ġEYH HASAN OCAĞI VE AġĠRETĠ Ġsmail ONARLI Türklerin, Anadolu’ya yerleşmelerinin kan bağına dayanan aşiret, oymak, oba şeklinde ya da şeyh, dede, baba önderliğinde kurulan zaviyelerin çevresinde köyler oluşturularak göçerlikten kısmen yerleşik tarım toplumuna geçtiklerini tarihi kaynaklardan bilmekteyiz. Şeyh Hasan Aşireti de Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türkmen boylarından birisi olup, Malatya, Elazığ, Tunceli bölgesi ilk etapta yerleştiği coğrafyadır. İslam öncesi ve sonrası Orta Asya Türk topluluklarında “ateş” ve “ocak” kutsal kabul edilirdi *1+. Yerleşik düzen sonrasında evde ateş yakılan ocak da kutsanmıştır. Antik Anadolu uygarlıklarında da “Ocak Kültü” geleneği vardır. Ocak kutsanarak, kurbanlar kesilmekte ve çeşitli adaklar sunulmaktadır [2]. Orta Asya ve Antik Anadolu kültür ve kültlerini eklemleyen Türkmen Alevi toplumu, ocak kültü geleneğini de özümseyerek kendi töresinin kuralı haline getirmişlerdir *3+. Ocak kültü geleneğini daha da ileri bir üst düzeye getirerek; dinî bir veçhe kazandıran Alevî toplumu; dini önderleri dede ve baba evlerini “Ocak” kabul edip kutsayarak İslamî daire içine almışlardır. Binlerce yıllık tarihin derinliklerinden gelen bu inanç; “dede ocakları” şeklinde kurumlaşarak, 9. yüzyılda filizlenmeye başlamış ve 13. yüzyılda coğrafi olarak yaygınlaşarak; Ocakzade dede ve babanın adıyla anılan Cem evi, tekke ve zaviye şekline dönüşmüştür. Ocakların tarihi gelişim içinde görevleri şunlar olmuştur: Halkın sosyo-ekonomik yardımlaşma ve dayanışmasını sağlamışlardır. Misafirhane olarak yolculara, konuklara kervancılara barınma, yeme, içme gibi hizmetler sunmuşlardır. Mahalli eğitim ve öğretim kurumu işlevini görmüş olan ocaklar; edebiyat, musiki, kültürel faaliyetler de yürütmüşlerdir. El sanatları ve çeşitli zanaatların gelişimine ön ayak olan ocaklar, devrin siyasi, içtimai, ticari hayatına yön vermişlerdir. Mürşit-pir-rehber-talip teşkilatlanmasıyla tasavvufi öğretiyi yaşama geçirerek, bağlıları muhibban zümreler arasında sevgi ve davranış birlikteliği sağlayarak milli ve dini birliği gerçekleştirmişler, aynı zamanda ocağa bağlı zümreleri ve dervişleri cihat şuuruyla yetiştirerek Selçuklu ya da Osmanlı ordularıyla birlikte seferlere, akınlara, fetihlere gönderen, sevk eden merkezler olmuşlardır. Ocakların maddi yaşamlarını nasıl sağladıkları sorusunun ise iki yanıtı bulunmaktadır: İlki; her ocağa bağlı talip ve muhiplerin yardımları ve yıllık olarak verdikleri “Hakk’ullah-Çerâğ Hakı” akçesi ve aynî ödentilerle yaşamını sürdürmekteydiler. İkincisi; devletin verdiği toprak üretiminden elde edilen gelirlerle ocağın idamesi sağlanmaktaydı. Gerek Selçuklu gerekse Osmanlı Devleti’nce aşiret beyleri ile “kolonizatör Türk dervişlerine” verilen topraklar “malikhâne-vakıf” şeklinde olabiliyordu. “Yurtluk ve Ocaklık” denilen bu uygulama; fetihlerde bölgedeki irsi beylere geçimleri ve geleneklerini sürdürmeleri için, ayrıca devlete bağlılıklarını sürekli kılabilmek için bırakılan toprak gelirleridir. Yurtluktan farklı olan OCAKLIK; soy sürmesine karşın, arazileri, toprağı satamaz ve devredemezdi. İlâ-nihaye toprak o ailenin zürriyetine aitti [4]. Araştırma konumuz olan Şeyh Hasan Ocağı Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubat döneminde “Oner” denen mir-i araziyi “mülk kılarak ve şeriat kurallarına uygun tasarruf için” 22 Nisan 1224 tarihinde vakfedilmiştir. Osmanlı döneminde de uygulama devam etmiştir. Ocağa ve aşirete adını veren Şeyh Hasan’ın kim olduğuna gelince; Şeyh Hasanlı oymaklarının bulunduğu yörelerde yapılan araştırmalarda değişik versiyonlarıyla çok sayıda Şeyh Hasan söylenceleri dinlenmiştir. Farklı tarihlerde yazılmış belgeler incelenmiş, elimizdeki fermanlarla arşivlerdeki bilgiler karşılaştırılmıştır. Mayıs 1984’ten bugüne kadarki çalışmalardan özetle verilecek olan; zaman tüneli içerisinde şöyle bir seyir edilen Şeyh Hasan’ın tarihsel kimliği ve aşiretinin yapısıdır. I. I. I. Şeyh Hasan’ın Hayatı Türkistan’ın Yesi şehrinin Üç Kurgan yöresinde doğan Şeyh Hasan; Oğuzların Bozok kolunun Günhan oğullarının Bayat boyunun On-Er oymağından gelmektedir. Şeyh Hasan dünyaya geldiğinde dedesi Bahşi Han oymak beyidir. Abbasi zulmünden kaçan Hz. Muhammed-Ali soylu Musa Kazım neslinden olanlar da Bahşi Han’a sığınırlar. Bahşi Han, oğlu Ahmet’i sığınmacı Musa Kazım’ın kız torunlarından Vedduha ile evlendirir. Bu evlilikten Şeyh Hasan doğar. BahĢi Han oğlu Ahmet bir Seyyide ile evliliğinden sonra kendini tasavvuf ve Alevi öğretisine verir. Ġlim ve irfan sahibi olan Ahmet, ġeyh ve Hâce ünvânlarıyla anılmaya baĢlar. Hz. Ali’nin oğlu Muhammed Hanifi soylulardan ve Hz. Hüseyin’in oğlu Zeyd soylu Seyyidlerden; Kur’an’ın batıni (içsel) özünü ve ilm-i Ledün konusunda feyz ve el alır. Kendisine Sufilik mahlası olarak da Viranî lakabı verilir. Bundan sonra ġeyh Ahmet Viranî olarak ünlenir. ġeyh Ahmet Viranî’nin ġeyh Hasan’dan sonra ġeyh Ahmet adında bir oğlu daha olur. Şeyh Ahmet Viranî on - on iki yaşlarına gelen iki oğlunu amcazadesi olan Hâce Ahmed Yesevî (Ö. 1166/7) dergahına eğitim ve öğretim için verir. Şeyh Hasan ve Şeyh Ahmed, Yesi’deki dergahtan Türkçe tarikat erkanı ve süluk adabını, İslami ilimleri, Türk sufiliğini, ahlaki ve tasavvufi kaide ve kuralları kısa zamanda öğrenerek Hâce Ahmed Yesevî’nin halifeleri arasına girerler. Şeyh Hasan, Bozkır göçebe Türk oymağından ve Bey soylu olduğu için; küçük yaşta iyi ok atar, iyi kılıç kullanır ve iyi at sürer, at yarışlarında ve ok atmada birinci olurmuş. Bu yeteneklerini bilen hocası Ahmed Yesevî, bir gün ona cemaatle cemde iken; “Sen, bir er değil, on er gücündesin, bundan böyle senin adın Şeyh Hasan On-er olsun ve böyle biline, böyle çağrıla...” der ve ardından dua eder. Efsaneye göre Şeyh Hasan’ın yaşama başlangıcı böyledir. Faruk Sümer, Oğuzların On-oklar mensubu olduğunu belirtmektedir. Ayrıca Selçuklu emirlerinden ve İsfahan’da padişahlığını ilan eden Bilge Beğ ünvanlı Un-ar adlı zattan da bahsetmektedir ki *5+; söylencede geçen On-er teriminin köken olarak On-ok ve Un-ar’dan gelmesi olasıdır. Ayrıca Şeyh Hasan’ın en son yerleşip zaviyesini kurduğu köyün adı da Onar’dır. Şeyh Hasan’la ilgili araştırma ve incelemesi yayınlanan arkeolog Dr. İsmail Kaygusuz’un, Onar Dede Mezarlığı’nda saptadığı “Bayat boyu damgası taşıyan mezar taşı” *6+ söylencelerin doğruluğunu kanıtlamaktadır. Şeyh Hasan’ın yaşamına söylence ile devam edersek *7+; Bahşi Han’ın vefatı üzerine beylikten feragat eden babasının yerine oymağının beyi (aşiretin reisi) olur. Kardeşi Şeyh Ahmet’i de ikinci reisliğe getirir. Aşiretin dış ilişkilerini ve askeri idareyi Şeyh Hasan yönetirken; iç düzeni ve dini işleri de Şeyh Ahmet yönetir. Orta Asya’daki iç karışıklıklardan ya da efsaneye göre Şeyh Hasan, “Piri Hâce Ahmed Yesevî’den icazet alarak Kırk Kalenderî derviş ile” veya oymağıyla Anadolu’ya (Rum’a) gitmek üzere Türkistan’dan hareket eder. Elimizdeki bir belgeye göre Şeyh Hasan Baba 21 Recep 582 (1186) tarihinde İsfahan Kalesi’nden yol izinnamesi alır. Şıh Mehmet Bini Abdullah Hindistani (Horasani)’nin yazdığı yazıda, X YAZILI BELGE “On iki imam ve şanlı evlatlarından olan Şeyh Hasan Baba’nın geçtiği bölgelerdeki; sultan, vezir, emir, büyük efendiler, İslâm kadıları ve onların hadimleri, her şehirde ve köyde, zaviye ve tekkelerde, kilise ve hayır yerlerinde; Arap’ın, Türk’ün, Acem’in, doğulusu, batılısı, Deylemliler, Akrad ve Haşimiler, hasılı devlet erbabı; gelip müracaat edeceklere ilgi gösterip, hediyeler ikram ve nimetlerden hissedar edip, koruyarak, bugüne kadar imdada yetişip, onları muhafaza etsinler.” *8+ denilmektedir. Bu belgeyi tarihi kaynaklarla karşılaştırma yoluna gidersek; Cüveyni ve İbnü’l Esîr’e dayanarak Mehmet A. Köymen şöyle yazmaktadır: “Harezmşahlar tahtı üzerindeki mücadele devam ederken, Dinar, Horasan’da daha fazla tutunamamış, emrindeki pek az kuvvetle Türklerin ezeli nasibi olan, yabancı ülkede, yabancı bir etnik unsur üzerinde, yeni bir devlet kurmak üzere, Kirman’a hareket etmek zorunda kalmıştır. 