T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ ANA BİLİM DALI 1950’DEN GÜNÜMÜZE RUM AZINLIK SORUNLARI VE FENER RUM PATRİKHANESİ Yüksek Lisans Tezi SALTUK TARHAN İstanbul, 2006 T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ ANA BİLİM DALI 1950’DEN GÜNÜMÜZE RUM AZINLIK SORUNLARI VE FENER RUM PATRİKHANESİ Yüksek Lisans Tezi SALTUK TARHAN Danışman: Prof. Dr. Mahmut İhsan ÖZGEN İstanbul, 2006 İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER …………………………………………………………………. I ÖZET ……………………………………………………………………………. IV ABSTRACT …………………………………………………………………….. VI ÖNSÖZ ………………………………………………………………………….. VII ARAŞTIRMADA KULLANILAN TERİMLER …………………………….. VIII GİRİŞ ……………………………………………………………………………. 1 BİRİNCİ BÖLÜM 1. FENER RUM PATRİKHANESİ …………………………………………… 4 1.1. Ortodoksluk Kavramı …………………………………………………. 4 1.2. Bizans Dönemi’nde Patrikhane’nin Durumu …………………. ………5 1.3. Osmanlı Dönemi’nde Patrikhane’nin Durumu ………………..……… 10 1.3.1. Ulusal Kiliselerin Doğuşu …………………………………….. 15 İKİNCİ BÖLÜM 2. FENER RUM PATRİKHANESİ VE LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI …. 17 2.1. Lozan Barış Antlaşması’ndan Önce Patrikhane ……………………… 17 2.2. Lozan Barış Antlaşması’nda Patrikhane …………………………........ 20 2.3. Lozan Barış Antlaşması’dan 1938’e Kadar Patrikhane ………………. 24 2.4. Atatürk’ün Rum Azınlık ve Fener Rum Patrikhanesi Hakkındaki Düşünceleri …………………………………………………………. 26 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. 1950’DEN GÜNÜMÜZE RUM AZINLIK SORUNLARI ………………… 30 3.1. 6–7 Eylül Olayları …………………………………………………….. 30 3.1.1. 6-7 Eylül Olaylarının Başlaması …………………………....... 32 I 3.1.2. 6-7 Eylül Olayları İle İlgili Yorumlar ………………………... 38 3.1.3. 6-7 Eylül Olaylarının Sonuçları …………………………….. 40 3.1.4. 6–7 Eylül Olayları Davası ……………………………………. 42 3.2. Vakıf Malları Meselesi ……………………………………………….. 46 3.2.1. Büyükada Yetimhanesi ……………………………………….. 59 3.2.2. Kınalıada Manastırı Çocuk Kampı …………………………… 62 3.3. Ekümeniklik Kavramı ve Patrikhanenin Ekümenikliği ………………. 63 3.3.1. Fener Rum Patrikhanesi ile Rus Ortodoks Patrikhanesi’nin Otorite Sorunu ………………………………………………… 74 3.3.2. Ortodoks Kilisesi ve Vatikan Kilisesi’ni Birleştirme Çabaları ………......................................................................... 77 3.3.3. Patrikhane’nin Dış Gezileri ve Ziyaretleri ……………………. 80 3.3.4. Çevre Toplantıları …………………………………………….. 87 3.3.4.1. Çevre ve Vahiy Sempozyumu (23 Eylül 1995) ……….87 3.3.4.2. Din, Bilim ve Çevre Sempozyumu (20–28 Eylül 1997) ………………………………………89 3.3.5. Patrikhane Binalarını Genişletme ve Kiliselerini Onarma Faaliyetleri …………………………………………………... 92 3.3.6. Patrik Seçilme Sisteminin Değiştirilmesi Çabaları ………....... 95 3.4. Heybeliada Ruhban Okulu …………………………………….……… 98 3.4.1. Heybeliada Ruhban Okulu’nun Kuruluşu ve Hukuki Durumu ………………………………………………………. 100 3.4.2. Öğrenci Sayıları, Kaynakları ve Okulun Kapatılması ………... 103 3.4.3. Okulu Yeniden Açma Girişimleri ……………………………. 107 3.4.4. Bugünkü Hukuki Durum ……………………………………... 115 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 4. YABANCI ÜLKELERİN RUM AZINLIK SORUNLARINA YAKLAŞIMI ……………………………………………………………………. 125 4.1. Amerika Birleşik Devletleri’nin Fener Rum Patrikhanesi’ne ve Rum Azınlık Sorunlarına Yaklaşımı ………………………………………. 125 II 4.2. Avrupa Birliği’nin, Fener Rum Patrikhanesi’ne ve Rum Azınlık Sorunlarına Yaklaşımı ………………………………………………. 132 4.3. Yunanistan’ın ve Yunan Kilisesi’nin Fener Rum Patrikhanesi’ne ve Rum Azınlık Sorunlarına Yaklaşımı …………………………………137 SONUÇ ………………………………………………………………………….. 149 EKLER ………………………………………………………………………….. 155 KAYNAKÇA ……………………………………………………………………. 204 ÖZGEÇMİŞ …………………………………………………………………….. 213 III ÖZET 1950’DEN GÜNÜMÜZE RUM AZINLIK SORUNLARI VE FENER RUM PATRİKHANESİ Fener Rum Patrikhanesi ve Rum azınlık Osmanlı İmparatorluğu’nda ayrıcalıklara sahip olarak yaşamışlardır. Yaşanan sorunların temelinde sahip oldukları bu ayrıcalıkların Türkiye Cumhuriyeti’nde de devam etmesini istemeleri yatmaktadır. Günümüzde ekümeniklik, Heybeliada Ruhban Okulu ve Azınlık Malları gibi sorunlar Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne miras kalmıştır ve hala önemlerini korumaktadır. Rum azınlık, Rum Vakıfları ve Heybeliada Ruhban Okulu konularında yasalarda yer almayan ayrıcalıklar istemektedirler. Yasalar gereği el konulan vakıflar sadece Azınlık Vakıfları değildir. Aynı özellikteki Türk Vakıflarına da el konulmuştur. Fakat bu durum özellikle göz ardı edilerek sanki yasalar sadece azınlıklara uygulanıyormuş gibi gösterilmek istenmektedir. Fener Rum Patrikhanesi ABD ve AB’nin desteği ile Vatikan statüsüne kavuşmak istemektedir. Bu durum Lozan’da statüsü belirlenen Patrikhane’nin konumuna aykırı olduğundan Türkiye için kabul edilemez bir durumdur. Ekümeniklik kavramını destekleyici dış geziler ve ziyaretçi kabulleri, Ortodoks Kiliseleri’nin tek çatı altında toplanması için yapılan toplantılar, Vatikan ile yakınlaşma, Patrik seçilme sistemini değiştirme çabaları ve Patrikhane’nin binalarını genişletme ve onarma faaliyetleri bu kapsamda değerlendirilebilmektedir. Fener Rum Patrikhanesi’nin ve Rum Azınlığın din adamı yetiştirmede sıkıntılarının giderilmesi için açılmasını istediği Heybeliada Ruhban Okulu da gerçekleri yansıtmamaktadır. Lise bölümü Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak açık olmasına rağmen öğrenci olmamasından dolayı eğitim verememektedir. Ruhban Okulu’nun devlet denetiminde olmak kaydıyla yasalar gereği, eğitim verebilmesinde hiçbir sakınca yoktur. Patrikhane devlet denetimini kabul etmeyerek kendine özgü statü istemektedir. IV Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle son dönemlerinde Batılı devletler ve Rusya tarafından Hıristiyan azınlığın haklarını koruma adı altında yapılan girişimler ve alınan tavizler, bugün ABD, AB ve Yunanistan tarafından azınlık sorunları adı altında yeniden gündeme taşınmaktadır. Rum azınlık sorunlarında çözüm arayışında, Türkiye’nin gelecekte karşılaşabileceği sorunlar ile güvenliği ve menfaatleri göz ardı edilemez. İsteklerin bu kapsam içerisinde değerlendirilmesi gerekir. V ABSTRACT GREEK MINORITY PROBLEMS SINCE 1950 AND FENER GREEK PATRIARCHATE Fener Greek Patriarchate and Greek minority lived with many priveliges in borders of the Otoman Empire. In quest of these problems lies the desire for those priveliges to continue in Turkish Republic. Today, ecumenics, Heybeliada Clergy School and minority belongings problems are descended from Ottoman Empire to Turkish Republic and also are stil keeping their importance. For the cases; Greek minority, Greek foundations and Heybeliada Clergy School some priveleges are being demanded which have no place in law. According to the law the seized foundations are not only the foundations of the minority class. Also some Turkish foundations are also seized with the same qualities. But this situation is blinked as it is only applied for the minority class. Heybeliada Clergy School is trying to gain Vatikan status by the help of the USA and UN. But this occasion is unacceptable.in accordance with LozanTreaty. Foreign visits supporting the idea of ecumenics, getting closer with Vatikan, trying to change the system of patriarch election, the meetings cocerning to reunite the Orthodox Church also restorement and enlargement actions of the patriarch building can be evaluated as the supportive actions to this idea. There is also a false representation by Fener Greek patriarchy in the opening of Heybeliada Clergy School to overcome the difficulties in bringing up clergy man for the Greek minority. The lycee department is open and is dependant to the Turkish Ministry of Education but can not serve because of no students. There is no inconvinient situation but to work under control of the Ministry. But the patriarchy rejects the government control and wants priveleges. The attempts of some western countries and Russia for minority rights during the final periods of the Ottoman Reign, is in question today by USA, UN, and Greece as minority rights problem. In search for finding a solution for minority rights problem the problems that Turkey may face can not be neglected. Also benefits and security of Turkey can not be blinked. The demands should be evaluated through this scope. VI ÖNSÖZ Son yıllarda basın-yayın organlarında Rum Azınlık ve Türkiye arasındaki sorunlar ile ilgili haberler sıklıkla yer almaktadır. Patrikhanenin çözülmesini istediği başlıca sorunlar; Patrikhanenin Ekümenikliğinin tanınması, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması, Vakıf Mallarının iadesi ve Fener Rum Patriği’nin ve metropolitlere atanan başpiskoposların Türk vatandaşı olma zorunluluğunun kaldırılmasıdır. Uluslararası platforma taşınan bu sorunlar özellikle Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından Türkiye’ye baskı aracı olarak kullanılmaktadır. Lozan Barış Antlaşması ile statüsü belirlenen Fener Rum Patrikhanesi’nin bu isteklerinin yasal dayanağı bulunmamaktadır. Bu çalışmada 1950 yılından günümüze kadar devam eden Rum Azınlık sorunları ortaya konulmuştur. Çalışmanın bu konu ile ilgilenenlere yararlı olmasını dilerim. Tezin hazırlanmasında, ön hazırlık aşamasından itibaren beni yönlendiren ve tezin ortaya çıkmasında çok büyük desteği ve emeği olan değerli danışmanım Sayın Prof. Dr. Mahmut İhsan ÖZGEN’e, Y. Müh. Kd. Alb. Gürhan KAYAHAN’a, her konuda beni destekleyen ve yalnız bırakmayan eşim Ebru TARHAN’a ve ilgili kaynaklara ulaşmamda yardımlarını esirgemeyen arkadaşım Birgül TIRPANCI’ya teşekkürü bir borç bilirim. İstanbul, 2006 Saltuk TARHAN VII ARAŞTIRMADA KULLANILAN TERİMLER a. Ayios : Yunanca kutsal ve aziz anlamına gelmektedir. b. Despot : Dini bir bölgenin piskoposunun, kendi bölgesinin egemeni olduğunu gösteren ünvandır. c. Ekümenik : Yunanca kökenlidir. Üzerinde insan yaşayan her yerdir. Ortodoks dünyası açısından Fener Patrikhanesinin kiliseler arasında birinciliğini (eşitler arasında birinci) ifade eder. Fener Patriğinin resmi unvanı “Ekümenik Patrik”tir. d. İkon : Ortodoks Hıristiyanların ibadetinde, kutsal resimlerin (ikon) çok önemli yeri vardır. İsa’yı, Meryem Ana’yı ve azizleri temsil eden resimlerden oluşan ikonlara saygı duyulur, ibadet edilmez1. e. Konsil : Kutsal Meclis. Hıristiyanlığın yayılma alanının genişlemesi ile, öğretide birliği korumak ve idari bölgeleri tayin etmek amacıyla çeşitli tarihlerde yedi “Ekümenik Konsil” toplanmıştır. İlk yedi Konsil tüm Hıristiyanlarca kabul edilir olması nedeniyle ekümeniktir. Bu konsiller 1. İznik, 325; 2. İstanbul, 381; 3.Efes, 431; 4. Kadıköy, 451; 5. İstanbul, 553; 6. İstanbul, 680–81; 7. İznik, 787’dir2. f. Metropolit : Genellikle büyük bir şehri ve etrafında belli bir bölgeyi ifade eden metropolitliğin başında bulunan piskoposa verilen ad. g. Otosefal : Otonom olan Çekya ve Slovakya kilisesi ile Finlandiya kiliseleri dışındaki on üç kilisenin bağımsızlığını, egemenlik hakkını ifade eder3. h. Ortodoks : Hıristiyanlığın mezheplerinden birisidir. Ortodoks kelimesi birleşik bir kelimedir. Orto (Ortho) düzgün, doğru demektir. Doks (Doxology) ise Tanrıyı öven mersiye anlamındadır4. i. Patrik : Ortodoks mezhebinde Patriklik statüsündeki kiliselerin başındaki din adamına verilen unvan. Genellikle doğu kiliselerinde kullanılır. j. Piskopos : Ortodoks kilisesinde en üst dini rütbe. Patrik, Metropolit ve Başpiskopos birer piskopostur5. M. Süreyya Şahin, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, Ötüken Yayınları, İstanbul–1999, s.160. Yorgo Benlisoy ve Elçin Macar, Fener Patrikhanesi, Ayraç Yayınları, Ankara–1996, s.19–20. 3 Benlisoy ve Macar, age., s.154. 4 Aytunç Altındal, Türkiye ve Ortodokslar, Anahtar Kitaplar, İstanbul–1995, s.15. 5 Benlisoy ve Macar, age., s.154. 1 2 VIII k. Sen Sinod : Kutsal Meclis. Her Ortodoks kilisesini yöneten din adamlarından oluşan meclislerini ifade eder6. 6 Benlisoy ve Macar, age., s.154. IX GİRİŞ Rum Azınlık ve Fener Rum Patrikhanesi birlikte akıllara gelmektedir. Her ikisi de diğeri ile özdeşleşmiştir. Bu nedenle Rum Azınlık sorunları Fener Rum Patrikhanesi’nden ayrı ele alınamamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu kurulduğundan beri yönetimi altına aldığı bütün toplulukların örf, adet ve dini yapılarına saygı göstermiş ve bunları değiştirmek için herhangi bir baskı yapmamıştır. Yaklaşık 500 yıl önce Fatih Sultan Mehmet’in patriklere ve Rum azınlığa tanıdığı imtiyazlar tarihte esaret altındaki toplumlara tanınmamıştır ve tarihçilerin dediği gibi “devlet içinde devlet” olacak niteliktedir. Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1453 yılında İstanbul’un fethedilmesi doğal olarak Patrikhane’nin konumunu da etkilemiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nda İslam devlet düzeninin “Millet Sistemi” uygulaması sonucunda Patrikhane, Rum-Ortodoks halk üzerinde “Mahalli yönetim hak ve yetkileri” kazanmıştır. Rumlar Bizans Dönemi’ndeki yaşam tarzlarına devam edebildikleri gibi Patrikhane, padişahların koruyuculuğu altında daha da güçlenmiştir. Böylece Patrikhane, dinsel işlevinin yanısıra, Rum Ortodoks halkın haklarını savunan ve Rum-Ortodoks halk üzerinde bazı yetkiler kullanan bir “Önder Otorite” konumuna gelmiştir. Türk Milleti’nin yönetimi altındaki topluluklara gösterdiği hoşgörü sonucunda dillerini, dinlerini, örf ve adetlerini kaybetmeyen gayrimüslimler zaman içinde birlik olup dönem dönem Türk Milleti’nin aleyhine çalışmışlardır. Patrikhane kendisine gösterilen hoşgörüyü istismar ederek “Bizans Ruhunu ihya” ve “Megalo İdea” emellerinin en önemli takipçisi olmuştur. Kurtuluş Savaşı döneminde “Mavri Mira” ve “Etniki Eterya” gibi Rum cemiyetleri ile işbirliği yapmış, Karadeniz Bölgesi’ndeki Rum ve Ermeni çetelerini desteklemiştir. Zamanımıza kadar uzanan tarihi akış içerisinde, ülkemizde gerek Patrikler ve gerekse Patrikhane kamuoyunda güven duyulmayan bir intiba yaratmıştır. Bu güvensizlik günümüzde de geçerliğini korumaktadır. Tezde, Ortodoksluk kavramı ana hatları ile verildikten sonra Fener Rum Patrikhanesi’nin tarihi gelişimi incelenmiştir. Patrikhane’nin Bizans İmparatorluğu Dönemi’ndeki yapısı ve Osmanlı İmparatorluğu’ndaki konumu ele alınmıştır. Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile Patrikhane’nin ve Rum Azınlığın sahip olduğu ayrıcalıklar kaldırılmıştır. Lozan Barış Antlaşması’ndan önceki, Lozan görüşmelerindeki ve antlaşma sonrasındaki durum olmak üzere Patrikhane ve Rum Azınlığın faaliyetleri incelenmiştir. Rum Azınlık sorunları çok sayıda olmakla birlikte en önemli görülen ve günümüzde de hala gündemdeki yerlerini koruyan ana sorunlar tezde ele alınmıştır. Başlangıcı çok eskilere dayanan sorunlar ile ilgili genel bilgiler verildikten sonra 1950 yılından günümüze gelen zaman diliminde sorunlar ile ilgili yaşanan gelişmeler ortaya konulmuştur. Bunlardan birincisi “6–7 Eylül Olayları”dır. Olaylar Türk Milleti tarafından üzüntüyle karşılanmış ve toplumun geneli tarafından kabul görmemiştir. Olayların desteklenmediğinin en büyük kanıtı olayların sona ermesinden sonra ülke genelinde yardım için başlatılan kampanyalardır. 6–7 Eylül olayları, olayların ortaya çıkışından başlanarak Yassıada’daki mahkemelere kadar geçen zaman aralığında incelenmiştir. Ele alınan ikinci konu “Azınlık Vakıflarının Malları” konusudur. Vakıflar Kanunu 1935’te yayımlanarak 1936’da yürürlüğe girmiştir. Azınlıklara ait vakıf malları detaylı olarak incelenmiş bunlar arasında yer alan Büyükada Yetimhanesi ve Kınalıada Manastırı Çocuk Kampı diğer vakıf mallarının önüne çıktıkları için ayrı birer alt başlık altında ele alınmıştır. Önemini hiç kaybetmeden koruyan diğer bir sorun da “Patrikhane’nin ekümenikliği” konusudur. Fener Rum Patrikhanesi “ekümenik patrik” ünvanının kabul edilmesi için yurt içinde ve yurt dışında çalışmalarına devam etmektedir. Patrikhane’nin ekümenikliği Lozan Barış Antlaşması’na aykırıdır ve kabul edilmesi mümkün değildir. Bu duruma rağmen Fener Patriği gittiği ülkelerde devlet başkanı gibi karşılanarak ekümenik patrikliği iddiasında desteklenmekte ve bu konu sürekli gündemde tutulmaktadır. Heybeliada Ruhban Okulu 1844 yılında Osmanlı İmparatorluğu çatısı altında kurulmuştur. 127 yıl süresince dünya Ortodokslarını dini ve siyasi açıdan kontrol edilip yönlendiren din adamlarını yetiştirmiş ve özel dini okulların devlet denetimi altına alınması sonucunda 1971 yılında kapatılmıştır. Patrikhane, Heybeliada Ruhban Okulu’nun kendi denetiminde açılmasını istemektedir. Tezde okulun tarihsel gelişimi 2 incelenmiş ve yeniden açılması için Patrikhane tarafından tüm dünya çapında yürütülen çalışmalar ortaya konulmuştur. Ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Yunanistan ve Yunan Kilisesi’nin Fener Rum Patrikhanesi’ne bakış açısı ele alındığı gibi bunların Rum Azınlık sorunlarına yaklaşımları da aktarılmıştır. 3 BİRİNCİ BÖLÜM 1. FENER RUM PATRİKHANESİ 1.1. Ortodoksluk Kavramı “Ortodoks kavramı, sözlük anlamı itibarıyla “Doğru İnanç”, “Doğru Tapınma”, demektir. Bu bağlamda Ortodoks tabiri, İsa’nın kutsal bedenini teşkil eden kiliseye doğru imanı, doğru ibadeti ve gerçek öğretiyi ifade etmektedir. Ortodoks bakış açısına göre, İsa Mesih’in yeryüzündeki bedeni olarak simgelenen kiliseyi “Ortodoks” kavramı karşılamaktadır. “Ortho”, doğru, hakiki, gerçek anlamına “Doxa” ise inanmak, savunmak anlamına gelmektedir. Ortodoks; Hıristiyanlığın ortaya çıkışından beri nesilden nesile devam eden ilk, bölünmemiş kutsal gelenek ve öğreti olarak da kabul edilmektedir”1. Yazar Altındal’a göre ise, Doxology en kestirme deyişiyle Tanrı’ya şükran veya Tanrı’nın güzelliklerini övmek amacıyla yazılmış mersiye demektir2. Ortodoks Kilisesi denildiğinde onunla birlikte akıllara hemen Doğu Roma İmparatorluğu gelmektedir. Ortodoksluk, Doğu Roma İmparatorluğu ile özdeşleşmiş bir dinsel akımdır. Bu nedenledir ki; Ortodoks Kilisesi’nin tarihi, Doğu Roma İmparatorluğu’nun tarihinden ayrı olarak ele alınamaz. Çünkü dünyaya Ortodoksluğu armağan eden de, onu koruyup, geliştirmiş olan da Doğu Roma İmparatorluğu ve onu yönetmiş olan hanedanlardır3. Ortodoks kiliseleri de, tıpkı Katolik kiliseleri gibi Hıristiyan geleneğinin tam ve tek temsilcisi olduklarını öne sürmektedirler. Hıristiyanlığın özgün şekliyle hiçbir tahrif ve bozulmaya uğramadan, kendi inanç sistemleri içerisinde yasamakta olduğunu iddia ederler. Bunu kanıtlayabilmek için de tarih boyunca kilise ve Hıristiyanlık için savunmalar yazmış olan Apologist denilen din büyüklerinin yolunda ilerlediklerini iddia etmektedirler. Ama bazı durumlarda bir şahıs (örneğin Justin Martir) aynı anda hem Münir Yıldırım, Yunanistan ve Ortodoks Kilisesi. 1. Baskı. Ankara: Aziz Andaç Yayınları, 2005, s. 55. 2 Aytunç Altındal, Türkiye ve Ortodokslar, İstanbul: Anahtar Kitaplar, 1995, s. 15. 3 “Ortodoksluk ve Ortodoks Kilisesi”, 07.10.2005, http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/kaynaklar.html 1 4 Katolikliğin hem de Ortodoksluğun tek ve değişmez savunucusuymuş gibi gösterilebilmiştir4. 1.2. Bizans Dönemi’nde Patrikhane’nin Durumu Hıristiyanlık, Roma İmparatorluğu’nun sınırları içinde yer alan ve günümüzde de Ortadoğu adıyla anılan bölgede doğan Sami menşeli bir dindir. Siyasal alanda Roma Devleti’nin hüküm sürdüğü bu bölgede, o günlerde kültürel boyutta da, Yunan felsefesinin etkisi hakimdi. Hıristiyan dininin doğduğu bu coğrafyada, Yahudilik dışında, birbirleri ile ilişkili Grek, Roma ve Pagan (Putperest) kültürleri yan yana yaşamaktaydı. Bundan dolayı Hıristiyanlık, siyasal ve kültürel zeminde son derece ileri bir düzeye sahip olan toplulukların kuşattığı bu ortam içerisinde olgunlaşmaya başlamıştır. Eski Ahit geleneğinin şekillendirdiği dini atmosfer ve Roma Devleti’nin siyasal baskıları, yabancı toplumlardan da taraftar kazanan ilk Hıristiyan topluluğunu Kudüs dışına itmiştir5. Hz. İsa’nın ölümünden sonra Tarsuslu Pavlus’un (Paulus) (Suriye, Kilikya, Makedonya, Girit, Sicilya, Roma vs.) dini öğretme çabaları sonuç vermiş; Pavlus öldükten sonra Hıristiyanlık kökleşmiş ve dünya dini olma yolunu tutmuştur. İlk kilise M.S. 37’de Antakya’da kurulmuştur. Aynı yıl, İstanbul Kilisesi ise ilk havari olarak adlandırılan Havari Petro’un kardeşi Havari Andreas tarafından kurulmuştur. Bu kiliseye “İsa’nın Büyük Kilisesi” de denmektedir. Bu yayma çabaları İmparatorlarına tanrı gibi tapan Romalıların baskısıyla karşılaşmıştır. Hıristiyanlık ve Hıristiyanlar, üç asır Roma İmparatorluğu’nun baskısı altında yaşadıktan sonra, I. Konstantinos’un devletin lehine dinden faydalanmak amacıyla ilan ettiği ferman (313) ile biraz rahatlamışlardır6. Bu baskı M.S. 321 yılında Roma İmparatoru Konstantin’in Hıristiyan dinini resmi devlet dini olarak kabul etmesiyle son bulmuştur. Hıristiyanlık, uzun yıllar Antakya, Kudüs, İskenderiye, Roma ve İstanbul’da bulunan beş ayrı kilise tarafından yönetilmiştir7. Altındal, Türkiye ve Ortodokslar, age., s. 17. M. Yıldırım, age., s. 19. 6 Bülent Atalay, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin Siyasi Faaliyetleri, İstanbul: Tarih ve Tabiat Vakfı, 2001, s. 1. 7 M. Süreyya Şahin, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, İstanbul: Ötüken Yayınları, 1999, s. 13. 4 5 5 O devrin Yunanlıları ve Romalıları, kendi inançlarının yerini alacak yeni bir dini kabule, manen hazır bir durumda bulunuyorlardı. Bilhassa Yunan dininin ne bir kurucusu, ne kutsal kitapları ve ne de rahipleri vardı8. Konstantinos, Herakleia Metropolitliği’ne bağlı Byzantion Piskoposluğu’nu Konstantinopolis adıyla yeniden imar ettirerek (Mayıs 330) başpiskoposluğa yükseltmiştir. Hıristiyanlık, 380 yılında bütün İmparatorluğun resmi dini olduktan sonra 381 yılında Konstantinopolis’te toplanan ikinci konsilde Roma Piskoposu (Papa) ile Konstantinopolis (Yeni Romaİstanbul) Piskoposu (Patrik) eşit olarak kabul edilmişlerdir. M.S. 395 yılında İmparator Teodisios’un ölümü sırasında İmparatorluğu iki oğlu arasında doğu ve batı Roma olarak bölmesi ile kiliseler de Doğu ve Batı Hıristiyanlık Kiliseleri olarak ayrılmıştır. Bu bölünme ile birlikte kutsal meclislerin toplanarak aynı konularda farklı kararlar alması ve güç mücadeleleri sonucunda iki kilise arasındaki görüş ayrılıkları derinleşmiştir. Bir süre sonra, İstanbul Kilisesi de, Roma Katolik Kilisesi’nden ayrılmış ve aşağı yukarı Bizans İmparatorluğu topraklarında yasayan bütün Hıristiyanlar, İstanbul Ortodoks Kilisesi’ne bağlanmıştır. Roma’ya inanç ve idare bakımından bağlı kalanlar Katolikler adını almışlardır. Bizans İmparatorluğu topraklarında yaşayan bütün Hıristiyanlar Ortodoks adını almıştır. Balkanlar’ın özellikle Yunanistan ve Bulgaristan kısımları ile Anadolu’nun Ege ve Doğu Karadeniz kıyıları, Ortodoksların en kalabalık olduğu yerlerdi9. Efes Konsili’nde (431), İstanbul ve Kudüs, Hıristiyan dünyasının tarihi merkezleri olarak kabul edilmişlerdir. Bu konsilde kabul edilen 28. Kanon (Kilise kanunu) ile Roma ve İstanbul’un hiyerarşi içindeki yeri eşitlenmiştir. Papalık iki kilisenin Hıristiyanlığa zarar vereceğini ifade ettiyse de etkili olamamıştır. Böylece İstanbul, başpiskoposluk arasında Roma’dan sonra ikinci sıraya yükselmiştir. Pontus Roma’nın bu yeni duruma karşı tezi, yalnız Roma İskenderiye ve Antakya’nın arttırılmış yönetsel haklara sahip olabileceği idi. Buna rağmen, Asya, Pontus ve Trakya Bölgeleri, İstanbul’un dini otoritesi altına girmiştir10. Şahin, age., s. 13. age., s. 17. 10 Elçin Macar, Cumhuriyet Döneminde İstanbul Rum Patrikhanesi, 1. Basım İstanbul: İletişim Yayınları, 2003, s. 33. 8 9 6 Kadıköy Konsili’nde (451) Roma Piskoposu (Papa) ile Konstantinopolis (Yeni Roma-İstanbul) Piskoposu (Patrik) eşit olarak kabulu teyit edilince, Papalık buna aforoz tehdidiyle karşı çıkmış ve Patrik de aynı şekilde cevap vermiştir. Böylece aralarında siyasi ve dini bir mücadele başlamıştır. Papa, Bizans İmparatoru Zenon ile birlikte hareket eden Patriği aforoz etmiştir11. Hıristiyanlığın dini kuralları toplanan konsillerde alınan kararlarla değiştirilirdi. Ortodoks-Katolik ayrımına kadar olan ilk yedi konsil Ekümenik yani iki tarafça tanınmaktadır. Yedincisi 787’de İznik’tedir12. V. yüzyılın sonuna doğru Akakios döneminde (471–489) İstanbul Başpiskoposluğu için Ekümenik Patrik unvanı kullanılmaya başlanmıştır. Ancak bu Roma’nın yerini inkar anlamına gelmiyordu•. II. İoannis’de (518–520) Ekümenik Patrik olarak bilinmektedir. Papa’nın tepkisini bir yüzyıl sonra, Patrik III. İoannis Sen Sinod toplantısının kararına “Ekümenik” unvanıyla imzalayınca göstermiştir. Roma’nın bu duruma tepkisi sert olduysa da, bu tepki İstanbul’un aynı zamanda dönemin güçlü imparatorluğu Bizans’ın başkenti olması dolayısıyla etkili olmamıştır. Bunda Batı Roma İmparatorluğu’nun 476’da yıkılmış olmasının etkisi de unutulmamalıdır. Ekümenik sıfatı resmen IV. İoannis (585–595) tarafından kullanılmıştır13. Papalar ile Bizans İmparatoru’nun koruması altındaki Patriklerin arasında kimin daha “has Hıristiyan” olduğu rekabetinden doğan bu çatışmaların en önemlisi 649 yılında toplanan ve Lateran Sinodu (Meclisi) denilen dinsel toplantıda alınan kararla ortaya çıkmıştır. 648 yılında İmparator’un emriyle Papa’yı ve görüşlerini eleştiren senet yayınlayan Patrik, Papa tarafından sapkınlıkla suçlanmış ve dışlanmıştır. Bugün, doğu ve batı kiliseleri arasındaki öğreti farklarının başında Kutsal Ruh’un kaynağı sorunu gelmektedir. Ortodokslar, Kutsal Ruh’un Baba’dan geldiğini Katolikler ise Kutsal Ruh’un Baba’dan ve Oğul’dan (Filioque) geldiğini kabul etmişlerdir. 11 Atalay, age., s. 1. Yorgo Benlisoy ve Elçin Macar, Fener Patrikhanesi, 1. Baskı, Ankara: Ayraç Yayınevi, 1996, s. 21. • İstanbul’un “Apostolic” kökenli olmayışı, yani “bir havari tarafından kurulmamış” olması Ekümeniklik sıfatını almasını engelliyordu. Bunun üzerine tıpkı Kıbrıs Piskoposu Salamis gibi salih oluşu süpheli olan bir rüya ile Tyrus Piskoposu Dorotheus’a istinad edilen bir belgeyle de, İstanbul Kilisesi’nin Havari Andrew tarafından kurulduğu ve Apostolic kökenli olduğu ilan edildi. 13 Benlisoy ve Macar, age., s. 22. 12 7 Bizans yaklaşık iki asırdır bu kaos içinde yaşarken, güneyden yeni bir ruhla Arap-İslam orduları Suriye kapısına dayanmıştır14. Araplar, İslamiyet’i yaymak için giriştikleri savaşlarda topraklarını genişleterek Bizans için ciddi bir sorun olmuşlardır. 636’da Antakya, 638’de Kudüs ve 642’de İskenderiye Arapların eline geçince Hıristiyanlığın doğudaki dört merkezinden üçü Müslümanların eline geçmiş oldu. Bu tarihten sonra Antakya, İskenderiye, Kudüs Patrikleri genellikle İstanbul’da ikamet etmişlerdir. Bu durum, sözü edilen patriklerin güçlerini, İstanbul’un lehine kaybetmelerine yol açmıştır. Üç doğu patrikliğinin Arap egemenliğine girmesinden sonra İstanbul, doğuda birleştirici olma misyonunu yüklenmiştir15. Bizans’ın Anadolu kesiminde, İslam’ın etkisiyle ikonoklazm (ikono kırıcılık, ikonaların reddi) akımı güçlenmiştir. İmparator III. Leon (717–741) uzun süre Bizans sınırında Araplarla sıkı ilişkiler içinde bulunmuştur. İkonoklazm hareketine girişmesinde bunun etkisi olduğu muhtemeldir. İmparator III. Leon 726’da Bizans’ta ikonaları yasaklamıştır. Papa ikonoklazm taraftarlarına karşı tavır alarak onları aforoz etmiştir. Buna İmparator III. Leon’un tepkisi sert olmuş, Roma’ya bağlı Moravya ve Selanik’i İstanbul Patriğine bağlamıştır. 787’de İznik’te VII. Ekümenik Konsil toplanarak İkonaları serbest bırakmış ve ikonoklazm lanetlenmiştir. İkonoklazm ikinci dalgası, 815’de toplanan yerel bir konsilin aldığı kararla tekrar başlamış, İkinci ikonoklazm dönemi 842’de sona ermiştir. Bir yıl sonra ikonalar yeniden kullanılmaya başlanmıştır. Bu olay Ortodoks dünyasında “Ortodoksluk günü” olarak kutlanmaktadır. Paskalya perhizinin ilk Pazarı’dır16. Papa ikonoklazm döneminde İstanbul’a bağlanan Moravya, Hırvatistan ve Bulgaristan piskoposluklarını isteyince, Patrik Fotios’un tepkisi sert olmuştur ve 867’de Papa I. Nikolaus’u aforoz etmiştir. Böylece iki kilise arasında kopma olmuştur. Ancak Fotios’un tepkisi özellikle I. Nikolaos’a olduğundan ikinci patrikliği döneminde (877–886) yeni papalarla yeniden iyi ilişkiler kurmuştur. Ancak özellikle İstanbul tarafından Hıristiyanlaştırılan Bulgarlar üzerinde mücadelesi için Roma’yla çatışmıştır. Mehmet Çelik, Fener Patrikhanesi’nin Ekümeniklik İddiasının Tarihi Seyri, İzmir: Akademi Kitapevi, 2000, s. 71. 15 Macar, age., s. 33. 16 Benlisoy ve Macar, age., s. 22–23. 14 8 İstanbul Patrikliği’nin etkisi arttıkça papalık ile yetki çatışması da artıyordu. Çatışma özellikle Hıristiyanlığın yeni yayıldığı bölgelerin denetimi için olmaktaydı. Papaların üstünlüğünü ve Roma Kilisesi’nin evrenselliğini savunan papalar ile Hıristiyanlığın evrenselliğini savunan patrikler ve ikisine de güvenmeyen, inanmayan Ermeni Kiliseleri arasındaki tartışmalar 1054 yılında doruğa ulaşmıştır. Norman akınlarına karşı ittifak kurma teklifiyle İstanbul’a gelen Papalık temsilcisi görüşmelerin gerginleşmesi üzerine Ayasofya’ya aforoz belgesini bırakmıştır. Patrik Mihail Kirilarios da Roma’yı aforoz etmiştir. Patrikhane, 1054’teki bu ayrılık ile de Ortodoks dünyasının en üst merkezi haline gelmiştir. İki kilise birbirinden uzaklaşmış ve kesin kopuş, doğunun batıya nefreti IV. Haçlı seferi ile yaşanmıştır17. Papa İnnocentius’un çabaları ve teşvikiyle gerçekleştirilen IV. Haçlı Seferlerinde Haçlılar 1204 yılında Kudüs’ten vazgeçerek İstanbul’u işgal etmişler ve kenti yağmalamışlardır. Papa’nın haberi olmadığı öne sürülen bu yağmada, kenti kan gölüne çevirerek tüm zenginlikleri, Venedik, Milano ve Roma’ya kaçırmışlardır. Tarihe Latin İmparatorluğu olarak geçen fakat papalık tarafından resmi belgelere Romanya adıyla yazılan bir devlet kurulmuştur. 1261 yılında Bizans İmparatorluğu, İstanbul’u yeniden zaptetmiş fakat Romanya Devleti, Atina, Makedonya, Girit ve Rodos bölgelerinde varlığını bir süre sürdürmüştür. Bu tarihsel geçmiş nedeniyle tıpkı Sırplar gibi, Romenler’de İstanbul’da hak iddia etmektedirler18. XIV. yüzyılın ilk yarısından itibaren bir yandan Osmanlı tehlikesi diğer yandan Sırp tehlikesi İmparatorluğu açık tehlikeyle yüz yüze getirmiştir. Bizans tek çare olarak yüzünü Papalığa dönmek zorunda kalmıştır. 1335 yılında Papaya gönderdiği mektupta, askeri yardım talep etmiş, bunun karşılığında altı ay içinde tüm halkını Katolik inancına sokacağına dair yemin etmiştir. Bu nedenle Kardinal İsidoros Papa’nın temsilcisi olarak İstanbul’a gelmiştir. Şehrin Türkler tarafından fethinden yaklaşık beş ay önce (12 Aralık 1452), Bizans Kilisesi’nin Roma Kilisesi ile birleştiğini ilan etmiştir. Bu olay Ortodoks Kilisesi’nin mezara gömülmesi demektir. Aynı zamanda Ekümeniklik iddiasından da vazgeçtiğini ve milli bir kilise haline döndüğünü göstermektedir. Ancak bu yapılanlar hiçbir işe yaramamış ve İstanbul 29 Mayıs 1453’te Türkler tarafından fethedilmiştir19. Altındal, Türkiye ve Ortodokslar, s. 28. Altındal, age., s. 29. 19 Çelik, age., s. 111–112. 17 18 9 Roma ile Patrik arasındaki sürtüşme ile birleşme çabaları günümüzde de devam etmektedir. 1.3. Osmanlı Dönemi’nde Patrikhane’nin Durumu Fener Rum Patrikhanesi’nin tarihi, ülkemiz için adeta baştan sona bir ihanet ve entrikalar tarihidir. Fatih Sultan Mehmet tarafından 29 Mayıs 1453’te İstanbul’un fethiyle Türklerin hâkimiyetine giren Patrikhane için, yeni bir çağın başlangıcı gibi yeni bir dönem başlamaktaydı20. İstanbul’a giren Fatih, Patriklik makamının II. Anastasios’tan beri boş olduğunu öğrenince artık kendi tebaası olan Ortodoks halkın bu dini kurumunun yeniden düzenlenmesine karar vermiş, Hıristiyan halktan yeni bir Patrik seçmelerini istemiştir. Bunun üzerine kilise ruhanileri ile Sivil Hıristiyan halk, kendi örf adetlerine göre yaptıkları seçimle, Yeorgios Kurtesis’i II. Gennadios (Yenadios) adıyla Patrik seçmişlerdir. II. Gennadios, Osmanlı Devleti idaresinde, Rum Kilisesine (Bizans kelimesi artık bitmiştir) seçilen ilk Patrik olmuştur21. Patrik, kilisenin din adamları ve laikler tarafından seçilir, Sultan tarafından huzura kabul edilip kendisine sadık kalacağına, İmparatorluğun kanunlarına riayet edeceğine and içer, Padişah da ona hil’at ve at ile bir altın asa vererek tayinini kabul ettiğini bildirirdi22. Fatih Patriğe millet başı unvanını vererek dindaşlarının meselelerinde onu yetkili kılmıştır. Daha sonra gönderdiği bir beratla da Patrikhane’nin statüsünü belirlemiştir. “Kimse Patrik’e tahakküm itmesün, kim olursa olsun, hiçbir kimse kendüsine ilişmesün, kendüsi ve ma’iyyetinde bulunan papaslar her türlü ‘umumi hıdmetlerden müebbeden mu’âf olsun. Kiliseleri, camie tahvil edilmeyecektir, izdivac ve defin işleri, sair ve adet işleri, Rum kilise ve usul-u kavaidine tevfikan kemaken ifa olunsun, Paskalya yortularının icrasına devam olunarak bu münasebetle Fener, yani Rum mahallesi kapıları üç gece açık olsun.”. Adnan Sofuoğlu, Fener Rum Patrikhanesi ve Siyasi Faaliyetleri, İstanbul: Turan Yayıncılık, 1996, s. 11. 21 Çelik, age., s. 114. 22 Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, İstanbul, 1968, s. 18. 20 10 Bu beratla Patrikhane imtiyazlar sağlamıştır. Fatih tarafından verilen beratın bir yangın sırasında yandığı söylenmektedir. Beratla birlikte Ortodoks Patriği, sonradan diğer millet başlarına yani dinsel cemaat başlarına da verilen en geniş yetkiler ve ayrıcalıklarla donatılmıştır. O zamana kadar imparatorun emrinde bir dinsel başkan olan patrik böylece imparatorun koruyuculuğunda, kendi dinsel topluluğunun birçok dünyasal işlerinin de tartışılmaz yöneticisi olmuştur. II. Mehmet patriğe üç tuğlu Osmanlı paşası unvanı verilmesi uygulamasını başlatmıştır. Patriğe’de, tebasını yargılama yetkisi olduğundan dolayı, bir de cezaevi kurulmuştur23. Tarihçiler Patrikhane’nin bu yeni konumunu “devlet içinde bir devlet olma” şeklinde tanımlamaktadır. Bunu ilk kullanan Engelhardt’tır. II. Mehmet’in Patrihane’ye verdiği yetkilerle, Patrikhane siyasi anlamda Bizans’taki gücünün çok üzerine çıkmıştır. Diğer ilginç bir durumda patriği “düşman” dinin hükümdarının seçtirmiş olmasıdır. Fatih’in Patrikhane’yi koruma ve güçlendirme amaçları şöyle özetlenebilmektedir: II. Mehmet Bizans’ın fethi ile artık kendisini “Yeni Roma İmparatoru” olarak görmektedir. Patrikhane de sınırları ve yetki alanı içinde çok sayıda Hıristiyan’ın bulunduğu bu imparatorluğun doğal ve tarihsel kurumudur. “İstanbul’un fethi ile birlikte, yalnız İslam dünyasının değil, Ortodoks dünyasının da başı olmuştur. Önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönem de Patrik I. Kirillos dönemidir. Kirillos (1572–1638), 1612–1638 yılları arasında çeşitli tarihlerde altı kez patriklik yapmıştır. 1627’de Rum cemaatinin ilk matbaasını kurdurmuştur. Theofilos Koridolias ile birlikte Kitap’ı mukaddesin halk diline çevrilmesine çalışılmıştır. Matbaada “Protestan” yayınlar da basılmıştır. Ancak bu “Reform” benzeri çabaları “tutucu” çevrelerden tepki görmüş ve matbaa tahrip edilmiştir. Bu dönemde Patrikhane’de Roma’ya ya da Protestanlara yakın kanatlar oluşmuştur. Kirillos da Protestanlara daha sıcak bakan kanattandır. Altı kez patriklik yapmasının nedeni Fransa ve Avusturya elçilerinin onu almaları, Hollanda ve İngiltere elçilerinin göreve iade ettirmeleridir. Tepkiler sonucu 1638’de idam edilmiştir24. Doğuda bu dönemde Katolik misyonerlik faaliyetleri giderek yoğunlaşmıştır. Katolik devletlerin çabalarıyla zaman zaman Fener Patrikliğine Roma’ya “yakın” kişilerin gelmesi sağlanmıştır. I. Kirillos’un halefi II. Kirillos 1638’de Papa VIII. 23 24 Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devletinde Millet Sistemi, Ağaç Yayınları, 1992, s. 21–34. Macar, age., s. 41. 11 Urban’a sadakat yemini imzalamıştır. Bu duyulduğunda Kutsal Meclis ve Osmanlı Hükümeti aynı oranda öfke ile tepki göstermiş ve II. Kirillos 1639’da Kuzey Afrika’ya sürülmüştür25. Padişah IV. Mehmet Mayıs 1651’de II. Parthenios’u Ruslarla işbirliği içinde olduğu gerekçesiyle idam ettirmiştir26. Gerekçe, Patriğin Ruslarla işbirliği yaparak, devlete ve millete ihanet içinde olmasıdır. Bu olaydan sonra (1657–1834) Patrikliğin protokoldeki yeri değiştirilmiş ve artık Şeyhülislam yerine Sadrazamla muhatap kılınmıştır. Yine, 1821 Mora isyanını çıkartan Patrik Grigorios V ile destekçileri Efes, Ahyolu ve İzmit, daha sonra da Terkos, Edirne, Tırnovo ve Selanik Metropolitleri idam edilmiştir. Mora isyanındaki rolünü inkar eden Patrik Grigorios, kendisine yönelen şüpheleri dağıtmak için asileri aforoz etmiştir. Ancak Patrikhane’ye yapılan ani bir baskında, isyana ait tüm belgeler ele geçirilmiştir. Bu belgeler arasında; Moralı asilere yazılan mektuplar, İstanbul’daki isyan hazırlıklarının hangi durumda olduğu hakkında verilen bilgiler, Dışişleri bakanlığında çalışan Fenerli Rumların devletin gizli belgelerine ait raporları, İngiliz ve Fransız elçiliklerinin Patrikhane’ye verdiği gizli bilgiler, isyan için Rusya’da yapılan hazırlıklara ait belgeler, Odessada’ki Etniki Eterya cemiyetinden gönderilen silahlara ait dökümler, Dünya Ortodoks alemine hitap eden mektuplar, yardım ve para makbuzları yer almaktadır. Patrik Grigorios, deliller karşısında suçunu kabul etmiş ve hiçbir inkara yönelmemiş, ihaneti sabit görülerek idam edilmiştir. İşte bu Patriğin, Patrikhane’nin orta kapısındaki idam sehpasında söylediği son sözlerdir ki, Rumların “kin kapısı” politikasını belirlemiştir. Patrik V. Grigorios’un gerçeği bütün çıplaklığı ile ortaya koyan ve büyük sadakatle tutulan vasiyeti, “... Konstantin şehrinden müşrikler kovulacaktır. Ayasofya haçlıya iade edilecektir. Bizans kartalı yine semalara hakim olacaktır. Yarıda kalan Ayasofyada’ki ayin tamamlanıncaya kadar bu kapı kapalı kalsın... Ey Ruh-ül Kudüs!... Sesimi duy!...” şeklindedir. O tarihten günümüze kadar Patrikhane mensublarının Patrik Grigorios’un asıldığı orta kapıyı onun hatırasına hürmeten kapalı tuttukları söylenmektedir27. Her seçilen patrik için padişah tarafından seçilen kişinin devletçe uygun olduğunu görevini yapma izni ve emrini belirten bir berat verilmiştir. Padişah 25 age., s. 42. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4. Baskı, C.3, Kısım: 2, TTK, 1988, s. 151. 27 Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Temmuz 1995, Fasikül 81, s. 345. 26 12 değiştiğinde de berat yeniden onaylanmaktaydı. Benjamın Braude’ye göre her yeni patrik için yeni berat çıkarılması Fatih’in II. Yennadios’a verdiklerinin “kurumsal” değil “kişisel” olduğunun kanıtıdır. Patriklere verilen beratlar Şeyhülislamın da imzasını taşırlardı. 8 Temmuz 1453’te verilen Beratta Fatih Sultan Mehmet’ten beri verilen ayrıcalıkların azaltılmasının mümkün olamayacağı yazılıdır. Bir metropolitin atanabilmesi için piskopos mukataası’na belli bir miktar para yatması gerekiyordu. Aynı şekilde patrik atamalarında da peşkeş sistemi olmuştur28. Patrikhane’nin 1600’de Fener’de bugünkü yerine taşınmasıyla Rumların ileri gelen aileleri de bu semte taşınmaya başlamışlardır. Çocuklarını Avrupa’ya tıp, felsefe ve temel bilimler gibi alanlarda eğitime göndermişler, bu gençler de Türkçe, Arapça, Farsça dillerinin yanında çeşitli Avrupa dillerini öğrenmişlerdir. İstanbul’a döndüklerinde birçok dili bilmelerinden dolayı bürokraside özellikle tercüman olarak yer almaya başlamışlardır. Bir süre sonra Eflak ve Boğdan Prensleri, Divan-ı Hümayun ve Donanma-i Hümayun tercümanlarının bu kişiler arasından seçilmesi bir gelenek halini almıştır. Bunlara Avrupalıların adlandırması ile Fenerliler (Phanariots) denmiştir. Fenerlilerin bu yükselişi 1821 Yunan ihtilali ile son bulmuştur. Bu tarihten sonra Rumlar genellikle “kritik” mevkilere getirilmemişler, onların yerini Ermeniler ve Avrupa’ya gönderilmeye başlanan Müslüman gençler almıştır29. Fransız ihtilalinin yarattığı milliyetçilik akımı ile birlikte on dokuzuncu yüzyıl Patrikhanenin siyasi faaliyetlerini arttırdığı dönem olmuştur. Bu dönemde Patrik, piskopos ve papazlar geniş yetkileri sayesinde Bütün Ortodoksların (Bulgar, Sırp, Arnavut ve Elenler’in) hem ruhani hem de siyasi lideri olmuştur. Balkanlar ve tüm Rumeli’yi Yunan toprağı haline getirmek için çalışmalara başlamıştır. Patrikhane’nin çıkardığı emirnamelerle Balkanlarda ve Karpatlarda Rum papazlar görev yapmaya başlamışlardır. Bulgaristan’da Rumca ibadet ve Rumca öğretim dili kullanılmış, Slovenca yazılmış ibadet kitapları yasaklanmıştır. Fenerli tercüman ve Voyvoda olarak görevlendirilen Rum Beyleri, Balkan ülkelerinde Türkler aleyhinde kışkırtmalarda bulunmuşlar, bu konuda Avrupa devletlerinden yardım istemişler ve çalışmalarında başarıya ulaşmışlardır. Bu arada imtiyazlardan yararlanan Rum aydınları boş durmamış, Megalo İdea yolunda yoğun 28 29 Benlisoy ve Macar, age., s. 37. age., s. 189. 13 çalışmalara girişmişlerdir. Megalo İdea ilk defa şair Kosmos Etolios ile öğrencisi K. Rigas Fereos tarafından zikredilmiş ve 1797’de Rigas Viyana’da büyük Yunanistan haritasını dağıtmıştır. Bu Harita Balkanları, Küçük Asya’yı ve Adaları içine almaktadır30. Patrikhane’nin, Megalo İdea’nın altyapısını oluşturduğu da sabittir. Yunan isyanını hazırlamak için 1814’de kurulan Etniki Eterya adlı cemiyet Fener’deki bir Rumun evini merkez seçmiş, bu cemiyete tüm papazlar, psikoposlar, gemiciler, serdengeçtiler ve Osmanlı Beyleri ile Paşaların evlerinde hizmet gören kadın ve erkek Rumlar üye olmuştur. Örgüt, 1917’de Rus Çarlığının yıkılmasına kadar Çarlık ve Rus Ortodoks Kilisesi’ne dayanmıştır. Ancak örgütün gerçekte, özelikle de Türk Devletini bir an önce yıkmak için gerekli organizasyon ve bölüşme planlarını hazırlayan siyasi merkezi 1821’den itibaren İstanbul Patrikhanesi olmuş, bu durum 1919’a kadar tam 98 yıl sürmüştür. İstanbul’da Fransa’yı temsil eden Büyükelçi M. J. Tuvanel’in, Fransa Dışişleri Bakanı’na Atina’dan gönderdiği bir mektupta ise, Yunanlıların Türklere olan kinleri çok açık olarak ifade edilmektedir (9 Eylül 1859’da yazmıştır): “(…) Yunanistan’da Kralından çobanına kadar herkes, Türkiye’nin zararına toprak kazanmayı düşünüyor. Bu arzunun, sınırı yoktur. Öyle ki, ilk gaye olarak Selanik’den bahsedilirken, şimdi İzmir ve mıntıkasını istiyorlar. Ruhaniler ise, İstanbul’a yeniden ‘Konstantinopl’ adının verilmesini sağlayacak olan, Ayasofya’nın ‘Sent-Sofi’ olarak telaffuzunu temin edecek Yunan zaferinin hasretzedeleridir. Her Yunanlıya bu fikir, beşikten mezara kadar maharetle telkin ediliyor. Kırım Savaşları’nın cereyanı sırasında Yunanistan, Osmanlı Orduları’na saldırmaktan men edildiği için, kendisinin velinimeti olan İngiltere ve Fransa’ya bile tehevvür ve hiddet içindedir. (…) Yunan milletinde, Osmanlılar’a ve umumiyetle Türklüğe karşı olan bu derin kini, Moskova’da görev yaptığım zamanlar, Ruslar’da dahi müşahede etmedim. İnancım odur ki, Yunanlılar, Türkler’e karşı hiçbir zaman ve her türlü durum ve şartlar altında dostluk göstermeyeceklerdir.”31. 1918–1922 arasında Patrikhane de Yunan yayılmacı politikasının yörüngesine girmiştir. 25 Ekim 1918’de Patrik Yermanos Kavakopulos istifaya zorlanmış ve yerine 30 31 Şahin, age., s. 173–175. age., s. 206. 14 göreve atanan Doroteos yeni bir politika izlemiştir. Bu yıllarda Patrikhane politik girişimlerle Yunan politikasını ve Megalo İdea diye bilinen geniş Yunanistan düşüncesini desteklemiştir. 16 Mart 1919’da kiliselerde Yunanistan’la birleşme isteği dile getirilmiş ve bu tarihten sonra Osmanlı Yönetimiyle ilişkilerden kaçınılmıştır32. Gerçekte Patrikhane Osmanlı Hakimiyeti altında faaliyet göstermeye başladığı andan itibaren hep Bizans’ın canlandırılması hayali peşinde koşmuştur. Bu konuda yabancı tarihçilerin, “Bizans’taki Osmanlı hakimiyeti Ayasofya’nın duvarlarına sürülmüş badanaya benziyor. Altındaki mozaik putlar bozulmamış” benzetmesini yaptığı da bilinmektedir33. 1.3.1. Ulusal Kiliselerin Doğuşu 19. Yüzyıl boyunca Osmanlı, Balkanlarda ayaklanmalarla karşılaşmıştır. Başka bir değişle “millet deyimi bir inanç birliği olmaktan bir ulusun ifadesine dönüşmeye” başlamıştır34. Başlangıçta söz konusu isyanlar, milli kiliseler problemini de gündeme getirince Patrikhane’nin yoğun tepkisiyle karşılaşmıştır. Sözgelimi 1821 yılında Yunan isyanı başladığında Patrik V. Grigorios isyancıları aforoz etmiştir. Yunan isyanından sonraki yıllarda çıkan Bulgar isyanında da Patrikhane’nin Osmanlı Devleti’nden yana tavır aldığı görülmektedir. Zira gerek Yunan isyanı, gerek Sırp ve Bulgar isyanları milli kilise talepleri ile başka bir renge bürünmüş ve Fener Patrikhanesi bu durumu otoritesine bir darbe olarak görerek rahatsızlık duymuştur35. Böylece Balkanlarda birçok kilise Fenerden kopmuş, “ulusal” kiliseye dönüşerek otosefal∗ olmuştur. Bunda Fener’in yönettiği bölgelerde, yerel dil, kültür ve gelenekleri dikkate almayan tutumu etkilidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar’dan çekilmesiyle oluşan yeni devletler Fener’in de politik vesayetinden kurtulmuş ve siyasi özgürlükleriyle birlikte dinsel bağımsızlıklarını da ilan etmişlerdir. 1833’te ayrılmış 32 “Osmanlı Dönemi 4”, http://www.minidev.com/kulturler/kulturler_rum_tarih2_4.asp Sadi Somuncuoğlu, İstanbul’da Yeni Roma İmparatorluğu. 1. Baskı. Ankara: Akçağ Yayınları, 2004, s. 27. 34 Macar, age., s. 56. 35 Önder Kaya, “Patrikhanenin Vaziyeti”, Toplumsal Tarih, Sayı: 124, Nisan 2004, s. 123. ∗ Otosefal, Özerk üç kilise dışında kalan Ortodoks kilisenin, bağımsızlığını, egemenlik hakkını ifade eden Yunanca sözcük. 33 15 olan Yunan Kilisesi’ni Sırp Kilisesi izlemiştir. Romanya 1865’te ulusal kilisesini kurmuş, bu durum Fener tarafından 1885’te kabul edilmiştir. Bulgar Kilisesi’nin kurulması diğerlerine göre en sorunlu olanıdır. Yıllarca Rumca ayine ve eğitime zorlanan Bulgarlar, ulusçuluğun da etkisiyle uzun mücadeleler sonucu Bulgar Kilisesi’ni 1870’te kurmuşlardır. Padişah ta 1872’de Bulgar Eksarhanesi’ni (kilisesini) onaylamıştır. Diğer Balkan kiliselerine anlayış gösteren Patrikhane, Bulgar Kilisesi’ne aynı anlayışı göstermemiştir. Çünkü bu yeni kilise, Patrikhane’nin kalmış olan cemaatinin neredeyse yarısını alıp götürecektir. Fener Patriği diğer Patrikleri toplayarak, Bulgarlar’ı “ayrılıkçı” ilan ederek aforoz etmiştir. Fener 1945’e kadar bu kiliseyi tanımamıştır. Yayınladığı bildiriyle, Bulgarları ırk ve milliyet ayrıcalığı ortaya çıkarmakla suçlamış ve bunun İsa’nın dinine aykırı olduğunu söylemiştir. Bulgarların ve Rumların bir arada bulundukları yerlerdeki kiliselerin paylaşımlarında büyük sorunlar yaşanmıştır. Bu nedenle 3 Ekim 1910’da, “Kiliseler Kanunu” çıkarılmıştır. Bu kanunla kiliselerin ve okulların kimlere ait olacağı sorunu nüfus ölçütüne göre çözülmüştür36. Ortodoks Kilisesi uzmanı ünlü Rahip Janin’in çok güzel ifade ettiği gibi “kaderini önce Bizans İmparatorluğu’na daha sonra da Türk İmparatorluğu’na bağlayan Ekümenik Patrikhane Osmanlı’ya bağlı olarak Osmanlı devleti büyüdükçe büyümüş, küçüldükçe küçülmüştür”. Balkanlar Patrikhane’den koptukça, prestijini korumak üzere yeni makamlar yaratmak, unutulmuş tarihi ve dini isimleri yeniden canlandırmak amacıyla yeni metropolitlikler oluşturulmuştur. III. İoakim, 1883’te ilk ‘Sintagmation’u, yani Fener’e bağlı metropolitlerin listesini yayınlamıştır37. 36 37 Benlisoy ve Macar, age., s. 45. age., s. 46. 16 İKİNCİ BÖLÜM 2. FENER RUM PATRİKHANESİ VE LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI Rum Azınlığın ve Patrikhane’nin Türkiye ile yaşadığı sorunların temelinde Osmanlı İmparatorluğu’ndaki imtiyazlara yeniden kavuşma istekleri yatmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde ve Kurtuluş Savaşı sırasında Rum Azınlığın diğer devletlerle yaptığı iş birliği ve yurt içinde Kurtuluş Savaşı’nın başarısızlığa uğraması için gösterdiği çabalar Türk halkı tarafından unutulmamıştır. Patrikhane’ye verilen İmtiyazlar Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile ortadan kalkmıştır. Patrikhane, Osmanlı Dönemi’ndeki ayrıcalıklarına yeniden kavuşabilmek için Türkiye’yi uluslararası arenada şikâyet ederek baskı altına almaya çalışmaktadır. Patrikhane, düşmanca faaliyetlerini Özellikle Mondros Mütarekesi’nden sonra açıkça yapmaya başlamıştır. Rum Azınlık tarafından İstanbul’da ve genel olarak Türkiye’de gerçekleştirilen faaliyetler Fener Rum Patrikhanesi’nden yönetilmiştir. Patrikhane, başta siyasi faaliyetler olmak üzere, terör örgütlerinin teşkilatlandırılması, çetelerin desteklenmesi, gösterilerin düzenlenmesi, kültürel çalışmaların yürütülmesi, propagandanın yaygınlaştırılması gibi işleri yapan bir kuruluş durumundadır. Ayrıcalıkların bir daha verilmeyişinin sebepleri Lozan Barış Antlaşması’ndan önce, Lozan’da ve Lozan’dan sonra Rum Azınlığın ve Patrikhane’nin faaliyetleri incelendiğinde daha iyi anlaşılabilmektedir. 2.1. Lozan Barış Antlaşması’ndan Önce Patrikhane Patrikhanenin, çıkardığı Mora İsyanı’ndan günümüze kadar sürekli olarak Megalo İdea politikasının içinde yer aldığı belgelerle kanıtlanmıştır. 1918’li yıllarda Patrikhane’nin merkez durumuna gelmesinde, Yunanistan’ın Türkiye üzerindeki emellerinin gerçekleştirilmesi yolunda çok uygun bir kuruluş olması başlıca rolü oynamıştır. Osmanlı İmparatorluğu, azınlıklarına gösterdiği hoşgörü nedeni ile Hıristiyan Ortodoks halkın dini ve ahlaki eğitimine karışmamış ve bu konuları kiliseye bırakmıştır. 17 Dil ve din ile ilgili olarak önceleri ilköğrenim yapılırken zaman içerisinde yüksek okullar açılmış böylece Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok yerinde kiliselerin kontrolünde Yunan fikrinin önemli faaliyet merkezleri oluşturulmuştur. Kilise, yetişmiş tahsilli papazlara veya kabiliyetli Rumlara Avrupa’da öğrenim yaptırıp sonraları bunları halkın öğretmeni olarak mükâfatlandırmıştır. Megalo İdea fikri bir ülkü olarak gizlice Rum gençliğine öğretilmiştir. Rum vatandaşlarımızdan Rumca bilmeyenlerin Rumca öğrenmeleri sağlanarak Hıristiyan Greek fikirleri aşılanmıştır. Bu fikirlerle eğitilen Rum vatandaşlarımız ve özellikle papazlar tarihi emellerini gerçekleştirmek üzere faaliyete geçmişlerdir. Yunanistan Ordusu 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkıp Ege Bölgesi’ni işgal etmiştir. İzmir’in işgali sırasında, İzmir Metropoliti Hırisostomos∗, Yunan Kuvvetlerini takdis etmiş ve onlarla beraber çalışmıştır38. Vali Rahmi Bey tarafından 1. Dünya Savaşı sırasında İzmir’den uzaklaştırılan Hırisostomos, Mondros Mütarekesi’nin sağladığı ortam sayesinde 1 Ocak 1919’da tekrar İzmir’e dönmüştür39. Hırisostomos, yaptığı takdis ayini ile halkı esef verici bir tesir altında bırakmış ayrıca, “Ne kadar çok Türk kanı içerseniz, Cennet size o kadar yakın olur. Türk’ün kanını içmek sevaptır” şeklindeki hitabıyla da Yunan askerlerini ve yerli Rumlar’ı, Türkler’i katliama tabi tutmaya teşvik etmiştir. Hırisostomos’un tahrikten de öte, işgalde yapılan katliamı bizzat idare ettiği ve sağa sola koşarak ‘Feslileri öldürün’ diye bağırdığını TBMM’nin 15 Mayıs 1920 tarihindeki toplantısında, olaya şahit olan milletvekilleri ifade etmişlerdir40. Patrikhane de 24 Mayısta Hükümetin tepkisine aldırmaksızın, İzmir’in işgalinden duyduğu minnet duygularını içeren bir tebliğ yayınlamıştır. Hırisostomos daha sonra Patrikhane’nin de yaptığı gibi, işgalin gerekçesini haklı gösterecek şekilde, Hıristiyanların Müslümanlarca nasıl katledildiğini anlatan Fransızca bir kitap yayınlamış, 1921’de de ABD’den Türkiye’deki Hıristiyanların himayesini istemiştir41. ∗ 9 Eylül 1922’de İzmir’in Türk Ordusu’nca geri alındığı gün linç edilmiştir. Atina’nın Nea Zmimi semtinde, linç edilişinin de tasvir edildiği bir heykeli vardır. 38 Bilge Umar, İzmir’de Yunanlıların Son Günleri, Ankara: Bilgi Yayınları, 1974, s. 111. 39 Engin Berber, Sancılı Yıllar: İzmir 1918–1922 Mütareke ve Yunan İşgali Döneminde İzmir Sancağı, Ankara: Ayraç Yayınları, 1997, s. 86. 40 Şahin, s. 206. 41 Macar, Cumhuriyet Döneminde İstanbul Rum Patrikhanesi, s. 56. 18 Fener Patrikhanesi’nin ihanetlerinden bir tanesi de Pontus Cemiyeti’dir. Pontus Cemiyeti, Yunanistan Hükümeti’nin Anadolu’yu işgal edememesi ihtimalleri üzerine kurulmuştur. Pavlidis, 1956 yılında Atina’da yayınlanan “Pontus Cumhuriyeti Nasıl ve Niçin Başarıya Ulaşamadı” isimli eserinde Pontus’un sınırları konusunda; “Pontus Rus hududundan başlar Trabzon ve Sivas vilayetlerinin tamamını ve Kastamonu vilayetinin bir kısmını içine alarak, Karadeniz kıyısı boyunca Sinop ötesine kadar uzanır. Bütün Pontus 70.000 kilometre karelik bir sahayı kaplar”42 şeklinde bilgi vermiştir. Patrik Dorothoes’in 14 Şubat 1920’de, Loyd George’a yazdığı mektup Rum azınlığın Türkler hakkındaki düşüncesini açıkça ifade etmektedir. Mektupta; “Türklerin kötü idaresi devam ediyor. İstanbul hiçbir zaman ne kültür ne de nüfus olarak Türk olmamıştır. Müslümanlar için değil, fakat Yunanlılar için mukaddes bir şehirdir. Kuvvetlerin Türkleri İstanbul’dan atmaması bir zaaf telakki edilecektir. Hâlbuki İstanbul Yunanistan’la kuvvetli bir bağla bağlanmazsa Yunanlıların arzuları hiçbir vakit yerine getirilmemiş olacaktır. Türkler boğazları müdafaa edemedi. Hâlbuki Yunanlılar milletler arası bir rejimde ve kuvvetlerinde menfaatlerini koruyarak müdafaa edebilir. Bütün bu sebeplerden vatanla birleştirilmelidir. Bunu boğazların milletler arası olması şartıyla en iyi çözüm yolu olarak teklif ediyoruz. Biz İstanbul’a self determinasyon ve kuvvetlerin menfaatlerini garanti ediyoruz. Bu kabul edilemez ise İstanbul’un mandasını da almaya razıyız. Artık yeniden dünyaya gelen Yunanistan, Türk mayasını kabul edemez. İstanbul’dan Türk Hükümeti ve Sultanı atılmalıdır. Sulh konferansının en adil hareketi, doğudaki cinayetlerin yeniden tekrarına mani olmaktır, medeniyetin ve sulhun haklarını vermesidir.”43 ifadeleri yer almıştır. Patrikhane bu dönemde Venizelos’un ve Yunanistan’ın Türkiye’deki uygulama aracı haline gelmiştir. Venizelos bunu, hatıratında; “Bana verilen ve daha sonra da bazı yansımalarıyla gerçeğe tümüyle uyduğu da saptanmış olan güvenceye göre, Memalik-i Osmaniye’deki ve Rumların oturduğu birtakım küçük, büyük kentler ve kasabalardaki kiliseler ve Rum okulları, tümüyle birer silah deposu durumuna getirilmişlerdir. Bu sonuç için o bölgede yaşayan Rumlar büyük bir cesaret ve basiret göstermişler ve Türk’lerin tapınaklarına olan saygı ve yerel okullara sağladıkları dokunulmazlıktan yararlanmışlardır. İzmir’in işgaline karşılık gelen günlerde İstanbul’daki Fener Rum 42 43 Ali Güler, Rakamlarla Türkiye’de Azınlıklar, Ankara: Elektronik Basım Yayın, 2001, s. 129. Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, İstanbul: Aytaç Kitapevi, 1967, s. 236–237. 19 Patrikliği’nden bir heyet gelip beni gördü. Karadeniz kıyılarında ayrı bir Rum Devleti kurmak için derhal etkinliğe geçmek kararında bulunduklarını, milis alaylarını harekete geçirmek için yalnızca Yunan subaylarını beklemekte olduklarını bana belirtti. Heyetin sahip olduğu serveti öğrenince bunun miktarı beni şaşkınlıkta bıraktı. Kendilerinin sahip olduğu altının mevcudu o anda Yunan Hükümeti’nin sahip olduğu altın toplamından çoktu.” şeklinde itiraf etmektedir. Patrikhanenin ihanetlerinde dikkat çekici bir dönem de 1921’dir. Öne çıkan isim de 8 Aralık 1921’de Patrik seçilen Meletios’dur. 6 Şubat 1922’de tacını giydiğinde İstanbul sokakları Yunan bayraklarıyla donatılmıştır. Osmanlı Yönetimi, Meletios Yunan vatandaşı olduğu için bunun yasa ve yönetmeliklere aykırı olduğunu bildirerek, seçimi tanımamıştır. Çünkü Patrik seçilecek kişinin en azından babasından beri Osmanlı vatandaşı olması gerekmektedir. Osmanlı Yönetimi’nden berat talep etmeyen ilk Patrik olan ve Megalo İdea’ya inanan Meletios, Ulusal Savunma (Etniki Amina) örgütüyle alenen ittifak yapmış, Avrupa’daki metropolitleri kullanarak “Mağdur Anadolu Hıristiyanları lobisi” oluşturmuştur. 25 Ocak 1922’de Paris’te 100 senatöre hitaben, “Küçük Asya Devleti Oluşturulması” hakkında bir konuşma yapan Meletios, bir başka toplantıda ise Venizelos’a “esir Rumların vekili” ünvanını verdirmiştir. Bu dönemde Fener için söylenen, artık “Türkiye’deki siyasi Helenizmin kalesi” olduğudur44. Meletios’un bu çabaları fayda vermemiştir. Meletios, Türk’ün zaferinden sonra 10 Temmuz 1923’te istifa etmiş, yardımcısı Athinagoras ile Amerika’ya gitmiştir. 2.2. Lozan Barış Antlaşması’nda Patrikhane Lozan’a katılan Türk heyeti büyük bir manevi baskı altında toplantılara katılmıştır. Çünkü Büyük Millet Meclisi Patrikhane’nin sınırlarımız dışına çıkarılmasını ve bu konuda taviz verilmemesini istiyordu. Türk delegasyonu da görüşmelerde Patrikhane’nin yurt dışına çıkması konusunda ısrar etmiştir. Görüşmelere katılan devletler Patrikhane konusunda tek bir Müslüman devletin karşısına birleşerek çıkmışlardır. Görüşmeler sırasında Türkiye’yi destekleyen Alman ve Fransız Gazeteleri Patrikhane gündeme gelince bir anda Türkiye aleyhtarı yazılar yayınlamaya başlamışlardır. Türk tarafı genel ve ikili görüşmelerde Patrikhane’nin Osmanlı Devleti 44 Somuncuoğlu, s. 17. 20 aleyhine nasıl çalıştığını, patriğin imtiyazlarını nasıl kötü kullandığını anlatmışlar ve Türkiye sınırlarının dışına çıkarılması gerektiğini ısrarla savunmuşlardır45. Patrikhane konusunda İsmet (İnönü) Paşa da Antlaşmanın imzalanmasından yirmi gün önce şu beyanatta bulunmuştur: “Biz, Rumlar’ın ve sair anasırın umur-ı mezhebiyelerine tamamen hürmetkârız ve onların kiliselerine kemafi’s-sabık riayet edeceğiz. İstedikleri reis-i ruhaniyi intihab hakkını haiz olduklarını kabul ve tesiîm ederiz. Ancak Patrikhane müessese-i hazırasının ibkasına kat’iyen muvaffakat edemeyiz. Patrikhane müessesesi zaten hukuken tebeddül edecektir. Patrikhane’nin dahili meclisleri- ki, rûhânî, cismanî ve muhtelit meclislerden ibarettir- artık bugünkü şekilde kalamaz. Çünkü ortada artık Anadolu ve Rumeli Metropolitleri yoktur. Patrikhane, devletin Hudûd-ı hâzırâsına ve Rumlar’ın ancak İstanbul’da bulunabilmesine göre tebdil-i şekil ve mahiyet mecburiyetindedir. Patrik Efendi’nin artık İstanbul’da işi yoktur. Bu, bir şahıs meselesi değildir. Bir müessese meselesidir ve bu müessese, arzettiğimiz esbâbdan naşi behemehal değişmelidir”. Lozan Görüşmeleri’nde Patrikhane konusu, “Azınlıklar Alt Komisyonu”nda gündeme gelmiştir. Türkiye, Atatürk’ün de dediği gibi bir fesat ocağı haline gelen Patrikhane’nin kesinlikle Türk topraklarından çıkarılmasını istiyordu. Bu konuda halk, gazeteler ve hükümet tam bir mutabakat içerisindeydi. Ancak Türk Heyeti, bu isteğe direnen İngiliz Heyeti Başkanı Lord Curzon başta olmak üzere Venizelos ve diğer batılı ülkelerin temsilcilerinin ve ABD’nin çok sert muhalefetiyle karşılaşmıştır. Yunanistan başdelegesi Eleutherios Venizelos, I. Komisyon’da yaptığı konuşmada; “...Patrik, IV. ve V. yüzyıllardaki büyük gelişmelerinden ötürü Roma Kilisesi’nin de katılmasıyla bütün Hıristiyan Kiliseleri’nin kararıyla Evrensel Patriklik’e (Patriarcal Oecumenique) yükseltilmiş olan İstanbul’un -başka deyimle, Yeni Roma’nın- Başpiskoposu’dur. Dünyada hiç kimse bu iki görevi birbirinden ayıramaz.” demiştir46. Lozan’da tartışmalar yüzünden müzakerelerin kesilme tehlikesi baş gösterince Lord Curzon; “Eğer Patrikhane’nin bir tahrik öbeği olduğu doğru ise, bu Patrikhane’nin Sami Emirhan, Fener Rum Patrikhanesinin Dünü Bugünü Yarını, İstanbul: Harp Akademileri Basımevi, 1995, s. 21. 