Sahibi/Owner Prof. Dr. Naci Gündoğan Rektör Editör/Editor Prof. Dr. Halil İbrahim Gürcan İletişim Bilimleri Fakültesi Dekanı Editör Yardımcıları/Associate Editors Prof. Dr. A. Halûk Yüksel Doç. Dr. Suzan Duygu Bedir Erişti Arş. Gör. Dr. Çağlar Genç Uluslararası İlişkiler/International Relations Specialist Prof. Dr. Uğur DEMİRAY Yayın Kurulu/Editorial Board A. Halûk Yüksel, Anadolu University, Eskişehir, TURKEY Abdullah Koçak, Selçuk University, Konya, TURKEY Ahmet Kalender, Selçuk University, Konya, TURKEY Ahmet Yalçın Kaya, Selçuk University, Konya, TURKEY Ali Şimşek, Anadolu University, Eskişehir, TURKEY Alper Altunay, Anadolu University, Eskişehir, TURKEY Amy Schmitz Weiss, San Diego State University, San Diego, CA, U.S.A. Andrea McClanahan, East Stroudsburg University of Pennsylvania, PA, U.S.A. Barbara Ruth Burke, University of Minnesota, Minnesota, MN, U.S.A. Besim Yıldırım, Ataturk University, Erzurum, TURKEY Burçe Çelik, Bahçeşehir University, İstanbul, TURKEY Bülent Çaplı, Bilkent University, Ankara, TURKEY Cem Pekman, Kocaeli University, İzmit/Kocaeli, TURKEY Diana Rehling, St. Cloud State University, Minnesota, MN, U.S.A. Don Stacks, University of Miami, Miami, FL, U.S.A. Erkan Yüksel, Anadolu University, Eskişehir, TURKEY Gerald Maclean, University of Exeter, Exeter, UNITED KINGDOM Giovanna Di Rosario, Université Catholique de Louvain, BELGIUM Halil İbrahim Gürcan, Anadolu University, Eskişehir, TURKEY Halim Esen, Adnan Menderes University, Aydın TURKEY Haluk Geray, Ankara University, Ankara, TURKEY Hasan Akbulut, İstanbul University, İstanbul, TURKEY İrfan Erdoğan, Atılım University, Ankara, TURKEY Joao Carvalho, Universidade de Aveiro, Aveiro, PORTUGAL Karin G. Wilkins, University of Texas Austin, Austin, TX, U.S.A. Kobby Mensah, University of Ghana Business School, Accra, GHANA Konca Yumlu, Ege University, İzmir, Turkey Lada Price, University of Sheffield, Sheffield, UNITED KINGDOM Lesley Ledden, Kingston University, London, UNITED KINGDOM Loredana Radu, SNSPA, Bucharest, ROMANIA Merih Zıllıoğlu, Galatasaray University, İstanbul, TURKEY Murat Ertan Doğan, Çukurova University, Adana, TURKEY Mutlu Binark, Hacettepe University, Ankara, TURKEY Nazlı Bayram, Yaşar University, İzmir, TURKEY N. Serdar Sever, Anadolu University, Eskişehir, TURKEY Nejdet Atabek, Anadolu University, Eskişehir, TURKEY Nezih Orhon, Anadolu University, Eskişehir, TURKEY Patricia Kennedy, East Stroudsburg University of Pennsylvania, PA, U.S.A. Pradip Panday, University of Rajshahi, Rajshahi, BANGLADESH Peyami Çelikcan, Maltepe University, İstanbul, TURKEY Raine Koskimaa, University of Jyvaskyla, Jyvaskyla, FINLAND Ralph Negrine, University of Sheffield, Sheffield, UNITED KINGDOM Robert McKenzie, East Stroudsburg University of Pennsylvania, PA, U.S.A. Roseanna Gaye Ross, St. Cloud State University, U.S.A. Sema Yıldırım Becerikli, Ankara University, Ankara, TURKEY Sezen Ünlü, Anadolu University, Eskişehir, TURKEY Süleyman İrvan, Eastern Mediterranean University, TRNC Stephanie Pukallus, University of Sheffield, Sheffield, UNITED KINGDOM Şahin Karasar, Maltepe University, İstanbul, TURKEY Wenjie Yan, East Stroudsburg University of Pennsylvania, PA, U.S.A. Kurumsal Kimlik Tasarımı/Corporate Identity Design Öğretim Gör. Eren Göksel Web Tasarım/Web Master Öğr. Gör. Gültekin Yaman Sevgili Okuyucular, Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Ulusal ve Uluslararası Hakemli Dergisi eKurgu 2017 yılı Haziran sayısını çıkarmıştır. Bu sayı her biri iletişim bilimleri çerçevesindeki alanyazına önemli katkı sağlayacağı düşünülen 8 makale içermektedir. Bu sayıya katkı sağlayan tüm yazarlara, hakemlere ve editör kuruluna teşekkür ediyorum. Sizlere kısaca makale içeriklerinden bahsetmek istiyorum. Yrd. Doç. Dr. Eda Mezda’nın “Bir Propaganda Aracı Olarak Siyasi Parti Reklamları: 2014 Yerel Seçimleri Örneği’ isimli araştırma seçim kampanyaları döneminde siyasi partiler için yayınlanan televizyon reklamlarındaki propaganda tekniklerini inceleyen bir içerik analizini yansıtmaktadır. Doç. Dr. Sibel Onursoy “Gazete Tasarımında Görsel Çekim: Bir Göz Takibi Çalışması” isimli araştırmasında gazete haberlerinin ana unsurları olan fotoğraf, metin ve başlıkların, gazete okurlarının görsel çekimini nasıl etkilediğini göz takip sistemine dayalı olarak ortaya koymaktadır. Kullanılan yöntemin özgünlüğüne ve gelecek araştırmalara da yol gösterici olmasına dayalı olarak oldukça dikkat çekici bir çalışmadır. Doktora öğrencisi Serdar Kaya’nın “1970’li Yıllarda Orhan Gencebay Filmlerinde Kent Hayatı” isimli çalışması Türk sinemasında arabesk şarkılı filmler furyası içerisinde tanımlanabilecek filmlerin sosyolojik eleştiri yöntemiyle analiz edilmesini içermektedir. Uzman Fatih Erken’in “Dijital Medya Çağında Mcluhan: Sıcak/Soğuk Araçlara İlişkin Güncel Bir Revizyon” isimli araştırması ise Marshall McLuhan’ın sıcak ve soğuk araç ayrımını teknolojik dönüşüme dayalı olarak yeniden sorgulamıştır. Arş. Gör. Nilüfer Pınar Kılıç’ın “Sağlık Hizmetlerinde Bireysel Yaşlı Ayrımcılığı” isimli çalışması ile sağlık hizmetlerinde yaşlıların uğradığı ayrımcılık hakkında farkındalık yaratmayı amaçlamakta ve var olan durum ile mücadele yöntemlerini araştırma bulgularına dayalı olarak incelemektedir. Doç. Dr. Deniz Kılıç ve Doç. Dr. Bilge İspir tarafından gerçekleştirilen “How Turkish Columnist Framed General Election in Turkey Held in November 2015 via Twitter” isimli çalışma Türkiye’deki köşe yazarlarının 1 Kasım 2015'teki genel seçimler hakkındaki tweet’lerine dayalı bir içerik analizini içermektedir. Yrd. Doç. Dr. Serkan Biçer ve Tülay Ertan’ın “Arafta Kalan Gençlik: Arsız Bela Hayranları Üzerine Etnografik Bir Çalışma” isimli çalışmaları, altkültür kodlarını taşıyan bir Türk Arabesk Rap şarkıcısının (Arsız Bela) hayranlarının incelenmesine dayalı bir etnografik sorgulama çalışmasıdır. Son olarak ise Doç. Dr. Özgül Birsen’in “Old Age (second spring) Programs in Turkish Radio Stations” isimli makalesi güncelliğini yitirmiş radyo programlarına ilişkin program üreticileriyle gerçekleştirilen görüşmelere dayalı olarak ortaya konulan sonuçları yansıtmaktadır. Gelecek sayımız 2018 Ocak ayı içerisinde sizlerle buluşacaktır. E-kurgu dergisi Haziran 2017 sayısının iletişim alanyazınına önemli katkılar sağlaması dileklerimle keyifli okumalar. Prof. Dr. Halil İbrahim GÜRCAN Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Dekanı/eKurgu Dergisi Editörü İÇİNDEKİLER/CONTENT Bir Propaganda Aracı Olarak Siyasi Parti Reklamları: 2014 Yerel Seçimleri Örneği 1 Political Party Ads as Propaganda Tools: 2014 Turkish Local Elections Eda MEZDA Gazete Tasarımında Görsel Çekim: Bir Göz Takibi Çalışması 20 Visual Attraction in Newspaper Design: An Eye-Tracking Study Sibel ONURSOY 1970’li Yıllarda Orhan Gencebay Filmlerinde Kent Hayatı 30 Urban Life In 1970’s Orhan Gencebay Films Serdar KAYA Dijital Medya Çağında Mcluhan: Sıcak/Soğuk Araçlara İlişkin Güncel Bir Revizyon 44 Mcluhan in The Age of Digital Media: A Current Revision on Hot/Cold Media Fatih ERKEN Sağlık Hizmetlerinde Bireysel Yaşlı Ayrımcılığı 53 Individual Ageism in Health Nilüfer Pınar KILIÇ How Turkish Columnist Framed General Election in Turkey Held in November 2015 via Twitter 78 Deniz Kılıç ve Bilge İspir Arafta Kalan Gençlik: Arsız Bela Hayranları Üzerine Etnografik Bir Çalışma 96 Youth in The Purgatory: An Ethnographic Study on Arsız Bela Fans Serkan Biçer ve Tülay Ertan Old Age (Second Spring) Programs in Turkish Radio Stations Özgül Birsen 120 BİR PROPAGANDA ARACI OLARAK SİYASİ PARTİ REKLAMLARI: 2014 YEREL SEÇİMLERİ ÖRNEĞİ Eda MEZDA1 ÖZET Propagandanın, bir etkileme aracı olarak tarih boyunca en etkin kullanıldığı dönemler siyasal seçim dönemleri olmuştur. Seçim dönemlerinde seçmenin oy verme davranışını çeşitli propaganda teknikleriyle değiştirme çabaları, günümüzde de medya ortamlarında devam etmektedir. Bu ortamlar içinde belki de en etkili olan televizyon, son yıllarda siyasal reklam spotlarının çok yoğun yer aldığı bir medya mecrası halini almıştır. Bu çalışmanın temel amacı seçim kampanyaları döneminde siyasi partiler için yayınlanan televizyon reklamlarındaki propaganda tekniklerini incelemektir. Bu genel amaç çerçevesinde, tarihte propagandanın en etkin kullanıldığı İkinci Dünya Savaşı dönemindeki Nazi propagandası referans alınmış, Alman lider Adolf Hitler’in ortaya koyduğu propaganda teknikleri, Türkiye’de yapılan yerel seçimlerin reklamlarında taranmıştır. Reklamlarda bu tekniklerin taranma sebebi, bunların günümüzde de yaygın olarak kullanılan propaganda teknikleri olmalarıdır 2014 Yerel Seçimleri sonucunda oyların %43,40’ını alarak birçok belediyenin yönetimine sahip olan AKP (Adalet ve Kalkınma Partisi) için kampanya süresince yayınlanan 45 adet televizyon reklamında; Hitler’in sözünü ettiği ‘basit mesaj’, ‘dar konu’, ‘duygulara dokunma’, ‘düşük tahsilliyi hedefleme’, ‘tek yanlı mesaj’ ve ‘mesaj tekrarı’ şeklindeki 6 propaganda tekniğinin ne oranda kullanıldığı iki kodlayıcı kullanılarak içerik analizi ile belirlenmiştir. Sonuç olarak basit mesaj tekniğinin % 75,56, dar konu tekniğinin % 82,22, duygulara dokunma tekniğinin % 71,11, düşük tahsilliyi hedefleme tekniğinin % 15,56, tek yanlı mesaj tekniğinin % 26,67, mesaj tekrarı tekniğinin ise % 86,67 oranında kullanıldığı görülmüştür. Bu durum söz konusu parti için yayınlanan reklamlarda Hitler türü propaganda tekniğinin büyük oranda kullanıldığını ispatlar niteliktedir. Anahtar kelimeler: Propaganda, siyasal reklam, Adolf Hitler, AKP, 2014 Türkiye yerel seçimleri POLITICAL PARTY ADS AS PROPAGANDA TOOLS: 2014 TURKISH LOCAL ELECTIONS ABSTRACT The propaganda has been the most effective political tool to influence voters during the election periods in history. Changing the voting behaviour of voters by various propaganda techniques continue today in mass media. Today, television is the most significant media for publishing many political ads. The main purpose of this study was to analyse the use of propaganda techniques in political advertisements which were published during the election period. For this purpose, the local election held in 2014 in Turkey was examined by using Adolf Hitler’s propaganda techniques which was the most widely accepted reference of Nazi propaganda in World War II. The use of Hitler’s 6 propaganda techniques –simple message, narrowing the issues, tapping into emotions, aiming at low educated, one-sided messages, repeating the message- in 45 ads published for AKP (Justice and Development Party) that takes 43.40% of the votes, determined by content analysis using the two encoders. The 1 İstanbul Aydın Üniversitesi, mezdaeda@gmail.com 1 cause of the searching of techniquse in ads, their propaganda techniques are widely used today. As a result, the techniques were used in ads in the following ratio; 75.56% for ‘simple message’, 82.22% for ‘narrowing the issues’, 71.11% for “tapping into emotions”, 15.56% for “aiming at low educated”, 26,67% for ‘one-sided messages’, 86.67% for ‘repeating the message’. The results has showed that Hitler’s propaganda techniques were largely used in AKP’s political ads. Keywords: Propaganda, political advertising, Adolf Hitler, AKP, 2014 Turkish local elections GİRİŞ 1942’de yayınladığı Propaganda Nedir? adlı kitabında Berkes’in kullandığı şu ifade propagandanın kitle iletişim araçları üzerinden ne denli etkin kullanıldığını açıkça göstermektedir: “Resmi propaganda ve sansür dairesi olan Comitte of Public Information’ın direktiği altında Hollywood’un yaptığı filmler Almanya aleyhine hiçbir nutkun, kitabın veya gazetenin yapamayacağı tesiri yapmıştır.” (Berkes, 1942, s.172). Örgütlü bir inandırma etkinliği veya bir beyin yıkama tekniği; Hitler’e göre ise insan ruhunu en iyi bilenlerin gerçekleştirdiği bir sanat olan propaganda, tarihin eski çağlarından beri ikna faaliyetlerinin önemli bir aracı olmuştur. En etkin kullanıldığı dönem olan 20.yüzyılın ortalarında ilk kez korkulan bir kavram halini almış, Lasswell’in bu konuda yazılmış ilk eser kabul edilen doktora tezinden bir an önce yok edilmesi gereken bir kaynak olarak bahsedilmiştir. En etkili iletişim tekniklerinden biri olarak görülmesi onu savaşlarda, siyasal seçimlerde ve kapitalizmin tırmanışıyla birlikte ticari reklamlarda bile kullanılan bir araç haline getirmiştir. Kitle iletişim araçları bireyleri toplumun kurumsal yapısıyla bütünleştirecek değerleri, inançları ve davranış biçimlerini onlara aşılamaya çalışırken (Herman ve Chomsky, 1999, s.21) bunu fark ettirmemek adına eğlendirme ve bilgilendirme görevini de icra etmektedir. Fikir ve kanaatleri değiştirmek amacıyla çeşitli mecralarda kendine yer bulan propagandayı, günümüzde kitle iletişim araçları içinde belki de en yoğun kullanan araç televizyon olmuştur. Son yıllarda yapılan çeşitli araştırmalar da, Türkiye’deki insanların başlıca aktivitesinin televizyon izlemek olduğunu ortaya koymakta (Ipsos KMG, 2015, s.38; SBT, 2014, s.64) ve televizyonun bilişsel işlevi nedeniyle ikna faaliyetlerinde en etkin araç olduğunu gözler önüne sermektedir. Dolayısıyla televizyon, propagandanın günümüzdeki en etkili aracı olarak kabul edilebilecektir ve bu durum çalışmada propaganda tekniklerinin ‘televizyondaki’ siyasal reklamlarda aranmasının sebebini açıklamaktadır. Televizyonda, seçim dönemlerinde yayınlanan siyasal reklamlarda kullanılan propaganda tekniklerini incelemek amacıyla yapılan bu çalışmada, Türkiye’deki 2014 yerel seçimleri sonucunda en fazla belediyenin yönetimini elde eden AKP’nin (Adalet ve Kalkınma Partisi’nin) bu seçimler öncesinde ulusal kanallarda yayınladığı reklamlar ele alınacaktır. Reklamlarda tarihte ismi propagandayla anılan Nazi lideri Adolf Hitler’in Kavgam adlı eserinde öne çıkardığı propaganda teknikleri taranacak ve tekniklerin reklamlardaki kullanımlarına dair sayısal verilere ulaşılmaya çalışılacaktır. Bu genel amaç çerçevesinde öncelikle siyasal reklam ve propaganda ilişkisi, televizyondaki siyasal reklamlar ve propaganda faaliyetleri, propagandanın genel anlamda kullandığı teknikler ve propaganda türleri ele alınacak, ardından reklamların içerik analizi yapılarak elde edilen bulgular tablolar halinde ortaya koyulan sayısal verilerle yorumlanacaktır. SİYASAL REKLAM-PROPAGANDA İLİŞKİSİ Reklam en genel haliyle bir şeyi tanıtma ve beğendirme faaliyeti olarak tanımlanırken, propaganda bir yayma ve benimsetme faaliyeti olarak yorumlanmaktadır (TDK, 2017). 2 Yoğunlukla ticari tanıtımlarda kullanılan reklam, 20. yüzyılın başlarında kitleleri tüketime yöneltmede başarılı iken, yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren siyasi propaganda alanında da kullanılmaya başlanmış ve bu durum, yüzyılın ikinci yarısından sonra artarak devam etmiştir. Diğer bir deyişle ticari satışı artırmada başarılı olan reklam, seçimlerde partilere oy kazandırmak amacıyla, içeriği değiştirilerek siyasi alanda uygulanmıştır. Bunun sonucunda seçmeni tüketici olarak görme eğilimi siyasi partiler arasındaki rekabeti körüklemiş ve seçmen kitle, hedef müşteri kitlesi olarak konumlandırılmıştır. Böylece, ticari reklamcılık tekniğinin siyasi bir parti, aday veya fikrin tanıtılması noktasında kullanılmaya başlanması dolayısıyla ‘siyasal reklam’ kavramı ortaya çıkmıştır (Doğan, 2013, s.34). Bu durum da reklam ve siyasal reklamı birbirine yaklaştırmaktadır. Reklam ve propagandanın yukarıda yer verilen farklı tanımlarına karşın, siyasal kampanyalarda bu iki faaliyetin iç içe geçmiş olarak karşımıza çıktığını söylenebilecektir. Özellikle seçim dönemlerindeki siyasal reklam faaliyetleri yoğun şekilde propaganda içermekte, partinin ideolojisini yayma ve benimsetme konusunda önemli işlevler üstlenmektedir. Dolayısıyla “siyasal reklam” faaliyetlerinin yapı itibariyle propagandaya daha yakın olduğu ileri sürülebilecektir. Ancak yine de bu yakın duruşa rağmen bu ikisi temelde birbirinden farklı kavramları ifade etmekte, reklamın ticari boyutu bu farklardan en belirgini olarak ortada durmaktadır. Özellikle reklamın temelde satışa yönelik ticari; propagandanın ise inanç ve tutumları değiştirmeye yönelik siyasi bir faaliyet olduğu söylenebilir. Topuz, siyasal kampanyalarda adayların amaçlarını: “1. kendisinin ya da partisinin düşünce ve görüşlerini duyurmak, 2. seçimi kazanmasa bile iyi oranda oy toplayarak gücünü kanıtlamak ya da öteki adaylarla pazarlık yapabilecek duruma gelmek, 3. Çoğunluğun oylarını toplayarak seçilmek” olarak sıralamıştır (Topuz, 1991, s.179). Tanımlardan ve söz edilen tekniklerden de anlaşılabileceği gibi, kampanyalarda sıralanan bu amaçların gerçekleşmesinde siyasal reklam ve propagandanın bir karmasının yöntem olarak kullanılması gerekmektedir. Siyasal reklam ve propagandanın farklarını sıralayan Domenach, reklamın kısa vadede propagandanın ise uzun vadede sonuç almaya yönelik olduğunu, propagandanın gizli bir kaynaktan yapılmasına karşın reklamın kaynağının belli olduğunu söylemektedir (Domenach, 2003, s.18). Tüm bunların dışında bu iki faaliyetin de başarıya ulaşmak adına toplumun ortak kültürel değerlerini kullanması, sürekli mesajını tekrar eden faaliyetler olması, mesajlarının yalın olması vb. birçok ortak tekniği kullandıkları için aynı yolu izleyen faaliyetler olduğu da ortaya koyulabilecektir. Propagandanın inançları değiştirmeye çalışırken “aldatma” ve “beyin yıkama” faaliyetlerinden faydalandığı savunulmaktadır (Cull, 2003, s.317). Ayrıca mevcut inanışları değiştirmeye çalışırken klasik yöntemleri kullanmanın yanında dikkatle planlanmış stratejik ve taktiksel yöntemler kullanmaktadır (Ziring, 1995, s.218). Nihayetinde propagandada temel amaç kitlelerin sorgulamadan inanarak belli bir ideoloji doğrultusunda harekete geçmelerini sağlamaktır (Özkan, 2007, s.16). bu harekete geçirme faaliyetini ‘siyasal reklam’ gibi kılıklara sokarak farklı mecralarda tekrar etmek de propagandanın kullandığı bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır (Özsoy, 2009, s.83). Tabi bu yöntemleri kullanırken propagandanın da bu mecraları siyasal reklam gibi çok özenli kullanması gerekmektedir. Tokgöz, bu konuda Napolyon’un “Dizginleri basına bırakırsam, iktidarda üç aydan fazla kalamam” sözlerini aktarmaktadır (Tokgöz, 2008, s.70). Aziz de Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels’in “Radyo olmasa idi, bu savaşı kaybederdik” sözlerini aktararak propagandada medyanın önemine vurgu yapmaktadır (Aziz, 2006, s.142). 3 TELEVİZYONDA SİYASAL REKLAMLAR VE PROPAGANDA Televizyon, kullanılmaya başladığı yıllardan itibaren düşünceleri yaymak için en etkin araç olarak görülmüştür. White, televizyonun bir ürünün satışı veya bir markanın tanıtımı için – pahalı da olsa- en ideal araç olduğunu; bunu yapmak için ürünün televizyondaki diğer tüm ürünlerden ayrılacak şekilde en akılda kalıcı ve ayrıcalıklı haliyle sunulması gerektiğini söylemiştir (White, 1980, s.89). Benzer şekilde Wells ve arkadaşları televizyonun, doğrudan satış hedefi olan ticari reklamlar için en uygun ortam olduğunu; kısa reklam spotlarının, bir şeyler izlerken beraberinde diğer birçok aktivite ile uğraşan televizyon izleyicisi tarafından en kolay takip edilebilen yayın araçları olduğunu aktarmıştır (Wells vd., 1992, s.501). Aynı yıllarda Russell ve Lane aktardıkları 1990 tarihli bir araştırmanın sonuçlarına göre televizyon izlemenin boş zamanları değerlendirmede; müzik dinlemek, telefonla konuşmak, kitap okumak, spor yapmak veya bir hobiyle uğraşmak gibi aktivitelerin içinde 26 puanlık bir farkla en fazla tercih edilen aktivite olduğunu aktarmıştır. Bunun yanında 1990 yılı verilerine göre Amerika’da evlerin % 98’inde en az bir televizyon olduğunu ve ortalama televizyon izleme süresinin 4 saatin üzerinde olduğunu ortaya koymuşlardır (Russell ve Lane, 1993, s.187). Bugün Türkiye’de bu rakamlara bakıldığında yine televizyon izlemenin, diğer aktivitelerin önünde olduğu görülmektedir. 2012 yılında 12 bin aileyi kapsayan bir araştırma, televizyon izlemenin yaklaşık 34 puanlık bir farkla ilk sırada yer aldığını ortaya koymuş (Milliyet, 2015); Ipsos KMG’nin yaptığı bir araştırma da Türkiye’de insanların % 84’ünün her gün televizyon izlediğini tespit edilmiştir (Ipsos, 2015, s.38). İstatistiklerin de gösterdiği gibi Türkiye’de televizyon, dolayısıyla televizyon reklamları hedef kitleye doğrudan ulaşmak bakımından en ideal iletişim ortamları sayılmaktadır. Televizyonda yayınlanan siyasal reklamlar, siyasi parti ve adayların ticari bir ürün gibi pazarlandığı, hedef kitlenin kültürel yapısının yanında beklentilerine uygun şekilde tasarlanan ve onlara doğrudan ulaşan içerikler olması bakımından propaganda için de en uygun araçlar olarak görülmektedir. Türkiye’de özellikle 1990 sonrası dönemde siyasal reklamların televizyonda yoğunluklu olarak yer aldığı ve bu reklamlarda çeşitli yaygın propaganda tekniklerinin kullanıldığı gözlemlenmektedir. Televizyonda propaganda faaliyetleri sürdürmenin önemine değinen Aziz, Türkiye’de askeri darbelerde ilk el koyulan yerlerin radyo ve televizyon kurumları olduğunu söyleyerek bunu ispatlamaktadır (Aziz, 2011, s.61). Bektaş propagandanın bir bakıma ticari reklamcılığın siyasete uygulanması olduğunu, bu yüzden de propagandanın Batı demokrasilerinde genellikle “siyasal reklamcılık” olarak ifade edildiğini söylemektedir. Aktardığına göre propaganda ve reklam tanımlarının özel bir anlamda birleşimi bütün dünyada “siyasal reklam” kavramının ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır (Bektaş, 2000, s.154). Propaganda Toplumbilim Sözlüğü’ne göre Latince ‘yaymak’ anlamına gelen ‘propagare’ sözcüğünden türemiştir. Aynı sözlükte “herhangi bir düşünceyi halka yaymak ve aşılamak için çeşitli araçlardan yararlanılarak yapılan telkin” şeklinde tanımlanan propaganda (Hançerlioğlu, 1986), ismini 1622 yılında 15. Gregory tarafından Katolik kilisesinde kurulan kardinal komitesi ‘Congregatio de Propaganda Fide’in bilimle mücadelesinden almıştır. O dönemde bu komite, teleskopla yaptığı gözlemlere dayanarak Dünya’nın Güneş etrafında döndüğünü ortaya koyan Galilei’yi engizisyonda yargılamış, propagandanın yalanı çağrıştıran olumsuz anlamı, bu büyük bilimsel gerçeği reddeden söz konusu örgütten kaynaklanmıştır (Severin ve Tankard, 1994, s.154). 1840'ların önde gelen ansiklopedistlerinden W.T.Brande’in, bu örgütün tarihçesini aktarmasının ardından propaganda terimine dair yaptığı yorumlamayı Qualter şu şekilde aktarmıştır: “Köken olarak bu eski kuruluştan adım alan propaganda, çağdaş siyaset dilinde, çoğu yönetimlerin dehşet ve nefretle karşıladıkları ilke ve düşünceleri yaymak için kurulmuş gizli örgütleri ifade etmekte 4 kullanılmaktadır.” Qualter’in söylediğine göre 17. ve 18. yüzyılda propagandaya dair neredeyse hiçbir şey yazılmamış, ancak sonraki dönemlerde propaganda bütün dünyada siyasal bilimcilerin en çok kullandıkları kavramlardan biri olmuştur (Qualter,1980, s.257). Propaganda üzerine yapıldığı bilinen ilk bilimsel çalışma siyaset bilimcisi ve iletişim teorisyeni Harold D. Lasswell’e aittir. Lasswell’in propaganda üzerine yazdığı doktora tezi, o dönemde bir eleştirmen tarafından “bir an önce yok edilmesi gereken Makyevelist bir ders kitabı” şeklinde yorumlanmıştır (Severin ve Tankard, 1994, s.153). Lasswell, makalesinde yüzle, vücutla, sesle hatta bir kalemle yapılan işaret ve jestleri ‘anlamlı semboller’ şeklinde nitelendirmiş ve propagandayı “toplumdaki kolektif tutumların, anlamlı sembollerin manipülasyonuyla yönetilmesi” şeklinde tanımlamıştır (Laswell, 1927, s.627). Günümüzde ise propagandanın en genel tanımını, Güncel Türkçe Sözlük “Bir öğreti, düşünce veya inancı başkalarına tanıtmak, benimsetmek ve yaymak amacıyla söz, yazı vb. yollarla gerçekleştirilen çalışma, yaymaca” şeklinde yaparken; Oxford’un yayınladığı Medya ve İletişim Sözlüğü’nde propaganda tanımı şu şekilde yer almaktadır (Chandler ve Munday, 2011, s.340): “Gündemin sorunlarını filtreleyerek, genellikle devletin veya belirli bir kuruluşun çıkarlarına hizmet edecek şekilde yapılan ikna edici kitle iletişimi. Kamuoyunun görüşlerinin; yalanlar, yarı-gerçekler ve tarihten alınan seçmeli hikayelerle kasıtlı olarak manipüle edilmesi.” Yıldırım, Kore-Irak örneğini ele aldığı ve psikolojik savaş tekniklerini anlattığı kitabında bir kurmay albayın propagandaya dair şu sözlerini aktarmaktadır: “Psikolojik harbin savunma ve saldırı silahı; propaganda, eğitim ve provokasyondur. Cephanesi ise; söz, yazı, resim, broşür ve e-posta şeklindeki bilgidir. Çünkü bu savaş tarzının amacı, insanları ikna etmek ve onları değiştirmektir. Bunu sağlamak için kullanılan yöntem de beyin yıkamadır.” (Yıldırım, 2007, s.151) Propaganda, bugüne dek tarih, gazetecilik, siyasal bilimler, sosyoloji, psikoloji vb. alanlarda yapılan araştırmalara konu olmuş disiplinler arası bir konudur. Siyasal bilimlerde, ideolojilerin yayılmasını amaçlayan faaliyetlerin halkın görüşünü nasıl etkilediği araştırılırken; gazetecilikte haberlerin şekillendirilmesi sırasında pozitif özelliklerin vurgulanması ve negatif olanların gizlenmesinin nasıl yönetildiği ortaya koyulmaya çalışılmaktadır (Jowett and O’Donell, 2015, s.1). Bunların yanında televizyon araştırmalarına da konu olan propaganda, bu bağlamda haber bültenlerinde veya siyasal reklamlarda kullanılan söylemi, görüntülerdeki grafiksel ve fotografik öğeleri, hatta siyasilerin beden dilini inceleyerek propaganda tekniklerini tespit edebilecektir. İkinci Dünya Savaşında etkin bir propaganda aracı olarak kullanılan radyonun yerini teknolojinin de ilerlemesiyle televizyon almıştır. Bektaş televizyonun, uluslararası propagandadan çok bir ulusal propaganda aracı olarak yaygın şekilde kullanılmasına karşın, günümüzde uydu yayınlarının yaygınlaşmasıyla birlikte eğlence biçiminde sunulan dolaylı propagandanın; ABD, İngiltere ve Almanya gibi ülkelerin Üçüncü Dünya Ülkelerine program satması şeklinde gerçekleştiğini açıklamaktadır. Aynı zamanda ABD’deki teknolojik gelişmeler, reklamcılığı kısa sürede farklı boyutlara taşımanın yanı sıra, sürekli yeni ikna ve propaganda teknikleri üretilmesini sağlamaktadır (Bektaş, 2002, s.114-119). Kitle iletişim araçlarının propagandayı kullanma biçimi de ele aldıkları Medya Halka Nasıl Evet Dedirtir adlı kitaplarında Herman ve Chomsky, Propaganda Modeli’ni altı süzgeç çerçevesinde ele almış, bu süzgeçlerden biri olarak da ‘reklam ruhsatları’nı saymışlardır. Dolayısıyla propagandayı bu denli aktif kullanan siyasal reklamlar ve devletin medya üzerindeki hegemonyasını açıkça ortaya koyan reklam ruhsatı baskıları düşünüldüğünde, reklamlar halkın görüşlerini iki koldan değiştirmeye çabalayan etkin araçlar olarak nitelendirilebilecektir. Herman ve Chomsky’ye göre de “propaganda kampanyaları hükümet 5 ya da en büyük medya şirketlerinin biri veya birkaçı tarafından başlatılabilir (…) Bazı kampanyalar hükümet veya medya tarafından ortak başlatılır, ancak bütün kampanyalar medyanın işbirliğine gereksinim duyar” (Herman ve Chomsky, 1999, s.93). PROPAGANDA TÜRLERİ VE PROPAGANDANIN KULLANDIĞI TEKNİKLER Propaganda, kaynağı, kullanılışı veya seviyesine göre çeşitli sınıflandırmalara tabi tutulmuştur. Bu sınıflandırmalar içinde belki de en ilgi çekici olanı Jean-Marrie Domenach’ın Politika ve Propaganda adlı kitabında propagandayı kullanılan tekniklere göre Lenin türü ve Hitler türü şeklinde ikiye ayırdığı sınıflandırmadır (Domenach, 1969, s.23-56). Rusya’da Bolşevizmin, Almanya’da Faşizmin yayılmasını sağlayan bu iki temel propaganda türü, teknikleri bakımından oldukça farklılık göstermektedir. Domenach’ın aktardığına göre halkın yüz yüze görüşmeler aracılığıyla bireyler veya topluluklar şeklinde bilinçlendirilmesine dayanan Lenin türü propagandanın temeli ‘eğitim’dir. Bu eğitimler; seminerler, okullar ve dernekleri aşarak, fabrikaları, köyleri hatta spor kulüplerini kapsar. İlkokul öğrencisinden çiftçiye kadar uzanan bu eğitim süreci her zaman, her yerde siyasi söyleşiler, konferanslar, seminerler şeklinde devam eder. Bu şekilde halkta sınıf bilinci yerleştirilmeye ve halk devrimci eylemlere yönlendirilmeye çalışılır (Domenach, 1969, s.2540). 1848’de Marx ve Engels tarafından yayımlanan ve Komünizm’in ilk bildirgesi olan Komünist Manifesto’nun sonlarında kullanılan şu ifadeler Lenin türü propagandanın doğasını yansıtmaktadır (Marx, 2003, s.63): Son olarak her yerde bütün ülkelerin demokratik partilerinin birliği ve hemfikirliği için çalışırlar. Komünistler kendi görüşlerini ve amaçlarını gizlemeye tenezzül etmezler. Ancak mevcut bütün toplumsal koşulların zorla yıkılmasıyla amaçlarına ulaşabileceğini açıkça ilan ederler. Varsın egemen sınıflar bir komünist devrim korkusuyla titresinler. Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur. Kazanacakları bir dünyaları vardır. Bütün ülkelerin işçileri birleşin! Gramsci de 1910-1920 tarihleri arasında yazdığı siyasi yazılarda şunları söylerken tam da Lenin türü propagandadaki örgütlenme şeklinden ve bunun gereğinden bahsetmektedir (Gramsci, 1998,s.23): Komünist devrim bir darbeyle başarılamaz. Devrimci bir azınlık şiddet yoluyla iktidarı almayı başarsa bile, bu azınlık kapitalizmin paralı kuvvetlerinin girişeceği bir karşı darbe ile ertesi gün alaşağı edilecektir; çünkü hazırlıksız çoğunluk, devrimci güçlerin elit tabakasının katledilmesine izin verilecektir. Kapitalistler altın ve yozlaşmanın teşvik edeceği tüm kötü tutkuların ve barbarlıkların alabildiğine gemi azıya almasına izin verecektir. Bu yüzden, proleter öncü bu gevşek ve kaygan çoğunluğu hem maddesel, hem de moral bakımından örgütlemeye gerek duyuyor. Hitler türü propagandanın esasında ise ‘şekilcilik’ yatmaktadır. Sembollerin yoğun kullanıldığı görsel şölenler, üniformalar, bayraklar, gamalı haçlar, sert jest ve mimiklerin öne çıktığı nutuklar yoğun güç gösterisinin birer öğesi olarak kullanılarak halkı bu akımın içine çekip peşinden sürüklemeye yönelik faaliyetler olarak kullanılır. Lenin türü propagandanın fikre ve eğitime verdiği önemin aksine, Hitler türü propagandada fikirden çok o fikrin halka sunuluş biçimi ve halkın o konuda tahrik edilmesi önemlidir. Hitler, liderin halkı peşinden sürüklemesi için gerekli özelliklerini şu şekilde aktarmaktadır (Hitler, 2005, s.460): Bir führer çoğu zaman bir tahrikçidir ve ilim ruhuna sahip olan kimseler ona isteyerek uymazlar, bununla beraber o führer olur ve bunun sebebi bellidir. Bir fikri kitleye yayabilecek kabiliyeti olduğunu gösteren tahrikçi, bir demagogtan başka bir şey olmasa bile, o aynı zamanda bir psikolog olmalıdır. Böyle bir insan, insanlardan ve olaylardan 6 uzak kalarak düşünce aleminde yaşayan bir teorisyenden çok daha mükemmel bir führer olur. Çünkü sevk etmek demek, kitleyi harekete geçirmek demektir. Fikri buluşların ve fikirlere şekil vermenin führerde aranan kabiliyetle bir münasebeti yoktur.(…) En güzel en mükemmel bir fikir, bir teori, eğer führer kitleyi ona göre harekete geçirtemezse, gayesiz ve değersiz kalır. Propagandanın yaygın sınıflandırmalarından biri de mesajın kaynağına göre yapılan ve kara (siyah), beyaz, gri propaganda şeklinde üç türü bulunan sınıflandırmadır (Becker, 1949; Cunningham, 2002; Bektaş, 2002; Tarhan, 2003; Yıldırım, 2007). Özsoy (1998) beyaz propaganda yerine “açık”, gri propaganda yerine “bulanık”, kara propaganda yerine de “sinsi” betimlemelerini kullanarak bu üç türün kaynağına da atıfta bulunmuştur. Zira bu üç propaganda türü; kaynağın bilinip bilinmemesi, doğrudan veya dolaylı oluşu ve mesajların gerçekliğiyle ilgilidir. Kara Propaganda Medya ve İletişim Sözlüğü’nde “yanlış bilginin kasıtlı olarak aldatmak veya yanıltmak amacıyla yayılmasını içeren propaganda biçimi” şeklinde tanımlanmıştır (Chandler ve Munday, 2011,s.107). Yıldırım ise kara propagandanın, yerleşmiş bir inancı yıkmak için yalan ve söylentilerden yararlanarak, kaynağı gizleyerek veya başka bir kaynaktan çıkıyormuş gibi göstererek yapılan bir zihin karıştırma faaliyeti olduğunu söylemektedir. Beyaz propagandayı ise bunun tam tersi, kaynağı açık şekilde doğruyu söyleyerek karşı tarafın taraftarlarını azaltmak amacıyla fikirlerini çürütme faaliyeti olarak açıklamaktadır (Yıldırım, 2007,s.160-161). Bu yüzden beyaz propagandanın ‘bilginin kullanılması’ ile müthiş benzerlik gösteren bir faaliyet olduğunu söylenmektedir (Cunningham, 2002,s.67). Gri propaganda ise kaynağının ya da doğruluğunun belli olmadığı propaganda türüdür (Baran ve Davis, 2015,s.44). Tarhan gri propagandanın ana malzemesinin “rivayetler” olduğunu ve iyi yazılmış bir senaryoda rivayetlerin rahatlıkla dilden dile dolaşarak, karşı taraf tarafından propaganda olarak algılanmadan iyi kabul gördüğünü söylemektedir (Tarhan, 2003,s.38). Günümüzde izleyiciler çok sayıda medya ortamından gelen sayısız iletiyle tam anlamıyla bir ‘iletişim karmaşası’ yaşamaktadır. Teknoloji sayesinde kitle iletişiminin yapıldığı ortamların sayıca artması, daha da önemlisi yasal anlamda hala tam olarak sınırlandırılamamış olan internetin çoğu vatandaş tarafından aktif olarak kullanılması ülkedeki iletişim akışını fazlasıyla değiştirmiştir. İnternet, dünyanın her yerinden ulaşılmasının kolaylığı nedeniyle, şimdiye kadar yaratılmış araçlar içinde yanlış yönlendirme potansiyeline en fazla sahip araç olarak nitelendirilmektedir (Bektaş, 2002, s.121). İzleyici dikkat çekici bir çok unsura rağmen doğru bilgiyi süzmek için çaba göstermekte, aynı zamanda bu kaotik iletişim ortamında daha da üst düzeye çıkan ‘manipülasyon’ ve ‘dezenformasyon’ olgularıyla baş etmeye çalışmaktadır. Chomsky medya aracılığıyla “zihinlerin bastırılıp, kitlelerin manipüle edildiğini” ve “tüketimci, itaatkâr ve siyasal elitleri rahatsız etmeyecek 'doğru' fikirleri taşır hale getirildiğini” söylemektedir (Sol, 2015). Türk Dil Kurumu’nun “seçme, ekleme ve çıkarma yoluyla bilgileri değiştirme” olarak tanımladığı manipülasyon (TDK, 2015), görsel çağın yalan söyleme şekli olarak kabul edilebilecektir Bu seçme, ekleme ve çıkarma işlemi yazılı basında habere, görsel basında ise habere eşlik eden görüntülere yapılmaktadır. Günümüzde siyasal iletişimde bir kara propaganda yöntemi olarak da kullanılan manipülasyonun en çok kullanıldığı yerler; siyasetçilerin konuşmalarında belirli cümleleri seçip bir araya getirerek halkın konuşmadan farklı anlamlar çıkarmasını sağlamak veya miting alanlarındaki kalabalığı çeşitli görüntü düzenleme programlarıyla kopyalama yöntemiyle çoğaltmak şeklinde olmaktadır (Hürriyet, 2015). Günümüzde, karşı propagandayla benzerlik gösteren bir diğer teknik de ‘dezenformasyon’ kullanımıdır. “Bilgi çarpıtma; kişiyi veya kurumu herhangi bir konuda bilinçli olarak gerçeği 7 saptırarak yanlış bilgilendirme” şeklinde tanımlanan (TDK, 2015) dezenformasyon çeşitli haber sitelerinde kendini gösterse de, en fazla yayıldığı ortamın sosyal medya olduğu görülmektedir. Denetlenmesinin zorluğu ve yasal kısıtlamaların yetersizliği nedeniyle, kullanıcılar tarafından korkusuzca yalan haber, sahte belge, manipüle edilmiş fotoğraf paylaşılan bu ortam günümüzde neredeyse herkesin bilgiye eriştiği bir ortam olması sebebiyle siyasette etkin bir kara propaganda ve karşı propaganda aracı olarak kullanılmaktadır. AMAÇ VE YÖNTEM Türkiye 2014 Yerel Seçimlerini konu eden bu çalışmanın temel amacı, seçimlerde oyların % 43,40’ını alarak, Türkiye’deki 1381 belediyeden 818’inin başkanlığı elde eden AKP’nin reklamlarındaki propaganda tekniklerini incelemektir. Bu genel amaç çerçevesinde kampanyanın propaganda dönemi olan 1 Ocak 2014 - 29 Mart 2014 tarihleri arasında tüm ulusal kanalların yayın akışları içinde yayınlanan 45 adet televizyon reklamı (Arter, 2015) Hitler’in ortaya koyduğu 6 propaganda tekniği olan ‘basit ve yalın mesaj’, ‘dar konu/tek odak’, ‘duygulara dokunma’, ‘düşük tahsilliyi hedefleme’, ‘tek yanlı mesaj’ ve ‘mesajın tekrarı’ çerçevesinde irdelenmiştir. Çalışmada seçimlerde en yüksek başarıyı elde edilen partinin reklam kampanyası örnek olay olarak seçilmiş, söz konusu reklamların seçimdeki başarıya belli oranda olumlu katkısı olduğu varsayımından yola çıkılmıştır. 27 tanesi ortalama 45 saniye, 11 tanesi ortalama 35 saniye, 5 tanesi 20 saniye, 1 tanesi 80 ve 1 tanesi de 180 saniye olan bu reklam spotlarında, adı geçen propaganda tekniklerinin taranması sonucunda reklam başlıkları ile tekniklerin yer aldığı bir matris oluşturulmuştur (Reklamda söz konusu propaganda tekniği kullanılmış => 1, Reklamda söz konusu propaganda tekniği kullanılmamış => 0). Tekniklerin incelenmesi için iki farklı kodlayıcı ile çalışılmış, çalışma sonunda iki kodlayıcının oluşturduğu matrisler Klaus Merten’in içerik analizi güvenilirlik hesaplama formülüyle karşılaştırılarak sonuçların güvenilirlik yüzdesi ortaya koyulmuştur. Reklamlar aracılığıyla, bölgesel izleyici grupları şeklinde hedeflenen kitlelerin oy verme davranışlarına, propaganda tekniklerini kullanarak etki edilmeye çalışıldığı düşünülmekte, bu çalışmayla bu tekniklerin reklamlardaki kullanımlarına dair yüzdeler ortaya koyulmaya çalışılmaktadır. İncelenen Siyasal Reklamlar Hakkında Genel Bilgi Analiz edilen 45 reklamdan ilk 23’ü benzer dramatik yapıda, ortalama 45 saniye uzunlukta ve bir senaryo üzerinden halktan kişileri canlandıran oyuncularla çekilmiş reklamlardır. Oyuncular, temsil ettikleri bölgenin ağzıyla konuşmakta ve o bölgede AKP’nin daha önce yaptığı hizmetlerden bahsetmektedirler. Oyuncunun anlattıklarına, sözlü ifadeleri destekleyen hareketli görüntüler eşlik etmektedir. Reklamların konuları; Kuskunkıran Tüneli’nin açılması, iki kıta arasına yapılan hızlı tren, şehirlerdeki temizlik hizmetleri, Ankara-Konya arası yüksek hızlı trenin faaliyete geçmesi, kar ambulansının köylere hizmet vermesi, SODES (Sosyal Destek Programı) aile hizmetleri, TOKİ (Toplu Konut Hizmetleri), İSMEK (Meslek Edindirme Kursları), IMF’ye borçların ödenmesi, öğrenci yurtları, SODES sporcu destekleri, çiftçi kredileri, kamuda başörtü yasağının kalkması, ders kitaplarının ücretsiz olması, tarihi eserlerin restorasyonu, havayollarının geliştirilmesi, Kürtçe televizyon kanalının yayına girmesi, Marmaray hattının açılması, gençlik ve kültür merkezleri, Karadeniz sahil yolu, sağlık hizmetleri, çocuk parkları ve engellilere verilen hizmetler şeklindedir. Her reklamda bir oyuncu, hizmetin faydalarından bahsetmekte ve memnuniyetini belirtmektedir. 23 reklamın tümünde konuşmacı “ben lafa değil, icraata bakarım” cümlesi ile son bulmaktadır. Bu reklamların tümünde “daima millet, daima hizmet” sloganı kullanılmıştır. 8 Ortalama 45 saniyelik olan diğer 4 reklam konuşma içermemekte, sadece hareketli görüntü ve ses efektleriyle ülkedeki olumsuz durumlardan olumlu durumlara geçildiğini anlatmaktadır. İlk reklamda silah sesleri sanılan seslerin, aslında Hakkari’deki havalimanı inşaat sesleri olduğu; ikincisinde Mardin’de duyulan ağlama seslerinin, aslında bir kına gecesi kutlamasından geldiği; üçüncüsünde Bitlis’te duyulan çocuk çığlıklarının, aslında bir ilkokulun bahçesinde oyun oynayan çocuklardan duyulduğu; dördüncüsünde ise Şırnak’ta bir askeri operasyondan geldiği sanılan seslerin, aslında bir köydeki hamile kadın için gelen ambulans helikopterden geldiği anlaşılmaktadır. Bu dört reklamın hepsinin sonunda “Yeni Türkiye daima ileri” sloganı tekrarlanmaktadır. Benzer yapıdaki diğer 11 reklam, iş hayatındaki profesyonelleri temsil eden oyuncuların konuşmaları ve konuşmayla uyumlu hareketli görüntülerden oluşmaktadır. Bu 11 reklamın tamamı “yıllardır bu hayali kuruyoruz, artık hazırız!” cümlesi ile başlamakta, icraatın anlatılmasından sonra “ben Yeni Türkiye’ye inanıyorum, Tayyip Erdoğan’a inanıyorum, bu yolda ben de varım” cümlesiyle sonlanmaktadır. Dış sesin “Yeni Türkiye yolunda daima ileri” sloganı da reklamı noktalamaktadır. Bu reklamların konusu ise, İzmir’e yapılacak liman, uçak üretimi, savunma sanayi, KKTC’ye ulaştırılan su kanalı, uzaya gönderilecek uydu, ihracatın artması, Yavuz Sultan Selim Köprüsü yapımı, İstanbul Boğazı’na yapılacak iki katlı tünel, İstanbul’a yapılacak havalimanı, İzmit Körfezi’ne yapılacak köprü ve yapılacak şehir hastaneleri şeklindedir. Kalan 7 reklamdan biri tüm halkın bir araya gelerek yüksek bir tepeden indirilen Türk bayrağını el ele tekrar dikmesini, Tayyip Erdoğan’ın şiir şeklinde okuduğu İstiklal Marşı eşliğinde gösteren reklamdır. 5 tanesi ise icraatları anlatan ilk 23 reklamın kolaj yapılmış versiyonlarıdır. Kalan son reklam Uğur Işılak’ın Recep Tayyip Erdoğan için bestelediği şarkı eşliğinde Erdoğan’ın halkla birlikte çekilmiş görüntülerinden oluşmaktadır. Hitler Türü Propagandada Kullanılan Teknikler Hitler ve Goebbels’in, bu propaganda türünü kendi başlarına keşfetmediklerini, ancak onu değiştirip geliştirerek kusursuz duruma getirdiklerini ifade eden Bektaş (2000:156) Hitler’in, Leninci propaganda anlayışını değiştirerek, onu “her olgu için kullanılabilen kendi başına bir silah” yaptığını söylemektedir. Hitler de kitabında propagandanın, kullanmasını bilenin elinde “korkunç bir silaha” dönüştüğünü söylemiş, mücadelede sonuç almak için kullanılan en insani usullerin, en sert ve kaba olanları olduğunu vurgulamıştır. O’na göre “Var olmak için mücadele etmek gibi yakıcı bir mesele karşısında bütün estetik düşünceler silinir” (Hitler, 2005, s.145). Dolayısıyla O, propagandanın bir var olma mücadelesi doğrultusunda sürdürülen bir taktikler savaşı olduğunu düşünmektedir. Hatta propagandanın zaruretine o denli inanmıştır ki, 1933’de Goebbels’e kabinede bir koltuk vererek, “Aydınlanma ve Propaganda Bakanı” olarak atamıştır (Evans, 2005, s.121). Bunun yanında, basını ve radyoyu propaganda aracı olarak öyle etkin kullanmıştır ki, Goebbels’in o zamanlar gazetelerin yayın müdürleriyle yaptığı bir toplantıdaki şu sözleri bunun iyi bir göstergesidir (Öymen, 2014, s.169): “Gazeteler hükümetin dilediği gibi çalacağı bir piyano gibi olmalıdır.”. Kitle iletişim araçlarını bu denli aktif ve kendi istediği doğrultuda kullanırken, propagandasını ne şekilde, hangi tür mesajlar üzerinden yayması gerektiğini de tespit etmiş, somut başlıklar halinde incelemese de, Kavgam adlı eserinde ortaya belirgin 6 teknik koyarak bunları net bir anlatımla dile getirmiştir. Bu teknikler; “basit mesaj tekniği”, “dar konu tekniği”, “duygulara dokunma tekniği”, “düşük tahsilliyi hedefleme tekniği”, “tek yanlı mesaj tekniği” ve “mesajın tekrarı tekniği” şeklinde başlıklar altında incelenebilir. 9 Basit Mesaj Tekniği Bu teknik, günümüzde de başarılı bir kitle iletişiminin gereği kabul edilmekte, çok sayıda medya ortamından izleyiciye akan bilgi karmaşasında mesajların basit ve anlaşılır olması, mesajın hedefine ulaşmasında en önemli koşul varsayılmaktadır. Hitler bu tekniğin gereğinden çok açık bir ifadeyle şöyle bahsetmektedir: “Her propaganda popüler olmalı ve hitap ettiği zümrede en dar kafalının dahi anlayabileceği bir seviyede bulunmalıdır. Bu şartlar altında propagandanın manevi seviyesi hitap edilen insan kalabalığı ne kadar büyük ise o kadar düşük olmalıdır.” (Hitler, 2005, s.146). İncelenen reklamlarda, reklamın hareketli görüntü ve sözlü içeriklerinin yalınlığı ve basitliği irdelenmiş; reklamın tümünün basit bir dil içerdiği koşulda bu tekniğin varlığı kabul edilerek matriste ilgili reklama “1” değeri verilmiştir. Burada basitlikten kasıt günlük konuşma dilinin kullanılması, halk içinde yaygın olarak kullanılan kelimeler ve ifadeler dışında ifadelere yer verilmemesidir. Dar Konu Tekniği Hitler propagandanın “az şey” söylemesi gerektiğini ifade etmiş, mesaj iletilirken bir bilgi yoğunluğu ve karmaşasının kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramayacağını söylemiştir. O’na göre “Etkili olacak her propaganda çok az noktalar ihtiva etmelidir” (Hitler, 2005, s.146149). Bu durumda alıcının mesajın içeriğini aklında tutması kolaylaşmakta, seçmen tek konuya odaklandığı için mesaj daha güçlü ve inandırıcı olmaktadır. Bu çalışmada incelenen reklamlarda da, konunun darlığı irdelenirken reklamların tek mi yoksa birçok konudan mı bahsettiği gözlemlenmiş, tekniğin varlığı buna göre kabul edilmiştir. Duygulara Dokunma Tekniği Propaganda, insan düşüncesini etkilemeyi hedefleyen ve mantıkla yorumlanan bir mesele gibi görülse de, Hitler propagandanın daha çok duygularla ilgili olduğunu şu şekilde ifade etmiştir (Hitler, 2005, s.146-148): Halkın büyük çoğunluğu ruh ve tavır bakımından son derece kadına benzer, onun içinde akıl ve düşünceden ziyade hisleriyle hareket eder. Hisleriyle edindiği izlenim, komplike değil, çok basit ve sınırlıdır. Bir takım nüanslar yoktur, sadece aşk veya nefret için, hak veya haktan imtina için, doğru veya yalan için, olumlu olumsuz bir nosyonu vardır. O’na göre propaganda bir zaruret teşkil etmediği ve dikkat çekme amaçlı yapıldığı için ilmi bilgisi olanlara veya bu bilgiyi edinmek isteyenlere hitap etmemeli, her zaman duygulara birazda akla hitap etmelidir. Hitler propagandayı bir sanat olarak nitelendirmiş ve “içgüdü ile hareket eden büyük kitlelerin hayal hanesinde psikolojik bakımdan benimsenen bir biçim ve kalbine giden bir yol bulma sanatıdır” demiştir. Ayrıca bu sanatın insan ruhunu en iyi bilenlerin işi olduğunu söylemiştir. Bu açıklamalar çerçevesinde söz konusu siyasal reklamlarda bu teknik irdelenirken, aile bağları, milli duygular, insan ilişkileri, hayaller vb. konulara değinerek duygusal mesajlar verilip verilmediği sorgulanmıştır. Düşük Tahsilliyi Hedefleme Tekniği Hitler kitabında bu tekniği açıklarken kendisine şu soruyu sormaktadır: “Propaganda kime hitap etmeli? Aydınlara mı yoksa daha az tahsil görmüş halk kitlelerine mi ?” Bu soruyu şu şekilde cevaplamaktadır (Hitler, 2005, s.146): Kitlelerin temsil yeteneği sıfırdır. Anlayışı kıt, hafızası ise çok zayıftır(…) Savaşı sonuna kadar sürdürmek için yapılan propagandada olduğu gibi, amaç bütün milleti kendi 10 hareket sahasına çekmek ise, yüksek derecede aydınlara güvenmek asla tedbirli bir hareket olmaz. Propagandanın içeriği ilmi bakımdan ne kadar mütevazı ise kalabalığa o kadar inilebilecek, başarı da o derece kesin olacaktır. Bu, propagandanın değerini birkaç okumuş kafanın veya genç akademisyenlerin onayından çok daha iyi gösteren ve ispat eden bir gerçektir. Dolayısıyla düşük tahsilli kitleleri hedeflemenin, propagandanın amacına ulaşmasında daha etkili olduğunu düşünmüş ve halka mesajlarını bu doğrultuda aktarmıştır. Bu çalışma kapsamında incelenen reklamlarda, bu tekniğin kullanılıp kullanılmadığı irdelenirken; mesajı ileten oyuncunun halkın düşük tahsilli kesimini temsil edip etmediği ve verilen mesajın direkt olarak toplumun bu kesimine hitap edip etmediği sorgulanmıştır. Bu koşulu sağlayan reklamlar için tekniğin kullanıldığı kabul edilerek bu durum matriste “1” şeklinde ifade edilmiştir. Tek Yanlı Mesaj Tekniği ‘Tek yanlı mesaj tekniği’ ikna sürecinde alıcıya sadece yandaşı olduğu görüşü destekleyen mesajlar iletmeyi, karşıt görüşten hiçbir şekilde bahsetmemeyi ifade etmektedir. Hitler propagandada en zaruri şartların başında tek taraflı olmak, çeşitli partilerin iyi ya da kötü taraflarını göstermek yerine, sadece temsil edilen partinin en iyisi olduğunu belirtmek gerektiğini söylemiştir. Bunu şu sözlerle ifade etmiştir (Hitler, 2005, s.147-148): Büyük kitle, şüpheci olduğu kadar kararsız insanlardan oluşmaktadır. Yaptığımız propagandada en ufak bir parıltı halinde rakibe hak veren bir nokta bulunursa, bizim haklı davamızdan şüphe edilecek esas da ortaya konmuş olur. Düşmanın haksızlığı nerede biter, bizim haksızlığımız nerede başlar, kitle bunu ayıracak durumda değildir. Bu durumda kuşkulu ve çekingen olur, hele düşman aynı çılgınlığı yapmaz da sadece karşısındakini kötülerse, bütün haksızlıkları karşısındakine yüklerse, kuşkusu büsbütün artar. Dolayısıyla reklamlar analiz edilirken, bu tekniğin kullanılıp kullanılmadığını irdelemek için, sözlü veya görüntülü ifadelerde rakip partilerden direkt veya dolaylı olarak bahsedilip bahsedilmediği sorgulanmıştır. Mesajın Tekrarı Tekniği Hitler’e göre propaganda az şey söylemeli ancak bunu hiç durmadan tekrar etmelidir. O, sabır ve ısrarı, başarının ilk ve en önemli şartı olarak görmüştür. Propagandanın kitleyi ele geçirmeye çalışırken, kitlenin ağır olduğunu göz önünde bulundurarak zamana ihtiyacı olduğunu fark etmesi gerektiğini söylemiştir. Kitlenin “en basit bilgileri ancak bin defa tekrarladıktan sonra hafızasına yerleştirebildiğini “ belirtmiştir. O’na göre propagandanın konusu hiçbir surette değişmemeli, hiç bıkmadan ve durmadan aynı sözler tekrarlanmalıdır. Farklı ifadeler kullanılsa bile, formülün aynı olması, propagandanın devamlılık ve birleştiricilik kazanmasının tek şartıdır. Hitler mesajın tekrarının gücünü şu ifadelerle doğrulamaktadır (Hitler, 2005, s.149-150): Düşman propagandasının içeriğinde pek az şey vardı, tamamen kitleye hitap ediyordu ve hiç bıkmadan bunda ısrar ve sebat ediyorlardı. Esas fikirlerin ve tatbik şeklinin uygunluğu bir defa tespit edilmiş, bundan sonra savaş sonuna kadar en ufak bir değişikliği yapmadan bunu devam ettirmişlerdi. Başlangıçta, ortaya attığı cüretli iddia yüzünden anlamsız gibi görünüyordu, daha sonra hoşa gitmediği söylendi. En sonunda inanıldı. Dört buçuk yıl sonra Almanya’da bir ihtilal meydana geldi ve bu ihtilal parolasını düşman propagandasından almış bulunuyordu. (…) Bu manevi silahın başarı imkânı sadece yoğun olarak kullanılmasında idi. 11 Reklamlarda mesajın aynı reklam içindeki tekrarı değil, tüm seri içinde aynı ifadeye farklı reklamlarda rastlanıp rastlanmadığı tespit edilmeye çalışılmıştır. Farklı reklamlarda aynı ifadelerin kullanılması durumunda bu tekniğin varlığı kabul edilmiştir. BULGULAR 2014 Türkiye Yerel Seçimlerinde, AKP için seçim öncesi yayınlanan 45 adet reklamda Hitler’in belirttiği 6 adet propaganda tekniğinin hangi oranda kullanıldığına dair bulgular aşağıda sunulmaktadır. Tablo 1. Reklamlarda Basit Mesaj Tekniğinin Kullanım Oranı Frekans Yüzde Geçerli Yüzde Kümülatif Yüzde Yok 11 24,44 24,44 24,44 Var 34 75,56 75,56 100 Toplam 45 100 100 Basit Mesaj Tekniği Değer İncelenen 45 adet reklamda basit mesaj tekniğinin reklamların 34 tanesinde kullanıldığı görülmüştür; bu rakam toplam reklamların %75,56’sına denk gelmektedir. İki farklı kodlayıcının uyumlu kodlama sayıları karşılaştırıldığında bu değerin güvenirliliğini %81,36 olduğu görülmektedir.