140 887 A. MKT. NZD, nr. 111/40; A. DVN, nr. 95/27 888 A. DVN, nr. 94/23 889 Mufassal Osmanlı Tarihi, c. VI, s. 3031; Nikolae Jorga, a.g.e., c.V, s.387 890 Candan Badem, a.g.t., s.136 891 A. DVN, nr. 90/15 278 Rus topraklarına girdiğini ancak şiddetli kış nedeniyle Dağıstan’a geri çekilmek zorunda kaldığını bildirmişti. Ayrıca Rusların “barış teklifi” aldatmacasına karşı da dikkatli olunması için bir uyarıda bulunmuştu. Şamil’in bu mektubu Anadolu ordusunun yeni kumandanı Mustafa Zarif Paşa tarafından Serasker Hasan Rıza Paşa’ya 5 Mayıs 1854 tarihinde ancak gönderilmişti. Bu süreçte mektubun bir yerlerde kaybolma ve tekrar bulunmuş olma ihtimali düşünülmekteydi. Seraskerin 3 Temmuz’da sadrazam Mustafa Nâili Paşa’ya yolladığı mektup, nihayet 9 Temmuz’da padişahın eline ulaşmıştı.892 d) Sinop Baskını ve Mustafa Nâili Paşa’ya Gönderilen Raporlar Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya resmen savaş ilan etmesinin ardından Fransız ve İngiliz donanmaları İstanbul’a davet edilmişti. Sözkonusu donanmalar 2 Kasım 1853 tarihinde Beykoz’da demirlemişlerdi ancak Karadeniz’e açılma konusunda çekimser davranmışlardı.893 Osmanlı Devleti için aynı durum sözkonusu olamazdı. Zirâ devlet, Karadeniz’e kıyısı olan liman şehirlerini ve asker sevkiyatı yapan gemilerin güvenliğini sağlamak zorundaydı. Bu meseleyle ilgili olarak mecliste yapılan görüşmeler neticesinde, Kafkasya’ya yapılan yardımları korumakla görevli bir filonun Mustafa Paşa kumandasında Batum’a, Osman Paşa kumandasında bir filonun da Sinop yakınlarına gönderilmesine karar verilmişti. 12 gemiden oluşan Osman Paşa’nın filosunun hava şartları kötü olduğu zamanlarda Sinop Limanı’na sığınması emredilmişti. Filonun asıl görevi, Amasra ve İnce burun mevkilerinde dolaşarak Batum’a mühimmat sevk edecek olan Mustafa Paşa filosunun güvenliğini sağlamaktı. Karadeniz’e açıldıktan sonra fırtınaya yakalanan filo, 13 Kasım tarihinde Sinop Limanı’na sığınmıştı. Bu esnada Rus gemileri de Karadeniz’de dolaşmakta ve savaş için müsait ortam aramaktaydı. Rus filosu liman açıklarında görülmüş fakat limanda kalmak daha güvenli olduğu için buradan hareket edilmemişti. Zirâ fırtına 892 Bu olağan dışı gecikmeler için yetkililer tarafından hiçbir açıklama yapılmamıştır. Bu gecikmelerin sebebi olarak bunun yetkililerin Kafkasya’ya ve Şeyh Şamil’e olan ilgisizliğinin bir sonucu olabileceği ihtimali üzerinde durulmuştur. Bkz. Candan Badem, a.g.t., s.139 893 Necdet Sakaoğlu-Nuri Akbayar, a.g.e., s.78; Abdurrahman Şeref, a.g.e., s.407 279 nedeniyle gemiler hasar görmüş vaziyette, mürettebatta oldukça yorgundu.894 23 Kasım’da Batum’dan İstanbul’a dönen Mustafa Paşa, yetkililere Karadeniz’de bazı Rus gemilerine rastladığını ve Sinop’taki filonun zor durumda olduğunu ifade etmişti. Bu durumu farkeden Karadeniz’de bulunan Rus gemileri amirali Nahimof, fırsatı kaçırmak istememiş ve Sinop Limanı’na bir baskın düzenlemişti.895 30 Kasım 1853 tarihinde meydana gelen bu baskın neticesinde Osmanlı donanması Taif vapuru hariç tamamen yakılmıştı. Rus amirali gülle atmaya devam etmiş ve pek çok savunmasız insanın ölümüne sebep olmuştu. Canını kurtarmaya çalışan subay ve erler denize atlamış ve kıyıya ulaşmaya çalışırken üstlerine yağlı paçavra atılmak suretiyle yakılmıştı.896 Sinop tersanesi ve şehrin büyük bir bölümü de Rus bombardımanından hasar görmüştür.897 Taif adlı gemi hariç hepsi yakılmış olan filonun kumandanı Osman Paşa, Ruslar tarafından yaralı bir şekilde esir alınmıştı.898 Kaptan-ı Derya Mahmut Paşa, yeteri kadar tedbir almadığı gerekçesi ile Osmanlı donanmasının Sinop’ta uğradığı saldırının sorumlusu olarak görülmekteydi. Bu yüzden Mustafa Nâili Paşa, Mahmut Paşa’dan konu ile ilgili bir açıklama yapmasını istemişti. Mahmut Paşa, Sinop baskını ile ilgili detaylı bir rapor hazırlayarak 1853 yılı Aralık ayında sadarete sunmuştu.899 Fakat bu savunma Mahmut Paşa’nın azledilmesini engelleyememiş ve yerine Rıza Paşa Kaptan-ı Derya tayin edilmişti.900 894 Ali Fuat Örenç, “Kırım Harbi Deniz Savaşları”, Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması (1853-1856), 22-23 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul 2007, s.28-29; Sinop valisi Hüseyin Paşa Rus gemileri limana girdiği esnada maiyeti ile birlikte şehri terk etmişti. Mufassal Osmanlı Tarihi, c. VI, s.3032; Bu olaylar mecliste yankılanırken Reşid Paşa, daha önceden konağında hizmet etmiş biri olarak Sinop valisini mazur görmek gerektiğini söylemiş, “top güllelerinin önünde duracak hali yoktu ya” demişti. Bu yoruma Mustafa Naili Paşa’nın cevabı anlamlaı ve sert bir bakış olmuştu. Reşid Paşa, bu bakışı görmezlikten gelmiş olsa da asla unutmamıştı. Ve birkaç hafta sonra Mustafa Naili Paşa sadaretten azledilecekti. S. Adulphus Slade, a.g.e., s.96 895 Erdoğan Keleş, a.g.t., s. 122-123 896 Necdet Sakaoğlu-Nuri Akbayar, a.g.e., s.79; Erdoğan Keleş, a.g.t., s.124; Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s.3032 897 Ali Fuat Örenç, a.g.m., s.31 898 Fuat Andıç-Süphan Andıç, a.g.e., s.29 899 İ. HR, nr. 106/5182, lef 4 900 İ. DH, nr. 285/17914; Takvim-i Vekayi, Defa: 498, 4 R 1270 / 4 Ocak 1854. 280 Sinop baskınını Rusya’nın kendilerine bir meydan okuması olarak değerlendiren İngiliz ve Fransız hükümeti kendi güvenliklerini sağlamak adına bundan sonra donanmalarını Karadeniz’e göndermişti. 12 Mart tarihinde İngiltere, Fransa ve Osmanlı Devleti arasında imzalanan ittifak antlaşmasının901 ardından Rusya’ya savaş ilan edilmişti. 902 Sadrazam Mustafa Nâili Paşa, 11 Aralık 1853 tarihinde padişah Abdülmecid’e Sinop meselesi üzerine yaptığı araştırma sonuçlarını sunmuş ve çözüm önerilerinde bulunmuştu. Zirâ şimdiye kadar kendisine Kastamonu valisi ve Sinop kaymakamı tarafından mazbata ve raporlar gönderilmişti. Mustafa Nâili Paşa, Avrupa devletlerinin barınaksız kalmış olan yangın mağdurlarına para yardımı gönderecek olursa, bu durumun devlete çok büyük zararlara sebep olacağını öngörmüştü. Bu nedenle valinin derhal yangın kurbanlarını belirlemek için çalışmalara başlaması ve yaralılarla da bizzat ilgilenmesi gerektiğini ifade etmişti. Mustafa Nâili Paşa, Osmanlı Devleti’nin kıyıları korumak için başka devletlerden yardım almasına gerek olmadığı, güvenliği sağlama hususunda kendi güçlerinin yeterli olacağı kanaatindeydi. Şimdilik ihtiyaç duyulan Amerika’dan ya da başka yerlerden üç fırkateyn, iki kapak gemisi satın alarak donanmanın güçlendirilmesi ve Londra’da yapım aşamasında olan vapurun borcunun ödenmesiydi. Zaten birkaç hafta içinde Namık Paşa’nın Londra’da kredi sözleşmeleri yapacağı ümid edilmekteydi. O zaman zaten gemilerin borçları ödenmiş olacaktı. Sultan Abdülmecid, Sadrazam Mustafa Nâili Paşa’nın bu dilekçesini iki gün sonra onaylamıştı.903 Mustafa Nâili Paşa’ya bundan sonra da bölgeden Sinop baskınıyla ilgili raporlar gelmeye devam etmişti. 26 Aralık tarihinde Sadrazam Mustafa Nâili Paşa’ya Kastamonu valisi Hamdi Paşa tarafından yazılmış bir mektupla Kastamonu 901 Mecmua-i Muahedat, c.IV, s.219 Ali Fuat Örenç, a.g.m., s.33-34; Sinop baskını İstanbul’dan önce Odessa Limanı’nda öğrenilmişti. Haber Odessa’dan Petersburg’a ve oradan da Viyana’ya yayılmış, Viyana’dan telgrafla Paris ve Londra’ya haber verilmişti. The Times ilk gelen haberleri hemen yayınlamıştı. The Tımes’ta yer alan yazılarda Rusya’nın bu savaş girişimi katliam olarak yorumlanmıştı. Alan Palmer, Kırım Savaşı ve Modern Avrupa’nın Doğuşu, çev. Meral Gaspralı, İstanbul 1999, s.38 903 İ. HR, nr. 105/5133, lef 5; Candan Badem, a.g.t., s. 119, 902 281 meclisinde hazırlanmış olan bir mazbata sunulmuştu. Bu raporda Sinop baskını esnasında Kastamonu’da görülen zararlardan bahsedilmişti. Kaç kayıp verildiği ve görülen maddi zararlar detaylı bir şekilde anlatılmıştı. Sivillerden 5 Müslüman şehit olmuş, 7 mescit, 2 okul binası, 247 hane ve Müslümanlara ait olduğu bilinen 170 dükkân yıkılmış ve yakılmıştı. Reayadan ise, 16 kişi hayatını kaybetmiş, 50 dükkân ile 40-50 hane zarar görmüştür. Bu mazbatada meclis üyesi olan 2 gayrimüslimin de imzası bulunmaktaydı.904 Kafkasya Cephesinde savaş Rus güçlerinin üstünlüğü ile sona ermiştir. Osmanlı ordusunun Ahıska ve Başgedikler savaşlarında aldığı yenilgiler ordunun kendine olan güvenine güçlü bir darbe vurmuştu. Organizasyon eksikliği ve moralsizlik içinde bulunan Anadolu ordusu için bir yenilik yapılması planlanmış905 ve Arabistan ordusunda görevli bulunan Hurşid Paşa Erzurum ordusu maiyetine gönderilmiştir.906 Serasker Mehmet Ali Paşa, sadrazam Mustafa Nâili Paşa’ya yazdığı raporda, canlı mahkûmların süngülenmiş olduğunu, bunun nedeninin askerlerin öfkesinden kaynaklandığını belirtmişti. Öyle anlaşılıyor ki onlar bu hareketlerinden dolayı azarlanmışlardı. Mehmet Ali Paşa’ya göre bu aslında Ömer Paşa’nın belirttiği gibi kendiliğinden hemen orada gelişmiş anlık bir öfke değildi. Bu tamamen askerin Sinop savaşı boyunca Rus vahşetinin farkına varmış olmasının bir sonucuydu. Çünkü Ruslar canlarını kurtarmak için denize atlayıp kıyıya ulaşmaya çalışan denizcilerin üstüne bomba ve misket ateşi yağdırmaya devam etmişlerdi. Sahildeki cesetlerin üzerine bile yaklaşık olarak bin top atışı yapmışlardı. Mehmet Ali Paşa, raporun devamında askerlerin kasten yaralıları ve esirleri öldürdükleri haberlerinin işitildiğini belirtmişti. Serasker, bu hareket tarzının gerçekten gayri meşru ve kendi içinde zararlı ve önceki emirlere ters bir uygulama olduğunu ifade etmişti. Bu yüzden bu tür 904 Candan Badem, a.g.t., s.128 Candan Badem, a.g.t., s.156 906 A. MKT. NZD, nr. 95/82 905 282 eylemlerin tekrar yaşanmaması için emirlerin tekrar duyurulması gerektiğini tavsiye etmişti.907 1854 yılı başlarında Damat Mehmet Ali Paşa seraskerlik görevinden alınmış yerine Hasan Rıza Paşa atanmıştı. Yeni serasker, Osmanlı ordusunda bulunan yabancı subayların varlığından pek hoşlanmamıştır. Bu yüzden Anadolu ordusuna yeni kumandan atanmasında etkili olmuştu. Böylece Hasan Paşa’nın desteği ile Erzurum Valisi Mustafa Zarif Paşa, 1854 yılı Şubat ayında Anadolu Ordusu Müşiri tayin edilmişti. Zarif Paşa, Erzurum Valisi olarak görevini başarı ile yerine getirmiş olmasına rağmen başkomutanlık görevi kendisi için pek uygun bir görev olmamıştı. Çünkü daha önce bir orduya hatta alaya bile kumandanlık yapmamış, dolayısı ile hiçbir askeri tecrübesi olmayan birisi idi. Anılarından anlaşıldığı üzere Zarif Paşa, bu görevin kendisine verileceğini önceden tahmin etmişti. Zirâ Erzurum valisi iken Sadrazam Mustafa Nâili Paşa’ya Abdi Paşa’nın başarısızlıklarını rapor etmişti. Ahmet Paşa’nın müşir olarak atanması Zarif Paşa için kısa süreliğine bir rahatlama olmuştu. Çünkü Ahmet Paşa hemen azledilmiş ve yerine Zarif Paşa ordu müşiri olarak atanmıştı. Boşalan Erzurum valiliği görevine de Çıldır kaymakamı Zaim Feyzullah Ağa tayin edilmişti.908 Hükümete Dağıstanlı Halil Paşa tarafından Dağıstan kağanlarına bazı rütbeler verilmesi teklif edilmişti. Bunun üzerine 15 Mayıs 1854 tarihinde geçici bir meclis toplanmış ve bazı teklifler öne sürülmüştü. Şeyh Şamil Dağıstan’ın Serdar-ı Ekrem-i olacak ve kendisine vezirlik rütbesi verilecekti. Oğlu Gazi Muhammed’e mirliva ve diğer bazı kişilere de mirliva ve ferik rütbeleri verilecekti. Bu atamalar şimdilik gizli tutulmuştu. Sadrazam Mustafa Nâili Paşa tarafından uygun bulunan bu karar, 24 Mayıs 1854 tarihinde sultanın onayına sunulmuş ve hemen ertesi gün onaylanmıştı.909 907 Candan Badem, a.g.t., s.160 Çıldır Kaymakamı Feyzullah’tan bahsederken Lütfi Paşa, Ağa tabirini kullanmıştır. Fakat bazı kaynaklarda ise Lütfullah “Paşa” olarak adlandırılmıştır. Örneğin, Mustafa Naili Paşa 25 Kasım 1853 tarihinde seraskere yazmış olduğu bir mektubunda “Lütfullah Paşa” ifadesini kullanmıştır. Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.93; Candan Badem, a.g.t., s.172-173 909 İ. DH, nr. 301/19040; Candan Badem, a.g.t., s.177 908 283 e) Mustafa Nâili Paşa’nın Savaş Sırasında Çıkan İsyanlar Nedeni İle Valilere Gönderdiği Emirler Kırım Savaşı süresince İstanbul’da ve savaşın bizzat yaşandığı diğer üç cephede İslam ve Hristiyan ahali arasında bazı uygunsuz hareketler yaşanmaktaydı. Bu türlü hareketlerin engellenmesi için Mustafa Nâili Paşa, valilere ve komutanlara emirler göndermişti.910 Mustafa Nâili Paşa, ilk olarak 29 Ekim 1853 tarihinde Rumeli ordusu kumandanı Ömer Lütfi Paşa’ya ve Tırhala valisine hitaben yapılması gerekenlere dair bazı emirlerin olduğu bir talimat göndermişti. Ömer Paşa’ya yolladığı raporda Bâbıâli’ye sunulmuş olan İngiliz ve Fransız elçilerinin raporlarından bahsetmiştir. Bu raporlarda bazı bölgelerde başıbozuk askerlerin uygunsuz davrandıklarına dair bilgiler yer almaktaydı. Buna göre Mustafa Nâili Paşa, içinde bulunulan hassas dönem münasebetiyle gayrimüslim tebaanın her zamankinden daha fazla hoş tutulması ve rencide edilmemesi için dikkat edilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Ayrıca mallarını ve namuslarını korumak gerektiğini de eklemişti. Hal böyle iken bazı başıbozuk askerlerin aciz halka ve devletin diğer tabaasına karşı kötü muamelerde bulunmuş olması emre itaatsizlik olarak algılanmıştı. Sadrazam bu tür faaliyetlerin engellenmesine dair padişahın iradesi ile kendi emirlerini bölgedeki bütün komutanlara göndermişti. Mustafa Nâili Paşa, yine Tırhala valisine de başıbozukların o bölgede yapmış olduğu zulümler ile ilgili emirler göndermişti. Bu tür faaliyetlerin çok zararlı olduğunu, böyle kritik bir zamanda her türlü kötülüğe yol açabileceğini hatırlatmıştı. Bu yüzden valiye bu zulümleri engellemesine yönelik emirler verilmişti.911 Kırım Savaşı sırasında Osmanlı coğrafyasının bazı bölgelerinde isyanlar patlak vermişti.912 Savaş başladıktan sonra bazı fanatik Müslümanlar Şam ve 910 A. MKT. NZD, nr. 81/39 Hariciye Nezâreti Siyasi Kısım (HR. SYS), nr. 1345/41; Candan Badem, a.g.t., s. 334 912 Bunlardan bazıları Rumlar tarafından Epir ve Teselya’da, bazıları da bölgesel olarak Kürt Beyleri tarafından çıkarılmıştır. Bir kısmı da Hicaz’da Araplar tarafından çıkarılmıştır. Hristiyan tebanın 911 284 Kudüs’te oturan Hristiyanlar ile diğer yabancı tebaaya saldırmak suretiyle kötü muamelelerde bulunmuşlardı. Bu nedenle Sadrazam Mustafa Nâili Paşa, 8 Aralık 1853 tarihinde Şam ve Kudüs valilerine kargaşaya engel olmaları için bir takım emirler göndermişti. 913 Mart ayı başlarında Ermeni Patriği ve millet meclisi tarafından Sadrazam Mustafa Nâili Paşa’ya bir dilekçe yazılmıştı. Bu dilekçede Ermeniler, Erzurum ve Kars’taki Anadolu ordusuna katılmak için giden gönüllü başıbozuk askerlerin kendilerine yapmış olduğu yağma ve zulümleri ile ilgili bazı şikâyetlerde bulunmuşlardı. Özellikle Harput ve Sivas eyaletleri dâhilinde bulunan Arapkir, Kuruçay, Divriği ve Çemişgezek kazalarından geçerken köy köy gezerek buralarda bulunan reayadan başkanları 5.000-10.000 kuruş, maiyetlerinde bulunan gönüllü askerler de her biri 40’ar 50’şer kuruş ve hayvan talep etmişlerdi. Bu meblağları ödemek istemeyen reayanın evleri ve malları yağmalanmıştı. Paskalya günlerinde bile reayanın kiliselere girip ayin yapmalarına mani olmuşlardı. Bu ve bunun gibi harekette bulunanlar yüzünden reayanın güvenliğinin tehlikeye girmiş olduğu ve artık dayanacak güçlerinin kalmadığı belirtilmişti. Ermeni Patriği ve millet meclisi son olarak sadrazamdan derhal saldırıları gerçekleştiren başıbozukların bu hareketlerinin engellemesi talebinde bulunmuşlardı.914 Sadrazam Mustafa Nâili Paşa, Ermeni Patriği ve meclisinden gelen bu şikâyet ve talepleri dikkate alarak Harput ve eşitliğini kabul etmeyen bazı Müslümanlar da Şam’da karışıklığa sebep olmuşlardır. Candan Badem, a.g.t., s.314; Daha detaylı bilgi için bkz. Candan Badem, “Kırım Savaşı Sırasıda İsyanlar ve Asayiş Sorunları”,Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması (1853-1856), 22-23 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul 2007, s.285-327 913 Mustafa Naili Paşa, Şam ve Kudüs’te Hristiyanlara zarar veren Müslümanlardan bahsederken düşüncesiz, akılsız anlamlarında “sebükmağz” ifadesini kullanmıştır. Zirâ burada bulunan Hristiyanların içinde çok az Rusyalı olmakla birlikte ekserisi dost devletlerin tebaası idi. Osmanlı Devleti’nde bulunan dost devletlerin memurlarına ve tebaasına her türlü iyi niyet gösterilmesi padişahın da isteği ve emri iken Müslümanların bu hareketleri uygunsuz bulunmuştur. Mustafa Naili Paşa, içinde bulundukları hassas dönem nedeniyle Hristiyan tebaaya her zamankinden daha çok iyi muamele edilmesi ve hiçbir şekilde rencide edilmemeleri gerektiğini konusunda valileri uyarmıştır. Ayrıca bu uyarının her yerde ilan edilmesini istemiştir. Eğer bu uyarıyı dikkate almayıp uygunsuzluklara devam edecek olurlarsa terbiye edilmeleri gerekeceğinden durumdan hemen kendisinin haberdar edilmesini istemiştir. Diyelim ki orada bulunan Rusya tebaasından bazı kimseler uygunsuz hareketlerde bulunacak olsalar bile bu duruma müdahale etmenin onların haddi değil, hükümetin ve askerlerin bir vazifesi olduğunu hatırlatmıştır (A. MKT. UM, nr. 149/7). 914 HR. SYS, nr. 1347/18, lef 1 285 Sivas valilerine, bölgedeki diğer valilere ve mutasarrıflara emirler göndererek bu tür uygunsuz hareketlerin engellenmesini emretmişti.915 Savaş sırasında Osmanlı ordusunda özellikle Redif askerleri arasında firar olayları yaşanmıştı.916 31 Temmuz 1853 tarihinde Erzurum ordusunda istihdam edilmek üzere asker tedarik edilmesi gündeme gelmişti.917 Bu ihtiyaca istinaden Ağustos ayında 500 kadar redif askeri Erzurum’a sevk edilmişti. Bu sevkiyat sırasında Tokat ile Sivas arasında firar için fırsat bulan askerler sadece orduyu terk etmekle kalmamış, yollarda eşkıyalık da yapmışlardı. Bir de Amasya yolu üzerinde bir Rum’u katletmişlerdi. Yaşanan bu olumsuzluklar üzerine Mustafa Nâili Paşa, yetkililerden Erzurum’a giden askerlerden firar edenlerin yaptıkları uygunsuz davranışlara karşı gereken tedbirlerin alınmasını istemişti.918 Rus ordusunun Silistre’yi kuşatması üzerine kentin önemini belirten Mustafa Reşid Paşa’nın, buraya yardım kuvveti gönderilmesi görüşüne karşı çıkan sadrazam Giritli Mustafa Nâili Paşa azledilerek yerine Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa getirildi. Böylece Kırım Savaşı’nın öncesinde sadrazam olan Mustafa Nâili Paşa, savaşın sona ermesinden az önce azledilmiş oldu. f) Kırım’da Yapılan Mücadeleler ve Savaşın Sona Ermesi Kırım Savaşı, Osmanlı-Rus savaşlarının bir klasiği olarak Kafkasya ve Rumeli olmak üzere iki cephede devam ederken, bu defa Kırım’da yeni bir cephe açılmıştı.919 Müttefikler bir taraftan Karadeniz’e donanmalarını gönderirken diğer taraftan da askerlerini Kırım’daki Osmanlı ordusuna dâhil etmişlerdi. 89 harp gemisinin refakatinde 267 taşıt gemisi ile 30.000 Fransız, 21.000 İngiliz ve 60.000 Türk askeri 915 HR. SYS, nr. 1347/18, lef 2 Bu askerler; orta yaşlı, bakmakla yükümlü olduğu bir ailesi olan, zaten ilk fırsatta kaçma eğiliminde olan askerlerdi. Candan Badem, a.g.t., s. 330 917 A. MKT. NZD, nr. 84/63 918 A. MKT. NZD, nr. 88/46 919 Mahir Aydın, “Barışı Olmayan Savaş: Kırım”, Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması (1853-1856), 22-23 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul 2007, s.1-10 916 286 Kırım’a gönderilmişti. Bu kuvvetler karşısında ancak 51.000 Rus askeri mevcut idi.920 Müttefiklerin asıl amacı Sivastopol’u ele geçirmekti. Sivastopol, 32 Rus harp gemisi tarafından güçlü bir şekilde müdafaa edilmekte idi. Müttefik ordularına ilk darbeyi Rusya’nın soğuk iklimi ve çeşitli bulaşıcı hastalıklar vurmuştu. Binlerce müttefik subayı ve askeri, Rus ordusu ile savaşmak yerine hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalmışlardı. Ruslar denizden ve karadan Sivastopol’un güvenliğini sağlamışlardır. Bunun üzerine müttefikler şehre devamlı ve metotlu bir kuşatma çemberi oluşturmak zorunda kalmışlardı. Ruslar da bu çemberi kırmak için sık sık saldırılarda bulunmuşlardı. Balaklava ve İnkerman921 bu saldırıların en önemlilerindendi. Kış münasebetiyle çarpışmalara ara verildikten sonra 1855 yılı baharı geldiğinde müttefikler 140.000 kişilik bir kuvvet ile tekrar saldırılara başlamışlardı. Kırım Yarımadasında süren savaşın sonunda Sivastopol’a giren müttefik kuvvetleri Ruslar’ı yenmeyi başarmıştı. Rusların ise tek başarısı bir Osmanlı eyaleti olan Kars’ı işgal etmiş olmasıydı.922 Sivastopol’un düşmesinin ardından Aralık 1855’te Ömer Paşa da Kafkaslar’da Eupatoria’da Rusları kesin bir yenilgiye uğratınca Rusya savaşı tamamen kaybetmiş oldu. 923 Mücadelelerin devam ettiği sıralarda 15 Mart 1855’de Viyana’da Osmanlı, Avusturya, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın katılımıyla bir ön barış konferansı tertip edilmişti.924 Bu barış rüzgârının esmesine, müttefiklerin 1855’de Sivastopol’ü işgal etmesi ve başından beri bu savaşın taraftarı olmayan II. Alexander’ın Rus tahtına çıkması sebep olmuştu. Bu konferansa katılan Osmanlı heyetinin başkanlığını Ali Paşa yapmıştı. Bu konferansta daha sonra yapılacak olan barış konferansında görüşülecek olan konuların bir ön müzakeresi yapılmıştı. Osmanlı Devleti sınırları 920 Enver Ziya Karal, a.g.e., c.V, s.239; Osmanlı istihbarat raporlarına göre Rusya’nın askeri hazırlıkları için bkz: Mustafa Budak, “1853-1856 Kırım Savaşında Kafkas Cephesi”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dalı Doktora Tezi, İstanbul 1993, s.27-39 921 Kırım cephesindeki savaşlar için bkz: Cristopher Hibbert, The Destruction Lord Raglan The Tragedy of The Crimen War (1854-1855), Boston 1961, s. 106-205 922 Enver Ziya Karal, a.g.e., c.V, s. 239-240 923 Armaoğlu, a.g.e., s. 250; Sivastopol’un fethi haberi ulaştığında İstanbul’da törenler düzenlenmiştir. Her yer kandiller ile donatılmıştır. Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir, (1-12), s.58 924 Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s. 41-81 287 içinde yaşayan Hristiyanların haklarını ve imtiyazlarını tespit etmek istemişlerdi. Ayrıca Kırım Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin müttefiki olan devletler bu konferansta Bâbıâli’den daha fazla imtiyaz elde etmek arzusundan geri durmamışlardı.925 Ali Paşa, Viyana’da toplanan bu kongre boyunca talep edilen imtiyazları şiddetle reddetmiş, 1839 yılında Gülhane Hattı ile zaten eşitliğin sağlanmış olduğunu ifade etmişti. Baskılar sonucunda Bâbıâli, 18 Şubat 1856 tarihinde Fransa’nın teklifine yakın yeni bir Hattı Hümayun hazırlamak zorunda kalmıştı.926 Bu fermanın amacı, Hristiyan koruyuculuğu politikasını Rusya’nın elinden almaktı. Kırım Savaşı’nın barış antlaşması ise ancak fermandan sonra 30 Mart 1856 tarihinde Paris’te imzalanmıştı.927 g) Savaş Masraflarına Dair Alınan Tedbirler ve Mustafa Nâili Paşa’nın Katkıları Kırım Savaşı, olağandışı bazı masrafları kaçınılmaz kılmıştır. Durumu zaten kötü olan hazineye savaşın maliyeti,928 oldukça pahalıya mal olmuştur. Osmanlı hükümeti bu ekonomik darboğazdan kurtulmak için çeşitli çareler aramaya başlamıştı.929 Savaş giderlerin karşılanması için Osmanlı Devleti bazen Galata bankerlerinden kısa vadeli avanslar almış, bazen de kaime ve esham çıkartarak iç borçlanma yoluna gitmişti.930 1854 yılı Mart ayında sadece ordunun bulunduğu yerlerde geçerli olmak üzere 10 ve 20 kuruşluk faizsiz ordu kaimesi hazırlanmıştı. 