46 “Lozan Görüşmelerinde Fener Rum Patrikhanesi”, 25.11.2005 http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/lozanda.html 45 21 siyasi imtiyazlarını değiştirmek ve kaldırmak için sebep olabilir. Ama Patrik’in ruhani ve kiliseye ait imtiyazlarını kaldırmaya sebep olamaz. Eğer din ve kilise salahiyetleri yok olursa medeniyet dünyasının vicdanı kanar.”47 şeklinde bir fikir beyan etmiştir. Hem katılan bütün devletlerin muhalefeti ve baskısı, hem de İngiltere baş delegesi Lord Curzon’un kesin tavrı nedeniyle Türk Heyeti esneklik göstermek zorunda kalmıştır. Bu arada Venizelos; “...Yunanistan temsilci heyetinin, Türk Hükümeti Lord Curzon’un teklifine katılırsa, şimdiki patriğin çekilmesini kolaylaştıracak biçimde davranmaya hazır olduğunu” da sözlerine eklemiştir48. Lozan Barış Görüşmeleri’nde Patrikhane’nin milli sınırlar dışına çıkarılması için Türk Delegasyonu tarafından büyük bir gayret gösterilmesine rağmen, o günkü şartlarda bu mümkün olmamıştır. Başta İngiltere ve Yunanistan olmak üzere konferansa katılan tüm tarafların delegelerinin Patrikhane’nin sadece Türkiye’de kalan Rumların dini işleri ile ilgileneceği, idari ve siyasi faaliyetlerde bulunmayacağı, Patrikhane’nin bir Türk Kuruluşu, Patriğin de Türk Kanunlarına tabi bir kişi olacağı doğrultusundaki taahhütleri üzerine Türkiye’de kalmasına izin verilmiştir. Baş delege İsmet Paşa da, bu konuda taraf devletlerin vermiş oldukları sözleri “sözlü senet” olarak kabul ettiğini bildirmiştir. Ancak, bu taahhütler sadece Lozan’ın müzakere zabıtlarında kalmış, antlaşma metninde Patrikhane ile ilgili özel bir hüküm yer almamıştır. Lozan Antlaşması’nda sadece Müslüman olmayan dini azınlıkların haklarını belirleyen 37–45. maddeler* yer almıştır. Antlaşma metninde azınlık kurumları arasında yer almamış olması, Patrikhane’ye azınlık kurumlarından daha imtiyazlı bir konum kazandırmamaktadır. Bundan, Patrikhane ile ilgili olarak Türkiye’nin “Ahdi bir Yükümlülük” üstlenmediğinin anlaşılması gerekmektedir. Buna mukabil, Patrikhane’nin bir “Türk Kuruluşu” olduğu ifadesi; Türkiye’nin, Patrikhane’yi Türkiye Cumhuriyeti uyruklu İstanbul Rum Azınlığına yönelik dini faaliyet gösteren bir makam olarak kabul ettiği anlamını taşımaktadır. Nitekim başta Patrik olmak üzere, tüm Patrikhane görevlilerinin Türkiye Cumhuriyeti uyruklu kişiler olmaları zorunluluğu bu Ertan Köse, Yunanistan ve Bitmeyen Kin. 1. Baskı. İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2005, s. 198. 48 Köse, age., s.199. * Lozan Antlaşması’nda Azınlık Hakları ile ilgili maddeler EK-1’de verilmiştir. 47 22 anlayışın açık ifadesidir. Bu bağlamda, Patrikhane’nin statüsü hususunda Türkiye’de resmi ve gayri resmi hiçbir çevrede tartışma yoktur ve Patrikhane, Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasal güvencesi altında özgür bir ortamda faaliyet göstermektedir. Lozan’da yapılan müzakerelere ve anlaşma hükümlerine göre Patrikhane’nin hukuki durumu şu şekilde özetlenebilir: 1) Patrikhane’nin İstanbul’da kalması bir anlaşma hükmü ile değil Türkiye’nin tek taraflı tasarrufu ile olmuştur. 2) Patrikhane, bir Türk kuruluşudur. Patrik ve Patrikhane memurları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Türk Hükümeti’nin muvafakatiyle tayin edilirler ve Türk Hükümeti’nin denetimine tâbidirler. 3) Patrik ve Patrikhane’nin 1453’ten 1923’e kadar sahip olduğu siyasi ve idari, hak ve imtiyazlar kaldırılmıştır. Patrikhane ancak dini ve ruhani işlerle uğraşabilir. 4) Patrikhane İstanbul’daki Rum cemaatinin resmi temsilcisi olmadığı gibi bu cemaat ile Türk resmi makamları arasında sözcülük, aracılık gibi işleri de yapamaz. 5) Patrikhane ile Patrik ve Patrikhane görevlilerinin tabi oldukları genel hükümlere gelince; Patrikhane, Türkiye’deki gayrimüslim azınlıklara ait herhangi bir kilise veya sinagog gibi Lozan Antlaşması’nın 40 ve 42. maddelerinde ifade edilmiş olan serbestlik ve himayeden faydalanır. Anlaşmanın 45. maddesi gereğince de aynı haklardan Yunanistan’daki Türk azınlığa ait dinî kuruluşlar da istifade ederler. Patrik ve Patrikhane’ye bağlı görevliler; Rum azınlığa mensup birer fert olarak Lozan Antlaşması’nın azınlıkların himayesine dair hükümlerinden faydalanırlar. Yani bu kişiler, anayasamızdaki temel hak ve hürriyetler hususunda Türk tebaası Müslümanlardan farklı hükümlere tabi tutulmazlar. Bu kişiler; bir Türk resmi kuruluşunun memuru olarak da sıfatlarına ilişkin Türk Kanunları’na tabidirler. Bu nedenle, görevlerini herhangi bir şekilde kötüye kullanmaları durumunda veya Türk Devleti’nin şahsiyetine karşı işleyebilecekleri herhangi bir suç halinde Türk Ceza Kanunu’nun öngördüğü yaptırımlar uygulanacaktır. Lozan Görüşmeleri’nde verilen taahhütler çerçevesinde belirlenen statüye göre, Fener Patrikhanesi; siyasi ve idari görev ve imtiyazları bulunmayan, sadece İstanbul Rum Azınlığı’na yönelik dini faaliyet gösteren, Türk Yasaları’na tabi “Dini bir kuruluştur”. Bu sebeple, “Ekümenik” vasfı yoktur. Ayrıca Patrikhane’nin Türk Medeni 23 Hukuku’na göre “Tüzel kişiliği” de bulunmamaktadır. Varlığını ve faaliyetlerini İstanbul’da Fener semtinde kurulu Aya Yorgi Kilisesi ve Manastırı Vakfı’nın binalarında “Misafir olarak” sürdürmektedir. Patrikhane’nin, Medeni Kanun’un gerçek ve tüzel kişilere tanıdığı okul, vakıf, dernek gibi kuruluşları kurmak, yönetmek gayrimenkul sahibi olmak haklarından yararlanması da mümkün değildir. Diğer taraftan, Patrikhane, Rum Azınlık üzerinde Osmanlı millet sisteminin bahşettiği “Millet” veya “Cemaat” önderliğine benzer bir konuma da sahip değildir. Zira Anayasa’mızın Laiklik ve Vatandaşlar arasındaki eşitlik ilkesi∗ buna imkân tanımamaktadır. Patrikhane’nin İstanbul’da kalması, Yunanistan için bitmeyen bir hesabın uzantısıdır. Türkiye için ise, “yerel kilise” halinde tutulacak Patrikhane’nin yıkıcı faaliyetlerinin engellenmesi için alınması gereken bir tedbirdir49. Lozan Antlaşması ile statüsü belirlenen Fener Rum Patrikhanesi, Cumhuriyet’in kurulmasıyla tarihindeki en pasif duruma düşmüştür. 2.3. Lozan Barış Antlaşması’dan 1938’e Kadar Patrikhane İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi, Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye ve Yunanistan kamuoylarının gündeminden inmeyen bir konu olmuştur. Bunun başlıca nedeni; yeni Cumhuriyetin daha birkaç yıl önce ihanetlerini gördüğü bu kurumu kontrol altına alma düşüncesi ve gücünü göstermek isteğidir. Türkiye’nin amacı Patrikhane’nin artık yalnızca Türkiye içindeki Rumlarla ilgilenmesi gerektiği, Patriğin artık bir “başpapaz” ve konunun da Lozan’da belirlendiği gibi yalnız Türkiye’yi ilgilendiren bir iç sorun olduğu biçimindeki anlayışı yerleştirmektir. Patrikhane’nin “hamisi” Yunanistan’ın tavrı da, tam tersine, konuyu uluslararası arenada tutmak yönünde olmuştur. Patrik IV. Meletios’un, Barış Antlaşması’nın, imzalanmasından sonra istifa etmesi ile İstanbul Valiliği’nce 6 Aralık 1923 günü Patrikhane’ye gönderilen tezkerede seçim prosedürüne yeni bir koşul eklenmiş ve “Türkiye dahilinde gerçekleştirilecek dini ve ruhani seçimlerde, katılacak adayların Türkiye vatandaşı ve seçim sırasında Türkiye ∗ Anayasa’mızın 10. maddesi EK-2’de verilmiştir. Ahmet Taşgetiren, “Patrikhane Nereye koşuyor?”, Zaman, 27 Ekim 1995, s. 2. 49 24 dahilinde görevli olmaları gerekmektedir. Bu şartlar seçilecek kişi için de geçerlidir.”50 denilmiştir. Bazı yazarların yorumuna göre, bu tezkere Türkiye’nin Patrikhane’nin ekümeniklik karakterine ilk müdahalesidir. İstanbul Valiliği’nin bildirisine uygun olarak Kadıköy Metropolidi Grigorios 6 Aralık 1923 günü patrik seçilmiştir. Bundan sonra yapılan ilk patrik seçiminde Türkiye’nin vereceği tepki ölçülmek istenmiştir. Sen Sinod tarafından Türkiye’nin istemediği Konstantin Araboğlu’nun, 17 Aralık 1924’te patrik seçilmesi karşısında, Türkiye de Araboğlu’nu 29 Ocak 1925’te trene bindirerek Selanik’e göndermiştir51. Sonuçta Araboğlu’nun yerine İzmir Metropolidi Vasilios ile Kadıköy Metropolidi Ioakim, patriklik için aday olmuşlar; ancak Türk Hükümeti, Kurtuluş Savaşı sırasında Patrikhane’nin bastığı ve Türkler’in Rumlar’a mezalim yaptığını iddia eden “Kara Kitap”ın yazarı olduğu gerekçesiyle Ioakim’i istememiş ve III. Vasilios patrik seçilmiştir52. 1 Haziran 1925’te Atina’nın uluslararası baskı yaratma çabaları sonucunda Türk Hükümeti’nden farklı bir direktif gelmiştir. Patrik seçimine, Türkiye’de yaşamayan metropolitler katılmayacaktır. 1917’de İstanbul ve çevresinde yaşayan toplam 1 milyon 350 bin kişinin 400 bini Rum’dur. Lozan’dan sonra bu sayı 110 bine inmiştir. Bunun 20 bini ise Yunan tebaalıdır. Karma komisyonun çalışmaları ve mübadillere ait sorunların tasfiyesi yaklaşık on yıl sürmüş ve Türkiye ile Yunanistan mübadele ile ilgili olarak çeşitli anlaşmalar imzalamışlardır•. Bütün bu süreç ve mübadelede, yalnız Türkiye sınırları dikkate alınırsa Trakya’da 11, Anadolu’da da 26 metropolitlik yok olmuştur. Mübadele ayrıca Patrikhane’nin cemaatinin azalmasına, aynı zamanda Patrikhane’nin buralardaki gayrı 50 Köse, age., s. 200. Elçin Macar, “Patrik Konstantinos’un Sınırdışı Edilmesi”, Tarih ve Toplum, Kasım 1996, Sayı 155, s. 278. 52 Benlisoy ve Macar, s. 52. • Ayrıntılı bilgi için bkz, Mübadeleye Dair Türkiye ve Yunanistan Arasında İmza olunan Mukavelenameler- Muhtelit Mübadele Komisyonu Kararları-Bitaraf Azaların Hakem Kararları, Çev: Mehmed Esad Atuner, Damga Matbası, 1937. 51 25 menkullerini yitirmesine ve onu Yunanistan’ın ve Rum diasporasının parasal desteğine bağımlı hale gelmesine de neden olmuştur. Bu dönemden sonra, Türkiye ile Yunanistan arasında iyi ilişkiler kurulmaya başlandığından Patrik’e Türkiye’de itibar gösterilmeye başlanmıştır. Lozan’dan sonra “Başpapaz” olarak hitap edilen patriklere 7 Ocak 1930’da seçilen Photios’tan itibaren Türk makamları “Patrik” diye hitap etmeye başlamışlardır. Bu arada Türkiye’ye gelen Yunanistan Başbakanları, örneğin Venizelos (1931) ve Çaldaris (1933–1934) Patrik’i Fener’de ziyaret etmişlerdir53. Türk-Yunan yakınlaşması ve Patrikhane’ye gösterilen hoşgörü, Patrikhane’nin Osmanlı Dönemi’ndeki ayrıcalıklarına kavuşma hayalini canlandırmış ve yeniden çeşitli faaliyetlere başlamasına neden olmuştur. 2.4. Atatürk’ün Rum Azınlık ve Fener Rum Patrikhanesi Hakkındaki Düşünceleri Özellikle Kurtuluş Savaşı Dönemi’nde Patrikhane ve Rum Azınlık, Ermeni Azınlıkla birlikte, Osmanlı İmparatorluğu’nun sonuna doğru arttırdığı yıkıcı faaliyetlerini artık hiç çekinmeden uygulamaya başlamışlardı. Patrikhane hem Batılı işgalci ülkelerin yönetimlerine Kemalistler ve Türkler aleyhine propaganda yapıyor, hem de içerdeki Rumların silahlandırılmasında etkin rol oynuyordu. İstanbul’daki Rum ve Ermeni Gazeteleri, Türkler ve Mustafa Kemal’i destekleyenler aleyhinde büyük bir yayın kampanyasına girişmişti. Atatürk bu durum karşısında Patrikhane’nin ve Rum azınlığın yıkıcı faaliyetlerini engellemek için alınması gereken önlemler konusunda birçok yazışma* yapmış ve değişik zamanlarda beyanatlarda bulunmuştur. Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal Atatürk, din görünümlü emperyalist kışkırtmaya ve bu kışkırtmanın araçlarından biri olan Rum Patrikhanesi ve Rum Azınlığa karşı önlem almakta geçikmemiştir. Bu kapsamda yalnızca ırk olarak Türk olduğu için değil, ülkenin işgaline karşı çıktığı için Papa Eftim desteklenmiş ve onun Rum ayaklanmalarına karşı propoganda çalışmalarını ilgi ile karşılamıştır. 53 “Lozan Sonrası Patrikhane ve Patriklerin Faaliyetleri”, http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/lozan_sonrasi.html * Atatürk’ün Patrikhane ve Rum Azınlık Hakkındaki Çeşitli Yazışmaları EK-3’te verilmiştir. 26 Lozan Konferansı 21 Kasım 1922’de başlamış ve Konferansta azınlıklar ve Patrikhane konusunda büyük tartışmalar yaşanmıştır. TBMM, Fener Patrikhanesi’nin kesinlikle İstanbul’dan çıkarılması ve Yunanistan’a nakledilmesi görüşündeydi. Atatürk, Lozan Konferansı sürerken, 25 Aralık 1922’de Çankaya’da, Le Journal muhabiri Paul Herriot’a verdiği beyanatta bunu açıkça belirtmiştir: “Lakin bir fesad ve hıyanet ocağı olan ve memleketimize nifak tohumları eken, uyuşmazlıklar yaratan, Hıristiyan hemşerilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluğa felakete sebep olan Rum Patrikhanesi’ni artık topraklarımız üzerinde bırakamayız. Bu tehlikeli teşkilatı memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etmek için ne gibi vesile ve sebepler gösterilebilir. Türkiye’nin Rum Patrikhanesi için arazi üzerinde sığınılacak yer göstermeye ne mecburiyeti var? Bu fesad ocağının hakiki yeri, Yunanistan değil midir?”54. Atatürk, 16–17 Ocak 1923’te İzmit Kasrı’nda yaptığı basın toplantısında Lozan’daki gelişmelerle ilgili şöyle konuşmuştur: “…azınlıklar sorununda mübadele keyfiyeti esas olarak kabul edilmiştir. Fakat İstanbul Rumlarını ve Patrikhaneyi çıkartmadık. Yalnız Patrikhane’nin siyasi sorunlarla uğraşmamasını şart koyduk. Patrikhane sorununu bir Hıristiyanlık sorunu yapmak istemedik. Biz de bu noktada fazla ısrar etmedik…” Atatürk, Bursa’da Şark Sineması’nda, 22 Ocak 1923 tarihinde halkla yaptığı konuşma sırasında Patrikhane meselesine yine değinmiştir. Lozan Konferansı’nda kararlaştırıldığı üzere Patrikhane’nin “siyasi mesai ile iştigal etmemek üzere İstanbul’da kalabileceğini, bu şart hilâfında hareketi görüldüğü taktirde derhal hudut haricine çıkartılabileceğini” söylemiştir55. Atatürk, 3 Mart 1924’te Hilafet’in kaldırılmasının ardından, Patrikhane’nin de kapatılması gerektiğini açıklamıştır56. 4 Mayıs 1924’te New York Herald Gazetesi muhabirine verdiği demeçte, ‘Üstelik sadece İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin değil, Ermeni Patrikhanesi ve Musevi Hahamhanesi’nin de kaldırılması gerektiğini’ vurgulamıştır. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.III, Ankara 1989, s. 79. [ASD], C.II, Ankara 1989, s. 72. 56 [ASD], C.III, Ankara 1989, s. 102. 54 55 27 Atatürk, dini müesseleri “hukuk harici imtiyazı ile” Cumhuriyet idaresinin yürümeyeceğine dikkat çekmiştir. Atatürk’ün demeci özetle şöyledir: “Hilafetle beraber Türkiye’de mevcut olan Ortodoks ve Ermeni Kiliseleri Patrikhane’leri ile Musevi hahamhanelerinin ortadan kalkması lazımdır. Hilafet ve bu muhtelif patriklikler asırlardan beri ruhani daire-i salahiyetleri muazzam imtiyazat topladılar. Halkın mütalaasına müsteniden bahşedilen hukuk haricinde imtiyazat ile Cumhuriyet idaresinin tatbiki kabil değildir. Mazide bilhassa Abdülhamit’in hal’inden sonra Kanun’u esasımızı ve Meşrutiyet kavanimizi Garp’ın medeniyet makinesine imtisalen tadil etmeye çok çalıştık. Fakat bu teşebbüsümüz akim kaldı. Zira her hatvede patrikhaneler ve hilafet gibi siyasi, dini müessesatın hukuku ile karşı karşıya kaldık.”. Atatürk, Türk Devrimi’ne kadar vergilerin bile kilise aracılığıyla tahsil edildiğini ve kimsenin ruhanilere tek söz edemediğini vurgulamaktadır. Söz konusu demecinde, Amerika, İngiltere ve herhangi başka bir ülkenin Türkiye’nin yerinde olsa ne kadar tahammül edeceğini sormaktadır: “Protestanlık zuhur ettiği zaman, İstanbul’da bir Protestan Kilisesi mümessilinin bulunması kabul zarureti karşısında kaldık ve Rum Patrikhanesi’nin imtiyazatına müşabih imtiyazlar verdik. Son zamana kadar vergiler kiliseler vasıtasıyla tahsil edilirdi. Yani hükümet, servetleri üzerinde vergi vazetmekle beraber, vergilerin tahsilini her mıntıkada hususi reis-i ruhanilere terk ederdi. Tabir-i diğer bir mesele beş yüz Protestan’dan mürekkep bir cemaatten bir kütle halinde vergi alınır bu vergilerin tevzi ve tahsili hakkında bir söz söylenemezdi. Sermaye vergileri de aynı suretle toplamak lazım gelirdi. Patrikhane’lerin ve hilafetin imtiyazatına tevkifan, hükümet tedrisat usulü ıslah edemezdi. Türkiye’de yerleşmiş olan her cemaat, ister resmen salahiyet almış bulunsun, ister bulunmasın, kendi dini mekteplerine ve liselerine malikti. İmparatorluk hududu dahilinde de her millet kendi lisanını ve dinini talim ederdi. Fakat bu mektepler ihanet projelerine hizmet ettiler. Ermeniler Türk Hâkimiyeti altında açıkça müstakil bir kraliyet lehinde çalışıyor, ecnebi anasırın fiili muavenetiyle hayallerini hizb-i fiile isali için mütemadiyen entrikalarda bulunuyorlardı. Bizimle dört yüz sene yaşamış olan yerli Rumlar günün birinde kendilerini gayrimüstahlas addederek Türklerin boyunduruğundan kurtulacakları günü düşünmeye 28 başladılar. Mekteplerinde kendi lisanlarını ve dinlerini talim ettiler ve taht-ı hakimiyetinde yaşadıkları hükümeti yabancı saydılar. Diğer milletler aynı hal vaki oldu. Türkiye’de mektepler ve kiliseler tahrikatın ocağı idi. Gayrimüslim anasır, hatta imparatorluk hududu dahilindeki Müslüman Araplar, aynı maksatla mekteplerinde Türk lisanının talimini ihmal ettiler. Böyle bir vaziyette İngiltere, Fransa, Amerika veya herhangi bir milletin ne kadar zaman tahammül edebileceklerini sorarız.”57. 17 Aralık 1923’te Afyon Karahisar Mebusu İzzet Ulvi Bey, “Patriklerin kazai, idari selahiyet ve imtiyazlarının lağvedilmesi dolayısıyla Adliye Vekâleti’nce patriklere başrahip unvanının verilmesi” için Meclis Başkanlığı’na bir önerge vermiştir. Önerge, 22 Aralık’ta gönderilmiştir58. Atatürk, sadece bir kez Türk Yunan ilişkilerinde yumuşamaya katkı olması için Photios II’ye gönderdiği bir telgrafta “Fener’deki Ortodoks Patriği” ifadesini kullanmıştır. Photios II’ye Karma Mübadele Komisyonu’ndan verilen ikamet belgesinde de, “Fener de ikamet eden Rum Patriği” ifadesi yer almaktadır59. Uğur Yıldırım, Keşiş Güç, 1. Basım, İstanbul: Otopsi Yayınları, 2005, s. 135–137. Macar, age., s. 125. 59 Yıldırım, age., s. 138. 57 58 29 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. 1950’DEN GÜNÜMÜZE RUM AZINLIK SORUNLARI 1950’den günümüze Rum azınlık sorunları; 6–7 Eylül Olayları, Vakıf Malları, Ekümeniklik Kavramı ve Patrikhane’nin Ekümenikliği, Heybeliada Ruhban Okulu, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Yunanistan ve Yunan Kilisesi’nin Fener Rum Patrikhanesi’ne ve Rum Azınlık Sorunlarına Bakış Açısı ana başlıkları olmak üzere detaylandırılmıştır. 3.1. 6–7 Eylül Olayları II. Dünya Savaşı yıllarında 11 Kasım 1942–15 Mart 1944 tarihleri arasında çıkarılan Varlık Vergisi Kanunu, sadece iktisadi değil, siyasi ve kültürel bakımlardan da önemli bir uygulamadır60. Varlık Vergisi uygulaması, daha sonraki yıllarda gerçekleşen 6–7 Eylül olayları ve 1964 yılında Rumların Türkiye’den göç etmeleri birlikte ele alınmalıdır61. Yunanistan, 1951’de Kıbrıs’ı kendi topraklarına katmak için büyük bir atağa geçmiş, Adada örgütlenmeye, konu ile ilgili uluslararası temaslara başlamıştır. Yunanistan Başbakanı Sofokles Venizelos 16 Şubat 1951 tarihinde “Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhak edilmesi gerektiğini”62 söyleyerek Yunanistan’ın ada ile ilgili politikasını bir kez daha ortaya koymuştur. Venizelos’un bu demeci Türk kamuoyunda ve özellikle basınında büyük tepkilere yol açmıştır. 16 Ağustos 1954’te Türkiye ve İngiltere’nin karşı çıkmasına rağmen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 19 ret, 11 çekimsere karşı 36 oyla Yunanistan’ın getirdiği Kıbrıs meselesini gündeme almaya karar vermiştir. Ancak siyasal komisyon, 8 çekimsere karşı 50 oyla Yunanistan’ın başvurusunun BM Genel Kurul gündemine alınmamasını kararlaştırmıştır. Yunanistan, BM’de istediği sonucu alamayınca, Kıbrıs’ta Grivas’ın önderlik ettiği terör eylemlerine hız vermiştir. Grivas’ın kurduğu EOKA (Kıbrıs Mücadelesi Ayhan Aktar, “Varlık Vergisi’nin Hikayesi”, Toplumsal Tarih, Ocak 2004, Sayı: 121, s. 82. Ayhan Aktar, “İstanbul Tapu Kayıtlarının Analizi”, Toplumsal Tarih, Eylül 1999, s. 10. 62 Aydın Olgun, Kıbrıs’ın Anatomisi 4 Devir 4 Lider, Ankara: Ağaç-İş Matbabası, 1975, s. 12. 60 61 30 Ulusal örgütü) adlı terör örgütü, Enosis için Kıbrıs’ta önce İngiliz’lere, ardından Türklere karşı silahlı saldırılara başlamıştır63. 1955 yılından önce Kıbrıs meselesi, Türkiye ile Yunanistan arasında ciddi bir ihtilaf konusu olarak gündeme gelmemiştir. Bu dönemde mesele, daha çok iki ülke basın ve kamuoyları arasında bir polemik meselesidir. 1955 öncesinde Türk Hükümetleri Kıbrıs’a ilişkin çekingen bir tavır içinde kalmışlardır. NATO’ya girildiği (1952), Balkan İttifakı’nın imzalandığı (1953), Ortadoğu’da da Bağdat Paktı ile ilgili sorunların yaşandığı bir dönemde, Demokrat Parti Hükümeti kendisini Kıbrıs’la ilgili bir sürtüşmenin içinde bulmak istememiştir. Hükümet hem 9 Eylül 1953 hem de 9 Eylül 1954 tarihlerinde düzenlenmek istenen Kıbrıs mitinglerine müsaade etmemiştir64. 6–7 Eylül 1955 olayları Türkiye ve Yunanistan arasında Kıbrıs meselesi üzerine belirlenen krizin doruğu olarak algılanabilmektedir65. 6–7 Eylül olaylarından önceki bir aylık sürede şu gelişmeler olmuştur: 24 Ağustos 1955’te Başbakan Adnan Menderes İstanbul’da Liman Lokantasında bir konuşma yapmıştır. Menderes konuşmasında Kıbrıs konusundaki gerginliklere değinerek uzun uzun Türk-Yunan dostluğundan bahsetmiş son cümlesi şu olmuştur: “Fakat şurasını katiyetle ifade edeyim ki, bu memleketin, Kıbrıs statükosunda bugün için ve hatta yarın için memleket aleyhine olabilecek hiçbir değişikliğe katiyen tahammülü yoktur”66. Menderes bu konuşması ile Yunanistan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan ve daha sonra Türkiye’den topraklar alarak kurmayı planladığı Büyük Yunanistan hayaline (Megalo İdea) Kıbrıs’ı da dahil edemeyeceğini açıkça ifade etmiştir. Kıbrıs’taki olaylarla birlikte 1953’ten itibaren gazetelerde Patrikhane ve Rumlara karşı başlatılan kampanya ve tepki 6–7 Eylül olaylarından önce zirveye ulaşmıştır67. Bu tepkilerin sebebi Kıbrıs’ta yaşanan olaylara karşı Türkiye’de yaşayan Rum vatandaşlarımızın ve Fener Rum Patrikhanesi’nin tepkisini ortaya koymaması ve Patrikhane’nin Makarios’u kınaması konusundaki girişimlere kayıtsız kalmasıdır. Bu 63 Yıldırım, age., s. 173–174. Foti Benlisoy, “6/7 Eylül Olayları Öncesinde Basında Rumlar”, Toplumsal Tarih, Eylül 2000, s. 28. 65 Konstantina Andrianopulu, “İstanbul Rum Basınının Tepkisi ve 6–7 Eylül Olayları”, Tarih ve Toplum, Eylül 2003, Sayı: 237, s. 152. 66 Yıldırım, age., s. 173–174. 67 Dilek Güven, “6–7 Eylül Olayları ve Failler”, Toplumsal Tarih, Sayı: 141, Eylül 2005, s. 39. 64 31 tepkinin bir başka sebebi de Kıbrıs’ta EOKA tarafından Türk vatandaşlarına karşı yapılan eylemlerin gün geçtikce şiddetini arttırmasıdır. Ölen ve yaralanan vatandaşlarımızın basında sürekli yer alması bütün ülkede büyük bir üzüntü yaratmıştır. 1955 yılında, Londra’da Kıbrıs görüşmeleri devam ederken, Atatürk’ün Selanik’teki evinde bir bomba patlamasıyla ilgili haber, “Atamızın evi bombalandı” manşetiyle ikinci baskı yapan İstanbul Ekspres Gazetesi’*nde verilmiş ve gazete o dönemde kurulmuş olan “Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti” üyelerince bütün İstanbul’a dağıtılmıştır. 3.1.1. 6–7 Eylül Olaylarının Başlaması İngiltere, sömürgecilik anlayışı ile tarihte birçok toplumu etkileyerek derinden izler bırakmıştır. 1930’lu yılların başında dünya ekonomik krizinin etkileri Ada’ya da yansımış ve birçok kişinin işsiz kalmasına neden olmuştur. Bu durum Rumlar’ın İngiliz’lere karşı tepkilerini ortaya koymalarıyla sonuçlanmıştır. İngiliz Hükümeti de bu durumda böl ve yönet politikasını gündeme getirmiştir. Böylece İngiliz’lere karşı yapılan bağımsızlık hareketinin yönü değişerek Rumlar ve Türkler arasında iç savaş haline dönüşmüştür. İngiltere için Kıbrıs Ortadoğu’daki petrol rezervleri çıkarları açısından stratejik bir konumdaydı. Bu da İngiltere’nin Kıbrıs’ı gözden çıkartamayacağı anlamına geliyordu. İkinci Dünya Savaşı sonrası de-kolonizasyon (sömürgecilik tasviyesi) süreciyle İngiltere “üzerinde güneşin batmadığı” koca bir imparatorluğu kaybetmiştir. Dev bir imparatorluktan “224.022” km karelik (Türkiye yüzölçümünün yüzde 27’si) bir ülke konumuna düşmüştür. Artık Büyük Britanya [Great Britain] ünvanı içi boş bir ifadeden ibaret kalmıştır. İngiltere’nin AET’ye girmek istemesinde bu tatminsizliğe kısmen çare olacak şekilde, bir büyük ortaklığın üyesi olma arzusunun da etkili olduğu söylenebilir. İngiltere’nin bedeli ne olursa olsun Kıbrıs’taki iki büyük üssünü (Ağrotur ve Dikelya üsleri) elde tutma çabaları da aynı türden ‘imparatorluk sonrası dönemde prestij arama ve bulma kaygısı ve amacıyla’ açıklanabilmektedir68. 6 Eylül 1955 tarihli İstanbul Ekspres Gazetesi EK-4‘tedir. Mehmet Hasgüler, Kıbrıs’ta Enosis ve Taksim Politikalarının Sonu, 1. Baskı, İstanbul: İletişim Yayıncılık, 2000, s. 49. * 68 32 1950’lerin başında bir İngiliz sömürgesi olan Kıbrıs’ta Rum-Ortodoks halkın Yunanistan ile bütünleşme isteği, İngiliz Hükümeti’ni 29 Ağustos–7 Eylül arasında Londra’da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin katıldığı bir konferans düzenlemeye sevk etmiştir. Böylece ilk Kıbrıs Konferansı 29 Ağustos 1955’te, Londra’nın ünlü Lancester House’unda Türkiye’den Zorlu’nun, Yunanistan’dan Stefanopulos’un, İngiltere’den Macmillan’ın katılımı ile açılmıştır. Yunanistan Kıbrıs konusunu Birleşmiş Milletler’in gündemine götürmeyi planlarken, İngiltere Hükümeti Kıbrıs’ın uluslararası bir platforma taşınmasını engellemek isteğindedir. Konferansla hedeflenen, sorunun ‘İngiltere ve Yunanistan’ın değil, Türkiye ile Yunanistan’ın gündemi olduğunun ispatlanmasıdır. Yunanistan’ın pozisyonu dönemin yaygın argümanlarına uygundu: Kıbrıs halkı kendi kaderini belirleme (self-determinasyon) hakkına sahip olmalı, adada bu amaçla bir halkoylaması yapılmalı ve İngiltere kendi hakimiyetine son vermelidir. Türkiye’nin savunduğu tez Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü tarafından “Kıbrıs'ta statüko devam etmeli, ama Britanya ille adadan çekilecekse, Adayı Lozan Antlaşması’nın ruhuna uygun olarak asıl sahibi Türkiye’ye iade etmelidir.” şeklinde olmuştur. Bu tez Yunan-Rum tarafının çok sert tepkisine yol açmıştır. Macmillan “İngiliz hakimiyeti altında muhtariyet” önerisini öne sürmüş ise de bu, taraflarca kabul görmemiştir. Konferansın son gününde Stefanopulos’un “Bu şartlarda kalkıp gideriz” demesi ile hava büsbütün gerginleşmiştir69. Olayların patlak verdiği 6 Eylül’de de Londra’daki konferans dağılmıştır. Londra Konferansı’nda çözüme yönelik herhangi bir gelişme yaşanmamıştır. Yunanistan’ın da konferansın bu netice ile dağılmasını istediğinin göstergesi Rum EOKA yeraltı lideri Dighenis yaptığı konuşmada ortaya konmuştur. Dighenis, “Londra konuşmalarının bu neticeye varacağından zerre kadar şüphe etmiyorduk.”70 diyerek çözümsüzlüğü desteklemiştir. Bu açıklamanın arkasındaki neden, İngiltere ve Türkiye’nin Ada’nın Yunanistan’a verilmesini kabul etmeyeceği, bunun ancak silahlı mücadele ile çözüme ulaşabileceği düşüncesidir. Sami Kohen, “50 Yıl Sonra”, Milliyet, 6 Eylül 2005, s. 20. “Yunanlılar Londra Konferansının Netice Vermeyeceğini Zaten Biliyorlarmış”, Akşam, 6 Eylül 1955, s. 1. 69 70 33 İşte böyle gergin bir ortamda Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalandığına dair haber bu gerginliğin fiziksel şiddete dönüşmesi için kafi gelmiştir. Sadece binanın camları kırılmıştır, ama patlama, tam da Kıbrıs’ın kaynadığı, Londra’da görüşmelerin sürdüğü, kitlelerin “Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır” sloganıyla yola döküldüğü günlere denk gelmiştir71. Bu bombalama hadisesini protesto için başlayan gösteriler, birkaç saat içinde özellikle gayrimüslimlere yönelik bir tahrip hareketine dönüşmüştür. Ertesi sabaha dek süren bu eylemlerde İstanbul ve İzmir’de pek çok dükkan ve ev, ayrıca okul ve ibadethane gibi kamu binaları tahrip edilmiştir72. Aynı anda 52 farklı bölgede gerçekleşen olaylar 7 Eylül sabahına kadar sürmüş, 2.057 kişi gözaltına alınmıştır73. 6–7 Eylül olayları iç ve dış basında geniş yer bulmuştur. 7 Eylül 1955 tarihli Akşam Gazetesi’nin ön sayfasında olayın meydana geliş nedeni şöyle aktarılmıştır: “Kıbrıs meselesi etrafında cereyan eden hadiseler dolayısı ile aylardan beri umumi efkarda hasıl olan şiddetli heyecana inzımamen Selanik’te aziz Atatürk’ün evine ve konsolosluğumuza karşı tertiplenen suikast, kısmen maksatlı ve hainane, kısmen de idrak ve şuurundan mahrum tahrikçilerin de tesiri ile büyük kitlelerin vücuda getirdikleri nümayiş hareketlerine sebep olmuş ve bu hal bilhassa İstanbul’da gecenin geç saatlerine kadar devam etmiştir. Bu esnada büyük ekseriyeti Rum vatandaşlarımıza ait olmak üzere dükkan ve mağazalara girilmek suretiyle büyük tahribat yapılmış olduğunu en derin teessür ve teessüflerimizle ifade etmek isteriz. Denilebilir ki dün gece İstanbul ve memleket esas itibarı ile ağır bir komünist tertip ve tahrikine ve ağır bir darbeye maruz kalmıştır. İstanbul dün tarihin kaydettiği heyecanlı günlerinden birini daha yaşamış, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve yapılan tecavüzün hıncını almak üzere binlerce insan harekete geçmiştir. Saat 17’de başlayıp gece yarısı hükümetin ilan ettiği örfi idare üzerine ancak saat 2.30’da sona ermiştir. Hadise, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve bomba atıldığı haberinin İstanbul’da duyulması ile başlamış ve semt semt gençliğin ve halkın ayaklanarak Rum Kiliselerine doğru gidişleri ile bir anda bütün şehre yayılmıştır. Can Dündar, “Atatürk’ün Evini Bombalamadım”, Sabah, 7 Eylül 2002, s. 15. Orhan Türker, “6–7 Eylül Olaylarının İstanbul Rum Basınındaki Yankıları”, Tarih ve Toplum, Sayı: 177, Eylül 1998, s. 141. 73 Yıldırım, age., s. 173–174. 71 72 34 Kalabalık önce Taksim’de Aya Triada Kilisesi önünde toplanmış, bu esnada bir Rum manavının bayrak asmamış olduğu dikkati çekmiş ve bu dükkan tahrip edilmiştir.”74 Vatan Gazetesi’nde ise olayların başlaması şöyle aktarılmıştır: “Selanik’te büyük Atatürk’ün doğduğu evle, Türk Konsoloshanesi’nin bombalandığı haberi dün şehrimizde kısa zamanda yayılarak büyük bir teessür uyandırmıştır. Şehir akşama kadar bu tecavüzün akisleri ile çalkalanmış ve nihayet son haddine varan infial sayısız müessif hadiselere ve yağmaya yol açmıştır. Saat 18’den itibaren şehir içinde yer yer gruplaşan halk muhtelif istikametlere harekete geçmiştir. Selanik hadisesinin aksi kısa zamanda bir heyecan ve tezahürat haline gelmiştir. Bir yandan tahriklerle kızıştırılan topluluk, Taksim Meydanı’ndan muhtelif yönlere dağılarak Rum dükkanlarını tahrip etmeğe başlamış ve gittikçe büyüyen kütleler halinde Taksim’den İstiklal Caddesi, Bankalar, Galata Köprüsü ve Eminönü tarikiyle Sirkeci’ye kadar inerek buradan da Sultanhamam ve Tahtakale’ye yayılmışlardır”75. Zarar konusunda gazetelerde çıkan haberler birbirini tutmamaktadır. Haberlerin birbirini tutmaması ve rakamların yüksek olması olaydan çok kısa bir süre sonra gerçek rakamlar belirlenmeden tahmini rakamların verilmesinden kaynaklanmaktadır. Maddi zararın yazıldığı kadar yüksek rakamlar olmadığı da, tespit çalışmaları bittiğinde ortaya çıkmıştır. 9 Eylül 1955 tarihli Akşam Gazetesi’nde “Tahminlere göre zarar iki milyar liraya yakındır. Zarar görenlere yardım edilmesi için bir de komite kurulacaktır. Cumhurbaşkanı veya başbakanın riyasetinde kurulacak olan bu komite geniş bir yardım toplama kampanyasına girişecektir. Hükümetin gösterdiği ilgi ve zararların tazmin edileceği hakkındaki beyanlar piyasada memnunlukla karşılanmıştır.76” şeklinde bir haber yer almıştır. Tercüman Gazetesi ise (1955) “Salı gecesi cereyan eden hadiseler sırasındaki maddi zarar 300 milyonu aşmıyor. Depolarda bulunan ve memleket iktisadiyatına tesir edecek mahiyetteki maddelerin tahribe uğramadığı anlaşıldı. “Vatandaşların Maruz Kaldığı Zararlar Telaffi ve Tazmin Edilecek”, Akşam, 7 Eylül 1955, s. 1. “İstanbul’da Bazı Tahrip ve Yağmalar Oldu”, Vatan, 7 Eylül 1955, s. 1. 76 “Zararların Tazmini İçin Hükümet Tedbir Alıyor”, Akşam, 9 Eylül 1955, s. 1. 74 75 35 Gazetelerde husule gelen zararın 2 milyarı bulduğu hakkında verilen haberlerin tamamen mübalağalı ve hakikatten uzak olduğu belli başlı piyasa adamları tarafından beyan edilmektedir. Zararın en bedbin görüşlerle 250–300 milyonu aşmadığı katiyetle tespit edilmiş bulunmaktadır.”77 ifadelerini kullanmıştır. Mahkeme kayıtlarına göre ise 4 bin 214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin de bulunduğu 5 bin 317 mekan saldırıya uğramıştır. Hasar yaklaşık 150 milyon TL’yi bulmaktadır; bu rakam, o dönemin 54 milyon Amerikan Doları’na eşdeğerdir. DP hükümeti ise zarara uğrayıp tescil ettirenlere toplam 60 milyon TL tazminat ödemiştir78. Yunan Kaynaklarına göre 6–7 Eylül 1955 gecesi İstanbul’da zarar gören Rum ve Yunan mallarının dökümü şöyledir: 4.340 2.000 110 83 27 21 12 11 5 3 2 Kaynak 1 Atölye ve Mağaza Konut Lokanta Kilise Eczane Fabrika Otel Klinik ve Dispanser Dernek Binası Gazete Matbaası Mezarlık 4.340 2.600 110 38 35 27 21 8 5 3 Kaynak 2 Mağaza Konut Otel ve Lokanta Kilise (Ateşe Verilen) Kilise (Tahrip ve Yağma Edilen Eczane Fabrika Ayazma Spor Kulübü Gazete Matbaası Kaynak: Orhan Türker, “6–7 Eylül Olaylarının İstanbul Rum Basınındaki Yankıları”, Tarih ve Toplum, Eylül 1998, Sayı: 177. Milli Eğitim Bakanlığı’nın resmi verilerine göre de İstanbul’da ilk, orta ve lise derecesinde 32 Rum ve 8 Ermeni okulu tahrip edilmiştir. İstanbul’da bulunan 74 kiliseden 70’i yakılıp yıkılmıştır. Kiliseler dışında 1 havra, 8 ayazma, 2 manastır, 3.584’ü Rumlara diğerleri Ermenilere ve Musevilere ait toplam 5.538 gayrimenkul tamamen yakılmıştır. Bunun haricinde 21 fabrika ve 5 spor kulübü de zarar görmüştür. İzmir’de Yunan Konsolosluğu ile Uluslararası İzmir Fuarı’nın içinde bulunan Yunan pavyonu yakılmış, sahildeki iki Rum motoru batırılmıştır. Ankara ve diğer bazı taşra kentlerinde ise Rum ve Ermenilerin kilise ve işyerleri de saldırılardan etkilenmiştir. “Salı Gecesi Cereyan Eden Hadiseler Sırasındaki Maddi Zarar 300 Milyonu Aşmıyor”, Tercüman, 10 Eylül 1955, s. 1. 78 Sami Kohen, “50 Yıl Sonra”, Milliyet, 6 Eylül 2005, s. 20. 77 36 Toplam maddi zarar, resmi açıklamalara göre 69 milyon lira, Yunan hükümetine göre ise 150 milyon dolardır79. 1945 ile 1955 arasındaki 10 yılda İstanbul nüfusunun 1.000.000’dan 1.600.000 yükseldiği ve nüfus sayımlarına göre İstanbul dışında doğanların % 37,4’ten % 44’e çıktığı göz önünde tutulduğunda yoksul kesimin bu olaylara müdahil olmasını ve yağmaya karışmasını açıklamak kolaylaşmaktadır. Tahminlere göre 1955’te İstanbul’da 50.000 gecekondu vardır ve bu gecekondularda oturan nüfusun toplamı 250.000 kişi civarındadır. O zaman orta halli sayılabilecek gayrimüslim vatandaşlarımız bile kente yeni göç eden bu kesimlerin gözüne çok zengin olarak görünmektedir. Dolayısı ile Rum mallarına ve iş yerlerine yapılan saldırışların altında taşra muhafazakârlığının göç ile İstanbul’a taşınmış olmasının izlerini aramak gerekmektedir80. Olaylar üzerine İstanbul’da sıkıyönetim ilan edilmiştir. İstanbul, Ankara ve İzmir’de sıkıyönetimin 6 ay sürmesi kararlaştırılmıştır. Fakat Bakanlar Kurulu, sıkıyönetimin ilanından 3 ay 10 gün sonra aldığı bir kararla Ankara ve İzmir’de sıkıyönetimi kaldırmıştır. Bakanlar Kurulu’nun bu kararı, TBMM’nin 19.12.1955 tarihinde yaptığı toplantıda görüşülmüş ve üzerinde tartışma yapılmadan onaylanmıştır. İstanbul’da ise sıkıyönetim 6 aylık süreni bitiminden sonra da uzatılmış ve 7 Haziran 1956’da sona ermiştir81. Zararların tazmini için hükümet tedbir almış ve Maliye Bakanlığı bankalara yeni bir tebligat yapmıştır. Yapılan tebligatta; “Kredi kolaylıkları sağlanacak, Banka borçları tecil edilecek, Zararlar derhal tespit edilecek, Bir yardım komitesi kurulacak.”82 ifadeleri yer almıştır. 10 Eylül 1955 günü Cumhurbaşkanı Celal Bayar Başkanlığında kurulan komite ile 6–7 Eylül olaylarının mağdurlarına yardım eli uzatılmak istenmiştir. Bu amaçla bütün yurtta bağış kampanyası başlatılmıştır. Yardım komitesi 14 Eylülde faaliyete geçmiş ve “aldığı ilk karar: zararların derecesini tespit etmek için beyannameler doldurulacak.” olmuştur. Zararların tespiti ve yardımların toplanması için iki yeni Ekin Karaca, “6–7 Eylül Olayları ve Türk Basınının Tavrı”, Toplumsal Tarih, Sayı: 142, Ekim 2005, s. 30. 80 Ayhan Aktar, “50. Yılında 6–7 Eylül Gerçeği”, Sabah, 9 Eylül 2005, s. 28. 81 Zafer Üskül, Siyaset ve Asker, Cumhuriyet Döneminde Sıkıyönetim Uygulamaları, İstanbul: Afa Yayınları, Eylül, 1989, s. 82–83. 82 “Zararların Tazmini İçin Hükümet Tedbir Alıyor”, Akşam, 9 Eylül 1955, s. 1. 79 37 komite kurulmuştur; zararların tespiti komisyonu, yardım toplama komitesi.83 1957 yılının sonuna kadar 3.247 kişi ve kuruluşa toplam 6,5 milyon TL (yaklaşık 2,3 milyon dolar) ödenmiştir. 1956 yılında da Menderes Hükümeti tarafından çıkarılan bir yasa ile olayların mağdurlarına ödenmek üzere 60 milyon TL’lik (yaklaşık 21,4 milyon dolar) tazminat fonu ayrılmıştır. Bu fon bilirkişilere başvurup yıkılan ev ve iş yerinde hasar tespit çalışmalarını yaptırmış olan mağdurlara dağıtılmıştır84. 3.1.2. 6–7 Eylül Olayları İle İlgili Yorumlar Yunan Basını’na göre 6–7 Eylül olaylarının sorumlusu İngiltere’dir. Arşivlerde de İngiltere’nin planlamada katkısı olduğuna dair ipuçları vardır. İngiltere’nin Atina Büyükelçisi’ne göre yüzeysel Türk-Yunan ilişkilerini bozmak için ‘küçük bir şok’ yetecektir. Atina’daki İngiliz Büyükelçiliği’nin Yunan-Türk dostluğunun çok yüzeysel olduğunu, küçük bir şokun, örneğin Selanik’teki Atatürk’ün evinde meydana gelecek küçük bir tahribatın derhal ilişkiyi zedeleyeceğinden bahseden Ağustos 1954 tarihli bir beyanı söz konusudur. İngiliz Dışişleri’nden bir bürokrat ise daha açık ifadeyle ‘Ankara’da meydana gelecek birkaç olayın aslında işlerine çok yarayacağını’ belirtmiştir*. İngiltere’nin olayların hemen ardından verdiği tepki de dikkat çekicidir. Dışişleri Bakanı MacMillan, Türkiye’ye, zarar gören İngiliz vatandaşların tazminat haklarının ertelenmesini öngören yumuşak bir protesto çekmiştir. Foreign Office de İngiliz basınında İstanbul’da yaşayan İngilizlerin de büyük zarar gördüğünün altının çizilmesini istemiştir. Böylelikle İngiltere’nin olayların planlanmasında bir rolü olmadığı kanıtlanmak istenmektedir. 6–7 Eylül olaylarında İngiltere için en büyük başarı Amerika’nın Kıbrıs politikasının değişmesidir. Yunanistan 1955 baharında Kıbrıs meselesini BM gündemine getirmek istediğinden söz ettiğinde, hükümeti bu planı desteklemeye eğilimli olan Amerika, olaylardan sonra ise NATO üyesi bu iki ülkeye aynı içerikte sert bir protesto çekmiş ve BM'de Kıbrıs konusunun gündeme gelmemesi için lobi çalışmaları başlatmıştır. İngiltere amacına ulaşmıştır. 23 Eylül 1955 günü “Zararların Derecesini Tespit Etmek İçin Beyannameler Doldurulacak”, Akşam, 15 Eylül 1955, s. 1. Ayhan Aktar, “50. Yılında 6–7 Eylül Gerçeği”, s. 28. * 8 Eylül 1955 tarihli Akşam Gazetesi’nde “Evvelki Günkü Üzücücü Hadiselerin Dışarıda Yarattığı Akisler” başlığı altında Atina Gazeteleri’nden Tanea Gazetesi’nin 2. sayfada yer alan Türkiye kaynaklı haberinde “Büyük Britanya, Türk fanatizmini kışkırtmak suretiyle Doğu Akdeniz Bölgesinde sulh ve müdafaa bünyesini yıkmıştır. Şimdi, eserini hayranlıkla seyredebilir.” ifadeleri yer almıştır. 83 84 38 BM’de yapılan oylamayla, Kıbrıs sorununun gündem maddesi haline getirilmemesi kararlaştırılmıştır85. 9 Eylül 1955 tarihli Akşam Gazetesi’nin haberine göre Amerika’nın 6–7 Eylül olaylarına bakışı şöyledir; “Amerika, Türkiye ve Yunanistan’ı, Kıbrıs kararından sonra son derece sakin davranmaya itidali elden bırakmamaya sevketmek için çalışmaktadır. İki memlekette vuku bulan hadiseler hakkında Amerikan resmi makamlarının kanaati halkın heyecanını komünistlerin istismar edip koz olarak kullandığı yolundadır. Böylece komünistler son derece stratejik bir mevkiye sahip olan orta şarkta müttefiklerin aralarını bozabilecektir. Amerika Hariciye Vekaleti de Türk Hükümeti’nin İstanbul, İzmir ve Ankara’da yağma hareketlerinin yeniden vukuunu önlemek için aldığı tedbirleri kafi bulmuştur. Ayrıca Yunanistan’da da tedbirler alınması burada memnuniyet uyandırmıştır”86. Amerikan resmi makamlarını endişelendiren durum, Kıbrıs davasının Yunanistan ve Türkiye arasında sürekli bir anlaşmazlığa neden olmasıdır. Bu durum gerçekleştiği taktirde ABD, bölgede meydana gelen istikrarsızlık nedeniyle SSCB’ye karşı gücünün zayıflayabileceği kaygısını taşımaktadır. 6–7 Eylül olaylarından 46 yıl sonra, o yıllardaki Ulus Gazetesi’nin Genel Yayın Müdürü Seyfettin Turhan, yapılan görüşmede 6–7 Eylül olaylarında CIA ve İngiliz Gizli Sevisi’nin Türk İstihbarat kurumları içinde örgütlediği “yerli” ekiplerin rolüne vurgu yapmıştır87. Bütün dünyanın gözünün İstanbul’da olduğu anda olayların meydana gelmesi düşündürücüdür. 6–7 Eylül olayları sırasında İstanbul’da birden fazla uluslararası kuruluşun toplantısı vardır. Bunlar; Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası Kongresi, Uluslararası Kriminoloji ve Polis Kongresi, Uluslararası Üniversiteler Dernekleri 2. Kongresi, Uluslararası Mukayeseli Hukuk İlimleri Kongresi, 10. Bizans Tetkikleri Kongresi’dir. Çok sayıdaki basın mensubu, yabancı istihbaratçılar, Bizantologlar, polisler, ekonomistler ve hukukçular İstanbul’da 6–7 Eylül olaylarına tanık olmuş, olaylar sırasında fotoğraf ve kameralarını kullanmışlardır. Uluslararası basın ve ajanslar bu görüntüleri yayımlamıştır. 85 Güven, “6–7 Eylül Olayları ve Failler”, s. 42. “Son Hadiseler Amerika’da Nasıl Karşılandı?”, Akşam, 9 Eylül 1955, s. 2. 87 Yıldırım, age., s. 178. 86 39 3.1.3. 6–7 Eylül Olaylarının Sonuçları 6 Eylül 1955’te İstanbul Ekspres Gazetesi, ‘Atatürk’ün Selanik’teki evi bombalandı’ manşetiyle yıldırım baskı yapmış, ardından Rum, Ermeni ve Yahudi vatandaşlara ait ev ve işyerleri tahrip edilmiştir. Adnan Menderes Başkanlığı’ndaki Demokrat Parti Hükümeti, olaylara geç müdahale etmekle suçlanmıştır. İstanbul Ekspres Gazetesi’nin patronu Mithat Perin, Yayın Yönetmeni Sipahioğlu ve Menderes’in olayları önceden tertipledikleri ileri sürülmüştür. Demokrat Parti ile birlikte olayları tertiplediği öne sürülen Gökşin Sipahioğlu, böylesine bir trajedinin yaşanabileceğini aklının ucundan bile geçirmediğini söylemiştir. Sipahioğlu, iddiaları yalanlamış ve haberi mesleki reflekslerle yayınladığını belirtmiştir. İstanbul Ekspres’in dönemin en önemli akşam gazetesi olduğunu belirten Sipahioğlu, 6–7 Eylül olayları konusunda mesleki reflekslerle hareket ettiğinin altını çizmiştir: “Atatürk’ün evine bomba atıldığı haberini atlayamazdım. Olayları gördükten sonra ‘Keşke haberi vermeseydik’ diye içimden geçirdim, ama bugün olsa gazetecilik adına yine aynı şeyi yaparım.”. Gazetenin patronu Mithat Perin’in Menderes’e yakın olduğunu, fakat kendisinin böyle bir ilişkisi bulunmadığını ifade etmiştir88. 13 Eylül 1955 günü Büyük Millet Meclisi’nde Başvekil Yardımcısı Fuat Köprülü olaylarla ilgili açıklama yapmıştır. Köprülü konuşmasında muhalefet sözcülerinin aynı görüşü ifade eden açıklamalarda bulunduklarını ve Hükümetin olayları desteklediği yönündeki imaları üzüntüyle karşıladığını ifade etmiştir. Köprülü, “Hükümetin böyle bir hadisenin vuku bulacağından haberi vardı. Fakat gününü, saatini tayinde yanıldık, bir baskına maruz kaldık” demiştir89. Bütün yayınlarda Atatürk’ün evine bomba atan kişi olarak adı geçtiği halde hep suskun kalmış olan Oktay Engin olaydan sonra “bombacıyı azmettirme” iddiasıyla tutuklanmış, Selanik’te bir kısmı hücrede geçen 9 ay 20 günün sonunda tutuksuz yargılanmak üzere salıverilmiştir. O da kaçıp Türkiye’ye gelmiştir. Olaylarda tertip olmadığına, bombayı muhtemelen Ata’nın evi civarında oturan fanatik göçmenlerin Emre Soncan, “Sipahioğlu: 6–7 Eylül Olaylarını Menderes’le Tertiplediğimiz Yalan”, Zaman, 6 Eylül 2005, s. 3. 89 “Örfi İdare 3 Vilayette 6 Ay Devam Edecek”, Akşam, 13 Eylül 1955, s. 2. 88 40 koyduğuna, sonra da hükümetçe izin verilen bir protesto gösterisinin çığırından çıktığına inanmakta, “kendisinin kurban seçildiğini” söylemektedir90. Ankara Dil Tarihte Yunan Edebiyatı bölümünde görev yapmış olan Herkül Millas 6–7 Eylül olaylarının yıldönümünde Yunan gazetesi To Vima’da 7 Eylül 1999 günü yazdığı makalede 6–7 Eylül Olayları ile ilgili düşüncelerini anlatmıştır. Yunanistan’da kimi çevrelerin her sene 6–7 Eylül Olayları’nı “andığını”, Atina Başpiskoposu’nun “tarih”in unutulmamasını isteyen konuşmalar yaptığını belirten Millas, To Vima okuyucularına, 1821 Mora İsyanı’nın ünlü Rum lideri Kolokotronis’in yazdıklarını hatırlatmıştır: “23 Eylül’den başlayarak 1821’deki üç gün boyunca Mora’da askerlerimiz kadın, çocuk, erkek demeden herkesi, yani Türkleri kesip öldürüyordu. Öyle ki, Kolokotronis’in atının ayakları, Türk cesetlerinden basacak yer bulamıyordu”. Millas bu yazısıyla, Yunanlıların “6–7 Eylül” gibi “23 Eylül”ü de unutmaması gerektiğini söylemektedir. Yunanlılar 14 Eylül’ü “Anadolu'da Rum soykırımı” günü ilan ederse, Türkler de elbette 9 Eylül 1922’yi “katledilen Türkler ve ateşe verilen Türk kentleri için” bir anma günü olarak ilan edeceklerdir. Türkler ve Rumlar uzun asırlar barış içinde yaşamışlar, ortak kültür eserleri bile yaratmışlardır. Sonra iki asır da çarpışmışlardır. Husumetler oluşmuş, geçmişe öyle bakılmıştır. Ama Atatürk, savaştan hemen sonra Venizelos’la dostluk kurmuş, Balkan Antantı’nı imzaladığında, bir gün “Türkiye ile Yunanistan arasında sınırların kalkabileceğinden” bahsetmiştir91. Dilek Güven, olayların bir nedeninin de ekonominin Türkleştirilmesi olduğunu belirterek, “İddia edildiği gibi azınlıkların göçünün 1964’te değil, 1955 olaylarından sonra olduğunu” ifade etmektedir. İstanbul’da 1955 yılında 70 bin, 1960 yılında da 65 bin Rum’un yaşadığı ve aradaki farkın düşüklüğü göz önüne alınırsa Dilek Güven’in bu görüşünün doğru olmadığı ortaya çıkmaktadır. Gerçek göç 16 Mart 1964 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnamesi’*nden altı ay sonra başlıyarak ağırlıklı olarak 1965 yılında gerçekleşmiştir. Türker de Güven’in bu görüşüne katılmamaktadır. Türker’e göre ise, Türkiye’de ve Yunanistan’da o günleri yaşamamış olan yeni nesillerin çoğunlukla Can Dündar, “Atatürk’ün Evini Bombalamadım”, Sabah, 7 Eylül 2002, s. 15. Taha Akyol, “6–7 Eylül ve 23 Eylül”, Milliyet, 6 Eylül 2005, s. 17. * 16 Mart 1964 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnamesi EK-5‘tedir. 90 91 41 zannettikleri gibi, İstanbul’da yaşamakta olan ve o zamanlar sayıları 80.000–90.000 civarında olan Türk vatandaşı Rumlarla, Türkiye’de oturma izni ile kalıp çalışan Yunanlıların toplu olarak Türkiye’yi terk etmeleri 6–7 Eylül olaylarından kaynaklanmamaktadır. Bu olayların şoku ile İstanbul’u terk eden Rum ve Yunanlı ailelerin sayısı toplam nüfus içinde fazla bir yer tutmamaktadır. 6–7 Eylül olaylarından sonra hükümetin ve yöneticilerin Rumların tüm maddi zararlarını tazmin etmesi üzerine, İstanbul’daki Rum toplumu ve Yunan vatandaşları yerlerinde kalmayı tercih etmişler, hatta gelen ilk seçimlerde Demokrat Parti’ye desteklerini sürdürmüşlerdir. 6–7 Eylül 1955 olaylarından 8 sene 3 ay sonra 1963 yılı aralık ayında patlak veren Kıbrıs sorunu ile birlikte devlet politikasının Rumlara ve Yunanlılara karşı sertleşmesi sonucu ünlü “1964 Kararnamesi” ile İstanbul’da yaşamakta olan Yunan vatandaşları kısa süre içinde sınır dışı edilmişlerdir. Yunanlılarla akrabalık ve iş ilişkileri içinde bulunan Türk vatandaşı Rumların da kendileri için artık İstanbul’da bir gelecek kalmadığı düşüncesi ile yurtdışına doğru hızla artan göçleri yine 1964 sonrasına rastlamaktadır92. 3.1.4. 6–7 Eylül Olayları Davası 6–7 Eylül olaylarının kimler tarafından gerçekleştirildiği sorusunu cevaplamak için devletin fail olarak suçladığı kesimden başlanabilmektedir. Sıkıyönetim ilan edildikten sonra İstanbul’da 5 bin 104, Ankara’da 300, İzmir’de ise 170 kişi tutuklanmıştır. Hükümetin yaptığı ilk açıklamaya göre ‘gençlik’ Selanik’teki patlamalarla ilgili bir miting düzenlemiş, komünistler de bundan faydalanıp tahribat yapmıştır. 6–7 Eylül olayları ile ilgili dosya 27 Mayıs 1960’taki hükümet darbesi sonrasında, Yassıada’da olağanüstü mahkeme’de yeniden açılmıştır93. Olayların “mürettibi” olduğu iddiasıyla Demokrat Parti’nin ileri gelen isimleri ve İstanbul ve Ankara’nın mülki erkânı yargılanmıştır. Bu davanın açılmasında Demokrat Parti’yi 92 Türker, age., s. 142. Mahmut İhsan Özgen, Devlet Adamlığı ve Devlet Yönetiminde Esaslar, İstanbul: İnsanlık Vakfı Yayınları, 1998, s. 131. 93 42 kuran dört isimden biri olan Fuat Köprülü’nün “olayların olacağını hükümet önceden biliyordu”94 şeklindeki açıklaması etken olmuştur. Yassıada muhakemelerinin en ilgi çekici davalarından olan 6–7 Eylül duruşmalarının ilk gününde Yüksek Adalet Divanı kararnameyi 11 sanığa okumuştur. 4000 kelimelik kararnamenin esası adı geçen olayların bir tertip eseri olduğu noktasında toplanmıştır. Ama sanıklardan hiçbiri bunu kabul etmemiş ve bir kısmı bunun gizli bir kuvvet veya komünist tertibi olabileceği fikrini savunmuştur. Başkan ise o zaman kurulan muhakemenin komünistlerin ve olayla ilgili gösterilen Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti üyelerinin beratına karar vermiş olması gerçeğini ileri sürerek bu durum karşısında faillerin kim olabileceğini sormuş, ama 11 sanıktan her biri de hiçbir şeyden haberdar bulunmadıklarını iddia etmişlerdir95. Celal Bayar: 6–7 Eylül tertipçilerinden olarak kendisine isnat olunan suçu kabul etmemiş ve bu “Bu tahribatı gizli bir kuvvet yapmış olabilir” demiştir96. Adnan Menderes: “Efkârı umumiye bu olaya hazırdı. Mürettibini aramak gerekmez” demiştir97. “Örfi İdare 3 Vilayette 6 Ay Devam Edecek”, Akşam, 13 Eylül 1955, s. 2. 6–7 Eylül Olayları Davası, http://www.minidev.com/kulturler/kulturler_rum_dava.asp 96 Celal Bayar 1985 yılında Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan bir söyleşisinde 6–7 Eylül olaylarının hükümetin tertibi olduğu iddasına katılmayarak “Devletin kendi vatandaşı olan Rum’lara karşı bir ayaklanma olayına giremiyeceğini, böyle bir olayda, toplum psikolojisinin ne başına ne de neticesine hakim olunamıyacağını, böyle bir olayı tertiplemissede bunun aklı başında bir şahidinin çıkmamasının mümkün olamıyacağını” belirtmiştir. Sebebini ise şöyle izah etmiştir: “Kıbrıs olayının sebebiyle umumi efkarda meydana gelen hassasiyet ve bir gazetenin Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba konulduğu haberi, barağı taşıran son damla olmuş, bu infial hadiseyi tevlit etmiştir”. (Mehmet Arif Demirer, 6 Eylül 1955 Yassıada 6/7 Eylül Davası, 1. Basım, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1995, s. 378.) 97 Adnan Menderes 28 Şubat 1956’da 6 Eylül olayları ile ilgili TBMM’ de yaptığı konuşmada şunları şöylemiştir. “Masum insanlara suçsuz insanlara siyasi sebeplerle olsun; siyasi ihtiraslar neticesinde olsun, her ne maksatla olursa olsun, durmadan ağır isnatlar yapmaya devam etmek zulümden başka bir şey değildir. Bu zulme artık bir nihayet vermelerini rica ederim. Bunun ayrıca memleketin menfaatine olmadığını da kaydetmek isterim”. Diyorlar ki, “Hükümet, hadisenin mesullerini aranmasını ve onların ortaya çıkarılmasını, Büyük Millet Meclisi’nin 12 Eylül toplantısında vaat etti.” “Hükümetin bunu vaat etmesine hacet yok. Bu, hükümetin belli başlı vazifesidir. Hükümet hadisenin sebep ve amilleri üzerinde gereken tahkikatın yapılabilmesi için, Büyük Millet Meclisi’nin de kararına iktiran etmek suretiyle, mahkemeleri vazifelendirdi. Ayrıca idari tahkikat bütün genişliğiyle icra edildi, icra edilmektedir. Hal böyle iken meseleyi tekrar buraya getirmekte sebep ve mana nedir? Bu olsa olsa açılmış olan bir yarayı deşmek ve ondan sonra da mütemadiyen kanatmak maksadına matuftur. Uzaktan yakından Hükümete mensup olan herhangi bir şahsın zerre kadar ilgisi olduğu hükmünü verdirecek bir tek delil bile mevcut olacak olursa Hükümet olarak Hükümetten istifa değil, İnsanlıktan istifa etmeye hazırız…” diyerek tepkisini ortaya koymuştur. 94 95 43 Fatin Rüşdü Zorlu: O sıralarda Londra’da bulunduğu için 6–7 Eylül sanığı haline getirilmesinin sebebini anlayamadığını söylemiştir. Fuat Köprülü: “Bendeniz esasen alakadar olmadığım, tesadüfen karıştığım bir meseleyi cevaplandırmağa çalışacağım” demiştir. Fahrettin Kerim Gökay: (İstanbul Valisi) “Hadisenin içine kimler karışmıştır, muharrikleri kimler olabilir bilemiyorum” demiştir. Eriş: (O zamanki İstanbul Emniyet Müdürü Alâattin Eriş) O gecenin panoramasını etraflıca çizmiştir. Hadımlı: “Kararname”ye “Fezleke” diyen İzmir Valisi, İller Kanunu’ndaki maddelerle kendini savunmağa çalışmıştır. Balin: (Selanik bomba olayı ile ilgili sanıklardan Başkonsolos Balin) Adı geçen bomba ile ilgisi olmadığını iddia etmiştir. Tekinalp: (Selanik Konsolos muavini) Kurye çantası içinde Türkiye’den bomba taşıdığı iddiasını reddetmiştir. Uçamer: (Konsolosluk kavası Hasan Uçamer) Yunan makamlarının baskısı altında itirafname imzaladığını söylemiştir. Engin: (Oktay Engin) Bütün baskılara rağmen Atatürk’ün evine atılan bomba ile ilgili itirafname vermediğini söylemiştir98. Tarihe “Yassıada Duruşmaları” diye geçen yargılamalarda Demokrat Parti’nin ileri gelen isimlerine 6–7 Eylül olaylarını tertip ettikleri iddiasıyla açılan davanın 11 sanığı vardır. Bu sanıklardan sadece Başbakan Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüşdü Zorlu altışar yıl hapse, İzmir Valisi Kemal Hadımlı da 4,5 yıl hapse mahkum olmuştur. Yargılanan diğerleri ya beraat etmiş ya da “dava ortadan kalkmış”tır.99. 1961 Anayasası hükümlerine göre, Cumhurbaşkanları ömür boyu senatörlük hakkına sahip oluyordu. 1974’te siyasi haklarını elde eden Celal Bayar, senatör sıfatıyla parlamentoya davet edilmiştir. Senato Başkanı, Bayar’a bir mektup yazmış ve mektubunda, senato üyesi olarak göreve başlayabilmek için yemin görevine çağırmıştır. Bayar, bu mektuba, bir mektupla karşılık vermiş, mektubunda, “Tabii üyelik” müessesesinin, demokratik 98 99 6–7 Eylül Olayları Davası, http://www.minidev.com/kulturler/kulturler_rum_dava.asp Rıdvan Akar, “İki Yıllık Gecikme: 6–7 Eylül 1955”, Toplumsal Tarih, Sayı: 117, Eylül 2003, s. 8. 44 kurallarla bağdaşmayacağı kanaatinde olduğunu yazarak ve senatörlük görevini kabul etmeyeceğini” bildirmiştir. Bayar ve arkadaşları, Partiler Kanunu’nda yapılan bir değişiklikle, seçme ve seçilme haklarını pekiştirmiş ve kesinleştirmiştirlerdir. Böylece, Yassıada’da, Yüksek Adalet Divanı tarafından verilmiş kararlar, bütün neticeleriyle ortadan kalkmıştır100. Patrik Athinagoras da Yassıada’ya tanık olarak çağrılmıştır. Çünkü olaylardan sonra 12 Eylül 1955’te Fener Patrikhanesi Sen Sinod’u (Kutsal Meclis), Başbakan Menderes’e çok ağır ithamlarla dolu bir mektup yollamıştır. Athinagoras’ın tanık olarak dinlenmesinin nedeni bu mektuptur. Mektup, Yassıada yargılamaları sırasında açıklanmıştır. Ama tanık Athinagoras “bu dilekçe içinde söz konusu olan bilgi kilisenin en saygın kurumu olan Sen Sinod tarafından toplanmış bilgidir. Kişisel bir kanaatim yoktur.” diyerek mahkeme başkanı Salim Başol tarafından tercüman aracılığıyla sorulan sorulara cevap vermemiştir101. Athinagoras’ın 6–7 Eylül olaylarının oluşmasına neden olan davranış ve tutumlarının etkisiyle sessiz kaldığı da düşünülebilmektedir. Fener Rum Patrikhanesi’nin “Etnik’i Eteria” mensubu olan Makorios’a yardımcı olduğu o dönemdeki gazetelerde yer almıştır. Athinagoras’ın “Etnik-i Eteria” mensubu olduğu ispat edilememiş olsada, bu şöylentiler karşısında sadece “Politika ile uğraşmadığını” söyleyerek haberleri tekzip etmemiştir. Bu da Patrikhanenin’de olayların gerisinde bulunduğunu düşündüren bir husustur. Bu durum Türk kamuoyunda Rum Azınlığa ve Fener Rum Patrikhane’sine karşı oluşan tepkinin daha da büyümesine sebep olmuştur. Türk halkının Patrikhane’ye ve Rum azınlığa karşı duyduğu şüphe yaşadığı acı tecrübelerden gelmektedir. Bu şüphede de bir kez daha haklı çıkılmıştır. Athinagoras, Amerika’da gizli bir “Etnik-i Eteria” cemiyetinden başka bir şey olmayan “AHEPA” cemiyeti genel başkanı N. Chirekos’u ve yardımcılarını İstanbul’a davet etmiştir. Amerika Senatörleri, Kongre Üyeleri ve Genel Valileri’ni Kıbrıs meselesinde Yunan emellerinin haklılığına inandırdığı gerekçesiyle büyük bir törenle Fener Rum Patrikhanesi’nde karşılamış ve boyunlarına birer şeref kordon ve madalyası takmıştır102. İsmet Bozdağ, Zaferlerle ve Şereflerle Dolu Bir Hayat Celal Bayar, İstanbul: Tercüman Aile ve Kültür Kitaplığı Yayınları, 1986, s. 119. 101 Yıldırım, age., s. 181. 102 M. Derviş Manizade, 65 Yıl Boyunca Kıbrıs Yazdıklarım ve Söylediklerim, İstanbul: Kıbrıs Türk Kültür Derneği Yayınları, 1993, s. 191. 100 45 Athinagoras’ın yaptığı bir basın toplantısında “Türk Hükümeti’nin eri olduğu” sözlerinin ne kadar gerçekçi olduğu bu durum karşısında bir kere daha ortaya çıkmıştır. Türk vatandaşı oldukları halde Rum kimliklerini üzerlerinden atmak istemeyen ve Türk-Yunan çıkarları çatışması doğduğunda Yunan milliyetçiliği yanında yer alan davranışlar gösteren Rum vatandaşlarımız ve Patrikhane doğal olarak 6–7 Eylül olaylarının yaşanmasında pek de suçsuz değillerdir. Diğer bir sebep te Yunanistan’ın 1950 yıllarda başlayan Kıbrıs’taki ‘enosis’ politikası ve Batı Trakya Türklerine karşı yaptığı uygulamalardır. Rum azınlığın ve Fener Patrikhanesi’nin Yunanistan’la birlikte hareket etmesi Türkiye’deki Rum azınlığın sonunu hazırlamıştır. Elbette bu, aynı zamanda Patrikhane’ye de vurulan bir darbe olmuştur. Türkiye, Londra’da ki Kıbrıs Konferansı’na katılmakla adayı kendisine ilhak etmek isteyen Yunanistan’a Kıbrıs konusunda taraf olduğunu resmen kabul ettirmiştir. İkinci kazancı ise Kıbrıs’ın geleceği konusunda da söz sahibi olduğunu göstermesidir. Konferansta İngiltere’nin de desteği ile istediklerini alan hükümet için gösterileri özellikle planladığı düşüncesi gerçekçi görülmemektedir. Türkiye, 1950 ve 1960 yılları arasında izlenen politikalar sonucunda 1959 yılında hazırlanan ve 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla uluslararası geçerlilik kazanan Garanti Anlaşması’ndan∗ doğan haklarını kullanarak 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştirmiştir. 3.2. Vakıf Malları Meselesi Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde, 1850 yılına kadar, tüzel kişilik (hükmi şahıs) kavramı yoktur. İlk olarak 1850 tarihli Ticaret Kanunu ile şirketlere tüzel kişilik hakkı tanınmıştır. Daha sonra 1909 tarihli Cemiyetler Kanunu ile ticari olmayan kuruluşlara yani dernek ve vakıflara da tüzel kişilik hakkı verilmiştir. Ancak bu dönemde bu şirket ve ticari olmayan kuruluşlara bu hak tanınmışsa da, bu tüzel kişilere gayrimenkul (taşınmaz) edinme hakkı tanınmamıştır. 1912 tarihli, “Eshasi Hükmiyenin Gayri Menkuleye Tasarrufuna Mahsus Kanun” ile hükümet ve belediye dairelerine, özel kanun gereğince kurulan cemiyetler ve hükümetçe onaylanmış sözleşme, şartname ve ∗ Garanti Antlaşması EK-6’da verilmiştir. 46 nizamnamelere göre kurulan Osmanlı Ticaret, sanat ve inşaat şirketlerine gayrimenkul edinme hakkı tanınmıştır. Kısaca, 1912 tarihine kadar, gerek Müslüman ve gerekse Azınlık Vakıfları bina, arsa ve benzeri taşınmaz edinemiyordu103. Bu nedenle de cemaat vakıflarına verilen bina, arsa ve benzer taşınmazlar Tapuya (Defter-i Hakani Emaneti) çeşitli kişiler adına kayıt ettirilmiştir. Bu kişiler çoğunlukla hayatta olmayan mevhum kişilerdir. Örneğin Meryem Ana adına “Mariam bindi Ovahim” adıyla; Hz. İsa adına “Kristostur veledi Osep” adıyla; Aziz Garabed adına “Garabed veledi Zakar” adıyla; hatta Cebrail Aleyhisselam adına “Asador oğlu Gabriel” adıyla104 ya da bugün de olduğu gibi güvenilir kişiler, mütevelliler adına tescil edilmiştir, ancak tasarrufu vakıflar tarafından yapılmıştır. 1912 tarihli bu kanunla vakıflara ve hayır kurumlarına ait olup, mevhum ya da gerçek kişiler adına kayıtlı bulunan gayrimenkullerin, altı ay içinde düzenlenerek tapu idarelerine (Defter-i Hakani) verilecek defterlere göre, ilgili vakıflar adına tescil edileceği belirtilmiştir. Bu altı aylık süre daha sonra iki yıl uzatılmıştır105. Beyannamelere yine Hz. İsa, Meryem Ana gibi hayali isimler yazılmış ve bu isimler bazı taşınmazların sahibi olarak kayıtlara girmiştir106. 1921 yılında, Devlet Şurası tarafından alınan bir kararla, sadece vakıflarca düzenlenen defterlerde yer alan taşınmazların değil, bu defterlerde yer almadığı halde, adlarına taşınmaz kayıtlı olan ve bu taşınmazların vakıflara ait olduğunu bildiren gerçek kişilerin ya da kişi hayatta değilse mirasçılarının beyanı ile de söz konusu taşınmazların vakıflar adına tescil edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Ayni kanun bu süre içinde bildirilmediği takdirde taşınmazları vakıflara ait olduğu iddialarının dinlenmeyeceğini ve daha önemlisi bundan böyle, Türk olmayan tüzel kişilerin yani yabancı tüzel kişilerin taşınmaz edinemeyeceğini hükme bağlamıştır. Türk Medeni Kanunu, Cumhuriyet Dönemi’nde 1926 yılında yürürlüğe girmiştir. Kanunda vakıflarla ilgili önemli düzenlemeler de yer almıştır. Ancak bu kanunla ilgili tatbikat kanununda, Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra kurulacak vakıfların, Medeni Kanun hükümlerine tabi olacağı, Medeni Kanun’un 103 Baskın Oran, “Azınlık Sorunları Gayrimüslim Vakıfları: Son Durum”, http://www.istanbulazinliklari.org/SAYFA.ASP?T=4 104 Yıldırım, age., s. 276. 105 Baskın Oran, “Azınlık Sorunları Gayrimüslim Vakıfları: Son Durum”, http://www.istanbulazinliklari.org/SAYFA.ASP?T=4 106 Yıldırım, age., s. 278. 