17 Aralık 1185’te Oğuz şeflerinden Dinar emrindeki Oğuzlarla Kirman’a girer.” *9] Muhtemelen Şeyh Hasan, Bayat boyu oymağıyla bu dönemde yurdunu terk ederek Batı’ya doğru göç etmiştir. C. Cahen tarafından “yayılma krizi” diye adlandırılan 1186-1205 yılları arasında, Horasan ve çevresinden dalgalar halinde gelerek, Güney-Doğu Anadolu, Irak ve Suriye’de bir süre yer tutmuşlardır. Bu dönemde ülke, Kılıçarslan tarafından kardeşi ve oğulları arasında on bir parçaya bölünmüş olduğundan, kargaşa içinde bulunuyordu. Göçer durumdaki ve sürekli silahlı ve asker olan Türkmen aşiretleri, prensler arasındaki bu mücadelelere birinden birini tutarak katılmak zorunda kalmışlardır. Prensler ve sultanlar, onların savaşçı arzularını harekete geçirerek, onları vurucu güç olarak kullanmışlardır *10+. Şeyh Hasan, oymağıyla bu dönemde çeşitli görevler almış olabilir. Dr. Kaygusuz, Şeyh Hasan Oner’in başında bulunduğu Bayat kabilesi Irak ve El Cezire Bayatları’ndandır. Çeşitli nedenlerden bir süre buraya yerleşmiş ve hakimi bulundukları kaleden ayrılarak kuzeye doğru zorlanmış olabilirler. Şeyh Hasan Oner’in dinsel liderliğinin, şeyhliğinin Necef ve Kerbelâ’nın bulunduğu bu bölgede daha da olgunlaştığı söylenebilir *11+. “Bodik Belgeleri” ve Şeyh Hasan ile Aşkirik köylerindeki söylenceler, Dr. Kaygusuz’un görüşlerini doğrulamaktadır. Şeyh Hasan; Kerbelâ, Necef, Bağdat ve Hicaz’a gitmiş, oradan da Mısır’a geçerek tekrar Bağdat’a dönmüştür. Bağdat’tan ise Konya’ya gitmiştir. Başka bir anlatımda ise Şeyh Hasan oymağıyla Halep’ten Sis (Adana), Maraş, Adıyaman, Akçadağ-Malatya (bugünkü Battal Gazi ilçesi) güzergahıyla Fırat’ın doğu yakasındaki Abdülvahap Gazi’nin türbesinin bulunduğu tepe ve Mukaddes Dağı’ndaki Mar Ahron Manastırı (kilise) ile Muşar’a kadar olan bölgeyi işgal eder. Muşar’da Şeyh Hasan Beyliği adıyla yarı özerk bir beylik kurar. Bölgedeki yerel halkları, Kürt, Ermeni, Zaza unsurları kendine tabi kılar. Metruk bir Paulicien kalesi olan yere de Şeyh Hasan adıyla bir köy ve zaviye kurarak başına kardeşi Şeyh Ahmet’i getirir. Bugünkü Tabanbükü adlı köy bu yerdir. Muşar ise bugünkü Aydınlar bucağıdır. O devirde bu bölge Anadolu Selçuklu Devleti’nin doğu sınırıdır. Şeyh Hasan da aşiretiyle tam sınır çizgisinde bulunmaktadır. Kanımızca o zamanki Malatya meliki bilerek sınırları korumak üzere Şeyh Hasan aşiretini bölgeye yerleştirmiştir. Süreç içinde Şeyh Hasan, yöreyi İslamlaştırmış ve Türkleştirmiştir. Şeyh Hasan muhtemelen 1196-1205 yıllarında bölgeye hakim olmuştur. I. Gıyaseddin Keyhüsrev (1205-1211) ikinci kez Selçuklu tahtına geldiğinde Oğuz/Selçuklu geleneğince oğullarını eyaletlere vali olarak göndermiştir. Büyük oğlu Şehzâde İzzeddin Keykavus’u Malatya’ya, ortanca oğlu Alaeddin Keykubat’ı da Tokat’a melik nasbetmiştir. Şeyh Hasan bu dönemde Malatya Meliki Şehzâde İzzeddin Keykavus’la sıkı ve iyi ilişkiler kurmuş, aşireti Fırat boyunca yerleştirilmiştir. İzzeddin Keykavus, babasının Malatya’da veremden ani ölümü üzerine, Kayseri’ye giderek 21 Temmuz 1211 günü merasimle tahta çıkar. Alaeddin Keykubat kardeşinin sultanlığını tanımayarak savaş açar. İzzeddin Keykavus kardeşi Alaeddin Keykubatı Ankara Kalesi’nde yakalayarak Malatya’nın doğusundaki Mişar Kalesi’ne gönderir. Mukaddas Dağı (Eşraf Briha Dağı)’ndaki Mar Ahron Manastırı’nın altındaki Masara (Muşar) Kalesi’nde mahpus edilen Alaeddin Keykubat bilahare yine aynı yöredeki Kezirbed Kalesi’ne nakledilir. Abûl-Farac, İbn-i Bibi gibi dönemin ünlü tarihçileri olayı vermektedirler. Müverrih Ebu’l-Fida ve İbn Vasıl olay tarihini 609 (1212) olarak vermektedirler *12+. Bugünkü Hasan Dağı dediğimiz yörenin Muşar ve Kezirbet kalelerinin yönetimi o devirde Şeyh Hasan’ın elindedir. Demek ki Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus çok güvendiği için Aleaddin Keykubat’ı kalebent olarak Şeyh Hasan’ın kontrolüne bırakmıştır. I. Aleaddin Keykubat dokuz yıllık MuĢar ve Kezirbet’teki kalebentlik döneminde bölgenin hakimi, kale komutanı, aĢiret reisi olarak ġeyh Hasan’la iyi iliĢkiler içindedir. Adaf (Kumlutarla), Kale, ġeyh Hasan, Eğribük köylerinde anlatılanlara göre dedelerin Kale’de muhafızlık ve bekçilik gibi hizmetlerde bulundukları belirtilmektedir. Söylenceye göre; Alaeddin Keykubat kalede hapisteyken ġeyh Hasan tekkesi postniĢini ġeyh Ahmet Dede’yi yanına davet eder; yıldız namesine baktırır ve remil ile bahtının açılmasını ister. ġeyh Ahmet Dede; Aleaddin Keykubat’a mahpusta kaygılanmamasını, geleceğinin ferah olduğunu, bütün Rum ülkesinin padiĢahı, ulu Sultan Keykubat olacağının muĢtusunu verir. Aleaddin Keykubat, Selçuklu tahtına geçtikten sonra, kız kardeĢi Gevher Hatun’u ġeyh Ahmed Dede’ye verir... [13] Aleaddin Keykubat (1219/20-1236/37) sultan olduktan sonra merkeziyetçi bir anlayışla devlet çarkına çeki düzen verir. Orduyu yeniden teşkilatlandırarak fetihlere girişir. Şehir ve kalelere tahkimat yaparak imar ve bayındırlık faaliyetleri başlatır. Dr. Kaygusuz’a göre, ġeyh Hasan, silahlı oymağı ve okçu birlikleri ile, Aleaddin Keykubat’la birlikte Kalonoros (Alaiyye-Alanya) Kalesi’nin alınmasına ve Fırat boyu fetihlerine katıldığı için Onar köyünü tescil ederek ve arazilerini ġeyh Hasan’ın kurduğu “Oner Zaviyesi”ne vakfeder [14]. Adaf’lı Ali Kıran ise, Aleaddin Keykubat’ın hizmetleri karĢılığı olarak okçu birlikleri kumandanı olan ġeyh Hasan’ın oğlu ġeyh BahĢiĢ’e bağıĢlamıĢtır. Vakıf belgesi ve Ģecere, Hüccet Malatya’da Hüseyin Ütebay ailesindedir. Yine Efendi Dede’nin anlatımına göre Aleaddin Keykubat, Şeyh Ahmed Dede’ye kızkardeşini verdiği gibi, Şeyh Hasan köyünü de vakfetmiş ve Hz. Ali soylu olduğuna dair şeceresini şerh etmiştir. Vakfiye ve şecere Malatya’da İhsan Gültekin’dedir. Tüm bu söylenceler tarihi olaylarla örtüşmektedir. Ayrıca şunu da göstermektedir ki, Selçuklu Sultanı Aleaddin Keykubat ile Şeyh Hasan, kardeşi Şeyh Ahmet ve oğlu Şıh Bahşiş’le ilişkileri güçlüdür ve birbirlerine çok bağlıdırlar. Şeyh Hasan’ın yaşam öyküsüne diğer bölümlerde devam edileceğinden burada kısaca değinilmesi yoluna gidilmiştir. Tarihsel verilerden saptandığına göre, 120 yıl yaşamış olan Şeyh Hasan 12. yüzyılın ikinci yarısı ile 13. yüzyılın ikinci yarısı ilk çeyreğine kadar yaşadığı zaman diliminde dolu dolu mücadele ile geçen bir ömür sürmüştür. II. Şeyh Hasan Külliyesi ve Cafer Paşa Camii ġeyh Hasan, Selçuklu ordusuyla Fırat Boyu’ndaki kalelerin fethine katıldıktan sonra bir Ermeni kenti olan Arapkir’e subaĢı rütbesiyle sultan tarafından atanır ve bölgede iktâ olarak verilir. Türkmen aristokratı ve Bayat Boyu beylerinden olan ġeyh Hasan, Arapkir’in Hezenek semtinin altındaki düzlüğe ordugahını kurar. Daha sonraları Uğuzlar (Oğuzlar) semti olarak anılacak olan bu yöreye askeri kuvvetler yerleĢtirerek Ģehir ve köylerin asayiĢini temin eder. Dokuma sanayinin ve ticaretin gelişkin olduğu Arapkir, esnaf ve tüccarından, İpek yolu üzerinde olduğu için geçen kervanlardan satış üzerinden belli oranlarda “rüsum” alınmaktaydı. Köylülerden ise ekin pazarındaki satışlarda hububattan “godik” nisbetinde “hums”, hayvan pazarında büyük ve küçük binek hayvanlarından farklı oranlarda akçe alınmaktaydı. Şıra pazarında, pekmez, bal, gibi yiyeceklerden de ayrıca vergi alınırken, savaş zamanlarında da özel narh alınırdı. Tüm bu vergi alımlarını tahsil eden Şeyh Hasan, kısa bir zaman sonra Arapkir’in eski yerleşim yeri ve kale içi olan Eskişehir’de (bugünkü Osmanpaşa mahallesi) kendi adı ile anılan bir tekke ve külliye yaptırır *15+. Taylor, l860’ta Arapkir’de bir Bektaşi tekkesi ile karşılaştığını yazmaktadır *16+. Ki, bu tekke, Şeyh Hasan Tekkesi’nden başkası değildir. Fakat, Meydanevi Cami’ye çevrilmiştir. Aşevi, Atevi gibi müştemilatı ile mal varlığı olarak da Vakıf arazileri, bağ ve kavaklıklar vardır. Yavuz Sultan Selim döneminde (l5l5) Arapkir Osmanlılarca fethedilince Türkmen beylerinden ve Arapkir eşrafından Kulibeğoğlu Ali Bey ve Şeyh Hasan aşireti mensupları, Kızılbaş oldukları için malları ellerinden alınarak başkalarına verilmiştir. Bu meyanda Şeyh Hasan Tekkesi ve Külliyesi’nin Vakfı’na da Arapkir eşrafından “Kestanzadeler” atanmıştır *17+. Şeyh Hasan Tekkesi’ne 1694 yılında Arapkir sancak beyi Cafer Paşa tarafından