925 İngiltere ve Fransa Karadeniz’in tarafsızlaştırılması konusunda ısrar etmişlerdir. Avusturya, sadece Karadeniz’deki Rus deniz gücünün sınırlandırılmasına taraftar olmuş, Rusya ise hiç birine onay vermemiştir. Osmanlı Devleti, 1841 Boğazlar Sözleşmesinin devamını istemiştir. Fakat İngiltere ve Fransa’yı gücendirmekten de çekinmiştir. Fahir Armaoğlu, a.g.e., s.248 926 Fuat Andıç-Süphan Andıç, a.g.e., s.26; A. Cevat Eren, a.g.e., s.100-101; Fahir Armaoğlu, a.g.e., s. 248; Oral Sander, a.g.e., s.233-243 927 Mahir Aydın, a.g.m., s. 3-4; Antlaşma metni için bkz: Mecmua-i Muahedat, c. IV, s. 242 928 Bu meblağın 11, 2 milyon sterlin olduğu belirtilmiştir. Ali Akyıldız, Para Pul Oldu, s.55 929 Hükümetin savunma masraflarını nasıl karşılayacağına dair haberler yerli ve yabancı basında da yer almıştı. Berliner Zeitung gazetesinde Eylül ayında Bâbıâli’nin para darlığı yüzünde zorda kaldığı ve bu yüzden Maliye Nezaretine 40 milyon lira borçlanma izni verildiği yazılmıştı. Mustafa Gencer, a.g.m., s.164-165 930 Ali Akyıldız, “Osmanlı Devleti’nin Kırım Savaşı’nın Finansmanı: İç ve Dış Borçlanmalar”,Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması (18531856), 22-23 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul 2007, s.11-18 288 Savaşın sonunda tedavülden kaldırılacak olan bu kaimenin kullanımına yönelik gerekli önlemlerin alınması için taşralara emirler gönderilmişti. Savaş giderlerinin karşılanması için alınan diğer bir tedbir de ilk defa dış borç alınmış olmasıdır. 1854 yılında İngiltere’den alınan 3 milyon sterlin Osmanlı Devleti’nin ilk dış borcu olmuştu.931 Rusya’nın Osmanlı topraklarına yapmış olduğu tecavüze bir karşılık verebilmek için gereken şartların hazırlanması gerekmekteydi. Mecliste yapılan görüşmeler neticesinde İngiltere ve Fransa’dan 5 milyon lira borç para almaya karar verilmişti.932 Bu yüzden Ticaret Nâzırı Namık Paşa özel bir görev ile geçici olarak Fransa’ya gönderilmişti.933 Fakat bu görevle ilgili talimatnâme Namık Paşa’ya gizli bir mektup ile gönderilmiştir. Öyle ki Meclis-i Mahsus’un üyelerinden bile gizli tutulmuştu. Sadece Sadrazam Mustafa Nâili Paşa ve çevresinde bulunan üst tabakadan en yakın 6 kişi bu talimatnâmeden haberdar olmuştu. Bu kişiler aynı zamanda bu talimatnâmeyi imzalayanlardı. Bu gizliliğin nedeni kredi koşullarında bir sorun olmaması içindi.934 Namık Paşa Paris’te yapmış olduğu görüşmelerden Sadrazam Mustafa Nâili Paşa’yı raporlar yazmak suretiyle sık sık haberdar etmişti.935 Namık Paşa’ya Paris’te Mustafa Nâili Paşa’nın oğlu Veliyüddin Paşa eşlik etmişti. Birlikte Fransa Hariciye Nâzırı ile bir görüşme yapmışlardı.936 Zirâ kendisi Paris’te Osmanlı elçisi olarak 931 Ali Akyıldız, Para Pul Oldu, s.55; Kırım Savaşı için yapılan tüm yardımlara dair bkz. Erdoğan Keleş, “Kırım Savaşı’nın (1853-1856) Finansmanı ve Buna Dair Bir Defterin Değerlendirmesi”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi (OTAM), S.27, Ankara 2010, s. 107-141 932 Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c. IX, s.215-216 933 Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.103, 214-215 934 Bu talimatnâmeyi hazırlayan ve imzalayanlar başta sadrazam Mustafa Naili Paşa olmak üzere, Maliye Nâzırı Safveti Paşa, Meclis-i Vâlâ Başkanı Sadık Rıfat Paşa, Tophane-i Amire Müşiri Damat Ali Fethi Paşa, Serasker Damat Mehmet Ali Paşa, Hariciye Nâzırı Mustafa Reşid Paşa, Şeyhülislam Ahmet Arif Efendi’dir (İ.HR. 103/5039); Candan Badem, a.g.t., s.260-261; Namık Paşa, bu görev kendisine tevdi edildikten sonra vükela heyetine bir teklifte bulunmuştur. Kendisinin hazır Paris’e gitmişken harbin neticesinde eğer Rusya galip gelirse Avrupalı Devletlerinin ne derece zarar göreceğinden bahsederek İngiltere ve Fransa vekillerini ittifaka davet etmenin uygun olup olmayacağını sormuştur. Vekiller “eğer böyle bir şey mümkün olursa fena olmaz” diyerek Namık Paşa’nın bu teklifini kabul etmişlerdir. Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.215 935 İ. HR, nr. 333/21335 lef 4; Candan Badem, a.g.t., s.262 936 Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s. 216 289 görev yapmaktaydı.937 Namık Paşa ve Veliyüddin Paşa, zaman zaman sadrazama raporlar göndermişlerdi. Bu raporlar bakanlar kurulunda da görüşüldükten sonra Mustafa Nâili Paşa tarafından padişaha sunulmuştu.938 Namık Paşa, artık kredi bulma ümitlerinin kalmadığı bir zamanda Nisan ayı sonlarına doğru İstanbul’a gelmek üzere Paris’ten ayrılmıştı. Veli Paşa’nın Paris’ten sadrazam olan babasına yazdığı mektuba göre, Namık Paşa, talimatlara uygun kredi elde edememişti.939 Namık Paşa 13 Mayıs 1854 tarihinde İstanbul’a geri döndükten üç gün sonra padişah ile görüşmüştü. Abdülmecid Namık Paşa’nın kredi için gayret etmemiş olmasına sevinmişti.940 Namık Paşa’nın padişahı ziyaretinin ertesi günü Maliye Nâzırı Musa Safveti Paşa941 Mustafa Nâili Paşa’ya Osmanlı Devleti’nin mali durumu ile ilgili bir rapor sunmuştu. Safveti Paşa raporunda öncelikle son yıllarda devletin gelir ve gider dengesinin eşit olmadığını vurgulamış ve bu dengesizliğin sebep olduğu açığın da günden güne büyüdüğünü ifade etmişti. Bu zor zamanda ihtiyaç duyulan paranın karşılanması için Paris’e giden Namık Paşa’nın da Avrupa’dan eli boş dönmüş olması bir talihsizlik olmuştu. Safveti Paşa, sadrazama bulunduğu görev itibariyle durumun aciliyetini ve vehametini bildirmenin kendisinin sorumluluğu olduğunu belirterek, bir an evvel tedbir alınması gerektiğini ifade etmişti.942 Namık Paşa Londra ve Paris’te kredi için görüşmelerde bulunduğu sıralarda İstanbul’da harp masraflarının karşılanması için alınması gereken tedbirleri görüşmek üzere Sadrazam Mustafa Nâili Paşa’nın başkanlığında 27 Mart 1854 937 Veliyüddin Paşa, 1855 yılı Haziran ayına kadar bu görevini sürdürmüştü. Bu görevi süresince Veliyüddin Paşa’ya Mustafa Naili Paşa’nın hizmetkârı Mösyö Kaporal gayri resmi bir şekilde eşlik etmişti. Kaporal’in maaşını bizzat Mustafa Naili tarafından ödenmişti. Mösyö Kaporal’in görevi, Veliyüddin Paşa’ya danışmanlık yapmak, genç diplomatın batı dünyası hakkındaki eksiklerini kapatmak olmuştu. David Barchard, “Veli Pasha and Consul Ongley”, s.71 938 İ. HR, nr. 333/21335, lef 5; Candan Badem, a.g.t., s. 263 939 İ. DH, nr. 18893, lef 2; Candan Badem, a.g.t., s.272 940 İ. DH, nr. 18966; Candan Badem, a.g.t., s. 272 941 Musa Safveti Paşa Maliye Nâzırlığı görevine 12 Ekim 1853 tarihinde atanmıştır (İ.DH, nr. 281/17661). 942 İ. DH, nr. 299/18893, lef 1 290 tarihinde 121 kişilik büyük bir meclis kurulmuştu.943 Devlet ileri gelenlerinin katılımı ile yapılan meclis görüşmelerinde “harpte bedenen yapılan hizmetin yanında bedelen de hizmet yapılması” fikri ortaya atılmış ve kabul görmüştü. Görüşmelerin sonunda tüm devlet adamlarının belli miktarlarda yardımda bulunmasına karar verilmişti. Başta Sadrazam Mustafa Nâili Paşa olmak üzere toplantıya katılan bütün devlet adamları gönüllü olarak hazine için belli miktarlarda nakdi yardımda bulunmuşlardı. Böylece savaş masraflarını karşılamak adına ülke genelinde bir yardım kampanyası başlatılmıştı. Bağışta bulunan üst düzey memurlar ve bağış miktarları944 Bağışta bulunan memurun adı Sadrazam Mustafa Nâili Paşa Şeyhülislam Arif Efendi Sadr-ı Esbak Rauf Paşa Hariciye Nâzırı Mustafa Reşid Paşa Serasker Rıza Paşa Fethi Paşa Damat Halil Paşa Şekip Paşa Ali Galip Paşa Kıbrıslı Mehmet Paşa Maliye Nâzırı Safveti Paşa Miktar 300.000 kuruş 25.000 kuruş 50.000 kuruş 300.000 kuruş 200.000 kuruş 150.000 kuruş 75.000 kuruş 100.000 kuruş 100.000 kuruş 100.000 kuruş 100.000 kuruş Hasip Paşa 75.000 kuruş Mısırlı Kamil Paşa 15.000 kuruş Mahmut Nedim Bey 25.000 kuruş İhtisab Nâzırı Hüseyin Bey Mazlum Bey Evkaf Nâzırı Ziver Efendi Amedi Afif Bey Mektubi Habab Efendi 50.000 kuruş 25.000 kuruş 25.000 kuruş 25.000 kuruş 25.000 kuruş 943 Candan Badem, a.g.t., s. 277 Takvim-i Vekayi, Defa: 503, 20 B 1270/18 Nisan 1854; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.94; Besim Özcan, Kırım Savaşında Mali Durum ve Teb’anın Harb Siyaseti (1853-1856), Erzurum 1997, s.40-42; Ahmet Lütfi Efendi tarihinde, kayıt için açılmış olan deftere isimlerini ve yardım miktarlarını kaydettirenlerin vaat ettikleri miktarların tamamını ödeyip ödemediği konusunda bir bilgisinin olmadığını ifade etmiştir. Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.94 944 291 Mecliste alınan karar ile yardım miktarlarını gösteren liste Takvim-i Vekayi’de ilan edilerek ihtiyaç duyulan miktarın karşılanması için ülke genelinde “İane-i Cihadiye” veya “İane-i Harbiye” adı altında bir yardım kampanyasının düzenlendiği ilan edilerek herkesin maddi gücü oranında bu kampanyaya katılması talep edilmişti.945 İlk olarak İstanbul’da uygulanmış olan bu kampanya için meclis kararı daha sonra kazalara da gönderilmişti. Bu kampanya ile hazineye yüklü miktarda kaynak sağlanmıştı. Ancak bütün çabalara rağmen hazinedeki açık kapatılamamıştı. Bu yüzden yeni tedbirlere başvurulmuş, ordunun ihtiyaç duyduğu araba, hayvan ve diğer malzemeler çeşitli eyaletlerden halka yüklenen yeni vergiler ile karşılanmıştı.946 Hükümetin başvurduğu bir diğer iç borç kaynağı da Galata sarrafları olmuştu. Galata sarrafları uzun vadeli ve düşük faizle Avrupa piyasasından aldıkları kredileri kısa vadeli ve yüksek faizle borç vererek büyük kârlar elde etmişlerdi. Osmanlı Devleti’nin savaş masraflarını karşılamak üzere başvurduğu başka bir yöntem de Eytam Sandığı’ndan borç alınması olmuştu. Hazine sıkıntılı dönemlerinde bazı ödemeleri bu sandıktan aldığı borçlarla yapmıştı. Savaş ilanı ile birlikte zahire tedarikine başlandığında bu bedelin bir kısmı Eytam Sandığı’ndan alınan 2000 keselik borç paradan karşılanmıştı.947 Rumeli’de inşa edilecek telgraf hattı için yapılacak masraflar da Eytam Sandığı’ndan karşılanmıştı.948 Kırım Savaşı sırasında müttefik devletlerin de katıldığı çeşitli hayırseverlik faaliyetleri yapılmıştı. İngiltere ve Fransa, diplomat ve konsolos gibi temsilciler aracılığıyla bu yardım faaliyetlerine iştirak etmişti. Gelirleri özellikle yoksul halka dağıtılmak üzere çeşitli balolar tertip edilmiş, piyangolar düzenlenmişti. Bu hayırseverlik faaliyetlerinde başlıca rolü İngiliz ve Fransız başta olmak üzere batılı 945 Takvim-i Vekayi, Defa: 503/20 B 1270/18 Nisan 1854 Besim Özcan, “Trabzon Eyaleti’nin Kırım Harbine Katkıları”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 17, Erzurum 2001, s.247-248; Mesela Sivas’ta bulunan askerlere ahali tarafından hayvan ve zahire yardımı yapılmıştı. Ahaliye bu yardım karşısında duyulan memnuniyet dile getirilmişti (A. MKT. MHM, nr. 58/34). 947 Erdoğan Keleş, “Kırım Savaşı’nın (1853-1856) Finansmanı ve Buna Dair Bir Defterin Değerlendirmesi”, s.111 948 İ. MMS, nr. 2/63 946 292 konsoloslar ve büyükelçiler oynamıştı. Yardımlar sadece bir gruba değil Rum, Ermeni, Katolik, Müslüman olmak üzere tüm din ve cemaatleri kapsamaktaydı.949 h) Kırım Savaşı Sırasında İstanbul’a Gelen Yabancı Misafirler Kırım Savaşı sebebiyle Avrupa devletleriyle iyi münasebetlerin kurulması sonucu, İstanbul’a müttefik devletlerin orduları ile beraber her rütbeden subaylar ve bazı Avrupalı prensler de bu vesileyle Osmanlı ülkesini ziyaret etme fırsatı bulmuşlardı. Bunlar arasında Fransa veliahdı Prens Napolyon, Avusturya İmparatorunun kardeşi Arşidük Ferdinand Maksimilyen, Belçika kralının iki oğlu Dük de Cambridge ve Dük de Braban gibi önemli şahıslar vardı. Osmanlı Devleti ile Rusya arasında harbin başladığı bir zamanda ilgili devletlerin sefaretlerinden Prens Napolyon ile Dük de Cambridge’in İstanbul’a geleceği, bir müddet kaldıktan sonra da harp mahalline gidecekleri haber alınmıştı. Ayrıca Prenslerin kalması için uygun yerler hazırlanması rica edilmişti.950 Prenslerin kalacak yerlerinin tahsisi meselesi mecliste görüşülmüş ve gelecek olan misafirlerin hükümdar ailesine mensup olmalarından dolayı en iyi şekilde karşılanıp, İstanbul’da kalmaları için iki ayrı güzel yer hazırlanması ve ayrıca İstanbul’da bulundukları süre içinde yemek ve her türlü ihtiyaçlarının devletçe karşılanmasına karar verilmişti.951 İstanbul’a gelecek prensler hakkında uygulanacak harici resmi teşrifat muameleleri belirlenmişti.952 Prens Napolyon İzmir Limanı’ndan Osmanlı topraklarına giriş yapmıştı. 2 Mayıs 1854 Pazartesi günü İstanbul’a gelen Prens, aynı gün padişahın sarayına gitmiş, Hariciye Nâzırı Mustafa Reşid Paşa’nın da huzurda olduğu bir sırada Sultan Abdü1mecid’i ziyaret ederek kendisi ile bir süre görüşmüştü. Prens Napolyon, ertesi gün Osmanlı kabine üyeleri ile dost devletlerin İstanbul’daki elçilerini, Çarşamba günü de nihayet Sadrazam Mustafa Nâili Paşa’yı ziyaret ederek resmi 949 Alexsandre Toumarkine “Kırım Savaşı Sırasında Osmanlı’da Hayırseverlik, Filantropi ve Vatansever Bağışlar”, Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması (1853-1856), 22-23 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul 2007, s.45-52 950 Besim Özcan, “Kırım Harbi Sırasında ….”, s.288-289 951 İ. HR, nr. 107/5266; İ.HR, nr. 107/5280 952 A. AMD, nr. 51/5 293 görüşmesi yapmıştı. Bunların yanı sıra Fransa sefaretinin Prens Napolyon için düzenlemiş olduğu yemek ve balolara Osmanlı kabine üyeleri ve dost devlet elçileri de davet edilmişti. Osmanlı coğrafyasında bir süre seyahat eden Prens Napolyon, kendisine gösterilen alakadan çok memnun kalmıştı. Bu arada Cambridge dükü de 11 Mayıs 1854 Çarşamba günü İstanbul’a gelmişti. Biraz dinlendikten sonra O da Prens Napolyon gibi aynı gün Mabeyn-i Hümayuna giderek Hariciye Nâzırı Mustafa Reşid Paşa’nın da hazır bulunduğu bir sırada padişahın huzuruna kabul edilmişti. Ertesi günönce Osmanlı kabine üyelerini ve ardından dost devletlerin elçilerini ziyaret etmişti. Daha sonra İngiliz subaylarla görüşmüş ve İstanbul’da bulunan bazı İngiliz tüccarlarına uğramıştı. Cuma günü Bâbıâli’ye giden Prens Cambridge, burada Sadrazam Mustafa Nâili Paşa ile resmi görüşmesini yapmıştı.953 Kırım Harbi gibi büyük bir savaşın devam ettiği bir sırada Osmanlı ülkesini ziyarete gelen bu Avrupalı misafirler Türk misafirperverliğinin gerektirdiği şekilde samimiyetle karşılanıp en iyi şekilde ağırlanmışlardı. Bu konuda gerek Bâbıâli gerekse mülki idareciler hiçbir fedakârlıktan kaçınmamış ve böylece bu önemli ve itibar sahibi misafirlerin büyük bir memnuniyet içinde memleketlerine dönmeleri sağlanmıştı.954 Bir de Fransa İmparatoru III. Napolyon’un İstanbul’u ziyaret etme ihtimali vardı. Bunun içinde külliyetli hazırlıklar yapılmıştır. İmparatoru karşılamak üzere ilk olarak Serasker Paşa, Kaptan Paşa ve Hazine-i Hassa Nâzırı Ali Galip Paşa görevlendirilmişlerdi. Bu ekip İmparator’u Osmanlı Devleti’nin kapısı hükmünde olan Bahr-ı Sefid Boğazı’nda karşılayacaklardı. Mustafa Nâili Paşa ise sadrazam olarak, önde gelen diğer devlet adamlarıyla birlikte Napolyon’u biraz daha uzak bir yerde karşılayacaktı. Bir vapura binerek üniformaları ile Ayastefonos (Yeşilköy) önlerinde karşılayacaklardı. Fakat bütün bu hazırlıklar boşa gitmişti. Zirâ Fransa’nın içinde bulunduğu durum dolayısıyla planlanan bu ziyaret gerçekleşmemişti.955 953 Besim Özcan, “Kırım Harbi Sırasında …..”, s.290-293 a.g.m., s. 287-322. 955 a.g.m., s.307-308 954 294 C) MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN REŞİT PAŞA İLE ÇEKİŞMELERİ Mustafa Nâili Paşa ile Mustafa Reşid Paşa arasında değişik vesilelerle sık sık tartışmalar yaşanmıştı. Bu tartışmalar, Tanzimat döneminin lider devlet 956 adamlarından Mustafa Reşid Paşa’nın güçlü olmasından kaynaklanıyordu. Bu tartışmaların en kayda değer olanları, kendilerine ait arsaların sınırı konusunda ve Kırım Savaşı nedeniyle Paris’e görüşmeler yapmak üzere gönderilecek olan memurun belirlenmesinde yaşanmıştı. 1) Paris’e Mali İşlerden Sorumlu Bir Memur Gönderilmesi Meselesi Mustafa Nâili Paşa’nın Sadrazam, Mustafa Reşid Paşa’nın Hariciye Nâzırı olarak hazır bulunduğu bir Vükela Meclisinde, Rusya ile savaş kararı alındığı için borç para bulmak gerektiği konusunda görüşmeler yapılmaktaydı. Bu sırada Hariciye Nâzırı Mustafa Reşid Paşa tarafından maliye işlerine vakıf bir kişinin Paris’e gönderilmesi teklif edilmişti. Sadrazam Mustafa Nâili Paşa ise Paris’e memur gönderilmesine gerek olmadığını, bu işin Paris sefiri olan oğlu Veli Paşa’ya verilmesinin uygun olacağını söylemişti. Bundan sonrasını İbnülemin kitabında şu sözlerle ifade etmişti; “Söz uzadı. Serkerdelikten yetişmiş olan Sadrazam – vükela meclisini muharebe meydanı zan ederek- pek ziyade hiddetlendi, adab-ı meclis-i ayakaltına aldı. Padişahtan, vükeladan, her fertten hürmet görmeye alışmış olan Mustafa Reşid Paşa’ya hitaben “Benim Paris’te boyumla beraber oğlum var iken buradan memur gönderilmesi ona hakaret değil midir? Senin bacak kadar torunun ölmekle bu kadar keder ediyorsun. Ben evladımın mahzun olmasını ister miyim? Sen bana sadaret ettirmiyorsun” demiştir. Mustafa Reşid Paşa da cevaben “Sadrazam isen Allah mübarek eylesin. Ben de senin kavas başın değilim ya. Ben de o makama üç kez nail 956 David Barchard, “Veli Pasha and Consul Ongley”, s.72 295 oldum” diyerek meclisten çıkmıştır.957 Vükeladan bazıları arkasından yürüyüp niyazlarla geri getirdiler.”958 Bu tartışmanın sonucunda maliye işlerinde eğitim görmüş birinin Paris’e sefir olarak gönderilmesi ve Veliyüddin Paşa’nın da muamelelere nezaret etmesine karar verilmişti. Bu olayın ertesi günü Mustafa Nâili Paşa, 30 Mayıs 1854 tarihinde sadaretten azledilmişti. Yerine Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa sadarete tayin edilmişti.959Mustafa Reşid Paşa, daha sonra Veli Paşa’yı -Fransa hükümetinin ısrarına rağmen-960 Paris sefaretinden azlederek yerine kendi oğlu Mehmet Cemil Bey’i sefarete tayin ettirmişti.961 İbnülemin eserinde Mustafa Nâili Paşa ile Mustafa Reşid Paşa’nın arasındaki bu husumeti şöyle değerlendirmişti; “Mustafa Paşa’nın “sen bana sadaret ettirmiyorsun” demesi yalan değildir. Çünkü refakatinde Mustafa Reşid Paşa gibi büyük bir diplomat var iken kendinin – yine kendi tabiri ile- “sadaret etmesine” imkân tasavvur olunamazdı. Hüküm, liyakatte faik olanındır. Cevdet Paşa’nın ümmi dediği bir zatın, pek liyakatli bir siyasete hüküm etmesi elbette mümkün değildir.”962 957 Mustafa Reşid Paşa’nın meclisten çıkışını ifade etmek için “çubuğunu sürdü” ifadesi kullanılmaktadır. O tarihlerde meclisin oturma düzeninde karşılıklı iki sıra minderler ve her iki ucunda karşılıklı oturmuş olan sadrazam ve şeyhülislam bulunmakta idi. Diğer vekillerde onları takiben sıralanmışlardır. Sigara yerine o zamanlarda kehribar başlığı olan yasemin ya da kiraz çubuklar içilirdi. Mustafa Reşid Paşa Meclisi terk ederken “çubuğunu sürdü” ifadesi buradan gelmektedir. Ali Rıza- Mehmet Galip, XIII. Asrı Hicri’de Osmanlı Ricali- Geçen Asırda Devlet Adamlarımız, c.I, İstanbul 1977, s.99 958 İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s. 76; Ali Rıza- Mehmet Galip, a.g.e., s.98 959 Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.102 960 Paris Sefaretinde bulunan Mustafa Naili Paşa’nın oğlu Veli Paşa, görevde bulunduğu sürece devletin güvenini kazanmış ve çevresinde sevilen biri olmuştur. Mustafa Reşid Paşa’nın Veli Paşa’yı azlettirerek yerine kendi oğlu Mehmet Cemil Bey’i tayin ettirmek istemesi üzerine Fransız sefir Benedetti, hükümetinden aldığı emir ile Veli Paşa’nın görevinde bırakılmasını talep etmişse de Veli Paşa bu teklife babasının müdahalesi ile olduğunu düşünerek itibar etmemiştir. Benedetti daha sonra Mustafa Reşid Paşa ile olan bir görüşmesinde bu mevzuya değinerek, Mustafa Naili Paşa ile olan ihtilafına dair olan bilgisini açıkladığında, Mustafa Reşid Paşa heyecanla buna karşılık vermiştir. Mustafa Reşid Paşa Mustafa Naili Paşa’yı yalancılıkla suçlamış ve elçiye sadece onu dinlediklerini ifade ederek Mustafa Naili Paşa’nın kabahatlerini saymaya başlamıştır. Meclis-i Vâlâ reisini aşağıladığından bahsederek böyle yüce bir makamda bulunan bir kişiye karşı gösterdiği hürmetsizlikten dolayı cezasını çekeceğini ifade etmiştir. Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e.,s.25-26 961 Cavit Baysun, a.g.m., s.742 962 İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c. I, s.77 296 Esasen Mustafa Nâili Paşa görünürdeki, Mustafa Reşid Paşa ise içerdeki asıl sadrazam idi. Zirâ devletin idaresi onun güçlü iktidarına emanet edilmişti. Bu vaziyeti ifade etmek için Fuat Paşa Fuzuli’nin gazelindeki bir beyti alaylı bir şekilde Nâzıre yaparak Ali Paşa’ya göndermişti. Nazirenin iki beyti şöyledir: “Hariciye sadrı devlettir mesalih andadır Öyle ise sadrazam Mustafa Paşa nedir? Ya Sinop’ta yanmadan yahut limanda yatmadan Hep donanma mahvolurken masrafı derya nedir? ” 963 Fuat Paşa, bu soru ile Ali Paşa’ya Mustafa Nâili Paşa’nın sadaretinin manasızlığını ifade etmek istemiştir.964 2) Mustafa Nâili Paşa ile Reşid Paşa Arasındaki Arsa Meselesi Bundan sonra Mustafa Nâili Paşa ile Reşid Paşa’nın araları iyice açılmıştı. Bu iki Paşa’nın Emirgan’daki yalıları da bitişik idi. Mustafa Nâili Paşa, Reşid Paşa’nın yalısının arazisini işgal etmek sureti ile duvarını yıktırmıştı. Yerine yeni bir duvar ördürmüştür. Bunun üzerine Reşid Paşa Tanzimat’ın hak ve adalet ruhunu ispat etmek için sadrazamı Meclis-i Vâlâ’ya şikâyet ederek herkesin önünde yüzleşmek istemişti. Her ikisi de Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliye’ye davet edilmiş ve ilk defa mahkeme hükmünde olan bir mecliste yeni sadrazam ile eski sadrazam sorguya çekilmişti. Bu dava o zamanın içişlerinde çok önemli bir hadise olmuş, büyük küçük her çevrede konuşulmuştu. Dava, üç yüz arşınlık bir tecavüzden ibaret ise de iki büyük zatın duruşma dolayısı ile kanun huzurunda bulunması ve bunun ilk defa meydana gelmesi açısından dikkat çekici olmuştu.965 963 Fuzuli’nin gazelinin gerçek hali şöyledir: “Öyle sermestim ki idrak etmezim dünya nedir Ben kimim, saki olan kimdir meyi sahba nedir” Fuzuli. İbnülemin Mahmut Kemal İnal,a.g.e., c. I, s.77; 964 Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VI, s.112 965 Ali Rıza- Mehmet Galip, a.g.e., s.99; Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s.26-27 297 Arazi meselesinde haksızlık yaptığı çok açık olan Mustafa Nâili Paşa’yı, önce şeyhülislam Arif Efendi sorgulamıştı. Mustafa Nâili Paşa “Ben şer’i bilmem. Verdiğim parayı bilirim. Kanunen hakkım vardır” beyanında bulunmuştu. Durum kanunen de incelendikten sonra Mustafa Nâili Paşa’nın yaptığı hareketin bir haksızlık olduğu tasdik edilmişti. Meclis-i Vâlâ Reisi Yusuf Kamil Paşa, meclisin hakkı yerine getirmekle görevli olduğunu ifade etmişti. Meselenin oluş şekli ortada idi ve ne yapılması gerektiği şer’i ve kanuni olarak belli idi. Arsa ile ilgili olarak iddia edilen sınırın bir senet göstermek sureti ile ispat edilmesini istemişti. Paşa’ya senet gösterilmedikçe arsa davasında hak kazanamayacağını ifade etmişti. Aleyhine dava açılmış olan Mustafa Nâili Paşa, hangi mevkide ve hangi sıfat ile orada bulunduğunu düşünmeden reise hitaben “Sen, bu lakırdıyı bana söyleyemezsin ve söyleyecek adam olmadın, hezeyan ediyorsun” demişti. Yusuf Kamil Paşa da cevaben “ Memuriyetim icabı hem hakkımdır hem de vazifemdir” diye karşılık verince Mustafa Nâili Paşa, ani bir karar ile meclisi terk etmişti. Arkasından birkaç kişi gönderilmiş ve şer’i ve kanun meclisinden bu şekilde çıkmanın doğru olmadığı söylenmiş fakat Paşa, dönmeyeceğini söyleyerek reisi kınamıştı. Mecliste yapılan müzakere neticesinde alınan karar ile Mustafa Nâili Paşa haksız bulunmuş ve Mustafa Reşid Paşa’nın arsasını işgal ederek yaptığı duvar yıkılmış, arsanın bu bölümü yeniden Mustafa Reşid Paşa’ya verilmişti. Ayrıca meclise karşı söylediği kötü sözlerden dolayı mecliste bulunanlar tarafından kabahatli bulunmuştu. Bu durum kendisine bildirilmiş ve ayrıca gelip özür dilemesine karar verilmişti. Meclis mazbatasında Mustafa Nâili Paşa’nın Meclis-i Tanzimat’a gelerek Kamil Paşa ve diğer meclis azalarının önünde söylediklerinin yanlış olduğunu kabul ile itiraf etmesi ve Yusuf Kamil Paşa’dan af talep etmesi gerektiği yazılmıştı. Eğer gelmezse en azından bu ifadelerin olduğu bir mektup göndermesi istenmişti. Yusuf Kamil Paşa sadarete de bu konu ile ilgili bir mektup yazmıştı. Mustafa Nâili Paşa bu daveti hastalığını bahane ederek geçiştirmişti. 298 Mustafa Nâili Paşa, arada esen bu soğuk havanın daha fazla uzamasını istememiş ve Reşid Paşa ile anlaşmaya karar vermiş, onun himayesini kabul etmişti. Reşid Paşa da öfkesinin geçtiğini göstermek için bir akşamüstü Bâbıâli’den çıkınca Mustafa Nâili Paşa’yı Demirkapı’daki konağında ziyaret etmişti. Birlikte bir akşam yemeği yedikten sonra Beyoğlu’ndaki sefarethanede bir baloya gitmişlerdi.966 Mustafa Nâili Paşa ikinci sadaretinden azledildikten sonra iki yıla yakın bir süre boşta kalmıştı. 1856 yılında tekrar Meclis-i Âliye’ye memur olarak görevlendirilmişti. Bu esnada Mustafa Reşid Paşa, Âli Paşa’nın azledilmesiyle sadrazam, Âli Paşa da Fuat Paşa yerine Hariciye Nâzırlığına da tayin edilmişlerdi. Aynı zamanda Rıza Paşa Serasker, Vasıf Paşa Hassa Müşiri, Reşid Paşa Dersaadet Ordusu Müşiri olmuştu.967 Dolayısıyla her ne kadar Reşid Paşa ile Mustafa Nâili Paşa görünürde çekişme içinde gibi olsa da aslında Mustafa Nâili Paşa merkeze geldikten sonra Reşid Paşa tarafından korunmuştu. D) MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN ÜÇÜNCÜ SADARETİ Paris Barış Antlaşmasının yirmi dördüncü maddesi968 gereğince EflakBoğdan’da halkın temsilcilerinden oluşan bir “divan” seçilmesine karar verilmişti. Fransa sefiri Thouvenel (Townel), Bâbıâli’nin Memleketeyn’in bir idare altında toplanması için yapılan bu temsilci seçimlerine Bâbıâli’nin engel olduğunu, Boğdan seçimlerine Sadrazam Mustafa Reşid Paşa tarafından gönderilmiş olan temsilcinin seçimlere hile karıştırdığı ve bu yüzden de seçimlerin iptal edilmesi gerektiği konusunda ısrar etmişti. Bâbıâli de bu seçimlerin nizâm çerçevesinde yapıldığını iddia etmişse de saraya gelen Fransız sefir İstanbul’u terk edeceğini beyan ederek tehditlerde bulunmuştu. Hatta Rusya, Prusya ve İtalya elçileri de protestolarıyla Fransız sefire katılmıştı. Bu tehdit karşısında padişah Abdülmecid, telaşa düşmüş ve endişeye kapılmış bir vaziyette Reşid Paşa’yı sadaretten azlederek Mustafa Nâili Paşa’yı sadarete tayin etmişti.969 Fakat bu sadrazam değişikliğinin asıl sebebi 966 İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s.78-79; Ali Rıza- Mehmet Galip, a.g.e., s.100 Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.130; Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir (13-20), s.6 968 Nihat Erim, a.g.e., s.350 969 Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s.36-38; Enver Ziya Karal, a.g.e., c.IV, s.58 967 299 Mustafa Reşid Paşa’nın İngiliz siyasetine güveniyor olması ve Paris Kongresinden beri İngiltere ile Fransa arasındaki ezeli rekabetin yeniden alevlenmiş olmasıydı.970 Bu vesileyle Mustafa Nâili Paşa, 2 Ağustos 1857 tarihinde 59 yaşındayken üçüncü ve son defa sadrazamlık makamına tayin edilmişti.971 Padişah aynı zamanda Reşid Paşa’yı Meclis-i Âli-i Tanzimat başkanlığına, Âli Paşa’yı Hariciye Nezareti’ne getirmişti. Mehmet Paşa Meclis-i Âli memuriyetine, eski Cidde valisi Kamil Paşa’ya seraskerlik, eski Hariciye Nâzırı Ali Galip Paşa’yı Evkaf Nezareti’ne, Hasip Paşa’yı da Maliye Nâzırlığına atamıştı.972 Bu sayede Fransız sefir, hükümetinden aldığı emirle İstanbul’u terk etmekten vazgeçtiğini belirtmiş ve seçimlerin yeniden yapılması hususunda kendisiyle görüşmeler yapılmıştı. Elçi, tekrar kurulmuş olan bu münasebete bir resmiyet kazandırmak için yeni atanmış gibi resmi elbiselerle maiyetini alarak padişahı ziyaret etmiş ve resmi bir konuşma yapmıştı.973 Yeni hükümetin kurulmasından birkaç gün sonra İngiliz elçisi Stratford, hükümetinden beklenmedik bir talimat almıştı. Fransız elçisi ile Boğdan seçimlerini iptal ettirmek için işbirliği yapacaktı. Fakat Fransa bu meselede barışçı bir politika uygulayacağını vadetmişti. Bu yüzden iki devlet, Memleketeyn prenslikleri arasında sadece idari bir birlik olması noktasında anlaşmışlardı. Bu şekilde boyun eğdirilmiş olan Bâbıâli ve baskılardan kurtulan padişah bu kararı kabul etmişti. Eylül ayında Boğdanlılar’ın birlik için bekledikleri seçimler nihayet yapılmıştı. 974 1) Avusturyalı Tüccarlar İle Alakalı Senet Meselesi Mustafa Nâili Paşa’nın sadrazam olduğu bu dönemde yaşanan bir olay kendisi hakkında bazı kötü düşüncelere sebebiyet vermişti. Şöyle ki, Avusturya tüccarlarından birinin Tunuslu birinden yüklü miktarda alacağı vardı. Tunus valisi bu 970 İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s.17; İsmail Hami Danişment, a.g.e., c. IV, s.184 Takvim-i Vekayi, Defa:555, Tarih: 28 Zilhicce 1273/ 19 Ağustos 1857; Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311; Mehmet Süreyya, a.g.e., c.IV, s. 481; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.137; Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir (13-20), s.25; Soli Shahvar, “Concession Hunting in the A.g.e. of Reform: British Companies and the Search for Government Guarantees; Telegraph Concessions through Ottoman Territories, 1855-58”, Middle Eastern Studies, c. 38, S.4, Routledge, part of the Taylor & Francis Group, 2002, s. 169 -193; Müjdat Uluçam, a.g.m., s. 305 972 Güller Karahüseyin, a.g.t., s. 114; Nikolae Jorga, a.g.e., c. V, s.418 973 Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s.38 974 Nikolae Jorga, a.g.e., s.418-419 971 300 borçlu kişiyi katledip mallarını müsadere etmiş olduğundan Avusturyalılar, o şahıstan alacakları paranın tazmin edilmesini talep etmişlerdi. 1783 yılında Osmanlı Devleti’nin korsanlar hakkında Avusturya’ya vermiş olduğu senet delil gösterilmişti. Hâlbuki bu senet Avusturya tüccar gemilerine korsanlar bir zarar verecek olursa bu zararın Osmanlı Devleti tarafından tazmin edileceğine dair verilmiş idi. Bu mesele için Ali Galip Paşa’nın başkanlığında Hariciye müsteşarı Nureddin Bey ile Avusturya sefareti müsteşarı Weiss’in aza olduğu bir komisyon kurulmuştu. Ali Galip Paşa, hazineden Avusturyalılara 28 bin kese tazminat verilmek üzere bir kıta mazbata hazırlamıştı. Bu mazbata, vükela meclisine sunulmuş ve burada detaylı bir şeşkilde görüşülmüştü. Bu esnada meseleyi kavrayamamış olan Mustafa Nâili Paşa, bunu bir tahvil zannederek “senedi varsa şimdiye kadar niye istememiş “diyerek mecliste üyeler arasında küçük düşmüştü. Zirâ mazbata mecliste okunurken “bu sened korsanlara mahsustur, davalık bir mevzu değildir” diye bir hatırlatma yapılmamış, tazminatın ödenmesi kararı açıklığa kavuşturulmadan hemen onaylanmıştı. Bu kadar paranın nasıl verileceği ayrı bir sorundu, fakat vakit kaybetmeden tazminatın verileceği Avusturya sefaretine haber verilmişti.975 Bu olay bize, Mustafa Nâili Paşa’nın sadrazamlık makamında, sembolik olarak bulunduğunun bir delilidir. Devlet işleriyle ilgili alınacak kararlarda devlet adamları, bu olayda olduğu gibi istedikleri gibi hareket etmişlerdi. Padişah Abdülmecid, siyasi bir mesele hakkındaki amacını vükelaya anlatamadığından dolayı duygularının tesiri altında kalmıştı. Mustafa Nâili Paşa’nın azledilme sebebi padişahın temas ettiği bu siyasi meseleyi kavrayamamış olmasından kaynaklanmıştı. Vükela toplantılarında da sert ve asabi ifadeleri ile etrafını rahatsız etmiş ve gücendirmişti. Sultan Abdülmecid, Mustafa Nâili Paşa’nın bu son sadaretinde siyasi durumdan rahatsız olmuştu. Bâbıâli, III. Napolyon’un politikasının ağırlığı altında ezilecek hale gelmişti. Eflak-Boğdan’ın birleşmesi meselesi, Napolyon’un milliyetçilik siyaseti Bâbıâli’yi ve sarayı endişelendirmişti. Paris Kongresinin tesiri günden güne azalmıştı. Abdülmecid böyle bir ortamda Baş mabeyncisi Osman Bey ile sohbet ederken canının çok sıkıldığını, vükelanın 975 Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir (13-20), s.32 301 kendisini anlamadığını ifade etmişti. Osman Bey’de Sultan’a Reşid Paşa ile görüşmesini tavsiye etmişti. Bu fikir Abdülmecid’in hoşuna gitmiş ve hemen Reşid Paşa’nın saraya çağrılmasını istemiştir. Fakat Osman Bey eğer Reşid Paşa saraya gelecek olursa bunun vükela tarafından sadarete tayin kılınacağı şeklinde algılanacağı ve dedikodulara yol açacağı şeklinde beyanatta bulunarak bunun sakıncalarından bahsetmişti. Görüşmenin gizlice yapılmasını tavsiye etmişti. Osman Bey padişaha, Reşid Paşa ile Emirgan’ın arkasındaki köşkte buluşmasının daha hayırlı olacağını söylemişti. Padişah bunun Reşid Paşa’nın ayağına gitmek anlamına geleceğini ifade edince Osman Bey, o köşkün padişaha ait olduğunu söyleyerek bunu inkâr etmişti. Padişah bu şekilde bir görüşmenin ardından Reşid Paşa ile konuşmaya karar vermişti. Padişahın titizliği dolayısı ile köşk iyice temizlenmişti. Sultan Abdülmecid at ile karayolundan gizlice köşke gitmişti. Reşid Paşa kendisini yolda karşılamıştı. Padişah zihnini meşgul eden mesele hakkında Reşid Paşa ile uzun uzun görüşüp fikir alış-verişinde bulunduktan sonra Reşid Paşa’nın tekrar sadarete getirilmesi gerektiği kanaatine varmıştı. Reşid Paşa sadarete atanmak için padişahtan Rebiyülevvel ayına kadar süre istemiş, sultanda bunu makul görmüştü. Padişah bu görüşmenin ardından köşkte akşam yemeğine kalmıştı. Yemekten sonra gece denizden dönmeyi planlamıştı. O akşam vükela da Tarabya’da Fransa Sefarethanesine akşam yemeğine davetli idi. Vapurla geçerken uzaktan Reşid Paşa’nın yalısının önünde padişaha özel yapılmış olan beyaz renkli tebdil kayığı görünce telaşa düşmüşlerdi. O günlerde İngiliz sefirinin de beyaz renkli bir kayığı olduğu için gördüklerinin padişahın değil İngiliz sefirin gemisi olduğunu zannederek teselli bulmuşlardı. Ancak yaklaştıklarında pek çok saray kayığının da orada bulunduğunu görmüşlerdi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Mustafa Nâili Paşa, yanına gelen Meclis-i Vâlâ Reisi Yusuf Kamil Paşa’ya “bizim için infisal edecek diyorlar” diyerek azledilecekleri hakkında duyduğu dedikodulardan bahsetmişti. Yusuf Kamil Paşa ise cevabında Paşa’ya görüşmeden haberdar olmuş bir tavır içerisinde Rebiyülevvel girmedikten sonra korkmamasını söylemişti. Nitekim Mustafa Nâili Paşa’nın azli, Rebiyülevvel ayının üçüncü günü yapılmıştır.976 976 İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e.,c. I, s. 80; Süleyman Kani İrtem, Abdülmecid Devrinde 302 Mustafa Nâili Paşa’nın bu son sadareti kısa sürmüştü. 2 ay 17 gün sadaret makamında bulunduktan sonra Fransa ile olan siyasi gerginlik azalınca 22 Ekim 1857 tarihinde azledilmişti.977 Üç sadaretinin toplamı 1 yıl 3 ay 2 gündü. Daha sonra tekrar Meclis-i Âliye’ye memur olmuştu.978 Mustafa Nâili Paşa, bürokratik bir eğitim hayatı olmadan bu makama getirilmişti. Bu tür işler için hem mizacı uygun değildi hem de gerekli eğitimden yoksundu. Enver Ziya Karal, Paşa’nın eski sadrazamlar okuluna mensup olduğunu yazmışsa da böyle bir kayda rastlanmamıştı.979 Mustafa Nâili Paşa sergerdelikten yetişmiş, yıllarca savaş meydanlarında çok zor mücadelelerde bulunmuş ve sonra uzun yıllar sürekli isyanların olduğu Girit’te idarecilik yaptığından Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu bu hassas dönemde doğal olarak çok başarılı bir sadrazam olamamıştı. Hakikatte bahsedildiği üzere sadaret için yapılan her bir tayin ve azlinde mutlaka politik bir amaç güdülmüştü. Sadaret makamında yapılan sık değişiklikler zaten bu dönemin genel özelliği idi. Bâbıâli’de görev yapacak devlet adamına özgü bir eğitimi ve yeteneği olmamasına rağmen Abdülmecid’in Mustafa Nâili Paşa’yı sadaret makamına üç defa getirmesinin sebebi de, O’nu Mustafa Reşid Paşa ve Ali Paşa’ya karşı bir muvazene unsuru olarak kullanmak istemesiydi.980 Cevdet Paşa, Maruzat adlı eserinde Mustafa Nâili Paşa’nın ümmi olduğunu yazmıştı. Ayrıca daha önceleri sadrazamların elçi ziyafetlerine gitme geleneği olmadığı halde Mustafa Nâili Paşa’nın bu ziyafetlere gittiğinden ve bunun bir gelenek haline geldiğinden şikâyet etmişti.981 Saray ve Bâbıâli, haz. Osman Selim Kocahanoğlu, İstanbul 2007, s.186-187; Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e.,s.38-40 977 Takvim-i Vekayi, Defa: 558, 2 Rebiyülahir 1274/20 Kasım 1857; Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s.3101; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.139; Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir (13-20), s.36; İsmail Hami Danişmend, a.g.e., c.IV, s.184 978 İsmail Hami Danişment, a.g.e., c.V, s.81 979 Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VI, s.112 980 a.g.e., c.VI, s.112 981 İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s. 76; Mustafa Naili Paşa, Girit adasında uzun yıllar boyunca Rum ahaliyle birlikte bulunduğu için ve hatta eşi bir Rum olduğundan gayrimüslimler ile bir arada bulunmak ve bu ziyafetlere gitmekte bir sakınca görmemişti. Dahası demokrat ve yenilikçi kişiliği bunu gerektiriyordu. Ahmet Cevdet Paşa’nın bu konuda biraz tutucu davrandığını söyleyebiliriz. 303 Mustafa Nâili Paşa, 22 Ekim 1857 tarihinde sadaretten azledildikten sonra 1858 yılında Mart ayının sonlarına doğru Meclis-i Âliye’ye memur olarak tayin edilmişti.982 Mustafa Nâili Paşa’ya Meclis-i Âli memurluğu esnasında 1861 ve 1862 yılında iyi hizmet ve gayretlerinden dolayı birinci rütbeden Nişân-ı Osmani tevcih edildi.983 Mustafa Nâili Paşa, 1866 yılında ikinci defa Girit Valisi olarak görevlendirildiği tarihe kadar meclisteki görevini sürdürmüştü. E) MUSTAFA NAİLİ PAŞA’NIN İKİNCİ KEZ GİRİT VALİLİĞİ Mustafa Nâili Paşa, ilk görev yeri olan Girit’te yirmi yıldan fazla bir süre görev yaptıktan sonra merkeze çağırılmış ve meclis üyeliği, başkanlığı ve sadrazamlık görevlerinde bulunduktan sonra, tekrar Girit’e yollanmıştı. Paşa’nın on beş yıl arayla tekrar Girit’e vali olarak görevlendirilmesinin sebebi, adada çıkarılan Rum isyanlarıyla başedilememiş olmasıydı. Mustafa Nâili Paşa, fiilen 20 yıl Girit adasında idarecilik yapmış biri olarak, Rum isyanları konusunda pek çok başarıya sahip olup, adayla ilgili her türlü konuda tecrübeli olduğundan 1866 yılında çıkarılan isyanı bastırma görevine layık görülmüştü. 1) 1866 Girit İsyanının Ortaya Çıkışı 1866 Girit ayaklanması, Osmanlı Devleti’nin Islahat Fermanı döneminde milletlerarası bir nitelik kazanan ve Paris Kongresinden sonra karşılaştığı ikinci önemli sorun olmuştu. Bu isyan Osmanlı Devleti için bir toprak kaybına sebep olmamış, bilakis Osmanlı hâkimiyeti güçlenmişti. Ancak ileride çıkacak daha büyük isyanların da zemini hazırlanmıştı. Girit Hristiyanlarına hep bir ayrıcalık tanınmış olmasına rağmen, onları memnun etmek pek mümkün olmamıştı. Rus kışkırtmaları, milliyetçilik akımları Girit halkı üzerinde etkili olmuştu. İlk Girit isyanı, 1821 yılının 982 Mehmet Süreyya, a.g.e., c.IV, s. 481 A. DVN. MHM, nr. 35/85; İ. DH, nr. 398/26399; Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.IX, s.50; İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s. 80; 983 304 Mart ayında Mora ayaklanmasının etkisi ile olmuştu. İsfakya ve Hanya sancağının köyleri bu ayaklanmaları desteklemek için ayaklanmışlar ancak Mısır valisi Mehmet Ali, Girit’in yönetimi kendisine verilmesi şartıyla bu ayaklanmayı kolaylıkla bastırmıştı. Giritlilerin ikinci ayaklanmaları Yunanistan’ın bağımsızlık kazandığı dönemde olmuştu. 1829-1830 Londra Protokollerinde Yunanistan’ın sınırları belirlenirken Giritli Rumlar kendilerinin de Yunanistan Devleti’ne dâhil edilmesi için ayaklanmışlardı. Ancak büyük devletler buna itiraz etmişlerdi. Üçüncü olarak, 1840 Temmuz ayında Mehmet Ali, Londra Antlaşması ile Girit’ten çekilince üstlerindeki baskının kalkmış olması ile bir yıl sonra 1841 yazında ayaklanmışlardı. 1848 tarihinde İngiliz hayranı Yunanlı siyasetçi Aleksandır Mavrokordato, Yunanistan’a ilhâk edilmesi gereken yerlerin bir listesini yapmıştı. Bu yerler arasında Teselya, Epir, Makedonya ve Girit sayılırken Yedi Ada listeye dâhil edilmemişti. Çünkü bu tarihlerde Yedi Ada İngiltere’nin elindeydi ve Yunan fırkası İngiltere’ye karşı böyle bir girişimde bulunmak istememişti.984 Bir sonraki isyan 1858 yılında Paris Antlaşmasından sonra olmuştur ki Osmanlı Devleti tüm bu girişimleri bertaraf etmişti.985 1856 Islahat Fermanı Girit adası üzerinde hissedilir değişikliklere sebep olmuştur. Ada Hristiyanları büyük mülkler edinmeye başlamışlardı. Yunanlıların “Megala İdea” fikrini Giritliler arasında yaymaya çalıştığı esnada, Rusya da bu çalışmalara her türlü desteği vermişti. Bu tahrikler neticesinde Girit Rumları tarafından yerel hükümete karşı sık sık başkaldırmalar yaşanmıştı. Osmanlı Devleti bunun sebebini kötü idareden kaynaklandığını zannederek sık sık vali değiştirme yoluna gitmişti.986 Mustafa Nâili Paşa, 1852 yılında sadrazamlığa getirildikten sonra Girit’te oğlu Veli, üç yıl sonra yeniliğe düşkün adanın valisi olarak babasının izinden gitmişti. Veli Paşa, 1858 yılında ada sakinlerinin kilise inşa etmelerine izin vermiş ve 984 Ali Haydar Emir, 1866-1869 Girit İhtilâli (321 Numaralı Deniz Mecmuasının Tarih Kısmı İlâvesi), İstanbul 1931, s. 2 985 Fahir Armaoğlu, a.g.e., s.279-280 986 Abdullah Sivridağ, “Girit İhtilali Tarihi”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1990, s.9 305 birçok Türk mahallesi topluca Hristiyanlığa geçtiklerinde buna bile karşı çıkmamış olduğu ifade edilmekteydi.987 1866 isyanı bu zamana kadar yaşananlar arasında en geniş çaplı olanıydı. 1864 yılında Yedi Ada’nın988 Yunanistan’a verilmesinden sonra diğer adaları da elde ederek Büyük Yunanistan’ı kurmak isteyen Rumlar dikkatlerini tekrar Girit’e yoğunlaştırmışlardı. Adaya gönderdikleri papaz ve öğretmenlerin kışkırtmaları ile nihayet büyük çaplı bir isyan çıkmasına sebep olmuşlardı.989 Bu isyanı örgütlemede Hanya’da bulunan Rus Konsolosu Danderino’nun da etkisi olmuştu.990 1866 isyanının bir görünürdeki bir de asıl nedeni vardı. Girit’in Rum halkı için vaat edilen iyileştirmelerin Bâbıâli tarafından henüz yapılmamış olması görünürdeki nedendi. Fakat asıl neden ise Yunanistan’a iltihak olma hususunda Avrupa kamuoyunun dikkatini çekmek ve desteklerini almaktı.991 Adadaki Osmanlı yönetiminin idareye çok hâkim bir durumda olmadığı söylenebilirdi. Rumların amaçlarını ve gizlice yürüttükleri faaliyetleri fark etmemişlerdi. Vali İsmail Paşa, Hanya’da Girit Rumlarına hitaben bir beyannâme yayınlamıştı. Buna göre halk şikâyetlerini ifade etmekte serbest olacaktı. Fakat bu serbestlik ancak belli kurallar çerçevesinde tanınmıştır ki kötü emellere alet edilmesine fırsat verilmeyecekti. Kışkırtmalara kapılmadan ılımlı bir şekilde ifade edeceklerdi. Fakat Rumlar, şikâyetlerini Osmanlı valisine ve daha sonra da Girit’teki büyük devletlerin konsoloslarına iletmişler ve adanın yönetimine el koymalarını talep etmişlerdi. Girit Rumları, 26 Ağustos 1866 tarihinde Bâbıâli’ye bir dilekçe göndererek vergilerin azaltılmasını, vergi usullerinin ıslahını, tuz, tütün, müskirat ve tamga rüsumlarının kaldırılmasını,992 ürünlerinin nakledilmesi için yol- köprü 987 Nikolae Jorga, a.g.e., c. V, s.458 Korfa, Pakso, Ayamavra, Piyaki, Kefalonya, Zanta, Çerigo (Çuka) adalarından oluşmaktadır. Detaylı bilgi için bkz: H. Baha Öztunç, “Yedi Ada Cumhuriyeti”,Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Tokat 2007 989 Mehmet Salahi, a.g.e.,s.4; Tahmiscizade Mehmet Macid, Girit Hatıraları, haz. İsmet Miroğlu, İlhan Şahin, İstanbul 1977, s.16-17; Metin Hülagü, a.g.m., s.330; Bekir Sıtkı Baykal, a.g.m., s.383 990 Mahmut Celaleddin Paşa, Mirat-ı Hakikat, İstanbul 1326, s.25 991 A. Nükhet Adıyeke, a.g.e., s.21 992 Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s.13 988 306 yapılmasını; okul, hastane ve Zirâat bankası açılmasını; kanun önünde eşitlik, dinsel hoşgörü ve serbest belediye seçimlerinin yapılmasını talep etmişlerdi. Rumların bu talepleri bazı Avrupa Devletlerinin de desteğini görmüştü. Fakat Osmanlı yönetimi bu isteklerden bazılarını haklı bulmuşsa da bazılarını reddetmişti. Asıl niyetleri Yunanistan’a ilhak edilmek olan Girit Rumları, taleplerinin yerine getirilmeyince, kendi kendilerine geçici bir hükümet kurmuşlardı.993 Vali İsmail Paşa, bir duyuru yayınlayarak meclis halinde toplanmış olan Girit Rumlarının dağılmalarını söylemişti. Ancak bu uyarının hiçbir etkisi olmamıştı. Girit’in Yunanistan’a ilhakı için kurulmuş olan gizli cemiyet üyelerinden Kallegris’in hazırlamış olduğu yeni bir isyan programı Giritli Rumlar tarafından tatbik edilmeye başlanmıştı. Buna göre Rumlar adada “Girit Genel Meclisi” adında bir ihtilal komitesi hazırlamışlar ve 28 Ağustos 1866’da büyük devletlere hitaben Yunanistan ile birleştiklerini ilan etmişlerdi. Bununla birlikte dağlarda isyan için kuvvet biriktirmeye başlamışlardı. Ayrıca “Girit Genel Meclisi” 2 Eylül 1866 tarihinde üç maddelik bir karar aldığını ilan etmişti. Girit üzerindeki Osmanlı idaresini tanımadıklarını, adayı Yunanistan’a ilhak ettiklerini ve bu kararların uygulanması için de bütün Giritlileri silahlanmaya davet etmişlerdi.994 Bu süreçte Hristiyanlar dağlık bölgelere yığılmış, Müslümanlar da kalelere sığınmaya başlamışlardı. Böylece ada Rumları, kendilerine yönelen şiddet ve baskıdan dolayı silaha sarılmaktan başka çarelerinin kalmadığını belirterek Ağustos ayında isyanı başlatmış oldular. Müslümanların köylerine gelerek kendilerini zorla çıkardıklarını, askerlerin kilise ve manastırlarda hırsızlık ile bazı hürmetsizlikler yaptıklarını, hatta daha da ileri giderek Hristiyanları katlettiklerini iddia ederek bunları konsoloslara bildirmişlerdi. Asiler kendi çıkardıkları isyanı büyük devletlerin gözünde bir din çatışması olarak göstermek ve onların desteğini almak istemişlerdi. Zirâ dışarıdan destek almadan bu 993 Bülent Akyay, a.g.t., s. 250; Bu arada Rumlar Müslüman ahalinin can ve mallarına saldırılarda bulunmak sureti ile emellerini kuvvet kullanarak fiiliyata dökmek istemişlerdir. Metin Hülagü, a.g.m., s.330; Girit Rumları Yunanistan’dan aldıkları güç ile 16 Ağustos 1866 gecesi Selino kazası Müslümanlarını kılıçtan geçirmişlerdir. Sabahattin İsmail, Girit Nasıl Kaybedildi? Girit’ten Kıbrıs’a Yunan Yayılmacılığı, Dışişleri ve Savunma Bakanlığı Tanıtma Dairesi, Lefkoşa, s.3; Abdullah Sivridağ, a.g.t., s.10-11 994 Fahir Armaoğlu, 19.yy Türk Siyasi Tarihi (1789-1914), Ankara 1999, s.280-281; Mehmet Salahi, a.g.e., s.5- 1967; Tahmiscizade Mehmet Macid, a.g.e., s. 17; Metin Hülagü, a.g.m., s.330; Cemal Tukin, a.g.m., s.796-797; Süleyman Beyoğlu, a.g.m., s.124; Nikolae Jorga, a.g.e., c.V, s.458 307 girişimlerinde muvaffak olamayacaklarını bildiklerinden Rusya, Fransa ve Yunanistan’dan gelecek yardımları beklemişlerdi. 