47 yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş vakıflar için “ayrıca bir tatbikat kanunu” çıkarılacağı belirtilmiştir107. Atatürk Dönemi’nde, 1936 yılında çıkarılan kanunun 44. maddesi ile 1912 tarihli kanuna benzer bir yol izlenerek, cemaatlerden yine bir gayrimenkul listesi hazırlamaları ve idareye verilmesi istenmiştir. Vakıflar Kanunu’na göre 1936 yılında verilen bu beyannamelere, genel olarak 1936 Beyannamesi* denmektedir. Böylece, 3 Haziran 1935 tarih ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu** 1935’te yayımlanmış, 1936’da yürürlüğe girmiştir. Uygulanması için hazırlanan Vakıflar Nizamnamesi de 17 Temmuz 1936’da çıkmıştır. Bu yasa göre vakıflar ikiye ayrılmaktadır. İslami Vakıfların “mazbut vakıf” kabul edilip Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce yönetilmesine karar verilirken, Azınlık Vakıfları “mülhak vakıf” kabul edilerek mütevelli yönetimine bırakılmıştır. Mütevellilerin kontrolü görevi de Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir. Atatürk, Kiliselerin ve vakıfların Osmanlı Dönemi’nde ve Kurtuluş Savaşı’nda amaçları dışına çıkarak gelirlerini ve ideolojilerini ülke aleyhinde kullanmaları nedeni ile bu yasayla özellikle azınlık vakıflarının konumunu düzenleyerek kontrol altına almak istemiştir. Kanunun 44. maddesi şöyledir; “Bu kanunun neşri (yayımı) tarihinden en az onbeş yıl evvelinden beri vakıf olarak tasarruf edildikleri vergi kayıtları, icar kontratları (kira sözleşmesi) ve eshasi hükmiyenin (tüzel kişilerin) gayrimenkule tasarruflarına dair olan 16 Şubat 1912 tarihli kanunun nesrinden sonra tapuya verilmiş defterler ve müesseselerin hesap defterleri ve buna benzer vesikalarla anlaşılacak olan yerler o suretle vakıf kütüğüne kaydolunurlar. Bu kayıt vakıflar idaresinin istemesi üzerine tapuca o gayrimenkullerin kayıtlarına işaret ve keyfiyet münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan tarihinden itibaren iki yıl içinde dava yolu ile bir itiraz olunmadığı takdirde o malların vakıf olarak kati tescilleri yapılır. Tapu kayıtlarına işaret edilecek gayrimenkullere ait davalarda vakıflar idaresi ve varsa mutevelli de birlikte hasim olur. Bundan başka, Vakıflar İdaresi’nin 1515 sayılı kanun hükümlerinden istifade hakkı mahfuzdur.” Nazif Öztürk, Azınlık Vakıfları, Ankara: Altınküre Yayınları, Nisan, 2003, s. 44. 1936 yılında doldurulması istenen beyanname örneği EK-7’de verilmiştir. ** Vakıflar Kanunu EK-8’de verilmiştir. 107 * 48 Vakıflar Kanunu’nun 44. maddesinde belirtilen husus, gerçekte vakıflara ait olduğu ve vakıflar tarafından tasarruf edildiği halde, yasak nedeniyle vakıf adına kayıtlı olmayan taşınmazların vakıf adına tescilini sağlamak amacını gütmektedir108. Vakıf mütevellileri, seçilmiş kişiler tarafından idare ediliyordu. 27 Haziran 1938 tarihinde yürürlüğe giren 3513 sayılı Kanun, söz konusu 2762 sayılı Kanun’un 1. maddesini değiştirmiş, cemaat vakıfları hükümet tarafından atanan kişiler tarafından yönetilmeye başlanmıştır. 13–15 Mayıs 1946’da Fener Patrikhanesi metropolitleri bir heyet halinde Ankara’ya giderek, Başbakan Saraçoğlu’yla görüşmüşlerdir. Görüşmede, Balıklı Rum Hastanesi yönetiminin Rum mütevellilere geri verilmesini istenmiştir. Ayrıca heyet, Azınlık Vakıfları’nın mütevellilere geri verilmesini ve Azınlık Vakıfları’nın mütevellisinin hükümetçe atanması sisteminin de kaldırılmasını istemişlerdir. Hükümet, yeni bir yasa için söz vermiştir. Athinagoras, patrik olduktan sonra, metropolitlerin isteği yerine getirilmiştir. 31 Mayıs 1949’da 2762 sayılı Kanun yeniden değiştirilmiş ve 1. maddeye şu fıkra eklenmiştir: “Cemaatlere ve esnafa mahsus vakıflar, bunlar tarafından seçilen kişi ve heyetler tarafından idare edilirler. İlgili makamlarla Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından teftiş edilirler.”109. Eklenen bu fıkrayla cemaat vakıfları istediklerini almış ve böylece önlerindeki bütün engeller kalkmıştır. Ancak uygulamada yeni bir yönetmelik hazırlanması gerekmiştir, fakat hazırlanmamıştır. Menderes Hükümeti Dönemi’nde Meclis Genel Kurulu, TBMM'nin 2.07.1956 tarihli 1972 sayılı tefsir kararı ile 44. maddeyi tamamen açıklığa kavuşturmuştur. Bu kararda, kanunun cemaat vakıflarına gayrimenkul edinme hakki tanıdığı gibi, geçmiş dönemle ilgili olarak mevhum ve gerçek şahıslar adına kayıtlı vakıf mallarının, kişilerin rızası dahi alınmadan vakıf adına tescilini gerektiğini açıkça belirtmektedir, böylece tevhit-i içtihat kaldırılmıştır. 6–7 Eylül 1955 olaylarının ardından, 1957–60 arasında Milli Emlak Müdürlüğü mahkemelere başvurarak, kilise gayrimenkulleri için dava açmıştır. Kayıtlarda malların sahibi olarak gözüken Hz. İsa, Meryem Ana ve diğerlerine yönelik 108 Baskın Oran, “Azınlık Sorunları Gayrimüslim Vakıfları: Son Durum”, http://www.istanbulazinliklari.org/SAYFA.ASP?T=4 109 Yıldırım, age., s. 279. 49 açılan davaların tümü aynı kararla sonuçlanmış, Hz. İsa ve Meryem Ana gibi mal sahipleri ve onların mirasçıları bulunmadığı için, gayrimenkuller Hazine’ye devredilmiştir. Cemaat vakıfları ancak 1970’lere kadar taşınmaz edinmişlerdir. Kıbrıs Konusunun iyice alevlendiği 1970’lerden itibaren Vakıflar Genel Müdürlüğü, gayrimüslim Türk Vakıfları’nın vakıfnamelerini istemeye başlamıştır. Osmanlı Dönemi’ndeki usule göre bunların her biri ayrı bir padişah fermanıyla kurulduğundan vakıfnameleri olmadığı ortaya çıkmıştır110. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, 1974 yılında, Atatürk Dönemi’nde çıkarılan 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nu esas alarak 1936’da cemaat vakıflarının bildirdiği taşınmazlar dışında başka mal edinemeyecekleri hususunda 08.05.1974 tarihli, E.1971/2–820, K.1974/505 sayılı içtihadı birleştirme kararı vermiştir. Böylece cemaat vakıflarının beyannameleri, onların mal varlığını belirlemiştir111. Kararın ilk bölümünde, 16 Şubat 1912 sayılı kanunla Türk Ticaret, Sanat ve İnşaat şirketlerine, taşınmaz mal edinme hakkı tanındığı, Geçici madde de ise mevhum ya da gerçek kişiler adına kayıtlı vakıflara ait taşınmazların, 6 ay içinde bildirilmesi koşuluyla vakıflar adına tescil edileceği açıklanmıştır. İkinci paragrafta, “16 Şubat 1912 tarihli kanunla, Türk olmayan tüzel kişiliklerin taşınmaz mal edinmeleri yasaklanmıştır. Çünkü tüzel kişiler gerçek kişilere oranla, daha güçlü oldukları için, bunların taşınmaz edinmelerinin kısıtlanmamış olması halinde, Devletin çeşitli tehlikelerle karsılaşacağı ve türlü sakıncalar doğurabileceği açıktır. İşte bu görüşten hareket ederek 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 35. maddesi ile kanuni hükümler yerinde kalmak ve karşılıklı olmak şartıyla, yabancı gerçek kişilerin Türkiye’de satın alma veya miras yolu ile taşınmaz mal edinmeleri mümkün kılınmış olduğu halde, tüzel kişiler bundan yoksun bırakılmıştır. Esasen Osmanlı İmparatorluğu devrinde de 7 Sefer 1284 tarihli kanunla yabancı kişilere, Türkiye’de taşınmaz mal edinme hakkı verilmişken, 1328 tarihli kanunla yabancı tüzel kişiler bundan ayrık tutulmuşlardır.” denilmiştir. Üçüncü paragrafta, 5404 sayılı Kanun’la, cemaatlere ait vakıfların, kendileri tarafından seçilen kişi veya kurumlarca yönetileceği açıklanmakta ve bu vakıfların bir 110 111 Baskın Oran, “Türkiye’de Azınlık Hukuku”, Toplumsal Tarih, Eylül 2003, Sayı: 117. Yıldırım, age., s. 280. 50 statüye bağlandığı belirtilmektedir. Yine bu paragrafın devamında Vakıflar Kanunu’nun 44. maddesinde ‘16 Şubat 1328 tarihli kanunun yayınlanmasından sonra tapuya verilmiş defterleri ve buna benzer belgelerle, anlaşılacak olan yerlerin, o yolda vakıflar kütüğüne geçeceği’ hükmü yer almıştır. Bu suretle, vakıf niteliği kazanan cemaatlere ait hacri, ilmi, bedii amaçlar güden kuruluşların düzenlenmiş vakıfnameleri bulunduğu için belirtilen kanunun 44. maddesi gereğince bunların süresinde verdikleri beyannamelerin ‘Vakıfname’ olarak kabulü zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Vakıfnamede “mal edinme için açıklık olmayan hallerde vakıf tüzel kişiliği mal edinemez ise; beyannamelerinde bağış kabul edecekleri yolunda açıklık olmayan hayır kurumları da, gerek doğrudan doğruya, gerekse vasiyet yoluyla taşınmaz iktisap edemezler. Çünkü vasiyeti kabul yararına vasiyet yapılana ait bir haktir. Vakıf (vakfeden), vakıfnamesinde izin vermedikçe onun iradesi dışına çıkılıp mal kabul olunamaz.” denmektedir. Aynı daire, 11.12.1975 günlü E:975/ 11168 K:975/12352 sayılı düzeltme kararında, “Ancak davalı mülhak vakfın Türk Vatandaşları tarafından kurulmuş olmasına karşı onama kararında yabancıların Türkiye’de taşınmaz mal edinmelerini yasaklayan yasalardan söz edilmesi bir yanılgı sonucudur” demektedir. Yargıtay, 1. Hukuk Dairesi’nin 05.06.1997 tarih, E.997/6931, K.1997 /7701 kararında ısrar etmiştir. 1981 yılında NATO müttefik Kuvvetleri Komutanı Bernard Rogers, Ankara’ya gelmiştir. Konu, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşüdür. Ancak Rogers, Devlet Başkanı Kenan Evren’le yaptığı görüşmede, Rum Azınlığın taşınmaz malları ile ilgili sorunları, Vakıflar’ın ve Hazine’nin açtığı davaları gündeme getirmiştir. Bunun üzerine Evren’in emriyle Başbakan Bülend Ulusu, 3 Kasım 1981 tarih ve 57779 sayılı ve “Gizli” dereceli bir genelge çıkartarak, açılmış davaların durmasını, bir daha dava açılmamasını ve alınan kararların da uygulanmamasını istemiştir. Buna rağmen davalar sürmüştür112. DSP-MHP-ANAP hükümeti döneminde ANAP’lı insan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Nejat Arseven, bir yasa tasarısı hazırlamıştır. Arseven’in hazırladığı yasanın önemli bir özelliği de, Vakıf mallarının geçmişte işgal etmiş olanlara hediye edilmesidir. 112 Elçin Macar, age., s. 228. 51 Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapan Kanun Tasarısı 2001 yılı sonunda Başbakanlık’a gönderilmiştir. Tasarıyla, azınlıklara ait cemaat vakıfları artık mal edinebilecektir. Bu vakıfların elde ettikleri gayrimenkuller 1936’da ilan ettikleri beyannamelere eklenebilecek, malların hangi yollarla elde edildiği soruşturulmayacaktır. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün arazilerini işgal edip üzerine mesken, ticari ve sınai nitelikte bina inşa edilmiş olanlara bu araziler yüzde 50 indirimle satılacaktır. Tasarıda, Dışişleri ve İçişleri Bakanlıkları sadece görüş bildiren kurumlar haline dönüştürülmüştür. 227 sayılı kararnamede yer alan Genel Müdürlüğün görev ve yetkilerinin belirtildiği 26’ncı maddeye de şu ekleme yapılmıştır: “Cemaat vakıflarının 1936 tarihinden 1 Ocak 2002 tarihine kadar her ne suretle olursa olsun iktisap etmiş olduğu gayrimenkuller 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 44’üncü maddesine göre verilen 1936 sayılı beyannamelerine eklenir. Vakıfların satın alma, bağış, ölüme bağlı tasarruflar ve benzeri yolla ellerinde bulundurdukları gayrimenkulleri 1936 listelerine eklemelerine Dışişleri ve İçişleri Bakanlığı’nın görüşü alınarak Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce karar verilir”113. AB yasalarının meclisten geçmesiyle, azınlık vakıflarıyla ilgili yasa maddesinin uygulanabilmesi için hazırlanan yönetmelik kamuoyunun gündemine gelmiştir. 30 Eylül 2002 tarihinde yapılan MGK toplantısı öncesinde konuyla ilgili bir rapor basında yer almıştır. MGK’ya sunulacak olan raporda yasanın Türkiye’nin menfaatleri açısından sakıncalar içerdiği belirtilmiştir. MGK’nın itirazlarına rağmen, “Cemaat Vakıflarının Mal Edinmeleri ve Bunlar Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları Hakkında Yönetmelik”, 4 Ekim 2002 tarih ve 24896 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir114. Daha sonra ise 24 Ocak 2003 tarihli “Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal edinmeleri, Bunlar Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları ve Tasarrufları Altında Bulunan Taşınmaz Malların Bu Vakıflar Adına Tescil Edilmesi Hakkındaki Yönetmelik”* Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yönetmeliğe göre, Azınlık Vakıfları da 113 Yıldırım, age., s. 283. age., s. 300. 24 Ocak 2003 tarihli yönetmelik EK-9’da verilmiştir. 114 * 52 diğer vakıflar gibi vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın, dini, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinebilecek ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilecektir. Vakıflar taşınmaz almak için Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne başvuracaklar, Vakıflar Bölge Müdürlüğü, görüşü ile birlikte konuyu Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne iletilecektir, Yönetmeliğe göre vakıflar 9 Ağustos 2002 tarihine kadar tasarrufları altına giren taşınmazların vakıflar adına tescili için bu tarihten itibaren altı ay içinde başvuracaklardır. Daha sonra süre 18 aya çıkarılmıştır. Yönetmelikte bu vakıfların sayısı 160 olarak tespit edilmiştir115. Gayrimüslim vakıflarının tesciline ilişkin Vakıflar Genel Müdürlüğü toplam verileri aşağıdaki şekildedir. Kasım 2003 İtibariyle; İlk Başvurular Başvuran Vakıf Adedi 116 Başvuru Mükerrer Zaten Kayıtlı Başvuru Konusu Konusu Malikten Başvurudan Olduğundan Taşınmaz Adedi Ret Taşınmaz Ret Ret (Net Olarak) Adedi 2234 268 434 1532 622 Bilgi-Belge Tescili Eksikliğinden Kabul Ret Edilen 910 0 İkinci Başvurular (İlk başvuruda yeterli bilgi-belge sunmayanlar) Yeniden Hakkında Malikten ve Yetersiz Tescili Kabul Değerlendirmeleri Değerlendirilmeleri Başvuran Yeniden Başvuru Belge-Bilgiden Tescili Edilen Devam Eden Devam Eden Vakıf Yapılan Reddedilen Taşınmaz Taşınmaz Vakıf Adedi Taşınmaz Adedi Adedi Taşınmaz Adedi Adedi Adedi 86 Bilgi yok 477 242 6 - Verilere Göre Geçici Sonuç Hakkında Başvurulan Taşınmaz Adedi (Net Olarak) 1532 Tescili Kabul Edilen Taşınmaz Adedi 242 Kabul (Tescil) Oranı % 15.79 Mayıs 2004 İtibariyle; İlk Başvurular Başvuran Vakıf Adedi 116 115 Başvuru Mükerrer Zaten Kayıtlı Başvuru Konusu Malikten Konusu Başvurudan Olduğundan Taşınmaz Adedi Taşınmaz Ret Ret Ret (Net Olarak) Adedi 2234 268 434 1532 622 Yıldırım, age., s. 309. 53 Bilgi-Belge Tescili Eksikliğinden Kabul Ret Edilen 910 0 İkinci Başvurular (İlk başvuruda yeterli bilgi-belge sunmayanlar) Hakkında Yeniden Yeniden Başvuran Başvuru Vakıf Yapılan Adedi Taşınmaz Adedi 87 Bilgi yok Malikten ve Tescili Değerlendirilmeleri Yetersiz Belge- Zaten Kayıtlı Kabul Değerlendirmeleri Devam Eden Bilgiden Tescili Olduğundan Edilen Devam Eden Taşınmaz Reddedilen Ret Taşınmaz Vakıf Adedi Adedi Taşınmaz Adedi Adedi 526 13 286 Bilgi yok 85 Verilere Göre Geçici Sonuç Hakkında Başvurulan Taşınmaz Adedi (Net Olarak) 1532 Tescili Kabul Edilen Taşınmaz Adedi 286 Kabul (Tescil) Oranı % 18,66 Kasım 2003 sonu verilerine göre, bu vakıflar ilk başvuruları sonucunda eksikleri nedeni ile taşınmazlarını tapuya kaydettirememişlerdir. Bu vakıflar eksiklerini tamamlayıp ikinci defa başvurduklarında ise ellerindeki taşınmazların % 15,79’unu tapuya kaydettirebilmişlerdir. Mayıs 2004 sonunda Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden alınan veriler değerlendirildiğinde ise, tapuya kaydettirilebilen taşınmaz oranı % 18,66 olmuştur. Yukarıda verilen bilgiler dışında, 3 adet vakfın 3 adet taşınmaz bağışı kabul etme ve 1 adet taşınmaz satın alma talepleri olumlu sonuçlandırılmıştır. Mecliste kabul edilen AB uyum yasalarının 4. maddesi Türkiye’nin önüne çıkacak bu sorunların da aşılmasını sağlamıştır. Ancak Baskın Oran’ın belirttiğine göre vakıflar, mallarını otomatikman değil dava açarak geri alabilecekler, 4. maddeyi açacakları davalarda kendi lehlerine gerekçe olarak kullanabileceklerdir. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün denetiminde 158 Azınlık Vakfı vardır. Bunların 77’si Rum, 52’si Ermeni, 19’u Musevi, 1 tanesi de azınlıklara mensup esnafa aittir. Lozan Anlaşması’nda sayılan resmi azınlık statüsünde olmamalarına rağmen Süryanilere ait 9 vakıf da aynı hukuka tabidir. Tüm bu vakıfların 1936 sonrasında edindikleri ve daha sonra ellerinden çıkan mülklerinin tespit edilen sayısı 483’tür. Rum Vakıfları avukatı Murat Cano, Azınlık Vakıfları’nın sorunlarını şöyle özetlemiştir: “Vakıflardan geri alınan malların ilk sahiplerine ya da mirasçılarına iadesi kamusal hiç bir yarar sağlamadığı gibi, ciddi bir zarara da yol açmaktadır. Eski sahiplerine iade edilen taşınmaz malların mirasçıları da artık yurt dışında yaşayan yabancı uyruklu kimseler oldukları için, emlakçılar ya da şebekeler onları bulup, vekâlet 54 almakta ve taşınmazları kapatmaktadırlar. Bu da Türkiye’den dışarıya açık ya da gizli olarak para transfer edilmesi ve mafyanın güçlenmesi anlamına gelmektedir. Ermeni ve Musevi Vakıfları için daha önce sözünü ettiğimiz uygulamalar Rum Vakıfları için de geçerlidir. 1912 yılında çıkan ‘Gayrimüslimlerin Emvali Gayrimenkule Tasarruflarına Mahsus Kanunu Muvakkat’ adlı bir yasayla Fener Patriği’nden cemaati hangi kiliseler etrafında toplanıyor ve hangi malları kullanıyorsa bunların listesi istenmiştir. Arkadan Lozan gelmekte, antlaşmada temel hükümler yer almaktadır. Sonunda da 1936’da Vakıflar Yasası gelmektedir. Bu yasa çerçevesinde de cemaat vakıflarının ellerindeki malları bildirmeleri istenmiştir. İşte bu mal beyanı kırk yıl sonra vakfiye yani vakıf senedi sayılmaktadır. Buna dayanılarak 36’dan sonra alınan mallar tek tek ellerinden alınmıştır. Bu ne vakıflar yasasıyla, ne medeni yasayla ne de devletin sürekliliği ilkesiyle bağdaşıyor. Vakıf senedini kurucuları hazırlar, mahkeme denetler, onaylar, bu andan itibaren tüzel kişiler kazanır, faaliyetlerini de Vakıflar Genel Müdürlüğü düzenler. Statü budur. Hiç kimse kurucunun yerine geçerek herhangi bir belgeyi vakıf senedi olarak nitelendiremez, uygulama yapamaz.” yorumunda bulunmuştur. Bu tartışmaların büyümesi ve konunun kamuoyunda yer bulması sağlanırken, özellikle Fener Rum Patrikhanesi’nin çocuk kampını kullanmaması üzerine çıkan gerginlikle ilgili, Danıştay 10’uncu dairesinden bir açıklama gelmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisi Büyükada Rum Erkek ve Kız Yetimhanesi Vakfı’nı “kanunen ve fiilen hayri bir hizmeti kalmadığı” gerekçesiyle 22 Ocak 1997’de mazbut (yönetimi devlet tarafından ele alınmış) vakıflar arasına almıştır116. Bu kapsamda vakıf yönetimiyle, vakıflar arasında büyüyen kavga, AB’nin Türkiye’ye sık sık uyarıda bulunmasına yol açmıştır. Bu karara itiraz eden Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı, yönetimine el konan vakıflarının hayır hizmeti verebilecek durumda olduğunu savunarak, ‘Azınlık Vakfı’ olması itibariyle Lozan Antlaşması gereği koruyucu hükümlerden yararlanması gerektiğini açıklamıştır. Bu itirazlarını yerel mahkeme reddetmiş, buna itiraz eden Rum Vakfı, davayı Danıştay’a göndermiştir. Danıştay 10’uncu Dairesi de önce vakfın yönetimine el konulmasını onaylamış, ancak 116 “Danıştay Azınlık Vakıflarını Kurtardı”, Milliyet, 31 Temmuz 2005, s. 18. 55 karar düzeltme talebini ele alırken görüş değiştirmiş ve Rum Vakfı’nın itirazını yerinde bulmuştur. Danıştay kararında, Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı’nın mal varlığı ve gelir durumunun amacına hizmet edebilecek durumda olduğuna dikkat çekilerek “Vakfa ait yetimhane 1980’li yılların başında kapatılmakla birlikte, bazı öğrencilere burs vererek yardımlar yapmaktadır. Yetimhanenin kapatılmasıyla, vakfın hayır hizmeti kalmadığını kabul etmek olanaklı değildir” denilmiştir. Danıştay’ın bu kararı ile dava yeniden yerel mahkemeye gidecek, yerel mahkeme, ilk kararında ısrar ederse, dava Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu’nda ele alınacak ve çıkacak son karar, Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin seyri bakımından da kritik öneme sahip olacaktır117. Danıştay’ın bu kararı üzerine, Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin: “Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, kanun çerçevesinde mazbut, yani temsilcisi olmayan kapsamına alarak yönettiği vakıf sayısı 41 bin 550’dir. Bunlardan cemaat vakıflarının sayısı 40–50 civarındadır ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce yönetilmektedir. Bu karar sadece azınlık vakıfları için değil, Müslüman vatandaşların kurduğu vakıflar için de geçerlidir. Kaldı ki, mazbut vakıf kapsamına alınan Müslüman vatandaşların vakıfları, azınlıkların kat kat üstündedir. Danıştay esastan böyle bir karar vermişse, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün hiçbir işlevi kalmaz. Var olma nedeni ortadan kalkar. Olmayan temsilciye vakıf geri vermek gibi bir durum ortaya çıkar ki bu da ciddi kaos olur. Patrik kendilerine haksızlık yapıldığını söylüyor. Biz kimseye haksızlık yapmıyoruz. Her vakfa eşit davranıyoruz. Bir vakıf diğerinden üstün ve ayrıcalıklı değildir. Lozan Antlaşması’nın ihlal edildiğine ilişkin beyanları kabul etmemiz mümkün değildir. Kınalıada’daki çocuk yaz kampı da 1999’dan beri çocuklar için düzenleniyor. Bu yıl kamp için de izin verildi. Cemaat vakıfları adına konuşanlar, Müslüman Türk vatandaşlarının kurduğu vakıflara göre daha fazla ayrıcalık, avantaj sahibi olmak istiyorlar. Gayri Müslim, Müslüman ayrımı yapmadan işlem yapıyoruz. Patrik’in açıklamaları, yasalarda tanımlanan yetkileri ve sınırları aşmasından kaynaklanıyor. Türkiye vatandaşı olarak kanunlara göre hareket etmeli. Kanunları hiçe 117 “Azınlık Vakıflarının Yönetimine El Konamaz”, 30.07.2005, http://www.cnnturk.com/HABER/haber_detay.asp?PID=318&HID=1&haberID=114352 56 sayarak hak talebinde bulunması kabul edilemez. Hakkında yasal merciler gereken işlemleri yapacaktır.”118 şeklinde açıklama yapmıştır. Bartholomeos ve patrikhane yetkilileri, bu haber üzerine saatler süren toplantı yapmışlar ve yazılı açıklamada da şöyle demişlerdir: “1 Ağustos 2005’te yayımlanan Milliyet Gazetesi’nde Sayın Bakan Mehmet Ali Şahin’in Patrik Bartholomeos Hazretleri hakkında ‘Fener Patriği sınırlarını aşıyor’, ‘Yasal merciler gereken işlemleri yapacaktır’ tarzında beyanda bulunması, öteden beri ülkemizin Avrupa Birliği’ne katılması ve bütün vatandaşlarımızın adalet, selamet içinde yaşaması yolunda duaları ile gayretini esirgemeyen Patrik Hazretleri’nin derin ve içten bir üzüntü duymasına yol açmıştır.” Bartholomeos’un “eleştirilen beyanlarında suç olacak hiçbir husus olmadığının” belirtildiği açıklamada şöyle denilmiştir; “Bugüne kadar yapılan bazı haksız uygulamalar hakkında benzer açıklamalar yapılmış ve hatta bizzat görüşmeyi kabul etme nezaketini gösteren Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’a da avukatımız Kezban Hatemi ile birlikte görüş ve dileklerimiz yazılı ve sözlü olarak iletilmişti. Bir hükümet üyesinin Anayasa ve kanunlar karşısında asla suç olarak nitelenemeyecek olan bir beyanı böylesine sert bir üslupla cevaplandırması karşısında, kamuoyuna bu açıklamayı yapmak zorunda kaldığımızı, Patrik Bartholomeos hazretlerinin selam ve sevgileriyle birlikte iletiriz”119. Buna bir benzer olay da, Bartholomeos’un Reuter Ajansı’na verdiği demeçte Türkiye’de din özgürlüğünün kısıtlı ve yüzeysel olduğundan şikayet etmesine tepki gösterilmesi üzerine yaşanmıştır, Peder Dositeos, demecin bir bölümüne dair ifadenin haberde eksik kullanılmasının yanlış anlamalara sebep olduğunu bildirmiş ve “Metnin tamamında kastedilmek istenen Türkiye’de Rum Ortodoks cemaatinin ibadet özgürlüğünün sınırsız olduğu ancak vakıfların ellerinden alınması sebebiyle yaşanan ekonomik sıkıntıdır”120 demiştir. Önder Yılmaz, “Başbakan Yardımcısı Şahin: Fener Patriği Sınırlarını Aşıyor”, Milliyet, 1 Ağustos 2005, s. 17. 119 “Sözlerimizde Suç Yok”, Milliyet, 2 Ağustos 2005, s. 21. 120 Somuncuoğlu, age., s. 20. 118 57 Sonuç olarak, Azınlık Vakıfları’nın, 1936’dan sonra edindikleri mülkler ile el konulan vakıfların yönetimini Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden geri istemesiyle başlayan tartışma şu şekilde özetlenebilmektedir; — Azınlık Vakıfları’na 1912’de çıkarılan bir yasa ile tüzel kişilik verilmiş ve gayrimenkul sahibi olabilmelerinin yolu açılmıştır. 13 Haziran 1935’te çıkarılan Kanun ile gayrimenkullerini tapuya kayıt ve beyan zorunluluğu getirilmiştir. — Yargıtay, ulusal güvenliği gerekçe göstererek 8 Mayıs 1974’te aldığı bir kararla, 1936’ya kadar yapılan beyanların kuruluş belgeleri olarak kabullenilmesine ve vakıfların beyannamelerinde belirtilenden başka gayrimenkul elde edemeyeceklerine karar vermiştir. Azınlık Vakıfları’nın 1936’dan sonra edindikleri mallar Hazine’ye aktarılmış, yeni mülk edinmelerinin önü kesilmiştir. — Azınlık Vakıfları, başta İstanbul olmak üzere Hatay, Samandağı, İskenderun ve Altınözü, Çanakkale, Gökçeada ve Bozcaada, Kayseri, Mardin, Diyarbakır, Şırnak İdil, Mardin Midyat, Mersin, Bursa ve Ankara’da bulunmaktadır. — 1936 sonrasında bağış ve vasiyet yoluyla elde ettikleri mülklerin kendilerine geri verilmesini isteyen vakıflar, “kanunen ve fiilen bir hizmeti kalmadığı” gerekçesiyle “mazbut vakıf” sınıfına ayrılan vakıfların Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce yönetilmesine karşı çıkmaktadır. Azınlık Vakıfları, 3. şahıslara satılmış vakıfların geri verilmesini istemekte, geri verilemeyecek durumdaki vakıflar için tazminat talep etmektedir. — Hükümet, 2002–2003 yıllarındaki düzenlemelerle azınlık vakıflarının her yolla gayrimenkul edinebilmelerinin yolu açmıştır. Ancak, sorun yaratacağı gerekçesiyle 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’ndaki “Kanunen veya fiilen hayri bir hizmeti kalmamış vakıflar (mazbut) Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yönetilir” hükmünde değişiklik yapmamıştır. — Hükümetin mazbut vakıfların geri verilmesine ilişkin düzenlemeye gitmemesi üzerine 120 Azınlık Vakfı 1300 gayrimenkulün kendilerine verilmesi için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmuştur. — Türk Hükümeti, 2003’te mülk konusunda yeni düzenlemelere gidildiğini, 116 cemaat vakfının 2 bin 234 gayrimenkulü hakkında kayıt başvurusunda bulunduğunu ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bu başvurulardan 424’üne olumlu yanıt verdiğini mahkemeye bildirmiştir. Cemaat vakıfları ise, bu değişikliklerin 1936 ve 1974 arasındaki malları kapsamadığını öne sürmüştür. AİHM henüz karar vermemiştir. 58 — Bu konudaki son karara imza atan Danıştay 10. Dairesi, Büyükada Rum Erkek ve Kız Yetimhanesi Vakfı’nın yönetimine el koyan Vakıflar Genel Müdürlüğü kararının iptali istemiyle açılan davayı reddeden Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin kararını kaldırmıştır. Daire, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, kesintisiz faaliyetlerine devam eden gayrimüslim cemaat vakıflarının yönetimine el koyamayacağına işaret etmiştir. — “Mazbut” kategoride değerlendirilen vakıfların, “faaliyetleri kesintiye uğradığı için” Vakıflar Genel Müdürlüğü yönetimine alındığını belirten hükümet, Danıştay kararını inceledikten sonra değerlendirmesini yapacaktır. — TBMM’de bekleyen yeni vakıflar yasa tasarısında, 1936’dan sonra Hazine’ye aktarılan ve 3’ncü kişilere satılan mallar ile mazbut vakıfların geri verilmesine ilişkin bir düzenleme yapılmamıştır121. 3.2.1. Büyükada Yetimhanesi Patrikhane’nin Türkiye’deki mahkemelerde sonuç alamadığı gerekçesiyle AHİM’e başvuruşuyla sonuçlanan ve basında sıklıkla yer alan konu, önemli olması açısından Azınlık Vakıfları konusunun içerisinde bir alt başlıkta incelenmiştir. İstanbul’daki yetim Rum çocuklarının bir çatı altında toplanması fikri ilk defa Padişah Abdülmecit zamanında, Rum Patriği IV. Germanos tarafından uygulanmaya konulmuştur. O dönem İstanbul’un kalabalık Rum Cemaatinin varlıklı ailelerinden toplanan bağışlarla Yedikule’deki Rum Hastanesi’nin bahçesine 1851–1853 yılları arasında bir yetimhane binası yaptırılmıştır. 10 Temmuz 1894 günü İstanbul’u altüst eden büyük deprem sırasında yetimhane binası da büyük zarar görmüştür ve tamir edilemeyecek durumda olan üst katı daha sonra yıktırılmıştır. Yetimhanenin yer sıkıntısını gidermek amacı ile bir çare aranmış ve Balıklı Manastırı’nın misafirhanesine taşınılmıştır. Depremden sonra yetimleri ziyarete gelen ve hayırseverliği ile tanınan ünlü banker ve tüccar Andrea Singros manzara karşısında üzülmüş ve yetimler için daha uygun bir şeyler yapılmasını istemiştir. Ancak bu isteğini gerçekleştirmeye ömrü yetmeyen banker Singros, 1896 tarihli vasiyetnamesinde 15.000 lira miras bırakmıştır. 121 Önder Yılmaz, “Azınlık Vakıfları”, Milliyet, 2 Ağustos 2005, s. 21. 59 1901 yılında III. Yoakim ikinci defa Rum Patriği seçilince, derhal bu konuyla ciddi olarak ilgilenmiştir122. Büyükada Rum Yetimhanesi, Büyükada’da İsa anlamına gelen Hristo Tepesi’ndedir. Vakıflar ile Patrikhane arasında dava konusu olan yetimhanenin bulunduğu arsa Şehzade Sultan Mehmet Han Vakfı’nındı. Daha sonra İtalyan Kont Yani’nin tasarrufuna geçen arsada Kont tarafından 1898–1899 yılları arasında bir Fransız şirketine “Prinkipo Palas” adlı bir otel inşa ettirilmiştir123. Devrin yönetiminden gerekli iznin alınamaması üzerine bina el değiştirmiş, binanın yabancı sahiplerinden satın alınması işlemi 1902 yılının Haziran ayında tamamlanmış ve bunu takiben buranın Rum Yetimhanesi olarak kullanılmasına izin veren padişah fermanı alınmıştır124. I. Dünya Savaşı içinde 1915–1918 arasında Kuleli Askeri Lisesi, görülen lüzum üzerine geçici olarak yetimhane binasına taşınınca buradaki yetimler Heybeliada’daki Rum Ticaret Okulu binasına yerleştirilmiştir. 1916’da burası da Bahriye tarafından alınınca bir süre Heybeliada Ruhban Okulu’na, daha sonra da Kınalıada’da bulunan Siniosoğlu Yetimhanesi’ne taşınmışlardır. Büyükada Yetimhanesi bir süre, Osmanlı Devleti’nin müttefiki olarak İstanbul’da bulunan Alman askerlerine tahsis edilmiş, mütakereden sonra ise İşgal kuvvetleri Komutanlığı’nca 1919 yılına kadar Rusya’dan gelen göçmenlere ayrılmıştır. 1920 yılında ise tekrar Rumlara verilmiştir. 1964 yılında teftiş gören yetimhanenin “can güvenliği” bulunmadığı gerekçesi ile derhal boşaltılıp mühürlenmesine karar verilmiştir125. 41 yıldır terkedilmiş bir halde bulunan binanın otel olarak değerlendirilmesi yönünde son yıllarda yapılan bazı teşebbüsler bürokratik engeller yüzünden neticelendirilememiştir. 22 Ocak 1997 tarihinde Vakıflar Genel Müdürlüğü, Büyükada Rum Erkek ve Kız Yetimhanesi Vakfı’nı hayır hizmeti bulunmadığı gerekçesiyle mazbut vakıflar arasına almış ve 16 Mart 1999 tarihinde yetimhanenin kullandığı binanın sahibi olan Orhan Türker, “Büyükada Rum Yetimhanesi”, Tarih ve Toplum, Sayı: 200, Ağustos 2000, s. 38. İnci Döndaş, “Bartholomeos AİHM’ye Gidiyor”, Sabah, 31 Mart 2005, s. 23. 124 “Rum Kültürü, Büyükada Rum Yetimhanesi”, 29.03.2001, http://www.minidev.com/kulturler/kulturler_rum_yetimhane.asp 125 Türker, “Büyükada Rum Yetimhanesi”, s. 39. 122 123 60 Rum Patrikhanesi’ne karşı tapu ve sicil davası açmış ve kazanmıştır126. Fener Rum Patriği Bartholomeos ta Vakfın mazbut olmadığını, binanın mülkiyetinin de padişah tezkeresi ile kendilerinde bulunduğunu belirterek bir üst mahkemeye temyiz için başvurmuştur. Danıştay, temel amacı yetimhane işletmek olan vakfın yetimhane kapalı olduğu için mazbut vakıf olduğuna karar vererek temyiz istemini ret etmiştir. Sekiz yıl süren davanın sonucunda Patrikhane hukuk savaşını kaybetmiştir. Bu kararla taşınmazının tapusunun iptal olması karşısında iç hukuk yollarını da tükettiği gerekçesi ile Bartholomeos, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmayı kararlaştırdığını açıklamıştır. Fener Rum Patrikhanesi, AİHM başvurusunda Türkiye aleyhine getirdiği suçlamaları şöyle sıralamıştır: — Azınlık kurumlarına özel koruma getiren Lozan Antlaşması hükümlerini görmezden gelinmiştir. — Ölen veya giden bağışçıların vakfettikleri malların idaresi ve işletilmesi engellenmiştir. — Kurumlar işlemez görülerek keyfi şekilde dağıtılmış ve mallarına el koyulmuştur. — 1974’te mahkemelerin, “milli güvenlik'” nedenleriyle aldığı bir kararla kurumların büyük miktardaki mallarına el koyulmuş ve Elen Ortodoks azınlığı vakfiyesi Türk makamlarının 1936’da ilan ettiğinin ötesinde mülk edinememiştir. — Türk Hükümeti’nin Avrupa normlarına uyum çerçevesinde yaptığı düzenlemeler, bu büyük sorunlardan hiçbirini tam olarak göğüslememiştir. Vakıf mallarının iadesi kısmidir; bunların kullanılamamasından doğan zararın tazmini öngörülmemiştir. Ekümenik Patrikhane’nin tapuları tesis edilmemiştir127. Bartholomeos, Lozan Antlaşması hükümlerini çıkarları doğrultusunda yorumlamaktadır. Azınlık malları konusu gündeme geldiğinde antlaşmayı tanıyarak haklar istemekte, Patrikhane ve ekümeniklik söz konusu olduğunda ise antlaşmayı yok saymaktadır. Bu durum Büyükada Rum Yetimhanesi için de geçerlidir. “Bartholomeos Türkiye’yi Avrupa’ya Şikayet Edecek”, 15.09.2005, http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=168522 127 “Büyükada’daki Yetimhane Binası, Patrik de Türkiye’yi AİHM’e Şikayet Etti”, 08.09.2005, http://www.barobirlik.org.tr/calisma/basinda_yargi/2005/05/30.htm 126 61 3.2.2. Kınalıada Manastırı Çocuk Kampı Kınalıada’daki 9. yüzyıldan kalma Hristos (Metamorfoseos) Manastırı, 120 yatak kapasitelidir. Fener Rum Patrikhanesi, Kınalıada’daki manastırda çocuk kampı kurulması yolundaki girişimlerinin, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce engellendiği öne sürmüştür. Yunanistan’da yayımlanan To Vima Gazetesi’ne göre, Patrik 2. Bartholomeos, Patrikhane’yi ziyaret eden bir grup Selanikli avukata, “Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Patrikhane malı olan manastıra el koymaya teşebbüs ettiğini” anlatmıştır. Gazeteye göre Bartholomeos, çocuk kampının faaliyete geçmesi için Vakıflar’ın Patrikhane’den kampın devlete ait olduğuna dair bir belge imzalamasını istediğini öne sürmüştür. İddiaya göre Bartholomeos şöyle konuşmuştur: “Manastırımıza Vakıflar Genel Müdürlüğü patron oldu. Dedelerimizin yaptığı, asırlarca faaliyet gösteren bir manastır için devlet, ‘Bu benimdir. Kullanmak istiyorsanız, sahibi olduğumu tanıdığınızı imzalayın’ diyor” demiştir. To Vima, haberin devamında Patriğin İstanbul Valisi Muammer Güler’i ziyaret ederek ‘Yardım edin, çünkü kararlıyız; 29 Temmuz’da çocuk kampını açacağız. Ayin de yapacağım, başka türlü olmaz. Hakkımızdan başka bir şey istemiyoruz’ şeklinde konuştuğunu belirtmiştir. Elefterotipiya Gazetesi de Patriğin tepkisi diyerek Bartholomeos’un, “Yükümlülüklerimizi yerine getiriyoruz, haklarımızı korumak istiyoruz, ikinci sınıf vatandaş olmak istemiyoruz. Türkiye, AB’ye tam üye olmak istiyorsa, Avrupa hukukuna saygı göstermeli” dediğini yazmıştır. Katimerini ise, “Bartholomeos’un tepkisi” başlığını atmıştır. Metropolit Meliton ise, “Vakıflar, 1968’de burayı Patrikhane’nin elinden aldı. Manastırı patrikhaneye bıraktı. Bu yıl eskiden olduğu gibi yine çocuklara kamp yapmak istedik. Fakat Vakıflar, ‘İdaremize ait olan bu yeri iki ay için kullanma izni istiyoruz’ diye dilekçe istediler. Bizim olan bir yer için neden dilekçe yazalım. Anlaşmazlık buradan çıktı” demiştir128. 128 Taki Berberakis, “Yataklar, Sabunlar Bile Hazır”, Milliyet, 28 Temmuz 2005, s. 22. 62 Bu gelişmelerden sonra Kınalıada’daki Hristos Manastırı çocuk kampı, her yıl haziran ayının sonunda açılırken, Valiliği’nin oluruyla bir ay gecikmeli olarak 29 Temmuz 2005 tarihinde çocuksuz olarak açılmıştır. Açılış için Hristos Manastırı’nda ayin düzenlenmiştir. Ayine Fener Rum Patriği Bartholomeos, Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II ve adalı Rumlar katılmıştır. Ayin sonrası basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Bartholomeos, “Üzgünüz, çünkü çocuk kampı çocuksuz açılıyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü Büyükada’daki yetimhanede olduğu gibi bu malımıza da el koymak istedi. Manastırı, mazbut vakıf ilan etmiş. İdaresine, yönetimine, gelirine, giderine el koymuş. Vakıflar Genel Müdürlüğü kamp bittikten sonra manastırın anahtarlarını iade etmemizi istiyor. Yani buranın sahibi olan Rum cemaati, Rum Patrikhanesi kapı dışı ediliyor. Bu mal bizimdir, imza atmayacağız” diyen Bartholomeos, “Büyükada’daki yetimhane için AİHM’ye başvurduk. Gerekirse yine başvuracağız. Mademki hakkımızı burada bulamıyoruz, dışarıda arayacağız.” demiştir. Kamp açıldığında belirsizlik nedeniyle çocukların kampa açılış günü getirilmediğini belirten yetkililer 29 Temmuzda “Aileler artık çocuklarını getirebilir”129 çağrısında bulunmuşlardır. Çocukları ücretsiz misafir eden 120 kişi kapasiteli kampa yalnızca 4 çocuk başvurmuştur130. Kampa 4 çocuğun başvurmuş olması Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kararında haklı olduğunu göstermektedir. Buna rağmen, Patrikhane konuyu özellikle büyüterek ve AİHM başvurarak Türkiye’yi güç durumda bırakma çabalarına böylece bir yenisini daha eklemiştir. 3.3. Ekümeniklik Kavramı ve Patrikhanenin Ekümenikliği Yunanca “ikumeni” veya “Ekümene” evren, kainat, alem ve cihan sözcüklerinin karşılığıdır. Kalıcı yerleşim görmüş toprak bütünlüğünü “sürekli yerleşim alanı” ifade etmektedir. Bu nedenle de “uygarlık” kavramıyla bağlantılıdır. Aynı zamanda üstün bir kültürün ifadelendirilişi “ekümene” kavramıyla anlatılmaktadır. “Ekümenik” (Oecumenicus); kelime anlamıyla “ekümene”den türetilmiştir. Cihanşümul, evrensel, dünya çapında anlamında kullanılmaktadır131. Sıfat olan Ümran Avcı, “Patrik: Kötü Niyetler Var”, Milliyet, 30 Temmuz 2005, s. 21. Gülay Fırat, “Kampta Dört Çocuk”, Milliyet, 12 Ağustos 2005, s. 16. 131 Altındal, age., s. 159. 129 130 63 ekümenik ve katolik eşanlamlıdırlar. Bu sıfat, Patrikhane tarafından 6. yüzyıldan beri kullanılmaktadır132. 20. yüzyılda ise Protestan ve Doğu Ortodoks Kiliseleri’nin kurdukları mezhepler arası farklılıkları saklı tutarak Hıristiyanlığı yaymak amacına yönelik olan Kiliseler arası birliğide ifade etmektedir. Bu ekümenik hareketin merkezi İsviçre’nin Cenevre şehrindedir. Cenevre’de egemen olan Protestan etiğinin Calvinist Kilisesi ile bağlantılıdır. Almanya’da ise yine Protestan kiliselerinden olan Lutheran Kiliseleri ile bağlantılıdır. Fener Rum Patrikhanesi de bu hareketin öncülerindendir. Ekümenik, bu kilise hareketi içinde “strateji” anlamında kullanılmaktadır. Kilise sayesinde çok önemli bir rol oynayan strateji kavramı ilahiyata değil, dünyevi yönetim literatürüne aittir. Dolayısı ile kilise siyasetinde “strateji”, siyaset aracılığı ile Hıristiyan misyonerliğini özellikle gençler arasında yaygınlaştırmaktır. Bu hareketin içinde fiilen yer alan ve bu stratejiyi icra eden şahıslara “ekümenist”, bu ekümenik ideolojiye de “Ekümenekolizm” denilmektedir. Patrikhane, Osmanlı Devleti içerisinde dünya Ortodokslarının liderliğini üstlenen “Ekümenik” statüye sahip evrensel bir kurum niteliğinde idi. Osmanlı Devleti’nin son 60 yılında Patrikhane, 1861–1865 Nizamnamesi’ne göre idare edilmiştir. Sultan Abdülaziz tarafından onaylanan bu Nizamname’ye göre Patrikhane, Patriğin nezaretinde olup sivil işler için dört metropolit ve sekiz kişiden meydana gelen karma bir meclisin de yardımını temin eden 12 kişilik Sen Sinod tarafından idare ediliyordu. Ancak Patrik ve Patrikhane görevlilerinin 1453 yılından Cumhuriyetin kurulmasına kadar geçen sürede yürüttüğü, devleti parçalama, asıl unsur olan Türk unsurunu yok etme ve dinsel hakimiyet kurma çalışmaları, Patrikhane’nin statüsünün zorunlu olarak değiştirilmesine ve siyasi faaliyetlerden uzak tutulmasına yol açacak önlemlerin alınmasını da beraberinde getirmiştir. İstanbul’daki Ortodoks Rumların bir azınlık kilisesi durumundaki Fener Rum Patrikhanesi, bugün hala kendisini Osmanlı Devleti’nin kendisine vermiş olduğu statüde kabul etmekte ve bu şekilde uluslararası zeminlerde meşruiyet aramaktadır. Türkiye 132 Macar, age., s. 270. 64 Cumhuriyeti Devleti yasalarına tabi olan Fener Rum Patrikhanesi artık Osmanlı Devleti dönemindeki gibi imtiyazlı bir statüye sahip değildir133. Türkiye Cumhuriyeti’nin Patriğin ekümenik ünvanını tanımak için hukuki bir sorumluluğu yoktur. Lozan Konferansı’nda yapılan sözlü anlaşmaya göre de; Patrikhane’nin İstanbul’da kalması, dünya işlerine karışmaması şartına bağlanmıştır. Günümüzde ekümenizm ile Türkiye Cumhuriyeti içindeki ve dışındaki Ortodoks kiliselerinin birleştirilmesi söz konusudur. Patrik Bartholomeos, 5 Mayıs 1997 tarihli TIME dergisinde çıkan demecinde; “Ortodoks Hıristiyanlara, doğu-batı yakınlaşmasını sağlamada özel bir görev düştüğüne inanıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti gibi bizim de her iki dünyada ayağımız var”134 demiştir. Böyle bir görev siyasi bir faaliyettir. Bu faaliyetin Amerika ve Rusya’daki Ortodoks kiliselerinin aralarındaki ilişkileri de kapsadığı hatırlanırsa, Türkiye bakımından siyasi niteliği açıktır. Fener Patrikhanesi, bu ideolojinin yeryüzündeki Ortodoks temsilcisidir. Bu nedenle günümüzde bir dinin olmaktan çok bir ideolojinin siyasi strateji üretim merkezi durumundadır. Cumhuriyet Dönemi’nde, “ekümenik” sıfatının kaldırılmasıyla ilgili ilk kriz 1925 yılında yaşanmıştır. Başbakanlık Devlet Arşivleri’nde bulunan 13 Ağustos 1925 tarihli belge Atina’da çıkan Elektros Petos Gazetesi’nde yer alan “Türkiye’nin Sen Sinod meclisi toplantılarında hükümet komiseri bulunduracağı ve ekümenik unvanını kaldıracağına” dair belgedir135. 1994 yılında Heybeliada Ruhban Okulu’nun 150. kuruluş yıldönümü törenleri tertiplenmiştir. Okulun açıkken bile kutlanmayan kuruluş yıldönümünün kutlanacak olması Türkiye üzerinde baskı oluşturma hedefinden kaynaklanmıştır. Bu toplantıya Kudüs, Rusya, Yunanistan ve Amerika Patrik ve başpiskoposları katılmamıştır. Sadece İskenderiye ve Romanya patriklerinin katılması Ortodoks dünyasındaki ‘ekümeniklik’ kavgasının gün yüzüne çıkması olarak yorumlanmıştır. Rusya ve Kudüs patrikleri daha fazla Ortodoks’a hitap ettikleri ve daha köklü kiliselere sahip oldukları gerekçesiyle 133 Gökçen, Salim. “Fener Rum Patrikhanesi’ndeki Metropolit Revizyonu Mevcut Statüye Rağmen Neden Yapılmadı?”, 11.10.2005, http://www.turkatak.gen.tr/media/makale/makale4.pdf 134 Köse, age., s. 205. 135 “Patrikhane Bizim Mekke’miz”, Sabah, 11 Aralık 2004, s. 7. 65 ‘ekümen patrik’in kendileri olması gerektiğini belirtmiş ve Fener Patriğine meydan okumuşlardır136. Bartholomeos, 19 Nisan 1994’te Avrupa Parlamentosu’na davet edilmiş olup devlet başkanlarına has bir protokolle ağırlanmış, Parlamento’ya da “Ekümenik Konstantinople Patriği” diye takdim edilmiştir137. Bu protokol AB’nin de ABD gibi Ortodoks dünyasında söz sahibi olmak istediğinin göstergesidir. Patrik Bartholomeos’un 11–18 Kasım 1994 tarihleri arasında Brüksel ve Lüksemburg’a yaptığı geziler sırasında “Devlet Başkanı” statüsüyle karşılanmıştır138. Bu, AB’nin bu konuda Patrikhaneye verdiği desteğin bir başka göstergesidir. Duruma tepki gösteren Türk Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol, Rum Patriği’nin bir devlet olma amacı güttüğünü savunmuştur139. Yunanistan’da yayınlanan ‘To Vima’ Gazetesi’nin 20 Eylül 1995 tarihli “Patrikhane ve Türkiye'nin Gerçek Siyasi Çıkarları” başlıklı yazısında; “BM, Avrupa Parlamentosu, Dünya Kiliseler Birliği Konseyi, dünyadaki bütün Ortodoks kiliseler, ABD Başkanı, Papa (Vatikan), Patrikhaneyi Ortodoksların merkezi olarak kabul ediyorlar...” yorumu yapılmıştır140. Bu haber Türkiye’nin bu konuda alması gerektiği önlemlerin ne kadar acil olduğunun bir göstergesidir. Fener Rum Patriği Bartholomeos, Fener Rum Patrikhanesi’nin düzenlediği “Vahiy ve Çevre” konulu sempozyumun açılış konuşmasında, Fener Rum Patrikhanesi’nin cihan patriği olduğunu ve bu unvanın uluslararası platformlarda da benimsendiğini iddia etmiştir. Bartholomeos; “Rum Fener Patrikhanesi ekümeniktir. Bu unvan asırlardır İstanbul Patriğinin mirası olmuştur. Osmanlı padişahı tarafından verilen 500 yıllık berat sahibidir” demiştir141. Patrikhane’nin unuttuğu, Lozan Barış Konferansı’nda Türkiye’nin patriğin siyasi faaliyetlerinden şikâyetçi olması ile yeni statüsünün belirlenmiş olmasıdır. Türkiye dış siyasetinde, Patrikhane’nin Yunanistan, ABD ya da Avrupa Birliği ile Erhan Başyurt, “Heybeliada’da Ekümeniklik Kavgası”, Zaman, 28 Ağustos 1994, s. 9. Beşinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri, I. Değişen Dünya Dengeleri İçinde Askeri ve Stratejik Açıdan Türkiye, (23–25 Ekim 1995-İstanbul) Ankara, 1996, s. 226–242. 138 Erhan Başyurt, “Patrikhane Ekümenikleşiyor mu?”, Zaman, 25.10.1994, s. 1. 139 Tarık Ertürk, “Rum Patrikhanesi Devlet Olma Peşinde”, Zaman, 23.10.1994, s. 4. 140 “Ekümeniklik Meselesi”, http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/ekumeniklik.html 141 “Patriğin Cihan Rüyası”, Zaman, 25 Eylül 1995, s. 1. 136 137 66 ilişkilerinde gündeme getirilmesine müsaade etmemelidir. Böylece, Patrikhane’nin siyasetin içine girerek ekümenizm yolunda almak istediği mesafe önlenmiş olacaktır. Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, ekümenikliğin Türkiye tarafından kabul edilmezliğini şöyle açıklamaktadır:142 “Burada ekümenikliğin doğal sonucu olarak Patriğin, sadece Fener Patrikhanesi Saint Sinod’undaki metropolitlerce değil, dünyadaki Ortodoks kiliselerini temsil eden tüm metropolitler tarafından seçilmesi gerekeceğini de vurgulayalım... Bu yola gidilmesi, Türk devleti içinde uluslararası temsil statüsü olan bağımsız bir dinsel otorite, bir türlü ‘dinsel devlet’ yaratmak gibi bir sonuç doğurur... Patrikhane’nin gerçek güç tabanı İstanbul’daki 1500 kişilik Rum cemaati değil, Amerika’daki üç milyonluk, Yunan Diasporasıdır... Bu söylediklerimiz... Patrikhane’nin “ekümenik” Statü kazanmasının, Türkiye’nin dış ilişkilerinde çok ciddi rahatsızlıklar yaratmanın da ötesinde, Türkiye’de rejimin dinamitlenmesi sonucunu doğuracağını ortaya koymaktadır.” ABD’nin Patrikhane’nin ekümenikliğini desteklemesinin nedenleri arasında dünya Ortodokslarını kontrol etme isteği, Amerika’da çoğu Anadolu’dan göçmüş yaklaşık 3 milyon Rum kökenli Ortodoks’un bulunması ve bunların vereceği oyların seçimlerde etkili olması gelmektedir. ABD’nin ve AB’nin Türk yetkililerine Fener Rum Patrikhanesi’nin “Ekümenik” statüsüne kavuşturulması için doğrudan ya da dolaylı baskıları bulunmaktadır. Özellikle bazı medya kuruluşları ve çevrelerde Fener Rum Patrikhanesi’ne “Ekümenik” yani evrensel statü tanındığında Türkiye’nin AB’ye girişinin kolaylaştırılacağı, turizme katkısı olacağı ve Türkiye’nin Patrikhane’yi kullanarak milletlerarası ilişkilerinde güç kazanacağını savunanlar bulunmaktadır. Lozan’da azınlıkların varlığı ve hakları kabul edilmiş fakat Fener Patrikhanesi sadece bir azınlığın kilisesi olarak belirtilmiştir. Gerçekten de Fener Patrikhanesi, statüsü itibariyle bir azınlık kilisesidir. Fener’in iddia ettiği gibi “ekümenik kilise” değildir. Evrensellik iddiasındaki Fener Patrikhanesi gerçekte bir azınlık kilisesi olduğunu bilerek kelimenin tam anlamıyla siyasi ve ideolojik faaliyetler yürütmektedir. Diğer bir deyişle Fener Patrikhanesi; “dini siyasete alet eden” bir kurum özelliğini kazanmıştır. 142 Köse, age., s. 207. 67 Patrik Bartholomeos bir gazetecinin, ‘Patrikhanenin ekümenikliğinin hukuki bir temeli var mı?’ sorusuna şöyle cevap vermiştir: “Patrikhanenin ekümen sıfatı tarihi, coğrafi ve ruhanidir. Asırlardan beri böyledir. Bu durumu ne Lozan değiştirebilir, ne de bugünkü hukuk sistemi değiştirebilir. Çünkü değişmeyen dini kaidelere dayanmıştır. Bu sebeple ekümenikliğin siyasi ya da hukuki bir içeriği yoktur.” ‘Kararlarınız bütün Ortodoks dünyası için bağlayıcı ve geçerli mi?’ sorusunu ise: “Ortodoks otosefal kiliseler hariç şu an dünyanın dört bir tarafındaki Ortodoks kiliselerin başpiskoposları veya metropolitlerini biz tayin ediyoruz. Bizim Sen Sinod meclisimiz seçiyor. Bütün bunlar hükümetimizce biliniyor. Mesela Yakovas Temmuz sonunda Amerika Başpiskoposluğu’ndan ayrılıyor. Biz seçim yapacağız ve yeni başpiskoposu tayin edeceğiz. Bu demektir ki hükümetimiz Patrikhane’nin dünya çapındaki manevi nüfuzunu kabul ediyor. Ankara hiçbir zaman buna karışmadı. Zaten Patrikhanenin hukuki statüsü nevi şahsına münhasır bir durumdur. Ekümenikliği dini ve tarihidir ve Türk Devleti’nin kanunlarının himayesinde faaliyet gösterir. Konumu uluslararası anlaşmalarla himaye edilmiştir” 143 şeklinde açıklayarak Türkiye’nin bu konudaki isteklerini görmezden gelerek çekinmeden vurgulamıştır. Fener Rum Patriği Bartholomeos, Amerikan Ortodoks Başpişkoposluğu’nun 75’nci Kuruluş Yıldönümü kutlamalarına katılmak için, 19 Ekim 1997’de Yunan Olympic Havayolları tarafından kendisine tahsis edilen Boeing 747–200 tipi dev uçakla ABD’ye gitmiştir144. Ziyaret programında, Bartholomemeos’un biyografisi ve dağıtılan tüm belgelerde, İstanbul yerine Konstantinopol adı kullanılmıştır145. Bartholomeos Türkiye’nin itirazlarına rağmen Ekümenik Patrik, yani Cihan Patriği olarak karşılanmıştır146. ABD gezisi sırasında 27 Ekim 1997 günü Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, patrik onuruna bir yemek vermiş ve Patrik Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na katılarak, yine burada da “Yeni Roma Patriği” olarak takdim edilmiştir. Doğan Ertuğrul, “Türk-Yunan İlişkileri Kıskacındayız”, Zaman, 13 Mayıs 1996, s. 4. Nafiz Albayrak, “Bartholomeos ABD’ye Gitti”, Hürriyet, 20 Ekim 1997, s. 21. 145 Köse, age., s. 209. 146 “Patrik’in Gezisi Tartışmalı Başladı”, Hürriyet, 21 Ekim 1997, s. 24. 143 144 68 Kendi kilisesinden “Ana kilise” diğer Ortodoks kiliselerden “O’nun çocukları” şeklinde bahseden patriğe, Birleşmiş Milletler tarafından “Kongre Altın Madalyası” (Golden Medal) takdim edilmiştir. Bu madalyanın, patrikten önce sadece 4 kişiye (George Washington, Edison, W. Churchill, Rahibe Teresa) verilmiş olması dikkat çekicidir. 1999 Kasım’ında AGİT Zirvesi sebebiyle İstanbul’da bulunan Romanya Cumhurbaşkanı Emil Constantinescu, Norveç Başbakanı Kjell Magne Bondevik ve Rum lider Glafkos Klerides, hemen her ziyarette veya ziyaretçide ekümenikliği vurgulanan patriği ve Rum Ortodoks Patrikhanesi’ni ziyaret etmişlerdir.147 Klerides daha sonra gazetecilere, Fener Rum Patrikhanesi’nin Ortodoksların merkezi olduğu için çok önemli olduğunu söylemiş, bu şekilde patrikhanenin ekümenikliğini vurgulayarak destek vermiştir. Kasım 1999’da ABD Başkanı Bill Clinton ve Haziran 2003’te kendisinden sonra başkan olan George Bush, Türkiye’de Patrik ile buluşarak “ekümenik” otoritesi konusunda ABD politikasına uygun olarak destek vermişlerdir. Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu (21 Ocak 2000), Fener Ortodoks Rum Patriği I. Bartholomeos’un onuruna verdiği kokteyle katılmıştır. Papandreu, kokteylde Rumca ve İngilizce yaptığı konuşmada, Patrikhane’nin farklı dinlerin ve farklı kültürlerin bir arada yaşanabileceğini gösteren bir “sembol” olduğunu kaydetmiş, “Burada ekümeniklik ruhu yakaladığım için çok memnunum”148 diyerek Lozan Antlaşması’nı tanımadığını İstanbul’da ilan etmiştir. Bartholomeos’un yaptığı dış geziler ve ziyaretçi kabulleri ile gerçekleştirdiği ekümenikliğine destek faaliyetleri çeşitli kongrelerin bildirilerinde yer almıştır. ABD’nin Florida eyaletinin Cleanwater kasabasında 26–30 Haziran 2002 tarihleri arasında yapılan ABD Makedonyalılar Birliğinin 56’ncı olağan kongresinde Fener Rum Patrikhanesi ile ilgili olarak kabul edilen bildiride Türkiye’nin devamlı bir şekilde ayrımcı bir tutum izlediği ve bunun din özgürlüğünün ihlali olduğu bildirilmiş ve “İstanbul Evrensel Ortodoks Patrikhanesi’nin Vatikan Roma Katolik Kilisesi gibi kendi özel konumu olmasını istiyoruz”149 denilmiştir. Bildiride ayrıca, Heybeliada Ruhban 147 Köse, age., s. 210. İhsan Çoban, “Papandreu Patrikhane’de”, Türkiye, 22 Ocak 2000, s. 10. 149 Hülya Toker, “Cumhuriyet Döneminden Günümüze Fener Patrikhanesi’nin Faaliyetleri”, Silahlı Kuvvetler Dergisi, Ocak 2005, Sayı: 383, s. 39. 148 69 Okulu’nun yeniden açılmasının sağlanması İstanbul Rumlarına mülkiyet haklarının iade edilmesi gerektiği de kaydedilmiştir. 2004 yılında ABD’nin Ankara Büyükelçiliği Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi için verdiği resepsiyona Patriği evrensel (ekümenik) sıfatıyla davet etmiştir.150 Bu sıfatla davet Türkiye’de büyük tartışma yaratmış ve Türk Hükümeti tarafından boykot edilmiştir. Bu gelişmenin ardından ABD Temsilciler Meclisi uluslararası İlişkiler Komitesi, Fener Rum Patrikhanesi’nin “ekümenik” statüsünü tanıması ve Türk uyruklu olmayan din adamları yetiştirmesine izin vermesi için Türkiye’ye çağrı yapan bir karar tasarısını kabul etmiştir151. Fener Rum Patriği’nin her fırsatta ekümeniklikle ilgili yaptığı açıklamalara bir destek te, Pasok Lideri Papandreu’dan gelmiştir. Pasok Lideri Papandreu, Fener Rum Patrikhanesi’ne ilişkin yaşanan ekümeniklik tartışmasına da değinerek, “Ekümenik bir Patriklik İstanbul’un ortasında oturuyor” demiştir. Patrikhane’nin gelişmesinin bir tehdit olarak algılanmaması gerektiğini dile getiren Papandreu, gelişme ve etkinliğine izin verilmesini istemiştir. Patrikhane’nin, Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun açılmasını istediğini belirten Papandreu, konunun büyük bir sorun haline gelebileceği gibi, her iki tarafın da kazanabileceği bir durumun yaratılabileceğini de bildirmiştir152. Türkiye’nin AB ile üyelik görüşmelerine başlayabilmesi için müzakere tarihi alınması kapsamında Brüksel’de gerçekleştirilen 17 Aralık 2004 tarihi zirvesi öncesinde ve sonrasında, ülkemiz üzerinde, patriğin ekümenik statüsünün tanınması konusunda çok ciddi baskılar yapılmıştır153. Ekümeniklik konusu Kültür Üniversitesi’nde düzenlenen “Çoğulcu Toplumda Din” başlıklı konferansta da tartışılmıştır. Öğretim üyeleri Fener Rum Patrikhanesi’ne ekümeniklik hakkı tanınmasında ikiye bölünmüştür. Ekümeniklik verilmelidir görüşünü ileri süren Şeref Ertaş, bunun ‘Türkiye’ye itibar sağlayacağını savunarak, Osmanlı döneminde de Ortodoks Hıristiyanlara karışılmadığını’ belirtmiş, Rum Patriğinin ‘Ortodoks cemaatin en yüksek otoritesi olarak atandığını’ hatırlatmıştır. Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuk Bölüm Başkanı Tayfun Akgüner ise Yasemin Çongar, “Amerika ‘Not’ Etmiş’, Milliyet, 4 Aralık 2004, s. 21. Yasemin Çongar, “ABD Kongresi’nin ‘Ekümenik’ Talebi”, Milliyet, 11 Haziran 2005, s. 18. 152 “Patrikhane Bizim Mekke’miz”, Sabah, 11 Aralık 2004, s. 7. 153 Köse, age., s. 218. 150 151 70 ‘ekümenikliğin siyasi, yasal ve dini olarak kabul edilemeyeceğini’ belirtmiştir. Ekümenikliğin ‘siyasi boyutta Vatikan gibi ayrı bir statüye neden olacağını ayrıca dini olarak da bir kilisenin ekümen olabilmesi için Havariler tarafından kurulması gerektiğini’ söylemiştir154. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcülerinden Tom Casey, yaptığı açıklamada; “Biz İstanbul’daki ekümenik patrikhaneyi destekliyoruz ve patrikhane konusunda Türk hükümetiyle düzenli olarak görüşüyoruz” diyerek, amaçlarının tüm dünyadaki dinlere özgürlük kazandırmak olduğunu söylemiştir. ABD Dışişleri Bakanlığı, 2005 yılı mart ayında açıkladığı bir raporda da, din ve ifade özgürlüğü konusunda Türk Hükümeti’ne eleştiriler yöneltmiş, raporda Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasına izin vermeye ve İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesi’nin ‘ekümenik’ yapısını derhal kabul etmeye davet edilmiştir155. Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenikliğinin desteklenmesi ile günümüz şartlarında kabul edilmemesinin sebebini şu şekilde özetleyebiliriz. 1453 yılında İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet dini gerekçeler yanı sıra, siyasi sebeplerle de Patrikhane’ye bir takım siyasi haklar vermiştir. 1- Dönemin Bizans Kralı, İstanbul’u Türklere karşı savunmak için, Katolik Avrupa’nın da desteğine ihtiyaç duymuştur. Haçlı Ruhundan faydalanmak isteyen Kral, Ortodokslar’ı yeniden Vatikan’a bağlamaya, Papa’nın desteğini almaya çalışıyordu. Bu sebeple Patrik II. Anastasios görevinden istifa ettirilmiştir. Fatih İstanbul’u aldığında, “Patriklik” makamı boş bulunmaktaydı. Yıllardır, Haçlılara karşı savaşmış Osmanlı’nın “Ortodoks ve Katolik Hıristiyan aleminin yeniden birlik olmasını sağlayacak böyle bir gelişmeyi arzu etmeyeceği açıktır. Fatih, Ortodoks ruhbanlara kendi kanunlarına göre patriklerini seçmelerini emretmiştir. Onlar da tam bir Katolik düşmanı olan Gennadios’u Patrik seçmişlerdir. Fatih bir devlet başkanı gibi karşıladığı yeni patriğe, 12 havarinin resimlerini ihtiva eden bir taç ve elmas asa hediye ederek “milletbaşı” unvanını vermiştir. Böylece, bütün Hıristiyan aleminin sadece Roma nezrinde temsil edilmesi de önlenmiştir. 154 155 Nazlı Güven, “Ekümeniklik Tartışması Yine Alevlendi”, Sabah, 16 Aralık 2004, s. 27. “AB ve ABD’den Çifte Sıkıştırma”, http://www.takvim.com.tr/2005/08/03/gnb101.html 71 2- Osmanlı’da idari yapı, “millet sistemi” üzerine kuruluydu Millet ise dine göre belirlenmişti. Yani Müslümanlar bir millet, Museviler ayrı millet, Ortodokslar ayrı milletti. Osmanlılar gayri Müslim unsurların inançlarını ve örflerini kendi aralarında oluşturdukları dini mekanizmayla gerçekleştirmesine izin vermiştir. Müslümanların hayatları şeriata göre düzenleniyordu. Ortodokslar için de bu düzen Patrikhane’nin kontrolünde, kiliseler vasıtasıyla sağlanmaktaydı. Kendi davalarına bakıyorlar, kendi düğün ve ölüm törenlerini düzenliyorlardı. 3- İstanbul’un fethinden sonra yine Osmanlı’nın önündeki yeni nüfuz alanları Balkanlar’dı ve büyük oranda Ortodoks halktan oluşmaktaydı. Eski Doğu Bizans’ın başkentindeki Patrikhane aynı zamanda bu ülkelerdeki kiliselerin de üstünde idi. Fatih, Patrikhane’nin İstanbul’daki varlığını devam ettirerek, ileride fethedilecek toprakların da millet sistemi kapsamında başlarının İstanbul’da olmasını sağlamak istiyordu. 4- Patrikhane’ye ve Patrik’e verilen yetkiler, yine Ortodoks’ların dini merkezinin payitahtta bulunmasını, kontrol altında kalmasını sağlıyordu. 1461 yılında Fatih’in bina vererek Ermeni Patrikhanesi’ni de Bursa’dan İstanbul’a nakletmesi bunu göstermektedir. Bu siyasetin devamına, Yavuz Sultan Selim Dönemi’nde de rastlanılmaktadır. 1517 yılında Yavuz Selim, Mısır’ı fethettiğinde, İskenderiye ve Antakya Patriklerini de İstanbul’daki Patrikhane’ye bağlamıştır. Patrik’i de “millet başı”lıktan alarak “Ekümen” yani “cihan patriği” ilan etmiştir. 1844 yılında yapılan bir sayım (Yunanistan o zaman ayrılmıştı) Osmanlı sınırları içinde yaşayan Ortodoks Hıristiyanları’nın sayısının 13 Milyon 730 bin olduğunu göstermektedir. Bu rakamın bütün nüfusa oranı ise, yüzde 38’dir. Söz konusu rakamlar Osmanlı sultanlarının ülke sınırları içerisindeki bütün Ortodoks’ları, Sultan tarafından atanmış bir Patrik’in idaresi altında tutma stratejisinin doğruluğunu da ortaya koymaktadır156. Atanmış patrikler Kıbrıs ve Kudüs gibi Ortodoks’ların bulunduğu beldeleri daha fethedilmeden ziyaret etmişlerdir. Din kardeşlerinin ve hatta ruhani liderlerinin Osmanlı’da rahat içinde yasadığını gören Ortodoks ruhbanlar, böylece psikolojik olarak Osmanlı’ya hazırlanmışlardır. 156 Ali Güler, Rakamlarla Türkiye’de Azınlıklar, Ankara: Berikan Basım Yayım, 2001, s. 14. 72 Patrikhane’nin bu konumunun, Türkiye Cumhuriyeti’nde neden bu şekilde devam edemeyeceği de şöyle açıklanabilmektedir; 1. Türkiye’de Osmanlı gibi “millet sistemi” benzeri bir yapı olmadığı gibi, Türkiye’nin “laik” yapısı da buna izin vermemektedir. 2. Türkiye sınırları içinde bugün çoğu yaşlı 2 bin Rum bulunmaktadır. Bütün nüfusa oranları ise ancak yüzbinde 3’tür. Osmanlı’nın 1844 yılındaki, yüzde 38’lik oranıyla karşılaştırıldığında, Patrikhane’ye böyle bir yetki vermenin anlamsız olacağı da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 3. Patrik, Ortodoks aleminin eskiden olduğu gibi tek ve kabul edilir lideri değildir. Balkanlar’da ve eski SSCB’de yeni bağımsız Ortodoks patrikleri kurulmuştur. Eski patriklerden Moskova ve Kudüs, Fener Patrikhanesi’ni üslerinde bir güç olarak kabul etmek istememektedir. 4. Patrik’in “cihan patriği” sıfatının tamamlanması durumunda Yunanistan’ın ve Rusya’nın bu “gücü” kendi çıkarları için kullanmaya kalkacakları da aynı sebeplerden dolayı tutarsız bir iddia olarak görülmektedir. Patrikhane’nin “eşitler arası eşit” veya “cihan patrikhanesi” olarak kabul edilmesi, Doğu Bizans’ın başkenti olan İstanbul’da olmasından kaynaklanmakta Patrikhane’nin başka bir yere nakli halinde bu statüyü bir daha elde etmesi neredeyse imkansız hale gelmektedir. Patrikhanenin “cihan patriği” olabilmesi için, dünyadaki Ortodoks kiliselerinin katılımıyla, Sen Sinod Meclisi’nin karar vermesi gerekmektedir157. Bu maddelerin hiç biri ekümeniklik kavramını desteklememektedir. Patrikhanenin hedefi ekümeniklik kavramı ile tüzel kişilik kazanmaya çalışmaktadır. Bu kavram ile tüzel kişiliği bulunmadığından, sahip olamadığı İstanbul’daki Rumlara ait okullar, hastaneler, vakıflar ve dernekler gibi kuruluşlara hak iddia edebilecek, hibe yöntemiyle elde ettiği taşınmaz mallarada yasal olarak sahip olabilecektir. Diğer hedefi ise ekümeniklik ile Laik Türkiye Cumhuriyeti’nde ikinci bir Vatikan statüsüne kavuşma isteğidir. Ülkemizdeki yapılanmada konumu Müftü düzeyinde olan Rum Patriği’nin başka ülkelerde devlet başkanı töreniyle karşılanıyor 157 Erhan Başyurt, “Cihan Patriği Tartışması”, Zaman, 27 Eylül 1995, s. 4. 