bir minare yaptırılarak camiye dönüştürülmüş, adına da Cafer Paşa Camisi denmiştir. Yine aynı yıl Onar köyüne de bir küçük cami yaptırılarak, Arapkir eşrafından Sabrioğularından bir imam atanmıştır. Her hafta Cuma günleri sayım usulüyle Onar köylüleri 1694’ten İttihat ve Terakki dönemine kadar Cafer Paşa Camii’ne mecburi namaza sevk edilmişler ve kontrole tabi tutulmuşlardır. Aynı uygulamayı 1566’dan itibaren Malatya’nın Yazıhan ilçesi Fethiye köyünde de görmekteyiz. İki köy de Dede ocağıdır. En son vakıf mütevvellisi Kestanzade Hacı Abdullah Ağa’nın vefatı üzerine aileden kimse kalmaz. Bunun üzerine 20.000 kuruşluk gelirli vakfın, Osman Paşa Mahallesi ahalisinin kendilerinin hakları olduğu iddiasıyla dava açarlar. Şeyh Hasan soyundan olduklarını ibraz eden belgelerle Onar köyü halkı da vakfın mal varlıklarının kendilerine ait olduğunu belirterek, 11 Nisan 1299 (1883) tarihinde Arapkir Mahkemesi’nde dava açarlar. Onar köyü halkına dava dilekçesini, “Karye-i mezküreden, Kalın Ali, Hatunoğlu Musa Kehâ, İmam Molla Süleyman, İbrahim Kehâ oğlu Mustafa Kefâ, İnce’nin oğlu Ömer Çavuş, Kara Memmedoğlu Ahmet, Hasan Kehâzade Koca Kehâ” imzalayarak, davanın seyrini anlatarak “adalet ve hakkaniyet dairesinde ahalinin gadre uğratılmamasını istemekte”dirler. Vakıf davası yıllarca sürer ve Arapkir’de hak iddia edenlerle Onar köylüleri arasında kavgalara neden olur. Dava Eğin kazasına aktarılır. Onar köylü Zabit (Yzb) Hüseyin Efendi davayı ciddi bir şekilde takip eder. İstanbul’da ikamet eden Onar köylü Hafız Efendi, Evkaf’tan, Nakibü’l Eşraflık defterinden, Defteri Hakanî kayıtlarından ve arşivlerden çıkarttığı Şeyh Hasan ve Onar köyü ile ilgili belgeleri Mülazım Hüseyin Efendi’ye gönderir. Eğin Mahkemesine belgelerle vakfın ve Şeyh Hasan Külliyesi’nin arazilerinin Onar köylülerine ait olduğu ispatlanır. Dava sürerken I. Dünya Savaşı başlar ve ardından İstiklal Savaşı devam eder. Köydeki erkeklerin hepsi savaşa gider. Dava da sürüncemede kalır. Cumhuriyet sonrası dava tekrar açılır. Eski muhtar Musa Çöp’ün köy adına davaları takip ettiğini belirtmektedir. Musa Çöp, Arapkir eşrafı ve eski köy imamı Sabri oğullarından bazıları, Oran köyünden bazı yalancı şahitler bularak mahkemede tanık olarak dinletmişler ve vakfın, caminin tarlalarını ve diğer mal varlıklarını “mürur-i zamana” uğradığından talan etmişler mahkeme de sona ermiştir. 1224 yılında kurulmuş ecdadımızın vakfı; “hasis, sahtekar, açgözlülerce talan” edilmiştir. Son olarak da l984 yılında Cafer Paşa Camisi’nde Bulunan Şeyh Hasan’a ait el yazma Kur’an ve kitaplar caminin kapısı kırılarak çalınmış, zanlılar hakkında soruşturma açılmasına rağmen bir şey elde edilememiştir *18+. III. Büyük Ocak Tekkesi Şeyh Hasan’ın Onar köyünde inşa ettirdiği meydanevi ve zaviyenin binası ve müştemilatının adı olup, “Sultan Onar meydanevi ve ocağı” da denilmektedir. Cem dergisinde “Cem Evlerinin Tarihsel Kökeni ve Mimari” adlı yazı dizisinde Türkiye’deki benzer meydan evlerinin mimari yapı sanatı özellikleri ve kökenini anlatmaya çalıştım *19+. Şeyh Hasan’ın 1224 yılında on iki direkli bir çadır görünümünde inşa ettirdiği Sultan Onar Meydanevi, Orta Asya Gök Tapınaklarına benzemektedir *20+. Büyük Ocak Tekkesi, 15 x 17 metre kare boyutunda, kareye yakın dikdörtgen planlı, 1.5 metre kalınlığında, 2.5 metre yüksekliğinde, taş duvarlara bindirilmiş yedi kat gökyüzünü ifade eden kırlangıç çatı, on iki direk üzerine kubbemsi olarak oturtulmuştur. Koca başlı direklerin üstüne kalın hatıl ağaçlar atılarak birbirlerine tutturulmuştur. Hatılların üstüne 10-20 cm aralıklarla kisek ağaçlar, bunların üstüne ise aralıksız, ters yönde mertek ağaçlar dizilmiştir. Aruda denen kısa ağaçlar merteklerin üzerine aksi yönde sıralanmış olup, üstlerine de hortut dalları ile ince çubuklar düzgün ve sıkça serilmiştir. Üstünde ise püşürük denen özel kırmızı toprak ile kıyılmış samanın karışımından olan çamur 15-20 cm kadar kaplanmıştır. Dama ise 20 cm. kalınlığında caşgan denilen özel killi, yağlımsı, kaygan toprak serilmektedir. Toprak yağmura karşı korunmak üzere sıkıştırılır. Yarı kubbeleştirilmiş damın tam orta yerinde taştan oyulmuş bir pencere ve duman deliği vardır. Bu delik, Gök tapınaklarındaki “tüğünük” denen ve tabanda yakılan ateşin dumanlarının çıktığı deliğin aynısı olup, güneşin ışınlarını da meydana yansıtan pencere işlevini görmektedir. Yine kubbemsi damın ortaya yakın bölümünde bütün direklerden daha kalın ve siyah, üzerinde kahve ve kızıl beneklerin olduğu “karadirek” denen ve kutsal sayılan bir ağaç direk vardır. Karadirek, Gök tapınaklarda simgeleşen “kutup yıldızı”nı ve “varlık birliği”ni sembolize eden düşünceyi anlatmaktadır. On iki direkler, on iki imamları ifade etmektedir. Aynı zamanda on iki kabilenin oturduğu gedikleri belirlemekte, on iki hizmet sahiplerini ve on iki post makamını sembolize etmekte ve dairede oturma konumlarını belirtmektedir. Karadirek aynı zamanda “Zat-ı mutlak”a giden “Sırat-ı müstakim”i ifade etmektedir. Taş pencere ise, “Sema’ya/Göğe ağma”nın, “Hakk ile hak olma”nın bir sembolüdür. Semazenler bu deliğin tam altındaki meydanda sema dönerler... Karadirek üzerinde “çerağ tası” bulunmaktadır. Cemden önce çerağ buradan uyandırılır ve bu törenden sonra “erkan” dede tarafından yürütülür. Ayrıca Karadirek’te Şeyh Hasan’ın tunçtan miğferi asılıdır ve “çırahban” tası olarak kullanılır. Karadirek’in dibinde ise “civher” toprağı vardır. Dede, meydan evi, görgü, cem için açıldığında Karadirek’in dibinde oturarak, sercem olarak görevini ifa eder. Onar köyünde, yıllık görgü cemlerinde önce, Şeyh Hasan Türbesi’ne bir koç tığlanır, sonra ise cem icra edilir. Büyük Ocak Tekkesi (Onar Zaviyesi/meydanevi)nin giriş kapısı ve eşiği özel bir ağaçtan yapılmış olup yaklaşık sekiz asırlık geçmişi vardır. Bunca senedir yaşa, yağmura dayanarak bu güne kadar bozulmadan gelmiştir. Eşiğe üç kez niyaz edildikten sonra Meydana uzun bir koridordan sonra girilir. Zaviyenin kapı girişinden sonra kurban tığlama yeri vardır. Kurban kanı bir kanalla önceki bahçeye akıtılmaktadır. Koridorun bir yanında ise, ikrâr verme ve müsahip törenleri için; rehber gözetiminde abdest alma kurnası vardır. Meydan evinin önünde, yemek pişirme yeri, aşevi, ekmek pişirme ocağı, kiler, hamam hela, çamaşırhane gibi odacıklar vardır. Sağ yanda iki katlı tekkeşin evi, ahır, samanlık, odunluk, misafirhane vardır. Sol yanda ise bahçe vardır. Mimari özelliklerini betimlediğimiz ġeyh Hasan’ın Onarlar köyündeki ilk evi dediğimiz ya da tarihi kayıtlarda “Onar Zaviyesi” olarak geçen, halk arasında ise “Büyük Ocak” denilen yapı, Selçuklular’ın ilk köyde inĢa edilen aristokrat bir Türkmen Beyi’nin malikhanesi, dini ibadet mekanı ve divanıdır. IV. Şeyh Hasan Ocakları Sultan Onar Ocağı ġeyh Hasan’ın Piri Baba’nın kızıyla evliliğinden olma çocuklarının Malatya-Arapgir- Onar köyünde kurdukları ocağın adına, Sultan Onar Ocağı denilmiĢtir. ġeyh Hasan’ın Türkmen oymakları arasındaki adı, Onar Dede – Onar Baba, Sultan Onar olarak geçmektedir ki ocağa da bundan dolayı ve babalarının adını belirtmek için Sultan Onar Ocağı adı verilir. Pir Sultan Abdal; Onar Dede Destanı adlı şiirinde “Adı Şeyh Hasan’dır, hem Derik Oner / Yetiş Onar Dede sen imdat eyle” *21] Piri Baba’nın hayatıyla ilgili araştırmalarımın bir bölümünü Cem ve Şahkulu Sultan dergilerinde yayınladım *22+. Şeyh Ahmet Dede Ocağı ġeyh Hasan’ın kardeĢi ve ġeyh Hasanlı AĢireti’nin ikinci reisi ġeyh Ahmet’in Alaeddin Keykubat’ın kız kardeĢinden olan oğlunun ve çocuklarının, Elazığ-Baskil-MuĢar, ġeyh Hasan köyünde kurdukları ocaktır. Şıh Bahşiş Ocağı ġeyh Hasan’ın Türkistan’daki evliliğinden olma Seyyid Ġbrahim’e dedesi BahĢi Han’ın adı da verildiğinden ġeyh BaĢiĢ olarak çağrılmaktadır. ġıh BaĢiĢ’in Elazığ – Baskil Adaf (Kumlutarna) köyünde kurduğu ocağın adı ġıh BaĢiĢ Ocağı, oymağının adı da BahĢiĢli olarak anılmaktadır. Seyyidan Ocağı ġeyh Hasan’ın Dersim’li bir ailenin kızıyla yaptığı evliliğinden doğan oğlunun torunlarından Seyyit adlı bir zatın Tunceli’nin Bodik köyünde kurduğu ocağın ve aĢiretin adıdır. Şeyh Hasan Ocağı ġeyh Hasan’ın Dersim