995 Rusya 1866 Girit isyanında asilerin tarafını tutmuştu. Rus Başbakan Prens Gorçakof, isyanın başlamasından birkaç ay sonra Türk elçisine yaptığı açıklamada Girit’in Yunanlılara verilmesi gerektiğini ifade etmişti. Gorçakof, Girit adasının Osmanlı Devleti için zaten kaybedilmiş olduğunu, muhafaza edilemeyen bu adanın daha önceden de Mehmet Ali Paşa’ya çekinmeden bırakıldığına dikkat çekmişti.996 1866 yılında, Patrie Gazetesi’nin haberine göre, Girit’teki asileri tahrik eden Rusya idi.997Rusya Avusturya, Prusya ve İtalya Devletlerini kendi görüşü etrafında bir araya getirmişti.998 Ayrıca İngiltere ve Fransa ile görüşüp Girit meselesine birlikte müdahale etme teklifinde bulunmuştu. Milliyetçilik hareketlerinin destekçisi olan Fransa imparatoru III. Napolyon Girit’in Yunanistan’a verilmesi gerektiğini999 söyleyerek Rusya’nın ve Yunanlıların yanında yer almıştı. Yunan kralına bu konudaki fikrini ifade ederken “Girit sizin için çantada kekliktir” demişti. Rusya’nın Girit konusunda işbirliği teklifine tek karşı çıkan İngiltere olmuştu. Rusya’nın himayesinde kurulacak olan Büyük Yunanistan İngilizlerin politikasına uymamıştı. Dolayısı ile Osmanlı toprak bütünlüğünü korumak daha akıllıca olacaktı. İngiltere’nin bu tavrı Girit Rumlarını hayal kırıklığına uğratmışsa da onlar yine de umutlarını kaybetmemişlerdi. Yunan hükümeti Osmanlı Devleti ile harbi göze alamamış ancak Girit asilerine para, eşya, silah ve gönüllü olmak üzere her türlü yardımı göndermişti. 995 Abdullah Sivridağ, a.g.t., s.11 Bu esnada Yunan kralı olan George ile Rus Grandüşesi Olga evlendirilmişti ki Rus Çarı’nın drahoma olarak Girit’in Yunanistan’a vereceğine dair söylentiler Yunanlılar ve Giritli Rumlar arasında yayılmıştır. Armaoğlu, a.g.e., s.281; Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VII, s.21; Metin Özer, Unutulan Girit, İzmir 2007, s.171 997 Tasvir-i Efkâr, Defa: 418/2, 23 R 1283/4 Eylül 1866 998 Mahmut Celaleddin Paşa, Mir’at-ı Hakikat-Tarihi Hakikatlerin Aynası, haz. İsmet Miroğlu, Berekat Yayınevi, İstanbul 1983, s.39; Fuat Andıç- Süphan Andıç, Sadrazam Âli Paşa Hayatı, Zamanı ve Siyasi Vasiyetnâmesi, İstanbul 2000, s.36 999 1867 yılında Gazette de Levant’da görülen ve “Fransa tarafından Girit’in Yunanistan’a terkinin Osmanlı Devleti’ne tavsiye edildiği” şeklinde çıkan haber daha sonra yalanlanmıştır. Tasvir-i Efkâr, Defa: 470/2, 21 ZA 1283/27 Mart 1867 996 308 İstanbul Rumları ve Yunan Konsolosları da Girit’e para ve eşya göndermek suretiyle yardımlarda bulunmuşlardı.1000 Girit’ten “Resmo Havadisi” başlığı altında merkeze gönderilen bir yazıda meydana gelen karışıklıklar hakkında bilgi verilmiş, Sevde ve Hanya Limanları’nda İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya ve Amerika devletlerinin birer kıta vapurlarının olduğu bildirilmişti.1001 Anlaşılan o ki, 1866 isyanı bir iç isyan değil, Avrupa Devletlerinin müdahil olduğu bir “Akdeniz Problemi” halini almıştı.1002 2) Osmanlı Devleti’nin 1866 Girit İsyanına Müdahalesi 1866 senesinde Girit adasında Hristiyan ahali tarafından çıkarılan isyan hareketi giderek büyümüş ve tehlikeli boyutlara ulaşmıştı. Öyle ki Girit’in elden çıkması ihtimali söz konusu olmuştu. Osmanlı Devleti’nin bir eyaleti olarak Girit’te çıkmış olan 1866 isyanı devletin bir iç meselesi iken yabancı devletlerin bu meseleye karışmış olmaları devletler hukuku açısından yasal değildi. Bu yüzden Osmanlı Devleti isyana iki türlü müdahale etmek zorunda kalmıştı. Bir taraftan kuvvetler göndererek fiilen müdahale etmiş, diğer taraftan da Avrupa nezdinde hareket tarzında haklı olduğunu ispat etmek için diplomatik yönden mücadele etmişti. İsyan başladıktan hemen sonra Osmanlı kuvvetleri Girit’te toplanmaya başlamıştı. İlk etapta 12 tugay olan bu kuvvetlere Mısır’dan Şahin Paşa komutasında dört tabur asker de katılmıştı. Böylece Girit valisi İsmail Paşa kumandanlığında asilere karşı duracak güçte bir ordu hazırlanmış oldu. Fakat bu ordu nizâmi savaş 1000 Fahir Armaoğlu, a.g.e., s.281; Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VII, s.21; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.XI, s.57; Kenneth Bourne, “İngiltere ve Girit İsyanı, 1866-1869 (Great Britain and the Cretan Revolt, 1866-1869”, (çev. Yuluğ Tekin Kurat), DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, c. I, S. I (1962), s.253; Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s.16 1001 Tasvir-i Efkâr, Defa: 428/3-4, 5 C 1283/15 Ekim 1866 1002 Tasvir-i Efkâr, Defa: 433/3, 25 C 1283/ 4 Kasım 1866; Osmanlı ve İngiliz belgelerine dayanılarak hazırlanmış olan ve Girit Sorunu’nun uluslararası bir sorun haline gelişinde Yunanistan’ın rolünün ortaya konulduğu, Girit’teki İngiliz konsolosu C. H. Dickson ve İstanbul’daki İngiltere Büyükelçisi Lord Lyons ile onun halefi Sir Henry Elliot’ın yazışmaları için bkz. Mithat Aydın, “Girit Ayaklanması (1866-1869)’nın Ortaya Çıkışı ve Uluslararası Bir Sorun Haline Gelişinde Yunanistan’ın Rolü”, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi/Turkish Journal of Social Research, Yıl: 11, S.1, Nisan 2007, s.113-147 309 usullerine göre yetiştirildiği için asilere karşı gerilla taktiği uygulamada zorlanmıştı. Asiler iç taraflardaki dağlık ve sarp bölgelere saklanarak fırsat buldukça baskınlar düzenlemişlerdi. Bu şekilde pek çok masum Müslüman ve isyana karışmamış olan Hristiyan ahali katledilmişti. Ordu asilerle baş edebilmek için küçük birliklere ayrılmış ve bölgesel çatışmalara girmişti.1003 Asiler kendilerini dayanıklı sığınaklarda muhafaza ederken, gerilla taktiğine alışık olmayan askerin bulunduğu mevkiler uygunsuz olduğundan isyancıların sürekli tazyiklerinden takatleri kalmamıştı. Hastalıklar ve eşkıyanın su kuyularına attığı zehrin etkisi ile pek çoğu sağ kalmayı başaramamıştı.1004 10 Ağustos 1866 tarihinde Girit’ten gelen ve buradaki siyasi gelişmelerden bahseden özel bir haberde eşkıyanın tedip edilmeye başlandığı ve bunun iyi bir netice ile sonlandırılmasının ümit edilmekte olduğu ifade edilmişti. Birkaç gün önce isyancıların reisi olan Haci Mihail’in yanında 500-600 kişi ile bir cemiyet kurduğu duyulmuş ve üzerine iki tabur asker sevk olunmuştu. Bu askerler eşkıya üzerine hücum edince hemen yanlarında bulunan birkaç yük peksimet, üzüm ve karpuzu terk ederek dağa kaçmıştı. Askerler bu mevkii tamamen zapt etmişti. Bir fırka asker de Apakoron nahiyesine sevk edilmişti ki buradaki isyancı topluluğu firar edip dağlara kaçmıştı. Fakat dağlara kaçmış olan eşkıya burada da rahat durmayıp memleketin iç bölgelerine eşya vs. taşıyanların yollarını kesmeye başlamıştı. Osman Paşa’nın iki tabur askeri Fıstıklı karyesine gitmişti. Köylerde bulunan Müslümanlar ailelerini ve eşyalarını alıp kale içlerine sığınmışlardı.1005 Osman Paşa burada halkı sükûnete davet eden Rumca emirler ilan etmişse de isyancılar buna kulak asmamış, 2400 metre yüksekliğindeki İsfakya dağına çekilmişlerdi. Bir kısmı itaat etmek istemiş ancak Haci Mihail’den çekinmişti. Zirâ asilerin reisi olan Haci Mihail de 1003 Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VII, s.24 Mahmut Celaleddin Paşa, Girit İhtilali Tarihi, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, Türkçe Yazmalar Bölümü nr: 4150, varak no: 15/b 1005 Tasvir-i Efkâr, Defa: 415/1-2, 12 R 1283/24 Ağustos 1866; Bu sırada eşkıya dört tane Müslüman kızını kaçırıp dağlara götürmüşlerdir. Bunlardan biri Girit’in zenginlerinden birinin kızı idi. Eşkıyanın elinden sadece bu kız pek çok zorluk ve masraf ile kurtarılabilmiştir. Ayrıca izdihamdan dolayı kalelerde sığınacak yer kalmamış, yiyecekler dahi azalmıştı. Apakoron ordusu kılavuzlarından Hacı Hüseyin İbraki adlı şahıs katledildikten sonra cesedi bir kuyuya atılmış ve malları gasp edilmiştir. Cesedi kuyudan çıkarmak için gelen zaptiyeye “alın pastırma yapın” diyerek hezeyanda bulunmuştur. Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.XI, s.57 1004 310 Hristiyanlara hitaben neşrettiği beyannâmede silahlarını alıp yanına gelmeleri gerektiğini aksi halde evlerini ve harmanlarını yakacağını söyleyerek halkı tehdit etmişti.1006 3) Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’e Gelişi ve Faaliyetleri Asilere uygulanan gerilla taktiği isyanın kısa sürede bastırılmasını sağlayamamış, bilakis isyan uzamış ve bir takım huzursuzluklara sebep olmuştu. Hükümetten asilerle baş etmek üzere gönüllü asker gönderilmesi talep edilmişti, ancak kabul edilmemişti. Yeni çareler aramak yerine bu gibi durumda Bâbıâli’nin sık başvurduğu bir metot uygulanmış ve vali değişikliğine gidilmişti. Meclis-i Vükela’da alınan bir karar ile İsmail Paşa valilikten azledilerek yerine Mustafa Nâili Paşa Girit valisi tayin edilmişti. Kendisine karada ve denizde yapılması gereken korunma ve def etme işleri ile ilgili kapsamlı bir talimat verilmişti.1007 Uzun yıllar Girit’te valilik yapmış biri olarak bu göreve layık bulunmuş olan Mustafa Nâili Paşa’nın bu göreve atanmasında İngiltere’nin de etkisi olduğu söylenebilir. Mustafa Nâili Paşa, Giritliler üzerinde nüfuz sahibi olduğu düşüncesiyle asayişin yeniden tesis edilmesi için kendisine olağanüstü yetkiler verilmişti.1008 Bu atamada adaya denetleme heyeti gönderilmesi gibi ciddi bir tehlike doğuran Fransız teklifinin etkisi olmuştu. Bu tehlikeyi Bâbıâli Mustafa Nâili Paşa’yı Girit’e özel vali tayin ederek bertaraf etmişti.1009 Paşa, Girit’te bulunduğu yıllarda defalarca bu tür isyanlarla uğraştığından 1006 Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s.3145; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c. XI, s.56-57 Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no: 15/a; William J. Stilman, a.g.e., s.58 1008 Mehmet Memduh PaşaMir’at-ı Şuunat, İzmir 1328, s. 38; Tasvir-i Efkâr, Defa: 417/3, 19 R 1283/31 Ağustos 1866; Ali Fuat Türkgeldi, Mesail-i Mühimme-i Siyasiyye, c. III, s.20; İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e.,c.I, s.22; Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VII, s.24;J. H. Freese-Peter William Clayden, A Short Popular History of Crete, London 1897, s. 91; Müjdat Uluçam, a.g.m., s. 305 1009 Kenneth Bourne, a.g.m., s.253; Nikolae Jorga, a.g.e., c. V, s.458-459; Bâbıâli 1866 yılının Eylül ayında Londra, Paris, Viyana, Berlin, Sen-Petersburg ve Floransa’daki temsilcilerine talimatlar göndererek Mustafa Naili Paşa’nın memuriyeti ile ilgili açıklama yapılmasını istemiştir. Özellikle üç husus üzerinde durulmuştur: 1) Mustafa Naili Paşa’ya verilen af talimatının eşkıya yuvası haline dönmüş olan Girit adası için gayet hayırlı olduğu. 2) Yunan gazetelerinde yayınlanan ada Hristiyanlarına zulüm yapıldığı haberinin bir iftira olduğu. 3) Girit’te katledilen ve malları yağmalanan Müslümanlar canlarını kurtarmak için kale içlerine sığınmak zorunda kaldığı. Karal, a.g.e., c. VII, s.25 1007 311 oldukça tecrübeli görülmüştü. Girit’te yapmış olduğu iyi hizmetleri ile coğrafyasını ve ahalisini tanıyor olmasından dolayı bu işin de üstesinden geleceği düşünülmüş ve bu yüzden Girit’in asayişinin iadesine ve ihtilalin ıslahına memur edilmişti. Maiyetiyle sevk edilmek üzere gereken miktarda asker tertip edilmişti. Mustafa Nâili Paşa, 28 Ağustos 1866 tarihinde saraya çağrılarak kendisine Girit isyanlarını bertaraf etmeye memur edildiği bildirilmiş ve kendisine Nişan-i Osmani takdim edilmişti.1010 Mustafa Nâili Paşa Girit’e giderken kendisine yardımcı olmaları için beraberinde oğlu Ali Bey ile Mazhar Bey’i ve tercüman Mihail Efendi’yi de götürmüştü. Kendilerine bu görevlerinden dolayı maaş tahsisatı yapılmıştı.1011 Mevcut durum dolayısıyla vukuf ve iktidar sahibi bir memur olarak Girit’e atanan Mustafa Nâili Paşa, 9 Eylül 1866 tarihinde Cumartesi günü Mecidiye vapuruna binerek Girit’e gitmek üzere hareket etmişti.1012 Üç günlük bir yolculuktan sonra Salı gecesi saat 03.30 sularında Sevde Limanı’na ulaşmıştı.1013 Gemiden iner inmez kendisine verilen bu görevi layığıyla yerine getirmek adına ve bugünün işini yarına bırakmak âdeti olmadığı için hemen işe koyulmuştu. Meselenin aslını, nasıl geliştiğini araştırıp öğrenmek ve zaman kaybetmeden bir çözüm yolu bulmak istemişti. Mustafa Nâili Paşa, bu amaçla Sevde Limanı’nda demir atmış Şadiye kalyonunda bulunan abluka memuru bahriye kumandanı Ferik İbrahim Paşa’yı çağırarak isyan hakkında bilgi almış, tedbirler ve yapılacaklar hakkında görüşmüştü.1014Görüşmelerin sonunda, Yunanistan’ın durmadan adaya asker ve silah göndermekte olduğundan alınan tedbirlerin yetersiz olduğu kanaatine varılmıştı. Mustafa Nâili Paşa bu konuyu Bâbıâli’ye bildirmiş ve ablukanın tam olarak 1010 İ. DH. 553/38471; 1866 yılında Mustafa Naili Paşa’nın yanında şeyhülislam, serasker ve reis paşalara da bu nişan verilmiştir (A. MKT. MHM, nr. 361/75); İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s. 80; Mustafa Naili Paşa’ya, Girit’e vardıktan sonra da buradaki vazifelerinden dolayı pırlantayla kaplı değerli bir imtiyaz nişanı takdim edilmişti. A. DVN. MHM nr. 8-A/65; Mustafa Naili Paşa, bu değerli nişanın kendisine verilmesinden dolayı teveccüh duymuş ve sadarete şükranlarını sunmuştu (İ.MTZ. GR. nr. 05/84). 1011 A. MKT. MHM, nr. 362/40 1012 A. MKT. MHM, nr. 362/15; Tasvir-i Efkâr, Defa: 420/1, 29 R 1283/10 Eylül 1866; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c. XI, s.58; Girit, İstanbul 1328, s.23; Danişmend, a.g.e., c. IV, s.210; Nicola Jorga, a.g.e., c. V, s.458-459 1013 Mustafa Naili Paşa, gemiden indiğinin ertesi günü Hanya’ya gitmeyi planlamıştı. Lakin hava muhalefeti nedeniyle 3-4 gün Kandiye’de kalmış, Kaptan Paşa’yla beraber askerin eksiklerinin giderilmesi, huzur ve rahatın temin edilmesi için görüşmeler yapmıştır ( İ.MTZ. GR nr. 05/84 lef.2). 1014 Karal, a.g.e., c.VII, s.25 312 uygulanması için gereken tedbirlerin alınmasını istemişti. Girit’in ablukaya alınması kararı isyandan ancak beş ay sonra alınabilmiş ve Girit’e 4 gemi gönderilmişti.1015 Mustafa Nâili Paşa Girit’e Osmanlı Devleti’nin temsilcisi olarak gönderildiğinde, isyan ve katliamlar engellenemeyecek boyutlarda gibi görünüyordu. Fakat Paşa, adada tarafsız ve güçlü politika sergileyerek Hristiyanlar arasında saygı tesis etmişti.1016 Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’te ulaştıktan sonra yaptığı ilk icraatlerden birisi halkın ihtiyaçlarını karşılamak olmuştu. Zirâ eşkıya yüzünden halkın elinde yiyecek kalmamıştı. Mustafa Nâili Paşa, hemen birkaç gün içinde Girit’te ihtiyaç sahibi ahali için merkezden 100 bin okka un gönderilmesini talep etmişti. Padişah bu isteği ziyadesi ile yerine getirmiş ve unun 150 okka olarak süratle tedarik edilip gönderilmesi için emir vermişti.1017 Mustafa Nâili Paşa’nın yaptığı işlerden bir diğeri de adada asayişi sağlamak ve olayların daha da büyümesine mani olmak adına Ekim ayında Girit sahillerini abluka altına almak olmuştu. Böylece Yunan donanmasının faaliyetlerine de engel olmak istemişti.1018 Fakat bu esnada Yunanistan ile Girit arasında aktarım devam etmekte idi. 20 Kasım 1866 tarihinde Yunanistan’dan yola çıkmış olan bir gemi abluka hattını işgal etmişti. Girit’e kaçakçı ve top taşıyan Arkadi adlı bu korsan vapuru İzzettin gemisi tarafından takip edilerek yakalanmıştı. Ateş edilmek sureti ile içinde bulunan gönüllüler öldürülmüş, vapur da batırılmıştır. Daha sonra içindeki toplar çıkarılmış, teknesi yüzdürülerek önce Sevde Limanı’na getirilmiş bir düre sonra da İstanbul’a gönderilmişti.1019 Vapur tamir edilerek kullanılmıştı. Bu olay ihtilalciler üzerinde derin bir etki yapmıştı. Zirâ bu tarihten sonra Arkadi adı adada ortaya çıkan her ayaklanmanın bir simgesi olmuştu. Bu tür yardımlar ile desteklenen isyanın bastırılmasında özellikle korsan gemilerinin yakalanmasında Mustafa Nâili 1015 Mithat Işın, a.g.e., s.53; Hüseyin Hıfzı, Girit Vakayi, Dersaadet 1326, s.1-2 William J. Stilman, a.g.e., s. 67 1017 A.MKT. MHM.362/95 1018 Metin Hülagü, a.g.m., s.331 1019 Ali Haydar Emir, a.g.e., s. 28; Osmanlı gemilerinin yetişemediği Yunan gemisi Arkadi, İzzettin vapuru tarafından sıkıştırılarak, kadırga dönemindeki gibi yan yana gelerek yakın mesafeden top ateşi ile yakılmıştır. Bu olay donanmanın yetersizliğini ortaya koymuştur. Metin Özer, a.g.e., s.173 1016 313 Paşa’ya yardım etmesi için Müşir Hüseyin Avni Paşa, harp gemileri kumandanı olarak hemen Girit’e gönderilmişti.1020 Mustafa Nâili Paşa, yine Girit’e getirilmek üzere patlayıcı madde taşıyan bir gemi ile 19 gönüllü yakalamıştı. Paşa merkeze bu konuda nasıl bir uygulamada bulunması gerektiğini sormuştu. Gelen cevapta, suçluların küreğe konulmasına karar verilmişti.1021 Bundan sonra da ablukayı aşıp gizlice Girit’e yardım taşıyan gemiler varlığı engellenememişti. Enosis adlı Yunan vapuru ve diğer yardım gemileri Türk donanmasının ablukasını aşarak adayı bir silah deposu haline getirmişlerdi. Ayrıca şiddetli propagandalarla Avrupa’ya Girit’te Türklerin Hristiyanları katlettikleri yönünde yalan haberler yayılmıştı. Adaya gönderilen 40.000 asker çete savaşlarını durduramamıştı. Zirâ sıkışan isyancılar köylere kaçıp masum vatandaş kılığına bürünmüş, asker çekilir çekilmez de tekrar dağlara çıkıp Müslüman köy ve kasabalarını basmıştı.1022 Asilerin yapmış olduğu bu yağmalama sonucunda Müslüman ahalinin ekip-biçmeye mecali kalmamış ve geçim darlığı yaşanmıştı. Girit sahillerinde yaşayan halk da eşkıya tazyiklerinden bıkarak dağlara kaçmıştı.1023 Bu yüzden Ekim 1866’da Bâbıâli tarafından adaya zahire gönderilmek suretiyle yiyecek yardımı yapılmıştı.1024 Asker ve halk için ihtiyaç duyulan unun sağlanması amacı ile birkaç değirmen korunmaya çalışılmış fakat yeterli olmamıştı. Eylül 1866’da Acısu değirmenleri Hristiyanlar tarafından ele geçirilerek tahrip edilmişti. Yine aynı tarihlerde İsperlanka Kalesi’nin sarnıçlarında su kalmamış, kalede sığınan Müslümanlar büyük sıkıntılar yaşamışlardı. İsyancılar kale dışındaki suyun alınmasına da mani olmuşlardı.1025 Ada da zaten tahıl üretimi olmadığından yiyecek ve kömür ihtiyacı donanma tarafından sağlanmaya çalışılmıştı. Arızalı gemiler tamir için İstanbul’a kadar gitmesi gerekmişti. Taşıma için vapurların hızı yetersiz gelmişti. Ayrıca Osmanlı filosu da kömür sıkıntısı çekmişti. İngiliz kömürünü satan tüccarlar Yunan vatandaşı 1020 Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s.20; A. Nükhet Adıyeke, a.g.e., s.21-22; Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no:22-b/23-a 1021 Hayrettin Pınar, “Diplomasi ile Siyasetin Birlikteliği: Girit İsyanı ve Âli Paşa”, Süleyman Demirel ÜniversitesiFen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Aralık 2008, S.18, s.14 1022 Yılmaz Öztuna, Âli Paşa, Ankara 1988, s.55; Girit, s.23 1023 Mehmet Volkan Şenarslan, “Muhbir Gazetesine Göre 1866 Girit İsyanı”, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Sakarya 2011, s.33 1024 A. MKT. MHM, nr. 363/94 1025 Metin Özer, a.g.e., 173-174 314 idi. Yunan tüccarları, Yunan adalarında depolanan kömürün parasını aldıkları halde kömürün taşınmasını ellerinden geldiği kadar geciktirmeye çalışmışlardı. Yelkenli gemiler ise uygun hava şartlarını bekliyordu Zirâ kötü havalarda açıklarda korsan saldırılarına maruz kalmakta idi. Ekim 1866’da merkeze Resmo Limanları’nın temizliğinde görevli vapur için maden kömürünün kalmadığı, Girit’te bulunan gemiler için kömüre ihtiyaç duyulduğu bildirilmişti.1026 Mustafa Nâili Paşa adaya geldiğinde isyankâr ahaliye nasihat etme zamanının geçmiş olduğunu öğrenmişti. Zirâ eşkıya kurduğu cemiyet vasıtasıyla konsoloslara Girit’in Yunanistan’a ilhakını istediklerini bildirmişlerdi.1027 Ama yine de Mustafa Nâili Paşa’nın niyeti öncelikle isyanı sulh yoluyla bastırmak olmuştu.1028 Mustafa Nâili Paşa yanında getirdiği talimatnâmeyi Rumcaya çevirterek adanın her tarafından neşrettirmişti. Paşa, ahaliye hitaben 30 yıldan fazla Girit’te bulunduğunu ve Girit’i vatanı olarak bellediğini ifade etmişti. Kendisine verilen bu görevi bir şeref olarak kabul etmiş olmakla Giritlilerin aslında devlete sadık olduklarını ve onu mahcup etmeyeceklerini ümit etmekte olduğunu belirtmişti. Devamında şöyle hitap etmişti: “Ey Giritliler, adalet kapılarının iki kanadı da sizlere sonuna kadar açıktır” Devamında Giritlilere tekrar devletin himayesine girmek için henüz mevsimin geçmediğini, onları baskı altına alan dış kuvvetlere kulak asmamaları tembihlenmişti. Pek çoğunun birçok zarara uğramış olduğu fakat bu durumu baskı yapan devletlerin umursamadığı, kendilerini maşa olarak kullandırtmamaları gerektiği üzerinde durmuştu. Eğer bu çağrıya kulak vermezler, dağılmayı ve silah bırakmayı kabul etmezler ise ya da gelip dağılma sözü verdikleri halde tekrar toplanacak olurlar ise resmen isyanı ilan etmiş olacaklarından asayişin sağlanması için ikinci bir ilan yayınlayarak kuvvet kullanmak zorunda kalacaklarını ilan etmişti. İkinci ilanda, emniyetin iadesi için silahlı kuvvet kullanarak girişilen mücadelede 1026 a.g.e., s.172 Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no: 17-a 1028 Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VII, s.25 1027 315 sadece isyankârların hedef alınacağı, kendi halinde itaatli olan ahaliye asla dokunulmayacağı haber verilmişti.1029 Paşa’nın Girit’teki Osmanlı kumandanı olarak kan dökülmeden ihtilali yatıştırmaya çalıştığına dair haberler dış basında da yer almıştı. Zirâ Fransa resmi gazetesinde bu konu ayrı bir bölüm halinde yayınlanmıştı.1030 Mustafa Nâili Paşa, ilk iş olarak bir beyannâme yayınlayarak isyancılara muktedir bir vasıfta olduğunu hissettirmek istemişti. Tecrübelerinden yararlanarak hazırladığı beyannâmenin ilk maddesini “af ilanı” teşkil etmişti.1031 Mustafa Nâili Paşa’nın yayınladığı af ilanının tek şartı, silahların teslim edilmesi olmuştu. Fakat teslim olmaya gelenlerin hiçbiri silahlarını bırakmayı kabul etmemişti. Mustafa Nâili Paşa, eşkıyanın bu şekilde teslim olmalarını kabul etmemişti. Çünkü teslim olanların artık silaha ihtiyacı yoktu, fakat silahlarını teslim etmemekteki ısrarları onların tamamen teslim olmadıklarını bir süreliğine ara verme niyetinde olduklarını akla getirmişti.1032 Mustafa Nâili Paşa’nın yeni vali olarak atandığı Girit’te ilan ettiği “genel af” pek bir işe yaramamıştı. İsyan büyük bir hızla yayılmıştı.1033 Mustafa Nâili Paşa’nın adaya gelmesi isyancıların hoşuna gitmemiş, tepkilerini şiddet kullanmak suretiyle belli etmişlerdi. Eşkıya, Paşa’nın af talebine yanaşmadığı gibi asker üzerine hücum etmişti. Mustafa Nâili Paşa’nın buraya gönderdiği kuvvetler isyancılar ile yedi saat çarpışmış sonra geri çekilmişti. Eşkıyanın birçoğunun telef edildiği bu mücadelede Osmanlı askerlerinden de 30 kişi şehit düşmüştü. Resmo’da bulunan Mısır askerlerine mahsus hastaneye hücum etmişler ve yaralı askerleri çeşitli işkenceler ile katletmişlerdi. Hatta yaralılardan on 1029 Bilal Karabulut, “Osmanlı’nın Zor Sınavı: Fransa’nın Tutarsız Politikaları Ekseninde Girit İsyanı (1866-1869)”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, S.16, Kış 2008, s.5; Mustafa Naili Paşa’ya verilen talimatın sureti için bkz: Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no: 85-b, 86-a, 86-b, 87-a, 87-b; İkinci ilannâme sureti için bkz: Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no: 88-a, 88-b 1030 Tasvir-i Efkâr, Defa: 420/2, 29 R 1283/10 Eylül 1866 1031 Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.XI, s.58; Zekeriya Türkmen, “Girit Adasını Osmanlı İdaresinden Ayırma Çabaları”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi (OTAM), S. 12, Ankara 2001, s.233; Bu uygulama ile idarede hâkimiyet farkı hemen belli olmuştur. İcraatlere af ilanı ile başlamak pek çok açıdan faydalı olabilirdi. Şöyle ki önce aftan bahsedip sonra istenilen şekilde cezalandırma yoluna gidilebilirdi. Ayrıca isyancılar arasında bir fikir ayrılığı oluşması ihtimali vardı. 