1950`den günümüze rum azınlık sorunları ve fener

advertisement
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ
ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ ANA BİLİM DALI
1950’DEN GÜNÜMÜZE RUM AZINLIK SORUNLARI VE
FENER RUM PATRİKHANESİ
Yüksek Lisans Tezi
SALTUK TARHAN
İstanbul, 2006
T.C.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
TÜRKİYAT ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ
ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ ANA BİLİM DALI
1950’DEN GÜNÜMÜZE RUM AZINLIK SORUNLARI VE
FENER RUM PATRİKHANESİ
Yüksek Lisans Tezi
SALTUK TARHAN
Danışman: Prof. Dr. Mahmut İhsan ÖZGEN
İstanbul, 2006
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER …………………………………………………………………. I
ÖZET ……………………………………………………………………………. IV
ABSTRACT …………………………………………………………………….. VI
ÖNSÖZ ………………………………………………………………………….. VII
ARAŞTIRMADA KULLANILAN TERİMLER …………………………….. VIII
GİRİŞ ……………………………………………………………………………. 1
BİRİNCİ BÖLÜM
1. FENER RUM PATRİKHANESİ …………………………………………… 4
1.1. Ortodoksluk Kavramı …………………………………………………. 4
1.2. Bizans Dönemi’nde Patrikhane’nin Durumu …………………. ………5
1.3. Osmanlı Dönemi’nde Patrikhane’nin Durumu ………………..……… 10
1.3.1. Ulusal Kiliselerin Doğuşu …………………………………….. 15
İKİNCİ BÖLÜM
2. FENER RUM PATRİKHANESİ VE LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI …. 17
2.1. Lozan Barış Antlaşması’ndan Önce Patrikhane ……………………… 17
2.2. Lozan Barış Antlaşması’nda Patrikhane …………………………........ 20
2.3. Lozan Barış Antlaşması’dan 1938’e Kadar Patrikhane ………………. 24
2.4. Atatürk’ün Rum Azınlık ve Fener Rum Patrikhanesi Hakkındaki
Düşünceleri …………………………………………………………. 26
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3. 1950’DEN GÜNÜMÜZE RUM AZINLIK SORUNLARI ………………… 30
3.1. 6–7 Eylül Olayları …………………………………………………….. 30
3.1.1. 6-7 Eylül Olaylarının Başlaması …………………………....... 32
I
3.1.2. 6-7 Eylül Olayları İle İlgili Yorumlar ………………………... 38
3.1.3. 6-7 Eylül Olaylarının Sonuçları …………………………….. 40
3.1.4. 6–7 Eylül Olayları Davası ……………………………………. 42
3.2. Vakıf Malları Meselesi ……………………………………………….. 46
3.2.1. Büyükada Yetimhanesi ……………………………………….. 59
3.2.2. Kınalıada Manastırı Çocuk Kampı …………………………… 62
3.3. Ekümeniklik Kavramı ve Patrikhanenin Ekümenikliği ………………. 63
3.3.1. Fener Rum Patrikhanesi ile Rus Ortodoks Patrikhanesi’nin
Otorite Sorunu ………………………………………………… 74
3.3.2. Ortodoks Kilisesi ve Vatikan Kilisesi’ni Birleştirme
Çabaları ………......................................................................... 77
3.3.3. Patrikhane’nin Dış Gezileri ve Ziyaretleri ……………………. 80
3.3.4. Çevre Toplantıları …………………………………………….. 87
3.3.4.1. Çevre ve Vahiy Sempozyumu (23 Eylül 1995) ……….87
3.3.4.2. Din, Bilim ve Çevre Sempozyumu
(20–28 Eylül 1997) ………………………………………89
3.3.5. Patrikhane Binalarını Genişletme ve Kiliselerini Onarma
Faaliyetleri …………………………………………………... 92
3.3.6. Patrik Seçilme Sisteminin Değiştirilmesi Çabaları ………....... 95
3.4. Heybeliada Ruhban Okulu …………………………………….……… 98
3.4.1. Heybeliada Ruhban Okulu’nun Kuruluşu ve Hukuki
Durumu ………………………………………………………. 100
3.4.2. Öğrenci Sayıları, Kaynakları ve Okulun Kapatılması ………... 103
3.4.3. Okulu Yeniden Açma Girişimleri ……………………………. 107
3.4.4. Bugünkü Hukuki Durum ……………………………………... 115
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
4. YABANCI ÜLKELERİN RUM AZINLIK SORUNLARINA
YAKLAŞIMI ……………………………………………………………………. 125
4.1. Amerika Birleşik Devletleri’nin Fener Rum Patrikhanesi’ne ve Rum
Azınlık Sorunlarına Yaklaşımı ………………………………………. 125
II
4.2. Avrupa Birliği’nin, Fener Rum Patrikhanesi’ne ve Rum Azınlık
Sorunlarına Yaklaşımı ………………………………………………. 132
4.3. Yunanistan’ın ve Yunan Kilisesi’nin Fener Rum Patrikhanesi’ne ve
Rum Azınlık Sorunlarına Yaklaşımı …………………………………137
SONUÇ ………………………………………………………………………….. 149
EKLER ………………………………………………………………………….. 155
KAYNAKÇA ……………………………………………………………………. 204
ÖZGEÇMİŞ …………………………………………………………………….. 213
III
ÖZET
1950’DEN GÜNÜMÜZE RUM AZINLIK SORUNLARI VE FENER RUM
PATRİKHANESİ
Fener Rum Patrikhanesi ve Rum azınlık Osmanlı İmparatorluğu’nda
ayrıcalıklara sahip olarak yaşamışlardır. Yaşanan sorunların temelinde sahip oldukları
bu ayrıcalıkların Türkiye Cumhuriyeti’nde de devam etmesini istemeleri yatmaktadır.
Günümüzde ekümeniklik, Heybeliada Ruhban Okulu ve Azınlık Malları gibi sorunlar
Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne miras kalmıştır ve hala
önemlerini korumaktadır.
Rum azınlık, Rum Vakıfları ve Heybeliada Ruhban Okulu konularında
yasalarda yer almayan ayrıcalıklar istemektedirler. Yasalar gereği el konulan vakıflar
sadece Azınlık Vakıfları değildir. Aynı özellikteki Türk Vakıflarına da el konulmuştur.
Fakat bu durum özellikle göz ardı edilerek sanki yasalar sadece azınlıklara
uygulanıyormuş gibi gösterilmek istenmektedir.
Fener Rum Patrikhanesi ABD ve AB’nin desteği ile Vatikan statüsüne
kavuşmak istemektedir. Bu durum Lozan’da statüsü belirlenen Patrikhane’nin
konumuna aykırı olduğundan Türkiye için kabul edilemez bir durumdur. Ekümeniklik
kavramını destekleyici dış geziler ve ziyaretçi kabulleri, Ortodoks Kiliseleri’nin tek çatı
altında toplanması için yapılan toplantılar, Vatikan ile yakınlaşma, Patrik seçilme
sistemini değiştirme çabaları ve Patrikhane’nin binalarını genişletme ve onarma
faaliyetleri bu kapsamda değerlendirilebilmektedir.
Fener Rum Patrikhanesi’nin ve Rum Azınlığın din adamı yetiştirmede
sıkıntılarının giderilmesi için açılmasını istediği Heybeliada Ruhban Okulu da
gerçekleri yansıtmamaktadır. Lise bölümü Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak açık
olmasına rağmen öğrenci olmamasından dolayı eğitim verememektedir. Ruhban
Okulu’nun devlet denetiminde olmak kaydıyla yasalar gereği, eğitim verebilmesinde
hiçbir sakınca yoktur. Patrikhane devlet denetimini kabul etmeyerek kendine özgü statü
istemektedir.
IV
Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle son dönemlerinde Batılı devletler ve
Rusya tarafından Hıristiyan azınlığın haklarını koruma adı altında yapılan girişimler ve
alınan tavizler, bugün ABD, AB ve Yunanistan tarafından azınlık sorunları adı altında
yeniden gündeme taşınmaktadır.
Rum
azınlık
sorunlarında
çözüm
arayışında,
Türkiye’nin
gelecekte
karşılaşabileceği sorunlar ile güvenliği ve menfaatleri göz ardı edilemez. İsteklerin bu
kapsam içerisinde değerlendirilmesi gerekir.
V
ABSTRACT
GREEK MINORITY PROBLEMS SINCE 1950 AND FENER GREEK
PATRIARCHATE
Fener Greek Patriarchate and Greek minority lived with many priveliges in
borders of the Otoman Empire. In quest of these problems lies the desire for those
priveliges to continue in Turkish Republic. Today, ecumenics, Heybeliada Clergy
School and minority belongings problems are descended from Ottoman Empire to
Turkish Republic and also are stil keeping their importance.
For the cases; Greek minority, Greek foundations and Heybeliada Clergy
School some priveleges are being demanded which have no place in law. According to
the law the seized foundations are not only the foundations of the minority class. Also
some Turkish foundations are also seized with the same qualities. But this situation is
blinked as it is only applied for the minority class.
Heybeliada Clergy School is trying to gain Vatikan status by the help of the
USA and UN. But this occasion is unacceptable.in accordance with LozanTreaty.
Foreign visits supporting the idea of ecumenics, getting closer with Vatikan, trying to
change the system of patriarch election, the meetings cocerning to reunite the Orthodox
Church also restorement and enlargement actions of the patriarch building can be
evaluated as the supportive actions to this idea.
There is also a false representation by Fener Greek patriarchy in the opening of
Heybeliada Clergy School to overcome the difficulties in bringing up clergy man for the
Greek minority. The lycee department is open and is dependant to the Turkish Ministry
of Education but can not serve because of no students. There is no inconvinient situation
but to work under control of the Ministry. But the patriarchy rejects the government
control and wants priveleges.
The attempts of some western countries and Russia for minority rights during
the final periods of the Ottoman Reign, is in question today by USA, UN, and Greece as
minority rights problem.
In search for finding a solution for minority rights problem the problems that
Turkey may face can not be neglected. Also benefits and security of Turkey can not be
blinked. The demands should be evaluated through this scope.
VI
ÖNSÖZ
Son yıllarda basın-yayın organlarında Rum Azınlık ve Türkiye arasındaki
sorunlar ile ilgili haberler sıklıkla yer almaktadır. Patrikhanenin çözülmesini istediği
başlıca sorunlar; Patrikhanenin Ekümenikliğinin tanınması, Heybeliada Ruhban
Okulu’nun açılması, Vakıf Mallarının iadesi ve Fener Rum Patriği’nin ve metropolitlere
atanan başpiskoposların Türk vatandaşı olma zorunluluğunun kaldırılmasıdır.
Uluslararası platforma taşınan bu sorunlar özellikle Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik
Devletleri tarafından Türkiye’ye baskı aracı olarak kullanılmaktadır.
Lozan Barış Antlaşması ile statüsü belirlenen Fener Rum Patrikhanesi’nin bu
isteklerinin yasal dayanağı bulunmamaktadır.
Bu çalışmada 1950 yılından günümüze kadar devam eden Rum Azınlık
sorunları ortaya konulmuştur. Çalışmanın bu konu ile ilgilenenlere yararlı olmasını
dilerim.
Tezin hazırlanmasında, ön hazırlık aşamasından itibaren beni yönlendiren ve
tezin ortaya çıkmasında çok büyük desteği ve emeği olan değerli danışmanım Sayın
Prof. Dr. Mahmut İhsan ÖZGEN’e, Y. Müh. Kd. Alb. Gürhan KAYAHAN’a, her
konuda beni destekleyen ve yalnız bırakmayan eşim Ebru TARHAN’a ve ilgili
kaynaklara ulaşmamda yardımlarını esirgemeyen arkadaşım Birgül TIRPANCI’ya
teşekkürü bir borç bilirim.
İstanbul, 2006
Saltuk TARHAN
VII
ARAŞTIRMADA KULLANILAN TERİMLER
a. Ayios
: Yunanca kutsal ve aziz anlamına gelmektedir.
b. Despot
: Dini bir bölgenin piskoposunun, kendi bölgesinin egemeni
olduğunu gösteren ünvandır.
c. Ekümenik : Yunanca kökenlidir. Üzerinde insan yaşayan her yerdir.
Ortodoks dünyası açısından Fener Patrikhanesinin kiliseler arasında birinciliğini (eşitler
arasında birinci) ifade eder. Fener Patriğinin resmi unvanı “Ekümenik Patrik”tir.
d. İkon
: Ortodoks Hıristiyanların ibadetinde, kutsal resimlerin (ikon) çok
önemli yeri vardır. İsa’yı, Meryem Ana’yı ve azizleri temsil eden resimlerden oluşan
ikonlara saygı duyulur, ibadet edilmez1.
e. Konsil
: Kutsal Meclis. Hıristiyanlığın yayılma alanının genişlemesi ile,
öğretide birliği korumak ve idari bölgeleri tayin etmek amacıyla çeşitli tarihlerde yedi
“Ekümenik Konsil” toplanmıştır. İlk yedi Konsil tüm Hıristiyanlarca kabul edilir olması
nedeniyle ekümeniktir. Bu konsiller 1. İznik, 325; 2. İstanbul, 381; 3.Efes, 431; 4.
Kadıköy, 451; 5. İstanbul, 553; 6. İstanbul, 680–81; 7. İznik, 787’dir2.
f. Metropolit : Genellikle büyük bir şehri ve etrafında belli bir bölgeyi ifade
eden metropolitliğin başında bulunan piskoposa verilen ad.
g. Otosefal
: Otonom olan Çekya ve Slovakya kilisesi ile Finlandiya kiliseleri
dışındaki on üç kilisenin bağımsızlığını, egemenlik hakkını ifade eder3.
h. Ortodoks :
Hıristiyanlığın mezheplerinden birisidir. Ortodoks kelimesi
birleşik bir kelimedir. Orto (Ortho) düzgün, doğru demektir. Doks (Doxology) ise
Tanrıyı öven mersiye anlamındadır4.
i. Patrik
:
Ortodoks mezhebinde Patriklik statüsündeki kiliselerin
başındaki din adamına verilen unvan. Genellikle doğu kiliselerinde kullanılır.
j. Piskopos
: Ortodoks kilisesinde en üst dini rütbe. Patrik, Metropolit ve
Başpiskopos birer piskopostur5.
M. Süreyya Şahin, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, Ötüken Yayınları, İstanbul–1999, s.160.
Yorgo Benlisoy ve Elçin Macar, Fener Patrikhanesi, Ayraç Yayınları, Ankara–1996, s.19–20.
3
Benlisoy ve Macar, age., s.154.
4
Aytunç Altındal, Türkiye ve Ortodokslar, Anahtar Kitaplar, İstanbul–1995, s.15.
5
Benlisoy ve Macar, age., s.154.
1
2
VIII
k. Sen Sinod :
Kutsal Meclis. Her Ortodoks kilisesini yöneten din
adamlarından oluşan meclislerini ifade eder6.
6
Benlisoy ve Macar, age., s.154.
IX
GİRİŞ
Rum Azınlık ve Fener Rum Patrikhanesi birlikte akıllara gelmektedir. Her ikisi
de diğeri ile özdeşleşmiştir. Bu nedenle Rum Azınlık sorunları Fener Rum
Patrikhanesi’nden ayrı ele alınamamaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu kurulduğundan beri yönetimi altına aldığı bütün
toplulukların örf, adet ve dini yapılarına saygı göstermiş ve bunları değiştirmek için
herhangi bir baskı yapmamıştır. Yaklaşık 500 yıl önce Fatih Sultan Mehmet’in
patriklere ve Rum azınlığa tanıdığı imtiyazlar tarihte esaret altındaki toplumlara
tanınmamıştır ve tarihçilerin dediği gibi “devlet içinde devlet” olacak niteliktedir.
Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1453 yılında İstanbul’un fethedilmesi doğal olarak
Patrikhane’nin konumunu da etkilemiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nda İslam devlet
düzeninin “Millet Sistemi” uygulaması sonucunda Patrikhane, Rum-Ortodoks halk
üzerinde “Mahalli yönetim hak ve yetkileri” kazanmıştır. Rumlar Bizans Dönemi’ndeki
yaşam tarzlarına devam edebildikleri gibi Patrikhane, padişahların koruyuculuğu altında
daha da güçlenmiştir. Böylece Patrikhane, dinsel işlevinin yanısıra, Rum Ortodoks
halkın haklarını savunan ve Rum-Ortodoks halk üzerinde bazı yetkiler kullanan bir
“Önder Otorite” konumuna gelmiştir.
Türk Milleti’nin yönetimi altındaki topluluklara gösterdiği hoşgörü sonucunda
dillerini, dinlerini, örf ve adetlerini kaybetmeyen gayrimüslimler zaman içinde birlik
olup dönem dönem Türk Milleti’nin aleyhine çalışmışlardır. Patrikhane kendisine
gösterilen hoşgörüyü istismar ederek “Bizans Ruhunu ihya” ve “Megalo İdea”
emellerinin en önemli takipçisi olmuştur. Kurtuluş Savaşı döneminde “Mavri Mira” ve
“Etniki Eterya” gibi Rum cemiyetleri ile işbirliği yapmış, Karadeniz Bölgesi’ndeki Rum
ve Ermeni çetelerini desteklemiştir. Zamanımıza kadar uzanan tarihi akış içerisinde,
ülkemizde gerek Patrikler ve gerekse Patrikhane kamuoyunda güven duyulmayan bir
intiba yaratmıştır. Bu güvensizlik günümüzde de geçerliğini korumaktadır.
Tezde, Ortodoksluk kavramı ana hatları ile verildikten sonra Fener Rum
Patrikhanesi’nin tarihi gelişimi incelenmiştir. Patrikhane’nin Bizans İmparatorluğu
Dönemi’ndeki yapısı ve Osmanlı İmparatorluğu’ndaki konumu ele alınmıştır.
Lozan Barış Antlaşması’ndan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile
Patrikhane’nin ve Rum Azınlığın sahip olduğu ayrıcalıklar kaldırılmıştır. Lozan Barış
Antlaşması’ndan önceki, Lozan görüşmelerindeki ve antlaşma sonrasındaki durum
olmak üzere Patrikhane ve Rum Azınlığın faaliyetleri incelenmiştir.
Rum Azınlık sorunları çok sayıda olmakla birlikte en önemli görülen ve
günümüzde de hala gündemdeki yerlerini koruyan ana sorunlar tezde ele alınmıştır.
Başlangıcı çok eskilere dayanan sorunlar ile ilgili genel bilgiler verildikten sonra 1950
yılından günümüze gelen zaman diliminde sorunlar ile ilgili yaşanan gelişmeler ortaya
konulmuştur.
Bunlardan birincisi “6–7 Eylül Olayları”dır. Olaylar Türk Milleti tarafından
üzüntüyle karşılanmış ve toplumun geneli tarafından kabul görmemiştir. Olayların
desteklenmediğinin en büyük kanıtı olayların sona ermesinden sonra ülke genelinde
yardım için başlatılan kampanyalardır. 6–7 Eylül olayları, olayların ortaya çıkışından
başlanarak Yassıada’daki mahkemelere kadar geçen zaman aralığında incelenmiştir.
Ele alınan ikinci konu “Azınlık Vakıflarının Malları” konusudur. Vakıflar
Kanunu 1935’te yayımlanarak 1936’da yürürlüğe girmiştir. Azınlıklara ait vakıf malları
detaylı olarak incelenmiş bunlar arasında yer alan Büyükada Yetimhanesi ve Kınalıada
Manastırı Çocuk Kampı diğer vakıf mallarının önüne çıktıkları için ayrı birer alt başlık
altında ele alınmıştır.
Önemini hiç kaybetmeden koruyan diğer bir sorun da “Patrikhane’nin
ekümenikliği” konusudur. Fener Rum Patrikhanesi “ekümenik patrik” ünvanının kabul
edilmesi için yurt içinde ve yurt dışında çalışmalarına devam etmektedir. Patrikhane’nin
ekümenikliği Lozan Barış Antlaşması’na aykırıdır ve kabul edilmesi mümkün değildir.
Bu duruma rağmen Fener Patriği gittiği ülkelerde devlet başkanı gibi karşılanarak
ekümenik patrikliği iddiasında desteklenmekte ve bu konu sürekli gündemde
tutulmaktadır.
Heybeliada Ruhban Okulu 1844 yılında Osmanlı İmparatorluğu çatısı altında
kurulmuştur. 127 yıl süresince dünya Ortodokslarını dini ve siyasi açıdan kontrol edilip
yönlendiren din adamlarını yetiştirmiş ve özel dini okulların devlet denetimi altına
alınması sonucunda 1971 yılında kapatılmıştır. Patrikhane, Heybeliada Ruhban
Okulu’nun kendi denetiminde açılmasını istemektedir. Tezde okulun tarihsel gelişimi
2
incelenmiş ve yeniden açılması için Patrikhane tarafından tüm dünya çapında yürütülen
çalışmalar ortaya konulmuştur.
Ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Yunanistan ve Yunan
Kilisesi’nin Fener Rum Patrikhanesi’ne bakış açısı ele alındığı gibi bunların Rum
Azınlık sorunlarına yaklaşımları da aktarılmıştır.
3
BİRİNCİ BÖLÜM
1. FENER RUM PATRİKHANESİ
1.1. Ortodoksluk Kavramı
“Ortodoks kavramı, sözlük anlamı itibarıyla “Doğru İnanç”, “Doğru Tapınma”,
demektir. Bu bağlamda Ortodoks tabiri, İsa’nın kutsal bedenini teşkil eden kiliseye
doğru imanı, doğru ibadeti ve gerçek öğretiyi ifade etmektedir. Ortodoks bakış açısına
göre, İsa Mesih’in yeryüzündeki bedeni olarak simgelenen kiliseyi “Ortodoks” kavramı
karşılamaktadır. “Ortho”, doğru, hakiki, gerçek anlamına “Doxa” ise inanmak,
savunmak anlamına gelmektedir. Ortodoks; Hıristiyanlığın ortaya çıkışından beri
nesilden nesile devam eden ilk, bölünmemiş kutsal gelenek ve öğreti olarak da kabul
edilmektedir”1.
Yazar Altındal’a göre ise, Doxology en kestirme deyişiyle Tanrı’ya şükran
veya Tanrı’nın güzelliklerini övmek amacıyla yazılmış mersiye demektir2.
Ortodoks Kilisesi denildiğinde onunla birlikte akıllara hemen Doğu Roma
İmparatorluğu gelmektedir. Ortodoksluk, Doğu Roma İmparatorluğu ile özdeşleşmiş bir
dinsel akımdır. Bu nedenledir ki; Ortodoks Kilisesi’nin tarihi, Doğu Roma
İmparatorluğu’nun tarihinden ayrı olarak ele alınamaz. Çünkü dünyaya Ortodoksluğu
armağan eden de, onu koruyup, geliştirmiş olan da Doğu Roma İmparatorluğu ve onu
yönetmiş olan hanedanlardır3.
Ortodoks kiliseleri de, tıpkı Katolik kiliseleri gibi Hıristiyan geleneğinin tam ve
tek temsilcisi olduklarını öne sürmektedirler. Hıristiyanlığın özgün şekliyle hiçbir tahrif
ve bozulmaya uğramadan, kendi inanç sistemleri içerisinde yasamakta olduğunu iddia
ederler. Bunu kanıtlayabilmek için de tarih boyunca kilise ve Hıristiyanlık için
savunmalar yazmış olan Apologist denilen din büyüklerinin yolunda ilerlediklerini iddia
etmektedirler. Ama bazı durumlarda bir şahıs (örneğin Justin Martir) aynı anda hem
Münir Yıldırım, Yunanistan ve Ortodoks Kilisesi. 1. Baskı. Ankara: Aziz Andaç Yayınları, 2005,
s. 55.
2
Aytunç Altındal, Türkiye ve Ortodokslar, İstanbul: Anahtar Kitaplar, 1995, s. 15.
3
“Ortodoksluk ve Ortodoks Kilisesi”, 07.10.2005,
http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/kaynaklar.html
1
4
Katolikliğin hem de Ortodoksluğun tek ve değişmez savunucusuymuş gibi
gösterilebilmiştir4.
1.2. Bizans Dönemi’nde Patrikhane’nin Durumu
Hıristiyanlık, Roma İmparatorluğu’nun sınırları içinde yer alan ve günümüzde
de Ortadoğu adıyla anılan bölgede doğan Sami menşeli bir dindir. Siyasal alanda Roma
Devleti’nin hüküm sürdüğü bu bölgede, o günlerde kültürel boyutta da, Yunan
felsefesinin etkisi hakimdi. Hıristiyan dininin doğduğu bu coğrafyada, Yahudilik
dışında, birbirleri ile ilişkili Grek, Roma ve Pagan (Putperest) kültürleri yan yana
yaşamaktaydı. Bundan dolayı Hıristiyanlık, siyasal ve kültürel zeminde son derece ileri
bir düzeye sahip olan toplulukların kuşattığı bu ortam içerisinde olgunlaşmaya
başlamıştır. Eski Ahit geleneğinin şekillendirdiği dini atmosfer ve Roma Devleti’nin
siyasal baskıları, yabancı toplumlardan da taraftar kazanan ilk Hıristiyan topluluğunu
Kudüs dışına itmiştir5.
Hz. İsa’nın ölümünden sonra Tarsuslu Pavlus’un (Paulus) (Suriye, Kilikya,
Makedonya, Girit, Sicilya, Roma vs.) dini öğretme çabaları sonuç vermiş; Pavlus
öldükten sonra Hıristiyanlık kökleşmiş ve dünya dini olma yolunu tutmuştur. İlk kilise
M.S. 37’de Antakya’da kurulmuştur. Aynı yıl, İstanbul Kilisesi ise ilk havari olarak
adlandırılan Havari Petro’un kardeşi Havari Andreas tarafından kurulmuştur. Bu
kiliseye “İsa’nın Büyük Kilisesi” de denmektedir. Bu yayma çabaları İmparatorlarına
tanrı gibi tapan Romalıların baskısıyla karşılaşmıştır. Hıristiyanlık ve Hıristiyanlar, üç
asır Roma İmparatorluğu’nun baskısı altında yaşadıktan sonra, I. Konstantinos’un
devletin lehine dinden faydalanmak amacıyla ilan ettiği ferman (313) ile biraz
rahatlamışlardır6. Bu baskı M.S. 321 yılında Roma İmparatoru Konstantin’in Hıristiyan
dinini resmi devlet dini olarak kabul etmesiyle son bulmuştur. Hıristiyanlık, uzun yıllar
Antakya, Kudüs, İskenderiye, Roma ve İstanbul’da bulunan beş ayrı kilise tarafından
yönetilmiştir7.
Altındal, Türkiye ve Ortodokslar, age., s. 17.
M. Yıldırım, age., s. 19.
6
Bülent Atalay, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin Siyasi Faaliyetleri, İstanbul: Tarih ve Tabiat
Vakfı, 2001, s. 1.
