Orta ve Yükseköğretim Kurumlarına Öğrenci Seçme Sistemi: Bir Öneri Yard. Doç. Dr. Selami Aydın∗ saydin@balikesir.edu.tr Eğitim sistemimiz ile ilgili yoğun eleştirilerin üzerinde odaklandığı temel hususlardan birisi, lise ve üniversitelere öğrenci seçmek amacı ile yapılan merkezi sınavlardır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2006 yılına ait verilerine göre, ilköğretim okullarında 11 milyon, lise düzeyinde altı milyon öğrenci öğrenim görmeye devam etmektedir. Gerek ÖSS, gerekse ÖKS ve SBS’ye katılan öğrencilerin toplam sayısı, yine milyonlarla ifade edilmektedir. Ek olarak, lise mezunlarının başarısızlık durumunda izlenen dönemde yeniden sınava girmeleri, üniversitenin eşiğinde yığılmalara neden olmaktadır. Merkezi sınavlarla ilgili temel sorunlar, çeşitli boyutlar içermektedir. Öncelikle, uzun, yorucu ve zahmetli bir sınava hazırlanma süreci, gençlerimiz ve çocuklarımız üzerinde bir takım olumsuz etkiler meydana getirmekte, olası bir başarısızlık durumunda, zararlı etkiler, kalıcı hasarlara neden olmaktadır. İkinci olarak, bu sorundan doğrudan etkilenen kesim, öğrencilerin anne – babaları başta olmak üzere aile bireyleridir. Gerek maddi gerekse manevi açıdan yıpranan anne babalar, çocukları üzerinde zaman zaman baskı oluşturmakta, onlarla çeşitli iletişim sorunları yaşamaktadırlar. Diğer bir boyut ise, okullarımızda ders veren öğretmenlerimizi ilgilendirmektedir. Öğrencilerin yıllarca süren gelişme ve öğrenme süreçlerinin, öğretilen her konuyu kapsaması neredeyse imkânsız olan tek sınavla ölçülmesi ve buna bağlı olarak sınav merkezli öğrenmeye yönelik kurs ve dershanelere devam etmeleri, okullarda görev yapan öğretmenlerin varlık duygusuna zarar vermekte ve otorite kaybına neden olmaktadır. Sınavların toplumun bireyleri üzerindeki etkileri ile ilgili sorunlar listesini uzatmak mümkün olmakta birlikte, özet olarak söylenmesi gereken, merkezi sınavların bireyler üzerinde zararlı etkilere neden olduğu gerçeğidir. ∗ Balıkesir Üniversitesi, Necatibey Eğitim Fakültesi, İngilizce Öğretmenliği ABD. Öğretim Üyesi Sistemin temel sınırlılığından birisi de ölçme ve değerlendirmenin temel niteliklerinden biri olan geçerliliktir. Bir başka ifade ile yapılan bir sınavda öğretilen konu ile soru alanının eşleşmesi gereklidir. SBS, OKS ve ÖSS sınavları temel olarak, Türkçe, Sosyal, Fen ve Matematik alanlarından oluşan test maddelerinden oluşmaktadır. Ancak, sözgelimi lise yaşantısı boyunca haftada 3 saat olarak okutulan bir dersin ÖSS sınavına yansıması, belki birkaç soru ile sınırlı kalabilmektedir. Böylece bu konuda uzmanlaşmış olan dershane öğretmenleri, sınavda sorulma ihtimali olan alanlara özel olarak yönelmekte ve öğrencilerini yetiştirmekle birlikte, bazı derslerin tamamı ya da bir kısmı, merkezi sınavlara yansıtılamamakta, bu nedenle bazı dersler ve konular, öğrenciler tarafından gereksiz gibi algılanmaktadır. Diğer bir açıdan bakıldığında, merkezi sınavların kararlı ve güvenilirlik düzeylerinin yüksek oldukları görülmektedir. Ancak, her güvenilir testin, öğretimin içeriğini tam olarak yansıttığını söylemek mümkün değildir. Sonuç olarak, birkaç saat süren bir sınavı oluşturan test maddelerinin, yıllar boyunca sürmüş olan bir öğrenme sürecini ölçmesi mümkün değildir. Bir diğer sorun ise, testlerin yordama yapmadaki başarısızlığıdır. Bir başka ifade ile birçok öğrenci sınav sonucu yerleştikleri programlardan memnun kalmamakta, ilgi, yetenek, bilgi düzeyine uygun bölümlere ya da alanlara yönelemediklerinden şikâyet etmektedirler. Bilindiği