1032 Tasvir-i Efkâr, Defa:433/2, 25 C 1283/ 4 Kasım 1866 1033 Mithat Işın, a.g.e., s.53; William J. Stilman, a.g.e., s. 68 316 tanesini hastaneden çıkarıp kilise duvarlarına asmışlardı. Bu katliamları Mustafa Nâili Paşa’ya gözdağı vermek için yapmışlardı.1034 Girit’te yaşanan olaylar Mısır’da duyulunca İsmail Paşa komutasında iki alay asker buraya gönderilmiştir. Bundan başka Manastır’da bulunan Rumeli kıtasına dâhil olmuş Mısır askeri ve Arnavutluk’tan da yeterli sayıda muvazzaf asker Girit’e sevk edilmişti. Mustafa Nâili Paşa, gelen bu askerlerle birlikte adanın çeşitli mevkilerinde dağılmış bulunan Osmanlı askerini isyancılar üzerine hareket etmek üzere Hanya ovasına toplamıştır. Fakat asileri bu şekilde toplu halde hareket ederek yakalamak imkânsız idi. Zirâ isyancılar bir yerde toplanmış değillerdi.1035 Hanya sancağı dağlık bir yer olması hasebiyle isyancılar adanın diğer yerlerinden daha çok, bu bölgeyi kendilerine hareket alanı olarak seçmişlerdir. İtaatsiz köylüler ve onları kışkırtmış olan Yunanlıların çoğu Hanya’ya bağlı Apakoron kazasında bulunduklarından Mustafa Nâili Paşa önce buraya daha sonra İsfakya’ya gitmeye karar vermişti.1036 Ve ordu ile Hanya’ya hareket etmişti. Apokoron kazasına bağlı İstilos’ta meydana gelen muharebede eşkıya perişan edilmişti. İstilos’tan hareket edildikten sonra yağmurun çok fazla yağmasından dolayı ilerleme tehir edilmiş ve İstilos’un bir saat ilerisinde bulunan Fıstıklı’da bir iki gün kalınmıştı. Sonra buradan hareketle Vamos köyüne ulaşıldığı vakit yağmurun tekrar şiddetli bir şekilde yağması ile burada da üç gün kalınmıştı. 25 Eylül sabahında hareket edilerek Karnidi manastırı civarına gelinmişti. Burada aniden ortaya çıkan 6.000 kadar eşkıya Vafes köyü üzerinden Mustafa Nâili Paşa’ya eşlik eden dört tabur nizâmiye askeriyle Arnavut askerinin hücumlarına dayanamamış ve arkalarında bulunan İsfakya’nın karlı dağlarına doğru firar etmek istemişler ancak arada bulunan derelere dökülmüşlerdi. Eşkıya İsmail Paşa kumandasındaki Mısır askeri ve yerli askerle Viryesis ovasından Kanbes ve Brozenro köyleri üzerindeki tepelere kadar takip edilmişti. Yine bu sırada Lakos ve Serisu civarında toplanmış olan eşkıya grubu üzerlerine sevk edilen askerin hücumuna dayanamamış ve İsfakya’ya sığınmışlardı. Fakat Mustafa Nâili Paşa bu kovalamaya daha fazla izin vermemişti. Zirâ yağmurun 1034 Niyazi Ahmet Banoğlu, Tarihte Girit ve Osmanlılar Dönemi, s.55; Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s.3146; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c. XI, s.59 1035 Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no:17-a 1036 Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no:17-b 317 günlerdir çok fazla yağmış olması ile yerler çok fazla çamur olmuş ve bataklık halini almıştı. Meydana gelen bu mücadelelerde Nizâmiye askerinden bir kişi hayatını kaybetmiş, 3 kişi de yaralanmıştı. Arnavut askerinden de bir kişi hayatını kaybetmiş, 3 kişi de yaralanmıştı.1037 Lakos’un kuzey tarafında bulunan Serisu adlı köyde bulunan eşkıyanın tedip edilmesi gerekmekteydi. Ferik Mehmet Paşa kumandası ile Mirliva Mehmet Paşa ve Mısır’dan gelen Ali Galip Paşa ile beraber 3 tabur nizâmiye askeri ve 3 taburda Mısır askeri olmak üzere toplam 6 tabur asker sevk edilmişti. Zapt edilmesi gereken ve oldukça da sarp bir bölge olan Serisu’da eşkıya askerin hücumlarına dayanabilmek için bazı hazırlıklar yapmıştı. Ancak yine de askerin hücumundan kurtulamamış ve kaçmak zorunda kalmıştı. Bu defa askerler kaçan eşkıyayı takip etmiş ve hayli telefat vermelerine vesile olmuştur. Askerlerden de 5-6 kişi yaralanan olmuştu. Serisu’dan ayrılan ordu Apokoron tarafına sevk edilmiş ve orduya Hanya’dan 4 tabur Mısır askeri daha takviye edilmişti. Toplam 10 tabur olan ordu iki kola ayrılmış ve biri İsmail Paşa’nın diğeri de İsmail Sadık Paşa’nın emrine verilmişti. Arkalarından da nizâmiye askeri takip ederek Apokoron’a doğru yola çıkılmıştı. İstilos’a varıldığında orada eşkıya tarafından inşa edilmiş olan istihkâm yerlerinden eşkıya baş göstermişti. Mısır askerleri ile nizâmiye askerlerinin hücumları karşısında karşı koymak istemişlerse de başaramayacaklarını anlayınca silahlarını dahi terk ederek arkalarında bulunan çıkılması zor ve sarp dağlara doğru kaçmaya başlamışlardı. İsmail Sadık Paşa askerin önüne düşerek eşkıyayı epey bir takip etmişti. Mısır askerinden de 8 kişinin hayatını kaybettiği ve 29 kişinin yaralandığı bu mücadele esnasında İsmail Sadık Paşa da yaralanmıştı. Eşkıyadan da birkaç yüz kişi telef edilmişti. Diğer koldan sevk edilen İsmail Paşa da eşkıyanın görünen sığınaklarına saldırmak sureti ile zarar vermişti. Daha sonra İstilos’a geri dönülmüştü. Ertesi gün Ali Rıza Paşa komutasındaki 6 tabur nizâmiye askeri ile 2 tabur Mısır askeri olmak üzere toplam 8 tabur asker ile eşkıya üzerine gidilmişti. Daha karşıdan ordunun geldiğini gören eşkıya hemen dağlara doğru firar etmişse de perişan edilmişlerdi. Ordu daha sonra muzaffer bir şekilde ordugâha dönmüştü. Mütemadiyen bu şekilde Girit’te bulunan askerler ile eşkıya arasında sürekli bir 1037 Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no: 17-b; Tasvir-i Efkâr, Defa: 433/2, 25 C 1283/4 Kasım 1866 318 mücadele ve ardından kovalamaca yaşanmıştı. Yine Mısır askerleri ile Kapas mevkiinde 4.000 kadar asi arasında şiddetli bir çatışma olmuştu. Asiler ağır kayıplar vermiş olmalarına rağmen bu olayın intikamını almak için Müslümanların mezarlarını tahrip etmişlerdi. Bir taraftan da bazı ahali kaptanları vasıtası ile af talebinde bulunmuştu. Ancak silahlarını kendilerini koruma bahanesi ile teslim etmek istememişlerdi. Bu şekilde afları kabul edilmemişti. Zirâ gerçekten devletin himayesine girmek istiyorlarsa zaten kendilerinin can ve mal güvenliği sağlanacaktı.1038 Mustafa Nâili Paşa bunlardan bazılarının silahlarını terk etmiş olmaları ile İsfakya’ya gitmekten vazgeçerek Resmo sancağı üzerine gitmeye karar vermişti. Apokoron nahiyesinin dağ köylerinde 10 taburdan oluşan bir fırkayı burada ihtiyaten bırakarak maiyetinde bulunan 8 tabur nizâmiye askeriyle Resmo’ya 5 saat mesafede olan Piskopi mevkiine varıp orada mola vermişti. Resmo kazası dâhilindeki bazı köylerde bulunan isyankâr ahali boyun eğmişse de Resmo’nun doğu bölgelerinde bulunan köylerin ahalisi isyanda ittifak olduklarından Mustafa Nâili Paşa, Piskopi’den ayrıldıktan sonra Resmo köylerinde toplu halde bulunan isyancıların tedip edilmesi için süratle yola koyulmuştu.1039 Bu esnada Mustafa Nâili Paşa, 21 Kasım 1866 tarihinde kalabalık bir çeteci grubunun Yunan albayı Korenos kumandasında, “Arkadi”1040 manastırına sığınmış olduklarını haber almıştı. Resmo askeri hastanesine de bunların saldırdığı tahmin edilmekteydi. Süleyman Bey kumandasında bulunan askerle Arkadi Manastırı muhasara edilmişti. Fakat manastırın içinde bulunan isyancıların kalabalık olması nedeniyle muhasara eden kuvvetlerin takviye edilmesi zorunluluğu hâsıl olmuştu. Bu gerekçeyle Mustafa Nâili Paşa, maiyetinde bulunan nizâmiye askeriyle manastıra doğru yola koyulmuştu. Öncesinde de İsmail Paşa’yı iki tabur Mısır askeri ve iki top ile Resmo tarafından, Ferik Ali Rıza Paşa’yı da dört bölük Osmanlı nizâmi askeri ve iki top ile dağ yolundan sevk etmişti. Bu arada dağlarda bulunan eşkıya Miralay Süleyman Bey tümeni üzerine hücum etmiş ise de şiddetli bir şekilde def edilmiş 1038 Tasvir-i Efkâr, Defa: 432/2-3-4, 21 C 1283/31 Ekim 1866 Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no: 18-a 1040 Arkadi manastırı, Resmo kasabasına beş saat mesafede olup Venedikliler zamanından kalmış bir yapıttır. Manastır, sağlam yapılı bir büyük bir kale şeklinde olduğundan Aptropi denilen isyancı grubunun azaları ve reisleri burayı ihtilalin merkezi olarak kullanmışlardır. Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak:18-b; Abdurrahman Velid Ebuzziya,a.g.e., s.70 1039 319 sonrasında bu kuvvetler de Arkadi mevkiine sevk edilmişti. Manastırın içinde bulunan eşkıya, fesadı ve zulmü ilan etmek için manastırın üç tarafına isyan bayrakları asmışlardı. Eşkıyaya teslim olmaları teklif edilmişti. Eşkıya bu teklife pencerelerden silahla cevap vermişti. Bunun üzerine Mustafa Nâili Paşa askerlerine manastıra hücum emrini vermişti. Osmanlı askeri yaklaşmak istedikçe1041 isyancılar yağmur gibi kurşun yağdırmış, askerlerin içeri girmesini engellemek için kapıların arkasına büyük taşlarla setler yapmışlardı. İki taraftan da kayıpların yaşandığı büyük bir lağım patlamasıyla manastırın kapısının üstünde açılan gedikten içeri girilmiş ve üç buçuk saat süren büyük bir mücadele yaşanmıştı. Buradan içeriye giren Mısır askeri Miralayı Raşid Hüsnü Bey ve Hassa Ordusu Altıncı taburu Binbaşısı Şevket Bey, merdiven yardımıyla süratle askeri birer ikişer gedikten içeriye almayı başardı. Manastır yapısı itibari ile pek çok odadan oluşmaktaydı. Bu yüzden çatışmalar oda oda yapılmıştı. Sonunda 600 isyancı öldürülmüş, Osmanlı tarafından da 100 asker kadar kayıp yaşanmıştı. İsyancılardan bazıları mücadelenin gereksiz olduğunu düşünerek teslim olmuşlardı. Manastırın içlerinde gizlenen kadın ve çocuklar köylerine gönderilmişti.1042 Arkadi muharebesi bu şekilde kazanıldıktan sonra Mustafa Nâili Paşa, Hanya’ya dönmüş,1043 Selene tarafına gidip orada toplu vaziyette bulunan isyancıları sıkıştırmıştı. Bu esnada İsfakyalılar, bu eşkıyanın nahiyelerinden1044 geçmelerine izin vermiş olmakla kaçmaları sağlanmıştı. Bunun üzerine eşkıyanın geçiş güzergâhında bulunan İsfakyanın bir köyüne 2 tabur asker, 400 kadar muvazzaf asker Hanya’dan vapurla gönderilmiş ve eşkıyanın yolları tutulmuştu. Mustafa Nâili Paşa daha sonra, nizâmiye askerlerinden oluşan taburlarla Selene kazasında bulunan Livaza adlı köyden başlayarak Sevde sahilinde hazırlanmış olan askerleri, hayvanları ve mühimmatı vapurlara yükletmişti. Sahilde dinlendikten sonra ertesi gün tekrar hareket edilmişti. Nihayet İsfakya’ya ulaşmış olmakla burada bulunan eşkıya 1041 Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no:18-b; Tasvir-i Efkâr, Defa: 442/1-2-3, 3 Ş 1283/11 Aralık 1866 1042 Bazı yabancı kaynaklarda, Türklerin Arkadi manastırında ele geçirilen kadın, erkek ve çocukları katlettikleri yazılmıştır. J. H. Freese-Peter William Clayden, a.g.e., s. 92 1043 William J. Stilman, a.g.e., s. 88 1044 Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no: 19-a 320 silahlarını bırakarak memleketlerine dönmeyi talep etmişlerdi. Hepsi Atina iskelesi olan Pire’ye gönderilmişti. İki Yunan vapuruyla Kandiye sancağı sahiline 700-800 kadar isyancı ve bazı mühimmat getirilmiş olduğu haber alınmıştı. Kandiye kaymakamı Raşid Efendi Laşid kazasından 2 tabur nizâmiye askeri ve 1.000 kadar yerli asker ile hareket edip Acısu adlı yerin üstünde bulunan dağdan isyancıları def etmişti. Fakat bunlar adanın diğer tarafını işgal ettiklerinden Kandiye tarafından1045 kaçırılmaları bir fayda sağlamamıştı. Resmo nahiyesinin bir tarafında oturan ahali af talebinde bulunmuş ise de doğu tarafında bulunan Amarya ve Ayvasil ahalisi henüz teslim olmamışlardı. Mustafa Nâili Paşa, 10 Aralık 1866 tarihinde sadarete yazmış olduğu mektubunda Girit’in ahvalinden bahsetmiş ve adanın kısmen isyancılardan temizlenmiş olduğunu bildirmişti. Yunan tahriklerine kapılmış olanların yüksek yerlere sığındıklarını ve bunlardan başka da kimsenin kalmadığını ifade etmişti. Bu kalanları da temizlemek adına Mustafa Nâili Paşa ve emrindeki kuvvetler Lakos dağlarının1046 zirvelerine kadar çıkmış ve burada karargâh kurmuş olan isyancılarla savaş yapmıştı. İsyancıları süre süre dağdan deniz kıyısına kadar indirmişti. Bunların 400 kadarı bir Rus gemisine sığınmayı başarmış, bir kısmı da af talebinde bulunmuştur ki bunların elinde bulunan 7.000 den fazla silah ele geçirilmişti.1047 Mustafa Nâili Paşa merkeze bu mücadeleler sonucunda Girit’teki karışıklıkların artık sona ermekte olduğunu haber vermişti. Artık bundan sonra adanın gelecekteki asayişini sağlamak adına alınacak tedbirlerden söz edilmeye başlanmıştı.1048 Bu arada gazetelerde “teavünü ale’l- ber” başlığı altında Girit’teki Müslüman halkın içinde bulunduğu sıkıntılar anlatılmış ve bunlara yardım elinin 1045 Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no:19-b Girit’in başlıca dağları ve diğer coğrafi yapısı için bkz. Hüseyin Kâmi Hanyevi, a.g.e., s.13; Abdurrahman Velid Ebuzziya, a.g.e., s.11 1047 Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s.3147; Ahmet Niyazi Banoğlu, a.g.e., s.56; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c. XI, s.60 1048 Tasvir-i Efkâr, Defa: 449/ 1-2-3, 29 Ş 1283/6 Ocak 1867 1046 321 uzatılması gerektiği vurgulanmıştı.1049 Bunun üzerine yardım amacı ile yapılacak bağışların toplanması için bir komisyon kurulması kararlaştırılmıştı.1050 Girit’teki Müslümanlara yardım amacıyla tüccar tarafından bir yardım komisyonu oluşturulmuştu.1051 İki gün içinde toplanan yardım miktarı 4.552 kuruş olmuştu.1052 Sonraki iki gün içerisinde toplanan yardımın miktarı ise 6.375 kuruş olmuştu.1053 Kıraathane sahipleri, giriş ücreti Girit Müslümanları için yardım toplayan cemiyete bağışlanmak üzere gösteriler düzenlemişlerdi.1054 Ayrıca Muhbir gazetesi de yardım amacı ile “özel sayı” çıkarmıştı. Bu gazeteden satın alan kişilerin ve diğer yardımlara katılanların isimleri ve yardım miktarları ilan edilmek suretiyle halk teşvik edilmişti. Muhbir gazetesini özel sayısından elde edilen yardım miktarı, 51.300 kuruş olmuştu. Bu meblağ gazetenin imtiyaz sahibi Mösyö Philiph tarafından Girit’e bizzat götürülmüştü.1055 Girit Müslümanları için bu şekilde pek çok yardım toplanmıştı. 1866 Girit isyanının en belirgin özelliği yapılan propagandalar ve gazete yayınlarıyla isyancı Rumların amaçlarına ulaşmış olmasıydı. Verilen kayıplara ve geri çekilmelere rağmen, Yunan gazeteleri Girit’in tamamen ele geçirildiğini, ada Müslümanlarının ancak kale içlerinde hayatlarını sürdürebildiğini yazmışlardı. Nihayet Avrupa kamuoyunun ve hükümetlerinin tepkisini çekmeyi başarmışlar ve olaylara fiili olarak müdahale etmelerini sağlamışlardı. İsyan sırasında adada Müslümanların Hristiyanları katledeceklerine dair büyük bir katliam yaşanacağı söylentisi ile pek çok kadın ve çocuk iç bölgelerden iskelelere indirilmiş, buradan İngiliz, Fransız ve Rus savaş gemileriyle Yunanistan’a taşınmıştı. Böylece bu isyan bir iç sorun olmaktan çıkıp uluslararası bir sorun haline gelmişti.1056 1049 Muhbir gazetesinden yazılan bir makalede İngiltere’nin York şehri Piskoposunun “Times” gazetesine gönderdiği ve Girit’ten Atina’ya sığınanlara yapılan bağışları anlatan mektuptan bahsedilerek bunun gibi Girit’teki Müslümanlar için de bağışlar yapılması istenmiştir. Tasvir-i Efkâr, Defa: 462/ 2, 22 L 1283/27 Şubat 1867 1050 Tasvir-i Efkâr, Defa: 460/ 1-2, 15 L 1283/ 20 Şubat 1867 1051 Tasvir-i Efkâr, Defa: 464/ 1-2, 29 L 1283/6 Mart 1867 1052 Tasvir-i Efkâr, Defa:466/2, 8 ZA 1283/14 Mart 1867 1053 Tasvir-i Efkâr, Defa:467/1-2, 12 ZA 1283/18 Mart 1867 1054 Tasvir-i Efkâr, Defa:468/3-4, 14 ZA 1283/20 Mart 1867 1055 Tasvir-i Efkâr, Defa:469/3-4, 18 ZA 1283/24 Mart 1867; Tasvir-i Efkâr, Defa:470/2, 21 ZA 1283/27 Mart 1867 1056 Ali Fuat Türkgeldi, a.g.e., s.15; A. Nükhet Adıyeke, a.g.e., s.22; Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no:20-a 322 Avrupa Devletlerinin bütün dikkati Girit üzerinde toplanmıştı. Mustafa Nâili Paşa tarafından bu şekilde isyancıların tenkil edilmeye başlanmış olması Avrupa’nın hoşuna gitmemiş ve Bâbıâli’ye Girit’in Sisam1057 gibi bir heyet ile idare edilmesi hususunda baskı yapmaya başlamışlardı.1058 Mustafa Nâili Paşa ada üzerinde yerli ve yabancı ne kadar Hristiyan varsa hepsini asi muamelesi yapmış ve adanın her yerinde çatışmalar yaşanmıştı.1059 Fakat asilerin bu şekilde tenkil edilmeleri artık mümkün değildi Zirâ Avrupa’nın desteğiyle Girit’in Osmanlı topraklarından tamamen çıkarılması ihtimali vardı. Bu yüzden itidalli davranmak ve devletlerin galeyanını yatıştıracak başka münasip tedbirler almak gerekmişti. Bu amaçla Girit’e yeni bir idare şekli verilerek asiler ve konsoloslar memnun edilmeye çalışılmıştı. Mustafa Nâili Paşa’ya hitaben yazılmış olan fermanı Girit’e Server Efendi getirmişti. Bu fermanda yeni idare şeklinin nasıl olacağı ile ilgili hususlar belirtilmişti.1060 Bunun için halkın oyuna müracaat edilecekti. Girit’in bütün köylerinden ikişer Müslüman ve Hristiyan’dan oluşan bir seçim kurulu oluşturulmuştu.1061 Bu kuruldan 35 temsilci seçilerek1062 Girit meselesini görüşmek üzere İstanbul’a gönderilmişti. Talia vapuru ile İstanbul’a hareket eden heyet Fındıklı’da bir konakta misafir edilmiş ve padişahın iltifatlarına mazhar olmuşlardı. Girit meselesini görüşmek üzere Bâbıâli’de oluşturulmuş olan bir komisyon huzuruna çıkarılarak görüşleri sorulmuştu. Öyle ki, bu kişiler Girit’te valinin huzuruna bile çıkmamışken gördükleri bu ilgi ve alaka karşısında şaşkınlıklarını gizleyememişlerdi. Giritli temsilciler mecliste bulunan vekillere, Girit ahalisinin beşte ikisinin Müslüman ve beşte üçünün de Hristiyan olduğunu, arazisinin ise üçte ikisinin Müslümanların elinde olduğunu ifade 1057 Ali Fuat Örenç, “1821 Rum İsyanı Sonucu Sisam Adasına Verilen Yeni Statü”, s.335-345 Engelhard, a.g.e., s. 218 1059 Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no: 20-a 1060 Girit, İstanbul 1328, s. 31-34; Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no: 23-b; Mustafa Naili Paşa’ya gönderilen fermanın sureti için bkz: Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no:89-b, 90-a, 90b 1061 Mahmut Celaleddin Paşa, a.g.e., varak no: 20-b; İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar adlı eserinde, Mustafa Naili Paşa’nın Girit memuriyetine ait evraklara, sokakta hurda kitap satan bir tezgâhta rastladığından bahsetmiştir. Sahibi olmadığı için alamadığı evrakların ertesi gün geldiğinde eksik olduğunu görmüş ve kalanları satın almıştır. İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s. 80 1062 Hanya nahiyesi vekili Mehmet Atıf ve Hanya Vekili Şefik tarafından verilen bilgilere göre, Levand Herald gazetesinde çıkan “Girit’ten gönderilen vekillerin 35 kişi olup, bunların yalnız 6’sının Hristiyan olduğu” şeklinde çıkan haberlerin yanlış olduğu belirtilmiştir. Bu vekillerin 33 kişiden ibaret olduğu ve bunların da 16’sının Müslüman kalan 17’sinin Hristiyan olduğu ifade edilmiştir. Tasvir-i Efkâr, Defa: 468/2, 14 ZA 1283/20 Mart 1867 1058 323 etmişlerdi. Ayrıca Müslümanların Hristiyanlardan 90 milyon kuruş alacaklı olduğunu söylemişlerdir. 