7
M. Süreyya Şahin, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, İstanbul: Ötüken Yayınları, 1999, s. 13.
4
5
5
O devrin Yunanlıları ve Romalıları, kendi inançlarının yerini alacak yeni bir
dini kabule, manen hazır bir durumda bulunuyorlardı. Bilhassa Yunan dininin ne bir
kurucusu, ne kutsal kitapları ve ne de rahipleri vardı8. Konstantinos, Herakleia
Metropolitliği’ne bağlı Byzantion Piskoposluğu’nu Konstantinopolis adıyla yeniden
imar ettirerek (Mayıs 330) başpiskoposluğa yükseltmiştir. Hıristiyanlık, 380 yılında
bütün İmparatorluğun resmi dini olduktan sonra 381 yılında Konstantinopolis’te
toplanan ikinci konsilde Roma Piskoposu (Papa) ile Konstantinopolis (Yeni Romaİstanbul) Piskoposu (Patrik) eşit olarak kabul edilmişlerdir.
M.S. 395 yılında İmparator Teodisios’un ölümü sırasında İmparatorluğu iki
oğlu arasında doğu ve batı Roma olarak bölmesi ile kiliseler de Doğu ve Batı
Hıristiyanlık Kiliseleri olarak ayrılmıştır.
Bu bölünme ile birlikte kutsal meclislerin toplanarak aynı konularda farklı
kararlar alması ve güç mücadeleleri sonucunda iki kilise arasındaki görüş ayrılıkları
derinleşmiştir. Bir süre sonra, İstanbul Kilisesi de, Roma Katolik Kilisesi’nden ayrılmış
ve aşağı yukarı Bizans İmparatorluğu topraklarında yasayan bütün Hıristiyanlar,
İstanbul Ortodoks Kilisesi’ne bağlanmıştır. Roma’ya inanç ve idare bakımından bağlı
kalanlar Katolikler adını almışlardır. Bizans İmparatorluğu topraklarında yaşayan bütün
Hıristiyanlar Ortodoks adını almıştır. Balkanlar’ın özellikle Yunanistan ve Bulgaristan
kısımları ile Anadolu’nun Ege ve Doğu Karadeniz kıyıları, Ortodoksların en kalabalık
olduğu yerlerdi9.
Efes Konsili’nde (431), İstanbul ve Kudüs, Hıristiyan dünyasının tarihi
merkezleri olarak kabul edilmişlerdir. Bu konsilde kabul edilen 28. Kanon (Kilise
kanunu) ile Roma ve İstanbul’un hiyerarşi içindeki yeri eşitlenmiştir. Papalık iki
kilisenin Hıristiyanlığa zarar vereceğini ifade ettiyse de etkili olamamıştır. Böylece
İstanbul, başpiskoposluk arasında Roma’dan sonra ikinci sıraya yükselmiştir. Pontus
Roma’nın bu yeni duruma karşı tezi, yalnız Roma İskenderiye ve Antakya’nın
arttırılmış yönetsel haklara sahip olabileceği idi. Buna rağmen, Asya, Pontus ve Trakya
Bölgeleri, İstanbul’un dini otoritesi altına girmiştir10.
Şahin, age., s. 13.
age., s. 17.
10
Elçin Macar, Cumhuriyet Döneminde İstanbul Rum Patrikhanesi, 1. Basım İstanbul: İletişim
Yayınları, 2003, s. 33.
8
9
6
Kadıköy Konsili’nde (451) Roma Piskoposu (Papa) ile Konstantinopolis (Yeni
Roma-İstanbul) Piskoposu (Patrik) eşit olarak kabulu teyit edilince, Papalık buna aforoz
tehdidiyle karşı çıkmış ve Patrik de aynı şekilde cevap vermiştir. Böylece aralarında
siyasi ve dini bir mücadele başlamıştır. Papa, Bizans İmparatoru Zenon ile birlikte
hareket eden Patriği aforoz etmiştir11. Hıristiyanlığın dini kuralları toplanan konsillerde
alınan kararlarla değiştirilirdi. Ortodoks-Katolik ayrımına kadar olan ilk yedi konsil
Ekümenik yani iki tarafça tanınmaktadır. Yedincisi 787’de İznik’tedir12.
V.
yüzyılın
sonuna
doğru
Akakios
döneminde
(471–489)
İstanbul
Başpiskoposluğu için Ekümenik Patrik unvanı kullanılmaya başlanmıştır. Ancak bu
Roma’nın yerini inkar anlamına gelmiyordu•. II. İoannis’de (518–520) Ekümenik Patrik
olarak bilinmektedir. Papa’nın tepkisini bir yüzyıl sonra, Patrik III. İoannis Sen Sinod
toplantısının kararına “Ekümenik” unvanıyla imzalayınca göstermiştir. Roma’nın bu
duruma tepkisi sert olduysa da, bu tepki İstanbul’un aynı zamanda dönemin güçlü
imparatorluğu Bizans’ın başkenti olması dolayısıyla etkili olmamıştır. Bunda Batı
Roma İmparatorluğu’nun 476’da yıkılmış olmasının etkisi de unutulmamalıdır.
Ekümenik sıfatı resmen IV. İoannis (585–595) tarafından kullanılmıştır13.
Papalar ile Bizans İmparatoru’nun koruması altındaki Patriklerin arasında
kimin daha “has Hıristiyan” olduğu rekabetinden doğan bu çatışmaların en önemlisi 649
yılında toplanan ve Lateran Sinodu (Meclisi) denilen dinsel toplantıda alınan kararla
ortaya çıkmıştır. 648 yılında İmparator’un emriyle Papa’yı ve görüşlerini eleştiren senet
yayınlayan Patrik, Papa tarafından sapkınlıkla suçlanmış ve dışlanmıştır.
Bugün, doğu ve batı kiliseleri arasındaki öğreti farklarının başında Kutsal
Ruh’un kaynağı sorunu gelmektedir. Ortodokslar, Kutsal Ruh’un Baba’dan geldiğini
Katolikler ise Kutsal Ruh’un Baba’dan ve Oğul’dan (Filioque) geldiğini kabul
etmişlerdir.
11
Atalay, age., s. 1.
Yorgo Benlisoy ve Elçin Macar, Fener Patrikhanesi, 1. Baskı, Ankara: Ayraç Yayınevi, 1996, s. 21.
•
İstanbul’un “Apostolic” kökenli olmayışı, yani “bir havari tarafından kurulmamış” olması Ekümeniklik
sıfatını almasını engelliyordu. Bunun üzerine tıpkı Kıbrıs Piskoposu Salamis gibi salih oluşu süpheli olan
bir rüya ile Tyrus Piskoposu Dorotheus’a istinad edilen bir belgeyle de, İstanbul Kilisesi’nin Havari
Andrew tarafından kurulduğu ve Apostolic kökenli olduğu ilan edildi.
13
Benlisoy ve Macar, age., s. 22.
12
7
Bizans yaklaşık iki asırdır bu kaos içinde yaşarken, güneyden yeni bir ruhla
Arap-İslam orduları Suriye kapısına dayanmıştır14.
Araplar, İslamiyet’i yaymak için giriştikleri savaşlarda topraklarını genişleterek
Bizans için ciddi bir sorun olmuşlardır. 636’da Antakya, 638’de Kudüs ve 642’de
İskenderiye Arapların eline geçince Hıristiyanlığın doğudaki dört merkezinden üçü
Müslümanların eline geçmiş oldu. Bu tarihten sonra Antakya, İskenderiye, Kudüs
Patrikleri genellikle İstanbul’da ikamet etmişlerdir. Bu durum, sözü edilen patriklerin
güçlerini, İstanbul’un lehine kaybetmelerine yol açmıştır. Üç doğu patrikliğinin Arap
egemenliğine girmesinden sonra İstanbul, doğuda birleştirici olma misyonunu
yüklenmiştir15.
Bizans’ın Anadolu kesiminde, İslam’ın etkisiyle ikonoklazm (ikono kırıcılık,
ikonaların reddi) akımı güçlenmiştir. İmparator III. Leon (717–741) uzun süre Bizans
sınırında Araplarla sıkı ilişkiler içinde bulunmuştur. İkonoklazm hareketine
girişmesinde bunun etkisi olduğu muhtemeldir. İmparator III. Leon 726’da Bizans’ta
ikonaları yasaklamıştır. Papa ikonoklazm taraftarlarına karşı tavır alarak onları aforoz
etmiştir. Buna İmparator III. Leon’un tepkisi sert olmuş, Roma’ya bağlı Moravya ve
Selanik’i İstanbul Patriğine bağlamıştır. 787’de İznik’te VII. Ekümenik Konsil
toplanarak İkonaları serbest bırakmış ve ikonoklazm lanetlenmiştir. İkonoklazm ikinci
dalgası, 815’de toplanan yerel bir konsilin aldığı kararla tekrar başlamış, İkinci
ikonoklazm dönemi 842’de sona ermiştir. Bir yıl sonra ikonalar yeniden kullanılmaya
başlanmıştır. Bu olay Ortodoks dünyasında “Ortodoksluk günü” olarak kutlanmaktadır.
Paskalya perhizinin ilk Pazarı’dır16.
Papa ikonoklazm döneminde İstanbul’a bağlanan Moravya, Hırvatistan ve
Bulgaristan piskoposluklarını isteyince, Patrik Fotios’un tepkisi sert olmuştur ve 867’de
Papa I. Nikolaus’u aforoz etmiştir. Böylece iki kilise arasında kopma olmuştur. Ancak
Fotios’un tepkisi özellikle I. Nikolaos’a olduğundan ikinci patrikliği döneminde
(877–886) yeni papalarla yeniden iyi ilişkiler kurmuştur. Ancak özellikle İstanbul
tarafından Hıristiyanlaştırılan Bulgarlar üzerinde mücadelesi için Roma’yla çatışmıştır.
Mehmet Çelik, Fener Patrikhanesi’nin Ekümeniklik İddiasının Tarihi Seyri, İzmir: Akademi
Kitapevi, 2000, s. 71.
15
Macar, age., s. 33.
16
Benlisoy ve Macar, age., s. 22–23.
14
8
İstanbul Patrikliği’nin etkisi arttıkça papalık ile yetki çatışması da artıyordu.
Çatışma özellikle Hıristiyanlığın yeni yayıldığı bölgelerin denetimi için olmaktaydı.
Papaların üstünlüğünü ve Roma Kilisesi’nin evrenselliğini savunan papalar ile
Hıristiyanlığın evrenselliğini savunan patrikler ve ikisine de güvenmeyen, inanmayan
Ermeni Kiliseleri arasındaki tartışmalar 1054 yılında doruğa ulaşmıştır. Norman
akınlarına karşı ittifak kurma teklifiyle İstanbul’a gelen Papalık temsilcisi görüşmelerin
gerginleşmesi üzerine Ayasofya’ya aforoz belgesini bırakmıştır. Patrik Mihail Kirilarios
da Roma’yı aforoz etmiştir. Patrikhane, 1054’teki bu ayrılık ile de Ortodoks dünyasının
en üst merkezi haline gelmiştir. İki kilise birbirinden uzaklaşmış ve kesin kopuş,
doğunun batıya nefreti IV. Haçlı seferi ile yaşanmıştır17.
Papa İnnocentius’un çabaları ve teşvikiyle gerçekleştirilen IV. Haçlı
Seferlerinde Haçlılar 1204 yılında Kudüs’ten vazgeçerek İstanbul’u işgal etmişler ve
kenti yağmalamışlardır. Papa’nın haberi olmadığı öne sürülen bu yağmada, kenti kan
gölüne çevirerek tüm zenginlikleri, Venedik, Milano ve Roma’ya kaçırmışlardır. Tarihe
Latin İmparatorluğu olarak geçen fakat papalık tarafından resmi belgelere Romanya
adıyla yazılan bir devlet kurulmuştur. 1261 yılında Bizans İmparatorluğu, İstanbul’u
yeniden zaptetmiş fakat Romanya Devleti, Atina, Makedonya, Girit ve Rodos
bölgelerinde varlığını bir süre sürdürmüştür. Bu tarihsel geçmiş nedeniyle tıpkı Sırplar
gibi, Romenler’de İstanbul’da hak iddia etmektedirler18.
XIV. yüzyılın ilk yarısından itibaren bir yandan Osmanlı tehlikesi diğer yandan
Sırp tehlikesi İmparatorluğu açık tehlikeyle yüz yüze getirmiştir. Bizans tek çare olarak
yüzünü Papalığa dönmek zorunda kalmıştır. 1335 yılında Papaya gönderdiği mektupta,
askeri yardım talep etmiş, bunun karşılığında altı ay içinde tüm halkını Katolik inancına
sokacağına dair yemin etmiştir. Bu nedenle Kardinal İsidoros Papa’nın temsilcisi olarak
İstanbul’a gelmiştir. Şehrin Türkler tarafından fethinden yaklaşık beş ay önce (12 Aralık
1452), Bizans Kilisesi’nin Roma Kilisesi ile birleştiğini ilan etmiştir. Bu olay Ortodoks
Kilisesi’nin mezara gömülmesi demektir. Aynı zamanda Ekümeniklik iddiasından da
vazgeçtiğini ve milli bir kilise haline döndüğünü göstermektedir. Ancak bu yapılanlar
hiçbir işe yaramamış ve İstanbul 29 Mayıs 1453’te Türkler tarafından fethedilmiştir19.
Altındal, Türkiye ve Ortodokslar, s. 28.
Altındal, age., s. 29.
19
Çelik, age., s. 111–112.
17
18
9
Roma ile Patrik arasındaki sürtüşme ile birleşme çabaları günümüzde de devam
etmektedir.
1.3. Osmanlı Dönemi’nde Patrikhane’nin Durumu
Fener Rum Patrikhanesi’nin tarihi, ülkemiz için adeta baştan sona bir ihanet ve
entrikalar tarihidir.
Fatih Sultan Mehmet tarafından 29 Mayıs 1453’te İstanbul’un fethiyle
Türklerin hâkimiyetine giren Patrikhane için, yeni bir çağın başlangıcı gibi yeni bir
dönem başlamaktaydı20.
İstanbul’a giren Fatih, Patriklik makamının II. Anastasios’tan beri boş
olduğunu öğrenince artık kendi tebaası olan Ortodoks halkın bu dini kurumunun
yeniden düzenlenmesine karar vermiş, Hıristiyan halktan yeni bir Patrik seçmelerini
istemiştir. Bunun üzerine kilise ruhanileri ile Sivil Hıristiyan halk, kendi örf adetlerine
göre yaptıkları seçimle, Yeorgios Kurtesis’i II. Gennadios (Yenadios) adıyla Patrik
seçmişlerdir. II. Gennadios, Osmanlı Devleti idaresinde, Rum Kilisesine (Bizans
kelimesi artık bitmiştir) seçilen ilk Patrik olmuştur21.
Patrik, kilisenin din adamları ve laikler tarafından seçilir, Sultan tarafından
huzura kabul edilip kendisine sadık kalacağına, İmparatorluğun kanunlarına riayet
edeceğine and içer, Padişah da ona hil’at ve at ile bir altın asa vererek tayinini kabul
ettiğini bildirirdi22.
Fatih Patriğe millet başı unvanını vererek dindaşlarının meselelerinde onu
yetkili kılmıştır. Daha sonra gönderdiği bir beratla da Patrikhane’nin statüsünü
belirlemiştir. “Kimse Patrik’e tahakküm itmesün, kim olursa olsun, hiçbir kimse
kendüsine ilişmesün, kendüsi ve ma’iyyetinde bulunan papaslar her türlü ‘umumi
hıdmetlerden müebbeden mu’âf olsun. Kiliseleri, camie tahvil edilmeyecektir, izdivac
ve defin işleri, sair ve adet işleri, Rum kilise ve usul-u kavaidine tevfikan kemaken ifa
olunsun, Paskalya yortularının icrasına devam olunarak bu münasebetle Fener, yani
Rum mahallesi kapıları üç gece açık olsun.”.
Adnan Sofuoğlu, Fener Rum Patrikhanesi ve Siyasi Faaliyetleri, İstanbul: Turan Yayıncılık, 1996,
s. 11.
21
Çelik, age., s. 114.
22
Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, İstanbul, 1968, s. 18.
20
10
Bu beratla Patrikhane imtiyazlar sağlamıştır. Fatih tarafından verilen beratın bir
yangın sırasında yandığı söylenmektedir. Beratla birlikte Ortodoks Patriği, sonradan
diğer millet başlarına yani dinsel cemaat başlarına da verilen en geniş yetkiler ve
ayrıcalıklarla donatılmıştır. O zamana kadar imparatorun emrinde bir dinsel başkan olan
patrik böylece imparatorun koruyuculuğunda, kendi dinsel topluluğunun birçok
dünyasal işlerinin de tartışılmaz yöneticisi olmuştur. II. Mehmet patriğe üç tuğlu
Osmanlı paşası unvanı verilmesi uygulamasını başlatmıştır. Patriğe’de, tebasını
yargılama yetkisi olduğundan dolayı, bir de cezaevi kurulmuştur23. Tarihçiler
Patrikhane’nin bu yeni konumunu “devlet içinde bir devlet olma” şeklinde
tanımlamaktadır. Bunu ilk kullanan Engelhardt’tır. II. Mehmet’in Patrihane’ye verdiği
yetkilerle, Patrikhane siyasi anlamda Bizans’taki gücünün çok üzerine çıkmıştır. Diğer
ilginç bir durumda patriği “düşman” dinin hükümdarının seçtirmiş olmasıdır.
Fatih’in
Patrikhane’yi
koruma
ve
güçlendirme
amaçları
şöyle
özetlenebilmektedir: II. Mehmet Bizans’ın fethi ile artık kendisini “Yeni Roma
İmparatoru” olarak görmektedir. Patrikhane de sınırları ve yetki alanı içinde çok sayıda
Hıristiyan’ın bulunduğu bu imparatorluğun doğal ve tarihsel kurumudur. “İstanbul’un
fethi ile birlikte, yalnız İslam dünyasının değil, Ortodoks dünyasının da başı olmuştur.
Önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönem de Patrik I. Kirillos dönemidir.
Kirillos (1572–1638), 1612–1638 yılları arasında çeşitli tarihlerde altı kez patriklik
yapmıştır. 1627’de Rum cemaatinin ilk matbaasını kurdurmuştur. Theofilos Koridolias
ile birlikte Kitap’ı mukaddesin halk diline çevrilmesine çalışılmıştır. Matbaada
“Protestan” yayınlar da basılmıştır. Ancak bu “Reform” benzeri çabaları “tutucu”
çevrelerden tepki görmüş ve matbaa tahrip edilmiştir. Bu dönemde Patrikhane’de
Roma’ya ya da Protestanlara yakın kanatlar oluşmuştur. Kirillos da Protestanlara daha
sıcak bakan kanattandır. Altı kez patriklik yapmasının nedeni Fransa ve Avusturya
elçilerinin onu almaları, Hollanda ve İngiltere elçilerinin göreve iade ettirmeleridir.
Tepkiler sonucu 1638’de idam edilmiştir24.
Doğuda bu dönemde Katolik misyonerlik faaliyetleri giderek yoğunlaşmıştır.
Katolik devletlerin çabalarıyla zaman zaman Fener Patrikliğine Roma’ya “yakın”
kişilerin gelmesi sağlanmıştır. I. Kirillos’un halefi II. Kirillos 1638’de Papa VIII.
23
24
Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devletinde Millet Sistemi, Ağaç Yayınları, 1992, s. 21–34.
Macar, age., s. 41.
11
Urban’a sadakat yemini imzalamıştır. Bu duyulduğunda Kutsal Meclis ve Osmanlı
Hükümeti aynı oranda öfke ile tepki göstermiş ve II. Kirillos 1639’da Kuzey Afrika’ya
sürülmüştür25.
Padişah IV. Mehmet Mayıs 1651’de II. Parthenios’u Ruslarla işbirliği içinde
olduğu gerekçesiyle idam ettirmiştir26. Gerekçe, Patriğin Ruslarla işbirliği yaparak,
devlete ve millete ihanet içinde olmasıdır. Bu olaydan sonra (1657–1834) Patrikliğin
protokoldeki yeri değiştirilmiş ve artık Şeyhülislam yerine Sadrazamla muhatap
kılınmıştır. Yine, 1821 Mora isyanını çıkartan Patrik Grigorios V ile destekçileri Efes,
Ahyolu ve İzmit, daha sonra da Terkos, Edirne, Tırnovo ve Selanik Metropolitleri idam
edilmiştir. Mora isyanındaki rolünü inkar eden Patrik Grigorios, kendisine yönelen
şüpheleri dağıtmak için asileri aforoz etmiştir. Ancak Patrikhane’ye yapılan ani bir
baskında, isyana ait tüm belgeler ele geçirilmiştir. Bu belgeler arasında; Moralı asilere
yazılan mektuplar, İstanbul’daki isyan hazırlıklarının hangi durumda olduğu hakkında
verilen bilgiler, Dışişleri bakanlığında çalışan Fenerli Rumların devletin gizli
belgelerine ait raporları, İngiliz ve Fransız elçiliklerinin Patrikhane’ye verdiği gizli
bilgiler, isyan için Rusya’da yapılan hazırlıklara ait belgeler, Odessada’ki Etniki Eterya
cemiyetinden gönderilen silahlara ait dökümler, Dünya Ortodoks alemine hitap eden
mektuplar, yardım ve para makbuzları yer almaktadır. Patrik Grigorios, deliller
karşısında suçunu kabul etmiş ve hiçbir inkara yönelmemiş, ihaneti sabit görülerek idam
edilmiştir. İşte bu Patriğin, Patrikhane’nin orta kapısındaki idam sehpasında söylediği
son sözlerdir ki, Rumların “kin kapısı” politikasını belirlemiştir. Patrik V. Grigorios’un
gerçeği bütün çıplaklığı ile ortaya koyan ve büyük sadakatle tutulan vasiyeti, “...
Konstantin şehrinden müşrikler kovulacaktır. Ayasofya haçlıya iade edilecektir. Bizans
kartalı yine semalara hakim olacaktır. Yarıda kalan Ayasofyada’ki ayin tamamlanıncaya
kadar bu kapı kapalı kalsın... Ey Ruh-ül Kudüs!... Sesimi duy!...” şeklindedir.
O tarihten günümüze kadar Patrikhane mensublarının Patrik Grigorios’un
asıldığı orta kapıyı onun hatırasına hürmeten kapalı tuttukları söylenmektedir27.
Her seçilen patrik için padişah tarafından seçilen kişinin devletçe uygun
olduğunu görevini yapma izni ve emrini belirten bir berat verilmiştir. Padişah
25
age., s. 42.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 4. Baskı, C.3, Kısım: 2, TTK, 1988, s. 151.
27
Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Temmuz 1995, Fasikül 81, s. 345.
26
12
değiştiğinde de berat yeniden onaylanmaktaydı. Benjamın Braude’ye göre her yeni
patrik için yeni berat çıkarılması Fatih’in II. Yennadios’a verdiklerinin “kurumsal”
değil “kişisel” olduğunun kanıtıdır. Patriklere verilen beratlar Şeyhülislamın da imzasını
taşırlardı. 8 Temmuz 1453’te verilen Beratta Fatih Sultan Mehmet’ten beri verilen
ayrıcalıkların
azaltılmasının
mümkün
olamayacağı
yazılıdır.
Bir
metropolitin
atanabilmesi için piskopos mukataası’na belli bir miktar para yatması gerekiyordu. Aynı
şekilde patrik atamalarında da peşkeş sistemi olmuştur28.
Patrikhane’nin 1600’de Fener’de bugünkü yerine taşınmasıyla Rumların ileri
gelen aileleri de bu semte taşınmaya başlamışlardır. Çocuklarını Avrupa’ya tıp, felsefe
ve temel bilimler gibi alanlarda eğitime göndermişler, bu gençler de Türkçe, Arapça,
Farsça
dillerinin
yanında
çeşitli
Avrupa
dillerini
öğrenmişlerdir.
İstanbul’a
döndüklerinde birçok dili bilmelerinden dolayı bürokraside özellikle tercüman olarak
yer almaya başlamışlardır. Bir süre sonra Eflak ve Boğdan Prensleri, Divan-ı Hümayun
ve Donanma-i Hümayun tercümanlarının bu kişiler arasından seçilmesi bir gelenek
halini almıştır. Bunlara Avrupalıların adlandırması ile Fenerliler (Phanariots) denmiştir.
Fenerlilerin bu yükselişi 1821 Yunan ihtilali ile son bulmuştur. Bu tarihten sonra
Rumlar genellikle “kritik” mevkilere getirilmemişler, onların yerini Ermeniler ve
Avrupa’ya gönderilmeye başlanan Müslüman gençler almıştır29.
Fransız ihtilalinin yarattığı milliyetçilik akımı ile birlikte on dokuzuncu yüzyıl
Patrikhanenin siyasi faaliyetlerini arttırdığı dönem olmuştur. Bu dönemde Patrik,
piskopos ve papazlar geniş yetkileri sayesinde Bütün Ortodoksların (Bulgar, Sırp,
Arnavut ve Elenler’in) hem ruhani hem de siyasi lideri olmuştur. Balkanlar ve tüm
Rumeli’yi Yunan toprağı haline getirmek için çalışmalara başlamıştır. Patrikhane’nin
çıkardığı emirnamelerle Balkanlarda ve Karpatlarda Rum papazlar görev yapmaya
başlamışlardır. Bulgaristan’da Rumca ibadet ve Rumca öğretim dili kullanılmış,
Slovenca yazılmış ibadet kitapları yasaklanmıştır.
Fenerli tercüman ve Voyvoda olarak görevlendirilen Rum Beyleri, Balkan
ülkelerinde Türkler aleyhinde kışkırtmalarda bulunmuşlar, bu konuda Avrupa
devletlerinden yardım istemişler ve çalışmalarında başarıya ulaşmışlardır. Bu arada
imtiyazlardan yararlanan Rum aydınları boş durmamış, Megalo İdea yolunda yoğun
28
29
Benlisoy ve Macar, age., s. 37.
age., s. 189.
13
çalışmalara girişmişlerdir. Megalo İdea ilk defa şair Kosmos Etolios ile öğrencisi K.
Rigas Fereos tarafından zikredilmiş ve 1797’de Rigas Viyana’da büyük Yunanistan
haritasını dağıtmıştır. Bu Harita Balkanları, Küçük Asya’yı ve Adaları içine
almaktadır30.
Patrikhane’nin, Megalo İdea’nın altyapısını oluşturduğu da sabittir. Yunan
isyanını hazırlamak için 1814’de kurulan Etniki Eterya adlı cemiyet Fener’deki bir
Rumun evini merkez seçmiş, bu cemiyete tüm papazlar, psikoposlar, gemiciler,
serdengeçtiler ve Osmanlı Beyleri ile Paşaların evlerinde hizmet gören kadın ve erkek
Rumlar üye olmuştur. Örgüt, 1917’de Rus Çarlığının yıkılmasına kadar Çarlık ve Rus
Ortodoks Kilisesi’ne dayanmıştır. Ancak örgütün gerçekte, özelikle de Türk Devletini
bir an önce yıkmak için gerekli organizasyon ve bölüşme planlarını hazırlayan siyasi
merkezi 1821’den itibaren İstanbul Patrikhanesi olmuş, bu durum 1919’a kadar tam 98
yıl sürmüştür.