bölgesinde evliliğinden olan oğlunun bir torunu Bodik köyünde; diğer torunu ġeyh Hasan ise Ağdat’ta ġeyh Hasan Ocağı adıyla bir dede ocağı kurmuĢtur. Ataları ġeyh Hasan’ın ocağına “Büyük ġeyh Hasan Ocağı” ya da sadece “Büyük Ocak” der ki Arapkir Onar köyündedir. Torun ġeyh Hasan’ın Ağdat’taki ocağına ise; “Küçük ġeyh Hasan Ocağı” denmektedir. V. Şeyh Ahmet Dede Yaşamı ve Köyü ġeyh Ahmet Dede’nin söylencesini torunlarından Ġsmail Gültekin dededen dinledim ve yazılı olarak da yine baĢka bir torunu Ġbrahim Karaduman Dede 3.5. l992 tarihli mektubunda anlatmaktadır. Nazmi Sevgen; “Efsaneden Hakikate” adlı l951 yılında yazdığı makalede “Sultan (Alaeddin Keykubat), hemĢiresini ġeyh Hasan Dede’ye vererek onu (Konya’dan) aĢiretiyle beraber Ģimdiki eski Malatya’ya sevk ve o civara iskân etmiĢtir. Bu hadise l232 M-630 H. Tarihe tesadüf eder” [23] Bu anlatılan hikaye bizim bölgeden derlediğimiz söylencelerle çeliĢmektedir. I. Alaeddin Keykubat kızkardeĢini ġeyh Ahmet Dede’ye vermiĢtir, ġeyh Hasan’a değil. Nazmi Sevgen’in diğer bir yanlıĢı ise; ġeyh Hasan’ın Onar köyündedir, ġeyh Hasan köyünde değildir. Yine ġeyh Ahmet’in Türbesi ġeyh Hasan köyündedir. Korucuk köyündeki Hasan Basri’nin türbesidir. Yayında gösterilen iki fotoğrafta yanlıĢtır. Ümit Serdaroğlu’nun [24] l975-l977 yılları arasında, Mustafa Özdoğan’ın [25] l977 yılında ODTÜ adına yaptıkları araĢtırmalarda Elazığ – Baskil – ġayhasan (Tabanbükü) köyünde ġeyh Ahmet’in türbesinin bulunduğu belirlenmiĢtir. Dr. Ġsmail Kaygusuz da ġeyh Hasan’ın türbesinin Onar köyünde olduğunu belgelerle saptamıĢtır [26]. Malatya tahrir defteri de bu hususu kanıtlamaktadır [27]. Nazmi Sevgen, “Munzur Dağlarının koytuluklarına sığınmıĢ olan Budik köyünde, Kalan aĢiretinden Gülabi kızı 95 yaĢındaki Leyla’nın elinde, Seyyid Kemal Ocağı’na ait vesikayı” bulduğunu ve okuduğunu söylemektedir. Pülümür’ün AĢkirik köyünden ve Bal UĢağı aĢiretinden Hüseyin Aydın’ın, Bodik’li Hasan Tosun’dan aldığı “Bodik Vesikaları’nı” biz de inceledik. Nesep/ soy ve tarikat kütükleri, menkibeler, efsaneler, rivayetler birbirine çok girmiĢ, oldukça uzun belgeler tomarıdır. ġeyh Hasan ve ġeyh Ahmet’in oğul ve torunlarının, aĢiretlerinin öyküleri birbirine karıĢmıĢtır. Saptayabildiğimiz kadarıyla, Kırıkkale’de Hasan Dede [28]; Konya’nın Karye-i Kocaç’da zaviyesi bulunan ġeyh Hasan-i Rumi ve Sarı Yakup (belgede Kara Yakup) [29] ile Karye-i Oğlan (veya Ulan) (Karaman’da) ġeyh Ahmetle [30] Halk arasında anlatıla anlatıla birbirlerine karıĢmıĢ söylenceleri de anonim Ģekline dönüĢmüĢtür. Bu dokümanları kimin yazdığı belli değildir. Söylenene göre bazı belgelerin altında mühürler kesilerek yırtılmıĢ olup gerekçesi belli değildir. Bodik vesikalarında ġeyh Hasan ve ġeyh Ahmet’le ilgili Konya ve I. Alaeddin Keykubat ile III. Alaeddin Keykubat (l297-l302) söylencesinin olası doğruluk payı da vardır. Dr. Kaygusuz’un söylediğine göre; 26 Mayıs l983 tarihinde Ġstanbul’daki “Uluslararası Anadolu Uygarlıkları AraĢtırma Sempozyumu”nda “ġeyh Hasan Oner” hakkında tebliğ sunduktan sonra, Mikail Bayram ile görüĢmesinde “ġeyh Hasan ile ilgili bir çok belgenin kendisinde olduğunu belirtmiĢtir. Mikail Bayram ile bugüne kadar bir iliĢki kuramadığımızdan belgeleri de göremedik. Bundan dolayı ġeyh Hasan ve ġeyh Ahmet’in Konya ile olan iliĢkilerine ihtiyatla yaklaĢıyoruz. Sayın Mikail Bayram kendinde olduğunu söylediği belgeleri yayınlarsa, söylencelerden kurtularak gerçekleri nesnel bakıĢ açısıyla daha iyi değerlendireceğiz. ġeyh Ahmet, söylencelere göre kardeĢi ġeyh Hasan gibi Hâce Ahmed Yesevi’nin halifelerindendir. ġeyh Ahmet; halim selim, çok uzun boylu bilge bir kiĢiymiĢ. Hocası O’na “Boyun kadar ulu olasın, soyun sülalen ebedi tavil ola, bundan böyle sen de ġeyh Ahmed Tavil olarak çağrılasın” diyerek dua edip, ocakta yanan bir dut köseğini alarak fırlatır. Hocası, ġeyh Ahmet’e “Sana destur ve nasip verdim. Git bu köseğiyi bul orası artık senin yurdun” der. ġeyh Ahmet de hocasının elini öpüp niyaz ederek yola revan olur. Fırat kıyısına düĢen dut köseğisini bulan ġeyh Ahmet, buraya tekkesini kurar. Müritleri çoğalınca burası köy olur. Adını da ağabeyine izafeten ġeyh Hasan koyar. Evlenir dokuz oğlu olur. Yaramaz olduklarından beddua eder hepsi bir günde ölür. Hepsini de bir mezara defneder. Soyu Alaeddin Keykubat’ın kız kardeĢi Gevher Hatun’la evliliğinden yani ikinci eĢinden yürür. Köyde anlatılanlara göre dokuz delikanlı Kürk AĢireti’ne iyi davranmadıkları için baba bedduasıyla bir günde ölmüĢlerdir, söylencesinin nesnel kanımızca Ģudur. Türkmen ġeyh Hasanlı AĢiretleri, Babailer ayaklanmasına katıldıklarından, Malatya Valisi’nin Kürtlerden oluĢturduğu orduyla isyanı bu yörede bastırarak, ġeyh Ahmet’in dokuz oğlunu da öldürmeleridir. Selçuklu Sultanı’nın soyundan olan ve daha küçük olan Gevher Hatun’un oğlu EMĠR-ÜL MÜMĠN’Ġ öldürmemiĢlerdir. Söylenceleri dinlediğimiz Ġsmail Gültekin tarikat adı Efendi Dede Mümin’in soyundan gelme torunlarındandır. Söylenceye göre; ġeyh Ahmet daha çok Alevi öğretisiyle ilgilenmiĢ, tekkesini bir okul gibi eğitim yuvası haline getirmiĢtir. Resmi Osmanlı ArĢivlerinde ġeyh Ahmet Tavil olarak geçmektedir. Tavil uzun olduğu için “Uzun Ahmet Dede”, “Kızıl ġah Ahmet Dede”, “Ulu ġıh Ahmet” adıyla da anılmaktadır. Torunlarından ünlü ozan Teslim Abdal, dedesi için Ģöyle demektedir: “ Bir adının ġah Ahmed öbürü Tavil-i tub-î Dede’sin ġah-ı Merdan Musa-ı Kazım Abbas neslisin Hâce Ahmed-i Yesevî Rum Halifesisin Ġn ziyaret eyle ġah Ahmed Dede’yi” L560 yılına, Kanuni dönemine ait Tapu Tahrir Defterinde; ġeyh Hasan Köyü ve dört mezrasıyla birlikte l05 hanedir. Ġki hane ġeyh Ahmed soyundan olduğu için vergiden muaf tutulmuĢtur. Nazmi Sevgen önemli bir olayı dile getirmektedir: “ġeyh Hasan Kolu’na ait bir Ģecere mevcut ve ġeyh Hasan Köyündeki aĢiret mensuplarının elinde iken, kendisini de bu aĢirete mensubiyetini ve dolayısıyla Türkmen olduğunu iddia etmek için eski Malatya Mensubu DĠYAP (ağa) tarafından alındığı ve Ģimdi nerede bulunduğu bilinmemektedir [31]. Dersim mensubu Diyap Ağa’nın ġeyh Hasan köyünden aldığı Ģecereleri Ġsmail Gültekin’e sorduğumuzda bize nedenlerini Ģu Ģekilde akardı: “Tarihi tam hatırlamıyorum ama l920-l922 yılları da olabilir, daha sonrası da. Köyümüzden ve amcazademiz Teslim Dede; bir kırat yüzünden haksız yere hakarete uğrar. Hakaret eden Malatya mensubu Mehmet Bey daha da ileri giderek çarĢı ortasında, Teslim Dede’nin yüzüne karĢı Alevi ve KızılbaĢlara söver ve tahrik eder. Teslim Dede de tabancasını ateĢleyerek Mehmet Bey’i öldürür. Ağır cezada yargılanır. Teslim Dede olayı bütün gerçekliğiyle anlatır. Durumu öğrenen ve taliplerinden olan Diyap Ağa köye gelerek ġecere ve belgeleri alarak Ankara’ya götürür. Atatürk’ün huzuruna çıkan Diyap Ağa; Seyyid-i Sâdattan olan Teslim Dede’nin haksız yere yargılandığını Atatürk’e anlatır. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait padiĢahlarca; “Hüccet, Secere, Vakıf, Ġcazetname” gibi kayıtları inceleyen Atatürk; hususi af teskeresi yazdırıp imza ve mühürleyerek, Teslim Dede’yi af eder” diyen Ġsmail Gültekin Dede son olarak da “Bu olay Atatürk’ün Alevilere verdiği önemi belirtmektedir.” demiĢtir. Şeyh Hasan (Tabanbükü) Köyündeki Türbeler ve Tekkeler: 1-ġeyh Ahmet Dede türbesi ve tekkesi 2- Hızır Türbesi 3- Teslim Abdal Türbesi ve tekkesi 4- DerviĢ Muhammed (Mehemmed) türbesi ve tekkesi 5- DerviĢ Ali türbesi 6- Kul Mustafa (Gül Mustafa) türbesi 7- Kalender Abdal türbesi 8- Gevher Hatun (Güher Ana) türbesi 9- Hasan Emiki (Arap Baba) türbesi 10- ġeyh Ahmet’in dokuz oğlunun toplu türbesi 11- ġeyh Ahmet’in soyundan gelen onlarca dedeye ait türbe ve mezarlar. ġeyh Ahmet Türbesinin plan ve kesitleri Ümit Serdaroğlu tarafından çizilmiĢtir [32]. ġeyh Hasan’ın Türbesinin mezar taĢının çizimini de Dr. Kayğusuz gerçekleĢtirmiĢtir [33]. Mustafa Özdoğan ise ġeyh Ahmet’in taĢ duvarlarla örülü ve çatı örtüsü beĢik tonozlu türbesini anlatmaktadır [34]. Her üç araĢtırmacının da birleĢtiği nokta mezarların ve türbenin Selçuklu dönemine ait olduğudur. Mühür Süleymanlı ve güneĢ gülü motifli Ģahidelerin bölgede sıkça