(Tablo 1) Tablo 2. Reklamlarda Dar Konu Tekniğinin Kullanım Oranı Frekans Yüzde Geçerli Yüzde Kümülatif Yüzde Yok 8 17,78 17,78 17,78 Var 37 82,22 82,22 100 Toplam 45 100 100 Dar Konu Tekniği Değer Dar konu tekniğinin tüm reklamlarda ortalama kullanım oranı %82,22’dir. 45 reklamın 37 tanesinde bu tekniğin kullanıldığı, birden fazla konu yerine tek bir konuya odaklanıldığı görülmüştür. Kodlamalarla yapılan güvenilirlik analizinde bu değerin güvenilirliği %89,86 olarak tespit edilmiştir. (Tablo 2) 12 Tablo 3. Reklamlarda Duygulara Dokunma Tekniğinin Kullanım Oranı Duygulara Tekniği Değer Frekans Yüzde Geçerli Yüzde Kümülatif Yüzde Yok 13 28,89 28,89 28,89 Var 32 71,11 71,11 100 Toplam 45 100 100 Dokunma Tüm reklamlar içinde; aile bağları, insan ilişkileri, milli duygular, hayaller vb. konularda verilen duygusal mesajların oranı %71,11 şeklinde hesaplanmıştır. Bu değere 45 reklam içinde 32 olumlu kodlama ile ulaşılmıştır. Bu değerin güvenilirlik oranı %92,06’dır. (Tablo 3) Tablo 4. Reklamlarda Düşük Tahsilliye Hitap Tekniğinin Kullanım Oranı Düşük Tahsilliye Hitap Frekans Tekniği Değer Yüzde Geçerli Yüzde Kümülatif Yüzde Yok 38 84,44 84,44 84,44 Var 7 15,56 15,15 100 Toplam 45 100 100 Düşük tahsilli kesimi hedefleyen ve bu kesime direkt hitap ettiği düşünülen reklamların sayısı 7’dir. Bu rakam tüm reklamların %15,56’sına denk gelmektedir ve %76,92 oranında güvenilirdir. (Tablo 4) Tablo 5. Reklamlarda Tek Yanlı Mesaj Tekniğinin Kullanım Oranı Frekans Yüzde Geçerli Yüzde Kümülatif Yüzde Yok 33 73,33 73,33 73,33 Var 12 26,67 26,67 100 Toplam 45 100 100 Tek Yanlı Mesaj Tekniği Değer Yapılan analizlere göre tüm seçim reklamları içinde sözlü ve görüntülü olarak sadece tek yanlı iletiler içeren reklamların oranı %26,67’dir. Bu değer 45 reklam içinde 12 adet reklamın denk geldiği orandır. Bu tekniğe dair ulaşılan sonucun güven oranının %96 olduğu görülmüştür. (Tablo 5) 13 Tablo 6. Reklamlarda Mesajın Tekrarı Tekniğinin Kullanım Oranı Frekans Yüzde Geçerli Yüzde Kümülatif Yüzde Yok 6 13,33 13,33 13,33 Var 39 86,67 86,67 100 Toplam 45 100 100 Mesajın Tekrarı Tekniği Değer Mesajın tekrarı tekniği irdelenirken, mesajların 45 reklam içinde, farklı bir reklamda daha en az bir kez tekrar edilip edilmediği sorgulanmış, tekrar edilen reklamlar için matrise “1” rakamı kodlanmıştır. İki veya daha fazla kez tekrar edilen cümleler veya sloganlar içeren reklamların oranı %86,67’dir. Bu değerin güven oranı %98,73’tür. (Tablo 6) Tablo 7. Elde Edilen Sayısal Verilerin Güvenilirlik Analizi Güvenilirlik Analizi* Basit Mesaj Dar Konu Duygulara Dokunma Düşük Tahsilliye Hitap Tek Yanlı Mesaj Mesaj Tekrarı C1 34 37 32 7 12 39 C2 25 32 31 6 13 40 C1+C2 59 69 63 13 25 79 C1,2 24 31 29 5 12 39 Güvenilirlik oranı 81,36% 89,86% 92,06% 76,92% 96,00% 98,73% *Merten’e göre bir metnin içerik analizi yapılırken, metindeki açık içeriksel özellikler değerlendirilerek, açık olmayan özellikler tespit edilmeli ve bu yolla sosyal gerçeklik ortaya çıkarılmalıdır. Çalışma; problemin belirlenmesi, araştırma amacının ortaya koyulması, araç ve zamanın düzenlenmesi, varsayımların oluşturularak analiz yönteminin belirlenmesi, kodlama ve sonuçların değerlendirilmesi aşamalarından oluşmaktadır. Kodlama aynı kodlayıcı tarafından farklı zamanlarda veya farklı iki kodlayıcı tarafından yapılarak güvenilirlik oranı C=2XC1,2 / C1+C2 formülüyle hesaplanmaktadır. Formülde C1 birinci kodlayıcının kodladıklarının sayısını; C2ikinci kodlayıcının kodladıklarının sayısını, C1,2 ise kodlayıcıların birbiriyle uyumlu kodlama sayısını ifade etmektedir. (Tablo 7) Kaynak: Alver, Füsun; Basında Yabancı Tasarımı ve Yabancı Düşmanlığı, Der Yayınları, İstanbul, 2003, sayfa 241-242. 14 Tablo 8. Reklamlardaki Propaganda Tekniklerinin Sonuç Matrisi Reklam Başlığı/Propaganda Tekniği Basit Mesaj Dar Konu Duygulara Dokunma Düşük Tahsilliye Hitap Tek Yanlı Mesaj Mesajın Tekrarı Kuskunkıran Tüneli açıldı 1 1 1 1 0 1 İki kıta arası 4 dakika 1 1 1 0 0 1 Şehirde yaşadığımızı anladık 1 1 1 0 0 1 Yüksek hızlı tren 1 1 1 0 0 1 Zor günün dostu 1 1 1 1 0 1 Ailece huzura kavuştuk 1 1 1 1 0 1 Kira öder gibi ev sahibi oldum 1 1 1 0 0 1 Çocuklarım ve ben 1 1 1 1 0 1 IMF'den kurtulduk 0 1 0 0 0 1 Otel konforunda yurt 1 1 1 0 0 1 Ben şampiyonum 1 1 1 1 0 1 Efendi olduk 1 1 1 1 0 1 Başörtüsü yasağı kalktı 1 1 1 0 0 1 Bahane yok 1 0 1 0 0 1 Tarihimize sahip çıktık 0 1 1 0 0 1 Annemin rüyası 1 1 1 0 0 1 Bizim türkülerimiz çalıyor 1 1 1 0 0 1 Marmaray baba oğul 1 1 1 0 0 1 Gençlik ve kültür merkezleri 1 1 1 0 0 1 Tatile çıkıyoruz 1 1 1 0 0 1 Ben sağlığıma bakarım 1 1 0 0 0 1 Yeni nesiller çok şanslı 1 0 1 0 0 1 Engeller kalkıyor 1 1 1 0 0 1 Hakkâri’de bir sabah 0 1 1 0 0 0 Çocuk sesleri 0 1 1 0 0 0 Kına gecesi 0 1 1 0 0 0 Çelikkuş yardım için geliyor 0 1 1 0 0 0 Dev liman 0 1 0 0 1 1 Kendi uçağımız 0 1 0 0 1 1 Güçlü savunma sanayi 0 1 0 0 1 1 KKTC'nin hayali gerçek oluyor 1 1 0 0 1 1 Kendi uydumuz 0 1 0 0 1 1 Büyük ekonomi 0 1 0 0 1 1 Yavuz Sultan Selim Köprüsü 1 1 0 0 1 1 İstanbul Boğazı'na iki katlı tünel 1 1 0 0 1 1 Dünyanın en büyük havalimanı 1 1 0 0 1 1 İzmit Körfezi'ne köprü 1 1 0 0 1 1 Dev şehir hastanesi 1 1 0 0 1 1 Millet eğilmez türkiye yenilmez 180 sn 1 0 1 0 0 0 Lafa değil icraata bakarım kolaj 1 1 0 1 0 0 1 Lafa değil icraata bakarım kolaj 2 1 0 1 0 0 1 Lafa değil icraata bakarım kolaj 3 1 0 1 0 0 1 Lafa değil icraata bakarım kolaj 4 1 0 1 1 0 1 15 Lafa değil icraata bakarım kolaj 5 1 0 1 0 0 1 Suskun dünyanın hür sesi 1 1 1 0 1 0 TOPLAM 34 37 32 7 12 39 75,56% 82,22% 71,11% 15,56% 26,67% 86,67% YÜZDELİK ORAN TARTIŞMA ve SONUÇ Gelişen teknoloji propagandanın sadece kullandığı ortamı değiştirmiş, propaganda yıllar içinde doğasına ve tekniğine dair hiçbir değişikliğe uğramamıştır. Artık açık alanlarda yapılan konuşmaların bir kısmı televizyonda; kahvehanelerde, kolhozlarda yapılan etkileşimli toplantılar sosyal ağlarda yapılır hale gelmiştir. Televizyon, toplumdaki izlenme oranları istatistikleri dikkate alındığında propaganda için en iyi ortamlardan birisi gibi görünmektedir. Siyasi partiler de bunun bilinciyle seçim dönemlerinde çok sayıda televizyon reklamı yayınlamakta ve bu kanalla milyonlarca izleyiciyi kendi evlerinde ikna edebilme fırsatı yakalayabilmektedir. İzleyicilerin birçok farklı içeriğe maruz kaldığı bu kaos ortamında reklamlar, kısa ve dikkat çekici içerikler olması ve propaganda öğeleri içermesi nedeniyle seçim döneminde izleyiciye ulaşma ve mesaj iletme hali en yüksek olan araçlar halini almaktadır. Bu çalışmada söz konusu içeriklerdeki propaganda öğeleri incelenmiş, Hitler’in gerekliliğini vurguladığı 6 propaganda tekniğinin reklamlarda kullanılıp kullanılmadığı tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu tekniklerden ilki olan basit mesaj tekniği, Hitler’in önemle vurguladığı ve günümüzün karmaşasında belki de en gerekli teknik olarak karşımıza çıkmaktadır. Her çağda toplumun farklı anlama düzeylerine sahip kesimleri olmuştur. Hitler bu kesimler içinde en düşük olanların bile anlayabileceği düzeyde mesajlar verilmesi gerektiğini söylemiştir. Bu bağlamda incelenen siyasal reklamların %55,56’sında bu tarz bir kullanıma rastlanmış, basit ve yalın mesajlar verildiği gözlenmiştir. Bu durum göstermektedir ki, AKP bu tekniğin bilincinde hareket etmekte ve toplumun en düşük anlama düzeyine sahip bireylerini bile etkileyebilecek sadelikte mesaj içeren reklamlar hazırlamaktadır. Hitler’in sözünü ettiği diğer teknik dar konu tekniğidir. Bu teknikte propaganda içeren mesajların mümkün olduğunca az noktaya odaklanması gerektiğini böylece kitlenin dikkatinin dağılmayacağını söylemiştir. Yapılan incelemeler neredeyse her reklamın tek bir konuya odaklandığını, çoğunlukla tek bir faaliyeti veya hizmeti övdüğünü göstermiştir. Dolayısıyla reklamlarda %89,86 oranında kullanılan bu teknik tüm teknikler içinde en yüksek orana sahiptir. Duygulara hitap etme tekniği de Hitler’in önemle üzerinde durduğu bir konu olmuştur. Çünkü O, toplumun duygusal yapıda olduğunun, bilgi ve düşüncelerden çok duyguları önemseyeceğinin bilincinde hareket etmiştir. Görüldüğü gibi AKP’de bunun bilincinde hareket etmiş ve bu tekniği reklamlarda aile bağlarına, milli duygulara, insan ilişkilerine ve hayallere dair duygusal mesajlar vermek suretiyle %71,11 oranında kullanmıştır. Mesaj içeriklerinin aydınlara ve yüksek bilgi düzeyinde kişilere değil düşük tahsilli kesimlere hitap etmesi gerektiğini öngören düşük tahsilliyi hedefleme tekniğinin kullanım oranı %15,56’dır. Bu değer reklamların bu tekniği düşük oranda içerdiğini göstermektedir. Diğer bir deyişle AKP reklamlarının çoğu direkt olarak düşük tahsilli kesime hitap etmemektedir. Mesaj verilirken rakiplerin görüşlerinden hiç bahsetmemeyi öngören tek yanlı mesaj tekniğinin de düşük oranda görülmektedir. Reklamların çoğunda rakiplerle doğrudan veya direkt karşılaştırmalar bulunmakta dolayısıyla reklamların çoğu çift yanlı mesajlar içermektedir. 16 Cümleler ve sloganlar aracılığıyla verilen mesajın başka bir reklamda en az bir kez tekrar edilme oranı %86,67’dir. Hitler bu teknikten söz ederken, başarının yolunun mesajların sürekli tekrar edilmesinden geçtiğini, halkın bu şekilde kendisine anlamsız gelen içeriklere bile inandığını söylemiştir. Sonuç olarak yapılan içerik analizleri ve hesaplamalar göstermiştir ki; 2014 Yerel Seçimleri öncesinde AKP için yayınlanan reklamlarda Hitler’in önemle üzerinde durduğu 6 propaganda tekniğinden basit mesaj, dar konu, duygulara hitap ve mesajın tekniğinin yüksek oranda; düşük tahsilliye hedefleme ve tek yanlı mesaj tekniğinin ise düşük oranda kullanıldığı tespit edilmiştir. Bu durumda bu çalışmanın AKP’nin seçim reklamlarında Hitler türü propaganda tekniklerini yüksek oranda kullanıldığını ortaya koyduğu söylenebilecektir. Aynı zamanda televizyon reklamları ve propaganda ilişkisi konusunda genel bir çerçeve ve televizyonun propaganda amaçlı kullanımı konusunda spesifik bir kaynak sunmaktadır. Günümüzde birçok çalışma, propaganda teknikleri konusunda genel tanımlamalar ortaya koymakta, ancak bu tekniklerin uygulanışı hakkında detaylı örnekler vermek konusunda yetersiz kalmaktadır. Bu çalışma propaganda tekniklerinin, siyasal kampanyalardaki reklamlarda ne şekilde uygulandığını net örnekler ve tablolarla sunulan sayısal veriler ile sunmaktadır. Bu yönüyle literatüre sağladığı katkının, siyasal reklam ve propagandanın özellikle uygulamalı yönüne yoğunlaşacak araştırmacılar açısından önem arz ettiği söylenebilecektir. Benzer alanda çalışmalar ortaya koyacak araştırmacılar, bu çalışmanın devamı niteliğinde olması ve birikimli bilgi sağlaması amacıyla Türkiye’deki diğer seçim dönemlerinde yayınlanan reklamlarda, propaganda tekniklerinin kullanımını inceleyerek karşılaştırmalı tablolar sunabilecek veya söz konusu tekniklerin yanı sıra farklı propaganda teknikleri de ortaya koyarak ulusal ve uluslararası çerçevede çalışmalar yapabileceklerdir. KAYNAKÇA Alver, F. (2003). Basında Yabancı Tasarımı ve Yabancı Düşmanlığı. İstanbul: Der Yayınları Aziz, A. (2006). Televizyon ve Radyo Yayıncılığı (Giriş), Ankara: Turhan Kitabevi Aziz, A. (2011). Siyasal İletişim. Ankara: Nobel Yayınları Baran, S.J. , Davis, D.K. (2015). Mass Communication Theory: Foundations, Ferment, and Future. Seventh Edition. USA: Cengage Learning Becker, H. (1949). The Nature and Consequences of Black Propaganda. American Sociological Review, Vol. 14, No:2, April 1949. Pages 221-235 Erişim: https://www.jstor.org/stable/pdf/2086855.pdf Erişim Tarihi: 13 Mayıs 2015 Berkes, N. (1942). Propaganda Nedir? Ankara: Recep Ulusoğlu Basımevi Bektaş, A. (2000). Kamuoyu, İletişim ve Demokrasi. İstanbul: Bağlam Yayınları/Araştırma Dizisi Bektaş, A. (2002). Siyasal Propaganda: Tarihsel Evrimi ve Demokratik Toplumdaki Uygulamaları. İstanbul: Bağlam Yayınları/Araştırma Dizisi Chandler, D., Munday, R. (2011). A Dictionary of Media and Communication. New York: Oxford University Press Cull, N. J., Culbert, D. H., Welch, D. (2003); Propaganda and Mass Persuasion: A Historical Encyclopedia, 1500 to the Present, California: ABC-CLIO Inc. 17 Cunningham, S.B. (2002). The Idea of Propaganda: A Reconstruction. USA: Praeger Publishers Domenach, J.M. (1969). Politika ve Propaganda. Çeviren Tahsin Yücel. İstanbul: Varlık Yayınları Doğan, E. (2013). Siyasal Seçimlerde Kullanılan Görsellerde Anlamın Yaratılması: 2011 Genel Seçimlerinde AKP ve CHP Kampanyaları.(Yayımlanmış doktora tezi), İstanbul Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Evans, R.J. (2005). The Third Reich in Power. London: Penguin Books Gramsci, A. (1998). Komünist Partiye Doğru. Derleyen ve Çeviren: Celal A. Kanat İstanbul: Belge Uluslararası Yayıncılık Hançerlioğlu, O. (1986). Toplumbilim Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi Herman, E.S., Chomsky, N. (1999). Medya Halka Nasıl Evet Dedirtir: Kitle İletişim Araçlarının Ekonomi Politiği. Çev. Berfu Akyoldaş, Tamara Han, Metin Çetin, İsmail Kaplan. İstanbul: Minerva Hitler, A. (2005). Kavgam (Mein Kampf). İstanbul: Manifesto Hürriyet (2015). Miting Alanına Photoshop Ayarı. 8 Mart 2009, Erişim: http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay.aspx?cid=20922&rid=2 Erişim Tarihi: 28 Eylül 2015 Ipsos KMG (2015). Türkiye’yi Anlama Kılavuzu. Aktiviteler, Sosyal Aktivite Alışkanlığı. Zayıf, Meral Akyel, Erişim Tarihi: 7 Ağustos 2015. Erişim: http://www.turkiyeyianlamakilavuzu.com/Turkiyeyi_Anlama_Kilavuzu_EKitap.pdf Jowett, G. S., O'Donnell, V. (2015). Propaganda & Persuasion. Sixth Edition. USA: Sage Publications Lasswell, H.D. (1927). The Theory of Political Propaganda. The American Political Science Review, Vol. 21, No. 3 (Aug., 1927), pp. 627-631, Published by: American Political Science Association, URL: http://www.jstor.org/stable/1945515 DOI: 10.2307/1945515 Erişim Tarihi: 12 Mayıs 2015 Marx, K.; Engels, F. (2003). Siyasi Yazılar. Çeviren: Ahmet Fethi İstanbul: Hil Yayın Milliyet (2015). Türk Ailesi TV Bağımlısı. İlan Tarihi: 26.04.2012 saat 02:30 Erişim http://www.milliyet.com.tr/turk-ailesi-tvbagimlisi/gundem/gundemdetay/26.04.2012/1532758/default.htm%20%2826%29 Erişim Tarihi: 11 Mayıs 2015 Öymen, O. (2014). Bir propaganda Silahı Olarak Basın: Dünyada ve Türkiye’de Sansür, Baskı ve Yönlendirme. İstanbul: Remzi Kitabevi Özkan, N. (2007). Seçim Kazandıran Kampanyalar. İstanbul: Mediacat Özsoy, O. (2009). Seçim Kazandıran Siyasal İletişim. İstanbul: Pozitif Yayınları Russell, J. T.; Lane, W.R. (1993). Kleppner’s Advertising Procedure. Twelfth Edition. New Jersey: PrenticeHall Qualter, Dr. T.H. (1980). Propaganda Teorisi ve Propagandanın Gelişimi. Çeviren: Ünsal Oskay Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi Cilt: 35 Sayı: 1 Yayın Tarihi: 1980 Sayfa 255-307 18 SBT (2014). Televizyon İzleme Süresi Artıyor. Marketing Türkiye Araştırma Sayfası. 15 Mart 2014, www.marketing.com, Retrieved April 28, 2015 from http://www.sbtanaliz.com/images/userfiles/file/Marketing_Türkiye_15.03.2014.pdf Severin,W.J., Tankard, J.W. (1994). İletişim Kuramları: Kökenleri, Yöntemleri ve Kitle İletişim Araçlarında Kullanımları, Çeviren S. Sever, A. A. Bir, Kibele Sanat Merkezi, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları Sol (2015). Chomsky: Şirketler Medyayı Kitleleri Bastırıp Zihinlerini Manipüle Etmek İçin Kullanıyor. Sol Gazetesi/Dünya. Dış Haberler 22 Temmuz 2015 Çarşamba 16:38. Erişim: http://haber.sol.org.tr/dunya/chomsky-sirketler-medyayi-kitleleri-bastiripzihinlerini-manipule-etmek-icin-kullaniyor-123705 Erişim Tarihi: 28 Eylül 2015 Tarhan, N. (2003). Psikolojik Savaş: Gri Propaganda. İstanbul: Timaş Yayınları TDK (2015). Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük. Propaganda. Erişim: http://tdk.gov.tr/ Erişim tarihi: 13.05.2015 TDK (2017). Türk Dil Kurumu, Güncel Türkçe Sözlük. Reklam. Erişim: http://tdk.gov.tr/ Erişim Tarihi: 17.02.2017 Tokgöz, O. (2008). Siyasal İletişimi Anlamak. Ankara: İmge Kitabevi Topuz, H. (1991). Siyasal Reklamcılık: Dünyadan ve Türkiye'den Örneklerle, İstanbul: Cem Yayınevi Wells, W.; Burnett, J.; Moriarty, S. (1992). Advertising: Principles and Practice. New Jersey: Prentice-Hall White, R. (1980). Advertising, What it is and How To Do It. Second Edition.London: McGrawHill Yıldırım, N. (2007). Psikolojik Savaş Teknikleri (Kore-Irak Örneği). İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık Ziring, L., Plano, J. C., Olton, R. (1995). International Relations: A Political Dictionary. Previous ed:published as The international relations dictionary / Jack C. Plano, Roy Olton. Harlow:Longman, c1988, California: ABC-CLIO Inc. 19 GAZETE TASARIMINDA GÖRSEL ÇEKİM: BİR GÖZ TAKİBİ ÇALIŞMASI1 Sibel ONURSOY2 ÖZET Yüzey üzerindeki görsel çekim elamanlarına aracılığında, okurların görsel dikkatinin ölçülebilmesi ve değerlendirilmesi gazete tasarım sürecinde önem taşımaktadır. Gazetelerde haberlerin oluşturulması ve sayfadaki tasarımları belirli kurallar dahilinde ve bazı uygulamalar kullanılarak gerçekleşmektedir. Bu araştırmada, gazete haberlerinin ana unsurları olan fotoğraf, metin ve başlıkların, gazete okurlarının görsel çekimini nasıl etkilediğini değerlendirilmektedir. Bu deneysel araştırmada geleneksel medyada yaygın olarak kullanılan boyutlarda hazırlanan iki siyah-beyaz maket sayfa katılımcılara gösterilmektedir. Araştırmaya haftada dört gün gazete okuyan 320’nin üzerinde üniversite öğrencisi katılmaktadır. Her bir katılımcı göz takip sistemi kullanılarak önlerine konulan tek sayfalık gazete örneğini okumaktadır. Okurlar birinci sırada gazete başlıklarına, ikinci sırada görsellere odaklanmaktadır. Soldan başlayarak okuma davranışı gazete yerleşiminde etkilidir. Anahtar kelimeler: Göz takibi, gazete okuru, görsel çekim, gazete tasarımı VISUAL ATTRACTION IN NEWSPAPER DESIGN: AN EYE-TRACKING STUDY ABSTRACT The ability to measure and evaluate the visual attention of the readers through the visual attraction elements on a surface is important in the newspaper design process. The creation of the news in newspapers and the designs on the page are done within certain rules and some applications. This research evaluates affect readers' visual attraction how news items such as photographs, texts and titles. In this experimental study, two black-white model pages are shown to participants that are designed in the dimensions commonly used in traditional media. More than 320 university students are participated this research and read newspapers who are four days a week newspaper readers. Each participant is reading a single-page newspaper sample using an eye tracking system. Readers focus on newspaper titles first, and second on visuals. Reading behavior, starting from the left, is influential in the placement of newspaper elements. Keywords: Eye-tracking, Newspaper readership, Visual attraction, Newspaper design Bu çalışma Anadolu Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Komisyonu tarafından kabul edilen 060118 nolu proje kapsamında desteklenmiştir. 1 2 Anadolu Üniversitesi, İletişim Bilimleri Fakültesi, sonursoy@anadolu.edu.tr 20 GİRİŞ İlk olarak Rowe’un kullandığı “Tasarım Düşüncesi” (Rowe, 1987) ortak bilincin bir parçası olmuştur. Sonrasında tasarım düşüncesinden, tasarım durumlarını incelemek için birçok model, yöntem, psikoloji eğitim vb. ortaya çıkmıştır (Doorst, 2011, s.521). Günümüzde tasarım düşüncesi başta bilgi teknolojileri olmak üzere birçok meslek ve alandaki sorunlarla baş etme de ilginç hatta yeni bir paradigma oluşturmaktadır. Bu durum genel gereksinimlerin bir sonucudur. Sanat ve tasarım birbirlerinin yerine kullanılabilecek terimler değillerdir. Bir sanat eseri ile iyi bir görsel tasarım arasındaki fark, işleve bağlıdır (Smith & Smith, 1974; Dickie, 1975; Janson, 1977). Tasarım her zaman bir amaca hizmet eder (Beitler & Lockhart, 1969). Bir sanatçının amacı ise ruhunu ve duygusal tutumunu ifade eden bir sanat eseri ortaya çıkarmaktadır (Ducasse, 1955; Dickie, 1977; Townsend, 1997). Bir görsel tasarım beğenilebilir ancak mutlaka bu onun sanat eseri olduğunu ifade etmez. Teknik olarak iyi bir tasarım yapmak için de mutlaka bir sanatçı olmak gerekmez. Yetenekli bir grafik tasarımcı tasarım ilkelerini (birlik, denge odak noktası zıtlık ve renk gibi) kullanarak hoşlanılan görüntüler oluşturabilir. Grafik tasarımcının hedefleri görsel açıdan hoş ve estetik görsel oluşturmanın yanı sıra, şunlardır: (a) izleyicinin dikkatini çekme ve tutma; (B) izleyicinin bilgiyi hatırlamasını ve kolay anlamasını sağlayan ileti oluşturma. Bu hedeflere ulaşmak için çoğu grafik tasarımcısı tasarım ilkelerini kullanmaktadır (Szabo and Kanuka, 1998, s.24). Tasarımcı ve tüketici arasındaki iletişim sürecinde endüstriyel gereksinimler görsel kompozisyonları bilimsel ve objektif hale getirmeye zorlamaktadır. Yani görsel içerik üreticileri okurun ilgisini nelerin ve nasıl çekebileceğini bilmelidir. Bu araştırma gazetelerin görsel elemanları, tasarım ve okur algısı arasında bilimsel bir ilişki aramaktadır. Bilgi ediniminde ya da işleminde elemanların çekim gücü ve bunun okurun görsel algısı üzerinde nasıl çalıştığının anlaşılması önemli ip uçları taşıyabilir. Bu araştırmada amaç, görsel elemanların ya da sayfa elemanlarının çekim etkisini göz önüne alarak sayfa tasarımlarının nasıl çalıştığını ortaya koymaktadır. Gazete Tasarımında Görsel Çekim Genel olarak yerçekimi, fiziksel ya da matematiksel nesneleri zorlayan ve yönlendiren bir kuvvet olarak kabul edilmektedir. Benzer olarak görsel çekim de mekânsal güçlerin algısıyla ilişkilidir. Görsel çekim kavramı, fiziksel ve geometrik özellikler gibi ilişkilerin görselleştirilmesinde en önemli unsurlardan biridir. Dolayısıyla, bazı bilişsel dilbilim araştırmaları, zihinsel olarak bir uzayda geometrinin kavramsal araçlarını kullanarak algıları anlamaya çalışmaktadır (Fauconnier, 1997; Lakoff & Johnson, 1980, 1999). Medyada ekran ya da kâğıt yüzeyler görsel uyaranlar ile doludur ve izleyici bu uyaranlardan uygun anlamı oluşturmak zorundadır. Yüzeyler ve izleyici arasındaki bu etkileşim okurların görsel merkezine dayalı çalışan bir tür psikolojik deneyimdir. Görsel algılamanın bu niteliği açısından, yayın yüzeylerin görsel ağırlıkları, okurun dikkatini çeken ve onu duyarlı hale getiren önemli unsurlardır. 21 Göz izleme yöntemi ve görsel dikkat Psikoloji veya algılama fenomenolojisi çalışmaları, algılama ve nesnelerin anlam yapma süreçleri algı ve sinirlerle ilgisini ortaya koymaktadır. İnsan algılamaları bilimsel olarak bilgi, teori ve performans bakımından ilgi uyandırmaktadır. Göz izleme yöntemi, insanların nesneleri nasıl gördükleri ve göz hareketlerinin kanıtlarıyla görsel uyaranlardan anlamlar çizdikleri sorusuna cevap verebilen etkili bir araştırma aracıdır. Göz takibi sistemi, eğitimde, insan üzerinde yapılan nesnenin varlığı ve yokluğu ile ilgili görsel doğrulama üzerine yapılan araştırmalarda (Lecuqer ve ark., 2004), metin okuma davranışı araştırmalarında (Rayner & Well, 1996) kullanılmaktadır. Medya araştırmalarında da göz izleme genellikle gazetelerin, reklamların veya web sayfalarının okuyucularının bilgi arama sürecine yönelik çalışmalarında kullanılmaktadır (Poynter Eye-track Araştırma Raporları, 2007; Garcia and Stark, 1991). Bu çalışmalarda, odak noktalarını genellikle önemli bir nesne üzerinde okuyucuların göz hareketlerinin konumları ve gözün gezinirken izlediği yollar gibi konular oluşturmaktadır. Bu tür araştırmaların sonuçlarında edinilen bilgiler, okurun görsel dikkatini yönlendirebilmek için temel oluşturmaktadır. Bu çalışmada, sadece görsel uyarıların boyut ve konumları değil, yüzey üzerindeki ilişkilerinin, izleyicinin görsel dikkatinin “yönlenme olarak” temsil edilmesi değerlendirilmektedir. Görsel ağırlık, yüzey bileşiminin ilkelerinden biridir ve bu çalışma okuyucuların göz hareketlerini takip ederek görsel çekim biçimlerini göstermeye çalışmaktadır. Okuma etkinliği sırasında göz hareketlerini belirleme araştırmalarının verileri ve sonuçları okuma sürecinin anlaşılmasında önemli rol oynamaktadır. İnsanlar tipik olarak sözcüklerin tamamını tanıyarak okuma işlemini yapmaktadırlar; sözcük içindeki harflere tek tek bakmazlar. Psikolog Keith Rayner’a göre gözümüz okurken düzgün hareket etmez. Okur, bir sözcüğe ya da birkaç sözcüğe birlikte bakar ve gözümüz kısa kısa duraklamalar yapar. Bu da ortalama 0.25 saniyelik tespitler şeklindedir. Duraklamalardan sonra gözlerimiz diğer sözcük ya da sözcük guruplarına hareket eder bu da yaklaşık 0,1 saniye alır. Bu olay bir ya da iki kez tekrarlanır ve tümceler 0,3–0,5 saniye aralığında idrak edilir. Rayner’e göre dakikada 200-400 sözcük arasında okuma yapan yüksekokul seviyesinde insanların okumasının %94’ünü bu tespitler ve duraklamalar alır. Basılı materyaller ve web siteleri üzerinde uygulanacak göz takibi bulguları bu tespitler için kaynak oluşturmaktadır (Rayner, 1998-11). Gazete sayfalarının tasarımında göz hareketlerine bağlı olarak elde edilmiş verilerin, etkili tasarım düşüncesini belirlediği düşünülmektedir. Haberin ilk bakışta dikkati çekmesinde çoğu zaman büyük fotoğraf, büyük başlık ve renk gibi elemanların etkili olduğu, bu elemanların büyüklükleri ve yerleşiminin de dikkat çekmede etkili olduğu göz takibi çalışmalarıyla değerlendirilmektedir. Haberin vurgulanışı ile bu elemanların kullanılış şekli yakından ilişkilidir. Büyük fotoğraf, başlık, renk ve grafik gibi elemanların küçük kullanılması ya da hiç bulundurulmaması haberi geri plana itebilmektedir. Mutlaka her haberin fotoğraflı olması beklenmemekle beraber, fotoğrafın görsel çekiciliği renk, başlık ve yerleşim gibi diğer özellikler bu görevi üstlenebilmektedir. Aynı şekilde görsel çekicilik ile ilgili bilgiler göz takibi 22 çalışmalarıyla doğrulanmaktadır (Onursoy ve diğerleri, 2010; Onursoy ve diğerleri, 2011). Geleneksel olarak, ilk sayfalarda okuru çekme işlevini, fotoğraf, başlık, boyut ve renk gibi temel görsel elemanlar üstlenmektedir. Basılı gazetelerde haber içeriğini tam anlamıyla yansıtmaya yönelik bir grafik kullanım oluşturulurken, çevrimiçi sürümlerde yeni ve sınırlılıkları olan bir ortama uygulanmaya çalışılan bir grafik kullanımın ortaya çıkarılmasında yine göz takibi çalışmaları belirleyici olmaktadır (Dinucci, 1998). 1990 yılından beri Poynter Institute tarafından gerçekleştirilen göz takibi çalışmaları gazetecilikte öncülük etmiştir. Büyük okur kitleleriyle gerçekleştirilen bu çalışmalarda ortaya çıkan sonuçlar şu şekilde sıralanabilir: 1. Fotoğraflar dikkati çeker. Renkli fotoğraflar siyah beyaz olanlardan daha önce görülmektedir. Gözü sayfaya çekmek için renk güçlü bir araçtır. 2. Göz navigasyon genel bir örneğini izler. Okurun sayfaya girişini sağlayan baskın eleman fotoğraf ya da illüstrasyonlardır. Görsellerle birlikte logonun yanında yer alan haber kutuları (teaserlar) görsel elemanı olmayanlardan daha çok dikkati çekmektedir. Yan yana iki sayfa tek sayfaymış gibi algılanır. Okurlar sağdaki sayfadan başlayarak soldakine geçer. Okurlar rengi sever. Rengin içindeki yazılar renksiz olandan daha çok okuduklarını söylemelerine rağmen gerçek böyle değildir. Renk okurlara bir yanılsama yaratmakta sayfada göründüğünden daha çok bilgi varmış hissi vermektedir. İmajlar (fotoğraflar ve grafikler) yazılardan önce görülmektedir. En çok fotoğraflara bakılmakta sonra başlık ve reklamlar onları izlemekte ve sonrada kısa yazılar ve foto altları okunmaktadır. Metinler en az okunanlardır (Poynter Eye-track Araştırma Raporları, 2004). Bu araştırmalar ABD’de yapılmakta ve Amerikalı okurları kapsamaktadır. Bu çalışmada kullanılan tasarım prensipleri Bu çalışmada kullanılan tasarım ilkeleri, uyum (birlik), odak noktası (baskınlık ya da vurgu olarak da bilinir), ve dengedir. Renk unsurunun etkileyiciliği bu araştırmanın dışında tutulmaktadır ve siyah beyaz maket sayfalar kullanılmaktadır. Uyum, bir tasarımdaki unsurlar arasında bir birliğin ya da anlaşmanın var olduğuna işaret etmektedir; sanki bir araya gelmelerine neden olan şansın ötesinde bir bağlantı varmış gibi görünür. Birliğin temelinde tutarlı ve okunabilir bir görsel imaj yatmaktadır (Lauer, 1979, s.2). Birlik bir kompozisyonun temel öğesidir: "Bir kompozisyonun birlik içermediğini söylemek terimlerin çelişkisidir, eğer öyleyse bu bir kompozisyon değildir" (Graves, 194, s.52). Yetenek birleşik bir model oluşturan tasarımı oluşturma becerisidir. İzleyici, birimsel unsurları gözlemlemeden önce tüm tasarımı algılayabilmelidir (Graves, 1941; Greenberg & Jordan, 1991; Lauer, 1979). Birliği sağlayabilmek için, yakınlık, tekrarlama ve süreklilik gibi yöntemler kullanılır. Sıkıcılık tasarımcının ana düşmanıdır. Ana amaç dikkati çekerek odaklamak, sıkılmadan ve görsel doyumlar sunarak okuma davranışı sağlayacak bir tasarım oluşturmaktır. Başarıyı garanti etmese de odak noktası oluşturmak başarıya yardımcıdır (Lauer, 1979, s.22). Odak noktası ilgiyi çekmekte ve okuru daha çok bakması için cesaretlendirmektedir. Bir odak noktası oluşturmanın amacı dikkat çekmeye ve izleyiciyi aramaya devam etmeye teşvik etmektir (Greenberg & Jordan, 1991; Lauer, 1979). Tasarımda odak noktası oluşturmak izleyicinin dikkatini çekmek için bir araçtır. Zıtlık ve izolasyon (gruptan ayırmak) odak noktası oluşturmak için kullanılan iki farklı yöntemdir. Denge duyusu ise içgüdüsel bir duygudur ve 23 dengesizlik rahatsız edicidir. Fiziksel tehlike olmasa da dengeli kullanım rahatlatıcıdır (Lauer, 1979, s.36). Bir görüntüye baktığımızda dikey bir ekseni tasavvur ederiz ve genellikle her iki tarafta da bir çeşit görsel ağırlık grubunu görmeyi bekleriz (Greenberg & Jordan, 1991; Lacer, 1979; Poore, 1967). Bu durum, bir dayanak noktası olarak işlev görmekte ve denge hissi vermektedir. Bu denge mevcut olmadığında, "Belirli ya da belirsiz; bir tedirginlik veya memnuniyetsizlik ortaya çıkmaktadır (duvardaki yamuk resmi düzeltme isteği gibi) (Lauer, 1979, s.36). Elemanların dengesi simetri ve asimetrik dengeyle sağlanabilir (Bates, 1960; Lauer, 1979). YÖNTEM Hazırlık çalışma bilgileri göz önüne alınarak dört ayrı sayfa prototipi oluşturulmuştur. Bu dört prototipin her birinde 15 farklı konuda haber örneği yer almaktadır. Bu 15 haberin 11 tanesi fotoğraflı haberdir ve her biri siyaset, spor, çevre, teknoloji, iş/ekonomi, dış ilişkiler, magazin, sağlık, polis/adliye gibi farklı konuları kapsamaktadır. Haber örnekleri ve fotoğraflar bu çalışma için uygun formattaki haberler içinden seçilmiştir. Maketler gerçek gazete sayfası boyutlarında (57cm x 82 cm kâğıt boyutuna uygun) sayfa tasarımı QuarkXpress ve Photoshop grafik programları kullanılarak tasarlanmıştır. Ulusal gazetelerin birebir ölçüsünde ve bu gazetelerde genel olarak uygulanan iki farklı tasarım biçiminde hazırlanmıştır. Prototipler renkli ve siyah-beyaz yazdırılmış ve gerçeğini tıpatıp andırması konusunda özen gösterilmiştir. Boyutları ulusal gazete boyutları ile aynıdır. Bu deneysel araştırmada geleneksel medyada yaygın olarak kullanılan boyutlarda hazırlanan iki maket sayfanın renkli ve siyah-beyaz ve renkli versiyonları katılımcılara gösterilmektedir. Bu çalışmada “ASL, Mobile Eye” göz izleme cihazı ve EyeVision yazılımı kullanılmaktadır. ASL Mobile Eye göz izleme cihazı ile elde edilen veriler EyeVision yazılımı ile değerlendirilerek nokta koordinatlarına dönüştürülmektedir. Yedi nokta üzerinden kalibrasyon sağlanmaktadır. Verilerin değerlendirilmesinde mekânsal nokta örüntüleri dikkate alınmaktadır. Bir mekânsal nokta örüntüsü, bir araştırma bölgesindeki nokta konumlarının kümesidir. Buradaki mekânsal nokta örüntü işlemlerinde veri setinin, araştırma bölgesindeki ilgili tüm olayların ölçülmüş olduğu bir “haritalandırılmış nokta örüntü” sunduğu varsayılmaktadır (Ripley, 1981). Bulgular Araştırmaya haftada dört gün gazete okuyan 147 kadın ve 173 erkek olmak üzere toplam 320 öğrenci katılmaktadır. Her bir katılımcı göz takip sistemi kullanılarak önlerine konulan tek sayfalık gazete örneğini okumaktadır. Hazırlanan maket sayfalar üzerinde göz takibi yapılmaktadır. Deneyden önce katılımcıların demografik bilgilerini ve medya alışkanlıklarını sormak için kısa bir sormaca hazırlanmıştır. Katılımcıların büyük çoğunluğu üniversite lisans düzeyinde eğitim düzeyine sahiptir (Tablo 1). 24 Tablo 1. Katılımcıların eğitim düzeyleri Eğitim düzeyi Sayı Yüzde 6 1,9 89 27,8 123 38,4 Yüksek lisans 53 16,6 Doktora 49 15,3 Toplam 320 100 Ortaöğretim Lise Üniversite Sormacada öğrencilerin okuma eylemini sayfada nereden başlattığı sorulduğunda %61’i başlığı en büyük olan haberden, %11,7’i gazete logosunun üstünden yani sür manşetten, %7,5 ise büyük fotoğraflı haberden yanıtını vermektedir (Tablo 2). Tablo 2. “Gazete sayfasında nereden okumaya ya da bakmayı başlarsınız?” sorusuna verilen yanıtlar. Sayı Yüzde 196 61,3 Fotoğrafı en büyük olan haberden 24 7,5 Logonun üstünde yer alan haberden 36 11,3 7 2,2 57 17,8 320 100 Okumaya ya da bakmaya nereden başlarsınız? Başlığı en büyük olan haberden Çarpıcı renkteki haberden Diğer Toplam Sormaca yanıtları ile göz takibi bulguları karşılaştırıldığında katılımcıların göz takibiyle elde edilen bulguları örtüşmektedir. Göz takibine göre her iki maket sayfada manşet haber en çok okunan ya da bakılan haber olmaktadır. Sağdan akışlı ilk maket sayfada sağ sütunda yer alan kısa haberlerin okunurluğu az, fotoğrafları da dikkate alınmamaktadır. Duraksamalar manşet haber başlığı, metni ve fotoğrafı (sayfadaki en büyük fotoğraf) üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ardından ikinci en büyük haber olan siyaset haberi başlığı ve metni ikinci sırada duraklama yoğunluğuna sahiptir (Şekil 1). Soldan akışlı sütuna sahip maket üzerindeki bulgulara göre ise yine manşet haber yazıları okunurlukta birinci sıradadır. Ancak bu haberin fotoğrafı üzerindeki duraksamaların yoğunluğu ilk makete göre dağa az yoğunlukludur. Siyaset haberi yine ikinci sırada bir yoğunluğa sahiptir. Ancak sol akışlı sütundaki haberler bu tasarım biçiminde daha fazla görünürlük kazanmakta ve ilk makete göre okunurlukları artmaktadır (Şekil 2). Okuma 25 eyleminde okurun soldan başlayan okuma alışkanlığına sahip oluşu, sayfaların sol tarafında bulunan haberlere bir öncelik değeri sağladığı bulgusu burada öngörülebilir. Tablo 3. “Sizin için hangi unsur sayfada daha önemlidir?” sorusuna verilen yanıtlar Sizin için hangi unsur sayfada daha önemlidir? Fotoğraf Yazılar Fark etmez Toplam Sayı Yüzde 88 27,5 174 54,4 58 18,1 320 100 Sormacada okurun birinci sırada yazıları önemsediği (%54), fotoğrafı ise ikinci sırada tuttuğu (%27,5) her iki maketteki göz takibi bulguları ile desteklenmektedir (Tablo 3). Şekil 1. Göz takibi ile ortaya çıkan sağ akışlı tasarımlanan sayfadaki yönlenmeler 26 Şekil 2. Göz takibi ile ortaya çıkan sol akışlı tasarımlanan sayfadaki yönlenmeler Göz takibi bulgularına göre seksapel bir fotoğrafa sahip olan magazin haberi fotoğrafı sağdan akışlı sayfada çok fark edilmezken, sol akışlı sayfada yazılarına göre daha çok odaklanmaya neden olmaktadır (Tablo 5). Haber konuları her ne kadar katılımcıların bireysel ilgisine sahip olabilse de sola önceliğin etkili olduğu bu araştırmanın bulguları arasındadır. SONUÇ Bu araştırmada göz takibi cihazı ve sormaca sonuçları kullanılarak izleyicinin görsel dikkati ölçülerek ve değerlendirilerek sayfalarda görsel ağırlık merkezlerinin hangi unsurlar olduğu tespit edilmeye çalışılmaktadır. İzleyicilerin haber okuma eyleminde düşündükleri ve yaptıkları davranışlar bu araştırma çerçevesinde birbiriyle örtüşmektedir. Başlık büyüklüğü, sayfada haberin yerleşimi haberin okunurluğunda ilk belirleyicidir. Fotoğraf büyüklüğü de ikinci olarak haber okunurluğunda belirleyicidir. Ancak bütün bunların ötesinde bu çalışmanın bulguları, soldan başlayarak okuma alışkanlığı sayfa tasarımlarında haberlere fotoğraflı olsun ya da olmasın sola öncelikli yerleşime bir değer atfedildiğini ortaya 27 koymaktadır. Aynı şekilde sayfanın üst bölümüne yerleştirilen haberlerin görünürlüğü daha alta yerleştirilen haberlere göre daha fazladır. Sonuç olarak her ne kadar içerik konuları bireysel ilgi, zevk vs. gibi etkenlere maruz kalsa da bu araştırmada yerleşimde yukarıdan aşağıya doğru ve sola öncelikli bir görsel çekim olduğu ortaya çıkmaktadır. Görsel öğelerle ilgili stratejiler, basılı medyanın içerik biçiminin düzeni önemlidir. Tasarımda haberi okuma davranışını yönlendirmek okura odak noktası oluşturmak açısından bu araştırma bilimsel bir yöntem sağlayabilir. KAYNAKÇA Bates, K.F. (1960j. Basic design: principles and practice. New York, NY: The WorldçPublishing Co. Beitler, E.J., & Lockhart, B. (1969). Design for you (2"d Edition). Toronto, ON: John Wiley & Sons. Dickie, G. (1977). Aesthetics: An Introduction. New York, NY: Bobbs-Merrill. Dinucci, D., Guidice, M., (1998) Elements of Web Design, 2nd Edition, U.S.A., s. 22. Doorst, K. (2011). The core of ‘design thinking’ and its application. Design studies, 32 p. 521532. Ducasse, C.J. (1955). Art, the critics, and you. New York, NY: Bobbs-Merrill. Fauconnier, G. 1997. Mappings in thought and language. Cambridge, England: Cambridge University Press. Garcia, M.R. and Stark, P. (1991), Eyes on the News, St Petersburg, FL: The Poynter Institute for Media Studies. Graves, M. (1941). The art of color and design. New York, NY: McGraw-Hill. Greenberg, J., & Jordan, S. (1991). The painter's eye: Learning to look at contemporary, American art. New York, NY: Delacorte Press. Janson, H. W. ( I 977). History of Art: A survey of the major visual arts from the dawn of history to the present day. Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall and Harry N. Abrams. Lakoff, G. & Johnson, M. 1999. Philosophy in the flesh. New York: Basic Books. Lauer, D. (1979). Design basics. New York, NY: Holt, Rinehart and Winston. Onursoy, S. Kılıç, D. ve Er F. Gazete okuma davranışı ve okuma yolu. Marmara İletişim Dergisi, 16, 75-91. Onursoy, S., Kılıç, D. ve Birsen, H. (2011). Haberin Görsel Tuzakları, Haber Medyası Üzerinde Göz Takibine Bağlı Okuma Davranışı Araştırması, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları no: 2190, İletişim Bilimleri Fakültesi yayınları no 76. 28 Poynter Eye-track Araştırma Raporları, (2007). (Erişim tarihi 17.04.2017) https://www.poynter.org/2006/eyetrack-07-new-study-probes-online-and-print/76421/ Poore, H.R. (1967). Composition in art. London: The Oak Tree Press. Rayner, Keith, (1998-11). Eye movements in reading and Information Processing: 20 Years of research (Erişim tarihi 18.04.2017) http://eyebooks.demicon.ru/files/1236749438.pdf Ripley, B. D. (1981). Spatial statistic. New York: John Wiley & Sons Ltd. Rowe, P. (1987). Design thinking. Cambridge MA: MIT Press. Smith, R.A., & Smith C.M. (1974). Justifying Aesthetic Education. In G.W. Hardiman & T. Zernich (Eds.), Curricular Considerations for Visual Arts Education: Rationale Development and Evaluation. Champaign, IL: Stipes. Szabo, M. And Kanuka, H. (1998). Effects of violating screen design principles of balance, Unity and focus on recall learning, study time and completion rate. JI. of Educational Multimedia and Hypermedia (1998) 8(1), 23-42. Townsend, D. (1997). An introduction to aesthetics. Cambridge, MS: Blackwell Publishers. 29 1970’Lİ YILLARDA ORHAN GENCEBAY FİLMLERİNDE KENT HAYATI Serdar KAYA1 ÖZET 1970’li yıllar Türkiye için politik hayatta kutuplaşmaların hızlandığı, ekonomik problemlerin arttığı, gazete ve kitapların yasaklandığı, düşünsel alanda özgürlüklerin kısıtlandığı yıllar olmuştur. Bu yıllarda televizyon yayın alanının gelişmesiyle birlikte televizyon kullanımı yaygınlaşmış, insanlar evlerine kapanmış ve bu durum insanlardaki sinema alışkanlığını olumsuz yönde etkilemiştir. Kente göçün ve gecekondulaşmanın da hızla arttığı bu yıllarda arabesk müzik Orhan Gencebay ile birlikte popülerleşince, sinema ile plak dünyası işbirliğine yönelmiş; böylece Türk sinemasında arabesk şarkılı filmler furyası başlamıştır. Bu filmlerde yoksulluk, dışlanma, acı, yakınma, kötü yazgı, umutsuzluk, karamsarlık, hüzün, kara sevda, çile, hor görülme, kadercilik gibi motifler dönemin ruhuna uygun olarak yoğun biçimde kullanılmıştır. Diğer taraftan bu filmler genel olarak kan davası, kent ve kentlileşme sorunları, dönem itibariyle ahlak anlayışı, toplumsal sınıfların temsili gibi konularda da yorum yapma fırsatı sunmaktadır. Bu noktadan yola çıkılarak, 1970’li yıllarda Orhan Gencebay’lı filmlerde kent hayatının nasıl yansıtıldığı sorusu çalışmanın problemi olarak belirlenmiştir. Çalışmada kent örüntülerine yoğun biçimde rastlanan Orhan Gencebay’lı Çilekeş ve Aşkı Ben mi Yarattım filmlerinin sosyolojik eleştiri yöntemiyle analizi yapılmaya çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Arabesk kültür, Arabesk şarkılı filmler, Kentleşme, Sosyolojik eleştiri URBAN LIFE IN 1970’S ORHAN GENCEBAY FILMS ABSTRACT The 1970’s were a time of increased political polarization, economic problems, bans on newspapers and books, and limitations on intellectual freedoms in Turkey. With the advancement of television broadcasting in these years, television viewership increased thereby influencing more of the public to spend time at home, negatively impacting peoples’ cinema habits. The rapid growth of urban migration and squatting, combined with the increased popularity of Orhan Gencebay and his arabesque music, ensured the worlds of cinema and music collaborated, giving birth to the arabesque music film craze in Turkish cinema. These films utilized period correct themes such as poverty, exclusion, pain, suffering, poor fate, hopelessness, darkness, sorrow, blind love, hardship, disparagement, and fatalism. These films also provided a great opportunity for the discussion and portrayal of important subjects of the era such as blood feuds, cities and urbanization issues, the moral and ethical issues of the time, and the representation of social classes. As such, the main purpose of this study is to determine how urban life is portrayed in Turkish films of the 1970’s starring Orhan Gencebay. This determination is achieved through a sociological method of criticism of Orhan Gencebay’s “Çilekeş” and “Aşkı Ben mi Yarattım” films which heavily portray urban settings. Keywords: Arabesque culture, Films with arabesque music, urbanization, sociological method of criticism 1 Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sinema Televizyon Anabilim Dalı, serdarkaya21@gmail.com 30 1. GİRİŞ Bu çalışma, 1970’li yıllarda çevrilen Orhan Gencebay filmlerinde kent hayatının nasıl yansıtıldığı sorusuna yanıt aramaktadır. Bu kapsamda Gencebay’lı filmler arabesk şarkılı filmler kategorisinde değerlendirilip arabesk müzik, arabesk kültür, modernleşme, kent ve kentleşme kavramları ele alınarak Gencebay’lı iki filmin toplum bilimsel yöntem ile çözümlemesi yapılmaya çalışılmaktadır. Arabesk müziğin ortaya çıkışını sağlayan etmenler, sanayileşme süreci ile birlikte gelen ve ancak kentlerde varlık bulan etmenlerdir. Bu bağlamda arabesk müzik kent kültürünün bir ürünü olarak değerlendirilmektedir (Özbek, 1991, s. 27). Bu müzik türü kapitalist sanayileşme hareketleri ile beraber kente göç eden kitlede karşılığını bulmuş ve bu müziğin karşılığını bulduğu kitlenin kültürü arabesk kültür olarak adlandırılmıştır. Dolayısı ile bu çalışmanın temel varsayımı arabesk kültürün kentte ortaya çıktığı ve biçimlendiğidir. Bu noktadan hareketle arabesk şarkılı filmlerin de arabesk kültürün bir ürünü olduğu belirtilmektedir. Kentte karşılığını bulan bir kültürün ürünü olan arabesk şarkılı filmlerde, kent hayatının nasıl yansıtıldığını görmek bu çalışma açısından önemlidir. Çalışma genelleme amacı taşımamakta, her film kendi içinde değerlendirmeye tabii tutulmaktadır. 1.1. Arabesk Müzik ve Arabesk Kültür 1960’ların sonunda Orhan Gencebay ile birlikte Türkiye müzik piyasası yeni bir popüler müzik tarzı ile tanıştı. Türk klasik ve halk müziği motiflerinin Batı ve Mısır unsurlarıyla iç içe geçtiği, gecekondularda yaşayan kırsal göçmenlerin özlemlerini yakalayan bu tarz, arabesk müzik olarak adlandırıldı (Özbek, 1999, s. 168). Arabesk, kırsal kesimden kente göçen, kentin çevresinde kısa bir sürede yükselen, düzensiz ve çarpık olan, çok kısa bir sürede inşa edilmesi sebebi ile gecekondu olarak adlandırılan yapılarda yaşayan, ne kente uyum sağlamış ya da “modernleşebilmiş” ne de köyden tamamıyla kopabilmiş ya da “geleneksel” olandan uzaklaşabilmiş kitlelerce benimsendi, sevildi. Kimi çevrelerce yoz ve kaderci olarak değerlendirilen bu müzik tarzı dolmuş veya gecekondu müziği ifadeleri ile yerildi ve arabeske geçici bir popüler kültür olgusu olarak bakıldı. Arabesk müziğin karşılığını bulduğu kitlenin kültürü ise arabesk kültür adlandırması ile genellendi. Arabesk kültürün kentsel çevreyi kirlettiğine ve kırsallaştırdığına inanılıyor ve bu gibi sebepler ile arabesk kültüre bir geçiş döneminin ürünü, bir “anomali” olarak bakılıyordu. Bu bakışın altında ise “klasik modernleşme kuramı” vardır. Bu kuram, geleneksel ile modern arasında bir ikilik görmekte, geleneksel olanı geri olarak kabul etmekte ve geleneğin ardından modernliğin geleceğini söylemektedir. Bu bağlamda arabesk kültür toplumda marjinal ve sakat bir unsur olarak sunuldu, sanayileşme ve kentleşmenin ilerlemesi ile yavaş yavaş silineceği varsayıldı. (Özbek, 1999, s. 168). Devlet, modernleşme politikası ile ters düşen bu durumu, uzun süre görmezden geldi, engel ve yasaklar ile bu durumun önüne geçmeye çalıştı. Bu engellemeler ise kitlelerde, devletin modernleşme politikası ile kapitalist-liberalist iktisadi sistemin çelişkisinden kaynaklı olarak tersi bir durum yarattı ve tüketilen her ürününün arzının artırılması ve talebinin yaratılması sebebiyle kitleler gün geçtikçe daha çok arabesk müzik dinlemeye başladı, arabesk müzik icracıları arttı, icracıların başrolde oynadığı sinema filmleri çekilmeye başlandı (Özbek, 1999, s. 169). Arabesk müzik ve arabesk kültür kavramlarına değindikten sonra arabesk kültürün Türkiye’deki gelişme koşullarına kısaca göz atmak da fayda vardır. Gelişmekte veya az gelişmiş diğer pek çok ülke gibi Türkiye de, sanayinin talebi olmaksızın gerçekleşen, hızlı 31 “kentleşme” sürecinin bütün çarpıklıklarına maruz kalmıştır. Özellikle tarımsal yapıdaki değişmelere bağlı olarak 1940’lı yıllardan itibaren köyden kente göç edenlerin sayısı gittikçe artmıştır. Köyden kente göç edenlerin başlıca umudu, kentlerde kurulan yeni fabrikalarda çalışmaktır. Kentlerdeki konut miktarı, hızla artan nüfusun ihtiyaçlarına cevap vermemekte, göçmenler fabrika çevrelerinde veya kentin merkezden uzak bölgelerinde çoğunlukla tek veya iki odalı gecekondular aracılığı ile barınma sorununu çözmeye çalışmışlardır. Gittikçe artan gecekondulaşma altyapı, ulaşım gibi sorunları da beraberinde getirmiştir (Özer, 2004, s. 452). Gecekonduları mesken tutan göçmen kesim ise, toplumsal ve ekonomik problemleri bütün ağırlığınca omuzlarında hissetmektedir. Eğitim olanaklarından yoksun kalmış ve mesleksizdir. Bugünü karanlık olduğu gibi yarına karşı da umutsuzdur. Bu ve benzeri koşullar ve bireyde yarattığı psikolojik yansımaları düşünüldüğünde kitlelerin, zaten aşinası oldukları bir müzik tarzı ile beraber Gencebay’ın “bir teselli ver” demesine kayıtsız kalmamaları ve “batsın bu dünya” diye haykırmaları oldukça anlaşılırdır. Gencebay albümlerine olan yoğun ilgiye sinema endüstrisi sessiz kalmadı ve ilk Gencebay filmi “Bir Teselli Ver”, 1971 yılında Lütfi Akad tarafından çekildi. Bu film gişede beklenen hâsılatı yapmasa bile daha sonraki yıllarda çekilen Gencebay’ın yeni filmleri (1971–1976) hep en çok izlenenler listesinde yer aldı. Bu “yeni” müzik tarzına olan ilgi başka arabesk müzik şarkıcılarını da doğurmuş ve 70’lerin sonuna yaklaşırken Ferdi Tayfur bu alanda Orhan Gencebay’ın en büyük rakibi olmuş, hatta Tayfur’lu filmler gişede Gencebay filmlerini uzun süre geride bırakmıştır (Özgüç, 2005, s. 112). İlerleyen yıllarda ise arabesk müzik şarkıcılarına olan yoğun ilgi ve bu türde çekilen yeni filmler sinema salonlarının önünde uzun kuyruklar oluşturmuştur. 1.2 Modernleşme ve Kentleşme Modernleşme ve kentleşme kavramlarının bir arada ele alınması modernleşme ile kentleşme sorunları arasındaki ilişkilerin ve birbirlerini etkileme düzeylerinin daha anlaşılır hale gelmesine yardımcı olacaktır. Meral Özbek, “Arabesk Kültür: Bir Modernleşme ve Popüler Kimlik Örneği adlı çalışmasının temel önermesini şu cümleler ile ifade etmektedir: “Arabesk bir “anomali” değil, Türkiye’nin modernleşmesindeki mekânsal ve simgesel göç ile inşa edilen ve yaşayan popüler kültürün tarihsel bir biçimlenmesi olduğudur.” Arabesk kültürü popülerleştiren kesim kente yerleşmiş kırsal göçmenlerdir ve arabesk kültür 1950’lerden itibaren kırsal göçmenlerin Türk toplumundaki hızlı modernleşme ile biçimlenen yaşantılarını dile getirmiştir. Arabesk kültür, başlangıçta Cumhuriyet’in temeli olarak görülen ve saygı gösterilen kırsal kesimin, göç edip kent merkezlerinin sınırında yaşamalarıyla ortaya çıkan ve yerleşik kentlilerce benimsenmeyen, “kültürsüzlük” olarak ifade edilen, kent kültürüdür. Özbek’in ifadesi ile “arabeskin hikâyesi Üçüncü Dünya denilen ülkelerin “Batılılaşmasının da hikâyesidir ve arabeskin anlaşılması, Türkiye’deki modernleşme sürecinin ve projesinin çelişkilerini ve kararsızlıklarını kavramada son derece önemlidir” (Özbek, 1999, s. 168). Özbek’in ifadelerinden yola çıkarak modernleşmenin ne olduğuna ve farklı boyutlarına kısaca değinmekte yarar vardır. Tekeli’ye göre, modernleşme, 17. yüzyıldan itibaren, sanayi devrimi sonrası Avrupa’da oluşmuş bulunan toplumsal yaşam ya da organizasyon biçimidir. Bu organizasyon biçimi kendi içinde sahip olduğu özelliklerden dolayı Dünya’ya yayılma özelliği gösterir. Bu bağlamda modernleşmenin dört boyutundan bahsedilebilir. Bunlardan ilki ekonomik boyutudur. Modern toplumdaki ekonomik anlayış kapitalizmdir. Ürünler metalaşmış, emek ücretli hale gelmiş, liberalist mülkiyet anlayışı kurumsallaşmıştır. 32 İkinci boyut bilgiye yaklaşımdır. Toplumsal olguların doğru bir temsilinin yapılabileceğine, dolayısı ile nesnel bir toplumbilimin kurulabileceğine inanılmaktadır. Ayrıca değerler alanında evrensel olarak geçerli bir ahlak ve hukuk alanının kurulabileceğine inanılmaktadır. Üçüncü boyutu, geleneksel toplum bağlarından kurtulmuş, kendi aklıyla kendisini yöneten bireyin doğmuş olmasıdır. Geleneksel ilişkilerden kopmuş, bireyselleşmiş, yer değiştirebilen, eğitilmiş kişilerden oluşan bir toplum söz konusudur. Modernizmin dördüncü boyutu kurumsal yapısıdır. Kapitalist ekonomik faaliyetlere sahip, gelenekselden kurtulmuş, bireyselleşmiş, eğitimli bireylere sahip, kendi üstünde düşünen toplum yeni bir örgütlenme biçimi geliştirmiştir. Böyle bir toplum ulus-devleti ve demokratikliği benimsemiştir. Yerel bağlamdaki toplumsal ilişki biçimini aşarak daha belirsiz ve yaygın bir mekânda, anonim toplumsal ilişki kalıpları oluşturulabilmesi için ulus kimliklerinin ortaya çıkması gerekmiştir. Kendisi için iyi olanı değerlendirebilen eşit bireylerden meydana gelen toplumun yönetimi demokratiklik ilkelerine göre kurulmak zorundadır (Tekeli, 1999, s. 153). Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler ve az gelişmiş ülkeler hızlı bir kentleşme sürecini yaşamaktadır. Kentleşme olarak adlandırılan olgunun ne olduğunu anlamak için öncelikle “kent” tanımlamasının sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini bilmekte fayda vardır. Bu bağlamda öncelikle “kent kavramı ile ne ifade edilmektedir” sorusu sorulmalıdır. Bu sorunun yanıtı kentleşme kavramını anlamamızı kolaylaştıracaktır. Kentleşme olgusunun anahtar sözcüğü olarak nitelendirebileceğimiz “kent” kavramını her bilim dalı veya her yaklaşım demografik, işlevsel veya ekonomik ya da toplum bilimsel olmak üzere farklı bir ölçüt kullanarak tanımlamaya kalkışmıştır. Bu çalışmanın kapsamında ise bu her üç ölçütü birlikte değerlendiren Sencer’in kent tanımlaması esas alınacaktır. Bu bağlamda kent, çoğunlukla tarım dışı kesimlerde yoğunlaşmış 10.000’in üstünde nüfusu bulunan, farklılaşmış ve örgütsel bir fiziksel, toplumsal ve yönetimsel bütünlüğe sahip olan yerleşmedir (Sencer, 1979, s. 8). Bu tanım ışığında kentin taşıması gereken nitelikler Erkan’ın Kentleşme ve Sosyal Değişme yapıtında şu şekilde sıralanmaktadır: Belli bir nüfus büyüklüğüne ve nüfus yoğunluğuna erişmiş olması. Tarımsal üretimden daha ileri bir üretim düzeyi olan sanayi üretimine geçmiş olması ve bununla birlikte hizmet sektörünün gelişmiş olması. Geleneksel aile yapısının çözülerek yerini çekirdek aile yapısına bırakmış olması. Nüfusun büyük oranda örgütlenmiş, karmaşık iş bölümüne ve yüksek uzmanlaşma düzeyine erişmiş olması. Yerel değerlerin yerini, ulusal değerlerin veya evrensel değerlerin almış olması. Geleneksel ilişkilerin (cemaat toplum tipinin) çözülüp bireysel ilişkilerin ya da bireysel çıkarların ön plana çıkmış olması. Eğitim düzeyinin kırsal kesimdeki eğitim düzeyinden yüksek olması ve çocuk bakım ve eğitiminde aile dışı kurumların gelişmiş olması. Sosyal normların yerini, resmi denetleme kurumlarının almış olması. Statülerin aileden gelmeyip bireylerin kendi çabaları ile kazanılmış olmaları. 