İstanbul’da Fransa’yı temsil eden Büyükelçi M. J. Tuvanel’in, Fransa Dışişleri
Bakanı’na Atina’dan gönderdiği bir mektupta ise, Yunanlıların Türklere olan kinleri çok
açık olarak ifade edilmektedir (9 Eylül 1859’da yazmıştır):
“(…) Yunanistan’da Kralından çobanına kadar herkes, Türkiye’nin zararına
toprak kazanmayı düşünüyor. Bu arzunun, sınırı yoktur. Öyle ki, ilk gaye olarak
Selanik’den bahsedilirken, şimdi İzmir ve mıntıkasını istiyorlar. Ruhaniler ise,
İstanbul’a yeniden ‘Konstantinopl’ adının verilmesini sağlayacak olan, Ayasofya’nın
‘Sent-Sofi’ olarak telaffuzunu temin edecek Yunan zaferinin hasretzedeleridir. Her
Yunanlıya bu fikir, beşikten mezara kadar maharetle telkin ediliyor. Kırım Savaşları’nın
cereyanı sırasında Yunanistan, Osmanlı Orduları’na saldırmaktan men edildiği için,
kendisinin velinimeti olan İngiltere ve Fransa’ya bile tehevvür ve hiddet içindedir. (…)
Yunan milletinde, Osmanlılar’a ve umumiyetle Türklüğe karşı olan bu derin kini,
Moskova’da görev yaptığım zamanlar, Ruslar’da dahi müşahede etmedim. İnancım
odur ki, Yunanlılar, Türkler’e karşı hiçbir zaman ve her türlü durum ve şartlar altında
dostluk göstermeyeceklerdir.”31.
1918–1922 arasında Patrikhane de Yunan yayılmacı politikasının yörüngesine
girmiştir. 25 Ekim 1918’de Patrik Yermanos Kavakopulos istifaya zorlanmış ve yerine
30
31
Şahin, age., s. 173–175.
age., s. 206.
14
göreve atanan Doroteos yeni bir politika izlemiştir. Bu yıllarda Patrikhane politik
girişimlerle Yunan politikasını ve Megalo İdea diye bilinen geniş Yunanistan
düşüncesini desteklemiştir. 16 Mart 1919’da kiliselerde Yunanistan’la birleşme isteği
dile getirilmiş ve bu tarihten sonra Osmanlı Yönetimiyle ilişkilerden kaçınılmıştır32.
Gerçekte Patrikhane Osmanlı Hakimiyeti altında faaliyet göstermeye başladığı
andan itibaren hep Bizans’ın canlandırılması hayali peşinde koşmuştur. Bu konuda
yabancı tarihçilerin, “Bizans’taki Osmanlı hakimiyeti Ayasofya’nın duvarlarına
sürülmüş badanaya benziyor. Altındaki mozaik putlar bozulmamış” benzetmesini
yaptığı da bilinmektedir33.
1.3.1. Ulusal Kiliselerin Doğuşu
19. Yüzyıl boyunca Osmanlı, Balkanlarda ayaklanmalarla karşılaşmıştır. Başka
bir değişle “millet deyimi bir inanç birliği olmaktan bir ulusun ifadesine dönüşmeye”
başlamıştır34.
Başlangıçta söz konusu isyanlar, milli kiliseler problemini de gündeme
getirince Patrikhane’nin yoğun tepkisiyle karşılaşmıştır. Sözgelimi 1821 yılında Yunan
isyanı başladığında Patrik V. Grigorios isyancıları aforoz etmiştir. Yunan isyanından
sonraki yıllarda çıkan Bulgar isyanında da Patrikhane’nin Osmanlı Devleti’nden yana
tavır aldığı görülmektedir. Zira gerek Yunan isyanı, gerek Sırp ve Bulgar isyanları milli
kilise talepleri ile başka bir renge bürünmüş ve Fener Patrikhanesi bu durumu
otoritesine bir darbe olarak görerek rahatsızlık duymuştur35.
Böylece Balkanlarda birçok kilise Fenerden kopmuş, “ulusal” kiliseye
dönüşerek otosefal∗ olmuştur. Bunda Fener’in yönettiği bölgelerde, yerel dil, kültür ve
gelenekleri dikkate almayan tutumu etkilidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar’dan
çekilmesiyle oluşan yeni devletler Fener’in de politik vesayetinden kurtulmuş ve siyasi
özgürlükleriyle birlikte dinsel bağımsızlıklarını da ilan etmişlerdir. 1833’te ayrılmış
32
“Osmanlı Dönemi 4”, http://www.minidev.com/kulturler/kulturler_rum_tarih2_4.asp
Sadi Somuncuoğlu, İstanbul’da Yeni Roma İmparatorluğu. 1. Baskı. Ankara: Akçağ Yayınları,
2004, s. 27.
34
Macar, age., s. 56.
35
Önder Kaya, “Patrikhanenin Vaziyeti”, Toplumsal Tarih, Sayı: 124, Nisan 2004, s. 123.
∗
Otosefal, Özerk üç kilise dışında kalan Ortodoks kilisenin, bağımsızlığını, egemenlik hakkını ifade eden
Yunanca sözcük.
33
15
olan Yunan Kilisesi’ni Sırp Kilisesi izlemiştir. Romanya 1865’te ulusal kilisesini
kurmuş, bu durum Fener tarafından 1885’te kabul edilmiştir.
Bulgar Kilisesi’nin kurulması diğerlerine göre en sorunlu olanıdır. Yıllarca
Rumca ayine ve eğitime zorlanan Bulgarlar, ulusçuluğun da etkisiyle uzun mücadeleler
sonucu Bulgar Kilisesi’ni 1870’te kurmuşlardır. Padişah ta 1872’de Bulgar
Eksarhanesi’ni (kilisesini) onaylamıştır. Diğer Balkan kiliselerine anlayış gösteren
Patrikhane, Bulgar Kilisesi’ne aynı anlayışı göstermemiştir. Çünkü bu yeni kilise,
Patrikhane’nin kalmış olan cemaatinin neredeyse yarısını alıp götürecektir. Fener
Patriği diğer Patrikleri toplayarak, Bulgarlar’ı “ayrılıkçı” ilan ederek aforoz etmiştir.
Fener 1945’e kadar bu kiliseyi tanımamıştır. Yayınladığı bildiriyle, Bulgarları ırk ve
milliyet ayrıcalığı ortaya çıkarmakla suçlamış ve bunun İsa’nın dinine aykırı olduğunu
söylemiştir. Bulgarların ve Rumların bir arada bulundukları yerlerdeki kiliselerin
paylaşımlarında büyük sorunlar yaşanmıştır. Bu nedenle 3 Ekim 1910’da, “Kiliseler
Kanunu” çıkarılmıştır. Bu kanunla kiliselerin ve okulların kimlere ait olacağı sorunu
nüfus ölçütüne göre çözülmüştür36.
Ortodoks Kilisesi uzmanı ünlü Rahip Janin’in çok güzel ifade ettiği gibi
“kaderini önce Bizans İmparatorluğu’na daha sonra da Türk İmparatorluğu’na bağlayan
Ekümenik Patrikhane Osmanlı’ya bağlı olarak Osmanlı devleti büyüdükçe büyümüş,
küçüldükçe küçülmüştür”. Balkanlar Patrikhane’den koptukça, prestijini korumak üzere
yeni makamlar yaratmak, unutulmuş tarihi ve dini isimleri yeniden canlandırmak
amacıyla yeni metropolitlikler oluşturulmuştur. III. İoakim, 1883’te ilk ‘Sintagmation’u,
yani Fener’e bağlı metropolitlerin listesini yayınlamıştır37.
36
37
Benlisoy ve Macar, age., s. 45.
age., s. 46.
16
İKİNCİ BÖLÜM
2.
FENER
RUM
PATRİKHANESİ
VE
LOZAN
BARIŞ
ANTLAŞMASI
Rum Azınlığın ve Patrikhane’nin Türkiye ile yaşadığı sorunların temelinde
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki imtiyazlara yeniden kavuşma istekleri yatmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde ve Kurtuluş Savaşı sırasında Rum
Azınlığın diğer devletlerle yaptığı iş birliği ve yurt içinde Kurtuluş Savaşı’nın
başarısızlığa uğraması için gösterdiği çabalar Türk halkı tarafından unutulmamıştır.
Patrikhane’ye verilen İmtiyazlar Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile
ortadan kalkmıştır. Patrikhane, Osmanlı Dönemi’ndeki ayrıcalıklarına yeniden
kavuşabilmek için Türkiye’yi uluslararası arenada şikâyet ederek baskı altına almaya
çalışmaktadır.
Patrikhane, düşmanca faaliyetlerini Özellikle Mondros Mütarekesi’nden sonra
açıkça yapmaya başlamıştır. Rum Azınlık tarafından İstanbul’da ve genel olarak
Türkiye’de gerçekleştirilen faaliyetler Fener Rum Patrikhanesi’nden yönetilmiştir.
Patrikhane, başta siyasi faaliyetler olmak üzere, terör örgütlerinin teşkilatlandırılması,
çetelerin desteklenmesi, gösterilerin düzenlenmesi, kültürel çalışmaların yürütülmesi,
propagandanın yaygınlaştırılması gibi işleri yapan bir kuruluş durumundadır.
Ayrıcalıkların bir daha verilmeyişinin sebepleri Lozan Barış Antlaşması’ndan
önce, Lozan’da ve Lozan’dan sonra Rum Azınlığın ve Patrikhane’nin faaliyetleri
incelendiğinde daha iyi anlaşılabilmektedir.
2.1. Lozan Barış Antlaşması’ndan Önce Patrikhane
Patrikhanenin, çıkardığı Mora İsyanı’ndan günümüze kadar sürekli olarak
Megalo İdea politikasının içinde yer aldığı belgelerle kanıtlanmıştır.
1918’li yıllarda Patrikhane’nin merkez durumuna gelmesinde, Yunanistan’ın
Türkiye üzerindeki emellerinin gerçekleştirilmesi yolunda çok uygun bir kuruluş olması
başlıca rolü oynamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu, azınlıklarına gösterdiği hoşgörü nedeni ile Hıristiyan
Ortodoks halkın dini ve ahlaki eğitimine karışmamış ve bu konuları kiliseye bırakmıştır.
17
Dil ve din ile ilgili olarak önceleri ilköğrenim yapılırken zaman içerisinde yüksek
okullar açılmış böylece Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok yerinde kiliselerin
kontrolünde Yunan fikrinin önemli faaliyet merkezleri oluşturulmuştur. Kilise, yetişmiş
tahsilli papazlara veya kabiliyetli Rumlara Avrupa’da öğrenim yaptırıp sonraları bunları
halkın öğretmeni olarak mükâfatlandırmıştır. Megalo İdea fikri bir ülkü olarak gizlice
Rum gençliğine öğretilmiştir. Rum vatandaşlarımızdan Rumca bilmeyenlerin Rumca
öğrenmeleri sağlanarak Hıristiyan Greek fikirleri aşılanmıştır.
Bu fikirlerle eğitilen Rum vatandaşlarımız ve özellikle papazlar tarihi
emellerini gerçekleştirmek üzere faaliyete geçmişlerdir. Yunanistan Ordusu 15 Mayıs
1919’da İzmir’e çıkıp Ege Bölgesi’ni işgal etmiştir. İzmir’in işgali sırasında, İzmir
Metropoliti Hırisostomos∗, Yunan Kuvvetlerini takdis etmiş ve onlarla beraber
çalışmıştır38. Vali Rahmi Bey tarafından 1. Dünya Savaşı sırasında İzmir’den
uzaklaştırılan Hırisostomos, Mondros Mütarekesi’nin sağladığı ortam sayesinde 1 Ocak
1919’da tekrar İzmir’e dönmüştür39.
Hırisostomos, yaptığı takdis ayini ile halkı esef verici bir tesir altında bırakmış
ayrıca, “Ne kadar çok Türk kanı içerseniz, Cennet size o kadar yakın olur. Türk’ün
kanını içmek sevaptır” şeklindeki hitabıyla da Yunan askerlerini ve yerli Rumlar’ı,
Türkler’i katliama tabi tutmaya teşvik etmiştir. Hırisostomos’un tahrikten de öte,
işgalde yapılan katliamı bizzat idare ettiği ve sağa sola koşarak ‘Feslileri öldürün’ diye
bağırdığını TBMM’nin 15 Mayıs 1920 tarihindeki toplantısında, olaya şahit olan
milletvekilleri ifade etmişlerdir40.
Patrikhane de 24 Mayısta Hükümetin tepkisine aldırmaksızın, İzmir’in
işgalinden duyduğu minnet duygularını içeren bir tebliğ yayınlamıştır. Hırisostomos
daha sonra Patrikhane’nin de yaptığı gibi, işgalin gerekçesini haklı gösterecek şekilde,
Hıristiyanların Müslümanlarca nasıl katledildiğini anlatan Fransızca bir kitap
yayınlamış, 1921’de de ABD’den Türkiye’deki Hıristiyanların himayesini istemiştir41.
∗
9 Eylül 1922’de İzmir’in Türk Ordusu’nca geri alındığı gün linç edilmiştir. Atina’nın Nea Zmimi
semtinde, linç edilişinin de tasvir edildiği bir heykeli vardır.
38
Bilge Umar, İzmir’de Yunanlıların Son Günleri, Ankara: Bilgi Yayınları, 1974, s. 111.
39
Engin Berber, Sancılı Yıllar: İzmir 1918–1922 Mütareke ve Yunan İşgali Döneminde İzmir
Sancağı, Ankara: Ayraç Yayınları, 1997, s. 86.
40
Şahin, s. 206.
41
Macar, Cumhuriyet Döneminde İstanbul Rum Patrikhanesi, s. 56.
18
Fener Patrikhanesi’nin ihanetlerinden bir tanesi de Pontus Cemiyeti’dir. Pontus
Cemiyeti, Yunanistan Hükümeti’nin Anadolu’yu işgal edememesi ihtimalleri üzerine
kurulmuştur. Pavlidis, 1956 yılında Atina’da yayınlanan “Pontus Cumhuriyeti Nasıl ve
Niçin Başarıya Ulaşamadı” isimli eserinde Pontus’un sınırları konusunda; “Pontus Rus
hududundan başlar Trabzon ve Sivas vilayetlerinin tamamını ve Kastamonu vilayetinin
bir kısmını içine alarak, Karadeniz kıyısı boyunca Sinop ötesine kadar uzanır. Bütün
Pontus 70.000 kilometre karelik bir sahayı kaplar”42 şeklinde bilgi vermiştir.
Patrik Dorothoes’in 14 Şubat 1920’de, Loyd George’a yazdığı mektup Rum
azınlığın Türkler hakkındaki düşüncesini açıkça ifade etmektedir. Mektupta; “Türklerin
kötü idaresi devam ediyor. İstanbul hiçbir zaman ne kültür ne de nüfus olarak Türk
olmamıştır. Müslümanlar için değil, fakat Yunanlılar için mukaddes bir şehirdir.
Kuvvetlerin Türkleri İstanbul’dan atmaması bir zaaf telakki edilecektir. Hâlbuki
İstanbul Yunanistan’la kuvvetli bir bağla bağlanmazsa Yunanlıların arzuları hiçbir vakit
yerine getirilmemiş olacaktır. Türkler boğazları müdafaa edemedi. Hâlbuki Yunanlılar
milletler arası bir rejimde ve kuvvetlerinde menfaatlerini koruyarak müdafaa edebilir.
Bütün bu sebeplerden vatanla birleştirilmelidir. Bunu boğazların milletler arası olması
şartıyla en iyi çözüm yolu olarak teklif ediyoruz. Biz İstanbul’a self determinasyon ve
kuvvetlerin menfaatlerini garanti ediyoruz. Bu kabul edilemez ise İstanbul’un
mandasını da almaya razıyız. Artık yeniden dünyaya gelen Yunanistan, Türk mayasını
kabul edemez. İstanbul’dan Türk Hükümeti ve Sultanı atılmalıdır. Sulh konferansının
en adil hareketi, doğudaki cinayetlerin yeniden tekrarına mani olmaktır, medeniyetin ve
sulhun haklarını vermesidir.”43 ifadeleri yer almıştır.
Patrikhane bu dönemde Venizelos’un ve Yunanistan’ın Türkiye’deki uygulama
aracı haline gelmiştir. Venizelos bunu, hatıratında; “Bana verilen ve daha sonra da bazı
yansımalarıyla gerçeğe tümüyle uyduğu da saptanmış olan güvenceye göre, Memalik-i
Osmaniye’deki ve Rumların oturduğu birtakım küçük, büyük kentler ve kasabalardaki
kiliseler ve Rum okulları, tümüyle birer silah deposu durumuna getirilmişlerdir. Bu
sonuç için o bölgede yaşayan Rumlar büyük bir cesaret ve basiret göstermişler ve
Türk’lerin tapınaklarına olan saygı ve yerel okullara sağladıkları dokunulmazlıktan
yararlanmışlardır. İzmir’in işgaline karşılık gelen günlerde İstanbul’daki Fener Rum
42
43
Ali Güler, Rakamlarla Türkiye’de Azınlıklar, Ankara: Elektronik Basım Yayın, 2001, s. 129.
Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, İstanbul: Aytaç Kitapevi, 1967, s. 236–237.
19
Patrikliği’nden bir heyet gelip beni gördü. Karadeniz kıyılarında ayrı bir Rum Devleti
kurmak için derhal etkinliğe geçmek kararında bulunduklarını, milis alaylarını harekete
geçirmek için yalnızca Yunan subaylarını beklemekte olduklarını bana belirtti. Heyetin
sahip olduğu serveti öğrenince bunun miktarı beni şaşkınlıkta bıraktı. Kendilerinin sahip
olduğu altının mevcudu o anda Yunan Hükümeti’nin sahip olduğu altın toplamından
çoktu.” şeklinde itiraf etmektedir.
Patrikhanenin ihanetlerinde dikkat çekici bir dönem de 1921’dir. Öne çıkan
isim de 8 Aralık 1921’de Patrik seçilen Meletios’dur. 6 Şubat 1922’de tacını giydiğinde
İstanbul sokakları Yunan bayraklarıyla donatılmıştır. Osmanlı Yönetimi, Meletios
Yunan vatandaşı olduğu için bunun yasa ve yönetmeliklere aykırı olduğunu bildirerek,
seçimi tanımamıştır. Çünkü Patrik seçilecek kişinin en azından babasından beri Osmanlı
vatandaşı olması gerekmektedir. Osmanlı Yönetimi’nden berat talep etmeyen ilk Patrik
olan ve Megalo İdea’ya inanan Meletios, Ulusal Savunma (Etniki Amina) örgütüyle
alenen ittifak yapmış, Avrupa’daki metropolitleri kullanarak “Mağdur Anadolu
Hıristiyanları lobisi” oluşturmuştur. 25 Ocak 1922’de Paris’te 100 senatöre hitaben,
“Küçük Asya Devleti Oluşturulması” hakkında bir konuşma yapan Meletios, bir başka
toplantıda ise Venizelos’a “esir Rumların vekili” ünvanını verdirmiştir. Bu dönemde
Fener için söylenen, artık “Türkiye’deki siyasi Helenizmin kalesi” olduğudur44.
Meletios’un bu çabaları fayda vermemiştir. Meletios, Türk’ün zaferinden sonra
10 Temmuz 1923’te istifa etmiş, yardımcısı Athinagoras ile Amerika’ya gitmiştir.
2.2. Lozan Barış Antlaşması’nda Patrikhane
Lozan’a katılan Türk heyeti büyük bir manevi baskı altında toplantılara
katılmıştır. Çünkü Büyük Millet Meclisi Patrikhane’nin sınırlarımız dışına çıkarılmasını
ve bu konuda taviz verilmemesini istiyordu. Türk delegasyonu da görüşmelerde
Patrikhane’nin yurt dışına çıkması konusunda ısrar etmiştir. Görüşmelere katılan
devletler Patrikhane konusunda tek bir Müslüman devletin karşısına birleşerek
çıkmışlardır. Görüşmeler sırasında Türkiye’yi destekleyen Alman ve Fransız Gazeteleri
Patrikhane gündeme gelince bir anda Türkiye aleyhtarı yazılar yayınlamaya
başlamışlardır. Türk tarafı genel ve ikili görüşmelerde Patrikhane’nin Osmanlı Devleti
44
Somuncuoğlu, s. 17.
20
aleyhine nasıl çalıştığını, patriğin imtiyazlarını nasıl kötü kullandığını anlatmışlar ve
Türkiye sınırlarının dışına çıkarılması gerektiğini ısrarla savunmuşlardır45.
Patrikhane konusunda İsmet (İnönü) Paşa da Antlaşmanın imzalanmasından
yirmi gün önce şu beyanatta bulunmuştur:
“Biz, Rumlar’ın ve sair anasırın umur-ı mezhebiyelerine tamamen hürmetkârız
ve onların kiliselerine kemafi’s-sabık riayet edeceğiz. İstedikleri reis-i ruhaniyi intihab
hakkını haiz olduklarını kabul ve tesiîm ederiz. Ancak Patrikhane müessese-i
hazırasının ibkasına kat’iyen muvaffakat edemeyiz. Patrikhane müessesesi zaten
hukuken tebeddül edecektir. Patrikhane’nin dahili meclisleri- ki, rûhânî, cismanî ve
muhtelit meclislerden ibarettir- artık bugünkü şekilde kalamaz. Çünkü ortada artık
Anadolu ve Rumeli Metropolitleri yoktur. Patrikhane, devletin Hudûd-ı hâzırâsına ve
Rumlar’ın ancak İstanbul’da bulunabilmesine göre tebdil-i şekil ve mahiyet
mecburiyetindedir. Patrik Efendi’nin artık İstanbul’da işi yoktur. Bu, bir şahıs meselesi
değildir. Bir müessese meselesidir ve bu müessese, arzettiğimiz esbâbdan naşi
behemehal değişmelidir”.
Lozan Görüşmeleri’nde Patrikhane konusu, “Azınlıklar Alt Komisyonu”nda
gündeme gelmiştir. Türkiye, Atatürk’ün de dediği gibi bir fesat ocağı haline gelen
Patrikhane’nin kesinlikle Türk topraklarından çıkarılmasını istiyordu. Bu konuda halk,
gazeteler ve hükümet tam bir mutabakat içerisindeydi. Ancak Türk Heyeti, bu isteğe
direnen İngiliz Heyeti Başkanı Lord Curzon başta olmak üzere Venizelos ve diğer batılı
ülkelerin temsilcilerinin ve ABD’nin çok sert muhalefetiyle karşılaşmıştır.
Yunanistan başdelegesi Eleutherios Venizelos, I. Komisyon’da yaptığı
konuşmada; “...Patrik, IV. ve V. yüzyıllardaki büyük gelişmelerinden ötürü Roma
Kilisesi’nin de katılmasıyla bütün Hıristiyan Kiliseleri’nin kararıyla Evrensel Patriklik’e
(Patriarcal Oecumenique) yükseltilmiş olan İstanbul’un -başka deyimle, Yeni
Roma’nın- Başpiskoposu’dur. Dünyada hiç kimse bu iki görevi birbirinden ayıramaz.”
demiştir46.
Lozan’da tartışmalar yüzünden müzakerelerin kesilme tehlikesi baş gösterince
Lord Curzon; “Eğer Patrikhane’nin bir tahrik öbeği olduğu doğru ise, bu Patrikhane’nin
Sami Emirhan, Fener Rum Patrikhanesinin Dünü Bugünü Yarını, İstanbul: Harp Akademileri
Basımevi, 1995, s. 21.
46
“Lozan Görüşmelerinde Fener Rum Patrikhanesi”, 25.11.2005
http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/lozanda.html
45
21
siyasi imtiyazlarını değiştirmek ve kaldırmak için sebep olabilir. Ama Patrik’in ruhani
ve kiliseye ait imtiyazlarını kaldırmaya sebep olamaz.
Eğer din ve kilise salahiyetleri yok olursa medeniyet dünyasının vicdanı
kanar.”47 şeklinde bir fikir beyan etmiştir.
Hem katılan bütün devletlerin muhalefeti ve baskısı, hem de İngiltere baş
delegesi Lord Curzon’un kesin tavrı nedeniyle Türk Heyeti esneklik göstermek zorunda
kalmıştır.
Bu arada Venizelos; “...Yunanistan temsilci heyetinin, Türk Hükümeti Lord
Curzon’un teklifine katılırsa, şimdiki patriğin çekilmesini kolaylaştıracak biçimde
davranmaya hazır olduğunu” da sözlerine eklemiştir48.
Lozan Barış Görüşmeleri’nde Patrikhane’nin milli sınırlar dışına çıkarılması
için Türk Delegasyonu tarafından büyük bir gayret gösterilmesine rağmen, o günkü
şartlarda bu mümkün olmamıştır. Başta İngiltere ve Yunanistan olmak üzere konferansa
katılan tüm tarafların delegelerinin Patrikhane’nin sadece Türkiye’de kalan Rumların
dini işleri ile ilgileneceği, idari ve siyasi faaliyetlerde bulunmayacağı, Patrikhane’nin bir
Türk Kuruluşu, Patriğin de Türk Kanunlarına tabi bir kişi olacağı doğrultusundaki
taahhütleri üzerine Türkiye’de kalmasına izin verilmiştir. Baş delege İsmet Paşa da, bu
konuda taraf devletlerin vermiş oldukları sözleri “sözlü senet” olarak kabul ettiğini
bildirmiştir. Ancak, bu taahhütler sadece Lozan’ın müzakere zabıtlarında kalmış,
antlaşma metninde Patrikhane ile ilgili özel bir hüküm yer almamıştır. Lozan
Antlaşması’nda sadece Müslüman olmayan dini azınlıkların haklarını belirleyen 37–45.
maddeler* yer almıştır. Antlaşma metninde azınlık kurumları arasında yer almamış
olması,
Patrikhane’ye
azınlık
kurumlarından
daha
imtiyazlı
bir
konum
kazandırmamaktadır. Bundan, Patrikhane ile ilgili olarak Türkiye’nin “Ahdi bir
Yükümlülük”
üstlenmediğinin
anlaşılması
gerekmektedir.
Buna
mukabil,
Patrikhane’nin bir “Türk Kuruluşu” olduğu ifadesi; Türkiye’nin, Patrikhane’yi Türkiye
Cumhuriyeti uyruklu İstanbul Rum Azınlığına yönelik dini faaliyet gösteren bir makam
olarak kabul ettiği anlamını taşımaktadır. Nitekim başta Patrik olmak üzere, tüm
Patrikhane görevlilerinin Türkiye Cumhuriyeti uyruklu kişiler olmaları zorunluluğu bu
Ertan Köse, Yunanistan ve Bitmeyen Kin. 1. Baskı. İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2005,
s. 198.
48
Köse, age., s.199.
*
Lozan Antlaşması’nda Azınlık Hakları ile ilgili maddeler EK-1’de verilmiştir.
47
22
anlayışın açık ifadesidir. Bu bağlamda, Patrikhane’nin statüsü hususunda Türkiye’de
resmi ve gayri resmi hiçbir çevrede tartışma yoktur ve Patrikhane, Laik Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin anayasal güvencesi altında özgür bir ortamda faaliyet
göstermektedir.