rastlanılan Selçuklu mezar taĢlarıdır. Onar köyündeki tarihi çeĢme de Selçuklu dönemi taĢ yapı bir sanat eseri olup, ġeyh Hasan tarafından yaptırılmıĢtır. ġeyh Ahmet Türbesi de aynı yapı özelliklerine sahiptir. Her ikisinin de çatı örtüsü giydirme taĢ dizaynının üstü betonla kaplansa da içinden görünümü özelliğini muafaza etmektedir. TaĢ örme kubbe dört kemer taĢ örgüyle “L” Ģeklinde taĢ duvarlara bağlanmıĢtır. ġeyh Ahmet’in bir lahid Ģeklinde tam orta noktadadır. Güney duvarında bir mihrap vardır. Aynı lahidin bir örneği de Onar köyündeki Garip Musa adlı ġeyh Hasan evlatlarından bir dedeye aittir. ŞEYH HASANLI AŞİRETİ, OYMAK VE OBALARI: Türkiye coğrafyasının bir çok yöresine dağılmıĢ olan ġeyh Hasanlı AĢireti yaĢlılarıyla görüĢmemize hepsinin ortak düĢüncesi ve anlatımları Malatya’dan hicret ettikleri noktasından hareket etmektedir. Balıkesir’den Erzurum’a, Çorum’dan Mersine değin ġeyh Hasanlı oymakları Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Malatya’dan bölgeye geldiklerini söylemektedirler. ġeyh Hasanlı aĢireti, oymak, oba ve cemaatleri adı ile kurucusu ġeyh Hasan’ın adını tarih yazıcıları değiĢik Ģekillerde telafuz etmekte, ġıh, ġeh, ġah, ġeyh, ġex ile Hasanlı, Hasananlı, Xasanxanlı, Hasanhanlı gibi sözcüklerle yazmaktadırlar. Cevdet Türkay’ın BaĢbakanlık ArĢiv belgelerinde saptadığı ġeyh Hasanlı aĢireti, oymak ve cemaatine ait yöreler Ģöyledir. “ġeyh Hasanlı, Çarsancak (Diyarbakır Sancağı), “ġeyh Hasanlı (ġeyh Hasanlu); Kemah, Erzincan kazaları (Erzurum Sancağı), Çarsancak kazası (Diyarbekir Sancağı), Eğin kazası (Arapgir Sancağı); ÇemiĢgezek Sancağı, Diyarbekir Kığılı Sancağı, Palu Sancağı, Erzurum, Malatya Sancağı, ġeyh Hasanlı (ġeyh Hasanlu): Erzurum, Malatya, Arapgir, Harbut (Harput), Adana, Tarsus, Sis (Kozan), Ġçel ve ÇemiĢgezek Sancakları, Erzincan Civarı, Çarsancak kazası (Diyarbekir Eyâleti), Kığı kazası (Erzurum Sancağı) Ekrâd Yörükân taifesi”[35] Gerek bizim gerekse Edip Yavuz [36] ve Dr. M. RiĢvanoğlu’nun araĢtırmaları [37] ġeyh Hasanlı AĢireti örgütlenmesinin Göktürk-Oğuz Türkmen boy yapılanması ve uygulanmasıdır. ġeyh Hasanlı AĢireti; Oğuz töresine uygun olarak önce ikili sonra on ikili bölünme ile yirmi dört oymaktan teĢekkül etmiĢtir. ġeyh Hasan On-er oğuz oğulları ġeyh Hasan (Ağdat) Torun Boz-Oklar l2 Boy Seyyid (Bodik) Torun Üç-Oklar l2 Boy Ali Kemali; Erzincan adlı eserinde [38] “ġeyh Ahmet Dede, ġeyh Ahmet Yesevi evlatlarındandır. Bütün seyyid ve ocakların baĢ kaynağıdır. Biri ġeyh Hasan, diğeri Seyit adında iki oğlu varmıĢ; bazı aĢiretler bu iki babadan türemiĢlerdir. Fakat o aĢiretler arasında Seyyit adı söylemez. Her ikisinin soyuna birden ġeyh Hasanlı adı verilir” Ali Kemali yanlıĢ yazmaktadır. ġeyh Hasan ve Seyyit, ġeyh Hasan’ın torunlarıdır. ġeyh Ahmet Dede’nin oğulları değildir. Soy kütüğünde bu konu daha iyi anlaĢılacaktır. Yine ġeyh Ahmet Dede; Ahmet Yesevi’nin evladı olmayıp; “Anca uĢakları”dırlar. Nazmi Sevgen, “ġeyh Hasan Dede aĢireti bir müddet bize göre 920 H.- l514 M. tarihine kadar bu mıntıkada (ġeyh Hasan köyü) kalmıĢtır. Torunlarından ġeyh Hasan’la Seyyit isminde iki kardeĢ, Yavuz Sultan Selim’in Aleviliğe ve KızılbaĢlığa karĢı giriĢtiği mücadeleden korkarak aĢiret halkını toplamıĢ, hayat ve mevcudiyet muhafazası kaygısıyla Fırat’ın Ģarkındaki dağlık mıntıkaya (Dersim’e) sığınmıĢtır [39]. Bodik Vesikaları”ndaki kayıtlara göre; ġıh Hasan köyünde, ġıh Hasan ve Seyyit l530 senelerinde secere ve erkânları alıp Pertek civarında yedi yıl kaldıktan sonra, oradan göç ederek Kızılkilise Nazmiye civarında Kalma köyünde yerleĢmiĢler. Bir müddet sonra oradan da göç ederek Sultan Baba Dağı eteklerinde bulunan Bodik köyüne yerleĢen Seyyit burada kalmıĢ, kardeĢi ġıh Hasan Ağdat’a gitmiĢtir. Nazmi Sevgen’in yorumu “Bodik Vesikaları”ndaki bilgiler doğru olmaktadır. Bizim kanatimize göre de Yavuz sonrası ġeyh Hasan oymakları Munzur Dağları’na çekilerek yöreye yerleĢmiĢlerdir. Arapgir yöresinde de ġeyh Hasanlı obalarından bazıları giderek Iğdır’da Arapker ve Bayat köylerini kurmuĢlardır. Arapkir’de yaĢlıların anlattıklarına göre de; Yavuz’un katliamından korkanlar ġah Ġsmail’e sığınarak Tebriz, Erdebil ve Hoy yörelerine yerleĢmiĢlerdir. Gidenlerle irtibat Osmanlılar’ın son dönemlerine kadar sürmüĢtür. ġeyh Hasan AĢiretine tâbi, Halvori köyünden yüz on yaĢındaki Hasan KarataĢ; dedelerinin bir isyan sonucu, Malatya’nın ġeyh Hasan köyünden Halvori’ye geldiklerini söylemektedir. 1239 yılında Malatya-Adıyaman bölgesindeki Baba Ġshak’ın baĢlattığı Türkmen ayaklanmasından l8. yüzyıla değin bir çok ayaklanma olmuĢtur. Bu ayaklanmanın hangisi olduğu belli değildir. ġimdi rahmetli olan Hasan KarataĢ ve Süleyman Öztürk gibi yaĢlılarla her görüĢmemizde 700 yıl ile 300 yıl arasında değiĢen bir zaman dilimini telafuz etmiĢlerdir. Tüm bunlara karĢın yaĢayan sözlü tarih çınarları; Nazmi Sevgen’i doğrulamaktadır. Anılan makalesinde Nazmi Sevgen: “l700 tarihli tasarrufu teyyid, müdahaleyi men eden bir zabıt varakası. Varakanın metninde Halvuri Köyüne bağlı Huhi mezrasında Ahmet Çelebi’ye ait arazinin “eba’en ced” onun mülkü olduğu ve resmi tapusu dahi bulunduğu kayıt ve beyan edildiğine göre Dersimlilerin iki yüz sene evvel tasarruf haklarına riayet etmekte olduklarını, mutasarrıf bulundukları emlak ve arazi için “resmi tapu senetler” bulunduğunu öğrenmiĢ oluyoruz” demektedir ki söylenceleri doğrulamaktadır. Osmanlı döneminde ġeyh Hasan AĢireti’nin bölgeye iskan edildiği anlaĢılmaktadır. Yine Nazmi Sevgen Hacı BektaĢ Veli Tekkesi posniĢininden alınan bir hicazetname ile iki fermandan özet vermektedir ki ġeyh Hasan köyünün önemini açıklamaktadır. “ġeyh Hasan Dergahı’nın ġeyhi Merhum ġeyh Hasan evlatlarından Seyyit Mehmet Dede’ye Hacı BektaĢ Veli Dergahınca verilen ve üst tarafta “Hudost” hitabıyla baĢlayan l259-l843 tarihli icazetname de dikkate Ģayandır.” ġeyh Hasan Köyünde Es-Seyyit Kutub’ül –arifin ġeyh Ahmed Tavsi tekkesindeki derviĢlerden Seyyid Kamber ile diğer derviĢlerin tekâliften muafiyetleri hakkındaki ll70-l756 tarihli ferman ġeyh Hasan türbe ve dergahına atfedilen hususi ehemniyet göstermesi bakımından bir değer taĢımaktadır. “ġeyh Seyyid Muhammed Bin’i Seyyid Hasan’a ait Korucuk köyündeki araziye tecavüz edilmemesi hakkındaki Sivas Beylerbeyi Hafız PaĢaya yazılan ll53-l740 tarihli ferman KızılbaĢ Ocaklarıyla mensuplarının himaye ve siyanete mazhar olduklarını göstermesi itibariyle ayrıca tetkike sezadır.” [40] Nazmi Sevgen’in yorum ve düĢüncesi “resmi” kimliğinden kaynaklanmaktadır. Fakat yanlıĢlıklarını düzeltmekte görevimizdir. Bizim araĢtırmalarımızda Malatya-Sivas bölgesinde bir çok Alevi köylerinin arazileri eĢraf ve beylere verildiği BaĢbakanlık ArĢiv Belgeleri’nce kanıtlanmaktadır. Nazmi Sevgen’in belirttiği fermandaki tekkenin adı; ġeyh Ahmet Tavil tekkesi olacak. Türbenin adı da ġeyh Hasan değil, ġeyh Ahmet olacaktır. Onar zaviyesi, ġeyh Ahmet Tekkesi gibi bazı ocakzadelerin olduğu dergahlara Osmanlı Sultanlarının emri üzerine, Halifelik ve dedelik yapabilmeleri için; Hacı BektaĢi Veli Dergahı Dedebaba ile Çelebisinin onayı Ģarttır. 