73 olması bu isteğinin gerçekleştiğinin göstergesi olup, üzerinde durulması ve önlem alınması gereken önemli bir konudur. 3.3.1. Fener Rum Patrikhanesi ile Rus Ortodoks Patrikhanesi’nin Otorite Sorunu İstanbul Rum Ortodoks Kilisesi daha 1054 tarihinde Roma’dan ayrılırken Rum milliyetçiliği üzerine oturmuştur. Roma Hıristiyanlığı, Latin Katolik Kilisesi adını alırken, İstanbul, Rum Ortodoks Kilisesi adını almıştır. Bunun için İstanbul Kilisesi daima Helenizmi himaye etmiştir. Böylece, Slav’ların ve Arap’ların aleyhine dini bir milliyetçilik yapmıştır158. İmparator Konstantin’in İmparatorluğunun merkezini Bizans’a (İstanbul’a) naklettikten sonra, Roma’daki Papalığa karşılık kurdurduğu ve nüfuz sahasını genişlettiği bu kilisenin, fetihten sonra itibarını kaybettiğini düşünen Rusya, Moskova’dan, “Üçüncü Roma” olarak bahsetmeye başlamış, Rus Kilisesi de, Bizans Kilisesi’nin unvanını kazanmak istemiştir. Bu nüfuz rekabeti hala devam etmektedir159. XVII. Yüzyılda toplanan konsiller (1642’de Lassy’de, 1666, 1667’de Moskova’da, 1672’de Bethlehem’de birer konsil toplanmıştır.) Ortodoks Kilisesi’nin sakramental rolünü kabul etmişlerdir. Antakya ve İskenderiye Patrikleri’nin de katıldıkları Moskova Konsili, Ortodoks Kilisesi’ne hakim olan Rum egemenliğini aşma çabalarını ortaya koymuştur. Bugün Ortodoksluk hakkında ortaya konan en ciddi problemlerden biri evrensel kilisenin yapısı problemidir. Uzun zaman, kilise evrenselliği, genel patrikliğin etrafında birçok milletlerin Apostolik patriklerin anlaşması içinde ifade edilmiştir. Bunun için, İstanbul Patriği, konsillerde, Antakyalı, İskenderiyeli, Kudüslü patrikleri daima yanında görmek istemiştir. Bu konsillerin sonuncusu 1872 yılında İstanbul’da toplanmıştır. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflaması, İstanbul Patrikliği’nin de zayıflamasına sebep olmuştur. Hürriyetlerine kavuşan Balkan Milletleri Rus Kilisesi’nin ve imparatorluğunun desteğiyle, bağımsız kiliseler haline gelmişlerdir. Neticede birbirine muhalif iki kiliseye ulaşılmıştır. Bunlardan biri geleneksel İstanbul Kilisesi’dir. Ona göre evrensel kuruluşlar, gerçek 158 159 Mehmet Aydın, “Fener Patrikhanesi ve Ortodoks Dünya”, Zaman, 15 Mayıs 1994, s. 2. M. Süreyya Şahin, age., s. 308. 74 ayrıcalıklarla hazırlanmış bir cemaat merkezini ihtiva etmektedir. Diğeri ise, milliyetçilikten doğan Rus Ortodoks Kilisesi’dir. Ona göre ise Ortodoksluk tamamen, bağımsız kiliselerin bir konfederasyonudur. XIX. Yüzyıldan itibaren Rus Kilisesi, kardeş kiliseler arasında birinci derecede rol oynamak için, bilhassa yeni kilise fikrini savunmuştur. İstanbul ile Moskova arasındaki bu kavga daima güncelliğini korumaktadır. İstanbul Fener Patriği olan Athinagoras, Ortodoks dünyanın dağınıklığını gidermek ve Ortodoks birliği kurmak için büyük mücadele vermiştir. Fakat Athinagoras daha çok Rumlar üzerindeki hukuki velayetini dile getirmiştir. Slav, Gürcü ve Arap Ortodokslar üzerinde bu velayetini kuramamıştır. Athinagoras’a göre Ortodoks Birliği bir genel konsilden geçmektedir. Bunun için, 1961, 1963, 1964’te üçü Rodos’ta, biri de 1968’de Cenevre yakınlarındaki Chambesy’de olmak üzere dört Ortodoks Birliği Konferansı toplanmıştır. Fakat Moskova Patrikliği, İstanbul’a öncelik veren bu konsilleri kabul etmeyerek kendi başına hareket etmeyi tercih etmiştir. Moskova Patrikliği, 1969’da cemaatini Katolikler’e açarken ve 1970’te Amerika Bağımsız Ortodoks Kilisesi’ni kurarken, bütün bunları kendi isteğiyle yapmıştır. Böylece de Rus Ortodoks Patrikliği, konsil öncesi gelişmeyi tanımamış, kendini tam bağımsız ilan ederek Ortodoks hareketin en önemli noktasında kendini görmüştür160. Bartholomeos, patrik seçildiği zaman büyük bir rekabetle karşı karşıya kalmıştır. Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve Rusya Federasyonu’nun kurulmasından sonra Moskova Patrikliği giderek güçlenmiştir ve tarihsel olarak eşitleri arasında birinci kabul edilen İstanbul Patrikliği’ne rakip olmak iddiasındadır. Cemaati kalmayan ve Türkiye Devleti’nin idaresi altında bulunan İstanbul Patrikliği’nin işlevsel değil, simgesel bir değer ifade ettiğini ileri süren Moskova Patrikliği en büyük Ortodoks cemaate sahip olduğu gerekçesiyle makam sırasına göre kendi üstünlüğünü kabul ettirmek istemiştir. Sovyetler Birliği’nden ayrılarak bağımsızlığını kazanan devletlerde bulunan büyük Ortodoks nüfus ve bu devletlerdeki kiliseler, Rusya’nın yeni bir baskısı altına girmekten çekindikleri için Moskova Patrikliği’nden çok İstanbul Patrikliği’ne bağlanma eğilimi göstermiş bu durum iki kilise arasındaki sorunları daha da arttırmıştır. 160 Aydın, agg., s. 2. 75 Anlaşmazlık olan kiliselerden bir tanesi Ukrayna Kilisesi’dir. 1686’da Moskova’ya bağlanana kadar Fener’in yetki alanı içinde olan kilise, 1917’de Rus Kilisesi Rusya dışına “taşınınca”, 1930’da onu izlemiştir. 1941’de Alman işgali sırasında tekrar Ukrayna’da örgütlense de gövdenin büyük kısmı 1944’te yine ülke dışına çıkmıştır. ABD ve Kanada’ya yerleşmiştir. Bu kilise, Ukrayna’da kalan ve Moskova’ya bağlanan kısımla bir daha ilişki kurmamıştır. 1989’da Gorboçov döneminde kilise Ukrayna’da güçlenmeye başlamıştır. Bu noktadan sonra da bağımsız olmak ya da Moskova’ya bağlı olmak seçenekleri üzerinde tartışılmıştır. Kilisenin bağımsızlık isteyen ruhanilerinin, bunu Fener’den talep etmeleri, Moskova’yı çileden çıkarmıştır. Rus Patriği, Bartholomeos’a sert bir mektup yazarak, onu “kutsal kilise yasalarını çiğnemek ve faaliyetiyle Ortodoks dünyasını bölmek”le suçlamış ve Ukrayna Kilisesi’nin bağımsız statü kazanma girişimlerini cesaretlendirmemesini istemiştir. Fener, konuyu, Moskova ile ilişkilerini bozmamak için Rus Kilisesi’nin bir iç sorunu kabul ettiğini açıklamıştır. Moskova da bağımsızlık isteyen metropolitleri, başta Kiev Metropoliti Filaret olmak üzere aforoz etmiştir. Buna rağmen başka bir ruhani otorite tarafından tanınmamış olsa da, Moskova’ya bağlı Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin yanında “bağımsız” bir Ukrayna Kilisesi de oluşmuştur161. Diğer kilise ise Estonya Kilisesi’dir. Fener Patriği’nin Estonya Ortodoks Kilisesi’nin kendi yetki sınırları içinde bulunduğu iddiası sonucu ortaya çıkmıştır162. Moskova Patriği Aleksios, Patrik Bartholomeos’u Sovyetler Birliği’nden ayrılan ülkelerdeki ulusal kiliseleri Rusya’nın çatısı altından koparmak istemekle suçlanmıştır. Bu iddia bir provokasyon ve ihanet girişimi olarak yorumlanmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonunda Baltık ülkeleri Sovyet ordusunca işgal edilinceye kadar, Estonya Kilisesi özerktir ve İstanbul Rum Patrikhanesi’ne bağlıdır. Stalin bu toprakları Sovyetlere katınca, Moskova Patrikhanesi de Estonya Kilisesi’nin özerkliğini ortadan kaldırdığını, artık kendisinin bir dini bölgesi olduğunu açıklamıştır. Estonya 1991’de Sovyetler Birliği’nden ayrılıp bağımsızlığını yeniden elde edince, Estonyalılar İstanbul Patrikhanesi’ne başvurarak eski dini statülerinin devamını talep etmişlerdir. Ancak Estonya’daki diğer büyük nüfus grubu Ruslar için bu kabul edilemez bir 161 162 Macar, age., s. 250–251. Necmi Güzeltuna, “Fener Rus Patriklerin Post Kavgası Kızıştı”, Yeni Şafak, 4 Nisan 1996, s. 9. 76 durumdur. Büyük kavgalar sonucunda iki ayrı kilisenin; Patrikhaneye bağlı özerk Estonya kilisesi ile Moskova’ya bağlı bir Rus Kilisesi’nin kuruluşu benimsenmiş ve uygulanmıştır163. Fener Rum Patriği, Estonya nedeniyle, Moskova Patrikhanesi ile ilişkilerinin kötüleştiğini kabul etmiştir. Bunun üzerine ilişkileri normalleştirmek için bir heyet Moskova’ya gitmiş, uzlaşma yolu bulunmuştur. Buna göre Estonya’da Moskova’ya bağlılığını sürdürmek isteyen cemaat bunu yerine getirebilecek, diğer cemaat ise Fener’e bağlanacaktır. Estonya’ya yaptığı ziyarette Bartholomeos, Moskova Patrikhanesi’ne hitaben, “kardeşimiz Rus Kilisesi anlamalı ki, zaman değişti, 1990 öncesinde değiliz, bunu anladıkları zaman aramızdaki işbirliği daha ilerleyecek” demiştir. Moskova Patrikhanesi ise Estonya olayının daha sonra Ukrayna Kilisesi’ni de Moskova’dan koparmayı amaçlayan bir planın ilk adımı olduğu belirtilerek, hükümetini yardıma çağırmıştır.164 Moskova Kilisesi, Estonya Kilisesi üzerindeki otoritesine meydan okuyuşun başarılı olması halinde, eski Sovyet bloğuna dahil kiliselerin üzerindeki otoritesinin daha geniş çapta zayıflamasına yol açılmasından korkmaktadır. Estonya’lıların bağlanmak için yeniden Fener Patrikhanesi’ni seçmelerinin anlamı, yalnızca bağımsızlık dönemini çağrıştırması değildir. Bu seçim, onları Rus milliyetçiliğinin kalesi olarak gördükleri Moskova Patrikhanesi’nden uzaklaştırdığı oranda, bölgede, “dini hoşgörü” ve “insana saygı” şeklinde algılanan Batı’nın tercih edilmesinin de bir göstergesidir. Ayrıca Estonya Hükümeti bunun AB üyeliğini kolaylaştıracak bir adım olduğunu da düşünmektedir. Patrikhane açısından ise bu, “tarihin önemini” kanıtlayacağı bir güç gösterisidir165. Ekümenik tartışmalarında bunu Moskova’ya karşı bir zafer olarak değerlendirmek mümkündür. 3.3.2. Ortodoks Kilisesi ve Vatikan Kilisesi’ni Birleştirme Çabaları 1054 yılında Konstantinopel ve Roma Kiliseleri birbirlerinden kopmuş ve karşılıklı “Aforoz” suçlamaları ile yollarını ayırmışlardır166. Bu süreç, 1894’te Papa tarafından yapılan ancak sonuçsuz kalan teşebbüse kadar devam etmiştir. Yine bir 163 Macar, age., s. 251. Güzeltuna, age., s. 9. 165 Macar, age., s. 251–253. 166 Aytunç Altındal, Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri, İstanbul: Alfa Yayınları, 2005, s. 139. 164 77 birleşme teşebbüsü 1962 yılında Papa Yohannes XXIII. zamanında olmuştur. Bu teşebbüs te Papa’dan gelmiştir167. Katolik, Ortodoks kiliseleri arasındaki yüzyıllardan beri devam eden sorunu çözmek isteyen Patrik Athinagoras, bu amaçla Papa VI. Paul ile görüşmek üzere 4 Ocak 1964’te emrindekilerle birlikte Armatör Onassis’in emrine tahsis ettiği özel bir uçakla Kudüs’e gitmiştir. 7 Ocak tarihinde ikinci bir toplantı daha yapılmış ve ortak bir bildiri sunularak, görüşme sona erdirilmiştir168. Patriğin gitmeden önce İstanbul Valisi’ni ziyareti sırasında yaptığı açıklama oldukça ilginçtir. Patrik, Vali’nin şahsında Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a vedaya geldiğini belirterek konuşmasında, “Ben Türk’üm ve Türk vatanının hizmetindeyim” demiştir. Gazetelere de “Sayın Vali’mize vedaya geldim. Vali’den izin almadan hiçbir yere gitmiyorum. Hatta dua bile etmiyorum” şeklinde bir açıklamada bulunarak yaptığı işlerin ne kadar birbirine zıt olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Patrik, kiliselerin birleştirilmesi amacıyla Kudüs’e gitmek istemekle birlikte bu sorunun kolay çözülemeyeceğini “Kiliselerin birleştirilmesi çok uzak ve kolay olmayan bir ihtimal” sözleriyle ifade ederek bu konudaki ümitsizliğini belirtmiştir. Daha sonra Papa İstanbul’a gelmiş ve bu ikinci buluşmada, 1054 yılında Papa Leon’la Patrik Serularius’un birbirlerine karşı aldıkları dinden çıkarma kararı kaldırılmıştır. Athinagoras’ın bu girişimleri kendisinden sonra görev yapan patriklere de örnek olmuştur. Nitekim Athinagoras’ın ölümünden sonra 16 Temmuz 1972’de patrik seçilen Dimitrios’un patriklik döneminde de Katolik Kilisesi ile yakınlaşma adımları atılmıştır. Diğer bir buluşma 1975 yılı sonlarında Vatikan’da gerçekleşmiştir169. Bu buluşma bir dini tören sırasında meydana gelmiştir ve bundan böyle iyi niyetin göstergesi olarak Katolikler ve Ortodokslar dini törenlerde birer temsilci bulundurmayı kararlaştırmışlardır. Papa II. Jean Paul 28 Kasım 1979’da Türkiye’ye üç günlük resmi ziyarette bulunmuş ve Fener Patriği I. Dimitrios ile iki defa görüşmüş, ayine katılmıştır. Ayinde Papa, iki kilisenin anlaşmazlığının çözümlenmesi yolundaki girişimler üzerinde ısrarla 167 Sofuoğlu, age., s. 203. Toker, age., s. 36. 169 Sofuoğlu, age., s. 205. 168 78 durmuştur170. Bu girişimler her hangi bir birleşmeyi sağlamamakla birlikte iki kilise arasında yakınlaşmanın meydana gelmesine neden olmuştur. Ancak Fener Rum Patrikleri’nin bu tür girişimleri Ortodoks dünyasında özelliklede Yunan Kilisesi’nde tepkiyle karşılanmış ve Vatikan’ın Ortodokslara yönelik faaliyette bulunduğunu düşünen kiliseler bir araya gelerek durum değerlendirmesi yapmak istemişlerdir. Bartholomeos’da diğer halefleri gibi iki kilisenin, yani Batı ile Doğu Kiliseleri’nin tekrar bir araya gelmesi ve dini bir birliğin kurulması için çaba göstermiştir. Bu kapsamda 29 Haziran 1995’te Vatikan’daki Sen-Piyer (Aziz Petrus) Kilisesi’nde Papa 2. Jean Paul ile ortaklaşa ayin merasimi yönetmiştir171. Barholomeos yaşam öyküsünün anlatıldığı bir belgeselde “Bir gün ekümenik Patrik, Roma’daki Papa olabilir mi?” sorusuna, “Kiliseler birleşirse hiçbir engel kalmaz” yanıtını vermiştir172. Bartholomeos, Vatikan’da temaslarda bulunduğunda, Papa 2. Jean Paul’ü Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin kuruluş yıldönümü olan 30 Kasım 2004 tarihinde Türkiye’ye davet etmiş Papa’da bu ziyareti kabul ettiğini iletmiştir. Ancak, Papa’nın sağlık sorunları nedeni ile bu ziyaret gerçekleşememiştir. 1204’te Haçlı ordularının İstanbul’u yağmalamaları sırasında 4 ve 5. yüzyıllarda Anadolu topraklarında yaşamış olan Aziz Yuhanna Krisostomo ve İlahiyatçı Yorgo’ya ait kemik ve giysilerden oluşan kutsal emanetler ortadan kaybolmuş, Kutsal emanetler Vatikan’ın ünlü Aziz Petrus Bazilikası’nda ortaya çıkmıştır. İki Kilisenin yakınlaşması çerçevesinde, bu kutsal emanetlerin, 800 yıl aradan sonra İstanbul’a iade edilme kararının verilmesi de tarihi bir gelişmedir. Kutsal emanetlerin iadesi için Aziz Petrus Bazilikası’nda düzenlenen törende, konuşan Papa, Bartholomeos’u “Ekümenik Konstantinopoli Patriği” olarak nitelendirmiştir. Papa bu konuşması ile Fener Rum Patrikhanesi’nin Ekümenik isteklerine destek verirken, yüzyıllardır Hıristiyanlığı temsil konusundaki Katolik ve Ortodoks uzlaşmazlığının çözülmesine yönelikte bir adım daha atmıştır. Bartholomeos ise yaptığı konuşmada “Bu olay sevgi, adalet ve barışın uzlaşı ve birleşme ruhu içinde bir araya geldikleri zaman, Mesih’in kilisesi arasında çözümlenemeyecek bir sorun bulunmadığını göstermektedir. Eski yaraların sarılmasına 170 age., s. 206. Necmi Güzeltuna, “Katolik-Ortodoks Yakınlaşması”, Yeni Şafak, 1 Temmuz 1995, s. 8. 172 Yıldırım, age., s. 456. 171 79 yönelik bir jest, hakikat ve sevgiye dayalı diyalogu sürdürmeye yönelik bir katkıdır.” demiştir. Vatikan sözcüsü Joaquin Navarro-Vals konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “ Bu jest, XIII. yüzyıldaki haçlı seferleri esnasında kutsal emanetlerin Patrikhane’den alınmış olmasıyla ilgili Papa tarafından özür dileme hadisesi değildir. Bu, Doğu ve Batı Kiliseleri arasında, kutsalda birleşme konusunda önemli bir gelişmedir” demiştir173. Bartholomeos, Vatikan Kilisesi ile yakınlaşma çabalarına Papa 2. Jean Paul’ün ölümüyle yerine gelen, Papa 16. Benedikt’i Ortodoks Kilisesi’nin kuruluş yıldönümü olan 30 Kasım 2005 tarihinde Türkiye’ye davet etmesiyle devam etmek istemiştir. Cumhurbaşkanı Sezer’in bu daveti 2006 yılına çevirmesiyle gerçekleşmemiştir. 3.3.3. Patrikhane’nin Dış Gezileri ve Ziyaretleri Patrik’in statü olarak hak gördüğü ekümenikliğini tescil ettirmesi maksadıyla son yıllarda, artan dış gezileri ve ziyaretçi protokolünün yükseldiği gözlenmektedir. Lozan Antlaşması’na, Anayasamıza, 3335 sayı ve 26.3.1987 tarihli yasaya göre, ayrıca 2908 Sayılı Dernekler Kanunu ve Türk Medeni Kanunu’na göre kurulan, vakıfların faaliyetlerini düzenleyen 25.7.1970 tarih ve 7–1066 sayılı tüzüğe göre Bakanlar Kurulu’nun izni olmadan uluslararası faaliyet göstermemesi gereken patrik, son yıllarda bunların tümünü çiğnemiştir. 1963 yılında Athinagoras’ın gidişinden sonra, Dimitrios, Fener Patriği olarak ilk defa 13 Kasım 1987’de, Atina’yı ziyaret etmiş174, ardından Polonya’ya gitmiştir. Patrik Dimitrios, Aralık’ta Kudüs ve İskenderiye Patrikhanelerini ziyaret etmiş ve 6 Aralık 1987’de Vatikan’a giderek Papa’yla buluşmuştur. Cumhurbaşkanı Özal 15 Aralık 1989’da Patrik’i kabul etmiştir. Yunanistan bu görüşmeyi överek karşılarken emekli diplomat Çoşkun Kırca, bununla Türkiye Cumhuriyeti’nin bir geleneğinin bir kere daha yıkıldığını, o güne kadar İstanbul Valisi ile muhatap olan Patrik’in Cumhurbaşkanı tarafından kabulünden sonra, başka devlet başkanları ile görüşmesini Türkiye’nin eleştiremeyeceğini yazmıştır175. 173 “Vatikan’dan Fener’e Jest”, 11.12.2005, http://arsiv.sabah.com.tr/2004/11/27/gun99.html “Fener Patriği Ölümden Nasıl Döndü”, Cumhuriyet, 3 Aralık 1987, s. 4. 175 Köse, age., s. 214. 174 80 Patrik 1990’da ABD’yi ziyaret etmiştir. Bu ABD ziyareti, Patrikhane açısından bir dönüm noktasıdır. Tarihte ilk defa bir Fener Patriği ABD’yi ziyaret etmiştir. Üst düzey devlet Başkanı protokolü ile ağırlanan Patrik, Başkan Bush ve ABD’nin üst düzey görevlileri ve BM Genel Sekreteri Perez De Cuellar ile görüşmüştür. Bush Patrik’e; “Bugün evrensel ufkunuzu, yani umudu getirdiniz. Bu 250 milyon ruhani çocuğunuzun ‘ki çoğu dini baskılar altında hayatlarını geçirdi’ hepimizin umududur. Burada insanların umudunun yükselişini kutluyoruz, özellikle sizi Doğu Avrupa’da dinleyen o insanların”176 diyerek, Doğu Avrupa ve SSCB’deki Ortodokslara mesaj vermiştir. Bu mesajın ABD’nin Fener Rum Patrikhanesi’nin konumunu güçlendirerek Ortodoksların tek hamisi yapma politikası içerisinde değerlendirilmesi gerekir. ABD böylece Ortodoks dünyasını tek bir kişi kontrolü altına alabilecek ve politikasını uyguluyabilecektir. ABD’den dönen Dimitrios, 21 Eylül 1990’da ruhani açıdan kendisine bağlı Aynaroz’a gitmiştir177. Dimitrios, 1963’ten sonra Aynoroz’a giden ilk patrik olmuştur. Dimitrios’un 3 Ekim 1991’de 77 yaşında ölümünden sonra, 22 Ekim 1991’de Patrik seçilen Kadıköy Metropoliti Bartholomeos’un dönemi, Patrikhanenin hızla dışa açıldığı çok hareketli bir dönem olmuştur178. Bartholomeos, seçildikten sonra üç buçuk yıl içinde, Moskova’dan Etiyopya’ya, İngiltere’den Japonya’ya kadar 23 ülkeyi ziyaret etmiştir. Bu yoğun ‘trafikle’ ilgili gerekçesini özetle şöyle ifade etmektedir: “Ben modern bir insanım. Eski çağlardaki gibi manastıra kapanıp bütün gün dua mı edeyim? Barış için, dini mesajlar vermek için temaslar yapıyorum.” Bartholomeos, bir din adamından çok bir diplomat ya da devlet adamı gibi uluslararası toplantılardan Vatikan’la “diyalog”a kadar bir dizi siyasi faaliyetin merkezinde yer almıştır. ABD Başkanları’ndan İngiltere Prensi’ne kadar gittiği her yerde “Bizans İmparatorluğu’nun dini lideri”, “devlet başkanı”, “ekümenik patrik” olarak karşılanmıştır. Bazı toplantılarda kendisini karşılayanların elinde Bizans bayrağı da vardır179. Şebnem Atiyas, “Fener Patriği’nden Geri Adım”, Cumhuriyet, 14 Temmuz 1990, s. 3. Köse, age., s. 215. 178 Toker, age., s. 36. 179 Yıldırım, age., s. 199. 176 177 81 Bartholomeos, 1992’den beri her iki yılda bir, İstanbul’a bağlı kiliselerin temsilcileriyle, Fener’de toplanmakta, toplantıda Bizans ilahileri okunmaktadır. Kiliselerin sorunlarını görüşüldüğü bu toplantılarla, Patrikhane’nin ekümenikliği de kabul edilmiş olmaktadır. Bartholomeos, 3–8 Haziran 1992’de de kendisine bağlı olan Aynaroz ve Girit adalarını ziyaret etmiştir180. Fener Rum Ortodoks Kilisesi’nin dünya Ortodokslarının yeniden merkezi durumuna kavuşturulması için bu yönde sürdürülen çabalar çerçevesinde Ekim 1992’de İngiltere Cartebury Başpiskoposu George Carey İstanbul’a gelmiştir181. İstanbul Rum Fener Patriği Bartholomeos, Kasım 1992’de Girit’e yaptığı gezide, devlet töreniyle karşılanmıştır182. Törene Yunanistan Başbakanı Konstantin Miçotakis, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yannis Verivakis ve ülkenin dört bir yanından yüzlerce din adamı katılmıştır. Dini görevi nedeni ile bu ziyareti yapan Bartholomeos’un üst düzey sivil yetkililerinde karşılaması ilgi çekiçidir. Bartholomeos, 4–23 Kasım 1992’de Mısır ve Suriye’yi ziyaret etmiştir Fener Patriği 1993 yılında, 12–14 Mayıs’ta Belçika’ya, 10–19 Temmuz’da Rusya’ya, 5–18 Ağustos’ta Sırbistan ve Romanya’ya, 20–24 Ağustos’ta İsveç’e, 8–12 Eylül’de Bulgaristan’a, 22–29 Ekim Almanya’ya ve 9–13 Kasım’da Galler’e ziyaretler yapmıştır 183. 19 Nisan 1994’te Avrupa Parlamenterler Birliği’nde konuşma yapması için çağrıda bulunulmuş ve patrik de bu söz konusu çağrıyı kabul etmiştir. Bartholomeos Strazburg’ta devlet başkanı gibi karşılanmış ve kendisi evrensel Konstantinopol Patriği sıfatıyla takdim edilmiştir. Patrik dini giysisi içinde parlamentoda konuşma yapmıştır184. 6–9 Mayıs 1994’te Gürcistan, 17–28 Ekim 1994’te Onikiadalar ve Midilli’yi ve 4 Kasım 1994’te de İtalya’yı ziyaret etmiştir185. Avrupa Parlementosu düzenlemiş olduğu bu protokol ile Patriğe devlet başkanı gibi davranması ile Ekümenikliğini bir kez daha tescil ederek Türkiye’ye bir mesaj verdiği açıktır. Ahmet Gezer, “Bartholomeos, Papa Statüsü Peşinde”, Zaman, 1 Temmuz 1995, s. 11. “Başpiskopas’a Devlet Başkanı Ağırlaması”, Zaman, 14 Ekim 1992, s. 2. 182 Stelyo Berberakis, “Patrik’e Devlet Töreni”, Hürriyet, 11 Kasım 1992, s. 33. 183 Gezer, agg., s. 11. 184 Sofuoğlu, age., s. 166. 185 Gezer, agg., s. 11. 180 181 82 Fener Patriği uluslararası bir nitelik kazanma ve tanınma arayışında ziyaretleri çerçevesinde 11–18 Kasım 1994’te Benelux ülkelerini kapsayan ziyareti çerçevesinde bulunduğu Belçika’da devlet başkanı gibi ağırlanarak, sıkı güvenlik önlemleri ile korunmuştur. Patrik Belçika Kralı Albert ve AB Komisyonu Başkanı Jacgues Delors ile de görüşmüştür186. Amerika ve Avrupa ülkelerinin yanı sıra Yunanistan da Patrikhane’nin faaliyetlerini yakından takip etmekte ve Patrikhane konusunda Türkiye’ye üzerinde baskı yapmaya çalışmaktadır. Örneğin 10 Haziran 1994’te NATO Konseyi toplantısına katılan Yunanistan Dışişleri Bakanı Karalos Papulyos Türkiye Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’e Patrikhane’nin güvenliğinden kaygı duyduğunu ve Patrikhane için özel bir konum tanınması gerektiğini belirtmiştir. Aynı günlerde ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Stephan Oxman ile Yunan Dışişleri Bakanı Papulyus Patrik Bartholomeos’u ziyaret etmiştir187. 1995 yılında ise 11–21 Ocak’ta Etiyopya’ya, 3–13 Nisan’da Japonya ve Güney Kore’ye, 30 Nisan’da İngiltere’ye 9–15 Mayıs’ta İsrail’e ve 27 Mayıs–5 Haziran’da ise Finlandiya ve Norveç’e ziyaret yapmıştır188. Uzak Doğu’daki küçük cemaatlerin bir merkezden koordinasyonunu sağlayabilmek için Patrik Hong Kong’da Kasım 1996’da bir metropolitlik açmıştır189. Amerikan Ortodoks Başpiskoposluğu’nun 75’inci Kuruluş Yıldönümü kutlamalarına katılmak için ABD’ye giden Patrik Bartholomeos, Clinton ve Yardımcısı Al Gore, Temsilciler Meclisi Başkanı Gingrich ve Dışişleri Bakanı Albrigt ile görüşmüştür190. ABD Başkanı Bill Clinton da eşi Hillary ve kızı Chalsea ile Fener Rum Patriği Bartholomeos’u ziyaret etmiştir. Başkan Clinton, Bartholomeos’un makamında yaklaşık 25 dakika görüşmüştür191. ABD Dışişleri Bakanı Madeline Albriht’ın da hazır bulunduğu, Clinton’un ziyaretinden önce, Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis ve eşi ile Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu da patrikhaneyi ziyaret etmesi Patrik üzerindeki şüpheleri bir kez daha arttırmıştır. “Bartholomeos Devlet Başkanı Gibi”, Zaman, 13 Kasım 1994, s. 1. Sofuoğlu, age., s. 214. 188 Ahmet Gezer, “Bartholomeos, Papa Statüsü Peşinde”, Zaman, 1 Temmuz 1995, s. 11. 189 Köse, age., s. 216. 190 Fuat Kozluklu, “Patrik’e Büyük İtibar”, Cumhuriyet, 21 Ekim 1997, s. 9. 191 Aziz İlgazi, “Patrikhane’ye Büyük İlgi”, Türkiye, 18 Kasım 1999, s. 10. 186 187 83 Daha sonra Fener Rum Patriği Bartholomeos’u ziyaret eden Yunanistan Genelkurmay Başkanı Paragioudakis, görüşmenin ardından yaptığı açıklamada, Yunan halkı ve silahlı kuvvetlerinin büyük çoğunluğunun Ortodoks olduğunu, Patrik Bartholomeos’a Yunan ordusu ve halkının saygılarını sunmak için geldiklerini söylemiştir192. Patrikhane 2000 yılını Hıristiyan alemi açısından kutsal sayılan yerlerden olan İznik’teki Ayasofya Müzesi’nde yapılacak “Noel ayin”i ile kapatmıştır193. Değişik ülkelerden gelen 15 Ortodoks patriğinin katılımıyla yapılan törende Yunan Dışişleri Bakan Yardımcısı Gregory Niotis de hazır bulunmuştur. İskenderiye, Suriye, Sırbistan, Romanya, Bulgaristan, Gürcistan, Yunanistan, Polonya, Arnavutluk, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya ve Estonya’dan gelen patriklerin de katıldığı töreni Fener Rum Patrikhanesi Patriği Bartholomeos yönetmiştir. Törene ABD, Yunanistan, Romanya, Finlandiya, Yugoslavya, İngiltere, Hollanda, Ukrayna konsolosları ve Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II ile çeşitli ülkelerden gelen din adamları ve akademisyenler katılmıştır194. Bartholomeos faaliyetlerini ve gezilerini sürdürürken İslam ülkelerini de ihmal etmemiştir. Bu amaçla Kültür Bakanı Ahmet Mescit Camei’nin davetlisi olarak Ocak 2002’de 4 günlük resmi bir ziyaret için İran’a gitmiş ve 12 Ocak 2002’de İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi ile bir araya gelmiştir. Fener Rum Patriği Bartholomeos, İran’daki Rum Ortodoks cemaati kilisesini ziyaret etmiştir. Kültürler ve dinler arası uyum çalışmaları nedeniyle Cumhurbaşkanı Hatemi’ye teşekkür eden Bartholomeos, 11 Eylül olaylarından sonra dinler arası hoşgörüye daha fazla ihtiyaç duyulduğu belirtmiştir. Hatemi ise görüşmede, insanların çektikleri acıların maneviyat eksikliğinden kaynaklandığını ifade ederek, insanlar için barış dolu yoksulluktan ve adaletsizlikten uzak bir dünya umudunu dile getirmiştir195. İran Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmesi bir kez daha Patriğin devlet başkanı statüsünde olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Patrik böylece Türkiye’ye bir kez daha mesaj vermiştir. Patrik İran’dan sonra ABD’den gelen özel uçak ile ABD’deki Ortodoks Başpiskoposluğu’nun kuruluşunun 80’inci yıldönümü kutlamalarına katılmak amacıyla, Amerika’ya gitmiş ve devlet başkanı gibi karşılanmıştır. Bartholomeos 5 Mart 2002 “Bartholomeos’a Ziyaret”, Hürriyet, 14 Eylül 2000, s. 25. “İznik’te Tarihi Buluşma”, Hürriyet, 26 Aralık 2000, s. 17. 194 Süleyman Arat, “Büyük Zirve”, Hürriyet, 26 Aralık 2000, s. 17. 195 “Bartholomeos, Hatemi İle Görüştü”, 15.02.2006, http://www.ntvmsnbc.com/news/129669.asp 192 193 84 tarihinde Beyaz Saray’da ABD Başkanı George Bush ile görüşmüştür. Fener Rum Patriği Bartholomeos, “Başkan Bush ile neler konuşacaksınız?” sorusu üzerine, “Dinler arası diyalog, barışın sağlanmasında dinin rolü ve katkısı, din özgürlüğü ve insan gibi hepimizi ilgilendiren konuları ele alacağız”. Bir başka soruya da “Maalesef Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması için Ankara’yı ikna etmeyi daha başaramadık. Okulun yeniden açılması Ankara’nın çıkarlarına aykırı değildir. Demokrasi, insan hakları ve din hürriyeti bu okulun açılmasını gerektirmektedir. Biz yine iyimseriz”196 demiştir. Patrik dış gezilerini daha da ileri götürerek, Yunanistan’ın isteği ile ekümeniklik sıfatının uluslararası alanda tanınması için Küba’yı ziyaret etmiştir197. Bartholomeos’un Yunan yardımıyla yaptığı Küba ziyareti, Atina’da “Rum Patriğin Evrensel olma çabalarına katkı” olarak değerlendirilmiştir. Yunan Hükümeti Bartholomeos’un Küba’ya gitmesini sağlayarak, Fener Rum Patrikhanesi’nin uluslararası alanda tanınmasını ve böylece Patriğin evrenselleşmesini sağlarken, bir yandan da Patrikhane üzerindeki gücünü pekiştirmek istemiştir. ABD Başkanı Bush Türkiye ziyaretinde, İstanbul’daki temaslarına dini liderlerle görüşerek başlamıştır. “Dini mozaiğin Türkiye’nin en büyük zenginliği” olduğunu belirten Bush, dini liderlerin kendisine vakit ayırmasından dolayı onur duyduğunu da sözlerine eklemiştir. Görüşmenin ardından Fener Rum Patrikhanesi’nde gazetecilerin sorularını yanıtlayan Patrik Bartholomeos, Bush’un “Dini mozaik çok önemlidir. Bunun sürebilmesi için bütün dinlerin kendi din adamlarını yetiştirebilmesi lazım”198 dediğini söyleyerek Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması için bir kez daha girişimde bulunmuştur. Almanya Federal Meclisi İttifak 90/Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Claudia Roth, Türkiye ziyaretinde Ankara’da hükümet yetkilileriyle görüştükten sonra, beraberindeki heyet ile Fener Rum Patrikhanesi’ni ziyaret etmişlerdir199. Roth, burada basın mensuplarına ziyaretlerine ilişkin yaptığı açıklamada, “Biz reformların ne kadarının hayata geçirilip geçirilmediğini incelemeye geldik. Biz nerelerde ışık görünüyor, nerelerde karanlık noktalar var, onları tespit etmeye geldik. Şunu söyleyebilirim ki; ışık gördük ki buradayız. Azınlık konusu gibi bazı konularda hala sorunlar yaşanıyor” Faik Kaptan, “ABD’den Özel Uçak Geldi”, Hürriyet, 5 Mart 2002, s. 19. “Ekümenlik Atağı”, Hürriyet, 23 Ocak 2004, s. 24. 198 “Türkiye’nin Siyaseti Laik İnancı Güçlü”, Sabah, 28 Haziran 2004, s. 24. 199 “Roth: Karanlığı ve Işığı Görmeye Geldik”, Sabah, 4 Kasım 2004, s. 26. 196 197 85 açıklamasıyla Patriğin Türkiye’yi şikâyet ettiği, Türkiye’den istekleri konusunda da destek istediği ortaya çıkmıştır. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman’ın 2004 yılı Aralık ayı içerisinde Rum Ortodoks cemaatinin liderlerine verdiği resepsiyona200, Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos’un (Bartholomeos’un kullandığı tam unvan “Tanrı’nın rızasıyla Konstantinopolis, Yeni Roma Başpiskoposu ve Ekümenik Patrik) “ekümenik” ünvanı ile çağrılması Türkiye’de rahatsızlık yaratmış ve davet Türk Hükümet yetkilileri tarafından boykot edilmiştir. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Richard Boucher Türk boykotunu “not” ettiklerini belirterek kendilerinin evrensel sıfatını tanımasını “Patrik’i hem Türkiye içinde hem de dışında birçok kişinin lideri sayıyoruz.” sözleriyle açıklamıştır201. Resepsiyon krizi Türkiye gündemine oturmuş ve büyük tepki uyandırmıştır. ABD’nin Patrikhane’nin evrenselliğini desteklediğini ve Lozan Antlaşması’nı da imzalamamakla tanımadığının önemli bir göstergesidir. Makedonya Cumhuriyeti Başbakanı Vlado Buçkovski, Fener Rum Patriği Bartholomeos’u ziyaret etmiştir. Bartholomeos Buçkovski’ye Makedonya’nın AB’ye dahil olmak amacıyla başlattığı çalışmaların başarılı olması ve bir an evvel AB camiasına dahil edilmesi için dua ettiklerini dile getirmiş, “Türkiye’nin de bu camiaya en kısa zamanda takdim edilmesi için de dualar ettik” demiştir202. Almanya Başbakanı Gerhard Schröder’in Türkiye ziyareti Alman basınında geniş yer almış, Der Tagesspiegel “Türkiye’nin, dini özgürlükler dışında, Avrupa normlarının uygulanmasından bu denli uzak olduğu başka bir konu neredeyse yok” yorumunu yapmıştır. Patrikhane’nin tüm dünyadaki 330 milyon Ortodoks Hıristiyan’ının dini merkezi olduğunu belirterek “Ancak futbol kulüplerinden daha az hakka sahip” demiştir. Gazete, Türkiye’nin AB’ye girebilmesi için din ile devlet arasındaki ilişkileri yeniden düzenlemek zorunda olduğunu da savunmuştur. Fener Rum Patriği’nin, bilerek Türkiye’yi güç durumda bırakan başka bir girişimi ise, Papa 16. Benedikt’i 2005 yılı içinde Türkiye’ye resmi ziyaret için davet etmesidir. Devlet Başkanı statüsünde olan Papa’nın bu daveti kabul etmesi durumunda “Ekümenik Sıfatı Tartışması Yeniden”, Sabah, 2 Aralık 2004, s. 29. Yasemin Çongar, “Amerika ‘Not’ Etmiş’, Milliyet, 4 Aralık 2004, s. 21. 202 Ali Özlüer, “Makedon Liderden Patriğe Ziyaret”, Sabah, 17 Mart 2005, s. 23. 200 201 86 Patrik, ekümenikliğini bir kez daha tescil ettirmiş olacaktır. Bu girişim Cumhurbaşkanı Sezer’in Papa’yı 2006 yılında Türkiye’ye davet edilmesi ile engellemiştir. Türkiye’nin olası ziyaret için 2006 yılını uygun görmesi, başta İtalyan basını olmak üzere Avrupa basınında tepkiyle karşılanmıştır. Patrik bu daveti ile Türkiye’yi Katolik dünyası ile karşı karşıya getirmiştir. Başbakan vekili Mehmet Ali Şahin, “Fener Rum Patriği Bartholomeos’un Papa 16. Benediktus’u Ortodoks Kilisesi’nin her yıl geleneksel olarak 30 Kasım’da kutladığı Aziz Andreas Yortusu’na iştirak etmek üzere İstanbul’a davet etmesini ‘uygun bulmadıklarını’ söylemiştir”203. Bartholomeos çok sık olan yurt dışı gezilerini kamuoyundan gelecek tepkileri azaltmak için ‘iadeyi ziyaret’ maskesi altında gerçekleştirmektedir. Dış gezilerinin ve ziyaretçi kabullerinin gerçek amacı Patrikhane’nin etkinliklerine siyasal ve uluslararası boyut kazandırma yönündeki çabalarına destek aramaktır. Bartholomeos gittiği ülkelerde bu desteği alarak sadece dini liderlerle değil Devlet Başkanları ve Hükümet yetkilileri ve siyasal liderlerle de görüşmeler yapmıştır. “Ekümeniklik” iddiaları çerçevesinde “Ortodoksların lideri” olmaya çalışan Bartholomeos, böylece dünya Ortodokslarını, Vatikan gibi Fener Patrikhanesi’nin çatısı altında toplayabilecektir. 3.3.4. Çevre Toplantıları 3.3.4.1. Çevre ve Vahiy Sempozyumu (23 Eylül 1995) Patrikhane çevre toplantılarını ilk olarak 1990’da Girit’te bir tarafı Yunan kökenli olan Edinburgh Dükü Prens Philip’in yaptığı açılış konuşmasıyla başlatmıştır. Patrik Dimitrios Kilise takviminde yılbaşı olan 1 Eylül’ü “çevre günü” ilan etmiştir. Bu tarihten sonra hemen her yıl Heybeliada’da Ruhban Okulu’nda çevre toplantıları sürdürülmeye çalışılmıştır. Prens Philip 31 Mayıs 1992’de Patrik Bartholomeos’u bu etkinlikler çerçevesinde ziyaret etmiştir. Patrik Bartholomeos, hem patrikhanenin varlığını gündemde tutmak hem de ekümenikliğini “hatırlatmak” için seminerler tertiplemiştir. Fener Patrikhanesi, dünyada 203 “Patrik’in Papa Daveti Uygunsuz, Sezer’in Daveti İse Kendi Takdiri”, Vatan, 18 Eylül 2005, s. 19. 87 giderek yayılan çevrecilik hareketleri ile bir bağlantı kurarak bir popülarite sağlamıştır204. 1994’te Fener Patrikhanesi, İstanbul’da tüm Ortodoks ruhanilerinin de katıldığı “Dünya Barışına Katkı” amacıyla bir toplantı düzenlemiştir. Patrikhanenin bu girişimi basının da olağanüstü yaklaşımıyla, dünya kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştır. Bu hava içerisinde toplantıya Diyanet İşleri Başkanımız M. Nuri Yılmaz da katılmıştır. Toplantının sonunda, patriğin gerçek niyeti ortaya çıkmıştır. Toplantı İstanbul’da olmasına rağmen, Patrik Dimitri Bartholomeos’un ısrarıyla Sonuç Bildirisi’nde İstanbul kelimesi kullanılmamıştır. Konstantinopolis ismi de verilemeyeceğinden, bildiri “Boğaziçi Deklarasyonu” ismiyle yayınlanmıştır. Hazırlanan İngilizce metinde ise Bartholomeos için “Ekümenik Patrik” ünvanı kullanılmıştır. İstanbul’daki ilk toplantı amacına ulaşmış, Patrikhane’nin ekümenikliği tescil ettirilmiştir. Ekümenik Patrik ifadesinin uluslararası seminer, sempozum ve yazışmalarda kullanılması Türkiye için sakıncalıdır. Bu ifade Lozan’a da aykırıdır. Patrikhane’nin görevi sadece Rum vatandaşlarımızın dini ibadetleri ile sınırlıdır. Aynı zamanta T.C. Anayasası’na da aykırıdır. Laik bir hukuk devleti içerisinde evrensellik iddia eden bir dini kuruluş kabul edilemez. Patrikhane’nin neden çevreyle ilgilendiğine ilişkin sorulara Patrik Bartholomeos “çevre sorunu aynı zamanda teolojik bir sorundur.” şeklinde yanıt vermektedir. Her ne kadar çevre de teolojik bir sorundur dense de bu seminerlerin sonucu olarak yukarıdaki kaygıların gözetildiği söylenebilmektedir. “Vahiy ve Çevre Sempozyumu” 22–26 Eylül 1995’te Ege’de gerçekleştirilerek Patmos’da sonuçlandırılmıştır. Tören günü Patmos Adası, Doğu Roma ve Yunanistan bayraklarıyla donatılmıştır. Patriği Patmos Adası’na götüren Yunanistan’ın sağladığı “Aleksandros1” (İskender) adlı yat, Çanakkale Boğazı’ndan çıktıktan sonra iki Yunanistan savaş gemisince karşılanmış ve törenin yapılacağı adaya dek kendisine eşlik edilmiştir. Patrik, devlet başkanı protokolüyle karşılanmış, 21 pare top atılmış, Yunan marşı çalınmış ve bir Korgeneralin eşlik ettiği askeri kıtayı teftişi sırasında, askerleri selamlarken, elindeki haçı havaya kaldırarak onları kutsamıştır205. 204 205 Köse, age., s. 219. Ferai Tunç, “Patriğe Devlet Töreni”, Hürriyet, 24 Eylül 1995, s. 4. 88 O günün parasıyla 200 milyar liraya mal olan Patmos Adası’ndaki “Çevre” toplantısını, Yunan Bakanlar Birliği finansa etmiştir206. Toplantıya ABD Başkanı Clinton’un çevreden sorumlu Yardımcısı Timoty Worth ile İngiltere Prensi Philip başta olmak üzere birçok devlet ve siyaset adamının yanı sıra, Türkiye’den de bazı iş adamları ve Profesörler katılmıştır207. Bu toplantının adı “Vahiy ve Çevre Sempozyumu” olduğu halde, toplantının seyri ve “Sonuç Bildirgesi” tamamen Patrikhane’nin ekümeniklik statüsünü tescil ettirmeye çalışmaktadır208. Bu durum Türkiye’de tepkiyle karşılanmış ve daha önce toplantıya katılacağını açıklayan Diyanet İşleri Başkanı Yılmaz toplantıya katılmamıştır. Toplantıda yapılan açıklama, sadece Ankara’da değil Moskova’da da tepkiyle karşılanmıştır209. Sonuç bildirgesi bu sefer açık olarak “Ekümenik Konstantinople Patriği” imza ve ünvanıyla yayınlanmıştır. Patrik böylece “Dünya Barışına Katkı” amacıyla düzenlediği toplantıda kullanamadığı ünvanını bu toplantıda açıkça ilan etmiştir. 3.3.4.2. Din, Bilim ve Çevre Sempozyumu (20–28 Eylül 1997) Fener Patrikhanesi’nin Ortodoks dünyasının manevi lideri olduğunu dünya kamuoyuna adeta tescil ettirmek için, son derece ince hesaplar yapılarak düzenlenen bir başka sempozyumdur210. Karadeniz’e kıyısı olan 6 ülkenin limanlarında yapılan ve Selanik’te sona eren 1,5 milyon dolarlık Karadeniz konferanslar dizisi işte bu girişimin ikincisidir ve bu kez “Din, Bilim ve Çevre” adını almıştır. Sempozyum, Girit’li bir armatöre ait olan Yunanistan bandıralı Elefterios Venizelos Gemisi’nde gerçekleşmiş ve ilk durak olarak Trabzon Limanı seçilmiştir. 20 Eylül 1997’de başlayan “Din, Bilim ve Çevre Sempozyumu”, 28 Eylül 1997’ye kadar devam etmiş ve Batum, Novorossisk, Yalta, Odessa, Köstence, Varna, İstanbul ve Selanik limanlarında birer oturum gerçekleştirilmiştir. Bu limanların hepsi Pontuslu Rumların göç ettiği bölgelerdir. 206 Venizelos Yıldırım, age., s. 217. “Patriğin Cihan Rüyası”, Zaman, 25 Eylül 1995, s. 10. 208 Erhan Başyurt, “Cihan Patriği Tartışması”, Zaman, 27 Eylül 1995, s. 4. 209 Toker, age., s. 38. 210 Mehmet Çelik, age., s. 138. 207 89 Gemisi’nde Karadeniz Bölgesi’nden “Pontus” diye bahsedilen bir tarihi haritanın da dağıtılması sempozyumun gerçek amacını açıkça ortaya koymaktadır. Sempozyum, Avrupa Birliği’nin yürütme organı olan Avrupa Komisyonu’nun Başkanı Jacques Santer ve Fener Rum Patriği Bartholomeos’nun himayesini sağlamıştır. Avrupa Komisyonu’nun yanı sıra, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler Çevre Programı ve Yunanistan Ticaret Bankası’nın da desteğini alan sempozyumda 300’ün üzerinde katılımcı ve 107 gazeteci yer almıştır211. Bu sempozyuma ısrarlı davetlere ve hatta baskılara rağmen Vatikan temsilci göndermemiş, Rus Patriği Alexiy II de katılmadığı gibi, temsilci de göndermemiştir. Fener Patriği’nin görüşme isteğini de ancak kendi makamında Bartholomeos’u kabul ederek yerine getirmiştir. Bu durum Fener Patriği’nin Ortodoks dünyasının ruhani lideri olduğu iddiasına, Rus Patriğin tepkisi olarak yorumlanmıştır212. Görüşmede; “ikili ilişkiler, Ortodokslar arası işbirliği ve Pan-Ortodoks birliğinin yanı sıra Heterodoksi (Kilisenin koyduğu kurallara muhalefet) problemleri üzerinde durulacağı” belirtmiştir. Sempozyum için Kosta Karras, Eleftherios Venizelos adlı gemisini, Rahmi Koç da özel uçağını tahsis etmiştir. THY katılımcılara yarı fiyat uygulamıştır. Venizelos gemisinin İstanbul ve Trabzon limanlarında ödemesi gereken 100 bin dolar Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in talimatıyla alınmamıştır213. Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol ise, çevre gezisinin “ABD’nin tezgahı” olduğunu belirterek, “Bazı devlet görevlileri ve siyaset adamları ile Fener Patrikhanesi’nin bölücü ve irticai faaliyetlerinin içinde olduklarını” söylemiştir. Erenerol, Bartholomeos’un ekümeniklik iddiasıyla bir devlet kurmak istediğini de ifade etmiştir. Sempozyumun sonuç bölümü de ilginç gelişmelere sahne olmuştur. Karadeniz’le hiçbir ilgisi olmayan Selanik, böyle bir sempozyumda çok önemli olaylara ev sahipliği yapmıştır. Sempozyumun sonuç bildirisinin okunduğu Selanik Üniversitesi Filozofi Okulu’nun konferans salonunda, Fener Patriği Bartholomeos’un arkasında Gürcistan, Romanya ve Bulgaristan patrikleri yer alırken, bölünmüş durumdaki Ukrayna Patrikliği’nden kimse bulunmamıştır. Ortodoks dünyasındaki hiyerarşide 211 “Din, Bilim ve Çevre Sempozyumu (20–28 Eylül 1997)”, http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/din_bilim_cevre.html 212 Çelik, age., s. 139. 213 Yıldırım, age., s. 222. 90 “Atina Başpiskoposluğu” ile çok alt sıralarda yer alan Yunanistan, 35 yıl aradan sonra ilk kez Selanik’e gelen bir Fener Rum Patriği’ni “devlet töreni” ile karşılayarak, Patrikhane’nin Ortodoks dünyasına yönelik projesine destek vermiştir. Yunanistan Cumhurbaşkanı Stefanopulos, Selanik’teki devlet töreninde, iki yıl önce İngiltere Prensi Philip’in kullandığı sözlerin bir benzerini konuşmuş; “Ortodoks Kilisesi’nin günümüzün dünyevi sorunları ile de ilgilendiğini ispat ediyorsunuz.” demiştir214. Sempozyuma katılanlar, 28 Eylül 1997 günü öğleden sonra saat 14’te, Selanik’te Doğu Roma İmparatorluğu döneminde inşa edilmiş olan Ayios Dimitrios Kilisesi’nde yapılan dinsel törene de katılmışlardır. Patrik Bartholomeos’nun yönettiği dinsel törende Selanik Kilisesi’nin Başpapazı Hz. İsa’nın tutsak İstanbul’u Türk işgalcilerin ellerinden kurtarması için dua ederek Doğu Roma İmparatorluğu’nun merkezi olan İstanbul’daki Patriklikte gerçekleştirilemeyen bu törenin Doğu Roma İmparatorluğu’nun ikinci başkenti olan Selanik’te yapılmasının büyük anlam taşıdığını belirtmiştir. Bartholomeos dinsel töreni, üzerinde çift başlı Doğu Roma kartalı bulunan altın kaplamalı bir tahttan yönetmiştir. Patriğin tahtının iki yanında bulunan yine üzerinde Doğu Roma İmparatorluğu’nun simgeleriyle süslenmiş tahtlardaysa Bulgaristan, Sırbistan ve öbür kimi Balkan ülkelerinin Başpapazları oturmuştur. Kilisede yaratılan görüntü, Ortodoks Doğu Roma İmparatorluğu ve ona bağlı Balkan ülkelerindeki eyaletlerinin başında bulunan kilise temsilcilerinin bir araya gelişleri biçimindedir215. Törende yapılanlar yıkılan Bizans İmparatorluğu’nun Fener Rum Patrikhanesi’nin içinde yaşatılmaya çalışıldığının göstergesi olarak düşünülebilmektedir. İstanbul Fener Ortodoks Rum Patrikhanesi’nin, Hz.İsa’nın doğumunun, 2000’inci yılı kutlamaları nedeniyle düzenlediği, ‘Dünyanın ve İnsanın Yaradılışı–2000 Yılının Etki ve Sorunları’ konulu uluslararası konferans 28 Ağustos–2 Eylül 2000 tarihleri arasında yapılmıştır. Toplantıya, Yunanistan, Fransa, ABD, İngiltere, Almanya ve Türkiye’den 150’ye yakın din adamı ve tıpçı katılmıştır216. 214 http://www.inaf.gen.tr/turkish/newslet/tn001.htm 16.02.2006 “Atatürk’ün Tanımlamasıyla ‘Bir Fesat ve İhanet Odağı’ Olan Fener Rum Patrikliği ve Etkinlikleri”, 16.02.2006, http://www.gizlitarih.com/index.php?e=247 216 Cahit Akyol ve Tamer Yüksel, “Patrikhaneden Din Konferansı”, Hürriyet, 29 Ağustos 2000, s. 26. 215 91 3.3.5. Patrikhane Binalarını Genişletme ve Kiliselerini Onarma Faaliyetleri Patrikhane 21 Eylül 1941’de elektrik kontağından çıkan büyük bir yangın geçirmiş ve tarihi büyük ahşap binasını kaybetmiştir. 1962’de Patrikhane binası için yapılan yeniden inşa izni başvurusu ise reddedilmiştir217. 1986 yılında başbakan sıfatıyla Hindistan’ı ziyaret eden Turgut Özal’ı orada bulup görüşen eski ABD Başkanı Jimmy Carter, Özal’dan Fener Patrikhanesi’nin bina genişletme amacıyla yaptıracağı inşaata engel olunmamasını istemiştir. Özal bu ricayı yerine getirmiştir218. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklı Yüksek Kurulu’nun 1768/30.1.1986 ile 2294/20.6.1986 sayılı ve tarihli kararıyla “Patrikhane binasının iç değişikliklerle ihyası” uygun görülmüştür. Ancak bu arada ilginç bir durum saptanarak, tapu kayıtlarında Patrikhane gayrimenkulünün malik hanesinin “boş” olduğu anlaşılmıştır. Belediyenin 8 Nisan 1987 tarih ve 87/3313 sayılı kararıyla Patrikhane’ye inşaat ruhsatı verilmiş, böylece 3.700 metrekare sahada, 4 dev blok inşa edilmiştir. Kuzey ve Güney Başpiskoposu İakovos, “Patrikhane’nin yeniden inşa edilmesi durumunda ABD Kongresi’nin Ermenilerle ilgili soykırım tasarısını önlemeye çalışacağız” demiştir. İznin verilmesinden kısa bir süre önce de basında küçük bir haber yer almıştır: İakovas son zamanlarda, ABD’deki Ermeni lobisine karşı tavır almış, Ermeni soykırımı ile ilgili Amerikan Kongresi görüşmelerinde destekleyici “hiçbir gayret göstermemiştir”. Ermeni Katholikosu Vasken’in ABD ziyaretinde, onunla görüşmekten kaçınmış, bu nedenle de Ermeni lobisini kızdırmıştır. Yeni bina, 17 Aralık 1989’da büyük bir törenle açılmıştır. İnşaatın masraflarını ünlü Yunan sanayici Panayiotis Angelopulos karşılamıştır. Daha sonra, Onassis Vakfı, bu konuda gösterdiği çabalar için Carter’a 1991 Aristoteles ödülünü vermiştir219. ABD’nin baskısıyla kanunda yapılan değişiklik ile Patrikhane ve Azınlık Vakıfları’na hibe yoluyla taşınmaz mal sahibi olma imkanları tanınmıştır. Böylece 217 Macar, age., s. 231. Köse, age., s. 212. 219 Macar, age., s. 231. 218 92 Patrikhane ve Ayasofya etrafındaki bina, işyeri ve arsalar Rumlar ve bilhassa Türk iş adamları tarafından satın alınarak Patrikhane’ye hibe edilmektedirler. Patrikhane’nin sahip olduğu arazi 5.520 m2’dir. Hibe yoluyla sahip olduğu arazi ise 4.000 m2’dir. Ayrıca Patrikhane’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait 600 m2’lik araziyi de yıllardır kullandığı Fatih Belediyesi’nce oluşturulan bir heyet tarafından tesbit edilmiştir. Bu durumda patrikhane yaklaşık 11 bin m2’lik bir araziyi kontrolü altında tutmaktadır220. Böylece Patrikhane Vatikan gibi bir dini devlet olma yolunda çizdiği planda en önemli adımı atarak gerekli olan araziye sahip olmaktadır. Kiliseleri onarma ve yeniden açma yönünden de Patrikhane’nin çabaları hız kazanmıştır. Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos’un göreve seçildiği 1991 yılından bu yana restorasyonunu gerçekleştirdiği 10’dan fazla Rum Ortodoks kilisesine bir yenisi daha eklemiş, Beyoğlu’ndaki Aya Kostandinos ve Eleni Kilisesi 18 ay süren restorasyon çalışmasının ardından Patrik Bartholomeos’un yönettiği Pazar ayiniyle hizmete açılmıştır. İstanbul’da bulunan 80 kadar irili ufaklı Rum Ortodoks Kilisesi’nden biri olan 19. yüzyıldan kalma “Aya Kostandinos ve Eleni Kilisesi”nin restorasyonu Beyoğlu Rum Ortodoks Vakfı, Yunanistan “Commercial Bankası” ve zengin Yunanlı hayırseverlerin katkılarıyla gerçekleşmiştir. Patrik Bartholomeos’un sağ kolu Theoliptus ise yaptığı açıklamada, İstanbul’da sadece 1.500–2.000 kadar Rum kalmasına rağmen kilisenin restorasyon çalışmalarının azim ve sebatla sürdürüldüğünü belirtmiştir. Patrikhane’de görevli din adamlarından 72 yaşındaki Agathangelos; “Bu kilise beş kişi ya da 20 kişiye hizmet verse bile fark etmez. Bu yolda devam edeceğiz” diyerek cemaatin sayısı giderek azalsa da Patrikhane’nin Rum Ortodoks Kiliseleri’ni restore ederek hizmete açmaya devam edeceğini belirtmiştir221. Cemaati olmayan kilisenin neden açıldığı ise düşündürücüdür. Fener Rum Patriği Bartholomeos 2000 yılının Mayıs ayı içinde Eğridir Gölü’ndeki adacıkta onarılan tarihi Rum Kilisesi ile Avanos’taki Yeraltı Kiliselerini de açarak açık hava ayinini yönetmiştir222. Sami Emirhan, Fener Rum Patrikhanesinin Dünü Bugünü Yarını, İstanbul: Harp Akademileri Basımevi, 1995, s. 33. 221 Köse, age., s. 213, 222 Muammer Elveren, “İftira Ediyorlar, Yalan Yazıyorlar”, Hürriyet, 5 Mayıs 2000, s. 14. 220 93 Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos, Fethiye Kayaköy’deki kilise restorasyon çalışmalarından memnun olduğunu belirtmiş “Atina’ya mutlaka cami yapılmalı” açıklaması223 ile sanki tepkileri azaltmak istemiştir. Fener ve Balat Semtlerinin Rehabilitasyonu Projesi Balat-Fener Rehabilitasyon Projesi ile Sur içi İstanbul’un Bizans ve Hıristiyan kimliğinin öne çıkarılıp tarihi zemine uygun olarak yeniden düzenlenmesi ile kültür ve din merkezi olan eski Ortodoks Konstantinapol’ün bir metropol olarak yeniden ihya edilmesi plalanmaktadır. Proje, Fatih Belediyesi, AB ve UNESCO işbirliği ile hazırlanmıştır. Bu projeye göre surlar içindeki Tarihi İstanbul, yani Konstantinople bir açık hava müzesi haline gelecek ve surlar içindeki tarihi ile dünya kültür şehri olacaktır. Birleşmiş Milletler ve Unesco gibi kuruluşlar başta olmak üzere uluslararası birçok kuruluş burasının tarihi zeminine ve kültürel mozaiğine uygun olarak canlandırılmasına maddi ve manevi her türlü katkıyı sağlamayı taahhüt etmiştir224. Bu proje ile ABD’nin yaklaşık 270 milyon ortodoks dünyasını Fener Patrikhanesi’ne bağlayarak kontrol altında tutmak istediği ifade edilmektedir. Patrikhane, sur içi Konstantinapol’ün gelecekteki oluşumuna gayrimenkuller alarak zemin hazırlarken, sur içindeki meskün Türk-İslam nüfusunun azalmasının ileride bir tehlike doğurabileceği düşünülmektedir. 1950’lerden itibaren kademeli olarak sur içi iş merkezine dönüştürülmekte ve meskün nüfus sur dışındaki semtlere taşınmaktadır. Türk Ortodoks Patrikhanesi Sözcüsü Sevgi Erenerol, bu konuda yaptığı açıklamada şunları söylemiştir: “Vatikan Statüsü’nde bir devlet yapısına kavuşmak için gerekli çalışma ve zemin hazırlanıyor. Lozan’da Türkiye’nin Patrikhane’ye verdiği statü belirlenmiştir. Bir cami imamından farklı bulunmayan Fener Başpapazlığı, sürekli olarak kendini ekümen patrik olarak tanıtıp, yazışmalar yapıyor. Yurt dışında ve içinde ekümen patrik olarak algılanıyor. Resmen Lozan çiğneniyor. T.C. Kanunları’na aykırı hareket ediliyor. Fener’de bulunan kilisenin çevresinde evler satın alınıyor. 19’dan fazla evin satıldığını öğrendik. Özellikle kilisenin arkasında bulunan binalar, sahipleri bulunarak farklı farklı kişiler üzerine satın alınıyor. Burada Vatikan Statüsü’nde bir devlet modelinin temelleri 223 224 Erdoğan Cankuş, “Atina’ya Cami Yapılmalı”, Hürriyet, 1 Ağustos 2000, s. 23. Çelik, age., s. 147. 94 oluşturuluyor. Özellikle sur içi bölgesinde dikkat edilirse, bunun çok manidar olduğu görülecektir. Zeyrek Evleri, Zeytinburnu’nda kurulmak istenen Kültür Adası, Haliç Projeleri gibi çalışmalar bu faaliyetin ana parçasıdır.”225. Patrikhane ile ilgili diğer bir iddia Zeytinburnu’nda kurulacak olan “Kültür Adası” projesidir. Belediye’nin geçtiğimiz yıllarda başlattığı bu proje için Bartholomeos’un Dünya Bankasından 25 milyon dolar hibe aldığı ortaya çıkmıştır226. Bu proje ile “Turgut Özal’ın anıt mezarından başlayarak, Zeytinburnu’nun denizle birleştiği sınıra kadar olan alanın din turizmine açılmasını planlanmaktadır. Bu bölgenin önemi Ortodoks Rumlar için kutsal sayılan Meryem Ana Manastırı ve manastırdan çıkan Ortodokslar için zemzem suyuna eş olan suyun kutsallığıdır. Yapılan bu projelerin ortak yanı Bizans ruhunu canlandırmaktır. Hibe edilen paralarda bu amaç için gereken sermayeyi oluşturmaktadır. 3.3.6. Patrik Seçilme Sisteminin Değiştirilmesi Çabaları Fener Patriği İstanbul Valiliği’nce hazırlanan 1092/6–12 sayılı ve 6 Aralık 1923 tarihli valilik tezkeresine dayanan bir prosedür içerisinde Sen Sinod tarafından seçilmektedir. Sen Sinod, patrik adayları listesini İstanbul Valiliği’ne sunmaktadır. Bu adaylar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup makamları, Türkiye sınırları içerisinde yer alan metropolitliklerdir. İstanbul Valiliği gerekçe göstermeden seçilmesini istemediği adayları listeden çıkarabilmektedir. Valilikten gelen listedeki adaylar, Sen Sinod’da oylanmakta ve biri patrik seçilmektedir227. Bu tezkereye göre Patriğin Türk vatandaşı olması şart olduğu gibi Ortodoks olmasına rağmen Türk vatandaşı olmayan ya da Türkiye’deki metropolitliklerde görev yapmayan papazların patrik olarak seçilmeleri de engellenmiştir228. Fener Patrikleri idari açıdan Eyüp Kaymakamlığı’na, Fatih Savcılığı’na ve İstanbul Valiliği’ne bağlıdırlar. Patriğin Türkiye Cumhuriyeti Devleti içindeki en yüksek dereceli muhatabı İstanbul Valisi’dir229. Patrikhane’de patrik seçimi Sen Sinod Arslan Bulut, Çift Başlı Yılan Karadeniz’de Yüzyılın İkinci Rumlaştırma Operasyonu, 1. Baskı, Ankara: Üç Ok Yayıncılık, Ekim 2005, s. 60. 226 Somuncuoğlu, age., s. 121. 227 Şahin, age., s. 207. 228 Salim Gökçen, “Fener Rum Patrikhanesindeki Metropolit Revizyonu Mevcut Statüye Rağmen Neden Yapıldı?”, Müdafaa-i Hukuk Dergisi, Nisan 2004, s. 32–34. 229 Altındal, Türkiye ve Ortodokslar, s. 89. 225 95 Meclisi’ndeki 12 aday arasından yapılmaktadır. Sen Sinod Meclisi Anadolu’daki Bizans şehirlerinin temsilcilerinden ibarettir. 2 Kasım 1991’de Ortodoks zirvesi, İstanbul’da toplanmıştır230. Fener Rum Patriği Bartholemeos, gazetelere verdiği beyanata göre, Fener Rum Patriği’nin Türk vatandaşı olmak şartının kaldırılmasını istemiştir231. Bu isteğin gerekçesi ilginçtir. Türkiye’de, Rum Ortodoks cemaatinin sayısının çok düştüğü, seçim için gerekli metropolitlerinin kalmadığı, bu sebeple Türkiye dışındaki metropolitlerin de seçilebilmesi için Türk vatandaşlığı şartının kaldırılmasının zaruret haline geldiği ileri sürülmüştür. Yunan basını, Patrik Bartholomeos’un, bu kararını hayata geçirmeden önce Başbakan Tayyip Erdoğan’ı “bilgilendirdiğinden” söz etmektedir. Oysa Amerikan AP ajansına konuşan ancak adının açıklanmasını istemeyen bir Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, “Patrik Bartholomeos’un Türk hükümetinden böyle bir izin almadığını” açıklamıştır. Patrikhane çevreleri ise Patrikhane’nin Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te çıkarttığı fermanıyla yarı özerk konumundan; 1923’te Türk Cumhuriyeti’nin bir kurumu haline gelmesine karşın, Kutsal Sinod’u oluşturan üyelerinin “Türk vatandaşı olması gerektiği” ile ilgili hiçbir şartın bulunmadığını belirterek T.C. yasalarına aykırı olmadığı görüşünü savunmaktadırlar232. Patrik, yukarıda verilen gerekçeler ile Patrikhane seçim sistemini ortadan kaldırarak Patrikhane’nin üst düzey kararlar alan ve Katoliklerin Kardinaller Meclisi’ne karşılık gelen 12 kişilik Sen Sinod Meclisi’nde 12 metropolitin Türk vatandaşı olma kuralını ihlal ederek Ruhani meclis üyeliğine altı yabancı uyruklu metropolit atamış ve bu durum tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Patrikhane boş kalan altı Ruhani Meclis üyeliğine iki Yunanlı metropolitin yanı sıra Amerika ve İngiltere Başpiskoposları ile Yeni Zelanda ve Finlandiya’nın metropolit olan eski başpiskoposlarını atamıştır. Böylece 81 yıldır ilk kez Türk vatandaşı olmayanlar atanmıştır233. Bu durum bir sonraki patriğin yabancı olması ihtimalini de gündeme getirmektedir. Türkiye bu duruma tepki göstererek Fener Rum Patrikhanesi’nin Lozan Barış Konferansı’nda yapılan sözlü anlaşmaya saygı göstermesini istemiştir. Buna göre 230 Köse, age., s. 222. Ergun Göze, “Dr. Rıza Nur’un Patrikhane Kerameti”, Tercüman, 27 Mayıs 2005, s. 3. 232 Stelyo Berberakis, “Patrik Revizyonla Neyi Amaçlıyor?”, Sabah, 4 Mart 2004, s. 6. 233 Uğur Ergan ve Ayda Kayar, “Patrik’e Yakın Takip”, Hürriyet, 5 Mart 2004, s. 20. 231 96 Patrikhane’nin işlevi, Türkiye’de kalan Rum azınlığın dini hizmetlerini yerine getirmekle sınırlıdır. Fener Rum Patrikhanesi’nin Sen Sinod Meclisi’ne atanan altı yabancı üyeden biri olan Amerikan Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Demetrios, “Bizi tanıdıkça korkularınız geçecek Mecliste gençlerin karşı karşıya kaldığı uyuşturucu ve AIDS gibi sorunları ele aldık” demiştir. Kendisine, Sen Sinod üyeleri Türk vatandaşı Ortodoks din adamları arasından seçilirken neden, ilk kez Türk vatandaşı olmayan üyelere ihtiyaç duyuldu sorusuna yanıtı ise “Sen Sinod üyelerinden ikisi geçen ay hayata veda ettiler. Dört üyenin ciddi sağlık sorunları var. Biz boşalan yerleri doldurmak üzere atandık” ifadesi olmuştur. Patrikhane, patriğin kilise kanunlarına göre seçilmesini ve Türkiye’nin bu duruma karışmamasını istemektedir. Bunun anlamı patriğin ABD’dekiler de dahil Fener Patrikhanesi’ni kabul eden bütün Ortodoks Kiliseleri’nin temsilcilerinden oluşan dini bir konsülce seçilebilmesidir. Patrikhane, Türkiye’deki kiliselere ek olarak Girit, ABD ve Avustralya’daki başpiskoposları ve ayrıca Menteşe ve Yeni Zelanda’daki metropolitleri de içine almaktadır234. Rusya’daki Ortodoks Kiliseleri’nin bu seçim sistemi önerisine destekçi olup olmadığı açık değildir. Dünyada yaşayan Ortodoksların tahminen % 65’i Rusya Federasyonu’nda yaşamaktadır. Rus Kiliseleri’nin bu seçim sistemine dahil olması durumunda değişik sonuçlar çıkabilecektir235. Yeni seçim sistemi Türkiye’de Vatikan benzeri bir uluslararası dini kurumun doğmasına yol açacak ve Ankara Hükümeti böyle bir kurumun seçimlerini ve faaliyetlerini denetlemede zorluklara maruz kalacaktır. Türkiye’nin Patrikhane’yi her denetlemeye girişmesinde uluslararası Ortodoks ve Katolik toplulukların olumsuz yönde tepki göstereceği kesindir. Önerilen sistem ile Ortodoks nüfusun en yoğun olduğu Rusya Fedarasyonun’daki Ortodoks Kiliseleri’nin Patrikhane’yi kontrollerine almaları imkânı da doğabilecektir. Patrik Bartholomeos’un, Rum Patrikhanesi içinde yaptığı bu “köklü” değişiklikler en çok Yunan Ortodoks Kilisesi’ni rahatsız etmektedir. Bu rahatsızlık Patrikhane’nin Kutsal Sinod’una 1 İngiliz (Gregorios) ve 1 Amerikalı (Demetrios) gibi 234 235 Köse, age., s. 222. age., s. 223. 97 yabancı uyruklu din adamlarından başka 1923 yılına kadar kendi bünyesinde bulundurduğu ve 1923’ten sonra Atina merkezli Yunan Ortodoks Kilisesi’ne “vekâleten” verdiği Kuzey Yunanistan’daki 4 kilisenin metropolitlerini de İstanbul Rum Patrikhanesi’ne “çekebileceği” mesajından kaynaklanmaktadır. Bartholomeos’un bu “mesajı” Yunan Ortodoks Kilisesi Başpiskopos’u Hristodoulos tarafından “ciddiye” alınmıştır ve Patrikhane ile arasındaki sürtüşmelerin bir an önce sona erdirilmesine karar verilmiştir236. Bugün Patrikhane’nin yapmış olduğu bu usulsüz atamalar ile ekümeniklik yolunda önemli bir oyunun sahneye konulduğu aşikardır. Patrik bu atamayla Patrikhane hiyerarşisinde olduğu halde başka ülkede görev yapan ve o ülkenin vatandaşı olan metropolitlere Patriklik yolunu açarak yapılan ‘haksızlığı’ gidermeyi ve Türkiye’de din adamlarının tükendiği iddiası ile Heybeliada Ruhban Okulu’nun da açılması yönündeki taleplerine gerekçe yaratmak istemesinden kaynaklanmaktadır. 3.4. Heybeliada Ruhban Okulu Heybeliada Ruhban Okulu, Ortodoks dünyasının en stratejik kurumu konumundadır. Dünya Ortodokslarının dini ve siyasi açıdan kontrol edilip yönlendirilmesi, bu okuldan Patrikhane ideolojisine bağlı din adamlarının yetiştirilmesine bağlıdır. Ruhban Okulu 1844 yılında Osmanlı İmparatorluğu çatısı altında 13 milyon 730 bin Ortodoks yaşarken kurulmuş, Ortodoks dünyasında da “elit okul” olarak nitelendirilmiştir237. Okul, Fener Patrikhanesi’nin yetki alanındadır. Okul müdürü, metropolitler arasından atanmaktadır ve aynı zamanda Ayia Triada Manastırı’nın da sorumlusudur238. Okulda patrikler ve Rum cemiyetinin bağışlarıyla kurulan zengin bir kütüphane oluşturulmuş, eğitim için bazı kitaplar da Patrikhane Kütüphanesi’nden getirilmiştir. Heybeliada Ruhban Okulu faaliyette bulunduğu 127 yıl içinde toplam 930 mezun vermiş, bunlardan 343’ü piskopos olmuş ve Piskoposlardan 12’si patriklik Stelyo Berberakis, “Patrik Revizyonla Neyi Amaçlıyor?”, Sabah, 4 Mart 2004, s. 6. Figen Atalay, “Ruhban Okulu’nun Sessiz Bekleyişi”, Cumhuriyet, 10 Mayıs 1994, s. 12. 238 Benlisoy ve Macar, age., s. 67. 236 237 98 makamına kadar yükselmiştir239. Mezun olan 930 öğrencinin 255’i, 1950–1969 arasında eğitimlerini tamamlamıştır. Bunların da sadece 38’i Rum asıllı Türk vatandaşıdır. Yine bu dönemde 162’si Yunan uyruklu olmak üzere toplam 187 yabancı öğrenci mezun olmuştur. Okul, 1919’da Akademi statüsüne dönüştürülmüş, Akademi süresi; önce beş, sonra dört yıl olarak tespit edilmiştir. 