33 1.2.1. Kentleşme Kent kavramının ne olduğu ve taşıması gereken nitelikleri belirttikten sonra kentleşme kavramına geçebiliriz. Sanayi devrimi ile başlayan, sanayileşme ve modernleşmenin yarattığı toplumsal bir olgu olan kentleşme, sosyolojik, ekonomik ve demografik açılardan yapılmış, değişik tanımlara sahiptir. Kentleşmenin dar anlamdaki tanımı, demografik bir nitelik taşır. Bu tanıma göre kentleşme, kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfus sayısının artmasını anlatır. Kentsel nüfus ise doğum sayıları ile ölüm sayıları arasındaki farkın birinciler lehine olması sonucunda ve köy ve kasabalardan kente gelenlerle, yani göçlerle artar. Kentleşme olgusu, bir toplumun ekonomik ve toplumsal yapısındaki değişmelerden doğar; dolayısı ile kentleşmenin yalnız bir nüfus hareketi olarak görülmesi olgunun eksik kavranmasına neden olur. Kentleşmenin ekonomik, toplumsal ve siyasal boyutları da hesaba katılınca şu şekilde daha kapsamlı bir tanıma ulaşmak mümkündür: “Kentleşme, sanayileşme ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında, artan oranda örgütleşme, işbölümü ve uzmanlaşma yaratan insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikim sürecidir” (Keleş, 2002, s. 22). Kentleşme olgusunun Türkiye’ye özgü nedenleri “Kentleşme Komisyonu”nun yaklaşımı esas alınarak iki başlık altında toplanabilir. Bu yaklaşım doğrultusunda demografik nedenler, tarımsal yapıdaki değişimler, iletici, çekici, siyasi-hukuksal ve sosyo-psikolojik nedenler kentleşmenin oluşumunu hazırlayan “iç etmenler” olarak değerlendirilirken, İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası ekonomik, sosyal ve siyasal olayların Türkiye’deki kentleşme sürecine etkileri “dış etmenler” olarak ele alınmaktadır (Özer, 2004, s. 450). Bu çalışmanın kapsamında kentleşmenin nedenlerinden ziyade kentleşme süreci sonunda ortaya çıkan sorunlar önem arz etmektedir. Türkiye’de hızlı kentleşme sürecinin getirdiği sağlıksız yapılaşma, konut ve arsa sorunu, ulaşım yetersizliği, su ve hava kirliliği, trafik, eğitim ve kültürel imkânların yetersizliği, doğal ve tarihi alanların tahrip edilmesi ile geleneksel mimari öğelerin yok olması ortaya çıkan sorunlardan bazılarıdır (Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yayını, 1988, s. 76). Hızlı kentleşme sonucu ortaya çıkan en büyük problem ise yetersiz konut miktarına bağlı olarak kendini gösteren gecekondulaşma sorunudur. Türkiye toplumunun kendine has özellikleri ve modernleşmenin bahsettiğimiz dört boyutu ile Türkiye’de kentleşme süreci ve kentleşme sorunlarını beraber ele alırsak şu şekilde bir değerlendirme yapmamız mümkündür: 1950’lere kadar Türkiye nüfusunun önemli bir bölümü kırsalda yaşamaktadır. Sanayileşme istenilen düzeye ulaşmamıştır. Toplumun genel eğitim seviyesi düşüktür. Bireyler geleneklerine bağlıdır. Elbette tüm bu yapıların çözüleceği yer kenttir. Özellikle tarımsal yapıdaki bozulmalardan kaynaklı, sanayinin talebi olmaksızın köyden kente göç gerçekleşmiştir (Özer, 2004, s. 450) Göçmenler kent merkezinin sınırlarında yaşamaya başlamışlar, buralarda gecekondu mahalleleri oluşturmuşlardır. Göçmenler, eğitimsiz ve mesleksiz olmalarından dolayı yedek iş gücü olmaktan öteye gidememektedirler (Özbek, 1999, s. 169). Kentte bulunmalarına rağmen eğitim, altyapı, ulaşım v.s. gibi hizmetlerden yeterince faydalanamamaktadırlar. Kente yeni gelenler, ilk bağlarını kendi memleketlileri, akrabaları gibi yakın çevresinden kişiler ile kurmaktadır. Dolayısı ile memleketlilik ve akrabalık ilişkileri oluşan bu yeni kentli kesim için önemli olmaktadır (Özbek, 1999, s. 176). Böylece bireyler “bireyselleşememekte”, geleneksel ilişkilerden kopamamakta, zaten yeterince bilinçli ve eğitimli olmadıkları için demokrasi kavramını içselleştirememektedir. Kapitalist ekonomik anlayışa karşı ise kararsızlık içindedirler. Bir yandan kapitalist ilişkilerin yarattığı fırsatları kullanma peşindeler iken, öte yandan kapitalist anlayışı ve ilişkileri mevcut 34 durumlarının sorumlusu olarak görmektedirler (Belge, 1990, s. 22). Çerçevesi çizilen bu durum devletin modernleşme projesi ile çelişkiler içermektedir. Modernleşme politikaları ile geleneksel değerler arasında kalan bu kesim, ne “kentli” ne de “köylü” olan kendine has bir kent kültürü yaratmıştır. Arabesk müziğin ortaya çıkışına ya da müziğin arabeskleşmesine bu çerçevede bakılabilir. 1.4. 1970’li Yıllarda Arabesk Şarkılı Filmler 1970’li yıllar Türkiye için hiç de iç açıcı yıllar olmamıştır. Bu yıllarda politik hayatta kutuplaşmalar hızlanmış, gerilimler artmış, politik hayatın günlük hayat üstündeki ağırlığı olabildiğince fazlalaşmıştır (Belge, 1985’den aktaran Güçhan, 1992, s. 90). Ekonomik sıkıntıların yanı sıra, dergilerin kapatılması, gazete ve kitapların yasaklanması, üniversitelerden akademisyenlerin uzaklaştırılması gibi uygulamalar ile düşünsel alanda da özgürlükler kısıtlanmıştır (Güçhan, 1992, s. 90). Ayrıca, televizyon yayın alanının hızla gelişmesi ve orta sınıflar arasında televizyon kullanımının yaygınlaşmasıyla insanlar evlerine kapanmış; bu durum da insanlardaki sinema alışkanlığını olumsuz yönde etkilemiştir (Tan, 1987, s. 42). Kente göçün ve gecekondulaşmanın da giderek arttığı bu karanlık yıllarda arabesk müzik Orhan Gencebay ile birlikte popülerleşince, “sinema ile plak dünyası sinema tarihinde görülmemiş bir biçimde ortaklık kurarak işbirliğine” yönelmiş; “böylece sinemada arabesk furyası ticari bir amaçtan yer bularak” yerleşmiştir (Tan, 1987, s. 45). Arabesk şarkılı film türünü başlatan ilk film Lütfi Ömer Akad’ın yönettiği başrolünde Orhan Gencebay’ın oynadığı Bir Teselli Ver (1971) adlı film olmuştur. Ancak bu film gişede beklenilen hâsılatı elde edememiştir. Bu ticari başarısızlıktan bir yıl sonra ise Gencebay’ın Sev Dedi Gözlerim adlı filmi büyük bir hâsılat elde etmese de iş yapmıştır. Bu filmin arkasından ise Gencebay’ın Ben Doğarken Ölmüşüm (1973) ve kıskançlık uğruna sevgilisini öldüren bir karpuzcuyu oynadığı Dertler Benim Olsun (1974) adlı filmleri gelmiştir. Bu türde ilk önemli ticari başarı elde eden film ise 1975 tarihli, yine Gencebay’ın başrolünde oynadığı, Batsın Bu Dünya olmuştur. 1976 yılında Bir Araya Gelemeyiz adlı bir film daha çeken Gencebay, bu yıla kadar Türk sinemasında bu türün tek oyuncusudur. Ancak, arabesk şarkılı filmler ilk patlamasını Gencebay’ın oynadığı Bıktım Her Gün Ölmekten (1976), Şoför (1977) ve Hatasız Kul Olmaz (1977) adlı filmler ile yaşamıştır. Bu filmlerin ticari başarısı üzerine Ferdi Tayfur da 1977 yılında Çeşme ve Derbeder adlı filmleriyle perdede görünmüş, hatta Tayfur’lu filmlerin gişe başarısı Gencebay’lı filmleri geride bırakmıştır. Söz gelimi, Tayfur’un Son Sabah filmi 1978 yılında iş yapan filmler listesinin ilk sırasında yer almıştır. Bir sonraki yıl ise iş yapan on filmin dördü Tayfur’un olmuştur. Daha sonraki süreçteyse birçok arabesk şarkıcısı, filmleri ile perdede görünmüştür: İbrahim Tatlıses, Müslüm Gürses, Emrah, Ceylan, Gökhan Güney, Bergen, Bülent Ersoy v.s. Bu tür filmlerin en geçerli piyasa yönetmenleriyse Şerif Gören, Temel Gürsu, Natuk Bayhan, Osman F. Seden ve Remzi Jöntürk olmuştur (Özgüç, 2005, s. 106-113). Bu filmlerde yoksulluk, dışlanma, acı, yakınma, kötü yazgı, umutsuzluk, karamsarlık, hüzün, kara sevda, çile, hor görülme, kadercilik gibi motiflerin yoğun olarak kullanıldığı, filmlerin genelde mutsuzluk ya da acı ile noktalandığı belirtilmektedir (Tan, 1987: 118; Özgüç, 2005, s. 114). Tan (1987, s. 123), arabesk şarkılı filmlerin ortak özelliklerini ise şu şekilde dile getirmektedir: Bu filmler rastlantıların çokça yer aldığı, insanların kesin bir iyi-kötü ayrımına tabii tutulduğu filmlerdir. Bütünüyle kaderci bir anlayışı yansıtmaktadırlar. Ekonomik baskılar altında bunalan, umarsızlık içinde kıvranan kitleler bu filmlerle avunmakta, yapay bir dünyada sorunlarını unutmaya çalışmaktadır. Bir anlamda garip bir melankoli gereksinimi giderilmektedir. 35 Araştırma dâhilinde ön izlemesi yapılan arabesk şarkılı filmlerde Tan ve Özgüç’ün belirttiği motiflerin yoğun olarak kullanıldığını görmek mümkündür. Diğer taraftan bu filmler genel olarak kan davası, kent ve kentlileşme sorunları, dönem itibari ile ahlak anlayışı, toplumsal sınıfların temsilleri (Avcı, 2004) gibi konular bağlamında yorum yapma fırsatı da sunmaktadır. 2. YÖNTEM Çalışma, nasıl sorusu çerçevesinde tasarlamıştır. Ele aldığı konuyu tanıma ve tasvir etme gayesi taşımaktadır. Dolayısıyla araştırma betimleyici2 türdedir. Bu tür bir çalışma için nitel yöntem uygun görünmektedir. Çalışma, karakterler üzerinden yapılandırılmış, karakterlerin mekânlar ile ilişkisi, yaşama bakışlarını yansıtan diyalogları çözümlenmiştir. Araştırmada alanyazın için veri toplama yöntemi olarak arama-tarama yöntemi uygulanmıştır. Toplumsal ve sanatsal boyutları olan arabesk kültür ve sinema gibi iki karmaşık ve geniş konuyu bir araya getiren bu araştırmanın probleminin çözümüne yönelik detaylı bir yazılı, görsel ve işitsel materyal taraması yapılmış, bu doğrultuda kitaplar, makaleler, gazete yazıları, yüksek lisans ve doktora tezleri incelenmiş, çeşitli belgeseller, filmler ve diziler izlenmiş, müzikler dinlenmiştir. Ayrıca toplumsal çevreyi gözlemleyerek araştırmacının kendisi de bir veri toplama aracına dönüşmüştür. Hem olgusal hem de yargısal türde veriler elde edilmiştir. Verilerin önemli bir bölümüne sosyoloji bilimi kaynaklık etmiştir. Çalışma kapsamında Orhan Gencebay’lı iki filmin analizi yapılmaktadır. Kent örüntülerine yoğun biçimde rastlanan filmler analiz konusu yapılmıştır. Kent örüntülerinin yoğun olduğu Gencebay’lı filmler ise 70’li yılların ikinci yarısına denk düşmektedir. Filmlerden ilki 1978 yılında Osman F. Seden tarafından çekilen başrollerini Orhan Gencebay ve Perihan Savaş’ın paylaştığı “Çilekeş” adlı yapımdır. Analizi yapılacak ikinci film ise başrollerini Orhan Gencebay ve Müjde Ar’ın paylaştığı, yönetmenliğini Şerif Gören’in üstlendiği 1979 yapımı “Aşkı Ben mi Yarattım” adlı filmdir. Her iki filmde de hikâyenin ana mekânı İstanbul kenti olmakla beraber, iki filmin birbirinden başka şekillerde kentin farklı yüzlerini yansıttıkları düşünülerek çalışmaya konu edilmişlerdir. Filmler klasik anlatı yapısına sahiptir ve filmlerde olaylar ana karakterlerin çevresinde gelişmektedir. Bu sebepten filmlerin analizinin odak noktasını da karakterler oluşturacaktır. Bu bağlamda şu sorulara cevap aranmaya çalışılacaktır: Filmlerde ortaya konulan karakterlerin sosyo-ekonomik kimlikleri nasıl yansıtılmıştır? Karakterlerin kentte karşılaştıkları toplumsal sorunlar (iş/çalışma/barınma v.s.) nasıl yansıtılmıştır? Karakterlerin yaşama alanları ve kentsel mekân ile ilişkileri nasıl yansıtılmaktadır? Karakterlerin toplumsal ilişkileri (kadın-erkek ilişkileri, kuşaklararası ilişkiler) nasıl yansıtılmaktadır? Araştırma problemi göstermektedir ki sosyolojik eleştiri, örneklem filmlerinin incelenmesinde, yorumlanıp değerlendirilmesinde uygun bir yöntemdir. Betimleyici araştırmalar ilgi duyulan konu ya da etkinliklerin bir betimlemesini, tasvirini yapmayı amaçlayan araştırmalardır. Bu araştırma tipinde çalışılan olgu ya da örneklem hakkında elde edilen veriler betimlenerek temel özellikleri tasvir edilir. Betimsel araştırma, araştırma konusu hakkında genel bir bakışıcısı kazanmak için oldukça uygun bir araştırma tipidir (Şavran, 2010, s. 119). 2 36 Sosyolojik eleştiri, filmlerin sosyal bilimlere dayalı bir çerçevenin kullanılmasıyla sosyolojik ölçütlere göre değerlendirilmesini amaçlayan bir yöntemdir (Özden, 2004, s. 154). “Amaç, sanat eserlerini anlamak ve değerlendirmek değil, onları kullanarak başka alanlarda bilgi edinmektir” (Moran, 2010, s. 85). Büyük ölçüde betimleyici olan sosyolojik eleştiri yöntemi, eser hakkında bir değer yargısı taşımaz, durumu tespit etmekle yetinir (Moran, 2010, s. 86). Bu yöntemde filmin üretilmiş olduğu dönemin ya da içeriğinde almış olduğu dönemin sosyal koşullarının incelenmesi esas olduğundan, bir film hangi türe ya da döneme ait olursa olsun, “sosyolojik veriler sağlayan bir belge gibi ele alınmaktadır” (Özden, 2004, s. 154). 3. FİLM DEĞERLENDİRMELERİ 3.1. Çilekeş Yönetmen: Senaryo: Oyuncular: Erman Yapım Yılı: Osman F. Seden Erdoğan Tünaş Orhan Gencebay, Perihan Savaş, Neriman Köksal, Yılmaz Köksal, Cem 1978 3.1.1. Filmin Kısa Öyküsü Orhan (Orhan Gencebay) ve Gül (Perihan Savaş) kentin gecekondu mahallelerinden birinde yaşayan ve evlilik planları yapan nişanlı bir çifttir. Orhan tersanede, Gül ise fabrika da işçi olarak çalışmaktadır. Orhan, Gül ile bir an önce evlenebilmek için gecesini gündüzüne katıp çalışmaktadır. Gül ise çevresinde gördükleri, işittikleri ve annesinin sözlerinin etkisi ile Orhan’la evlenme konusunda kararsızlık içindedir. Çünkü Orhan’la evlenmesi halinde yokluk içinde bir hayat süreceğini düşünmekte, bu düşünce de onu gelecek konusunda endişelendirmektedir. Bu sırada Gül’ün çalıştığı fabrikanın patronunun oğlu Zeyyat (Cem Erman), Gül’le beraber olabilmek için çabalamaktadır. Gül, Orhan’la girdiği bir tartışmanın ardından Zeyyat’la yakınlaşmaya başlar. Bu yakınlaşma sonucu Zeyyat Gül’ü iğfal eder. Gül başka bir erkekle beraber olduğunu Orhan’a itiraf eder; Orhan ile Gül ayrılırlar. Bu dakikadan sonra Orhan Gül’den ve Zeyyat’tan intikam alma uğraşı içine girer ve bir an önce zengin olabilmek için teyzesinin oğlu Eşref’in yardımına başvurur. 3.1.2. Filmin Analizi Filmin jeneriği ile birlikte filmdeki kentsel mekânı ve karakterleri tanımaya başlamaktayız. Bir fabrikanın yakınına kurulmuş gecekondu mahallesinde kadınlar dışarıda çamaşır yıkamakta, çocuklar çarpık yapıların arasına sıkışmış tozlu sokaklarda oynamaktadır. Mahallenin hemen yakınından yine sanayileşmenin sembollerinden biri olan demiryolu geçmekte, geçen trenin görüntüsü ile kentin yeni yüzünün nasıl olduğuna dair ipuçları verilmektedir. Daha sonra ise karakterlere ilişkin görünümler sunulmaktadır. Kamera geçen trenin görüntüsünden tipik bir gecekondu olan evin bahçesinde çiçekleri sulayan kadına (Orhan Gencebay’ın teyzesi) geçmektedir. Filmin jeneriği boyunca yaşanılan mekâna ve karakterlere ilişkin görüntüler devam etmektedir. Önce Orhan’ı tek katlı evden çıkarken, ondan sonra Gül’ü yine gecekondu mahallesindeki evlerden birinde ailesi ile beraber görürüz. Gül evden çıkar, yıkık dökük yapıların arasından yürür, çamaşır serili evlerin önünden geçer, bozuk yollardan koşarak Orhan’la buluşmaya giderken, izleyiciye de gecekondu mahallesinin görünümleri sunulur. 37 Filmin ana karakterlerinden Orhan, bir tersanede kaynakçılık yapmaktadır. Amacı biraz para biriktirip nişanlısı Gül ile en kısa zamanda evlenebilmektir. Gül ise bir fabrikada işçi olarak çalışmaktadır. İşçi olan iki ana karakter de gecekondu mahallesinde yaşamaktadır. Gül’ün kardeşi Yaşar zengin olma ümidiyle bir şilepte çalışma peşindedir. Orhan’ın teyzesinin oğlu Eşref çalışılarak zengin olunamayacağını düşünerek karanlık işlere bulaşmış ve “İstanbul’un Kralı” olmuştur. Eşref’in annesi ise geleneksel düşüncelerini korumakta ve az olsun ama helal para olsun düşüncesini değişik biçimlerde dile getirmektedir. Tüm bu karakterler gecekondu mahallesinde yaşamış veya yaşamaktadır. Gecekondulu kesimin karşısında ise Zeyyat ve ailesinin temsil ettiği kentin modern muhitlerinde yaşamlarını sürdüren kesim vardır. Filmin içindeki çatışma unsurlarından biri de bu iki kesim arasındaki mücadeledir. Filmin ilk sahnesi nişanlı çiftin barınma sorununa ilişkindir. Gecekondulardan birini kiralamak istemektedirler fakat gecekonduların kiraları bile onlara çok gelmektedir. Gelirleri bir gecekondu kiralamaya bile yetmemektedir. Filmin çekildiği 1978 yılını da düşünerek şunları söyleyebiliriz: İlk gelenler yaptıkları gecekonduları artık kiraya veren kesime dönüşmüştür. Gecekondular, bu ilk gelenler için birer gelir unsuruna dönüşmüştür. Bir gecekonduyu bile kiralayamayacak durumda olmaları karakterlerin gelir seviyesinin ne kadar düşük olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum da bizi o dönemde işçi kesime ödenen ücretler üzerinde düşünmeye sevk etmektedir. Yeni bir gecekondu kiralayamayan Orhan çevreden aldığı borçlarla boş bir araziye arkadaşları ile beraber bir gecekondu yapmaya girişir. Bu noktada Orhan’ın teyzesiyle ve Gül’ün ailesiyle beraber yaşadığı evlerin iç mekân düzenlemelerinin nasıl olduğuna bakılabilir. Her iki evde de hem kırsalda var olan hem de kent hayatının beraberinde getirdiği unsurlara yer verildiği görülür. Orhan’ın evi tek göz bir oda görünümündedir. Mutfak, karyola, masa aynı mekânın içindedir. Geleneksel sayılabilecek unsurlardan duvar halısı ve perdeler göze çarpmaktadır. İşlemeli örtüler odada dikkat çekmektedir. Bunların yanı sıra televizyon ve radyo gibi modern teknolojiler de aynı odanın içinde yer almaktadır. Ev içi tasarımında büfelere de yer verildiği gözlemlenmektedir. Gül’ün evinde de bu unsurlar yer almakla beraber ev, bölünmüş odalardan oluşmaktadır. Her iki evde de yemekler artık yer sofrasında yenmemekte, sofra masada hazırlanmaktadır. Evlerin dış düzenlemesine bakılınca genelde tek katlı yapılara rastlanmakta, evlerin önünde birer bahçe bulunmaktadır. Çamaşır yıkama işi dışarıda yapılmakta ve çamaşırlar dışarıya asılmaktadır. Orhan ile Gül’ün mahallenin içinde yürüdüğü sahnelerde evler dışarıdan bu şekilde görünmektedir. Gecekondu mahallesindeki evler dışında bir başka dikkat çekici mekân ise kahvedir. Mahallenin erkeklerinin toplandığı bu mekân mahalledeki dayanışma ruhunu sergiler görünümdedir. Gecekonduların iç ve dış görünüşünü ve gecekondulu karakterlerin nasıl bir mekânsal düzenleme içerisinde yaşadıklarını ele aldıktan sonra karakterlerin sosyal, ekonomik ve psikolojik yönden nasıl yansıtıldığına daha ayrıntılı bakabiliriz. Gecekondulu kesim içerisinde yer alan karakterlerden biri olan Orhan “dürüstçe” çalışıp, aza kanaat etmekte ve geçimini sağlama yollarını aramaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi Orhan işçi olarak ücretli çalışmakta, elde ettiği gelir ile geçimini zar zor sağlamakta, evlenmesi halinde ise yine bir takım harcamalardan kısarak evini geçindirebileceğini düşünmektedir. Orhan, bu haliyle özellikle geleneksel değerlerin onun üzerinden dillendirildiği “Teyze” karakteri tarafından takdirle karşılanmaktadır. Orhan bu şekilde çalışarak “köşeyi dönme” umudunun olmadığının farkındadır, fakat bu durumdan Gül’ün zengin bir erkekle beraber olmasına kadar şikâyetçi olmamaktadır. Bir anlamda film, aslında gecekondulu kesimin geleneksel yapıları ile iyilik doğruluk, dürüstlük v.s. gibi değerlerini muhafaza etmeye çalıştığını fakat “mevcut acımasız düzen”in buna izin vermediği mesajını iletmeye çalışmaktadır ve bu mesaj Eşref karakteri ve 38 onun ifadeleri üzerinden somutlanmaktadır. Eşref de Orhan gibi aynı mahallede büyümüştür. Bu düzenin içinde var olabilmek için “güçlü” olmak gerektiğini düşünmüş, silaha sarılmış, “karanlık işlere” el atmış ve kendi ifadesi ile “dünya âlem onu İstanbul’un Kralı bellemiştir”. Bunun yanı sıra Eşref gecekondulu kesimin de kahramanı olmuş ve mahalleye her gelişinde alkışlarla karşılanmaktadır. Yine Eşref’in annesi ile kavgaları sırasında Teyze karakterinin söylemleri ile geleneksel değerler şu ifadeler ile dillendirilmektedir: Teyze’nin evi, Eşref ile annesinin (Teyze) filmdeki ilk karşılaşmalarında Eşref: “Koskoca bir apartman yaptırdım, dayadım döşedim, üst katı anama ayırttım… Gel, otur diyoruz, dövüyor bizi… Teyze: “Haydut parası ile yapılmış eve gitmem, babanın emekli maaşı yeter de artar bile, böyle eşkıya olacağını bilse idi intihar ederdi… Bu mahallenin taşıyım toprağıyım ben, anca 4 kollu ile ayırırlar beni buradan… On kazanacağına bir kazan ama helal kazan… Mesire3 yerinde Eşref: …dünya değişti anacım… Teyze: Benim dünyam değişmez benim dünyam temiz, haydutlar yok benim dünyamda… Teyze’nin bu serzenişlerine karşılık Eşref’in filmin ilerleyen dakikalarında sarf ettiği sözler kendini savunur niteliktedir: “…geldin mi şimdi lafıma. İkimizde helal süt emdik, Orhan. Sen dişinle, tırnağınla, alın terinle ekmeğini kazandın. N’oldu, vurdular seni. Sevdiğini koparıp aldılar, neyin varsa alırlar, düzen böyle. Gelsinler benim bir düğmemi koparsınlar! Yapamazlar çünkü güçlüyüm ben… Orhan’ın da buna karşılık “haklısın, para kazanmak için ne iş olsa yapacağım” demesi onun da artık daha önce savunduğu değerleri bir kenara bıraktığına işaret etmektedir. Ayrıca bu şekilde “güçlü olmak”, her ne biçimde olursa olsun “çok para kazanmak, zengin olmak” ile eş anlamlı kullanılır hale gelmiştir. Yukarıdaki ilk iki diyalogun diğer önemli yanı ise kuşaklararası ilişkileri sergilemesidir. Fakat kuşaklararası ilişki daha sonra değineceğimiz Gül ile annesinin ilişkisinde daha farklı telakki etmektedir. Gül karakteri üzerinden filmde sunulan “kadınlık” rolleri ve kadın-erkek ilişkileri üzerine değerlendirmelerde bulunmak mümkündür. Gül, Orhan’la nişanlıdır fakat Orhan’la evlenme konusunda kararlı değildir. Çevreden duydukları, gördükleri, annesinden işittikleri, kendi düşünceleri onu daha da kararsızlığa itmekte, Orhan’la evlenmesi halinde yokluk ve sefalet içinde yaşayacağı korkusu onu bu evlilik fikrinden uzak tutmaktadır. Önce mahallede karşılaştığı kadın (Sıdıka), Gül’ü söyledikleri ile gelecek konusunda endişelendirmekte, daha sonra ise Gül’ün annesi, Gül’ün kararsızlığını, sarf ettiği sözler ile perçinlemektedir: “…sefaletin, yoksulluğun, yarın da altı pençeli ayakkabın olacak… Gençliğini, güzelliğini meteliksiz birine feda edeceksin de susacağım, öyle mi?” Bu sözler Gül’ün Orhan’la evlenme konusundaki kararsızlığını arttırmanın yanı sıra bir kadının bir erkeğe bağlanması gerektiğini, zengin bir erkeğin bir kadın için gelecek güvencesi olduğunu bildirir niteliktedir. Gül’ün annesi daha önce Teyze’nin dile getirdiği “on olacağına bir olsun ama helal olsun” düşüncesinin aksine, ne pahasına olursa olsun kızını zengin bir erkek ile evlendirme uğraşındadır. Bu durum 3 Mesire yeri bir anlamda kentte kırsalın yaşatıldığı alan olarak da dikkat çekmektedir. 39 filmde aynı kuşağın bireylerinin benzer toplumsal koşullara karşı aynı tepkiyi vermediğini göstermektedir. Filmde kadının nasıl olması, nasıl davranması konusundaki düşünceler yine erkek (Orhan) tarafından dile getirilmektedir. Orhan plajda Gül’ün giydiklerine tepki göstermekte, dudağına sürdüğü ruj üzerine “kendime amma da mezhebi genişmiş dedirtmem” demekte, evlenince de kadını çalıştırmama hakkını kendinde görmektedir. Filmin bir başka sahnesinde Orhan’ın Zeyyat’ın kız kardeşine söyledikleri yine bir kadının nasıl davranması gerektiğini bildirir yöndedir: “…tertemiz bir çiçek gibi sevdiğine, kocan olacak erkeğe saklayacaksın kendini, çocukların olacak, anaları olduğun için asla utanmayacaklar senden”. Bu sözleri söylerken bir anlamda utanılması gereken durumları da özetlemiştir Orhan. Şu ana kadar ifade edilenler daha ziyade gecekondulu kesimin kendi içine dönük bakışını yansıtmaktadır. Filmdeki Zeyyat karakteri ve onun ailesi üzerinden ise filmdeki gecekondulu kesimin sermayedar kesime ve sermayedar kesimin gecekondulu kesime nasıl baktığına ilişkin tespitlerde bulunulabilmektedir. Zeyyat, paranın gücünü kullanarak gecekondulu kesimin hayatına girmiştir. Zeyyat’ın Gül’ü iğfal etmesi bir anlamda gecekondulu kesimin de hayatlarını nasıl iğfal ettiği manasına gelmektedir. Zeyyat, onların temiz duygularını sömüren acımasız, aşağılık, bayağı bir tip görünümündedir. Zeyyat ile Gül’ün kentin hem modern hem gecekondu kesimini gösteren fon önündeki sahneleri iki kesim insanının hem birbirleri ile nasıl iç içe geçtiklerini hem de aralarındaki uçurumu göstermektedir. Eş deyişle iki kesim birbirlerine hem oldukça tanıdık, hem de birbirleri için ötekidirler. Zeyyat’ın babasının Gül için söyledikleri ise sermayedar kesimin gecekondulu kesime bakışını özetlemektedir: “…vaktiyle yanımda çalışan bir işçi parçası, hem de bir sokak kızı, değer mi hiç! Kaç paralık insan ki!” Baba’nın daha sonra kendi kızı için söyledikleri de kendi sınıfına ilişkin olan düşüncelerini yansıtmaktadır: “…kızım benim kanımı taşıyor. Soyludur, asildir, aile terbiyesi almıştır. Asla bir sokak kızı gibi davranmaz…” Bu diyaloglar ile hem iki kesim arasındaki çatışma hem de aralarındaki uçurum izleyiciye sunulmaktadır. Sonuç olarak; film kent hayatının içindeki farklı karakterler üzerinden mevcut yaşama ilişkin popüler mesajlar vermektedir. Verdiği mesajlar popülerdir, çünkü filmin tüketicisi daha çok kentin varoşlarını mesken tutmuş, makûs talihini kırmaya çalışan kesimdir. Film boyunca gecekondulu kesimin değerleri yüceltilmiş, diğer kesimin değerleri ve karakterleri ise yerilmiştir. 3.2. Aşkı Ben mi Yarattım? Yönetmen: Senaryo: Oyuncular: Yapım Yılı: Şerif Gören Erdoğan Tünaş Orhan Gencebay, Müjde Ar 1979 3.2.1. Filmin Kısa Öyküsü Orhan (Orhan Gencebay), memleketi Samsun’da bir kızı sevmektedir. Orhan, başlık parasını denkleştiremeyince kızın babası kızı başkasına verir. Bunun üzerine Orhan gerdek gecesi odayı basar, kızı kaçırmaya kalkışır. Bu esnada diğer adam tüfeği Orhan’a doğrultur; ancak, kız kendini Orhan’ın önüne atar. Kız vurulur. Bunun üzerine Orhan da adamı öldürür ve cezaevine düşer. Cezaevinden çıkan Orhan İstanbul’a gelir, kan davalıları da Orhan’ın peşine düşer. Orhan İstanbul’da bir plak yapma amacındadır. Bir pavyonda Mehtap (Müjde Ar) ile tanışır. Olaylar Orhan ve Mehtap’ın çevresinde gelişir. 40 3.2.2. Filmin Analizi Film döneme ilişkin bazı değerlendirmelerde bulunmaya yardımcı olurken aynı zamanda kentin karanlıkta kalmış yüzünü, gece hayatını, hayat kadınlarını, sokak çocuklarını bir başka deyişle “tutunamayanlarını” da izleyiciye sunmaktadır. Bunun yanı sıra film arabeskin protest yüzünü göstermeyi amaçlamakta, bunu da kentteki çarpıklıklara ilişkin görüntüleri sunarak yapmaya çalışmaktadır. Ana karakterlerden Orhan, cezaevinden çıktıktan sonra İstanbul’da bir plak yapıp sazıyla sözüyle hayatını kazanmayı amaçlarken Mehtap, pavyonlarda konsomatrislik yapmaktadır. Filmdeki kent 1980 öncesi İstanbul’udur. Orhan kente gelir, yüksekçe bir tepeden şehre bakar. Şehir genel planlarla gösterilir. Daha sonra ise Orhan’ın gözünden kente ilişkin görünümler sunulur: kalabalık şehir, birbirinden farklı görünümde insanlar, seyyar satıcılar, kasetçi tezgâhı, askerler, askeri araçlar, artist kartpostalları, arka fondaki cami görüntüsü ve Orhan’ın tezgâhta sıralanmış pornografik yayınlara bakışı, panzer üstündeki polisler, erotik film oynatan sinemalar, vitrinlerdeki fiyakalı kıyafetler, yüksek binalar… Görüntüler dönemin kenti ya da Türkiye’si hakkında fikir edinmeye yardımcı olmaktadır. Orhan bir otelde oda tuttuktan sonra ilk iş olarak hapishanede öldürülen arkadaşı Davut’un evine gider. Eve ilişkin sadece tek bir odanın görünümü sunulur. Odadaki divan, divanın üstündeki örtüler, yastıklar evin geleneksel unsurlarla döşendiği fikrini vermektedir. Orhan’ın bir sonraki durağı ise bir başka arkadaşını bulmak için gittiği bir pavyondur. Orhan’ın gözünden kentin karanlık yüzünü görmeye başlarız: Pavyonların neon ışıklı tabelaları, Orhan’ın içeri girdiği pavyondaki konsomatrisler… Burada Orhan’ın Mehtap ile ilk karşılaşması gerçekleşir. Pavyona yapılan polis baskını sonucu bir polisin genç bir konsomatrise sarf ettiği sözler durumun çarpıklığını ve vahametini göstermektedir: “…hangi p..venk düşürdü seni buraya! Kaç yaşındasın!” Orhan’la pavyondan çıkarken Mehtap’ın ettiği sözler sadece kentteki değil ülkenin genelindeki çarpıklığı ifade eder niteliktedir: “…köyünde bir kişiye satılacaktın, burada binlerce kişiye”. Orhan’ın Mehtap tarafından dolandırılması sanki kente yeni gelenin saflığına işaret eder gibidir. Arkasından kente ilişkin bir görünüm sunulur. Davut’un kardeşi Seher ile Orhan yürürler, dolmuşa bineceklerdir, fakat dolmuşa binme kuyruğu oldukça uzundur. Dolmuşa binerler, kalabalık dolmuş, dolmuş içindeki üst üste insanlar kentin küçük bir örneği gibidir. Orhan bir müzisyenler kahvesine girer. Buradaki müzisyenler de kentte tutunmaya çalışan bir başka kesimdir. Burada Orhan’a sarf edilen sözler İstanbul’un karanlık yüzünü daha da belirgin kılmaktadır: “…zordur İstanbul’da hayat… İstanbul canavardır, taşı toprağı da altın değildir… Bu şehir yutar adamı, parça parça eder, iyisi mi dön geri…” Daha sonra Orhan’ın iş arayışı, her kapıdan geri çevrilişi kahvede edilen sözlerin doğruluğunu kanıtlar niteliktedir. Parasız kalan Orhan otelden ayrılır, gece çökmüş, Orhan sokaklarda yürümektedir. Bu sırada seyirci kentin tutunamayan bir başka kesimiyle, sokak çocukları ile tanıştırılır. Çocuklar ya dilencilik yaparak ya da trafikte araba camlarını silerek üç beş kuruş kazanmaktadır. Orhan da onlara katılır, bir süreliğine araba camı silerek para kazanmaya çalışır. Orhan halen kentte tutunamayanlar tarafındadır. Bir pavyonda Orhan için iş bulunması ile birlikte tekrar pavyon görünümleri sunulur ve Orhan burada Mehtap’la ikinci kez karşılaşır. Orhan, dolandırıldığı Mehtap’tan parasını geri istemekte, Mehtap da bir genel evde, bir başka erkekle yatarak Orhan’ın parasını ödemeye çalışmaktadır. Böylece seyirci genel ev görünümü ile kentin tutunamayan bir başka kesimi 41 fahişeler ile tanıştırılır. Orhan bu şekilde parasının ödenmesini kabul etmez, bunun üzerine Mehtap Orhan’dan onun kiracısı olmasını ister. Orhan Mehtap’ın evine gider. Ev modern denilebilecek bir tarzdadır. Kanepe, televizyon, duvarlarda kuş, köpek, çocuk resimleri, yemek masası, çiçekler… Mehtap’ı daha yakından tanımaya başlarız. Kentin kendisi gibi onun da gecesi ve gündüzü farklıdır. Gündüz Zeliha iken, gece Mehtap olmak zorundadır. “…Zeliha ne yapar bu evde? Ayşelerin, Fatmaların yaptığını, çamaşır, bulaşık, ev işi… Zeliha’yı severim ama Mehtap olmaya mecburum…” Orhan ile Mehtap yakınlaşırlar. Mehtap artık hayat kadını olarak çalışmak istememekte, vesikasını iptal ettirmeye çalışmaktadır; ancak, bu yöndeki başvurusu reddedilir. Düzenin ona biçtiği rol fahişeliktir. Orhan’ın talihi ise dönmüş gibidir. Bir plak yapar, TRT denetiminden geçemeyen şarkıları kentin her yerinde özellikle de minibüslerde çalınır, şarkı sözleri minibüs arkası yazıları olur. Orhan’a yüksek meblağlar karşılığında gazinolarda şarkı söylemesi teklif edilir. Her ne kadar isteksiz olsa da başlangıçta bu teklifi kabul eder. Arkasından yine kent görünümleri sunulur: sigara satan, ayakkabı boyayan çocuk işçiler, çöpçüler, sırtlarında onlarca kasa taşıyan, belleri bükülmüş hamallar, seyyar satıcılar, kalabalık minibüsler, işportacılar, pazarcılar… Daha sonra Seher’in şu sorusu ile Orhan gazinolarda şarkı söyleme fikrinden vazgeçer ve halk konserleri vermeyi kafasına koyar: “…Halk seni benimsedi, sevdi, meşhursun artık… Her şeyin olacak, yazlık evin, kışlık evin, arabaların… Bu halk sana her şeyi verecek… Sen halka4 ne vereceksin sazınla sözünle?” Orhan, bu kararı ile aslında “tutunamayanların” safında yer almaktadır. Tüm engellemelere rağmen Orhan halk konseri için sahneye çıkar ve filmde vurgulanan ve var olduğu varsayılan arabeskin protest ruhunu ön plana çıkaran şu cümleleri söyler: “…sazım sözüm halk için, kardeşlik için, insanlık için, garipler için, sevenler için, yeni bir dünya için… batsın bu dünya!..” Bu sözlerde sadece kentteki çarpıklıklara değil tüm düzene yönelik bir eleştiri söz konusu gibidir. 4. SONUÇ Bu çalışmada Orhan Gencebay filmlerinde kent hayatının nasıl yansıtıldığını görmek amacıyla “Çilekeş” ve “Aşkı Ben mi Yarattım” adlı filmlerin toplum bilimsel çözümlenmesi yapılmıştır. Filmlerin ilkinde gecekondulu kesim, bu kesimin tutum ve davranışları ile sermayedar sınıfla olan ilişkilerine yer verilirken, ikinci filmde kentin karanlık yüzü ve “görmezden gelinenleri” perdeye yansıtılmaya çalışılmıştır. Çalışma genelleme amacı taşımadığından her iki filme ilişkin ortak veya farklı nitelikler aranmamaktadır. Her film ayrı birer ürün olarak değerlendirmeye tabii tutulmuştur. KAYNAKÇA Avcı, Ö. (2004). Representations of social classes in arabesk films. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Orta Doğu Teknik Üniversitesi. Bir sonraki sahnede, Orhan ile Mehtap’ın kavgaları sonrası Mehtap’ın sarf ettiği sözler “halka” ilişkin farklı bir sorgulama da bulunmaktadır: “…bu halk seni şöhret, beni de orospu yaptı”. 4 42 Belge, M. (1990). Toplumsal Değişme ve Arabesk. Birikim, 16-23. Güçhan, G. (1992). Toplumsal değişme ve Türk sineması. Ankara: İmge. Kaya, E. (2007) Kentleşme ve kentlileşme. (2. baskı). İstanbul: Okutan. Keleş, R. (2002). Kentleşme politikası. (7. baskı) Ankara: İmge. Kongar, E. (1979). İmparatorluktan günümüze Türkiye’nin toplumsal yapısı. (3. baskı). Ankara: Bilgi. Moran, B. (2010). Edebiyat kuramları ve eleştiri. (20. baskı). İstanbul: İletişim. Özbek M. (2008). Popüler kültür ve Orhan Gencebay arabeski. (8. baskı) İstanbul: İletişim. Özden, Z. (2004). Film eleştirisi: film eleştirisinde temel yaklaşımlar ve tür film eleştirisi. (2. baskı). Ankara: İmge. Özer, İ. (2004). Kentleşme, kentlileşme ve kentsel değişme. (2. baskı). Bursa: Ekin. Özgüç, A. (2005). Türlerle Türk sineması: dönemler, modeller, tiplemeler. İstanbul: Dünya. Scognamillo, G. (1998). Türk sinema tarihi: 1896-1997. İstanbul: Kabalcı. Tan, N. (1987). Türk sinemasında arabesk: arabesk şarkılı filmlerin incelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi. Tekeli, İ. (1999). Bir modernleşme projesi olarak Türkiye’de kent planlaması. S. Bozdoğan ve R. Kasaba (Eds.), Türkiye’de modernleşme ve ulusal kimlik içinde. (s. 153-168). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. 43 DİJİTAL MEDYA ÇAĞINDA MCLUHAN: SICAK/SOĞUK ARAÇLARA İLİŞKİN GÜNCEL BİR REVİZYON Fatih ERKEN1 ÖZET Bu çalışmada; günümüz iletişim teknolojindeki gelişmeler dikkate alınarak, Marshall McLuhan’ın sıcak ve soğuk araç ayrımı yeniden değerlendirilmiştir. İletişim bilimleri çalışmalarında medya ekolojisi bağlamında güncelliğini hala koruyan sıcak ve soğuk araç ayrımı, McLuhan’ın yaşadığı dönemden bu güne yaşanan teknolojik dönüşüm nedeni ile bir kavram karmaşası yaratmaktadır. Bu çalışma ile medya ekolojisi üzerindeki bu belirsizlikler, McLuhan ve hakkında yazılanlar yeniden araştırılarak giderilmeye çalışılmıştır. Çalışmada; McLuhan ve onun medya ekolojisine dair düşünceleri literatür taraması sonucu yeniden incelenmiş, günümüz teknolojileri bağlamında kitle iletişim araçlarının mevcut doğasına ilişkin güncel saptamalar yapılmıştır. Araştırmanın sonucunda çeşitli kaynaklarda bir paradoks olarak değerlendirilen sıcak ve soğuk araç ayrımı, “veri aktarım kapasitesi” üzerinden okunarak konu ile ilgili kategorizasyonun, daha anlaşılır bir zeminde tanımlanması sağlanmıştır. Anahtar kelimeler: Mcluhan, Dijital Medya, Medya Ekolojisi, Yöndeşme MCLUHAN IN THE AGE OF DIGITAL MEDIA: A CURRENT REVISION ON HOT/COLD MEDIA ABSTRACT In this study; The distinction between Marshall McLuhan's hot and cold vehicles has been reevaluated, taking into account developments in today's communications technology. The distinction between hot and cold vehicles, which still maintains an update in terms of media ecology in their communication sciences, creates a conceptual confusion with the reason that McLuhan's mass media are transforming from the time they lived. With this study, these ambiguities on media ecology, McLuhan and the writings about it have been researched and tried to be resolved. In the study; McLuhan and his thoughts on media ecology have been reexamined as a result of the literature search and current observations about the present nature of mass media have been made in the context of today's technology. As a result of the research, the distinction between hot and cold vehicles, which is considered as a paradox in various sources, is read through "data transfer capacity" and the related categorization is defined in a more understandable ground. Keywords: Mcluhan, Digital Media, Media Ecology, Convergence Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, Basın ve Halkla İlişkiler Birimi, fatiherken@nevsehir.edu.tr 1 44 GİRİŞ İletişim ve kültür çalışmaları alanında çok önemli bir konuma sahip olan Marshall McLuhan, anlaşılması güç ve karmaşık olan belirli ayrımlar üzerinden medya doğası üzerine tanımlamalar yapmıştır. Kendisi, toplumlardaki kültürel dönüşümlerin başat faktörünün teknolojik gelişmeler olduğunu söyleyerek, literatürde teknolojik determinist bir düşünür olarak konumlanmaktadır. Teknolojik araçların tarihsel dönemeçlerde oynadığı önemli rolün yanı sıra kendi içinde hızla evrimleşmesi bu araçlar adına kesin hükümlerin de zamanla anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle McLuhan’ın “Understanding Media” (1964) isimli kitabında yer alan sıcak ve soğuk medya kavramlarından oluşan bölüm, günümüzde yeniden tanımlanma ihtiyacı barındırmaktadır. Öyle ki; günümüzde artık “teknolojik yöndeşme” ile tüm medyalar tek bir platformda toplanabilmektedir. Multimedya, yani çoklu ortamların aynı anda-aynı yerde izlenip dinlenebilmesi, geleneksel medya araçlarının birbirinden ayrımını zorlaştırmaktadır. Bu bağlamda McLuhan’ın sıcak ve soğuk araçlar üzerinden yaptığı tanımlama da yaşadığı döneme ait araçların özelliklerini fazlasıyla hissettirmektedir. Bir başka ifadeyle, McLuhan’ın sıcak/soğuk olarak ayırdığı medyaların tek bir duyuya veya çoklu duyulara seslenişi günümüzde dönüşüme uğramıştır. Bu nedenle günümüz dijital teknolojiler gözetildiğinde, McLuhan’ın 1964’te yaptığı televizyonun soğuk sinemanın ise sıcak araç olarak tanımlaması, tek veya çoklu duyuya yönelik araç ayrımı ile açıklayabilme güçlüğünü doğurmaktadır. Ancak McLuhan ve onun düşünceleri üzerine yapılmış çalışmalar derinlemesine incelendiğinde, düşünürün medya araçlarının ekolojisi konusunda vurgu yaptığı rasyonel ayrımlarının hala güncelliğini koruduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bu çalışma, iletişim çalışmalarına “medya ekolojisi” fenomenini “dijitalleşme” kavramı üzerinden yeniden tanımlama adına güncel bir araştırma olma amacını taşıyan bu çalışmada; “Medya araçlarının dijital dönüşümü ile sıcak/soğuk araç ayrımında nasıl bir değişim olmuştur?” Sorusuna yanıt aranmıştır. Bu bağlamda bu çalışma ile sıcak ve soğuk araç ayrımını Mcluhan’ın Veri Taşıma Kapasitesi (High Definition) kavramı üzerinden kategorileştirme yolu ile teknolojik yöndeşmenin medyayı nerede konumlandırdığı anlaşılabileceği düşünülmektedir. 1. SICAK/SOĞUK ARAÇLAR VE MEDYA EKOLOJİSİ McLuhan, bir kültür tarihçisidir ve kültürel değişimin başlıca aktörlerinin iletişim teknolojileri olduğunu ileri sürmektedir. Kendisi; medyanın birbirine nasıl eklemlendiğini, konuşmanın çalgılara, alfabe yazılarına, yazıcılara, taşınabilir türe, baskı makinesine, sinemaya, telgrafa, radyoya, televizyona ve bilgisayara nasıl ilettiğini aktarmaktadır. Ayrıca, bu teknolojilerin her birinin, hakim oldukları toplumları birbiri ardına değiştirdiğini iddia etmesiyle, teknolojik determinist bir araştırmacı olarak konumlandırılmaktadır (Uysal ve Yıldız, 2007; Çoban: 2013; Alemdar ve Erdoğan, 2010). McLuhan için, teknolojiler insanın duyularının uzantıları olarak tanımlanabilir ve bu nedenle hemen hemen tüm teknolojiler, bisiklet, gözlük veya radyo, iletişim ve ulaşım ile ilişkilendirilir. McLuhan'ın iddiası, teknolojinin (aynı zamanda) beynin her yeni medyadan gelen bilgileri işlediğini, işleme biçiminin duyuları ve dolayısıyla kişiliği etkilediğini ve kişiselliğin toplumsal örgütlenmeyi etkilediğini, bu etkilerin dolaylı olarak toplum üzerinde çalıştığı iddiasıdır. O’nun en kışkırtıcı iddialarından biri ise, alfabetik yazının, özellikle de basılı 45 yazıtipi teknolojilerinin, beynin doğrusal olarak görsel bilgileri işlemek üzere eğitilmesini sağladığıdır (Sui ve Goodchild, 200: 9). McLuhan’ın çalışmaları, onun 1930'larda Cambridge'deki edebiyat eğitimine ve görme/ses estetiği ile temsil edilen içerik üzerindeki temsili biçimlerin baskınlığı ile meşgul olan karşılaştırmalı incelemesine olan ilgisini izlemektedir. Toronto Üniversitesi’nde 1964 tarihli "Understanding Media" adlı eseriyle kalıcı bir üne kavuşan McLuhan; medyayı sunduğu bilgiye göre kendiliğinden sıcak veya soğuk olarak tanımlamaktaydı. Buna göre telefon ve konuşma soğuk medya, radyo sıcak bir ortamdı. McLuhan ayrıca, ısıyı sürekli değişken olarak değerlendirmekte ve bunun sonucunda araç, ayrıntı ve bilgi artışıyla ısınıp ve sonuç olarak durumu tersine dönebilir olarak değerlendirmekteydi (Harman, 2012: 87). Nitekim “doğası gereği” şeklindeki ifade, kökten değişmeyen araçları tanımlamak adına yeterli bir açıklama getirmemektedir, çünkü iletişim araçlarının doğası ve teknolojik yenilikler sürekli olarak dönüşüme uğramaktadır. Dolayısıyla McLuhan’ın; “Her medya içeriği bakımından bir önceki medyaya sahiptir” (Mcluhan, 1964: 8-9) sözü bu durumun teknolojik araçların zaman içindeki devingen yapısıyla ilişkili olduğuna işaret etmektedir. Ancak, sıcak/soğuk araçların Türkçe literatürde yeterince uzlaşılmış bir tanımlanması olmamakla birlikte, fazla karmaşık olan bu sınıflandırmanın günümüzde yapılan çalışmalarda açık ve anlaşılır biçimde ifade edilmediği anlaşılmaktadır. Marshall McLuhan, iletişim araçlarını kitle iletişim araçlarını da kapsayarak sıcak ve soğuk olarak ikiye ayırdığı bilinmektedir. O’na göre, sıcak iletişim aracı, bireyin tek duyusuna yüksek düzeyde seslenir, genişletir, derinleştirir. Sıcak aracın “yüksek çözünürlük (high definition)” vardır ve bireyin katılma payı çok azdır. O'na göre, radyo bir sıcak iletişim aracı, telefon ise soğuk bir iletişim aracıdır. Radyo gibi sıcak bir ortamı telefon gibi soğuk ortamlardan veya film gibi sıcak bir ortamı TV gibi serin bir ortamdan ayıran temel bir ilke vardır. Sıcak ortam, tek bir duyuyu "yüksek çözünürlükte" genişleten bir araçtır. Yüksek çözünürlük, verilerle dolu olma halidir. Bir fotoğraf görsel olarak yüksek çözünürlüklüdür, bir karikatür ise düşük çözünürlüklü, çünkü karikatürde çok az görsel bilgi ve detay sağlanmıştır. Telefon ise soğuk bir ortamdır veya düşük tanımlamalardan bir araçtır, çünkü kulağa yetersiz bir bilgi akışı söz konusudur, tek duyu ile çözümleme yapılır. Ve konuşma, düşük tanımlı soğuk bir araçtır, çünkü alıcıya çok az şey verilir ve dinleyicinin doldurması gereken çok şey vardır. Öte yandan, sıcak araç dinleyiciler tarafından doldurulacak kadar çok şey bırakmazlar. Bu nedenle sıcak medyanın katılımı düşüktür. Ancak soğuk araçta katılımcıların katılımı veya aktarılan eksik verinin tamamlanması yüksektir. McLuhan, araçları sıcak ve soğuk olarak yukarıdaki biçimlerde tanımlamasının ardından, tek duyuya seslenen radyoyu sıcak bir araç, telefonu ise soğuk bir araç olarak niteleyip bunun nedeni de iki aracın kullanıcı üzerinde çok farklı etkilere sahip olduğuna vurgu yaparak belirtmiştir (McLuhan, 1964: 23). Bu ayrımlar bir takım rasyonel nedenler ile açıklansa da araçların kategorizasyonu birçok nedenle yanlış anlaşılmalarla sonuçlanabilmektedir. Öyle ki yüksek çözünürlük, tek/çoklu duyuya sesleniş, katılım ve veri aktarım kapasitesi her araçta tümüyle aynı anda deneyimlenememektedir. Bu çerçevede televizyonun soğuk araç olarak oynadığı rolün büyüklüğü televizyonun insanı katılmaya götürmesi olarak tek nedenle ilişkilendirilmemelidir. McLuhan, televizyonu kitabın diyaloga uyarlanışı olarak tanımlayıp, yaşadığı dönemde televizyonların veri taşıma kapasitesinin 46 günümüz yüksek çözünürlüklü televizyonlarına benzer olmayışından dolayı soğuk olarak sınıflandırmıştır. Bu nedenle günümüzde sıcak araçların izleyicinin katılması bakımından düşüklüğüyle anlamlandırmak veri aktarım kapasitesini ve yüksek çözünürlüğü gözden kaçırmaya neden olabilmektedir. Sıcak ve soğuk kavramlarının temelinde, yüksek sesli, parlak, net, sabit ("sıcak" veya yüksek tanımlı) araçlar, sunumları yumuşak, gölgeli, bulanık ve değiştirilebilir ("soğuk" veya düşük tanımlı) medyalara göre daha az katılım duygusu uyandırır. Bu ayrımın psikolojik mantığı, düşük tanımlı medyayı, daha az eksiksiz bir medya haline getirmek için, onun boşluklarını doldurmak adına zorunlu olarak daha fazla çaba göstermeye (daha fazla katılmaya) tahrik edilmemizde yatmaktadır. Bu nedenle, birkaç şiir dizisini bir düz yazıdan daha fazla inceleyebilir, siyasi bir karikatürü kristal berraklığında bir fotoğraftan daha fazla anlamaya çalışabilir, televizyonun küçük ekranının parıltılı görüntülerine büyük sinema salonundaki devasa görüntülerden daha fazla takılabilmekteyiz. McLuhan radyoyu sıcak araç olarak sınıflandırmasının ardından bir çizgi film yayınının radyo üzerinden yapıldığında daha fazla ciddiye alınacağını vurgulamaktadır (Mcluhan, 1964: 19). Burada aracın mesajın içeriğini sınırlandırma etkisiyle aracın veri aktarımında tam hâkimiyetine değinebilir. Dinleyici/izleyicinin mesajı tamamlaması veya ona katılması aracın otoritesine ve kapasitesine bağlı olmaktadır. McLuhan'ın "katılma" düşüncesi, başka insanlarla veya toplumla/çevreyle olan insanca bir katılma değil, fiziksel bakımdan duyusal olup, zihinsel sürecin dışında bir katılma olarak anlaşılmaktadır (Alemdar ve Erdoğan, 2010: 153). Örnegin; McLuhan elektrik ışığını saf bilgilerdir olarak tanımlamaktadır ve bu ışığın -bazı sözlü sıfatları veya isimleri hecelemek için kullanılmadıkça- mesajsız bir ortam olduğunu belirtmektedir (McLuhan, 1964). Tüm medyanın karakteristiği olan bu gerçek, herhangi bir aracın 'içeriği' her zaman başka bir araç olduğu anlamına gelmektedir. Yazının içeriği, yazılı kelimenin basılı içeriği olduğu gibi konuşma, yazının içeriği ise telgrafın içeriğidir (Mcluhan, 1964: 8-9). McLuhan görsel alanı tartışırken onu genellikle "sıcak medya" ile ilişkilendirmektedir. Sıcak medya yüksek veri aktarımına sahiptir ve bu nedenle kullanıcı adına az katılım talep etmektedir. Genellikle, kulaktan ziyade gözle ilişkilendirilmektedir ve bazı sıcak ortamlar (basılı gibi), sıralı, doğrusal ve mantıklı oldukları için görsel alanla ilişkilidir. Öte yandan düşünür, akustik alanın genellikle "soğuk medya" ile ve genellikle kulakla ilişkili olduğunu vurgulamaktadır. Kendisi, soğuk medyanın çözünürlüğünün düşük olduğunu ve kullanıcıdan yüksek düzeyde katılım talep ettiğini önemle vurgulamaktadır. Buradan hareketle niceliksel analiz isteyen sıcak aracın aksine, soğuk araçlar, soyut kavrayış ve tüm parçaların eşzamanlı anlaşılması bu tür medyanın talep ettiği algılama biçimi olduğu anlaşılmaktadır (Marchessault: 2005, 177). Soğuk araçlar akustik alanla ilişkili olduğundan, radyonun sıcak ortam olduğu düşünülmek de kafa karıştırıcı olabilir. Bununla birlikte, "sıcak" ve "soğuk" anlamını sağlamanın bir yolu, McLuhan'ın bir hissiyatın bir başkası üzerine, sıcak medyanın tanımlayıcı bir özelliği olarak uzatılmasına verdiği önemi düşündürmektir. Kulağa yapılan yoğun ve tek odaklanma, McLuhan'ı radyoyu sıcak olarak düşünmeye itmiştir. Yine bu şekilde bakıldığında, ikilem olarak görünebilecek kavramlar daha ilişkisel hale gelmektedir. İki ortam karşılaştırıldığında, sıcak ve soğuk ölçekler "ikili" terimler değil "daha serin" veya "daha sıcak" ölçütlerdir (Katz ve Katz, 1998). McLuhan’ın bu konu ile ilgili sık sık Toronto Üniversitesi'nde 47 yaptığı seminer odasında asılı bir tabloya başvurduğu bilinmektedir. Bu tabloda, sıcak ya da soğuk ortam arasındaki farkları anlamak için bir kısaltma şeklindeki listesi vardı, bunlar göze ya da kulağa vurgu yapmaları ile karakterize kavramlar olarak öne çıkmaktadırlar.2 Tablo1. McLuhan’ın Toronto Üniversitesi'nde yaptığı seminer odasında asılı tablo Göz Sol Hemisfer (Sıcak) Vücudun Sağ Tarafını Kontrol Eder Görsel Konuşma Sözlü Analitik Matematiksel Doğrusal Detaylı Ardışık Kontrollü Entelektüel Baskın Dünyevi Nicel Aktif Sıralama Kulak Sağ Hemisfer (Soğuk) Vücudun Sol Tarafını Kontrol Eder; Mekansal Müzikal Akustik Bütünsel Sanatsal Sembolik Aynı Anda Duygusal Yaratıcı Minör Manevi Nitel Alıcı Sentetik Gestalt Yüz Tanıma Eş Zamanlı Anlama Soyut Kalıpların Algısı TETRAD: MCLUHAN’IN ARAÇLARIN DOĞASINA İLİŞKİN 4 SORUSU McLuhan’n medya ile ilgili düşünceleri daha yalın anlamak için ileri sürdüğü “Tetrad” kavramının incelenmesi de önemli görülmektedir. McLuhan’ın ölümünden sonra yayınlanan “Laws of Media” (1988) kitabında düşünür her hangi bir teknolojinin veya aracın toplum üzerindeki etkilerini ölçmek için bu araçların etkilerini dört kategoride incelemektedir. McLuhan “Tetrad”ı pedagojik bir araç olarak tasarlamıştır ve kanunlarını herhangi bir aracın niteliğini anlamak için sorular olarak dile getirilmiştir. Bu sorular şu şekilde sıralanmaktadır (McLuhan, 1988: 26): Araç neyi geliştiriyor? Araç neyi geçersiz kılar? Araç daha önce kullanılmış olan neyi geri getiriyor? Araç aşırı uçlara itildiğinde dönüşüm geçiriyor mu? 2 Harold Innis: The Philosophical Historian. An Exchange of Ideas Between Prof. Marshall McLuhan and Prof. Eric A. Havelock," recorded at Innis College, Toronto, October 14, 1978. 