1818 tarihli Mazgirt ġeyh Çoban Ocağı’yla ilgili icazetnameyi yayınladım [41]. Garip Musa Ocağının da Hacı BektaĢ Tekkesinden icazet alarak halifelik yaptıklarını da bilmekteyiz [42]. Nazmi Sevgen’in anlattığı icazetname de böyle bir uygulamadır. Nazmi Sevgen, suretinin verdiği V. Vesika’nın açıklamasını yapmadan belgenin Torun Köyüne ait olduğunu söyleyerek Ģunları yazar: “Hozat’dan Sin’ye giden yol Torun Köyünün içerisinden geçer. Bu mıntıkada Bahtiyar AĢireti otururdu. Bahtiyarlılar garbi Dersim’de olmalarına rağmen Seyyid veya ġeyh Hasan kollarından hiç birine mensup değildirler. Bu vesikadan da Torun Köyünden Alaüddin Ağa’nın Berat sultani ve sureti defteri Hakani ile mutasarrıf olduğu Bakire Köyünden merasında kıta tarlaya, Zinbık Köyünden bazı kimselerin tecavüz ettiklerini, öĢürlerini sağman eminlerine verdiklerini, Ahmet BeĢe ismindeki eminin hücceti üzerine bu araziye on sene tasarruf etmiĢ iken Rumeli’ne kafir seferine gittiği zaman arazisine yine tecavüz edilmiĢ olduğunu anlıyoruz” [43]. Nazmi Sevgen Hicri l000-Miladi l591’den beri Dersimliler’in vergi verdiklerini, arazilerini padiĢah beratlarıyla tasarruf eylediklerini ve Rumeli’ne sefere gittiklerini belgelemeye çalıĢmaktadır. Ancak Sevgen Ģunu unutmaktadır; topraklar asker besleyerek sefere gitmek Ģartıyla bir ağaya temlik edilmiĢtir. Topraklar Dersim halkına verilmemektedir. Yavuz Sultan Selim’in Doğu ve Güney Anadolu’da uyguladığı politikalar gereği toprakları Sunnî Kürt aĢiretlerinden, devlete bağlılık karĢılığı ve sınırları korumak üzere dört yüz aileye bırakılmıĢtır [44]. Aleviler ise bölgelerinden sürülerek, toprakları Kürtlere bırakılmıĢtır. Bugünkü feodal ve aĢiretsel yapının temelleri Yavuz tarafından l5l4’te atılmıĢtır. Alevi Türkmenler ise haksızlığa uğramıĢlardır. Osmanlı Devleti sonuna kadar Doğu politikasını Yavuz’un koyduğu kurallara göre yönetmiĢ, Abdülhamit bu politikayı daha da katmerleĢtirmiĢtir [45]. Nazmi Sevgen; “Bahtiyar AĢireti, Seyyid veya ġeyh Hasan kollarından hiç birine mensup değildir.” yanılgısını da düzeltmemiz gerekir. Bahtiyarlılar, ġeyh Hasanlılar koluna mensup bir aĢirettir. ġeyh Hasan kolu: Abbasan, Bahtiyar, Ferhatan, Laçin, Karabali, Kazikali, Seyyid Kemal, KomeĢli, Ġksorlu, Gülabi, Bütikenli, Beyt oymaklarından oluĢur. Seyyid (han) Kolu : Arslan , AĢuran, Bal, Birman, Gav, Keçeli, Koç, Maksut, Rejik, ġam, Süleyman, Topuz oymaklarından meydana gelmiĢtir. ġeyh Hasanlı aĢiretlerinin bu tip örgütlenmesi kanımızca Dedelik Kurumunun teĢkilatlanmasıyla hayatiyet kazanmıĢtır. ġah Ġsmail’in Erzincan, Tercan’ın Sarıkaya yaylasında düzenlediği 1500 yılındaki Türkmen kurultayında aĢiretlerin böyle bir askeri yapılanmaya doğru gittiği izlenimini tarihi vesika ve söylencelerde müĢahede etmekteyiz. ġeyh Hasan Baba’nın torunlarının 15. yüzyılda Oğuz geleneklerine ve asker yapılanmasına göre aĢiretlerini önce ikili sonra üçlü daha sonra da on ikili hiyerarĢik bir yapıda örgütlenmeleri ve bölgenin de Safevi etkisinde olması kanaatimizi güçlendirmektedir. Çünkü Safevi Devleti’ni kuran Türkmen oymakları ve boy beyleridir. Bunların içinde Arapgirlu ve ġeyh Hasanlı, ġamlı, Bahtiyarlı gibi aĢiretler de vardır. Hasan soylu dedeler, ġah Ġsmail’in veya Türkmen yönetici beylerin emriyle Dersim bölgesinde KızılbaĢ obalarının baĢına geçerek “seyyidlik” hükümlerini de kullanarak ve örgütleyerek bugünkü ġeyh Hasanlı AĢireti’ni ortaya çıkarmıĢladır. BaĢlangıçta ġeyh Hasan ve ġeyh Ahmed’in lideri olduğu MuĢar ve çevresindeki köylerin dıĢında yapı oluĢmamıĢtır. Giderek güçlenmiĢ ve yerel kavimleri de katarak çoğalmıĢlardır. Örneklersek: Bali Cemaati: Kengiri sancağı, Zile kazası (Sivas Sancağı), Mecitözü Kazası (Amasya Sancağı), Keban Madeni Kazası (Malatya Sancağı), Aksaray Sancağı konar göçer ekrad taifesinden... [46] Halen Sultan Onar Ocağı’na: Çorum’un Sırıklı, Palabıyık; Amasya’nın Guyma; Zile’nin Oktab, Kırımoluk; Keban’ın Nimri, Dingider gibi köyleri talip olarak bağlıdırlar. Karabali Cemaati: Malatya, Erzurum, KırĢehir, Bozok, Diyarbekir, ÇemiĢgezek Sancakları, Çarsancak Kazası (Diyarbekir Sancağı ), Kuruçaç ve Kemalı Kazaları (Erzurum Sancağı), Ġznikmid Kazası (Kocaeli Sancağı) [47] Yine Sivas ve Erzincan’ın merkez köylerinde ve Divriği’nin köylerinde aileler halinde ġeyh Hasan Ocağı (Onar) talipleri vardır. Tunceli, Malatya, Elazığ, Sivas, Erzincan yörelerinden güzün Onar köyüne ġeyh Hasan’ın türbesine kurban kesmeye gelen yüzlerce insan vardır. Sekiz asırdır Alevi öğretisine önderlik eden ġeyh Hasanlı dedeler, çağdaĢ ve evrensel normlara ayak uydurdukları takdirde iĢlevlerini daha uzun zaman sürdüreceklerdir. Çözülmekte olan aĢiret yapısı yerini çağcıl sivil toplum kuruluĢlarına bırakırken; Dedelik kurumu ve Alevi öğretisi de bilim ıĢığında ve onun kurallarına uygun olarak yeniden yapılanmalıdır. ŞEYH HASAN VE ONAR KÖYÜNE AİT BELGELER : Aleviliğin toplumsal ve kültürel tarihi; efsane, rivayet, öykü, masal, destan, nefes gibi sözlü geleneklere dayanmaktadır. Yazılı belgeler yok denecek kadar azdır. 622’de “Medine Vesikası”yla baĢlayan Alevi tarihi baskılar sonucu gizliliğe bürünerek söylenceye dönüĢmüĢ, ozanların deyiĢlerinde terenmüm edilerek anlatılmaya çalıĢılmıĢ; dedeler ve babalar olay ve olguları keramet ve mucize Ģekline dönüĢtürerek, mitolojik bir hale getirip bugüne değin anonim tarzda anlata gelmiĢlerdir. Eski Türk’ün tarihi üzerine araĢtırma ve inceleme yapan, yabancı ve Türk tarihçiler, Türkler için içtimai teĢkilatlanmasını özetle Ģöyle anlatmaktadırlar: Türklerde temel unsur “kan akrabalığına dayanan birlik” yarı oymak idi. Oymağın her üyesi kendisinin ortak bir “ata”dan geldiğine inanırdı. Türkler’de kölecilik sistemi olmadığından Ģu veya bu nedenle oymağa sonradan dahil olanlar da aynı birliğin üyesi sayılırlardı. Zamanla oymaklar, dal budak salarak obalar haline gelmiĢlerdir. Bu büyümeye karĢın her oba veya oymak, yine de kendisinin baĢlangıçtaki atadan geldiğine inanırdı. Göçebe Türkmen oymakları, her yeni doğan çocuğa; ata, dede ve babalarının dahil oldukları boylarıyla Ģecerelerini öğretirler ve bundan dolayı meĢrebini ve kabilesini bilmeyen kimse kalmazdı. Üç yüzün üzerinde görüĢtüğüm ve yetmiĢ yaĢ üstündeki dede ve kocalar (yaĢlılar) Türkistan ve Horasan’dan Anadolu’ya göçlerinin öyküsünü ve ata Ģecerelerini tek tek anlatmıĢlardır. M. ġerif Fırat, HarzemĢahlar’la ilgi olarak Ģunları anlatmaktadır: “Moğollar tarafından saldırıya uğrayıp Diyarbakır’a doğru kaçan Celalettin HarzemĢah, Palu ilçesinin Ohi bucağında, oranın yerli halkı olan Dünbelli-Zaza’ları tarafından öldürülmüĢ ve bu hadiseyi haber alan Dersim eteklerindeki Türk kabileleri Palo’ya inerek Celalettin’in intikamını almıĢ ve cesedini alıp dersim dağlarının yüce bir noktası olan bir dağın baĢına defnedip bu türbeye Sultan Baba adını vermiĢlerdir.” [48] GörüĢtüğüm bu üç yüz yaĢlı Alevi, değiĢik ocak ve aĢiretten muhterem zatlar kendilerinin Türk, Harzemli ve Kıpçak boyundan olduklarını söyleyerek M. ġerif Fırat’ın anlattıklarını doğrulamıĢlardır. Bazıları belgeler göstererek mezheplerinin HarzemĢah Beyleri’nin soyundan geldiklerini kanıtlamaya çalıĢmıĢlardır. Bazıları ise, Dersim’de, Sultan Baba’nın bugüne dek itibar görmesi ve türbe olarak ziyaret edilmesinin, bölgenin Türk olmasından kaynaklandığını belirtmektedirler. Dersim bölgesinden ayrı bir yöre olan Adıyaman’ın merkez köylerinden Ahmethoca’lı, Üryan Hızır Ocaklı Hamo Dede (Mehmet BüyükĢahin); dedelerinin Erdebil tekkesinden yöreye geldiklerini söyleyerek Türkmen olduklarını, Osmanlılar’ın Aleviler’e yaptıkları zulümden korktukları için kendilerini Kürt göstererek kurtulduklarını, ama zaman içinde KürtleĢtiklerini belirtmiĢtir. Bölgedeki Adıyaman’ın ġambayatı köyünde ġeyh Hasanlı aĢiretinin bir obası, Hamo Dede’nin anlattıklarını doğrulamaktadır [49]. Bayat boyundan olan ġeyh Hasanlı aĢiretleri de “Türk Töresi”ni bugüne değin sürdürerek; “ced Ģeceresi”ni sözlü tarihle yaĢatarak ortak belleklerine nakĢetmiĢlerdir. Bodik tomarları (vesikaları); ġeyh Hasan köyündeki Ģecereler, Onar köyündeki Selçuklu ve Osmanlı belgeleri, Adaf köyündeki Ģecere ve Ağdat köyündeki belge ve eĢyaların tetkiki sonucu, farklı zamanlarda ve çeĢitli yerlerden alınmıĢ, onaylanmıĢ olmasından dolayı birbirlerini tutmaktadırlar. Söylence, izinname, icazetname, Ģecere, vakfiye, hüccat gibi belgeleri Hacı BektaĢ, Erdebil, Kerbela dergahlarına onaylattıkları gibi, zaman zaman da Selçuklu ve Osmanlı Sultanları’na onaylatmıĢlardır. Bu nedenle her onay makamından dönem dönem farklı soykütüğü ile tarikat yol kütüğü birbirine karıĢmıĢtır. ġeyh Hasan’ın soyunda, tarikat yolunu kimisi Zeyd’e, kimisi Muhammed Hanifi’ye ve Musa-i Kazım’a çıkarmıĢtır. Bu belgeleri tek tek incelemek burada mümkün olmayacağından sadece Onar köyündeki bazı belgelere değinilecektir. Özet olarak: 1. VAKFİYE: Y YAZILI BELGE BURAYA YERLEġTĠRĠLECEK I. Aleattin Keykubat (1219/20-1237/8) dönemine ait “On-Er Zaviyesi”ne ait vakıf belgesi aynı zamanda Onar Köyünün kuruluĢunu ve sınırlarını da belirleyen bir vesikadır. “ġeyh Hasan Oner içün ve evlât ve evlâd-ı evlâdı içün” vakfedilen araziler (1 Rebiülahır 621): 22 Nisan 1224 Pazartesi günü düzenlenen senetle verilerek “Emir-i azam” imzalamıĢtır. Bu senetle birlikte bugüne kadar köyün sınırları değiĢmeden gelmiĢtir [50]. 