Lozan’da yapılan müzakerelere ve anlaşma hükümlerine göre Patrikhane’nin
hukuki durumu şu şekilde özetlenebilir:
1) Patrikhane’nin İstanbul’da kalması bir anlaşma hükmü ile değil Türkiye’nin
tek taraflı tasarrufu ile olmuştur.
2) Patrikhane, bir Türk kuruluşudur. Patrik ve Patrikhane memurları Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşıdır. Türk Hükümeti’nin muvafakatiyle tayin edilirler ve Türk
Hükümeti’nin denetimine tâbidirler.
3) Patrik ve Patrikhane’nin 1453’ten 1923’e kadar sahip olduğu siyasi ve idari,
hak ve imtiyazlar kaldırılmıştır. Patrikhane ancak dini ve ruhani işlerle uğraşabilir.
4) Patrikhane İstanbul’daki Rum cemaatinin resmi temsilcisi olmadığı gibi bu
cemaat ile Türk resmi makamları arasında sözcülük, aracılık gibi işleri de yapamaz.
5) Patrikhane ile Patrik ve Patrikhane görevlilerinin tabi oldukları genel
hükümlere gelince; Patrikhane, Türkiye’deki gayrimüslim azınlıklara ait herhangi bir
kilise veya sinagog gibi Lozan Antlaşması’nın 40 ve 42. maddelerinde ifade edilmiş
olan serbestlik ve himayeden faydalanır. Anlaşmanın 45. maddesi gereğince de aynı
haklardan Yunanistan’daki Türk azınlığa ait dinî kuruluşlar da istifade ederler.
Patrik ve Patrikhane’ye bağlı görevliler; Rum azınlığa mensup birer fert olarak
Lozan Antlaşması’nın azınlıkların himayesine dair hükümlerinden faydalanırlar. Yani
bu kişiler, anayasamızdaki temel hak ve hürriyetler hususunda Türk tebaası
Müslümanlardan farklı hükümlere tabi tutulmazlar. Bu kişiler; bir Türk resmi
kuruluşunun memuru olarak da sıfatlarına ilişkin Türk Kanunları’na tabidirler. Bu
nedenle, görevlerini herhangi bir şekilde kötüye kullanmaları durumunda veya Türk
Devleti’nin şahsiyetine karşı işleyebilecekleri herhangi bir suç halinde Türk Ceza
Kanunu’nun öngördüğü yaptırımlar uygulanacaktır.
Lozan Görüşmeleri’nde verilen taahhütler çerçevesinde belirlenen statüye göre,
Fener Patrikhanesi; siyasi ve idari görev ve imtiyazları bulunmayan, sadece İstanbul
Rum Azınlığı’na yönelik dini faaliyet gösteren, Türk Yasaları’na tabi “Dini bir
kuruluştur”. Bu sebeple, “Ekümenik” vasfı yoktur. Ayrıca Patrikhane’nin Türk Medeni
23
Hukuku’na göre “Tüzel kişiliği” de bulunmamaktadır. Varlığını ve faaliyetlerini
İstanbul’da Fener semtinde kurulu Aya Yorgi Kilisesi ve Manastırı Vakfı’nın
binalarında “Misafir olarak” sürdürmektedir. Patrikhane’nin, Medeni Kanun’un gerçek
ve tüzel kişilere tanıdığı okul, vakıf, dernek gibi kuruluşları kurmak, yönetmek
gayrimenkul sahibi olmak haklarından yararlanması da mümkün değildir. Diğer
taraftan, Patrikhane, Rum Azınlık üzerinde Osmanlı millet sisteminin bahşettiği
“Millet” veya “Cemaat” önderliğine benzer bir konuma da sahip değildir. Zira
Anayasa’mızın Laiklik ve Vatandaşlar arasındaki eşitlik ilkesi∗ buna imkân
tanımamaktadır.
Patrikhane’nin İstanbul’da kalması, Yunanistan için bitmeyen bir hesabın
uzantısıdır. Türkiye için ise, “yerel kilise” halinde tutulacak Patrikhane’nin yıkıcı
faaliyetlerinin engellenmesi için alınması gereken bir tedbirdir49.
Lozan
Antlaşması
ile
statüsü
belirlenen
Fener
Rum
Patrikhanesi,
Cumhuriyet’in kurulmasıyla tarihindeki en pasif duruma düşmüştür.
2.3. Lozan Barış Antlaşması’dan 1938’e Kadar Patrikhane
İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi, Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye ve
Yunanistan kamuoylarının gündeminden inmeyen bir konu olmuştur. Bunun başlıca
nedeni; yeni Cumhuriyetin daha birkaç yıl önce ihanetlerini gördüğü bu kurumu kontrol
altına alma düşüncesi ve gücünü göstermek isteğidir. Türkiye’nin amacı Patrikhane’nin
artık yalnızca Türkiye içindeki Rumlarla ilgilenmesi gerektiği, Patriğin artık bir
“başpapaz” ve konunun da Lozan’da belirlendiği gibi yalnız Türkiye’yi ilgilendiren bir
iç sorun olduğu biçimindeki anlayışı yerleştirmektir. Patrikhane’nin “hamisi”
Yunanistan’ın tavrı da, tam tersine, konuyu uluslararası arenada tutmak yönünde
olmuştur.
Patrik IV. Meletios’un, Barış Antlaşması’nın, imzalanmasından sonra istifa
etmesi ile İstanbul Valiliği’nce 6 Aralık 1923 günü Patrikhane’ye gönderilen tezkerede
seçim prosedürüne yeni bir koşul eklenmiş ve “Türkiye dahilinde gerçekleştirilecek dini
ve ruhani seçimlerde, katılacak adayların Türkiye vatandaşı ve seçim sırasında Türkiye
∗
Anayasa’mızın 10. maddesi EK-2’de verilmiştir.
Ahmet Taşgetiren, “Patrikhane Nereye koşuyor?”, Zaman, 27 Ekim 1995, s. 2.
49
24
dahilinde görevli olmaları gerekmektedir. Bu şartlar seçilecek kişi için de geçerlidir.”50
denilmiştir.
Bazı yazarların yorumuna göre, bu tezkere Türkiye’nin Patrikhane’nin
ekümeniklik karakterine ilk müdahalesidir.
İstanbul Valiliği’nin bildirisine uygun olarak Kadıköy Metropolidi Grigorios 6
Aralık 1923 günü patrik seçilmiştir. Bundan sonra yapılan ilk patrik seçiminde
Türkiye’nin vereceği tepki ölçülmek istenmiştir.
Sen Sinod tarafından Türkiye’nin istemediği Konstantin Araboğlu’nun, 17
Aralık 1924’te patrik seçilmesi karşısında, Türkiye de Araboğlu’nu 29 Ocak 1925’te
trene bindirerek Selanik’e göndermiştir51.
Sonuçta Araboğlu’nun yerine İzmir Metropolidi Vasilios ile Kadıköy
Metropolidi Ioakim, patriklik için aday olmuşlar; ancak Türk Hükümeti, Kurtuluş
Savaşı sırasında Patrikhane’nin bastığı ve Türkler’in Rumlar’a mezalim yaptığını iddia
eden “Kara Kitap”ın yazarı olduğu gerekçesiyle Ioakim’i istememiş ve III. Vasilios
patrik seçilmiştir52.
1 Haziran 1925’te Atina’nın uluslararası baskı yaratma çabaları sonucunda
Türk Hükümeti’nden farklı bir direktif gelmiştir. Patrik seçimine, Türkiye’de
yaşamayan metropolitler katılmayacaktır.
1917’de İstanbul ve çevresinde yaşayan toplam 1 milyon 350 bin kişinin 400
bini Rum’dur. Lozan’dan sonra bu sayı 110 bine inmiştir. Bunun 20 bini ise Yunan
tebaalıdır. Karma komisyonun çalışmaları ve mübadillere ait sorunların tasfiyesi
yaklaşık on yıl sürmüş ve Türkiye ile Yunanistan mübadele ile ilgili olarak çeşitli
anlaşmalar imzalamışlardır•.
Bütün bu süreç ve mübadelede, yalnız Türkiye sınırları dikkate alınırsa
Trakya’da 11, Anadolu’da da 26 metropolitlik yok olmuştur. Mübadele ayrıca
Patrikhane’nin cemaatinin azalmasına, aynı zamanda Patrikhane’nin buralardaki gayrı
50
Köse, age., s. 200.
Elçin Macar, “Patrik Konstantinos’un Sınırdışı Edilmesi”, Tarih ve Toplum, Kasım 1996, Sayı 155,
s. 278.
52
Benlisoy ve Macar, s. 52.
•
Ayrıntılı bilgi için bkz, Mübadeleye Dair Türkiye ve Yunanistan Arasında İmza olunan
Mukavelenameler- Muhtelit Mübadele Komisyonu Kararları-Bitaraf Azaların Hakem Kararları, Çev:
Mehmed Esad Atuner, Damga Matbası, 1937.
51
25
menkullerini yitirmesine ve onu Yunanistan’ın ve Rum diasporasının parasal desteğine
bağımlı hale gelmesine de neden olmuştur.
Bu dönemden sonra, Türkiye ile Yunanistan arasında iyi ilişkiler kurulmaya
başlandığından Patrik’e Türkiye’de itibar gösterilmeye başlanmıştır. Lozan’dan sonra
“Başpapaz” olarak hitap edilen patriklere 7 Ocak 1930’da seçilen Photios’tan itibaren
Türk makamları “Patrik” diye hitap etmeye başlamışlardır. Bu arada Türkiye’ye gelen
Yunanistan Başbakanları, örneğin Venizelos (1931) ve Çaldaris (1933–1934) Patrik’i
Fener’de ziyaret etmişlerdir53.
Türk-Yunan yakınlaşması ve Patrikhane’ye gösterilen hoşgörü, Patrikhane’nin
Osmanlı Dönemi’ndeki ayrıcalıklarına kavuşma hayalini canlandırmış ve yeniden çeşitli
faaliyetlere başlamasına neden olmuştur.
2.4. Atatürk’ün Rum Azınlık ve Fener Rum Patrikhanesi Hakkındaki
Düşünceleri
Özellikle Kurtuluş Savaşı Dönemi’nde Patrikhane ve Rum Azınlık, Ermeni
Azınlıkla birlikte, Osmanlı İmparatorluğu’nun sonuna doğru arttırdığı yıkıcı
faaliyetlerini artık hiç çekinmeden uygulamaya başlamışlardı. Patrikhane hem Batılı
işgalci ülkelerin yönetimlerine Kemalistler ve Türkler aleyhine propaganda yapıyor,
hem de içerdeki Rumların silahlandırılmasında etkin rol oynuyordu. İstanbul’daki Rum
ve Ermeni Gazeteleri, Türkler ve Mustafa Kemal’i destekleyenler aleyhinde büyük bir
yayın kampanyasına girişmişti. Atatürk bu durum karşısında Patrikhane’nin ve Rum
azınlığın yıkıcı faaliyetlerini engellemek için alınması gereken önlemler konusunda
birçok yazışma* yapmış ve değişik zamanlarda beyanatlarda bulunmuştur.
Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal Atatürk, din görünümlü emperyalist
kışkırtmaya ve bu kışkırtmanın araçlarından biri olan Rum Patrikhanesi ve Rum
Azınlığa karşı önlem almakta geçikmemiştir. Bu kapsamda yalnızca ırk olarak Türk
olduğu için değil, ülkenin işgaline karşı çıktığı için Papa Eftim desteklenmiş ve onun
Rum ayaklanmalarına karşı propoganda çalışmalarını ilgi ile karşılamıştır.
53
“Lozan Sonrası Patrikhane ve Patriklerin Faaliyetleri”,
http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/lozan_sonrasi.html
*
Atatürk’ün Patrikhane ve Rum Azınlık Hakkındaki Çeşitli Yazışmaları EK-3’te verilmiştir.
26
Lozan Konferansı 21 Kasım 1922’de başlamış ve Konferansta azınlıklar ve
Patrikhane konusunda büyük tartışmalar yaşanmıştır.
TBMM, Fener Patrikhanesi’nin kesinlikle İstanbul’dan çıkarılması ve
Yunanistan’a nakledilmesi görüşündeydi. Atatürk, Lozan Konferansı sürerken, 25
Aralık 1922’de Çankaya’da, Le Journal muhabiri Paul Herriot’a verdiği beyanatta bunu
açıkça belirtmiştir:
“Lakin bir fesad ve hıyanet ocağı olan ve memleketimize nifak tohumları eken,
uyuşmazlıklar yaratan, Hıristiyan hemşerilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluğa
felakete sebep olan Rum Patrikhanesi’ni artık topraklarımız üzerinde bırakamayız. Bu
tehlikeli teşkilatı memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etmek için ne gibi vesile ve
sebepler gösterilebilir. Türkiye’nin Rum Patrikhanesi için arazi üzerinde sığınılacak yer
göstermeye ne mecburiyeti var? Bu fesad ocağının hakiki yeri, Yunanistan değil
midir?”54.
Atatürk, 16–17 Ocak 1923’te İzmit Kasrı’nda yaptığı basın toplantısında
Lozan’daki gelişmelerle ilgili şöyle konuşmuştur:
“…azınlıklar sorununda mübadele keyfiyeti esas olarak kabul edilmiştir. Fakat
İstanbul Rumlarını ve Patrikhaneyi çıkartmadık. Yalnız Patrikhane’nin siyasi sorunlarla
uğraşmamasını şart koyduk. Patrikhane sorununu bir Hıristiyanlık sorunu yapmak
istemedik. Biz de bu noktada fazla ısrar etmedik…”
Atatürk, Bursa’da Şark Sineması’nda, 22 Ocak 1923 tarihinde halkla yaptığı
konuşma sırasında Patrikhane meselesine yine değinmiştir. Lozan Konferansı’nda
kararlaştırıldığı üzere Patrikhane’nin “siyasi mesai ile iştigal etmemek üzere İstanbul’da
kalabileceğini, bu şart hilâfında hareketi görüldüğü taktirde derhal hudut haricine
çıkartılabileceğini” söylemiştir55.
Atatürk, 3 Mart 1924’te Hilafet’in kaldırılmasının ardından, Patrikhane’nin de
kapatılması gerektiğini açıklamıştır56.
4 Mayıs 1924’te New York Herald Gazetesi muhabirine verdiği demeçte,
‘Üstelik sadece İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin değil, Ermeni Patrikhanesi ve
Musevi Hahamhanesi’nin de kaldırılması gerektiğini’ vurgulamıştır.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.III, Ankara 1989, s. 79.
[ASD], C.II, Ankara 1989, s. 72.
56
[ASD], C.III, Ankara 1989, s. 102.
54
55
27
Atatürk, dini müesseleri “hukuk harici imtiyazı ile” Cumhuriyet idaresinin
yürümeyeceğine dikkat çekmiştir. Atatürk’ün demeci özetle şöyledir:
“Hilafetle beraber Türkiye’de mevcut olan Ortodoks ve Ermeni Kiliseleri
Patrikhane’leri ile Musevi hahamhanelerinin ortadan kalkması lazımdır. Hilafet ve bu
muhtelif patriklikler asırlardan beri ruhani daire-i salahiyetleri muazzam imtiyazat
topladılar. Halkın mütalaasına müsteniden bahşedilen hukuk haricinde imtiyazat ile
Cumhuriyet idaresinin tatbiki kabil değildir. Mazide bilhassa Abdülhamit’in hal’inden
sonra Kanun’u esasımızı ve Meşrutiyet kavanimizi Garp’ın medeniyet makinesine
imtisalen tadil etmeye çok çalıştık. Fakat bu teşebbüsümüz akim kaldı. Zira her hatvede
patrikhaneler ve hilafet gibi siyasi, dini müessesatın hukuku ile karşı karşıya kaldık.”.
Atatürk, Türk Devrimi’ne kadar vergilerin bile kilise aracılığıyla tahsil
edildiğini ve kimsenin ruhanilere tek söz edemediğini vurgulamaktadır. Söz konusu
demecinde, Amerika, İngiltere ve herhangi başka bir ülkenin Türkiye’nin yerinde olsa
ne kadar tahammül edeceğini sormaktadır:
“Protestanlık
zuhur
ettiği
zaman,
İstanbul’da
bir
Protestan
Kilisesi
mümessilinin bulunması kabul zarureti karşısında kaldık ve Rum Patrikhanesi’nin
imtiyazatına müşabih imtiyazlar verdik.
Son zamana kadar vergiler kiliseler vasıtasıyla tahsil edilirdi. Yani hükümet,
servetleri üzerinde vergi vazetmekle beraber, vergilerin tahsilini her mıntıkada hususi
reis-i ruhanilere terk ederdi.
Tabir-i diğer bir mesele beş yüz Protestan’dan mürekkep bir cemaatten bir
kütle halinde vergi alınır bu vergilerin tevzi ve tahsili hakkında bir söz söylenemezdi.
Sermaye vergileri de aynı suretle toplamak lazım gelirdi.
Patrikhane’lerin ve hilafetin imtiyazatına tevkifan, hükümet tedrisat usulü ıslah
edemezdi. Türkiye’de yerleşmiş olan her cemaat, ister resmen salahiyet almış bulunsun,
ister bulunmasın, kendi dini mekteplerine ve liselerine malikti. İmparatorluk hududu
dahilinde de her millet kendi lisanını ve dinini talim ederdi. Fakat bu mektepler ihanet
projelerine hizmet ettiler. Ermeniler Türk Hâkimiyeti altında açıkça müstakil bir
kraliyet lehinde çalışıyor, ecnebi anasırın fiili muavenetiyle hayallerini hizb-i fiile isali
için mütemadiyen entrikalarda bulunuyorlardı.
Bizimle dört yüz sene yaşamış olan yerli Rumlar günün birinde kendilerini
gayrimüstahlas addederek Türklerin boyunduruğundan kurtulacakları günü düşünmeye
28
başladılar. Mekteplerinde kendi lisanlarını ve dinlerini talim ettiler ve taht-ı
hakimiyetinde yaşadıkları hükümeti yabancı saydılar.
Diğer milletler aynı hal vaki oldu. Türkiye’de mektepler ve kiliseler tahrikatın
ocağı idi. Gayrimüslim anasır, hatta imparatorluk hududu dahilindeki Müslüman
Araplar, aynı maksatla mekteplerinde Türk lisanının talimini ihmal ettiler. Böyle bir
vaziyette İngiltere, Fransa, Amerika veya herhangi bir milletin ne kadar zaman
tahammül edebileceklerini sorarız.”57.
17 Aralık 1923’te Afyon Karahisar Mebusu İzzet Ulvi Bey, “Patriklerin kazai,
idari selahiyet ve imtiyazlarının lağvedilmesi dolayısıyla Adliye Vekâleti’nce patriklere
başrahip unvanının verilmesi” için Meclis Başkanlığı’na bir önerge vermiştir. Önerge,
22 Aralık’ta gönderilmiştir58.
Atatürk, sadece bir kez Türk Yunan ilişkilerinde yumuşamaya katkı olması için
Photios II’ye gönderdiği bir telgrafta “Fener’deki Ortodoks Patriği” ifadesini
kullanmıştır. Photios II’ye Karma Mübadele Komisyonu’ndan verilen ikamet
belgesinde de, “Fener de ikamet eden Rum Patriği” ifadesi yer almaktadır59.
Uğur Yıldırım, Keşiş Güç, 1. Basım, İstanbul: Otopsi Yayınları, 2005, s. 135–137.
Macar, age., s. 125.
59
Yıldırım, age., s. 138.
57
58
29
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3. 1950’DEN GÜNÜMÜZE RUM AZINLIK SORUNLARI
1950’den günümüze Rum azınlık sorunları; 6–7 Eylül Olayları, Vakıf Malları,
Ekümeniklik Kavramı ve Patrikhane’nin Ekümenikliği, Heybeliada Ruhban Okulu,
Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Yunanistan ve Yunan Kilisesi’nin Fener
Rum Patrikhanesi’ne ve Rum Azınlık Sorunlarına Bakış Açısı ana başlıkları olmak
üzere detaylandırılmıştır.
3.1. 6–7 Eylül Olayları
II. Dünya Savaşı yıllarında 11 Kasım 1942–15 Mart 1944 tarihleri arasında
çıkarılan Varlık Vergisi Kanunu, sadece iktisadi değil, siyasi ve kültürel bakımlardan da
önemli bir uygulamadır60.
Varlık Vergisi uygulaması, daha sonraki yıllarda gerçekleşen 6–7 Eylül
olayları ve 1964 yılında Rumların Türkiye’den göç etmeleri birlikte ele alınmalıdır61.
Yunanistan, 1951’de Kıbrıs’ı kendi topraklarına katmak için büyük bir atağa
geçmiş, Adada örgütlenmeye, konu ile ilgili uluslararası temaslara başlamıştır.
Yunanistan Başbakanı Sofokles Venizelos 16 Şubat 1951 tarihinde “Kıbrıs’ın
Yunanistan’a ilhak edilmesi gerektiğini”62 söyleyerek Yunanistan’ın ada ile ilgili
politikasını bir kez daha ortaya koymuştur. Venizelos’un bu demeci Türk kamuoyunda
ve özellikle basınında büyük tepkilere yol açmıştır.
16 Ağustos 1954’te Türkiye ve İngiltere’nin karşı çıkmasına rağmen Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu, 19 ret, 11 çekimsere karşı 36 oyla Yunanistan’ın getirdiği
Kıbrıs meselesini gündeme almaya karar vermiştir. Ancak siyasal komisyon, 8
çekimsere karşı 50 oyla Yunanistan’ın başvurusunun BM Genel Kurul gündemine
alınmamasını kararlaştırmıştır.
Yunanistan, BM’de istediği sonucu alamayınca, Kıbrıs’ta Grivas’ın önderlik
ettiği terör eylemlerine hız vermiştir. Grivas’ın kurduğu EOKA (Kıbrıs Mücadelesi
Ayhan Aktar, “Varlık Vergisi’nin Hikayesi”, Toplumsal Tarih, Ocak 2004, Sayı: 121, s. 82.
Ayhan Aktar, “İstanbul Tapu Kayıtlarının Analizi”, Toplumsal Tarih, Eylül 1999, s. 10.
62
Aydın Olgun, Kıbrıs’ın Anatomisi 4 Devir 4 Lider, Ankara: Ağaç-İş Matbabası, 1975, s. 12.
60
61
30
Ulusal örgütü) adlı terör örgütü, Enosis için Kıbrıs’ta önce İngiliz’lere, ardından
Türklere karşı silahlı saldırılara başlamıştır63.
1955 yılından önce Kıbrıs meselesi, Türkiye ile Yunanistan arasında ciddi bir
ihtilaf konusu olarak gündeme gelmemiştir. Bu dönemde mesele, daha çok iki ülke
basın ve kamuoyları arasında bir polemik meselesidir. 1955 öncesinde Türk
Hükümetleri Kıbrıs’a ilişkin çekingen bir tavır içinde kalmışlardır. NATO’ya girildiği
(1952), Balkan İttifakı’nın imzalandığı (1953), Ortadoğu’da da Bağdat Paktı ile ilgili
sorunların yaşandığı bir dönemde, Demokrat Parti Hükümeti kendisini Kıbrıs’la ilgili
bir sürtüşmenin içinde bulmak istememiştir. Hükümet hem 9 Eylül 1953 hem de 9 Eylül
1954 tarihlerinde düzenlenmek istenen Kıbrıs mitinglerine müsaade etmemiştir64.
6–7 Eylül 1955 olayları Türkiye ve Yunanistan arasında Kıbrıs meselesi
üzerine belirlenen krizin doruğu olarak algılanabilmektedir65.
6–7 Eylül olaylarından önceki bir aylık sürede şu gelişmeler olmuştur: 24
Ağustos 1955’te Başbakan Adnan Menderes İstanbul’da Liman Lokantasında bir
konuşma yapmıştır. Menderes konuşmasında Kıbrıs konusundaki gerginliklere
değinerek uzun uzun Türk-Yunan dostluğundan bahsetmiş son cümlesi şu olmuştur:
“Fakat şurasını katiyetle ifade edeyim ki, bu memleketin, Kıbrıs statükosunda bugün
için ve hatta yarın için memleket aleyhine olabilecek hiçbir değişikliğe katiyen
tahammülü
yoktur”66.
Menderes
bu
konuşması
ile
Yunanistan’ın
Osmanlı
İmparatorluğu’ndan ve daha sonra Türkiye’den topraklar alarak kurmayı planladığı
Büyük Yunanistan hayaline (Megalo İdea) Kıbrıs’ı da dahil edemeyeceğini açıkça ifade
etmiştir.
Kıbrıs’taki olaylarla birlikte 1953’ten itibaren gazetelerde Patrikhane ve
Rumlara karşı başlatılan kampanya ve tepki 6–7 Eylül olaylarından önce zirveye
ulaşmıştır67.
Bu tepkilerin sebebi Kıbrıs’ta yaşanan olaylara karşı Türkiye’de yaşayan Rum
vatandaşlarımızın ve Fener Rum Patrikhanesi’nin tepkisini ortaya koymaması ve
Patrikhane’nin Makarios’u kınaması konusundaki girişimlere kayıtsız kalmasıdır. Bu
63
Yıldırım, age., s. 173–174.
Foti Benlisoy, “6/7 Eylül Olayları Öncesinde Basında Rumlar”, Toplumsal Tarih, Eylül 2000, s. 28.
65
Konstantina Andrianopulu, “İstanbul Rum Basınının Tepkisi ve 6–7 Eylül Olayları”, Tarih ve
Toplum, Eylül 2003, Sayı: 237, s. 152.
66
Yıldırım, age., s. 173–174.
67
Dilek Güven, “6–7 Eylül Olayları ve Failler”, Toplumsal Tarih, Sayı: 141, Eylül 2005, s. 39.
64
31
tepkinin bir başka sebebi de Kıbrıs’ta EOKA tarafından Türk vatandaşlarına karşı
yapılan eylemlerin gün geçtikce şiddetini arttırmasıdır. Ölen ve yaralanan
vatandaşlarımızın basında sürekli yer alması bütün ülkede büyük bir üzüntü yaratmıştır.
1955 yılında, Londra’da Kıbrıs görüşmeleri devam ederken, Atatürk’ün Selanik’teki
evinde bir bomba patlamasıyla ilgili haber, “Atamızın evi bombalandı” manşetiyle
ikinci baskı yapan İstanbul Ekspres Gazetesi’*nde verilmiş ve gazete o dönemde
kurulmuş olan “Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti” üyelerince bütün İstanbul’a dağıtılmıştır.
3.1.1. 6–7 Eylül Olaylarının Başlaması
İngiltere, sömürgecilik anlayışı ile tarihte birçok toplumu etkileyerek derinden
izler bırakmıştır. 1930’lu yılların başında dünya ekonomik krizinin etkileri Ada’ya da
yansımış ve birçok kişinin işsiz kalmasına neden olmuştur. Bu durum Rumlar’ın
İngiliz’lere karşı tepkilerini ortaya koymalarıyla sonuçlanmıştır. İngiliz Hükümeti de bu
durumda böl ve yönet politikasını gündeme getirmiştir. Böylece İngiliz’lere karşı
yapılan bağımsızlık hareketinin yönü değişerek Rumlar ve Türkler arasında iç savaş
haline dönüşmüştür.