48 Bu soruların kavramsal olarak açıklaması ise şu şekilde sıralanabilir; Geliştirme (enhance/şekil): Ortamın büyüttüğü veya yoğunlaştırdığı özellik. Örneğin, radyo, haber ve müziği ses yoluyla güçlendirmekte idi. Eskime (obsolescence/zemin): Medyanın ön plana çıkardığı özellik. Radyo baskının ve görselin öncülüğünü azaltmakta olduğu vurgulanmaktaydı. Geri Alma (retrieve/şekil): Daha önce kaybedilen ortamın geri aldığı özellik. Radyo sözlü kelimeyi ön plana getirdiği vurgulanmaktaydı. Ters Çevirme (reverse/zemin): Ortamın sınırlarına itildiğinde yaptığı şey. Akustik radyo, görsel-işitsel TV'ye geçmektedir (McLuhan, 1988: 26). Teknolojilerin aşırı kullanımı yoluyla “aşırı ısınması” durumunda yeni etkileşimler ve duyarlılıkların doğduğu ve yeni teknolojilere yol açtığı varsayımı McLuhan’ın “Tetrad” sorularında açık şekilde görülmektedir. Tetrad, akılcılığın kendisindeki "duyusal" oranları ön planda tutmaktadır. Tetrad için esas olan dört kanunun her birinin, birbirleri ile oluşturdukları oranlar vasıtasıyla anlamlı olduğunu, eşzamanlı zihinsel algı hareketlerinde farklılıkları ve birlikteliği ortaya koyduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, McLuhan'ın belirli oranlara sahip olduğunu da belirtmek önemlidir. McLuhan özellikle, tüm simgesel etkinliğin, iki figür ve iki gerekçe arasındaki gerilimle kendini ifade ettiğini belirtmektedir. Örneğin, sosyal medyanın fiziksel aktivitenin ötesinde toplumsal etkinlikteki etkisini arttırdığı söylenebilir. Obsolescence (Eskime) Enhancement (Geliştirme) için doğrudan karşılıktır; çünkü bu yeni aracın gereğinden fazla yaptığı davranışları içerir (Pugen, 2015: 124). SICAK VE SOĞUK ARAÇLARIN DİJİTAL REVİZYONU Teknolojik gelişmeler izleğinde dijital medya, eski teknolojiler ile yeni teknolojileri bir araya getirme özelliği taşımaktadır. Dijital medyanın farklı kullanım biçimlerinin sınırları giderek muğlaklaşmış ve bu durum gelişen teknolojilerle birlikte hız kazanmıştır. Günümüzde kullanıcının rolü bağlamında “okuyucu/izleyici (audiences)” kavramları “kullanıcılar (users)” kavramı ile yer değiştirmiş durumdadır. Eski ve yeni medyanın bir arada kullanıldığı yeni bir çeşitlilik ile karşı karşıya bulunmakla birlikte bu kavramların literatürde ortak bir epistemoloji izleğinde tanımlanmaya başlanmıştır. Teknolojik gelişmelerin araçların doğasına yönelik etkileri “yöndeşme” kavramı ile açıklamak mümkün görülmektedir. Yöndeşmeyi mümkün kılan olgu ise sayısallaşmadır. Ses, görüntü ve metin sayısal olarak kodlandıklarında aynı platformda bütünleştirilebilmektedir. Dijital medya da yöndeşme sayesinde ses, görüntü, metin ve diğer öğelerle işlenmiş verilerin üretimi ve dağıtımını yapabilmektedir. Nitekim, sayısallaşma ve yöndeşme sonucunda metin, ses, video, grafik, animasyon, fotoğraf, müzik gibi her tür iletişim öğesinin ortak bir platformda yayını ulusal ve uluslararası düzlemde olanaklı hale gelmiştir (Yıldırım, 2010: 231). Sayısal iletişim teknolojileriyle geleneksel medya arasında yaşanan yöndeşme öncelikle sayısal teknolojilerle birlikte, geleneksel medyanın telekomünikasyon, internet teknolojilerinin bir arada kullanıldığı bir kavram olarak 49 tanımlanabilir (İLEF Rapor, 2007: 8). Böylelikle, elektronik cihazlar süratle gelişmiş; bağlantılar hızlanmış; cep telefonları işlem kapasitelerini arttırmış ve hayatın her alanında kullanılan bilgi, dijitalleşmiş ve bunun sonucunda enformasyon üretimi geçmiş dönemler ile kıyaslanmayacak oranda artış göstermiştir (Çaycı ve Karagülle, 2016: 573). Mcluhan ve onun medya araçlarının ekolojisi üzerine kaydettikleri yeniden irdelendiğinde, söz konusu araçların sabit ve değişmez olmadıkları görülebilmektedir. Sıcak ve soğuk araç ayrımı genel bir ekolojik tanımlama olarak kabul edilmeli ve dönüşen teknolojik araçlar ile her dönem yeniden revize edilmesi gerekmektedir. Burada revize edilmesi gereken şey, araçların kendinden özellikleri değil, onların veri aktarım kapasitesi ve iletiyi kusursuz olarak aktarma donanımı ile ilgilidir. Nitekim bugün de yine kitle iletişim araçlarını sıcak ve soğuk olarak sınıflandırabilirken bu ayrımın yöndeşme ile birlikte daha bulanık bir yöne kaydığı anlaşılmaktadır. Farklı iletişim platformlarının temel olarak benzer türde hizmetleri taşıyabilme özelliği olarak da ifade edilen yöndeşme ile üç ayrı alan olan yayıncılık (gazete, radyo, televizyon), telekom ve veri işlem sektörleri içi içe geçmiştir (Yıldırım, 2010: 231). Çünkü günümüzde tüm teknolojik araçlar çoklu medya ortamları ile birlikte tek bir kaynakta bir arada bulunabilmektedir. Akıllı televizyonlar ve telefonlar radyoyu, interneti, görüntülü görüşmeyi ve metin okumayı olanaklı kılmaktadır. Ve bu ortamlar günden güne daha kısa sürede daha fazla veri aktarımı sağlayabilmakla birlikte farklı uyaranlarında bir aradalığını mümkün kılmaktadır. Buna paralel olarak McLuhan‘ın beynin sağ ve sol hemisferinin algı biçimlerine ilişkin sınıflandırmaları Prensky’e göre değişebilir nitelik arz etmektedir. Presnky (2001b: 2-3), nörobiyoloji alanında yapılan son araştırmalara göre, farklı türdeki uyaranların aslında beynin yapısını değiştirdiği, insanın ne şekilde düşündüğünü etkilediği ve bu değişimlerin de insan hayatı boyunca devam etmekte olup beyinin sürekli yeniden ve yeni girdiler sayesinde kendisini farklı şekilde yeniden düzenlediğini söylemektedir. Daha iyi anlaşılması için, Tablo1’deki McLuhan’ın sınıflandırmasında kulağın akustik alanla ilişkili olması dolayımı ile “katılım”, “aynı andalık” ve “eş zamanlı anlama” vurgusu ile soğuk, ancak aynı zamanda multimedya araçlarının “yüksek veri taşıma kapasiteleri” ile sıcak olarak sınıflandırılmaları gerekmektedir. Dolayısıyla bu araçların soğuk ve sıcak olarak birleşerek evrildikleri söylenebilir. Böylece ileti çoklu duyuya aynı anda ulaşabilme imkânını bulabilmektedir. Bu durumda araçlar teknolojik yöndeşme ile birlikte izler/dinler kitleye iletişimsel etkinliği tamamlaması için daha az alan bırakmaktadır. Yeni iletişim teknolojileri göz ve kulağa aynı anda hitap etmesi, aynı anda yüksek veri taşıma kapasitesine sahip olması, nicel ve nitel özellikleri bünyesinde barındırması, hem sayısal hem bütünsel oluşu ile sıcak/soğuk araç özelliklerini eş zamanlı olarak kapsayıcı nitelik taşımaktadırlar. McLuhan’ın bu bağlamda daha sıcak ve daha serin olarak ölçütlendirdiği araçlar günümüzde eksi ve artının birbirine yaklaşması anlamında sıfır noktasıda buluştuğu söylenebilir. Öyle ki, araçların iç içe geçmişliği, onların ekolojik sınıflandırmalarını homojenize bir karaktere büründüğüne de işaret etmektedir. SONUÇ VE TARTIŞMA 50 McLuhan'ın bu ikilemle ilgili ilk tam anlatımı ve bunun iletişim ortamına uyarlanması, “Understanding Media (1964)” kitabındaki "Yeni Medyayı Anlama Proje Raporu" ile ilgili tartışmalarını temel alan kısmında HD (yüksek çözünürlüklü) medyaya karşı LD (düşük tanımlı) medya arasındaki ayrım ile sıcak/soğuk araç tanımını netleştirdiği görülmektedir. McLuhan, sıcak medyanın, bulanık, düşük tanımlı yayınları tamamlamak için katılımımıza davet ettiği serin aracın aksine, sıcak medyanın yakında doyurucu duyularımıza ulaşan yüksek, parlak, yüksek çözünürlüklü bilgi dağıtımlarına vurgu yapmaktadır. Bu mantık izleğinde McLuhan, radyo ve fonograf kayıtlarının telefona göre daha dolgun bir ses sunduğunu, bu nedenle serin ve çok daha fazlasını içerdiğini doğru bir şekilde belirtmektedir. Ancak katılımı çok daha pratik ve açık bir nedenle davet etmesi ile telefon, radyo ve fonografın aksine, dinleyiciye, bağlantının diğer ucunda canlı ve etkileşimli bir kişi sağlamaktaydı. Günümüzde teknolojik yöndeşme ile çevrimiçi metin, kitaplardan ve gazetelerden daha kullanıcıya ulaşmakta ve kullanım alışkanlıkları bu yöne evrilmiş durumdadır. Bu durum eşzamanlı çevrimiçi etkileşim medyanın tek bir platform üzerinden yüksek çözünürlük ile kullanıcılara ulaşması eski olan ile yeni teknolojileri iç içe geçirmiş durumdadır. Bu nedenle ilkel, düşük tanımlı ekranlarda yayınlanan içerikler bugün parlak ekranlarında geribildirime açık biçimde sıcak/soğuk araçların arasındaki sınırı muğlaklaştırmaktadır. McLuhan'ın soğuk araçlara atfettiği nedenler dijital çağda sınırlarının dışına itildiğinde ısınıp tekrar soğuk ortama dönüşebilmektedir. Böylece, bizi televizyonun bir beceri biçimine dönüştürülmesinde ve önceki medya arasındaki ilişkilerin tersine çevrilmesiyle, makinenin veya internetin göz önünde bulundurulmasını mecburi hale getirmektedir. Bunun yanı sıra günümüzde akıllı telefonlar, televizyonlar, tablet bilgisayarlar ile duyu katılımından daha çok bireysel olarak iletişim sürecine doğrudan, yüksek çözünürlükte katılım mümkün hale gelmiştir. Bu haliyle artık McLuhan’ın yaşadığı dönemde kullanılan araçları nasıl kategorilere ayırdığından ziyade medyalara yönelik hangi ilkeler ile (veri aktarım kapasitesi, yüksek çözünürlük, çoklu/tekli duyuya sesleniş) yaklaştığı önem kazanmaktadır. Çünkü günümüz dijitalleşme çağında hemen hiçbir medya McLuhan’ın yaşadığı dönemdeki yapısı ve veri aktarım kapasitesinden uzaklaşmış durumdadır. Bu haliyle literatüre bakıldığında günümüz dijital teknolojilerin sağladığı yüksek veri aktarım kapasitesinin, araçları sıcak olmaktan çıkarmayıp çoklu duyuya sesleniş ile de soğuk bir yapısını da koruduğu kolaylıkla söylenebilir. Genel itibarı ile dijital yöndeşme ile günümüzde sıcak ve soğuk kavramlarının bir aradalığından bahsetmek kaçınılmaz hale gelmektedir. Dolayısıyla bugünün medyasını tümden “yüksek çözünürlüklü” olarak sıcak kabul edebildiğimiz gibi çözünürlüğü ve veri aktarımını kullanıcının egemenliğine bıraktığımızda yine aynı araçlar çözünürlüğü üzerinde ayarlamalar yapılıp eski tip biçimleri de kullanılabileceği bilinmektedir (Levinson, 2003: 151). Tüm bu kavramlar düşünürün kendi mantık ekseninde okunduğunda McLuhan’ın medya üzerine bir evrim teorisi olarak kabul edilebilecek düşünce izleği oluşturduğu, bu evrimin her teknolojik dönüşüm ile birlikte yeniden değerlendirme ihtiyacı arz ettiği söylenebilir. Bu bağlamda bu çalışmada; daha sonra yapılacak olan araştırmalar adına, her hangi bir medyanın sıcak veya soğuk olup olmadığının kategorize edilebilmesi için öncelikle mevcut medyanın “veri aktarım kapasitesinin” gözetilmesi ardından “katılımın” hangi düzeyde olduğunun tespit edilmesi önerilmektedir. 51 KAYNAKÇA Alemdar, K. ve Erdoğan, İ. (2010). Öteki Kuram; Kitle İletişim Kuram ve Tartışmalarının Tarihsel ve Eleştirel Bir Değerlendirilmesi, Ankara: Erk Carey, J.W. (1998). Marshall McLuhan: Genealogy and Legacy. Canadian Journal of Communication., Vol, 23 (3), p293. Çoban, S. (2013). Teknolojik determinizm bağlamında bilgi toplumu strateji belgesinin incelenmesi. Akademik Bilişim Konferansı, Antalya, Türkiye, 23-25 Ocak 2013, ss.29-29. Çaycı, B. , Karagülle, A. E. (2016 ). İletişimin Dijitalleşmesi ve Kültürel Melezleşme. Global Media Journal, 6 (12) Bahar/Spring. Harman, G. (2012). Some Paradoxes of McLuhan’s Tetrad. Umbr (A) 1, 77-95. İLEF Rapor (2007). Medya ve iletişim eğitiminde uluslararası üniversitelerin temel eğilimleri raporu için iletişim çalışmaları, kitle iletişimi, gazetecilik ve medya çalışmaları birimleriyle ilgili alt rapor, (Uzun dönemli (2020) İLEF stratejisini oluşturmak amacıyla hazırlanan alt rapor), s. 1–10. Marchessault, J. (2005). Marshall McLuhan: Cosmic Media. Sage Publish. McLuhan, M. and Eric M. (1988). Laws of Media: The New Science. University of Toronto Press. McLuhan, M. (1964). Understanding media: The extensions of man. New York: McGraw-Hill Katz, E. and Katz, R., (1998). "McLuhan: Where Did He Come From, Where Did He Disappear?"Canadian journal of communication. Vol 23 no 3. Levinson, P. (1999). Digital McLuhan: A guide to the information millennium. London: Routledge. Prensky, M. (2001b). Digital natives, digital ımmigrants, part ıı: do they really think differently? by marc prensky published in on the horizon. NCB University Press, Vol. 9 No. 6, December. Pugen, A. 2015. Experimental Poiesis as Systems Thinking: McLuhan’s Tetrad and the Comprehension of Complexity. Volume 3 Issue 1, 119–130 Systema: Connecting Matter, Life, Culture and Technology Sui, D.Z. and M.F. Goodchild, 2003. A tetradic analysis of GIS and Society using McLuhan's law of media. Canadian Geographers 47(1): 5-17. Uysal, M. Ve Yıldız, A. (2007). Mc Luhan’ın Küresel Köyünden Bugüne Eğitim. Kürselleşme ve Eğitim, Ankara: Dipnot Yıldırım, B. (2010). Gazeteciliğin dönüşümü: yöndeşen ortam ve yöndeşen gazetecilik. Selçuk İletişim Dergisi, Konya. Cilt: 6 (2). 52 SAĞLIK HİZMETLERİNDE BİREYSEL YAŞLI AYRIMCILIĞI1 Nilüfer Pınar KILIÇ2 ÖZET İnsanların yaşlarından dolayı ayrımcılığa maruz kalmaları olarak tanımlanan yaşlı ayrımcılığı bireysel (individual) ve kurumsal (institutional) düzeyde ele alınabilmektedir. Yaşlıları ihmal ve istismar gibi bireylerin kalıpyargılar ve önyargılar nedeniyle günlük yaşamlarındaki ayrımcı tutumları bireysel yaşçılık; yasal düzenlemeler, medyadaki temsiller, sosyal yaşamda yaşlının temsili gibi bireylerin sistematik olarak ayrımcı uygulamalara maruz kalmaları ise kurumsal yaşçılık olarak ifade edilmektedir. Yaşlılara dair ayrımcılığın önemli kaynaklarından biri olarak gösterilen kalıpyargılar; hastalık, iktidarsızlık, çirkinlik, bunama, akıl hastalığı, işe yaramazlık, izolasyon, yoksulluk, depresyon olarak sıralanmaktadır. Sağlık profesyonelleri de bu kalıpyargılara ve önyargılara sahip olarak ayrımcılık yapabilmektedirler. Sağlık alanında bireysel yaşlı ayrımcılığı genç hastayı tercih etme; tanı ve tedavi aşamasında yaşlı bireyi yok sayma, sağlık profesyonellerinin olumsuz iletişim biçimleri gibi farklı şekillerde görülebilmektedir. Gündelik yaşamın tüm alanlarında örtük olarak işleyen yaşlı ayrımcılığının sağlık alanında da görüldüğü varsayımından yola çıkan bu çalışmada sağlık hizmetlerinde yaşlıların uğradığı ayrımcılık hakkında farkındalık yaratılabilmesi amacıyla literatürdeki araştırmalar üzerinden bir değerlendirme yapılmaya çalışılmış ve alandaki araştırma sonuçlarından hareketle ayrımcılığa karşı mücadele yöntemleri tartışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Yaşlı Ayrımcılığı, Sağlık iletişimi, Elderspeak, Sağlık hizmetleri. INDIVIDUAL AGEISM IN HEALTH ABSTRACT Ageism, which is broadly defined as discrimination against people on the basis of their age, can be addressed on the individual and institutional level. While discriminatory conduct against old people as a result of stereotypes and prejudices can be defined as individual ageism, suffering from discriminatory practices stemming from systematic discrimination against old people including but not limited to legal regulations, representations in the media and representation of old people in social life can be classified as institutional ageism. Common stereotypes leading to discrimination against old people include illness, impotency, ugliness, mental decline, mental illness, uselessness, isolation, poverty and depression. Health professionals might reproduce such stereotypes and prejudices and thus exercise discrimination. Ageism in the sphere of health appears in the form of opting for younger patients, ignoring the individual at the stage of diagnosis and treatment, exhibiting negative communicative acts by the health professionals and general conduct of health professionals. Based on the assumption that ageism, which tacitly operates in every sphere in Daily life, can also be tracked in health services. In this vein, the study attempts to offer an overview of the existing literature with a view to create awareness on ageism and offers ways to combat discrimination against old people on the basis of the results of hitherto carried out research. Keywords: Ageism, Health communication, Elderspeak, Health. II. Sağlık İletişimi Sempozyumunda (03-04 Kasım 2016, Eskişehir) sunulan “Sağlık Hizmetlerinde Bireysel Yaşlı Ayrımcılığı” başlıklı bildirinin genişletilmiş ve yeniden gözden geçirilmiş halidir. 2 Arş. Gör., Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Ankara, Türkiye, npk0207@gmail.com 1 53 GİRİŞ Dünyada ve Türkiye’de ileri yaş grubu nüfusun artmasıyla birlikte yaşlılık bir olgu halini almıştır ve tartışılmaya başlanmıştır. Türkiye’de yapılan tartışmalara bakıldığında, emeklilik sigortasının ve sağlık hizmetlerinin finansmanı, yaşlı bakımı gibi konuların çözülmesi gereken sorunlar olarak ele alındığı ve yaşlılığın toplumsal boyutlarının dışlandığı görülmektedir (Tufan, 2003, s.25, 31). Ancak yaşlılık kavramının kendisinin bile tek başına toplumsal kurgu olması (Çayır, 2012, s.164) söz konusu olgunun toplumsallık içinde değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır. Çocukluk, gençlik ve yaşlılık tanımlarının tarihsel süreç içinde değişmesi, kavramların toplumsallığına gönderme yapmaktadır. Yaşam evrelerinin tarihselliğine bakıldığında çocukluk dönemi tarihte farklı şekillerde algılanmıştır. Ortaçağda çocuklar yetişkinlikle aynı şekilde algılanmışlardır. Bu durum çocukların birer yetişkin minyatür gibi resmedildiği tablolardan ve diğer yetişkinler gibi madenlerde ya da tarlalarda yaşlarına özel herhangi bir koruyucu önlem olmaksızın çalışmalarından anlaşılabilmektedir. Burjuvazinin ve bilimin gelişmesiyle birlikte başlayan algı değişmesi zamanla artmış ve 20. yüzyılın sonlarına doğru çocuk-merkezli bir toplum ortaya çıkmıştır. Çocukluktan ergenliğe geçiş dönemi algısı da, sanayi devrimi sonucu ortaya çıkan daha nitelikli iş gücü sağlamak adına genişletilmiş eğitim dönemleri ile doğrudan ilişkilidir. Endüstrileşmenin artışı ile ergenlik sırasıyla genç yetişkinliğe doğru büyümek ve sonrasında evlenmek olarak algılanmaya başlanmıştır. Benzer şekilde, sanayileşmenin artışıyla gençlik de zamanla yetişkine dönüşen ve sonra evlenerek aileden bağımsızlaşan bireye gönderim yapan bir hayat evresi olarak görülmüştür. Gençlik kavramı ancak çocukluğun yaşam döngüsünde ayrı bir evre olarak kabul edilmesinden sonra ortaya çıkabilmiştir. Eğitimli gençliğin modern-ulus devletlerin inşasında öncü olmasının gerekli olduğuna yönelik düşünce de ilerlemeci Aydınlanma düşüncesinden doğmuştur. Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan orta yaş, yetişkin kişinin artık genç olmadığı ve bazı şeylerin artık asla eskisi gibi olamayacağı gerçeğini fark ettiği ve kendini yeniden yapılandırmak için mücadele ettiği bir evre olarak açıklanmakta ve buna özgü kalıpyargılar belirginleşmektedir. Ortalama yaşam süresinin artması, feminizm, değişen aile yapısı gibi yaşanan sosyal değişimler, uzmanları çocukluk ve ergenlik dönemini inceledikleri gibi orta yaş dönemini de kendi içindeki unsurlarla incelemeye yöneltmiştir. 20. yüzyıldan önce ortalama yaşam süresinin 50 olduğu göz önüne alındığında yaşlılık kavramının da zaman içinde değiştiği anlaşılır olmaktadır. Yaşlılık döneminin başladığı yılların belirleyici unsuru kişinin birey olarak yaşadığı yıllardan çok içinde yaşadığı ortamın sosyal, ekonomik ve sağlık koşullarıdır. Ortalama yaşam süresinin uzaması, tıp alanındaki gelişmeler ve sosyal refahın artmasıyla insanlar eskiye oranla daha uzun ve daha sağlıklı bir hayat sürmeye başlamışlardır. Bunun sonucunda yaşlılık dönemine ait genç yaşlı (65-74 yaş), yaşlı yaşlı (75-85 yaş) ve ileri yaşlı (85+ yaş) gibi ek alt dönemler ortaya çıkmıştır (Williams ve Nussbaum, 2011, s.30- 31). Söz konusu dönemler, bilimsel araştırmalar veya politikalar için kullanılabilecek kategoriler veya tabakalardır. Kimin yaşlı sayılacağı veya hangi yaştan itibaren kendini yaşlı olarak algıladığı kültürden kültüre değişmektedir. Cinsiyetlere, sınıflara göre yapılan sınıflandırmalarla birlikte yaşlara göre yapılan sınıflandırmalar sınırlar dayatmaya ve herkesin durması gereken bir düzen üretmeye uygun düşmektedir (Bourdieu, 1996, s.131). Lüküslü ve Yücel (2013, s.9) yaş grupları arasında oluşturulan bölünmelerin ve bağlantılı olarak oluşturulan hak ve görevlerin “toplumsal kurgular olarak, toplumsal gruplar arasında çatışma/uzlaşma sonucu keyfi olarak” belirlendiğini açıklamaktadırlar. Gençler ve yaşlılar arasındaki mücadelede yaşlılar toplumsal bir iktidar kaybı yaşamakta olmaları dolayımıyla eşitsiz bir yerde durmaktadırlar. İş gücünden çıkmaları nedeniyle ekonomik anlamda toplumsal bir yük olarak görülen yaşlılar; işe 54 yaramaz, bedensel kayıplar yaşayan, bağımlı ve düşkün kimseler olarak resmedilmekte ve sosyal alandan dışlanmaktadırlar. Bununla birlikte bireylerin, toplumdaki yaşlılık, gençlik, çocukluk ile ilgili değerlerden, mitlerden, kalıpyargılardan etkilendiği ve bu durumun her alandaki etkileşime yansıdığı ve hatta ayrımcılığa yol açtığı söylenebilmektedir. Bu nedenle yaşlılıkla ilgili yürütülen çalışmaların sadece ekonomik boyutlarıyla değil toplumsal boyutlarıyla da ele alınması gerekmektedir. Türkiye’nin toplumsal yapısını ele aldığımızda yaşlılara saygılı davrandığımız inancının yaygın oluşu, yaşlılara yönelik yapılan ayrımcılığın ya da şiddet, ihmal ve suiistimallerin varlığından şüphe duyulmasına neden olmaktadır. İleri yaş grubu her bireyin ayrımcılığa uğradığı ya da şiddet gördüğü iddiasında bulunmak mümkün olmasa da bunların göz ardı edilmemesi gerekmektedir (Tufan, 2011, s.11). Bu bağlamdan yola çıkan bu araştırmada, yaşlı ayrımcılığının kişilerarası etkileşimde görüldüğü özgül alanlardan biri ele alınmıştır. Yaşlı ayrımcılığı üzerine yapılan tartışmaların artması ve literatürün genişlemeye başlamasıyla birlikte; çalışma yaşamında, ailede, sağlık alanında ayrımcılık gibi alt bölümlerde ele alınan ayrımcılığın sağlık hizmetlerindeki görünümüne odaklanılmıştır. Sağlık alanında yaşlı ayrımcılığının var olduğu ve örtük olarak işlediği varsayımından yola çıkan araştırmanın temel amacı sağlık alanında sağlık profesyonelleri ve ileri yaş grubu hasta arasındaki ilişkilerde bireysel düzeyde görülen ayrımcılık biçimlerini açıklamak ve ayrımcılıkla mücadele yöntemlerini tartışmaktır. Bu amaç doğrultusunda betimleyici olarak tasarlanan araştırmada literatür taraması yapılmış; çalışma kapsamında TÜBİTAK Ulakbim, EBSCO ve Google Akademik gibi veri tabanlarından, “yaşlı ayrımcılığı”, “sağlık”, “önyargı”, “kalıpyargı”, “tutum”, “prejudice”, “stereotype”, “attitude”, “ageism in health” anahtar terimleri girilerek literatürdeki araştırmalara ulaşılmıştır. Yaşlı ayrımcılığını sağlık alanıyla ilişkilendirmeyen kuramsal çalışmalar, sadece ayrımcılık ve tutum ölçeklerinin geçerlik ve güvenilirlik testini yapanlar, araştırma evren ve örnekleminde sağlık profesyonelleri veya öğrencilerine yer vermeyen araştırmalar değerlendirme dışı bırakılmıştır. Sağlık alanıyla ilişkili olduğu belirlenen 41 makale ve 4 tezin içerik analizi yapılmıştır. YAŞLI AYRIMCILIĞI Yaşa dayalı ayrımcılık her yaş grubundan bireyi etkileyen bir ayrımcılık biçimidir. Başka bir ifade ile yaşa bağlı olarak yapılan ayrımcılık biçimi çocukları, gençleri, yetişkinleri ve yaşlıları kapsayabilir. Yaşlı ayrımcılığı ise sadece ileri yaş grubu bireylere yönelik yapılan bir ayrımcılık biçimidir. Yaşlı ayrımcılığı (ageism) kavramı ilk olarak Robert Butler tarafından 1969 yılında ‘bir yaş grubunun diğer yaş gruplarına önyargısı’ olarak tanımlanmıştır. Butler kavramı 1975’te geliştirerek ırkçılık ve cinsiyetçilikten sonra üçüncü büyük ayrımcılık biçimi olan ve insanlara yaşlı oldukları için uygulanan sistematik stereotipleme ve ayrımcılık süreci olarak ifade etmiştir (akt. Palmore 1999, s.4; Iversen vd., 2009, s.6). Ancak literatürde neredeyse evrensel olarak kullanılan bu kavramsallaştırma birçok yönden yaşlı ayrımcılığını açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Yaşlı ayrımcılığını ırkçılık ve cinsiyetçilikle bir görmek aradaki farklılıkların gözden kaçmasına neden olmaktadır. Öte yandan diğer sosyal kategorilerden farklı olarak bütün insanlar yaşlanarak bu kategorinin bir parçası haline gelecekler yani dış gruba dâhil olacaklardır. Ayrıca yaşlı ayrımcılığı diğer ayrımcılık türlerinden farklı olarak toplumda fark edilmeden, örtük olarak işlemekte ve bu nedenle neredeyse hiç mücadele edilmemektedir. Yaşlı insanlara karşı kalıpyargıları ve önyargıları kullananlara karşı sosyal yaptırımlar bulunmamaktadır. Yaşlılara karşı belli bir negatif tutumun olduğu yaygın olarak kabul görmüştür ve bu nedenle diğer ayrımcılık biçimlerindeki kadar güçlü tepkiler almamaktadır (Iversen vd., 2009, s.7-8). Bununla birlikte yaşlı ayrımcılığının diğer ayrımcılık formlarına göre daha örtük işlemesi, topluma ne kadar nüfuz 55 ettiğinin belirlenmesini zorlaştırmaktadır. Negatif tutumların sınırlarından, farklı dışlama biçimlerinden, bireylerin ve toplumun yaşlanmasının etkileri olarak yaşlı insanlara karşı yapılan yargılayıcı davranışların oluşturduğu zararlardan anlaşılabilmektedir (Peace, 2007, s.12). Yaşlı ayrımcılığı kavramsallaştırmasında yer alan önyargı3 ve kalıpyargı birbiriyle bağlantılı ama ayrı kavramlardır. Önyargı duygusal, kalıpyargı bilişsel, ayrımcılık ise davranışsaldır. Duygusal boyut üzerine kurulu olan önyargı, peşin hükme dayalıdır ve kişileri bireysel özellikleri yerine grup üyelikleri temelinde değerlendirir. Kalıpyargı ise bir grubun paylaştığı özelliklere ilişkin inançlardır. Kalıpyargıların sorunlu yanı içinde gerçeklik taşımasıdır. Örneğin ‘yaşlılar bunaktır’ kalıpyargısını değerlendirdiğimizde gerçekten de demans yaşayan yaşlılar olduğunu görürüz. Buradaki sorun kalıpyargıların gruba ilişkin aşırı genelleme yapmasından ve hiç uymayan grup üyelerini de kapsamasından kaynaklanmakta ve yıkıcı etkileri olabilmektedir. Yıkıcı etkilerden biri, hedef grup üyelerinde kalıpyargıyı doğrulayan davranışa neden olmayı açıklayan ‘kendini gerçekleştiren kehanet’e dönüşme olasılığıdır. Örneğin yaş ilerledikçe belleğin kötülediği kalıpyargısına inanan bireyler, yaşlı kişilere her şeyi unutacaklarmış gibi davranmakta, yaşlı bireyler de kendi belleklerinden kuşku duymaya başlamaktadırlar. Yaşadıkları güven kaybı da unutkanlıkla sonuçlanabilmekte ve sonuç olarak yaşlı bireyler kendilerine ilişkin kalıpyargıyı yansıtmaya başlamış olmaktadırlar (Taylor vd., 2007, s. 179-180) Önyargının ve kalıpyargının davranışsal boyutu ayrımcılıktır. Ayrımcılık, kolaylıkla ayırt edilebilir ve farkına varılabilir davranışları içeren açık (doğrudan) ya da imalar, dolaylı ifade biçimleri gibi fark edilmesi güç olan örtük (dolaylı) davranışları içermektedir (Çelenk, 2009, s. 221). Ayrıca özellikle dolaylı ayrımcılık davranışları çoğu zaman yükleme belirsizliği içermektedir (Taylor vd. 2007, s.183). Örneğin bir kişi etnik kökeninden veya ileri yaşından kaynaklı olarak işten atılabilir ama bu durum açık şekilde anlaşılmayabilir. Yaşlılara dair negatif tutumlara ve ayrımcı davranışlara kaynaklık eden kalıpyargılar toplumlara göre değişiklik gösterse de gündelik hayattaki ilişkilerden politik uygulamalara kadar her yerde karşımıza çıkan ve yeniden üretilen evrensel olarak nitelendirilebilecek yargılar bulunmaktadır. Bunlar hastalık, iktidarsızlık, çirkinlik, akli durumun zayıflaması, akıl hastalığı, işe yaramazlık, izolasyon, yoksulluk, depresyon olarak sıralanabilir (Palmore, 1999, s.20-27). Ancak yaşlı ayrımcılığını sadece kalıpyargılara bağlamak ya da ileri yaşın varlığına bağlamak yetersiz kalmaktadır. Yaşlı ayrımcılığı sosyal yapı sorgulanmadan açıklanamaz niteliktedir. Bytheway (1995’ten akt. Iversen vd., 2009, s.6) bir ideoloji olarak nitelediği yaşlı ayrımcılığını, baskın grupların ilgilerine gerekçe oluşturan düşünce ve inançlar seti olarak açıklamakta; devlet, işverenler, hastaneler, medya gibi kurumların yaş grupları arasındaki eşitsizlikleri ve ayrımı meşrulaştırıp sürdürdüğünü ifade etmektedir. Bir ideoloji olarak nitelenen yaşlı ayrımcılığı Palmore (1999, s.44) ve Bytheway’e (2005, s.340-342) göre bireysel (individual) ve kurumsal (institutional) olarak iki düzeyde ele alınmaktadır. Yaşlıları ihmal ve istismar gibi bireylerin kalıpyargılar ve önyargılar nedeniyle günlük yaşamlarındaki ayrımcı tutumları bireysel yaşçılık, yasal düzenlemeler, medyadaki temsiller, sosyal yaşamda yaşlının temsili gibi bireylerin sistematik olarak ayrımcı uygulamalara maruz kalmaları ise kurumsal yaşçılık olarak ifade edilmektedir. Macnicol ise Ayrımcılık davranışına neden olan ve toplumsallaşma içinde öğrenilen önyargıların güdülenmesine farklı kuramsal yaklaşımlarla açıklama getirilmeye çalışılmıştır. Psikodinamik kuramlar önyargıyı yön değiştirmiş saldırganlık olarak veya kişilik bozukluğu olarak ifade etmekte ve bireyin kişiliğini özel dinamiklerin sonucu olarak çözümlemektedirler. Önyargıyı gruplararası rekabet açısından ele alan kuramlar ise güç, ekonomik kaynaklar, toplumsal konum gibi özellikler nedeniyle baskın konum ve azınlıklar arasındaki eşitsizlik bağlamında açıklamaktadırlar (Taylor vd., 2007, s. 186-87). 3 56 yaşlı ayrımcılığının üç boyutunu tanımlamaktadır (2010, s.3-4). Yaşlılara yönelik ayrımcılığın hangi alanlarda görünür olduğunu açıklayan boyutlar aşağıdaki tabloda açıklanmıştır; Tablo 1: Yaşlı Ayrımcılığının Üç Boyutu Sosyal ilişkilerde ve tutumlarda ayrımcılık Kişilerin kronolojik yaşı referans alınarak sosyal statülerinin azalmasına uygun olan tutumlar, sözcükler ve eylemlere gönderme yapmaktadır. Kişilerarası ilişkilerden kurumsala kadar çeşitli seviyelerde işlemektedir. İstihdamda ayrımcılık 1930’lardan beri işe alımlarda, işten çıkarmalarda, terfide, istihkaklarda, eğitimde ve zorunlu emeklilik uygulamalarında kronolojik yaşın temel olarak kullanılmasıdır. Kişinin sağlık durumu, bilişsel yetenekleri, çalışma kapasitesi ya da bireysel performansı yerine yaşına bakılarak yapılan uygulamalar olarak açıklanmaktadır. Mal ve hizmetlerin dağıtımında yaşlı ayrımcılığı Kamu politikaları bağlamında ele alınan ayrımcılık boyutudur. Trafik kaza sigortası, banka kredileri, sağlık sigortası gibi uygulamalarda ileri yaşın dezavantajlı olarak görülmesi örnekleri verilebilir. Yaşlı ayrımcılığı veya yaşçılık; politik ekonomik endişeler, refah devleti uygulamaları, sağlık harcamaları, istihdam ve erken emeklilik gibi kurumsal uygulamaların yanında yaşlı bireyde görülebilecek moral bozukluğu, özgüven kaybı, pasif olma, işlev kaybı gibi sosyal etkileri nedeniyle de önemli bir kavramdır (Palmore, 1999, s.7). Yaşlı ayrımcılığının görünümleri ve kaynakları düşünüldüğünde her ne kadar kurumsal yapıların ve ideolojilerin göz ardı edilmesi mümkün olmasa da bu çalışma kapsamında, bireylerin kalıpyargılar ve önyargılar nedeniyle sağlık hizmetleri alanında kişilerarası ilişkiler bağlamında yaşadıkları yaşlı ayrımcılığı üzerine odaklanılmıştır. SAĞLIK ALANINDA YAŞLI AYRIMCILIĞI 18. yüzyıl ortalarında yaşlanma sürecine ilişkin yapılan klinik araştırmalar yaşlılığı biyolojik olarak ele almışlardır. Yaşlanma ile bedensel kayıplar arasındaki bağlantının kurulduğu, yaşlanan hücrelerin normdan sapma olarak algılanarak yaşlılığın tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak kabul edildiği bu dönemdeki çalışmalar günümüzdeki etkisini sürdürmekte ve yaşlılığın hastalıkla olan bağlantısı devam etmektedir. Yaşlanma ve hastalık arasındaki ilişkinin doğallaştırılmış ve tıbbi anlamda meşrulaştırılmış olmasının etkileri sadece tıbbi alanda değil kültürel anlamlar ve inanç sistemlerinde de etkisini göstermiştir. Her ne kadar hastalık yaşlanmanın doğasında olsa da yaşlanmanın kendisi bir hastalık değildir. Yaşlanma bir hastalık olarak yapılandırıldığında tedavisi mümkün olmayan sadece yan etkileri azaltılan bir süreç olarak algılanmaktadır (Westerhof ve Tulle, 2007, s.237-238). Yaşlılık, hamilelik gibi fizyolojik süreçte gerçekleşen ve patolojik değişikliklerin görülebileceği bir süreçtir (Şahinoğlu ve Arda, 1998, s.40). Ancak yaşlanmanın hastalıkla olan bağlantısı bireylerin inanç sistemlerini ve tutumlarını etkilemekte; yaşlılığa dair hastalık, akli durumun zayıflaması, akıl hastalığı gibi kalıpyargıları pekiştirmekte ve yeniden üretmektedir. Yaşlılığa ilişkin bütün önyargı ve kalıpyargılar sağlık profesyonellerinde de bulunmakta ve ayrımcı davranışa neden olabilmektedir (Ouchida ve Lachs, 2015, s.46). Literatüre bakıldığında sağlıkla ilgili tüm alanlarda ileri yaş grubu bireylere yönelik ayrımcılık yapıldığı görüşü yaygındır (Palmore: 1999, s.146). Sağlık profesyonellerinin tutumları, sağlık sisteminin yapısına ve verilen hizmetin türüne etki etmektedir. Örneğin hekimlerin yaşlılıkla 57 ilgili tutumları, akut hastalık, kronik hastalık ve yaşlılığın belirtileri arasındaki ayrımlarını etkileyebilmektedir. Yani tedavi amacıyla gelen hastanın semptomları yaşlılığına bağlanabilmekte ve bu durumda ağrı, yorgunluk, bilişsel bozukluk, depresyon ve anksiyete gibi sorunlar kolaylıkla teşhis ve tedavi edilemez olmaktadır (Ouchida ve Lachs, 2015, s.4648). Bunun yanında yaşlı hastalarla ilgilenmek bazen olumsuz olarak değerlendirilmekte ve hekim genç hastayı tercih etmektedir. Uygulamada bariz bir farklılık görünmese de sağlık profesyonellerinin yaşlı hastalarla ilgili genel bir isteksizlikleri olduğu söylenebilmektedir (Roter ve Hall, 2006, s.58). Sağlık profesyonellerinin ileri yaş grubu bireylerin kronik sorunları ile uğraşmak yerine gençlerin akut sorunlarıyla ilgilenmeyi tercih ettikleri belirtilmektedir (Özdemir ve Bilgili, 2014: 129). Yaşlı hastalarla kıyaslandığında, sağlık personelinin gençlere daha fazla bilgilendirme yaptıkları ve yaşlı bireylere daha az koruyucu bakım hizmeti verdikleri de bir diğer önemli ayrımcılık davranışı olarak ifade edilmektedir (Akdemir, 2007, s.219; Bulut, 2015, s.20, Özdemir, 2009, s.29; Roter ve Hall, 2006 s.59). İleri yaş grubu bireylere “kendi durumlarından haberdar olmayan ya da ne istediklerine karar veremeyen insanlarmış gibi davranmak konusunda bir kabullenme” (Büken, 2008, s.275) vardır. Yetkin ya da yeterli olmadıkları düşünülen yaşlılara ilişkin ayrımcılık boyutuna ulaşan bir davranış biçimi de sağlık profesyonellerinin hastayı muhatap almayarak sadece refakatçi ile iletişim kurmalarıdır. Hasta odada yokmuş gibi davranarak sadece refakatçi ile konuşmak, hastanın sözünün kesilmesi bireyin değerini düşüren bir davranış biçimidir (Greene vd. 1986’dan akt. Roter ve Hall, 2006, s.61; Bulut ve Çilingir, 2016: 448). Arun ve Pamuk tarafından “kaçınma” olarak nitelenen bu durumda (2014, s.21) sağlık profesyonelleri tanı aşamasında yaşlı hastaların öykülerini yakınlarından dinlemekte ve tedavi hakkında yaşlı birey yerine yakınlarına bilgi vermektedir (Bulut ve Çilingir, 2016, s.448; Akdemir vd., 2007, s.219; Bulut, 2015, s.20; Özdemir ve Bilgili, 2014, s.129). Aslında ayrımcılık denilen şey, söz konusu etkileşimde tam da yaşlı hastanın yok sayılmasından ileri gelmektedir (Çelenk, 2009, s. 221). Profesyonellerin, gençlere daha fazla bilgi ve destek verdikleri, tanı ve tedavi aşamasında yaşlı birey yerine yanındaki refakatçi ile konuştukları veya yaşlı ile konuşurken abartılı tonlama, bağırma, emretme gibi farklı tarzda iletişim kurdukları görülmektedir. Yaşçı dil kullanımları toplumsal alanda yaşlılara karşı olan olumsuz tutum ve kalıpyargıların sürekli hale gelmesini ve her tarafa yayılmasını sağlayan unsurlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Kullanılan dil bireylerin algılarını ve önyargılarını etkilemekte ve dolayısıyla yaşlı ayrımcılığına zemin oluşturmaktadır. Yapılan araştırmalar da bu durumu destekler niteliktedir. Covey (1998) İngilizcede yaşlı kişileri betimlemek için kullanılan terimleri ve tarihini incelediği araştırmasında, söz konusu terimlerin yaşlıların statü düşüşüne ve yaşlanmanın zayıflatıcı özelliklerine odaklandığını ifade etmektedir (akt. Palmore, 1999, s.8992). Başka bir ifadeyle yaşlılıkla ilgili sözcüklere bakıldığında (kocakarı, bunak, modası geçmiş, dinozor, inatçı, vd.) negatif anlamların daha yoğun olarak var olduğunu söylemek mümkündür. Kronolojik anlam içeren sözcükler de ebedi kelam ya da kod haline gelebilmekte ve sınırlar oluşturmaktadır. İleri yaş grubu bireylerle ayrımcı olarak nitelendirilebilecek iletişim biçimlerinin belli karakteristikleri bulunmaktadır. Emredici konuşma (patronizing speech), bebek konuşması (baby talk) ya da yaşlı konuşması (elderspeak) gibi faklı adlandırmalarla açıklanan konuşma tarzlarının arasında küçük farklılıklar olsa da genel olarak basitleştirilmiş, sadeleştirilmiş ve duygusal tonu azaltılmış, olduğu söylenebilmektedir. Bebek konuşması, karşıdaki kişi çocukmuş ve anlamayacakmış gibi yapılmakta (Roter ve Hall, 2006, s.59), yaşlı konuşması sağlıklı yaşlı yetişkinlere demanslı gibi davranılarak yapılan bir konuşma tarzı olarak tanımlanmaktadır (Kemper vd., 2009, s.55). Ayrımcılık sayılabilecek konuşma tarzı; tartışmayı kontrol etme (emredici konuşma), yüksek sesli ve abartılı tonlama, basitleştirilmiş konuşma ya da sınırlı sözcük kullanımı, bağırma, hastayı dinlememe, aşırı anaç tavırlar (aşırı 58 şefkat) ya da aşırı samimi konuşma, çok yavaş konuşma gibi unsurları içermektedir (Arun ve Pamuk, 2014, s.21-22; Kemper vd., 2009, s.56) Bireyin karşıdakinin iletişim ihtiyaçlarını değil de kalıpyargılara bağlı ön kabulleri kullanarak yaptığı bu iletişim biçimi ve diğer yaş tabanlı davranışlar “yaşlı” kimliğinin geliştirilmesine ve olumsuz kalıpyargıların güçlendirilmesine neden olmaktadırlar (Kemper vd., 2009, s.57). TÜRKİYEDE SAĞLIK ALANINDA YAŞLI AYRIMCILIĞI LİTERATÜRÜ Araştırma kapsamında yapılan literatür taramasında Türkiye’de gerçekleştirilmiş 41 makale ve 4 tez ele alınmıştır. Bu çalışmalardan ayrı olarak Koç, vd. (2013) tarafından gerçekleştirilen araştırma her ne kadar sağlık alanında bir dergide yayınlanmış olsa da, iki üniversitede okuyan tüm öğrencileri örneklemi olarak belirlediği ve sağlık alanıyla ilgili bölümleri ayrıştırmadığı için değerlendirilmeye alınmamıştır. Kutlu vd.’nin (2011) araştırması Fraboni Ayrımcılık Ölçeğinin, Küçükgüçlü, vd.’nin (2011) çalışması ise Kogan Yaşlılara Karşı Tutum Ölçeğinin geçerlik ve güvenilirlik testini yaptığı ve araştırma sonuçlarında tutumlara ilişkin verileri yer vermeyip sadece geçerlik güvenirlik verilerini açıkladıkları için çalışma kapsamına alınmamıştır. Yaşlı Ayrımcılığı Tutum Ölçeğini geliştiren Vefikuluçay’ın (2008) araştırması, örneklemini bir üniversitenin lisans eğitimi veren fakülte ve yüksekokullarından büyüklüğe orantılı tabakalı rastgele örnekleme yöntemi ile seçtiği ve sağlık alanı dışındaki bölümlerden öğrencileri de kapsadığı için değerlendirme dışı bırakılmıştır. İncelenen 45 çalışmanın sekiz tanesi teorik/kuramsal metin niteliğindedir. Akdemir vd. (2007) yaşlanmanın anlamını ve algılanmasını tartıştıkları metinlerinde, yaşlı bireyin toplum içinde konumlarının ve rollerinin değişmesiyle toplumdan uzaklaştıklarını açıklamışlardır. Farklı toplumlardaki yaşlı bakışı örnekleriyle algının toplumdan topluma değiştiğini ancak birçok toplumda yaşlanmanın üstesinden gelinmesi gereken olumsuz bir olay olarak resmedildiğini ve hastalık-yaşlanma arasındaki bağlantının varlığını vurgulamışlardır. Türkiye özelinde de toplumsal yapının değişmesiyle birlikte yaşlı bireyin yük olarak algılandığını ve yaşlı bakımının sorun olarak değerlendirildiğini belirten Akdemir vd., sağlık çalışanlarının da olumsuz tutum ve algıya sahip olduklarını ifade etmişlerdir. Ardından yaşlı bireylere ilişkin var olan kalıpyargıları sıralayarak gerekçelerle neden genellenebilir olmadıklarını açıklamışlardır. Son olarak yaşlı ayrımcılığının sağlık alanında hizmete yansımalarını belirtmişlerdir. Yaşlanmanın hastalıktan bağımsız olarak her canlıda meydana gelen bir süreç olduğunu belirten Bulut ve Çilingir (2016), yaşanan demografik değişimle birlikte yaşlılığa bakışın değiştiğini ve ayrımcılığa yol açtığını ifade etmişlerdir. Yaşlı ayrımcılığının nedenlerini ve çalışma, aile, sosyal, sağlık olmak üzere görünür olduğu alanları belirttikten sonra sağlık hizmetine nasıl yansıdığını açıklamışlardır. Gülen vd. (2015) çalışmalarında yaşlı ihmal ve istismarına örnek teşkil edebilecek bir olgu sunumu yapmışlardır. Bakımını üstlenen kurumda travmaya maruz kalan hastanın acil servise götürüldüğünde travma öyküsü gizlenmiş, hastanın analjezik (ağrı kesici) alımı sonrası tüm vücutta şişlik ve nefes alamama şikayetiyle gelmesi nedeniyle tedavisine ilaç alerjisi gibi başlanmıştır. Hastanın yatağından düşmüş olmasının gizlenmesi tanının konulmasını geciktirmiş ve tedaviyi yanlış yönlendirmiştir. Özdemir ve Bilgili (2014) yaşlı ayrımcılığını ve yaşlıya dair olumlu ve olumsuz kalıpyargıları açıklamalarının ardından sağlık alanında yaşlı ayrımcılığının görünürlüğünü tartışmışlardır. Çilingiroğlu ve Demirel (2004) yaşlı ayrımcılığını ve nedenlerini irdeledikleri çalışmalarında yaşlılara ilişkin olumsuz kalıpyargıları açıklamış ve yaşlı ayrımcılığının teorik temellerini sıralamışlardır. Alkan vd. (2016) ayrımcılık kavramının tanımıyla birlikte kökenlerini Baskınlık ve Sosyal Kimlik Kuramlarıyla tartıştıkları metinde; eşitlik, homofobi,, zenofobi, önyargı, dışlama gibi kavramları açıklamışlardır. Irk-etnik köken temelli, din-inanç temelli, cinsiyet 59 temelli, cinsel yönelim temelli, hastalık temelli, engellilik temelli, eğitim seviyesi temelli ve diğer olarak ayrıştırdıkları ayrımcılığın sağlık alanındaki görünümünü hasta ayrımcılığı bağlamında ele almış ve Türkiye’deki eylem ve politikaları açıklamışlardır. Büken (2008) Yaşlılık Etiği başlıklı çalışmasında Türkiye’de hasta hekim ilişkisinin paternalistik tarzda sürdüğünü, yarar sağlama ve zarar vermeme ilkeleri bağlamında işbirliğinden çok yönetim tarzında yapıldığını belirtmiştir. Bu nedenle yaşlılık etiğinin de ele alınması gerektiğini belirten Büken, adil tedavi ve sağlık alanında ileri yaş grubu bireylere yönelik yanlış ön kabuller üzerinden yaşlılık etiği ve yaşlı ayrımcılığını tartışmıştır. Büken ve Büken (2003) yaşlanma olgusunu bireysel, toplumsal ve kültürel açılardan değerlendirmiş, demografik değişimin sağlık alanına etkilerini tartışmışlardır. Tıp etiğinin yaşlanma ve/ya yaşlılık bağlamındaki işlevini irdeledikleri metinde, etik açıdan özne-nesne ilişkisinin iyi değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Tablo 2. Araştırma Kapsamında Analiz Edilen Metinler YAZAR TÜR ÖRNEKLEM ÖLÇEK TUTUM 1 Adıbelli ve Kılıç, (2013) Betimleyici Hemşire KOGAN Olumlu 2 Akdemir vd., (2007) Teorik 3 Alkan vd. (2016) Teorik 4 Altay ve Aydın, (2015) Betimleyici Hemşirelik öğrencileri YATÖ Olumlu 5 Arun ve Pamuk, (2014) Betimleyici Bakım personeli Anket ve Fraboni A. Ö. Olumsuz 6 Ayoğlu vd. (2014) Betimleyici Hemşirelik ve tıp öğrencileri KOGAN Olumlu 7 Bulut ve Çilingir, (2016) Teorik 8 Bulut, (2015) Betimleyici Hemşire YATÖ Olumlu 27 Büken ve Büken (2003) Teorik 28 Büken, (2008) Teorik 9 Can vd. (2011) Betimleyici Geriatri kliniği çalışanları Anket (Etik) OlumluOlumsuz 11 Cankurtaran Öntaş ve Tunç, (2012) Betimleyici, Açıklayıcı Bakım personeli Nitel görüşme OlumsuzOlumlu 10 Cankurtaran vd. (2006) Betimleyici Tıp fakültesi öğrencileri KOGAN OlumluOlumsuz 12 Canlı Özer ve Terkeş (2014) Betimleyici Hemşirelik öğrencileri YATÖ Olumlu 13 Ceylan ve Öksüz, (2015) Betimleyici Sosyal hizmet bölümü öğrencileri YATÖ Olumlu 14 Çilingiroğlu ve Demirel, (2004), Teorik 60 15 Duru-Aşiret vd. (2015) Betimleyici Hemşire UCLA-GA Olumlu 16 Elbi vd. (2015) Betimleyici Tıp fakültesi öğrencileri KOGAN ve UCLA-GA Olumluolumsuz 17 Erdemir, vd. (2011) Betimleyici Sağlık bilimleri fakültesi öğrencileri KOGAN Olumlu 18 Gülen, vd. (2015) Olgu sunumu 19 Kadıoğlu, vd. (2013) Betimleyici Hekim ve hemşire Anket (Etik) Olumluolumsuz 20 Kalaycı, vd. (2016) Betimleyici hemşirelik, fizyoterapi ve yaşlı bakım bölümü öğrencileri KOGAN Olumlu 21 Kavlak, vd. (2015) Betimleyici Hemşire YATÖ Olumlu 22 Köse, vd. (2015) Betimleyici Hemşirelik, Tıp Fakültesi ve Sağlık MYO öğrencileri YATÖ Olumsuz 23 Kulakçı, (2010) Betimleyici Hemşirelik 1. ve 4. Sınıf öğrencileri Anket OlumluOlumsuz 24 Mandıracıoğlu ve Çam, (2004) Betimleyici Bakım personeli Anket OlumluOlumsuz 25 Ögenler, vd. (2012) Betimleyici Hekim YATÖ Olumlu 26 Öksüz, (2015) Betimleyici Sosyal hizmet lisans öğrencileri YATÖ Olumlu 29 Özbek Yazıcı, vd. (2015) Betimleyici Yaşlı Bakım Programı öğrencileri YATÖ Olumlu 30 Özdemir ve Bilgili, (2014) Teorik 31 Özdemir, (2009) Betimleyici Hemşirelik öğrencileri YATÖ Olumlu 32 Polat, vd. (2014) Betimleyici Hekim ve hemşire YATÖ Olumlu 33 Seferoğlu, vd. (2016) Betimleyici Hekim (nörolog) UCLA-GA Olumlu 34 Soyuer, , vd. (2010) Betimleyici Sağlık MYO öğrencileri YATÖ Olumlu 35 Şahin, vd. (2012) Betimleyici Tıp fakültesi ve hemşirelik öğrencileri ile ihtisas yapan mezunlar UCLA-GA ve YATÖ Olumlu 36 Şahinoğlu ve Arda, (1998) Betimleyici Hekim Anket (etik) Olumluolumsuz 37 Turan, vd. (2016) Betimleyici Fizyoterapi, hemşirelik, yaşlı bakım ve asistan hemşirelik öğrencileri KOGAN Olumlu İhmal ve istismar örneği 61 38 Türgay, vd. (2015) Betimleyici Hemşirelik öğrencileri UCLA-GA Olumlu 39 Usta, vd. (2012) Betimleyici Hemşirelik öğrencileri YATÖ Olumlu 40 Ünalan, vd. (2012) Betimleyici Geriatri merkezi çalışanları YATÖ Olumlu 41 Ünsar, vd. (2015) Betimleyici Hemşirelik öğrencileri YATÖ Olumlu 42 Yılmaz ve Özkan, (2010) Betimleyici Hemşirelik öğrencileri YATÖ Olumlu 43 Yılmaz, (2009) Betimleyici Hekim - hasta Anket Olumlu 44 Yürüyen, vd. (2015) Betimleyici Asistan (hekim) UCLA-GA Olumlu 45 Zehirlioğlu vd. (2015) Betimleyici Hemşire KOGAN Olumlu (düşük) Çalışma kapsamında değerlendirilen diğer 37 metin betimleyici tarzda yapılandırılmış araştırmalardır. Temel olarak sağlık profesyonellerinin tutumlarını analiz eden araştırmalarda çoğunlukla Yaşlı Ayrımcılığı Tutum Ölçeği (YATÖ), Kogan Yaşlılara Karşı Tutum Ölçeği (KOGAN) ve UCLA Geriatrik Tutum Ölçeği (UCLA GA) kullanılmıştır. Ayrıca iki araştırmada da yaşlı tutum ölçeklerinin yanı sıra Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği (Özbek Yazıcı, vd., 2015) ve Coopersmith Benlik Saygısı Ölçeği (SEI) (Kalaycı, vd., 2016) kullanılmıştır. (Bknz. Tablo 2). Analiz konusu edilen yani örneklem olarak alınan grupların; hekim (4), hemşire (5), hemşire ve hekim (2), geriatri kliniği çalışanları (2), bakım personeli (3), hekim ve hastalar (1), sağlık alanında çeşitli bölümlerden öğrenciler (20) olmak üzere farklı sağlık profesyonellerinden oluştuğu görülmektedir. Söz konusu araştırmaların sonuçlarına bakıldığında sağlık profesyonellerinin tutumları 2 araştırmada olumsuz bulunmuş, 8 araştırmada olumlu ve olumsuz tutumlar birlikte değerlendirilmiş, kalan 27 araştırmada da tutumlar olumlu olarak değerlendirilmiştir. Can vd. (2011) geriatri merkezi çalışanlarının tıp etiği sorunlarıyla karşılaşma deneyimlerini ele aldıkları çalışmalarında, hasta mahremiyetine saygı gösterilmemesi, kararların hasta yakını ile alınması, kronik, hafif belirsiz yakınmaların yaşa bağlanarak dikkate alınmaması, “anlamayacakları varsayılarak yaşlı hastalara durumları hakkında tam ve ayrıntılı bilgi verilmemesi” gibi etik tartışma konusu edilen 20 durumu incelemişlerdir. Her durum için önemseme ve karşılaşma oranlarını değerlendirdikleri araştırmada, geriatri çalışanlarının duyarlı olduklarını ancak bazı istisnaların olduğunu tespit etmişler ve ayrımcılığın sık karşılaşılan bir sorun olmadığını açıklamışlardır. Kadıoğlu vd. (2013) geriatride yaşanan etik problemleri özerklik, karar verme yeteneği, mahremiyet ve yaş ayrımcılığı olmak üzere dört başlıkta ele almışlardır. Hekim ve hemşirelerin mahremiyete önem verdiklerini ancak karar verme sürecinde yaşlıların yetilerini değerlendirmeden refakatçilerle karar verdiklerini tespit etmişlerdir. "Yaşlı hastaların kalitesini iyileştirme ve yaşam süresini uzatma isteğini uygunsuz veya tamamen görmezden gelme" olarak ifade ettikleri etik problemin önem sıralaması Can vd. (2011) çalışmasından farklı olarak daha önemli görülmüştür. Bu durumu birincil sağlık ve geriatri merkezlerinin farklı hasta profilleri ve karşılaştıkları farklı sorunlarla ilişkili olabileceğini değerlendiren Kadıoğlu vd. araştırma katılımcılarının etik sorunlarla karşılaştıklarını ve önemsediklerini tespit etmişlerdir. Hasta – hekim ilişkilerinin etik boyutunu yaş, cinsiyet, ekonomik durum, dini inanç bağlamında ele alan Şahinoğlu ve Arda (1998) yaptıkları araştırmada, katılımcıların %9.9’unu oluşturan hekimlerin hastalarına davranışlarında hasta yaşının önemli bir faktör olarak gördüklerini tespit etmiştir. Katılımcılar tarafından “silahlı çatışma durumları gibi 62 olağanüstü durumlarda yaşın gençler lehine kullanılabilecek bir öğe olacağı”; yatak sayısının kısıtlı olduğu durumlarda genç hastaların tercih edilebileceği”; “genç hastaların tedaviye daha çabuk yanıt vermeleri nedeniyle sağlık hizmetinden yararlanacak insan sayısını arttırma kaygısıyla genç hastalara öncelik verilebileceği”; “yaşlı hastaların birbirine eşlik eden başka hastalıklara da yakalanmış olabilecekleri” ve “yatak işgal sürelerinin yaşlılarda daha fazla olması nedeniyle genç hastaların tercih edilebileceği” belirtilmiştir. Şahinoğlu ve Arda bireyler arasındaki üstünlük ilişkisi düşüncesinin yansıması olarak nitelendirilebilecek bu durumun eşitlik ilkesine ters düştüğünü açıklamışlardır (Şahinoğlu ve Arda, 1998, s.41-42). Yılmaz (2009) çalışmasında yaşlılık ve hastalık bağlantısının yanı sıra sağlık ve hastalık ilişkisinin de irdelenmesi gerektiğini çünkü bireyin sağlıklı ya da hasta sayılmasının da kültürel kodlarla ilişkili olduğunu açıklamıştır. Hasta hekim ilişkisini karşılıklı olarak incelediği araştırmasında, hekimlerin davranışlarını hastanın sözünü kesme (% 17.2 sürekli), tetkikler hakkında bilgi verme (% 6.9), tıbbi terim kullanma (%3.4 çoğunlukla), genç hastayı tercih etme (%10.3 çoğunlukla) gibi başlıklarla değerlendirmiştir. Farklı örneklemler bağlamında tutumların betimlenmesine yönelik araştırmalarda eğitim, yaş, sınıf, cinsiyet, yaşlıyla birlikte yaşama, aile, çalışma süresi ve koşulları gibi unsurların tutumlara nasıl etki ettiği tespit edilmiştir. Ayrıca bazı araştırmalarda katılımcılara yaşlı kavramının ne ifade ettiği, yaşlılarla çalışmak isteyip istemedikleri sorularak tutumlarla ilişkilendirilmiştir. İstatistiksel olarak değerlendirilsin ya da değerlendirilmesin Ünalan, vd. (2012) haricindeki konuyu ele alan araştırmalarda (Arun ve Pamuk, 2014, Yılmaz ve Özkan, 2010; Ceylan ve Öksüz, 2015; Özbek Yazıcı vd. 2015; Özdemir, 2009; Altay ve Aydın, 2015; Bulut 2015; Kavlak, vd., 2015; Özdemir, 2009; Seferoğlu, vd., 2016; Şahin, vd., 2012; Usta, vd., 2012; Ünsar, vd., 2015; Yürüyen, vd., 2015; Zehirlioğlu vd., 2015) eğitimin olumlu etkisi olduğu ifade edilmiştir. Katılımcıların eğitim seviyeleri, aldıkları geriatrik eğitim ve klinik uygulama deneyimleri gibi farklı bağlamlarda ele alınan eğitimin her koşulda olumlu tutumların oluşması için önemli olduğu vurgulanmıştır. Ünalan vd. (2012) araştırmalarında lise ve ilköğretim ile kıyaslandığında üniversite mezunu bireylerin daha olumsuz tutumlara sahip olduklarını tespit etmişlerdir. Profesyonelliğe aykırı olan bu durumun, eğitim almış kişilerin “belirli bir eğitim seviyesine sahip insanların yaşlıların özbakımı gibi kendilerince vasıfsız sayılabilecek bir iş yerine daha üst seviyede bir işe sahip olma beklentileri”nden kaynaklanabileceğini açıklamışlardır (Ünalan,vd. 2012, s.119). Yılmaz ve Özkan (2010) ise araştırmalarında sağlık meslek lisesi mezunlarının kazandıkları deneyim nedeniyle daha olumlu tutuma sahip olduklarını tespit etmişlerdir. Şahin vd. (2012) uygulama yapan pratisyenlerin öğrencilere göre daha olumlu olmalarını eğitim ve deneyimle ilişkilendirmişlerdir. Çalışma koşulları ile tutumlar arasındaki ilişkiye bakıldığında, meslekteki çalışma süreleri ve olumsuz çalışma koşullarının ayrımcılık düzeyini arttırdığını (Arun ve Pamuk, 2014) sağlık profesiyonellerinin davranışlarının olumsuz yönde etkilendiğini (Bulut, 2015) gösteren çalışmaların yanında meslekteki çalışma süresi ile tutumlar arasında anlamlı ilişki olmadığını gösteren araştırmalar (Ünalan, vd., 2012; Zehirlioğlu vd., 2015) da bulunmaktadır. Ayrıca Mandıracıoğlu ve Çam (2004) huzurevi çalışanlarının %21,4’ünün çalışma ortamından memnun olmadığını tespit etmişlerdir. Yapılan araştırmalarda cinsiyetle ilgili çelişkili sonuçlara ulaşıldığı görülmektedir. Kadınların erkeklere oranla daha fazla ayrımcı tutuma sahip olduğunu gösteren araştırmalar olmakla birlikte (Arun ve Pamuk, 2014; Ceylan ve Öksüz, 2015; Ünalan vd. 2012; Ayoğlu vd. 2014; Bulut, 2015; Kavlak vd. 2015; Koç vd. 2013; Köse vd. 2015), daha az olduğunu yani kadınların daha olumlu tutuma sahip olduğunu tespit eden araştırmalar (Elbi vd. 2015; Erdemir vd. 2011; Ünsar vd. 2015; Altay ve Aydın, 2015; Türgay vd. 2015; Kalaycı vd. 2016; 63 Canlı Özer ve Terkeş, 2014; Usta vd. 2012) bulunmaktadır. Ayrıca tutumlar ile cinsiyet arasında anlamlı ilişki olmadığını ifade eden araştırmaların (Zehirlioğlu vd. 2015; Cankurtaran vd. 2006; Ögenler vd. 2012; Özbek Yazıcı vd. 2015; Soyuer vd. 2010; Şahin vd. 2012) olduğu görülmektedir. Söz konusu araştırmalarda cinsiyet ile ilgili çelişkili bulgular farklı şekillerde yorumlanmıştır. Genel olarak ifade etmek gerekirse kadınların olumlu tutumları Türk kültüründen gelen geleneksel kadın rolleri ve bakıcılıkla, olumsuz tutumlar ise kadınlık rollerinin değişmesi ve/veya yaşlı bakımın zor algılanması ve fiziksel olarak yorucu olması ile ilişkilendirilmiştir. Araştırmalarda aile tipi, kardeş sayısı, aile ile birlikte yaşama ve ailenin eğitim durumu gibi unsurlar da irdelenmiştir. Cankurtaran vd. (2006); Elbi vd. (2015); Köse vd. (2015), Kalaycı vd. (2016), Ögenler vd. (2012), Altay ve Aydın, (2015), Usta vd. (2012) araştırmalarında aile tipinin/yapısının tutumlara etki etmediğini ya da istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olmadığını açıklamışlardır. Koç vd. (2013: 56) araştırmalarında kardeş sayısının tutumlara olumlu etkisi olduğunu yani kardeş sayısı arttıkça olumlu tutumun arttığını tespit etmişlerdir. Aynı şekilde Bulut, (2015) ve Turan vd. (2016), geniş aile yapısına sahip katılımcıların, Soyuer vd. (2010) ailesi ile birlikte yaşayanların daha olumlu tutuma sahip olduklarını belirtmişlerdir. Özbek Yazıcı vd. (2015); Usta vd. (2012) ailelerin eğitim durumu ile tutumların ilişkisinin olmadığını; Yılmaz ve Özkan (2010) ailenin eğitim seviyesi düştükçe olumlu tutumun arttığını belirlemişlerdir. Aile bağlamındaki olumlu tutumlar Türk kültürünün getirdiği yaşlıya saygı kavrayışına bağlanmıştır. Katılımcıların nerede yaşadıkları ya da nerede