1867 yılı Şubat ayında bu görüşmeler devam ederken Girit’te bulunan isyancıların, temsilcileri hain ilan etmeleri üzerine bazıları kaçmış ve kendilerini ahalinin seçmediğini, hükümet tarafından zorla gönderildiklerini ifade etmişlerdi. Bu yüzden görüşmeler sonunda beklenen sonuç elde edilememişti.1063 Bâbıâli, Girit meselesi hakkında alınan bu tedbirlere karşılık Avrupa Devletlerinin tarafsız kalması gerektiğini vurgulamıştı. Bu tavır Rusya’nın resmi gazetesi gibi olan “Journal de Petersburg” ile diğer bazı gazetelerde ilan edilmişti.1064 Bu arada 11 Şubat 1867’de kabinenin istifası ile Sadrazam Âlî Paşa’nın kurduğu yeni hükümette, Fuad Paşa Hariciye nâzırı, Mehmet Rüştü Paşa da Serasker olmuştu. Girit Valisine ve abluka komutanına çok sert ve sıkı emirler verilmişti. İsyanı sindirme harekâtı çok anlamsız bir şekle girmişti. Harp devam ederken, eşkıya öldürüleceğini anladığı anda hemen teslim olmuştu. Bunlardan Yunanlı olanlar yalnız affedilmekle kalmamış, vapurlar ile Yunanistan’a nakledilmişti. Buna karşılık Yunan gizli servisleri hükümetinin gizli talimatlarıyla Girit üzerine kendi liman ve adalarından Girit’i ele geçirmek için gönüllüler yığmıştı.1065 1866 isyanlarını Yunanlılar alenen desteklemişlerdi. Vapurlarla isyancı Rumları, gereken bütün silah ve savaş malzemesini adaya taşımışlardı. İsyana aleni bir şekilde Yunanlılar tarafından verilen bu destek uluslararası hukuk kurallarına da aykırı idi. İsyanlar konusunda tecrübeli olan Mustafa Nâili Paşa, Bâbıâli’den defalarca bu desteğin engellenmesini istemişti. Fakat Bâbıâli, bu isteği dikkate almamış sürekli adadaki isyancıların tenkil edilmesi gerektiği yönünde ikazlarda bulunmuştu. Bir süre sonra dış destekli olduğu açık olan isyan biraz olsun dinmişti. Ancak adanın iç bölgelerindeki yüksek dağlara sığınan bazı isyancılar vardı. Bunların da etkisiz hale getirilmesi için mücadeleye devam edilmişti. Mustafa Nâili Paşa, Girit’te bulunan isyancıları sindirmeyi başarmış fakat ateşin tamamen sönmesini sağlayamamıştı. Zirâ fesat ateşinin ocağı Yunanistan’da yanmakta idi. 1063 Enver Ziya Karal, a.g.e., c.VII, s. 25-26; Cemal Tukin, a.g.m., s.797 Tasvir-i Efkâr, Defa:450/2-3, 2 N 1283/8 Ocak 1867 1065 Mithat Işın, a.g.e., s.54 1064 324 Ateş tamamen sönmeden sıçrayan kıvılcımları tek tek el ile tutmak bir çözüm olmamıştı. Mustafa Nâili Paşa üzerine düşen görevi yerine getirmiş, tecrübeli bir vali olarak isyancıları sindirmişti. Bâbıâli’ye gönderdiği haber ile eğer Yunanistan’a engel olunmayacaksa kendisinin İstanbul’a dönmek istediğini belirtmişti. Çünkü bundan sonra yapılacak bir şey kalmamıştı. Bu ayaklanma artık yerel bir isyan hükmü taşımıyordu. Bâbıâli’ni bu sırada yabancı devletlere karşı uyguladığı politika ise daha sakin idi. Bu aşamada Âlî Paşa, bu politikaya uygun davranmak gerektiğini beyan ederek Yunan hükümetinin üzerine gitmek yerine adada huzuru sağlamak için başka bir yol bulunabileceğini beyan etmişti.1066 Sadrazam Mehmet Emin Âlî Paşa Girit’in ahvali ile ilgili padişaha yazmış olduğu yazısında, adaya gönderilen vekiller sayesinde Girit isyanının kontrol altına alındığını, isyancı ahalinin zapt edildiğini belirtmişti. Âlî Paşa, dışarıdan bakıldığında isyanın tamamen sona ermiş gibi görünmesinin faydalı olacağı fikrine sahipti. Bu yüzden İstanbul’dan gönderilmiş olan vekillerin adada durmasına gerek olmadığını belirtmişti. Bu suretle diğer devletler nazarında isyanın tamamen bitmiş olduğu izlenimi verilmek istenmişti. Vekillerin hemen İstanbul’a geri çağrılmasını ve askere geçici olarak kumanda etmek üzere Hüseyin Avni Paşa’nın bırakılmasını belirtmişti. Bu kararın Cemil Paşa’ya ait bir gemiyle Girit’e ulaştırılması ve Hüseyin Avni Paşa’ya bildirilmesi için ferman çıkarılmasını istemişti. Âlî Paşa tarafından Mustafa Nâili Paşa’ya bir mektup gönderilerek Girit meselesinin onun gayreti ile yatıştırıldığı, fakat kendisi gibi büyük bir vezirin Girit’te bulunmasının isyan hâlâ devam ediyor algısını oluşturacağından askeri kumandayı Hüseyin Avni Paşa’ya bırakıp hemen İstanbul’a dönmesi bildirilmişti. Yerine ise Serdar Ömer Paşa gönderilmişti.1067 Neticede olağanüstü yetkiler ile donatılan Mustafa Nâili Paşa, adada sadece 6,5 ay kaldıktan sonra görevden alınarak 30 Mart 1867 tarihinde İstanbul’a 1066 Mehmet Memduh Paşa, a.g.e., s. 39-40 Mufassal Osmanlı Tarihi, c.VI, s.3147; Ahmet Niyazi Banoğlu, a.g.e., s.56; İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s.23; William J. Stilman,a.g.e., s.118 1067 325 çağrılmıştı. İyi Rumca konuşmasına rağmen ilhaktan başka hiçbir çözüme yanaşmayan Girit Rumlarını tamamen yatıştıramamıştı.1068 Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’teki memuriyetiyle ilgili Muhbir gazetesinde aleyhte bir yorum yapılmıştı. Paşanın Girit’te lüzumsuz işlerle uğraştığı, Girit’in huzuru ve sükûnu ile uğraşacağına, sorunların artmasına vesile olduğu ifade edilmişti. Tayinlerde gayrimüslimlerin lehine tarafı tuttuğu, sorunlarını iletmek için huzuruna gelen ahaliyi azarladığı, zaten gergin olan adada hoş karşılanmadığı ve Müslümanların üzüldüğü yazılmıştı.1069 Esasen Mustafa Nâili Paşa’nın 1866 yılında adada uyguladığı politika, isyancıları boyun eğdirmeye zorlamak olmuştu. Paşa, ihtilalden yaklaşık yirmi beş sene önce Girit’te valilik yaptığı dönemde çıkmış olan isyanlarda kullandığı metotları şimdi de uygulamak istemişti. Fakat değişen bir şey vardı ki Avrupa devletlerinin etkisi ve tepkisi. O devirde gösterilen tepki ile şimdiki arasında büyük bir fark oluşmuş, tepki fiili yardıma dönüşmüş, Avrupa’nın isyanlara karşı olan genel politikası değişmişti. Osmanlı topraklarında milliyetçilik adına çıkarılmış isyanlar desteklenmiş, isyancılar himaye edilmişlerdi. Osmanlı Devleti asilere karşı askeri tedbirleri arttırdıkça, büyük devletlerin asilere tanıdığı himaye ve yardımlar da o nispette artmıştı.1070 Bunun içindir ki, Mustafa Nâili Paşa bu isyanın bastırılmasında başarılı olamamıştı. Kendisi de bu başarısızlığın farkında idi ve sebebini de biliyordu. Bu yüzden sık sık Bâbıâli’yi uyarmış, isyancıların dışarıdan yardım almalarının tamamen engellenmesini istemişti. Fakat bu mümkün olmamıştı. Aslında Mustafa Nâili Paşa’yı 1866 olaylarında “başarısız” olarak değerlendirmemek gerekir. Zirâ Paşa üzerine düşen görevi yerine getirmiş, hem barış yoluyla hem de savaşmak 1068 İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s.81-82; Yılmaz Öztuna, a.g.e., s.55; Ahmet Lütfi Efendi, a.g.e., c.XI, s.62; Yusuf Kamil Paşa, Mustafa Naili Paşa’nın Girit’teki icraatlarına dair yarı ciddi yarı latife olsun diye şu beyti söylemiştir: “Nehr olub kantarai tiğine huni ada Kameti şühretini köprülünün etdin ham”, İbnülemin Mahmut Kemal İnal, a.g.e., c.I, s.81-82 1069 M. Volkan Şenarslan, a.g.t., s.69 1070 M. Ali Beyhan, “Girit’e Dair Önemli Bir Kaynak: Mahmut Celaleddin Paşa’nın Girit İhtilali Tarihi”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Dergisi, 3. Dizi, 22. Sayı, İstanbul 2011, s.151-152; Aslında Mustafa Naili Paşa tarafından isyancılar şiddetle baskı altına alınmaya başlanmıştı. Fakat İstanbul’daki sefirlerin Bâbıâli’ye müracaatları ve müdahaleleri sonucunda kabahat aslında adada başarıyı yakalamış olan Mustafa Naili Paşa’ya yüklenmiş ve Paşa İstanbul’a çağrılmıştır. Mithat Işın, a.g.e., s.54 326 suretiyle isyancıları dize getirmeye çalışmıştı.1071 Orduyla eşkıyayı takip ederek ele geçirdiği yerde hepsini tepelemişti. Hatta bu konuda isyanın sona ermiş olduğuna dair merkeze haberler göndermişti. Fakat adaya sürekli isyancı nakledildiği için ve ahalinin de bunlarla birlikte hareket etmiş olmaları sebebiyle Paşa, bu defa geçmiş yıllardaki başarısını bir türlü yakalayamamıştı. 1866 isyanının bilançosuyla ilgili Muhbir gazetesinde bazı haberler yer almıştı. Şöyle ki; 1866 yılı Kasım ayında Girit nüfusu ile ilgili olarak Müslümanların yaklaşık 110.000 kişi, Rum nüfusun ise 65.000 kişi civarında olduğu yazılmıştı. 1867 Mayıs ayında yazılan haberlerde nüfus bilgileri bir yıldan daha az bir zamanda birden değişmiş, adadaki Müslümanların sayısı 40-50 bin kişiye inmişti. Girit’in Müslüman nüfusunda görülen bu büyük düşüşün sebebi, ada Rumları ile birleşen Yunan çetecileri tarafından katledilmiş olmasıydı. Katledilmekten kurtulan bir kısım Giritli ise Anadolu’nun batı sahillerine gelmişlerdi. Yani Türkler ya katledilmiş ya da göçe zorlanmıştı. Rum nüfusun arttırılması için 1841 yılından itibaren fasılalarla Yunanistan’dan Girit’e yapılan göçler, 1866 yılından sonra daha da hız kazanmıştı. Rumların tüm çabalarına rağmen normal yollardan Girit’teki Türk nüfusun sayısına ulaşılamamıştı.1072 Girit’ten 1866 yılında yalnız Müslüman aileler değil, bazı Hıristiyan aileler de göç etmek zorunda kaldı. Girit’te sükûnet içinde yaşayan itaatli Rumlar isyana karışmak istememiş ve aileleri ile beraber başka yerlere göç etmişlerdi. Mesela, Ekim 1866’da adada yaşayan birkaç yüz Giritli Hristiyan ailelerini de alarak İzmir’e gelmiş, Yedi Adalara ve diğer bazı yerlere de pek çok ailenin göçtüğü bilinmekteydi.1073 1071 Hatta ihtilalin yatıştırılması için devlet olarak Yunan hükümetine karşı bir nümayiş yapılmasını ileri sürmüştü. Bu teklif Bâbıâli’nin işine gelmemiş ve Paşa’yı geri çağırmıştı. Alaaddin İbrahim Gövsa, a.g.e., s.265; İsyanın ancak Yunanistan’ın yola getirilmesiyle bastırılabileceği kanaatinde olduğunu bir raporla Babıali’ye bildirmişti. O esnada sadrazam olan Âli Paşa ise, yabancı devletlerle yumuşaklık esasına dayanan bir politika yanlısıydı. İsmet Parmaksızoğlu, a.g.m., s. 80 1072 M. Volkan Şenarslan, a.g.t., s.29-30 1073 Tasvir-i Efkâr, Defa: 429/2, 8 C 1283/18 Ekim 1866; Savaşlar ve iktisadi durumun bozulması neticesinde oluşan göç olaylarının Ege adalarındaki yansımaları için bkz: Ege Adalarının Egemenlik Devri Tarihçesi, s.54 327 1866 isyanı, Osmanlı ordu ve donanma teşkilatının eksiklerini ortaya çıkarmıştı. Adada mücadele eden kuvvetler arasındaki bir dengesizlik söz konusu idi. Osmanlı kuvvetlerinin olayları bastırma çabalarına karşılık Rumların cüretkâr saldırıları güçsüz kalmış bir aslanın kendisini rahatsız eden sineği bir türlü yakalayamamasına benzetilmişti.1074 F) VEFATI, ŞAHSİYETİ, MAL VARLIĞI VE EVLATLARI Mustafa Nâili Paşa, 1866 yılında ikinci kez getirildiği Girit valiliği görevinin sona ermesinin ardından tekrar İstanbul’a dönmüştü. Hayatının kalan kısmını meclis üyeliği yaparak geçirmişti. 29 Aralık 1871 tarihinde vefat etmişti. Mezarı, Fatih Camisi avlusunda, güneydoğu cephesinde devlet adamlarına ait mezarların bulunduğu hazirededir. Mustafa Nâili Paşa’nın şahsiyeti sadık, tedbirli, cesur, cömert ve kerim sıfatlarıyla nitelendirilmişti.1075 Paşa ayrıca değerli, dürüst ve zengin bir devlet adamı olarakanılmaktadır.1076 Paşa, yirmi yıl Girit’te idarecilik yaptıktan sonra, üç defa sadaret makamına getirilmiş biri olarak hayatının büyük çoğunluğunu Osmanlı Devleti’nin bir hizmetkârı olarak geçirmişti. Gençlik yıllarında Girit’te, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın askerlerinden biri olarak görev yapmıştı. Burada çok ciddi isyanların bastırılmasında görev almıştı. Hayatını onurlu bir şekilde geçirmişti. Hayatının sonuna kadar vazifede bulunduğu mecliste, etkili bir isim olmuştu.1077 Nitekim Mustafa Nâili Paşa’nın damadı Mehmet Memduh Paşa, Esvat-ı Südur adlı eserinde Paşa hakkında namuslu, tecrübeli ve yaşlı bir vezir olduğunu, büyük ve küçük herkesin O’ndan övgüyle bahsettiğini yazmıştı. Ömrünün sonuna kadar devlet hizmetinden bir an olsun geri kalmadığını, yapabildiği zamana kadar Meclis-i Âli’deki memuriyetine devam ettiğini belirtmişti. Meclis-i Âli’ye azledilmiş sadrazam ve şeyhülislamlar da memur edildiğinden, önemli devlet işlerini müzakere etmenin, sadrazamın refakatinde bulunan bazı riyakârlara mahsus olmadığını ifade 1074 A. Nükhet Adıyeke, a.g.e., s.22; Engelhard, a.g.e.., s.266 Mehmet Süreyya, a.g.e., c.IV, s. 481; Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311 1076 Alaaddin İbrahim Gövsa, a.g.e., s. 265 1077 David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s.23 1075 328 etmişti. Liyakatleri kabul görmüş bu tecrübeli kişilerin mecliste bulunması işin doğru görülmesine, muhalif fikirler ile itiraz edilmek sureti ile meselenin derinlemesine araştırılmasına ve dolayısı ile devletin hukukunun muhafaza edilmesine sebep olduğunu belirtmişti. Özetle Memduh Paşa, Mustafa Nâili Paşa gibi devlet hizmetinde bulunmuş tecrübeli kişilerin mecliste söz hakkının olmasının faydalarından bahsetmişti.1078 Sir John Bowring’in raporuna1079 göre Mustafa Nâili Paşa, Girit adasında Rumlar arasında Müslümanlar arasında olduğundan daha popülerdi. Ilıman karakterli ve nezaket sahibi biri olarak tanımlanmıştır. Paşaların bilinen genel tavrının aksine halka baskı yapmamış ve bu yüzden kötü anılmamıştır. Emirleri kanunlar çerçevesinde uygulamıştı. Meclis başkanlarını daima kontrol altında tutmuş, başkanlar da bu görevleri gönüllü olarak yerine getirmişlerdi. Bu yüzden herkes, özellikle de Rumlar tarafından sevildiği belirtilmişti. Raporda, son olarak yüksek gelir sahibi olduğu vurgulanmıştır.1080 Mustafa Nâili Paşa’yı İstanbul yıllarından tanıyan İngiliz Amiral Adolphus Slade, Paşa hakkında övgü dolu sözler söylemiştir. Osmanlı Devleti’nin kaderi olan halklar arası farklılıklar noktasında hayati bir değerinin olduğunu, Paşa’nın bu soruna yönelik kendine has çözümler ürettiğini söylemiştir. Paşa’nın Hristiyan ve Müslüman arazi sahipleri arasında bir ittifak kurarak, adayı milliyetçiliğin yıkıcı etkisinden kurtarmayı başardığı söylenebilir.1081 Mustafa Nâili Paşa, 1849 yılında vücudunda meydana gelen ağrılar nedeniyle Bursa’daki kaplıcalara gelme talebinde bulunmuştu. Mustafa Nâili Paşa, 8 Temmuz 1849 tarihinde yazdığı dilekçesinde, ağrılarının dayanılmaz olduğundan ve sıhhat bulmak için kaplıcalara gitmesi gerektiğinden bahsetmiş, ağrılarından kurtulmak için 15-20 gün Bursa’daki kaplıcalarda kalmak istediğini belirtmişti. Bu esnada Girit’in 1078 Mehmet Memduh, Esvat-ı Südur, s.14-15 İngilizler, Mısır ve Girit’in ekonomisi ve zenginlikleri üzerine raporlar hazırlamışlardı. Bu raporlardan birisini Sir John Bowring hazırlamıştır. David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s.25 1080 David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s.25 1081 David Barchard, a.g.m., s. 25 1079 329 asayişinin yerinde olduğunu belirterek, gitmesine engel teşkil edecek herhangi bir olay olmadığını eklemişti. Eğer izin verilirse, Ağustos başında Girit’te olacak olan vapura binerek adadan ayrılmayı talep etmişti. Bu esnada yerine, oğlu Veli Paşa vekâlet edecekti.1082 Paşa’nın talebi, merkez tarafından uygun bulunmuş ve gereken izin verilmiş de yolculuk, Mustafa Nâili Paşa’nın vazgeçmesi nedeniyle gerçekleşmemişti.1083 Mustafa Nâili Paşa’nın, Girit valiliği esnasında itaat içinde yaşayan Hristiyan ahaliye göstermiş olduğu kolaylıklar, Paşa’nın demokratik yönünü ortaya koymuştu. Öyle ki, Mustafa Nâili Paşa, Hristiyan bir kadınla evlenmiş ve kendisinin Hristiyanlıktan ayrılmasını istememişti. Hatta eşine bahçelerindeki küçük kilisede hususi ibadetini yapmasına izin vermişti. Bu durum ileride Girit valiliği görevinde bulunacak olan oğlu Veli Paşa’nın dini konulardaki tutumunun, liberal bir çizgide olmasına vesile olmuştu.1084 Mustafa Nâili Paşa, çok farklı bir devlet adamıydı. Asla düzenli bir eğitim almamış ve hiç Avrupa ülkelerine yolculuk yapmamış olmasına rağmen, batının etkisini kavramıştı. Mustafa Nâili Paşa, adaya gelen ziyaretçilere karşı iyi bir ev sahipliği yapmıştı. 1830 yılında Girit’e gelen güçlü bir Helenist olan İngiliz hukukçusu ve seyyah Robert Pashley, burada Mustafa Nâili Paşa ile görüşmüştü. Bu esnada Mustafa Nâili Paşa Pashley’i, geleneksel kıyafetler giyerek, doğu çizgilerinin hâkim olduğu bir odada ağırlamıştı.1085 Mustafa Nâili Paşa’nın karakterinin farklı yönlerini ortaya koyan örnekler de vardır. Mustafa Nâili Paşa’nın hayırsever olduğu, okuyan talebeleri koruyup kolladığı bilinmekteydi. Anadolu’dan özel metotlarla seçtiği 100-150 talebenin bütün eğitim masraflarını yıllarca karşılamayı kendisine âdet edinmişti. Üstelik bu öğrencileri kendi konağında misafir etmişti. Kendisine karşı minnet hissi duymamaları için öğrencilerle çok sık görüşmemeyi kendisine prensip edinmiş ve bundan asla taviz vermemişti. Öğrenciler ortalama 3 yıl süren tahsil hayatları 1082 İ. MTZ. GR. nr. 5/79-M2 İ. MTZ. GR. nr. 5/79-M3; İ. DH nr. 202/11556 1084 David Barchard, “Veli Pasha and Consul Ongley”, s.71 1085 David Barchard, a.g.m., s.73 1083 330 boyunca Mustafa Nâili Paşa’yı sadece iki defa görebilirlerdi. Birincisi, yeni geldiklerinde, başarı temennisi esnasında, ikincisi vedalaşırken, öğrenimleri bittiğinde bundan sonraki hayatlarının iyi geçmesi dileklerini bildirmesi esnasındaydı. Fransız Büyükelçi Kont Bertrande bunun sebebini merak etmiş ve Mustafa Nâili Paşa’ya sormuştu. Paşa cevabında üç sebep sıralar: “Birincisi, bizim inançlarımız içinde beşerî hizmetler, her sahaya şâmildir ve bunların kıymetlilerinden birisi, ilim-irfan ile uğraşanlara imkân temin etmektir. Çünkü ilim üzerine kurulmuş dinimiz. Her hizmet gibi bu da, sadece Allan rızası için yapılır. Hizmetin Cenab-ı Hak indinde makbul olması, huzur ve mükâfatın zirvesidir hayır sahibi için. Başka bir arzusu olmaz, olması da mümkün değil. Çünkü Cenab-ı Hakkın bilmesi kâfidir O’nun için. Kişinin yaptığını teşhir etmektense, hele yaptığından menfaat beklemektense o işi yapmaması daha iyidir, bizim dinimize göre. İkincisi de, düşününüz ki, burada okuyanlar içinde yarın, benim gibi, bu devletin en yüksek makamına çıkanlar olabilir. Benim ailem içinde onların makamlarından bazı menfaatler temin etmek isteyenler çıkabilir. O zaman benim rızay-ı İlahi niyazım nerede kalır? O manevi his gider, yerine geleceğe yönelik hasis zihniyet hâkim olur. Üçüncüsü, her vesile ile karşılarına çıkar, onlarda minnettarlık hislerinin tazelenmesine sebep olursam, sevabın da, günahın da mahremiyetini ihlal etmiş olurum”dedi. Elçinin kafası karışınca şaşkın bir halde bu kadar iyiliğin kendisine ne faydasının olacağını sorunca Mustafa Nâili Paşa; “Ekselans işte sizinle bizim aramızdaki en önemli fark bu. Bizi biz yapan, bu değerlerdir” diyerek cevap verdikten sonra elçi son olarak bunun hep böyle devam edip etmeyeceğini öğrenmek istemişti. Mustafa Nâili Paşa cevap olarak, “Orasını bilemem! Devam ederse, bu devlet de devam eder. Aslını, özünü inkâr eden, terk eden hayatiyetini idame ettiremez! Bu, değişmez kaidedir” demiştir.1086 1086 http://www.mehmetoruc.com/pdfs/1999gb.pdf 331 Mustafa Nâili Paşa, Girit muhafızlığı döneminde dünyadaki değişiklikleri takip etmiş, kendisini geliştirmiştir. Adada bulunduğu ilk yıllarda Yunanca okuyupyazamamış olmasına rağmen, iyi konuşarak dil konusundaki yeteneğini ortaya koymuştur.1087Kendisi hakkında sonradan ortaya atılan cahil olduğu iddialarının aksine Mustafa Nâili Paşa, Arapça ve Türkçe okuyabiliyordu. Aslında eğitime önem veren birisiydi. Kendisini ve oğullarını eğitmesi için Avrupalı eğitimciler kiralamıştı. Mösyö Kaporal, bu eğitimcilerden biridir. Bu sayede evlatlarının görgü ve nezaket konusunda bir Avrupalı gibi yetiştirilmesine çalışmıştır. Mustafa Nâili Paşa, 1833 yılında Yunan milliyetçisi Robert Pashley’in Girit ziyaretinde, kendisiyle yapılan görüşmelerde Yunanca konuşarak Pashley’i çok şaşırtmıştır. Ayrıca Paşa, bu ziyaretten çok memnun olduğunu ve gurur duyduğunu eklemişti.1088 Mustafa Nâili Paşa’nın en büyüğü -kendisinden sonraki dönemlerde Girit valisi ve Kırım savaşı zamanında Paris sefiri görevlerinde bulunmuş olan- Veli Paşa olmak üzere, Hasan, Kerim, Salih, Ali ve Hilmi Bey isimli oğulları vardı. Mustafa Nâili Paşa, varislerine pek çok çiftlik ve konak gibi mal varlığı bırakmıştır. Mustafa Nâili Paşa, Girit’te muhafızlık görevinde bulunduğu yıllarda biri Perivolia’da, diğeri Kandiye’de olmak üzere iki tane konak yaptırmıştı.1089 Bunların dışında sadrazamlık görevinde iken kendisine Emirgan’da bir yalı tahsis edilmişti. Ayrıca, Selanik, Narda, Florina, Yalakâbâd (Yalova),1090 Kandiye ve Görice’de olmak üzere pek çok çiftliği olduğu bilinmektedir.1091 Mustafa Nâili Paşa, İstanbul’da bulunan çok sayıda vakıf suyollarının da hissedarıydı.1092 Paşa, bu hisselerin bazılarını, suya mutasarrıf olan şahısların 1087 Bundan başka pratik bir şekilde Türkçe, Arnavutça ve Arapça öğrendiği bilinmektedir. Şemseddin Sâmi, a.g.e., c. VI, s. 4311 1088 David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s. 25 1089 David Barchard, a.g.m., s. 24 1090 Tahir Sezen, a.g.e., s. 517 1091 A. DVN nr.118/53; A. MKT. NZD nr. 291/22; A. MKT. UM nr. 372/54; A. MKT. NZD. 335/89; A. MKT. UM nr. 422/2; A. MKT. NZD nr. 345/29 1092 Osmanlı Devleti’nde bugünkü anlamda kullanılan suyun bedeli tüketici tarafından ödenmemişti. Suyun kullanıcıya ulaştırılması ve masrafları bu amaçla kurulmuş vakıflardan karşılanmıştı. Küçük büyük bütün yerleşim birimlerine içme ve kullanma suları devlet kaynakları ve ya zengin kişilerin maddi yardımlarıyla sağlanmış, bakım ve onarımları da vakıflar aracılığıyla yapılmıştı. İçme ve kullanma suyunu temin etmek için yapılmış olan vakıf suyolları çevresine güzellik katan özenli yapılardı. Halkalı Suları, Taksim Suları, Hamidiye Suları bunlrdan bazılarıdır. Mehmet Borat, “Vakıf 332 vefatıyla kendi uhdesine almıştır.1093 Ya da hisse sahiplerinin sağlığında bizzat kendilerinden devralmıştır. Mustafa Nâili Paşa, Girit valiliği esnasında 1842 yılı Nisan ayında vakıf suyun tasarruf sahibi olan sarraf Artin Bazergan’dan kendi rızasıyla devralmıştır. Aynı şekilde kendisi de tasarruf hakkına sahip olduğu bir miktar vakıf suyunu, 1844 yılında Mehmet Sadi Efendi’ye devretmiştir.1094 Vakıf su hisseleri, Mustafa Nâili Paşa’nın ölümünden sonra varislerine devredilmiştir.1095 Varisleri de hisselerini başkalarından satın almak suretiyle daha da arttırmıştır.1096 Mustafa Nâili Paşa’nın bu gün hâlâ ayakta ve aynı işlevini sürdürmekte olan Eminönü, Mercan Ağa Mahallesinde, Çakmakçılar Yokuşu ile Fincancılar Sokağı’nınkesiştiği köşede bir hanı vardır. Yapının bir kitabesi olmamakla birlikte XIX. yy. başlarında yapıldığı tahmin edilmektedir. Doğu ve batı çizgilerinin sentezlendiği bina, o dönemde 3 katlı yapılmış nadir örneklerdendir.1097 Mustafa Nâili Paşa, Osmanlı coğrafyasının sıkıntılı bir bölgesi olan Girit’te, tüm olumsuzluklara rağmen, parlak zekâsıyla ve yetenekleriyle iyi idarecilik yapmış olmasıyla örnek gösterilecek bir şahsiyet olmuştur.1098 Su Yolları”, Osmanlı Su Medeniyeti Uluslararası Sempozyum Bildirileri Kitabı, 5-8 Mayıs 2000, İstanbul, s.61-80 1093 Sultan Bayezid Caddesi Irgatpazarı yakınındaki Sultan II. Mahmut Han Vakfı’na ait bir masura Halkalı suyundan konağa bağlı suya mutasarrıf olan Mehmet Rıfat Bey’in vefatıyla varisleri hisselerini satışa çıkarmışları üzerine üç hissesi Mustafa Naili Paşa uhdesine kaydedilmişti. Vakıf Su Defterleri Su Yolcu 2, İstanbul Su Külliyatı XXXIII, İstanbul 2003, s. 58, 173-174 1094 Vakıf Su Defterleri Halkalı Suları 1, İstanbul Su Külliyatı XXI, İstanbul 2001, s. 169 1095 Vakıf Su Defterleri Su Yolcu 3, İstanbul Su Külliyatı XXXIV, İstanbul 2003, s. 177-178 1096 a.g.e.,s. 174 1097 Nil Köroğlu, “XIX. yy ve XX. yy Başı Eminönü’nde Osmanlı Büro Hanları”, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2004, s. 38 1098 David Barchard, “The Princely Pasha of Crete”, s. 26 333 SONUÇ Çalışmamıza konu olan Mustafa Nâili Paşa, XIX. yüzyılda yaşamıştır. Tanzimat devri devlet adamlarından olup, aynı zamanda Abdülmecid’in sadrazamlarındandır. Hayatı, dört padişahın saltanatına rastlamıştır. Henüz 5 yaşındayken, III. Selim döneminde dayısı Tahir Paşa’nın yanında Mısır’da bulunmuştur. II. Mahmut devrinde, 17 yaşındayken diğer dayısı Hasan Paşa ile birlikte Hicaz’a giderek Vehhabilere karşı yapılan mücadelede yer almıştır. 