İngiltere için Kıbrıs Ortadoğu’daki petrol rezervleri çıkarları açısından stratejik
bir konumdaydı. Bu da İngiltere’nin Kıbrıs’ı gözden çıkartamayacağı anlamına
geliyordu.
İkinci Dünya Savaşı sonrası de-kolonizasyon (sömürgecilik tasviyesi) süreciyle
İngiltere “üzerinde güneşin batmadığı” koca bir imparatorluğu kaybetmiştir. Dev bir
imparatorluktan “224.022” km karelik (Türkiye yüzölçümünün yüzde 27’si) bir ülke
konumuna düşmüştür. Artık Büyük Britanya [Great Britain] ünvanı içi boş bir ifadeden
ibaret kalmıştır. İngiltere’nin AET’ye girmek istemesinde bu tatminsizliğe kısmen çare
olacak şekilde, bir büyük ortaklığın üyesi olma arzusunun da etkili olduğu söylenebilir.
İngiltere’nin bedeli ne olursa olsun Kıbrıs’taki iki büyük üssünü (Ağrotur ve Dikelya
üsleri) elde tutma çabaları da aynı türden ‘imparatorluk sonrası dönemde prestij arama
ve bulma kaygısı ve amacıyla’ açıklanabilmektedir68.
6 Eylül 1955 tarihli İstanbul Ekspres Gazetesi EK-4‘tedir.
Mehmet Hasgüler, Kıbrıs’ta Enosis ve Taksim Politikalarının Sonu, 1. Baskı, İstanbul: İletişim
Yayıncılık, 2000, s. 49.
*
68
32
1950’lerin başında bir İngiliz sömürgesi olan Kıbrıs’ta Rum-Ortodoks halkın
Yunanistan ile bütünleşme isteği, İngiliz Hükümeti’ni 29 Ağustos–7 Eylül arasında
Londra’da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin katıldığı bir konferans düzenlemeye
sevk etmiştir. Böylece ilk Kıbrıs Konferansı 29 Ağustos 1955’te, Londra’nın ünlü
Lancester House’unda Türkiye’den Zorlu’nun, Yunanistan’dan Stefanopulos’un,
İngiltere’den Macmillan’ın katılımı ile açılmıştır. Yunanistan Kıbrıs konusunu
Birleşmiş Milletler’in gündemine götürmeyi planlarken, İngiltere Hükümeti Kıbrıs’ın
uluslararası bir platforma taşınmasını engellemek isteğindedir. Konferansla hedeflenen,
sorunun ‘İngiltere ve Yunanistan’ın değil, Türkiye ile Yunanistan’ın gündemi
olduğunun ispatlanmasıdır. Yunanistan’ın pozisyonu dönemin yaygın argümanlarına
uygundu: Kıbrıs halkı kendi kaderini belirleme (self-determinasyon) hakkına sahip
olmalı, adada bu amaçla bir halkoylaması yapılmalı ve İngiltere kendi hakimiyetine son
vermelidir.
Türkiye’nin savunduğu tez Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü tarafından “Kıbrıs'ta
statüko devam etmeli, ama Britanya ille adadan çekilecekse, Adayı Lozan
Antlaşması’nın ruhuna uygun olarak asıl sahibi Türkiye’ye iade etmelidir.” şeklinde
olmuştur. Bu tez Yunan-Rum tarafının çok sert tepkisine yol açmıştır. Macmillan
“İngiliz hakimiyeti altında muhtariyet” önerisini öne sürmüş ise de bu, taraflarca kabul
görmemiştir.
Konferansın son gününde Stefanopulos’un “Bu şartlarda kalkıp gideriz”
demesi ile hava büsbütün gerginleşmiştir69. Olayların patlak verdiği 6 Eylül’de de
Londra’daki konferans dağılmıştır.
Londra Konferansı’nda çözüme yönelik herhangi bir gelişme yaşanmamıştır.
Yunanistan’ın da konferansın bu netice ile dağılmasını istediğinin göstergesi Rum
EOKA yeraltı lideri Dighenis yaptığı konuşmada ortaya konmuştur. Dighenis, “Londra
konuşmalarının bu neticeye varacağından zerre kadar şüphe etmiyorduk.”70 diyerek
çözümsüzlüğü desteklemiştir. Bu açıklamanın arkasındaki neden, İngiltere ve
Türkiye’nin Ada’nın Yunanistan’a verilmesini kabul etmeyeceği, bunun ancak silahlı
mücadele ile çözüme ulaşabileceği düşüncesidir.
Sami Kohen, “50 Yıl Sonra”, Milliyet, 6 Eylül 2005, s. 20.
“Yunanlılar Londra Konferansının Netice Vermeyeceğini Zaten Biliyorlarmış”, Akşam, 6 Eylül 1955,
s. 1.
69
70
33
İşte böyle gergin bir ortamda Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalandığına
dair haber bu gerginliğin fiziksel şiddete dönüşmesi için kafi gelmiştir. Sadece binanın
camları kırılmıştır, ama patlama, tam da Kıbrıs’ın kaynadığı, Londra’da görüşmelerin
sürdüğü, kitlelerin “Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır” sloganıyla yola döküldüğü günlere
denk gelmiştir71.
Bu bombalama hadisesini protesto için başlayan gösteriler, birkaç saat içinde
özellikle gayrimüslimlere yönelik bir tahrip hareketine dönüşmüştür. Ertesi sabaha dek
süren bu eylemlerde İstanbul ve İzmir’de pek çok dükkan ve ev, ayrıca okul ve
ibadethane gibi kamu binaları tahrip edilmiştir72.
Aynı anda 52 farklı bölgede gerçekleşen olaylar 7 Eylül sabahına kadar
sürmüş, 2.057 kişi gözaltına alınmıştır73.
6–7 Eylül olayları iç ve dış basında geniş yer bulmuştur. 7 Eylül 1955 tarihli
Akşam Gazetesi’nin ön sayfasında olayın meydana geliş nedeni şöyle aktarılmıştır:
“Kıbrıs meselesi etrafında cereyan eden hadiseler dolayısı ile aylardan beri umumi
efkarda hasıl olan şiddetli heyecana inzımamen Selanik’te aziz Atatürk’ün evine ve
konsolosluğumuza karşı tertiplenen suikast, kısmen maksatlı ve hainane, kısmen de
idrak ve şuurundan mahrum tahrikçilerin de tesiri ile büyük kitlelerin vücuda
getirdikleri nümayiş hareketlerine sebep olmuş ve bu hal bilhassa İstanbul’da gecenin
geç saatlerine kadar devam etmiştir. Bu esnada büyük ekseriyeti Rum vatandaşlarımıza
ait olmak üzere dükkan ve mağazalara girilmek suretiyle büyük tahribat yapılmış
olduğunu en derin teessür ve teessüflerimizle ifade etmek isteriz.
Denilebilir ki dün gece İstanbul ve memleket esas itibarı ile ağır bir komünist
tertip ve tahrikine ve ağır bir darbeye maruz kalmıştır. İstanbul dün tarihin kaydettiği
heyecanlı günlerinden birini daha yaşamış, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve yapılan
tecavüzün hıncını almak üzere binlerce insan harekete geçmiştir. Saat 17’de başlayıp
gece yarısı hükümetin ilan ettiği örfi idare üzerine ancak saat 2.30’da sona ermiştir.
Hadise, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve bomba atıldığı haberinin
İstanbul’da duyulması ile başlamış ve semt semt gençliğin ve halkın ayaklanarak Rum
Kiliselerine doğru gidişleri ile bir anda bütün şehre yayılmıştır.
Can Dündar, “Atatürk’ün Evini Bombalamadım”, Sabah, 7 Eylül 2002, s. 15.
Orhan Türker, “6–7 Eylül Olaylarının İstanbul Rum Basınındaki Yankıları”, Tarih ve Toplum,
Sayı: 177, Eylül 1998, s. 141.
73
Yıldırım, age., s. 173–174.
71
72
34
Kalabalık önce Taksim’de Aya Triada Kilisesi önünde toplanmış, bu esnada bir
Rum manavının bayrak asmamış olduğu dikkati çekmiş ve bu dükkan tahrip
edilmiştir.”74
Vatan Gazetesi’nde ise olayların başlaması şöyle aktarılmıştır: “Selanik’te
büyük Atatürk’ün doğduğu evle, Türk Konsoloshanesi’nin bombalandığı haberi dün
şehrimizde kısa zamanda yayılarak büyük bir teessür uyandırmıştır.
Şehir akşama kadar bu tecavüzün akisleri ile çalkalanmış ve nihayet son
haddine varan infial sayısız müessif hadiselere ve yağmaya yol açmıştır. Saat 18’den
itibaren şehir içinde yer yer gruplaşan halk muhtelif istikametlere harekete geçmiştir.
Selanik hadisesinin aksi kısa zamanda bir heyecan ve tezahürat haline
gelmiştir. Bir yandan tahriklerle kızıştırılan topluluk, Taksim Meydanı’ndan muhtelif
yönlere dağılarak Rum dükkanlarını tahrip etmeğe başlamış ve gittikçe büyüyen kütleler
halinde Taksim’den İstiklal Caddesi, Bankalar, Galata Köprüsü ve Eminönü tarikiyle
Sirkeci’ye kadar inerek buradan da Sultanhamam ve Tahtakale’ye yayılmışlardır”75.
Zarar konusunda gazetelerde çıkan haberler birbirini tutmamaktadır. Haberlerin
birbirini tutmaması ve rakamların yüksek olması olaydan çok kısa bir süre sonra gerçek
rakamlar belirlenmeden tahmini rakamların verilmesinden kaynaklanmaktadır. Maddi
zararın yazıldığı kadar yüksek rakamlar olmadığı da, tespit çalışmaları bittiğinde ortaya
çıkmıştır.
9 Eylül 1955 tarihli Akşam Gazetesi’nde “Tahminlere göre zarar iki milyar
liraya yakındır. Zarar görenlere yardım edilmesi için bir de komite kurulacaktır.
Cumhurbaşkanı veya başbakanın riyasetinde kurulacak olan bu komite geniş bir yardım
toplama kampanyasına girişecektir. Hükümetin gösterdiği ilgi ve zararların tazmin
edileceği hakkındaki beyanlar piyasada memnunlukla karşılanmıştır.76” şeklinde bir
haber yer almıştır.
Tercüman Gazetesi ise (1955) “Salı gecesi cereyan eden hadiseler sırasındaki
maddi zarar 300 milyonu aşmıyor. Depolarda bulunan ve memleket iktisadiyatına tesir
edecek mahiyetteki maddelerin tahribe uğramadığı anlaşıldı.
“Vatandaşların Maruz Kaldığı Zararlar Telaffi ve Tazmin Edilecek”, Akşam, 7 Eylül 1955, s. 1.
“İstanbul’da Bazı Tahrip ve Yağmalar Oldu”, Vatan, 7 Eylül 1955, s. 1.
76
“Zararların Tazmini İçin Hükümet Tedbir Alıyor”, Akşam, 9 Eylül 1955, s. 1.
74
75
35
Gazetelerde husule gelen zararın 2 milyarı bulduğu hakkında verilen haberlerin
tamamen mübalağalı ve hakikatten uzak olduğu belli başlı piyasa adamları tarafından
beyan edilmektedir. Zararın en bedbin görüşlerle 250–300 milyonu aşmadığı katiyetle
tespit edilmiş bulunmaktadır.”77 ifadelerini kullanmıştır.
Mahkeme kayıtlarına göre ise 4 bin 214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog,
iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin de bulunduğu 5 bin
317 mekan saldırıya uğramıştır. Hasar yaklaşık 150 milyon TL’yi bulmaktadır; bu
rakam, o dönemin 54 milyon Amerikan Doları’na eşdeğerdir. DP hükümeti ise zarara
uğrayıp tescil ettirenlere toplam 60 milyon TL tazminat ödemiştir78.
Yunan Kaynaklarına göre 6–7 Eylül 1955 gecesi İstanbul’da zarar gören Rum
ve Yunan mallarının dökümü şöyledir:
4.340
2.000
110
83
27
21
12
11
5
3
2
Kaynak 1
Atölye ve Mağaza
Konut
Lokanta
Kilise
Eczane
Fabrika
Otel
Klinik ve Dispanser
Dernek Binası
Gazete Matbaası
Mezarlık
4.340
2.600
110
38
35
27
21
8
5
3
Kaynak 2
Mağaza
Konut
Otel ve Lokanta
Kilise (Ateşe Verilen)
Kilise (Tahrip ve Yağma Edilen
Eczane
Fabrika
Ayazma
Spor Kulübü
Gazete Matbaası
Kaynak: Orhan Türker, “6–7 Eylül Olaylarının İstanbul Rum Basınındaki Yankıları”, Tarih ve Toplum,
Eylül 1998, Sayı: 177.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın resmi verilerine göre de İstanbul’da ilk, orta ve lise
derecesinde 32 Rum ve 8 Ermeni okulu tahrip edilmiştir. İstanbul’da bulunan 74
kiliseden 70’i yakılıp yıkılmıştır. Kiliseler dışında 1 havra, 8 ayazma, 2 manastır,
3.584’ü Rumlara diğerleri Ermenilere ve Musevilere ait toplam 5.538 gayrimenkul
tamamen yakılmıştır. Bunun haricinde 21 fabrika ve 5 spor kulübü de zarar görmüştür.
İzmir’de Yunan Konsolosluğu ile Uluslararası İzmir Fuarı’nın içinde bulunan Yunan
pavyonu yakılmış, sahildeki iki Rum motoru batırılmıştır. Ankara ve diğer bazı taşra
kentlerinde ise Rum ve Ermenilerin kilise ve işyerleri de saldırılardan etkilenmiştir.
“Salı Gecesi Cereyan Eden Hadiseler Sırasındaki Maddi Zarar 300 Milyonu Aşmıyor”, Tercüman,
10 Eylül 1955, s. 1.
78
Sami Kohen, “50 Yıl Sonra”, Milliyet, 6 Eylül 2005, s. 20.
77
36
Toplam maddi zarar, resmi açıklamalara göre 69 milyon lira, Yunan hükümetine göre
ise 150 milyon dolardır79.
1945 ile 1955 arasındaki 10 yılda İstanbul nüfusunun 1.000.000’dan 1.600.000
yükseldiği ve nüfus sayımlarına göre İstanbul dışında doğanların % 37,4’ten % 44’e
çıktığı göz önünde tutulduğunda yoksul kesimin bu olaylara müdahil olmasını ve
yağmaya karışmasını açıklamak kolaylaşmaktadır. Tahminlere göre 1955’te İstanbul’da
50.000 gecekondu vardır ve bu gecekondularda oturan nüfusun toplamı 250.000 kişi
civarındadır. O zaman orta halli sayılabilecek gayrimüslim vatandaşlarımız bile kente
yeni göç eden bu kesimlerin gözüne çok zengin olarak görünmektedir. Dolayısı ile Rum
mallarına ve iş yerlerine yapılan saldırışların altında taşra muhafazakârlığının göç ile
İstanbul’a taşınmış olmasının izlerini aramak gerekmektedir80.
Olaylar üzerine İstanbul’da sıkıyönetim ilan edilmiştir. İstanbul, Ankara ve
İzmir’de sıkıyönetimin 6 ay sürmesi kararlaştırılmıştır. Fakat Bakanlar Kurulu,
sıkıyönetimin ilanından 3 ay 10 gün sonra aldığı bir kararla Ankara ve İzmir’de
sıkıyönetimi kaldırmıştır. Bakanlar Kurulu’nun bu kararı, TBMM’nin 19.12.1955
tarihinde yaptığı toplantıda görüşülmüş ve üzerinde tartışma yapılmadan onaylanmıştır.
İstanbul’da ise sıkıyönetim 6 aylık süreni bitiminden sonra da uzatılmış ve 7 Haziran
1956’da sona ermiştir81.
Zararların tazmini için hükümet tedbir almış ve Maliye Bakanlığı bankalara
yeni bir tebligat yapmıştır. Yapılan tebligatta; “Kredi kolaylıkları sağlanacak, Banka
borçları tecil edilecek, Zararlar derhal tespit edilecek, Bir yardım komitesi kurulacak.”82
ifadeleri yer almıştır.
10 Eylül 1955 günü Cumhurbaşkanı Celal Bayar Başkanlığında kurulan komite
ile 6–7 Eylül olaylarının mağdurlarına yardım eli uzatılmak istenmiştir. Bu amaçla
bütün yurtta bağış kampanyası başlatılmıştır. Yardım komitesi 14 Eylülde faaliyete
geçmiş ve “aldığı ilk karar: zararların derecesini tespit etmek için beyannameler
doldurulacak.” olmuştur. Zararların tespiti ve yardımların toplanması için iki yeni
Ekin Karaca, “6–7 Eylül Olayları ve Türk Basınının Tavrı”, Toplumsal Tarih, Sayı: 142, Ekim 2005,
s. 30.
80
Ayhan Aktar, “50. Yılında 6–7 Eylül Gerçeği”, Sabah, 9 Eylül 2005, s. 28.
81
Zafer Üskül, Siyaset ve Asker, Cumhuriyet Döneminde Sıkıyönetim Uygulamaları, İstanbul: Afa
Yayınları, Eylül, 1989, s. 82–83.
82
“Zararların Tazmini İçin Hükümet Tedbir Alıyor”, Akşam, 9 Eylül 1955, s. 1.
79
37
komite kurulmuştur; zararların tespiti komisyonu, yardım toplama komitesi.83 1957
yılının sonuna kadar 3.247 kişi ve kuruluşa toplam 6,5 milyon TL (yaklaşık 2,3 milyon
dolar) ödenmiştir. 1956 yılında da Menderes Hükümeti tarafından çıkarılan bir yasa ile
olayların mağdurlarına ödenmek üzere 60 milyon TL’lik (yaklaşık 21,4 milyon dolar)
tazminat fonu ayrılmıştır. Bu fon bilirkişilere başvurup yıkılan ev ve iş yerinde hasar
tespit çalışmalarını yaptırmış olan mağdurlara dağıtılmıştır84.
3.1.2. 6–7 Eylül Olayları İle İlgili Yorumlar
Yunan Basını’na göre 6–7 Eylül olaylarının sorumlusu İngiltere’dir. Arşivlerde
de İngiltere’nin planlamada katkısı olduğuna dair ipuçları vardır. İngiltere’nin Atina
Büyükelçisi’ne göre yüzeysel Türk-Yunan ilişkilerini bozmak için ‘küçük bir şok’
yetecektir. Atina’daki İngiliz Büyükelçiliği’nin Yunan-Türk dostluğunun çok yüzeysel
olduğunu, küçük bir şokun, örneğin Selanik’teki Atatürk’ün evinde meydana gelecek
küçük bir tahribatın derhal ilişkiyi zedeleyeceğinden bahseden Ağustos 1954 tarihli bir
beyanı söz konusudur. İngiliz Dışişleri’nden bir bürokrat ise daha açık ifadeyle
‘Ankara’da meydana gelecek birkaç olayın aslında işlerine çok yarayacağını’
belirtmiştir*.
İngiltere’nin olayların hemen ardından verdiği tepki de dikkat çekicidir.
Dışişleri Bakanı MacMillan, Türkiye’ye, zarar gören İngiliz vatandaşların tazminat
haklarının ertelenmesini öngören yumuşak bir protesto çekmiştir. Foreign Office de
İngiliz basınında İstanbul’da yaşayan İngilizlerin de büyük zarar gördüğünün altının
çizilmesini istemiştir. Böylelikle İngiltere’nin olayların planlanmasında bir rolü
olmadığı kanıtlanmak istenmektedir. 6–7 Eylül olaylarında İngiltere için en büyük
başarı Amerika’nın Kıbrıs politikasının değişmesidir. Yunanistan 1955 baharında Kıbrıs
meselesini BM gündemine getirmek istediğinden söz ettiğinde, hükümeti bu planı
desteklemeye eğilimli olan Amerika, olaylardan sonra ise NATO üyesi bu iki ülkeye
aynı içerikte sert bir protesto çekmiş ve BM'de Kıbrıs konusunun gündeme gelmemesi
için lobi çalışmaları başlatmıştır. İngiltere amacına ulaşmıştır. 23 Eylül 1955 günü
“Zararların Derecesini Tespit Etmek İçin Beyannameler Doldurulacak”, Akşam, 15 Eylül 1955, s. 1.
Ayhan Aktar, “50. Yılında 6–7 Eylül Gerçeği”, s. 28.
*
8 Eylül 1955 tarihli Akşam Gazetesi’nde “Evvelki Günkü Üzücücü Hadiselerin Dışarıda Yarattığı
Akisler” başlığı altında Atina Gazeteleri’nden Tanea Gazetesi’nin 2. sayfada yer alan Türkiye kaynaklı
haberinde “Büyük Britanya, Türk fanatizmini kışkırtmak suretiyle Doğu Akdeniz Bölgesinde sulh ve
müdafaa bünyesini yıkmıştır. Şimdi, eserini hayranlıkla seyredebilir.” ifadeleri yer almıştır.
83
84
38
BM’de yapılan oylamayla, Kıbrıs sorununun gündem maddesi haline getirilmemesi
kararlaştırılmıştır85.
9 Eylül 1955 tarihli Akşam Gazetesi’nin haberine göre Amerika’nın 6–7 Eylül
olaylarına bakışı şöyledir; “Amerika, Türkiye ve Yunanistan’ı, Kıbrıs kararından sonra
son derece sakin davranmaya itidali elden bırakmamaya sevketmek için çalışmaktadır.
İki memlekette vuku bulan hadiseler hakkında Amerikan resmi makamlarının
kanaati halkın heyecanını komünistlerin istismar edip koz olarak kullandığı yolundadır.
Böylece komünistler son derece stratejik bir mevkiye sahip olan orta şarkta
müttefiklerin aralarını bozabilecektir. Amerika Hariciye Vekaleti de Türk Hükümeti’nin
İstanbul, İzmir ve Ankara’da yağma hareketlerinin yeniden vukuunu önlemek için aldığı
tedbirleri kafi bulmuştur. Ayrıca Yunanistan’da da tedbirler alınması burada
memnuniyet uyandırmıştır”86.
Amerikan resmi makamlarını endişelendiren durum, Kıbrıs davasının
Yunanistan ve Türkiye arasında sürekli bir anlaşmazlığa neden olmasıdır. Bu durum
gerçekleştiği taktirde ABD, bölgede meydana gelen istikrarsızlık nedeniyle SSCB’ye
karşı gücünün zayıflayabileceği kaygısını taşımaktadır.
6–7 Eylül olaylarından 46 yıl sonra, o yıllardaki Ulus Gazetesi’nin Genel
Yayın Müdürü Seyfettin Turhan, yapılan görüşmede 6–7 Eylül olaylarında CIA ve
İngiliz Gizli Sevisi’nin Türk İstihbarat kurumları içinde örgütlediği “yerli” ekiplerin
rolüne vurgu yapmıştır87.
Bütün dünyanın gözünün İstanbul’da olduğu anda olayların meydana gelmesi
düşündürücüdür. 6–7 Eylül olayları sırasında İstanbul’da birden fazla uluslararası
kuruluşun toplantısı vardır. Bunlar; Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası Kongresi,
Uluslararası Kriminoloji ve Polis Kongresi, Uluslararası Üniversiteler Dernekleri 2.
Kongresi, Uluslararası Mukayeseli Hukuk İlimleri Kongresi, 10. Bizans Tetkikleri
Kongresi’dir. Çok sayıdaki basın mensubu, yabancı istihbaratçılar, Bizantologlar,
polisler, ekonomistler ve hukukçular İstanbul’da 6–7 Eylül olaylarına tanık olmuş,
olaylar sırasında fotoğraf ve kameralarını kullanmışlardır. Uluslararası basın ve ajanslar
bu görüntüleri yayımlamıştır.
85
Güven, “6–7 Eylül Olayları ve Failler”, s. 42.
“Son Hadiseler Amerika’da Nasıl Karşılandı?”, Akşam, 9 Eylül 1955, s. 2.
87
Yıldırım, age., s. 178.
86
39
3.1.3. 6–7 Eylül Olaylarının Sonuçları
6 Eylül 1955’te İstanbul Ekspres Gazetesi, ‘Atatürk’ün Selanik’teki evi
bombalandı’ manşetiyle yıldırım baskı yapmış, ardından Rum, Ermeni ve Yahudi
vatandaşlara ait ev ve işyerleri tahrip edilmiştir. Adnan Menderes Başkanlığı’ndaki
Demokrat Parti Hükümeti, olaylara geç müdahale etmekle suçlanmıştır. İstanbul
Ekspres Gazetesi’nin patronu Mithat Perin, Yayın Yönetmeni Sipahioğlu ve
Menderes’in olayları önceden tertipledikleri ileri sürülmüştür. Demokrat Parti ile
birlikte olayları tertiplediği öne sürülen Gökşin Sipahioğlu, böylesine bir trajedinin
yaşanabileceğini aklının ucundan bile geçirmediğini söylemiştir. Sipahioğlu, iddiaları
yalanlamış ve haberi mesleki reflekslerle yayınladığını belirtmiştir.
İstanbul Ekspres’in dönemin en önemli akşam gazetesi olduğunu belirten
Sipahioğlu, 6–7 Eylül olayları konusunda mesleki reflekslerle hareket ettiğinin altını
çizmiştir: “Atatürk’ün evine bomba atıldığı haberini atlayamazdım. Olayları gördükten
sonra ‘Keşke haberi vermeseydik’ diye içimden geçirdim, ama bugün olsa gazetecilik
adına yine aynı şeyi yaparım.”. Gazetenin patronu Mithat Perin’in Menderes’e yakın
olduğunu, fakat kendisinin böyle bir ilişkisi bulunmadığını ifade etmiştir88.
13 Eylül 1955 günü Büyük Millet Meclisi’nde Başvekil Yardımcısı Fuat
Köprülü olaylarla ilgili açıklama yapmıştır. Köprülü konuşmasında muhalefet
sözcülerinin aynı görüşü ifade eden açıklamalarda bulunduklarını ve Hükümetin
olayları desteklediği yönündeki imaları üzüntüyle karşıladığını ifade etmiştir. Köprülü,
“Hükümetin böyle bir hadisenin vuku bulacağından haberi vardı. Fakat gününü, saatini
tayinde yanıldık, bir baskına maruz kaldık” demiştir89.
Bütün yayınlarda Atatürk’ün evine bomba atan kişi olarak adı geçtiği halde hep
suskun kalmış olan Oktay Engin olaydan sonra “bombacıyı azmettirme” iddiasıyla
tutuklanmış, Selanik’te bir kısmı hücrede geçen 9 ay 20 günün sonunda tutuksuz
yargılanmak üzere salıverilmiştir. O da kaçıp Türkiye’ye gelmiştir. Olaylarda tertip
olmadığına, bombayı muhtemelen Ata’nın evi civarında oturan fanatik göçmenlerin
Emre Soncan, “Sipahioğlu: 6–7 Eylül Olaylarını Menderes’le Tertiplediğimiz Yalan”, Zaman,
6 Eylül 2005, s. 3.
89
“Örfi İdare 3 Vilayette 6 Ay Devam Edecek”, Akşam, 13 Eylül 1955, s. 2.