doğduklarının tutumlarla ilişkisini analiz eden araştırmalarda yine farklı sonuçlar çıkmıştır. Köy kent arasında fark olmadığını (Elbi vd. 2015; Kavlak vd. 2015; Koç vd. 2013), tespit eden araştırmaların yanı sıra, 20 yaş üstü şehirde yaşayan katılımcıların daha olumlu tutuma sahip olduğunu (Kalaycı vd. 2016) ya da köy ve kasabada doğanların daha olumlu tutuma sahip olduğunu (Yılmaz ve Özkan, 2010) gösteren araştırmalar da bulunmaktadır. Altay ve Aydın (2015) araştırmalarında ilçede yaşayanların daha olumsuz olduğunu açıklarken Bulut (2015) kırsal kesimden kente doğru gidildikçe katılımcıların tutumlarının olumluluk düzeyinin arttığını belirtmiştir. Yaşlıyla birlikte yaşama deneyiminin ve oluşturduğu etkileşimin tutumlara etkisinin de çelişkili sonuçları olduğu görülmektedir. Altay ve Aydın (2015), Erdemir vd. (2011), Yılmaz ve Özkan (2010), Ünalan vd. (2012), Usta vd. (2012), Ünsar vd. (2015), araştırmalarında yaşlı ile birlikte aynı evde yaşamanın tutumları olumlu yönde etkilediğini tespit etmişlerdir. Ceylan ve Öksüz (2015), Özbek Yazıcı vd. (2015) Özdemir (2009) Şahin vd. (2012), Türgay vd. (2015), aralarında anlamlı bir ilişki olmadığını; Koç vd. (2013) ve Seferoğlu vd. (2016) ise yaşlı ile birlikte yaşayanların daha olumsuz tutuma sahip olduklarını belirtmişlerdir. Turan vd. (2016) evde yaşlı yakını olmayan katılımcıların ölçek puanının daha yüksek olduğunu yani daha olumlu tutuma sahip olduklarını ifade etmişlerdir. Araştırmalarda örneklem farklılıkları nedeniyle bazılarında yaş bazılarında ise öğrencilerin öğrenim gördükleri sınıf düzeyi ve tutumlar arasındaki ilişki analiz konusu olmuştur. Literatürdeki farklı sonuçlar nedeniyle yaş ve tutum ilişkisinin derinlemesine araştırılması gerektiğini belirten Arun ve Pamuk (2014) yaş arttıkça kaçınmanın arttığını tespit etmişlerdir. Bulut (2015) ve Ögenler vd. (2012) yaş arttıkça profesyonellerin sahip olduğu olumlu tutumun azaldığını ifade etmişlerdir. Yaşın tutumlarla ilişkisinin bulunmadığı ya da istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olmadığı sonucuna ulaşan araştırmalar (Zehirlioğlu vd. 2015; Ayoğlu vd. 2014; Şahin vd. 2012; Kalaycı vd. 2016; Köse vd. 2015) bulunmaktadır. Öğrencilerle yapılan çalışmalarda katılımcıların yaşlarının birbirine yakın olması nedeniyle yaşın etkisinin görülemeyebileceği açıklanmış, yaş yerine sınıf farkının etkisi analiz konusu 64 edilmiştir. Yapılan araştırmalarda sınıf seviyesi ya da yaş arttıkça olumlu tutumların arttığının tespit edildiği görülmüştür (Usta vd. 2012; Erdemir vd. 2011; Koç vd. 2013; Canlı ve Terkeş, 2014; Ceylan ve Öksüz 2015; Özdemir, 2009; Seferoğlu vd. 2016; Kavlak vd. 2015; Soyuer vd. 2010). Elbi vd. (2015), ise KOGAN ve UCLA-GA ölçeğine göre farklı sonuçlara ulaşmışlardır. UCLA ölçeğine göre 1. ve 2. sınıf öğrencilerinin daha olumlu tutuma sahip olduğu, sınıf ilerledikçe olumsuz tutumun arttığı ancak KOGAN ölçeğinde de 3. ve 4. Sınıf öğrencilerinin olumlu tutuma sahip olduğu tespit edilmiştir. Ünsar vd. (2015) üçüncü sınıf öğrencilerinin daha olumlu tutuma sahip olduğunu açıklamışlardır. Okudukları sınıfla tutumlar arasında anlamlı ilişki olmadığını belirten Türgay vd. (2015) literatürdeki çelişkili sonuçlar bağlamında nedenlerin araştırılması gerektiğini ifade etmişlerdir. Cankurtaran vd. (2006) birinci sınıf öğrencilerinin genel bilgileri öğrendiklerini, hasta ile etkileşime girmediklerini ve bu nedenle Türk toplumunun yaşlıya yönelik tutumuna yakın cevap verdiklerini, sınıf yükseldikçe etkileşimin, deneyimin ve bilginin artışı nedeniyle tutumların değişiklik gösterdiğini ifade etmişlerdir. Literatürdeki araştırmaların bazılarında yaş ya da yaşlılık kavramlarının katılımcılara ne ifade ettiği ya da ne çağrıştırdığı sorulmuştur. Öğrenci ve sağlık profesyonellerinin yaşlı(lık) denildiğinde; yalnızlık, bağımlılık, şefkat, güçsüzlük/zayıflık, hastalık, umutsuzluk, beden imajında bozukluk gibi kavramları kullandıkları açıklanmıştır (Altay ve Aydın, 2015; Bulut, 2015; Cankurtaran Öntaş ve Tunç, 2012; Canlı ve Terkeş, 2014; Duru-Aşiret vd. 2015; Özbek Yazıcı vd. 2015; Özdemir, 2009; Ünsar vd. 2015). Yaşlılığa ilişkin olumlu kavramlar ise bilgelik ve mutluluk olarak ifade edilmiştir (Bulut, 2015; Duru-Aşiret vd. 2015). Kulakçı (2010) araştırmasında yaşlıların tanımlanmasını istemiş, katılımcıların yarısı “insan yaşlandıkça çocuklaşır, küskünleşir, asabi, kavgacı ve alıngan olur” gibi önermelere katılmanın yanı sıra “birçok hastalığı olan”, ”gereksinimlerini tek başına karşılayamayan”, “başkasına bağımlı olan”, “üretimde bulunmayan”, “ölümü bekleyen” gibi olumsuz ifadeler kullanmışlardır. Mandıracıoğlu ve Çam (2009) katılımcıların çoğunun yaşlılık dönemini sağlık sorunlarının yaşandığı, zor ve yalnız geçirilen bir dönem olarak ifade ettiklerini belirtmişlerdir. Polat vd. (2014) araştırmasında ise sağlık profesyonellerinin çoğunun, hasta, yalnız ve kırılgan olarak tanımlamalarının yanı sıra yaşlı insanların zihinsel becerilerinin azaldığı, hoşgörüsüz oldukları ve esnek olmadıkları şeklinde algılandıklarını tespit etmişlerdir. Sağlık profesyonellerinin ve öğrencilerin yaşlı hastalarla çalışmak isteyip istemedikleri ile ilgili soruya farklı oranlarda (%20 – 52 arası) olumsuz yanıt verdikleri görülmüştür (Altay ve Aydın, 2015; Ayoğlu vd. 2014; Canlı Özer ve Terkeş, 2014; Ceylan ve Öksüz, 2015; Bulut, 2015; Kulakçı, 2010; Özdemir, 2009; Ünsar vd. 2015; Türgay vd. 2015; Yılmaz ve Özkan, 2010). Bu durumun nedenleri araştırıldığında katılımcılar, yaşlılara bakım vermeyi isteme nedenleri olarak ‘bakım ihtiyaçları fazla,’ ‘ileride ben de yaşlanacağım,’ ‘sosyal görev,’ ‘daha fazla desteğe gereksinimleri var,’ ‘kendi yakınlarıyla empati kurma,’ ‘yaşlılara hizmet verdiğinde kendini daha değerli hissetme ya da mutlu olma’ gibi argümanları sıralamışlardır. Yaşlılarla çalışmak istemeyenler ‘iletişim güçlüğü,’ ‘bakım gereksinimlerinin fazla oluşu,’ ‘tükenmişliğe neden olması,’ ‘bakımın zahmetli ve zor olması, ‘yaşlıların aksi, huysuz ve inatçı olması’ gibi nedenler açıklamışlardır (Altay ve Aydın, 2015; Cankurtaran vd. 2006; Bulut, 2015; Köse vd. 2015; Özdemir, 2009; Yılmaz ve Özkan, 2010). Ayrıca olumlu tutuma sahip katılımcıların bile geriatri kliniğinde veya yaşlılarla çalışmak istemedikleri tespit edilmiştir (Köse vd. 2015; Ünsar vd. 2015). Yapılan araştırmalarda ayrı bir başlık olarak ele alınmasa da bazı çalışmalarda iletişimle ilgili veriler olduğu görülmüştür. Söz konusu veriler daha çok yaşlılarla yaşanan sorunlar arasında sıralanmıştır. Örneğin Bulut (2015) katılımcıların tamamının iletişim güçlüğü yaşadıklarını tespit etmiştir. Mandıracıoğlu ve Çam’ın (2004) araştırmasındaki sağlık profesyonelleri de 65 yaşadıkları sorunları; iletişim güçlüğü, yaşlıların kurum kurallarına uymaması ve yaşlıların olumsuz kişilik özellikleri olarak sıralamışlardır. Seferoğlu vd. (2016) yaşlılara karşı olumlu tutuma sahip sağlık profesyonellerinin de iletişim probleminden söz ettiklerini açıklamıştır. Bu çalışma kapsamında değerlendirilen bütün araştırmalar ele alındığında, sağlık profesyonelleri ve öğrencilerin olumlu tutumlarının ağırlıkta olduğu ve söz konusu olumlu tutumun yazarlar tarafından Türk kültürü ile ilişkilendirildiği görülmektedir. Araştırmaların neredeyse tamamında geriatri eğitiminin ve/veya klinik deneyimin öneminden bahsedilmiş ve öneriler arasında yer almıştır. Sağlık profesyonellerinin fiziksel ve psikolojik açıdan desteklenmesi, çalışma şartlarının belirlenmesi ve koşullarının iyileştirilmesi, rol ve sorumlulukların açıkça belirtilmesi, iletişim problemlerinin giderilmesi ve çok boyutlu ve geniş kapsamlı araştırmalar yapılması sıralanan diğer öneriler arasında yer almaktadır. LİTERATÜRÜN İZİNDE: DEĞERLENDİRME Türkiye’de yaşlı ayrımcılığına ilişkin tartışmaların ve literatürün çok yeni olduğunu söylemek mümkündür. Buradan hareketle, bu çalışmada ele alınan araştırmaların yaşlı ayrımcılığının sağlık alanındaki görünümlerini irdeleyen ilk metinler olması nedeniyle haklarını teslim etmek gerekmektedir. Söz konusu metinlerin alandaki ilk uygulamalar olmaları nedeniyle varlık/yokluk konusunu önceledikleri değerlendirilmektedir. Başka bir ifadeyle daha çok “Türkiye’de sağlık alanında yaşlı ayrımcılığı var mı?” sorusuna yanıt aramak üzere betimleyici olarak kurgulanmış araştırmalar oldukları düşünülmektedir. Ancak yapılan araştırmaların sonuçlarını değerlendirildiğinde olumlu tutumların fazla olduğu görülmektedir (Bknz. Tablo 2). Bu sonuçların izinden giderek sağlık alanında profesyonellerin olumsuz tutumlara sahip olmadığı ve bu nedenle ayrımcılık yapmadıkları söylenebilir mi? Tutum ve davranış ilişkisinin doğrudan olmadığı, yani her tutumun olumlu ya da olumsuz bir davranışa yol açmayacağı bilgisi ile böyle bir şey söylemek mümkün değildir. Peki, sağlık alanında bu kadar olumlu tutum varsa neden ayrımcılık olduğu düşünülmektedir? Bu soruya yanıt verebilmek için ayrımcılığın ne olduğu ve nasıl işlediği, araştırmalarda nasıl bir yöntem izlenmesi gerektiği gibi konuların irdelenmesi gerekmektedir. Kavramsal Belirsizlik Yaşlılık kavramının toplumsallık içinde bir anlam kazandığı düşünüldüğünde, toplumsal yapıdan bağımsız olarak ele alınamayacağı anlaşılır olmaktadır. Zaman içinde değişen yaşlılık algısı, medyada verilen yaşlı tipleri, dil, kitaplar, kurum ve kuruluşlar, politikalar vb. yaşlanmanın anlamını ve algılanmasını etkileyen unsurlardır. Örneğin yaşlılıkla ilgili yapılan bilimsel araştırmalar ve geliştirilen sosyal teoriler 19. yüzyılda yaşanan gelişmelerle bağlantılıdır. Dönem içinde yapılan çalışmalar, yaşlanan nüfus ve sosyal kurumlar arasındaki farklı ilişkileri yansıtmakla birlikte yaşlılığa dair yargıların yaygınlaşmasında etkili olmuşlardır. Yaşlanma ve yaşlılıkla ilgili öne çıkan teorilere kısaca bakıldığında, özellikle ilk dönem araştırmaların yaşlılığın toplumsal inşasındaki rolleri anlaşılır olmaktadır. 1940-1960 yılları arasında yaşlanmanın bireysel ve sosyal bir problem olduğu yaklaşımının hâkim olduğu, 1970-1980’lerde yaşlanmanın ekonomik alanda ve istihdama özgü şekilde ele alındığı ve 1990’lar ve devamında yaşlanmanın küresel bir sorun ve kaygı meselesi olarak yapılandırıldığı görülmektedir (Phillipson ve Baars, 2007, s.70). İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan demografik değişim, uzun dönem nüfus eğilimleri ve ekonomik baskının etkisiyle yaşlanma refah devleti ve emeklilik sistemi konusu bağlamında yeni bir sorun olarak tanımlanmıştır. Gerontolojinin de geliştiği bu dönemde yaşlanma biyolojik olarak 66 değerlendirilmiş, tıbbi ve sosyal bir problem olarak ele alınmıştır (Phillipson ve Baars, 2007, s.70). Çalışmada ele alınan metinlerde de yaşlılığın sosyal bir problem olduğu argümanının geçerliğini koruduğu bazı araştırmaların olduğu görülmektedir. … buna bağlı yaşlılık ve yaşlılık dönemine ilişkin sorunlar dünya ülkelerinin gündemini daha fazla meşgul eder hale gelmiştir. Günümüzde dünya ülkeleri “nüfus yaşlanması” ve beraberinde getireceği sorunların tehdidi altında bulunmaktadır (Soyuer vd. 2010, s.21). Yaşlı nüfusun artması ile birlikte toplumlarda yaşlılar için barınma, yeterli gelir elde etme, sağlık harcamalarının karşılanması ve iş olanakları gibi konularda sorun yaşanmaya başlamaktadır (Bulut ve Çilingir, 2016, s. 446). Yaşlı nüfus oranının artması beraberinde sağlık, ekonomik, toplumsal ve sosyal alanda bazı sorunları da getirmiştir. Bu sorunlar arasında sağlık hizmetlerine başvuru, sağlık giderleri, emeklilik, ailesel sorunlar gibi birçok sorun yer almaktadır. Yaşlılık ile ilgili bu tür sorunların artması, yaşlılara yönelik ayrımcılık kavramını ortaya çıkarmıştır (Köse vd. 2015, s.145). Yaşlı nüfusundaki artış, sağlık sisteminin temel sorunlarından biridir. Yaşlılık döneminde kronik hastalık ve bağımlılığın artmasından dolayı, yaşlıların sağlık kaynaklarını daha fazla oranda kullanmaları beklenmektedir. Bununla birlikte sağlık çalışanlarının da en fazla karşılaşacağı ve hizmet vereceği grup yaşlılar olacaktır (Özbek Yazıcı vd. 2015, s. 83). Genel nüfus içinde artış gösteren yaşlı nüfusu; ekonomik yaşam, aile yaşamı ve sosyal yaşam alanlarında sorunlara yol açmaktadır Bu sorunlar sağlık sektörüne de yansıyarak sağlık bakım hizmetlerinden faydalanma, sağlık harcamalarının karşılanması, sosyal güvenlik kurumlarının örgütlenmesi ve finansmanı, yeterli hizmet ve iş olanakları alanlarında sorun yaşanmasına neden olabilmektedir. Yaşlı bireylerin bütün bu sorunlarla karşılaşmasının toplumsal sonucu olarak, yaşlılara karşı olumsuz tutum gelişebilmektedir (Duru-Aşiret vd. 2015, s.11). Yaşlılığın bir sorun olarak algılanması veya sağlık sistemine yük olacağı düşüncesi olumsuz kalıpyargıların oluşmasına ve pekiştirilmesine neden olduğu gibi ayrımcılığı rasyonalleştirerek meşrulaştırmaktadır. Yaşlı nüfusun artması yani yaşlıların sayıca çok olması onların sorunun kaynağı olarak görülmesine neden olmakta ve aslında kurban suçlanmış olmaktadır. Yaşlıların yaşadığı sorunların yaşlanma problemi olarak nitelendirilmesi de ayrımcılığın bir uzantısıdır (Palmore, 1999, s.53). Buradan hareketle yaşlıların sağlık hizmetleri kaynaklarını tükettiklerine ilişkin argümanın da geçersiz olduğunu söylemekte fayda vardır. İlk olarak yaşlılar sürekli değişen bir gruptur ve bu argümanı kullanan bireyler de dâhil olmak üzere herkes bu avantaja erişecektir. İkinci olarak “adil” olan, sağlık kaynaklarının onlara ihtiyaç duyulan kişilere harcanmasıdır. “Yaşlıların sağlık hizmetlerinde adil paylarından daha fazlasını tükettiklerini söylemek, bir bakıma, kadınların doğum yardımlarından almaları gereken adil payın fazlasını tükettiklerini söylemeye” benzemektedir (Büken, 2008, s.215 ). Ayrımcılığın toplumsal inşasındaki yerinin yanında kavramın ne olduğu ya da nasıl algılandığı da önemlidir. Teorik metinlerin, farklı bir bağlamdan ilerleyen etik tartışmaların ve yanı sıra Arun ve Pamuk (2014) tarafından yapılan açıklama hariç, ayrımcılık tanımı verilen çoğu araştırmada Butler ve Palmore’un tanımlarının kullanıldığı, nedenlerini açıklamak isteniyorsa da Woolf’un dört nedeninin4 sıralandığı ve sağlık alanındaki literatürle birlikte Woolf Amerikan kültüründen yola çıkarak yaşlı ayrımcılığına neden olan kaynakları yaşlanmanın ölümle eş olarak görülmesi ve ölüm korkusu; tüketim kültürüyle paralel olarak gençlik kültürünün sürekli vurgulanması; 4 67 sağlıkla ilişkilendirildiği görülmektedir. Bu kullanımın yanlış olduğunu söylemek fazla iddialı olsa da toplumsallığı ve etkileşimi dışladığını söylemek mümkündür. Ayrımcılığı sadece önyargı ve kalıpyargılarla ilişkilendirmenin yanında böyle bir araştırma tasarımında sağlık alanına özgü karşılaşma anlarının, deneyimlerin, yaşlılık-hastalık bağlantısının, hasta olmanın anlamının, sağlık sistemi politikalarının ve çalışma koşullarının da yer alması gerektiği değerlendirilmektedir. Yöntem Sorunu Özellikle örtük ya da dolaylı işlediği savunulan ayrımcılığın saymacası yapılabilir mi ya da sağlık profesyonellerinin %10’u ayrımcı denilebilir mi? Neden araştırma sonuçları bu kadar çelişkili? Ya da sadece tutumları ölçmek ile ayrımcı davranış arasında doğrudan bir bağlantı olduğu varsayılabilir mi? Her olumsuz tutumun ayrımcılığa yol açmayabileceği sayıltısının yanında her olumlu tutumun da olumlu davranışla sonuçlanmayacağı söylenebilir. Özellikle sağlık alanı üzerinden açıklamak gerekirse, ‘hastanın yararına ilkesi’ etrafında rasyonalize edilmiş ya da daha kolay olarak görülen uygulamalarla karşılaşmak mümkündür. Örneğin yaşlı bireyin unutabileceği varsayımıyla tanı ve tedavide sadece refakatçi ile görüşmek kişiyi yok saymaktır ve dolaylı ayrımcılık biçimidir. Dolayısıyla ayrımcılık gibi bir sorunu ele aldığımızda ne ve ne kadar sorusunun çözüm üretme aşamasında yeterli olmayacağı açıktır. Yapılan araştırmaların betimleyici olmasıyla, belirli bir sosyal olayı betimlemeye çaba sarf ettikleri ancak niçin oluştuklarını açıklamada yetersiz kaldıkları görülmektedir. Yaşlı ayrımcılığıyla mücadele yollarının belirlenebilmesi için ayrımcılığın nasıl işlediğinin de ayrıntılı olarak nitelenmesi gerekmektedir. Yapılacak nicel çalışmalarla ya da tutum soran likert tipi ölçeklerle betimleme yapılabilir ancak ötesine geçilemez. Bu şekilde kurgulanan araştırmalarda ölçeklerin ve anket sorularının dezavantajlarının yanı sıra toplumsal yapı, kültürel kodlar ve kişisel özellikler vb. nedeniyle ayrıntılı sonuçlara ulaşmak pek mümkün görünmemektedir. Örtük olarak işleyen, yaşamın tüm alanlarına sızmış yani sınırları geniş olan ayrımcılık çalışmalarında nicel araştırma tasarımları bir yere kadar bir şey ifade etse de sonuçlara ulaşmada eksik kalacaktır. Örneğin, bir dil stratejisi olarak, istisnalar hariç, kimse ‘ırkçıyım’ ya da ‘yaşlılar ölsün’ demez. Bununla birlikte sağlık profesyoneli ayrımcılık yaptığının farkında olmayabilir. Dolayısıyla hem yaşlı birey (hasta) hem de sağlık profesyonellerinin sorunlarının anlaşılmasına ve çözüm yollarının üretilmesine katkıda bulunulması açısından etnografik çalışmaların ve derinlemesine görüşmelerin yapılması ve toplumsal yapı ile ilişkilendirilmesi gerektiği değerlendirilmektedir. Bu durum bir derecede yapılan araştırmalarda da dile getirilmiştir. Tutum ölçeklerinin sınırlılığı ve dezavantajları, nedenlerin anlaşılabilmesi için çok boyutlu ve nitel araştırma yapılması gerekliliği araştırmaların değerlendirme ve/veya sonuç kısımlarında ifade edilmiştir (Akdemir, 2007; Arun ve Pamuk, 2014; Ayoğlu vd. 2014; Bulut, 2015; Can vd. 2011; Özdemir, 2009; Seferoğlu vd. 2016; Yürüyen vd. 2015; Polat vd. 2014; Yılmaz ve Özkan, 2010; Şahinoğlu ve Arda, 1998). Nitel araştırmalar özne yönelimli, nasıl ve niçin sorularına yanıt arayan araştırmalardır. İnsanların sosyal dünyayı nasıl anladıklarını ve nasıl yorumladıklarını, dünyadaki deneyimlerini anlamayı amaçlayan nitel araştırma tasarımında örneklemin belirlenmesi de önemlidir. Yapılan araştırmaların yaklaşık yarısında (Tablo 2) örneklemin öğrencilerden oluştuğu görülmektedir. Gelecek nesil sağlık profesyonelleri olarak öğrencilerin tutumlarının yaşlıların ekonomik açıdan verimsiz ve işe yaramaz olarak kodlanması; yaşçılık üzerine yapılan araştırmalar olarak sıralamaktadır (Woolf, 1998). 68 bilinmesi ve olumsuz ise değiştirilmesi gerekliliği ile tasarlanan araştırmalarda deneyim ve etkileşimin çok fazla öne çık(a)madığı görülmektedir. Cankurtaran vd. (2006) ve Kulakçı’nın (2010) belirtikleri gibi öğrenciler, etkileşim yaşamadıkları düzeylerde Türk toplumunun yaşlıya ilişkin tutumlarını yansıtmışlardır. Klinik uygulamalarla birlikte tutumların değiştiği ve deneyimin/etkileşimin etkisinin varlığı görünür olmuştur. Toplumsal yargılarla gelen öğrenci, aldığı eğitimle ve yaşadığı deneyimle birlikte ayrımcılığı kırabilir veya yeniden üretebilir. Yaşanan değişimin gözlenmesi ve ayrımcılıkla mücadeleye yardım edecek müfredatın oluşturulabilmesi açısından örneklem olarak öğrencilerin seçilmesi uygun olmakla birlikte sağlık alanında yaşlı ayrımcılığı tartışmasının bu kadar yoğun şekilde öğrenciler üzerinden yürümesi de eksik bir yaklaşımdır. Sürekli olarak ileri yaş grubu bireylerle etkileşim halinde olan bakım personeliyle ilgili sadece iki araştırma bulunmaktadır5 ve söz konusu araştırmalar olumsuz tutum ve davranışların olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla sağlık alanındaki karşılaşma veya etkileşim anlarının ayrıştırılarak araştırmaların örneklem bazında da çeşitlenmesi gerektiği değerlendirilmektedir. Yaşlı Ayrımcılığının Tezahürleri Literatürde analiz edilen araştırmalara genel olarak bakıldığında olumlu tutumların baskın olduğu, olumsuz tutumların daha az olduğu görülmekte ve olumsuz olanlar dışında ayrımcılık olasılığı ile çok fazla ilişkilendirilmediği anlaşılmaktadır. Ancak söz konusu araştırmaların verileri bile tek başına alanda ayrımcılık olduğuna işaret etmektedir. Kulakçı (2010) araştırmasında yaşlılığın sosyal bir problem olarak algılanması ve yaşlı insanların bağımlılık yükü olarak görülmesi yaklaşımının Türkiye’de de yaygın bir inanış olarak yer almaya başladığını ifade etmiştir. Analiz edilen araştırmalarda sağlık profesyonelleri ve öğrencilerin yaşlılığı olumsuz olarak niteledikleri, tanı ve tedavi aşamasında yok saydıkları ya da ayrımcılığa yola açabilecek biçimde iletişim kurdukları, kaçındıkları olumlu tutum gösteren araştırmalarda bile kolaylıkla görülebilmektedir. Örneğin Şahinoğlu ve Arda (1998, s.42), hekimlerin %9.9’unun (n=52) yaş açısından ayrım yapabileceklerini tespit etmişlerdir. Ayrımcılığın saymacası tartışmasından gidildiğinde %10’luk oran anlam ifade etmiyor gibi görünse de, 52 sağlık profesyonelinin meslek hayatları boyunca ileri yaş grubu hastalarla karşılaşma anları düşünüldüğünde ayrımcılığın ulaşabileceği boyutları anlamak mümkündür. Araştırma sonuçlarından anlaşılabileceği üzere öğrenciler ve sağlık profesyonelleri yaşlılıkla ilgili olumsuz algılara sahiptirler. Hastalık en çok dile getirilen sözcüklerden biridir ve yaşlılık hastalık bağlantısının hala sürdüğünü göstermektedir. Bağımlılık, zayıflık, güçsüzlük gibi yargılar da bu bağlantıyla ilişkilendirilebilir niteliktedir. Bununla birlikte söz konusu kalıpyargıların araştırmalarda yok sayılması ya da değerlendirilmesi de sorunludur. Örneğin; ….yüksek oranda ifade edilen kavramın “şefkat” (% 28) olduğu, bunu “bağımlılık” (% 18) kavramının izlediği görülmektedir. (Sayfa 85) Çalışmamızda öğrencilerin çoğunluğunun yaşlılıkla ilgili ilk algısının ‘şefkat’ gibi olumlu bir kavram olması öğrencilerin yaşlıya yönelik olumlu tutuma sahip olmaları bulgusu ile paralellik göstermektedir. Bu durum Türk toplumunda yaşlı bireye saygı duyma ve yaşlıya sahip çıkma gibi geleneksel değerlerin korunduğunun bir göstergesi olarak yorumlanabilir (Özbek Yazıcı vd. 2015, s.85). Şefkat sözcüğü her ne kadar olumlu çağrışım yapsa da bir anlamıyla (yaşlılar şefkatlidir) yaşlılar şefkatli olmalıdır yaklaşımıyla yine kalıplar dayatılmasına neden olmakta, diğer anlamıyla da (yaşlılara şefkat göstermeliyiz) yaşlılara acıma ve hiyerarşik açıdan alt konuma koymayı da beraberinde getirmektedir. Nasıl ki cinsiyet tartışmalarında kız çocuklarına yumuşak, sevecen, merhametli olma gibi kavramlarla annelik ve kadınlık rolü, oğlan 5 Arun ve Pamuk, (2014)ve Mandıracıoğlu ve Çam, (2004). 69 çocuklarına savaşçılık, sert olma gibi kavramlarla babalık ve savaşçılık rolü serpiştiriliyorsa (Bora, 2012, s.176), yaşlılara da aynı şekilde şefkatli, merhameti olma rolü serpiştirilerek mücadele alanları sınırlanmakta ve yaşlılık kalıpları oluşturulmaktadır. Bununla birlikte yaşlı bireye yönelik acıma ve merhamet etme, onların zayıf ve aciz oldukları algısı engelli ayrımcılığında olduğu gibi ayrımcılığın örtük olarak işlemesine ve fark edilmemesine sebep olmaktadır. Yetenekleri kısıtlı bireyden bir şey beklenmeden, onun yerine yaşamını idame ettirme görevinin üstlenilmesi gerektiği yaklaşımı, bilgisizlik, iletişimsizlik ve önyargılarla beslenerek ayrımcılığa neden olmaktadır (Akbulut, 2012, s.151). Başka bir örnek üzerinden devam etmek gerekirse; Araştırmamızda hemşirelerin yaşlılığı tanımlarken en çok; şefkat, hastalık, güçsüzlük, yalnızlık, bağımlılık ve çocuk ruhluluk ifadelerini kullandığı görülmektedir. … Türk toplumunda yapılan çalışmalarda yaşlıların, hemşirelik öğrencilerinin ve hemşirelerin yaşlılığa ilişkin benzer olumsuz ifadeleri kullandığı görülmektedir. Bu durumun, ülkemizde yaşlıların düşük gelir seviyesine sahip olması, aktif yaşlanma bilincinin yerleşmemiş olması nedeni ile kişilerin genelde hasta, bağımlı yaşlılar ile karşılaşmasının sonucu olduğu düşünülmektedir (Duru-Aşiret vd. 2015, s.17) “ülkemizde yaşlıların düşük gelir seviyesine sahip olması” ifadesi yaşlılar yoksuldur kalıpyargısını taşıyan bir değerlendirmedir. Ayrıca sosyal sermaye temelinde bir ayrımcılığı da beraberinde getirmekte, yoksul insana dair olumsuz kalıpyargıları da meşrulaştırmaktadır. “Aktif yaşlanma bilincinin yerleşmemiş olması” ifadesi ise ileri yaş grubu bireye nasıl yaşaması gerektiğine ilişkin dayatmayı beraberinde getirmektedir. Son dönemde sağlık alanında yaşlıların sağlık giderlerini dert edinen sistemin bu duruma çözüm olarak gösterdiği başarılı ya da aktif yaşlanma düşüncesi, bireyin böyle davranmadığı ya da kendine dikkat etmediği için ayrımcılığa uğrama olasılığını meşrulaştırmaktadır. Etkileşimde bulunan yaşlıların genelde hasta olması argümanı alana özgü bir durumdur. Gerçekten de belki de kalıpyargıları en fazla taşıyan, çoklu kronik hastalıklara sahip olan yaşlı bireyler de tedavi için sağlık merkezlerine başvurmaktadırlar. Ancak hangi yaş grubunda olursa olsun başvuranların hepsi hastadır veya bir belirti ile gelmiştir. “Adil tedavi, sadece benzer tedaviyi gerektirmez, belirli kişilerin belirli ihtiyaçları çerçevesinde, gerekli olduğunda farklı tedaviyi de gerektirir (Büken, 2008: 214-215).” İhtiyaçların belirlenmesinde ve tedavinin farklılaştırılmasında hastaları homojenleştirme ya da kategorileştirme bireysel özelliklerin/belirtilerin gözden kaçmasına ve yargıların pekiştirilmesine neden olabilmektedir. Araştırma sonuçlarında tutumların genel olarak olumlu olduğu belirtilse de pozitif tutuma sahip olmanın olumlu davranışa neden olmadığı Ögenler vd.’nin (2012, s.414) çalışmasında da görülebilmektedir. Katılımcıların YATÖ puanları yüksek olmasına rağmen, yazarların ifadesiyle “var olan olumsuzluklar hizmet sunumunda yaşlıya karşı ayrımcılık olabildiğine işaret etmektedir.” Ceylan ve Öksüz de (2015) yaşlı bireyle çalışmak istememe oranının (kaçınma) sağlık profesyonellerinin mesleki değerleri bağlamında düşük kabul edilemeyeceğini ifade etmişlerdir. Araştırmalarda görülen davranış kalıplarının izinden gidildiğinde de ayrımcılığın tezahürlerini görmek mümkün olmaktadır. Örneğin Özdemir araştırmasında hemşirelik bölümü öğrencilerinin hemşirelerin davranışlarını değerlendirmelerini istemiştir. Öğrencilerin yarısı, hemşirelerin “yaşlı hastalara yeterli bakım vermediklerini, iletişime kapalı olduklarını, yaşlı bireylerin söylenenleri anlamadıklarını düşünerek açıklama yapmadıklarını, önemsiz, duyarsız ve özensiz davrandıklarını, hastaların mahremiyetlerine özen göstermediklerini, yaşlı hastaların düşüncelerini dikkate almadıklarını ve bebeksi konuşma yaptıklarını” ifade 70 ederek davranışları olumsuz olarak değerlendirmişlerdir (2009, s.63). Zehirlioğlu vd.’nin (2015) araştırmasında, hemşirelerin yarısından fazlası (%63.8) kendi yaşlanma sürecini düşündükçe korktuğunu belirtmiş ve benzer şekilde yaşlı bireye bakım verirken de korkup sinirlendiğini açıklayanlar olmuştur. Son olarak neredeyse tüm araştırmalarda iletişim probleminin yaşandığı belirtilmiştir. Duru-Aşiret vd. (2015) araştırmasında katılımcıların tamamına yakını bilgileri basitleştirerek açıklamayı, neredeyse yarısının da hasta öykülerini yaşlı yakınlarından almayı tercih ettiklerini ifade etmişlerdir. Sadece bu örnek bile etkileşim boyutunda örtük olarak ayrımcılığın varlığını gösteren bir tespittir. SONUÇ VE ÖNERİLER Bu çalışma kapsamında yapılan literatür değerlendirmesinden anlaşıldığı üzere sağlık alanında dolaylı yani örtük olarak işleyen yaşlı ayrımcılığından söz etmek mümkündür. Bu durumla mücadele etmek için çok boyutlu yaklaşım gereklidir. Ayrımcılıkla mücadelenin ilk ayağını belki de ayrımcılığın “ne” olduğunun ve nasıl işlediğinin anlaşılır kılınması oluşturmaktadır. Böyle bir yaklaşım sadece sağlık profesyonelleri için değil, sosyal bilimcilerin ve sağlık bilimcilerinin de meselesi haline gelmeli ve disiplinlerarası bir etkileşimle alanın özgüllüğüne dair uygulama ve deneyimler de hesaba katılmalıdır. Yapılacak araştırma tasarımlarında sözel davranışlar ve ikinci derece davranışlar (mimik, ses tonu) da dâhil olmak üzere davranış incelemesi, yapılandırılmamış mülakatlar ve uyarıcılara verilen tepkilerin gözlemlenmesi gibi nitel tekniklerin de kullanılması gerekmektedir. Ayrıca daha makro bir bakış açısıyla ayrımcılığın toplumsal yapı ve sistemlerle ilişkisi irdelenerek sağlık alanına yansımaları çözümlenmelidir. Çalışma koşulları, fiziksel koşullar gibi kurumun getirdiği zorluklar ve yansımaları da ayrıştırmalı ve sorunların çözülmesi için kurumsal-politik destek sağlanması konusunda çaba sarf edilmelidir. Kişilerarası ilişkiler bağlamında önyargı ve kalıpyargılardan kurtulabilmek için de çaba sarf edilmesi gerekmektedir. Bireylerin ayrımcılık hakkında bilgi sahibi olması için sadece Gerontoloji değil, Sosyal Gerontoloji, ayrımcılık ve sağlık iletişimi gibi konularda eğitim verilmesi gerekmektedir. Önyargıların aşılmasının bir diğer yolu karşı grubu tanımaktan ve dolayısıyla etkileşimden geçmektedir. Dış grubun üyeleri hakkındaki bulanık ve/veya yetersiz bilgi kalıpyargılara güvenilmesine yol açtığı için (Taylor vd., 2007, s. 192) ortak amaç ve işbirliğine dayalı gruplararası temas olması gerekmektedir. Sadece sağlık profesyonelleri ayrımcılık yapıyor düşüncesinin yanında etkileşimde her iki tarafın da davranış kalıplarına ve artalanlarına bakmak gerekmektedir. Bu metnin konusu olmadığı için ele alınmamış olsa da hastalar da sağlık profesyonellerine ayrımcı davranışlar sergilemektedirler. Yine yaş üzerinden örnek vermek gerekirse hastalar, genç sağlık profesyonellerinin uzmanlıklarını göz ardı ederek, sadece ‘genç’ oldukları için deneyimsiz ve tecrübesiz olarak kodlamakta (Yılmaz, 2009, s. 107) ve yaş ayrımcı davranış sergileyebilmektedirler. Ayrımcılıkla mücadelede bu boyutun irdelenmesi ve hastalara yönelik bir yol haritasının çizilmesi gerektiği değerlendirilmektedir. Son olarak kullanılan dilin önemi ve iletişim sorunlarının fazlalığı göz önüne alındığında, kişilerarası etkileşim bağlamında sağlık profesyonellerine kuracakları iletişimde dikkat etmeleri gereken konular alana ve etkileşim anlarına özgü olarak açıklanmalı ve profesyonellere aktarılmalıdır. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse; tıbbi jargon kullanmaktan kaçınma, başka işlerle meşgul olmama, hastayı etkin dinleme, hastaya yeterli 71 bilgi aktarma, hastayı konuşmaya dâhil etme, nazik ve kibar davranma6 gibi genel geçer kabullerin kullanılmasının yanında özgül duruma yönelik bir iletişim tarzının oluşturulması önerilmektedir. Söz gelimi yüksek sesle konuşmada yani bağırmada sesli harfler vurgulandığı için sanıldığının aksine anlamak daha zor olmaktadır. Hastaya ‘nasılsın’ diye bağırıldığında n-s-l-s-n harfleri yerine a-ı-ı vurgulanmakta ve hastanın yorumlaması zorlaşmaktadır. Aşırı basitleştirilmiş ve çok kısa cümleler parçaları birleştirmeyi gerektirmekte, çok karmaşık ve uzun cümlelerin işlemesi zor olmaktadır. Demans yaşayan hastalarla yavaş konuşmak, hastanın anlamak için daha fazla zaman harcamasına neden olmakta ve işleyen hafızasına ek yük getirmektedir7. Bu doğrultuda yaşçı dil kullanımından sakınmanın yanı sıra doğru iletişim kurmanın yollarının bilinmesi ve uygulanması ayrımcılıkla mücadeleye yardımcı olacağı gibi yaşanan iletişim problemlerine de çözüm olabilecektir. Sağlık Bakanlığı Birinci Basamak Sağlık Hizmetlerinde Çalışan Hekimler İçin Yaşlı Sağlığı Tanı ve Tedavi Rehberi, syf. 23 7 Bknz. Communicating With Older Adults An Evidence-Based Review of What Really Works http://aging.arizona.edu/sites/aging/files/activity_1_reading_1.pdf (Erişim tarihi: 20.10.2016) International Council on Active Aging’s Guidelines for Effective Communication with Older Adults (2011), https://www.icaa.cc/business/whitepapers/communicationguidelines.pdf (Erişim tarihi: 20.10.2016) A Clinician’s Handbook Talking With Yoor Older Patient, National Institue on Aging and National Institued of Health Department of Health and Human Services. https://www.nia.nih.gov/sites/default/files/talking_with_your_older_patient.pdf (Erişim tarihi: 20.10.2016) 6 72 KAYNAKÇA A Clinician’s Handbook Talking With Your Older Patient, National Institue on Aging and National Institued of Health Department of Health and Human Services. https://www.nia.nih.gov/sites/default/files/talking_with_your_older_patient.pdf (Erişim tarihi: 20.10.2016) Adıbelli, Derya ve Kılıç, Dilek, (2013), Difficulties Experienced by Nurses in Older Patient Care and Their Attitudes toward the Older Patients. Nurse Education Today. 33 (2013) 1074–1078. Akbulut, Süleyman, (2012), Gerçekten Eşit miyiz? Acı(ma), Zayırf Gör(me) ve Yok Say(ma) Ekseninde Engelli Ayrımcılığı. İçinde. Ayrımcılık Çok Boyutlu Yaklaşımlar (Der. Kenan Çayır ve Müge Ayan Ceyhan) İstanbul Bilgi Üniversitesi. 149-174. Akdemir, Nuran vd. (2007), Yaşlılığın Algılanması ve Yaşlı Ayrımcılığı. Turkish Journal of Geriatrics. 10 (4): 215-222. Alkan vd. (2016), Sağlık Alanındaki Ayrımcı Tutum ve Davranışlar: Kavramsal Bir İnceleme. Hacettepe Sağlık İdaresi Dergisi, 19(3): 365-390. Altay, Birsen ve Aydın, Tuğba, (2015), Hemşirelik Öğrencilerinin Yaşlı Ayrımcılığına İlişkin Tutumlarının Değerlendirilmesi. Hemşirelikte Eğitim ve Araştırma Dergisi, 12 (1): 11-18. Arun, Özgür ve Pamuk, Deniz, (2014), Kurumsal Bakım Sektöründe Ageism: Yaşlı Bakım Personelinin Yaşlanma ve Yaşlılığa İlişkin Ayrımcı Tutumlarının Nedenleri ve Müdahale Önerileri. Mediterranean Journal of Humanities, IV(2): 19-33. Ayoğlu, Ferruh Niyazi vd. (2014), Attitudes of Turkish Nursing and Medical Students Toward Elderly People. Journal of Transcultural Nursing, 25(3): 241–248. Bora, Aksu, (2012), Toplumsal Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık. İçinde. Ayrımcılık Çok Boyutlu Yaklaşımlar (Der. Kenan Çayır ve Müge Ayan Ceyhan) İstanbul Bilgi Üniversitesi. 175-187. Bourdieu, Pierre, (1996), Gençlik Bir Laftır. İçinde. Toplumbilim Sorunları, Çev. Işık Ergüden, İstanbul: Kesit. Bulut, Enes ve Çilingir, Dilek, (2016), Yaşlı Ayrımcılığı ve Hemşirelik Bakımına Yansımaları. TAF Preventive Medicine Bulletin, 15(5): 446-449. Bulut, Enes, (2015), Cerrahi Hemşirelerinin Yaşlı Ayrımcılığına İlişkin Tutumları Karadeniz Teknik Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Cerrahi Hastalıklar Hemşireliği Anabilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Dilek Çilingir. Büken, Nüket, (2008), Yaşlılık Etiği, Türk Tıp Etiği ve Tıp Hukuku Araştırmaları Yıllığı, (1)1: 205-218. Büken, Nükhet ve Büken, Erhan, (2003), Yaşlanma Olgusu ve Tıp Etiği, Geriatri, Turkish Journal of Geriatrics, 6 (2): 75-79. Bytheway, Bill, (1995), Ageism, Philadelphia: Open University. Can, Rana vd. (2011), Geriatri Merkezinde Çalışan Sağlık Profesyonellerinin Tıp Etiği Sorunlarıyla İlgili Deneyimleri ve Görüşleri, Türk Tıp Etiği ve Tıp Hukuku Araştırmaları Yıllığı, Ekim 2009-2010, 2(3): 177-188. Nobel: İstanbul Cankurtaran Mustafa vd. (2006), Influence of Medical Education on Students’ Attitudes towards the Elderly. Journal of the National Medical Association, (98):1518–1522. 73 Cankurtaran Öntaş, Özlem ve Tunç, Melike, (2012), Caregiving of Aged People, either Professional Job or Acquiring Merit in God’s Sight: An Example of Qualitative Research, Archives of Gerontology and Geriatrics 55: 200–204. Canlı Özer, Zeynep ve Terkeş, Nurten, (2014), Evaluation of Nursing Students’ Attitudes towards Ageism in Turkey, Procedia - Social and Behavioral Sciences 116: 2512 – 2515. Ceylan, Harun ve Öksüz, Metin, (2015), Sosyal Hizmet Lisans Öğrencilerinin Yaşlı Ayrımcılığına İlişkin Tutumlarının İncelenmesi, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 8(39): 459: 466. Communicating With Older Adults An Evidence-Based Review of What Really Works http://aging.arizona.edu/sites/aging/files/activity_1_reading_1.pdf (Erişim tarihi: 20.10.2016) Çayır, Kenan (2012), Yaşçılık/ Yaşa Dayalı Ayrımcılık, İçinde. Ayrımcılık Çok Boyutlu Yaklaşımlar (Der. Kenan Çayır ve Müge Ayan Ceyhan) İstanbul Bilgi Üniversitesi. 163-174. Çelenk, Sevilay, (2009), Ayrımcılık ve Medya, İçinde. Televizyon Haberciliğinde Etik, Ed. Bülent Çaplı ve Hakan Tuncel, Ankara: Fersa Matbaacılık,s.211-228. Çilingiroğlu, Nesrin ve Demirel, Simge, (2004), Yaşlılık ve Yaşlı Ayrımcılığı, Türk Geriatri Dergisi, 7 (4): 225-230. Duru-Aşiret Güler vd. (2015), Hemşirelerin Yaşlıya İlişkin Tutumları, Hemşirelikte Araştırma Geliştirme Dergisi, 17(1): 10-20. Elbi, Hüseyin vd. (2015), The Attitudes of Medical Students toward the Elderly, Turkish Journal of Geriatrics, 18(4):299-304. Erdemir Firdevs, vd. (2011), A Turkish version of Kogan’s Attitude toward Older People (KAOP) Scale: Reliability and Validity Assessment, Archives of Gerontology and Geriatrics. 52 (2011) e162–e165. Gülen, Müge vd. (2015), Anaflaksi mi, Yaşlı İstismarı mı?, Journal of Academic Emergency Medicine Case Reports / Akademik Acil Tip Olgu Sunumları Dergisi, (6): 4-6, DOI: 10.5152/jaemcr.2015.702. International Council on Active Aging’s Guidelines for Effective Communication with Older Adults (2011), https://www.icaa.cc/business/whitepapers/communicationguidelines.pdf (Erişim tarihi: 20.10.2016) Iversen, Thomas Nicolaj vd. (2009), A Conceptual Analysis of Ageism, Nordic Psychology, Vol. 61(3),: 4-22, DOI 10.1027/1901-2276.61.3.4 Kadıoğlu, Funda Gülay vd. (2013), Ethical Problems in Geriatrics: Views of Turkish Primary Healthcare Professionals, Geriatrics Gerontology International 13: 1059–1068. Kalaycı, Işıl vd. (2016), Sağlıkla İlgili Bölümlerde Okuyan Öğrencilerin Yaşlılara Yönelik Tutumları, Gaziantep University Journal of Social Sciences, 15(2):601-614. Kavlak, Yasemin vd. (2015), Nurses’ Attitudes towards Older People: Report from a Single Institution Study, International Journal of Physical Medicine & Rehabilitation, 3(5): 296. doi:10.4172/2329-9096.1000296. Kemper, Susan vd. (2009), Using Elderspeak with Older Adults, Discourse Processes, 25(1): 55-73. DOI: 10.1080/01638539809545020 Koç, Ayşegül vd. (2013), Assessing Young University Students’ Behaviour Regarding Age Discrimination, The Annals of Eurasian Medicine, 1(3): 49-55. 74 Köse, Gülşah vd. (2015), Sağlık Alanında Farklı Bölümlerde Öğrenim Gören Öğrencilerin Yaşlı Ayrımcılığına İlişkin Tutumlarının Belirlenmesi, Gülhane Tıp Dergisi (57): 145-151. Kulakçı, Hülya, (2010), Hemşirelik Lisans Programı Birinci ve Dördüncü Sınıf Öğrencilerinin Yaşlılık ve Yaşlanmaya İlişkin Düşüncelerinin ve Görüşlerinin Değerlendirilmesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Elektronik Dergisi, 3 (1), 15-22. Kutlu, Yasemin vd. (2012), Psychometric Properties of the Turkish Version of the Fraboni Scale of Ageism, Nursing and Health Sciences, 14, 464–471. Küçükgüçlü, Özlem vd. (2011), Reliability and Validity of Turkish Version of Attitudes toward Old People Scale, Journal of Clinical Nursing, 20, 3196–3203. doi: 10.1111/j.13652702.2011.03764.x. Lüküslü, Demet ve Yücel, Hakan, (2013), 2000’li Yılları Gençlik Üzerinden Okumak, İçinde Gençlik Halleri, 2000’li Yıllar Türkiye’sinde Genç Olmak, (der. Demet Lüküslü ve Hakan Yücel), Ankara: Efil. Macnicol, John, (2010), Ageism and Age Discrimination, Some Analytical Issues, The International Longevity Centre – UK raporu, file:///C:/Users/SINIF/Desktop/pdf_pdf_139%20(1).pdf (Erişim Tarihi: 22.04.2016) Mandıracıoğlu, Aliye ve Çam, Olcay, (2004), Huzurevi Çalışanlarının Sorunları ve Yaşlılar Hakkında Görüşleri, Türk Geriatri Dergisi 7 (1): 29-32. Ouchida, Karin M. ve Lachs, Mark S. (2015), Not for Doctors Only: Ageism in Healthcare, Journal of the American Society on Aging, 39(3): 46-57. Ögenler, Oya vd. (2012), Mersin İlinde Bir Grup Hekimin Yaşlı Ayrımcılığı Hakkındaki Görüşleri, Turkish Journal of Geriatrics, 15 (4): 409-415. Öksüz, Metin, (2015), Sosyal Hizmet Lisans Öğrencilerinin Yaşlı Ayrımcılığına İlişkin Tutumları: Yalova Üniversitesi Örneği, Yalova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü / Sosyal Hizmetler Anabilim Dalı Sosyal Hizmet Bilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Harun Ceylan Özbek Yazıcı, Sercan vd. (2015), Yaşlı Bakım Programı Öğrencilerinin Yaşlı Ayrımcılığına İlişkin Tutumları, Yaşlı Sorunları Araştırma Dergisi/Elderly Issues Research Journal (2):7787. Özdemir, Özlem ve Bilgili, Naile, (2014), Sağlık Hizmetlerinde Yaşlı Ayrımcılığı, Gülhane Tıp Dergisi, 56(2): 128-131. Özdemir, Özlem, (2009), Hemşirelik Öğrencilerinin Yaşlı Ayrımcılığına İlişkin Tutumları, Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik Programı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Naile Bilgili. Palmore, Erdman, B., (1999), Ageism Negative and Positive, New York: Springer. Peace Sheila vd. (2007), The Ageing World, İçinde. Ageing in Society European Perspectives on Gerontology, Bond, John vd. (ed.). London: SAGE. 1-14. Phillipson, Chris ve Baars, Jan, (2007), Social Theory and Social Ageing, İçinde. Ageing in Society European Perspectives on Gerontology, Bond, John vd. (ed.). SAGE Publ. London. 68-84 75 Polat, Ülkü vd. (2014), Nurses’ and Physicians’ Perceptions of Older People and Attitudes towards Older People: Ageism in a Hospital in Turkey, Contemporary Nurse, 48:1, 88-97, DOI: 10.1080/10376178.2014.11081930. Roter, Debra L. ve Hall, Judith A. (2006), Doctors Talking with Patients/Patients Talking with Doctors, Improving Communication in Medical Visits, 2nd ed. USA: Praeger. Seferoğlu, Meral vd. (2016), Attitudes of Neurology Specialists toward Older Adults, Aging Clinical and Experimental Research, doi:10.1007/s40520-016-0606-6, pp.1-6. Soyuer, Ferhan, vd. (2010), Sağlık Meslek Yüksekokulu Öğrencilerinin Yaşlı Ayrımcılığına İlişkin Tutumları ve Bu Tutumların Bazı Demografik Değişkenlerle İlişkisi, Mersin Üniv. Sağlık Bilim Dergisi, 3(2): 20-25. Şahin, Sevnaz, vd. (2012), Attitudes toward the Elderly among the Health Care Providers: Reliability and Validity of Turkish Version of the UCLA Geriatrics Attitudes (UCLA-GA) Scale, Archives of Gerontology and Geriatrics, 55 (2012): 205–209. Şahinoğlu Pelin, Serap ve Arda, Berna, (1998), Etik Açıdan Yaşlılık ve Hekim Hasta İlişkileri, Geriatri / Turkish Journal of Geriatrics, 1(1): 39-42. Taylor, Shelley E. vd. (2007), Sosyal Psikoloji, Ankara: İmge. Tufan, İsmail, (2003), Modernleşen Türkiye’de Yaşlılık ve Yaşlanmak Yaşlanmanın Sosyolojisi, İstanbul: Anahtar. Turan, Ebru vd. (2016), Attitudes of Students of Health Sciences towards the Older Persons, Nurse Education Today, 36 (2016) 53–57. Türgay, A.S. vd. (2015), Attitudes of Turkish Nursing Students toward Elderly People, European Geriatric Medicine, 6 (2015) 267–270. Usta, Yasemin Yıldırım vd. (2012), Nursing Students’ Attitudes toward Ageism in Turkey, Archives of Gerontology and Geriatrics 54 (2012) 90–93. Ünalan, Demet vd. (2012), Geriatri Merkezi Çalıșanlarında Yașlı Tutumunun Değerlendirilmesi, Kafkas Tıp Bilimleri Dergisi 2(3):115–120, doi: 10.5505/kjms.2012.15870. Ünsar, Serap vd. (2015), Hemşirelik Öğrencilerinin Yaşlı Ayrımcılığına İlişkin Tutumlarının İncelenmesi, Cumhuriyet Hemşirelik Dergisi, 4(2): 61-67. Vefikuluçay, Duygu, (2008), Üniversitede Öğrenim Gören Öğrencilerin Yaşlı Ayrımcılığına İlişkin Tutumları, Hacettepe Üniversitesi Sağlık bilimleri Enstitüsü Doğum ve Kadın Hastalıkları Hemşireliği Programı Yayımlanmamış Doktora Tezi, Danışman Füsun Terzioğlu. Westerhof, Gerben J. ve Tulle, Emmanuelle. (2007), Meanings of Ageing and Old Age: Discursive Contexts, Social Attitudes and Personal Identities, İçinde. Ageing in Society European Perspectives on Gerontology, Bond, John vd. (ed.). London: SAGE. 235-254. Williams, Angie ve Nussbaum, John F. (2001), Intergenerational Communication Across The Life Span, LEA, London Woolf, Linda M., (1998), The Theoretical Basis http://faculty.webster.edu/woolflm/ageism.html, (Erişim Tarihi 01.04.2016) of Ageism, Yılmaz Emel ve Özkan Sultan, (2010), Hemşirelik Öğrencilerinin Yaşlı Ayrımcılığına İlişkin Tutumları, Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi, 3(2): 35-53. 76 Yılmaz, Bilge, (2009), Sağlık Felsefesinde Bir Problem: Hasta-Hekim İlişkisinde Yaşlı Hastaların Durumu, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Danışman Ayşe Canatan. Yürüyen, Mehmet vd. (2015), Geriatrics Education is Associated with Positive Attitudes toward Older People in Internal Medicine Residents: A Multicenter Study, Archives of Gerontology and Geriatrics 60: 307–310. Zehirlioğlu vd. (2015), Hemşirelerin Yaşlılara Yönelik Tutumları ve Etkileyen Faktörlerin Belirlenmesi, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik E-Dergisi, (3):1: 10-18. 