1921–1922 öğretim yılı başında okula kaydolmak üzere sadece bir öğrenci müracaat edince okulun Akademi statüsüne son verilmiş, 1922–1923 öğretim yılında da Akademi öğrencilerinin tamamı mezun edilmiştir. Ruhban Okulu, açılışından 1923 yılına kadar Yüksek Ortodoks Teoloji Okulu adını taşımıştır. Yedi sınıfı bulunan okulun ilk dört sınıfında liselerde okutulan bütün Fen dersleri, son üç sınıfında da Ortodoks Teoloji Bilimleri okutulmuştur. İhtisas sınıflarında, 1937 yılına kadar yalnız Türkçe dersi okutulurken bu tarihten itibaren Maarif Vekilliği’nin onayıyla kültür derslerinden Tarih, Coğrafya, Sosyoloji dersleri de okutulmaya başlanmıştır. 127 yıl Patrikhane’nin kendisine tahsis ettiği ödenekle yaşatılan Heybeliada Ruhban (Papaz) Okulu, Anayasa Mahkemesi’nin “Özel Yüksek Okulların * Devletleştirilmesi” hakkındaki 12 Ocak 1971 tarih ve 1971–3 sayılı Kararı ndan sonra kapanmıştır240. Kararın bir özelliği de yüksek okulların Milli Eğitim’e bağlanmasıdır. Patrikhane kararın uygulanmasını beklemeden teoloji bölümünü kapatarak kararı protesto etmiştir241. Kapanma süreci şu şekilde işlemiştir: Dönemin Türk Hükümeti “Özel Öğretim Kurumları”nı düzenleyen bir kanun hazırlamıştır. 8 Haziran 1965 gün ve 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun bazı maddelerinin iptali hakkında Danıştay Dava Daireleri Kurulu, 1969/39 esas sayısı ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur. 625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Yasası’nın 1. ve 13. maddeleri ile 8. maddelerinin özel yüksek okullara ilişkin 2, 3 ve 4. fıkralarının ve 48. maddenin özel yüksek okullara ilişkin hükümlerinin iptal edilmesiyle, Türkiye’de 1844 yılından beri faaliyette bulunan, teoloji eğitimi veren ve bir yüksekokul statüsünde olan Heybeliada Ruhban Okulu kapatılmıştır. 239 Benlisoy ve Macar, age., s. 67. 12 Ocak 1971 tarih ve 1971–3 sayılı Karar EK-10’da verilmiştir. 240 Köse, age., s. 228. 241 Ömer Erbil, “Bir Okulun Hikayesi”, Zaman, 8 Ekim 1995, s. 17. * 99 3.4.1. Heybeliada Ruhban Okulu Kuruluşu ve Hukuki Durumu 19. yüzyılın başlarından itibaren Fener Rum Patrikhanesi, Ortodoks milletler arasında dini birliği korumak amacıyla bir teoloji okulunun açılmasını gündeme getirmiştir. Patrikhane’nin bu yoldaki girişimlerinin ardından, 9. yüzyılda Patrik Fotios’nun yaptırmış olduğu Heybeliada’daki Ayia Triada Manastırı’nın 1821’de yanan kısımları Patrik IV. Germanos tarafından 1842’de tamir ettirilerek, 1 Ekim 1844’te Heybeliada Ruhban Okulu açılmıştır. Bu okuldaki eğitimin amacının da bilgili ve aydın ruhaniler yetiştirmek olduğu ayrıca açıklanmıştır. Bu bina bir müddet sonra yanmış fakat Padişahın bir fermanıyla yeniden yaptırılmıştır. 1894 yılında bu kez depremden yıkılan binanın yapılmasına izin verilmiş ve Pavlos İstefanaki isminde bir hayırsever tarafından bugünkü şekilde inşa ettirilmiştir. 1 Ekim 1844’te hizmete açılan okuldaki eğitim, şu dört ana aşamadan geçmiştir: 1. 1844–1919: Dört yıl ortaokul ve üç yıl teoloji eğitimi. 2. 1919–1923: Orta öğretimsiz, beş yıllık teoloji eğitimi. 3. 1923–1951: Dört yıl ortaokul ve üç yıl teoloji eğitimi. 4. 1951–1971: Dört yıl lise ve üç yıl teoloji242. Sazak’a göre, 1844–1915 yılları arasında okul yedi sınıflıdır. Bunların dördü lise, üçü Teoloji Bölümüne aittir. 1915–1918 yılları arasında 1. Dünya Savaşı nedeniyle İstanbul’un birçok okulunda olduğu gibi eğitim durmuştur. 1918–1923 arasında okul beş yıllık yüksekokul statüsüne yükseltilmiştir. 1923–1951 arasında Cumhuriyet Türkiye’sinin okullarıyla uyum sağlayarak eski yedi yıllık eğitim sistemine dönmüştür. 1951–1971 yılları arasında dönemin İstanbul Rum Patriği Athinagoras’ın çabalarıyla yeniden statü değiştirmiştir. Liseden sonra dört yıllık eğitim verdiği halde, Milli Eğitim Bakanlığı’nın Talim ve Terbiye Dairesi’nin 25 Eylül 1951 tarih, sayı 2 ve 151. kararıyla onayladığı Öğretim Yönetmenliği’ne göre sadece rahiplik mesleğine girecek öğrencileri yetiştirmek amacıyla faaliyet göstermektedir. Verilen diploma ise lise eğitiminden sonra mesleki okullardan mezun olanların almış oldukları diplomaya eşittir243. Selanik’te yayınlanan Mekadonia adlı Gazete’de 1 Mart 1952’de Yunan Kral ve Kraliçesi’nin Türkiye’ye gelişi nedeniyle başlatılan seri bir yazıda Heybeliada 242 243 Köse, age., s. 225 Derya Sazak, “Heybeliada’da Meslek Yüksekokulu Açılsın”, Milliyet, 2 Aralık 2005, s. 14. 100 Ruhban Okulu ile ilgili şu bilgiler verilmiştir: “Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nda üç katlı, yüz odalı binada 20 öğretmen ile birlikte 12 memur görevdedir. Öğretim iki kısımda yapılır. Birinci kısım üç sınıflı lise, diğer kısım ise 6 sınıflı ilahiyat şubesidir. İlahiyat şubesinde liseyi bitirenler okurlar. Burası yavaş yavaş bütün Hıristiyanlığın büyük bir üniversitesi haline gelecektir. Bu okul diğer vakıflar gibi cemaatlere bağlı değil, doğrudan doğruya Patrikhane’ye bağlıdır ve beş kişilik bir misyon tarafından yönetilmektedir”244. Fener Rum Patrikleri, Heybeliada Ruhban Okulu Lozan Antlaşması ile yürürlükten kalkmış olmasına rağmen 1862 tarihli Nizamname’nin “İstanbul Patriği ile Cemaat-ı Metropolitanın Yekdiğerine Olan Münasebatını Havi Nizamname Tercümesi” kısmının 14, 15 ve 16. maddelerini yürürlükte sayarak okulun Patrikhane’ye bağlı eğitim-öğretim kurumu olarak devam etmesini sağlamışlardır. 2762 sayılı Vakıflar Kanunu Muvakkat Maddesi’ne göre 1936 yılında beyannamesi verilmiş olan Heybeliada Ruhban Okulu Vakfı’nın yöneticileri ve kurucusu, yine adı geçen Nizamnamenin aynı maddelerine istinaden Sen Sinod Meclisince papazlar arasından seçilmişlerdir245. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilen ilk Rum Patriği olan Athinagoras da Heybeliada Ruhban Okulu mezunudur. Athinagoras’ın Patrik olduğu 1949’da Heybeliada Ruhban Okulu’ndaki öğretmenler, Türk vatandaşı olan 16 öğrenciye ders veriyorlardı. İstanbul’daki erkek Rum Lisesi’nde o tarihlerde 2.500 civarında öğrenci bulunmasına rağmen, Rum aileler çocuklarına papaz okuluna göndermek istemezlerdi. Bunun en önemli gerekçelerinden biri, Cumhuriyet Hükümeti’nin Patrikhane hakkında izlediği politikaydı. Türkiye Lozan’da oluşan hukuki statüyü aynen uygulamaktaydı. Patrik olduktan sonra Türk Hükümeti’ne başvuran Athinagoras, Yunan uyruklu öğrencilere “öğrencilikleri süresince” Türkiye’de oturma izni almıştır. Bununla yetinmeyen Patrik Athinagoras, okuldan mezun olan öğrencileri Patrikhane’de “stajyer” adı altında görevlendirmeye başlamıştır246. 244 Köse, age., s. 226. Emre Özyılmaz, Heybeliada Ruhban Okulu, Ankara: Tamga Yayıncılık, 2000, s. 77. 246 Köse, age., s. 227. 245 101 1950–1960 yılları hem Patrikhane’nin hem de Ruhban Okulu’nun Türk milli politikaları ve Lozan’da oluşturulan hukuki statüsünün aksine bazı faaliyetlere giriştiği bu bakımdan zamanın Türk Hükümetleri’nden de birtakım tavizler kopardığı bir dönem olmuştur. 1950–1960 arası dönemdeki Türk Hükümetleri’nin tavizci politikalarından yararlanan Patrikhane, İmroz ve Bozcaada Rum okullarını Milli Eğitim Bakanlığı mevzuatı dışına çıkartarak, doğrudan doğruya kendi yönetimi altına almıştır247. Dönemin dış siyasi gelişmeleri ve uluslararası güç dengelerinde ön plana çıkan Fener Rum Patrikhanesi ve Patrik Athinagoras, Heybeliada Ruhban Okulu’yla ilgili önemli atılımlara başlamıştır. Heybeliada Ruhban Okulu’nun, Teoloji Okulu olarak derecelendirilmesi, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 8 Aralık 1950 tarih ve 9127/7 ile 2601 sayılı emri ile uygun görülmüştür. Bu emir üzerine 25 Eylül 1951 tarih ve 151 sayılı karar ile Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi, “Rum Rahipler Okulu Yönetmeliği”ni onaylamıştır248. Bu yönetmelik ile “yüksek okula daha çok sayıda yabancı öğrenci alınabileceği” İstanbul Valiliği’ne bildirilmiştir. Savaş ve casusluk faaliyetleri gerekçe gösterilerek 1939’da yasaklanmış olan yabancı öğrenci alma işi, böylece serbest bırakılmıştır. 1957’de Kıbrıs nedeniyle Türk-Yunan ilişkileri bozulmaya başlayınca Türkiye Cumhuriyeti bu uygulamayı yasaklamıştır. Zürih ve Londra Antlaşmaları’nın getirdiği yapay dostluk, yasağı kısmen gevşetse de; Başpiskopos Makarios’un Kıbrıs’ta giriştiği hareketler ve Enosis çabalarının yoğunlaşması dolayısıyla bu uygulama 1964’te tamamen yasaklanmıştır249. Kıbrıs’ı kana bulayan Makarios da Heybeliada Ruhban Okulu’nun mezun ettiği “papaz”lardandır. Fener Rum Patriği Bartholomeos ise kapatılan Heybeliada Ruhban Okulu’nun gözden düşürülmesi amacıyla, eski Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios’un bu okuldan mezun olduğuna dair yalan üretildiğini, Makarios’un değil Heybeli’den mezun olmak ziyaret amacıyla bile okullarına gelmediğini söylemiştir250. 13 Nisan 1964’te dönemin Milli Eğitim Bakanı İbrahim Öktem, “Rum azınlık ilkokullarına bugüne kadar tanınan ve mevzuat hükümlerini aşan özel hakların bundan 247 age., s. 228. Özyılmaz, age., s. 78. 249 Köse, age., s. 227. 250 Sefa Kaplan ve Özgür Ekşi, “Ekümenik Polemiği”, 21.10.2005, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/3416346.asp?m=1&gid=69 248 102 böyle kaldırılacağını, Ruhban Okulu’ndaki yabancı öğrenci sayısının tahdit edileceğini ve Yunan Hükümeti’nin Türkiye’de eğitim görmüş 35 öğretmene Batı Trakya’da görev vermediğini, buna aynen mukabele edileceğini, Yunanistan’da Türk azınlık okullarına tanınmayan bu neviden haklar konusunda bundan böyle mütekabiliyet esası ile sıkı sıkıya bağlı kalınacağını” açıklamıştır251. İmroz ve Bozcaada’daki bu gelişmeleri yakından izleyen Türk Hükümeti, eski hukuki statüyü gündeme getirerek, 16 Temmuz 1964’te bu iki adadaki Rum okullarının Milli Eğitim Bakanlığı emrinde Türkçe dini eğitim yapmalarını öngören kanun maddesini tekrar yürürlüğe koymuştur. Bunun üzerine Yunanistan, konuyu Paris’teki UNESCO toplantısına getirmiştir. Türkiye, buradaki görüşmelerde konunun tamamen Türkiye’yi ilgilendiren bir iç mesele olduğunu dile getirmiştir. Milli Eğitim Bakanı Öktem, konuyla ilgili gerekli açıklamaları yapmış; Türk delegesi. B. Tuncel de “Meselenin ele alınması halinde Türkiye, Yunanistan’da yaşayan Türk asıllı çocukların eğitimden mahrum bırakılması konusunu UNESCO’nun incelemesini isteyeceğini” söylemiştir. Bunun üzerine konu konferansın gündeminden çıkarılmıştır252. 3.4.2. Öğrenci Sayıları, Kaynakları ve Okulun Kapatılması Heybeliada Ruhban Okulu’nun öğrencilerinin büyük bir kısmı Patrikhane’nin yetki alanındaki bölgelerden geliyordu. Ancak Etiyopya Kilisesi, Anglikan Kilisesi gibi değişik kiliselerden gelenler de okulda eğitim görüyorlardı. Kapatıldığı tarihe kadar geçen 127 yıl içinde okuldan 930 kişi mezun olmuştur. Yunanlı araştırıcı Alexis Alexandris’in verdiği rakamlara göre; Heybeliada Papaz Okulu’nun (Theological College of Chalki) 1920–1979 arasındaki öğrenci sayıları yıllara göre şu şekildedir: ÖĞRETİM DÖNEMİ 1920–21 1923–24 1927–28 1933–34 1948–49 1978–79 ÖĞRENCİ SAYISI 37 30 37 75 70 25 (2) Kaynak: http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/sorunun_ortaya_cikisi/ogrenci_kaynaklari.html 251 252 Köse, age., s. 227. age., s. 228. 103 Aynı dönemde İstanbul’da bulunan Rum azınlık okulları ve toplam öğrenci sayıları da şöyledir: ÖĞRETİM DÖNEMİ 1920–21 1923–24 1927–28 1933–34 1948–49 1958–59 1978–79 OKUL SAYISI 88 73 57 48 56 26 ÖĞRENCİ SAYISI 14.862 9.006 7.635 4.256 957(3). Kaynak: http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/sorunun_ortaya_cikisi/ogrenci_kaynaklari.html 1932–1937 arası okul, 65 öğrenci ve üçü Türk 15 öğretmene sahiptir. 1949 yılında tümü T.C. vatandaşı 16 öğrenci vardır. 1968 yazındaki mezun sayısı yalnızca dörttür253. Fener Rum Patrikhanesi tarafından Heybeliada Ruhban Okulu’na yabancı öğretmen ve yurt dışından öğrenci getirilmesi konusunda, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri nezdinde birçok defa girişimlerde bulunulmuştur. 1947’de Patrikhane’nin yapmış olduğu girişim ve istekler, 26 Ekim 1949’da toplanan Hükümet Komisyonu tarafından; “Heybeliada Ruhban Okulu’nun yabancı uyruklu talebeyi okutmaya değil münhasıran Türkiye’deki azınlık için din ve kilise adamı yetiştirmeye mahsus bir müessesedir.” kararı gerekçesiyle reddedilmiştir. Ancak 1950 seçimleri sırasında Patrikhane’nin isteklerine o sıralarda İstanbul’da 100 bin civarında Rum’un yaşaması göz önünde bulundurularak Demokrat Parti tarafından bir söz verilmiş ve iktidara geldiklerinde de Başbakan Adnan Menderes’in bakanlığa talimatı ile okula çok sayıda yabancı öğrenci gelmeye başlamıştır. Oysa Lozan Antlaşması’nın “ekalliyetlerin himayesi”ne dair hükümlerin gereği Türkiye’deki azınlık eğitim-öğretim kurumlarının amacı, sadece azınlığın ihtiyaçlarına cevap vermektir254. 1959 yılında 95 öğrenciden 30’unun, 1962’de 81 öğrenciden 11’inin, 1963 yılında da 76 öğrenciden 12’sinin Türkiye Cumhuriyeti uyruklu oldukları, geri kalanların yabancı uyruklu bulundukları dikkate alındığında adı geçen okulun 253 254 Köse, age., s. 226. Özyılmaz, age., s. 87. 104 kuruluşundaki amacından ayrılıp Patrikhane’nin ekümenikliğinin tahakkukuna yardımcı elemanları yetiştiren bir müessese haline getirilmiş olduğu meydana çıkmaktadır255. Bunun önlenmesi için 30 Mayıs 1963 tarihli genelge ile 1951 yılında alınan karar yürürlükten kaldırılmıştır256. Milli Eğitim Bakanlığına karşı, Danıştay Dava Daireleri kurulunca özel bir yüksek okula verilen diplomaların iptali konusunda dava açılmıştır. Davada Anayasa’ya aykırılık iddiası ciddi görülerek 8 Haziran 1965 tarihli 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunun 1 ve 13. maddelerinin iptali istenmiştir. Anayasa Mahkemesi, Danıştayın bu davası üzerine 1969/31 Esas Sayısı, 1971/3 Karar Sayısı ve 12 Ocak 1971 tarihli Karar Günü ile 1 ve 13. maddeler ile aynı kanunun 8. maddelerinin özel yüksek okullara ilişkin 2, 3 ve 4. fıkralarını ve 48. maddenin yüksek öğrenim veren özel okullara ilişkin hükümlerini de iptal etmiştir. İptal edilen maddeler şunlardır. Madde 1. Öğretim kurumları; Türkiye Cumhuriyeti uyruklu gerçek kişiler, özel hukuk tüzel kişileri veya özel hukuk hükümlerine göre idare edilen tüzel kişiler tarafından açılan her derecedeki okullar, haberleşme ile öğretim yapan yerler, çeşitli kurslar, dershaneler, biçki-dikiş yurtları ve benzeri kurumlar ile yabancılar tarafından açılmış bulunan öğretim kurumlarıdır. Madde 13. Yüksek dereceli özel okullarda diplomaya esas olan teorikve pratik derslerin imtihanları Milli Eğitim Bakanlığı’nca yaptırılır. İmtihan kuralları birisi dersin öğretmeni olmak üzere ilgili okullarda görevi bulunmayan ve o dersin üniversitedeki öğretim üyeleri veya yine o dersin resmi yüksek okuldaki öğretmenleri arasından seçilecek 2 üye ile birlikte 3 üyeden kurulur ve imtihanlar üniversitenin veya resmi yüksek okulun usulüne göre yapılır. İmtihan kurallarına katılacak üniversite veya bilimsel özerkliğe sahip yüksek okul öğretim üyeleri, Milli Eğitim Bakanı’nın istemesi üzerine ilgili fakülte veya yüksek okullarca usulüne göre seçilir. İmtihan kurulu üyelerinden okulun mensubu olmayanlara verilecek ücret Milli Eğitim Bakanlığınca tespit olunur ve ilgili özel öğretim kurumunca ödenir. 255 Emre Özyılmaz, “Fener Rum Patrikhanesi ve Heybeliada Ruhban Okulu Meselesi”, Kök Araştırmalar, s. 71. 256 age., s. 89. 105 İmtihanların hangi derslerden olduğu ne zaman ve ne şekilde yapılacağı her özel yüksek öğretim kurumunun yönetmeliğinde gösterilir. İmtihan hakları ve askerlik durumları bakımından özel yüksek okul öğrencilerine resmi yüksek okul öğrencileri gibi işlem yapılır. Madde 8. MEB’lığı birinci fıkrada kendisine tanınan yetkiyi yüksek dereceli özel okullar için, kendi teşkilatına dahil kurumlarla lüzumu halinde üniversitelerden alınacsk öğretim üyelerinden müteşekkil bir uzmanlar heyeti vasıtasıyla kullanılır. Üniversiteler MEB’lığınca istenen nitelikteki öğretim üyelerine usulüne göre seçerek Milli Eğitim Bakanına bildirir. Bu heyetler dahil kişilere ifa edecekleri hizmetler için yönetmeliğine göre tayin edilecek ücretler MEB’lığınca ödenir. Madde 48. Yukarıdaki maddede yazılı cezalar ilköğrenim derecesindeki özel okul öğretmenleri hakkında 1702 sayılı kanunun 36 ve müteakip maddelerinde yazılı İl Milli Eğitim Disiplin Kurulu, orta ve yüksek öğrenim veren özel okul öğretmenlerine MEB Disiplin Kurulu tarafından verilir. Davaya 1960 Anayasası’nın 21 ve 120. maddelerini kapsayan yasa kuralları etken olmuştur. Bu maddeler kısaca; Yaptığı öğretim nitelikçe üniversite öğretimi olan bütün yüksek öğretim kurumları 120. madde uyarınca yalnız devletçe ve yasa ile bilim ve yönetim bakımından özerk kamu tüzel kişiler biçiminde kurulabilir. Özel kişilerin yüksek öğrenim kurumu kurmaları, 120. maddenin konuluş amaçlarının birisiyle çelişir ve bu bakımdan anayasaya aykırı olur. Anayasanın 21. maddesi özel öğretim kurumları ancak kamu yararına aykırı düşmedikleri ölçüde serbest bırakmak ve bu kurumlara yalnızca bu sınır içinde izin vermek olanağını tanımış iken, 625 sayılı Yasa bu kurumların açılmasını özendirme hedefini gütmektedir. Bu durum Anayasanın 10. maddesindeki Sosyal adalet ilkesine aykırı engellerin Devletçe kaldırılacağı kuralına aykırı bulunmakta ve mali durumu iyi olan kişilere yüksek öğrenim yollarını açmakta beraber ayrıcalık sağlamaktadır. Anayasanın 21. ve 120. maddeleri ile çelişen 625 sayılı yasanın 1 ve 13. maddeleri ile 8. maddelerinin özel yüksek okullara ilişkin 2, 3 ve 4. fıkralarının ve 48. maddenin özel yüksek okullara ilişkin hükümlerinin iptal edilmesiyle Osmanlı İmparatorluğundan miras kalmış olan Heybeliada Ruhban Okulu kapatılmıştır. 106 Bir İlahiyat Fakültesi haline getirilmesi için Patrik Athinagoras tarafından büyük gayretler sarf edilen Okul, 1844’ten itibaren “Yunanlılık” emellerine hizmet eden bir eğitim kurumu gibi faaliyet göstermiş ve mezunlarına ifrat derecesinde “Helenlik Ruhu” aşılamıştır. Makarios da dahil buradan mezun olan bir çok papaz, İmparatorluk içinde Yunan bağımsızlığı için çalışmış ve çarpışmışlardır257. 3.4.3. Okulu Yeniden Açma Girişimleri 1971’de kendiliğinden kapatılmasının ardından Heybeliada Ruhban Okulu’nu yeniden açılması için gayret gösterilmiş ve buna gerekçe olarak da “din adamı yetiştirmek” gösterilmiştir. Oysa okulun yeniden faaliyete geçirilmek istenmesindeki asıl amaç, Fener Rum Patrikhanesi’nin “Ekümeniklik (Evrensellik)” iddialarına dayanarak oluşturulmasıdır. Anayasa Mahkemesi Kararı’na bağlanmış kesin bir hüküm vardır ki, bu; din farkı gözetmeksizin bütün vatandaşlar için geçerlidir: “Türkiye’de din eğitimi alanında hangi derecede ve türde olursa olsun, özel eğitim kurumu açılamaz.”. Lozan ve diğer uluslararası belgeler, azınlıklar için imtiyaz değil bütün vatandaşlar için eşit haklar tanımışlardır. Din görevlilerinin özel okullarda değil devlet okullarında yetiştirilmesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Anayasa Mahkemesi Kararı, Yüksek Öğretim Kurumları Kanunu ve Milli Eğitim Temel Kanunu ile düzenlenmiş devlet politikasıdır. Bu nedenle, Patrikhane’nin iddia ettiği insan haklarına ve Anayasa’ya aykırılık, gerçek dışıdır. Patrikhane, eğitim ve öğretim faaliyetlerinin en önemli bölümünü oluşturan Heybeliada Ruhban Okulu’nun tekrar açılması için ilgili makamlar nezdinde ve yurt dışı bazı platformlarda sürekli girişimlerde bulunarak bir takım hukuki, idari ve hatta şifahi yolları denemiştir, hala da denemeye devam etmektedir. Aralık 1991’deki ABD ziyareti sırasında bir konuşma yapan ve Ruhban Okulu’nun açılabilmesi için Türkiye’ye baskı yapılmasını isteyen Yunan Başbakanı Mitçotakis, 1 Şubat 1992’de de Türkiye’ye aynı amaçla ricada bulunmuştur258. Patrik Bartholomeos, 16 Ocak 1992’de Türkiye Milli Eğitim Bakanı ile görüşerek Okulun açılması için resmen istekte bulunmuştur. Bakan Köksal Toptan’a, 257 258 Ali Güler, Dünden Bugüne Yunan-Rum Terörü, Ankara: Ocak Yayınları, 1999, s. 60. age., s. 230. 107 “Papaz okulu’nu açın... Bu sizin lehinize olur” denilmiş, Bakan ise bu teklifi şiddetle geri çevirmiştir259. Avrupa Topluluğu Komisyonu Dönem Başkanı Jacgues Delors, Türk Cumhurbaşkanı’na bir mesaj göndererek, okulun açılması talebinde bulunmuş, Dünya Kiliseleri Birliği ile Fransa Katolik Konseyi de Türkiye Başbakanı nezdinde aynı girişimleri tekrarlamışlardır. Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasıyla ilgili girişimlere ABD de katılmıştır. Nisan 1994’te Başbakan Tansu Çiller’e bir mektup gönderen ABD Başkanı Bill Clinton, ülkesinin Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması konusuyla ilgili olduğu mesajını vermiştir. Konu sadece Türkiye’de bir eğitim kurumunun konumu olarak değerlendirilmemiştir. Clinton’ın devreye girmesi, Ruhban Okulu’nu yeniden açma girişimlerinin uluslararası politikanın bir parçası olduğunu da göstermiştir. 22 Nisan 1994’te Yunanistan Başbakanı Andreas Papandreou ile görüşen ABD Başkanı Bill Clinton, “İstanbul’daki Ekümeniklik Patrikliğin statüsü ve çalışma şartlarıyla ilgilenmesini Türk Hükümeti’nden istedim” ifadesini kullanmış ve konuyla doğrudan ilgilendiğini ifade etmekte bir sakınca görmemiştir. Okulu daima gündemde tutmaya kararlı olan Patrikhane, 1994 yılı Ağustos ayının sonunda, 1971’den beri kapalı olan okulda “150. Kuruluş Yıldönümünü Kutlama Törenler” düzenlemiştir. Okulun tekrar açılması isteklerinin dile getirildiği törene; Fener Rum Patriği Bartholomeos, İskenderiye Patriği Prathemios, Romonya Patriği Teoktistos, Dünya Kiliseler Birliği Genel Sekreteri Yorgi Çeçis, Vatikan Büyükelçisi Sergio Sebastion, dünyanın dört bir yanından gelen başpiskopos ve kilise temsilcileri ile eski mezunlar katılmıştır. Kutlamalara davet edilen İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu ve Adalar Belediye Başkanı Can Esen törene katılmamışlardır260. Basın toplantısında konuşan, Tarabya Metropoliti ve okulun eski öğretmenlerinden Konstantin Harisiadis “okulun kapatılmasının haksızlık olduğunu ve tekrar açılmasını istediklerini” ifade etmişlerdir. 1950’de Heybeliada Ruhban Okulu’ndan mezun olan, bir dönem Patrik Vekilliği ve Adalar Metropolitliği de yapan Harisiadis, yaptığı konuşması sırasında konuşmalarının yanlış anlaşılmaması için sık sık gazetecileri uyarmıştır. 1971 yılında özel teşebbüse ait fakülteler kapandığında okulun 259 260 Toker, age., s. 43. Köse, age. s., 231. 108 da kapandığını belirten Harisiadis konuşmasını şöyle sürdürmüştür; “Özel fakülteler kapsamına bizim okulumuz girmiyordu. Okulun özel bir statüsü vardı. Okul, lise sonrası 4 yıl eğitim vermesine rağmen lise tedrisatı veren okullar kapsamındaydı. Bu nedenlerle okul yüksek okul sınıfına dahil edilemez. Okulun açılmasına izin verilmelidir”261 demiştir. Bartholomeos, 11–18 Kasım 1994 tarihleri arasında gerçekleştirdiği Belçika, Lüksemburg, Hollanda ziyaretlerinden sonra ilginç bir açıklamada bulunmuştur. Patrik, İstanbul Vali Yardımcısı ile yapmış olduğu görüşmede; Heybeliada Ruhban Okulu konusundaki isteklerinde bir değişiklik olduğunu, artık bir Teoloji Fakültesi istemediklerini, bunun yerine İmam Hatip Okulları gibi bir meslek okulu açılmasını talep ettiklerini ifade etmiştir. 4 Nisan 1996 tarihinde Bartholomeos bu kez dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’a Heybeliada Ruhban Okulu’nun tekrar açılması için bir dilekçe vermiştir. 27 Nisan 1996 Cumartesi günü Avrupa Parlamentosu’ndan sağ partilerin oluşturduğu Hıristiyan Demokrat Grup üyesi 20 parlamenter, Fener Rum Patrikhanesi’ni gizlice ziyaret ederek 11 saat süren bir toplantı yapmışlardır. Görüşmede Patrikhane’nin statüsü, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması, Türk Yunan ilişkileri ve Türkiye’nin AB üyeliği ve Türkiye’deki insan hakları ihlalleri tartışılmıştır. Toplantı sırasında Patrik Bartholomeos, Başkanlığını AP Hıristiyan Demokrat Grup lideri ve Belçika eski Başbakanı Wilfried Martines’in yaptığı parlamenterlerden Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması konusunda destek istemiştir262. Okulu yeniden açma girişimlerinin 1997 yılı sonlarına doğru yeniden hızlandırıldığı görülmektedir. Konuyu uluslararası arenada gündeme getirmeye çalışan Patrik Bartholomeos, Türkiye’yi bir oldu-bitti ile karşı karşıya bırakmaya çalışmıştır. Yanındaki 20 kişilik heyetle 19 Ekim 1997’de ABD’ye giden Fener Rum Patriği Bartholomeos, bir ay süren gezisi sırasında görüştüğü ABD yetkililerinden Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması için Türkiye’ye baskı yapmalarını istemiştir263. Ayrıca patrik ziyaret öncesinde Amerika’nın Sesi Radyosu’nun sorularını yanıtlarken yaptığı açıklamada, “Başkan Bill Clinton’dan, 27 yıl önce kapatılan 261 age., s. 232. “Patriğe Gizli Ziyaret”, Türkiye, 29 Nisan 1996, s. 15. 263 “Patrik Unvan Peşinde”, Türkiye, 20 Ekim 1997, s. 8. 262 109 Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasını isteyeceğini” söylemiştir. Bartholomeos, 1970 yılında Türkiye’de işbaşına gelen askeri yönetimin aldığı bir kararla devlete ait olmayan özel okulların kapatıldığını hatırlatmış ve şöyle konuşmuştur; “Tüm yüksekokullar kendi dallarındaki üniversitelerin bünyesine alınacaktı. Ancak, Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun dalı kendisine özgüydü. Ortodoks inancına göre ilahiyat eğitimi yapan bir okul yoktu. Okulumuz hiçbir üniversiteye bağlanamayınca kapandı. Oysa Ruhban Okulu, sadece Türkiye’de değil, dünyadaki 270 milyon Ortodoks için din adamı yetiştiriyordu. 27 yıldan bu yana bu okulun Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi için önemli olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Genç din adamlarına ihtiyacımız var”. Aynı gezide ABD Başkanı Bill Clinton tarafından “300 milyon Ortodoks Hıristiyan’ın ruhani lideri” ve “ekümenik patrik” olarak tanıtılan Bartholomeos, “okulun açılmasını istediklerini ve bunun bir lüks değil, bir ihtiyaç olduğunu” belirtmiştir264. 28 Kasım 1997 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde Selin Çağlayan imzalı “Ruhban Okulu’na Formül Aranıyor” başlıklı haberde, 55. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin 1971 yılında kapatılan Heybeliada Ruhban (Papaz) Okulu’nun tekrar açılması için girişim başlattığı belirtilmiştir. 27 Kasım 1997 tarihinde toplanan MGK’na dayandırılan haberde şu ifadeler kullanılmıştır; “... Ancak bu maddenin özel din okulu açmak isteyen diğer çevrelere de aynı fırsatı vermesi tedirginlik yaratıyor. Uzun süredir Bakanlar Kurulu’nun gündeminde bulunan Ruhban Okulu’nun açılabilmesi için yasa değişikliği önerisi hükümetteki muhafazakâr bakanların ‘İmam Hatiplerin orta kısımları kapatılıp papaz okulu açılmaz. Biz seçmenimize ne deriz’ itirazına takılıyor. Bu nedenle gerekli imzalar bir türlü tamamlanamıyor.” Dışişleri Bakanlığı’nın Hükümete şu tavsiyelerde bulunduğu öğrenilmiştir; “Ruhban Okulu konusu Türkiye’nin dışarıdaki imajını gereksiz yere zedelemektedir. Okulun açılması Türkiye’nin dış ilişkileri açısından olumlu ve yararlı olacaktır. Taviz 264 Hasan Mesut Hazar, “Patrik, Clinton’dan Yardım İstedi”, Türkiye, 24 Ekim 1997, s. 8. 110 vermiş durumuna düşmemek için bu konuda Amerikan Kongresi’nden gelmesi beklenen ciddi baskılar öncesinde bunun yapılması yararlıdır.”265. Patrik Bartholomeos, Time Dergisi’ne vermiş olduğu bir röportajda, “25 yıl önce yeni papazlar, rahipler yetiştirilmemesi için kapatılan Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması en büyük arzumuzdur, yeni bir kan alabilmemiz için bu okulun açılması gerekiyor”266 ifadesini kullanmıştır. Patrik Bartholomeos, bir yandan Avrupa Birliği’ne; Fener Rum Patriği’nin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma zorunluluğunun insan hakları konusundaki bütün uluslararası belgelere aykırı düştüğünü belirterek şikâyet etmekte diğer yandan da Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılacağını ümit ettiğini ve okulun açılmasıyla, Türkiye’nin Batı nezdindeki imajının düzeleceğini söyleyerek Türkiye’ye yol göstermeye çalışmaktadır. 1999 yılında Fener Rum Patriği I. Bartholomeos ile görüşen Yunanistan Dışişleri Bakanı Papandreu, “Patrikhanenin karşılaştığı sorunları Türk yetkililere ilettiğini ve kendilerinin bunu anlayışla karşıladığını ifade ederek, yaratılan olumlu havadan Patrikhane’nin de yararlanacağını söylemiştir. Bunun üzerine I. Bartholomeos, Papandreu’dan, 30 yıldır kapalı olan Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun açılması için gayret göstermesini istemiştir. I. Bartholomeos, bu okulun açılmasının Türkiye’nin de çıkarlarına hizmet edeceğini savunmuştur. Yunan basınında yer alan Washington kaynaklı bir haberde de, 1 Nisan 2000 tarihinde ABD Ortodoks Kilisesi’nin Başpiskoposu Dimitrios, Başkan Clinton’u ziyaret ederek, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması için Ankara’ya baskı yapmasını istemiştir. Avrupa Parlamentosu, Patrikhane’nin ve diğer dinsel yerlerin binalarının korunması ve gerekli önlemleri alması için Türkiye’ye çağrıda bulunmuş ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun derhal yeniden açılmasını isteyerek bu konuda Türkiye’nin gerekli uygulamaları hayata geçirmesini istemiştir. Aynı zamanda Avrupa Komisyonu da 2000 Yılına İlişkin İlerleme Raporu’nda; “Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapalı kalması konusu da dahil olmak üzere, 1923 Lozan Antlaşması kapsamında olsun-olmasın, Müslüman olmayan bütün kesimlerin somut taleplerinin yeterince incelenmesi gerektiğini” 265 266 belirtmiştir. Avrupa Komisyonu, bu konuda Köse, age., s. 234. “Bartholomeos: Vatikan Olmak istemiyoruz”, Zaman, 30 Nisan 1997, s. 4. 111 Türkiye’yi şöyle eleştirmektedir: “Hıristiyan Kiliseleri, özellikle mülkiyetle ilgili olarak, zorluklarla karşı karşıya bulunmaya devam etmektedir. Heybeliada’daki Ortodoks Ruhban Okulu’nun 1971 yılında kapatılması konusunda bir ilerleme bildirilmemiştir. Çeşitli kiliselerin yasal statülerinin tanınmamış olması, dini personelin Türkiye’ye erişebilmesi de dahil olmak üzere, bazı kısıtlamalar yaratmaktadır”. Bunların dışında Alman Cumhurbaşkanı Johannes Rau’nun 8 Nisan 2000 tarihinde Patrikhane’yi ziyaret etmesi de ilginçtir. Bartholomeos, bu ziyaret anısına Rau’nun boynuna Engelpion adı verilen kalın bir haç takmıştır. Takılan bu haç, Ortodoksluğun en büyük nişanı olan ve Ortodoksluğa büyük hizmetleri olan kişilere verilen Aziz Andreas nişanıdır267. Patrik’in bu nişanı Rau’ya vermesinin altında, daha önceki örneklerinde görüldüğü gibi, Ruhban Okulu’nun açılması için Türkiye’ye yapılacak baskıların kapsamını genişletmek amacını taşımaktadır. Almanya Cumhurbaşkanı Rau’da bu kapsamda Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını istemiştir. ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, Dimitrios onuruna verdiği bir yemekte, papaza hitaben “Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun kapalı kalmaya devam etmesinin Patriklik üzerindeki etkisini anlıyoruz. Bu yüzdendir ki, inancınızla ilgili ihtiyaçlarınızın karşılanması ve saygın bir geleneğin sürmesi için, Türkiye’yi sürekli olarak okulu yeniden açması konusunda teşvik ediyoruz” demiştir268. ABD’nin Türkiye Büyük Elçisi Robert Pearson da 22 Ekim 2002’de Fener Rum Patrikhanesi’ne ve Heybeliada’ya yaptığı ziyarette ABD’nin Heybeliada Ruhban Okulunun tekrar açılması ve Patrikhaneye bağlı bir eğitim kurumu olarak faaliyet göstermesini sağlamak için ABD’nin desteğini yineleyerek, Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasına izin verilmesini istediklerini belirtmiştir269. Aralık 2004 ayı içerisinde ABD’de bulunan dönemin Başbakan yardımcısı Mehmet Ali Şahin, ABD Dışişleri Bakanı Kıdemli Yardımcısı Marc Grossman ile yaptığı görüşmede Grossman’ın kendisine Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasının Türkiye’nin de AB ile tam üyelik müzakerelerini başlatmasını kolaylaştıracağını söylediğini belirtmiştir. Gönül Hanbay, “Bu Okul Hep Gündemde”, Milliyet, 11 Nisan 2000, s. 25. “ABD Dışişleri Bakanı’ndan Ruhban Okulu Baskısı”, Akşam, 18 Mayıs 2000, s. 13. 269 Toker, age., s. 44. 267 268 112 Devlet Bakanı Mehmet Aydın, Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun Türkiye’deki mevzuatlara uyması halinde açılabileceğini, ancak sadece tek bir kuruma, kendisine özgü statü tanınamayacağını açıklamıştır270. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, “Müzakere Çerçeve Belgesi’nin 4. maddesindeki ‘azınlık hakları ve inanç özgürlüğü’ ifadelerinden dolayı ruhban okulunun açılması gündeme gelir mi?” sorusuna şu yanıtı vermiştir: “Okulu 24 saatte açarım. Bugüne kadar kapalı kalması doğru değil. Avrupa’da 5 bin cami, Rotterdam’da rektörü Türk olan üniversite var. 500 öğrenci İslam ilahiyatı okuyor. AB, bunu böyle istediği için değil, AB olmasaydı da yine böyle düşünürdüm. Ortodoks filan değilim. Müslümanım. Dinimin emrettiği, kültürümün gerektirdiği budur. Başka din mensuplarının kendilerini ifade etme hakkı var. Hükümet ne yaptığını biliyor” demiştir271. Türkiye-AB üyelik görüşmeleri sonucunda 3 Ekim 2005 tarihinde üyelik görüşmelerine başlanabileceği ifade edilmiştir. Ancak koşul olarak 17 Aralık tarihi öncesi diğer benzer konularda (Patriğin ekümenikliğin kabulü, GKRY’nin tanınması vb.) olduğu gibi Türkiye, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması konusunda da ciddi baskılara maruz kalmıştır. Görüşmeler sonucu imzalanan metinde yer almasına rağmen, zirve sonrası uluslararası ortamda, bu konuda gelişmeler yaşanacağına dair beklentiler olmuştur272. Patrikhane’de rahip veya papaz olmak için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak ve yüksek öğretim yapmak şarttır. Türkiye’deki Ortodoks aileler ise çoğunlukla çocuklarını rahip yapmak istememektedirler. Başka ülkelerden, özellikle Yunanistan’dan, rahip getirilmesi yasal olarak mümkün değildir. Bu nedenle Patrikhane, konuyu uluslararası bir sorun haline getirmeye çalışmakta ve kendisine taraftar aramaktadır. Patrikhane’nin bu çalışmaları neticesinde Avrupa Birliği ülkeleri başta olmak üzere hemen hemen bütün Hıristiyan ülkelerin temsilcileri, ne zaman Türkiye’yi ziyaret etseler ya da ne zaman Türkiye’nin bulunduğu herhangi bir platformda bulunsalar mutlaka Ruhban Okulu’nu gündeme getirmektedirler273. “Çerçeveye Uysunlar Açalım”, Sabah, 04 Mayıs 2005, s. 22. Bahar Atakan, “YÖK, AB İle Değişecek”, Milliyet, 6 Ekim 2005, s. 18. 272 Köse, age., s. 236. 273 Özyılmaz, age., s. 113. 270 271 113 Patrikhane Vatikanlaşma düşüncesini uygulamak için öğretisini yayacak ve kendisine bağlı kiliselerin bulunduğu ülkelerde etki alanını genişleterek güçlendirecek temsilcilere ihtiyaç duymaktadır. Bu arada ulusal kiliselerle olan rekabetini de göz önüne alırsak Ruhban Okulu önem kazanmaktadır. Sadece Patriklik makamına yükseltmek için okula ihtiyacı olduğunu düşünmek fazla iyimser olmayı gerektirir274. Eski Milli Eğitim Müdürü Naci Akay’ın 07.05.2004 tarihli Sabah Gazetesi’nde yayınlanan yazısına göre okulun açılmasında şu hususlar göz ardı edilmemelidir: “Lozan Antlaşması’nda bir hüküm yoksa da okul azınlık okulu olarak mütalaa edilerek Milli Eğitim Bakanlığı’nın gözetim ve denetiminde olmalıdır. Mütekabiliyet esası gözetilerek Batı Trakya’da kapatılan ya da onarımlarına izin verilmeyen okulları açılmalı ve onarımlarına izin verilmelidir. Okulun öğretimi lise düzeyi ile sınırlı tutulmalı, İlahiyat ile Grek dili ve edebiyat dersleri dışındakilerin programları Milli Eğitim Bakanlığı’nca hazırlanmalıdır. Okulun yönetiminde ve ikinci müdür konumunda bir Türk/öğretmen temsilci bulunmalıdır”275 demiştir. Türkiye’de resmi çevrelerde Ruhban Okulu’nun açılması ile ilgili olarak yaygın olarak kabul gören görüş; Okulun İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi bünyesinde kurulacak Yüksek Dinler Kültür Bölümü’ne bağlı olmak şartıyla yeniden açılması ve Rum Ortodoks Cemaatinin gereksinim duyduğu yüksek nitelikli din adamlarının burada yetiştirilmesidir. Fakat zaten başka bir okula bağlanmasını kabul etmedikleri için okul 1971 yılında kapatılmıştır276. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde yüksek okulların kuruluş koşullarını belirleyen Anayasa’nın 130. ve 132. maddeleri de, Ruhban Okulu’nun yüksek okul statüsünde eğitim yapmasını engellemektedir277. Anayasa’nın 130. maddesi, bilimsel özerkliğe sahip üniversitelerin devlet tarafından kanunlarla kurulmasını emretmektedir. Dini özerkliğe sahip bir okulun kurulması, ancak bu maddenin değiştirilmesi ile mümkündür. 132. madde ise, sadece Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Teşkilatı’na bağlı özel yüksek öğretim kurumları açılabilir demektedir. Bir ‘Hukuk Devleti’ olduğu hususunda kimsenin şüphesinin olmadığı 274 Türkiye Köse, age., s. 230. Naci Akay, “Ruhban Okulu Açılmalı”, Sabah, 7 Mayıs 2004, s. 22. 276 Köse, age., s. 230. 277 Altındal, age., s. 30. 275 114 Cumhuriyeti Devleti’nde, Anayasa’nın bu maddeleri çerçevesinde Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması mümkün değildir278. 3.4.4. Bugünkü Hukuki Durum 150. kuruluş yıldönümü törenlerindeki basın toplantısında Harisiadis, okulun açılması halinde eğitimin nasıl olacağını şöyle açıklamıştır; “Okul Patrikhane’ye bağlı olacak ve denetimini Milli Eğitim Bakanlığı yapacak. 100 Öğrenciye eğitim verecek kapasitemiz var. Müfredat bir konsey tarafından belirlenecek ve Milli Eğitim Bakanlığı’na sunulacak. Öğretmenler de yine aynı konsey tarafından belirlenecek ve atamalar Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılacak”. Harisiadis ayrıca okula “yabancı” öğrenci kabul edilmesini de öngören isteklerinin de olduğunu açıklamıştır. Bu isteklerin gerçekleşebilmesi için bu okulu denetliyebilecek uzman bir kadro’ya ihtiyaç vardır. Eğitimin Rumca olması konusunda isteklerini kamuoyunun hassasiyetinden dolayı açıklayamamıştır. Fener Rum Patriği Bartholomeos da bir röportajda bu konuda şunları söylemiştir: “İstanbul’da cemaatimiz sayısının çok azalmış olması ve de Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun 1971 yılından beri kapalı tutulmasından dolayı, Patrikhanemiz günümüzde zor bir yasam mücadelesi vermektedir. Ruhban Okulu’nun açılması ve de orada okuyacak yabancı tabiiyetli öğrencilerinden mezuniyetlerini müteakip, kurumumuzda kalmayı arzu edenlerin Türk tabiiyetine geçişlerinin kabulü konularında Patrikhane olarak müteaddit defalar hükümetimize ricalarda bulunduk”. Yukarıda ortaya koyulan faaliyetleri dikkate alındığında Ruhban Okulu’nun Milli Eğitim Bakanlığı ya da Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK)’na bağlı olarak faaliyet göstermesi istenmemektedir. Araştırmacı yazar Aytunç Altındal’ın ifadeleri şunlardır; “özel ve özerk statüde bir Hıristiyan Ruhban Yüksek Okulu kurmak istemektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalarını karıştırmayın demektedirler. Biz bu okulu liseden sonra bir yıl eğitim verecek, uluslararası statüye tabi olarak kurmak istiyoruz demektedirler. Böyle dayanaksız bir noktadan başlattıkları hareket, bir sonuç vermeyince de, bizi insan 278 Salim Gökçen, “Fener Rum Patrikhanesi’nin Hukuki Statüsü ve Heybeliada Ruhban Okulu’nu Açtırma Girişimleri”, http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/heybeliada.html 115 haklarını ihlal etmekle suçlamaktadırlar. Bunun bir sonraki aşaması, Ayasofya’yı Ortodoksların ibadetine açma talebi olacaktır279. Nitekim 1998 yılında Aralık ayında, Vakıflar Genel Müdürlüğü “Türk Devleti aleyhinde propaganda ve yolsuzluklar yaptığı” gerekçesiyle Heybeliada Ruhban Okulu Yönetim Kurulu’nu feshetmiştir. Fener Patrikhanesi başta Selanik Teoloji Fakültesi olmak üzere ilahiyat eğitimi veren birçok okulda, elemanlarına gerekli dini eğitimi aldırmaktadır. Dünyanın her yerinde bu tür okullar açma imkanı da mevcuttur. Buna rağmen ısrarla bu konuda şunları istemektedir: — Heybeliada Ruhban Okulu açılmalıdır ve dünyanın her tarafından öğrenci alabilmelidir. — Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu okul üzerinde hiçbir şekilde denetim hakkı olmamalıdır. — Patrik ve kendine bağlı metropolitlerde T.C. vatandaşı olma şartı kaldırılmalıdır280. Oysa bunları isterken başta Selanik Teoloji Fakültesi olmak üzere birçok yerde hatta 60 yıldan bu yana ABD’de bile Ruhban Okulu bulunmaktadır. Buralardan din adamı yetiştirilmektedir. Maksat din adamı ihtiyacı ise bu okullar Türkiye’de cemaati bile olmayan Patrikhane için fazladır. Ayrıca Patrikhane’nin Ruhban Okulu ile ilgili planları sadece öğrenci ihtiyacını gidermek kadar masumane olmadığı için Türkiye dışındaki Ruhban Okulları’ndan hiç bahsetmemektedir. Bu durum Patriğin yurt dışında ki kiliseleri ve dolayısıyla o kiliselerin bulunduğu ülkeleri kontrol etmek amacıyla, kendisi tarafından amaçlarına hizmet edebilecek din adamları yetiştirmek istemesini ortaya çıkarmaktadır.281. Heybeliada Ruhban Okulu’nun ve özellikle de bu okulun Teoloji Bölümü’nün açılmamasının hukuksal dayanakları şunlardır: — Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı sonrasında 1924 yılında imzalanan Lozan Antlaşması’nın azınlıklara ayrıcalık değil yalnızca Müslüman Türk halka tanınan eşit davranım görme hakkı tanıması ve bu durumun Anayasa’daki eşitlik ilkesine uygun olması, 279 Köse, age., s. 237. M. Necati Özfatura, “Patrikhanenin Ekümeniklik Hayali”, Türkiye, 9 Kasım 2000, s. 11. 281 Köse, age., s. 238. 280 116 — 403 sayılı Öğretim Birliği Yasası’nın (Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun) Türkiye’de dinsel öğretimi cemaatlerden ve özel kişilerden alıp devlet görevi olarak Milli Eğitim Bakanlığı’na vermesi, — T.C. Anayasası’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir devlet olarak nitelenmiş bulunması; bunun gereği olarak da dinsel öğretim yapan özel okul açmanın ve yönetmenin yasak olması. Özel Okullar Yönetmeliği’nde, “Bir özel okula alınabilecek yabancı uyruklu öğrenci sayısı, okulda okuyan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı öğrencilerin yüzde 20’sini aşmamak kaydıyla Milli Eğitim Bakanlığı’nca belirlenir.” hükmünün bulunması, — 625 sayılı yasanın 3. maddesinin 3. paragrafında, ‘Askeri okullar, dinsel eğitim ve öğretim yapan özel öğretim kurumları ile güvenlik örgütüne bağlı okulların aynı ya da benzeri özel öğretim kurumu açılamaz.’ hükmünün var olması, — Anayasa’nın 130. maddesindeki “Yasada gösterilen yöntem ve esaslara göre kazanç amacına yönelik olmamak koşuluyla vakıflarca devletin gözetim ve denetimine bağlı yüksek öğretim kurumları kurulabilir.” hükmüne göre Patriklik bir vakıf kimliğinde olmadığı için Patrikliğe bağlı bir özel yüksek öğretim kurumu açılmasının da olanaklı olmaması, — Anayasa’nın 24. maddesinde “Din ve ahlak eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Kimse devletin toplumsal, ekonomik, siyasal ya da hukuksal temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırma ya da siyasal ya da kişisel çıkar ya da etki sağlamak amacıyla her ne biçimde olursa olsun dini ya da din duygularını ya da dince kutsal sayılanları sömüremez ve kötüye kullanamaz.” hükmünün bulunması, — Lozan Antlaşması’nda ve öteki uluslararası sözleşmelerde azınlıklar için ayrıcalıklar değil yurttaşlarla eşit haklar tanınmıştır. Din görevlilerinin özel okullarda değil devlet okullarında yetiştirilmesi, Anayasa, Anayasa Mahkemesi kararı, Yüksek Öğretim Kurumları Yasası ve Milli Eğitim Temel Yasası’yla düzenlenmiş devlet politikasıdır. Bu nedenle azınlıklara verilecek bir hak yurttaşlar arasında azınlıklar lehine bir eşitsizliğe neden olur. T.C. Devleti, din görevlilerini bir devlet okulu olan İmam-Hatip Okulları ve devlet üniversiteleri bünyesindeki İlahiyat Fakülteleri’nde yetiştirmektedir. Eğitim-öğretim etkinlikleri, devletin denetimi ve gözetimi altında yapılmaktadır. Hiçbir cemaat ya da kesime bu konuda ayrıcalık tanınmamıştır. 117 Heybeliada Ruhban Okulu, icra etmiş olduğu eğitim ve öğretim metodu ve işleyişi itibariyle bir yüksek okul görünümündedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi kararı kapsamına girmektedir. Nitekim 25 Eylül 1951 tarih ve 151 sayılı okul yönetmeliğinin 1. maddesinde; “Okulun amacı, rahiplik mesleğine girecek olanları yetiştirmektir.”, 3. maddesinde; “Okul, üç sınıflı lise bölümü ile dört sınıflı Teoloji İhtisas Bölümü’nden teşekkül eder.”, 54. maddesinde; “Lise mezunlarından rahiplik mesleğine intibak edebilecekler alınır.”, 55. maddesinde; “Kayıt kabulle ilgili bölümde, okula yazılmak isteyenlerden lise bitirme diploması istenir.” denilmektedir. Ayrıca Teoloji bölümünden mezun olan öğrenciler Yunanistan’da bazı liselerde din dersi öğretmenliği yapmışlar ve bu okuldan mezun olanlar, Yunanistan’daki İlahiyat okullarından mezun olanlarla eşdeğer tutulmuşlardır. Zaten okulun son 11 öğrencisi de Selanik İlahiyat Fakültesi’ne yatay geçiş yapmıştır282. Anayasa Mahkemesi’nin yükseköğretim kurumlarının sadece devlet tarafından açılıp işletilebileceğini belirten bu kararından sonra mevcut özel yükseköğretim kurumları ya faaliyetlerine son vermiş, ya da bir devlet üniversitesine bağlanmıştır283. Heybeliada Ruhban (Papaz) Okulu da “özel yüksekokul” statüsünde değerlendirilmiştir. Okulun varlığını sürdürebilmesinin ancak Türk üniversitelerinden birisine veya bir ilahiyat fakültesine bağlanarak mümkün olabileceği belirtilmiştir. Türk Hükümeti ile Patrikhane ve okul yöneticileri arasında çeşitli görüşmeler yapılmış ancak, okulun Türk üniversitelerine bağlanmasını istemeyen Patrikhane ve okul yöneticileri, Heybeliada Ruhban Okulu’nu kapatmışlardır. Heybeliada Ruhban Okulu’ndan geriye Rum azınlığın eğitim yaptığı Özel Rum Erkek Lisesi kalmıştır. Kapatılma kararı, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nün 12 Ağustos 1971 tarih ve Özel Öğretim Kurumları 101787 sayılı gizli işaretli yazıları ile “Anayasa Mahkemesi’nin 12 Ocak 1971 tarihli kararı ve 26 Mart 1971 tarihli gerekçesi muvacehesinde okulunuzun, bu kararın kapsamına girer durumda olduğu anlaşıldığından diğer yüksek okullar gibi özel bir yüksek okul mahiyetinde bulunan teoloji bölümünün 9 Temmuz 1971 tarihinden itibaren hiçbir hukuki varlığı kalmamıştır” denilerek, Heybeliada Ruhban Okulu Müdürlüğü’ne bildirilmiştir284. 282 Özyılmaz, age., s. 110. Hilal Köylü, “Ruhban Okuluna Formül Bulundu”, Radikal, 24 Haziran 2004, s. 1–7. 284 Özyılmaz, age., s. 101. 283 118 Aynı karara göre; Amerikan Robert Koleji binaları 1971’de Boğaziçi Üniversitesi’ne devredilmiştir. Ardından da Robert Koleji, Arnavutköy Kız Lisesi ile birleşmiş Özel İstanbul Amerikan Robert Lisesi adını almıştır. Kolejin yüksek kısmı Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüşmüştür285. Ruhban Okulu’nun vakıf bünyesinde faaliyet göstereceğini bu yüzden de Milli Eğitim Bakanlığı denetiminde olması gerektiğini düşünen Dışişleri bürokratları, “Okul, iki yıllık önlisans programı gibi eğitim verir. Önemli olan denetimdir. Bunu da Milli Eğitim Bakanlığı yapar. YÖK’le okul arasında doğrudan bağlantı kurmak olmaz” görüşü üzerinde durmuşlardır. Okulun açılışına ilişkin hazırlıkların, AB’nin aralık ayındaki zirvesinden önce tamamlanabileceğini kaydeden kaynaklar, “Konuyla ilgili son kararı Bakanlar Kurulu verir.” demişlerdir. Fener Rum Patrikhanesi avukatı Kezban Hatemi, Heybeliada Ruhban Okulu’nun ‘Milli Eğitim Bakanlığı denetiminde, bir vakıf bünyesinde, iki yıllık önlisans programı şeklinde’ eğitim vermesine ilişkin çözümün yeni bir formül olmadığını söylemiştir. Hatemi, “Ruhban Okulu kapatılmadan önce de aynı prosedüre uygun olarak eğitim veriyordu. Bu, bulunmuş yeni bir formül değil, Lozan Antlaşması’nın tanıdığı doğal bir haktır. Milli Eğitim Bakanlığı da bunu uygulayacaktır” diye konuşmuştur. Ruhban Okulu, Milli Eğitim Bakanlığı ile YÖK arasında gerginlik yaşanmasına neden olmuştur. MEB, “Okul, YÖK’e bağlanmalı. Bunun için de 2547 sayılı YÖK Yasası değiştirilmeli. Bizim okulu denetlememiz zor olur” önerisinde ısrar ederken YÖK, bu öneriye karşı çıkmıştır. YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, “YÖK Yasası’nın temel hükümleri var. Atatürk ilkelerine bağlılık gibi. Ruhban Okulu’nun bu ilkelere uymasını nasıl sağlayacağız” diyerek, okul üzerinde YÖK otoritesinin kurulamayacağını öne sürmüştür286. Fener Rum Patrikhanesi ile Ermeni Patrikhanesi, ihtiyaçları olan din adamlarının yetiştirilmesi konusunda görüş ayrılığına düşmüştür. Ruhban Okulu konusunda iki Patrik anlaşamamıştır. Fener Patriği, okulun bağımsız olmasını istemekte, Ermeni Patriği Mesrob ise “Bir devlet üniversitesine bağlanabilir” demektedir. 285 286 Köse, age., s. 229. Hilal Köylü, “Ruhban Okuluna Formül Bulundu”, Radikal, 24 Haziran 2004, s. 1–7. 119 Türkiye Ermeni Patriği Mesrob II, bu konuda yaptığı açıklamada din adamı sıkıntısı çektiklerini ve din adamı yetiştirmek için herhangi bir üniversitede hıristiyan fakültesi açılmasını istediklerini söyleyerek: “Devletimize başvuruda bulunduk. Ruhban Okulu açma yerine İstanbul’daki Üniversitelerden birinde Hıristiyan Fakültesi açılmasını istedik. Bu konu hem laiklik, hem de devlet üniversitesinde eğitim alma açısından çok önemli olacak” demiştir 287. Fener Rum Patrikhanesi ise Ermeni Patrikhanesi’nin teklifinin kendileri için uygun olmadığını açıklamıştır. Patrikhane’den yapılan açıklamada şöyle denilmiştir: “Heybeliada’daki okulun 1971’de kapandığı andaki konumunun, aynı şekilde devam etmesini, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı ancak bağımsız olmasını ve bir üniversiteye bağlanmamasını istediklerini” açıklamışlardır. Ermeni Patrikhanesi’nin Ruhban okulunun bir devlet üniversitesine bağlı olabilir açıklamasına ise, daha önceden okulları olmadığı için onlar kabul edebilir yorumunda bulunmuşlardır. Türk Ortodoks Patrikhanesi sözcüsü Sevgi Erenerol ise Ermeni Patrikhanesi’nin önerisine destek vermiştir: “İstanbul ya da Marmara Üniversiteleri’nden birindeki ilahiyat fakültesi bünyesinde Hıristiyanlar için özel bir bölüm açılmalı. Din adamı ihtiyacı bu şekilde karşılanabilir. Fener Patrikhanesi ekümenik iddiasından dolayı buna razı olmuyor. Bağlı olmadan uluslararası bir okul haline gelirse, kendileri de uluslararası olmuş olacaklar”. Türkiye’deki azınlıklar üzerine yaptığı çalışmalar ile tanınan gazeteci Yazar Aytunç Altındal, Ruhban Okulu’nun kapalı olmadığını ileri sürerek şöyle konuşmuştur: “Okulun eğitimine patrikhane tarafından süresiz ara verildi. Hükümet okulu kapatmış değil. Üniversitelerimizden birinde Hıristiyanlık kürsüsü açılabilir. Ancak AB, doğrudan patrikhaneye bağlı bir okul istiyor. Patrikhane, vereceği müfredata karışılmasını istemiyor. Bunu kilisenin iç hukuku olarak görüyor, ancak vereceği eğitim Tevhidi Tedrisat Kanunu’na aykırı. Çünkü kız öğrenci okutmuyor. Oysa Türkiye’de laik bir eğitim var. O zaman imam hatip liselerine de kız öğrenci alınmaz. Bu Lozan’a da aykırı”288. Bartholomeos, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasının, 35 yıldır tartışıldığını kaydederek, ”Heybeliada Ruhban Okulu, üniversite düzeyinde bir okul 287 288 Ufuk Aktuğ, “Ermeni Patriği Fakülte İstedi”, Hürriyet, 26 Mart 2006, s. 25. Ömer Erbil, “Ruhban Okulu Patrikleri Kapıştırdı”, Milliyet, 27 Eylül 2005, s. 21. 120 değildi. O zaman özel üniversite konumuna dahil edebilirdik. Buradan mezun olanlara biz bir diploma veririz. Bu diploma, lise sonrası bir senelik eğitim aldığını belgeler. Bu nedenle de Heybeliada Ruhban Okulu’nun üniversite seviyesine sokularak kapatılması hatadır” diye konuşmuştur. Milli Eğitim Bakanı Çelik, Yunan meslektaşıyla görüşürken ‘burada hukuki açıdan engel olmadığını’ ifade etmiştir. YÖK Başkanı Teziç de, Patrikhane’yi ziyaret etmiş ve ‘okulun açılmasında hukuki engel olmadığını’ ifade etmiştir. Bartholomeos, Heybeliada Ruhban Okulu’nun hem Osmanlı Dönemi’nde, hem de Cumhuriyet Dönemi’nde uzun yıllar faaliyet gösterdiğini bildirmiştir. Bartholomeos, Heybeliada Ruhban Okulu’nun Ortodoks kilisesine ve bütün insanlara, ihtiyaç duyduğu insanları yetiştirdiğini ifade ederek, ”Okulun, devlete karşı değil, devlete hizmet olarak işlediğini” söylemiştir. “Okulun, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin denetimi olmadan çalışmak istediğine” ilişkin haberler çıktığını ve bunun doğru olmadığını kaydeden Bartholomeos, “Türkiye, laik bir ülke. Dinler arası ayrımcılık uygulanmayan bir ülke. Ruhban Okulu’nun, topraklarında bulunması bir şeref olacaktır. AB’ye girme hareketindeki bir ülkede bu tür yalan haberlerin çıkması üzücüdür. Çünkü bizim Türk halkı ile barışçı bir birlikteliğimiz var” demiştir289. Poettering, konuşmasında “Türkiye’nin, Hıristiyan toplumlarına ihtiyacı vardır. Türk halkı, ancak bu şekilde Müslüman olmayan AB’yi tanıyabilir. Çünkü günün birinde oraya tam üye olmak istiyorlar. Heybeliada Ruhban Okulu, diyalog için uygun bir mekandır. Bizler için de çok önemli bir mekandır. Ruhban Okulu’nun bir an önce açılmasını istiyoruz. Avrupa Hıristiyan Demokratları adına Türk yetkili makamlarına, Hıristiyan kiliseleri ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması çağrısında bulunuyoruz. Çünkü bunlar tek taraflı kapatıldı. Bu yapılmadığı takdirde, Batı Avrupa toplumlarındaki İslam fobisi artacaktır.” demiştir. Avrupa Hıristiyan toplulukları adına yapılan bu açıklama ile Avrupa’nın Heybeliada Ruhban Okulu konuşunda gerçekleri bilmediği ya da kasıtlı olarak gerçekleri görmezlikten geldiği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Patrikhane’nin, Rum halkına ait olduğu için kapatıldığı düşüncesi kabul edilemez bir düşüncedir. Ruhban 289 “Ruhban Okulu Açılsın Talebi”, 20.10.2005, http://www.sabah.com.tr/gnd96.html 121 Okulu’nun kapatılması kesinlikle bilinçli şekilde bir karşı hareket olarak algılanmamalıdır. Olaya bir yargı kararı olarak bakılması gerekir. O dönemde bu okulların kapatılmasıyla Türkiye’deki laik sistemin korunması hedeflenmiştir. Türk mevzuatı, özel okullarda dini ve askeri eğitime izin vermediği için 1971’de tüm özel okullarla beraber Ruhban Okulu da kapatılmıştır. Buna dayanak olan kanun, sadece Azınlık vatandaşlarımızı değil bütün vatandaşları kapsayan bir kanun olduğunun unutulmaması gerekir. Eğer Ruhban Okulu’na özel haklar tanınırsa, diğer vatandaşlarımızında istekleri göz ardı edilemez. Bu insan hakları açısından ele alınıyorsa o zaman, Yunanistan’da yaşayan Türk’lerin de haklarının verilmesi gerekir. Fener Rum Patrikhanesi Heybeliada Ruhban Okulu’nun bir üniversiteye bağlanmadan açılabilmesi gerektiğini söylerken, buna benzer bir girişim Yunanistan’da büyük bir tepki uyandırmıştır290. Ortodoks Kilisesi’ne bağlı olması planlanan yeni ilahiyat fakülteleri, Yunan medyası tarafından “ayetullah okulları” olarak nitelendirilerek, yeni fakültelerle ilgili yasa tasarısını meclise sunan Eğitim Bakanı Maryetta Yannaku eleştirilere hedef olmuştur. Pasok’tan Andreas Loverdos, “Kilise okulları anayasaya aykırı. Bu okulların üniversite olması, gerçek üniversitelerin devre bırakılması anlamını taşıyacağını ifade etmiştir. Yunanistan da bile muhalefetin ve basının büyük tepkilerine yol açan girişim konu Türkiye olunca bu tepkiler göz ardı edilerek insan haklarına ve AB’ye aykırı olduğu ileri sürülerek bir hakmış gibi sunulmaya çalışılmaktadır. Ntvmsnbc’nin haberi Patrikhane’nin Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılabilmesi için yeni stratejisini ortaya koymaktadır. İşadamı Vasilaki Floridi’nin Kadıköy 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açtığı davada, Patrik Bartholomeos’un ve vakıf yöneticilerinin Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun açılabilmesi için Türkiye’deki yetkililere rüşvet vermek üzere ABD Savunma Bakanlığı’ndan 12 milyon dolar istediğini, ABD savunma Bakanlığı’nca gönderilen bu paranın Bartholomeos’un şahsi servetini yöneten 3 kişinin hesaplarına yatırıldığını, kendisinin de bağışladığı 3 milyon 300 bin doların başka amaçlarla kullanıldığını bir belge sunarak iddia etmiştir291. 290 291 Sofia Angelidis, “Yunanistan’da İlahiyat Krizi”, Milliyet, 23 Eylül 2005, s. 17. “Patrik Yemin Etti, Dava Reddedildi”, 06.10.2005, http://www.ntvmsnbc.com/news/367229.asp 122 Sonuç olarak; Fener Rum Patrikhanesi başta Selanik Teoloji Fakültesi olmak üzere ilahiyat eğitimi veren birçok Ortodoks ülkede bulunan okulda, elemanlarına gerekli dini eğitimi aldırmaktadır. Bu ülkelerde bu tür okullar açma imkanı da mevcuttur. Buna rağmen ısrarlı olarak bu okullar mevcut değilmiş gibi bu okullardan hiç bahsetmemekte din adamı sıkıntılarını gidermek gerekçesiyle Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını masumane bir kılıf altına gizlemektedir. Maksat din adamı ihtiyacı ise Türkiye’de yeteri kadar cemaati olmadığı için başta Yunanistan ve Rusya ile sıkıntılar yaşayan Patrikhane için yeterli olduğu bilinmektedir. Burdan anlaşılmaktadır ki Patrikhane’nin Ruhban Okulu ile ilgili istekleri gerçeği yansıtmamaktadır. Sadece din adamı ihtiyaçını karşılama düşüncesi fazla iyimser olmayı gerektirmektedir. Fener düşüncesini Rum Patrikhanesi’nin uygulayabilmek için gerçek amaçlarından ekümenikliğini biri Vatikanlaşma sağlamlaştırmaktır. Ortodoks ülkelerdeki kiliseleri dolayısıyla da bu ülkeleri kontrol etmek amacıyla öğretisini yayacak ve kendisine bağlı kiliselerin bulunduğu ülkelerdeki etki alanını genişleterek güçlendirecek temsilcilere ihtiyaç duymaktadır. Ulusal kiliselerle olan rekabeti de göz önene alınırsa Ruhban Okulu daha da önem kazanmaktadır. Fener Patrikhanesi Ruhban okulunun açılması için Yunanistan dahil bir çok ülkede uygulanan devlet denetimi şartını bilerek reddetmesinin altında Türkiye’yi uluslararası arenada baskı altında tutmak düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Türkiye’ye Rum azınlık ve Patrikhane konusunda uygulanan uluslararası baskılar Türkiye’nin bu kanuda kararlı bir politikasının olmamasının nedenidir. Bu kararsızlığı Çoşar şöyle özetlemiştir; “T.C. idarecilerinin patrikhaneye karşı davranışlarını şöyle özetlemem mümkündür. Dostluk devrinde Lozan Antlaşması çiğnenerek ve T.C. Kanunları bir tarafa itilerek tavizler, imtiyazlar dağıtmak! Buhranlı devirlerde de bu imtiyaz ve tavizleri geri almak!... İmtiyazlar dağıtıldığında bunları gayet normal bulan dünya kamuoyu, bunlar geri alındığında, Yunanistan’ın ve diğer kiliselerin giriştikleri kampanyalarla aleyhimize kışkırtılmış, Türkiye kötü bir tutum içinde gösterilmiştir”292. Türkiye’de din eğitimi alanında, hangi derecede ve türde olursa olsun, özel eğitim kurumu açılamaz. Bu bir kesin hükümdür ve din farkı gözetmeksizin tüm 292 Ömer Sami Çoşar, “Patrikhane Dosyası”, Hürriyet, 20 Ağustos 1976, s. 22. 123 vatandaşlar için geçerlidir. Lozan Antlaşması ve ilgili öteki uluslararası sözleşmelerde olsun, azınlık için imtiyazlar değil, vatandaşlarla eşit haklar tanımıştır. Vatandaşlara yasak olan din okulu açma hakkının, azınlığa tanınması söz konusu olamaz. Türk Milli Eğitiminin Genel ve Temel İlkeleri’nin 1973 Milli Eğitim Temel Kanunu ve 1981 Yükseköğretim Kanunu ile belirlenmiştir. Okul programlarının bu genel amaç ve temel ilkelere uygun olarak geliştirilmesi zorunludur. Manastır yasamı içinde, Patrikhane yönetim ve denetimi altında, Patrik ikametgahı ile aynı çatı altında bir eğitim kurumu Türk Milli Eğitimi’nin Genel Amaç ve Temel ilkelerine tamamiyle aykırıdır. Fener Patrikhanesi’nin Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması yönündeki isteğinin İstanbul’da yaşayan sayıları 2000-3000 arasındaki Rum vatandaşımızın gerçek ihtiyaçlarını karşılamaktan çok “Elen ve Ortodoks Emellerini” simgeleyen “Siyasi Bir Talep” niteliğinde olduğu değerlendirilmektedir. Lozan Barış Antlaşması’nda İstanbul Rumları için sayılan haklardan Batı Trakya Müslüman Türkleri’nin de yararlanacağı 45. madde ile garanti altına alınmıştır. Eğer Patrikhane din adamı sıkıntısı çekmekte ise, Batı Trakya da hem din adamı, hem de öğretmen sıkıntısı çekilmektedir. Batı Trakya’daki bu sıkıntıları önlemek için Ruhban Okulu ayarında bir okulun Yunanistan’da açılmasına izin verilmelidir. Ruhban Okulu, Patrikhane için, ekümeniklikten daha önemlidir. Patrikhane için Türkiye ekümenikliğini tanısa da tanımasa da dünya devletleri arasında kabul görmesi yeterlidir. Bu bağlamda Kilise açısından okul ödünü, ekümeniklikten önce gelmektedir. Heybeliada Ruhban Okulu’nun uluslararası okul olarak açılışına izin verilmemeli ve uluslararası bir statüye kavuşturulma çabalarına şiddetle karşı çıkılmalıdır. 