2. SULTAN III. MURAD’IN (1574-1595) FERMANI: 1 NOLU BELGE BURAYA Fermanın baĢ tarafında III. Murad’ın tuğrası vardır ve özetle Ģöyle demektedir [51]: PadiĢah Silahtarlarından, Kurd adında biri Onar’ı tımar kabul ederek köylülere zorluk çıkarır. Bunun üzerine; Onar köyünden ġeyh Ahmet, ġeyh Ali ve ġeyh Muhammed padiĢaha dilekçe vererek “raiyyet oğlu olmadıklarını, ellerindeki arazi için miri-ye 400 verdiklerini, buna dair ellerinde Emir-i ġerif ve Defter-i Hakani olduğunu” belirterek bu duruma engel olmasını isterler. PadiĢa H. 21 ġubat 1000 (M. 1592) Konstantiniye, tarihli fermanla Arapgir kadısına emir vererek: “Ġrade-i Seniyye mucibince... ve Defter-i Cedid-i Hakâni üzerine köylülerin tasarruflarından olay yerlere tecavüz olunmamasını, zorluk çıkarılmamasını buyurmaktadır. 3. SULTAN İBRAHİM (1640-1648) FERMANI: 2 NOLU BELGE BURAYA Onar köyü halkından Seyyid Osman oğlu Mustafa, Dersadete yolladığı dilekçesinde: “Ben Vakıf arazisinde ikamet etmekteyim. Sadattan olduğuma dair elimde, ġecere ve Hüccet-i ġer’iyye vardır. Yeni yazımda vergi hanesine yazılmadığından dolayı ileride bir engel çıkarılmaması için hatanın düzeltilmesini arz etmektedir.” PadiĢah da Ġrade-i Seniyye’de: “Hazine-yi Amire’de Vakıf Defteri’ne bakılınca yeni defterlerde Altı nefer buçuk avariz (vergi) hanesi olmak üzere kaydedildiğini, lakin, Osman ve Mustafa adı geçen haneye dahil olmasa bile rencide edilmemesi; ġecere ve Hüccet-i ġerriyye’ye muhalif ve Tahrir-i Cedide muğayir edilmemesi” hususunda, Arapgir kadısına hükmün ifası için emir buyurmaktadır. 28 Rabiyyülâhır 1055 (Miladi 1645) Konstantiniye tarihinde yazılarak gönderilmiĢ, bir nüshası da Ģahsın eline verilmiĢtir. 4 NOLU BELGE 4. SULTAN II. AHMED (1690-1695)’İN FERMANI: Arapgir kazasında vaki, Mezra-i ġeyh Hasan Çayırı ve Oner demekle maruf Vakf mezraya senedi 300 Akçe vererek sahip oldukları padiĢahın tahta çıkması nedeniyle ellerindeki; Berât-ı ġerif’in yenilenmesi dileğiyle, Mehmet ve Hasan ve Osman ve Mahmut namlı kiĢiler dilekçe verirler... PadiĢah da: Berât-ı Saâtet verdim. Buyurdum ki: Kimse onları incitmesin. Eskiden olduğu gibi, o yerlere ve Vakf-ı Mezra-yı mutasarrıf kıldım, sahip olsun iĢlesinler... (demektedir) ve Arapgir kadısına emir vermektedir. 16 Cemaziye’l âhır 1102 (1691) Kostantiniye (Fermanın arkasında defter kayıdı ve mühür vardır) 5. SULTAN II. MUSTAFA (1695-1703)’NIN FERMANI: 5 NOLU BELGE Fermanın baĢında padiĢahın tuğrası ve niĢanı olup özetle Ģunlar yazılmıĢtır: Arapgir kazasında vaki, Mezra-i ġeyh Çayırı ve ONER demekle mârûf Vakf- mezra senede 300 Akçe ile: Mehmed ve Hasan ve Osman ve Mahmut; bilfiil Berâat-ı ġerif’le mutasarrıfları olup, padiĢahın tahta geçmesi üzerine yenilenmesi için, Dersaadete müracaat ederler... PadiĢah; Berâtları onaylayarak, Berat Mütavellisinin hazineye devrini, Vakf-ı Mezra’ya usulüne uygun mutasarrıfının devletçe tayini ve devamına karar vererek, Arapgir Kadısına buyurur. 1 Rabiyyü’l Ahir ll07 (1695) Kostantiniyye 6. SULTAN III. AHMET (l703-1730)’İN FERMANI: 3 NOLU BELGE ġeyh Hasan evladından Halil ve Ġsmail isimli kimseler Arz-ı hal idüp, Arapgir Kazasında vaki ġeyh Çayırı ve Onar Karyesi dimekle maruf, mutasarrıf oldukları, defterde kayıtlı maktu öĢr verdiklerini, Arapgir ve ÇemiĢkezek Eminlerinin mezburlara kanaat itmeyüb, Hilâfı Kanun ve defter ziyade dört beĢ seneden beri, beĢer-altıĢar bin akçe fazla almıĢlardır. Bu hususun men edilmesi için, Emr-i ġerif rica eylediklerini, PadiĢaha muracaat ederler. PadiĢah: Buyurur ki, defterde kayıtlı maktü öĢre alınmasını, ziyade talep olunmamasını, kimsenin rencide edilmemesini, ve benim alâmet-i ġerifime itimat ediniz. 30 Cemaziye’l evvel ll34 (1722) 7. SULTAN I. MAHMUT (1730-1754)’UN FERMANI’NIN ÖZETİ: 7 NOLU BELGE Vakıf Mütevvelisi, fazla vergi istediğini, bu haksızlığa engel olunması için verilen dilekçe üzerine, Hatt-ı Hümayun’da: “Defterde maktu kayıt bulunduğunu, bunların ziraatleriyle uğraĢtıklarını, terekelerindeki öĢre razı olduklarını, fakat Vakf-ı Mezbur Mütevellisinin fazla talebiyle rencide ettiğini, bu babdan ġeyhülislam’dan Fetva-yı ġerif hüküm rica eylediklerini” “O yerlerden defterde öĢür yazılmıĢ olmayıp, maktu yazılmıĢ öĢre muadil maktülerini verdiklerinden, terekelerinden fazla alınmamasını, kimsenin rencide edilmemesini” “Kanun ve deftere ve Fetva-yı ġerife ve Emr-i Hümayuna muhalif edilmemesini, bu husus için bir daha Emr-i ġerif istenmesin, böyle bilin. Alâmet-i ġerifime itimat kılınsın.” 10 ġaban 1143 (1731) be Makam-ı Kostantiniye 8. PADİŞAH III. MUSTAFA (l757-1774)’NIN FERMANI’NIN ÖZETİ: 8 NOLU BELGE Arapgir Kadısına tevdi eliyle: Malüm, Seyyid Ġsmail, Seyyid Ahmet, Seyyid Ali, Seyid Musa, Seyid Veli, Seyid Yusuf ve diğer Seyid Ahmet, bunlar SAHĠBÜN-NESEB SÂDÂD- KĠRÂM’dan olup; (Peygamber soyundan), Ġsbât-ı neseb eylediklerine (ellerinde) Ġstanbul Nakiplerinden (senet) Temessük ve Hüccet’leri olduğunu. Bunlardan öĢür ve savaĢ zamanında herhangi bir yardım alınmamasının yetkilerce (Ehl-i Örf tarifesi tarafından) vergi yükümlülüğünden muaf tutulmasını, bunların A’Ģar ve Sefer zamanında hisselerine düĢeni yaptıklarını; Karye-i Mezbûre Zâbiteni ve devlet adamları, Emr-i ġerifime tabi, bu babdan kanuna ve Emr-i Humayûnuma muhalif olunmasın, uyulsun bu husus için müracaat edilmesin. ġöyle bilinsin, âmemet-i ġerifime itimat edilsin. 20 Rabbiyyü’l evvel 1183 Be Makam-ı Mahsusa-i Ġstanbul 9. Sultan Murat Han (1623-1640)’ın 1635 Revan ve 1637-38 yıllarında Bağdat seferlerine gidiĢ-dönüĢ Menzilnamesinde güzergah olarak Arapgir, Malatya yöresinden geçtiğini tarihi kaynaklardan bilmekteyiz [52]. Onar Köyü yaĢlılarının anlattıklarına göre; IV Murad, Bağdat Seferine giderken DiĢterik yaylasında binlerce askeriyle konaklar. Onar Zaviyesi PosniĢin Dede’si, PadiĢahı misafir eder ve ağırlar. Konuk severliğinden memmun olan padiĢah; DiĢterik yaylasını ve ġeyh çayırını Vakfiye’ye ilave ederek bu iki azeriyi Onar köylülerine verir. Fakat zaman zaman bu araziler Onar Köylülerinin elinden alınarak baĢkalarına verilir ve itiraflar çıkar. Sürekli Ģikayetler olur. PadiĢah her defasında Ġstanbul’dan olaya müdahele eder. 1848 (1264) yıllarında Onar Köyünün 39 hane olduğu elimizdeki Harman tespit Vergi tutanaklarından anlaĢılmaktadır. IV. Murad’ın Onar köylerine verdiği DiĢterik, ġeyh Çayırlı ve meraları elimizde mevcut olan ve bazı kısımları çürüdüğü için tarihini saptayamadığımız belgeden anlamaktayız. Lakin l9. yüzyılın baĢında Ağın köylülerinden bazı kiĢiler arazilere silah zoruyla el koyarlar. Sekiz yıllık bir hukuk mücadelesi sonucu itilaf çözülür. Sultan Abdülmecid’in l852 tarihli fermanıyla arazi tekrar Onar Köylülerine verilir. Bu tarihten birkaç yıl sonra DiĢterik yaylası tekrar Onar köylülerinin elinden alınır. 9 NOLU BELGE BaĢbakanlık Osmanlı ArĢivi’nde saptadığımız, BA. Ġrade, Meclisi Vâlâ l9690 nolu kayıtlı belgede “Arapkir Kazasının Hass-ı Mümâyün dahilinde mahlûl olan bin iki yüz kilo tohum istap ider. DiĢkerik arazi-i Emirîyen o civarda araziye ihtiyaçları olduğu beyan kılınan ve bedelini teslim etmekte bulunan Onar Karyesi ahalisine” l861 yılında satılır [53]. Onar köyü yaĢlılarının anlattıklarına göre; Mısır Hidivi Kavalali Mehmet Ali PaĢanın kızı Zeynep Hatunla evli olan Arapkirli Yusuf Kamil PaĢa (1805-1876) eĢinin BektaĢi olmasından dolayı, sarayda memuriyetliği, nazırlığı ve sadrazamlığı döneminde Onar köyü ve Arapkir’in Alevi köyleriyle özel olarak ilgilenmiĢtir. Çocukları Ġstanbul’a aldırtarak okutmuĢtur. Arazi ihtilalinde köylülere büyük yardımları dokunmuĢtur. 10. Abdülaziz Han (l861-1876) döneminde Onar köylüleri çevreden ve devlet yöneticilerinden bir baskı görmemiĢtir. Bu dönemde de “Büyük Ocak Tekkesi” faaliyete geçmiĢ, posniĢin dede seçimleri yapılmıĢtır. Ayn-i Cem törenlerini açıktan yaparak, ibadetlerini eda etmiĢlerdir. II. Abdülhamid Han’ın (1876-1909) tahta çıkıĢıyla tekrar baskılar baĢlamıĢtır. Söylenenlerden ve belgelerden anladığımıza göre: l877 tarihinden itibaren Abdülhamid tuğralı tapu senetleriyle Onar köyü arazileri, bağ ve bahçeleri; Arapkir eĢrafına parçalanarak peĢkek çekilmiĢtir. Onar köylüleri Arapkir eĢrafıyla sürtüĢmeleri sonucu: köylerini Eğin Nahiyesine (Kemaliye) bağlamıĢlardır. 