88
40
koyduğuna, sonra da hükümetçe izin verilen bir protesto gösterisinin çığırından
çıktığına inanmakta, “kendisinin kurban seçildiğini” söylemektedir90.
Ankara Dil Tarihte Yunan Edebiyatı bölümünde görev yapmış olan Herkül
Millas 6–7 Eylül olaylarının yıldönümünde Yunan gazetesi To Vima’da 7 Eylül 1999
günü yazdığı makalede 6–7 Eylül Olayları ile ilgili düşüncelerini anlatmıştır.
Yunanistan’da kimi çevrelerin her sene 6–7 Eylül Olayları’nı “andığını”, Atina
Başpiskoposu’nun “tarih”in unutulmamasını isteyen konuşmalar yaptığını belirten
Millas, To Vima okuyucularına, 1821 Mora İsyanı’nın ünlü Rum lideri Kolokotronis’in
yazdıklarını hatırlatmıştır: “23 Eylül’den başlayarak 1821’deki üç gün boyunca
Mora’da askerlerimiz kadın, çocuk, erkek demeden herkesi, yani Türkleri kesip
öldürüyordu. Öyle ki, Kolokotronis’in atının ayakları, Türk cesetlerinden basacak yer
bulamıyordu”. Millas bu yazısıyla, Yunanlıların “6–7 Eylül” gibi “23 Eylül”ü de
unutmaması gerektiğini söylemektedir.
Yunanlılar 14 Eylül’ü “Anadolu'da Rum soykırımı” günü ilan ederse, Türkler
de elbette 9 Eylül 1922’yi “katledilen Türkler ve ateşe verilen Türk kentleri için” bir
anma günü olarak ilan edeceklerdir. Türkler ve Rumlar uzun asırlar barış içinde
yaşamışlar, ortak kültür eserleri bile yaratmışlardır. Sonra iki asır da çarpışmışlardır.
Husumetler oluşmuş, geçmişe öyle bakılmıştır. Ama Atatürk, savaştan hemen sonra
Venizelos’la dostluk kurmuş, Balkan Antantı’nı imzaladığında, bir gün “Türkiye ile
Yunanistan arasında sınırların kalkabileceğinden” bahsetmiştir91.
Dilek Güven, olayların bir nedeninin de ekonominin Türkleştirilmesi olduğunu
belirterek, “İddia edildiği gibi azınlıkların göçünün 1964’te değil, 1955 olaylarından
sonra olduğunu” ifade etmektedir.
İstanbul’da 1955 yılında 70 bin, 1960 yılında da 65 bin Rum’un yaşadığı ve
aradaki farkın düşüklüğü göz önüne alınırsa Dilek Güven’in bu görüşünün doğru
olmadığı ortaya çıkmaktadır. Gerçek göç 16 Mart 1964 tarihli Bakanlar Kurulu
Kararnamesi’*nden altı ay sonra başlıyarak ağırlıklı olarak 1965 yılında gerçekleşmiştir.
Türker de Güven’in bu görüşüne katılmamaktadır. Türker’e göre ise,
Türkiye’de ve Yunanistan’da o günleri yaşamamış olan yeni nesillerin çoğunlukla
Can Dündar, “Atatürk’ün Evini Bombalamadım”, Sabah, 7 Eylül 2002, s. 15.
Taha Akyol, “6–7 Eylül ve 23 Eylül”, Milliyet, 6 Eylül 2005, s. 17.
*
16 Mart 1964 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnamesi EK-5‘tedir.
90
91
41
zannettikleri gibi, İstanbul’da yaşamakta olan ve o zamanlar sayıları 80.000–90.000
civarında olan Türk vatandaşı Rumlarla, Türkiye’de oturma izni ile kalıp çalışan
Yunanlıların
toplu
olarak
Türkiye’yi
terk
etmeleri
6–7
Eylül
olaylarından
kaynaklanmamaktadır. Bu olayların şoku ile İstanbul’u terk eden Rum ve Yunanlı
ailelerin sayısı toplam nüfus içinde fazla bir yer tutmamaktadır.
6–7 Eylül olaylarından sonra hükümetin ve yöneticilerin Rumların tüm maddi
zararlarını tazmin etmesi üzerine, İstanbul’daki Rum toplumu ve Yunan vatandaşları
yerlerinde kalmayı tercih etmişler, hatta gelen ilk seçimlerde Demokrat Parti’ye
desteklerini sürdürmüşlerdir.
6–7 Eylül 1955 olaylarından 8 sene 3 ay sonra 1963 yılı aralık ayında patlak
veren Kıbrıs sorunu ile birlikte devlet politikasının Rumlara ve Yunanlılara karşı
sertleşmesi sonucu ünlü “1964 Kararnamesi” ile İstanbul’da yaşamakta olan Yunan
vatandaşları kısa süre içinde sınır dışı edilmişlerdir. Yunanlılarla akrabalık ve iş
ilişkileri içinde bulunan Türk vatandaşı Rumların da kendileri için artık İstanbul’da bir
gelecek kalmadığı düşüncesi ile yurtdışına doğru hızla artan göçleri yine 1964 sonrasına
rastlamaktadır92.
3.1.4. 6–7 Eylül Olayları Davası
6–7 Eylül olaylarının kimler tarafından gerçekleştirildiği sorusunu cevaplamak
için devletin fail olarak suçladığı kesimden başlanabilmektedir. Sıkıyönetim ilan
edildikten sonra İstanbul’da 5 bin 104, Ankara’da 300, İzmir’de ise 170 kişi
tutuklanmıştır. Hükümetin yaptığı ilk açıklamaya göre ‘gençlik’ Selanik’teki
patlamalarla ilgili bir miting düzenlemiş, komünistler de bundan faydalanıp tahribat
yapmıştır.
6–7 Eylül olayları ile ilgili dosya 27 Mayıs 1960’taki hükümet darbesi
sonrasında, Yassıada’da olağanüstü mahkeme’de yeniden açılmıştır93. Olayların
“mürettibi” olduğu iddiasıyla Demokrat Parti’nin ileri gelen isimleri ve İstanbul ve
Ankara’nın mülki erkânı yargılanmıştır. Bu davanın açılmasında Demokrat Parti’yi
92
Türker, age., s. 142.
Mahmut İhsan Özgen, Devlet Adamlığı ve Devlet Yönetiminde Esaslar, İstanbul: İnsanlık Vakfı
Yayınları, 1998, s. 131.
93
42
kuran dört isimden biri olan Fuat Köprülü’nün “olayların olacağını hükümet önceden
biliyordu”94 şeklindeki açıklaması etken olmuştur.
Yassıada muhakemelerinin en ilgi çekici davalarından olan 6–7 Eylül
duruşmalarının ilk gününde Yüksek Adalet Divanı kararnameyi 11 sanığa okumuştur.
4000 kelimelik kararnamenin esası adı geçen olayların bir tertip eseri olduğu noktasında
toplanmıştır. Ama sanıklardan hiçbiri bunu kabul etmemiş ve bir kısmı bunun gizli bir
kuvvet veya komünist tertibi olabileceği fikrini savunmuştur. Başkan ise o zaman
kurulan muhakemenin komünistlerin ve olayla ilgili gösterilen Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti
üyelerinin beratına karar vermiş olması gerçeğini ileri sürerek bu durum karşısında
faillerin kim olabileceğini sormuş, ama 11 sanıktan her biri de hiçbir şeyden haberdar
bulunmadıklarını iddia etmişlerdir95.
Celal Bayar: 6–7 Eylül tertipçilerinden olarak kendisine isnat olunan suçu
kabul etmemiş ve bu “Bu tahribatı gizli bir kuvvet yapmış olabilir” demiştir96.
Adnan Menderes: “Efkârı umumiye bu olaya hazırdı. Mürettibini aramak
gerekmez” demiştir97.
“Örfi İdare 3 Vilayette 6 Ay Devam Edecek”, Akşam, 13 Eylül 1955, s. 2.
6–7 Eylül Olayları Davası, http://www.minidev.com/kulturler/kulturler_rum_dava.asp
96
Celal Bayar 1985 yılında Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan bir söyleşisinde 6–7 Eylül olaylarının
hükümetin tertibi olduğu iddasına katılmayarak “Devletin kendi vatandaşı olan Rum’lara karşı bir
ayaklanma olayına giremiyeceğini, böyle bir olayda, toplum psikolojisinin ne başına ne de neticesine
hakim olunamıyacağını, böyle bir olayı tertiplemissede bunun aklı başında bir şahidinin çıkmamasının
mümkün olamıyacağını” belirtmiştir.
Sebebini ise şöyle izah etmiştir: “Kıbrıs olayının sebebiyle umumi efkarda meydana gelen
hassasiyet ve bir gazetenin Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba konulduğu haberi, barağı taşıran son
damla olmuş, bu infial hadiseyi tevlit etmiştir”. (Mehmet Arif Demirer, 6 Eylül 1955 Yassıada 6/7 Eylül
Davası, 1. Basım, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1995, s. 378.)
97
Adnan Menderes 28 Şubat 1956’da 6 Eylül olayları ile ilgili TBMM’ de yaptığı konuşmada şunları
şöylemiştir. “Masum insanlara suçsuz insanlara siyasi sebeplerle olsun; siyasi ihtiraslar neticesinde olsun,
her ne maksatla olursa olsun, durmadan ağır isnatlar yapmaya devam etmek zulümden başka bir şey
değildir. Bu zulme artık bir nihayet vermelerini rica ederim. Bunun ayrıca memleketin menfaatine
olmadığını da kaydetmek isterim”.
Diyorlar ki, “Hükümet, hadisenin mesullerini aranmasını ve onların ortaya çıkarılmasını, Büyük
Millet Meclisi’nin 12 Eylül toplantısında vaat etti.”
“Hükümetin bunu vaat etmesine hacet yok. Bu, hükümetin belli başlı vazifesidir. Hükümet
hadisenin sebep ve amilleri üzerinde gereken tahkikatın yapılabilmesi için, Büyük Millet Meclisi’nin de
kararına iktiran etmek suretiyle, mahkemeleri vazifelendirdi. Ayrıca idari tahkikat bütün genişliğiyle icra
edildi, icra edilmektedir. Hal böyle iken meseleyi tekrar buraya getirmekte sebep ve mana nedir? Bu olsa
olsa açılmış olan bir yarayı deşmek ve ondan sonra da mütemadiyen kanatmak maksadına matuftur.
Uzaktan yakından Hükümete mensup olan herhangi bir şahsın zerre kadar ilgisi olduğu hükmünü
verdirecek bir tek delil bile mevcut olacak olursa Hükümet olarak Hükümetten istifa değil, İnsanlıktan
istifa etmeye hazırız…” diyerek tepkisini ortaya koymuştur.
94
95
43
Fatin Rüşdü Zorlu: O sıralarda Londra’da bulunduğu için 6–7 Eylül sanığı
haline getirilmesinin sebebini anlayamadığını söylemiştir.
Fuat Köprülü: “Bendeniz esasen alakadar olmadığım, tesadüfen karıştığım bir
meseleyi cevaplandırmağa çalışacağım” demiştir.
Fahrettin Kerim Gökay: (İstanbul Valisi) “Hadisenin içine kimler karışmıştır,
muharrikleri kimler olabilir bilemiyorum” demiştir.
Eriş: (O zamanki İstanbul Emniyet Müdürü Alâattin Eriş) O gecenin
panoramasını etraflıca çizmiştir.
Hadımlı: “Kararname”ye “Fezleke” diyen İzmir Valisi, İller Kanunu’ndaki
maddelerle kendini savunmağa çalışmıştır.
Balin: (Selanik bomba olayı ile ilgili sanıklardan Başkonsolos Balin) Adı
geçen bomba ile ilgisi olmadığını iddia etmiştir.
Tekinalp: (Selanik Konsolos muavini) Kurye çantası içinde Türkiye’den
bomba taşıdığı iddiasını reddetmiştir.
Uçamer: (Konsolosluk kavası Hasan Uçamer) Yunan makamlarının baskısı
altında itirafname imzaladığını söylemiştir.
Engin: (Oktay Engin) Bütün baskılara rağmen Atatürk’ün evine atılan bomba
ile ilgili itirafname vermediğini söylemiştir98.
Tarihe “Yassıada Duruşmaları” diye geçen yargılamalarda Demokrat Parti’nin
ileri gelen isimlerine 6–7 Eylül olaylarını tertip ettikleri iddiasıyla açılan davanın 11
sanığı vardır. Bu sanıklardan sadece Başbakan Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı
Fatin Rüşdü Zorlu altışar yıl hapse, İzmir Valisi Kemal Hadımlı da 4,5 yıl hapse
mahkum olmuştur.
Yargılanan diğerleri ya beraat etmiş ya da “dava ortadan kalkmış”tır.99.
1961 Anayasası hükümlerine göre, Cumhurbaşkanları ömür boyu senatörlük
hakkına sahip oluyordu. 1974’te siyasi haklarını elde eden Celal Bayar, senatör sıfatıyla
parlamentoya davet edilmiştir.
Senato Başkanı, Bayar’a bir mektup yazmış ve mektubunda, senato üyesi
olarak göreve başlayabilmek için yemin görevine çağırmıştır. Bayar, bu mektuba, bir
mektupla karşılık vermiş, mektubunda, “Tabii üyelik” müessesesinin, demokratik
98
99
6–7 Eylül Olayları Davası, http://www.minidev.com/kulturler/kulturler_rum_dava.asp
Rıdvan Akar, “İki Yıllık Gecikme: 6–7 Eylül 1955”, Toplumsal Tarih, Sayı: 117, Eylül 2003, s. 8.
44
kurallarla bağdaşmayacağı kanaatinde olduğunu yazarak ve senatörlük görevini kabul
etmeyeceğini” bildirmiştir.
Bayar ve arkadaşları, Partiler Kanunu’nda yapılan bir değişiklikle, seçme ve
seçilme haklarını pekiştirmiş ve kesinleştirmiştirlerdir. Böylece, Yassıada’da, Yüksek
Adalet Divanı tarafından verilmiş kararlar, bütün neticeleriyle ortadan kalkmıştır100.
Patrik Athinagoras da Yassıada’ya tanık olarak çağrılmıştır. Çünkü olaylardan
sonra 12 Eylül 1955’te Fener Patrikhanesi Sen Sinod’u (Kutsal Meclis), Başbakan
Menderes’e çok ağır ithamlarla dolu bir mektup yollamıştır. Athinagoras’ın tanık olarak
dinlenmesinin nedeni bu mektuptur. Mektup, Yassıada yargılamaları sırasında
açıklanmıştır. Ama tanık Athinagoras “bu dilekçe içinde söz konusu olan bilgi kilisenin
en saygın kurumu olan Sen Sinod tarafından toplanmış bilgidir. Kişisel bir kanaatim
yoktur.” diyerek mahkeme başkanı Salim Başol tarafından tercüman aracılığıyla sorulan
sorulara cevap vermemiştir101. Athinagoras’ın 6–7 Eylül olaylarının oluşmasına neden
olan davranış ve tutumlarının etkisiyle sessiz kaldığı da düşünülebilmektedir.
Fener Rum Patrikhanesi’nin “Etnik’i Eteria” mensubu olan Makorios’a
yardımcı olduğu o dönemdeki gazetelerde yer almıştır. Athinagoras’ın “Etnik-i Eteria”
mensubu olduğu ispat edilememiş olsada, bu şöylentiler karşısında sadece “Politika ile
uğraşmadığını” söyleyerek haberleri tekzip etmemiştir. Bu da Patrikhanenin’de
olayların gerisinde bulunduğunu düşündüren bir husustur. Bu durum Türk kamuoyunda
Rum Azınlığa ve Fener Rum Patrikhane’sine karşı oluşan tepkinin daha da büyümesine
sebep olmuştur. Türk halkının Patrikhane’ye ve Rum azınlığa karşı duyduğu şüphe
yaşadığı acı tecrübelerden gelmektedir. Bu şüphede de bir kez daha haklı çıkılmıştır.
Athinagoras, Amerika’da gizli bir “Etnik-i Eteria” cemiyetinden başka bir şey
olmayan “AHEPA” cemiyeti genel başkanı N. Chirekos’u ve yardımcılarını İstanbul’a
davet etmiştir. Amerika Senatörleri, Kongre Üyeleri ve Genel Valileri’ni Kıbrıs
meselesinde Yunan emellerinin haklılığına inandırdığı gerekçesiyle büyük bir törenle
Fener Rum Patrikhanesi’nde karşılamış ve boyunlarına birer şeref kordon ve
madalyası takmıştır102.
İsmet Bozdağ, Zaferlerle ve Şereflerle Dolu Bir Hayat Celal Bayar, İstanbul: Tercüman Aile ve
Kültür Kitaplığı Yayınları, 1986, s. 119.
101
Yıldırım, age., s. 181.
102
M. Derviş Manizade, 65 Yıl Boyunca Kıbrıs Yazdıklarım ve Söylediklerim, İstanbul: Kıbrıs Türk
Kültür Derneği Yayınları, 1993, s. 191.
100
45
Athinagoras’ın yaptığı bir basın toplantısında “Türk Hükümeti’nin eri
olduğu” sözlerinin ne kadar gerçekçi olduğu bu durum karşısında bir kere daha ortaya
çıkmıştır. Türk vatandaşı oldukları halde Rum kimliklerini üzerlerinden atmak
istemeyen ve Türk-Yunan çıkarları çatışması doğduğunda Yunan milliyetçiliği
yanında yer alan davranışlar gösteren Rum vatandaşlarımız ve Patrikhane doğal olarak
6–7 Eylül olaylarının yaşanmasında pek de suçsuz değillerdir.
Diğer bir sebep te Yunanistan’ın 1950 yıllarda başlayan Kıbrıs’taki ‘enosis’
politikası ve Batı Trakya Türklerine karşı yaptığı uygulamalardır. Rum azınlığın ve
Fener Patrikhanesi’nin Yunanistan’la birlikte hareket etmesi Türkiye’deki Rum
azınlığın sonunu hazırlamıştır. Elbette bu, aynı zamanda Patrikhane’ye de vurulan bir
darbe olmuştur.
Türkiye, Londra’da ki Kıbrıs Konferansı’na katılmakla adayı kendisine ilhak
etmek isteyen Yunanistan’a Kıbrıs konusunda taraf olduğunu resmen kabul ettirmiştir.
İkinci kazancı ise Kıbrıs’ın geleceği konusunda da söz sahibi olduğunu göstermesidir.
Konferansta İngiltere’nin de desteği ile istediklerini alan hükümet için gösterileri
özellikle planladığı düşüncesi gerçekçi görülmemektedir.
Türkiye, 1950 ve 1960 yılları arasında izlenen politikalar sonucunda 1959
yılında hazırlanan ve 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla uluslararası
geçerlilik kazanan Garanti Anlaşması’ndan∗ doğan haklarını kullanarak 1974 yılında
Kıbrıs Barış Harekâtı’nı gerçekleştirmiştir.
3.2. Vakıf Malları Meselesi
Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde, 1850 yılına kadar, tüzel kişilik (hükmi
şahıs) kavramı yoktur. İlk olarak 1850 tarihli Ticaret Kanunu ile şirketlere tüzel kişilik
hakkı tanınmıştır. Daha sonra 1909 tarihli Cemiyetler Kanunu ile ticari olmayan
kuruluşlara yani dernek ve vakıflara da tüzel kişilik hakkı verilmiştir. Ancak bu
dönemde bu şirket ve ticari olmayan kuruluşlara bu hak tanınmışsa da, bu tüzel kişilere
gayrimenkul (taşınmaz) edinme hakkı tanınmamıştır. 1912 tarihli, “Eshasi Hükmiyenin
Gayri Menkuleye Tasarrufuna Mahsus Kanun” ile hükümet ve belediye dairelerine, özel
kanun gereğince kurulan cemiyetler ve hükümetçe onaylanmış sözleşme, şartname ve
∗
Garanti Antlaşması EK-6’da verilmiştir.
46
nizamnamelere göre kurulan Osmanlı Ticaret, sanat ve inşaat şirketlerine gayrimenkul
edinme hakkı tanınmıştır. Kısaca, 1912 tarihine kadar, gerek Müslüman ve gerekse
Azınlık Vakıfları bina, arsa ve benzeri taşınmaz edinemiyordu103. Bu nedenle de cemaat
vakıflarına verilen bina, arsa ve benzer taşınmazlar Tapuya (Defter-i Hakani Emaneti)
çeşitli kişiler adına kayıt ettirilmiştir. Bu kişiler çoğunlukla hayatta olmayan mevhum
kişilerdir. Örneğin Meryem Ana adına “Mariam bindi Ovahim” adıyla; Hz. İsa adına
“Kristostur veledi Osep” adıyla; Aziz Garabed adına “Garabed veledi Zakar” adıyla;
hatta Cebrail Aleyhisselam adına “Asador oğlu Gabriel” adıyla104 ya da bugün de
olduğu gibi güvenilir kişiler, mütevelliler adına tescil edilmiştir, ancak tasarrufu vakıflar
tarafından yapılmıştır. 1912 tarihli bu kanunla vakıflara ve hayır kurumlarına ait olup,
mevhum ya da gerçek kişiler adına kayıtlı bulunan gayrimenkullerin, altı ay içinde
düzenlenerek tapu idarelerine (Defter-i Hakani) verilecek defterlere göre, ilgili vakıflar
adına tescil edileceği belirtilmiştir. Bu altı aylık süre daha sonra iki yıl uzatılmıştır105.
Beyannamelere yine Hz. İsa, Meryem Ana gibi hayali isimler yazılmış ve bu
isimler bazı taşınmazların sahibi olarak kayıtlara girmiştir106.
1921 yılında, Devlet Şurası tarafından alınan bir kararla, sadece vakıflarca
düzenlenen defterlerde yer alan taşınmazların değil, bu defterlerde yer almadığı halde,
adlarına taşınmaz kayıtlı olan ve bu taşınmazların vakıflara ait olduğunu bildiren gerçek
kişilerin ya da kişi hayatta değilse mirasçılarının beyanı ile de söz konusu taşınmazların
vakıflar adına tescil edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Ayni kanun bu süre içinde
bildirilmediği takdirde taşınmazları vakıflara ait olduğu iddialarının dinlenmeyeceğini
ve daha önemlisi bundan böyle, Türk olmayan tüzel kişilerin yani yabancı tüzel kişilerin
taşınmaz edinemeyeceğini hükme bağlamıştır.
Türk Medeni Kanunu, Cumhuriyet Dönemi’nde 1926 yılında yürürlüğe
girmiştir. Kanunda vakıflarla ilgili önemli düzenlemeler de yer almıştır. Ancak bu
kanunla ilgili tatbikat kanununda, Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra
kurulacak vakıfların, Medeni Kanun hükümlerine tabi olacağı, Medeni Kanun’un
103
Baskın Oran, “Azınlık Sorunları Gayrimüslim Vakıfları: Son Durum”,
http://www.istanbulazinliklari.org/SAYFA.ASP?T=4
104
Yıldırım, age., s. 276.
105
Baskın Oran, “Azınlık Sorunları Gayrimüslim Vakıfları: Son Durum”,
http://www.istanbulazinliklari.org/SAYFA.ASP?T=4
106
Yıldırım, age., s. 278.
47
yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş vakıflar için “ayrıca bir tatbikat kanunu”
çıkarılacağı belirtilmiştir107.
Atatürk Dönemi’nde, 1936 yılında çıkarılan kanunun 44. maddesi ile 1912
tarihli kanuna benzer bir yol izlenerek, cemaatlerden yine bir gayrimenkul listesi
hazırlamaları ve idareye verilmesi istenmiştir. Vakıflar Kanunu’na göre 1936 yılında
verilen bu beyannamelere, genel olarak 1936 Beyannamesi* denmektedir. Böylece, 3
Haziran 1935 tarih ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu** 1935’te yayımlanmış, 1936’da
yürürlüğe girmiştir. Uygulanması için hazırlanan Vakıflar Nizamnamesi de 17 Temmuz
1936’da çıkmıştır.
Bu yasa göre vakıflar ikiye ayrılmaktadır. İslami Vakıfların “mazbut vakıf”
kabul edilip Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce yönetilmesine karar verilirken, Azınlık
Vakıfları “mülhak vakıf” kabul edilerek mütevelli yönetimine bırakılmıştır.
Mütevellilerin kontrolü görevi de Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne verilmiştir. Atatürk,
Kiliselerin ve vakıfların Osmanlı Dönemi’nde ve Kurtuluş Savaşı’nda amaçları dışına
çıkarak gelirlerini ve ideolojilerini ülke aleyhinde kullanmaları nedeni ile bu yasayla
özellikle azınlık vakıflarının konumunu düzenleyerek kontrol altına almak istemiştir.
Kanunun 44. maddesi şöyledir; “Bu kanunun neşri (yayımı) tarihinden en az
onbeş yıl evvelinden beri vakıf olarak tasarruf edildikleri vergi kayıtları, icar kontratları
(kira sözleşmesi) ve eshasi hükmiyenin (tüzel kişilerin) gayrimenkule tasarruflarına dair
olan 16 Şubat 1912 tarihli kanunun nesrinden sonra tapuya verilmiş defterler ve
müesseselerin hesap defterleri ve buna benzer vesikalarla anlaşılacak olan yerler o
suretle vakıf kütüğüne kaydolunurlar.
Bu kayıt vakıflar idaresinin istemesi üzerine tapuca o gayrimenkullerin
kayıtlarına işaret ve keyfiyet münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan tarihinden itibaren iki
yıl içinde dava yolu ile bir itiraz olunmadığı takdirde o malların vakıf olarak kati
tescilleri yapılır. Tapu kayıtlarına işaret edilecek gayrimenkullere ait davalarda vakıflar
idaresi ve varsa mutevelli de birlikte hasim olur.
Bundan başka, Vakıflar İdaresi’nin 1515 sayılı kanun hükümlerinden istifade
hakkı mahfuzdur.”
Nazif Öztürk, Azınlık Vakıfları, Ankara: Altınküre Yayınları, Nisan, 2003, s. 44.
1936 yılında doldurulması istenen beyanname örneği EK-7’de verilmiştir.
**
Vakıflar Kanunu EK-8’de verilmiştir.
107
*
48
Vakıflar Kanunu’nun 44. maddesinde belirtilen husus, gerçekte vakıflara ait
olduğu ve vakıflar tarafından tasarruf edildiği halde, yasak nedeniyle vakıf adına kayıtlı
olmayan taşınmazların vakıf adına tescilini sağlamak amacını gütmektedir108.
Vakıf mütevellileri, seçilmiş kişiler tarafından idare ediliyordu. 27 Haziran
1938 tarihinde yürürlüğe giren 3513 sayılı Kanun, söz konusu 2762 sayılı Kanun’un 1.
maddesini değiştirmiş, cemaat vakıfları hükümet tarafından atanan kişiler tarafından
yönetilmeye başlanmıştır.
13–15 Mayıs 1946’da Fener Patrikhanesi metropolitleri bir heyet halinde
Ankara’ya giderek, Başbakan Saraçoğlu’yla görüşmüşlerdir. Görüşmede, Balıklı Rum
Hastanesi yönetiminin Rum mütevellilere geri verilmesini istenmiştir. Ayrıca heyet,
Azınlık Vakıfları’nın mütevellilere geri verilmesini ve Azınlık Vakıfları’nın
mütevellisinin hükümetçe atanması sisteminin de kaldırılmasını istemişlerdir. Hükümet,
yeni bir yasa için söz vermiştir.