124 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 4. YABANCI ÜLKELERİN RUM AZINLIK SORUNLARINA YAKLAŞIMI 4.1. Amerika Birleşik Devletleri’nin Fener Rum Patrikhanesi’ne ve Rum Azınlık Sorunlarına Yaklaşımı ABD soğuk savaş sonrası Balkanlarda insan hakları, demokrasi ve serbest Pazar ekonomisinin teşviki gibi genel bazı ilkelerin dışında çerçevesi çizilmiş ve içeriği doldurulmuş genel bir siyaset oluşturmamıştır. Aktif müdahale yerine Avrupa’nın sorunlarının çözümünü, Avrupalılara bırakmak tarzında hareket ederken, savaşın tüm Balkanlara yayılmasını önlemek amacıyla küçük çaplı bir takım girişimlerde bulunmuştur. Ancak, gelişen olayların istikameti ve savaşın Balkanlara yayılması durumunda, Avrupa’nın güvenliğinin ciddi ölçüde tehdidi ile birlikte, ABD’nin zorunlu olarak müdahalesini gerektireceği endişesi sonucu, aktif olarak çözüm sürecine katılmıştır. ABD, Balkanlardaki bölgesel barışın çok önemli olduğunu vurgulamasına rağmen, asıl sebebin ABD’de oluşan kamuoyu ile kongrenin konuya ilişkin baskıları ve seçimlerin yaratmış olduğu politik kaygılara dayandığı düşünülmektedir. Başlangıç aşamasındaki bu süreç esnasında ABD kendisi olmadan Avrupa sorunlarını aşılamayacağını ve Avrupa’daki varlığının gerekli olduğunu da göstermeye çalışmıştır. Ortodoks/Slav ittifak Kosova harekatında kara harekatını önlemek için ABD’ye her türlü baskıyı yapmıştır. Balkanlardaki Ortodoks ve Slav halkların şiddetli tepkisiyle karşılaşmıştır. Yunanistan’da kamuoyu Sırplara destek vermiştir. NATO üyesi Yunanistan’da halk sokaklara dökülmüş ve ABD aleyhinde gösteriler yapılmış ve Başkan Clinton’un resmi yakılmıştır. Kuzey ve Güney Amerika Rum Ortodoks Kilisesi’nin lideri Başpiskopos Spiridon’un 23 Mart 1999 tarihinde ABD Başkanı Clinton’a yolladığı mektupta “Yugoslavya’ya yapılan saldırı gayri ahlakidir...” şeklinde sert bir açıklama olmuştur. Rusya ve AB’nin etki sahasında bulunan Balkanları Ortodoks/Slav ittifakı kontrol etmeden, kontrol edemeyeceğini anlayan ABD son yıllarda Balkanlar için yeni politika geliştirmektedir. Bunun önemli adımlarından birisi Fener Rum Patrikhanesi’ni kontrolü altına almaktır. ABD, Patrikhane’yi kontrol ederek 250–300 milyon kişilik 125 Ortodoks/Slav dünyasını etki altına almaya çalışmaktadır. Bunun için Patrikhane’ye ekümenlik statüsünü sağlamayı, Türkiye’de bağımsız hale gelmesini yani Vatikanlaşmasını arzulamaktadır. Bu girişimlerde ise Yunanistan’ı yanına almaktadır. Ayrıca ABD’nin kendi içinde güçlü bir lobiye sahip olan Ortodokslar ABD’nin Balkan ve Türkiye politikaları üzerinde zaman zaman etkili olmaktadır. Örneğin Rum asıllı Michael Dukakis, ABD başkan adayı olunca, danışmanı Rum asıllı Bill Tragos’un ilk beyanatı; “Fener Patrikhanesi Ortodoksların Vatikan’ı olsun. Yunan asıllı Amerikalılar için esas önemli olan Yunan toprakları değil Ortodoks Kilisesi’dir...” olmuştur. Fener Rum Patrikhanesi ile ABD ilişkileri, günümüzde olduğu gibi geçmişte de belirli dönemlerde karşılıklı menfaatler gözetilerek yakınlaşma içine girmiştir. Bazen bu duruma Türkiye bile katılmak zorunda kalmıştır. SSCB, 1945 Kasım’ında süresi sona erecek olan 1925 tarihli, “Türk Sovyet Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması”nı süresi dolmadan 19 Mart 1945’te feshetmiştir. SSCB yeni bir antlaşma yapılması ve bunun değişen dünya şartlarına uygun olması gerektiğini ileri sürmüştür. Ancak Mart ayından Haziran ayına kadar istekler bildirilmemiş, anlaşma da yenilenmemiştir. Ardından Stalin yönetimi sözlü olarak Kars, Ardahan, Artvin’i, Montro Sözleşmesi’nin değiştirilmesini ve Boğazlarda bir üs kurulmasını istemiştir. Karar, Türkiye’ye 7 Haziran 1945’te Moskova’daki Türk Büyükelçi Selim Sarper’e Ankara’ya bir ziyaret için ayrılmadan önce Dışişleri Bakanı Molotov’a yaptığı ziyarette bildirilmiştir. Rusların sözlü olarak yaptığı teklifler reddedilmiştir. Ancak SSCB, istekleriyle başlayan müzakereyi “ucu açık” bırakmış ve İnönü’nün anlatımıyla konuyu kapatmamıştır: “Ruslarla aramızda hiçbir mesele olmadığını, dostluk için hiçbir engel mevcut bulunmadığını şeklinde menfi propaganda yapmak isteyenler Ruslarla eskiden beri dost olduğumuzu söylüyorlar. Arkadaşlar; Ruslarla aramızda meseleler vardır bu meseleler ve Rusların talepleri büyük devletlerarasında da bahis mevzuu olmuştur. Ancak Ruslar bu taleplerini kâğıt üzerine koymaktan dikkatle çekiniyorlar. Yarın zaten biz böyle bir şey düşünmüyorduk yanlış anlaşılmıştır derler ve perdenin arkasına çekilirlerse memnuniyetle kabul etmeye hazırım”. 126 Bu durum Stalin’in 5 Mart 1953’te ölümüne kadar devam etmiştir. Stalin öldükten sonra, SSCB Türkiye’ye yazılı bir nota göndererek, önceki taleplerini geri aldığını bildirmiştir. Ancak aradan geçen bu 8 yılda, Türkiye kendisini güvende hissetmemiş, Rusya’dan uzaklaşarak Amerika’ya yaklaşmıştır. ABD yönetimi bu yakınlaşmadan yararlanarak 1946’da Sovyetler Birliği’ne Boğazlar konusunda iki kez nota vermiş ve Türkiye’yi himayesine aldığını göstermiştir293. “Amerikan Havacılığının kuruluşunun 39. yıldönümü olan 1 Ağustos 1946’da” Ankara’da parlak bir tören yapılmıştır. ABD, SSCB’ye hem nota vermiş hem de söz konusu D. Roosvelt uçak gemisini Akdeniz’e göndererek, Sovyetleri “uyarmıştır”. Bu dönemde Rusya’da Stalin 1943 yılında 19 yıldır boş olan Moskova Patrikliğine Sergei’i getirmiştir. İki yıl sonra Sergei’nin ölümünün ardından Stalin’in isteğiyle Aleksei Patrik olmuştur. Stalin’in girişimleri sırasında İstanbul’da Venyamin I’in yerine Maksimos seçilince, ABD harekete geçmiştir. Maksimos, ABD’nin planına uygun bir patrik değildir294. Maksimos Patriklik dönemi, ideolojisi ve kişiliği ile ilgili bir çok spekülasyon yapılmıştır. Bunlar, “Sovyet Yanlısı”, “Komünist”, “Ruh hastası” şeklinde sıralanabilmektedir. Bir yoruma göre, Maksimos patrik seçildikten sonra Yunanistan’daki komünistlere sempatisini gizlemeye gerek duymamış komünistler de, davalarına destek olan onun ve Moskova Patriği Aleksiy’in fotoğraflarını taşıyarak sokaklarda gösteri yapmışlardır295. Patrik Bartholomeos’a göre ise Maksimos gerçekten psikopat ve hastadır296. Kuzey ve Güney Amerika Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu olan Athinagoras, Washington yönetiminin isteğiyle 1 Kasım 1948’de Türkiye’deki Rum Ortodoksların ruhani lideri seçilmiştir. Athinagoras’ın seçilebilmesi için ABD’ye mesafeli duran Patrik Maksimos V istifa ettirilmiştir. Niyazi Berkes kitabında; “Günün birinde içyüzünü hiçbirimizin merak etmediği şartlar altında gürültülü reklamlarla ta Amerika’dan bir patrik getirildi; Lozan Antlaşması’nın ruhu ile alay edercesine, yıldırım hızıyla Türk vatandaşı yapılarak 293 Yıldırım, age. s.154. age. s.157. 295 Macar, age. s.185. 296 Elçin Macar, “Athinagoras’ın Patrik Seçilmesi”, Toplumsal Tarih, Eylül 1999, s.37. 294 127 patriklik tahtına oturuldu. Acaba Atina patrikleri de Amerika’dan mı tedarik edilir, bilmiyorum; fakat bu olay Amerikan Yunanlılığının gözünün Atina’da değil, İstanbul’da olduğunu gösterir”297 ifadelerini kullanmıştır. Niyazi Berkes’in söz ettiği patrik, ABD vatandaşı Athinagoras’tır. Lozan Antlaşması’nın imzalanmasının ardından, Atatürk Dönemi’nden bu yana süregelen Patrikhane ile ilgili mevcut uygulama yok sayılarak, bir gecede Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapılmıştır. Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol, Athinagoras’ın Atatürk’ün 22 Ağustos 1919 tarihli “Çok Gizli” uyarısıyla Erzurum’dan gönderdiği genelgede söz ettiği Mavri Mira’nın üyesi olan Athinagoras’la aynı kişi olduğunu öne sürmektedir. Erol Cihangir ise Papa Eftim’in Muhtıraları ve Bağımsız Türk Ortodoks Patrikhanesi kitabında da, Athinagoras’ın Kurtuluş Savaşı’nda işgalcilerle birlikte Türkiye’ye karşı savaşan Atina Kilisesi Sen Sinod Sekreteri Athinagoras’la aynı kişi olduğunu yazmıştır. ABD’den Paris’e uğrayarak gelen yeni patrik, Türkiye’ye girebilmesi için hazırlanan ‘laissez passer’ denilen, muteber kişilere verilen belgeyi Paris Büyükelçiliği Başkatibi Oğuz Gökmen’in elinden almıştır. Gökmen aynı zamanda şu ilginç yorumu yapmaktadır: “Amerikalıların çoğu kez çocuksu bir politika anlayışları vardır. İstanbul’daki Fener Patrikhanesi’ni etkileri altında tutmak suretiyle Sovyet Rusya halkı dahil, dünyadaki bütün Ortodokslara hükmedebileceklerine içtenlikle inanırlar298. Bu tam anlamıyla bir ABD “operasyonu”dur. Bunu yıllar sonra Athinagoras da, New York Herald Tribune Gazetesi’ne itiraf etmiştir. “Ben Truman doktrininin dini bölümünü teşkil etmekte idim.” Türkiye’ye gelmeden önce, Chicago’da da şunları söylemiştir: “İkinci Dünya savaşı’nın başında bir gün Roosvelt, ABD sınırlarının Fransa’dan başladığını söylemişti. Bugün hiç tereddüt etmeden söyleyebiliriz: Birleşik Devletler’in ilk savunma sınırı Kars’a varmıştır”299. Athinagoras 26 Ocak 1949’da, ABD Başkanı Truman’ın kendisine tahsis ettiği özel bir askeri uçakla ve Truman’ın, İsmet İnönü’ye özel mektubunu getirmiştir. Niyazi Berkes, Patrikhane ve Ekümeniklik, 2. Basım, İstanbul: Kaynak Yayınları, 2005, s. 31. Elçin Macar, Toplumsal Tarih, Eylül 1999, s. 39. 299 Macar, age., s. 189–190. 297 298 128 Athinagoras, 28 Ocak 1949’da Fener Rum Patrikhanesi’nde düzenlenen törenle patrik olmuştur. Törene yerel yetkililer ile Sovyetler Birliği ve Yugoslavya dışında tüm diplomatik temsilciler katılmıştır300. Athinagoras, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilen ilk patrik olmuştur301. Fener Rum Patrikhanesi ile ABD arasındaki iyi ilişkileri gösteren bir örnek te, Patrikhane Binalarını Genişletme ve Kiliselerini Onarma Faaliyetlerinde bahsettiğimiz Fener Rum Patrikhanesi’nin onarımı ve tadilatın da görülmüştür. Tadilat birçok defa geri çevrilmişken, Amerikan Rum Ortodoks Kilisesi’nin Başpiskoposu Yakovas’ın, Beyaz Saray’daki etkisinden dolayı, ABD Başkanlarından Jimmy Carter’ın 1986 yılında devreye girmesiyle onay verilmiştir. ABD tarafından İstanbul’un surlar içinde kalan bölümünü Bizans’ın başkenti Konstantinopol ve Fener Kilisesi’ni ise özerk hale getirme planı ise defalarca Türkiye’ye dayatılmıştır. ABD planına göre, uzun vadede devlet içinde ayrı bir devlet haline gelecek olan Patrikhane, “egemenlik alanını”, surların dışına bütün Trakya’ya taşıracaktır302. Patrik Dimitrios 1990 yılı Haziran’ının son günlerinde ABD’yi ziyaret etmiştir. Bu ABD ziyareti, Patrikhane açısından yeni bir dönüm noktasıdır. Tarihte ilk defa bir İstanbul Ortodoks Rum Patriği ABD’yi ziyaret etmiştir. Bu ziyaretle ABD’de ve dünyada Ortodoksluk daha görünür bir hal almaya başlamıştır. Amerikan basını, ziyarete büyük ilgi göstermiştir. Özellikle, İstanbul Patriği’nin Ortodoks dünyasındaki “eşitler arasında birinci”liğinden, çökmekte olan Doğu Blok’unun yeni şekillenmesinde oynayabileceği olumlu rolden söz etmişlerdir303. ABD Başkanı Clinton döneminde ise, Yunan asıllı danışmanlarından George Stefanopulos, Patrikhane hakkında, “misyonunu serbestçe yerine getirebilmesi için özel çabalar gösterdik ve göstermeye devam edeceğiz” açıklamasını yapmıştır. ABD’nin Patrikhane’ye ilgisi artarak devam etmektedir304. Bu çerçevede 24 Şubat 1994’te ABD Başkanı Clinton, Başbakan Tansu Çiller’e bir mektup göndererek “Patrikhanenin Fuat Kozluklu, “Patrik’e Büyük İtibar”, Cumhuriyet, 21 Ekim 1997, s. 12. Yıldırım, age., s. 158. 302 Çelik, age., s. 146. 303 Macar, age., s. 234. 304 Muzaffer Taşyürek, “Patrikhane-Kıbrıs Hattı”, Zaman, 10 Kasım 1993, s. 5. 300 301 129 uluslararası statüye kavuşması için Türkiye’nin yardımcı olmasını” istemiştir. Clinton mektubunda: “Yunanistan’la olan ilişkilerinizdeki en son gerilimi azaltmak üzere, hükümetiniz tarafından bazı sembolik adımlar atılabilir. Bu sembolik adımlardan bir tanesi, İstanbul’daki Rum Ortodoks Patrikhanesi olabilir ve bu kurumun işlerlik kazanması hususunda mevcut olan bazı zor koşulları kolaylaştırmanın yollarını göz önünde bulunduracağınızı ümit ediyorum”305 demiştir. Clinton bu mektubuyla Çiller’den kibarca Patrikhane’ye uluslararası bir statü verilmesini istemektedir. Bartholomeos, 19 Ekim 1997’de Amerika’ya gitmiş, kongre üyelerinin katıldığı askeri törenle karşılanmıştır. Patrik, ABD Başkanı Clinton, Yardımcısı Al Gore, Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, Temsilciler meclisi Başkanı Newton L. Gingrich gibi yüksek düzeyde ABD yetkilileriyle görüşme yapmıştır. Görüşmelere Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Nüzhet Kandemir alınmamıştır. ABD Ankara Büyükelçisi Mark Parris ile İstanbul Başkonsolosu Carolyn Huggins, Bartholomeos’u 10 Kasım 1998’de ziyaret etmişlerdir. Görüşmede, Heybeliada Rum Ruhban Okulu Vakfı Yönetim Kurulu üyelerinin, okulun mekanlarını kullanmalarından dolayı Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından azledilmeleri değerlendirilmiştir. 28 Mart 1999’da ABD Başkanı Bill Clinton’ın eşi Hillary Clinton, Fener Kilisesi’ni ziyaret etmiştir. Clinton, Bartholomeos’a, “Heybeliada Ruhban Okulu’nun açıldığı gün, çok mutlu olacağını” söylemiştir. Bartholomeos, 5 Mart 2002’de ABD’ye gitmiştir. ABD Başkanı George W. Bush’un “özel konuğu” olarak kendisiyle Beyaz Saray’da buluşmuştur. Bush ailesi, onuruna New York’ta da bir davet vermiştir306. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 1 Ocak–31 Aralık 2001 tarihlerini kapsayan yıllık insan hakları raporu, 2002 Mart ayında açıklanmıştır. ABD Dışişleri’nin raporunda, Lozan’daki azınlıklar tanımı reddedilmiştir. Raporda, açıkça “İstanbul Fener Rum Patrikhanesi’nin Heybeliada Ruhban Okulu’nu yeniden açma girişimine engellemeler yapılıyor” denilmiştir307. Aydınlık, “Lozan İstanbul’dan Delindi”, 17 Nisan 1999, s. 8–9. Faik Kaptan, “ABD’den Özel Uçak Geldi”, Hürriyet, 5 Mart 2002, s. 19. 307 Uğur Ergan ve Ayda Kayar, “Patrik’e Yakın Takip”, Hürriyet, 5 Mart 2004, s. 20. 305 306 130 28–29 Haziran 2004 tarihlerinde İstanbul’da NATO Zirvesi yapılmıştır. Bu kapsamda ABD Başkanı George W. Bush, zirveden önce Ankara’da Başbakan Erdoğan’la görüşmüştür. Görüşmede Bush’un Türkiye’deki azınlıkların ve Fener Rum Patrikhanesi’nin durumunu gündeme getirdiği basında yer almıştır. Bush’a Heybeliada Ruhban Okulu’nun “eski statüsünde açılacağı”na ilişkin söz verildiği iddia edilmiştir. Daha sonra İstanbul’da azınlıkların dini liderleriyle bir araya gelen Bush, burada Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu ve diğer din adamlarının önünde Bartholomeos’a “Ekümenik” diye hitap etmiştir. Görüşmeden sonra Bartholomeos, “Bush’un kendisine Ankara’daki temasları sırasında Ruhban Okulu konusunun ele alındığını anlattığını” söylemiştir. Eylül ayında açıklanan ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2004 “Dini Özgürlükler” Raporu”nda, “Türkiye’deki Amerikan Büyükelçiliği’nin Türk Hükümeti’ni Heybeliada Ruhban Okulu’nu yeniden açmaya çağırdığı” kaydedilmiştir. ABD Başkanı George Bush, Beyaz Saray’da Rum Ortodoks Kilisesi’nin ABD Temsilcisi Demetrios ve Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakayani’nin de katıldığı bir resepsiyonda, Yunanistan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını kazanmasının 185. yıldönümü kutlamalarında yaptığı konuşmada; “Modern Yunanistan’ın kurucuları 1821 yılında özgürlüklerini ilan ettiklerinde, ABD’nin güçlü desteğini buldu. Amerikan Başkanları Bağımsızlığı destekledi. Genç Amerikalılar, Yunan ordusunda gönüllü oldu. Birçok Amerikalı mali destek sağladı. ABD özgürlük için mücadele edenlerin yanında yer aldı” demiştir308. Bu haber ABD’nin Yunanistan’a bakış açısını bütün gerçekliğiyle ortaya koymaktadır. SSCB’nin yıkılmasıyla tek süper güç devlet olarak kalan ABD, yenidünya düzeninde ortodoks dünyasının Fener Patrikhanesi’nin otoritesi altında yeniden yapılanmasını istemektedir. Sevr Anlaşması ile hem devlet başkanı hem dini lider olan patrik Lozan Antlaşması ile bunları kaybetmiştir. Patrik’e Sevr Antlaşması’ndaki statüsünü kazandırmak isteyen ABD, ortodoks dünyasında da bir Vatikan yaratmaya çalışarak hem Rusya hem de Balkanları kontrolü altında almayı istemektedir. Soğuk savaşın bitmesi ile birlikte ABD ve Rusya arasındaki çekişme diplomatik ve ekonomik bir rekabet haline dönmüştür. Bugün iki büyük güç arasındaki rekabette 308 “Bush’tan İtiraf”, Hürriyet, 26 Mart 2006, s. 20. 131 kullanılacak kartlardan biri de din gibi gözükmektedir. Bu durum ABD’nin Fener Rum Patrikhanesi’ne olan ilgisini daha da arttırmaktadır. 4.2. Avrupa Birliği’nin, Fener Rum Patrikhanesi’ne ve Rum Azınlık Sorunlarına Yaklaşımı Avrupa Parlamentosu uzun süreden beri, Fener Rum Patrikhanesi’nin Ekümenik statüsünün tanınması, Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması, Anadolu’nun değişik yerlerinde bulunan yıkık veya müze haline getirilmiş, hatta cemaati dahi olmayan kiliseler ve buralardaki Patrikhanenin mal varlığı ve hakları konularını gündeme getirmektedir. Avrupa Birliği’nin Türkiye’den istediği Patrikhane ve Heybeliada Ruhban Okulu konularındaki talepler; Yunanistan’ın gerçekleşmesini arzuladığı istekler değildir. Bu, Avrupa Birliği’nin Balkan politikasının önemli unsurlarından biridir. Balkanlar’da yaşayan halkların önemli bir bölümü Ortodoks’tur ve bölgede Avrupa Birliği ile Rusya arasında bir menfaat çatışması bulunmaktadır. Avrupa Birliği, Balkanlar’da kontrolü ele geçirmek için maddi gücü ile birlikte Ortodoksluğu da kullanma çabasındadır. Bunu da, Fener Rum Patrikhanesi’ne Ekümenik bir statü kazandırarak ve Patrikhane’nin tüm Ortodoks dünyası üzerindeki egemenliğinin tanınmasını sağlayarak başarmaya çalışmaktadır. Fener Rum Patriği Bartholomeos, Avrupa Birliği’nin hedefleri doğrultusunda hareket etmekte hatta bu yönde çalışmalar yapmaktadır. Bartholomeos, verdiği beyanatlarla da ruhani bir kişilik olmasına rağmen siyasi kimliğe sahip bir politikacı olduğu hissini uyandırmaktadır. Bartholomeos, 7 Aralık 2003’te bir Yunan Gazetesine verdiği demeçte; 2007 yılında Romanya ile Bulgaristan’ın AB üyesi olacaklarını söylemiş, bu ülkelerin ardından Türkiye’nin de AB üyesi olması dileğinde bulunarak AB’nin gelecekte, ABD’ye karşı denge oluşturacak Avrupa Birleşik Devletleri’ne dönüşmesini hayal ettiğini ifade etmiştir. Bartholomeos ayrıca, Türkiye’nin AB üyesi olmasıyla, Anadolu’da daha rahat hareket edebileceklerini, kökleri ile babaları ve atalarının anıları ile yeniden bağlanacaklarını, yeniden bu kutsal topraklarda daha çok ayinlerin yapılacağını söylemiş ve Türkiye’nin AB üyeliğinin yaratacağı yeni koşullardan bahsetmiştir. 132 Patrik Bartholomeos, Avrupa Birliği’nden almış olduğu güç ile Türkiye’nin Avrupa Birliği ile entegrasyon girişimleri sürecinde sürekli demeçler vererek ve Avrupa Birliği nezdinde bir takım girişimlerde bulunarak AB’nin amaçlarına hizmet etmektedir. Patrik, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasının yolunun, Patrikhane’nin statüsünün değiştirilmesi ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun tekrar açılmasından geçtiğini ifade eden açıklamalar yapmakta ve temas kurduğu Avrupa Birliği ülkeleri devlet adamlarının bu konudaki görüşlerini de dayanak olarak göstererek Türkiye’ye yol göstermeye çalışmaktadır. AB’nin Türkiye ile ilgili olarak ilk kez 1998’de hazırladığı raporda, Fener Rum Patrikhanesi’ne ait herhangi bir kayıt yoktur. Aksine, Türkiye’nin Lozan Antlaşması’nda belirlenen azınlıklar dışında azınlık tanımadığı belirterek, dini azınlıkların serbestçe ibadetlerini yerine getirdikleri, sadece pratikte bazı bürokratik engellerle karşılaştıkları belirtilmiştir. 1999 ilerleme raporunda da konuyla ilgili herhangi bir tespit veya talep bulunmamaktadır. Sadece, “Din özgürlüğü bakımından Lozan Antlaşması ile tanınan dinsel azınlıklar ve diğer dinsel azınlıklar arasında bir muamele farklılığı hala mevcuttur.” denilmiştir309. Fener Rum Patrikhanesi’nin etkisinde kalan Avrupa Komisyonu, ilk kez 2000 yılı ilerleme Raporu’nda “Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun kapalı kalması konusu da dahil olmak üzere, 1923 Lozan Antlaşması kapsamında olsunlar olmasınlar, Müslüman olmayan tüm kesimlerin taleplerinin gerektiği gibi incelenmesi gerektiğini” öne sürmüştür. Raporda, Yahudi cemaatinin yanı sıra Yunan Ortodoks, Ermeni, Katolik ve Süryani Ortodoks Kiliseleri başta olmak üzere bazı gayrı Müslim cemaatlere yönelik hoşgörünün daha fazla olduğu ifadeleri yer almıştır. Aralık 1999’da yayınlanan bir genelgede ise dinsel cemaatler, hayır ve ibadet binalarının tamiri için devletten izin alınmasına gerek kalmadığı anlatılmıştır310. Avrupa Komisyonu, 13 Kasım 2001 tarihli kararında ise Türkiye’ye bu konuda açıkça dayatmada bulunmuştur; 309 310 Somuncuoğlu, age., s. 53. age., s. 53. 133 “Ancak Hıristiyan kiliseler, özellikle mülkiyetle ilgili olarak, zorluklarla karşı karşıya bulunmaya devam etmektedir. Heybeliada’daki Ortodoks Ruhban Okulu’nun 1971 yılında kapatılması konusunda bir ilerleme bildirilmemiştir. Çeşitli kiliselerin yasal statülerinin tanınmamış olması, dini personelin Türkiye’ye erişebilmesi de dahil olmak üzere, bazı kısıtlamalar yaratmaktadır”. Avrupa Komisyonu Sözcüsü Jean Cristoph Philory de 5 Ağustos 2002’de Patrikhane’nin mülklerine ilişkin reformların Avrupa Komisyonu tarafından yeterli görülmediğini ifade etmiştir. Philory, dini azınlıkların mülk edinme ve satma haklarına ilişkin önlemlerin nasıl uygulanacağının önemli olduğunu vurgulamış ve “Dini vakıflara ilişkin yasanın bazı noktaları üzerinde ayrıntılı bilgi isteyeceğiz” demiştir. Bartholomeos, 3 Ekim 2002’de Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Romano Prodi ile bir araya gelmiş ve Brüksel’de yaptıkları bir saat süren görüşmede Ruhban Okulu meselesini de gündeme getirmiştir. Bartholomeos bu görüşmenin ardından; “Kopenhag Zirvesi’nde Türkiye’ye müzakere tarihi vermeyecekler, temaslarımdan bunu anladım. Türkiye’den daha cesur adımlar atmasını bekliyorlar” demiştir. Patrik ve beraberindeki din adamları heyetini, AB Komisyon binasının dışına kadar çıkarak karşıladığı belirtilen Romano Prodi’nin, Rumların açılması için girişimlerini sürdürdükleri, Heybeliada’daki Ruhban Okulu ile yakından ilgilenerek, Türkiye-AB ilişkilerini Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yetkilisi olmayan bir papazla görüşmesi oldukça düşündürücüdür. Prodi-Bartholomeos görüşmesinin AB Komisyonu programında, İstanbul’dan “Constantinople” olarak bahsedilip, verilen randevunun da, “Mr. Prodi, Constantinople Patriğini kabul edecek” şeklinde duyurulması da kasıtlıdır. Bartholomeos, bu görüşmeden sonra yaptığı açıklamada şunları söylemiştir: “Görüşme sırasında Türkiye’deki azınlık hakları ve yabancı vakıflara verilen hakların yeterli olmadığını anlattım. Daha fazla şeyler bekliyoruz. Azınlıklara yeteri kadar haklar verilmeli, verilenler yeterli değil. Ben Sayın Prodi’ye şahsen Türkiye’nin bir an önce AB’ye girmesi gerektiğini söyledim. Bunu her görüşmemde de dile getiriyorum. Türkiye’nin AB’ye girmesi için dua ediyorum”311. Bartholomeos, Yunanistan’ın Ethnos Gazetesi’ne verdiği demeçte, “Türkiye’nin AB üyeliği, Anadolu’da önceden varolmuş Hıristiyan toplumların yaşadığı bölgelerde 311 Salim Gökçen, “Küresel Liderlik Yolunda Avrupa Birliği ve Stratejik Ortağı Fener Rum Patrikhanesi”, http://www.haberanaliz.com/detay.php?detayid=1170 134 yeniden Hıristiyanların yaşamasına izin vermelidir” demiştir. Bartholomeos, Ruhban Okulu’nun açılması ve ekümeniklikin ardından asıl amaçlarından birini daha göstermiştir ve yapmak istediğini açıkça ifade etmiştir: “Eğer Türkiye’nin AB üyeliği bunu müsait kılarsa Hıristiyanlar, yaşadıkları bölgelere tekrar yerleşirlerse, o zaman Patrikhane de o bölgelerde bulunan kiliselerin yeniden ayine açılmalarını düşünebilir”. 2002 yılı Ekim ayının ikinci haftası Türkiye ile ilgili AB ilerleme raporu yayınlanmıştır. AB Raporu’nda Türkiye’de azınlıkların hakları konusunda bazı ilerlemeler olmakla birlikte tam bir özgürlük bulunmadığı öne sürülmüştür. Süryaniler, Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler gibi azınlıkların okullarının bulunmadığı ve kendilerini özgürce ifade edemedikleri iddia edilmiştir. “Laz” ve “Pontus” kültürüyle ilgili araştırmaların yasaklandığı öne sürülmüştür. Raporun, dini özgürlükler bölümünde, dini azınlıkların din adamlarını yetiştirmesi önündeki Hükümeti’nden yasakların defalarca sürdüğü; Heybeliada Rum Ruhban Ortodoks Okulu’nun Kilisesi’nin açılmasına Türk çalıştığı belirtilmiştir. Bu raporlar yayınlanırken Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapalı olmadığı, açık bulunduğu, ancak Fener Patrikhanesi’nin öğrenci bulamadığı için eğitim yapamadığı söylenmemiştir312. AB’nin 2003 ilerleme raporu, konuyla ilgili en kapsamlı rapor olmuş ve cemaatlerin kapsamının genişletilmesi, tanınmayan kiliselerin hukuki statü verilmesi, dini kitapların ithalatında serbestliğin yanı sıra ilk kez Fener Rum Patriği’nin ekümenik sıfatı gündeme getirilmiştir. Dini özgürlükler adı altında tespitlerin ve taleplerin satır başları şöyledir: “Gayrimüslim dini azınlıklar, tüzel kişilik, mülkiyet hakkı ve iç yönetim konularında ciddi engellerle ve din adamı yetiştirme yasağıyla karşılaşmaya devam etmektedir. Yasal düzenlemeler hala yalnızca gayrimüslim cemaatlere ait vakıflara atıf yapmaktadır. Bu husus, Katolik, ve Protestan cemaatleri dahil olmak üzere, vakıf kuramayan diğer dini toplulukları kapsam dışında tutmaktadır. Gayrimüslim cemaatleri açısından ciddi bir endişe teşkil eden el konulmuş taşınmazlar konusu halen ele alınmış değildir. Bu cemaatlerin tüzel kişiliği olmadığından, 312 Yıldırım, age., s. 307. 135 taşınmazlara her zaman el konulabilme riski taşımaktadır ve taşınmazların hukuki yollarla geri alınması çabalarında birçok engelle karşılaşmaktadır. Dini vakıflar, özerkliklerini önemli ölçüde sınırlayıcı şekilde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün müdahalelerine maruz kalmaya devam etmektedir. Mütevellilerin azledilmesi ve vakıf mallarının yönetimine ve muhasebesine müdahale bunlar arasında yer almaktadır. Dini azınlıkların din adamı yetiştirmelerine yönelik yasak devam etmektedir. Kiliselerindeki rahiplerin sayısında azalma karşısında bazı dini azınlık cemaatleri, bu yasağın neden olduğu tehdidi hissetmektedir. Her ne kadar Ağustos 2003’te yetkililerce durumun yeniden gözden geçirileceği bildirilmişse de, mükerrer taleplere rağmen Heybeliada Ruhban Okulu kapalı kalmıştır. Kaynak sıkıntısı dini azınlık cemaatlerinin çoğunun yurt dışında din adamı yetiştirmesine engel olmakta, tabiiyet kriteri ise Süryani ve Keldani kiliselerinde olduğu gibi Türk olmayan din adamlarının çalışma imkanını ve Ekümenik Patrik olma imkanını sınırlandırmaktadır. Ayrıca Türk olmayan din adamları, vize ve oturma izni verilmesi ve yenilenmesi konusunda sıkıntı yasamaya devam etmektedirler. Bu husus özellikle Roma Katolik cemaati açısından önemlidir. Ekümenik Patrik ünvanının resmi biçimde kullanılması gerginlik yaratmıştır”313. AB’nin yasama organı Avrupa Parlamentosu’nun Patrikhane’ye yaklaşımına gelince; AP’nin kararlarının bağlayıcılığı bulunmadığı iddia edilse de, gerçekte bu raporlar ve kararlar özelilikle ilerleme raporlarının temel kaynaklarından birisidir. Bartholomeos’un AB ile ilk resmi teması Avrupa Parlamentosu üzerinden olmuştur. Patrik Bartholomeos 19 Nisan 1994’te parlamentoda devlet başkanı gibi karşılanmış ve bir konuşma yapmıştır. AB Türkiye’ye daha adaylık statüsü bile vermemişken, Avrupa Parlamentosu 24 Ekim 1996’da Türkiye’ye “Dünyanın her tarafındaki milyonlarca Ortodoks Hıristiyan için Konstantinopolis’teki Patrikhane’nin önemini göz önünde bulundurarak, Türk yetkililerin ekümenik Patrikhane’nin tam olarak korunması konusundaki yükümlülüklerinin farkında olarak, ekümenik Patrikhane’nin ve diğer dinsel yerlerin binalarını koruması ve gerekli önlemleri alması” çağrısında bulunmuştur. Parlamento’nun aynı kararında, “Patrikhane’ye doğrudan bağlı olan Heybeliada Ruhban Okulu’nun derhal yeniden açılması” talebi de yer almıştır. Bu kararlarda, Bartholomeos’un ziyaretinin etkisi olduğu açıktır. Görüldüğü gibi Patrikhane-Ruhban 313 Somuncuoğlu, age., s. 56. 136 Okulu meselesinin altyapısı 1996’da hazırlanmış, 2000’den sonra da AB’nin “resmi politikası ve davası” haline gelmiştir314. Avrupa Birliği’nin küresel liderliği sağlama yolunda gelecek 10 yıl içerisinde bugünkünden çok farklı bir Türkiye coğrafyasına ihtiyacı vardır. AB, bu nedenle hayal ettiği Türkiye coğrafyasını oluşturma yolunda bütün projelerini hayata geçirmeye başlamıştır. Fener Rum Patrikhanesi bu projelerin önemli bir ayağını oluşturmaktadır. Patrikhane’nin ekümenik statüye kavuşmasından Anadolu’daki malvarlıkları ve servetleri konusuna kadar birçok alandaki isteklerinin gerçekleşmesi için Türkiye'ye karşı elinden gelen bütün baskı yöntemlerini kullanmaktadır315. Patrikhane, Türkiye’nin AB üyesi olmasını kendisinin ve Rum azınlığın güvencesi olarak istemektedir. Bu yönde izlediği tutum Yunan dışişleri ile karşı karşıya gelmesine de neden olmaktadır. 4.3. Yunanistan’ın ve Yunan Kilisesi’nin Fener Rum Patrikhanesi’ne ve Rum Azınlık Sorunlarına Yaklaşımı Yunanistan ve Patrikhane arasındaki ilişki hiçbir dönemde azalmadığı gibi belirli dönemlerde ise doruğa çıkmıştır. Buluştukları ortak nokta Megalo İdea’dır. Yunanistan uluslararası platformda eski Bizansın mirasçısı rolünü oynarken, patrikhane ise Bizansın bayrağını ve mührünü muhafaza etmektedir. Aziz Pavlos tarafından 51 yılında kurulan ve 451 yılında İstanbul Patrikhanesi yönetimine giren Yunan Kilisesi, Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra 1833 yılında otosefalliğini ilan etmiştir. Fener Rum Patrikhanesi bu durumu ancak 1850 yılında resmen kabul etmiş ve yapılan karşılıklı güven anlaşması ile ilişki yeni bir boyut kazanmıştır. Bu durum iki kilisenin yakınlaşmasına sebep olmuştur316. Bu tarihten sonra Fener Rum Patrikhanesi ile Yunan Kilisesi arasında fazla sorun yaşanmazken Kurtuluş Savaşı Dönemi’nde kral karşıtı bir kişi olan Meletios’un patrik seçilmesi Yunan Kilisesi tarafından tepkiyle karşılanmış, Meletios dinden azledilmiştir317. 314 age., s. 59. Salim Gökçen, “Küresel Liderlik Yolunda Avrupa Birliği ve Stratejik Ortağı Fener Rum Patrikhanesi”, http://www.haberanaliz.com/detay.php?detayid=1170 316 Münir Yıldırım, Yunanistan ve Ortodoks Kilisesi, 1. Baskı, Ankara: Aziz Andaç Yayınları, 2005, s. 74. 317 Toker, age., s. 40. 315 137 Mütareke’den sonra özel olarak İstanbul, genel olarak Türkiye’de Rum–Yunan faaliyetlerinin merkezini, İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesi teşkil ediyordu. 1918’li yıllarda Patrikhane’nin böyle bir merkez durumuna gelmesinde, burasının Yunanistan’ın Türkiye üzerindeki emellerinin gerçekleştirilmesi yolunda çok uygun bir kuruluş olması başlıca rolü oynamıştır. Çünkü Rum Ortodoks Kilisesi, Yunan tarihinde önemli bir fonksiyona sahiptir. İstiklalini kazanan ve bir hayli de genişleyen Yunanistan, hedefine ulaşabilmek için Türkiye’deki Rum azınlığı yalnız Yunan Kilisesi ile etki altına almanın mümkün olamayacağını uzun bir deneme ile anlamıştır. Türkiye’de de başarılı olabilmek için, daha önce çok yararlandığı Türk topraklarındaki kiliseleri Türklere karşı tahrik ve baltalama amacı olarak kullanma kararı vermiştir. Bu kararın bir gereği olarak, 1908’de II. Meşrutiyetin ilanı üzerine faaliyetlerini arttıran Patrikhane’yi, (1910’da Yunan Başbakanlığına muhakkak geleceğini düşünen) Venizelos, yarı resmi de olsa Yunanistan’la birleştirmeyi siyasi programına birinci madde olarak almıştır. Venizelos bu husustaki düşüncelerini; “Patrikhane, Yunanistan’ın emrine girmelidir; bu suretle birleşmiş bir Patrikhane’nin ilerideki milli davalarda rolü pek büyük olacaktır” şeklinde ifade etmiştir. Girit’teki başarılarından cesaret alan Venizelos, Yunan Başbakanlığı’na geçmek üzere Girit’ten ayrıldığı tarihte gizlice papaz kıyafeti ile İstanbul’a gelerek bir Rum’un evinde bir hafta kalmış ve Patrikhane’ye esas programı dahilinde yeni talimatlar vermiştir318. Osmanlı Hükümeti 12 Aralık 1918’de Patrikhaneye bir tezkere göndererek yürürlükteki mevzuata göre, yeni Patriğin niçin seçilmediğini sorduğunda, Patrikhane, bahanelerle Patrik seçimini geciktirmiş, Osmanlı Hükümeti’ne karşı herhangi bir sorumluluk duymamıştır. Bu durum Patrikhane’nin dini kisvesinden sıyrılarak Yunanistan’ın Türkiye’deki bir otoritesi haline gelmesinden kaynaklanmıştır319. Bursa Metropoliti Locum Tenens Doroteos’un Patrik vekilliğine seçilmesi İngiltere tarafından desteklenmiştir. Patrik Vekili, Paris’ten dönerken Atina’da kendini karşılayanlara yaptığı konuşmada şunları söylemiştir; “Patrikhane yalnız emellerini muhafaza ile yetinmedi, milletle birleşerek bu hedefe varılması için el altından tahrik etti ve her zaman Türk’ten ilk darbeyi o yedi. Türkler ilk darbelerini hep Patrikhane’ye 318 319 Güler, Dünden Bugüne Yunan-Rum Terörü, s. 31. Güler, age., s. 34. 138 indirdiler. Rum Milletinin bağırsaklarını söktüler. Cellâtların darbeleri altında can vermiş din adamlarımızı şehit olarak gösteriyorum. Fakat şimdi muzaffer İtilaf orduları ile Yunanlılar bu eski dünyayı yıkıyorlar”320. Doroteos’un Patrik vekilliği zamanında gerçekleştirdiği en önemli faaliyetlerden biri de, Rum okullarında devletin resmi dili olan Türkçe’nin okutulmasını yasaklamasıdır. 9 Mart 1919 tarihinde de resmen bir beyanname yayınlayarak “Patrikhanenin Osmanlı Hükümeti ile münasebetlerini kesmiş ve Rumları tebaa görevlerinden affetmiştir”. Patrikhane’nin Rum tutukluların serbest bırakılması için uğraş vermesi de, bu insanların serbest bırakılınca çeşitli bölgelerdeki Rum çeteleri ile Anadolu’yu işgale başlayan Yunan ordusunda istihdam edilmeleri içindir. Patrik vekili İzmir’in işgali üzerine “Yunan Orduları’nın Hıristiyanlık adına mukaddes cihat yaptıklarını” söylemiştir. Türkiye’deki Rumların Yunan Ordusu’na katılması için resmen beyanname yayınlamıştır. Böylece Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yasayan Rumlar gönüllü sıfatıyla Yunan Ordusu’na katılmışlardır. Patrikhane’nin yaptığı en önemli siyasi faaliyetlerden biri de, çeşitli heyetler teşkil ederek Paris Barış Konferansı’nda Anadolu’nun Yunanlılara verilmesi için teşebbüslerde bulunmasıdır. Sonuç olarak konferansta, Rum Patrikhanesi’nin tahrif edilmiş nüfus istatistikleri ile İzmir’i Yunanistan’a verilmesini vaat etme kararı alınması Patrikhane’nin bu tür çalışmalarının sonucunda olmuştur. Patrikhane’nin ve dolayısıyla da Rum Azınlığın Yunanistan’ın emellerine hizmet eden bir kuruluş haline gelmesinin daha 1910 yıllarında gerçekleşmiş olduğunun bir kanıtı da bu diyalogdan ortaya çıkmaktadır. Yunan Millet Meclisi’nde 5 Mart 1921 yılında yapılan bir tartışmada Dışişleri Bakanı Baltacis’in sözlerinden Patrikhane’nin Yunanistan’a nasıl hizmet ettiği anlaşılmaktadır. Baltacis, Patrikhane’ye hücumlarda bulunan Milletvekili Kampanis’e şu cevabı vermiştir: “Yunan milleti bugün Fener Patrikhanesi’ne şükran borçludur. Onun geçmişteki mücadeleleri, Yunan milletini bu fütuhata nail ettirdi. Sözlerinizi geri alınız...!”321. Yunanlıların İzmir’i işgalinden sonra 1921’de buraya gelen Yunan Kralı Konstantin ile Efes Başpiskoposu arasında geçen konuşma, değil Patrikhane’nin, Efes Metropolitliği’nin dahi kraliyetten ne kadar önde ve ağırlıkta olduğunun bir örneğidir. 320 321 age., s. 37. age., s. 30. 139 Kral Konstantin, “Şurası doğru ki muhterem peder son sevindirici olaylar ordumuzun zaferiyle çok güçlenen Kiliseye gerektiği gibi teşekkür etme fırsatı bırakmadı bize. Ama şimdi emrinizdeyim...” demiş, Efes Başpiskoposu da Kral’a, “Majeste, ordu görevini tamamladığı sürece, özellikle bugün kilisenin başka evlatları kurtarılmayı beklerken bizim yakınmamız doğru olmaz.” karşılığını vermiştir322. Rum Yazar, Adamantios Polyzodies Türkiye hakkında 1924’te Amerika’da çıkarmış olduğu kitabında bu ilişkiyi çok güzel ortaya koymuştur; “İstanbul’un zaptından sonra Rumlar hayli din özgürlüğüne kavuştular. Bu özgürlüğü hem eğitsel hem yurtsever amaçlar için kullanma açıkgözlülüğünü gösterdiler. Her Rum Kilisesi bir okul, her papaz bir öğretmen oldu... Herkesin bildiği olay şudur ki, Rum Kilisesi olmasaydı bir Yunan ihtilali ve bir Yunan bağımsızlığı olamazdı. Bu olay bize Rum milletinin neden kiliselerine bu kadar bağlı olduğunun sebebini gösterir. Bu kilise salt bir dini kurum olmaktan fazla bir şeydir, çünkü o her zaman Yunan ırkının gelenekleriyle, hayalleriyle ve özlemleriyle bir görülmüştür.”323. Ortodoks Kiliseleri’nin en temel özelliği, işte böylesine idare ve siyaset içinde yer almaları, kurdukları lobiler ve sivil toplum örgütleri ile uluslararası düzeyde Helenizm politikası için çalışmalarıdır. “Ekümenik Patrikhane” liderliğinde evrensel kiliseler ağı böyle oluşmuştur. Patrikhane’nin büyük devletler nezdindeki ağırlığının en önemli sebebi de bu güçlü ağdır324. Bu tarihlerde Fener Patrikhanesi ve ona bağlı olan Rum azınlık kendisini müstakil addetmekte ve tamamen Türklük aleyhine çalışmakta, Yunanistan’ın çıkarlarına hizmet etmektedir. Ancak, bu süreçten sonraki geçen sürede Yunanistan’ın Balkanlarda her genişlemesi Osmanlı Devleti’nin ve sonra da Türkiye’nin aleyhine olduğu kadar Fenerin aleyhine de sorunlar yaratmıştır. 1928’de balkan savaşlarından sonra artık Yunanistan sınırları içerisinde olan “Nees Hores” yani “Yeni Bölgeler” dini açıdan “vekaleten” Yunan Kilisesi’ne bırakılmıştır. 1928 yetki devri anlaşmasıyla Yunan Ortodoks Kilisesi’nin tarihindeki en büyük zaferini kazandığı belirtilmektedir325. Yunan Kilisesi bir süredir bu antlaşmayı “unutturma” politikası izlemeye başlamıştır. Bunun 322 Somuncuoğlu, age., s. 18. Uğur Yıldırım, Dünden Bugüne Patrikhane, 2. Basım, İstanbul: Kaynak Yayınları, 2004, s. 42. 324 Somuncuoğlu, age., s. 19. 325 Yıldırım, M., age., s. 76. 323 140 üzerine Bartholomeos Yunan Kilisesi’ni anlaşma koşullarına uymamakla suçlayarak “Yeni bölgeler bizimdir” diye bir anımsatmada bulunmuştur326. Sorunların kaynağı ağırlıklı olarak şu iki noktadır. 1. Patrikhane’nin Katolikler ile anlaşma teşebbüsleri ve Yunan Kilisesi’nin bu duruma tepkisi. 2. Balkan Savaşı sonrası Yunanistan topraklarına katılan metropolitlerin kime bağlı olacağı ve metropolitlerin kim tarafından atanacağıdır. 1928 yılında imzalanan ve Atina Başpiskoposluğu’na yetki veren anlaşma bu durumu belirlemiştir. 1. Girit adası hariç Yunanistan tarafından ele geçirilmiş bölgelerdeki metropolitliklerin tamamının bağımsız Yunan Kilisesi idaresine devir ile Yunan Kilisesi’nin yönetim şekli, örf ve adetlerinin fiilen tatbikine bırakılmasına, 2. Bu metropolitliklerin dini yönden sevk ve idaresinin Atina’da bulunan bağımsız Yunan Kilisesi Ruhani Meclisi’ne ait olduğuna, 3. Bu metropolitlerin seçim ve intihabının, bağımsız Yunan Kilisesi’nin usul ve kaidelerine göre yapılacağı, ancak aday listenin tanziminde patrikhanenin onayının alınacağı, keza Patrikhanenin aday gösterme yetkisinin olduğuna, 4. Bu metropolitlerin herhangi birinin boşalması veya boşalan yere yeni bir metropolitin tayini durumunun bağımsız Yunan Kilisesi başkanı tarafından Patrikhane’ye bildirileceği ve seçim mazbatasının bir suretinin gönderileceği, keza Patrikhane’ye seçilen metropolitin göreve başladığı bildiriminin bizzat ilgili metropolit tarafından Yunan Kilisesi başkanı eliyle yapılacağı belirtilmektedir. Bu anlaşmayla Fener Rum Patrikhanesi bu metropolitlerin müktesep (kazanılmış) hakkı kendisinde kalmak kaydıyla söz konusu bölgelerin yönetimini şartlı olarak Yunanistan Kilisesi’ne bırakmıştır. Bu anlaşmaya rağmen Yunan Kilisesi ile Patrikhane arasında Yunanistan topraklarında bulunan ve daha önce Patrikhane’ye bağlı olan metropolitlerin seçimi konusu sorun olmaya devam etmiştir327. Selanik Piskoposu’nun ölümü ile boş kalan metropolitliğe atanacak kişinin kim tarafından atanacağı sorunu ise Fener Rum Patrikhanesi ile Yunan Ortodoks Kilisesi arasında 75 yıldır süren kavganın tamamen 326 327 Köse, age., s. 238. http://www.pressturk.com/haberler/1066297472.php. 141 alevlenmesine neden olmuştur. Fener Patriği Bartholomeos, bu durumu çözmek için, Yunan Kilisesi lideri Başpiskopos Hristodulos’u İstanbul’a çağırmıştır. Hristodulos ise “Türkiye’de güvenliğinin sağlanamayacağı” gerekçesiyle gitmek istemediğini bildirmiş, bu duruma Bartholomeos şiddetle tepki göstermiştir. Yunan Kilisesi Başpiskoposu 1928 yılındaki anlaşmaya karşı çıkarak, “1928 yılında imzalanan kiliseler arasındaki anlaşma geçerli değildir. Yeni koşullar meydana gelmiştir. Patrikhane’nin ciddi bir sorunu vardır. Müritleri yoktur. Patrikhane Yunan toprakları içinde metropolit adayları konusunda söz sahibi olmamalı. Yunanistan’daki tüm metropolitler aslında Yunan Kilisesi’ne bağlanmalıdır. Belirli bir coğrafi ortamda kilise iki başlı olmamalı. Kilise tek başlı olmalıdır ve Yunan Kilisesi kiliselerin başında bulunmalıdır. Yunan Kiliseleri her zaman ayinlerde başpiskoposu ve Kutsal Sinod’u kutsamalıdır.” şeklinde fikir belirtmiştir328. Fener ise konuyu farklı açıdan değerlendirmiş ve “Fenere karşı Yunan Kilisesi’nden gelen her darbe Ortodoksluğa karşı yapılan bir darbedir. Fener Patrikhanesi Yunan Kilisesi tarafından güçsüz ve istenmeyen bir kilise olarak gösterildiğinde Türk makamları karşısında zayıf kalıyor. Yunan Kilisesi 1928 yılında kiliseler arasında imzalanan anlaşmayı geçersiz saymakla, Yunan Kilisesi Anayasa’yı çiğnemiş oluyor.” demiştir. Fener Rum Patrikhanesi, Yunan Kilisesini suçlayarak kendisine ait olan Kuzey Yunanistan’daki metropolitleri üzerindeki manevi egemenliğe saygı göstermemesi, Selanik, Kavala ve Kozani kentlerindeki metropol kiliselerine Patrikhanenin onayını almadan darbe ve hile ile Piskopos (Metropolit) tayin etmesi, 1928 tarihli anlaşmaya sadık kalmaması ve kilise kurallarını ihlal etmesi, geçen yıldan beri gelen sorunları tırmandırarak Ortodoks kilisesine zarar vermesi nedeni ile Yunan Kilisesi Atina Başpiskoposu Hristodulos ile her türlü ilişkisini kesme kararını Kore, Girit ve 12 Adalar’dan 42 metropolitin katılımıyla aldığını açıklamıştır329. Fener Rum Patriği yaptığı diğer bir açıklamada Yunan Hükümeti’ne uyarıda bulunarak üç büyük metropol kiliselerine tayin edilen metropolitlerin, hükümet tarafından 328 329 onaylanması olasılığında Patrikhane’nin söz konusu Toker, age., s. 41. “Fener Patrikhanesi, Atina Kilisesi’yle İlişkisini Kesti”, Sabah, 1 Mayıs 2004, s. 27. 142 metropolitleri tanımayacağını ve bu kentlere kendi tayin edeceği metropolitleri görev başına getireceğini bildirmiştir. Yunan Kilisesi başı Başpiskopos Hristodulos ise yaptığı açıklamada, İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin olağanüstü toplantıda aldığı kararların, gerçeklere ilgisiz, adil olmayan kararlar olduğunu söylemiş, Patrik’in kararlarından derin üzüntü duyduğunu, ancak buna rağmen Patrikhane’ye saygı ve desteğinin süreceğini belirtmiştir. Bu karar Fener Rum Patrikhanesi ile Yunan Kilisesi arasında kalan Yunan Hükümetini zora sokmuştur. Bu konuyla ilgili olarak Yunanistan Hükümet Sözcüsü Todoris Rusopulos, yaptığı açıklamada, hükümetin Yunan Kilisesi’ne olduğu kadar Patrikhane’ye de saygı duyduğunu, ancak hükümetin bu konuda Yunan Devleti’nin yasalarını uygulayacağını belirtmiştir330. Hükümet düzeyine kadar yansıyan gerilim, Yunan Kilisesi’nin geri adım atmasıyla sona ermiştir. Yunanistan Başpiskopos’u Hristodulos, yüksek sinodu toplayarak Patrikhane’yi tanıma kararı almıştır. Hristodulos yaptığı açıklamada alınan kararla “Yunan Kilisesi Patrikhane’yi her zaman ana kilise olarak kabul edecek” demiştir331. Bunun üzerine Fener Rum Patrikhanesi Genişletilmiş Sen Sinod Meclisi’nin olağanüstü toplantısında alınan kararla Atina Başpiskoposu, Hristodulos ile kesilen ilişkilerini yeniden tesisine, iki kilisenin bundan böyle barış ve beraberlik içinde dini ve manevi görevlerine devam edebileceğini temenni ettiklerini bildirmiştir332. Yunan Kilisesi Başpiskoposu Hristodulos 1998’de seçildiğinde kamuoyunda Fener’e sıcak baktığı şeklinde bir düşünce hakimdir. Ancak zaman ilerledikçe böyle olmadığı Patrikhane tarafından özellikle başpiskoposun Fener’i ziyaretinden sonra anlaşılmıştır333. Patrikhane ve Yunan Kilisesi Brüksel’de AB nezdinde ortak bir büro açma için Haziran-Eylül 1998 arası görüşmeler yapmak üzere anlaşmışlardır. Aslında bunu Fener’in kontrolündeki bir büro şeklinde Avrupa Birliği’nin eski komisyon başkanı Stelyo Berberakis, “100 Yılın Krizi, Hristodulos Şimdilik Saygıda Kusur Etmeyecek”, Sabah, 2 Mayıs 2004, s. 25. 331 Stelyo Berberakis, “Yunan Kilisesi Geri Adım Attı”, Sabah, 29 Mayıs 2004, s. 26. 332 “Patrikhane, Atina İle Yumuşadı”, Sabah, 05 Haziran 2004, s. 25. 333 Bülent Durmaz, “Balkanlarda Slavist ve Ortodoks Eksenli Politikalar, Fener Rum Patrikhanesi İle Ruhban Okulu ve Türkiye Üzerindeki Emeller”, Harp Akademileri Tezi, İstanbul, 2002, s. 4–75. 330 143 Jacques Delors istemiştir. Ancak bu konu Türkiye’nin izin vermemesi üzerine 1994’te sonuçsuz kalmıştır. Bu son anlaşmayı da Başpiskopos Hristodulos bozmuş ve yalnız Yunan Kilisesi adına bir büro açmıştır. Bunun üzerine Efes Metropoliti Hırısostomos, Fener adına Başpiskoposu protesto etmiştir. Patrik Bartholomeos, 965 protokol numaralı mektubunda Başpiskopos’a hitaben, “bir diyalog başlattık ancak siz bunu bozdunuz” demiş ve Brüksel bürosunun kapatılmasını istemiştir. Hristodulos da verdiği yanıtta, Fener’den bunun için izin almayacaklarını, ayrıca büroyu Yunan Devleti’nin de istediğini belirtmiştir. Bunun üzerine Bartholomeos, tekrar bir mektup yazarak, Patrikhane’nin Atina’da büro açtığını, sorumluklarının da ilerde bildirileceğini açıklamıştır. Bunun üzerine şöyle bir uzlaşmaya varılmıştır; Brüksel’deki büro özerk olacak, Avrupa’daki Ortodoksluk konularında iki kilise işbirliği yapacaktır. Bu anlaşma üzerine, Atina Başpiskoposu da, Patrikhane’nin Atina’da bir büro açmasına sert bir şekilde karşı çıkan Yunan Kilisesi Kutsal Meclisi’ni “bypass” ederek büronun varlığını üç şartla kabul etmiştir: Büro, Yunan Kilisesi’nin içişlerine karışmayacak, iki kilise arasındaki iletişim eskisi gibi sağlanacak, yani Atina Bürosu muhatap kılınmayacaktır. Yunanistan’daki resmi protokolde, eğer Başpiskopos orada bulunuyorsa o önde oturacak eğer temsilci varsa, o zaman Patrikhane temsilcisi ilk sırada yer alabilecektir. Fenerin, zaman zaman Vatikan’la diyalogu sürdürmesi de, bu konuda daha muhafazakâr olan Yunan Kilisesi’nin tepkisini çeken diğer konulardan biridir334. Nitekim Patrik Athinagoras’ın 1964 yılında Kudüs’e gidişi Patrik ile Yunan Kilisesi arasında anlaşmazlığı tamamen su yüzüne çıkarmıştır. Yunan Ortodoksları Papa VI. Paul ile Patrik Athinagoras’ın Vatikan karşısında izlediği tehlikeli tutumun sonuçlarından Ortodoksluğun korunması için dualar etmişlerdir. Diğer taraftan Atina Başpiskoposu Hrisostomos, bütün Yunanistan Kiliseleri’nde Athinagoras’ın izlediği yolun, Ortodoksluk için meş’um (uğursuz) olduğunu belirtmiştir. Benzer bir olay da 2003 yılında yaşanmıştır. Yunanistan’da 20 Ortodoks manastırının yer aldığı özerk Aynaroz Yarımadası’nda bulunan Esfigmenos Manastırı’nın papazları, bağlı bulundukları İstanbul’daki Fener Rum Patriği 334 Durmaz, age., s. 4–76. 144 Bartholomeos’un Vatikan’la ilişkilerini geliştirme kararına karşı çıkarak ayaklanmışlardır. Manastırın kulesine siyah bayrak çekilirken başrahip, “Ya Ortodoksluk ya ölüm… Ben 19 yaşından beri bu manastırdayım. Yetkililer, suyumuzu, elektriğimizi, gazımızı kestiler. Ancak mücadele edeceğiz. Her şeye hazırız” demiştir. Fener Rum Patrikhanesi bir açıklama yaparak, 117 papazı işgalci olarak nitelendirmiştir. Aynaroz yönetimi ise papazlara manastırı boşaltma çağrısı yapmış, ancak papazlar bu çağrıya uymamıştır335. Yukarıdaki iki olay bile, Patrikhane ile Yunan Kilisesi arasındaki önemli bir görüş ayrılığının göstergesidir. Diğer bir konuda, AB üyeliği konusunda Patrik’in Türk dış politikasını destekler demeçler vermesidir. Bu durum hem Yunan Kilisesi’ni hem de Yunan Dış işlerini rahatsız etmektedir. ABD başkanı Clinton’un danışmanlarından Stefanopulas, Patrik Bartholomeos’la görüştükten sonra Atina’ya gitmiş ve orada şu açıklamayı yapmıştır: “Patrik, Gümrük Birliği’nin gerçekleşmesinin İstanbul’daki Rum toplumunun yaşayabilmesi açısından önemli olduğunu söylüyor. Amerika yönetimi olarak İstanbul’da Rum toplumunun yaşayabilmesi için güvence veriyoruz. Patrik’e de bu güvenceyi verdim”336. Bu açıklama, ABD’nin Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyeceğini gösteren bir gelişmedir ki, Yunan dış politikasına aykırıdır. Bu nedenle Stefanopulos, Atina’dan tepki görmüştür. Bartholomeos ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Holbrooke ile yaptığı görüşmede de, Türkiye’nin Avrupa’nın bir parçası olduğunu, AB ve Gümrük Birliği’ne alınması gerektiğini söylemiştir337. Ankara, Atina’nın Gümrük Birliği konusunda vetosunu kullanması halinde Yunanistan’a karşı bazı yaptırımlar uygulayacağını açıklamıştır. Bu açıklamalardan bir tanesi de Yunan din adamlarının İstanbul’a gelişlerinde engelleneceği idi338. Yunanistan Devleti’nin ve Yunan Kilisesi’nin, Patrikhane ile yaşadığı sorunlar, Yunanistan Devleti’nin, Patrikhane’ye para yardımı yapmasını engellememiştir. Son yıllarda Yunan Hükümeti’nin Patrikhaneye yolladığı yıllık paranın ayrıntılı hesabını 335 Toker, age., s. 40. Nur Batur, “Atina’da Stefanopoulos Şoku”, Hürriyet, 30 Ağustos 1995, s. 18. 337 “Rum Ortodoks Patriği’den Türkiye’ye Destek”, Dünya, 23 Şubat 1995, s. 1. 338 “Atina’da Veto İçin Önemli Toplantı”, Hürriyet, 9 Ocak 1995, s. 25. 336 145 istediği, Patrikhane’nin Atina’yla “mesafesini” korumak için bunu reddettiğini bilinmektedir. Bu parayı Yunanistan’ın hem tarihi geçmiş hem de dış politika açısından beklentileri karşılığında ödediği düşünülmektedir. Bu nokta şöyle yorumlanmaktadır: “Yunan Hükümeti’nin kendisine destek vermesi, sadece Türkiye’nin anlamadığı bir kurumu Türkiye’ye karşı kullanma siyaseti ile açıklanabilir, Patrik’in Yunanistan’daki kilisenin başı olmasıyla değil”339. Sokaktaki bir Yunanlı açısından bakıldığında Patrikhane bugün, zihnindeki şanlı Bizans geçmişinin bugünkü mehter takımından ibarettir. Onu “izler” ve “dinler” o kadar. Ruhani önemi ise, Yunanistan toplumundaki sekülerizasyon sürecine paralel olarak, çoktan sembolikleşmiştir340. Patrik Bartholomeos’un 1997 yılı Mayıs ayındaki bir açıklamasında, Türkiye ile Yunanistan’ı kastederek “... barış içerisinde bir arada yaşamanın yolunu bulmalıyız, aksi taktirde hepimiz aptallar gibi mahvolabiliriz” demiştir341. 90’lı yılların ortalarında, Yunanistan’ın Balkanlardaki Ortodoks hamiliği ve önderliği çabaları Yunanistan Devleti ile Patrikhane ilişkilerinde yeni bir dönem başlatmıştır. Yunan Kilisesi ile arasındaki gerginlik yüzünden göreve geldiği 9 yıldır Atina’yı ziyaret etmeyen Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos Mayıs 1999’da Yunanistan’da ender yapılan bir törenle karşılanmıştır. Olimpic Havayolları’nın tahsis ettiği özel bir uçakla İstanbul’dan Atina’ya gelen Patrik Bartholomeos’u Yunanistan Cumhurbaşkanı Kostis Stefanopulos, Başbakan Kostas Simitis ve Yunan Kilisesi Başpiskoposu Hristodulos karşılamıştır. Cumhurbaşkanı Stefanopulos ile Başbakan Simitis ise Patriği uçağın merdivenlerinde karşılamışlardır. Karşılamada, Bakanlar Kurulu üyeleri, ana muhalefet partisi lideri Kostas Karamanlis ve Metropolitlerin yanı sıra Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları’nın da bulunması dikkat çekicidir. Bundan sonra Patrik, kaldığı otelin balkonundan halka seslenerek barış ve kardeşlik çağrısı yapmıştır. Daha sonra üçüncü büyük tören Atina’nın en büyük kilisesi olan Metropolit’te düzenlenmiştir. Patrik ve Hasan Ünal, “Patrikhaneyi Kapatmalı mı?”, Milliyet, 21 Kasım 1995, s. 21. Köse, age., s. 240. 341 Faruk Sönmezoğlu, Türkiye–Yunanistan ilişkileri&Büyük Güçler, İstanbul: Der Yayınları, 2000, s. 350. 339 340 146 Başpiskopos Grand Bretagne otelinden birlikte yürüyerek kiliseye gelmişlerdir. Kiliseye giden yolun iki yanında tören giysileri içinde askerler sıralanmıştır342. Kilisede düzenlenen ayine ise Cumhurbaşkanı Stefanopulos ve Başbakan Simitis başta olmak üzere bütün devlet erkanı katılmıştır343. Konuşması Yunanistan Devlet Televizyonu tarafından canlı olarak yayınlanan Bartholomeos, kendisinin son 9 yıldır Yunanistan’ı ziyaret eden ilk Fener-Rum Patriği olduğunu belirtmiştir344. Yunanistan ile Kilise arasındaki bağlantıyı ve bunun anlamını Niyazi Berkes, şöyle özetlemiştir; “...Kilise Yunan milliyetçiliğinin asıl temsilcisi olarak kaldı, Yunan Milliyetçiliğine gıda veren kaynak ne Eflatun ve Aristo’nun Hellas’ı, ne de Batı Avrupa’nın liberal ve sosyalist fikirleridir. Yunan Milleti en başarılı şekilde papaz teokrasisinin yaratığıdır. Bizde yobazlar, ulusal duygulara her zaman yabancı kalmışlardır. Yunanlılarda ise ulusçuluğun rehber ve bekçileri papazlar olmuştur. Kiliseyi ve Ortodoksluğu yok farz ediniz. Yunan ulusçuluğunun birlik içinde bir ulus olarak ayakta durabileceği şüphelidir. Türk ulusçuluğu, Halife teokrasisini önleyebildiği zaman mümkün olabildi. Yunanlılarda ise bunun tersi olmuştur.”345. Yeni Roma’nın neresi olduğu Patrikhane’nin www.patriarchate.org adresindeki internet sitesinde anlatılmaktadır. Bu ilginç sitede ilk dikkat çeken husus, açılış sayfasında, bilgilerin güncellenmediği, bu sebepten Yunanistan Ekümenik Patrikliği resmi sitesinden yararlanılabileceği uyarısının yer almasıdır. “İngilizce” ve “Yunanca” dillerindeki sitede, Patrikhane ile irtibat adresi, telefon ve faks numaraları ise İstanbul olarak gösterilmektedir. Bu durum bir Türk Kurumu olan, olması gereken Patrikhane’nin, söz konusu gerçeği, dolayısıyla Lozan’ı nasıl dikkate almadığını en somut örneklerinden biridir. Bartholomeos mecbur kaldığında, “Patrikhane’nin durumu Türkiye ile Yunanistan ya da Kıbrıs arasındaki ilişkilere göre belirlenemez. Biz Türkiye’nin vatandaşlarıyız, bu toprakların parçasıyız, ölülerimiz de burada. Kimseye (başka yere gidin) deme hakkını tanımayız.” diye meydan okusa da, özgeçmişi ile ilgili bölümde 7 dil bildiği yazılırken, ilk sırda Yunanca, ikinci sırada İngilizce’nin belirtilmesini, Türkçe’nin ise ancak üçüncü sırada yer almasını, Patriğin gerçek aidiyet 342 Köse, age., s. 241. Nur Batur, “Patrik’e Müthiş Tören”, Hürriyet, 21 Mayıs 1999, s. 20. 344 İlhan Tahsin, “Atina’dan Patrik’e Onursal Başkanlık”, Türkiye, 27 Mayıs 1999, s. 15. 345 Berkes, age., s. 22–23. 343 147 hislerine ilişkin bir gösterge olarak yorumlamak mümkündür. Batholomeos’un özgeçmişin ilk cümlesinin, “Dünya çapında 300 milyon Hıristiyan Ortodoks’un ruhani lideri” diye başlaması da başlı başına önemlidir346. Sonuç olarak, Lozan’dan bu yana Türk-Yunan ilişkilerinin odağında yer alan Patrikhane ve Rum azınlığı sorunları her iki ülke tarafından da dikkatle izlenmektedir. Patrik bir gazeteye yaptığı açıklamada Türk-Yunan ilişkilerinin kıskacı altında yasadıklarını ifade etmiştir347. AB üyesi olan Yunanistan’ın Balkanlarda izlediği Fener Patrikhanesi merkezli politikalar AB ve ABD tarafından Balkanlardaki Ortodoksların kontrolünü sağlaması bakımından desteklenmektedir. Bu, Patrikhane’nin diğer ulusal ortodoks patrikleri tarafından ekümenik olarak tanınması ile gerçekleşebilecektir. Bu durum ise Yunanistan’ın menfaatine olacaktır. 346 347 Somuncuoğlu, age., s. 21. Doğan Ertuğrul, “Türk-Yunan İlişkileri Kıskacındayız”, Zaman, 13 Mayıs 1996, s. 4. 148 SONUÇ Rum azınlık, Bizans İmparatorluğu yıkıldıktan sonra Osmanlı Dönemi’nde ve Türkiye Cumhuriyeti’nde, Patriğine her konuda güvenmiş, onu tek otorite olarak kabul etmiştir. Fatih Sultan Mehmet tarafından verilen berat ile patrik, geniş yetkiler ve ayrıcalıklarla donatılmıştır. O zamana kadar imparatorun emrinde bir dinsel başkan olan patrik böylece imparatorun koruyuculuğunda, kendi topluluğunun birçok dünyasal işlerinin de tartışılmaz yöneticisi olmuştur. Patrikhane’nin ve Rum Azınlığın istekleri, geçmişten günümüze gelen yıkıcı faaliyetleri nedeniyle iyi niyetli de olsa kuşku ile karşılanmaktadır. Patrikhane ve Rum Azınlığın artık Bizans İmparatorluğu’nun yeniden kurulması, Pontus ve Megalo İdea gibi isteklerinden ve girişimlerinden vazgeçmesi gerekmektedir. Ekümeniklik iddiasındaki Patrikhane’nin ve Rum Azınlığın bütün siyasi faaliyetlerde Türk vatandaşları olduklarını unuttukları ve Rum kimliklerinin ön plana çıktığı, geçmişte yaşanan olaylarla bilinmektedir. Patrikhane, Osmanlı İmparatorluğu Döneminde ve Kurtuluş Savaşı’nda takındığı tavır nedeni ile düştüğü en kötü durumlarda bile İstanbul’dan ayrılmak istememiştir. Bunun sebebi Bizans İmparatorluğu hayalininin korunarak Patrikhane bünyesinde yaşatılmak istenmesidir. Patrikler, ideolojilerini yaşatmanın yolunun eğitim olduğunun bilinci ile Rum Azınlığı okullarında eğitmiş, Rum milliyetçiliği ve vatanseverliği fikirlerini öğrencilerine aşılamışlardır. Bu duygularla yetiştirilen papazlar ve Rum vatandaşlarımız ülkenin her köşesinde, bu fikirlerini yaymaya çalışmışlardır. Patrikhane ve Rum Azınlık, kendilerine verilen bütün ayrıcalıklara rağmen belirtilen nedenlerden dolayı Türk toplumu ile bir türlü kaynaşmamıştır. Türk Milleti’nin yapısında mevcut olan hoşgörü, zayıfları himaye etme ve bağışlayıcılık vasıfları bile zaman içinde Patrikhane’yi ve Rum azınlığı Bizans ruhundan ve kininden uzaklaştıramamıştır. Patrikhane’nin yaşattığı Ortodoks İttifakı ve sağladığı siyasi güç, Rum Azınlık adı altında, başta Yunanistan olmak üzere Rusya, ABD ve AB tarafından değişik zamanlarda ve değişik şekillerde Türkiye üzerinde kullanılmaya çalışılmıştır ve çalışılmaktadır. 149 Zaman içinde yapılan faaliyetler ve etkinlikler değişse de ana fikir değişmemiştir. Patrikhane’nin ve Rum Azınlığın ana fikri Constantinapolis’in (İstanbul) başkent olduğu Bizans’ın ihya edilmesi, Anadolu topraklarından Türk’lerin ve Müslümanlığın çıkarılmasıdır. Atatürk 20 Ocak 1923’te Patrikhane konusunda “Hıristiyan hemşerilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluğa ve felakete sebep olan Rum Patrikhanesi’ni topraklarımız üzerinde artık bırakamayız. Yeni Türkiye şeref ve haysiyet, kudret ve kuvvetini müdrik ve hukukunu muhafaza için mevcudiyetini tehlikeye atmaya hazırdır.” demek suretiyle tehlikenin büyüklüğünü ve uygulanması gereken politikayı işaret etmiştir. Cumhuriyet tarihimizin üzücü olaylarından biri olan 6–7 Eylül olayları, İngiltere’nin Kıbrıs’taki çıkarlarını korumak amacıyla yaptığı etkileme ve kışkırtmalarla sadece Rum Azınlığı değil, bütün azınlıkları etkilemiştir. Olayların bu kadar büyümesinde İngiltere’nin yanında, Kıbrıs’taki soydaşlarımıza Rum’lar tarafından yapılan eziyetlerin, Rum Azınlığın ve Rum basının Kıbrıs konusunda Yunanistan’ın tarafını tutması ve Rum Azınlığın hala kendilerini bir Türk vatandaşı olarak hissetmemelerinin de payı göz ardı edilmemelidir. Olaylardan sonra yurt içinde başlatılan yardım kampanyalarıyla zararların büyük bir kısmı tazmin edilmeye çalışılmıştır. Rum Azınlık ile ABD ve AB’nin ortak olarak uzlaştıkları ve Türkiye’den çözümünü istedikleri sorunlardan biri de Azınlık Vakıfları’nın mülk edinmesidir. Rum Azınlık yurtiçinde ve yurtdışında Vakıf malları sorunu konusunda sadece kendilerinin mağdur olduğu gibi bir yanlış izlenimi kasıtlı olarak sürekli gündeme getirmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, kanun çerçevesinde mazbut, yani temsilcisi olmayan kapsamına alarak yönettiği vakıf sayısı 41 bin 550’dir. Bunlardan cemaat vakıflarının sayısı 40–50 civarındadır. Mazbut vakıf kapsamına alınan Müslüman vatandaşların vakıfları, azınlıkların kat kat üstündedir fakat bu durum Patrikhane tarafından görmezden gelinmektedir. Fener Rum Patriği Batrholomeos, Büyükada Yetimhanesi ve Kınalıada Manastırı Çocuk Kampı için de mağdur edildiklerini söylemiştir. Fakat Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne karşı açılan dava reddedilmiştir. 