24 yaşına geldiğinde yine Hasan Paşa ile birlikte bu defa Girit’te Rum asilere karşı koymuşlardı. 26 yaşında Girit’te Mısır askeri başbuğu, 32 yaşında da Girit muhafızı olmuştu. 40 yaşında Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim ile birlikte Lübnan dağlarında isyan eden Marunîler ile mücadele etmiştir. Abdülmecid tahta çıktığının ertesi yılında, 26 yıldır Girit’te bulunan Mustafa Nâili Paşa’yı valilik görevine layık görmüştü. On yıllık valiliğin ardından yine Abdülmecid’in çağrısı ile İstanbul’a gitmiş ve Meclis üyeliği ile başkanlığı görevlerinde bulunmuştur. Nihayet 55 ve 59 yaşlarında olmak üzere, aralıklarla iki defa Abdülmecid saltanatında sadrazamlık görevlerinde bulunmuştur. 1866 yılına gelindiğinde 68 yaşında, padişah Abdülaziz tarafından tekrar Girit’e vali olarak tayin edilmiştir. Bir yıldan daha az bir süre burada kaldıktan sonra tekrar İstanbul’a dönmüş ve 1871 yılında vefatına kadar meclis üyeliği görevine devam etmiştir. Mustafa Nâili Paşa’yı diğer devlet adamlarından ayıran en önemli özellik, küçük yaşlarından itibaren hayatının tamamını, devlete hizmet etmekle geçirmiş olmasıdır. Kâh savaş meydanlarında kılıç kullanarak, kâh kabinede yer alarak daima bir görevin içinde bulunmuş, hiçbir zamanını boşa geçirmemişti. Bu yüzden sürekli bir tekâmül göstermiş, kariyer basamaklarını tek tek çıkmıştır. Henüz çocuk yaşında olmasına rağmen 5 yaşında iken Mısır’da yaşanan kanlı olayların en yakın şahidi olmuş, dayısı Tahir Paşa’yı iktidar mücadeleleri esnasında yeniçerilere kurban vermişti. Tahir Paşa ölümünden bir süre sonra kendisi de 334 Mısır’da bulunan babası da vefat edince Mustafa Nâili doğduğu yer olan Polyan’a annesinin yanına dönmüş, fakat bir süre sonra diğer dayısı Hasan Paşa’nın yanına Mısır’a geri gelmiştir. Mustafa Nâili Paşa, burada Mehmet Ali Paşa’nın askeri olarak vazife görmüş, kendisine verdiği görevleri layıkıyla yerine getirmiştir. Hicaz’da patlak veren Vehhabi isyanlarının bastırılmasında görevlendirilen Hasan Paşa ve beraberinde Mustafa Nâili burada beş yıl kalarak, hem isyanı bastırmada hem de sonrasında bölgede yapılan imar faaliyetlerine katkıda bulunmuştu. Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu hassas dönem itibariyle isyanların ardı arkası kesilmiyordu. Vehhabi isyanı sonrasında Mora’da çıkan Rum isyanının yansımaları Girit’te de görülmüştü. Hasan Paşa ve Mustafa Nâili, Rum isyanlarını bastırmak üzere Girit’e yollanmıştı. Ancak bu defa Mustafa Nâili Paşa’nın emrine 400 piyade askeri verilmişti. Böylece çocukluğundan beri heves ettiği askerlik mesleğine girmişti. Mustafa Nâili Paşa bu zamana kadar edindiği tecrübe ve gösterdiği yararlılıklar neticesinde, Mehmet Ali Paşa’nın beğenisini kazanmış ve kendisine, asilerle mücadele esnasında vefat eden Hasan Paşa’nın yerine Girit’teki Mısır askerlerinin başbuğu vazifesi verilmiştir. Hatta Hasan Paşa’nın varisi olarak Mehmet Ali Paşa’nın himayesi altına girmiştir. Mustafa Nâili Paşa, Girit’in yönetiminin Mehmet Ali Paşa’ya devredildiği 1830-1840 yılları arasında, adada Mehmet Ali Paşa’nın temsilcisi olarak görev yapmıştır. Bu esnada adada hiç isyan çıkmamıştır. Adada Mısır’a benzer bir yönetim tesis edilmeye çalışılmış, halkın memnuniyeti için uğraşılmıştır. Bir ara İbrahim Paşa ile birlikte Lübnan’a giderek, burada Dürzi ve Marunîler’ in çatışmalarını engellemek için vazifelendirilmişti. Kendisine verilen bu görevi de tamamladıktan sonra Girit’e geri dönmüştür. Girit’te göstermiş olduğu başarılı temsilciliğin ardından Mustafa Nâili Paşa, adanın tekrar Osmanlı yönetimine girmesiyle bu kez vali olarak atanmış ve Girit’te on yıl daha idarecilik yapmıştır. Mustafa Nâili Paşa’nın idaresinde bulunan adada, hem ilk on yıllık süreçte hem de ikinci on yıllık süreçte, 1841 isyanından başka kayda değer bir isyan girişimi olmamıştır. Adanın hassas durumu göz önünde 335 bulundurulacak olursa yirmi yıllık süreçte sadece bir isyan girişiminin olması, Mustafa Nâili Paşa’nın adanın yönetiminde sağlamış olduğu istikrarı gösterir. Asiler, Paşa’nın bir şekilde isyanı bastıracağını ve bu suretle çabalarının boşa çıkacağını bilir ve buna teşebbüs bile etmezlerdi. İtaat altında yaşayan ada Rumları ise O’nun yönetiminde hallerinden memnun bir şekilde yaşamıştır. Öyle ki, adanın Müslüman ahalisi Rumların kayırıldığı yönünde şikâyette bulunmuşlardı. Mustafa Nâili Paşa’nın Girit’te başarılı bir yönetim sergileyebilmiş olmasının nedeni, hoşgörülü karakterinin bir yansıması olmuştur. O kadar hoşgörülüydü ki, eşinin Hristiyan olarak kalmasına ve kilisede ibadet etmesine bile izin vermişti. Onun bu vasfı, kendisinden yıllar sonra yine Girit’te valilik yapacak olan büyük oğlu Veli Paşa’ya da yansımıştır. 73 yıllık yaşamının yarıdan fazlasını valilik görevinde bulunduğu Girit’te geçirdikten sonra, 1851 yılında nihayet İstanbul’a gelerek bu zamana kadar alışık olmadığı farklı bir ortama girmişti. Önce Meclis-i Vâlâ üyeliği ve ardından başkanlığı vazifesi yapmıştır. Sonrasında, Kırım Savaşı arifesinde ve savaşın hemen ardından olmak üzere iki defa sadaret makamında bulunmuştur. Bu noktada Paşa’nın çok yönlü kişiliği ortaya çıkmaktadır. Gerektiğinde savaş meydanlarında bir cengâver, gerektiğinde orta yolu bulan ılımlı bir vali, gerektiğinde de kendisinden çok fazla eğitim almış olan kabineye başkanlık ederek yeteneklerini göstermiştir. Hem de bu vazifeleri hiçbir eğitim almadan yerine getirebilmiş olması, doğal olarak çevresindekilerin olumsuz tepkilerine sebep olmuştur. Özellikle Mustafa Reşid Paşa ile tartışma boyutunda çatışmaları olmuştur. Bu tartışmalarda, dönemin vakanüvislerinin yazdıklarına göre, Mustafa Nâili Paşa haksız bulunmuş olsa da konu ayrıntılarıyla incelendiğinde, bazı konularda aslında öyle olmadığı görülmüştür. Mustafa Nâili Paşa’nın hayatının son yıllarında aldığı önemli görevlerden birisi de 1866 yılında Girit isyanının bastırması olmuştur. Paşa ilerlemiş yaşına rağmen tecrübesine güvenilerek tekrar Girit’e vali olarak görevlendirilmiştir. Fakat aradan geçen süre zarfında şartlar değişmiş ve isyanın durdurulması mümkün olamamıştı. Elinden gelen çabayı göstermiş olmasına rağmen, Yunanistan’dan gelen 336 destek bir türlü kesilemediğinden isyan kontrol altına alınamamıştı. Tekrar İstanbul’a dönen Mustafa Nâili Paşa, ölümüne kadar meclis üyeliği görevinde bulunmuştur. Bu çalışma ile 73 yıllık hayatının ele alındığı Mustafa Nâili Paşa’nın (17981871) şahsında, XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’ni meşgul eden meselelere de değinilmiştir. Bu güne kadar Mustafa Nâili Paşa hakkında yazılmış olan bilgiler eksik ve tekrardan öteye gitmemiştir. Bu çalışma ile Paşa’nın hayatına dair boşluklar doldurulmaya çalışılmıştır. Mustafa Nâili Paşa, bir eğitim hayatı olmamasına rağmen, yetenekli ve azimli kişiliği ile kendisine verilen bütün görevleri layıkıyla yerine getirmiş bir devlet adamı olarak tarih sahnesindeki yerini daima koruyacaktır. 337 BİBLİYOGRAFYA A. ARŞİV KAYNAKLARI Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), İstanbul 1. Bâbıâlî Evrak Odası (BEO) Sadaret Amedî Kalemi (A. AMD) Sadaret Divan Kalemi Evrakı (A. DVN) Sadaret Divan-ı Hümayun Mühimme Kalemi (A. DVN. MHM) Sadâret Mektubî Kalemi (A. MKT) Sadâret Mektubî Kalemi Mühimme Kalemi (A.MKT. MHM) Sadâret Mektubî Kalemi Nezâret ve Devâir (A.MKT. NZD) Sadaret Mektûbî Kalemi, Umûm Vilâyât (A. MKT. UM) Sadaret Mektûbî Kalemi, Meclis-i Vâlâ (A. MKT. MVL) Sadaret Mektûbî Kalemi, De’âvi (A. MKT. DV) 2. Hâriciye Nezâreti Hâriciye Nezâreti Metubi Kalemi (HR. MKT) Hariciye Nezâreti Siyasi Kısım(HR. SYS) 3. Hatt-ı Hümâyûn Tasnifi (HAT) 4. İrâde Tasnifi İrâde Hâriciye (İ.HR) İrâde Dâhiliye (İ.DH) İrade Meclis-i Mahsus (İ. MMS) İrâde Mesâil-i Mühimme (İ. MSM) İrâde Eyâlet-i Mümtâze Girid (İ.MTZ. GR) 338 Meclis-i Vâlâ (İ. MVL) 5. Cevdet Tasnifi Cevdet Tasnifi Adliye (C. ADL) Cevdet Tasnifi Askeriye (C.AS) Cevdet Tasnifi Bahriye (C.BH) Cevdet Tasnifi Belediye (C.BLD) Cevdet Tasnifi Dâhiliye (C. DH) Cevdet Tasnifi Darphane (C. DRB) Cevdet Tasnifi Hariciye ( C. HR) Cevdet Tasnifi Maliye (C.ML) Cevdet Tasnifi Sıhhiyye (C. SH) Cevdet Tasnifi Zaptiye (C. ZB) 6. CavitBaysun Evrakı (HSD. CB) 7. Meclis-i VâlâEvrakı (MVL) B. YAZMALAR MAHMUT CELALEDDİN PAŞA, Girit İhtilali Tarihi, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, Türkçe Yazmalar Bölümü nr. 4150 C. GAZETELER 1. Takvîm-i Vekâyi 2. Tasvir-i Efkâr 3. Vakâyi‘-i Giridiyye D. KAYNAK ESERLER VE MAKALELER ACAR, İrfan C.: 1989 Lübnan Bunalımı ve Filistin Sorunu, TTK, Ankara 339 ADIYEKE, A. Nükhet: Osmanlı İmparatorluğu ve Girit Bunalımı (18961908), TTK, Ankara 2000 _____________________: “Girit’in Mehmet Ali Paşa Yönetimine Dair Bir Rapor”, Belgeler-Türk Tarih Dergisi, TTK, Ankara 1993, s. 293-315 _____________________: “Doğu Sorunu’nun Bir Aynası: Girit Sorunu”, Yeni Türkiye, Osmanlı- I ( Siyaset ve Teşkilat),S. 31, Ocak- Şubat 2000, s. 337-341 ADIYEKE, A. Nükhet – ADIYEKE, Nuri: “Yunan İsyanı Sırasında Girit’te İrtidat Olayları”, Fethinden Kaybına Girit, BâbıâliKültür Yayıncılık, İstanbul 2007, s. 125-132 _____________________: “Olive Production in Crete in 19 Century”, Bulgarian Historical Rewiew, (3-4) 2006, s. 155-167 _____________________: “Yunan Ayaklanması Sırasında Girit Resmo’da Müsadere ve Müzayedelere Dair Bir İnceleme”, Kebikeç, S. 32, 2011, s. 137-168 _____________________: Kıbrıs Sorununun Anlaşılmasında Tarihsel Bir Örnek Olarak Girit’in Yunanistan’a Katılması, SAEMK, Ankara 2002 AHMET CEVDET PAŞA: Tarih-i Cevdet, c.VII-X-XI-XII, Matbaa-i Osmaniye, Dersaadet 1309 _____________________: Tezakir, yay. Cavit Baysun, TTK, Ankara 1986 _____________________: Maruzat, haz. Yusuf Halaçoğlu, Çağrı Yayınları, İstanbul 1980 AHMET LÜTFİ EFENDİ: Vak’anüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi, ed. Nuri Akbayar, c. I-VIII, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999 ______________________: Vak’anüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi, yay. Münir Aktepe, c.IX-XI, TTK, İstanbul 1984 340 AHMET RIFAT: Verdü’l-Hadayik İstanbul 1866 (Hadikat’ül-Vüzera Zeyli), AHMET RIFAT EFENDİ: Lügat-i Tarihiyye ve Coğrafiyye, c.5-6-7, Tıpkıbasım, Keygar Neşriyat, Ankara 2004 AKŞİN, Sina: “1839’da Osmanlı Ülkesinde İdeolojik Ortam ve Osmanlı Devleti’nin Uluslararası Durumu”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri Bildiriler, Ankara 1985, s. 5-12 AKYAY, Bülent: “Başlangıçtan Girit İsyanına Kadar Osmanlı-Yunan İlişkileri (1830-1866)”, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tez, İzmir 2010 AKYILDIZ, Ali: Osmanlı Dönemi Tahvil ve Hisse Senetleri, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2001 _____________: Haliç’te Seyrüsefer Haliç Vapurları Şirketi, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2007 _____________: Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform (1836-1856), Eren Yayıncılık, İstanbul 1993 _____________: Osmanlı Bürokrasisi ve Modernleşme, İletişim Yayınları, İstanbul 2004 _____________: Para Pul Oldu Osmanlı’da Kâğıt Para, Maliye ve Toplum, İletişim Yayınları, İstanbul 2003 _____________: “Osmanlı Devleti’nin Kırım Savaşı’nı Finansmanı: İç ve Dış Borçlanmalar”, Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması (1853-1856), 22-23 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2007, s. 11-18 ALTUNDAĞ, Şinasi: Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı ve Mısır Meselesi 1831-1841,TTK, Ankara 1988 341 _________________: “Mehmet Ali Paşa”, İslam Ansiklopedisi, c.VII, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara 1970, s. 560-570 _________________: “Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Suriye’de Hâkimiyeti Esnasında Tatbik Ettiği İdare Tarzı”, Belleten, c.VIII, S.30, TTK, Ankara Nisan 1944, s. 231-243 ANDIÇ, FuatANDIÇ, Süphan: Sadrazam ÂlîPaşa Hayatı, Zamanı ve Siyasi Vasiyetnâmesi, Eren Yayıncılık, İstanbul 2000 ______________: Kırım Savaşı Âlî Paşa ve Paris Antlaşması, Eren Yayıncılık, İstanbul 2002 ARIKAN, Zeki: “Midilli - İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti”, Tarih Araştırmaları Dergisi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, c. XXV, Ankara 2006, s. 1-28 ______________: “1821 Yunan İsyanının Başlangıcı”, Askeri Tarih Bülteni, c.XII, Ankara 1987, s. 97-133 ARMAOĞLU, Fahir: 19. yy. Türk Siyasi Tarihi (1789-1914),TTK, Ankara 1999 ASLAN, Halide: “Tanzimat Döneminde İhtida (1839-1876)”, Ankara Üniversitesi İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü Doktora Tezi, Ankara 2008 AYDIN, Mahir: Girit Sarı Kitap, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2008 ____________: Osmanlı Eyaleti’nden Üçüncü Bulgar Çarlığına, Kitabevi, İstanbul 1996 ____________: “Rusya’nın Çanakkale İntikamı-Karadeniz Bombardımanı”, Uluslararası Giresun ve Doğu Karadeniz Sosyal Bilimler Sempozyumu (9-11 Ekim 2008) Bildiri Kitabı, Giresun 2009, s. 571-576 342 ____________: “Kafdağı’nda Türk Kalesi”, Türklük Araştırmaları Dergisi, S.20, Özel Sayı Prof. Dr. Mücteba İlgürel’e Armağan-II , (Ayrıbasım), İstanbul 2008, s. 297-328 ____________: “Barışı Olmayan Savaş: Kırım”, Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması (1853-1856), 22-23 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2007, s. 1-10 AYDIN, Mithat: “Girit Ayaklanması’nın (1866-1869) Ortaya Çıkışı ve Uluslararası Bir Sorun Haline Gelişinde Yunanistan’ın Rolü”, Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi/Turkish Journal of Social Research, Yıl. 11, S.1, Nisan 2007, s. 113-147 BADEM, Candan: “Kırım Savaşı Sırasıda İsyanlar ve Asayiş Sorunları”, Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması (1853-1856), 22-23 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2007, s. 245-254 ______________: “The Ottomans And The Crimean War (1853-1856)”, Sabancı Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Ankara 2007 BALTA, Evangelia: “Olive Cultivation in Crete at the time of the Ottoman Conquest”, Osmanlı Araştırmaları/Journal of Ottoman Studies, XX, Ankara 2000, s. 143-164 BANOĞLU, Niyazi Ahmet: Tarihte Girit ve Osmanlılar Dönemi, Kırmızı Beyaz Yayınları, İstanbul 2005 BARCHARD, David: “Bedirhan Bey in Crete”, Osmanlı’dan Cumhuriyete Diyarbakır, ed. Bahaeddin Yediyıldız- Kerstin Tomenendal, c.II, Ankara 2008, s. 343-351 __________________: “The Princely Pasha of Crete”,Cornucopia, Sayı 30, 2003/2004, s. 23-26 343 __________________: “Veli Pasha and Consul Ongley. An Anglo-Ottoman Diplomatic Relationship That Got Too Close”, ed. Sinan KUNERALP, A Bridge Between Cultures: Studies on Ottoman and Republican Turkey in Memory of Ali İhsan Bağış, ISIS Pres, İstanbul 2006,s. 69-122 BAYKAL, Bekir Sıtkı: “Girit”, Türk Ansiklopedisi, c.XVII, MEB Yayınları, Ankara 1969, s. 378-386 BAYRAK, Meral: “1821 Mora İsyanı ve Yunanistan’ın Bağımsızlığı”, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Eskişehir 1999 BAYSUN, Cavit: “Mustafa Reşid Paşa”, Tanzimat II, Araştırma İnceleme Dizisi, MEB Yayınları, İstanbul 1999, s. 723746 Belgelerle Osmanlı Devrinde Hicaz (Mekke-i Mükerreme),ed. Mustafa Güler, Çamlıca Yayınları, İstanbul 2002 BEYDİLLİ, Kemal: “Selim III”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. XXXVI, Ankara 2009, s. 420-425 BEYHAN, Mehmet Ali: “Yeniçeri Ocağı’nın Kaldırılışına Dair Bir Risâle: Gülzâr-ı Fütuhât”, Ata Dergisi, S. VII, Konya 1997, s. 237-250 ___________________: “Yeniçeri Ocağı’nın Kaldırılışı Üzerine Bazı Düşünceler-Vak’a-yı Hayriyye”, Osmanlı, c.VII, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, s.258-272 ___________________: “Islahatlar ve Buhranlar Literatürü: III. Selim ve II. Mahmut Dönemi”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, I/2, İstanbul 2003, s.57-99 ___________________: “Girit’e Dair Önemli Bir Kaynak: Mahmut Celaleddin Paşa’nın Girit İhtilali Tarihi”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Dergisi, 3. Dizi, S. 22, İstanbul 2011, s. 133-155 344 BEYOĞLU, Süleyman: “Girit Göçmenleri (1821-1924)”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, S. 2, c. 2, İstanbul 2000, s. 123138 BOSTAN, İdris: “Girit’e Dair Bir Layiha”, Türklük Araştırmaları Dergisi, S.2, Yıl: 1986’dan Ayrı Basım, İstanbul 1987, s. 19-23 BOURNE, Kenneth: “İngiltere ve Girit İsyanı, 1866-1869 (Great Britain and the Cretan Revolt, 1866-1869)”, çev. Yuluğ Tekin Kurat, DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, c. I, S. I, Ankara 1962, s. 249-274 BUDAK, Mustafa: “1853-1856 Kırım Savaşında Kafkas Cephesi”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı Doktora Tezi, İstanbul 1993 BUZPINAR, Tufan: “Lübnan”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.XXVII, Ankara 2003, s. 248-254 BORAT, Mehmet: “Vakıf Su Yolları”, Osmanlı Su Medeniyeti Uluslararası Sempozyum Bildirileri Kitabı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 5-8 Mayıs 2000 İstanbul, s. 6180 CABİ ÖMER EFENDİ: Cabi Tarihi, Tahlil ve Tenkitli Metin, haz. Mehmet Ali Beyhan, TTK, Ankara 2003 ÇADIRCI, Musa: Tanzimat Sürecinde Türkiye ve Ülke Yönetimi, İmge Kitabevi, Ankara 2007 ______________: “Tanzimat’ın İlanı Sırasında Anadolu’da İç Güvenlik”, DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, c. 13, S. 24, Ankara 1980, s. 45-58 ______________: “Tanzimat Döneminde Çıkarılan Men’-i Mürur ve Pasaport Nizâmnâmeleri”, Belgeler, c.15, S.119, Ankara 1993, s. 169-181 345 ÇANLI, Mehmet: “Eytam İdaresi Sandıkları ve Osmanlı Devlerinde Yetimlerin Ekonomik Haklarının Korunması”, Savaş Çocukları-Öksüzler ve Yetimler, Emine GürsoyNaskali ve Aylin Koç (edt.), (Kendi yayınları), İstanbul 2003, s. 59-86 ÇAĞATAY, Neşet: “Vehhabilik”, İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, c.XIII, Ankara 1986, s. 262-263 ÇELİK, Yüksel: “Hüsrev Mehmed Paşa- Siyasi Hayatı ve Askeri Faaliyetleri (1756-1855)”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 2005 _____________: “Tanzimat Devrinde Rüşvet-Hediye İkilemi ve Bu Alandaki Yolsuzlukları Önleme Çabaları”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, S.15, KOCAV, İstanbul 2006, s. 25-64 ÇOKİŞLER, Nazım: “Girit Göçmenleri Türk Halk Kültürü Üzerine Bir Araştırma”, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İzmir 2007 DANİŞMENT, İsmail H.: İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi,c.IV-V, İstanbul 1971-2 DARENDELİ, İ.H. Efendi: Ziyanâme,“Sadrazam Yusuf Ziya Paşa’nın Napolyon’a Karşı Mısır Seferi (1798-1802)”, haz. M. İlkin Erkutun, Kitabevi Yayınları, İstanbul 2009 DEDES, Yorgos: “Blame it on the Turko-Romnioi (Turkish Rums) A Muslim Cretan song on the abolition of the Janissaries”, Din ve Dil Arasında: Türk Dili Konuşan Hıristiyanlar, Yahudiler ve Osmanlı İmparatorluğu Yunan-Konuşma Müslümanlar ve Katolikler, Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi: 48, ed. Evangelia BaltaMehmet Ölmez, Eren Yayıncılık, İstanbul 2011, s. 321376 346 DENİZ, Şefaattin: “Osmanlı Devleti’nde Padişah ve Bâbıâli Arasındaki İktidar Mücadelesi (1808-1908)”, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale 2002 DEVELİOĞLU, Ferit: Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Kitabevi, Ankara 1992 DOĞAN, Cabir: “1843–1846 Nasturi Olayları ve Bedirhan Bey”, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Aralık 2010, s. 118 _____________: “Cizre ve Bohtan Emiri Bedirhan Bey (18021869)”,Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Afyonkarahisar 2010 _____________: “II. Mahmut Dönemi Osmanlı Merkezileşme Politikasının Doğu Vilayetlerinde Uygulanması”, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 6/4 Fall 2011 _____________: “Tanzimat’ın Van’da Uygulanması ve Han Mahmut İsyanı”, History Studies, c. III, S. 2, 2011, s. 147-162 DOĞAN, Faruk: “Osmanlı Devleti’nde Zeytinyağı (1800-1920)”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 2007 DUMAN, Hasan: Osmanlı-Türk Süreli Yayınlar ve Gazeteler Bibliyografyasi ve Toplu Kataloğu (1828-1928), Enformasyon ve Dökümantasyon Hizmetleri Vakfı, Ankara 2000 EBUZZİYA, A. Velid: Girit’in Mazisi, Hali, İstikbali, Matbaa-i Ebuzziya, İstanbul 1328 Lügat,Aydın 347 ECER, Ahmet Vehbi: “Osmanlı Tarihinde Vehhabi Hareketinin Sebep ve Sonuçları”, IX. TTK Bildirileri 21-25 Eylül 1981, c. III, Ankara 1990, s. 1229-1239 _________________: “Osmanlı Döneminde Mekke’nin Yönetimi”, X. TTK Bildirileri (22-26 Eylül 1986), c. IV, Ankara 1993, s. 14-17 _________________: Tarihte Vehhabi Hareketi ve Etkileri, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları, Ankara 2001 Ege Adalarının Egemenlik Devri Tarihçesi, haz. C. Küçük, F. Emecen, İ. Bostan, İ. Şahin, V. Engin, Ö. İşbilir, A. Fuat Örenç, M. Oğuz, F. Yılmaz), ed. Cevdet Küçük, SAEMK, Ankara 2002 EMİR, Ali Haydar: 1866-1869 Girit İhtilâli (321 Numaralı Deniz Mecmuasının Tarih Kısmı İlâvesi), İstanbul 1931 Ege Tıme Dergisi, “Sadrazam Giritli Mustafa Nâili Paşa”, S.10, Ekim 2009 (Ropörtaj: Filiz Çıragül), s. 26 EREN, Ahmet Cevat: Tanzimat Fermanı ve Dönemi, haz. Alişan Akpınar, Derin Yayınları, İstanbul 2007 ERDEM, Y. Hakan: Osmanlı’da Köleliğin Sonu 1800-1909, Kitap Yayınevi, İstanbul 2004 ENGELHARD; Tanzimat ve Türkiye, Kaknüs Yayınları, İstanbul 1999 ERİM, Nihat; Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, c.I, TTK, Ankara 1953 ERYILMAZ, Bilal: Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi, Ağaç Yayıncılık, İstanbul 1992 _________________: Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Yönetimi, Risale Yayınları, İstanbul 1996 Tebaanın 348 EYÜP SABRİ PAŞA: Tarih-i Vehhabiyan (Vehhabiler Tarihi), Süleyman Çelik, Bedir Yayınları, İstanbul 1992 çev. DEĞMİŞ, Zeki: “Osmanlılar’da İtikadi Mezhepler”,Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Van 2006 FREESE, John HenryCLAYDEN Peter William: A Short Popular History of Crete, Jarrold and Sons, London 1897 GENCER, Mustafa: “Alman Basınında Kırım Savaşı”, Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması (1853-1856) 22-23 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2007, s. 151-172 GENCER, Fatih: “Merkezîyetçi İdari Düzenlemeler Bağlamında Bedirhan Bey Olayı”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Ankara 2010 Girid, Artin Asaduryan Matbaası, İstanbul 1328 GÖKBİLGİN, M. Tayyip: “1840’dan 1861’e Kadar Cebel-i Lübnan Meselesi ve Dürziler”, Belleten, c. X, S. 40, TTK, Ankara Ekim 1946, s. 641-703 GÖRGÜN, Hilal: “Mısır”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.XXIX, Ankara 2004, s. 555-557 GÖVSA, Aladdin İbrahim: “Mustafa