77 HOW TURKISH COLUMNIST FRAMED GENERAL ELECTION IN TURKEY HELD IN NOVEMBER 2015 VIA TWITTER Deniz KILIÇ1 N. Bilge İSPİR2 ABSTRACT More than 35 million people in Turkey use twitter. A lot of people uses for social media include entertainment, sports, and lifestyle as well as following personalities. Also Twitter is good for news gathering, getting information and arguing with other people in media. Followers use journalist/columnists’ tweets primarily as a news source to keep up to date on key issues and politics. However another reason is that followers have a guidance motive, meaning that they depend on tweets from journalist/columnist to guide their decisions on how to vote and what positions to take on an issue. After all media framing theory provide an insight to how the media can influence their audience. Framing refers to the process by which people develop a particular conceptualization of an issue or reorient their thinking about an issue. The main purpose of this study is to examine the columnists’ attention that Turkey general election in the 2015 November 1st received and this communication theory plays a significant role within the research. In this study, how journalists/columnists framed their tweet about electoral topics was represented. This study examines 1224 tweets and retweets of the top 18 most followed accounts journalist/columnists on twitter in the 2015 November 1st about Turkey general election. Study covers the time period of 23th October 8th November 2015 about the key topics dominating the electoral debate. The data gathered through content analysis reveal that the mostly placed tweet topics are terrorism, the erosion of freedoms, civil liberties, and rule of law; constitutional reform; the shift to a presidential system; the economic slowdown; the Kurdish issue; and Turkey’s foreign policy. Five trained coders analyzed the tweets studied. Inter-coder reliability was 87%. Findings indicate that most important topics are coalition meetings, civil liberties, media freedom and terrorism according to tweets of columnists. Key words: Framing, Twitter, Social Media, General Elections, Journalism 1 2 Anadolu Üniversitesi, İletişim Bilimleri Fakültesi, dkilic@anadolu.edu.tr Anadolu Üniversitesi, İletişim Bilimleri Fakültesi, bispir@anadolu.edu.tr 78 INTRODUCTION Two general elections were held in Turkey, the first on June 7, 2015 and the second on November 1, 2015, since the first one produced a hung parliament. As a general fact, large numbers of people in Turkey became particularly interested in Turkish General Elections in 2015. Addressing the first one of 2015, June 7th elections took particular attention of the world media and people kept a close eye on the results of this election. In June election, the Justice and Development Party (AKP), which had governed Turkey since 2002, lost its parliamentary majority and only won 258 seats with 40.9% of the vote. The main opposition Republican People’s Party (CHP) also fared worse than their 2011 result, and won 132 seats with 25.0% of the vote. The MHP (Nationalist Movement Party) and the HDP (People’s Democratic Party) both won 80 seats, with the HDP managing to surpass the 10% election threshold despite concerns that it could fall below the boundary. After being asked to form a government by virtue of leading the largest party in Parliament, AKP leader Ahmet Davutoğlu held talks with the leaders of the three opposition parties. With the HDP refusing to join a coalition with the AKP and the MHP preferring to remain in opposition, Davutoğlu entered extended negotiations with the main opposition CHP over a possible grand coalition deal. After 35 hours of negotiations spanning over 10 days, negotiations broke down after CHP leader Kemal Kılıçdaroğlu claimed that Davutoğlu had only offered the CHP a role in a three-month government followed by early elections. The CHP had previously made it a condition that any coalition deal should last for four years, the entire duration of the parliamentary term. The snap election was called by President Recep Tayyip Erdoğan on 24 August 2015 after the June election resulted in a hung parliament and coalition negotiations broke down. On 1 November 2015 snap elections were held in Turkey, after political parties failed to form a coalition after the June general elections. During the elections 8,426 candidates stood on the lists of 16 political parties. The Justice and Development party (AKP) won 49.37% of the votes, gaining 315 seats in parliament. The Turkish general election of November 2015 was held on 1 November 2015 throughout the 85 electoral districts of Turkey to elect 550 members to the Grand National Assembly. It was the 25th general election in the History of the Republic of Turkey and elected the country's 26th Parliament. The election resulted in the Justice and Development Party (AKP) regaining a Parliamentary majority following a victory, having lost it five months earlier in the June 2015 general election. Elections of 2015 will be remembered as a milestone, which was used of social media by journalist, columnist and politicians. Almost all journalist, columnist and politicians have twitter account, which they use to varying degrees of effectiveness. While journalist may have millions of Twitter followers hardly use the micro-blogging service of social media as an interactive communication platform. Social media have become increasingly relevant in election climate as all politicians, citizen and journalists. Social media is a highly popular spectrum as a source of news for online users in Turkey. Twitter is a micro-blogging service that allows users to post short messages up to 140 characters. Users can sign up to “follow” other users, but can also search messages by keywords. Twitter is a platform where people influence each other’s opinions about world issues as well as many other subjects from entertainment to health, sports to current affairs. Turkish Twitter users grew massively for the last 5 years. More than 35 million Turkish Twitter users benefit from Twitter and most of them use it in order to follow personalities such as Turkish singers, television and film celebrities, sports persons, 79 journalists and politicians. The top 20 most followed accounts on Twitter in Turkey include the comedian Cem Yılmaz (with 11,1 million followers), President Recep Tayyip Erdoğan (8,2 million) and the journalist/ columnists Cüneyt Özdemir (4.5 million), Ahmet Hakan (4.3 million), Fatih Portakal (4.1 million). Moreover, Twitter is beneficial for news gathering, getting information and arguing with other people in media. Followers use columnists’ tweets primarily as a news source to keep up to date on key issues and politics. However another reason is that followers have a guidance motive, meaning that they depend on tweets from columnist would guide their decisions on how to vote and what positions to take on an issue. Followers are not merely one-way receivers of information but rather that they are engaged in two-way communication (which include sharing political tweets with their followers and replying to columnist they follow.) Twitter to be even more influential than columnist and political leaders have hoped it could be. The opposite might be true, if followers primarily have an entertainment motive, which would suggest that followers often use political tweets for fun and do not take them seriously. When compared other social media applications, twitter messages are differentiated in two ways in terms of being both short and public. Twitter places an emphasis on being a public medium by calling itself “twitter is a platform for you to influence what is being talked about around the word”. (About Us, 2010). Tweets, which send, by journalist/columnist as newspaper coverage can have a positive or negative impact on message of an individual. This study examines how Turkish columnists framed November 1st. 2015 election of Turkey on their Twitter accounts. To understand this, content analysis method has been choosed and 1224 tweets were analyzed. The purpose of this study is to determine main ideas these tweets were based on and where these journalists politically stand for, how they perceive political parties in Turkey and their performances. The tweets analyzed in this study include dates 23th October and 7th November of 2015; before and after the first election of 2015. LITERATURE REVIEW People seek information about the national elections and evaluate the cause of the event and the responsibility of the state for the public issues based on media coverage of the politic agenda. Therefore, it is important to look at how the media frame the national election, the cause of the public issues, and the actors responsible for it because those frames influence the public’s perception and impressions of the organization. Besides frames are powerful mechanisms that can help define and solve problems and shape public opinion (Coombs, 2006). Framing is useful for identifying the strategic messages created by communicators, and frames also useful to understand that to shape public perceptions of political issues or institutions (Semetko and Valkenbung, 2000). This study is based on the framing theory of mass communication. Various framing researches describe how media portray news stories. Framing analysis focus on the relationship between public issues in news and the public perception of those issues. Media framing is based on paradigm that how an issue is characterized in news stories can have an impact on how the audience interprets the story (Scheufele & Tewksbury, 2007, p. 12). There is no single definition about framing and news frame. Researchers offer several different definition of framing. Tuchman (1977) is explicating that media use frames to construct social reality for audiences and thus give meaning to words and images. Entman state that “framing theory that shows exactly how frames become embedded within and make themselves manifest in a text, or how framing influences thinking” (Entman, 1993). Also Entman (1993) suggest that most framing research develops from inconsistent meanings, which result in of fractured paradigm. Entman explain that conceptualizing of 80 communication process has taken placed at least four locations, which are the communicator, the text, the receiver, and the culture. In this process first location contains the content of frames and their joining together of textual components with the factors influence the structural qualities of news frames. These factors (editorial policies, news values, ideology, government pressures, organizational pressures, journalistic routines, and elite discourse) internal to journalism determine how journalists and news organizations frame issues (d’Angelo, 2002; Vreese, 2005). Communicators purposely or unwittingly make a frame in their message or news article with self-judgments that construct to their belief systems. Second location is text, which is manifested by undisclosed or explicit stock phrases, key words, stereotyped images, sources of information, and sentences that provide thematically reinforced clusters of facts or judgments (Entman, 1993). Gamson and Modigliani (1989, 3) suggest that frames as ‘interpretative packages’ that give meaning to an issue. At the core of this package is ‘a central organizing idea, or frame, for making sense of relevant events, suggesting what is at issue’. The third location is receiver that gets frames as prior knowledge to efficiently meaning of messages (Gamson and Modigliani, 1989). According to Chong and Druckman (2007), an individual’s attitude has a major influence on how one interprets media. For example, if people hear a news story about the positives of having a politician or political opinion but have a strong belief against them, the overall attitude will not influenced by how the story was framed. Cappella and Jamieson (1997, p. 47) suggest to the fourth location is placed that frames activate knowledge, stimulate ‘stocks of cultural morals and values, and create contexts’ in social discourse and thinking. The word “frame” can be used interchangeably with schema, script, or strip to refer to audience perception and processing (Yioutas and Segvic, 2003). In addition to defining message interpretation, ‘frame’ has also been used to definition in two different places. First, message construction is a presentative, such as a news story’s layout, tone of voice, and camera frame in media message. Second, ideational construction is related meaning such as referring, experience, and beliefs. Framing is concerned with the presentation of issues. In short, a frame is an emphasis in salience of different aspects of a topic. Entman (1993) suggests that framing involves selection and salience, recognizing “to frame is to select some aspects of a perceived reality and make them more salient in a communicating text, in such a way as to promote particular problem definition, causal interpretation, moral evaluation, and/or treatment recommendation for the item described”. Frames are parts of political arguments, journalistic norms, and social movements’ discourse. They are alternative ways of defining issues, endogenous to the political and social world (Vreese, 2005). METHODOLOYG This work builds on Semetko and Valkenburg’s (2000) analysis of frames investigating their common frames in Turkey general election via twitter. Semetko and Valkenburg’s suggested five frames about media influence in order of predominance were attribution of responsibility, conflict, economic consequences, human interest and morality. In this paper we determined some topics related with election, which were discussed by Turkish columnist on Twitter during the 1th November Turkey general election. This study content analyzed columnists’ twits in 23th October- 7th November 2015 about Turkey general election, which held 1th November, looking for common frames, topics and tone. In this research eighteen columnist were selected which they have most followers in Turkey. They are Ahmet Hakan, Can Dündar, Ayşe Özyılmazel, Ayşe Arman, Uğur Dündar, Bekir Coşkun, Fatih Altaylı, Yiğit Bulut, Yekta Kopan, Ezgi Başaran Ekrem Dumanlı, Özgür Mumcu, Hayko Bağdat, Abdurrahman Dilipak, Koray Çalışkan, Abbas Güçlü, Nihan Bengisu 81 Karaca, Nedim Şener. We analyzed all tweets of columnists in electoral period. To measure the extent to which certain frames appear in tweets about election, we developed a series of 9 questions to which the coder had to answer yes (1) or no (0). Each question was meant to measure one of three frames about media influence in order of predominance were conflict, human interest and morality. These questions are below as subtle questions. Also we determined most mentioned topics about general election and tone of columnists’ tweets. Tonality is an analysis that uses a subjective assessment to determine if the content of article is either favorable or unfavorable to the person, company, organization or product discussed in the text. There are varieties of different way to assess tone. One of the most common is a simple classification of “positive”, “neutral” or “negative”. Adjectives used in descriptions (positive and negative), which give strong indications of a speaker’s and writer’s attitude (e.g. it was ‘disgusting’). Tone allows, not only, to understand the polarity of feelings undergoing a comment (positive, neutral or negative), but also to identify the single emotion involved. The research questions of the study are as follows: 1. What are the most followed columnists and number of their tweets about general election? 2. What are the most mentioned topics regarding columnists’ on their tweets on Twitter during the 2105 Turkey general election, which held 1th November? 3. What are the most mentioned individuals, groups, and institutions in columnists' tweets on Twitter during the 2105 Turkey general election, which held 1th November 2015? 4. What are the frames, which are morality, conflict and human interest, regarding columnists’ in their tweets on Twitter during the 2105 Turkey general election, which held 1th November 2015? Subtle questions as a frame: (Brunken, 2006; Semetko and Valkenburg’s 2000) Morality Frames a) Does the tweet make reference to morality, God and other religious tenets? b) Does the tweet contain any moral message? c) Does the tweet offer specific social prescriptions about how to behave? Conflict Frames d) Does the tweet reflect disagreement between parties/individuals-groupscountries? e) Does one party-individual-group-county criticize another? f) Does the tweet refer to winners and losers? g) Does the tweet suggest that an individual, group or party is responsible for coalition fail in Turkey? Human Interest Frames h) Does the tweet emphasize how individuals and groups are affected by the issue/problem? i) Does the tweet go into the personal or private lives of the actors? j) Does the tweet contain visual information that might generate feelings of outrage, empathy-caring, sympathy or compassion? Attribution of Responsibility k) Does the tweet mention that any an individual, group or party is responsible for democratic situation in Turkey? l) Does the tweet mention that any an individual, group or party is responsible for terrorism in Turkey? m) Does the tweet suggest that an individual, group or party is responsible for press censorship? 82 n) Does the tweet suggest that an individual, group or party is responsible for the issue/problem about foreign affairs? o) Does the tweet suggest that an individual, group or party is responsible for the internal conflicts in Turkey? Economy p) Does the tweet mention that any an individual, group or party is responsible for economic conditions in Turkey? 5. How do the Turkish columnists construct certain message/information in their tweets on Twitter during the 2105 Turkey general election, which held 1st November 2015? (Tone) Five coders were used for the data collection. Krippenderf Alpha was computed for intercoder reliability. Calculated KALPHA is 0,80. Intercoders coefficients of 0,90 or greater are always acceptable, 0,80 or greater is acceptable, and 0,70 may be appropriate in some exploratory studies (Wimmer and Dominick, 2011, p 175) Calculated KALPHA for this study is acceptable. FINDINGS Frequency tables, as well as crosstabs were analysed to test the different research questions. The results include the quantitative data gained from conducting the tests. The frequency data produced a general overview of the information obtained. This information is shown below. Table 1.: The most followed columnists and their tweets about general election. Columnist Ahmet Hakan Can Dündar Ayşe Özyılmazel Ayşe Arman Uğur Dündar Bekir Coşkun Fatih Altaylı Yiğit Bulut Yekta Kopan Ezgi Başaran Ekrem Dumanlı Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. Type of Tweet Tweet Retweet 18 32 36.0% 64.0% 52 7 88.1% 11.9% 58 8 87.9% 12.1% 10 3 76.9% 23.1% 40 92 30.3% 69.7% 90 18 83.3% 16.7% 2 0 100.0% 0.0% 46 0 100.0% 0.0% 102 4 96.2% 3.8% 32 47 40.5% 59.5% 13 8 Total 50 100.0% 59 100.0% 66 100.0% 13 100.0% 132 100.0% 108 100.0% 2 100.0% 46 100.0% 106 100.0% 79 100.0% 21 83 Özgür Mumcu Hayko Bağdat Abdurrahman Dilipak Koray Çalışkan Abbas güçlü Nihal Bengisu Karaca Nedim Şener Total % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % 61.9% 101 56.7% 103 100.0% 48 100.0% 49 94.2% 48 100.0% 48 70.6% 45 100.0% 905 73.9% 38.1% 77 43.3% 0 0.0% 0 0.0% 3 5.8% 0 0.0% 20 29.4% 0 0.0% 319 26.1% 100.0% 178 100.0% 103 100.0% 48 100.0% 52 100.0% 48 100.0% 68 100.0% 45 100.0% 1224 100.0% Five different coder code 1224 tweets in this study. Most tweeting journalists were Hayko Bağdat, Yekta Kopan, Özgür Mumcu, Koray Çalışkan, Abdurrahman Dilipak, and Can Dündar (Table. 1). 84 Table 2.: The most mentioned tweet topics by columnist in 23st October- 7th November 2015. Topics Election Politics Economy Foreign Policy Terrorism Environment Healthy Justice Education Cultural and Art Activities Media Others Total Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Type of Tweets Twett Retwett 202 83 70.9% 29.1% 163 46 78.0% 22.0% 6 1 85.7% 14.3% 22 6 78.6% 21.4% 22 6 78.6% 21.4% 1 1 50.0% 50.0% 9 4 69.2% 30.8% 17 2 89.5% 10.5% 30 5 85.7% 14.3% 57 17 77.0% 23.0% 142 97 59.4% 40.6% 234 51 82.1% 17.9% 905 319 73.9% 26.1% Total 285 100.0% 209 100.0% 7 100.0% 28 100.0% 28 100.0% 2 100.0% 13 100.0% 19 100.0% 35 100.0% 74 100.0% 239 100.0% 285 100.0% 1224 100.0% The most popular tweet topic was Election. 285 of the 1224 coded tweets were about Election. Columnists posted 209 tweets about politicians and their politics. Media is rank number three in this category. Media is the much-mentioned topic in columnists’ tweets. Tweets about foreign policy have taken fifth place with Terrorism in Table 2. Most mentioned individuals, groups, institutions in columnists' tweets are shown on Table 3. Names of individuals, groups, and institutions have been determined in 814 tweets. Columnists called the voters to action in this electoral period. Government and AKP were the second most mentioned names columnists’ tweets. Columnists called for The Government and AKP to become fairness of the election process. Also columnists called for The President of the Republic to become more connective action and fairness in this electoral period. The most criticized people and institutions are those in power at electoral period on November 2015. 85 Table 3.: The most mentioned individuals, groups, and institutions in Columnists’ tweets. Individuals, Groups, Institutions President Government and AKP CHP / Party Leader MHP / Party Leader HDP/ Party Leader Opponents to Government Government Supporters Terrorist Groups Public/Voters Media Politicians Neighboring Countries Total Frequency Percentage 43 129 27 15 13 70 55 39 143 174 71 35 814 5.3 15.8 3.3 1.8 1.6 8,6 6.8 4.8 17.6 21.4 8.7 4.3 100.0 Table 4.: The most common frames. FRAMES Morality Frames Does the tweet make reference to morality, God and other religious tenets? Does the tweet contain any moral message? Does the tweet offer specific social prescriptions about how to behave? Conflict Frames Does the tweet reflect disagreement between parties/individualsgroups-countries Does one party-individual-group-county criticize another? Does the tweet refer to winners and losers? Human Interest Frames Does the tweet emphasize how individuals and groups are affected by the issue/problem? Does the tweet go into the personal or private lives of the actors? Does the tweet contain visual information that might generate feelings of outrage, empathy-caring, sympathy or compassion? Frequency Percentage 36 2,9 132 10,8 243 19,9 175 14,3 405 33,1 76 6,2 190 15,5 55 4,5 263 21,5 The most common frame in columnists’ tweets was related that parties, groups and individuals have been criticizing each other. Frames of feelings of outrage, empathy-caring, sympathy or compassion are second common frame which their frequency is 263. The third common frame was related that offering specific social prescriptions about how to behave. 86 The fourth common frame was related that tweet emphasize how individuals and groups are affected by the issue/problem (Table 4.). Also columnists have posted tweets, which were containing visual information about their feelings. The tone of columnists’ tweets about individuals, groups, institutions, parties are shown on Table 5. The most negative tone of columnist’ about Government and Terrorist Groups (Table 5.). The President of the Republic is rank number two on Table 5. Government Supporters third rank on Table 5. The opposition columnists often criticized Republic of President Recep Tayyip Erdoğan’s activities during 2015 parliamentary election campaign. Table 5.: The tone of columnists’ tweets about individuals, groups, institutions, parties. Individuals, Groups, Institutions Freq. President % Freq. Government % CHP and Party Leader MHP and Party Leader HDP and Party Leader Freq. % Freq. % Freq. % Freq. Opponents % Government Supporters AKP and Party Leader Terrorist Groups Public/Voters Freq. % Freq. % Freq. % Freq. % Freq. Media % Freq. Politicians % Neighboring Countries Total Freq. % Freq. % Positive 9 20.9% 10 11.9% 7 25.9% 0 0.0% 1 7.7% 14 20% 4 7.3% 5 11.1% 0 0.0% 58 40.6% 59 33.9% 16 22.5% 8 22.9% 191 23.5% Tone Negative 30 69.8% 61 72.6% 18 66.7% 7 46.7% 5 38.5% 39 55,7% 40 72.7% 27 60.0% 31 79.5% 27 18.9% 47 27.0% 17 23.9% 22 62.9% 371 45.6% Neutral 4 9.3% 13 15.5% 2 7.4% 8 53.3% 7 53.8% 17 24,3% 11 20.0% 13 28.9% 8 20.5% 58 40.6% 68 39.1% 38 53.5% 5 14.3% 252 31.0% Total 43 100.0% 84 100.0% 27 100.0% 15 100.0% 13 100.0% 70 100.0% 55 100.0% 45 100.0% 39 100.0% 143 100.0% 174 100.0% 71 100.0% 35 100.0% 814 100.0% Although the total numbers of tweets, which are related democratic situation in Turkey are low, government, ruling party, all Public/Voters and Government Supporters have been held responsible for democratic situation in Turkey (Table 6.). However economic condition is also debate topic between columnists. They argued that Turkey’s growth has slumped in recent years. 87 88 Table 6.: Does the tweet mention that any an individual, group or party is responsible for democratic situation in Turkey? Individuals, Groups, Institutions, Parties Freq. Government Public/Voter Government Supporters Politicians Opponents people President Terrorist Group Opposition Parties Total Percent. 52 28 9 6 6 5 5 4 115 45,1 24,4 7,8 5,2 5,2 4,3 4,3 3,5 100, 0 Some of Columnists have held Government responsible than the Terrorist Groups. (Table 7.). During period of elections, polarization in Turkey intensified, terrorist attacks increased and various other factors that could affect the elections came into play. Although the total numbers of tweets, which are related economic condition in Turkey, are low, the Turkish lira has already fallen by about 17% against the dollar after 7th June General Election in 2015 (Table 8.). Table 7.: Does the tweet mention that any an individual, group or party is responsible for terrorism in Turkey? Individuals, Groups, Institutions, Parties Freq. Government 18 40,9 Terrorist Group 14 31,8 % Public/Voters 4 9,1 Neighboring Countries 4 9,1 CHP and Party Leader 2 4,5 President 1 2,3 Government Supporters 1 2,3 Total 44 100,0 Table 8.: Does the tweet mention that any an individual, group or party is responsible for economic conditions in Turkey? Individuals, Groups, Institutions, Parties President Government Supporters Government Freq. Percent. 4 1 1 44,4 11,1 11,1 89 Politicians Oppositon Parties Total 2 1 9 22,2 7,7 100,0 Press freedom has been another problematic issue during the ruling party. The ruling party also became more and more intolerant of its critics. There were a lot of times alleged that some prominent daily newspapers and mainstream TV channels were sold to businessmen who are known to be close to the ruling part and their families. For many within in Turkey, privately owned broadcast media had already lost their credibility during the Taksim protests of 2013. Under ruling party, between 2002 and 2014, Turkey’s place on the World Press Freedom Index by Reporters Without Borders slid from 99 out of 134 to 149 out of 180 countries. Social media played a key role in keeping people informed in election period. There were a lot of times in Turkey imposed blocks on Twitter, YouTube and Facebook. The pre –and post- election period in Turkey has seen a mass of blocking to against media worker. A lot of times columnists posted that many people in Turkey view the social media restrictions as a sign of the government’s intolerance of opposition voices. Also they claimed that there might be more of those restrictions before the elections. Table 9. shows that government and Republic of President is responsible from press censorship in Turkey on 51 tweet of 58 by posted columnists. Table 9.: Does the tweet suggest that an individual, group or party is responsible for press censorship? Individuals, Groups, Institutions, Parties Government President Terrorist Groups Neighboring Countries Opposition Parties Politicians Media Opposition People Total Freq. Percent. 45 6 2 1 1 1 1 1 58 77,5 15,5 3,4 1,7 1,7 1,7 1,7 1,7 100,0 Ruling party stated to have determined the formula for foreign policy success. Its newly adopted philosophy “zero problems with neighbours”. This approach was a natural reflection of the “Peace at Home, Peace in the World” policy lay down by Great Leader Ataturk, founder of the Republic of Turkey. The part of columnists criticized that Turkey’s foreign affairs policies in electoral period and some of them expressed their comments were there is almost no country of immediate interest for Ankara that Turkey has no problem with. Also in this study we haven’t specified marked number of statement by columnist about Turkish foreign affairs (Table 10). Table 10.: Does the tweet suggest that an individual, group or party is responsible for the issue/problem about foreign affairs? 90 Individuals, Groups, Institutions, Parties Freq. Government Public/Voter Presidents Terrorist Groups Total Percent. 5 2 1 1 9 55,5 22,2 11,1 6,7 100 The opposition parties criticized the AKP for its failed security policies after 7th June 2015, after then the 2015 Diyarbakır Rally bombings occurred on 5 June 2015 in Diyarbakır, Turkey during an electoral rally of the Peoples' Democratic Party (HDP). Four people died and more than 100 have been injured after explosions at HDP election rally in Turkey. A lot of people expectations were positive about internal peace in Turkey before 7th June 2015. Public opinion view was that the Kurdish problem would solve in a democratic way. People’s Democratic Party, largely representing the Kurdish peoples but also encompassing leftwing liberals, surpassed the steep 10% threshold for entering parliament to take more than 13% of the vote and 80 in the Turkish Parliament. Table 11. shows that the part of columnists expressed that people, institutions and groups which have sovereignty in Turkey has been responsible from internal conflict in Turkey. Also columnists figure that the terrorist groups were account for terrorist actions in Turkey. Table 11.: Does the tweet suggest that an individual, group or party is responsible for the internal conflicts in Turkey? Individuals, Groups, Institutions, Parties Freq. Percent. Government 25 43,1 Terrorist Groups 16 27,6 Public/Voters 6 10,2 Government Supporters 5 8,6 HDP (Pro-Kurdish Party) 2 3,4 Politicians 2 3,4 Opposition Parties 2 3,4 Total 58 100,0 In the June election, the AKP won 40.9% of the popular vote, down from 49.8% at the previous election in June 2011, and only 258 seats in parliament. A large proportion of voters switched their allegiance to the HDP, which won 13.1% of the vote and 80 seats. On 10 June, Prime Minister declared that the election results showed that the Turkish people did not want a presidential system, internal conflict, and other problems. Although Prime Minister began negotiations with the CHP and the MHP about forming a coalition government, President made it clear that he favoured another election in the hope that the AKP could regain its parliamentary majority, which – even if it still did not have enough seats to change 91 the constitution – would enable him to continue to shape government policy. The CHP's insistent on a full investigation into the allegations of corruption involving leading members of the ruling party. Devlet Bahceli, chair of the MHP, made it clear that his party would not participate in a coalition and was ready for a fresh election. As the coalition negotiations foundered, allowing President to call another election for 1 November 2015, the security situation rapidly deteriorated. On 5 June 2015, four people were killed when an alleged Islamic State of Iraq and al-Sham (ISIS) sympathiser detonated an improvised explosive device at an HDP election rally in the Southeastern city of Diyarbakir. On 20 July 2015, an alleged ISIS suicide bomber killed 33 activists. On 22 July 2015, PKK assassinated two Turkish policemen in the town of Ceylanpinar. Also on 10 October 2015 in Ankara, the capital city of Turkey, two bombs were detonated outside Ankara Central railway station. 103 people killed. Table 12. shows that responsibility of coalition fail in Turkey. In this research 30 of the tweets related to coalition talks but only 7 tweets were related coalition fail. Table 12.: Does the tweet suggest that an individual, group or party is responsible for coalition fail in Turkey? Individuals, Groups, Institutions, Parties Freq. Percent. MHP/Party Leader 3 42,9 Terrorist Groups 1 14,3 Public/Voters 1 14,3 Politicians 1 14,3 Opposition Parties 1 14,3 7 100,0 Total CONCLUSION AND COMMENTS Platforms like Twitter, Facebook have created online communities where people can share as much as little personnel information as they desire with other members. People’s relationship to news has changed creating a different type of news consumer who has developed a new set of digital behaviors. Because user can be a news producer, this has made its more individualistic, more selective and powerful. Also now, a lot of people argue that the basic transmission of information has become a cheap commodity because they assert that anyone who has a cell phone become a journalist, publisher, broadcaster. All academicians, specialists, journalist recognized that freedom of expression on Internet is a crucial challenge to address in formulating inclusive information society. The aftermath of the Turkey election (November 2015) provided the latest example of how powerful Internet tools like YouTube, Facebook and Twitter are changing the way media are produced, distributed and consumed. In the face of increasingly restricted conventional media in Turkey, people were turning to social media in electoral period. The most ardent critics of the existing order, columnists and others are heavily using outlets such as Twitter and Facebook. 92 Past research on election campaign media coverage, particularly television channels and newspapers suggests that the media can play an important role in informing voters. However, much of the research on campaign media coverage has focused on how traditional media were shaped and reported on political news. Unlike previous study, this research was focus on posts/tweets in Twitter as a social media by columnist. One of the most important results of this research is many columnists have non-destructive but also slightly implicit beliefs about ruling party and government in electoral period. In this 1 November election time there were three main issues. First one was related that HDP would pass again 10 percent election threshold or not. Second was Presidency and failing coalition. Third one was suicide bombings and terrorist attacks. However pro-Kurdish party HDP slightly passed election threshold of %10 with 10,6 percent of all votes, down 13% in the 7 June. The AKP secured 41% at the polls the last time around and had to seek support from a rival party to form a coalition government. But it failed to find agreement with both the CHP and Nationalist Movement Party (MHP). A potential CHP-MHP coalition requires the backing of the People’s Democracy Party (HDP) to receive a vote of confidence. MHP Chairman Devlet Bahçeli, however, has said his party will never participate in a political formation that directly or indirectly includes the pro-Kurdish party HDP. In this time MHP Chairman Devlet Bahçeli was widely criticized by columnist and opponents to ruling party. Criticising to Devlet Bahçeli, leader of MHP, has decreased considerably while this researching. Also other critics deal with that all the parties have not equal opportunity. Especially the most criticized topic was state-media and pro-government private media considerably disregarded the oppositions. The election was preceded by the deadliest terrorist attack in Turkey's. Several terror attacks prevented opposition parties from staging any demonstrations or public meetings. However, the ruling party has been widely criticized both nationally and internationally for its attacks on freedom of speech, in particular with regards to protests and journalists. Despite different ideological leanings, there was accumulation across the columnists in terms of some aspects of their tweets. Those tweets are related internal conflict, terrorism, failing coalition and media freedom. Discussions which are related those topics usually focus on the criticize columnists each other. Columnists were constantly in conflict each other and politicians. Offering specific social prescriptions about how to behave among in “Morality” the frames was most emphasized by columnist. Also some of columnists called to voter to be in opposition to existing order in Turkey and posted tweets to provide guidance to vote for democratic system of country. There were serious national and international concerns as to whether Turkey would have a truly free and fair general election in November 2015. Generally columnists have posted tweets to be a fair election. Turkey’s economy was exposed to further risks, not only by increasing corruption at country, but also some authoritarian policies was drew attention by columnists in their posted tweets. After result of November election, some columnist posted few tweets about result of election. Because they didn’t expect that AKP increase their votes to %49. Not only columnist, nobody expected the AKP to achieve a landslide victory in the November 1 elections. As almost all opinion polls suggested that the AKP would either form a single-party government with a slight majority, or be forced to be part of a coalition government, having fallen slightly short of obtaining a majority. One of the most important conspicuous was columnist tried to avoid giving name of individuals, groups, politicians and parties in their post. Other important conspicuous was columnists had didn’t wrote different messages in their tweets like their papers they were affiliated. We assume that some columnists, who were particularly in mainstream media, didn’t want to post their ideas about result of election because they were concerned about their corporate identity and for the future of their profession. 93 The aftermath of June 7 election, the political parties came together to discuss potential coalitions after no party was able to garner enough of the vote to form a single-party government. Despite the fact that topic of coalition fail a lot of times remain on the media agenda these topics did not on columnist agenda. In this research 30 of the tweets related to coalition talks but only 7 tweets were related coalition fail. Difference between two these number show that columnists couldn’t want to give a massage about coalition possibilities because there were three options for a coalition. The opposition insisted on CHP-MHP-HDP coalition government to AKP. Although this option was ruled out, based on the MHP’s consistent refusal to join a coalition with HDP. Also Coalitions talks were held in waves of terrorists’ attacks in Turkey. In this atmosphere columnists may not want to give message about coalition possibilities. Consequently the columnists literally tweeted their ideas on some topics; sometimes they posted their opinion implicitly, sometimes they tweeted hesitantly. Regarding these attitudes of columnists there could be a lot of matters, which were democratic situation of Turkey, freedom of the press, and acts of terrorism. 94 REFERENCES About US (2010). Twitter. Retrieved from http://twitter.com/about Brunken, B. L. (2006). Hurricane Katrina: A Content Analysis of Media Framing, Attribute Agenda Setting, and Tone of Government Response. Unpublished B.A, Louisiana State University. Cappella, J. N., & Jamieson, K. H. (1997). Spiral of cynicism. The press and the public good. New York: Oxford University Press. Chong, D., & Druckman, J.N. (2007). Framing theory. The Annual Review of Political Science, 10. 103-126. Coombs,W. T. (2006). Crisis management: A communicative approach. In C. H. Botan & V. Hazleton (Eds.), Public relations theory (pp. 171–197). Mahwah, NJ: Lawrence Erlbaum Associates. D’Angelo, P. (2002). News framing as a multipardigmatic research program: A response to Entman. Journal of Communication, 870-888. De Vreese Claes H. News framing: Theory and typology, 2005. Entman, R. M. (1993). Framing: Towards clarification of a fractured paradigm. Journal of Communication, 43, 51-58. Gamson, W. A., & Modigliani, A. (1989). Media discourse and public opinion on nuclear power: A constructionist approach. American Journal of Sociology, 95, 1–37 Scheufele, D.A., & Tewksbury, David. (2007). Framing, agenda setting, and priming: The evolution of three media effects models. Journal of Communication, 57, 9-20. Semetko H. A., and Valkenburg P. M., (2000) Framing European politics: A content analysis of press and television news. Journal of Communication 50(1): 93–109. Tuchman, G. (1977). The Exception Proves the Rule: The study of routine news practices in the United States. In Jane Leftwich Curry and Joan R. Dassin, editors, Press Control Around the World. New York, Praeger, 1982 pp 3-21. Vreese, C.H. de. (2005). News framing: Theory and typology. Information Design Journal Document Design, 13(1), 51-62. Wimmer, R. D. and Dominick J. R. (2011). Mass Media Research, 9th Ed. Wadsworth, Boston. Yiouta, Julie and Ivana Segvic. (2003). Revisiting Clinton/Levinky Scandal: The Convergence of Agenda Setting and Framing, Journalism & Mass Communication Quarterly 80, (1). 95 ARAFTA KALAN GENÇLİK: ARSIZ BELA HAYRANLARI ÜZERİNE ETNOGRAFİK BİR ÇALIŞMA Serkan BİÇER1 Tülay ERTAN2 ÖZET Gençlik altkültürleri, yaşam biçimleri ve sosyo-kültürel özellikleriyle her dönem için ilgi çekici bir alan olmuştur. Aile faktörüyle birlikte toplumun genelinde varolan önyargılar bu gençlerin hem hayata karşı duruşlarını hem de seçimlerini etkilemektedir. Giyimlerinden saç kesimlerine, yazı ve konuşma dilinden dinledikleri müziklere kadar kendilerine özel bir alan oluşturdukları görülmektedir. Duygusal karmaşanın etkisiyle ortaya çıkan ve gün geçtikçe yaygınlaşan Arabesk Rap, gençlik altkültürlerinin de en çok tercih ettiği tarz olarak bilinmektedir. Gençlerin hangi motivasyonlarla bu tarzı tercih ettikleri sorusu araştırmanın da ortaya çıkış nedenidir. Bu çalışmanın temel amacı, Arabesk rap olarak adlandırılan müzik tarzını dinleyen gençlerin kim olduğunu tanımlamak ve betimlemektir. Bu bağlamda, altkültür kodlarını taşıyan bir Türk Arabesk Rap şarkıcısının (Arsız Bela) hayranları nitel araştırma deseni olan etnografiyle ele alınmıştır. Araştırmadan elde edilen bulgulara göre; gençlerin yarattığı dünya tamamen müziğe endeksli ve oradaki imgelerin kendi hayatlarına yerleştirilmesi şeklindedir. Yarattıkları dünyanın gerçekliğini dinledikleri müziklerle yaşayan hayranların hayatı, yaşam kaynağı gibi gördükleri şarkıcının ekseninde dönmektedir. Hayata tutunmak için müziğe sarılmakta ve onunla kendilerine bir dünya yaratmaktadırlar. Hayatları üzerinde değişim yapamayacakları yönündeki kadercilikleri yanında, kontrol edebildikleri ve sahip olabildikleri tek şeyin bedenleri olması, onun üzerinde her türlü değişimi gerçekleştirmeye itmektedir. Bu hayat tarzı, arabeskin kaderciliği ile rap’in öfke ve başkaldırışını sentezleyen Arabesk Rap’i temsil etmektedir. Anahtar Kelimeler: Altkültür, Gençlik, Müzik, Hayranlık, Etnografi YOUTH IN THE PURGATORY: AN ETHNOGRAPHİC STUDY ON ARSIZ BELA FANS ABSTRACT Youth subcultures have always been an interesting field with their life styles and socioculturel features. Together with the family factor, prejudices that exist in every part of the society have affected both their stances against life and their choices. It can be seem that they have a special way of life from their dressing and hair cut, to their collequial&written language and the style of music. Arabesque Rap that emerged as a result of emotional confusion and is becoming more popular day by dy is known as the most preferred form of music among youth subcultures.Why these young people prefer to listen to this style of music is the starting point of the study. Purpose of the study is to reveal the effects of the music style that youth subcultures that draw attention with their interesting life styles listen to on their lives and group dynamics. In this context, fans of an arabesque rapper (Arsız Bela) who carry subcultural codes have been analyzed by using case study method. Some questions within the frame of 1 2 Yrd. Doç. Dr., Fırat Üniversitesi, İletişim Bilimleri Fakültesi, srknbcr@gmail.com Fırat Üniversitesi, İletişim Bilimleri Fakültesi 96 determined topics have been addressed to six interviewer bu using interview method in the study. Our findings show that these young people create a world totally relevant to their style of music and they put these images into their lives.The lives of these fans who live the reality of the world which they created through musics they listen to revolve around the singer who they consider to be a life source.They cling to music to be able to hold on to life and they create a world through it. Beside the fatalism which makes them think that they are not able to make any change to their lives, the fact that only think they have and they can control is their bodies pushes them to make all kind of changes to it. This life style symbolizes "Arabesque Rap" which synthesizes the fatalism of the arabesque and anger of the rap. Keywords: Subculture, Youth, Music, Fandom, Ethnography GİRİŞ İletişim teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte hayatımıza dâhil olan yeni medya kavramı, özellikle gençlerin sosyalleşme pratiklerine, tercih ettikleri müzik tarzlarına, giyimlerinden yeme-içme alışkanlıklarına kadar her alanda etkisini göstermektedir. Teknolojik gelişmelerden etkilenen bir alan olan müzik, enstrümanların yerini bilgisayar teknolojileri ve web sitelerinin almasıyla birlikte evde bile albüm yapma olanağı yaratmıştır. 2000’li yıllarla beraber müzik alanında meydana gelen değişimler farklı tarzların doğmasına, varolan tarzların da evrilmesine neden olmuştur. Türkiye’de geniş bir dinleyici kitlesine sahip olan Arabesk Rap bunlardan biridir. Literatürde tam olarak tanımlanmamış, sözlerinde yer alan şiddet öğelerinin ağırlığı bakımından rap müziği, aşk, ayrılık, isyan gibi konuları işlemesi bakımından da arabesk müziği andırdığı için bu müzik türü Arabesk Rap olarak adlandırılmaktadır (Bozkurt vd. 2015, s. 542) Kökeni alt kültürler olan bu tarz etrafında toplanan gençler, grup dinamiğiyle hareket etmekte ve kendilerine bu doğrultuda bir hayat tarzı yaratmaktadırlar. Arabesk Rap, 1970’li ve 1980’li yılların, yoksul ve her şeye boyun eğen, kadere isyan eden, siyasetten ve toplumsal olaylardan uzak, kader kurbanı, pasifize kişisini betimleyen arabesk müziğinden farklı bir yapıya sahiptir. Şarkıların özünde yine isyan vardır. Ancak bu isyan, “kime karşı ve niçin?” sorularının cevabını verecek açıklıkta değildir. Arayış içinde olan gençlerin bazen hiç ulaşılamayan sevgiliye, maddi olanaklara ve bazen yoksulluğa karşı duruşunu anlatan şarkıların, gençlerin hayatını etkisi altına alması dikkat çeken bir unsurdur. Özellikle altkültür gençlerin tercih ettiği bu müzik tarzı, varoş diye tabir edilen, daha çok yoksul kesime mensup gençler tarafından dinlenmektedir. Kültürel ve ekonomik olarak yaşadığı ortamla bütünleşemeyen ve toplumun varolan önyargılarıyla ve dışlamalarıyla baş edemeyen gençler, zamanla farklı gruplaşmalarla kendini ifade etme yoluna gitmektedir. Bu grupların beslendiği müzik türü olan Arabesk Rap, bu şarkıları yapan kişilerin aynı alt kültüre mensup bireyler olmaları nedeniyle tercih edilmektedir. Yaşadıkları yoksul hayat ve geleceğe yönelik çaresizlikleri ile idealleri arasında sıkışan bir anlamda “arafta” kalan gençler, arabesk raple bu baskılardan anlık olarak da olsa uzaklaşma yoluna girmişlerdir. Arsız Bela hayranları üzerinden gerçekleştirilecek olan bu etnografik çalışmada, alt kültür gençlik gruplarının oluşumunda ve gençlerin hayat tarzlarının şekillenmesinde Arabesk Rap’in rolünü tespit etmek bu çalışmanın temel amacını oluşturmaktadır. Bu temel amaç çerçevesinde şu alt araştırma sorularına da yanıt aranacaktır. Arabesk rap dinleyici olan gençler için dinledikleri müzik ne ifade etmektedir? Arabesk rap dinleyici olan gençlerin betimsel özellikleri nelerdir? 97 Arabesk rap dinleyicisi olan gençleri tanımlayacak kültürel kodlar nelerdir? Arabesk rap dinleyicisi olan gençlerin aile ve toplum ilişkileri nedir? Birinci bölümde konunun kapsadığı alanlar tartışılarak çalışmanın kuramsal zemini oluşturulmuştur. Belirlenen konu doğrultusunda hangi metodun kullanıldığı, kullanılan tekniğin geçerlik ve güvenirlik oranlarının açıklandığı araştırma kısmı ikinci bölümde verilmiştir. Üçüncü bölümde ise yapılan görüşmeler sonucu elde edilen veriler, ulaşılan bulgular ve yorum kısmı yer almaktadır. ALTKÜLTÜRLER VE ARAFTA KALAN GENÇLİK Altkültür Kavramı Altkültür, pek çok farklı tanımlaması olan bir kavram olmakla birlikte genellikle hâkim kültürden farklı olmayı ifade etmektedir. Doğan (1990, s. 146), farklı ilişkiler sistemi olarak alt kültürlerin, ait oldukları toplumdaki normların ve ilişkilerin dışında kendine özgü bir ahlak ve iletişim sistemi ile gerçekte bireysel tepki ve ifade biçimlerini grupsal söyleme dönüştürdüklerini belirtmektedir. Yaman ise (2014, s.59), toplumsal kabul görmüş ve yaygın olarak uygulanan kültürel yaklaşımların ve hayat tarzlarının üst kültür olarak görüldüğü, bunun dışında kalan her türlü kültürel yapının ise alt kültür olarak değerlendirilerek kategorize edildiği gerçeğine işaret etmektedir. Genel olarak toplumun alt sınıflarında bulunanların ve daha çok düşük statülü bireylerin, madde bağımlılarının, toplumsal normlara aykırı hareket eden grupların bu kavram içinde değerlendirildiği görülmektedir. Ekonomik açıdan daha iyi şartlarda yaşamak umuduyla şehre göç eden, geldiği yerde tam olarak beklediğini bulamayan aileler, kent yaşantısıyla birlikte yeni ve daha büyük sorunlarla karşılaşmaktadır. Özellikle bu ailelerde yetişen çocuklar şehir yaşantısına ve kültürüne uyum sağlamakta zorlanan ailelerin yaşadığı maddi sıkıntılar uyumsuzluğu daha da arttırmaktadır. Kente uyumluluğu engelleyen birçok sebep olduğunu belirten Dinçer (1997, s.101-103), bunları üç başlıkta değerlendirmektedir. Birincisi, kente göç edenlerin sosyo-kültürel yapısı, ikincisi, kentin yapısı ve kuralları, üçüncüsü ise kentin sahip olduğu kültürel yapıdır. Altkültürler genelde yaşadıkları toplumun, özelde ise ait oldukları toplumsal sınıfların kendilerine yansıyan olumsuzluklarına karşı birer tepki hareketi olarak ortaya çıkarken toplumsal sınıftan toplumun geneline ilişkin kaygıları da bu çerçevede dile getirmiş olmaktadır (Doğan, 1990, s.157-158). Bir yandan kent yaşamının rahatlığı diğer yandan kendi kültürel değerlerine aykırı olması kent değerlerinin yadırganmasına neden olmaktadır. Gençler açısından değişim daha kolay kabullenilmekle birlikte yaşanan kültürel çatışma yine ergenlik dönemindeki gençleri etkilemektedir. Kendi değerlerini sürdürmek konusunda kararlı olan aile, çocuklarının bağımsız olma istekleri karşısında tutucu ve baskıcı olabilmektedir. Çocukların duygusal yoğunluk yaşadığı bu evrede ailelerin ilgisizliği, onu görmezden gelerek dinlememeleri kişilik oluşumu açısından ciddi sıkıntılar yaşanmasına neden olmaktadır. Genç için bağımsız olma duygusu baskın olsa da takdir edilmek ve ailesi tarafından beğenilmek önemli olmaktadır. İleriki yaşlarda disiplin bozucu hareketler göstermesinin etkenlerinden biri de ailesi tarafından ilgisiz kalmasıdır. Yörükoğlu (1986, s.138-139), ilgisiz anne-babaların çocuğu ihmal etmesi, hor görmesi, hatta psikolojik bakımdan reddetmesi sonucu çocukta kin, düşmanlık ve endişe duygularının gelişebileceğini belirtmektedir. Böyle ailelerde yetişen çocuklar, isyankâr, saldırgan, kavgacı ve suç işlemeye eğilimli çocuklardır. Bu çocuklar, kendi başına buyruk hareket ederler ve katıldığı arkadaş grubunun da etkisiyle kaçakçılık ve hırsızlık gibi suçlara yönelebilirler. 98 Çocukluktan erişkinliğe geçiş yaşandığı için ergenliğin çocuklukla erişkinlik arasında kaldığını belirten Öztürk (2008, s.4), bu yüzden de çatışmaların yaşandığı, kimliğin kazanıldığı bir dönem olduğunu ifade etmektedir. Hem biyolojik hem de psikolojik değişimlerin yaşandığı bu dönem sosyolojik değişimleri de beraberinde getirmektedir. İnsanın yapısında olan bir yere ait olma içgüdüsü aile tarafından karşılanmayınca genç gruplara yönelerek bu ihtiyacını gidermektedir. Bir gruba ait olma duygusu, davranışları da şekillendiren bir etkendir. Birey gruba göre hareket eder, grup üyelerinden bağımsız hareket etmez ve diğer grup üyelerini de korur. İçinde bulunulan grup, bireyin kimliğini de belirlemektedir. Grup Psikolojisi ve Hayranlık Kitle, kalabalık anlamıyla rastgele bir araya gelmiş insan topluluğudur. Psikolojik açıdan ise bu kavram, aynı amaç için bir arada bulunan bazen organize olmuş insan topluluğunu ifade etmek için kullanılmaktadır. Özellikle gençlik döneminde bir grup içinde yer almak, genç için kendini ispatlamak adına önemli olmaktadır. Gençliğin dinamik bir süreci kapsadığından bahseden Burcu vd. (2007, s.32), bu süreçte hem fizyolojik, psikolojik, sosyolojik değişimlerin sergilendiğini belirtmektedir. Ayrıca bu dönem, gençlerin sosyalleşmelerinde özellikle daha sıkı ve samimi ilişkilerde bulundukları sosyal grupların etkisiyle çeşitli davranışsal ve kültürel öğrenimlerin kazanıldığı bir dönemi içermektedir. Duyguların fazlasıyla yoğun yaşandığı bu dönemde istikrarsız davranışlar da görmek mümkündür. Duygusal olarak kendisine destek bulamayan genç içine kapanabilir veya bu desteği dışarıda arayabilir. Bu dönemde, çevrenin ergenden beklentileri olan doğruyu kendisinin bulmasını istemesi, iç kontrol gücünü ifade eden vicdan gelişimini hızlandırarak dış kontrolün gereğini ortadan kaldırmaktadır (Kağıtçıbaşı, 1988, s.250; Koç, 2004, s.236). Bireyler, kendilerini üyesi oldukları sosyal grubu dikkate alarak tanımlar ve değerlendirirler, kendilerini sınıflandırırlar, bu sınıflandırma sonunda da kendilerini koydukları, yerleştirdikleri grupla özdeşleşirler. Bu özdeşleşme sonunda sosyal kimlikleri oluşur (Turner 1987’den akt. Demirtaş, 2003, s.129). Gençler için arkadaş grupları, sosyalleşmek ve kendilerini ifade etmek açısından önemli alanlardır. Grup olma psikolojisiyle hareket eden gençler, tek başına cesaret edemedikleri davranışları grup içinde sergileyebilmektedir. Gerçekte sahip oldukları karakterden farklı olmalarına ve davranmalarına neden olan şey kitle psikolojisiyle hareket etmeleridir. Bu durum tüm grup üyeleri için geçerlidir. Onları bir araya getiren, grup olarak taşıdıkları ortak ruhtur. Kitle içinde bilinçli kişiliğin kaybolduğunu ve birleşmiş bireylerin düşüncelerinin ve duygularının tek tarafa yöneldiğini ifade eden Le Bon (2009, s.15-17), kitle içinde geçici ancak kolektif bir bilinç oluştuğunu belirtir. Yani kitle tek bir varlık haline gelir. Bahsedilen arkadaş grupları belli bir amaç etrafında bir araya gelen gençlik gruplarıdır. Çalışmamızın da konusu olan altkültür gençliğinin belli kişileri örnek alarak ve onlara olan hayranlıklarıyla oluşturdukları gruplar ve bu grupların dinamikleri, Le Bon’un (2009, s.27) psikolojik kitle kavramıyla açıklık kazanmaktadır. Tek başına olan bir adam bir sarayı ateşe veremeyeceğini, bir mağazayı yağmalayamayacağını bilir ve böyle bir şeye girişmek hemen hemen hiç aklına gelmez. Fakat bir kitleye bağlı olunca, çok olmanın verdiği gücü anlayarak her türlü suç telkinine boyun eğer. Bu noktada karşımıza çıkan bir diğer kavram olan hayranlık, psikolojik kitlenin oluşturduğu özel bir alanı ifade etmektedir. Bir şeye aşırı derecede meraklı ve düşkün olan, gerçek hayatla neredeyse bağlantısını koparmış insanlar topluluğuna hayran ya da son yıllarda kullanılan İngilizce ifadesiyle fandom denilmektedir. Fandom kelimesi, İngilizce hayran anlamına gelen “fan” kelimesi ile alan, bölge anlamında kullanılan “domain” kelimesinin birleşmesinden 99 oluşmaktadır. Yani Fandom kelimesi, hayranların oluşturduğu özel bir alanı ifade etmektedir. Hayranların takipçisi olduğu şey veya kişi artık onların ilgi alanı olmakta ve bu alanda uzmanlaşmaktadırlar. Kelime tam olarak bunu karşılamaktadır. Daha çok popüler şarkıcılara olan düşkünlük sonucu oluşan hayranlık, hayranı olduğu kişiyi sonuna kadar, hata yapsa bile korumayı, desteklemeyi gerektirmektedir. Grup davranışlarının ortaya çıkmasında kitle psikolojisi önemli bir faktördür. Çünkü kitlelerin en önemli özelliği kolektif bilinçle hareket etmeleridir. Burcu (2007, s.41), genç bireyin hangi davranışları neden yaptığının açıklayıcısı olarak arkadaş grubuyla sıklıkla zaman geçirmesini, onlar gibi düşünüp davranmasını ve ortak faaliyetlerde bulunmasını göstermektedir. Bir sanatçıya hayranlık duyanların oluşturduğu gruplarda, grup üyeleri zamanla aynı davranışları sergileyip aynı tepkileri vermelerinin nedeni de büyük oranda sürekli birlikte zaman geçiriyor olmalarıdır. Bu birliktelik fiziksel anlamda değildir. İnternet üzerinden oluşturdukları ağlarla her şekilde irtibat halindedirler. Bir hayran grubunun oluşması da çoğunlukla sosyal medya ortamlarında gerçekleşmektedir. İlgilendikleri konu veya kişilerle ilgili medyada çıkan her haberi, her yorumu sıkı şekilde takip ederek bu mecralarda paylaşırlar. Şarkıcı için de hayran kitlesine sahip olmak önemlidir. Çünkü onun adına savunma yapacak büyük bir kitleye sahip olmaktadır. Le Bon’a göre (2009, s.35-37), telkin ve yayılma yoluyla duygular büyük bir hızla yayılır, katılımla beraber o duygunun gücü büyük oranda artar. Kitleleri ancak aşırı ve abartılı duygular etkilediği için, onları etkilemek isteyen kişi beklentilere uygun ifadeler kullanır. Duyguları olduğundan farklı şekillere sokup abartarak sunmak, günümüz popüler kültür ürünlerinde sıkça gördüğümüz bir durumdur. Özellikle mutsuzluk üzerine inşa edilen eserlerle gençlerin en basit olayı dram haline getirmeleri bu ürünlerle sağlanmaktadır. Abartı, psikolojik bir kitle için (özellikle hayran kitle için), görünürdeki tüm özellikler büyütülerek aktarılmalıdır. İmgelerle sunulan duygular öyle güçlü bir etkiye sahiptir ki, kitleler istenilen yönde harekete geçirilebilir. Postmodernizm ve Yabancılaşma Bilimsel geleneklere ve dine bir tepki olarak doğan Postmodern kültür, hem dindar olmayı hem de hedonist diye tanımlanan haz üzerine kurulu yaşam tarzını üretebilmektedir. Postmodernizmin bu tutarsızlığı ve istikrarsızlığı şizofrenik kişilik haline benzemektedir. Dilde ve söylemde meydana gelen parçalanmışlık, kişiliğe de yansımakta ve bu durum bireyin tek kişilikten uzaklaşmasını getirmektedir. Geçici ve anlık etkiler yaratmak için yeni teknolojiler, özellikle iletişim teknolojilerini kullanan kültür üreticileri, bu şekilde postmodernizmin ticarileşmesini sağlamaktadırlar (Harvey, 2010; Bayhan, 2007, s.201). Postmodernizm’in çoğul kimliklerinin oluşmasında medya ve özellikle internet önemli rol oynamaktadır. Fikir hürriyeti, tercih etme hakkı, bireyselcilik gibi postmodernizm’in desteklediği kavramlar, farklı şekillerde işlenerek reklamlar, şarkılar ve filmler yoluyla sunulmaktadır. Bu araçlar, toplumdan soyutlanma, sosyalleşememe sonucu yabancılaşmaya yol açmaktadır. Harvey (2010, s.21), postmodernizmin, “kültürel söylemin yeniden tanımlanmasında heterojenliği ve farklılığı özgürleştirici güçler olarak” öne çıkarıldığını belirtmektedir. Postmodernizmdeki bu belirsizlik, parçalanma ve bütüncül olmayan söylemler, bir yönüyle mikro ve alt kültürleri canlı tutma olanağı tanımaktadır. Ancak diğer yandan aşırı bireyselci yaklaşımıyla da bireyin yok olmasına, özellikle günümüz gençliğinde çoğul kimliklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Kendi doğrularıyla kendi hayat tarzını yaratan birey, insanları bir arada tutan değerlerden de yoksun kalmaktadır. Bulunduğu grup içinde aidiyet duygusunu tatmin ederek çoğul kimlik oluştururken diğer yandan kendi özel dünyasında yaşadığı çatışmalarla birey olarak kendini yok saymaktadır. 