Athinagoras, patrik olduktan sonra, metropolitlerin isteği yerine getirilmiştir.
31 Mayıs 1949’da 2762 sayılı Kanun yeniden değiştirilmiş ve 1. maddeye şu fıkra
eklenmiştir: “Cemaatlere ve esnafa mahsus vakıflar, bunlar tarafından seçilen kişi ve
heyetler tarafından idare edilirler. İlgili makamlarla Vakıflar Genel Müdürlüğü
tarafından teftiş edilirler.”109. Eklenen bu fıkrayla cemaat vakıfları istediklerini almış ve
böylece önlerindeki bütün engeller kalkmıştır. Ancak uygulamada yeni bir yönetmelik
hazırlanması gerekmiştir, fakat hazırlanmamıştır.
Menderes Hükümeti Dönemi’nde Meclis Genel Kurulu, TBMM'nin 2.07.1956
tarihli 1972 sayılı tefsir kararı ile 44. maddeyi tamamen açıklığa kavuşturmuştur. Bu
kararda, kanunun cemaat vakıflarına gayrimenkul edinme hakki tanıdığı gibi, geçmiş
dönemle ilgili olarak mevhum ve gerçek şahıslar adına kayıtlı vakıf mallarının, kişilerin
rızası dahi alınmadan vakıf adına tescilini gerektiğini açıkça belirtmektedir, böylece
tevhit-i içtihat kaldırılmıştır.
6–7 Eylül 1955 olaylarının ardından, 1957–60 arasında Milli Emlak
Müdürlüğü mahkemelere başvurarak, kilise gayrimenkulleri için dava açmıştır.
Kayıtlarda malların sahibi olarak gözüken Hz. İsa, Meryem Ana ve diğerlerine yönelik
108
Baskın Oran, “Azınlık Sorunları Gayrimüslim Vakıfları: Son Durum”,
http://www.istanbulazinliklari.org/SAYFA.ASP?T=4
109
Yıldırım, age., s. 279.
49
açılan davaların tümü aynı kararla sonuçlanmış, Hz. İsa ve Meryem Ana gibi mal
sahipleri ve onların mirasçıları bulunmadığı için, gayrimenkuller Hazine’ye
devredilmiştir. Cemaat vakıfları ancak 1970’lere kadar taşınmaz edinmişlerdir.
Kıbrıs Konusunun iyice alevlendiği 1970’lerden itibaren Vakıflar Genel
Müdürlüğü, gayrimüslim Türk Vakıfları’nın vakıfnamelerini istemeye başlamıştır.
Osmanlı Dönemi’ndeki usule göre bunların her biri ayrı bir padişah fermanıyla
kurulduğundan vakıfnameleri olmadığı ortaya çıkmıştır110.
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, 1974 yılında, Atatürk Dönemi’nde çıkarılan 2762
sayılı Vakıflar Kanunu’nu esas alarak 1936’da cemaat vakıflarının bildirdiği
taşınmazlar dışında başka mal edinemeyecekleri hususunda 08.05.1974 tarihli,
E.1971/2–820, K.1974/505 sayılı içtihadı birleştirme kararı vermiştir. Böylece cemaat
vakıflarının beyannameleri, onların mal varlığını belirlemiştir111.
Kararın ilk bölümünde, 16 Şubat 1912 sayılı kanunla Türk Ticaret, Sanat ve
İnşaat şirketlerine, taşınmaz mal edinme hakkı tanındığı, Geçici madde de ise mevhum
ya da gerçek kişiler adına kayıtlı vakıflara ait taşınmazların, 6 ay içinde bildirilmesi
koşuluyla vakıflar adına tescil edileceği açıklanmıştır.
İkinci paragrafta, “16 Şubat 1912 tarihli kanunla, Türk olmayan tüzel
kişiliklerin taşınmaz mal edinmeleri yasaklanmıştır. Çünkü tüzel kişiler gerçek kişilere
oranla, daha güçlü oldukları için, bunların taşınmaz edinmelerinin kısıtlanmamış olması
halinde, Devletin çeşitli tehlikelerle karsılaşacağı ve türlü sakıncalar doğurabileceği
açıktır. İşte bu görüşten hareket ederek 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 35. maddesi ile
kanuni hükümler yerinde kalmak ve karşılıklı olmak şartıyla, yabancı gerçek kişilerin
Türkiye’de satın alma veya miras yolu ile taşınmaz mal edinmeleri mümkün kılınmış
olduğu halde, tüzel kişiler bundan yoksun bırakılmıştır. Esasen Osmanlı İmparatorluğu
devrinde de 7 Sefer 1284 tarihli kanunla yabancı kişilere, Türkiye’de taşınmaz mal
edinme hakkı verilmişken, 1328 tarihli kanunla yabancı tüzel kişiler bundan ayrık
tutulmuşlardır.” denilmiştir.
Üçüncü paragrafta, 5404 sayılı Kanun’la, cemaatlere ait vakıfların, kendileri
tarafından seçilen kişi veya kurumlarca yönetileceği açıklanmakta ve bu vakıfların bir
110
111
Baskın Oran, “Türkiye’de Azınlık Hukuku”, Toplumsal Tarih, Eylül 2003, Sayı: 117.
Yıldırım, age., s. 280.
50
statüye bağlandığı belirtilmektedir. Yine bu paragrafın devamında Vakıflar Kanunu’nun
44. maddesinde ‘16 Şubat 1328 tarihli kanunun yayınlanmasından sonra tapuya verilmiş
defterleri ve buna benzer belgelerle, anlaşılacak olan yerlerin, o yolda vakıflar kütüğüne
geçeceği’ hükmü yer almıştır. Bu suretle, vakıf niteliği kazanan cemaatlere ait hacri,
ilmi, bedii amaçlar güden kuruluşların düzenlenmiş vakıfnameleri bulunduğu için
belirtilen kanunun 44. maddesi gereğince bunların süresinde verdikleri beyannamelerin
‘Vakıfname’ olarak kabulü zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Vakıfnamede “mal edinme
için açıklık olmayan hallerde vakıf tüzel kişiliği mal edinemez ise; beyannamelerinde
bağış kabul edecekleri yolunda açıklık olmayan hayır kurumları da, gerek doğrudan
doğruya, gerekse vasiyet yoluyla taşınmaz iktisap edemezler. Çünkü vasiyeti kabul
yararına vasiyet yapılana ait bir haktir. Vakıf (vakfeden), vakıfnamesinde izin
vermedikçe onun iradesi dışına çıkılıp mal kabul olunamaz.” denmektedir.
Aynı daire, 11.12.1975 günlü E:975/ 11168 K:975/12352 sayılı düzeltme
kararında, “Ancak davalı mülhak vakfın Türk Vatandaşları tarafından kurulmuş
olmasına karşı onama kararında yabancıların Türkiye’de taşınmaz mal edinmelerini
yasaklayan yasalardan söz edilmesi bir yanılgı sonucudur” demektedir. Yargıtay, 1.
Hukuk Dairesi’nin 05.06.1997 tarih, E.997/6931, K.1997 /7701 kararında ısrar etmiştir.
1981 yılında NATO müttefik Kuvvetleri Komutanı Bernard Rogers, Ankara’ya
gelmiştir. Konu, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşüdür. Ancak Rogers,
Devlet Başkanı Kenan Evren’le yaptığı görüşmede, Rum Azınlığın taşınmaz malları ile
ilgili sorunları, Vakıflar’ın ve Hazine’nin açtığı davaları gündeme getirmiştir. Bunun
üzerine Evren’in emriyle Başbakan Bülend Ulusu, 3 Kasım 1981 tarih ve 57779 sayılı
ve “Gizli” dereceli bir genelge çıkartarak, açılmış davaların durmasını, bir daha dava
açılmamasını ve alınan kararların da uygulanmamasını istemiştir. Buna rağmen davalar
sürmüştür112.
DSP-MHP-ANAP hükümeti döneminde ANAP’lı insan Haklarından Sorumlu
Devlet Bakanı Nejat Arseven, bir yasa tasarısı hazırlamıştır. Arseven’in hazırladığı
yasanın önemli bir özelliği de, Vakıf mallarının geçmişte işgal etmiş olanlara hediye
edilmesidir.
112
Elçin Macar, age., s. 228.
51
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapan Kanun Tasarısı 2001 yılı sonunda
Başbakanlık’a gönderilmiştir. Tasarıyla, azınlıklara ait cemaat vakıfları artık mal
edinebilecektir. Bu vakıfların elde ettikleri gayrimenkuller 1936’da ilan ettikleri
beyannamelere
eklenebilecek,
malların
hangi
yollarla
elde
edildiği
soruşturulmayacaktır. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün arazilerini işgal edip üzerine
mesken, ticari ve sınai nitelikte bina inşa edilmiş olanlara bu araziler yüzde 50 indirimle
satılacaktır.
Tasarıda, Dışişleri ve İçişleri Bakanlıkları sadece görüş bildiren kurumlar
haline dönüştürülmüştür. 227 sayılı kararnamede yer alan Genel Müdürlüğün görev ve
yetkilerinin belirtildiği 26’ncı maddeye de şu ekleme yapılmıştır: “Cemaat vakıflarının
1936 tarihinden 1 Ocak 2002 tarihine kadar her ne suretle olursa olsun iktisap etmiş
olduğu gayrimenkuller 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 44’üncü maddesine göre
verilen 1936 sayılı beyannamelerine eklenir. Vakıfların satın alma, bağış, ölüme bağlı
tasarruflar ve benzeri yolla ellerinde bulundurdukları gayrimenkulleri 1936 listelerine
eklemelerine Dışişleri ve İçişleri Bakanlığı’nın görüşü alınarak Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nce karar verilir”113.
AB yasalarının meclisten geçmesiyle, azınlık vakıflarıyla ilgili yasa
maddesinin uygulanabilmesi için hazırlanan yönetmelik kamuoyunun gündemine
gelmiştir. 30 Eylül 2002 tarihinde yapılan MGK toplantısı öncesinde konuyla ilgili bir
rapor basında yer almıştır. MGK’ya sunulacak olan raporda yasanın Türkiye’nin
menfaatleri açısından sakıncalar içerdiği belirtilmiştir. MGK’nın itirazlarına rağmen,
“Cemaat Vakıflarının Mal Edinmeleri ve Bunlar Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları
Hakkında Yönetmelik”, 4 Ekim 2002 tarih ve 24896 sayılı Resmi Gazete’de
yayınlanarak yürürlüğe girmiştir114.
Daha sonra ise 24 Ocak 2003 tarihli “Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal
edinmeleri, Bunlar Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları ve Tasarrufları Altında Bulunan
Taşınmaz Malların Bu Vakıflar Adına Tescil Edilmesi Hakkındaki Yönetmelik”* Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yönetmeliğe göre, Azınlık Vakıfları da
113
Yıldırım, age., s. 283.
age., s. 300.
24 Ocak 2003 tarihli yönetmelik EK-9’da verilmiştir.
114
*
52
diğer vakıflar gibi vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın, dini, hayri, sosyal, eğitsel,
sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinebilecek ve
taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilecektir. Vakıflar taşınmaz almak için
Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne başvuracaklar, Vakıflar Bölge Müdürlüğü, görüşü ile
birlikte konuyu Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne iletilecektir, Yönetmeliğe göre vakıflar 9
Ağustos 2002 tarihine kadar tasarrufları altına giren taşınmazların vakıflar adına tescili
için bu tarihten itibaren altı ay içinde başvuracaklardır. Daha sonra süre 18 aya
çıkarılmıştır. Yönetmelikte bu vakıfların sayısı 160 olarak tespit edilmiştir115.
Gayrimüslim vakıflarının tesciline ilişkin Vakıflar Genel Müdürlüğü toplam
verileri aşağıdaki şekildedir.
Kasım 2003 İtibariyle;
İlk Başvurular
Başvuran
Vakıf
Adedi
116
Başvuru
Mükerrer Zaten Kayıtlı Başvuru Konusu
Konusu
Malikten
Başvurudan Olduğundan Taşınmaz Adedi
Ret
Taşınmaz
Ret
Ret
(Net Olarak)
Adedi
2234
268
434
1532
622
Bilgi-Belge Tescili
Eksikliğinden Kabul
Ret
Edilen
910
0
İkinci Başvurular (İlk başvuruda yeterli bilgi-belge sunmayanlar)
Yeniden
Hakkında
Malikten ve Yetersiz Tescili Kabul
Değerlendirmeleri Değerlendirilmeleri
Başvuran Yeniden Başvuru Belge-Bilgiden Tescili
Edilen
Devam Eden
Devam Eden
Vakıf
Yapılan
Reddedilen Taşınmaz Taşınmaz
Vakıf Adedi
Taşınmaz Adedi
Adedi Taşınmaz Adedi
Adedi
Adedi
86
Bilgi yok
477
242
6
-
Verilere Göre Geçici Sonuç
Hakkında Başvurulan Taşınmaz Adedi
(Net Olarak)
1532
Tescili Kabul Edilen
Taşınmaz Adedi
242
Kabul (Tescil)
Oranı
% 15.79
Mayıs 2004 İtibariyle;
İlk Başvurular
Başvuran
Vakıf
Adedi
116
115
Başvuru
Mükerrer Zaten Kayıtlı Başvuru Konusu
Malikten
Konusu
Başvurudan Olduğundan Taşınmaz Adedi
Taşınmaz
Ret
Ret
Ret
(Net Olarak)
Adedi
2234
268
434
1532
622
Yıldırım, age., s. 309.
53
Bilgi-Belge Tescili
Eksikliğinden Kabul
Ret
Edilen
910
0
İkinci Başvurular (İlk başvuruda yeterli bilgi-belge sunmayanlar)
Hakkında
Yeniden Yeniden
Başvuran Başvuru
Vakıf
Yapılan
Adedi Taşınmaz
Adedi
87
Bilgi yok
Malikten ve
Tescili
Değerlendirilmeleri
Yetersiz Belge- Zaten Kayıtlı Kabul Değerlendirmeleri
Devam Eden
Bilgiden Tescili Olduğundan Edilen
Devam Eden
Taşınmaz
Reddedilen
Ret
Taşınmaz
Vakıf Adedi
Adedi
Taşınmaz Adedi
Adedi
526
13
286
Bilgi yok
85
Verilere Göre Geçici Sonuç
Hakkında Başvurulan Taşınmaz Adedi
(Net Olarak)
1532
Tescili Kabul Edilen Taşınmaz Adedi
286
Kabul (Tescil)
Oranı
% 18,66
Kasım 2003 sonu verilerine göre, bu vakıflar ilk başvuruları sonucunda
eksikleri nedeni ile taşınmazlarını tapuya kaydettirememişlerdir. Bu vakıflar eksiklerini
tamamlayıp ikinci defa başvurduklarında ise ellerindeki taşınmazların % 15,79’unu
tapuya kaydettirebilmişlerdir.
Mayıs 2004 sonunda Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden alınan veriler
değerlendirildiğinde ise, tapuya kaydettirilebilen taşınmaz oranı % 18,66 olmuştur.
Yukarıda verilen bilgiler dışında, 3 adet vakfın 3 adet taşınmaz bağışı kabul etme ve 1
adet taşınmaz satın alma talepleri olumlu sonuçlandırılmıştır.
Mecliste kabul edilen AB uyum yasalarının 4. maddesi Türkiye’nin önüne
çıkacak bu sorunların da aşılmasını sağlamıştır. Ancak Baskın Oran’ın belirttiğine göre
vakıflar, mallarını otomatikman değil dava açarak geri alabilecekler, 4. maddeyi
açacakları davalarda kendi lehlerine gerekçe olarak kullanabileceklerdir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün denetiminde 158 Azınlık Vakfı vardır.
Bunların 77’si Rum, 52’si Ermeni, 19’u Musevi, 1 tanesi de azınlıklara mensup esnafa
aittir. Lozan Anlaşması’nda sayılan resmi azınlık statüsünde olmamalarına rağmen
Süryanilere ait 9 vakıf da aynı hukuka tabidir. Tüm bu vakıfların 1936 sonrasında
edindikleri ve daha sonra ellerinden çıkan mülklerinin tespit edilen sayısı 483’tür.
Rum Vakıfları avukatı Murat Cano, Azınlık Vakıfları’nın sorunlarını şöyle
özetlemiştir: “Vakıflardan geri alınan malların ilk sahiplerine ya da mirasçılarına iadesi
kamusal hiç bir yarar sağlamadığı gibi, ciddi bir zarara da yol açmaktadır. Eski
sahiplerine iade edilen taşınmaz malların mirasçıları da artık yurt dışında yaşayan
yabancı uyruklu kimseler oldukları için, emlakçılar ya da şebekeler onları bulup, vekâlet
54
almakta ve taşınmazları kapatmaktadırlar. Bu da Türkiye’den dışarıya açık ya da gizli
olarak para transfer edilmesi ve mafyanın güçlenmesi anlamına gelmektedir.
Ermeni ve Musevi Vakıfları için daha önce sözünü ettiğimiz uygulamalar Rum
Vakıfları için de geçerlidir. 1912 yılında çıkan ‘Gayrimüslimlerin Emvali Gayrimenkule
Tasarruflarına Mahsus Kanunu Muvakkat’ adlı bir yasayla Fener Patriği’nden cemaati
hangi kiliseler etrafında toplanıyor ve hangi malları kullanıyorsa bunların listesi
istenmiştir. Arkadan Lozan gelmekte, antlaşmada temel hükümler yer almaktadır.
Sonunda da 1936’da Vakıflar Yasası gelmektedir. Bu yasa çerçevesinde de cemaat
vakıflarının ellerindeki malları bildirmeleri istenmiştir. İşte bu mal beyanı kırk yıl sonra
vakfiye yani vakıf senedi sayılmaktadır. Buna dayanılarak 36’dan sonra alınan mallar
tek tek ellerinden alınmıştır. Bu ne vakıflar yasasıyla, ne medeni yasayla ne de devletin
sürekliliği ilkesiyle bağdaşıyor. Vakıf senedini kurucuları hazırlar, mahkeme denetler,
onaylar, bu andan itibaren tüzel kişiler kazanır, faaliyetlerini de Vakıflar Genel
Müdürlüğü düzenler. Statü budur. Hiç kimse kurucunun yerine geçerek herhangi bir
belgeyi vakıf senedi olarak nitelendiremez, uygulama yapamaz.” yorumunda
bulunmuştur.
Bu tartışmaların büyümesi ve konunun kamuoyunda yer bulması sağlanırken,
özellikle Fener Rum Patrikhanesi’nin çocuk kampını kullanmaması üzerine çıkan
gerginlikle ilgili, Danıştay 10’uncu dairesinden bir açıklama gelmiştir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisi Büyükada Rum Erkek ve Kız
Yetimhanesi Vakfı’nı “kanunen ve fiilen hayri bir hizmeti kalmadığı” gerekçesiyle 22
Ocak 1997’de mazbut (yönetimi devlet tarafından ele alınmış) vakıflar arasına
almıştır116. Bu kapsamda vakıf yönetimiyle, vakıflar arasında büyüyen kavga, AB’nin
Türkiye’ye sık sık uyarıda bulunmasına yol açmıştır. Bu karara itiraz eden Büyükada
Rum Yetimhanesi Vakfı, yönetimine el konan vakıflarının hayır hizmeti verebilecek
durumda olduğunu savunarak, ‘Azınlık Vakfı’ olması itibariyle Lozan Antlaşması
gereği koruyucu hükümlerden yararlanması gerektiğini açıklamıştır. Bu itirazlarını yerel
mahkeme reddetmiş, buna itiraz eden Rum Vakfı, davayı Danıştay’a göndermiştir.
Danıştay 10’uncu Dairesi de önce vakfın yönetimine el konulmasını onaylamış, ancak
116
“Danıştay Azınlık Vakıflarını Kurtardı”, Milliyet, 31 Temmuz 2005, s. 18.
55
karar düzeltme talebini ele alırken görüş değiştirmiş ve Rum Vakfı’nın itirazını yerinde
bulmuştur.
Danıştay kararında, Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı’nın mal varlığı ve gelir
durumunun amacına hizmet edebilecek durumda olduğuna dikkat çekilerek “Vakfa ait
yetimhane 1980’li yılların başında kapatılmakla birlikte, bazı öğrencilere burs vererek
yardımlar yapmaktadır. Yetimhanenin kapatılmasıyla, vakfın hayır hizmeti kalmadığını
kabul etmek olanaklı değildir” denilmiştir.
Danıştay’ın bu kararı ile dava yeniden yerel mahkemeye gidecek, yerel
mahkeme, ilk kararında ısrar ederse, dava Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu’nda
ele alınacak ve çıkacak son karar, Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin seyri bakımından
da kritik öneme sahip olacaktır117.
Danıştay’ın bu kararı üzerine, Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin:
“Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, kanun çerçevesinde mazbut, yani temsilcisi olmayan
kapsamına alarak yönettiği vakıf sayısı 41 bin 550’dir. Bunlardan cemaat vakıflarının
sayısı 40–50 civarındadır ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce yönetilmektedir. Bu karar
sadece azınlık vakıfları için değil, Müslüman vatandaşların kurduğu vakıflar için de
geçerlidir. Kaldı ki, mazbut vakıf kapsamına alınan Müslüman vatandaşların vakıfları,
azınlıkların kat kat üstündedir. Danıştay esastan böyle bir karar vermişse, Vakıflar
Genel Müdürlüğü’nün hiçbir işlevi kalmaz. Var olma nedeni ortadan kalkar. Olmayan
temsilciye vakıf geri vermek gibi bir durum ortaya çıkar ki bu da ciddi kaos olur.
Patrik kendilerine haksızlık yapıldığını söylüyor. Biz kimseye haksızlık
yapmıyoruz. Her vakfa eşit davranıyoruz. Bir vakıf diğerinden üstün ve ayrıcalıklı
değildir. Lozan Antlaşması’nın ihlal edildiğine ilişkin beyanları kabul etmemiz
mümkün değildir. Kınalıada’daki çocuk yaz kampı da 1999’dan beri çocuklar için
düzenleniyor. Bu yıl kamp için de izin verildi.
Cemaat vakıfları adına konuşanlar, Müslüman Türk vatandaşlarının kurduğu
vakıflara göre daha fazla ayrıcalık, avantaj sahibi olmak istiyorlar. Gayri Müslim,
Müslüman ayrımı yapmadan işlem yapıyoruz.
Patrik’in açıklamaları, yasalarda tanımlanan yetkileri ve sınırları aşmasından
kaynaklanıyor. Türkiye vatandaşı olarak kanunlara göre hareket etmeli. Kanunları hiçe
117
“Azınlık Vakıflarının Yönetimine El Konamaz”, 30.07.2005,
http://www.cnnturk.com/HABER/haber_detay.asp?PID=318&HID=1&haberID=114352
56
sayarak hak talebinde bulunması kabul edilemez. Hakkında yasal merciler gereken
işlemleri yapacaktır.”118 şeklinde açıklama yapmıştır.
Bartholomeos ve patrikhane yetkilileri, bu haber üzerine saatler süren toplantı
yapmışlar ve yazılı açıklamada da şöyle demişlerdir: “1 Ağustos 2005’te yayımlanan
Milliyet Gazetesi’nde Sayın Bakan Mehmet Ali Şahin’in Patrik Bartholomeos
Hazretleri hakkında ‘Fener Patriği sınırlarını aşıyor’, ‘Yasal merciler gereken işlemleri
yapacaktır’ tarzında beyanda bulunması, öteden beri ülkemizin Avrupa Birliği’ne
katılması ve bütün vatandaşlarımızın adalet, selamet içinde yaşaması yolunda duaları ile
gayretini esirgemeyen Patrik Hazretleri’nin derin ve içten bir üzüntü duymasına yol
açmıştır.”
Bartholomeos’un
“eleştirilen
beyanlarında
suç
olacak
hiçbir
husus
olmadığının” belirtildiği açıklamada şöyle denilmiştir;
“Bugüne kadar yapılan bazı haksız uygulamalar hakkında benzer açıklamalar
yapılmış ve hatta bizzat görüşmeyi kabul etme nezaketini gösteren Sayın Başbakanımız
Recep Tayyip Erdoğan’a da avukatımız Kezban Hatemi ile birlikte görüş ve
dileklerimiz yazılı ve sözlü olarak iletilmişti. Bir hükümet üyesinin Anayasa ve
kanunlar karşısında asla suç olarak nitelenemeyecek olan bir beyanı böylesine sert bir
üslupla cevaplandırması karşısında, kamuoyuna bu açıklamayı yapmak zorunda
kaldığımızı, Patrik Bartholomeos hazretlerinin selam ve sevgileriyle birlikte iletiriz”119.
Buna bir benzer olay da, Bartholomeos’un Reuter Ajansı’na verdiği demeçte
Türkiye’de din özgürlüğünün kısıtlı ve yüzeysel olduğundan şikayet etmesine tepki
gösterilmesi üzerine yaşanmıştır, Peder Dositeos, demecin bir bölümüne dair ifadenin
haberde eksik kullanılmasının yanlış anlamalara sebep olduğunu bildirmiş ve “Metnin
tamamında kastedilmek istenen Türkiye’de Rum Ortodoks cemaatinin ibadet
özgürlüğünün sınırsız olduğu ancak vakıfların ellerinden alınması sebebiyle yaşanan
ekonomik sıkıntıdır”120 demiştir.
Önder Yılmaz, “Başbakan Yardımcısı Şahin: Fener Patriği Sınırlarını Aşıyor”, Milliyet,
1 Ağustos 2005, s. 17.
119
“Sözlerimizde Suç Yok”, Milliyet, 2 Ağustos 2005, s. 21.
120
Somuncuoğlu, age., s. 20.
118
57
Sonuç olarak, Azınlık Vakıfları’nın, 1936’dan sonra edindikleri mülkler ile el
konulan vakıfların yönetimini Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden geri istemesiyle
başlayan tartışma şu şekilde özetlenebilmektedir;
— Azınlık Vakıfları’na 1912’de çıkarılan bir yasa ile tüzel kişilik verilmiş ve
gayrimenkul sahibi olabilmelerinin yolu açılmıştır. 13 Haziran 1935’te çıkarılan Kanun
ile gayrimenkullerini tapuya kayıt ve beyan zorunluluğu getirilmiştir.
— Yargıtay, ulusal güvenliği gerekçe göstererek 8 Mayıs 1974’te aldığı bir
kararla, 1936’ya kadar yapılan beyanların kuruluş belgeleri olarak kabullenilmesine ve
vakıfların beyannamelerinde belirtilenden başka gayrimenkul elde edemeyeceklerine
karar vermiştir. Azınlık Vakıfları’nın 1936’dan sonra edindikleri mallar Hazine’ye
aktarılmış, yeni mülk edinmelerinin önü kesilmiştir.
— Azınlık Vakıfları, başta İstanbul olmak üzere Hatay, Samandağı, İskenderun
ve Altınözü, Çanakkale, Gökçeada ve Bozcaada, Kayseri, Mardin, Diyarbakır, Şırnak
İdil, Mardin Midyat, Mersin, Bursa ve Ankara’da bulunmaktadır.