Nâili Paşa”, Türk Meşhurları Ansiklopedisi, Yedigün Neşriyat, 1945, s. 265 GÖZÜBERK, Y. İskender: “Arşiv Vesikaları Işığında ilk Vehhabi Devleti”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2006 GÜLERYÜZ, Ahmet: Şirket-i Hayriye’nin Boğaziçi Vapurları, Denizler Kitabevi, İstanbul 2002 349 GÜMÜŞSOY, E. Atılgan: “Keçecizade Mehmet Fuat Paşa (1815-1869)”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Ankara 2006 GÜLSOY, Ersin; “Girit’in Fethi ve Adada Osmanlı İdaresinin Tesisi (1645-1670)”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 1997 HANYEVİ, Hüseyin Kâmi: Girit Tarihi, Dersaadet 1288 Mühendisoğlu Ohanes Matbaası, HİBBERT, Cristopher: The Destruction Lord Raglan The Tragedy of The Crimen War (1854-1855), Little-Brown and Company, Boston 1961 HİTTİ, Philip K. : Lebanon İn History, From The Earliest Times To The Present, London 1957 HÜLAGÜ, Metin: “Osmanlı İdaresinde Girit”, CIEPO Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi XIV. Sempozyum Bildiri Kitabı, haz. Tuncer Baykara, TTK 2004, s. 321-359 HIFZI, Hüseyin: Girit Vakayi, Dersaadet 1326 IŞIN, Mithat: Tarihte Girit ve Türkler, (374 sayılı Deniz Mecmuasının ilavesi), T.C. Askeri Deniz Matbaası, İstanbul 1945 IŞIK, Ramazan: “Osmanlı’nın Son Dönemlerinde Marunîlerin Lübnan’da Bağımsız Bir Hristiyan Devleti Kurma Girişimlerinin Fikri Temelleri”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c.XV, Elazığ 2005 İNAL, İbnülemin M. K.: Son Sadrazamlar, c.I, Dergâh Yayınları, İstanbul 1982 İRTEM, Süleyman Kani: Abdülmecid Devrinde Saray ve Bâbıâli, haz. Osman Selim Kocahanoğlu, İstanbul 2007 350 İSMAİL, Sabahattin: Girit Nasıl Kaybedildi? Girit’ten Kıbrıs’a Yunan Yayılmacılığı, Dışişleri ve Savunma Bakanlığı Tanıtma Dairesi, Lefkoşa 1954 JORGA, Nicolae: Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, c.V, çev. Nilüfer Epçeli, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2009 KAMİL PAŞA: Tarih-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye, Matbaa-i Ahmet İhsan, Dersaadet 1326 KARAL, Enver Ziya: Fransa-Mısır-Osmanlı İmparatorluğu (1797-1802), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1938 _________________ : “Mahmud II”, İslam Ansiklopedisi, c.VII, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara 1970, s. 165-170 _________________ : Osmanlı Tarihi, c. V-VI-VII, TTK, Ankara 1988-7 _________________ : Selim III’ün Hatt-ı Humayunları, TTK, Ankara 1999 KARPAT, Kemal: Türk Demokrasi Tarihi, Afa Yayınları, İstanbul 1996 KARAARSLAN, Mehmet: “Tanzimat ve Şurayı Devlet”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, c.54, S.3, Ankara 2005, s. 341-363 KARAHÜSEYİN, Güller: “Sultan Abdülmecid’in Hatt-ı Hümayünleri”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1997 KARABULUT, Bilal: “Osmanlı’nın Zor Sınavı: Fransa’nın Tutarsız Politikaları Ekseninde Girit İsyanı (1866-1869)”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, S.16, Ankara 2008, s. 77-99 KARAN, Niyazi: “Girit’in Yunanistan’a İlhakına Türk Kamuoyunun Tepkisi”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2006 351 KARASU, Cezmi: “Tanzimat Dönemi Osmanlı Diplomasisine Genel Bir Bakış”,Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi(OTAM), S.4, Ankara 1993, s. 205-222 KAYNAR, Reşat: Mustafa Reşid Paşa ve Tanzimat, TTK, Ankara 1985 KELEŞ, Erdoğan: “Tanzimat Döneminde Rüşvetin Önlenmesi İçin Yapılan Düzenlemeler”, Tarih Araştırmaları Dergisi, S. 38, Ankara Eylül 2005, s. 259-280 ______________: “Cebel-i Lübnan’da İki Kaymakamlı İdari Düzenin Uygulanması ve 1850 Tarihli Nizâmnâme”, Tarih Araştırmaları Dergisi, S. 43, Ankara Mart 2008, s. 131-157 ______________: “Kırım Savaşı’nda (1853-1856) Karadeniz ve Boğazlar Meselesi”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi(OTAM), S.23, Ankara 2008, s. 149-194 ______________: “Osmanlı, İngiltere ve Fransa İlişkileri Bağlamında Kırım Savaşı”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Ankara 2009 ______________: “Kırım Savaşı’nın (1853-1856) Finansmanı ve Buna Dair Bir Defterin Değerlendirmesi”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi(OTAM), S.27, Ankara 2010, s. 107-141 KENANOĞLU,M. Macit: Osmanlı Millet Sistemi Mit ve Gerçek, Klasik Yayınları, İstanbul 2004 KODAMAN, BayramALKAN, Ahmet Turan: “Tanzimat’ın Öncüsü Mustafa Reşid Paşa”, 150. Yılında Tanzimat, haz. Hakkı Dursun YILDIZ, TTK, Ankara 1992, s. 1-10 KOLOĞLU, Orhan: “Girit’te Türkçe Basın”, Tarih ve Toplum Dergisi, c.VIII, S. 48, 1987, s. 9-12 352 KORKMAZ, Şerif: “Sultan Abdülmecid’in İlk Memleket Gezisi (26 Mayıs12 Haziran 1844)”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi(OTAM), Sayı 25 ( Bahar 2009), s.83-99 KÖROĞLU, Nil: “XIX. yy ve XX. yy Başı Eminönü’nde Osmanlı Büro Hanları”, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2004 KRAMERS, J. H: “Mısır”, İslam Ansiklopedisi, c.VIII, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara1979, s. 217-269 KURŞUN, Zekeriya: Necid ve Ahsa’da Osmanlı Hâkimiyeti, Vehhabi Hareketi ve Suud Devleti’nin Ortaya Çıkışı, TTK, Ankara 1998 _______________ : “Hicaz (Osmanlılar Dönemi)”,TDV İslam Ansiklopedisi, c.XVII, Ankara 1998, s. 437-439 _______________ : “Osmanlı Devleti İdaresinde Hicaz (1517-1919)”, Osmanlı, c.II, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, s. 316-325 KURAN, Ercüment: “Reşid Paşa”, İslam Ansiklopedisi, c.IX, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara 1979, s. 701-705 KUTLUOĞLU, M. Hanefi: “Kavalalı Mehmed Ali Paşa”, TDV Ansiklopedisi, c.XXV, İstanbul 2002, s. 62-65 İslam KUNERALP, Sinan: “Bir Osmanlı Diplomatı Kostaki Musurus Paşa (18071891)”, Belleten, c.34, S. 135, TTK, Ankara 1970, s. 421-435 _______________ : Son Dönem Osmanlı Erkan ve Ricali(18391922):Prosopografik Rehber, İstanbul 1999 KÜÇÜK, Cevdet : “Osmanlılarda Millet Sistemi ve Tanzimat”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, c. IV, İletişim Yayınları, İstanbul 1985, s. 1007-1024 353 _______________ : “Lübnan Meselesi”,Türk Dünyası Tarih Dergisi, S. 3, Mart 1987, s. 35-40 _______________: “Abdülmecid”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.I, Ankara 1988, s.259-263 KÜÇÜKAŞCI, M. Sabri: “Medine”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.XXVIII, Ankara 2003, s. 305-318 ___________________ : “Mekke”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.XXVIII, Ankara 2003, s. 555-575 KÜTÜKOĞLU, Mübahat: “Yunan İsyanı Sırasında Anadolu ve Adalar Rumlarının Tutumları ve Sonuçları”, III. Askeri Tarih Semineri, Türk-Yunan İlişkileri, Genel Kurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara 1986, s. 133-161 LEWİS, Bernard: Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK, Ankara 1996 MACİD, Tahmiscizade M.: Girit Hatıraları, haz. İsmet Miroğlu-İlhan Şahin, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul 1977 M. CELALEDDİN PAŞA: Mir’at-ı Hakikat-Tarihi Hakikatlerin Aynası, haz. İsmet Miroğlu, Berekat Yayınevi, İstanbul 1983 Mecmua-i Muahedat, c.III-IV, Hakikat Matbaası, 1297-8 MEHMED ES’AD EFENDİ: Vak’anüvis Es’ad Efendi Tarihi, Bahir Efendi’nin Zeyl ve İlaveleriyle, (1821-1826),haz. Ziya Yılmazer, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul 2000 MEMDUH, Mehmet: Esvat-ı Südur, İzmir Vilayet Matbaası, 1328 _________________: Mir’at-ı Şuunat, İzmir Ahenk Matbaası, 1328 354 MERCAN, Mehmet: “Sultan Abdülmecid’in Rumeli Gezisi Hakkında Bazı Tespitler”, Ege Üniversitesi Tarih İncelemeleri Dergisi, XXIV/I, Temmuz 2009, s. 81-100 Mufassal Osmanlı Tarihi: haz. Mustafa Cezar-Mithat Sertoğlu, c.V-VI, İstanbul 1971 MUTLU, Şamil: Yeniçeri Ocağı’nın Kaldırılışı ve II. Mahmut’un Edirne Seyahati Mehmet Daniş Bey ve Eserleri, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1994 _____________: “Kırım Savaşı’nın Görsel Yönü”, Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması (1853-1856),22-23 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2007, s. 255-284 ONGUNSU, A. H.: “Abdülmecid”, İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara 1979, c. I, s. 92-94 ORTAYLI, İlber: Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi, Cedit Neşriyat, Ankara 2007 ______________: İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Timaş Yayınları, İstanbul 2008 ÖRENÇ, Ali Fuat: “1821 Rum İsyanı Sonrası Sisam Adasına Verilen Yeni Statü”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, 36, Ankara 2000, s. 335-345 ______________: “Türk Hâkimiyetinde Ege Adaları Tarihi”, Yeni Türkiye, Osmanlı-I (Siyaset ve Teşkilat),S. 31, OcakŞubat 2000, s. 327-336 ______________: “Ege Adalarında İdari Yapı”, Ege Adaları’nın İdari, Mali ve Sosyal Yapısı, ed. İdris Bostan, SAREM, Ankara 2003 355 ______________: “Tanzimat Fermanı’nın Ege Adalarında Tatbiki”, Tarih Boyunca Dünyada ve Türklerde Denizcilik Semineri Bildirileri, 17- 18 Mayıs 2004, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırma Merkezi, Globus Dünya Basımevi, İstanbul 2005, s. 101-108 ______________: Yakındönem Tarihimizde Rodos ve Oniki Ada, Doğu Kütüphanesi, İstanbul 2006 ______________: “Kırım Harbi Deniz Savaşları”, Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması (1853-1856), 22-23 Mayıs 2006, Bildiriler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırmaları Merkezi, İstanbul 2007, s. 19-44 ______________: Balkanlarda İlk Dram Unuttuğumuz Mora Türkleri ve Eyaletten Bağımsızlığa Yunanistan, Bâbıâli Kültür Yayıncılık, İstanbul 2011 ÖZ, Mustafa: “Dürzîlik”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.X, Ankara 1994, s. 39-48 ÖZCAN, Tahsin: “Osmanlı Toplumunda Yetimlerin Himayesi ve Eytam Sandıkları”, İÜİlahiyat Fakültesi Dergisi, S.14, 2006, s. 103-120 ÖZCAN, Besim: “Kırım Savaşı (1853-1856)”, Osmanlı, c.II, ed. Güler Eren, 1990, s. 97-112 _____________: “Kırım Harbi Sırasında Bazı Avrupalı Devlet Adamlarının Osmanlı Ülkesini Ziyaret Etmeleri (18541855)”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi (OTAM), S.9, Ankara 1998, s. 287322 _____________: Kırım Savaşında Mali Durum ve Teb’anın Harb Siyaseti (1853-1856),Atatürk Üniversitesi Yayını, Erzurum 1997 356 _____________: “Trabzon Eyaleti’nin Kırım Harbine Katkıları”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 17, Erzurum 2001, s. 247-260 ÖZER, Metin: Unutulan Girit, Umay Yayınları, İzmir 2007 ÖZÇELİK, Ayfer: Osmanlı Devleti’nin Çöküşünde Ekonomik ve Politik Baskılar Üzerine Bir Deneme (1838-1914), Ecdad Yayınları, Ankara 1993 ÖZGER, Yunus: “Sultan Abdülmecid’in Cezayir-i Bahr-i Sefid (Akdeniz Adaları) Gezisi (1 Haziran 1850-24 Haziran 1850)”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S.193, Ağustos 2011, s. 121-145 ÖZTUNÇ, H. Baha: “Yedi Ada Cumhuriyeti”, Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Tokat 2007 ÖZTÜRK, Sait– SARIYILDIZ, Gülden: “Sabun’un Tarihi”, Tombak Dergisi, S.15, İstanbul 1997, s.42-54 ÖZTÜRK, Sait: “Osmanlı Kültürel Mirasında Sabun”, ACTA TURCICA, Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi, “Kültür Tarihimizde Hamam”, ed. Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun, Yıl II, S. 2, Temmuz 2010, s. 80-93 ÖZTUNA, Yılmaz: Âlî Paşa, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1988 PALMER, Alan: Kırım Savaşı ve Modern Avrupa’nın Doğuşu, çev. Meral Gaspralı, İstanbul 1999 PAKALIN, Mehmet Zeki: Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c.III, MEB, İstanbul 2004 PARLATIR, İsmail: Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Yargı Yayınları, Ankara 2011 357 PARMAKSIZOĞLU, İ.: “Nâili Mustafa Paşa”, Türk Ansiklopedisi, c. XXV, s. 80 PEKKİRİŞÇİ, Ahmet: “Hariciler ve Vehhabilerin ve Ortaya Çıktıkları Dönemlerin Ortak Özellikleri”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Konya 2011 PINAR, Hayrettin: “Diplomasi ile Siyasetin Birlikteliği: Girit İsyanı ve Âlî Paşa”, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Aralık 2008, S.18, s. 1-22 ______________ : “Kostaki Musurus’un Atina Sefareti ve Osmanlı-Yunan Diplomatik Krizi”, Belleten, c. LXXVI, S.275, TTK, 2012 Nisan, s. 207-238 POOLE, Stanley Lane: Lord Stratford Canning’in Türkiye Anıları, çev. Can Yücel, İstanbul 1999 PUL, Ayşe: “Osmanlı- Fransız Diplomasisinin İki Mühim Evresi: Girit ve Mısır Seferleri”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi(OTAM), S. 22, Ankara 2007, s. 159-176 RASİM, Ahmet: Osmanlı Tarihi, c.IV, haz. Metin Hasırcı, Emre Yayınları, İstanbul 2004 RIZA, ALİ – GALİP, MEHMET: XIII. Asrı Hicri’de Osmanlı Ricali- Geçen Asırda Devlet Adamlarımız, c.I, Tercüman Yayınları, İstanbul 1977 SAKAOĞLU Necdet – AKBAYAR, Nuri: Avrupalılaşmanın Yol Haritası ve Sultan Abdülmecid, Denizbank Yayınları, İstanbul 2001 SARIYILDIZ, Gülden: “Karantina Meclisi’nin Kuruluşu ve Faaliyetleri”, Belleten, c. LVIII, S.222, TTK, Ağustos 1994, s. 329376 358 _________________ : Hicaz Karantina Teşkilatı (1865-1914),TTK, Ankara 1996 SANDER, Oral: Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, İmge Kitabevi, Ankara 2004 SALAHİ, Mehmet: Girit Meselesi 1866-1889, haz. Münir Aktepe, Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul 1967 SÂMİ, Şemseddin: Kâmûsü’l-A’lâm, c. V- VI, Mihrân Matbaası, İstanbul 1314-6 SAMUR, Sebahattin: İbrahim Paşa Yönetimi Altında Suriye, Erciyes Üniversitesi Yayınları No:86, Kayseri 1995 SAKA, Mehmet: Ege Denizinde Türk Hakları, Dergâh Yayınları, İstanbul 1974 SEMİZ, Yaşar: “Sadık Rıfat Paşa (1807-1857) Hayatı ve Görüşleri”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 1. Sayı, Kasım 1994, s. 135-144 SEYİTDANLIOĞLU, M.: Tanzimat Devrinde Meclis-i Vâlâ (1838-1868), TTK, Ankara 1999 ____________________ : “Divan-ı Hümayün’den Meclis-i Mebusan’a Osmanlı İmparatorluğu’nda Yasama”, Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, (Halil İnalcıkMehmet Seyitdanlıoğlu), Phoenix Yayınevi, Ankara 2006, s. 273-283 SEZEN, Tahir: Osmanlı Yer Adları (Alfabetik Sırayla),TC. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Yay. Num. 21, Ankara 2006 SEZER, Hamiyet: “Mora İsyanı ve Yunanistan’ın Bağımsızlığı (18211829)”, Osmanlı, c.II, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 1999, s. 87-93 359 _______________: “Osmanlı İmparatorluğu’nda Seyahat İzinleri(1819.yy)”, DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, c. XXI, S.33, Ankara 2003, s. 105-124 SHAHVAR, Soli: “Concession Hunting in the Age of Reform: British Companies and the Search for Government Guarantees; Telegraph Concessions through Ottoman Territories, 1855-58”, Middle Eastern Studies, c. 38, S.4,Routledge, part of the Taylor & Francis Group, October 2002, s. 169-193 SİNOUE, Gilbert: Kavalalı Mehmed Ali Paşa Son Firavun, çev. Ali Cevat Akkoyunlu, Doğan Kitap Tarih Dizisi, İstanbul 1999 SİVRİDAĞ, Abdullah: “Girit İhtilali Tarihi”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1990 SLADE,S. Adulphus: Türkiye ve Kırım Harbi, çev. Ali Rıza Seyfi, Askeri Matbaa, İstanbul 1943 SOYSAL, İsmail: Fransız İhtilali ve Türk-Fransız Diplomasi Münasebetleri (1789-1802), TTK, Ankara 1999 STİLMAN, William J.: Cretan Insurrection 1866-7-8, Henry Holt and Company, New York 1874 SÜREYYA, Mehmed: Sicill-i Osmani, c.II-III-IV, Matbaa-i Amire, Dersaadet 1308-1311 ŞAFAK, Nurdan: “Bir Tanzimat Diplomatı Kostaki Musurus Paşa (18071891)”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 2006 ŞAKÜL, Kahraman: “Osmanlılar Fransız İhtilâli’ne Karşı: Adriyatik ve İtalya Sularında Osmanlı Donanması”, Nizâm-ı Kadîm’den Nizâm-ı Cedîd’e III. Selim ve Dönemi, ed. Seyfi Kenan, İSAM Yayınları, İstanbul 2010, s.255313 360 ŞANİ-ZADE, M. A. Efendi: Şani-zade Tarihi, c.I-II, Ceride-i Havadis Matbaası, İstanbul 1284 ŞENARSLAN, M. Volkan: “Muhbir Gazetesine Göre 1866 Girit İsyanı”,Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Sakarya 2011 ŞEKER, M. Fatih: Osmanlılar ve Vehhabilik, Dergâh Yayınları, İstanbul 2007 ŞEREF, Abdurrahman: Tarih Muhasebeleri, Matbaa-i Amire, İstanbul 1339 __________________: Osmanlı Devleti Tarihi, haz. Musa Duman, İstanbul 2005 ŞİMŞİR, Bilal: Ege Sorunu, Belgeler (1912-1913), c. I, TTK, Ankara 1989 ŞİRVANLI Fatih Efendi: Gülzar-ı Fütuhât (Bir Görgü Tanığının Kalemiyle Yeniçeri Ocağının Kaldırılışı), haz. Mehmet Ali Beyhan, Kitabevi, İstanbul 2001 TAŞPINAR, İsmail: “Marunîler”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.XXVIII, Ankara 2003, s. 71 TAYYARZADE, Ataullah: Tarih-i Ata, c.III, Yahya Efendi Matbaası, İstanbul 1291-1293 TEKİNDAĞ, Şehabettin: “Dürzi Tarihine Dair Notlar”, İstanbul Üniversitesi Tarih Dergisi, c.7, S.10, İstanbul 1954, s. 143-156 TUKİN, Cemal: “Osmanlı İmparatorluğunda Girit İsyanları-1821 Yılına Kadar Girit”, Belleten, c.IX, S. 34, TTK, Ankara 1945, s. 163-206 TUKİN, Cemal: “Girit”, İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, c.IV, Ankara 1964, s. 791-804 TURHAN, Mümtaz: Kültür Değişmeleri, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı, İstanbul 1994 361 TÜRKGELDİ, Ali Fuat: Rical-i Mühimme-i Siyasiyye, İstanbul 1928 __________________ : Mesail-i Mühimme-i Siyasiyye, c. I-III, haz. Bekir Sıtkı Baykal, TTK, Ankara 1987 TÜRKMEN, Zekeriya: “Girit Adası’nı Osmanlı İdaresinden Ayırma Çabaları”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi(OTAM), S. 12, Ankara 2001, s. 219244 TORUN, Sadık Fatih: “Tanzimat’tan Meşrutiyete Türkiye’de Kaza Yönetimi (1842-1876)”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2005 TOUMARKİNE, A.: “Kırım Savaşı Sırasında Osmanlı’da Hayırseverlik, Filantropi ve Vatansever Bağışlar”, Savaştan Barışa, 150. Yıldönümünde Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması (1853-1856), 22-23 Mayıs 2006 Bildiriler, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Araştırmaları Merkezi,İstanbul 2007, s. 45-52 UÇAROL, Rıfat: Siyasi Tarih, (1789-2001), Der Yayınları, İstanbul 2008 ULUÇAM, Müjdat: “Mutafa Nâili Paşa”, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, c.II, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, ed. Ekrem Çakıroğlu, İstanbul 2008, s. 305 UMAR, Ömer Osman: Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye (1908-1938), Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2004 UZUNÇARŞILI, İ. Hakkı: Mekke-i Mükerreme Emirleri, TTK, Ankara 1984 ÜLMAN, Haluk: “1840-1845 Arasında Suriye ve Lübnan’ın Durumu ve Milletlerarası Politika”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, c.18, S. 3,1963, s. 243-268 362 ______________: 1860-1861 Suriye Bunalımı: Osmanlı Diplomasisinden Bir Örnek Olay, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1966 ÜNAL, İsmail: “Kale Anahtarları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. XI, S.1, s. 119-152 ÜNAL, Tahsin: Türk Siyasi Tarihi, Kamer Yayınevi, İstanbul 1998 ÜNVER, Metin: “Midilli Adası’nın İdari ve Sosyo-Ekonomik Yapısı”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, İstanbul 2012 Vakıf Su Defterleri Su Yolcu 2, İstanbul Su Külliyatı XXXIII, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul 2003 Vakıf Su Defterleri Halkalı Suları 1, İstanbul Su Külliyatı XXI, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul 2001 Vakıf Su Defterleri Su Yolcu 3, İstanbul Su Külliyatı XXXIV, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul 2003 YAŞAR, Filiz: Yunan Bağımsızlık Savaşında Sakız Adası, Phoenix Yayınları, Ankara 2006 YÖRÜKAN, Yusuf Ziya: “Vehhabilik”,Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.1, Ankara 1953, s. 51-67 YAZICI, Nesimi: “Vakayi-i Mısriyye Üzerine Birkaç Söz”, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Merkezi Dergisi(OTAM), S.2, Ankara 1990, s. 267-278 150. Yılında Tanzimat, haz. Hakkı Dursun YILDIZ, TTK, Ankara 1992 YARCI, Güler: “Osmanlı Maliyesinde Toprak Bastı Vergisi”, ACTA TURCICA, Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi, “Kültürümüzde Toprak”,ed. Emine Gürsoy Naskali, Hilal Oytun Altun, c. IV, S. 1, Ocak 2012, s. 335-373 363 YILDIZ, Gültekin: Neferin Adı Yok, Zorunlu Askerliğe Geçişi Sürecinde Osmanlı Devleti’nde Siyaset, Ordu ve Toplum (1826-1839), Kitabevi, İstanbul 2009 ZİNKEİSEN, J. Wilhelm: Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, c. VI, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2011 http://www.mehmetoruc.com/pdfs/1999gb.pdf http://www.nisanyan.com/?s=soru-34 364 EK-1 MüjdatUluçam, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, c.II, s.305 365 EK-2 Mustafa Nâili Paşa’ya Girit valiliği tevcih edildiğine dair sadaret tezkiresi. İ.DH. 20/976 (12 Receb 1256) 366 EK-3 Mustafa Nâili Paşa’nın Sadarete gönderdiği Hicri yeni yıl tebrik yazısı. A.TŞF. 1/6 (11 Safer 1260 367 EK-4 Girit Adası Haritası Hüseyin Kâmi Hanyevi, Girit Tarihi, Dersaadet 1288 368 EK-5 5 Ocak 1847 tarihinnde Girit’tee inşa edileccek kiliseninn planı HAT.16 646/9 369 EK-6 Arkadya Kilisesi Abdurrahman Velid Ebuzziya, Girit’in Mazisi, Hali, İstikbali, Matbaa-i Ebuzziya, İstanbul 1328, s.70 370 EK-7 Girid Adası Müşiri Mustafa Nâili Paşa’ya görevinde gösterdiği üstün gayret ve başarılarından dolayı pırlanta ile müzeyyen ve murassa bir imtiyaz nişanı verildiğine dair berat. A.DVN. MHM 8-A/65 (8 C 1266) 371 EK- 8 Musstafa Nâili Paşa’nın P da hissedarı olduğu o Şirkeet-i Hayriyee hisse sened di. Necdeet SAKAOĞ ĞLU –Nuri AKBAYAR A R; Avrupalılaşmanın Y Yol Harita ası ve Su ultan Abdü ülmecid, s.66 372 EK- 9 Giritli Mustafa Nâili Paşa Hanı Nil Köroğlu, XIX. yy ve XX. yy BaşıEminönü’nde Osmanlı Büro Hanları, s.38 373 EK-10 Mustafa Nâili Paşa’nın Fatih Camii avlusundaki hazirenin güneydoğu köşesinde bulunan mezarın kitabesinde, “Hüvel Baki, 30 sene Girit’te valilik etmiş ve Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliye riyaseti ve iki defa sadrazamlık ederek Meclis-i Aliye’ye memur iken ahirete irtihal etmiş olan Mustafa Nâili Paşa’nın ruhuna el-fatiha, 1871” yazılıdır. 374 ÖZGEÇMİŞ 1978 tarihinde Denizli/Sarayköy’de doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini İzmir’de tamamladı. 1994’de Pamukkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde başladığı lisans eğitimini 1998’de tamamladı. Aynı yıl üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih ABD Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Bilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimine başladı. Prof. Dr. Ayfer Özçelik’in danışmanlığında yürüttüğü “19. Yüzyılın Sonları ve 20. Yüzyılın Başlarında Kütahya Vilayeti’nin Demografik Yapısı ve Nüfus Durumu” adlı tezi ile 2001 yılında yüksek lisans eğitimini tamamladı. 1998-2005 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda tarih öğretmenliği yapan Değirmenci, 2005 yılında Dumlupınar Üniversitesi Tarih Bölümü’ne Araştırma Görevlisi olarak atandı. Değirmenci’nin buradaki görevi halen devam etmektedir. 375