150 ABD’nin baskısıyla Vakıflar Kanunu’nda yapılan değişiklik ile Patrikhane ve Azınlık Vakıfları’na hibe yoluyla taşınmaz mal sahibi olma imkânları tanınmıştır. Patrikhane ve Ayasofya etrafındaki bina, işyeri ve arsalar, Rumlar ve bilhassa Türk iş adamlar tarafından satın alınarak Patrikhane’ye hibe edilmektedir. Bu durum tapu kayıtları incelenerek takip edilmeli ve gerekli önlemler alınmalıdır. Patrik Bartholomeos’un döneminde bina genişletme, onarma ve yeniden açma çabaları hız kazanmıştır. İstanbul’da sadece 2000–3000 Rum kalmasına rağmen kiliseleri restorasyon çalışmalarının azim ve kararlılıkla sürdürülmesi dikkat çekicidir. Fener Rum Patriği’nin Ekümeniklik meselesini sürekli gündemde tutmak için yaptığı açıklamalar ve bunu destekleyici girişimleri uluslararası bir boyut almakta ve gün geçtikçe de büyümektedir. Patrikhane’ye ekümeniklik ile uluslararası bir statü tanınırsa bu durum Lozan Antlaşması ile alınan hakların daha güçlü olarak geri verilmesi anlamına gelmektedir. Böylece Patrikhane, yaklaşık 300 milyon Ortodoks’un liderliğini üstlenmiş olacaktır. Bu durum devlet içinde devlet olma konumunu doğuracağı gibi Patriğin devlet başkanı statüsü kazanması ile Türkiye’yi daha güç durumlara düşürecek güce kavuşmasını da sağlayacaktır. Bu konumun ileride Türkiye Cumhuriyeti’ne büyük zorluklar çıkaracağı ortadadır. Fener Rum Patrikhanesi ile olan sorunları yakın zamanda Türkiye uluslararası platformda çözmek zorunda kalacaktır. Bu da Lozan dahil haklı olduğu konularda bile taviz vermesine yol açabilecektir. Bu durum kesinlikle en kısa sürede gerekli tedbirler alınarak engellenmeli, Batı Trakya’daki vatandaşlarımız için de bu isteklerin eşdeğerleri muamele kapsamında Yunanistan’dan istenmelidir. Böylece Yunan halkının çok hassas olduğu bu konular gündeme geldiğinde gerçekleştirilemeyeceğinden, Türkiye’nin de eline büyük bir koz geçeceği düşünülmektedir. Fener Rum Patrikliği’nin Ekümeniklik konusunda en büyük rakibi Rus Kilisesi’dir. İmparator Konstantin’in İmparatorluğu’nun merkezini Bizans’a taşıması ile Roma’daki Papalığa karşılık kurdurduğu ve nüfuz sahasını genişlettiği Patrikhane’nin, fetihten sonra itibarını kaybettiğini düşünen Rusya, Moskova’dan, “Üçüncü Roma” olarak bahsetmeye başlamış, Rus Kilisesi de, Bizans Kilisesi’nin unvanını kazanmak istemiştir. Bu nüfuz rekabeti hala devam etmektedir. Fener Rum Patrikhanesi ve Vatikan’ın, iki kilisenin birleştirilmesi konusunda değişik zamanlarda yaptıkları girişimler, mezhepler arasındaki karşılıklı nefret 151 yüzünden bugüne kadar başarılı olamamıştır. Bunun sebebi her iki Kilisenin de Hıristiyanlığı kendilerinin temsil ettiği görüşü ve her iki muhafazakâr kesimin engellemeleridir. Fener Rum Patriği Bartholomeos uluslararası camiada kendisini “Ekümenik” ve Patrikhane’yi de Ortodoksların ruhani merkezi olarak kabul ettirebilmek için çok sık yurt dışı ülkelerini ziyaret ettiği gibi, yurt içinde de önemli kişileri ağırlamıştır. Patrik yurt içi ve yurt dışı ilişkilerinde devlet başkanı gibi davranarak ve Türk dış politikası aleyhinde bir siyaset takip ederek Lozan Antlaşması’nı ihlal etmektedir. Bu geziler ve ziyaretçi kabulleri dikkatle takip edilmeli, patriğin siyasete karışması engellenmeli ve Lozan’da belirlenen statüsünün devamlılığı sağlanmalıdır. Patrikhane’nin düzenlediği sempozyumlarda seçilen konuların, çoğu insanın duyarlı olduğu mevzularda seçilmesi dikkat çekicidir. Sonuç bildirgelerinde yapılan açıklamalar ve ekümenik patrik imzaları gerçek amacın sempozyumda ele alınan konulardan çok Patrikhane’nin ve Rum Azınlığın sorunlarını ulusal ve yerel basın aracılığıyla gündeme getirip çözüm aramaya çalıştığını ortaya koymaktadır. Patrikhane’nin Patrik seçim sisteminin değişmesi konusunda istekleri vardır. Patriğin kilise kanunlarına göre seçilmesi ve Türkiye’nin bu konuya karışmaması istenmektedir. Bunun anlamı patriğin ABD’dekiler de dahil Fener Patrikhanesi’ni kabul eden bütün Ortodoks Kiliseleri’nin temsilcilerinden oluşan dini bir konsülce seçilebilmesidir. Patrikhane’nin başına Türk vatandaşı olmayan birinin gelmesi, ileride Türkiye’nin patriğe karşı tavır almasını gerektirecek bir durumun ortaya çıkması halinde başta patriğin vatandaşı olduğu ülke olmak üzere, Ortodoks ve Katolik ülkelerin sert tepkisi ile karşılaşması anlamına gelmektedir. Türk vatandaşı olmayan ya da Türkiye’deki metropolitliklerde görev yapmayan papazların patrik olarak seçilmeleri kesin olarak engellenmelidir. Heybeliada Ruhban Okulu sorunu Türkiye’nin Rum Azınlık ile ilgili önemli konularından biridir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde yüksek okulların kuruluş koşullarını belirleyen Anayasa’nın 130. ve 132. maddeleri de, Ruhban Okulu’nun yüksek okul statüsünde eğitim yapmasını engellemektedir. Anayasa’nın 130. maddesi, bilimsel özerkliğe sahip üniversitelerin devlet tarafından kanunlarla kurulmasını emretmektedir. Dini özerkliğe sahip bir okulun kurulması, ancak bu maddenin değiştirilmesi ile mümkündür. 132. madde ise, sadece Türk Silahlı Kuvvetleri ve 152 Emniyet Teşkilatına bağlı özel yüksek öğretim kurumları açılabilir demektedir. Bir Hukuk Devleti olduğu hususunda kimsenin şüphesinin olmadığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde, Anayasa’nın bu maddeleri çerçevesinde Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması bu koşullarda mümkün değildir. Rusya ve AB’nin etki sahasında bulunan Balkanları Ortodoks/Slav ittifakı kontrol etmeden, kontrol edemeyeceğini anlayan ABD son yıllarda Balkanlar için yeni politika geliştirmektedir. Bunun önemli adımlarından birisi Fener Rum Patrikhanesi’ni kontrolü altına almaktır. ABD, Patrikhane’yi kontrol ederek 250–300 milyon arasında Ortodoks/Slav dünyasını etki altına almaya çalışmaktadır. ABD, Patrikhane’nin ekümenlik statüsünün sağlanmasını ve Patrikhane’nin Türkiye’de bağımsız hale gelmesini yani Vatikanlaşmasını arzulamaktadır. ABD bu girişimlerde Yunanistan’ı da yanına almaktadır. Avrupa Parlamentosu da uzun süreden beri, Fener Rum Patrikhanesi’nin Ekümenik statüsünün tanınması, Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması, Anadolu’nun değişik yerlerinde bulunan yıkık veya müze haline getirilmiş, hatta cemaati dahi olmayan kiliseler ve buralardaki Patrikhane’nin mal varlığı ve hakları konusunu gündeme getirmektedir. Bu, Avrupa Birliği’nin Balkan politikasının önemli unsurlarından biridir. Balkanlar’da yaşayan halkların önemli bir bölümü Ortodoks’tur ve bölgede Avrupa Birliği ile Rusya arasında da bir menfaat çatışması bulunmaktadır. Avrupa Birliği, Balkanlar’da kontrolü ele geçirmek için ABD gibi Ortodoksluğu kullanma çabasındadır. Bunu da, Fener Rum Patrikhanesi’ne Ekümenik bir statü kazandırarak ve Patrikhane’nin tüm Ortodoks dünyası üzerindeki egemenliğinin tanınmasını sağlayarak başarmaya çalışmaktadır. Yunanistan Devleti ile Patrikhane’nin organik ilişkisi bilinmektedir. Yunanistan Patrikhane’ye para yardımı yapmaktadır. Yunanistan’ın para yardımı yapmasının nedeni hem tarihi geçmiş hem de dış politika açısından beklentileridir. Son yıllardaki Yunanistan’ın Balkanlardaki Ortodoks hamiliği ve önderliği çabaları bu beklentileri daha da arttırmıştır. Patrikhane ve Rum Azınlık ile ilgili yaşanan sorunlar günümüzde de hala gümdemdeki yerlerini korumakta ve Türkiye’ye karşı bir baskı aracı olarak kullanılmaya çalışılmaktadır. 153 Patrikhane ve Rum Azınlığın istekleri ve çözüm arayışlarında bu sorunların uluslararası platforma çekilmesine izin verilmemelidir. Rum Azınlığı temsil ettiğini ileri süren ve sorunların çözümünde uluslararası devletlerin yardımını isteyen Patrikhane’nin bu tür girişimleri engellenmeli ve sorunların çözümünde sadece Rum vatandaşlarımız muhatap olarak alınmalıdır. 154 EKLER EK- 1348 Lozan Barış Antlaşması’nda Azınlık Hakları ile İlgili Maddeler Madde 37. Türkiye, 38. maddeden 44. maddeye kadar olan maddelerin kapsadığı hükümlerin, temel yasalar olarak tanınmasını hiçbir kanunun, hiçbir yönetmeliğin (Tüzüğün) ve hiçbir resmi işlemin bu hükümlere aykırı ya da bunlarla çelişir olmamasını ve hiçbir kanun, yönetmelik (tüzük) ve hiçbir resmi işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir (taahhüt eder). Madde 38. Türk Hükümeti, Türkiye’de oturan herkesin doğum, bir ulusal topluluktan olma (milliyet, nationalité) dil, soy ya da din ayrımı yapmaksızın hayatlarını ve özgürlüklerini korumayı tam ve eksiksiz olarak sağlamayı yükümlenir. Türkiye’de oturan herkes, her dinin, mezhebin ya da inancın kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı olmayan gereklerini, ister açıkça ister özel olarak, serbestçe yerine getirme hakkına sahip olacaktır. Müslüman olmayan azınlıklar, bütün Türk vatandaşlarına uygulanan ve Türk Hükümeti tarafından milli savunma ya da kamu düzeninin korunması için ülkenin tümü ya da bir parçası üzerinde alınabilecek tedbirler saklı kalmak şartıyla, dolaşım ve göç etme (yerleşme) hakkından tam olarak yararlanacaklardır. Madde 39. Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları, Müslümanların yararlandıkları aynı yurttaşlık (medeni hukuk) ve siyasal haklardan yararlanacaklardır. Türkiye’de oturan herkes din ayrımı gözetilmeksizin kanun önünde eşit olacaklardır. Din, inanç ya da mezhep farkı, hiçbir Türk vatandaşının yurttaşlık haklarıyla (medeni haklar) siyasal haklarından yararlanmasına ve özellikle kamu hizmet ve görevlerine kabul edilme, yükselme, onurlanma ya da çeşitli mesleklerde ve iş kollarında çalışmasına, sanayi ile uğraşmasına engel olmayacaktır. Bütün Türk vatandaşlarının, gerek özel gerek ticari ilişkilerinde, din, basın ve her çeşit yayın konusunda ve açık toplantılarda dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır. Resmi dil mevcut olmakla birlikte, Türkçeden başka dille konuşan Türk vatandaşlarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için uygun kolaylıklar sağlanacaktır. 348 Lozan Barış Konferansı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı, 1993, s. 10. 155 Madde 40. Müslüman olmayan azınlıklara mensup olan Türk vatandaşları hem hukuk bakımından hem de uygulamada diğer Türk vatandaşlarına uygulanan aynı muamele ve aynı güvencelerden (garantilerden) yararlanacaklardır. Bunlar özellikle giderleri kendilerine ait olmak üzere her türlü hayır kurumuyla, dinsel ya da sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dini ayinleri serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır. Madde 41. Genel (kamusal) eğitim konusunda, Türk Hükümeti, Müslüman olmayan Türk vatandaşlarının önemli oranda oturdukları il ve ilçelerde, bu Türk vatandaşlarının çocuklarının ilkokullarda kendi dilleriyle eğitim yapmalarını sağlamak amacıyla uygun kolaylıklar gösterecektir. Bu hüküm Türk Hükümeti’nin söz konusu okullarda Türk dilinin öğrenimini zorunlu kılmasına engel olmayacaktır. Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşlarının önemli oranda bulundukları il ve ilçelerde, söz konusu azınlıklara devlet bütçesi, belediye ya da diğer bütçelerce, eğitim, din ya da hayır için ayrılan tutarlardan, hak gözetirliğe uygun ölçülerde pay ayrılacaktır. Sözü geçen tutar ilgili kurumların yetkili temsilcilerine ödenecektir. Madde 42. Türk Hükümeti, Müslüman olmayan azınlıkların aile durumlarıyla (statüleriyle, aile hukukuyla) kişisel durumları (statüleri, kişi halleri) konularında, bu sorunların adi geçen azınlığın görenek ve geleneklerine göre çözülmesine elverecek tedbirleri almayı kabul eder. Bu tedbirler, Türk Hükümeti ile ilgili azınlıklardan her birinin eşit sayıda temsilcilerden kurulu bir özel komisyonlarca düzenlenecektir. Anlaşmazlık çıkarsa Türk Hükümeti ile Milletler Cemiyeti Avrupa hukukçuları arasından birlikte seçecekleri bir hakemi, üst hakem olarak atayacaklardır. Türk Hükümeti sözü geçen azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve diğer dini kurumlara her türlü korumayı sağlamayı taahhüt eder. Ayni azınlıkların hali hazırda Türkiye'de bulunan vakıflarına dini ve hayır kurumlarına her türlü kolaylık sağlanacak ve izin verilecektir. Ve Türk Hükümeti yeni dini kurum ve hayır kurumu kurulması için, bu nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan, hiçbirini esirgemeyecektir. Madde 43. Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları, inançlarına ya da dinsel ayinlerine aykırı herhangi bir davranışta bulunmağa zorlanamayacakları gibi, hafta tatili (dini istirahat) günlerinde mahkemelerde 156 bulunmadıkları ya da kanunun öngördüğü herhangi bir işlemi yerine getirmemeleri yüzünden haklarını yitirmeyeceklerdir. Ancak bu hüküm, söz konusu Türk vatandaşlarını, kamu düzeninin korunması için diğer Türk vatandaşlarına yükletilen yükümler dışında tutar anlamına gelmeyecektir. Madde 44. Türkiye bu kesimin yukarıdaki maddelerinin Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklarıyla ilgili olduğu ölçüde, uluslararası nitelikte yükümler meydana getirmelerini ve Milletler Cemiyeti’nin güvencesi (garantisi) altına konulmalarını kabul eder. Bu hükümler, Milletler Cemiyeti Meclisinin çoğunluğunca uygun bulunmadıkça değiştirilemeyecektir. Büyük Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya ve Japon Hükümetleri, Milletler Cemiyeti’nin Meclisi’nin çoğunluğunca razı olunacak herhangi bir değişikliği reddetmeği, bu antlaşma uyarınca kabul ederler. Türkiye Cemiyeti Akvam Meclisi üyelerinden her birinin, bu yükümlerden (taahhütlerden) herhangi birine aykırı herhangi bir davranışı ya da böyle bir davranışta bulunma tehlikesini Meclise sunmağa yetkili olacağını, Meclisin duruma göre uygun ve etkili kabul edilecek bir hareket tarzı seçebileceğini ve gerekli göreceği yönergeleri (talimatları) verebileceğini kabul eder. Bundan başka Türkiye bu maddelere ilişkin olarak, hukuk bakımından ya da uygulamada, Türk Hükümeti ile imzacı öteki devletlerden herhangi biri ya da Milletler Cemiyeti Meclisine üye herhangi bir başka devlet arasında görüş ayrılığı çıkarsa, Milletler Cemiyeti Misalinin (Nizamnamesinin) 14. maddesi uyarınca uluslararası nitelikte sayılmasını kabul eder. Türk Hükümeti böyle bir anlaşmazlığın, öteki taraf isterse, uluslararası Daimi Adalet Divanına götürülmesini kabul eder. Divanin kararı kesin Milletler Cemiyeti Misalinin (Nizamnamesinin) 13. maddesi uyarınca verilmiş bir karar gücünde ve değerinde olacaktır. Madde 45. Bu kesimdeki hükümlerle Türkiye'nin Müslüman olmayan azınlıklarına tanımış olduğu haklar, Yunanistan tarafından kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlık için de tanınmıştır. 157 EK- 2349 T.C. Anayasası’nın 10. Maddesi: Kanun önünde Eşitlik Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. 349 T.C. Anayasası, İstanbul: Der Yayınları, 1995, s. 8. 158 EK- 3 Atatürk’ün Patrikhane ve Rum Azınlık Hakkındaki Çeşitli Yazışmaları Atatürk’ün 29 Mayıs 1919’da 9. Ordu Müfettişi iken 3. Kolordu Kumandanı Refet Beyefendi’ye, 15. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa’ya ve 20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa’ya gönderdiği gizli telgraf’ta Doğu vilayetlerini yabancıların işgali konuşundaki düşüncelerini aktarmıştır. “Doğu vilayetlerinde yabancı işgalini iki şekilde düşünmekteyim. Ya Karadeniz sahilindeki Rum ahalisi isyan ederek Cumhuriyet ilan edecek ve bir taraftan da kuvvetli iç ve bilhassa dış çeteleri vilayetlerimizi yağmalayacaktır...”350. Atatürk, Harbiye nezaretine 5 Haziran 1919 tarihli raporunda Rumların Sivas, Amasya ve Tokat’ta aynı faaliyeti yürüttüklerini; “Merzifon’daki İngiliz subayları ile Amerikan memurlarının”, bölgedeki Rumlarla ve çetecilerle “pek sıkı ilişkilerini”; 6 Haziran’da gönderdiği raporda Amerikan marka eşya sandıklarıyla “Merzifon Amerikan Mektebi’ne” getirilen silahları ve okulda “komitecilik teşkilatıyla” uğraşan dört İngiliz subayını; 11 Haziran tarihli raporunda Merzifon kazasının Mahmutlu Köyü’nden geçerken Rum eşkıyasının baskını sonucu öldürülen Türk askerlerini bildirmektedir351. Atatürk’ün başında bulunduğu 3. Ordu Müfettişliği’nin 18 Haziran 1919’da, Erzurum vilayetine gönderdiği rapor şunları içermektedir. 1. “Önemli ve Resmi istihbarat aşağıdadır.” 2. “Yunanlılar Trakya Bölgesi’ndeki Osmanlı Rumlarını örgütleyip silahlandırarak maalesef Müslüman halk aleyhinde kullanmaya başlamışlardır. Bu yerli Rumların çoğunluğu da askere gittiklerine göre Silivri ve Çorlu bölgesinde çete harekâtı artmıştır.” 3. “Saltanatın başkentinde Yunan subaylarının kumandası altında Rum mektepleri izci teşkilatına tabi tutulmuş, bu teşkilata bir çok paralar dağıtılmış, Fener ve Tatavla Kiliseleri’nde silah ve cephane depolandığı haber alınmıştır.”352. Atatürk’ün Bütün Eserleri, 1. Basım, C.2, İstanbu: Kaynak Yayınları, Mayıs 1999, s. 337. Yıldırım, age., s. 124–125. 352 [ABE], 1.Basım, C.2, İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 1999, s. 396. 350 351 159 Atatürk 25 Haziran 1919 tarihinde gönderdiği rapor da, Fener Patrikhanesi’yle ilgili şu gelişmeyi bildirmiştir: “İstanbul’da, Galata’da, Minerva hanının üçüncü ve dördüncü katlarında, Rum Muhacir Komisyonu gibi aldatıcı bir ad altındaki Kordas yahut Etniki Eterya Cemiyeti’nin bir şubesi de çalışmaktadır. Bu vaziyet, Yunanistan’dan gönderilen çeteleri ve İstanbul’da kaydettiği Rumları, Trakya’ya, İzmir’e ve Karadeniz kıyılarına göndermektedir. Fener Patrikhanesi Merkez Komitesi de, bu cemiyete yardım etmektedir.”353. Atatürk 25 Haziran 1919 tarihli bir başka raporunda da, Fener Patrikhanesi’nin Türkler aleyhinde başlattığı psikolojik savaş ile yıkıcı girişimler için alınması gereken tedbirleri bildirmiştir: “Kolları, bacakları kesilen erkeklerinden, namusları ayaklar altına alınan kadınlarından bahsolunarak vilayet metropolitlerinden İstanbul Patrikhanesi’ne durmadan rapor yağdırılmakta olduğu ve bu gibi yalanların yabancı gazetelerinde yer bularak yayınlanmakta ve bu suretle aleyhimize propagandalar yapılmakta olduğu ve bunlardan hedeflenen gaye ise hem şüphesiz Avrupa’ya Türk vahşeti ve Türk kabiliyetsizliğini ispata çalışmak ve geçirilen şu nazik zamanda… milletler nazarında Türk Milleti hakkında fena fikirler doğmasına çalışmaktan ibaret olduğundan ve bu gibi tesirlerin hükümsüz bırakılabilmesi ancak karşı yayınla kabil olabileceğinden hiçbir vakayı kaçırmayarak işlenen suçları gösteren delilli listeler düzenlenmesi ve gönderilmesi Harbiye Nezareti Celilesinden 18.06.35 (18 Haziran 1919) ve 163/2355 numaralı şifreli emirle bildirilmekte, günlük veri gelmekte olan raporlarla bildirilecek malumatın işar olvechile tasrih ve edilesile haber verilmesini ve adi vakalardan olan ağız dalaşı, kavga ve şahsi hususlardan dolayı vaki olacak vakaların belirtilmesinden kaçınarak bunların yalnızca sayıca bildirilmesi fakat Hıristiyan unsurların Müslümanlara karşı siyaseten reva gördükleri her türlü zulüm ve yolsuzluğa ait vakaların açıkça belirtilmesine önemini binaen arz ve rica eylerim”354. Mustafa Kemal’de, 22 Ağustos 1919 tarihli, Erzurum’dan “Çok Gizli” uyarısıyla gönderdiği genelgede, Harbiye Nezareti’nin işaret ettiği örgütlenmeye dikkat 353 354 [ABE], 1.Basım, C.3, İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 2000, s. 125. Yıldırım, age., s. 88–89. 160 çekmiştir. Mustafa Kemal, Fener Patrikhanesi’nde kurulan “Mavri Mira” adlı çeteyi bildirmektedir: “Çok gizli tutulacaktır. Erzurum, 22.8.1919 Tamim “Pek sağlam elde edilen bilgilere göre Rum Patrikhanesi’nde ‘Mavri Mira’ isminde bir heyet teşekkül etmiştir. Bunun Reisi Patrik Vekili Droteos üyeleri: Athinagoras, Enez Metropolidi, Yunan Kaymakamı Giritli Katekhakis, Katelopulos, Dipasimas, Ayinpa, Siyari ismindeki kişilerdir.” “Heyet doğrudan doğruya Venizelos’tan talimat alıyor. Rumların ve Yunan Hükümetinin nakdi yardımıyla büyük bir sermayesi vardır.” “Vazifesi, Osmanlı vilayetleri dahilinde çeteler kurmak ve idare etmek, mitingler ve propaganda yapmaktır. Yunan Kızılhacı da bu Mavri Mira heyetine bağlıdır. Vazifesi görünüşte muhacirlere bakmak gibi insani bir perde altında çete teşkilatı yapmak, ihtilal tertibatını hazırlamaktır. Bu şekilde ilaç ve sağlık malzemesi adı altında silah, cephane ve teçhizatı Osmanlı memleketine sokmaktır. Hatta resmi muhacirlerin komisyonu da Mavri Mira heyetine tabidir.” “İstanbul Patrikhanesi ve Yunan Konsoloshanesi silah ve cephane deposu halini almıştır ve hatta kiliseler ibadet yerinden ziyade askeri ambarlar gibi kullanılmaktadır.” “Ermeni Patriği Zaven Efendi de Mavri Mira heyeti tarafından satın alınmıştır.” “Rum mekteplerinin, evvelce bizim yapıp da tam sırası iken terk ettiğimiz izci teşkilatları, tamamen Mavri Mira heyeti tarafından idare edilmektedir. İstanbul, Bursa, Kırkkilise, Tekirdağ ve buralara bağlı yerlerde izci teşkilatı tamamlanmıştır. İzciler yalnız çocuklar değildir. Yirmi yaşından büyük gençlerde dahildir. Anadolu’da Samsun ve Trabzon cephane dağıtım yeridir. Uygun bir halde bir yelkenli Yunan gemisi istasyon halinde cephane ve silahla yüklü olarak bu yerlerde bulundurulacaktır. Ermeni hazırlığı da tamamen Rum hazırlığı gibidir. Mustafa Kemal”355 355 [ABE], 1. Basım, C.3, İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 2000, s. 290. 161 Bu konuda alınacak tedbirleri de, Atatürk 4 Kasım 1919 tarihinde Sivas’tan Harbiye Nazırı Cemal Paşa’ya gönderdiği raporda belirtmiştir. Patrikhane’nin İstanbul’un Rumlara verilmesi için yaptığı son çalışmaları da bildirmiştir: “Dersaadet’te Rumlarla Yunanlıların fesatkarane mesaileri hakkında elde edilen malumat, özetle aşağıda arz edilmiştir. Hükümeti seniyece karşı tedbirler alınması arz olunur. Heyeti Temsiliye namına Mustafa Kemal “1. Geçen ay kiliselerin idare heyetleri seçimleri yapılmış, birçok Yunani zevat, idare heyeti üyeliğine seçilmiştir.” “2. Rum Patrikhanesi, Yunan sefaretinden aldığı emir üzerine kilise mütevelli heyetlerinden başka kırk kişilik bir heyet seçtirmiş ve bunlara ‘İstanbul Rum Mebusları’ namını vermiştir. Bu heyetin vazifesi, İstanbul meselesi Konferans’ta mevzu olunca, propaganda için münasip görülecek şahısların Paris, İngiltere, İsviçre, Yunanistan’a gönderilmesiyle tahriklerde ve teşviklerde bulunmak, bütün Rumlar namına İstanbul’un ilhakını talep ve hiç olmazsa uluslararası idareye nail olması hakkında mesai sarf etmek ve Yunanistan’dan gelen emirleri tatbik ve sevk edilen çeteleri icap eden yerlere göndermek, velhasıl Osmanlı hukukunun hakimiyeti ile birleştirilmeyecek ahval ve harekatı idare etmektir. Heyet İzmir’e gönderilecektir.” “3. Yunanlı Miralay Aleksandros Simrafaki, on iki gün evvel buraya gelerek, Seferhane’de Yunan hafiye zabıtasının İstanbul teşkilatına memur olmuş ve işe başlamıştır. Vazifesi bitince Atina’ya gidecektir. Bunun bir kaymakam, iki mülazım, iki yüzbaşı yardımcısı vardır. Bu yardımcılardan Yüzbaşı Dirikis Kolakilas, bugünlerde ‘Zalpili’ nam torpido ile Pontus Cumhuriyeti hükümetinin jandarma teşkilatını düzene sokmak üzere, Trabzon tarafına hareket edecektir.” “4. Pontus Hükümeti’ni teftiş etmek üzere, geçenlerde buradan sekiz kişilik bir heyet gitmiş. Bunların Patrikhane’ye verdikleri raporun özeti: Yunanistan’dan muntazaman asker, cephane ve silah geliyormuş. Rumlar da iane gönderiyorlarmış. Yunanlılar Türk kuvvetlerine karşı cesaret gösteriyorlarmış. Bu yardımların daimi şekilde devamını istiyorlarmış. Patrikhane bunun üzerine sefarethaneye müracaat ederek, ahvali incelemek için yukarda ismi geçen zabıta jandarma işlerinde yardım eden 162 Mülazım Dimitri ve Giritli Yüzbaşı Yenikslatosma’yı Trabzon civarına göndermeye karar vermiştir.” “5. Venizelos tarafından İstanbul’da bulunan bütün cemiyet ve birleştirerek bir idare heyeti tarafından Yunanistan’dan gelecek emir dairesinde hareket ettirmek ve maddeten burada propaganda yapmak üzere özel memuriyetle, hariciye memurlarından Jori Sakliyari namında biri gelmiştir. Bu, şimdiye kadar, Tatavla’daki kara aoşy. mahvksa ve Marki köyündeki Neyazoniki myat kulüplerini birleştirmiş ve bunlara şimdiye kadar güya yirmi yedi bin altı yüz seksen fedai yazmışlardır.”356. Atatürk’ün 17 Eylül 1919’da Dersaadet’te Müşir Fua Paşa’ya yolladığı belgede Osmanlı’nın tebasında yüzyıllardır huzur içinde yasayan Rum ve Ermeniler hakkındaki düşüncelerinide aktarmıştır. Paşa Hazretleri “Mütareke gününden beri Rum ve Ermenilerin, itilaf devletleri teşvik ve himayesi altında nasıl milli izzeti nefsimizi yaraladıklarını, ne suretle saltanat ve hükümet hakkını ayaklar altına aldıklarını buradan tekrarla, bütün milletle bereber kan ağlayan saf ve hamiyetli kalbinizi kederlendirmek istemem. Bu nankör ırkların küstahlıklarına eklenen itilaf devlelerinin hak tanımaz muameleleri ve vatanımızı parçalama kararları, nihayet İzmir feci vakası ile mahvolma tehlikesi ve esaret alçaklığı karşısında kalan bu matemzede koca milletin temiz vicdanında mukaddes bir birlik uyandırdı.”357. Atatürk’ün 24 Eylül 1919’da General Harbord’a verdiği muhtırada, İzmir’deki katliamı, “engizisyon” dönemindeki uygulamalara benzetiyor. “Yunanlılar İzmir’i ve civarını itilaf devletlerinin himayesinde işgal ettiler ve bu vesileyle görülmedik zulümler yaptılar. Yunan askerleri ve onlara silahlarla katılan mahalli Rumlar, Müslüman halk arasında bir katliama giriştiler. Bu katliam sırasında memurlar, Osmanlı subay ve askerleri ve kendi halinde yasayan halk, ayırt edilmeden öldürüldüler ve engizisyonvari çeşitli işkence ve vahşete tabi tutuldular. İnsanlık hukuku her halde barbarca ihlal edildi.”358. [ABE], 1. Basım, C.5, İstanbul: Kaynak Yayınları, Nisan 2001, s. 88–89. [ABE], 1. Basım, C.4, İstanbul: Kaynak Yayınları, Kasım 2000, s. 60. 358 Yıldırım, age., s. 112. 356 357 163 Harbiye Nazırı Cemal Paşa’ya Atatürk’ün Şifreli olarak 3 Ocak 1920’de yazdığı, Doğu Trakya hakkındaki fikirlerini beyan ettiği belgede şunlar yazılıdır. Harbiye Nazırı Cemal Paşa Hazretlerine Doğu Trakya’daki hat boyunda bulunan Yunan taburuna, erlerin terhisi bahanesiyle silahlı erler gelmekte ve giden erlerinde silahları alıkonarak taburun Rum eşkiyasının bir silah deposu haline sokulmakta olduğu, terhis olunan erlerin Osmanlı memleketleri dahiline dağıtıldığı ve taburun merkezi olan Lüleburgaz’a külliyeli miktarda gelen bombaların Çorlu, Çatalca, Babaeski, Alpullu, Çerkezköy’ü müfrezelerine dağıtıldığı, Paşaeli Heyeti Merkeziyesi’nden bildirilmektedir. Hükümet kati ve şiddetli teşebbüslerde bulunarak Yunanlıların Doğu Trakya’da olsun tahriklerine engel olunması ehemniyetle arz olunur.359. Atatürk, 15 Ocak 1920’de, 15. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir’e gönderdiği mesajda, Mondros Mütarekesi’nden sonra Amerika’dan 250 bin Rum ve Ermeni’nin gelip İstanbul’a yerleştiğini bildirmektedir. Amerika’dan örgütlenerek İstanbul’a gönderilen bu topluluğun, Wilson Prensipleri’ndeki “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” gereğince, Hıristiyan nüfusun Müslüman nüfustan fazla olduğunu ispat etmek için yerleştirildikleri söylenebilir. Atatürk bu mesajında şunları ifade etmiştir: “İstanbul’da Mütareke’den sonra 20 bin Rum ve Ermeni Amerika’dan gelmiş ve yerleşmiştir. Rumlar İstanbul’da siyasi temsilciler nezdinde Rumlar için bir ahzı asker şubesi teşkil etmişler, bir de mehakim şubesi teşkil eylemişlerdir; son bir hafta zarfında Yunan subayla ve askerleri İstanbul’da fazlalaşmıştır. Atina Mebuslar Meclisi, İstanbul’da bir darülfünun, asarı atika mektebi teşkiline karar vermiştir. Pire’de, kral taraftarları ile Venizelos taraftarları arasındaki kanlı çatışmalar olmuş İstanbul’dan iki Fransız taburunun denizden sevk edildiği görülmüştür. Bunların Pire’ye gideceği rivayet olunuyormuş.”360. Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nda düşmanın yaptığı psikolojik savaşı, en ince ayrıntısına kadar etkisizleştirmeye çalışmaktadır. 20 Nisan 1920’de, “Samsun Mutasarrıflığı’na ve Kastomoni’de Mıntıka Kumandanı Osman Bey’e” gönderdiği emirde, İstanbul’dan gönderilen “matbuata” karşı tedbir alınmasını istemekte: “Vatanın şu hayat ve memat mücadelesinde İstanbul’da düşman elinde ve emrinde olan payitaht 359 360 [ABE], 1. Basım, C.6, İstanbul: Kaynak Yayınları, Ağustos 2001, s. 63. Yıldırım, age., s. 99. 164 matbuatına karşı pek ciddi bir kontrol tatbiki son derece lüzumludur. Samsun Rumlarının Rumca gazeteleri alıp okuduklarından bahsediliyor. Bilhassa buna asla izin verilemez. Dolayısıyla posta ile veya diğer yollarla gelebilecek İstanbul matbuatına karşı pek ciddi ve kati tedbirler alınması lüzumunu tekrar beyan ederiz.” demektedir361. Atatürk, 24 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada, Pontus faaliyetini şöyle ifade etmiştir: “Hakikaten Rumların hakimiyetini ve İslam unsurunun esaretini hedefleyen ve Atina ve Dersaadet komiteleri tarafından idare olunan Pontus Hükümeti emelleri, Karadeniz sahiliyle kısmen Amasya ve Tokat’ın kuzey kazalarında ikamet eden Osmanlı Rumlarının hayalhanelerini çılgınca bürümüştü. Alınan tedbirler sayesinde muvaffakiyetli neticeler elde edildi.”362. Atatürk, ABD’li istihbaratçı Teğmen Robert S. Dunn’la yaptığı görüşmede de Pontus hükümeti için çalışan Rumların Atina’dan yönetildiklerini belirtmiş, Yunanlıların Müslümanlara karşı yaptıkları “vahşet ve zulmü Avrupalıların ve Amerikalıların gözleri önünde işlediklerine” dikkat çekmiştir. Teğmen Dunn görüşmeden sonra hazırladığı 9 Ağustos 1921 tarihli raporu İstanbul’dan Washington’a göndermiştir. Raporda görüşmenin tarihine ilişkin “Milli Lider’le tren istasyonundaki ‘Kışlık Sarayı’nda 1 Temmuz 1921’de saat 04.00’teki buluşmada bir araya gelindi” denilmektedir. Atatürk’ün Dunn’ın sorduğu bir soruya verdiği yanıt, raporda şöyle geçiyor: “Konu: Anadolu’daki Vaziyet-Monografik Rapor Nereden: İstanbul (Milliyetçi Türkiye) No: 1308 Tarih: 09 Ağustos 1921 Aşağıdaki sorular Mustafa Kemal Paşa’ya Teğmen Robert S. Dunn (ABD Deniz Kuvvetleri) tarafından soruldu ve cevaplar kendisi tarafından aşağıda belirtildiği gibi verildi. S: Yakındoğu Yardım Şirketleri ve Amerikan Tütün Şirketlerinin Rum ve Ermeni memurlarının, şimdilerde Karadeniz sahillerinden sınır dışı edilmesine teferruat ve prensipte hangi makam karar veriyor? Sürgün emirlerinin hakkı ile tatbikinden kim 361 362 [ABE], 1. Basım, C.7, İstanbul: Kaynak Yayınları, Ocak 2002, s. 332. [ABE], 1. Basım, C.8, İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 2002, s. 32. 165 mesul tutulmuştur? Siyasi sebeplerle sürülme emri alanlar aleyhinde hangi müessese delil sahibidir? C: Karadeniz sahilindeki Rumlar bilhassa Samsun’dakiler Pontus devleti adını vermek istedikleri bir Rum Hükümeti kurmaya çalışıyorlar. Bu gizli teşkilat Atina’dan ve Atina tarafından yönetiliyor. Bu gizli teşkilat Türkiye’nin mahvına yol açmaya ve İzmir bölgesini işgal etmiş olan Yunan ordusuna yardım etmeye çalışıyor. İnebolu’yu bombardıman etmek suretiyle Yunan Hükümeti bu hain insanlara yardım ediyor ve onları cesaretlendiriyor. Yunan Hükümeti zaman zaman Samsun’a asker çıkarıyor ve Rumların kendileri ile işbirliği yapmaları için propaganda yapıyor. Hükümet Rumların bu faaliyetlerini ve Türkleri öldürmek ve Türk köylerini yakmak gibi yaptıkları mezalimi ispatlayacak kafi belgeye sahiptir. Bu belgelerin bazıları hala mahkeme önündedir. Komisyon tarafından silahlandırılan Rumlar, Yunan Kızıl Haçı adı altında kendilerini gizleyerek, bugüne kadar Türklere karşı, dağlarda vahşiyane suçlar işlemektedir. Pontus Komitesi, hainane emellerine güven altına alma çalışmalarında kuvvet kazanmak için Rusya’dan ve Kafkasya’dan binlerce Rum getirmeye gayret etmektedir. Osmanlı tebaası Rumlar kendi oğullarını Yunan ordusuna gönderdiler. İzmir cephesinde karşılaştıklarımız bunlardır. Aldığımız esirler arasında bu tür kişiler var. Türkiye Büyük Millet Meclisi mevcudiyetini korumak için gerekli bütün tedbirleri almaktadır. Zararlı siyasetler izledikleri tespit edilen Ermeniler cezalandırılmaktadır. Bu bağımsızlık endişesi ile yanlış yola sapan Müslümanlara karşı en sert tedbirler alınmaktadır. Fakat Yunanlıların vahşet ve mezalimi uzun süredir devam etmektedir ve hiç kimse zavallı Müslümanları kurtarmayı düşünmemektedir. Rumlar, Müslümanlara karşı bu suçları Avrupalıların ve Amerikalıların gözleri önünde işlemektedir.”363. Atatürk, 17 Eylül 1922’de Hariciye vekili Yusuf Kemal Bey’e gönderdiği mesajda Hrisostomos’un son icraatının İzmir yangınını örgütlemek olduğunu bildirmiştir: “İzmir yangını hakkında aşağıdaki tarzda beyanatta bulunmak lazımdır. Ordumuz, İzmir’i her türlü kazadan muhafaza etmek için şehre girmeden evvel tedbirler almıştır. Ancak Yunanlılar ve Ermeniler daha evvel vücuda getirdikleri teşkilatla İzmir’i tamamen yakmayı tasarlamışlardı. Kiliselerde Hrisostomos’un vermiş 363 [ABE], 1. Basım, C.11, İstanbul: Kaynak Yayınları, Nisan 2003, s. 221–222. 166 olduğu nutuklar ki İslamlar tarafından işitilmiştir, İzmir’i yakmak dini bir vazife olarak tebliğ edilmiş bulunuyordu. Yangın bu teşkilat tarafından vücuda getirilmiştir. Bunu teyit eden birçok şahit ve belgeler vardır. Askerlerimiz yangını söndürmek için bütün mevcudiyetleriyle çalışmışlardır. Yangını askerlerimize atf ve isnat edenler bizzat gelip İzmir’de vaziyeti görebilirler. Yalnız böyle bir iş resmi soruşturma söz konusu olamaz. Şu anda burada bulunan her milleten gazeteciler zaten bu vazifeyi yapmaktadırlar.”364. 364 Yıldırım, age., s. 113. 167 EK- 4 6 Eylül 1955 Tarihli İstanbul Ekspres Gazetesi 168 EK- 5 16 MART 1964 TARİHLİ BAKANLAR KURULU KARARI 169 EK- 6365 KIBRIS CUMHURİYETİ, YUNANİSTAN, BİRLEŞİK KRALLIK VE TÜRKİYE ARASINDA GARANTİ ANTLAŞMASI Bir tarafta Kıbrıs Cumhuriyeti, diğer tarafta Yunanistan, Türkiye ve Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı, I. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, Anayasasının Temel Maddeleri ile kurulan ve düzenlenen bağımsızlığının, toprak bütünlüğünün ve güvenliğinin tanınması ve idame edilmesinin müşterek menfaatleri iktizasından olduğunu mülahaza ederek, II. Bu Anayasa ile ihdas edilen durumu riayeti, gereğince saklamak maksadıyla işbirliği yapmayı arzu ederek, aşağıda gösterildiği üzere anlaşmaya varmışlardır. Madde 1. Kıbrıs Cumhuriyeti, bağımsızlığının, toprak bütünlüğünün ve güvenliğinin idamesini ve Anayasasına riayet edilmesini sağlamayı taahhüt eder. Kıbrıs Cumhuriyeti, herhangi bir devlet ile tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt eder. Bu itibarla, herhangi bir devlet ile birleşmesini veya Ada’nın taksimini, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak teşvik ve yardım edecek her hareketi yasaklar. Madde 2. Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık, bu Anlaşmanın 1. maddesinde belirtilen taahhütlerini dikkate alarak, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve güvenliği ile anayasasının temel esasları ile ihdasedilen durumu (anayasanın temel maddelerindeki koşulları) tanırlar ve garanti ederler. Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık, aynı şekilde, kendilerini ilgilendirdiği ölçüde, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin herhangi diğer bir devlet ile birleşmesini ya da Ada’nın taksimini, doğrudan doğruya veya dolayısıyla gerçekleştirmeyi teşvik etmek gayesini güden her hareketi yasak etmeyi (önlemeyi) taahhüt eder. Madde 3. Bu Antlaşmanın hükümleri ihlal edildiği zaman, Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık, bu hükümlere riayeti sağlamak için, gerekli girişimlerin yapılması ve önlemlerin alınması maksadıyla, aralarında danışmanlarda bulunmayı taahhüt ederler. Müştereken veya birbirlerine danışarak (işbirliği halinde) hareket mümkün 365 Aydın Olgun, Kıbrıs Anatomisi 4 Devir 4 Lider, Ankara: Ağaç İş Matbaası, Ankara, s.86 170 olmadığı taktirde, üç garantör devletten (güçten) her biri, bu antlaşma ile ihdas edilen durumu münhasıran yeniden tesis maksadı ile harekete geçmek hakkını muhafaza eder. Madde 4. Bu antlaşma imza edildiği gün yürürlüge girecektir. Yüksek Akit Taraflar, Birleşmiş Milletler Şartı’nın 102 nci maddesi hükümlerine uygun olarak, bu antlaşmayı Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine mümkün olan en kısa sürede kaydettirmeyi üstlenirler. 171 EK- 7366 Beyannamenin resmi şeklinde sorular şunlardır: 2762 sayılı Vakıflar Kanununun muvakkat maddesi mucibince mütevelliler veya mütevelli heyetleri tarafından verilmesi lazım gelen beyanname: 1. Vakfın isim ve şöhreti: 2. Kimin tarafından idare kılındığı: 3. Mütevelli veya mütevelli heyetinin yedindeki vesikanın tarihice mahiyeti: 4. İdare olunan hayratın ne gibi şeylerden ibaret olduğu ve bulunduğu mevkiler: 5. Vakfiyesi ve bu mahiyetteki vesikası tarihi ve mukayyet ve müseccel olup olmadığı 6. Bu vesikalara nazaran tevliyetin şurubu: 7. Varidatın ve fazlasının veçhi mevkufiyet ve mahalli sarfları: 8. İdare edilen akaratın ne gibi şeylerden ibaret olduğu ve bulunduğu mevkiler. Arka sayfada Sayfanın sol tarafında: Son senenin varidatı tahakkuk ve tahsil sütunları var yanlarında da mülahazat (Düşünceler) sütunu var. Sayfanın sağ tarafında : Son senenin masarifatı (giderleri) ve tahakkuku ve tediyesi sütunları son olarak da mülahazat sütunu var. Son bölüm ise şöyle: ..................... olarak idare eylediğim ..................... vakfın elimdeki vesikalara göre mahiyetiyle sureti idaresi ve şuruatı ve akaratının adediyle mevkii ve numaraları ve senede getirmekte olduğu kiraları miktarı ve hayratın ismi ile bulunduğu mevkiinin ve Hademesine ve saireye muhassas aylıkların senelikleri ve muayyenat ; müteferrika, Vergi tamirat ve masarifi sairenin kezalik senelik miktarları yukarıda hariç bir şey kalmamak üzere tamamen ve müfredatile gösterilmiş olduğundan bu beyannameyi tarafından tanzim ederek ......... Evkaf idaresine verdim. Tarih ve ........ mütevellisi imza 366 http://www.uyap.adalet.gov.tr/mevzuat/data/html/21308.html 08.09.2005 172 EK- 8 VAKIFLAR KANUNU 173 174 175 176 EK- 9367 Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri, Bunlar Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları Ve Tasarrufları Altında Bulunan Taşınmaz Malların Bu Vakıflar Adına Tescil Edilmesi Hakkında Yönetmelik Resmi Gazete Tarihi: 24/01/2003 Resmi Gazete Sayısı: 25003 Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığından: BİRİNCİ BÖLÜM: Amaç, Kapsam ve Dayanak Amaç Madde 1. Bu Yönetmeliğin amacı, 05/06/1935 tarihli ve 2762 sayılı Vakıflar Kanununun değişik 1 inci maddesinde yer alan hükümlerle ilgili uygulama usul ve esaslarını belirlemektir. Kapsam Madde 2. Bu Yönetmelik; vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış Türkiye'deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıfların; dini, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak ve sadece bu alanlardaki amaçlarını sürdürecek geliri sağlamak üzere taşınmaz mal edinmeleri ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunmaları ile bu vakıfların aynı alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak ve sadece bu alanlardaki amaçlarını sürdürecek geliri sağlamak üzere, her ne surette olursa olsun, tasarrufları altında bulunan taşınmaz malların vakıf adına tesciline ilişkin usul ve esasları kapsar. Söz konusu vakıflara ait liste bu Yönetmelik ekindedir. Dayanak Madde 3. Bu yönetmelik, 2762 sayılı Vakıflar Kanununun değişik 1 inci maddesine dayanılarak hazırlanmıştır. 367 http://www.uyap.adalet.gov.tr/mevzuat/data/html/21308.html 08.09.2005 177 İKİNCİ BÖLÜM: Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri Edinilebilecek Taşınmaz Malların Kapsamı Madde 4. Cemaat vakıfları; Vakıflar Genel Müdürlüğünün izni ile dini, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere satın alma, vasiyet, hibe ve sair yollarla taşınmaz mal edinebilirler. Başvurunun şekli ve istenilen belgeler Madde 5. Cemaat vakıfları tarafından taşınmaz mal satın alma ve ayni haklarla ilgili diğer tasarruflara ilişkin başvurular, vakfın bağlı olduğu Vakıflar Bölge Müdürlüğüne yapılır. Başvuruda; a) Taşınmaz malın nevi, imar durumu ve açık adresi, halihazırda ne amaçla kullanıldığı, hangi amaç için iktisap edilmek istendiği, b) Vakfın mali durumunu gösteren son yıla ait bilançosu, gelir-gider tablosu, c) Vakıf yönetimi tarafından alınmış gerekçeli karar, d) Taşınmaz malın durumuna ilişkin; Vakıf Gayrimenkul Ekspertiz Değerlendirme A.Ş., Emlak Gayrimenkul Ekspertiz A.Ş., T.C. Ziraat Bankası, Ticaret ve Sanayi Odası, Mimarlar Odası herhangi birinden alınmış ve birden fazla eksper tarafından düzenlenmiş ekspertiz raporu, e) Bağış ve vasiyet halinde tasarrufa ilişkin yasalarca öngörülen belge, istenecektir. Değerlendirme ve sonucunda yapılacak işlemler Madde 6. Başvurular, Vakıflar Bölge Müdürlüğü görüşü ile birlikte Vakıflar Genel Müdürlüğüne gönderilir. Gerektiğinde; ilgili Bakanlık, kamu kurum ve kuruluşlarının görüşü alınarak konu yetkili Daire Başkanlığı görüşü ile birlikte Vakıflar Meclisine intikal ettirilir. Vakıflar Meclisi tarafından konu incelenir, eksik bulunan hususlar vakfa tebliğ edilir. Tebliğden itibaren iki ay içerisinde eksikliklerin tamamlanmaması halinde talepten vazgeçilmiş sayılır. İstenilen belge ve bilgilerin eksiksiz olması halinde Vakıflar Meclisi kararı ilgili vakfa başvurudan veya eksikliğin giderildiği tarihten itibaren iki ay içerisinde gerekçeli olarak bildirilir. Vakıflar Meclisinin olumlu kararını takiben vakfa, yetki belgesi verilir. 178 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Malları Üzerinde Tasarrufları Tasarruf yetkisinin kullanılması Madde 7. Cemaat vakıfları, taşınmaz malları üzerinde; dini, hayri, eğitsel, sıhhi, sosyal ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak ve sadece bu alanlardaki amaçlarını sürdürmek üzere tasarruflarda bulunabilirler. Ayni haklara ilişkin tasarruflar Vakıflar Genel Müdürlüğünün iznine tabidir. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: Bağış ve Vasiyet Madde 8. Vasiyetname veya bağış yoluyla cemaat vakıfları adına tescil edilmek istenilen taşınmazlar hakkında; bağışın veya vasiyetin konusu olan taşınmazın vakfın tasarrufuna 09/08/2002 tarihinden önce geçmiş olması halinde bu yönetmeliğin geçici 1 inci maddesindeki, 09/08/2002 tarihinden sonra geçecek olanlarda ise ikinci bölümde yer alan hükümler uygulanır. BEŞİNCİ BÖLÜM: Diğer Hükümler Cemaat vakıflarının tasarruflarında bulunan taşınmazların tescili Geçici Madde 1. Cemaat vakıfları 09/08/2002 tarihine kadar tasarrufları altına giren taşınmaz malların vakıfları adına tescili için 09/08/2002 tarihinden başlayarak altı ay içinde vakfın bağlı bulunduğu Bölge Müdürlüğüne yazılı olarak başvuruda bulunurlar. Başvuruda şu belgeler istenir; a) Taşınmaz malın nevi, il, ilçe, mahalle, pafta, ada ve parsel numarası ve açık adresi, halihazırda ne amaç ile kullanıldığı, fiziki şartları itibariyle halihazırdaki durumu, ne şekilde vakfın tasarrufuna geçtiği, b) Taşınmaz malın vakfın tasarrufuna ilişkin 09/08/2002 tarihinden önceki bir tarihi taşıyan, aşağıdaki belgelerden bir veya makbul sayılabilecek eş değer bir belge; vergi kaydı, emlak vergi beyannamesi, kira kontratı, elektrik, su, doğalgaz faturası, tasdikli irade suretleri ile fermanlar, muteber mütevelli, sipahi, mültezim temessük veya senetleri, kayıtları bulunmayan tapu veya mülga hazinei hassa senetleri veya muvakkat tasarruf ilmuhaberleri, tasdiksiz tapu yoklama kayıtları, mülkname, vasiyetname ve vasiyet tenfiz kararları, muhasebatı atika kalemi kayıtları, mubayaa, istihkam ve ihbar hüccetleri, evkaf idarelerinden tapuya devredilmemiş tasarruf kayıtları. 179 Başvurular, Vakıflar Bölge Müdürlüğü görüşü ile birlikte Vakıflar Genel Müdürlüğüne gönderilir. Gerektiğinde; ilgili Bakanlık, kamu kurum ve kuruluşlarının görüşü alınarak konu yetkili Daire Başkanlığı görüşü ile birlikte Vakıflar Meclisine intikal ettirilir. Vakıflar Meclisi tarafından konu incelenir, eksik bulunan hususlar vakfa tebliğ edilir. Tebliğden itibaren iki ay içerisinde eksikliklerin tamamlanmaması halinde talepten vazgeçilmiş sayılır. İstenilen belge ve bilgilerin eksiksiz olması halinde Vakıflar Meclisi kararı ilgili vakfa başvurudan veya eksikliğin giderildiği tarihten itibaren iki ay içerisinde gerekçeli olarak bildirilir. Başvurunun Vakıflar Meclisi tarafından uygun bulunması halinde vakfa tescil talebinde bulunmaya esas olmak üzere talebe konu taşınmaz malın vakfın tasarrufunda bulunduğunu, tashihen tescilin yapılmasının Vakıflar Genel Müdürlüğünce uygun bulunduğunu belirten yetki belgesi verilir. Yürürlükten kaldırılan yönetmelik Madde 9. 04/10/2002 tarih ve 24896 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri ve Bunlar Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları Hakkında Yönetmelik yürürlükten kaldırılmıştır. Yürürlük Madde 10. Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Yürütme Madde 11. Bu Yönetmelik hükümlerini Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bağlı olduğu Devlet Bakanı yürütür. FAALİYETTE BULUNAN CEMAAT VAKIFLARI 1. Beykoz Aya Paraşkevi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 2. Büyükada Panayia Aya Dimitri Profiti İlya Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı 3. Heybeliada Aya Triada Tepe Manasatırı Vakfı 4. Heybeliada Aya Nikola Rum Ortodoks Vakfı 5. Heybeliada Rum Ruhban Okulu Vakfı 6. Kınalıada Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 7. Burgazada Aya Yorgi Karipi Manasıtırı 8. Burgazada Aya Yani Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı 9. Fener Maraşlı Rum İlkokulu Vakfı 180 10. Fener Yoakimion Rum Kız Lisesi Vakfı 11. Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı 12. Feriköy 12. Apostol Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı 13. Fener Tekfursaray Panayia Hançerli Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 14. Fener Vlahsaray Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 15. Fener Meryemana Rum Ortodoks (Kanlı) Kilisesi Vakfı 16. Kurtuluş Aya Tanaş Aya Dimitri Aya Lefter Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı 17. Beyoğlu Rum Ortodoks Kiliseleri ve Mektepleri Vakfı 18. Beşiktaş Cihannüma Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 19. Beşiktaş Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 20. Yenimahalle Aya Yani Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 21. Bebek Aya Haralambos Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 22. Çengelköy Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 23. Fatih Eğrikapı Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 24. Aksaray Langa Aya Todori Rum Ortodoks Kilisesi 25. Bağımsız Türk Ortadoks Kiliseleri ve Patrikhanesi Vakfı 26. Ayvansaray Aya Dimitri, Aya Vlaharne Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı 27. Üsküdar Profiti İlya Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı 28. Arnavutköy Aya Strati Taksiarhi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 29. Yeşilköy Aya İstepanos Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 30. Altı Mermer Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 31. Cibali Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 32. Kuzguncuk Aya Pandeliimon Rum Ortodoks Kilisesi 33. Kumkapı Aya Kiryaki Elpida Rum Ortodoks Kiliseleri Vakfı 34. Balat Aya Strati Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 35. Balat Panayia Balino Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 36. Zapion Rum Kız Lisesi Vakfı 37. Sarmaşık Aya Dimitri Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 38. Topkapı Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 39. Hasköy Aya Paraşkevi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 40. Salmatomruk Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 181 41. Kuddusü Şerif Rum Patrikhanesine Bağlı Yeniköy Aya Yorgi Kilisesi ve Manastırı Vakfı 42. Galata Rum İlkokulu Vakfı 43. Tarabya Aya Paraşkevi Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı 44. Paşabahçe Aya Konstantin Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 45. Ortaköy Aya Fokas Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 46. Kuruçeşme Aya Dimitri Aya Yani Rum Ortadoks Kilisesi Vakfı 47. Yeniköy Panayia Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı 48. Boyacıköy Panayia Evangelistra Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 49. Kadıköy Rum Ortadoks Kiliseleri ve Mektepleri Vakfı 50. Balıklı Rum Hastahanesi Vakfı 51. Büyükdere Aya Paraşkevi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 52. Bakırköy Aya Yorgi Aya Analipsiz Rum Ortodoks Kiliseleri ve Mektepleri Vakfı 53. Kandilli Metemorfosis Hz. İsa Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 54. Koca Mustafa Paşa Belgrat Kapı Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 55. Koca Mustafa Paşa Samatya Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 56. Koca Mustafa Paşa Samatya Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 57. Samatya Aya Analipsiz Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 58. Koca Mustafa Paşa Samatya Aya Konstantin Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 59. Samatya Aya Mina Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 60. Beyoğlu Yenişehir Evangelistra Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 61. Fener Rum Patrikhanesi Avlusunda Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 62. Yeniköy Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 63. Dereköy Aya Marina Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 64. Tepeköy Evangelismos Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 65. Zeytinliköy Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 66. Bademliköy Panayia Kimisiz Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 67. Bozcaada Kimisiz Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 68. Gökçeada Merkez Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 69. İskenderun Rum Ortodoks Kilisesi Fukara Vakfı 70. Antakya Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 71. Antakya Rum Katolik Kilisesi Vakfı 182 72. Altınözü Tokaçlıköyü Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 73. Samandağı Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 74. İskenderun Arsuz Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 75. Altınözü Sarılar Mahallesi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 76. Feriköy Surp Vartanaş Ermeni Kilisesi Vakfı 77. Üsküdar Surp Garabet Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı 78. Üsküdar Surp Haç Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı 79. Eyüp Surp Yeğiya Ermeni Kilisesi Vakfı 80. Eyüp Surp Astvazazin Ermeni Kilisesi ve Arakelyan Mektebi ve Mezarlığı Vakfı 81. Narlıkapı Surp Hovannes Ermeni Kilisesi Vakfı 82. Rumeli Hisarı Surp Sanduth Ermeni Kilisesi Vakfı 83. Kadıköy Surp Takavor Ermeni Kilisesi Aramyan Uncuyan Mektebi ve Mezarlığı Vakfı 84. Kuzguncuk Surp Kirkor Lusavoriç Ermeni Kilisesi Vakfı 85. Beşiktaş Surp Astvazazin Meryemana Ermeni Kilisesi Vakfı 86. Ortaköy Surp Kirkor Lusavoriç Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı 87. Ortaköy Surp Astvazazin Meryemana Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı 88. Boyacıköy Surp Yeris Mangas Ermeni Kilisesi Vakfı 89. Kandilli Surp Arakelos Ermeni Kilisesi Vakfı 90. Kartal Surp Nişan Ermeni Kilisesi Mektebi Vakfı 91. Yenikapı Surp Tetaos Patriğimeos Ermeni Kilisesi Vakfı 92. Kınalıada Surp Kirkor Lusavoriç Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı 93. Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi ve Mektebi Vakfı 94. Gedikpaşa Surp Hovhannes Ermeni Kilisesi Vakfı 95. Bakırköy Surp Astvazazin Meryemana Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı 96. Balat Surp Hreştegabet Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı 97. Karaköy Surp Pırgıç Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı 98. Beyoğlu Anarathıgutyun Ermeni Katolik Rahibeler Manastır ve Mektebi Vakfı 99. Beyoğlu Üç Horon Ermeni Kilisesi Vakfı 100. Beyoğlu Ohannes Gümüşyan Ermeni Kilisesi Vakfı 101. Beyoğlu Aynalı Çeşme Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı 102. Beyoğlu Surp Gazer Ermeni Katolik Mihitaryan Manastır ve Mektebi Vakfı 183 103. Pangaltı Ermeni Katolik Mihitaryan Manastır ve Mektebi Vakfı 104. Yeniköy Küddipo Surp Astvazazin Ermeni Kilisesi Vakfı 105. Şişli Karagözyan Ermeni Yetimhanesi Vakfı 106. Taksim Surp Agop Ermeni Hastahanesi Vakfı 107. Kumkapı Surp Harutyun Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı 108. Halıcıoğlu Meryemana Surp Astvazazin Ermeni Kilisesi ve Kalfayan Yetimhanesi Vakfı 109. Kumkapı Meryemana Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı 110. Kuruçeşme Surp Haç Ermeni Kilisesi Vakfı 111. Büyükdere Surp Hripsimyans Ermeni Kilisesi Vakfı 112. Koca Mustafa Paşa Surp Kevork Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı 113. Koca Mustafa Paşa Anarathigutyun Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı 114. Topkapı Surp Nikagos Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı 115. Galata Surp Lusavoriç (Cerçiş) Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı 116. Yeşilköy Surp İstepanos Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı 117. Hasköy Surp İstepanos Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı 118. Apeloğlu Andon Vakfı Hayratından Yeniköy Surp Ohannes Mığırdıç Ermeni Kilisesi Büyükdere Surp Boğos Ermeni Kilisesi Büyükada Surp Astvazazin Verapohum Ermeni Katolik Kilisesi Sakız Ağacı Ermeni Katolik Kilisesi Beyoğlu Surp Yerurtutyun Ermeni Katolik Kilisesi Kadıköy Surp Levon Ermeni Katolik Kilisesi Tarabya Surp Andon Ermeni Katolik Kilisesi 119. Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastahanesi Vakfı 120. Kumkapı Meryemana (Drasular) Ermeni Kilisesi Vakfı 121. Beykoz Surp Nikagos Ermeni Kilisesi Vakfı 122. İskenderun Karasun Manuk Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı 123. Samandağı Vakıflı Köyü Ermeni Ortodoks Kilisesi Vakfı 124. Kayseri Surp Kirkor Ermeni Kilisesi Vakfı 125. Diyarbakır Ermeni Surp Küçük Kilise Hıdır İlyas Surp Gregos Kiliseleri Vakfı 126. Mardin Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı 184 127. Büyükada Hased Leavram Musevi Sinagogu Vakfı 128. Hasköy Mealem Musevi Siangogu Vakfı 129. Beyoğlu Musevi Hahamhanesi Vakfı 130. Beyoğlu Seferadimi-Neveşalom Musevi Sinagogu Vakfı 131. Ortaköy Musevi Etz-Ahayim Sinagogu Vakfı 132. Sirkeci Musevi Sinagogu Vakfı 133. Kuzguncuk Bet-Yaokov Sinagogu Vakfı 134. Galata Yüksek Kaldırım Eşkenazi Musevi Sinagogu Vakfı 135. Hasköy Türk Karaim Musevi İ Vakfı 136. Kadıköy Hemdat İsrael Sinagogu Vakfı 137. Balat Or-Ahayim Musevi Hastahanesi Vakfı 138. Balat Ahrida Musevi Sinagogu Vakfı 139. Ankara Musevi Sinagogu Vakfı 140. Bursa Türk Musevi Cemaati Vakfı 141. Çanakkale Mekor Hayim Musevi Sinagogu Vakfı 142. Antakya Musevi Havrası Vakfı 143. İskenderun Musevi Havrası Vakfı 144. Kırklareli Musa Sinagogu Vakfı 145. Diyarbakır Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı 146. Beyoğlu Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı 147. Mardin Süryani Katolik Kilisesi Vakfı 148.Mardin Süryani Kadim Deyrulzafara Manastırı ve Kiliseleri Vakfı 149. Mardin Süryani Protestan Kilisesi Vakfı 150. Midyat Süryani Protestan Kilisesi Vakfı 151. Midyat Süryani Deyrulumur Margabriel Manastırı Vakfı 152. Midyat Süryani Kadim Cemaatı Marborsom ve Mart Şemuni Kiliseleri Vakfı 153. İdil Süryani Kadim Kilisesi (Mardodo) Vakfı 154. Diyarbakır Keldani Katolik Kilisesi Vakfı 155. Keldani Katolik Kilisesi Vakfı 156. Mardin Keldani Katolik Kilisesi Vakfı 157. Edirne Sveti Gorci Kilisesi Vakfı 158. Bulgar Ekzarhlığı Ortodoks Kilisesi Vakfı 185 159. Şişli Gürcü Katolik Kilisesi Vakfı 160. Mersin Tomris Nadir Mutri Kilisesi Vakfı 186 EK- 10 12 OCAK 1971 TARİH VE 1971-3 SAYILI KARAR 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 KAYNAKÇA KİTAPLAR Altındal, Aytunç. Türkiye ve Ortodokslar. İstanbul: Anahtar Kitaplar, 1995. Altındal, Aytunç. Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri. İstanbul: Alfa Yayınları, 2005. Atalay, Bülent. Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin Siyasi Faaliyetleri. İstanbul: Tarih ve Tabiat Vakfı, 2001. Atatürk’ün Bütün Eserleri. 1. Basım. C.2. İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 1999. Atatürk’ün Bütün Eserleri. 1. Basım. C.3. İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 2000. Atatürk’ün Bütün Eserleri. 1. Basım, C.4. İstanbul: Kaynak Yayınları, Kasım 2000. Atatürk’ün Bütün Eserleri. 1. Basım, C.5. İstanbul: Kaynak Yayınları, Nisan 2001. Atatürk’ün Bütün Eserleri. 1. Basım, C.6. İstanbul: Kaynak Yayınları, Ağustos 2001. Atatürk’ün Bütün Eserleri. 1. Basım, C.7. İstanbul: Kaynak Yayınları, Ocak 2002. Atatürk’ün Bütün Eserleri. 1. Basım, C.8. İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 2002. Atatürk’ün Bütün Eserleri. 1. Basım, C.11. İstanbul: Kaynak Yayınları, Nisan 2003. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri. C.II. Ankara, 1989. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri. C.III. Ankara, 1989. Berber, Engin. Sancılı Yıllar: İzmir 1918-1922 Mütareke ve Yunan İşgali Döneminde İzmir Sancağı. Ankara: Ayraç Yayınları, 1997. Benlisoy, Yorgo, Elçin Macar. Fener Patrikhanesi. 1. Baskı. Ankara: Ayraç Yayınevi, 1996. Berkes, Niyazi. Patrikhane ve Ekümeniklik. 2. Basım. İstanbul: Kaynak Yayınları, 2005. Bozdağ, İsmet. Zaferlerle ve Şereflerle Dolu Bir Hayat Celal Bayar. İstanbul: Tercüman Aile ve Kültür Kitaplığı Yayınları, 1986. Bulut, Arslan. Çift Başlı Yılan Karadeniz’de Yüzyılın İkinci Rumlaştırma Operasyonu. 1. Baskı. Ankara: Üç Ok Yayıncılık, 2005. Çelik, Mehmet. Fener Patrikhanesinin Ekümeniklik İddiasının Tarihi Seyri. İzmir: Akademi Kitapevi, 2000. 204 Demirer, Mehmet Arif. 6 Eylül 1955 Yassıada 6/7 Eylül Davası, 1. Basım, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1995. Emirhan, Sami. Fener Rum Patrikhanesinin Dünü Bugünü Yarını. İstanbul: Harp Akademileri Basımevi, 1995. Eryılmaz, Bilal. Osmanlı Devletinde Millet Sistemi. Ağaç Yayınları, 1992. Güler, Ali. Dünden Bugüne Yunan-Rum Terörü. Ankara: Ocak Yayınları, 1999. Güler, Ali. Rakamlarla Türkiye’de Azınlıklar. Ankara: Elektronik Basım Yayın, 2001. Hasgüler, Mehmet. Kıbrıs’ta Enosis ve Taksim Politikalarının Sonu, 1. Baskı, 2000, İstanbul: İletişim Yayıncılık, 1. Baskı, 2000, s. Köse, Ertan. Yunanistan ve Bitmeyen Kin. 1. Baskı. İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2005. Macar, Elçin. Cumhuriyet Döneminde İstanbul Rum Patrikhanesi. 1. Basım. İstanbul: İletişim Yayınları, 2003. Manizade, M.Derviş. 65 Yıl Boyunca Kıbrıs Yazdıklarım ve Söylediklerim, İstanbul: Kıbrıs Türk Kültür Derneği Yayınları, 1993. Olgun, Aydın. Kıbrıs’ın Anatomisi 4 Devir 4 Lider, Ankara: Ağaç-İş Matbaası, 1975, s.12. Özgen, Mahmut İhsan. Devlet Adamlığı ve Devlet Yönetiminde Esaslar, İstanbul: İnsanlık Vakfı Yayınları, 1998, s.131. Öztürk, Nazif. Azınlık Vakıfları. Ankara: Altınküre Yayınları, Nisan, 2003. Özyılmaz, Emre. Heybeliada Ruhban Okulu. Ankara: Tamga Yayıncılık, 2000. Sofuoğlu, Adnan. Fener Rum Patrikhanesi ve Siyasi Faaliyetleri. İstanbul: Turan Yayıncılık, 1996. Somuncuoğlu, Sadi. İstanbul’da Yeni Roma İmparatorluğu. 1. Baskı. Ankara: Akçağ Yayınları, 2004. Sönmezoğlu, Faruk. Türkiye–Yunanistan İlişkileri&Büyük Güçler. İstanbul: Der Yayınları, 2000. Şahin, M. Süreyya. Fener Patrikhanesi ve Türkiye. İstanbul: Ötüken Yayınları, 1999. Ulubelen, Erol. İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye. İstanbul: Aytaç Kitapevi, 1967. Umar, Bilge. İzmir’de Yunanlıların Son Günleri. Ankara: Bilgi Yayınları, 1974. 205 Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, 4. Baskı C.3, Kısım: 2, TTK, 1988, s.151. Üskül, Zafer. Siyaset ve Asker, Cumhuriyet Döneminde Sıkıyönetim Uygulamaları. İstanbul: Afa Yayınları, 1989. Yıldırım, Münir. Yunanistan ve Ortodoks Kilisesi. 1. Baskı. Ankara: Aziz Andaç Yayınları, 2005. Yıldırım, Uğur. Dünden Bugüne Patrikhane. 2. Basım. İstanbul: Kaynak Yayınları, 2004. Yıldırım, Uğur. Keşiş Güç. 1. Basım. İstanbul: Otopsi Yayınları, 2005. MAKALELER Akar, Rıdvan. “İki Yıllık Gecikme: 6–7 Eylül 1955”, Toplumsal Tarih. Sayı: 117, Eylül 2003, s. 8. Aktar, Ayhan. “İstanbul Tapu Kayıtlarının Analizi”, Toplumsal Tarih. Eylül 1999, s. 10. Aktar, Ayhan. “Varlık Vergisi’nin Hikayesi”, Toplumsal Tarih. Sayı:121, Ocak 2004, s. 82. Andrianopulu, Konstantina. “İstanbul Rum Basınının Tepkisi ve 6–7 Eylül Olayları”, Tarih ve Toplum. Sayı: 237, Eylül 2003, s. 152. Benlisoy, Foti. “6/7 Eylül Olayları Öncesinde Basında Rumlar”, Toplumsal Tarih. Eylül 2000, s. 28. Beşinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri, I. Değişen Dünya Dengeleri İçinde Askeri ve Stratejik Açıdan Türkiye, (23–25 Ekim 1995-İstanbul) Ankara, 1996, s.226–242. Ekin, Karaca. “6–7 Eylül Olayları ve Türk Basınının Tavrı”, Toplumsal Tarih. Sayı: 142, Ekim 2005, s. 30. Gökçen, Salim. “Fener Rum Patrikhanesindeki Metropolit Revizyonu Mevcut Statüye Rağmen Neden Yapıldı?” Müdafaa-i Hukuk Dergisi, Nisan 2004, s.32–34. Güven, Dilek. “6–7 Eylül Olayları ve Failler”, Toplumsal Tarih, Sayı: 141, Eylül 2005, s. 39. Kaya, Önder. “Patrikhanenin Vaziyeti”, Toplumsal Tarih. Sayı: 124, Nisan 2004, s. 123. 