gibi merkezi sınavlar, bir sıralama, seçme yerleştirme amacı taşımaktadır. Oysa öğrencilerin yetenekleri, yeterlilikleri, gelişimleri, başarıları da yerleştirme için anlamlı değişkenler arasındadır. Özetle, yönlendirmenin, sadece öğretim süreci sonundaki sınavlarla yapılmaya çalışılması da başarı ile sonuçlanmamaktadır. Sınavlara yönelik eleştiriler, gerek eğitim gerekse politika arenasında sıklıkla dile getirilmekle birlikte öneriler sunma noktasında bir kısır döngü yaşanmaktadır. Sistemin varlığı üzerine yürütülen politik tartışma, çözüme giden noktada bir fayda sağlayamayacağı gibi eğitim gibi nesnellik üzerine kurulu süreci de gerek sınavlara katılanlar, gerek sınav uygulayıcıları ve gerekse anne – babalar, öğretmenler gibi grupları da olumsuz etkilemektedir. Mevcut çözüm önerilerinin başında ise gelişmiş ülkelerde uygulanan sistemlerin ithal edilmesi gelmektedir. Kuşkusuz, bir sistemin kusursuz olması mümkün değildir ancak sistem ithal etme noktasında farklı kültürlere, gelişmişlik düzeylerine, istihdam alanlarına, sınavlara başvuran öğrenci sayılarına, orta ve yüksek öğretim süreci sonundaki kişisel ve toplumsal beklentilere dayanarak, bize özgü sistemler oluşturmanın gerekliliği çok açıktır. Alternatif sistemi tartışmadan önce mevcut eğitim ve öğretim sürecinin kısa bir değerlendirmeye alınması gereklidir. Ülkemizde sekiz yıllık zorunlu eğitim, en az dört yılı kapsayan ortaöğretim ve iki ila altı yıl arasında değişen yüksek öğretimin, bir öğrencinin hayatının en az 12 yılını kapsamaktadır. Sınav odaklı bakıldığında, SBS sınavına katılacak bir öğrencinin altı, ÖSS sınavına girecek bir adayın da en az on iki yıllık bir performansının birer merkezi sınavla değerlendirilmesi söz konusudur. Daha önce bahsedildiği gibi bir ya da birkaç sınavla bu uzun süreci değerlendirmek mümkün değildir. Bu nedenle, mevcut sistemin dezavantajlı yönlerini belirlemek, beyin fırtınası gerçekleştirmek, gerekli araştırmaları yapmak ve yeni bir sistem üzerinde kararlara ulaşmak gereklidir. Burada önerilen sistem, en yalın biçimi ile ilk ve orta öğrenim sürecinde öğrencilerimizin ilköğretim 4. sınıftan itibaren, o yarıyılda aldıkları her bir derse ait bilgilerinin her yarıyılın sonunda her ders için ayrı ayrı ölçülmesidir. Bu sınavlarla gerçekleştirilen ölçme sonuçlarını, iki amaç için değerlendirmek mümkündür. Birinci boyut, öğrencilerin lise ve üniversitelere yönlendirilmeleri, seçilmeleri ve yerleştirilmelerini içermektedir. İkinci boyut ise öğrencilerin aldıkları puanların aynı zamanda ders geçme notu olarak kullanılmasıdır. Sözgelimi, İlköğretim 4. sınıfa devam eden bir öğrenci, öğretim döneminin sonunda, Türkçe, Matematik, Fen ve Teknoloji, Sosyal Bilgiler, Yabancı Dil, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi, Görsel Sanatlar, Müzik ve Beden Eğitimi derslerinin her biri için, sözgelimi iki ya da üç oturumda, sınava katılacaktır. Seçmeli derslere katılmış olmaları durumunda, bu ders listesine Sanat ve Spor Etkinlikleri, Bilişim Teknolojileri ve Satranç derslerini de eklemek mümkündür. Bir başka örnekle açıklamak gerekirse, Sosyal Bilimler Lisesinin 12. sınıfında öğrenim görmekte olan bir öğrenci, mevcut müfredata bağlı olarak, Dil ve Anlatım, Türk Dili ve Edebiyatı, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, Sosyal Bilim Çalışmaları, Yabancı Dil, İkinci Yabancı Dil, T. C. İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük, Coğrafya, Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi, Felsefe ve Mantık derslerinin