1893 ile 1895 tarihlerinde tanzim edilmiĢ Mamuretü’l-Aziz (Elazığ) Sancağı Eğin Nahiyesi Onar köyüne ait Abdülhamit tuğralı tabu senetlerinde; “Miri arazi tasarruf etmek üzere sahibine Hakk-ı karar ile” verildiği gibi Arapkir eĢraf ve Ermeni tüccarlardan da para karĢılığı alınmıĢtır. Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat’ın ġeyh Hasan ve evlatlarına vakf ettiği topraklar; Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat’ın ġeyh Hasan ve evlatlarına vakf ettiği topraklar; Yavuz sonrası Cumhuriyet’e kadar döne döne satılmıĢtır. Sonuç olarak ġeyh Hasan, Türkistan’dan oymağıyla Anadolu’ya gelen Bayat Boyu Beylerindendir. Seyyidlik payesi ana soyundan gelmektedir. ġeyhliği ise: Hâce Ahmed-i Yesevi’nin halifesi olmasıyla birlikte, Zeyd ve Muhammed Hanifi’nin Horasan ve Necef ile Kerbela’daki torunlarından el ve icazet almasıyla olmuĢtur. OnER Oymağı, Anadolu’nun yerli kavim ve halklarıyla karıĢarak, harman olarak ve bir potada eriyerek yeni bir ortak kültür ve Ġslami daire içinde Türkmen yorumuyla inanç sistemi yaratmıĢlardır, buna Alevilik diyoruz. Tüm bu aĢiretlerin ortak paydası da, harcı da Aleviliktir. ġeyh Hasan da bu öğretinin Anadolu’daki mürĢitlerinden birisidir. DĠPNOTLAR:. 1. Abdülkadir Ġnan; Tarihte ve Bugün ġamanizm, Materyaller ve AraĢtırmalar, II. Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1972, s. 66-v.d. 2. Dr. A. Muhibbe Darga; Hitit Mimarlığı/1, Yapı sanatı, Arkeolojik ve Filolojik Veriler, Ġstanbul, 1985, ĠÜ. Ed. Fak. Yay. s.151-vd. 3. Burhan Oğuz; Türkiye Halkının Kültür Kökenleri 2; Ġstanbul, 1980, Doğu-Batı Yayınları, Ġst. Mat. S. 266-273. 4. Ömer Lütfi Barkan: Türkiye’de Toprak Meselesi, toplu Eserler-1, Ġstanbul, 1980, Gözlem yay. S. 819. Necdet Sakaoğlu; Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Tarih Sözlüğü; Ġstanbul, 1985, ĠletiĢim Yay. S. 137. 5. Prof. Dr. Faruk Sümer; Oğuzlar (Türkmenler), Tarihleri-Boy TeĢkilatı-Destanları, 3. Baskı, Eyül 1980, Ana Yay. s. 35-36, 109, 549. 6. Dr. Ġsmail Kaygusuz; Bir Doğu Anadolu Köyünün Kültürel GeçmiĢi Üzerine AraĢtırma, Oner Dede Mezarlığı ve Adı Bilinmeyen Bir Türk Kolonizatörü: ġeyh Hasan Oner, Ġstanbul 1983, Arkeoloji ve Sanat Yay. s. 15, resim: 23 ve resim: 24. 7. ġeyh Hasan söylencesinde temel aldığımız kiĢiler: Oner köyünden Hızır Dede, Nimri köyünden ġıh Ġsmail (Nimri Dede), ġeyh Hasan köyünden Ġsmail Gültekin ve Ġbrahim Karaduman dedeler, Adaf köyünden Ali Kıran. Bu kiĢilerin anlatımlarının ortak yönleri alınarak, tarihler kesitlere oturtulmuĢtur. 8. Bodik ġeceresi’ne iliĢik bir belgeden alınmıĢ olup özetlenmiĢtir. 9. Prof. Dr. Mehmet Altan Köymen; Büyük Selçuklu Ġmparatorluğu Tarihi, Cilt 2, Ġkinci Ġmparatorluk Devri, TTK Yay. 2. Baskı, Ankara 1984, s. 475, 489. 10. Claude Cahen; Pre-Ottoman Turkey, London 1968, s. 110-111’den aktaran Dr. Ġ. Kaygusuz, Age, s. 17. 11. Dr. Ġsmail Kaygusuz, Age, s. 31. 12. Gregory Abû’l-Farac (Bar Hebraeus); Abû’l-Farac Tarihi, Cilt 2, Türkçeye Çev. Ömer Rıza Doğrul, TTK, Ankara l987, 2. Baskı s. 491-505. Ġbrahim Artuk: Ala El-Din Keykubad’ın Meliklik Devri Sikkeleri, Belleten Cilt XLIV, Nisan 1980, S. 174, TTK Yay. s. 267-268. Mevlüt Oğuz; Malatya Tarihi, Ġstanbul 1985, s. 89-90. 13. Ġsmail Gültekin ve Ali Kıran’ın aktarımlarından. 14. Dr. Ġsmail Kaygusuz, Age, s. 33. 15. M.Orhan Bayrak, Türkiye Tarihi Yerler Kılavuzu, Remzi Kitabevi, 2. Baskı , Ġstanbul l982, s.450. 16. J.G.Taylor, l868, “Journal of a Tour in Armenia in the Deyrsim Dagh, in l866”, Journal of the Royal Georgraphic Society, 38, Türkçe yayın olarak bakınız: F. W. Hasluck’un BektaĢi Tetkikleri l928 Ragip Hulusi çevirisi. 17. Bakınız: Prof.Dr. Faruk Sümer, Safevi Devletinin KuruluĢu ve GeliĢiminde Anadolu Türkleri’nin Rolü, Ankara l976’ da Arapgirli Oymağı ve Emir Ali Kuli Beğ bölümleri (Elimdeki mahkeme dilekçeleri ve evrakları) 18. O yıl Arapkir Postası ve YeĢil Arapgir, Büyük Arabgir ġöleni, Özel Baskı l7 Aralık l994 Ġst. Tekin A.R.S. ġtr. 19. Ġsmail Onerlı, Cemevlerinin Tarihsel Kökenleri ve Mimari, I, II, III ve IV, Cem Dergisi, Sayı: 81, 82, 83, 84; Ağustos, Eylül, Ekim, Kasım 1998. 20. Emel Esin, “Tengrilik” (Türklerde Gök Tapınağına Dair), Sanat Tarihi Yıllığı, Ġ.Ü. Ed. Fak. Sanat Tarihi AraĢtırma Merkezi –XII-1982, Ed. Fak. Matbaası, 1983, Ġstanbul, s. 35 vd. 21. Dr. Ġsmail Kaygusuz. Age. Sf.l9 22. Ġsmail Onerlı: Selçuklu dönemi Sosyo Ekonomik YerleĢim Birimi, Merzifon’da Piri Baba Tekkesi I, II,III, Cem Dergisi sayı: 71,72,73 Ekim Kasım l997 ve Ocak 1998 Ġsmail Onerlı: Baba Ġlyas-ı Horasani- Merzifonlu Piri Baba ve ġeyh Hasan Oner Söylencelerinin Nesnel Temelleri, ġahkulu Sultan, A.Ġ.D. Sayı:2, Ġstanbul Ocak l999, ġahkulu Sultan Külliyesi Vekfı yayınları. 23. Nazmi Sevgen: Efsaneden Hakikate, Tarih Dünyası Sayı:21, 1951 s. 882 24. Ümit Serdaroğlu: AĢağı Fırat Havzasında AraĢtırmalar. 1975 ODTÜ yayını. Ġstanbul. 1977 25. Mustafa Özdoğan: AĢağı Fırat Havzası l977 Yüzey AraĢtırmaları ODTÜ yayınları Ġstanbul.1977 26. Dr.Ġsmail Kaygusuz, Age. 27. Doç. Dr. Refet Yinanç- Yrd. Doç. Dr. Mesut Elibüyük: Kanuni Devri Malatya Tahrir Defteri (l560) Gazi Üniversitesi Yayını. Ankara l983 28. Yunus Koçak: Hasan Dede ,Hayatı ve Öğretisi. Tarihsiz, Hasan Dede Belediyesi Kültür yayınları No:3. 29. Ömer Lütfi Barkan: Türkiye’de Toprak Meselesi. s.200 30. Ord. Prof. Ġsmail Hakkı UzunçarĢılı: Osmanlı Devleti TeĢkilatına Medhal. 3.baskı TTK. yay. l984 Ankara s.153. 31. Nazmi Sevgen: Efsaneden Hakikate adlı makale Age s.884 32. Ümit Serdaroğlu: Age. Levha:20 33. Dr.Ġsmail Kayğusuz: Age Resimli ll ve l2 34. Mustafa Özdoğan: Age; 62-72 35. Cevdet Türkay: BaĢbakanlık ArĢiv Belgelerine göre; Osmanlı imparatorluğunda, Oymak, AĢiret ve Cemaatle, Tercuman Yay. 1997 Ġstanbul. Sayfa :38,154,700ve 701 36. Edip Yavuz: Tarih Boyunca Türk Kavimleri. KurtuluĢ Matbası l968 Ankara. 37. Dr. Mahmut RiĢvanoğlu: AĢiretleri ve Emperyalizm; Boğaziçi Yay. Dördüncü baskı Ġstanbul l992 38. Ali Kemali: Erzincan Tarihi, Coğrafi, Toplumsal, Etnoğrafi, Ġdari, Ġhsai Ġnceleme AraĢtırma Tecrübesi. Kaynak Yay.2. baskı l992 Ġstanbul S. l62. 39. Nazmi Sevgen: Agm.sinde s.882 40. Nazmi Sevgen Efsaneden Hakikate adlı makale 41. Ġsmail Onarlı : Mazgirt’te ġeyh Çoban Ocağı; Cem Dergisi Sayı:92 Agustos 1999 s.26-27 42. Kutluay Erdoğan: Seyit Garip Musa, Cem Dergisi Sayı:88, Mart l999 ve devam eden sayılarda. 43. Nazmi Sevgen: Agm. 44. Ord. Prof. Ġsmail Hakkı UzunçarĢılı: Osmanlı Tarihi 2. Cilt 4.baskı, Ġstanbul’un fethinden Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümüne kadar, TTK yay. Ankara l983 s.275, 580, 58l, ayrıca bakınız:JV.Hammer, Osmanlı Tarihi. Cilt l, Çeviren: Mehmet Ata, Özetleyen:Prof. Dr. A. Karahan, MEB yay. Ġstanbul l970 45. Prof.Dr.Bayram Kodaman: Sultan 2. Abdülhamit Devri Doğu Anadolu politikası; TKAE. Yay.Ankara l987, A.Ü. Basımevi 46. Cevdet Türkay, Age. Sf. 222-224 47. Cevdet Türkay, Age. Sf. 459 48. M. ġerif Fırat: Doğu illeri ve Varto Tarihi, 3. Bas. Ank. 1970, KardeĢ Matbaası Sf. 102 49. Mehmet BüyükĢahin’le talibi olan Malatya’lı Bayram Boztepe’yle Topkapı’daki hırdavatçı dükkanında 1994 yılında görüĢtüğümde, 150’yi aĢkın köy sayarak, talipleri olduğunu söylemiĢtir. 50. Dr. Ġsmail Kaygusuz, Age. Sf. 25 25 ved. 51. Fermanları Ahmet Hazerfan TürkçeleĢtirmiĢtir ve arĢiv kayıtlarıyla karĢılaĢtırmıĢtır Kendisine yardımlarından dolayı teĢekkür ederiz). Ayrıca Osmanlı ArĢivinde vakıflar ve T. K. Md. ArĢivindeki tanıdıkları vasıtasıyla bize yol gösteren ve araĢtırmalarımızda yardımlarını esirgemeyen, Nakibü’l-eĢraflık kayıtlarından ġeyh Hasan evlatlarıyla ilgili kayıtları bulduran, Türkiye gazetesi Ġsth. ġeflerinden Nurettin Çakın’a da teĢekkürlerimizi bir borç biliriz. 52. Nezihi Aykut:IV Murad’ın Revan Seferi Menzilnamesi; Tarih Dergisi Sayı:34, Ġstanbul l984 Ed.Fek.s.l83. 53. Dr.Kaygusuz, AGE. S.23 (anılan belgelerin arĢiv damgaları fotokopisi elimizde mevcuttur.)