100 Marx, kapitalizmin gelişiminin bireylerin kendilerinden ve diğerlerinden kökten uzaklaşmasına ve yabancılaşmaya yol açtığını öne sürmüştür (Berger, Kültür Eleştirisi, 2014, s. 158). Düşünme yetisini tüketip ona yabancılaşan gençlik kendini değersiz hissederek hayatı anlamsız bulmaya başlamaktadır. Bunun sonucunda kendisine yabancılaşırken topluma da yabancılaşarak her şeyden uzaklaşmakta ve Berger’in tanımladığı (2014: 59), “başkalarıyla hiçbir bağı olmayan” birey tipi ortaya çıkmaktadır. Küreselleşmenin ve teknolojinin etkisiyle postmodern yanılgı içine giren gençliğin kendine ve topluma yabancılaşması da akışın bir sonucu olarak gerçekleşmektedir. Bu durumda gruplaşma veya bir gruba dâhil olma kendini kaybetmiş gençler için kendini bulmanın tek çıkar yolu olabilmektedir. Alt kültür bağlamında postmodernizm, gençlerin oluşturduğu gruplaşmalarda da kendisini göstermektedir. Çoksesliliği savunan postmodernizm, alt kültür gruplarına kendilerini ifade etme ortamları yaratmaktadır. Kökeninden ve geçmişinden kopmak istemeyen ancak yaşantı ve davranışlarında bunu gösteremeyen alt kültür oluşumlar, postmodernizmin çelişkili yapısını barındırmaktadırlar. Günümüz gençliğini “Ben Nesli” kavramsallaştırmasıyla ele alan Twenge (2009 s. 34-66), 1960’lı yıllarda başkalarına saygı duymanın, kendine saygı duymaktan daha önemli olduğunu belirtmektedir. 1980 ve 1990 yıllarında özsaygı teriminin yaygınlaştığı ve 2000’lere gelinmesiyle birlikte konuya dair kitapların arttığı görülmüştür. Değişen anlayış gençliği umursamaz hale getirmekte ve onlar için en önemli şey kendi düşünceleri olmaktadır. Bireyselciliğe sürükleyen bu anlayışla birlikte, eskiden “kibar ol” tavsiyesi, yerini “sadece kendin ol” tavsiyesine bırakmıştır. Değişimin başlangıcı, yaşamak için tek bir doğru olmadığını savunan postmodern anlayıştan gelmektedir. Altkültür ve Müzik Gençlik altkültürlerinin oluşturdukları hayat tarzını şekillendirmesi bakımından müzik, ayırt edici bir özellik olarak önem taşımaktadır. Müzik duyguları dışa vurarak varlığı anlamlandırmakta ve kimlik oluşumunda da etkili olmaktadır. Tarihsel bağlamda altkültür müziğin yükselişinin toplumdaki dışlayıcı tutumların etkisiyle gerçekleştiği görülmektedir. Örneğin Amerika’da zencilere yönelik uygulamalar siyahi milliyetçiliği geliştirerek altkültürlerin müzik aracılığıyla toplumsal ve politik muhalefeti yapmaları yolunu açmıştır. Yaman (2014, s. 290), gençlerin dinledikleri müzikler ve tekrarladıkları şarkı sözleri ile kendi hayat tecrübeleri ve bulundukları sosyo-psikolojik durum arasında yakın bir ilişki olduğunu ifade etmektedir. Siyahlar için kültürel bir gurur sayılan soul müzik; toplumsal haksızlıkları ve yoksulluğu anlatan funk ve blues gibi müzik biçimleri sisteme ve toplumsal yapıya yönelik muhalif mesajlar içermektedir. Almanya’da ortaya çıkan Gotik Altkültürü, Alman kültürel ortamında yavaş, karanlık, kasvetli, elektronik temelli, derinden gelen vokal tarzıyla, 1980’li yıllarda kendisini kışkırtıcı bir yeni güç olarak göstermeye başlar (Lull, 2000, s.66; Oğuz, 2016, s.48). Kaynağını altkültürden alan müzik tarzlarının popülerlik kazanması ise savaş karşıtı underground şarkılarla başlamıştır. Özbek (2000, s.110-122) başlangıçta alt kültür üslubu taşıyan müzik tarzlarının bir kaçış niteliği taşıdığını belirtmektedir. Müzik, kente göç nedeniyle hayatta kalma mücadelesinin yarattığı sorunları romantikleştirerek bireye güç kazandırmakta, ayrıca gündelik hayatla ve toplumla arasına koyduğu mesafeyi duygusal bir isyana dönüştürmektedir. Şarkılarda kullanılan sözlerin sloganlaşmaya yatkın olması ve hayat tarzını ifade ediyor olması arabesk rap’in özelliklerinden biri olarak görülebilir. Müzik aynı zamanda sosyalleşme için bir neden de oluşturmaktadır. Konserler, fan grupları, sosyal ağlarda üye olunan gruplar, tercih edilen mekânlar, internet sözlüklerinde tanımlanan 101 alanlar, sosyal ağların Facebook ve Twitter dışında kalan araçları gibi birçok alanda müziğin, bahsi geçen sosyalleşme aracı oluşuna gönderme yapmaktadır. Sağır ve Öztürk müziğin sosyalleştirici gücü temelde iki farklı kimlik düzeyini ifade ettiğini belirtmektedir. Bunlardan birincisi küreselleşen dünyada evrensel olan müzik kodları üzerinden kurulan birliktelik ve tanımlamalardır. Aynı sanatçıları dinleyen uzaktaki insanlar için sınırların ortadan kalktığı ve ortak bir alanda soyut olarak sosyalleştikleri görülür. İkincisi ise yerel kültür içerisinde değişmeden kalan veya yeni biçimlerle ortaya çıkan müzik kodlarıdır ki bu kodlar ise farklı bir sosyalleştirme aracı olarak müziğin kimlikler üzerindeki etkisini göstermektedir (Sağır ve Öztürk, 2015, s.123) Batı müzik tarzı ile kent ve kır kültürünün karşılaşma alanı olarak ifade edebileceğimiz arabesk rap, kendi gerçeğinden uzaklaşmadan dinleyicileri için mahrem bir bölge oluşturmaktadır. Yoksulluk, aşk acısı, dışlanma, ihanet temalarının yoğun olarak kullanıldığı şarkı sözlerindeki isyanın toplumsal sorunların yansıması olduğu söylenebilir. Şarkılardaki aşk teması bir yönüyle mutluluğu temsil eden bir simge olarak toplumsal koşulların engelleyici etkisini azaltmaktadır. Duygusal gelgitler, yenilgiler, çatışmalar ve kutlamalar müzik aracılığıyla diğer insanlarla paylaşılan hipnotik ve reflektif tempolara dönüştürülür ve hem onu oluşturanlara hem de dinleyenlerine aykırı deneyimler yaşatır. Müziğe eşlik eden şarkı sözleri ve video klipler oluşturduğu imgelerle bireyleri önemli ölçüde özgür hissettirmektedir. (Lull, 2000, s.11-51; Özbek, 2000. s.186). Alt kültürden gelen bireylerin ürettiği şarkılarla gençlik üzerinde, gerçekte eksikliği hissedilmeyen şey’lere karşı bir ihtiyaç duygusu yaratılmaktadır. Burada Marx’ın, her insanın başkaları üstünde kendi bencil ihtiyaçlarının tatmini için nasıl güç tesis etmeye çalıştığı düşüncesi ortaya çıkmaktadır. Marx, her insanın bir diğerinde, onu yeni bir kurban olmaya zorlamak, yeni bir bağımlılık içine sokmak ve yeni bir çeşit mutluluğa ve böylece ekonomik yıkıntıya ayartmak için yeni bir ihtiyaç yaratmak üstüne düşündüğünü belirtmektedir (Marx 1963'ten akt. Berger, 2014, s.63). Gençler, gerçekte hissettikleri yoksulluk, ilgisizlik, uyumsuzluk duygularını bu şarkıları dinleyerek farklı bir boyuta taşırlar. Artık aşk acısı çeken, sevdiği tarafından terkedilen, dostu tarafından ihanete uğrayan biri olur. Bu şekilde yoksulluk ve yaşadığı ortama uyumsuzluk ikinci plana atılmaktadır. Yaptıkları müzik tarzıyla kendilerini ifade eden alt kültür gruplar belli bir dinleyici kitlesi ile popülerlik kazanmaktadırlar. Kendilerini takip eden grup üyesi gençlerin duygularını, içlerinden geldikleri için çok iyi bilmektedirler. Bu kişilerin yaşantı ve beklentilerine yönelik sözlerin kullanılarak yapıldığı şarkılarla, bu grup gençliğinin duyguları yine kendilerine pazarlanmaktadır. Harvey (2010, s.324) sanayiin imaj üretimi ve pazarlama aracılığıyla devir süresini nasıl hızlandırdığından bahseder. İnsanlar göz açıp kapayıncaya kadar meşhur olup unutulmaktadır. Paranın konuştuğu ve her şeyi belirlediği bu sektörün, yoğun ve çoğunlukla bireyselleşmiş yaratıcılığın seri halde tekrarlandığı bir kitle kültürünün dev kazanına aktığı bir alan olduğunu belirtmektedir. Oskay’ın (2001, s.73) Adorno’nun müzik üzerine yazdıklarından hareketle üzerinde durduğu, estetik sorumluluğu ortadan kaldırarak melodilerin hemen mırıldanılabilecek, kolaylıkla akılda kalan sözlerden oluşmasına öncelik verdiğini belirtmesi de kitle endüstrisine işaret etmektedir. Pazara yönelik eserler geniş bir tüketici kitlesinin algılama ve bilişim düzeyine uygun üretilmektedir. İlgili Çalışmalar Gençlik alt kültürlerine yönelik araştırma için yaptığımız literatür taramasında, Türkiye’deki en geniş çaplı araştırmanın Ömer Miraç Yaman’ın 2013 yılında hazırladığı Apaçi Gençlik adlı çalışmasıdır. Türkiye’de alt kültür gruplar üzerinde yapılan diğer çalışmalardan farklı olarak bu grupların ilişki içinde olduğu çevreler araştırmaya dâhil edilerek sosyalleşme süreçleri de ele 102 alınmıştır. Çalışmada nitel araştırma yöntemlerinden medya taraması, derinlemesine mülakat, katılımcı gözlem ve odak grup tekniği ile veriler toplanmış ve değerlendirilmiştir. Bir diğer çalışma İsmail Doğan’ın Bir Alt kültür Olarak Yüksel Caddesi Gençliği adlı araştırmasıdır. Araştırmanın amacı belirli bir gençlik alt kültüründen hareketle gençliğin sorunlarına ışık tutmaktır. Extreme Metal Scene’de Kültürel Sermaye: İzmir Metal Scene Örneği adlı çalışma Aykut Çerezcioğlu’na aittir. Çalışma “scene” kavramı üzerinden, metal müzik gruplarını ve onların kültürel sermayeyle girdikleri ilişkiyi açıklamak amacıyla hazırlanmıştır. Konuyla ilgili olarak hazırlanmış yabancı çalışmaların daha çok Punklar, Hippiler, Hiphoplar ve 1970’lerin gençliğine yönelik yapıldığı görülmektedir. Bu çalışmalardan biri 1982 yılında Gina Marchetti tarafından hazırlanmış olan Film and Subculture: The Relationship Of Film To The Punk And Glitter Youth Subcultures adlı doktora tezidir. Çalışmanın amacı punk ve parlak gençlik adı verilen alt kültürleri incelemek, tarzlarını ortaya koymaktır. Filmler için içerik analizinin kullanıldığı çalışma “Rock müzik kendilerini ifade etme aracıdır.” sonucuna ulaşılmışıtır. Aaron Robert Furgason tarafından 2006 yılında hazırlanan bir diğer çalışma ise “Surfıng For Punks: The Internet And The Punk Subculture In New Jersey” adlı bir doktora tezidir. Çalışma, New Jersey’deki punk (serseri) alt kültürüne internetin etkisini incelemektedir. Yöntem olarak içerik analizi, odak grup, görüşme kullanılmıştır. Tarkan Oğuz’un Dijital Müzik Tüketim Alışkanlıkları adlı çalışması gençlik atkültürlerini dijital müzik tüketim alışkanlıkları bağlamında ele almaktadır. Çalışmada yöntem olarak anket tekniği kullanılmış ve gençlerin dijital kayıt teknolojisini ve mobilize yaşam biçimini benimsedikleri sonucuna ulaşılmıştır. YÖNTEM Araştırma Modeli Bu çalışmada nitel araştırma desenlerinden Etnografi kullanılmıştır. Çalışmanın temel amacı belirli bir alt kültürün müziğe ve dinledikleri kişiye yönelik algısını tanımlamak ve anlamaktır. Etnografide de amaç belirli bir grubun kültürünü tanımlama ve yorumlanması olarak alınmıştır. Bu tanımlama genellikle o kültüre ait kavramlar üzerinden ya da algılar özelinde yapılmaktadır. Bu sebeple araştırmaya dâhil edilen katılımcıların kullandıkları yazılı ve sözlü dil, davranış kalıpları, algıları ve paylaştıkları deneyimler bir araştırmanın odaklanabileceği alanlar olarak ortaya çıkar (Yıldırım ve Şimşek, 2013 s.76) Veri Toplama Araçları Bu çalışmada veri toplama aracı olarak gözlem ve görüşmeden yararlanılmıştır. Gözlem İlk olarak çalışma konusu belirlendikten sonra 3 ay süreyle (Şubat 2016-Nisan 2016) arasında araştırmacılar tarafından çalışılacak olan altkültürü tanımlayabilmek için gözlemler yapılmıştır. Gözlemlerin temel amacı araştırmacıların uzak olduğu altkültürü tanımlayabilmek ve görüşme yapılacak zengin içerik sunacak katılımcılara ulaşmak içindir. Bu süreçte öncelikle Fırat Üniversitesi öğrencisi olan 2 arabesk rap dinleyicisiyle bağlantıya geçilmiş, arabesk rap dinleyen bir kullanıcıyla (Aykut) tanışılmıştır. Bu süreç sonrasında araştırmacılar gençlerle birlikte Arabesk Rap dinleyicilerinin birlikte müzik dinledikleri mekânlara belirli aralıklarla 103 genellikle 2 haftada 1 kez- gitmişlerdir. 3 ay süresince araştırmacılar katılımcıların toplu olarak bulundukları ve müzik dinledikleri ortamlara (kendi mahallelerindeki izbe mekânlar ve gecekondular, kiralayıp müzik dinledikleri düğün salonları, okulları ve çalıştıkları mekânlarda bulunmuşlardır. Çalışmada Arsız Bela dinleyicilerinin de seçilmesi bu süreç sonunda oluşmuştur. Gözlem ve görüşmeler sırasına görülmüştür ki çalışma kümemizde bulunan katılımcılar en çok Arsız Bela takma adlı şarkıcıyı dinlemekte, diğer şarkıcıları (isyanqar26, Asi Styla vb.) kendi gruplarının çok da dinlemediklerini belirtmektedirler. Gözlem yaparken şunlara dikkat edilmiştir: Ayrıntılı Gözlem Formu hazırlanmış her bir toplanmada ayrıntılı gözlem formu başlığı altında yer, tarih, saat, odaklanılan yer/kişiler Betimsel veriler ve gözlemci yorumlarıyla birlikte kaydedilmiştir. Dış güvenirliği sağlamak adına çalışmaya katılan bireyler açık bir biçimde tanımlanmıştır İç güvenirlik için araştırmaya birden fazla araştırmacı dâhil edilmiş, gözlem yoluyla elde edilen bulgular görüşmelerle doğrulanmıştır. Görüşme Yarı yapılandırılmış görüşme tekniğinin kullanıldığı çalışma için 8 katılımcıyla görüşme yapılmıştır. Görüşme yapılacak katılımcılar araştırmanın amacına uygun olarak genelde alt kültürün, özelde ise Arsız Bela hayranlarının temel özeliklerini barındıran gençler arasından belirlenmiştir. Görüşmede güvenirlik ve geçerlik sağlamak için şunlar uygulanmıştır: Literatür bilgileri doğrultusunda soruları hazırlamıştır. Çalışma için amaçlı örneklem seçilmiş ve iki katılımcıyla pilot görüşme gerçekleştirilmiştir. Görüşme sonrası fazla olduğu düşünülen sorular çıkarılmış, bilgiler doğrultusunda yeni sorular eklenmiştir. Sorular alanın uzmanı tarafından kontrol edilerek yeniden düzenlenmiş, içerik ve yapı geçerlilikleri kontrol edilmiştir. Görüşme dökümleri ses kayıtlarıyla beraber ikinci bir kişiye dinletilerek kontrol ettirilmiştir Görüşmeler öncelikli olarak araştırmacı tarafından kodlanmış ardından alanda eğitilen başka bir uzman tarafından verilerin benzer biçimde kodlanıp kodlanmadığı kontrol edilmiştir. Verilerden elde edilen bulgular yorumsuz olarak ifade edilmiş, tüm katılımcıların görüşlerine yer verilmiştir. Görüşmeler sırasında alınan dijital kayıtlar, deşifre edilerek geçerlik ve güvenirlik için uzmanların desteği alınmıştır. Miles ve Hubberman’ın (1994) güvenirlik formülünden yola çıkarak temalar için %90, yorumlar için %85 sonucuna ulaşılmıştır. Çalışma Kümesi-Katılımcılar Araştırmanın katılımcıları gönüllü oldukları, gerçek isimlerinin kullanılmayacağı ve süreçte etik konuların da garanti altında olacağının vurgulandığı bir onama formunu imzalayarak kendi rızalarıyla araştırmaya dâhil olmuşlardır. Katılımcıların özellikleri katıldıkları görüşme bağlamında, betimsel indekslerde kullanılan kod isimleriyle birlikte aşağıda Tablo1’deki şekliyle verilmiştir. Görüş meci Adı Cinsiyet Yaş Eğitim durumu Meslekleri Göç ettikleri iller Yaşadıkları Mahalleler Görüş me Süresi Görüşm e Yeri 104 Dilara Kadın 22 Lise mezunu Lise öğrencisi Açıköğreti m lise Lise mezunu Kuaför Tunceli Merve Kadın 17 Öğrenci Elazığ/Si vrice Malatya Aykut Erkek 26 Muha mmed Erkek 20 Geçici işler Bingöl Eda Kadın 16 Lise öğrencisi Öğrenci Kemal Erkek 21 Lise mezunu Ahmet Erkek 19 Veysel Erkek 21 Aksaray Mahallesi Olgunlar Mahallesi Nailbey Mahallesi Hicret Mahallesi 45 dk Tunceli Hicret Mahallesi 50 dk Geçici işler Bingöl Aksaray Mahallesi 38 dk İlkokul Mezunu İşsiz Diyarbak ır Aksaray Mahallesi 41 dk Lise mezunu İşsiz Bingöl Hicret Mahallesi Mahallesi 43 dk Garson 42 dk 35 dk 40 dk Kuaför Salonu Okul bahçesi Cafe Hicret mahalle si- İzbe mekan Aksaray Mahalle si Hicret mahalle si- İzbe mekan Aksaray Mahalle si Hicret mahalle si- İzbe mekan Tablo 1: Katılımcılara ait demografik bilgiler ve görüşme bilgileri Görüşmeler 16-26 yaş aralığında, 3 kadın 5 erkek görüşmeciyle gerçekleştirilmiştir. Görüşmecilerin tamamı Elazığ Merkez’de yaşamaktadır. Aksaray Mahallesi ve Olgunlar Mahallesi 1990 sonrası, çevre illerden (Bingol, Tunceli, Diyarbakır) yoğun göç alan, Hicret mahallesi ise göçle oluşan bir mahalle olarak bilinmektedir. Örneklem olarak amaçlı örneklem yöntemlerinden aşırı ve aykırı durum örneklemi seçilmiştir. Aşırı ve aykırı durum örnekleminin seçilmesinin temel sebebi, aşırı ve aykırı durumların normal durumlara göre daha zengin veri ortaya koyabilmesi ve araştırma probleminin derinlemesine ve çok boyutlu bir şekilde anlaşılmasını sağlamasıdır (Yıldırım ve Şimşek, 2013, s.136). Gözlemler sonucunda toplanan verilerle ise toplanma yerlerine düzenli gelen, yoğun arabesk rap dinleyicileri katılımcı olarak seçilmiştir. Görüşmeciler yoğun olarak kentin varoş diye tabir edilen bölgelerinde yaşamaktadırlar. Bulundukları kültürel yapı dışında dinledikleri müzik tarzı ve hayranı oldukları şarkıcı onları bir araya getiren unsurlardır. Grup üyeleri kentin farklı bölgelerinde yaşasalar da gün içinde aynı bölgelerde ve mekânlarda zaman geçirmektedirler. Toplanma yeri olarak erkekler erkek kuaförünü kızlar ise kadın kuaförünü tercih etmektedir. Gözlem için gidilen okullarında, okul müdürünün kuaföre yönelik şikâyetleri olduğu ve öğrencilerin bu mekâna gitmesinden tedirginlik duyduğu gözlenmiştir. Kuaförün sahibi gelenlerden rahatsız olsa da kız kardeşinin bu grupların içinde olması nedeniyle buna engel olamadığını belirtmiştir. Kadın ve erkek görüşmeciler genellikle bulundukları mekânın kapı önlerinde oturmaktadırlar. Gözlemler sırasında iç mekânda oturmak yerine sigara içerek sohbet etmeyi istemişlerdir. Görüşmeler kuaför salonu, okul bahçesi ve bir görüşmecinin çalıştığı cafe olmak üzere üç farklı mekânda gerçekleştirilmiştir. Her görüşme yarım saati aşkın bir sürede gerçekleştirilmiştir. Metruk binalar ve kiraladıkları araçlarla gittikleri izbe yerler müzik dinlemek için tercih ettikleri mekânlardır. Ayrıca kiraladıkları “Hanzade” adındaki mekânda (düğün salonu gibi mekânlar) 105 partiler düzenlemekte, Arsız Bela hayranları olarak biraraya gelip müzik dinlemektedirler. Görüşmeler öncesi gidilen mekânın bodrum katında, karanlık ve basık özellikler taşıdığı gözlenmiştir. Genelde kullandıkları izbe mekânlar, müzik partileri için tercih ettikleri mekânlarda da kendini göstermektedir. Katılımcılar topluca müzik dinledikleri mekânları araştırmacılara söylemiş ama birlikte gitmek istememişlerdir. Verilerin Analizi Bu çalışmada betimsel analiz süreci işe koşulmuştur. Bu analiz türünde çeşitli veri toplama teknikleri ile elde edilmiş verilerin daha önceden belirlenmiş temalara göre özetlenmesi ve yorumlanmasını içeren bir nitel veri analiz türüdür. Bu analiz türünde araştırmacı görüştüğü ya da gözlemiş olduğu kişilerin görüşlerini detaylıca açıklayabilme adına doğrudan alıntılara sık sık yer verebilmektedir. Bu analiz türünün temel amacı elde edilmiş olan bulguların okuyucuya özetlenmiş ve yorumlanmış bir biçimde sunulmasıdır. Araştırmacının topladığı veriler, önce sistematik biçimde betimlenir. Daha sonra bu betimlemeler açıklanır ve yorumlanır, neden sonuç ilişkileri araştırılır ve bir takım sonuçlara ulaşılır. Ortaya çıkan temaların ilişkilendirilmesi, anlamlandırılması ve ileriye yönelik tahminlerde bulunulması da araştırmacının yapacağı yorumların boyutları arasında yer alır (Denzin ve Lincoln, 2000; Yıldırım ve Şimşek, 2013, s.256). Bu amaçla oluşturulan betimsel analiz temaları aşağıdadır: Betimsel Analiz Temaları A. Bu Gençler Kim? 1. Genel-Kişisel Özellikleri 2. Sosyo-Ekonomik Şartlar 3. Eğitim Durumları 4. Kendilerine Yönelik İzlenimleri B. Aile ve Toplum İlişkileri 1. Aile Yapıları ve Aile İçi İlişkiler 2. Toplum ve Ötekileşme (Yabancılaşma) C. Kültürel Kodlar 1. Konuşma Tarzları 2. Giyim ve Saç Stilleri 3. Mekân Tercihleri D. Arkadaşlık İlişkileri ve Sosyalleşme 1. Akran İlişkileri ve Sorunları 2. Eğlence Tarzları 3. Sosyal Medya Kullanımı ve Kullanılan Kodlar E. Müziğin Anlamı 1. Müzik Dinleme Alışkanlıkları 2. Müzikle Bağdaştırılan Hayatlar 3.Popülerlikle Değişen Tarzlar 106 BULGULAR VE YORUM Arsız Bela Hayranlarıyla Yarı Yapılandırılmış Görüşme Bulguları Alt kültür gençliğin dinledikleri müzik tarzının ne derece hayatlarını şekillendirdiğini ortaya çıkarmak maksadıyla, bu kültürü temsil eden gençlere çeşitli sorular sorulmuştur. Alınan cevaplar belirlenen temalar çerçevesinde bölümlere ayrılarak yorumlanmıştır. Bu Gençler Kim? Alt kültür gençliğin kim oldukları teması altında katılımcıların görüşleri aşağıdaki şekildedir. Genel-Kişisel Özellikleri Dilara 22 yaşında ve ablasının kuaför salonunda çalışıyor. 20 yaşına kadar Arsız Bela’ya hayranı olduğunu, sonrasında yine Arabesk Rap dinlese de daha çok Arabesk ve Türkü dinlediğini söylemiştir. Küfürlü ve argo konuşmaktadır. 17 yaşında olan Merve sakin bir lise öğrencisi. Ailesinden çok baskı görmesi, onu farklı arkadaşlar edinmeye zorlamış. Arkadaşlarını sevdiğini ve benimsediğini söylemiştir. Arkadaşlık yapacağı başka hiç kimse olmadığını ve dinlediği müziklerin içsel düşleri üzerinde etkili olduğunu belirtmiştir. Aykut 26 yaşında ve diğerlerinden farklı bir görünüm çizmeye çalıştığı görülmüştür ve geçmişinden ders alarak büyük oranda değiştiğini ifade etmiştir. Bazen çelişkili ifadeler kullandığı ve üslubuyla diğer katılımcılara göre daha anlaşılır ancak abartılı şekilde kibar olmaya çalıştığı görülmektedir. Muhammed 20 yaşında. Genç yaşta evlenmiş, bu nedenle eski ortamından biraz uzaklaşmış. Düzenli olarak çalışsa da bunların daha çok geçici işler olduğunu belirtmiştir. Lise öğrencisi olan Eda 16 yaşında, umursamaz tavırlara sahip olduğu söylenebilir. Ailesinden baskı görmediğini ve arkadaşlarına göre daha rahat olduğunu söylemiştir. Popüler olmak hayali var. Arsız Bela’ya âşık denecek derecede hayran, hakkında kötü ifadeler kullanıldığında hemen savunmaya geçmektedir. Kemal 21 yaşında ama hayattan çok şey görmüş geçirmiş gibi davranıyor. Özgüven sahibi olduğunu göstermeye çalışırken toplum tarafından korkulan ve uzak durulan bir görünüm çizmiştir. Ulaşılmaz biri olduğunun ispat etmeye çalışarak telefonlara cevap vermiyor, birilerinin aracılığıyla konuşmak gerektiği izlenimi vermektedir. Kısa, net ve keskin cümleler kurmaktadır. Sosyo-Ekonomik Şartlar Kentin daha çok varoş diye tabir edilen mahallerinde yaşayan görüşmecilerin büyük bölümü göç eden ailelere mensuptur. Yaşadıkları bölgede yaşayan insanların da aynı özelliklere sahip olduklarını ve bu şekilde kendilerini yalnız hissetmediklerini ifade etmektedirler. Göç etme sürecinde yaşlarının küçük olması, göçün yarattığı etkileri azaltmış olsa da toplumdaki önyargıların farkında olduklarını dile getirmişlerdir. Çalışmak için Elazığ’a geldiğini belirten Aykut, Arsız Bela’nın şarkılarındaki ‘gurbet’, ‘ayrılık’, ‘özlem’ ve bunların yarattığı ‘isyan’ duygusunu evde yalnızken çok fazla hissettiğini dile getirmiştir. Sokaktayken bu duyguyu gidermek için çevreye ve kendilerine zarar verdiklerini belirtmiştir. Terör nedeniyle Bingöl’deki köylerinden göç ettiklerini belirten Muhammed, yaşadıkları çevre tarafından dışlandıklarını ve terörist diye suçlandıklarını ifade etmiştir. 107 Karşılaşılan zorlukların genelde toplumun önyargıları nedeniyle olduğunu görmekteyiz. Geçim sıkıntısı yaşayan ailelere mensup olmaları, çevreyle olan etkileşimlerini doğrudan etkileyerek kendi gruplarını oluşturmaları sonucunu doğurmuştur. Dinledikleri müziklerin içeriklerinin kendileriyle bağdaşması bu grup ve şarkıcıları kendilerine örnek almalarına neden olmuş ve hayatları da bu yönde şekillenmiştir. Arabesk Rap tarzında müzik yapanların da alt kültürden geldikleri görülmektedir. İçinden geldikleri kültüre yönelik şarkı sözleri yazarak bu gençleri etki altına alabilmektedirler. Eğitim Durumları Araştırma kapsamında alt kültür gençliği temsil eden katılımcılarla yaptığımız görüşmelerde eğitime fazla önem vermedikleri gözlenmiştir. Ortaokul ve lise düzeyinde olan görüşmeciler ya maddi olanaksızlıklar ya da edindikleri çevre nedeniyle okul hayatlarına devam etmediklerini ifade etmişlerdir. Bununla birlikte lise öğrencisi olan iki görüşmeci, geleceğe dair planları arasında üniversiteye gitmek olduğunu belirtmişlerdir. Üniversiteye gitmek alt kültür gençleri ve özellikle de kızlar için kurtuluş yolu olarak görülse de ilerleyen yaşlarda çevrelerine olan özentiyle farklı yol çizmektedirler. Topluma ve ailelerine olan öfkelerini müzik dinleyip, uyuşturucu madde kullanarak giderdiklerini söylemiştir. Ailelerin ilgisizliği ve maddi imkânsızlıklar eğitim hayatlarının devam etmesini engellemiştir. Arsız Bela’nın fanatik hayranlarından olan Aykut, düzenli bir iş edindikten sonra eğitimini tamamlamaya karar vermiş. Şu an lise diploması almak için çaba gösteriyor: Üniversiteye gitmek konusunda oldukça hırslıyım. Geçmişimden bir şekilde intikam almak istiyorum. Eğitim insan gibi davranılması için şart. Arsız Bela’ya olan hayranlığı kız arkadaşına uymak için başlayan Kemal, daha sonra saç ve giyim tarzında da değişimler yapmaya başlamış. Eğitim hayatının da bu şekilde son bulduğunu belirtmiştir. Kendilerine Yönelik İzlenimleri Görüşmecilerin kendilerine yönelik izlenimleri sorusuna verdikleri yanıtlar bir bakıma hayata karşı duruşlarını da ortaya koymaktadır. Kendinizi nasıl tanımlarsınız sorumuza Dilara ‘Öfkeli, kafasına estiğini yapan’ şeklinde cevap vermiştir. Birlikte gittiğimiz okulda kavga etmesi, telefonda bağırarak ve küfür ederek konuşması kendine yönelik izleniminde doğruluk payı olduğunu göstermiştir. Merve bu soruya sessiz ve içine kapanık yapısıyla özdeşleşen ‘yalnız’ tanımlamasını yapmıştır. Ailesiyle uzak ilişkileri olan ve müzik dinleyerek bu yalnızlığı gidermeye çalışan Merve için Arsız Bela en iyi arkadaşı olmuştur. Görüşmecilerden Aykut kararlı, yalnız, güvenmeyen, boyun eğmeyen ve inatçı biri olduğunu belirtmiştir. Alt kültür gençliğe özgü olan isyankâr ve kavgacı kişilik özeliklerini törpülemiş bir görünümde olan Muhammed ‘adam gibi adam’ olduğunu söylemiştir. Adam olmayı baba sözünden çıkmamak ve çalışmak olarak tanımlamaktadır. Arsız Bela’nın birçok şarkısında baba kavramı sık olarak kullanılan ve kaybedilen babaya özlem dile getirilmektedir. Baba sözü dinlemenin adam olmanın şartı olarak görülmesinin temelinde dinlenen şarkıların yattığı görülmektedir. Görüşmecilerin içinde en uyumsuz olan ve sert bir imaj çizme gayreti içindeki Kemal ise bu imajını pekiştiren ‘Kavgacı, artist, yakışıklı’ tanımlamasını yapmıştır. Arkadaşları Kemal’in özgüveninin nedenini Arsız Bela’ya benzetilmesinden kaynaklandığını belirtmişlerdir. Kemal, çevresinde kendinden küçük ve yaşıtı gençlerin korku duyduğu biri haline gelmesini övünç kaynağı olarak görmektedir. 108 Aile ve Toplumsal İlişkiler, Yabancılaşma Kültür gruplarının oluşumunda önemli etkenlerden olan aile ve toplum ilişkileri teması altında yaptığımız görüşmelerin içeriği aşağıda verilmiştir. Görüşmecilerin aileleriyle ve toplumla olan ilişkileri, söz konusu ilişkiler sonucu oluşan algılar ele alınmıştır. Özellikle algılar arasındaki benzerlikler ve farklılıklara dikkat edilerek çıkarımlara ulaşılmıştır. Aile Yapıları ve Aile İçi İlişkiler Alt kültürlere ait önemli bir gösterge olan aile yapısının, alt kültür gençliğin geleceğini şekillendirdiği ve gençlerin bu doğrultuda bir hayat tarzı benimsedikleri gözlenmiştir. Görüşmeciler genellikle ailelerinden baskı ve şiddet gördüklerini, kendilerini ailelerine karşı yabancı hissettiklerini belirtmişlerdir. Tüm bu etkenlerin arkadaşlara bağlılığı ve birlikte müzik dinleyerek ‘kafa dağıtma’ ihtiyacı yarattığını ifade etmişlerdir. Baskı ve şiddetin ise yalan söyleme, evden kaçma, çevreye nefret duyma, kıyas yapma şeklinde dışa vurumu olduğu görülmektedir. Dilara’nın görüşme sırasında kullandığı şu sözler bu durumu en iyi şekilde açıklanmaktadır: Zaten maddi sıkıntıları vardır, aileler de pek ilgilenmez. Yeter ki bize karışmasın istediğini yapsın derler. Maddi sıkıntılar yüzünden aile umursamaz yaptıklarını zamanla. Müziğin kendisi için önemli bir sığınak olduğunu düşünen Aykut, dinlediği şarkılarla kendisini tamamladığını belirtmiştir. Şarkıların yapay bir güç verdiğinin farkında olsa da sesini yükseltemediği zamanlarda şarkıların onun yerine öfkesine tercüman olduğunu düşünüyor. Yaşadıkları ekonomik zorluklar, kentle yaşadıkları uyumsuzluk sonucu arada kalan alt kültür gençliği, zamanla kendilerine ve topluma yabancılaşmaktadırlar. Arada kalmışlık duygusunu, kendilerine yakın hissettikleri müzikleri dinleyerek gidermektedirler Toplum ve Ötekileşme(Yabancılaşma) Çok sesliliğin temel alındığı postmodernizmde, alt kültürlere de kendilerini ifade etme ortamı yaratılmaktadır. Geçmişinden kopamayan ancak yaşantısıyla buna karşıt bir görünüm sergileyen gençlik alt kültürleri, dinledikleri müzikler yoluyla kendilerini ifade etme yoluna gitmektedirler. Arabesk Rap dinlemeyi tercih etmelerinin en önemli nedeni, şarkıcıların kendileriyle aynı kültürel kodlara sahip olmalarıdır. Kendi içlerinde ve toplumdan uzak bir yaşama sahip olduklarını söyleyen görüşmecilerden üç genç kız, buna rağmen kendilerini topluma yabancı hissetmediklerini belirtmişlerdir. Erkek olan diğer üç görüşmeci ise toplum tarafından kendilerine yabancı gözle bakıldığını ifade etmişlerdir. Bulundukları bölge itibariyle aynı kültürel yapıya sahip insanlarla zaman geçiren ve toplumun diğer kesimleriyle uyuşmazlık yaşayan gençler, önyargıların buna neden olduğunu düşünmektedirler. Örneğin Muhammed ilkokulda sınıf arkadaşlarının kendisiyle konuşmadığını ve kaçtığını belirtmiştir. Genç kızlar karşılaştıkları olumsuzlukları içselleştirerek çok sık yalana başvurmakta; erkekler ise öfke, kurallara aykırı davranma ve zarar verme şeklinde tepkilerini göstermektedirler. Bu fark, ataerkil yapının yansıması olarak yorumlanabilir. Hayat tarzıyla hem geçmişini hem de olmak istediği kişiyi yaşatmaya çalıştığı görülen Aykut’un, kendini ispat etme ve karşısındakine inandırma çabası olduğunu görüyoruz. Kendi gerçekleri ve ulaşamadıkları olanaklar postmodernizmin çoklu kişilik oluşumunu kaçınılmaz kılmaktadır. Kültürel Kodlar Tüm kültürler kullandıkları iletişim biçimiyle kendilerini ifade etmişlerdir. Sözlü veya sözsüz olarak karşımıza çıkan iletişim biçimleri, o kültüre ait bireylerin yaşam tarzlarıyla birlikte kişisel 109 özelliklerini de yansıtmaktadır. Bu fikirden hareketle, Arsız Bela’yı dinleyen alt kültür gençliğe ait ayırt edici özellikler kültürel kodlar teması altında ele alınmıştır. Konuşma, İletişim Tarzları Alt kültür gençliğin sözlü iletişimleri kadar beden dillerinin de önemli bir gösterge olduğunu görmekteyiz. Konuşurken el kol hareketlerini çok sert biçimde kullanmaları, yürüyüşlerine hâkim olan umursamazlık, bakışlarındaki öfke ve benzeri hareketleri ilk bakışta dikkatimizi çekmiştir. Tüm görüşmecilerin sözlü ve sözsüz iletişimde ortak bir dil geliştirdikleri görülmüştür. Oldukça geniş bir çevresi olan Dilara, kullandıkları dile, lakaplara yönelik şunları söylemiştir: Ortamlarda daha çok ‘ayan abi’, ‘ayan abla’ takılma vardır. Aslında ayan polislere denir. Onlar üstün görünür, o yüzden kendi aralarında önemli gördükleri kişileri bu şekilde görürler. Hapse girenler çok itibar görürler. Çıktıklarında etrafında tüm gençler etrafında toplanır, bunların bir dediği iki yapılmaz. Bazı harfleri büyük kullanırlar, bu harfler genelde L ve R harfleridir. Duvar yazılarında da aynı yazı şeklini ve öfkeli ifadeleri tercih etmektedirler. İlk karşılaştıkları insana karşı kullandıkları bu tavır zaman geçtikçe yerini saygılı bir tavra bırakmaktadır. Tanıdıkları her kişiyi toplumun bir parçası olan konumlandırmakta ve buna göre tavır geliştirmektedirler. Konuşurken başlarının meydan okur gibi yukarı doğru olması bu umursamaz tavırlarının beden diline yansıması diyebiliriz. Ellerinde çakmak veya metal bir nesne bulunduğunu gördüğümüz erkek görüşmeciler bunun alışkanlık olduğunu ifade etmişlerdir. Giyim ve Saç Stilleri İnsanların giyim ve saç stilleri, onları tanımadan bağlı bulundukları toplumsal sınıfı ve kültürlerini anlamamızı sağlayan önemli bir ipucudur. Görüşmecilerimiz olan gençlerin dinledikleri Arsız Bela adlı şarkıcının giyim ve saç tarzını birebir uyguladıkları görülmüştür. Şarkıcıdaki her değişimi takip ettiklerini belirten görüşmecilerimiz, Arsız Bela’nın ilk çıkış yaptığı zamanlardaki giyim tarzını daha çok beğendiklerini belirtmişlerdir. O dönemlerinin kendilerini daha çok yansıttığını düşünmektedirler. Görüşmecilerin gittikleri kuaförlerle yaptığımız görüşmede saç kesimi için gelen gençlerin özellikle Arsız Bela’nın saç modelini istediklerini öğreniyoruz. Görüşmecilerin saç modeli ve renginde sık sık değişiklik yaptıkları görülmüştür. Bunun nedenini, Arsız Bela’nın sık sık değişiklik yapmasına bağlayanlar olduğu kadar sıkıntıdan değişiklik yaptığını belirten de olmuştur. Düşük bel pantolon ve dikkat çekici renkleri tercih etmektedirler. Girdikleri ortamda giyimleriyle hemen göze batan bu gençlerin, toplum tarafından fark edilme istekleri ve çevreleri tarafından beğenilme arzuları olduğu görülmektedir. Görüşmecilerden Aykut, çocukken babasıyla kavga etmek için saçlarını uzattığını, bu durumu bahane ederek evden kaçtığını belirtmiştir. Her konuda babasının istekleri doğrultusunda hareket eden Muhammed, saçları ve giyim tarzı sözkonusu olunca taviz vermediğini söylemiştir. Modaya uygun giyime dikkat etmeseler de, giysilerinin taklit marka ürünler olduğu görülmektedir. Kızların dikkatini çekmek kadar toplum tarafından itibarlı ve zengin bir duruşa sahip olma özentisi içinde oldukları söylenebilir. Kullandıkları sigara kaçak da olsa en pahalı markaları tercih ettikleri görülmüştür. Giyim ve saç tiplerinden yola çıkarak kızların sert bir imaja sahip olduklarını söyleyebiliriz. Saç kesimleri marjinal olduğu kadar dikkat çekiyor ve ürkütebiliyor. Çevrelerindeki erkeklerin de bu tarza sahip olmaları bunun nedeni olarak gösterilebilir. Diğer yandan bir karşı duruş 110 gösterdiklerini söyleyebiliriz. Maddi imkânsızlıklar içinde değiştirebilecekleri tek şeyin saçları ve giyimleri olduğu anlaşılmaktadır. Görüşmecilerden Dilara arkadaşlarının iğneyle kol derisini kazıdıktan sonra sigara külüyle nasıl dövme yaptıklarını anlatmıştır. Özellikle yaşadıkları kötü bir olay sonrası kendilerine acı çektirerek o olayı unutmamak için bunu yaptıklarını belirtmiştir. Alt kültür gençlik arasında dövme yapanlara sıklıkla rastlansa da pahalı olması sebebiyle bunu kendi yöntemleriyle gerçekleştirmektedirler. Mekân Tercihleri Alt kültür gençliğin bir araya geldikleri ortamlar en az paranın harcandığı, toplumdan uzak mekânlar olmaktadır. Her işlerini gözden uzak yapmayı tercih ettikleri görülmüştür. Aile ve toplum tarafından dışlanmanın ve suçlanmanın bir sonucu olarak bunu tercih ettikleri düşünülmektedir. Dilara kendisini dışında tutarak arkadaşlarıyla ilgili olarak şunları söylemiştir: Kafeye gidilmez, para lazım. Bazen arabaya biner tur atarlar, kızlar vardır yanlarında… sessiz sakin bir yer bulur sesi açarlar. Bira, esrar çıkarılır. ‘Kova başı’ yaparlar oralarda. Kafayı bulurlar yani. İçlerini döküp gelirler. Kemal, ortamı kendilerinin yarattığını ve kafelerin kendilerine ters olduğunu belirtmiştir. Kız arkadaşlarının aileleri haberdar olmasın diye izbe yerleri tercih ettiklerini ve birlikte müzik dinlediklerini söylemiştir. Gerçekten de bakıldığında bulundukları ve birlikte müzik dinledikleri ortamlar metruk binaların olduğu yerlerdir. Gençler birlikte müzik dinlemek istediklerinde “Hanzade” adında günlük kiralanan bir mekânı tutmakta, bu ortamda biraraya gelip sosyalleşmektedirler. Gözlemler sürecinde görülmüştür ki Arkadaşlık İlişkileri ve Sosyalleşme Alt kültür gruplara ait kültürel kodların yaygınlaşmasında muhakkak ki akran ilişkileri ve sosyal ortamlar büyük önem taşımaktadır. Bu bölümde eğlence tarzları ile sosyal medya kullanımları, arkadaşlık ilişkileri ve sosyalleşme teması altında ele alınmıştır. Akran İlişkileri ve Gruplaşma Arkadaşlığa çok önem verdiklerini söyleyen görüşmeciler bir aradayken var olduklarını belirtmişlerdir. Dilara arkadaşlarıyla ilgili olarak şunları söylemiştir: Arkadaşlığa önem verilir. Ama erkeklerin bir kız yüzünden araları hemen bozulabilir. Benim sevdiğim kıza nasıl bakarsın sen diyerek kavga bile ederler. Zaten şarkıların sözlerinde bu çok geçer. Arkadaşım arkamdan vurdu gibi. Arkadaşlığı gerçeklerden uzaklaşmak ve yaşamak istedikleri hayatın hayalini kurabildikleri ortamın kurucusu olarak gördükleri, ‘özgür’ ve ‘daha iyi hissetmek’ gibi ifadelerin bunun göstergesi olduğu söylenebilir. Aykut ise ‘güç’, ‘yalnızlık’ gibi kavramlar üzerinden arkadaşlık ilişkilerini tanımlamıştır. Toplumun onları anlamayacağının da altını çizmektedir. Dışlandıkları toplumu bir nevi onlar da dışlamaktadır. Muhammed bu sözleri şu şekilde pekiştirmiştir: Ne yalan söyleyeyim polislere bile dikleniyorum yanımda arkadaşlarım olduğunda. Zaten çoğu polis grup olduğumuzda yanımıza gelmiyor. Şarkı sözü gibi cümleler kuran Kemal, sırtının sağlam olduğunu ve arkadaşlarıyla birlikte kalıcı izler bıraktıklarını belirtmiştir. “Hata yapanın vücuduna dövmemizi kazırız” sözüyle bunu ifade etmiştir. Arkadaşlık kavramının alt kültür gençlik içinde vefalı olmak sıfatıyla eş anlamlı kullanıldığı görülmektedir. Arkadaşlığa aykırı davranmak ise vefasızlık şeklinde yorumlanmaktadır. 111 Dinledikleri şarkılarda da çokça kullanılan ‘sırtından vurulmak’ ifadesinden de bunu anlamaktayız. Her ne kadar vefa önemli bir kavram olarak dillerinde kullanılsa da arkadaşlarına güvenmediklerini ve her an yanlış yapabileceklerini belirtmişlerdir. Dinledikleri şarkılarda olduğu gibi yaşantılarında da belirsizliğin ve çelişkinin hâkim olduğu görülmektedir. Eğlence Tarzları ve Gruplaşma Eğilimi Tüm görüşmecilerin ortak eğlence tarzlarının müzik dinlemek üzerine odaklandığı görülmüştür. Kızlar aile baskısı, erkekler ise maddi olanakların kısıtlı olması nedeniyle eğlence ortamlarına fazla giremediklerini belirtmişlerdir. Araba kiralayıp gezmenin, kova başında (pet şişenin kesilip içine tatlı denilen uyuşturucu hapı atarak yaptıkları bir çeşit nargile) müzik dinlemenin en büyük eğlence olduğunu söylemişlerdir. Önceki yıllarda düğün salonu kiralanarak Arabesk Rap yapan grupların katıldığı partiler yaptıklarını belirten Muhammed son yıllarda bu geleneğin kalmadığını belirtmiştir. Eğlenme biçimlerinin merkezinde müzik olduğu görülen görüşmeciler, müzik etkisiyle uyuşturucu madde kullanmadıklarını belirtmişlerdir. Müzik dinledikçe gerçeklerden uzaklaşmak için alkol-uyuşturucu kullandıkları, uyuşturucu-alkol kullandıkça da müzik dinledikleri söylenebilir. Birbirine bağımlı eylemler olduğu görülmektedir. Dilara’nın sözleri bu yargıyı destekler niteliktedir: Şimdi bir araya gelmek demek kafayı çekmek demek, kafayı çekmek demek müzik demek… İlk gençlik çağının, gençlerin sosyal ilişkileri geliştirerek kişilik yapılarının ve kültürel kodlarının temellendiği dönem olması içinde bulunduğu grubun önemini artıran bir unsurdur. Grup psikolojisinin yarattığı her şeyi yapabilme cesaretiyle gençler, özentinin de tetiklemesiyle illegal işlere bulaşabilmektedirler. Zamanla gerçekte sahip oldukları kişilikten uzaklaşarak mensubu oldukları grubun diğer bireyleri gibi hareket etmeye başlamaktadırlar. Sosyal Medya Kullanımı ve Popülerlik Hayatın her alanını kuşatmış olan iletişim teknolojileri, insan ilişkilerinin de ekranlar ve tuşlar aracılığıyla gerçekleşmesine yol açmıştır. Alt kültür gençlik için sosyal medya, hem kültürel kodların yaygınlaşmasını hem de popüler olmalarını sağlayan bir ortamdır. Genellikle Facebook kullanan görüşmecilerimiz, yaptıkları şarkıları Youtube’ta paylaşıp ünlü olmak isteyen arkadaşlarının da olduğunu belirtmişlerdir. Arsız Bela’ya ait Facebook hesabıyla birlikte hayranlarının oluşturduğu sayfaları takip ediyorlar. Hayranların oluşturduğu Facebook kapalı gruplarına herkesi kabul etmiyorlar. Takip etmek isteyenlerin sayfalarını kontrol edip Arsız Bela/Ali Metin paylaşımı olup olmadığına baktıktan sonra mesajla bazen soru sorabiliyorlar. Merve, Arsız Bela’nın, sayfayı takip edenleri etiketleyerek ilgiyi artırdığını söylemiştir. Kendi bireysel sayfalarında ise paylaşımlarının daha çok beğeni alması için çeşitli yollara başvurulduğunu belirtmiştir. Kısa sürede bilgilerin yaygınlaşmasının ve gerçek hayatta göremedikleri takdiri almalarının Facebook’u çekici kılan etkenler arasında olduğu anlaşılmaktadır. Grup içinde oluşturdukları dil kendilerini daha özel hissetmelerini ve toplumun diğer kesimlerinden ayrılmalarını sağlıyor. Profil ismi olarak dikkat çeken farklı isimler tercih etmektedirler: Emsi Reis, O Bir DiyarbakırLı, AksarayLı, İsyankar Genç, Kaderimse Çekerim gibi profil isimleri kullanmaktadırlar. Günlük hayatta olduğu gibi sosyal medyada da bazı harfleri büyük kullandıkları görülmektedir. Beğenilmek ve popüler olmak isteğinin ön plana çıktığı Facebook’ta çeşitli beğeni hilelerin de kullanıldığını söyleyen Dilara, bu şekilde takipçilerin ilgisini çektiklerini belirtmiştir. 112 Görüşmecilerin sosyal medya ve popülerlikle ilgili kullandıkları ortak söylemlere baktığımızda ‘beğenilmek’, ‘önemsenmek’, ‘para kazanmak’, ‘ilgi görmek’ gibi kelimeler öne çıkmaktadır. İçinden geldikleri kültür, ekonomik koşullar ve yaşamak istedikleri hayat arasında sıkışıp kalan alt kültür gençliğin bir şekilde toplumun dikkatini çekerek kendilerine yer bulma gayreti içinde olduğu anlaşılmaktadır. Dinledikleri arabesk rap tarzının dramatik ve protest bir yapı barındırıyor olması da bunun göstergesi sayılabilir. Müziğin Anlamı Müzik dinleme alışkanlıkları ve müzikle bağdaştırılan hayatlar alt başlıklarıyla ilişki içinde olduğu noktalar dikkate alınarak ‘Müziğin Anlamı’ teması altında ele alınmıştır. Müzik Dinleme Alışkanlıkları Arabesk Rap ve hepsi Arsız Bela dinleyicisi olan görüşmecilere yönelttiğimiz Arabesk Rap’le ilgili düşüncelerini Dilara şöyle açıklamıştır: Kendi içlerindeki duyguları anlatıyorlar. Ben de lise döneminde çok dinledim. Şimdi de dinliyorum ama eskisi kadar fanatik değilim. Bana kazandırdığı hiçbir şey de yok. Sadece orada geçen bazı sözleri etkiliyordu. Aşk, özlem gibi sözler… Her ne kadar dinlese de bu müzik türü hakkında eleştiri yapmaktan da çekinmeyen Dilara şöyle devam etmiştir: Hazır para yemeye alışmışlar abla. Kolaydan para kazanmanın yolunu bulmuşlar. Biz bu gençlerin duygularını biliyoruz, aynı yollardan geçtik deyip saçmalayarak para kazanıyorlar. Bağırıyorlar sadece, Allah belanı versin dediğinde ergenler kendilerinden geçiyor, zaten “kafaları trilyon” her şey güzel geliyor. Merve baskı gören, ailesinin görmediği, konuşmadığı, istediklerini yapamayan ve yalnız biri olarak Arabesk Rap’in kendisini anlattığını söylemiştir. Arabesk Rap acı ve isyanın birleşmesidir, diyen Muhammed neye karşı isyan olduğunu şöyle açıklamıştır: İsyan valla her şeye... Ben okuldan nefret ederdim okula isyan ederdim. Niye zengin doğmadım diye isyan ederdim. Yakında niye evlendim diye isyan ederim belki. İçimizde var abla isyan etmek… Müzikle Bağdaştırılan Hayatlar Alt kültür gençlik, kendi içlerinde bir dünya yaratan ve bu dünyanın gerçekliğini dinledikleri müziklerle yaşayan bir özelliği barındırmaktadır. Görüşmecilere, hayran oldukları şarkıcının kendileri için taşıdığı anlamı sorduğumuzda aldığımız cevaplar da bu yargıyı destekler nitelikte olmuştur. Kemal şunları söylemiştir: Neden Arsız Bela dersen, adam iyi söylüyor. Bana çok şey kattı. Onu dinlemeseydim eskisi gibi sessiz sakin ödlek biri kalırdım. Şimdi herkes korkuyor benden. Arkadaşlarının ve kendisinin Arsız Bela dinleme nedeninin öncelikle özenti olduğunu söyleyen Dilara erkeklerin örnek aldıkları için, kızların ise yakışıklı buldukları için dinlediğini söylemiştir: Şimdiki ergenler fazla argo kullandığı için beğeniyorlar. Çocuk hem dis atıyo, bu dis’ler gençlerin takibini artırıyor. Dis atmak, Arabesk Rap’te sıklıkla, çoğunlukla küfürlü sözlerin kullanıldığı bir çeşit atışma gibidir. Bir Arabesk Rap şarkıcısının bir diğer şarkıcıya laf vurarak şarkı söylemesi olarak tanımlanabilir. 113 Merve yaşadığı baskıların dışa vurumu olduğunu söylediği Arsız Bela şarkıları için ayrıca şu yorumu yapmıştır: Bizim yapamadığımızı onlar yapıyor. Bağıramıyorum ben, o bağırıyor. İstediklerimi o söylüyor, yapamadıklarımı o da yapamıyor. Bu yüzden kendime yakın hissediyorum. Yalnızım, bu yüzden Arsız Bela dinliyorum. Popüler kültürün göstergelerinden olan ürünün veya hizmetin değil imajların ve hazların sunulması müzik alanında çok daha bariz kendini göstermektedir. Her ürün, hedef kitlesinin kültürel kodlarına uygun olarak ambalajlanıp satışa sunuluyor. Kendisi de alt kültürden gelen biri olarak, bu gençlerin yaşantılarını ve beklentilerini bilen Arsız Bela adlı şarkıcının sunumu da alt kültürlere uygun olarak yapılmaktadır. Kızların âşık olacağı, erkeklerin örnek alıp onun gibi davranarak kızları daha kolay etkileyebileceği izlenimi yaratılmaktadır. Bir insanı en çok kendi gibi düşünen, kendi gibi hissedebilen ve en önemlisi aynı yerden gelen bir insanın anlayacağı düşüncesiyle pazarlanmaktadır. Özdeşleşmenin başlangıcı da bu şekilde gerçekleşmektedir. Kimsenin kendisini anlamadığını düşünen Merve, Arsız Bela’nın yokluğunu düşünemediğini şu sözlerle ifade etmiştir: Arsız Bela olmasa herkeste bir tuhaflık olur. Mesela müzikleri kaldırılsa ben kendimi boş ve yalnız hissederim. Kaldırılmasın. ‘Yalnız ve boş hissetmek’, ‘tuhaf olmak’ ifadeleri yaratılan bir imajın hayatın gerçeğinde ne denli büyük bir anlam yarattığını göstermektedir. Bir aile üyesini kaybetmek, vücundaki bir organı yitirmek ve benzeri yokluklarla aynı anlam alanını paylaştığı anlaşılmaktadır. Bir varlığın eksikliğiyle tuhaf ve boş hissetmek, özdeşleştirildiği hayatın onun yönlendirmesiyle şekillendiğinin de göstergesi olarak açıklanabilir. Yapay ve sahte bir şekilde gençlerin ihtiyaçları giderilse de, tıpkı uyuşturucu madde gibi bir süre gerçeklerden uzak olmayı sağladığı ve istediği şeyleri bulduğu hissi dahi tatmin etmektedir. Ancak bu ihtiyaç hiçbir zaman bitmeyecektir. Zaten olması istenen de tam olarak budur. Popülerlikle Değişen Tarzlar 2004 yılında adı duyulmaya başlayan Arsız Bela’nın, geçen zaman içinde müzik tarzında değişimler olduğu görülmektedir. İlk çıkış parçalarında popüler şarkıları rap ile birleştiren Arsız Bela daha sonra türkü formuna yakın bir tarz oluşturmuştur. Görüşmecilerden Dilara bu değişimi şu şekilde açıklamıştır: Gençleri toplamak için Rap ile türküyü birleştiriyor. Artık tanındıktan sonra Rap’i yavaş yavaş bırakmaya başladı. Şimdiki tarzı daha çok türkü tarzında... Yani Rap’i tanınmak için kullandı. Hayranları değişimin farkında ancak onu dinlemekten vazgeçmemişler. Merve arabesk rap’i daha çok sevdiğini söylese de Arsız Bela’nın popüler olmasıyla değişen tarzının ona olan sevgisini azaltmadığını belirtmiştir. Şarkıların hala kendisini anlattığını söylemiştir. Türkü formundaki şarkılarla daha geniş bir kitleye ulaşacağını düşünmektedir. Aykut ise değişimin gerekli olduğunu şu sözlerle belirtmiştir: Arabesk Rap’i ergenler daha çok sever. Zaten hayranlarının çoğu ergen... Bizim gibi büyük dinleyici sayısı azdır. Ama biz her zaman dinleriz, kaç yaşına gelirsem geleyim dinlerim. Şimdi daha çok türkü gibi söylüyor. Ama daha vurucu sözleri var, insanın ciğerini yakar, sözleriyle ve sesiyle... Arsız Bela büyüdüğü gibi dinleyenleri de büyüdü. Herkesin dinleyebileceği şarkılar söylüyor şimdi. Daha iyi oldu bence. 