her biri için dönem sonunda ayrı ayrı sınava katılacaklardır. Buradaki önemli odak, önerilen sistemin, erken yaşlarda yönlendirmenin yapılmasını sağlama üzerine yoğunlaşacağıdır. Bir başka ifade ile öğrencilerin; ilgileri, yetenekleri, gelişimlerini, performansları, başarıları uzun vadede sağlıklı olarak değerlendirilecektir. Bir örnekle açıklamak gerekirse, 4., 5. ve 6 sınıfın her iki döneminde yapılan sınavlarda sözgelimi, Yabancı Dil konusunda yetenekli ve başarılı olduğu görülen bir öğrenci, aslında lise 10. sınıfta Yabancı Dil alanında olacağını çok önceden bilecektir. Dolayısı ile lise öğrenimi boyunca yetenekli ve başarılı olduğu bir alan olan Yabancı Dil Eğitimi alacak, üniversiteye de aynı alandan girmesi kolaylaşacaktır. Bu noktada, sistem, bireyin her alanda az şey bilmek yerine bir alanda çok şey bilmeyi sağlayacaktır. Böylece birey, yeteneği, bilgisi ve ilgisi olmayan alanlardan uzaklaşarak, hayatı boyunca mesleki anlamda gerçek bir doyum yaşayacaktır. Bütün bu sürecin sonunda, birkaç saat içinde yılların birikimini ölçmeyi amaçlayan merkezi sınavlara ise gerek kalmayacaktır. Bu noktada, önerilen sistemin, avantajlarından bahsetmek gerekmektedir. İlk olarak, erken yaşlarda, öğrencilerin performansları, bilgileri, yetenekleri, ilgileri, başarı düzeyleri belirlenecek, böylece öğrenme sürecindeki zayıf ve güçlü tarafları görme, sınıflandırma, sıralama ve yerleştirme süreci sağlıklı hale gelecektir. İkinci olarak, bu sınavların sonuçlarından elde edilen veri ile, öğretim programları, müfredat, ders kitabı, öğretimde kullanılan yöntem ve teknikler, öğretmen yeterlilikleri gibi öğrenme sürecini doğrudan etkileyen diğer faktörler de değerlendirilecek, sonuç getirici çalışmalar yapılabilecektir. Bir başka avantaj ise, sistemin uygulanması sonucu elde edilen verinin sınıf ve ders geçme sistemi açısından değerlendirilmesi yolu ile gerçekçi standartlar geliştirmek, okullarımızdaki sübjektif ve ölçme – değerlendirme prensiplerine uymayan uygulamaları elimine etmek ve öğretmenlerimizin iş yükünü hafifletmektir. Başarı durumuna göre öğretmenlerimizin performansını değerlendirerek bir ödül sistemi geliştirmek de, ayrı bir avantaj olarak değerlendirilebilir. Diğer yandan, sistemin bazı dezavantajları da mevcuttur. Öncelikle, sistem, öğretimi ve öğrenmeyi sınav odaklı hale getirecek, dershanelere yönlenme 4. sınıfa kadar inecektir. Ancak, dershaneler, müfredatlarını okul müfredatlarına göre düzenlemek zorunda kalacaklarından, bir başka ifade ile okul ve dershanedeki ders içeriği aynı olacağından, okullardaki nitelik artışı, öğrencilerin dershanelere yönelmesini engelleyecek bir unsur olarak da düşünülebilir. Tersinden bakılacak olursa, dershane ve kurslar, artık sadece öğrencilerin sadece sınav başarısını değil, aynı zamanda okul ve ders başarılarını artırıcı bir role sahip olacaklardır. Diğer bir dezavantaj, merkezi sınavın seçme ve yerleştirmeye ek olarak okul ve ders başarısını belirleyici olmasının, öğretmenlerin inisiyatifini azaltmasına neden olacağıdır. Sınav sonuçlarının, aynı zamanda öğretmen performansını değerlendirme için kullanılması, bu etkiyi azaltacağı gibi, öğretilen ve sorulanın aynı olması, bu dezavantajı bir ölçüde ortadan kaldırabilir. Ek olarak, performans ve proje ödevleri ile sözlü değerlendirmeler, sistem tarafından atanan puana belirlenecek bir oranda yansıtıldığı takdirde öğretmenlerimiz açısından sorun çözülmüş olacaktır. Ayrıca, gerek sınıf ve ders öğretmenlerini, gerekse rehberlik uzmanlarının öğrenciler