206 Macar, Elçin. “Athinagoras’ın Patrik Seçilmesi”, Toplumsal Tarih, Eylül 1999, s. 37. Oran, Baskın. “Türkiye’de Azınlık Hukuku”, Toplumsal Tarih. Sayı: 117. Eylül 2003, Özyılmaz, Emre. “Fener Rum Patrikhanesi ve Heybeliada Ruhban Okulu Meselesi”, Kök Araştırmalar. Toker, Hülya. “Cumhuriyet Döneminden Günümüze Fener Patrikhanesinin Faaliyetleri”, Silahlı Kuvvetler Dergisi. Sayı 383. Ocak 2005. s. 39. Türker, Orhan. “Büyükada Rum Yetimhanesi”, Tarih ve Toplum. Sayı: 200, Ağustos 2000. s. 38. Türker, Orhan. “6–7 Eylül Olaylarının İstanbul Rum Basınındaki Yankıları”, Tarih ve Toplum. Sayı: 177, Eylül 1998. s. 141. Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Fasikül 81, Temmuz 1995, s.345. Belgelerle Türk Tarihi Dergisi. İstanbul, 1968. s. 18. Lozan Barış Konferansı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı, 1993. s. 10. T.C. Anayasası, İstanbul: Der Yayınları, 1995. s. 8. YAYINLANMAMIŞ TEZLER Durmaz, Bülent. “Balkanlarda Slavist ve Ortodoks Eksenli Politikalar, Fener Rum Patrikhanesi İle Ruhban Okulu ve Türkiye Üzerindeki Emeller” (Harp Akademileri Tezi, İstanbul, 2002), s. 4–75. GAZETELER Akay, Naci. “Ruhban Okulu Açılmalı”, Sabah, 7 Mayıs 2004, s.22. Aktar, Ayhan. “50. Yılında 6–7 Eylül Gerçeği”, Sabah. 9 Eylül 2005. s.28. Aktuğ, Ufuk. “Ermeni Patriği Fakülte İstedi”, Hürriyet, 26 Mart 2006, s.25. Akyol, Cahit ve Tamer Yüksel. “Patrikhaneden Din Konferansı”, Hürriyet, 29 Ağustos 2000, s.26. Akyol, Taha. “6–7 Eylül ve 23 Eylül”, Milliyet, 6 Eylül 2005, s.17. Albayrak, Nafiz. “Bartholomeos ABD’ye Gitti”, Hürriyet, 20 Ekim 1997, s.21. Angelidis, Sofia. “Yunanistan’da İlahiyat Krizi”, Milliyet, 23 Eylül 2005, s.17. Arat, Süleyman. “Büyük Zirve”, Hürriyet, 26 Aralık 2000, s.17. Atakan, Bahar. “YÖK, AB İle Değişecek”, Milliyet, 6 Ekim 2005, s.18. 207 Atalay, Figen. “Ruhban Okulu’nun Sessiz Bekleyişi”, Cumhuriyet. 10 Mayıs 1994. s.12. Atiyas, Şebnem. “Fener Patriği’nden Geri Adım”, Cumhuriyet, 14 Temmuz 1990, s.3. Aydın, Mehmet. “Fener Patrikhanesi ve Ortodoks Dünya”, Zaman. 15 Mayıs 1994. s.2. Avcı, Ümran. “Patrik: Kötü Niyetler Var”, Milliyet, 30 Temmuz 2005, s.21. Başyurt, Erhan. “Cihan Patriği Tartışması”, Zaman. 27 Eylül 1995. s.4. Başyurt, Erhan. “Heybeliada’da Ekümeniklik Kavgası”, Zaman. 28 Ağustos 1994. s.9. Başyurt, Erhan. “Patrikhane Ekümenikleşiyor mu?”, Zaman. 25 Ekim 1994. s.1. Batur, Nur. “Patrik’e Müthiş Tören”, Hürriyet, 21 Mayıs 1999, s.20. Batur, Nur. “Atina’da Stefanopoulos Şoku”, Hürriyet, 30 Ağustos 1995, s.18. Berberakis, Stelyo. “Patrik Revizyonla Neyi Amaçlıyor?”, Sabah, 4 Mart 2004, s. 6. Berberakis, Stelyo. “100 Yılın Krizi, Hristodulos Şimdilik Saygıda Kusur Etmeyecek”, Sabah, 2 Mayıs 2004, s.25. Berberakis, Stelyo. “Yunan Kilisesi Geri Adım Attı”, Sabah, 29 Mayıs 2004, s.26. Berberakis, Stelyo. “Patrik’e Devlet Töreni”, Hürriyet. 11 Kasım 1992. s.33. Berberakis, Taki. “Yataklar, Sabunlar Bile Hazır”, Milliyet, 28 Temmuz 2005, s.22. Cankuş, Erdoğan. “Atina’ya Cami Yapılmalı”, Hürriyet, 1 Ağustos 2000, s.23. Çoban, İhsan. “Papandreu Patrikhane’de”, Türkiye, 22 Ocak 2000, s.10. Çongar, Yasemin. “ABD Kongresi’nin ‘Ekümenik’ Talebi”, Milliyet, 11 Haziran 2005, s.18. Çongar, Yasemin. “Amerika ‘Not’ Etmiş’, Milliyet, 4 Aralık 2004, s.21. Çoşar, Ömer Sami. “Patrikhane Dosyası”, Hürriyet, 20 Ağustos 1976, s.22. Dersan, Kazım Ş. “Yardım Bahsinde Küçük Esnaf”, Akşam, 16 Eylül 1955, s.1 Döndaş, İnci. “Bartholomeos AİHM’ye Gidiyor”, Sabah, 31 Mart 2005, s.23. Dündar, Can. “Atatürk’ün Evini Bombalamadım”, Sabah, 7 Eylül 2002, s.15. Elveren, Muammer. “İftira Ediyorlar, Yalan Yazıyorlar”, Hürriyet, 5 Mayıs 2000, s.14. Erbil, Ömer. “Bir Okulun Hikayesi”, Zaman. 8 Ekim 1995. s.17. Erbil, Ömer. “Ruhban Okulu Patrikleri Karıştırdı”, Milliyet, 27 Eylül 2005, s.21. Ergan Uğur ve Ayda Kayar, “Patrik’e Yakın Takip”, Hürriyet, 5 Mart 2004, s.20. Ertuğrul, Doğan. “Türk-Yunan İlişkileri Kıskacındayız”, Zaman. 13 Mayıs 1996. s.4. Ertürk, Tarık. “Rum Patrikhanesi Devlet Olma Peşinde”, Zaman. 23 Ekim 1994. s.4. 208 Fırat, Gülay. “Kampta Dört Çocuk”, Milliyet, 12 Ağustos 2005, s.16. Gezer, Ahmet. “Bartholomeos, Papa Statüsü Peşinde”, Zaman. 1 Temmuz 1995. s.11. Göze, Ergun. “Dr. Rıza Nur’un Patrikhane Kerameti”, Tercüman, 27 Mayıs 2005, s.3. Güzeltuna, Necmi. “Fener Rus Patriklerin Post Kavgası Kızıştı”, Yeni Şafak. 4 Nisan 1996. s.9. Güzeltuna, Necmi. “Katolik-Ortodoks Yakınlaşması”, Yeni Şafak. 1 Temmuz 1995. s.8. Güven, Nazlı. “Ekümeniklik Tartışması Yine Alevlendi”, Sabah, 16 Aralık 2004, s.27. Hanbay, Gönül. “Bu Okul Hep Gündemde”, Milliyet. 11 Nisan 2000. s.25. Hazar, Hasan Mesut. “Patrik, Clinton’dan Yardım İstedi”, Türkiye, 24 Ekim 1997, s.8. İlgazi, Aziz. “Patrikhane’ye Büyük İlgi”, Türkiye, 18 Kasım 1999, s.10. Ünal, Hasan. “Patrikhaneyi Kapatmalı mı?”, Milliyet, 21 Kasım 1995, s.21. Kaptan, Faik. “ABD’den Özel Uçak Geldi”, Hürriyet. 5 Mart 2002. s.19. Kohen, Sami. “50 Yıl Sonra”, Milliyet, 6 Eylül 2005, s.20. Kozluklu, Fuat. “Patrik’e Büyük İtibar”, Cumhuriyet. 21 Ekim 1997. s.12. Köylü, Hilal. “Ruhban Okuluna Formül Bulundu”, Radikal, 24 Haziran 2004, s.1–7. Özfatura, M. Necati. “Patrikhanenin Ekümeniklik Hayali”, Türkiye, 9 Kasım 2000, s.11. Özlüer, Ali. “Makedon Liderden Patriğe Ziyaret”, Sabah, 17 Mart 2005, s.23. Sazak, Derya. “Heybeliada’da Meslek Yüksekokulu Açılsın”, Milliyet, 2 Aralık 2005, s.14. Soncan, Emre. “Sipahioğlu: 6–7 Eylül Olaylarını Menderes’le Tertiplediğimiz Yalan”, Zaman, 6 Eylül 2005, s.3. Taşgetiren, Ahmet. “Patrikhane Nereye koşuyor?”, Zaman, 27 Ekim 1995, s.2. Tahsin, İlhan. “Atina’dan Patrik’e Onursal Başkanlık”, Türkiye, 27 Mayıs 1999, s.15. Taşyürek, Muzaffer. “Patrikhane-Kıbrıs Hattı”, Zaman. 10 Kasım 1993. s.5. Tunç, Ferai. “Patriğe Devlet Töreni”, Hürriyet, 24 Eylül 1995, s.4. Yılmaz, Önder. “Başbakan Yardımcısı Şahin: Fener Patriği Sınırlarını Aşıyor”, Milliyet, 1 Ağustos 2005, s.17. Yılmaz, Önder. “10 Soru 10 Cevap: Azınlık Vakıfları”, Milliyet, 2 Ağustos 2005, s.21. “Yunanlılar Londra Konferansının Netice Vermeyeceğini Zaten Biliyorlarmış”, Akşam, 6 Eylül 1955, s.1. 209 “Zararların Derecesini Tespit Etmek İçin Beyannameler Doldurulacak”, Akşam, 15 Eylül 1955, s.1. “Son Hadiseler Amerika’da Nasıl Karşılandı?”, Akşam, 9 Eylül 1955, s.2. “Örfi İdare 3 Vilayette 6 Ay Devam Edecek”, Akşam, 13 Eylül 1955, s.2. “Vatandaşların Maruz Kaldığı Zararlar Telaffi ve Tazmin Edilecek”, Akşam, 7 Eylül 1955, s.1. “Zararların Tazmini İçin Hükümet Tedbir Alıyor”, Akşam, 9 Eylül 1955, s.1. “ABD Dışişleri Bakanı’ndan Ruhban Okulu Baskısı”, Akşam, 18 Mayıs 2000, s.13. “Fener Patriği Ölümden Nasıl Döndü”, Cumhuriyet, 3 Aralık 1987, s.4. “Rum Ortodoks Patriği’den Türkiye’ye Destek”, Dünya, 23 Şubat 1995, s.1. “Atina’da Veto İçin Önemli Toplantı”, Hürriyet, 9 Ocak 1995, s.25. “Bartholomeos’a Ziyaret”, Hürriyet, 14 Eylül 2000, s.25. “Ekümenlik Atağı”, Hürriyet, 23 Ocak 2004, s.24. “İznik’te Tarihi Buluşma”, Hürriyet, 26 Aralık 2000, s.17. “Patrik’in Gezisi Tartışmalı Başladı”, Hürriyet, 21 Ekim 1997, s.24. “Bush’tan İtiraf”, Hürriyet, 26 Mart 2006, s.20. “Sözlerimizde Suç Yok”, Milliyet, 2 Ağustos 2005, s.21. “Danıştay Azınlık Vakıflarını Kurtardı”, Milliyet, 31 Temmuz 2005, s.18. “Türkiye’nin Siyaseti Laik İnancı Güçlü”, Sabah, 28 Haziran 2004, s.24. “Roth: Karanlığı ve Işığı Görmeye Geldik”, Sabah, 4 Kasım 2004, s.26. “Ekümenik Sıfatı Tartışması Yeniden”, Sabah, 2 Aralık 2004, s.29. “Fener Patrikhanesi, Atina Kilisesi’yle İlişkisini Kesti”, Sabah, 01 Mayıs 2004, s.27. “Patrikhane, Atina İle Yumuşadı”, Sabah, 05 Haziran 2004, s.25. “Patrikhane Bizim Mekke’miz”, Sabah, 11 Aralık 2004, s.7. “Çerçeveye Uysunlar Açalım”, Sabah Haber Merkezi, Sabah, 04 Mayıs 2005 “Salı Gecesi Cereyan Eden Hadiseler Sırasındaki Maddi Zarar 300 Milyonu Aşmıyor”, Tercüman, 10 Eylül 1955, s.1 “Patriğe Gizli Ziyaret”, Türkiye, 29 Nisan 1996, s.15. “Patrik Unvan Peşinde”, Türkiye, 20 Ekim 1997, s.8. “Patrik’in Papa Daveti Uygunsuz, Sezer’in Daveti İse Kendi Takdiri”, Vatan, 18 Eylül 2005, s.19. “İstanbul’da Bazı Tahrip ve Yağmalar Oldu”, Vatan, 7 Eylül 1955, s.1. 210 “Başpiskopas’a Devlet Başkanı Ağırlaması”, Zaman, 14.10.1992, s.2. “Bartholomeos Devlet Başkanı Gibi”, Zaman, 13.11.1994, s.1. “Patriğin Cihan Rüyası”, Zaman, 25 Eylül 1995, s.10. “Bartholomeos: Vatikan Olmak istemiyoruz”, Zaman, 30 Nisan 1997, s.4. “Lozan İstanbul’dan Delindi”, Aydınlık,17 Nisan 1999, s.8–9 bıraktım s.107 İNTERNET Gökçen, Salim. “Fener Rum Patrikhanesi’ndeki Metropolit Revizyonu Mevcut Statüye Rağmen Neden Yapılmadı?” 11.10.2005, http://www.turkatak.gen.tr/media/makale/makale4.pdf Gökçen, Salim. “Fener Rum Patrikhanesi’nin Hukuki Statüsü ve Heybeliada Ruhban Okulu’nu Açtırma Girişimleri”, http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/heybeliada.html Gökçen, Salim. “Küresel Liderlik Yolunda Avrupa Birliği ve Stratejik Ortağı Fener Rum Patrikhanesi”, http://www.haberanaliz.com/detay.php?detayid=1170 Kaplan, Sefa ve Özgür Ekşi, “Ekümenik Polemiği”, 21.10.2005 http://www.hurriyet.com.tr/gundem/3416346.asp?m=1&gid=69 Oran, Baskın. “Azınlık Sorunları Gayrimüslim Vakıfları: Son Durum” http://www.istanbulazinliklari.org/SAYFA.ASP?T=4 “6–7 Eylül Olayları Davası”, http://www.minidev.com/kulturler/kulturler_rum_dava.asp “Azınlık Vakıflarının Yönetimine El Konamaz”, 30.07.2005, http://www.cnnturk.com/HABER/haber_detay.asp?PID=318&HID=1&haberI D=114352 “Rum Kültürü, Büyükada Rum Yetimhanesi”, 29.03.2001, http://www.minidev.com/kulturler/kulturler_rum_yetimhane.asp “Bartholomeos Türkiye’yi Avrupa’ya Şikayet Edecek”, 15.09.2005, http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=168522 “Büyükada’daki Yetimhane Binası, Patrik de Türkiye’yi AİHM’e Şikayet Etti”, 08.09.2005 http://www.barobirlik.org.tr/calisma/basinda_yargi/2005/05/30.htm “Ekümeniklik Meselesi”, 211 http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/ekumeniklik.html “AB ve ABD’den Çifte Sıkıştırma”, http://www.takvim.com.tr/2005/08/03/gnb101.html “Bartholomeos, Hatemi İle Görüştü”, 15.02.2006 http://www.ntvmsnbc.com/news/129669.asp “Din, Bilim ve Çevre Sempozyumu (20–28 Eylül 1997)”, http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/din_bilim_cevre.html “Atatürk’ün Tanımlamasıyla ‘Bir Fesat ve İhanet Odağı’ Olan Fener Rum Patrikliği ve Etkinlikleri”, http://www.gizlitarih.com/index.php?e=247 16.02.2006 “Ortodoksluk ve Ortodoks Kilisesi”, 07.10.2005 http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/kaynaklar.html “Osmanlı Dönemi 4”, http://www.minidev.com/kulturler/kulturler_rum_tarih2_4.asp “Lozan Görüşmelerinde Fener Rum Patrikhanesi”, 25.11.2005 http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/lozanda.html “Lozan Sonrası Patrikhane ve Patriklerin Faaliyetleri”, http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/lozan_sonrasi.html “Vatikan’dan Fener’e Jest”, 14.11.2005, http://arsiv.sabah.com.tr/2004/10/21/gun100.html “Ruhban Okulu Açılsın Talebi”, http://www.sabah.com.tr/gnd96.html 20.10.2005 “Patrik Yemin etti, Dava Reddedildi”, 06.10.2005, http://www.ntvmsnbc.com/news/367229.asp http://www.pressturk.com/haberler/1066297472.php. http://www.inaf.gen.tr/turkish/newslet/tn001.htm 212 ÖZGEÇMİŞ 01.03.1965 yılında doğdu. İlk ve orta öğrenimini Bolu’da, lise öğrenimini Tekirdağ’da tamamladı. Lisans eğitimini 1988 yılında Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Elektronik Bölümünde bitirdi. 1991 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığında deniz subayı olarak göreve başladı. 1991–2003 yıllarında arasında Deniz Astsubay Hazırlama Okulu Komutanlığında Elektronik öğretmeni olarak görev yaptı. 2001–2003 tarihleri arasında Marmara Üniversitesi Elektronik ve Haberleşme Anabilim dalında Yüksek Lisans yaptı. 2003 yılından itibaren Deniz Harp Okulu Elektrik/Elektronik Mühendisliği Bölüm Başkanlığında Elektronik Öğretim Elemanı olarak görev yapmaktadır. 213 EKLER EK- 1348 Lozan Barış Antlaşması’nda Azınlık Hakları ile İlgili Maddeler Madde 37. Türkiye, 38. maddeden 44. maddeye kadar olan maddelerin kapsadığı hükümlerin, temel yasalar olarak tanınmasını hiçbir kanunun, hiçbir yönetmeliğin (Tüzüğün) ve hiçbir resmi işlemin bu hükümlere aykırı ya da bunlarla çelişir olmamasını ve hiçbir kanun, yönetmelik (tüzük) ve hiçbir resmi işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir (taahhüt eder). Madde 38. Türk Hükümeti, Türkiye’de oturan herkesin doğum, bir ulusal topluluktan olma (milliyet, nationalité) dil, soy ya da din ayrımı yapmaksızın hayatlarını ve özgürlüklerini korumayı tam ve eksiksiz olarak sağlamayı yükümlenir. Türkiye’de oturan herkes, her dinin, mezhebin ya da inancın kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı olmayan gereklerini, ister açıkça ister özel olarak, serbestçe yerine getirme hakkına sahip olacaktır. Müslüman olmayan azınlıklar, bütün Türk vatandaşlarına uygulanan ve Türk Hükümeti tarafından milli savunma ya da kamu düzeninin korunması için ülkenin tümü ya da bir parçası üzerinde alınabilecek tedbirler saklı kalmak şartıyla, dolaşım ve göç etme (yerleşme) hakkından tam olarak yararlanacaklardır. Madde 39. Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları, Müslümanların yararlandıkları aynı yurttaşlık (medeni hukuk) ve siyasal haklardan yararlanacaklardır. Türkiye’de oturan herkes din ayrımı gözetilmeksizin kanun önünde eşit olacaklardır. Din, inanç ya da mezhep farkı, hiçbir Türk vatandaşının yurttaşlık haklarıyla (medeni haklar) siyasal haklarından yararlanmasına ve özellikle kamu hizmet ve görevlerine kabul edilme, yükselme, onurlanma ya da çeşitli mesleklerde ve iş kollarında çalışmasına, sanayi ile uğraşmasına engel olmayacaktır. Bütün Türk vatandaşlarının, gerek özel gerek ticari ilişkilerinde, din, basın ve her çeşit yayın konusunda ve açık toplantılarda dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır. Resmi dil mevcut olmakla birlikte, Türkçeden başka dille konuşan Türk vatandaşlarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için uygun kolaylıklar sağlanacaktır. 348 Lozan Barış Konferansı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı, 1993, s. 10. 155 Madde 40. Müslüman olmayan azınlıklara mensup olan Türk vatandaşları hem hukuk bakımından hem de uygulamada diğer Türk vatandaşlarına uygulanan aynı muamele ve aynı güvencelerden (garantilerden) yararlanacaklardır. Bunlar özellikle giderleri kendilerine ait olmak üzere her türlü hayır kurumuyla, dinsel ya da sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dini ayinleri serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır. Madde 41. Genel (kamusal) eğitim konusunda, Türk Hükümeti, Müslüman olmayan Türk vatandaşlarının önemli oranda oturdukları il ve ilçelerde, bu Türk vatandaşlarının çocuklarının ilkokullarda kendi dilleriyle eğitim yapmalarını sağlamak amacıyla uygun kolaylıklar gösterecektir. Bu hüküm Türk Hükümeti’nin söz konusu okullarda Türk dilinin öğrenimini zorunlu kılmasına engel olmayacaktır. Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşlarının önemli oranda bulundukları il ve ilçelerde, söz konusu azınlıklara devlet bütçesi, belediye ya da diğer bütçelerce, eğitim, din ya da hayır için ayrılan tutarlardan, hak gözetirliğe uygun ölçülerde pay ayrılacaktır. Sözü geçen tutar ilgili kurumların yetkili temsilcilerine ödenecektir. Madde 42. Türk Hükümeti, Müslüman olmayan azınlıkların aile durumlarıyla (statüleriyle, aile hukukuyla) kişisel durumları (statüleri, kişi halleri) konularında, bu sorunların adi geçen azınlığın görenek ve geleneklerine göre çözülmesine elverecek tedbirleri almayı kabul eder. Bu tedbirler, Türk Hükümeti ile ilgili azınlıklardan her birinin eşit sayıda temsilcilerden kurulu bir özel komisyonlarca düzenlenecektir. Anlaşmazlık çıkarsa Türk Hükümeti ile Milletler Cemiyeti Avrupa hukukçuları arasından birlikte seçecekleri bir hakemi, üst hakem olarak atayacaklardır. Türk Hükümeti sözü geçen azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve diğer dini kurumlara her türlü korumayı sağlamayı taahhüt eder. Ayni azınlıkların hali hazırda Türkiye'de bulunan vakıflarına dini ve hayır kurumlarına her türlü kolaylık sağlanacak ve izin verilecektir. Ve Türk Hükümeti yeni dini kurum ve hayır kurumu kurulması için, bu nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan, hiçbirini esirgemeyecektir. Madde 43. Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları, inançlarına ya da dinsel ayinlerine aykırı herhangi bir davranışta bulunmağa zorlanamayacakları gibi, hafta tatili (dini istirahat) günlerinde mahkemelerde 156 bulunmadıkları ya da kanunun öngördüğü herhangi bir işlemi yerine getirmemeleri yüzünden haklarını yitirmeyeceklerdir. Ancak bu hüküm, söz konusu Türk vatandaşlarını, kamu düzeninin korunması için diğer Türk vatandaşlarına yükletilen yükümler dışında tutar anlamına gelmeyecektir. Madde 44. Türkiye bu kesimin yukarıdaki maddelerinin Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklarıyla ilgili olduğu ölçüde, uluslararası nitelikte yükümler meydana getirmelerini ve Milletler Cemiyeti’nin güvencesi (garantisi) altına konulmalarını kabul eder. Bu hükümler, Milletler Cemiyeti Meclisinin çoğunluğunca uygun bulunmadıkça değiştirilemeyecektir. Büyük Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya ve Japon Hükümetleri, Milletler Cemiyeti’nin Meclisi’nin çoğunluğunca razı olunacak herhangi bir değişikliği reddetmeği, bu antlaşma uyarınca kabul ederler. Türkiye Cemiyeti Akvam Meclisi üyelerinden her birinin, bu yükümlerden (taahhütlerden) herhangi birine aykırı herhangi bir davranışı ya da böyle bir davranışta bulunma tehlikesini Meclise sunmağa yetkili olacağını, Meclisin duruma göre uygun ve etkili kabul edilecek bir hareket tarzı seçebileceğini ve gerekli göreceği yönergeleri (talimatları) verebileceğini kabul eder. Bundan başka Türkiye bu maddelere ilişkin olarak, hukuk bakımından ya da uygulamada, Türk Hükümeti ile imzacı öteki devletlerden herhangi biri ya da Milletler Cemiyeti Meclisine üye herhangi bir başka devlet arasında görüş ayrılığı çıkarsa, Milletler Cemiyeti Misalinin (Nizamnamesinin) 14. maddesi uyarınca uluslararası nitelikte sayılmasını kabul eder. Türk Hükümeti böyle bir anlaşmazlığın, öteki taraf isterse, uluslararası Daimi Adalet Divanına götürülmesini kabul eder. Divanin kararı kesin Milletler Cemiyeti Misalinin (Nizamnamesinin) 13. maddesi uyarınca verilmiş bir karar gücünde ve değerinde olacaktır. Madde 45. Bu kesimdeki hükümlerle Türkiye'nin Müslüman olmayan azınlıklarına tanımış olduğu haklar, Yunanistan tarafından kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlık için de tanınmıştır. 157 EK- 2349 T.C. Anayasası’nın 10. Maddesi: Kanun önünde Eşitlik Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. 349 T.C. Anayasası, İstanbul: Der Yayınları, 1995, s. 8. 158 EK- 3 Atatürk’ün Patrikhane ve Rum Azınlık Hakkındaki Çeşitli Yazışmaları Atatürk’ün 29 Mayıs 1919’da 9. Ordu Müfettişi iken 3. Kolordu Kumandanı Refet Beyefendi’ye, 15. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa’ya ve 20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa’ya gönderdiği gizli telgraf’ta Doğu vilayetlerini yabancıların işgali konuşundaki düşüncelerini aktarmıştır. “Doğu vilayetlerinde yabancı işgalini iki şekilde düşünmekteyim. Ya Karadeniz sahilindeki Rum ahalisi isyan ederek Cumhuriyet ilan edecek ve bir taraftan da kuvvetli iç ve bilhassa dış çeteleri vilayetlerimizi yağmalayacaktır...”350. Atatürk, Harbiye nezaretine 5 Haziran 1919 tarihli raporunda Rumların Sivas, Amasya ve Tokat’ta aynı faaliyeti yürüttüklerini; “Merzifon’daki İngiliz subayları ile Amerikan memurlarının”, bölgedeki Rumlarla ve çetecilerle “pek sıkı ilişkilerini”; 6 Haziran’da gönderdiği raporda Amerikan marka eşya sandıklarıyla “Merzifon Amerikan Mektebi’ne” getirilen silahları ve okulda “komitecilik teşkilatıyla” uğraşan dört İngiliz subayını; 11 Haziran tarihli raporunda Merzifon kazasının Mahmutlu Köyü’nden geçerken Rum eşkıyasının baskını sonucu öldürülen Türk askerlerini bildirmektedir351. Atatürk’ün başında bulunduğu 3. Ordu Müfettişliği’nin 18 Haziran 1919’da, Erzurum vilayetine gönderdiği rapor şunları içermektedir. 1. “Önemli ve Resmi istihbarat aşağıdadır.” 2. “Yunanlılar Trakya Bölgesi’ndeki Osmanlı Rumlarını örgütleyip silahlandırarak maalesef Müslüman halk aleyhinde kullanmaya başlamışlardır. Bu yerli Rumların çoğunluğu da askere gittiklerine göre Silivri ve Çorlu bölgesinde çete harekâtı artmıştır.” 3. “Saltanatın başkentinde Yunan subaylarının kumandası altında Rum mektepleri izci teşkilatına tabi tutulmuş, bu teşkilata bir çok paralar dağıtılmış, Fener ve Tatavla Kiliseleri’nde silah ve cephane depolandığı haber alınmıştır.”352. Atatürk’ün Bütün Eserleri, 1. Basım, C.2, İstanbu: Kaynak Yayınları, Mayıs 1999, s. 337. Yıldırım, age., s. 124–125. 352 [ABE], 1.Basım, C.2, İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 1999, s. 396. 350 351 159 Atatürk 25 Haziran 1919 tarihinde gönderdiği rapor da, Fener Patrikhanesi’yle ilgili şu gelişmeyi bildirmiştir: “İstanbul’da, Galata’da, Minerva hanının üçüncü ve dördüncü katlarında, Rum Muhacir Komisyonu gibi aldatıcı bir ad altındaki Kordas yahut Etniki Eterya Cemiyeti’nin bir şubesi de çalışmaktadır. Bu vaziyet, Yunanistan’dan gönderilen çeteleri ve İstanbul’da kaydettiği Rumları, Trakya’ya, İzmir’e ve Karadeniz kıyılarına göndermektedir. Fener Patrikhanesi Merkez Komitesi de, bu cemiyete yardım etmektedir.”353. Atatürk 25 Haziran 1919 tarihli bir başka raporunda da, Fener Patrikhanesi’nin Türkler aleyhinde başlattığı psikolojik savaş ile yıkıcı girişimler için alınması gereken tedbirleri bildirmiştir: “Kolları, bacakları kesilen erkeklerinden, namusları ayaklar altına alınan kadınlarından bahsolunarak vilayet metropolitlerinden İstanbul Patrikhanesi’ne durmadan rapor yağdırılmakta olduğu ve bu gibi yalanların yabancı gazetelerinde yer bularak yayınlanmakta ve bu suretle aleyhimize propagandalar yapılmakta olduğu ve bunlardan hedeflenen gaye ise hem şüphesiz Avrupa’ya Türk vahşeti ve Türk kabiliyetsizliğini ispata çalışmak ve geçirilen şu nazik zamanda… milletler nazarında Türk Milleti hakkında fena fikirler doğmasına çalışmaktan ibaret olduğundan ve bu gibi tesirlerin hükümsüz bırakılabilmesi ancak karşı yayınla kabil olabileceğinden hiçbir vakayı kaçırmayarak işlenen suçları gösteren delilli listeler düzenlenmesi ve gönderilmesi Harbiye Nezareti Celilesinden 18.06.35 (18 Haziran 1919) ve 163/2355 numaralı şifreli emirle bildirilmekte, günlük veri gelmekte olan raporlarla bildirilecek malumatın işar olvechile tasrih ve edilesile haber verilmesini ve adi vakalardan olan ağız dalaşı, kavga ve şahsi hususlardan dolayı vaki olacak vakaların belirtilmesinden kaçınarak bunların yalnızca sayıca bildirilmesi fakat Hıristiyan unsurların Müslümanlara karşı siyaseten reva gördükleri her türlü zulüm ve yolsuzluğa ait vakaların açıkça belirtilmesine önemini binaen arz ve rica eylerim”354. Mustafa Kemal’de, 22 Ağustos 1919 tarihli, Erzurum’dan “Çok Gizli” uyarısıyla gönderdiği genelgede, Harbiye Nezareti’nin işaret ettiği örgütlenmeye dikkat 353 354 [ABE], 1.Basım, C.3, İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 2000, s. 125. Yıldırım, age., s. 88–89. 160 çekmiştir. Mustafa Kemal, Fener Patrikhanesi’nde kurulan “Mavri Mira” adlı çeteyi bildirmektedir: “Çok gizli tutulacaktır. Erzurum, 22.8.1919 Tamim “Pek sağlam elde edilen bilgilere göre Rum Patrikhanesi’nde ‘Mavri Mira’ isminde bir heyet teşekkül etmiştir. Bunun Reisi Patrik Vekili Droteos üyeleri: Athinagoras, Enez Metropolidi, Yunan Kaymakamı Giritli Katekhakis, Katelopulos, Dipasimas, Ayinpa, Siyari ismindeki kişilerdir.” “Heyet doğrudan doğruya Venizelos’tan talimat alıyor. Rumların ve Yunan Hükümetinin nakdi yardımıyla büyük bir sermayesi vardır.” “Vazifesi, Osmanlı vilayetleri dahilinde çeteler kurmak ve idare etmek, mitingler ve propaganda yapmaktır. Yunan Kızılhacı da bu Mavri Mira heyetine bağlıdır. Vazifesi görünüşte muhacirlere bakmak gibi insani bir perde altında çete teşkilatı yapmak, ihtilal tertibatını hazırlamaktır. Bu şekilde ilaç ve sağlık malzemesi adı altında silah, cephane ve teçhizatı Osmanlı memleketine sokmaktır. Hatta resmi muhacirlerin komisyonu da Mavri Mira heyetine tabidir.” “İstanbul Patrikhanesi ve Yunan Konsoloshanesi silah ve cephane deposu halini almıştır ve hatta kiliseler ibadet yerinden ziyade askeri ambarlar gibi kullanılmaktadır.” “Ermeni Patriği Zaven Efendi de Mavri Mira heyeti tarafından satın alınmıştır.” “Rum mekteplerinin, evvelce bizim yapıp da tam sırası iken terk ettiğimiz izci teşkilatları, tamamen Mavri Mira heyeti tarafından idare edilmektedir. İstanbul, Bursa, Kırkkilise, Tekirdağ ve buralara bağlı yerlerde izci teşkilatı tamamlanmıştır. İzciler yalnız çocuklar değildir. Yirmi yaşından büyük gençlerde dahildir. Anadolu’da Samsun ve Trabzon cephane dağıtım yeridir. Uygun bir halde bir yelkenli Yunan gemisi istasyon halinde cephane ve silahla yüklü olarak bu yerlerde bulundurulacaktır. Ermeni hazırlığı da tamamen Rum hazırlığı gibidir. Mustafa Kemal”355 355 [ABE], 1. Basım, C.3, İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 2000, s. 290. 161 Bu konuda alınacak tedbirleri de, Atatürk 4 Kasım 1919 tarihinde Sivas’tan Harbiye Nazırı Cemal Paşa’ya gönderdiği raporda belirtmiştir. Patrikhane’nin İstanbul’un Rumlara verilmesi için yaptığı son çalışmaları da bildirmiştir: “Dersaadet’te Rumlarla Yunanlıların fesatkarane mesaileri hakkında elde edilen malumat, özetle aşağıda arz edilmiştir. Hükümeti seniyece karşı tedbirler alınması arz olunur. Heyeti Temsiliye namına Mustafa Kemal “1. Geçen ay kiliselerin idare heyetleri seçimleri yapılmış, birçok Yunani zevat, idare heyeti üyeliğine seçilmiştir.” “2. Rum Patrikhanesi, Yunan sefaretinden aldığı emir üzerine kilise mütevelli heyetlerinden başka kırk kişilik bir heyet seçtirmiş ve bunlara ‘İstanbul Rum Mebusları’ namını vermiştir. Bu heyetin vazifesi, İstanbul meselesi Konferans’ta mevzu olunca, propaganda için münasip görülecek şahısların Paris, İngiltere, İsviçre, Yunanistan’a gönderilmesiyle tahriklerde ve teşviklerde bulunmak, bütün Rumlar namına İstanbul’un ilhakını talep ve hiç olmazsa uluslararası idareye nail olması hakkında mesai sarf etmek ve Yunanistan’dan gelen emirleri tatbik ve sevk edilen çeteleri icap eden yerlere göndermek, velhasıl Osmanlı hukukunun hakimiyeti ile birleştirilmeyecek ahval ve harekatı idare etmektir. Heyet İzmir’e gönderilecektir.” “3. Yunanlı Miralay Aleksandros Simrafaki, on iki gün evvel buraya gelerek, Seferhane’de Yunan hafiye zabıtasının İstanbul teşkilatına memur olmuş ve işe başlamıştır. Vazifesi bitince Atina’ya gidecektir. Bunun bir kaymakam, iki mülazım, iki yüzbaşı yardımcısı vardır. Bu yardımcılardan Yüzbaşı Dirikis Kolakilas, bugünlerde ‘Zalpili’ nam torpido ile Pontus Cumhuriyeti hükümetinin jandarma teşkilatını düzene sokmak üzere, Trabzon tarafına hareket edecektir.” “4. Pontus Hükümeti’ni teftiş etmek üzere, geçenlerde buradan sekiz kişilik bir heyet gitmiş. Bunların Patrikhane’ye verdikleri raporun özeti: Yunanistan’dan muntazaman asker, cephane ve silah geliyormuş. Rumlar da iane gönderiyorlarmış. Yunanlılar Türk kuvvetlerine karşı cesaret gösteriyorlarmış. Bu yardımların daimi şekilde devamını istiyorlarmış. Patrikhane bunun üzerine sefarethaneye müracaat ederek, ahvali incelemek için yukarda ismi geçen zabıta jandarma işlerinde yardım eden 162 Mülazım Dimitri ve Giritli Yüzbaşı Yenikslatosma’yı Trabzon civarına göndermeye karar vermiştir.” “5. Venizelos tarafından İstanbul’da bulunan bütün cemiyet ve birleştirerek bir idare heyeti tarafından Yunanistan’dan gelecek emir dairesinde hareket ettirmek ve maddeten burada propaganda yapmak üzere özel memuriyetle, hariciye memurlarından Jori Sakliyari namında biri gelmiştir. Bu, şimdiye kadar, Tatavla’daki kara aoşy. mahvksa ve Marki köyündeki Neyazoniki myat kulüplerini birleştirmiş ve bunlara şimdiye kadar güya yirmi yedi bin altı yüz seksen fedai yazmışlardır.”356. Atatürk’ün 17 Eylül 1919’da Dersaadet’te Müşir Fua Paşa’ya yolladığı belgede Osmanlı’nın tebasında yüzyıllardır huzur içinde yasayan Rum ve Ermeniler hakkındaki düşüncelerinide aktarmıştır. Paşa Hazretleri “Mütareke gününden beri Rum ve Ermenilerin, itilaf devletleri teşvik ve himayesi altında nasıl milli izzeti nefsimizi yaraladıklarını, ne suretle saltanat ve hükümet hakkını ayaklar altına aldıklarını buradan tekrarla, bütün milletle bereber kan ağlayan saf ve hamiyetli kalbinizi kederlendirmek istemem. Bu nankör ırkların küstahlıklarına eklenen itilaf devlelerinin hak tanımaz muameleleri ve vatanımızı parçalama kararları, nihayet İzmir feci vakası ile mahvolma tehlikesi ve esaret alçaklığı karşısında kalan bu matemzede koca milletin temiz vicdanında mukaddes bir birlik uyandırdı.”357. Atatürk’ün 24 Eylül 1919’da General Harbord’a verdiği muhtırada, İzmir’deki katliamı, “engizisyon” dönemindeki uygulamalara benzetiyor. “Yunanlılar İzmir’i ve civarını itilaf devletlerinin himayesinde işgal ettiler ve bu vesileyle görülmedik zulümler yaptılar. Yunan askerleri ve onlara silahlarla katılan mahalli Rumlar, Müslüman halk arasında bir katliama giriştiler. Bu katliam sırasında memurlar, Osmanlı subay ve askerleri ve kendi halinde yasayan halk, ayırt edilmeden öldürüldüler ve engizisyonvari çeşitli işkence ve vahşete tabi tutuldular. İnsanlık hukuku her halde barbarca ihlal edildi.”358. [ABE], 1. Basım, C.5, İstanbul: Kaynak Yayınları, Nisan 2001, s. 88–89. [ABE], 1. Basım, C.4, İstanbul: Kaynak Yayınları, Kasım 2000, s. 60. 358 Yıldırım, age., s. 112. 356 357 163 Harbiye Nazırı Cemal Paşa’ya Atatürk’ün Şifreli olarak 3 Ocak 1920’de yazdığı, Doğu Trakya hakkındaki fikirlerini beyan ettiği belgede şunlar yazılıdır. Harbiye Nazırı Cemal Paşa Hazretlerine Doğu Trakya’daki hat boyunda bulunan Yunan taburuna, erlerin terhisi bahanesiyle silahlı erler gelmekte ve giden erlerinde silahları alıkonarak taburun Rum eşkiyasının bir silah deposu haline sokulmakta olduğu, terhis olunan erlerin Osmanlı memleketleri dahiline dağıtıldığı ve taburun merkezi olan Lüleburgaz’a külliyeli miktarda gelen bombaların Çorlu, Çatalca, Babaeski, Alpullu, Çerkezköy’ü müfrezelerine dağıtıldığı, Paşaeli Heyeti Merkeziyesi’nden bildirilmektedir. Hükümet kati ve şiddetli teşebbüslerde bulunarak Yunanlıların Doğu Trakya’da olsun tahriklerine engel olunması ehemniyetle arz olunur.359. Atatürk, 15 Ocak 1920’de, 15. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir’e gönderdiği mesajda, Mondros Mütarekesi’nden sonra Amerika’dan 250 bin Rum ve Ermeni’nin gelip İstanbul’a yerleştiğini bildirmektedir. Amerika’dan örgütlenerek İstanbul’a gönderilen bu topluluğun, Wilson Prensipleri’ndeki “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” gereğince, Hıristiyan nüfusun Müslüman nüfustan fazla olduğunu ispat etmek için yerleştirildikleri söylenebilir. Atatürk bu mesajında şunları ifade etmiştir: “İstanbul’da Mütareke’den sonra 20 bin Rum ve Ermeni Amerika’dan gelmiş ve yerleşmiştir. Rumlar İstanbul’da siyasi temsilciler nezdinde Rumlar için bir ahzı asker şubesi teşkil etmişler, bir de mehakim şubesi teşkil eylemişlerdir; son bir hafta zarfında Yunan subayla ve askerleri İstanbul’da fazlalaşmıştır. Atina Mebuslar Meclisi, İstanbul’da bir darülfünun, asarı atika mektebi teşkiline karar vermiştir. Pire’de, kral taraftarları ile Venizelos taraftarları arasındaki kanlı çatışmalar olmuş İstanbul’dan iki Fransız taburunun denizden sevk edildiği görülmüştür. Bunların Pire’ye gideceği rivayet olunuyormuş.”360. Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nda düşmanın yaptığı psikolojik savaşı, en ince ayrıntısına kadar etkisizleştirmeye çalışmaktadır. 20 Nisan 1920’de, “Samsun Mutasarrıflığı’na ve Kastomoni’de Mıntıka Kumandanı Osman Bey’e” gönderdiği emirde, İstanbul’dan gönderilen “matbuata” karşı tedbir alınmasını istemekte: “Vatanın şu hayat ve memat mücadelesinde İstanbul’da düşman elinde ve emrinde olan payitaht 359 360 [ABE], 1. Basım, C.6, İstanbul: Kaynak Yayınları, Ağustos 2001, s. 63. Yıldırım, age., s. 99. 164 matbuatına karşı pek ciddi bir kontrol tatbiki son derece lüzumludur. Samsun Rumlarının Rumca gazeteleri alıp okuduklarından bahsediliyor. Bilhassa buna asla izin verilemez. Dolayısıyla posta ile veya diğer yollarla gelebilecek İstanbul matbuatına karşı pek ciddi ve kati tedbirler alınması lüzumunu tekrar beyan ederiz.” demektedir361. Atatürk, 24 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada, Pontus faaliyetini şöyle ifade etmiştir: “Hakikaten Rumların hakimiyetini ve İslam unsurunun esaretini hedefleyen ve Atina ve Dersaadet komiteleri tarafından idare olunan Pontus Hükümeti emelleri, Karadeniz sahiliyle kısmen Amasya ve Tokat’ın kuzey kazalarında ikamet eden Osmanlı Rumlarının hayalhanelerini çılgınca bürümüştü. Alınan tedbirler sayesinde muvaffakiyetli neticeler elde edildi.”362. Atatürk, ABD’li istihbaratçı Teğmen Robert S. Dunn’la yaptığı görüşmede de Pontus hükümeti için çalışan Rumların Atina’dan yönetildiklerini belirtmiş, Yunanlıların Müslümanlara karşı yaptıkları “vahşet ve zulmü Avrupalıların ve Amerikalıların gözleri önünde işlediklerine” dikkat çekmiştir. Teğmen Dunn görüşmeden sonra hazırladığı 9 Ağustos 1921 tarihli raporu İstanbul’dan Washington’a göndermiştir. Raporda görüşmenin tarihine ilişkin “Milli Lider’le tren istasyonundaki ‘Kışlık Sarayı’nda 1 Temmuz 1921’de saat 04.00’teki buluşmada bir araya gelindi” denilmektedir. Atatürk’ün Dunn’ın sorduğu bir soruya verdiği yanıt, raporda şöyle geçiyor: “Konu: Anadolu’daki Vaziyet-Monografik Rapor Nereden: İstanbul (Milliyetçi Türkiye) No: 1308 Tarih: 09 Ağustos 1921 Aşağıdaki sorular Mustafa Kemal Paşa’ya Teğmen Robert S. Dunn (ABD Deniz Kuvvetleri) tarafından soruldu ve cevaplar kendisi tarafından aşağıda belirtildiği gibi verildi. S: Yakındoğu Yardım Şirketleri ve Amerikan Tütün Şirketlerinin Rum ve Ermeni memurlarının, şimdilerde Karadeniz sahillerinden sınır dışı edilmesine teferruat ve prensipte hangi makam karar veriyor? Sürgün emirlerinin hakkı ile tatbikinden kim 361 362 [ABE], 1. Basım, C.7, İstanbul: Kaynak Yayınları, Ocak 2002, s. 332. [ABE], 1. Basım, C.8, İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 2002, s. 32. 165 mesul tutulmuştur? Siyasi sebeplerle sürülme emri alanlar aleyhinde hangi müessese delil sahibidir? C: Karadeniz sahilindeki Rumlar bilhassa Samsun’dakiler Pontus devleti adını vermek istedikleri bir Rum Hükümeti kurmaya çalışıyorlar. Bu gizli teşkilat Atina’dan ve Atina tarafından yönetiliyor. Bu gizli teşkilat Türkiye’nin mahvına yol açmaya ve İzmir bölgesini işgal etmiş olan Yunan ordusuna yardım etmeye çalışıyor. İnebolu’yu bombardıman etmek suretiyle Yunan Hükümeti bu hain insanlara yardım ediyor ve onları cesaretlendiriyor. Yunan Hükümeti zaman zaman Samsun’a asker çıkarıyor ve Rumların kendileri ile işbirliği yapmaları için propaganda yapıyor. Hükümet Rumların bu faaliyetlerini ve Türkleri öldürmek ve Türk köylerini yakmak gibi yaptıkları mezalimi ispatlayacak kafi belgeye sahiptir. Bu belgelerin bazıları hala mahkeme önündedir. Komisyon tarafından silahlandırılan Rumlar, Yunan Kızıl Haçı adı altında kendilerini gizleyerek, bugüne kadar Türklere karşı, dağlarda vahşiyane suçlar işlemektedir. Pontus Komitesi, hainane emellerine güven altına alma çalışmalarında kuvvet kazanmak için Rusya’dan ve Kafkasya’dan binlerce Rum getirmeye gayret etmektedir. Osmanlı tebaası Rumlar kendi oğullarını Yunan ordusuna gönderdiler. İzmir cephesinde karşılaştıklarımız bunlardır. Aldığımız esirler arasında bu tür kişiler var. Türkiye Büyük Millet Meclisi mevcudiyetini korumak için gerekli bütün tedbirleri almaktadır. Zararlı siyasetler izledikleri tespit edilen Ermeniler cezalandırılmaktadır. Bu bağımsızlık endişesi ile yanlış yola sapan Müslümanlara karşı en sert tedbirler alınmaktadır. Fakat Yunanlıların vahşet ve mezalimi uzun süredir devam etmektedir ve hiç kimse zavallı Müslümanları kurtarmayı düşünmemektedir. Rumlar, Müslümanlara karşı bu suçları Avrupalıların ve Amerikalıların gözleri önünde işlemektedir.”363. Atatürk, 17 Eylül 1922’de Hariciye vekili Yusuf Kemal Bey’e gönderdiği mesajda Hrisostomos’un son icraatının İzmir yangınını örgütlemek olduğunu bildirmiştir: “İzmir yangını hakkında aşağıdaki tarzda beyanatta bulunmak lazımdır. Ordumuz, İzmir’i her türlü kazadan muhafaza etmek için şehre girmeden evvel tedbirler almıştır. Ancak Yunanlılar ve Ermeniler daha evvel vücuda getirdikleri teşkilatla İzmir’i tamamen yakmayı tasarlamışlardı. Kiliselerde Hrisostomos’un vermiş 363 [ABE], 1. Basım, C.11, İstanbul: Kaynak Yayınları, Nisan 2003, s. 221–222. 166 olduğu nutuklar ki İslamlar tarafından işitilmiştir, İzmir’i yakmak dini bir vazife olarak tebliğ edilmiş bulunuyordu. Yangın bu teşkilat tarafından vücuda getirilmiştir. Bunu teyit eden birçok şahit ve belgeler vardır. Askerlerimiz yangını söndürmek için bütün mevcudiyetleriyle çalışmışlardır. Yangını askerlerimize atf ve isnat edenler bizzat gelip İzmir’de vaziyeti görebilirler. Yalnız böyle bir iş resmi soruşturma söz konusu olamaz. Şu anda burada bulunan her milleten gazeteciler zaten bu vazifeyi yapmaktadırlar.”364. 364 Yıldırım, age., s. 113. 167 EK- 4 6 Eylül 1955 Tarihli İstanbul Ekspres Gazetesi 168 EK- 5 16 MART 1964 TARİHLİ BAKANLAR KURULU KARARI 169 EK- 6365 KIBRIS CUMHURİYETİ, YUNANİSTAN, BİRLEŞİK KRALLIK VE TÜRKİYE ARASINDA GARANTİ ANTLAŞMASI Bir tarafta Kıbrıs Cumhuriyeti, diğer tarafta Yunanistan, Türkiye ve Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı, I. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, Anayasasının Temel Maddeleri ile kurulan ve düzenlenen bağımsızlığının, toprak bütünlüğünün ve güvenliğinin tanınması ve idame edilmesinin müşterek menfaatleri iktizasından olduğunu mülahaza ederek, II. Bu Anayasa ile ihdas edilen durumu riayeti, gereğince saklamak maksadıyla işbirliği yapmayı arzu ederek, aşağıda gösterildiği üzere anlaşmaya varmışlardır. Madde 1. Kıbrıs Cumhuriyeti, bağımsızlığının, toprak bütünlüğünün ve güvenliğinin idamesini ve Anayasasına riayet edilmesini sağlamayı taahhüt eder. Kıbrıs Cumhuriyeti, herhangi bir devlet ile tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt eder. Bu itibarla, herhangi bir devlet ile birleşmesini veya Ada’nın taksimini, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak teşvik ve yardım edecek her hareketi yasaklar. Madde 2. Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık, bu Anlaşmanın 1. maddesinde belirtilen taahhütlerini dikkate alarak, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve güvenliği ile anayasasının temel esasları ile ihdasedilen durumu (anayasanın temel maddelerindeki koşulları) tanırlar ve garanti ederler. Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık, aynı şekilde, kendilerini ilgilendirdiği ölçüde, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin herhangi diğer bir devlet ile birleşmesini ya da Ada’nın taksimini, doğrudan doğruya veya dolayısıyla gerçekleştirmeyi teşvik etmek gayesini güden her hareketi yasak etmeyi (önlemeyi) taahhüt eder. Madde 3. Bu Antlaşmanın hükümleri ihlal edildiği zaman, Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık, bu hükümlere riayeti sağlamak için, gerekli girişimlerin yapılması ve önlemlerin alınması maksadıyla, aralarında danışmanlarda bulunmayı taahhüt ederler. Müştereken veya birbirlerine danışarak (işbirliği halinde) hareket mümkün 365 Aydın Olgun, Kıbrıs Anatomisi 4 Devir 4 Lider, Ankara: Ağaç İş Matbaası, Ankara, s.86 170 olmadığı taktirde, üç garantör devletten (güçten) her biri, bu antlaşma ile ihdas edilen durumu münhasıran yeniden tesis maksadı ile harekete geçmek hakkını muhafaza eder. Madde 4. Bu antlaşma imza edildiği gün yürürlüge girecektir. Yüksek Akit Taraflar, Birleşmiş Milletler Şartı’nın 102 nci maddesi hükümlerine uygun olarak, bu antlaşmayı Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine mümkün olan en kısa sürede kaydettirmeyi üstlenirler. 171 EK- 7366 Beyannamenin resmi şeklinde sorular şunlardır: 2762 sayılı Vakıflar Kanununun muvakkat maddesi mucibince mütevelliler veya mütevelli heyetleri tarafından verilmesi lazım gelen beyanname: 1. Vakfın isim ve şöhreti: 2. Kimin tarafından idare kılındığı: 3. Mütevelli veya mütevelli heyetinin yedindeki vesikanın tarihice mahiyeti: 4. İdare olunan hayratın ne gibi şeylerden ibaret olduğu ve bulunduğu mevkiler: 5. Vakfiyesi ve bu mahiyetteki vesikası tarihi ve mukayyet ve müseccel olup olmadığı 6. Bu vesikalara nazaran tevliyetin şurubu: 7. Varidatın ve fazlasının veçhi mevkufiyet ve mahalli sarfları: 8. İdare edilen akaratın ne gibi şeylerden ibaret olduğu ve bulunduğu mevkiler. Arka sayfada Sayfanın sol tarafında: Son senenin varidatı tahakkuk ve tahsil sütunları var yanlarında da mülahazat (Düşünceler) sütunu var. Sayfanın sağ tarafında : Son senenin masarifatı (giderleri) ve tahakkuku ve tediyesi sütunları son olarak da mülahazat sütunu var. Son bölüm ise şöyle: ..................... olarak idare eylediğim ..................... vakfın elimdeki vesikalara göre mahiyetiyle sureti idaresi ve şuruatı ve akaratının adediyle mevkii ve numaraları ve senede getirmekte olduğu kiraları miktarı ve hayratın ismi ile bulunduğu mevkiinin ve Hademesine ve saireye muhassas aylıkların senelikleri ve muayyenat ; müteferrika, Vergi tamirat ve masarifi sairenin kezalik senelik miktarları yukarıda hariç bir şey kalmamak üzere tamamen ve müfredatile gösterilmiş olduğundan bu beyannameyi tarafından tanzim ederek ......... Evkaf idaresine verdim. Tarih ve ........ mütevellisi imza 366 http://www.uyap.adalet.gov.tr/mevzuat/data/html/21308.html 08.09.2005 172 EK- 8 VAKIFLAR KANUNU 173 174 175 176 EK- 9367 Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri, Bunlar Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları Ve Tasarrufları Altında Bulunan Taşınmaz Malların Bu Vakıflar Adına Tescil Edilmesi Hakkında Yönetmelik Resmi Gazete Tarihi: 24/01/2003 Resmi Gazete Sayısı: 25003 Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığından: BİRİNCİ BÖLÜM: Amaç, Kapsam ve Dayanak Amaç Madde 1. Bu Yönetmeliğin amacı, 05/06/1935 tarihli ve 2762 sayılı Vakıflar Kanununun değişik 1 inci maddesinde yer alan hükümlerle ilgili uygulama usul ve esaslarını belirlemektir. Kapsam Madde 2. Bu Yönetmelik; vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış Türkiye'deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıfların; dini, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak ve sadece bu alanlardaki amaçlarını sürdürecek geliri sağlamak üzere taşınmaz mal edinmeleri ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunmaları ile bu vakıfların aynı alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak ve sadece bu alanlardaki amaçlarını sürdürecek geliri sağlamak üzere, her ne surette olursa olsun, tasarrufları altında bulunan taşınmaz malların vakıf adına tesciline ilişkin usul ve esasları kapsar. Söz konusu vakıflara ait liste bu Yönetmelik ekindedir. Dayanak Madde 3. Bu yönetmelik, 2762 sayılı Vakıflar Kanununun değişik 1 inci maddesine dayanılarak hazırlanmıştır. 367 http://www.uyap.adalet.gov.tr/mevzuat/data/html/21308.html 08.09.2005 177 İKİNCİ BÖLÜM: Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri Edinilebilecek Taşınmaz Malların Kapsamı Madde 4. Cemaat vakıfları; Vakıflar Genel Müdürlüğünün izni ile dini, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere satın alma, vasiyet, hibe ve sair yollarla taşınmaz mal edinebilirler. Başvurunun şekli ve istenilen belgeler Madde 5. Cemaat vakıfları tarafından taşınmaz mal satın alma ve ayni haklarla ilgili diğer tasarruflara ilişkin başvurular, vakfın bağlı olduğu Vakıflar Bölge Müdürlüğüne yapılır. Başvuruda; a) Taşınmaz malın nevi, imar durumu ve açık adresi, halihazırda ne amaçla kullanıldığı, hangi amaç için iktisap edilmek istendiği, b) Vakfın mali durumunu gösteren son yıla ait bilançosu, gelir-gider tablosu, c) Vakıf yönetimi tarafından alınmış gerekçeli karar, d) Taşınmaz malın durumuna ilişkin; Vakıf Gayrimenkul Ekspertiz Değerlendirme A.Ş., Emlak Gayrimenkul Ekspertiz A.Ş., T.C. Ziraat Bankası, Ticaret ve Sanayi Odası, Mimarlar Odası herhangi birinden alınmış ve birden fazla eksper tarafından düzenlenmiş ekspertiz raporu, e) Bağış ve vasiyet halinde tasarrufa ilişkin yasalarca öngörülen belge, istenecektir. Değerlendirme ve sonucunda yapılacak işlemler Madde 6. Başvurular, Vakıflar Bölge Müdürlüğü görüşü ile birlikte Vakıflar Genel Müdürlüğüne gönderilir. Gerektiğinde; ilgili Bakanlık, kamu kurum ve kuruluşlarının görüşü alınarak konu yetkili Daire Başkanlığı görüşü ile birlikte Vakıflar Meclisine intikal ettirilir. Vakıflar Meclisi tarafından konu incelenir, eksik bulunan hususlar vakfa tebliğ edilir. Tebliğden itibaren iki ay içerisinde eksikliklerin tamamlanmaması halinde talepten vazgeçilmiş sayılır. İstenilen belge ve bilgilerin eksiksiz olması halinde Vakıflar Meclisi kararı ilgili vakfa başvurudan veya eksikliğin giderildiği tarihten itibaren iki ay içerisinde gerekçeli olarak bildirilir. Vakıflar Meclisinin olumlu kararını takiben vakfa, yetki belgesi verilir. 178 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Malları Üzerinde Tasarrufları Tasarruf yetkisinin kullanılması Madde 7. Cemaat vakıfları, taşınmaz malları üzerinde; dini, hayri, eğitsel, sıhhi, sosyal ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak ve sadece bu alanlardaki amaçlarını sürdürmek üzere tasarruflarda bulunabilirler. Ayni haklara ilişkin tasarruflar Vakıflar Genel Müdürlüğünün iznine tabidir. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: Bağış ve Vasiyet Madde 8. Vasiyetname veya bağış yoluyla cemaat vakıfları adına tescil edilmek istenilen taşınmazlar hakkında; bağışın veya vasiyetin konusu olan taşınmazın vakfın tasarrufuna 09/08/2002 tarihinden önce geçmiş olması halinde bu yönetmeliğin geçici 1 inci maddesindeki, 09/08/2002 tarihinden sonra geçecek olanlarda ise ikinci bölümde yer alan hükümler uygulanır. BEŞİNCİ BÖLÜM: Diğer Hükümler Cemaat vakıflarının tasarruflarında bulunan taşınmazların tescili Geçici Madde 1. Cemaat vakıfları 09/08/2002 tarihine kadar tasarrufları altına giren taşınmaz malların vakıfları adına tescili için 09/08/2002 tarihinden başlayarak altı ay içinde vakfın bağlı bulunduğu Bölge Müdürlüğüne yazılı olarak başvuruda bulunurlar. Başvuruda şu belgeler istenir; a) Taşınmaz malın nevi, il, ilçe, mahalle, pafta, ada ve parsel numarası ve açık adresi, halihazırda ne amaç ile kullanıldığı, fiziki şartları itibariyle halihazırdaki durumu, ne şekilde vakfın tasarrufuna geçtiği, b) Taşınmaz malın vakfın tasarrufuna ilişkin 09/08/2002 tarihinden önceki bir tarihi taşıyan, aşağıdaki belgelerden bir veya makbul sayılabilecek eş değer bir belge; vergi kaydı, emlak vergi beyannamesi, kira kontratı, elektrik, su, doğalgaz faturası, tasdikli irade suretleri ile fermanlar, muteber mütevelli, sipahi, mültezim temessük veya senetleri, kayıtları bulunmayan tapu veya mülga hazinei hassa senetleri veya muvakkat tasarruf ilmuhaberleri, tasdiksiz tapu yoklama kayıtları, mülkname, vasiyetname ve vasiyet tenfiz kararları, muhasebatı atika kalemi kayıtları, mubayaa, istihkam ve ihbar hüccetleri, evkaf idarelerinden tapuya devredilmemiş tasarruf kayıtları. 179 Başvurular, Vakıflar Bölge Müdürlüğü görüşü ile birlikte Vakıflar Genel Müdürlüğüne gönderilir. Gerektiğinde; ilgili Bakanlık, kamu kurum ve kuruluşlarının görüşü alınarak konu yetkili Daire Başkanlığı görüşü ile birlikte Vakıflar Meclisine intikal ettirilir. Vakıflar Meclisi tarafından konu incelenir, eksik bulunan hususlar vakfa tebliğ edilir. Tebliğden itibaren iki ay içerisinde eksikliklerin tamamlanmaması halinde talepten vazgeçilmiş sayılır. İstenilen belge ve bilgilerin eksiksiz olması halinde Vakıflar Meclisi kararı ilgili vakfa başvurudan veya eksikliğin giderildiği tarihten itibaren iki ay içerisinde gerekçeli olarak bildirilir. Başvurunun Vakıflar Meclisi tarafından uygun bulunması halinde vakfa tescil talebinde bulunmaya esas olmak üzere talebe konu taşınmaz malın vakfın tasarrufunda bulunduğunu, tashihen tescilin yapılmasının Vakıflar Genel Müdürlüğünce uygun bulunduğunu belirten yetki belgesi verilir. Yürürlükten kaldırılan yönetmelik Madde 9. 04/10/2002 tarih ve 24896 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri ve Bunlar Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları Hakkında Yönetmelik yürürlükten kaldırılmıştır. Yürürlük Madde 10. Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer. Yürütme Madde 11. Bu Yönetmelik hükümlerini Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bağlı olduğu Devlet Bakanı yürütür. FAALİYETTE BULUNAN CEMAAT VAKIFLARI 1. Beykoz Aya Paraşkevi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 2. Büyükada Panayia Aya Dimitri Profiti İlya Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı 3. Heybeliada Aya Triada Tepe Manasatırı Vakfı 4. Heybeliada Aya Nikola Rum Ortodoks Vakfı 5. Heybeliada Rum Ruhban Okulu Vakfı 6. Kınalıada Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 7. Burgazada Aya Yorgi Karipi Manasıtırı 8. Burgazada Aya Yani Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı 9. Fener Maraşlı Rum İlkokulu Vakfı 180 10. Fener Yoakimion Rum Kız Lisesi Vakfı 11. Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı 12. Feriköy 12. Apostol Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı 13. Fener Tekfursaray Panayia Hançerli Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 14. Fener Vlahsaray Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 15. Fener Meryemana Rum Ortodoks (Kanlı) Kilisesi Vakfı 16. Kurtuluş Aya Tanaş Aya Dimitri Aya Lefter Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı 17. Beyoğlu Rum Ortodoks Kiliseleri ve Mektepleri Vakfı 18. Beşiktaş Cihannüma Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 19. Beşiktaş Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 20. Yenimahalle Aya Yani Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 21. Bebek Aya Haralambos Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 22. Çengelköy Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 23. Fatih Eğrikapı Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 24. Aksaray Langa Aya Todori Rum Ortodoks Kilisesi 25. Bağımsız Türk Ortadoks Kiliseleri ve Patrikhanesi Vakfı 26. Ayvansaray Aya Dimitri, Aya Vlaharne Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı 27. Üsküdar Profiti İlya Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı 28. Arnavutköy Aya Strati Taksiarhi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 29. Yeşilköy Aya İstepanos Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 30. Altı Mermer Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 31. Cibali Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 32. Kuzguncuk Aya Pandeliimon Rum Ortodoks Kilisesi 33. Kumkapı Aya Kiryaki Elpida Rum Ortodoks Kiliseleri Vakfı 34. Balat Aya Strati Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 35. Balat Panayia Balino Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 36. Zapion Rum Kız Lisesi Vakfı 37. Sarmaşık Aya Dimitri Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 38. Topkapı Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 39. Hasköy Aya Paraşkevi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 40. Salmatomruk Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 181 41. Kuddusü Şerif Rum Patrikhanesine Bağlı Yeniköy Aya Yorgi Kilisesi ve Manastırı Vakfı 42. Galata Rum İlkokulu Vakfı 43. Tarabya Aya Paraşkevi Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı 44. Paşabahçe Aya Konstantin Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 45. Ortaköy Aya Fokas Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 46. Kuruçeşme Aya Dimitri Aya Yani Rum Ortadoks Kilisesi Vakfı 47. Yeniköy Panayia Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı 48. Boyacıköy Panayia Evangelistra Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 49. Kadıköy Rum Ortadoks Kiliseleri ve Mektepleri Vakfı 50. Balıklı Rum Hastahanesi Vakfı 51. Büyükdere Aya Paraşkevi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 52. Bakırköy Aya Yorgi Aya Analipsiz Rum Ortodoks Kiliseleri ve Mektepleri Vakfı 53. Kandilli Metemorfosis Hz. İsa Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 54. Koca Mustafa Paşa Belgrat Kapı Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 55. Koca Mustafa Paşa Samatya Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 56. Koca Mustafa Paşa Samatya Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 57. Samatya Aya Analipsiz Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 58. Koca Mustafa Paşa Samatya Aya Konstantin Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 59. Samatya Aya Mina Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 60. Beyoğlu Yenişehir Evangelistra Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 61. Fener Rum Patrikhanesi Avlusunda Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 62. Yeniköy Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 63. Dereköy Aya Marina Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 64. Tepeköy Evangelismos Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 65. Zeytinliköy Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 66. Bademliköy Panayia Kimisiz Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 67. Bozcaada Kimisiz Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 68. Gökçeada Merkez Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 69. İskenderun Rum Ortodoks Kilisesi Fukara Vakfı 70. Antakya Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 71. Antakya Rum Katolik Kilisesi Vakfı 182 72. Altınözü Tokaçlıköyü Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 73. Samandağı Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 74. İskenderun Arsuz Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 75. Altınözü Sarılar Mahallesi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı 76. Feriköy Surp Vartanaş Ermeni Kilisesi Vakfı 77. Üsküdar Surp Garabet Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı 78. Üsküdar Surp Haç Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı 79. Eyüp Surp Yeğiya Ermeni Kilisesi Vakfı 80. Eyüp Surp Astvazazin Ermeni Kilisesi ve Arakelyan Mektebi ve Mezarlığı Vakfı 81. Narlıkapı Surp Hovannes Ermeni Kilisesi Vakfı 82. Rumeli Hisarı Surp Sanduth Ermeni Kilisesi Vakfı 83. Kadıköy Surp Takavor Ermeni Kilisesi Aramyan Uncuyan Mektebi ve Mezarlığı Vakfı 84. Kuzguncuk Surp Kirkor Lusavoriç Ermeni Kilisesi Vakfı 85. Beşiktaş Surp Astvazazin Meryemana Ermeni Kilisesi Vakfı 86. Ortaköy Surp Kirkor Lusavoriç Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı 87. Ortaköy Surp Astvazazin Meryemana Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı 88. Boyacıköy Surp Yeris Mangas Ermeni Kilisesi Vakfı 89. Kandilli Surp Arakelos Ermeni Kilisesi Vakfı 90. Kartal Surp Nişan Ermeni Kilisesi Mektebi Vakfı 91. Yenikapı Surp Tetaos Patriğimeos Ermeni Kilisesi Vakfı 92. Kınalıada Surp Kirkor Lusavoriç Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı 93. Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi ve Mektebi Vakfı 94. Gedikpaşa Surp Hovhannes Ermeni Kilisesi Vakfı 95. Bakırköy Surp Astvazazin Meryemana Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı 96. Balat Surp Hreştegabet Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı 97. Karaköy Surp Pırgıç Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı 98. Beyoğlu Anarathıgutyun Ermeni Katolik Rahibeler Manastır ve Mektebi Vakfı 99. Beyoğlu Üç Horon Ermeni Kilisesi Vakfı 100. Beyoğlu Ohannes Gümüşyan Ermeni Kilisesi Vakfı 101. Beyoğlu Aynalı Çeşme Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı 102. Beyoğlu Surp Gazer Ermeni Katolik Mihitaryan Manastır ve Mektebi Vakfı 183 103. Pangaltı Ermeni Katolik Mihitaryan Manastır ve Mektebi Vakfı 104. Yeniköy Küddipo Surp Astvazazin Ermeni Kilisesi Vakfı 105. Şişli Karagözyan Ermeni Yetimhanesi Vakfı 106. Taksim Surp Agop Ermeni Hastahanesi Vakfı 107. Kumkapı Surp Harutyun Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı 108. Halıcıoğlu Meryemana Surp Astvazazin Ermeni Kilisesi ve Kalfayan Yetimhanesi Vakfı 109. Kumkapı Meryemana Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı 110. Kuruçeşme Surp Haç Ermeni Kilisesi Vakfı 111. Büyükdere Surp Hripsimyans Ermeni Kilisesi Vakfı 112. Koca Mustafa Paşa Surp Kevork Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı 113. Koca Mustafa Paşa Anarathigutyun Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı 114. Topkapı Surp Nikagos Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı 115. Galata Surp Lusavoriç (Cerçiş) Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı 116. Yeşilköy Surp İstepanos Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı 117. Hasköy Surp İstepanos Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı 118. Apeloğlu Andon Vakfı Hayratından Yeniköy Surp Ohannes Mığırdıç Ermeni Kilisesi Büyükdere Surp Boğos Ermeni Kilisesi Büyükada Surp Astvazazin Verapohum Ermeni Katolik Kilisesi Sakız Ağacı Ermeni Katolik Kilisesi Beyoğlu Surp Yerurtutyun Ermeni Katolik Kilisesi Kadıköy Surp Levon Ermeni Katolik Kilisesi Tarabya Surp Andon Ermeni Katolik Kilisesi 119. Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastahanesi Vakfı 120. Kumkapı Meryemana (Drasular) Ermeni Kilisesi Vakfı 121. Beykoz Surp Nikagos Ermeni Kilisesi Vakfı 122. İskenderun Karasun Manuk Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı 123. Samandağı Vakıflı Köyü Ermeni Ortodoks Kilisesi Vakfı 124. Kayseri Surp Kirkor Ermeni Kilisesi Vakfı 125. Diyarbakır Ermeni Surp Küçük Kilise Hıdır İlyas Surp Gregos Kiliseleri Vakfı 126. Mardin Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı 184 127. Büyükada Hased Leavram Musevi Sinagogu Vakfı 128. Hasköy Mealem Musevi Siangogu Vakfı 129. Beyoğlu Musevi Hahamhanesi Vakfı 130. Beyoğlu Seferadimi-Neveşalom Musevi Sinagogu Vakfı 131. Ortaköy Musevi Etz-Ahayim Sinagogu Vakfı 132. Sirkeci Musevi Sinagogu Vakfı 133. Kuzguncuk Bet-Yaokov Sinagogu Vakfı 134. Galata Yüksek Kaldırım Eşkenazi Musevi Sinagogu Vakfı 135. Hasköy Türk Karaim Musevi İ Vakfı 136. Kadıköy Hemdat İsrael Sinagogu Vakfı 137. Balat Or-Ahayim Musevi Hastahanesi Vakfı 138. Balat Ahrida Musevi Sinagogu Vakfı 139. Ankara Musevi Sinagogu Vakfı 140. Bursa Türk Musevi Cemaati Vakfı 141. Çanakkale Mekor Hayim Musevi Sinagogu Vakfı 142. Antakya Musevi Havrası Vakfı 143. İskenderun Musevi Havrası Vakfı 144. Kırklareli Musa Sinagogu Vakfı 145. Diyarbakır Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı 146. Beyoğlu Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı 147. Mardin Süryani Katolik Kilisesi Vakfı 148.Mardin Süryani Kadim Deyrulzafara Manastırı ve Kiliseleri Vakfı 149. Mardin Süryani Protestan Kilisesi Vakfı 150. Midyat Süryani Protestan Kilisesi Vakfı 151. Midyat Süryani Deyrulumur Margabriel Manastırı Vakfı 152. Midyat Süryani Kadim Cemaatı Marborsom ve Mart Şemuni Kiliseleri Vakfı 153. İdil Süryani Kadim Kilisesi (Mardodo) Vakfı 154. Diyarbakır Keldani Katolik Kilisesi Vakfı 155. Keldani Katolik Kilisesi Vakfı 156. Mardin Keldani Katolik Kilisesi Vakfı 157. Edirne Sveti Gorci Kilisesi Vakfı 158. Bulgar Ekzarhlığı Ortodoks Kilisesi Vakfı 185 159. Şişli Gürcü Katolik Kilisesi Vakfı 160. Mersin Tomris Nadir Mutri Kilisesi Vakfı 186 EK- 10 12 OCAK 1971 TARİH VE 1971-3 SAYILI KARAR 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203