114 Değişimin kendilerini etkilemediğini ve hala bir numara şarkıcı olduğunu söyleyen Muhammed, Arsız Bela’yı artık babasının bile dinleyebileceğini belirtmiştir: Elit olmaya çalışıyor diyorlar ama onun özünde yok öyle şeyler. Halk adamıdır o, bizim içimizden. Gençleri o anlar bir tek. Eskisi gibi çok dinleyeni yok deseler de inanmıyorum ben. Yani çocukların dinlediğini söyleyen var, bence rakiplerinin çıkardığı yalanlar bunlar. Yerel bir televizyon kanalında program yaptığı için tarzının değiştirdiğini düşünen Eda, değişimden memnun olmadığını ancak dinleyici sayısının yükseldiğini söylemiştir. Arsız Bela’nın ilk çıkış dönemlerindeki tarzını daha çok sevdiklerini ifade eden görüşmecilerimiz, zamanla geçirdiği değişimi popüler olmasına ve herkese hitap etme kaygısı taşımasına bağlamaktadırlar. Şarkıcının Facebook, Instagram gibi sosyal medya hesaplarında bu değişim gözlenmektedir. Popülerlikle birlikte sosyal içerikli paylaşımların arttığı, yardım konserleri düzenlediği ve bu şekilde gündemde kalmaya çalıştığı görülmektedir. Hedef kitlesini genişletmek adına türkü söylemeye başlaması hayranlarını memnun etmese de onu dinlemekten ve sevmekten alıkoymamaktadır. Kendisine iyi geldiğini düşünmesi, elde edemediği şeyleri onunla ediniyor hissine kapılması dinleyici için yeterli olmaktadır. SONUÇ Toplum içinde farklı sıfatlarla isimlendirilen gençlik altkültürünün kodlarından yola çıkarak, arabesk rap müziğin bu gençlik üzerindeki etkilerini ve hayatlarını ne ölçüde şekillendirdiğini tanımlamak amacıyla bu çalışma hazırlanmıştır. Haklarında genellikle serseri, tinerci, suçlu, madde bağımlısı şeklinde tanımlamalar yapılan, kendilerine has terimleri, müzik ve dans formları olan gençlik altkültüründe (Yaman, 2014, s.59; Williams, 2007, s.579) müziğin büyük bir önem taşıdığı görülmektedir. Müzik, bu gençlerin duygularını, isyanlarını, iletişim biçimlerini, arkadaşlık ilişkilerini, aileleriyle ve toplumla olan kavgalarını büyük ölçüde etkilemektedir. Gençlik altkültürleri içinde yer alan Arsız Bela hayranlarının “kendimi buluyorum” diyerek dinlemeyi tercih ettiği bu şarkılar, kendine özgü, topluma kapalı bir birey tipi yaratmaktadır. Daha çok özentiyle kendine farklı bir tarz yaratarak topluma uyum sağlamaya çalışan gençler, çevreleri tarafından yadırganmakta ve dışlanmaktadırlar. Ne içinde doğup büyüdüğü kültüre ne de sonradan katıldığı kültüre ait olamayan arabesk rap dinleyicileri, kendilerini kanıtlamak için toplumun hoş görmediği davranışlar sergileyebilmektedir. İçlerinde, kendilerini dışlayan topluma ve sisteme olduğu kadar mensup oldukları aileye, yoksulluğa ve özendikleri hayata sahip herkese karşı öfke bulunmaktadır. Gençlerden bir kısmının kavgacı, sert ve korku uyandıran bir imaja sahip olmak için gösterdikleri çabanın nedeni bir çeşit koruma alanı oluşturmaktır. Büründükleri imaj, iç dünyalarını gizlemek maksadıyla, toplumun takındığı önyargılı tavırlara bir tepki olarak okunabilir. Negatif bir etkiye negatif bir tepki olarak da nitelendirilebilecek bu tavrın, tanıştıkları her kişiyi toplumun bir parçası olarak görme eğiliminden kaynaklandığı söylenebilir. Williams (2007, s.580), gençlik altkültürlerinin hakim kültüre direnç olarak özel işaretler, farklı giyim stilleri oluşturduklarını ve topluma kapalı bir grup yapısına sahip olduklarını belirtmektedir. Bu tanımlama ulaştığımız yargıyı destekler niteliktedir. Bununla birlikte gençleri ‘öteki’ olarak görmediğiniz ve aynı mesafede durduğunuz anda kabuklarının kırıldığını görülmektedir. İlk başlarda pervasız, umursamaz ve uzak duran bir yapıya sahipken, birlikte zaman geçirdikçe saygılı ve sizi önemseyen bir tavır takınmaları yönlendirilmeye açık olduklarını, dolayısıyla Williams’ın (2007) tanımında belirttiği direncin kırılmasının da mümkün olduğunu göstermektedir. Kendi içlerinde değerli gördükleri kişilere verdikleri ‘Ayan Abi’ lakabı, gerçekte polisler için kullandıkları bir sıfattır. Devleti temsil eden polislere hakaret olarak kullandıkları bu ifadenin kendi içlerinde bir takdir ifadesine dönüşmesi, devlete olan saygının göstergesidir. Polise 115 hakaret etseler dahi devleti temsil ediyor olması nedeniyle saygı da duymaktadırlar. Kendi içlerinde hep bir çelişki barındıran arabesk rap dinleyicileri gerçekte olduklarından farklı görünmek için çaba göstermektedir. Kendi gerçekleri ve ulaşamadıkları olanaklar postmodernizmin çoklu kişilik oluşumunu kaçınılmaz kılmaktadır. Evden kaçmak için bahane yaratan, kavga eden, yalan söyleyen gençlerin kendilerini yaşayabilmelerinin tek olanağı sokaklar, izbe mekânlar, aileden ve toplumdan uzak mekânlardır. Toplumda büyük kesimin çekindiği alanlar olan metruk binalar ve izbe ortamlarda, hiç kimse müdahale etmeden kurallarını kendileri belirlemektedirler. Bu mekânlar, özgürlüklerinin, kendilerini daha iyi hissetmek için müzikleri yüksek sesle dinleyebildikleri yer olmaktadır. Giyim ve saç tarzlarındaki farklılığın da altında aynı etken yatmaktadır. Yaşadıkları geçim sıkıntısı ulaşmak istedikleri hayatı yaşamalarına olanak vermese de saçlarını ve giyimlerini değiştirmeye gücünü kendilerinde bulmaktadırlar. Kontrol edebildikleri ve sahip oldukları tek şeyin bedenleri olması onun üzerinde her türlü değişimi gerçekleştirmeye itebilmektedir. Öfkelendiklerinde ve üzüldüklerinde bedenlerine uyguladıkları acı veren yöntemler de bu şekilde değerlendirilebilir. Kendi ifadeleriyle “değişmeyen hayatta değişen tek şey” bedenleri olmaktadır. Yörükoğlu’nun (1986, s.138-139), küçük yaşlardan itibaren ihmal edilip, hor görülen çocuğun ileriki yaşlarda isyankâr, saldırgan, kavgacı ve suç işlemeye eğilimli bir karakter geliştireceğini belirtmesi gençlerin bu eylemlerini açıklar niteliktedir. Öfke ve saldırganlık noktasında ilk hedefleri kendileri olmakta, zamanla zarar verme alanı topluma doğru genişleyebilmektedir. Müzikle yaratılmış bir evren söz konusudur. Gençlerin yarattıkları dünya genelde müziğe endeksli ve oradaki imgelerin kendi hayatlarına yerleştirilmesi şeklindedir. Yarattıkları dünyanın gerçekliğini dinledikleri müziklerle yaşayan Arsız Bela hayranları, yaşam kaynağı gibi gördükleri şarkıcının ekseninde dönmektedirler. Kitleleri harekete geçirebilmenin yolu onların duygularına, basit ama abartılı şekilde seslenmektir diyen Le Bon’un (2009, s.37) görüşünden yola çıkarak çoğunlukla eğitimsiz olan gençlerin hangi motivasyonlarla hayatlarını şekillendirdiklerini anlamak mümkündür. Dinledikleri müziklerle kendilerini güçlü, özgür ve iyi hissetmeleri, şarkıların onlarda bir çeşit ilaç etkisi yarattığını göstermektedir. Müzik dinlemeden önce ve dinledikten sonra madde kullanmalarının, ilacın etkisini pekiştirmek maksatlı olduğu söylenebilir. Ancak bu ilaç iyileştirmekten ziyade hastalığı yaygınlaştırmaktadır. Gerçek dünyayla karşı karşıya kaldıkları anda yıkıcı olmaya ve zarar vermeye başlamaktadırlar. Çöp kovalarını devirmekten sokak lambalarını kırmaya, hırsızlıktan adam yaralamaya kadar çeşitli şekillerde kendini gösteren bu yıkıcılık yarattıkları dünyanın gerçeklerle uyum sağlamaması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Arabesk Rap gibi ritim yerine söze ve mesaj vermeye dayalı bir müzik tarzı söz konusu olduğunda ise içeriğin dönüşümünün kendini ifade etme isteğine bağlı olduğu görülür. Böylece müzik Amerika’da ve Almanya’da ırkçılığa karşı bir ses çıkarma aracı olarak karşımıza çıkarken (Üçer, 2013, s.253) burada gençlerin kendi problemlerini aktarma aracı hâline gelir. Daha geniş bir perspektifte kültür bağlamında düşünüldüğünde, örneğin kıyafetler, katılımcılardan birinin ifadesiyle “Ben de buradayım demek istiyorum, ben de varım, beni de görün.” demenin bir yansıması olarak görülebilir. Yaratılan duygusal yoğunluğun ve şarkılardaki imgelerin güçlü etkiye sahip olmasının nedeni, gerçek hayatta karşılığını bulmasıyla ilgilidir. Şarkı sözleri basit, kolay anlaşılır olmaktadır ve gençlerin hayatından kesitler taşımaktadır. Şarkıcının da aynı altkültürden gelmiş olması ve aynı duyguları yaşaması şarkıların oluşturulmasında ve pazarlanması noktasında oldukça etkili olmaktadır. Arabesk rap’in gençlik altkültüründen hayran kitlesi oluşturması ve popülerlik kazanması, tarzında değişiklik yaparak daha geniş bir kitleye hitap etme sürecini beraberinde getirmektedir. Bu durum, başlangıcı ve niteliği alt kültür olan müzik tarzlarında dinleyici 116 kitlesinin artmasıyla birlikte kültür endüstrisi tarafından dönüştürülerek popüler kültüre geçişinin sağlandığını göstermektedir. 80’li yıllarda yine bir altkültür olarak doğan Arabesk müzik de aynı yollardan geçmiştir. Müziğin popülerleşmesiyle beraber kitlesel dinleyicileri oluşmuş, hatta 2000’li yıllarla birlikte Müslüm Gürses, Orhan Gencebay gibi isimler adeta belirli bir grubun dinlediği isimler olmaktan çıkmış Popüler Kültürün bir parçası haline gelmiştir. Katılımcılarımızın da Arsız Bela için düşündükleri benzerdir. Gerek gözlemler gerekse görüşmeler yoluyla fark edilen bir gerçek Arsız Bela’nın sözlerindeki değişimin dinleyicileri üzerinde oluşturduğu hoşnutsuzluktur. Artık dinleyicileri Arsız Bela’nın sözlerinde eskisi gibi sert ve isyankâr bir ifadenin olmadığını belirtmiş sanki bize değil de herkese müzik yapıyor artık demeye başlamışlardır. Dinledikleri şarkıların olmaması durumunda neler hissettiklerine dair yaptıkları açıklamalar müziğin hayatlarında ne denli büyük bir etkiye sahip olduğunu göstermektedir. ‘Yalnız ve boş hissetmek’, ‘tuhaf olmak’ ifadeleri, yaratılan imajın hayatlarında ne denli büyük bir anlama geldiğini göstermektedir. Müzikten yoksun kalmanın, bir aile üyesini kaybetmek, vücuttaki bir organı yitirmek ve benzeri yokluklarla aynı anlam alanına sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bir varlığın eksikliğiyle tuhaf ve boş hissetmek, özdeşleştirildiği hayatın onun yönlendirmesiyle şekillendiğinin de göstergesi olarak açıklanabilir. Yapay ve sahte bir şekilde gençlerin ihtiyaçları giderilse de, tıpkı uyuşturucu madde gibi bir süre gerçeklerden uzak olmayı sağlamakta ve sahte bir his oluşturmaktadır. Kuyucu’nun da belirttiği gibi (2016: 193) popüler müzikteki standartlaşmış ritimler dinleyiciyi, ‘ritmin kölesi’ haline getirmektedir. Arsız Bela hayranları hayata tutunmak için müziğe sarılmakta ve onunla kendilerine bir dünya yaratmaktadırlar. Marchetti (1982, s.208), bastırılmış ve ortaya çıkarılmamış duygularını serbest bırakmak için filmlerin ve şarkıların altkültür gençliğe meşru bir ortam oluşturduğunu belirtmektedir. Bir anlamda Demir’in de (2014) belirttiği gibi, bu altkültür için gerçek yaşamla başa çıkmak için giydikleri zırhı ancak kendileri için hayatta karşılaşacakları gerçekliklerin (askerlikten/evlilikten sonra kendilerini bekleyen yetişkin yaşantısı) ne olduğunu bilen ve çaresizlik ile idealleri arasında sıkışan bir anlamda arafta kalan gençler denilebilir Arsız Bela hayranları için müzik, umutlarını yaşattıkları bir ortamın yaratıcısı olmaktadır. Oluşturdukları alanın tam anlamıyla hakimi olmak adına özel kodlar oluşturmakta ve yabancıları içlerine kabul etmemektedirler. Bu özel alanda aldıkları beğeniler kendilerine olan güvenlerini artırarak ve geleceğe olan umutlarına sarılmalarına olanak tanımaktadır. Ancak gerçeklerle karşılaştıkları an tüm umutları yıkılmakta ve bunu şiddet olarak yansıtma yoluna gitmektedirler. KAYNAKÇA Bayhan, V. (2007). Hedonist ve Püritan Etik Sarmalında Postmodern Gençlik. Bildiriler, Çevre, Kentleşme Sorunları ve Çözümleri, 1.Cilt, Ankara. Ankara. Berger, A. A. (2014). Kültür Eleştirisi. İstanbul: Pinhan Yayıncılık. Berger, A. A. (2014). Kültür Eleştirisi. İstanbul: Pinhan Yayıncılık. Bozkurt, S. S., Zahal, O. ve Uyan, D.Z. (2015), Ortaokul Öğrencilerinin Duygu Durumlarına Göre Dinledikleri Müzik Türlerinin İncelenmesi, The Journal of Academic Social Science Studies(39) http://dx.doi.org/10.9761/JASSS3119 Burcu, N. D. (2007). Arkadaş Grubuna Sahip Olmaya Verilen Önemin Gençlerin Vandalizmi Üzerindeki Etkisi. Edebiyat Fakültesi Dergisi(24), 23 - 44. 117 Castells, M. (2013). İsyan ve Umut Ağları İnternet Çağında Toplumsal Hareketler. İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları. Demir, İ. (2014). Apaçi Gençlik, Gençlerin Toplumsal Davranış ve Yönelimleri: İstanbul’da “Apaçi” Altkültür Grupları Üzerine Nitel Bir Çalışma- Kitap Eleştirisi. İnsan ve Toplum Dergisi(4) dx.doi.org/10.12658/human.society.4.7.D0071 Demirtaş, H. A. (2003). Sosyal Kimlik Kuramı, Temel Kavram ve Varsayımlar. İletişim Araştırmaları, 123-144. Denzin, N., & Lincoln, Y. (2000). Handbook of qualitative research (3.bs.). Thousand Oaks, CA: Sage Dinçer, M. (1997). "Göç-Doğal Kaynaklar İlişkisine Çevre Güvenliği Açısından Bir Bakış", Toplum ve Göç. II. Ulusal Sosyoloji Kongresi (Mersin Kasım 1996). Ankara.: D.İ.E. Yayınları. Doğan, İ. (1990). Bir Alt Kültür Olarak Ankara Yüksel Caddesi Gençliği. Amme İdaresi Dergisi, 145-163. Harvey, D. (2010). Postmodernliğin Durumu. (S. Savran, Çev.) İstanbul: Metis Yayıncılık. Kağıtçıbaşı, Ç. (1988). İnsan ve İnsanlar. İstanbul: Evrim Yayıncılık 7. Basım. Koç, M. (2004). Gelişim Psikolojisi Açısından Ergenlik Dönemi ve Genel Özellikleri. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı : 17, 231-256 . Kuyucu, M. (2016). Theodor W. Adorno’nun Perspektifinden Popüler Türk Müziğinde Standartlaşma Sorunsalı. TRT Akademi/Eğlence Dünyası, 188-208. Le Bon, G. (1960). The croud: A study of the popular mind (Le Bon'dan akt. Arthur Asa Berger (2014), Kültür Eleştirisi, Pinhan Yayıncılık). New York: Wiking. Le Bon, G. (2009). Kitleler Psikolojisi. İstanbul: Hayat Yayınları. Lull, J. (2000). Popler Müzik ve İletişim. (T. İblağ, Çev.) İstanbul: Çivi Yazıları/Littera Yayınları. Marchetti, G. F. (1982). Film and subculture: The Relationship of film to Punk and Glitter Youth Subcultures (Phd Dissertation). University Microfilms International. Marx, K. (1963). Early Writings (Marx'tan akt. Arthur Asa Berger (2014), Kültür Eleştirisi. New York: McGraw-Hill. Oğuz, T. (2016). Dijital Müzik Tüketim Alışkanlıkları. eKurgu (http://ekurgu.anadolu.edu.tr/onceki-sayi-ozet/27-dijital-muzik-tuketim-aliskanliklari), 44-62. Oskay, Ü. (2001). Müzik ve Yabancılaşma/Aristo, Huizinga ve Adorno Açısından Bir Ön Çalışma. İstanbul: Der Yayınları. Özbek, M. (2000). Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski . İstanbul: İletişim Yayınları. Öztürk, M. (2008). Ergen Psikolojisi. Sosyal Bilimler Konferansları. İstanbul. Sağır, A. ve Öztürk, B. (2015). Sosyolojik Bağlamda Müzik ve Kimlik: Karabük Üniversitesi Örneği, Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi(8) 118 Şimşek, A. Y. (2013). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. Ankara: Seçkin Yayıncılık. Twenge, J. M. (2009). "Ben" Nesli. İstanbul: Kaknüs Yayınları. Üçer, M. B. (2013). Müzikte Anlamın Yeniden Üretimi: Hip-Hop Kültürünün Türkiye’deki Görüntüleri Üzerine Sosyolojik Bir İnceleme, II. Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi Bildiriler Kitabı - I, İstanbul, s.249-263 Williams, J. P. (2007). Youth-Subcultural Studies: Sociological Traditions and Core Concepts. Sociology Compass, 572–593. Yaman, Ö. M. (2014). Apaçi Gençlik. İstanbul: Türkiye Yeşilay Cemiyeti. Yörükoğlu, A. (1986). Gençlik Çağı. Ankara: TİB Kültür Yayınları. 119 OLD AGE (SECOND SPRING) PROGRAMS IN TURKISH RADIO STATIONS Özgül BİRSEN1 ABSTRACT Radio, is one of the oldest amongst traditional media. Naturally, it is one of the mass media, which is highly used by old people. The target audience for today's radio is youth, and programs are based on popular music culture. On the other hand, young people have a different media consumption habits with changing and developing technology. The only way to listen to music is not radio. With the Internet, young people's media outlook has changed completely and the radio has remained one of the alternatives of the multi-media environment. This point of view shows that the loyal listeners of the radio are older people than the young. The basic problem of this research is that what the radio that needs young people to survive, do for the elderly people. In Turkey, radio broadcasting continues its existence with two different management models. TRT radios, which broadcast via state broadcasting, are the most common radio channels today. It has technology and economical power that can broadcast every city in Turkey. Another broadcasting model is private radio stations. Economically, special radios that are not as powerful as TRT can make regional broadcasts, and are far behind TRT in terms of listener numbers. There are also problems in terms of program diversity in the Turkish radio society, which is stuck between state and private broadcasting. Women, children, people with disabilities and elderly people cannot find a place in Turkish radio. Radio programs are calling a young, dynamic crowd working. In this study, aged radio programs and contents was compiled in Turkish radio. They were interviewed with the program's producers from TRT and selected commercial radios. The research was conducted by making interviews with program producers from both TRT and private radios in order to gather information about these programs contents, durations, the channels they use for broadcasting, topics, their choices of music and language. The study is important in terms of the visibility of the elderly, one of the less represented groups in the media, on the radios. Key words: Radio broadcasting, Old people, Audiences, Radio programing, Presentation Anadolu Üniversitesi, İletişim Bilimleri Fakültesi, ftherken@gmail.com 1 120 INTRODUCTION Radio Broadcasting in Turkey Radio broadcasting started around 1920’s in Great Britain. Unlike other mass communication tools, Turkey introduced radio almost simultaneously with the rest of the world. The first radio broadcast was initiated by Turk Wireless Telephone Cooperation, using 5 kW transmitters in Ankara and Istanbul in 1927. The power and influence of radio on society was quickly realized in Turkey. The young Turkish Republic benefited from radio on society was quickly realized in Turkey. The young Turkish Republic benefited from radio broadcasting to explain new fundamentals of democracy to the society. After realizing the influence of on society, broadcasting rights were taken away from private companies and the government started to control the broadcasts. (Kocabaşoğlu, 1980). It is possible to examine Turkish radio broadcasting in four different periods. These are; first private broadcasts (1927-1936), PTT administration (1937-1940), presidential administration (1940-1964), post-TRT private radios (Tekinalp, 2011, s.96-105). The period between 1923-1931 is one during which enlightenment revolutions are tried to be implemented and capital accumulation is tried to be established. It has been understood that significant leaps cannot be carried out with the Turkish Bourgeoisie which was very weak and insufficient with regard to capital. The establishment of State Controlled Entities (SCE) following the embracing of the statist model as a result of the 1929 Economic depression led Turkey to miraculous economic successes until 1939. The course of radio broadcasting in our country has various similarities with the economic and political structure of Turkey during the first years of its establishment (Kayador, 1999). Between 1940 and 1946, the position of the radion in the country as well as its position outside the country was strengthened. In this period, the liberal, predominantly statist capitalist development models have been tested. Both models have failed to improve the economy. During the war and immediately after the war, the radio became functional in the struggle against political and economic oppressions in Turkish foreign relations and in search of new alliances (Kocabaşoğlu, 1980, s. 292). 121 Radio was at the center of the conflicts between the ruling party and opposition in domestic policy during 1946-1960. Democrat Party which was the representative of Turkish commercial bourgeoisie started to act more tensely starting from the second half of the 1950s after it started to experience problems in paying foreign debts and thus entering an economic downswing thus starting to use the radio in a partisan-like manner. It is emphasized that the use of radio by the ruling party was an effective factor that pushed Turkey towards the May 27, 1960 intervention. The 1961 Constitution is one which limits the government while putting forward the rights and freedoms of citizens. Universities and TRT became autonomous institutions with the 1961 Constitution. Autonomy which can be defined as being away from the administrative and financial oppression of government led to the golden years of TRT and radio broadcasting in Turkey which lasted 7 years. This was a democratically very rich period during which strike, collective agreement and union rights were given legal assurance. This period that also meant social and economic welfare was reflected on Turkish radios as well. High quality programs that question social, political and cultural lives were prepared during this period by broadcasters who were aware that broadcasting is a social duty (Cankaya, 1997, s. 26-29). Radio broadcasting that started in 1927 in Turkey reached a new dimension towards the end of the 1980s. The transformation period that gained momentum during the 1980s caused the onset and spreading of private radio and television broadcasting in European countries as well. Changes that took place in world economy, technological developments, political and cultural reasons resulted in the rapid development of private radio and television broadcasting. Various newspapers and entrepreneurs tried to produce private radio and television broadcasts towards the end of the 1980s. In Turkey, radio broadcasting was maintained by the Turkish Radio and Television Corporation (TRT) until 1990s. The TRT monopoly on the field of broadcasting was protected by the constitution. Although the legal regulations in Turkey did not allow private radio and television broadcasting, radios and televisions began to broadcast de facto in 1989. Consequently, the monopoly was eliminated by a change introduced in the 133rd article of the Constitution. The Radio and Television Supreme Council (RTUK) was established in order to supervise the legal conformity of the radio and television broadcasts. 122 Broadcasting was controlled previously by Post, Telegraph and Telephone (PTT), later by the Public Directorate and finally by the Turkish Radio and Television (TRT) that has been criticized regarding its autonomy and freedom. TRT’s impartiality and trustworthiness was also questioned because of its dependency on laws passed by the ruling parties. Despite the fact that it has been much questioned for years with respect to its bureaucracy, impartiality and autonomy, TRT has been a very important institution in the public broadcasting area. Private radio and television broadcasting was at the agenda of Turkey during the beginning of the 1990s. Whereas pluralism, polyphony and democratization were expected to be attained at first, news sources were overtaken by international establishments over time and the search for profit led to mergers and acquisitions among companies. This new process which was the result of globalization put forth a strong international media structuring. Private television broadcasting that first started in Turkey in 1990 with Star TV was followed by private radio broadcasting in 1992. The broadcasts that were made without legal arrangements for a period of time soon resulted in a very problematic and chaotic communication environment. The fact that legal arrangements follow technology with a lag is not specific only to Turkey, this has generally been the case in the world. However, this has resulted in the settlement of a broadcasting understanding with no principles and education in private radio and televisions. Private radios which are commercial establishments leaned towards getting more advertisements and earning more profit by way of their broadcasting content. Private radios are criticized for continuing a broadcasting understanding that is far away from social responsibility with regard to program content and quality (Cankaya, 1997, s.133). There are 36 national, 102 regional and 952 local radio establishments making up a total of 1090 which have applied to the Radio and Television Supreme Council for terrestrial broadcasting license. While the number of private radios continue to increase rapidly, format and program diversity has decreased. According to 2010 data, there are 31 national, 100 regional, 951 local radio channels in Turkey making up a total of 1082 (http://www.rtuk.org.tr). Concept of old age and the presentation of old age in media 123 Old age is one of the most important stages in human nature. Deformation of biological properties, weakening of the body and organ functions, limitation of life are problems that are observed more frequently in elderly people and which are due to old age. On the other hand, whereas old age is an undesired situation which causes biological insufficiencies, old age and elderly people have been a significant status and actor of the social sphere. It can be stated that the status and roles of elderly people are very effective on the remainder of society in the traditional life style. The diversification of the cultural environment as a result of the passage to settled life, increase in the distribution of labor and the possibility to generate added value have increased the life span of people and elderly people have gained more importance thanks to the division of labor that has emerged (Özkul&Kalaycı, 2015). Old age is not only a biological process. Chronological age does not provide information regarding the quality of the aging process; old age can be understood only when it social, psychological and cultural aspects are considered as a whole: • Biological old age is defined as the decrease in the functions of human organism and cell losses. • Chronological life evaluates the age stages from birth to death in categories. • Psychological age is accepted as the age that the person feels he/she is in. • Whereas social aging gains meaning as a gradual withdrawal from life as a result of losses of status and roles and the perception of the individual as elderly by the environment (Aközer&Nuhrat and Say, 2011). A significant portion of the increase in the elderly population will take place in developing countries such as Turkey. When issues such as the economic difficulties they face, insufficiency of their social service infrastructures and the fact that traditional care provided by family members can now only be provided in a limited manner are considered, it is understood that these countries will experience significant problems in providing a “welfare package” to their elderly populations (WHO, 1998). Even though the Turkish population is young, it is gradually growing older. According to the 2009 year data of Turkish Statistical Institute (TÜİK); the working age population between the ages of 15-64 comprises 67 percent of the total population. Life expectancy increases along with the ratio of the elderly in the total population. Life expectancy which was 54 years for women and 51 years for men during the 1960s is estimated as 74 years for men and 79 years for women in 2030 (OECD 2000). According to the definition by the United Nations, the population of a country is 124 accepted as “old” when the elderly population ratio in the country varies between 8 10% and as “very old” when the ratio is above 10%. 8.3 % of the world population in 2014 is elderly population. Monaco (29.5%), Japan (25.8%) and Germany (21.1%) are among the countries with the highest elderly population ratios (TUİK, 2015). Elderly population (65 and above) ratio in Turkey increases rapidly as is the case all over the world. Whereas the total ratio of the elderly population in the total population in 2013 was 7.7%, it is estimated that this ratio will increase to 10.2% in 2023. According to the data, Turkey will soon be included in the “very old” society category (Özkul &Kalaycı, 2015). This demographic change brings with it an increase in the problems of elderly individuals as is the case for all areas of life. The rapid increase in the elderly population in countries results in problems in the fields of social, economic, health and politics. Hence, fields of science such as geriatrics, gerontology that examine aging and old age have gained importance in recent years thus becoming a scientific necessity. Factors during the social change and development process such as the inclusion of women in professional life, rapid urbanization and the continuous increase in the number of educated people and the duration of education along with the fact that the extended family has transformed into the nuclear family cause elderly people in the families to experience various problems (Bulduk, 2014). The influence of industrialization that takes place during the transition from traditional societies to modern societies, of urbanization, migration, increase in employment opportunities, emergence of different occupational properties, popularity of mass communication tools along with the changes that took place in manners and customs as well as traditions, culture and demographic structure in addition to economy and the education system on the family structure puts forth the quality and magnitude of the change in society (T.R. Ministry of Family and Social Policies, 2011: 33). Elderlies are among those who are affected by the changes in the family structure. Differences have emerged in the status and roles of elderly people in this process. Elderly people in modern society have lost their power to represent the family in the traditional society and thus their initiative to guide familial relations. These changes have reduced the status of elderly people in modern life to a symbolic importance (Özkul&Kalaycı, 2015). The media should act with an understanding of social responsibility rather than repeating the negative opinions regarding the concept of old age. Media can put forth 125 solution suggestions for the problems of elderly individuals. Similarly, the value of the experiences of elderly people can be presented to the society by way of positive examples. The media neglects elderly people instead of looking for solutions to their problems. The idea that mass communication tools do not put forth the problems of elderly people sufficiently is quite distinct. It is expected from mass communication tools to increase the number of programs intended for elderly people. In addition, the same interest is also expected not only from mass communication tools but also from government institutions. When the acquired responses are examined, it can be observed that programs which put forth the social and economic states of elderly people are also expected in addition to those related with the problems of elderly people. It is especially expected that economic problems, low wages, services provided to elderly people should be covered more in mass communication tools. Expectation related with “programs on showing respect to elderly people” which was among the responses indicates that elderly people feel a lack in this aspect (Koçak&Terkan and Balcı 2009). Media plays an important role in the fact that society ascribes a negative image on the concept of old age. Respecting elderly people is an important and valuable aspect of Turkish culture. However, the perspective towards the concept of old age has changed together with modernization. A new culture is being built via the media. Elderly people who are respected, whose opinions are valued and who are seen as those who will pass on their knowledge to posterity are mostly depicted in media as isolated from the traditional values of Turkish culture and with a negative image. Elderly people are generally portrayed in the media as weak people with bad health who have lost their attractiveness. Old age and elderly people are stereotyped by the media. Stereotypic opinions related with elderly people are quite common and they are generally defined as tired, forgetful, passive, feeble, intolerant, conservative, weary and isolated from society (Öztürk; 2013, 117). Methodology The objective of this study which examines programs on old age that are broadcast on Turkish radios was to describe the way elderly people are presented specific to radio. To this end, it was anticipated that sufficient number of radio programs can be found to make up the sample group, however it was observed in the long run that there were 126 only two programs. One of these programs was named ‘Altın Yıllar’ and was prepared and presented by Deniz Yiğit during the 1980s. Another radio program was ‘Saçlara Ak Düşende’ which was prepared by Funda Celasun in 2003. The first program with the longest period of broadcasting comprises the sample group of this study. An in-depth interview was carried out with the program supervisor of the ‘Altın Yıllar’ program that was broadcast for years on TRT. Acquired data were compiled with regard to program content, broadcasting year, period, perspective of the program producer on old age, listener interest, experts from whom support was taken, old age problems in the past, current problems and suggestions, broadcasting understanding of the period during which the program was broadcast and broadcast content, perspective of the media on the concept of old age and the current broadcasting environment. Case study method was used in the study. Case study is a research method that studies a current concept within the framework of its own environment, for which the borders between the subject and the environment are not determined distinctly and when there are more than one proof or data sources (Yıldırım, 2003, 190). Various sources used in the case study can be called “Life Documents”. The first and foremost of these documents are undoubtedly the person, community, institutions and establishments of the community; their state, attitude, value and behaviors. However, these documents cannot be reached completely at most times. Hence, it would be best to consider those that can be reached (Keleş, 1976, 279). These sources include various letters, memoirs, confessions, autobiographies, selfcriticisms; records filed by various social service institutions and courts; material related with the background of the people; articles by reporters in local newspapers; letters of complaint by readers regarding various problems; articles; news reports; reports and interviews (Keleş, 1976, 279). Results and interpretation In this study, the presentation of elderly people in the media was examined specific to the radio programs on old age. The study was carried out using the in-depth interview method by Deniz Yiğit who prepared and presented the program ‘Altın Yıllar’ which was the first radio program broadcast for the longest period of time. 127 Program Content ‘Altın Yıllar’, the first radio program on old age which was broadcast for the longest period of time was prepared during the 1980s for listeners of old age and was first broadcast as ‘Yaşadıkça’. A total of 104 programs were broadcast with 52 programs broadcast in different years. The presenter of the program Deniz Yiğit explains the objective for making such a program as follows: I made many programs on or for elderly people including many other programs. I made in the following years. I sometimes made programs on elderly people during elderly week which were on or for elderly people. For instance there was the elderly week, we were preparing broadcasting programs such as Child hour, women hour, youth hour, agriculture hour for listeners from the rural areas. It was during that time that I broadcast a speech on old age. Then I thought of preparing a program just for elderly people. It was an idea for a program on healthy aging. I thought that we could include many things in the program such as health problems, social security in old age, information on healthy aging, position of elderly people in society, interviews with people who have aged well, music they like etc. and I made a suggestion for such a program. I was of the opinion that such a program would interest majority of the society. I thought that not only old people but also people who are in continuous interaction with elderly people would also be interested. Yiğit describes the program content as follows: All kinds of topics related with elderly people and those who have to deal with elderly people were included in these programs. For instance; health problems in old age, eye problems, the way to resolve these, memory problems, hearing problems, hearing loss, hearing aids, teeth problems , dental prosthesis care, innovations on the subject, nutrition in old age, skin care, nutritional supplements, surgery and after care, immune system etc. in addition to physical problems. Hobbies in old age, preparation for old age, some exemplary people who have aged well, social relations in old age, familial relations, relations between grandparents and grandchildren, relations between mother-in-laws and brides, relations between spouses, loss of spouse, issues such as relocation which affect people’s moods and how to cope with them. Social security in old age, retirement pension, problems that elderly people in need of care face, status of elderly people in the legal system, elderly people with no relatives and care centers, state run retirement homes, private retirement homes and interviews. Caring for elderly people in need of 128 care at the homes or in hospitals, requested songs, folk songs, interviews with wellknown artists of the time and their old age. Old age and spiritual life, the ways with which our religion ease the lives of elderly people. Yiğit states that he received support from many different specialists while preparing the program. Social security experts from the faculty of economy, geriatrics specialists from the Faculty of Medicine at Cerrahpaşa, local and foreign publications on old age and especially a book entitled ‘Yaşasın yaşlılık’ helped during the process. In addition, proverbs on old age, poems and quotes. Good examples of people who spend their old age in a beautiful and productive manner. Specialists on psychology and psychiatry at different universities, legal experts and religious experts were among the sources who were consulted during the process. ‘Altın Yıllar’ as the first of its kind became popular among a wide group of people with regard to the opinions of experts as well as the issues in question. The same issues can be an important guide even today for both elderly people and listeners who are responsible from the care of elderly people. The only issue that has changed with regard to our country is the fact that the population of elderly people has increased which means that there is a greater need for such programs. However, it is not possible to talk about a single radio program that addresses this increasing elderly population. The only television program in all television and radio channels is broadcast in TRT as ‘Ömür Dediğin’. This program introduces husbands-wives who have aged well with an emotional content. Today, there is no program in the Turkish radio and television channels which seek answers to the questions of elderly people or which guides them. In other words, there are no elderly people in Turkish radios and televisions. The broadcasting understanding of the period and the current broadcasting environment 1980s when private radios had not yet been established were years of crisis for social life. September 12, 1980 Military Coup had already been completed and shortly thereafter, preparations were underway to prepare a new constitution for replacing the 1961 Constitution. 1982 Constitution was the first that encompassed regulations in the field of broadcasting as well. The most important aspect of Item 133 of the 1982 constitution was the fact that a new broadcasting law was put into effect. The Radio and Television Law numbered 2984 emphasizes the fact that TRT should be 129 ‘unbiased’. Turkish radio broadcasting that started in 1927 with a private company entitled Türk Telsiz Anonim Şirketi after which the state started broadcasting after it was observed that radio was an important political power. State administered radio broadcasting started in 1933 when radio broadcasting rights were given to PTT (Post, Telegraph, Telephone) (Aziz 2002, 217-218). Yiğit describes this period as follows: A lone wolf. TRT comes to mind when we say radio. TRT is a very respected institution at the time. Employees of İstanbul, Ankara and İzmir radios contribute to Turkish radios. Regional broadcasts are made during certain periods of time in the day. TRT makes unbiased broadcasts. They have broadcasting principles. TRT is biased towards the constitution, principles of republic. The principle of ‘training while entertaining, entertaining while training’ is valid. Certain days and weeks are treated in detail. Certain weeks such as Tuberculosis Control Week, Cancer week etc. Special celebrations and evaluation programs such as Human rights day, World environment day, etc. live broadcasts from concerts and recorded broadcasts; jazz music, classical western music concerts, light music, Turkish folk music concerts. TRT radios became an important example for broadcasting towards the end of the 1980s with the correct and attentive Turkish they use, education programs prepared in accordance with the structure of the community as well as its expert staff. A rich content can be seen when one examines the TRT program content of these years. There were programs such as music-entertainment programs, verbal programs on education-cultural content, series, programs on village, children, women, youth, radio theaters in addition to commemoration-celebration programs, important events such as the liberation of cities like the liberation of Diyarbakır for instance, cabotage day and programs which include interviews and music; günaydın, hayatın içinden, akşama doğru, öğle üzeri, gecenin içinden are important examples. The first of these, Günaydın were programs prepared for rural area listeners (Cankaya, 1997). Yiğit states that he reaction to his program suggestion was not positive. However, it has received unexpected praise and acceptance afterwards upon which he was surprised. Indeed, it has been decided that the program should be broadcast once every week in both TRT1 and TRT2 channels. The recorded programs were also broadcast on different days of the week. Yiğit states that the program received 130 significant interest and that it had a very wide range of listeners. He states that he received letters for help from elderly people and those who take care of elderly people. When the current state of Turkish radio broadcasting is considered, we see commercial radios and TRT. The broadcasting understanding of TRT changes with each government since it does not have an autonomous structure. This broadcasting policy that is shaped according to the political structure of the country is frequently criticized. On the other hand, commercial radios carry out their broadcasts with a musical understanding based on less speech more music thus shifting towards popular music via DJ system. Even though the broadcasting understanding of the time was based on a single channel, it is safe to mention a diversity of content exceeding that of the current era. We cannot say that different segments of the society such as women, children, farmers, elderly, disabled people are represented in the current media. Elderly People and Radio Yiğit emphasizes the fact that he is also above 60 years of age now and that he can now be considered among elderly listeners. He states that he does not consider old age as a matter of age but that one can live healthily as long as one is healthy. You are as young and as immersed in life as you are healthy. Youth means being immersed in life. The wrinkles on our faces do not matter. You are young if you have ideals. Adulthood can continue until we die. You can wear glasses if your eyesight falters. People can do whatever they want at any age. We can now say that the community pressure has now decreased or is non-existent in our day. Elderly people can wear colorful clothes, they can go on trips. Sayings such as life is over after seventy or if a middle-aged man starts acting like a randy young buck, it won't be long until he kicks the bucket used to demoralize people. Now we have young people who get married for the first time after forty. Life expectancy is increasing. And so perceptions are changing. Yiğit actually emphasizes the fact that it is the body that ages and that the spirit never ages. He puts forth that individuals who are able to stay in social life and who have been able to minimize their physical problems cannot be considered to be elderly. People undergo various physical and mental changes as they age; physical changes occur over time as organ regeneration rate decreases or stops and with the onset of wear. Chronic diseases continue to increase regularly with 131 advancing age and one’s vigor and desire to live decreases gradually depending on the physical and mental regression. Elderly people may experience loneliness and difficulties in adapting to the environment. The loss of physical force, job, changes in roles may push elderly people into pessimism. In addition, the transition from work life to retirement, the separation from children who reach adulthood, the decrease in income and the transition from the role of mother-father to grandmother-grandfather, becoming a widow, increase in diseases etc. are among the most striking physical, psychological and social reflections of old age. At the end of the day, growing old is perceived as an aspect of the developmental process that is feared and refrained from Yiğit states that listeners would not be interested if radio programs were made today for elderly people. Radio is mostly listened by young people at work places or in cars via smart phones or the internet with headphones. So there is no need for programs for elderly people. Old people tend to watch very slow developing tv series or marriage shows. People no longer listen to radio in the house. They mostly prefer radios that play nostalgic music. One does not also listen to the radio sitting down; people now demand very cheerful programs so that they can listen. There may be a program that focuses on the problems of elderly people in the society instead of programs that are made for elderly people. There may also be a program intended for the young people on how elderly population can be reintegrated into the society. Yiğit underlines the fact that today, the listener base of radios is comprised mostly of young people. The “Radio Listening Tendency Research” carried out by Radio and Television Supreme Council (RTÜK) in 2014 corroborative of this. People between the ages of 51-60 and above 61 form the age category for the “very frequently” response to the question of “how frequently do you listen to the radio?” with response options such as “very frequently”, “sometimes,” rarely”, “very rarely”. According to the results of the study, it can be seen that people who are in the 51-60 and 61 and above groups agree with the expression of “Radio becomes my friend when I am alone” in comparison with other age groups. It was also observed that the age groups of 51-60 and 61 and above agreed more with the “Listening to the radio increases one’s knowledge” in comparison with other age groups. It was determined as a result of a study carried out by Koçak et.al. that: television is the most frequently followed mass communication tool as expected when data on frequencies of following a mass communication tool were examined, followed by 132 newspapers in the second place and radio in the third. Radio is used by 27.9% of the participants. Of those who listen to the radio; 41.9% listen to the radio every day, 12.9% 5-6 days per week, 21.4% 3-4 days per week and 23.8% 1-2 days per week. Whereas internet which is one of the newest mass communication tools is not yet popular among the elderly people. Only 5.5% of the participants state that they use the internet. Radio is the mass communication tool that is ranked third with regard to the frequency of use after television and newspaper. Yiğit also adds that elderly people now prefer internet more than the radio and that people aged 60-70-80 are now online. However, it has been determined that elderly people get in touch with their friends and relatives via the internet and it has also been determined that they use the internet for research, acquiring new knowledge and sending electronic mails and finally for being up to date on the current news and for entertainment purposes (Tekedere&Arpacı, 2016). Conclusion It is one of the most important tasks of the social state to be aware of the problems of the elderly population which is increasing in number rapidly and to solve these problems. However, elderly people still complete their old age periods with their families in the Turkish society which is torn between tradition and modernity and for which the opportunities of the government are limited. Elderly care in developed societies is provided mostly at the state-run nursing homes for elderly people. The position of elderly people in the family has also changed as a result of urbanization. Whereas elderly people in rural areas are the oldest of the house, the one who is respected and valued, elderly people in cities have been pushed aside to a secondary position with the effect of the nuclear family structure as well. Elderly people deal with child care or daily chores of the house since women also work and therefore they continue to generate added value. However, economic opportunities in developed countries result in the socialization of elderly people and thus their breaking off from the society. Elderly people who have the opportunity to spend time with their peers and to travel and see new places can be active in all walks of life. A more active and happier old age is possible only without breaking off from the society and by remaining in life. The most important means for overcoming the increasing physical problems is to provide mental support to the elderly people. The past and current contributions of elderly people should be recognized and 133 appreciated both as individuals and as a society in order to be able to cope with false beliefs and misapprehensions in the society related with elderly people and old age. The number of studies that examine old age and the problems of this period along with the opinions of individuals on these issues should be increased and more in-depth studies should be carried out. The value given to the elderly people by the society and the perspective of the society regarding elderly people are very important. Individuals should be informed of all issues related with elderly people and old age period via formal/informal education in order to get rid of the prejudices related with elderly people and to gain a more positive perspective. Printed and oral media can be very effective for these studies aiming to increase awareness. The media environment of our day provides infinite options to the viewers. It is possible to talk about radio broadcasting via internet radios that reaches many listeners with different attributes. Broadcasts are made not to a general and wide community but to limited and well defined groups. However, it is not possible to come across subjects from the lower income groups of the society or women, children, disabled and elderly individual groups in these radios where the broadcasts have been reduced to music rather than speech. However, programs that put forth problems related with elderly people, that consider old age as a source of experience and knowledge rather than a period of life during which we face turn our faces towards death and programs that carry their energies which have not aged are those that are always needed in the society. It is the fundamental task of media as its public responsibility to seek solutions or to provide guidance as long as problems are not solved or are not over. 134 REFERENCES Aközer, M., Cenao N., Say Ş. (2011). (Türkiye’de Yaşlılık Dönemine İlişkin Beklentiler Araştırması, Aile ve Toplum, (12)7, 27 Ekim-Kasım-Aralık,103-127 Aziz, A. (2002). Radyo yayıncılığı. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Bulduk, E. (2014). Yaşlılık ve toplumsal değişim, TSA, (18)2, 54-59. Cankaya, Ö. (1997). Bir kitle iletişim kurumunun tarihi, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Kayador, V.(1999). Türkiye’de radyo yayın tekeli döneminde siyasal, toplumsal yapıradyo programcılığı, yayıncılığı etkileşimi. Yayınlanmamış Doktora Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi. Koçak, A., Terkan B., Balcı Ş. (2009). Yaşlıların medya kullanım alışkanlıkları ve motivasyonları. 107K257 nolu TÜBİTAK projesi. Nisan 2009. Konya. Kocabaşoğlu, U.(1980). Şirket telsizinden devlet radyosuna. Ankara: S.B. F. Basın ve Yayın Yüksek Okulu Basımevi. Keleş, R.(1976). Toplum biliminde araştırma ve yöntem. Ankara:TODAİ Özkul M., Kalaycı I. (2015). Türkiyede yaşlılık çalışmaları, Sosyoloji Konferansları No: 52/259-290. Öztürk, Ş.(2013). Türk kültüründe yaşlılığın yeri ve medyayla yaşlılığın değişen konumu. Milli Folklor Dergisi, 25(100), 110-119.05 Tekedere H., Arpacı F. (2016). Orta yaş ve yaşlı bireylerin internet ve sosyal medyaya yönelik görüşleri. Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, 377-392. Tekinalp, Ş.(2011). Karşılaştırmalı radyo ve televizyon. İstanbul: Beta Yayınevi. Yıldırım, A. Şimşek, H. (2000). Sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemleri (9. Basım), Ankara: Seçkin Yayıncılık. Radyo Dinleme Eğilimleri Araştırması 2014 (www.rtuk.org.tr) TUİK 2015 (www. tuik.gov.tr) 135 ANADOLU ÜNİVERSİTESİ/ANADOLU UNIVERSITY İletişim Bilimleri Fakültesi/ Faculty of Communication Sciences Eskişehir, Türkiye/Eskisehir, Turkey ISSN-1309-3487