hakkındaki yönlendirmeye yönelik görüşlerinin de sistem için yer bulması, merkezi sınav ve öğretmen dengesini sağlamak için yeterli olabilir. Bir başka sorun da yetenek derslerinin testlerle ölçülmesindeki zorluktur. Bu nedenle, yetenek derslerinin teorik içeriği sınava yansıtılırken, öğretmen tarafından yapılan ölçme ve değerlendirmenin daha büyük bir oranda dikkate alınması, bu sorunu da ortadan kaldıracaktır. Diğer bir sorun da lojistik destek boyutunda ortaya çıkacaktır. Bir başka ifade ile milyonlarla ifade edilen öğrencilerin her dönem sonu, her bir dersten sınava tutulmalarının maddi giderlerinin karşılanması, sınav hazırlama konusunda uzman bulunabilmesi gibi nicel sorunlar mevcuttur. Bu noktada hatırlanması gereken, ülkemizde, gerek Açık Öğretim Fakültesi gerekse MEB Açık İlköğretim ve Lisesinin, benzer bir ders ve sınıf geçme sistemi zaten uygulamakta olduğudur. Temel dezavantaj ise mesleki ve teknik okullara yönlendirmenin ne şekilde olacağıdır. Sistemin, bağıl bir değerlendirme ile öğrencileri erken yaşlarda sınıflandırmayı başarması durumunda, genel liselere yığılma yerine istihdam alanlarına yönelik ara eleman yetiştiren mesleki ve teknik okullara yerleştirilmeleri kolaylaşacaktır. Bireylerle ilgili kararlar, ne kadar erken alınırsa, onların hayatlarına yön vermeleri de aynı ölçüde kolaylaşacaktır. Böylece üniversite kapısı önündeki yığılmalar ortadan kalkacak, genel liseler yerine, farklı alanlara yönelik liselere dağılım sağlanacaktır. Lise düzeyinde mesleki ve teknik okulların yeniden canlanması, bu okullarda öğrenim görenlerin sadece iki yıllık Meslek Yüksekokullarına değil, aynı zamanda öğrenim gördükleri alanların çeşitli programlarına girme imkânı bulmaları ile mümkün olabilecektir. Bir örnekle açıklamak gerekirse, Meslek Lisesinin Bilgisayar bölümünde öğrenim gören bir öğrenci, ders başarısına dayalı olarak, sadece Meslek Yüksekokulunun Bilgisayar Bölümüne değil, aynı zamanda Bilgisayar Mühendisliği ya da Bilgisayar Öğretmenliği bölümlerine yerleşebilecektir. Bu alanlardan birine yerleşebilmek için de, öğrenciler, sadece aynı gruptakilerle yarışacaklardır. Bir diğer ifade ile ilköğrenim boyunca bir öğrencinin gösterdiği başarı ve buna bağlı olarak sıralamadı yeri, önce lise türünü, ardından, lise öğrenimindeki başarı ise üniversitede katılacağı alanı belirlemiş olacaktır. Sonuç olarak, başarı testleri ile birlikte uygulanacak olan yetenek ve teşhis testlerinin sonuçlarına dayalı bir yönlendirme, sıralama ve seçme süreci, bireyin kendi gerçeği ile tanışmasını sağlayacak, bu anlamsız yarış da kendiliğinden son bulacaktır. Kuşkusuz, her sistemin kendi içinde bir takım güçlü ve zayıf yönleri, avantajları, sorunları, dezavantajları ve sınırlılıkları vardır. Ancak, unutulmaması gereken nokta, bütün bu olumsuzlukların var olmasını, daha ideal sistemler oluşturmak için yeni fırsatlara dönüştürebilmektir. Sorunların çözümü ise gündelik, bürokratik, geçici ve katı önlemler yerine bilimsel araştırmaların sonuçlarına dayalı gerçekçi ve uygulanabilir öneriler ile mümkün olabilmektedir. Bu nedenle, üniversitelerimize ve dolayısı ile bilim adamlarımıza büyük bir sorumluluk düşmektedir. Bu da üniversite ve Milli Eğitim Bakanlığı arasında kurulacak güçlü, kararlı ve tutarlı bir bağla mümkün olabilecektir. Başka bir yazının konusu olmakla birlikte, kariyer odaklı bilimsel ilerleme yerine sorun – çözüm odaklı bir akademik performans sistemi, eğitim alanındaki sorunları çözmek için atılması gereken ilk ve en önemli adım olarak görülmelidir.