— 1936 sonrasında bağış ve vasiyet yoluyla elde ettikleri mülklerin kendilerine
geri verilmesini isteyen vakıflar, “kanunen ve fiilen bir hizmeti kalmadığı” gerekçesiyle
“mazbut vakıf” sınıfına ayrılan vakıfların Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce yönetilmesine
karşı çıkmaktadır. Azınlık Vakıfları, 3. şahıslara satılmış vakıfların geri verilmesini
istemekte, geri verilemeyecek durumdaki vakıflar için tazminat talep etmektedir.
— Hükümet, 2002–2003 yıllarındaki düzenlemelerle azınlık vakıflarının her
yolla gayrimenkul edinebilmelerinin yolu açmıştır. Ancak, sorun yaratacağı
gerekçesiyle 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’ndaki “Kanunen veya fiilen hayri bir hizmeti
kalmamış vakıflar (mazbut) Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yönetilir” hükmünde
değişiklik yapmamıştır.
— Hükümetin mazbut vakıfların geri verilmesine ilişkin düzenlemeye
gitmemesi üzerine 120 Azınlık Vakfı 1300 gayrimenkulün kendilerine verilmesi için
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmuştur.
— Türk Hükümeti, 2003’te mülk konusunda yeni düzenlemelere gidildiğini,
116 cemaat vakfının 2 bin 234 gayrimenkulü hakkında kayıt başvurusunda
bulunduğunu ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bu başvurulardan 424’üne olumlu yanıt
verdiğini mahkemeye bildirmiştir. Cemaat vakıfları ise, bu değişikliklerin 1936 ve 1974
arasındaki malları kapsamadığını öne sürmüştür. AİHM henüz karar vermemiştir.
58
— Bu konudaki son karara imza atan Danıştay 10. Dairesi, Büyükada Rum
Erkek ve Kız Yetimhanesi Vakfı’nın yönetimine el koyan Vakıflar Genel Müdürlüğü
kararının iptali istemiyle açılan davayı reddeden Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin
kararını kaldırmıştır. Daire, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, kesintisiz faaliyetlerine
devam eden gayrimüslim cemaat vakıflarının yönetimine el koyamayacağına işaret
etmiştir.
— “Mazbut” kategoride değerlendirilen vakıfların, “faaliyetleri kesintiye
uğradığı için” Vakıflar Genel Müdürlüğü yönetimine alındığını belirten hükümet,
Danıştay kararını inceledikten sonra değerlendirmesini yapacaktır.
— TBMM’de bekleyen yeni vakıflar yasa tasarısında, 1936’dan sonra
Hazine’ye aktarılan ve 3’ncü kişilere satılan mallar ile mazbut vakıfların geri
verilmesine ilişkin bir düzenleme yapılmamıştır121.
3.2.1. Büyükada Yetimhanesi
Patrikhane’nin Türkiye’deki mahkemelerde sonuç alamadığı gerekçesiyle
AHİM’e başvuruşuyla sonuçlanan ve basında sıklıkla yer alan konu, önemli olması
açısından Azınlık Vakıfları konusunun içerisinde bir alt başlıkta incelenmiştir.
İstanbul’daki yetim Rum çocuklarının bir çatı altında toplanması fikri ilk defa
Padişah Abdülmecit zamanında, Rum Patriği IV. Germanos tarafından uygulanmaya
konulmuştur. O dönem İstanbul’un kalabalık Rum Cemaatinin varlıklı ailelerinden
toplanan bağışlarla Yedikule’deki Rum Hastanesi’nin bahçesine 1851–1853 yılları
arasında bir yetimhane binası yaptırılmıştır. 10 Temmuz 1894 günü İstanbul’u altüst
eden büyük deprem sırasında yetimhane binası da büyük zarar görmüştür ve tamir
edilemeyecek durumda olan üst katı daha sonra yıktırılmıştır. Yetimhanenin yer
sıkıntısını gidermek amacı ile bir çare aranmış ve Balıklı Manastırı’nın misafirhanesine
taşınılmıştır. Depremden sonra yetimleri ziyarete gelen ve hayırseverliği ile tanınan
ünlü banker ve tüccar Andrea Singros manzara karşısında üzülmüş ve yetimler için daha
uygun bir şeyler yapılmasını istemiştir. Ancak bu isteğini gerçekleştirmeye ömrü
yetmeyen banker Singros, 1896 tarihli vasiyetnamesinde 15.000 lira miras bırakmıştır.
121
Önder Yılmaz, “Azınlık Vakıfları”, Milliyet, 2 Ağustos 2005, s. 21.
59
1901 yılında III. Yoakim ikinci defa Rum Patriği seçilince, derhal bu konuyla ciddi
olarak ilgilenmiştir122.
Büyükada Rum Yetimhanesi, Büyükada’da İsa anlamına gelen Hristo
Tepesi’ndedir. Vakıflar ile Patrikhane arasında dava konusu olan yetimhanenin
bulunduğu arsa Şehzade Sultan Mehmet Han Vakfı’nındı. Daha sonra İtalyan Kont
Yani’nin tasarrufuna geçen arsada Kont tarafından 1898–1899 yılları arasında bir
Fransız şirketine “Prinkipo Palas” adlı bir otel inşa ettirilmiştir123.
Devrin yönetiminden gerekli iznin alınamaması üzerine bina el değiştirmiş,
binanın yabancı sahiplerinden satın alınması işlemi 1902 yılının Haziran ayında
tamamlanmış ve bunu takiben buranın Rum Yetimhanesi olarak kullanılmasına izin
veren padişah fermanı alınmıştır124.
I. Dünya Savaşı içinde 1915–1918 arasında Kuleli Askeri Lisesi, görülen
lüzum üzerine geçici olarak yetimhane binasına taşınınca buradaki yetimler
Heybeliada’daki Rum Ticaret Okulu binasına yerleştirilmiştir. 1916’da burası da
Bahriye tarafından alınınca bir süre Heybeliada Ruhban Okulu’na, daha sonra da
Kınalıada’da bulunan Siniosoğlu Yetimhanesi’ne taşınmışlardır.
Büyükada Yetimhanesi bir süre, Osmanlı Devleti’nin müttefiki olarak
İstanbul’da bulunan Alman askerlerine tahsis edilmiş, mütakereden sonra ise İşgal
kuvvetleri Komutanlığı’nca 1919 yılına kadar Rusya’dan gelen göçmenlere ayrılmıştır.
1920 yılında ise tekrar Rumlara verilmiştir.
1964 yılında teftiş gören yetimhanenin “can güvenliği” bulunmadığı gerekçesi
ile derhal boşaltılıp mühürlenmesine karar verilmiştir125.
41 yıldır terkedilmiş bir halde bulunan binanın otel olarak değerlendirilmesi
yönünde son yıllarda yapılan bazı teşebbüsler bürokratik engeller yüzünden
neticelendirilememiştir.
22 Ocak 1997 tarihinde Vakıflar Genel Müdürlüğü, Büyükada Rum Erkek ve
Kız Yetimhanesi Vakfı’nı hayır hizmeti bulunmadığı gerekçesiyle mazbut vakıflar
arasına almış ve 16 Mart 1999 tarihinde yetimhanenin kullandığı binanın sahibi olan
Orhan Türker, “Büyükada Rum Yetimhanesi”, Tarih ve Toplum, Sayı: 200, Ağustos 2000, s. 38.
İnci Döndaş, “Bartholomeos AİHM’ye Gidiyor”, Sabah, 31 Mart 2005, s. 23.
124
“Rum Kültürü, Büyükada Rum Yetimhanesi”, 29.03.2001,
http://www.minidev.com/kulturler/kulturler_rum_yetimhane.asp
125
Türker, “Büyükada Rum Yetimhanesi”, s. 39.
122
123
60
Rum Patrikhanesi’ne karşı tapu ve sicil davası açmış ve kazanmıştır126. Fener Rum
Patriği Bartholomeos ta Vakfın mazbut olmadığını, binanın mülkiyetinin de padişah
tezkeresi ile kendilerinde bulunduğunu belirterek bir üst mahkemeye temyiz için
başvurmuştur. Danıştay, temel amacı yetimhane işletmek olan vakfın yetimhane kapalı
olduğu için mazbut vakıf olduğuna karar vererek temyiz istemini ret etmiştir. Sekiz yıl
süren davanın sonucunda Patrikhane hukuk savaşını kaybetmiştir. Bu kararla
taşınmazının tapusunun iptal olması karşısında iç hukuk yollarını da tükettiği gerekçesi
ile Bartholomeos, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmayı kararlaştırdığını
açıklamıştır.
Fener Rum Patrikhanesi, AİHM başvurusunda Türkiye aleyhine getirdiği
suçlamaları şöyle sıralamıştır:
— Azınlık kurumlarına özel koruma getiren Lozan Antlaşması hükümlerini
görmezden gelinmiştir.
— Ölen veya giden bağışçıların vakfettikleri malların idaresi ve işletilmesi
engellenmiştir.
— Kurumlar işlemez görülerek keyfi şekilde dağıtılmış ve mallarına el
koyulmuştur.
— 1974’te mahkemelerin, “milli güvenlik'” nedenleriyle aldığı bir kararla
kurumların büyük miktardaki mallarına el koyulmuş ve Elen Ortodoks azınlığı vakfiyesi
Türk makamlarının 1936’da ilan ettiğinin ötesinde mülk edinememiştir.
— Türk Hükümeti’nin Avrupa normlarına uyum çerçevesinde yaptığı
düzenlemeler, bu büyük sorunlardan hiçbirini tam olarak göğüslememiştir. Vakıf
mallarının iadesi kısmidir; bunların kullanılamamasından doğan zararın tazmini
öngörülmemiştir. Ekümenik Patrikhane’nin tapuları tesis edilmemiştir127.
Bartholomeos,
Lozan
Antlaşması
hükümlerini
çıkarları
doğrultusunda
yorumlamaktadır. Azınlık malları konusu gündeme geldiğinde antlaşmayı tanıyarak
haklar istemekte, Patrikhane ve ekümeniklik söz konusu olduğunda ise antlaşmayı yok
saymaktadır. Bu durum Büyükada Rum Yetimhanesi için de geçerlidir.
“Bartholomeos Türkiye’yi Avrupa’ya Şikayet Edecek”, 15.09.2005,
http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=168522
127
“Büyükada’daki Yetimhane Binası, Patrik de Türkiye’yi AİHM’e Şikayet Etti”, 08.09.2005,
http://www.barobirlik.org.tr/calisma/basinda_yargi/2005/05/30.htm
126
61
3.2.2. Kınalıada Manastırı Çocuk Kampı
Kınalıada’daki 9. yüzyıldan kalma Hristos (Metamorfoseos) Manastırı, 120
yatak kapasitelidir.
Fener Rum Patrikhanesi, Kınalıada’daki manastırda çocuk kampı kurulması
yolundaki girişimlerinin, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce engellendiği öne sürmüştür.
Yunanistan’da yayımlanan To Vima Gazetesi’ne göre, Patrik 2. Bartholomeos,
Patrikhane’yi ziyaret eden bir grup Selanikli avukata, “Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün
Patrikhane malı olan manastıra el koymaya teşebbüs ettiğini” anlatmıştır. Gazeteye göre
Bartholomeos, çocuk kampının faaliyete geçmesi için Vakıflar’ın Patrikhane’den
kampın devlete ait olduğuna dair bir belge imzalamasını istediğini öne sürmüştür.
İddiaya göre Bartholomeos şöyle konuşmuştur: “Manastırımıza Vakıflar Genel
Müdürlüğü patron oldu. Dedelerimizin yaptığı, asırlarca faaliyet gösteren bir manastır
için devlet, ‘Bu benimdir. Kullanmak istiyorsanız, sahibi olduğumu tanıdığınızı
imzalayın’ diyor” demiştir.
To Vima, haberin devamında Patriğin İstanbul Valisi Muammer Güler’i ziyaret
ederek ‘Yardım edin, çünkü kararlıyız; 29 Temmuz’da çocuk kampını açacağız. Ayin
de yapacağım, başka türlü olmaz. Hakkımızdan başka bir şey istemiyoruz’ şeklinde
konuştuğunu belirtmiştir.
Elefterotipiya
Gazetesi
de
Patriğin
tepkisi
diyerek
Bartholomeos’un,
“Yükümlülüklerimizi yerine getiriyoruz, haklarımızı korumak istiyoruz, ikinci sınıf
vatandaş olmak istemiyoruz. Türkiye, AB’ye tam üye olmak istiyorsa, Avrupa
hukukuna saygı göstermeli” dediğini yazmıştır. Katimerini ise, “Bartholomeos’un
tepkisi” başlığını atmıştır.
Metropolit Meliton ise, “Vakıflar, 1968’de burayı Patrikhane’nin elinden aldı.
Manastırı patrikhaneye bıraktı. Bu yıl eskiden olduğu gibi yine çocuklara kamp yapmak
istedik. Fakat Vakıflar, ‘İdaremize ait olan bu yeri iki ay için kullanma izni istiyoruz’
diye dilekçe istediler. Bizim olan bir yer için neden dilekçe yazalım. Anlaşmazlık
buradan çıktı” demiştir128.
128
Taki Berberakis, “Yataklar, Sabunlar Bile Hazır”, Milliyet, 28 Temmuz 2005, s. 22.
62
Bu gelişmelerden sonra Kınalıada’daki Hristos Manastırı çocuk kampı, her yıl
haziran ayının sonunda açılırken, Valiliği’nin oluruyla bir ay gecikmeli olarak 29
Temmuz 2005 tarihinde çocuksuz olarak açılmıştır.
Açılış için Hristos Manastırı’nda ayin düzenlenmiştir. Ayine Fener Rum Patriği
Bartholomeos, Türkiye Ermenileri Patriği Mesrob II ve adalı Rumlar katılmıştır.
Ayin sonrası basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Bartholomeos, “Üzgünüz, çünkü
çocuk kampı çocuksuz açılıyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü Büyükada’daki yetimhanede
olduğu gibi bu malımıza da el koymak istedi. Manastırı, mazbut vakıf ilan etmiş.
İdaresine, yönetimine, gelirine, giderine el koymuş. Vakıflar Genel Müdürlüğü kamp
bittikten sonra manastırın anahtarlarını iade etmemizi istiyor. Yani buranın sahibi olan
Rum cemaati, Rum Patrikhanesi kapı dışı ediliyor. Bu mal bizimdir, imza atmayacağız”
diyen Bartholomeos, “Büyükada’daki yetimhane için AİHM’ye başvurduk. Gerekirse
yine başvuracağız. Mademki hakkımızı burada bulamıyoruz, dışarıda arayacağız.”
demiştir.
Kamp açıldığında belirsizlik nedeniyle çocukların kampa açılış günü
getirilmediğini belirten yetkililer 29 Temmuzda “Aileler artık çocuklarını getirebilir”129
çağrısında bulunmuşlardır. Çocukları ücretsiz misafir eden 120 kişi kapasiteli kampa
yalnızca 4 çocuk başvurmuştur130. Kampa 4 çocuğun başvurmuş olması Vakıflar Genel
Müdürlüğü’nün kararında haklı olduğunu göstermektedir. Buna rağmen, Patrikhane
konuyu özellikle büyüterek ve AİHM başvurarak Türkiye’yi güç durumda bırakma
çabalarına böylece bir yenisini daha eklemiştir.
3.3. Ekümeniklik Kavramı ve Patrikhanenin Ekümenikliği
Yunanca “ikumeni” veya “Ekümene” evren, kainat, alem ve cihan
sözcüklerinin karşılığıdır. Kalıcı yerleşim görmüş toprak bütünlüğünü “sürekli yerleşim
alanı” ifade etmektedir. Bu nedenle de “uygarlık” kavramıyla bağlantılıdır. Aynı
zamanda üstün bir kültürün ifadelendirilişi “ekümene” kavramıyla anlatılmaktadır.
“Ekümenik”
(Oecumenicus);
kelime
anlamıyla
“ekümene”den
türetilmiştir.
Cihanşümul, evrensel, dünya çapında anlamında kullanılmaktadır131. Sıfat olan
Ümran Avcı, “Patrik: Kötü Niyetler Var”, Milliyet, 30 Temmuz 2005, s. 21.
Gülay Fırat, “Kampta Dört Çocuk”, Milliyet, 12 Ağustos 2005, s. 16.
131
Altındal, age., s. 159.
129
130
63
ekümenik ve katolik eşanlamlıdırlar. Bu sıfat, Patrikhane tarafından 6. yüzyıldan beri
kullanılmaktadır132.
20. yüzyılda ise Protestan ve Doğu Ortodoks Kiliseleri’nin kurdukları
mezhepler arası farklılıkları saklı tutarak Hıristiyanlığı yaymak amacına yönelik olan
Kiliseler arası birliğide ifade etmektedir. Bu ekümenik hareketin merkezi İsviçre’nin
Cenevre şehrindedir. Cenevre’de egemen olan Protestan etiğinin Calvinist Kilisesi ile
bağlantılıdır. Almanya’da ise yine Protestan kiliselerinden olan Lutheran Kiliseleri ile
bağlantılıdır. Fener Rum Patrikhanesi de bu hareketin öncülerindendir.
Ekümenik, bu kilise hareketi içinde “strateji” anlamında kullanılmaktadır.
Kilise sayesinde çok önemli bir rol oynayan strateji kavramı ilahiyata değil, dünyevi
yönetim literatürüne aittir. Dolayısı ile kilise siyasetinde “strateji”, siyaset aracılığı ile
Hıristiyan misyonerliğini özellikle gençler arasında yaygınlaştırmaktır. Bu hareketin
içinde fiilen yer alan ve bu stratejiyi icra eden şahıslara “ekümenist”, bu ekümenik
ideolojiye de “Ekümenekolizm” denilmektedir.
Patrikhane, Osmanlı Devleti içerisinde dünya Ortodokslarının liderliğini
üstlenen “Ekümenik” statüye sahip evrensel bir kurum niteliğinde idi. Osmanlı
Devleti’nin son 60 yılında Patrikhane, 1861–1865 Nizamnamesi’ne göre idare
edilmiştir. Sultan Abdülaziz tarafından onaylanan bu Nizamname’ye göre Patrikhane,
Patriğin nezaretinde olup sivil işler için dört metropolit ve sekiz kişiden meydana gelen
karma bir meclisin de yardımını temin eden 12 kişilik Sen Sinod tarafından idare
ediliyordu. Ancak Patrik ve Patrikhane görevlilerinin 1453 yılından Cumhuriyetin
kurulmasına kadar geçen sürede yürüttüğü, devleti parçalama, asıl unsur olan Türk
unsurunu yok etme ve dinsel hakimiyet kurma çalışmaları, Patrikhane’nin statüsünün
zorunlu olarak değiştirilmesine ve siyasi faaliyetlerden uzak tutulmasına yol açacak
önlemlerin alınmasını da beraberinde getirmiştir.
İstanbul’daki Ortodoks Rumların bir azınlık kilisesi durumundaki Fener Rum
Patrikhanesi, bugün hala kendisini Osmanlı Devleti’nin kendisine vermiş olduğu statüde
kabul etmekte ve bu şekilde uluslararası zeminlerde meşruiyet aramaktadır. Türkiye
132
Macar, age., s. 270.
64
Cumhuriyeti Devleti yasalarına tabi olan Fener Rum Patrikhanesi artık Osmanlı Devleti
dönemindeki gibi imtiyazlı bir statüye sahip değildir133.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Patriğin ekümenik ünvanını tanımak için hukuki bir
sorumluluğu yoktur. Lozan Konferansı’nda yapılan sözlü anlaşmaya göre de;
Patrikhane’nin İstanbul’da kalması, dünya işlerine karışmaması şartına bağlanmıştır.
Günümüzde ekümenizm ile Türkiye Cumhuriyeti içindeki ve dışındaki Ortodoks
kiliselerinin birleştirilmesi söz konusudur. Patrik Bartholomeos, 5 Mayıs 1997 tarihli
TIME dergisinde çıkan demecinde; “Ortodoks Hıristiyanlara, doğu-batı yakınlaşmasını
sağlamada özel bir görev düştüğüne inanıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti gibi bizim de her
iki dünyada ayağımız var”134 demiştir. Böyle bir görev siyasi bir faaliyettir. Bu
faaliyetin Amerika ve Rusya’daki Ortodoks kiliselerinin aralarındaki ilişkileri de
kapsadığı hatırlanırsa, Türkiye bakımından siyasi niteliği açıktır.
Fener Patrikhanesi, bu ideolojinin yeryüzündeki Ortodoks temsilcisidir. Bu
nedenle günümüzde bir dinin olmaktan çok bir ideolojinin siyasi strateji üretim merkezi
durumundadır.
Cumhuriyet Dönemi’nde, “ekümenik” sıfatının kaldırılmasıyla ilgili ilk kriz
1925 yılında yaşanmıştır. Başbakanlık Devlet Arşivleri’nde bulunan 13 Ağustos 1925
tarihli belge Atina’da çıkan Elektros Petos Gazetesi’nde yer alan “Türkiye’nin Sen
Sinod meclisi toplantılarında hükümet komiseri bulunduracağı ve ekümenik unvanını
kaldıracağına” dair belgedir135.
1994 yılında Heybeliada Ruhban Okulu’nun 150. kuruluş yıldönümü törenleri
tertiplenmiştir. Okulun açıkken bile kutlanmayan kuruluş yıldönümünün kutlanacak
olması Türkiye üzerinde baskı oluşturma hedefinden kaynaklanmıştır. Bu toplantıya
Kudüs, Rusya, Yunanistan ve Amerika Patrik ve başpiskoposları katılmamıştır. Sadece
İskenderiye ve Romanya patriklerinin katılması Ortodoks dünyasındaki ‘ekümeniklik’
kavgasının gün yüzüne çıkması olarak yorumlanmıştır. Rusya ve Kudüs patrikleri daha
fazla Ortodoks’a hitap ettikleri ve daha köklü kiliselere sahip oldukları gerekçesiyle
133
Gökçen, Salim. “Fener Rum Patrikhanesi’ndeki Metropolit Revizyonu Mevcut Statüye Rağmen Neden
Yapılmadı?”, 11.10.2005, http://www.turkatak.gen.tr/media/makale/makale4.pdf
134
Köse, age., s. 205.
135
“Patrikhane Bizim Mekke’miz”, Sabah, 11 Aralık 2004, s. 7.
65
‘ekümen patrik’in kendileri olması gerektiğini belirtmiş ve Fener Patriğine meydan
okumuşlardır136.
Bartholomeos, 19 Nisan 1994’te Avrupa Parlamentosu’na davet edilmiş olup
devlet başkanlarına has bir protokolle ağırlanmış, Parlamento’ya da “Ekümenik
Konstantinople Patriği” diye takdim edilmiştir137. Bu protokol AB’nin de ABD gibi
Ortodoks dünyasında söz sahibi olmak istediğinin göstergesidir.
Patrik Bartholomeos’un 11–18 Kasım 1994 tarihleri arasında Brüksel ve
Lüksemburg’a yaptığı geziler sırasında “Devlet Başkanı” statüsüyle karşılanmıştır138.
Bu, AB’nin bu konuda Patrikhaneye verdiği desteğin bir başka göstergesidir. Duruma
tepki gösteren Türk Ortodoks Patriği Selçuk Erenerol, Rum Patriği’nin bir devlet olma
amacı güttüğünü savunmuştur139.
Yunanistan’da yayınlanan ‘To Vima’ Gazetesi’nin 20 Eylül 1995 tarihli
“Patrikhane ve Türkiye'nin Gerçek Siyasi Çıkarları” başlıklı yazısında; “BM, Avrupa
Parlamentosu, Dünya Kiliseler Birliği Konseyi, dünyadaki bütün Ortodoks kiliseler,
ABD Başkanı, Papa (Vatikan), Patrikhaneyi Ortodoksların merkezi olarak kabul
ediyorlar...” yorumu yapılmıştır140. Bu haber Türkiye’nin bu konuda alması gerektiği
önlemlerin ne kadar acil olduğunun bir göstergesidir.
Fener Rum Patriği Bartholomeos, Fener Rum Patrikhanesi’nin düzenlediği
“Vahiy ve Çevre” konulu sempozyumun açılış konuşmasında, Fener Rum
Patrikhanesi’nin cihan patriği olduğunu ve bu unvanın uluslararası platformlarda da
benimsendiğini iddia etmiştir. Bartholomeos; “Rum Fener Patrikhanesi ekümeniktir. Bu
unvan asırlardır İstanbul Patriğinin mirası olmuştur. Osmanlı padişahı tarafından verilen
500 yıllık berat sahibidir” demiştir141.
Patrikhane’nin unuttuğu, Lozan Barış Konferansı’nda Türkiye’nin patriğin
siyasi faaliyetlerinden şikâyetçi olması ile yeni statüsünün belirlenmiş olmasıdır.
Türkiye dış siyasetinde, Patrikhane’nin Yunanistan, ABD ya da Avrupa Birliği ile
Erhan Başyurt, “Heybeliada’da Ekümeniklik Kavgası”, Zaman, 28 Ağustos 1994, s. 9.
Beşinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri, I. Değişen Dünya Dengeleri İçinde Askeri ve Stratejik
Açıdan Türkiye, (23–25 Ekim 1995-İstanbul) Ankara, 1996, s. 226–242.
138
Erhan Başyurt, “Patrikhane Ekümenikleşiyor mu?”, Zaman, 25.10.1994, s. 1.
139
Tarık Ertürk, “Rum Patrikhanesi Devlet Olma Peşinde”, Zaman, 23.10.1994, s. 4.
140
“Ekümeniklik Meselesi”, http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/ekumeniklik.html
141
“Patriğin Cihan Rüyası”, Zaman, 25 Eylül 1995, s. 1.
136
137
66
ilişkilerinde gündeme getirilmesine müsaade etmemelidir. Böylece, Patrikhane’nin
siyasetin içine girerek ekümenizm yolunda almak istediği mesafe önlenmiş olacaktır.
Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, ekümenikliğin Türkiye tarafından kabul
edilmezliğini şöyle açıklamaktadır:142
“Burada ekümenikliğin doğal sonucu olarak Patriğin, sadece Fener
Patrikhanesi Saint Sinod’undaki metropolitlerce değil, dünyadaki Ortodoks kiliselerini
temsil eden tüm metropolitler tarafından seçilmesi gerekeceğini de vurgulayalım... Bu
yola gidilmesi, Türk devleti içinde uluslararası temsil statüsü olan bağımsız bir dinsel
otorite, bir türlü ‘dinsel devlet’ yaratmak gibi bir sonuç doğurur... Patrikhane’nin gerçek
güç tabanı İstanbul’daki 1500 kişilik Rum cemaati değil, Amerika’daki üç milyonluk,
Yunan Diasporasıdır... Bu söylediklerimiz... Patrikhane’nin “ekümenik” Statü
kazanmasının, Türkiye’nin dış ilişkilerinde çok ciddi rahatsızlıklar yaratmanın da
ötesinde,
Türkiye’de
rejimin
dinamitlenmesi
sonucunu
doğuracağını
ortaya
koymaktadır.”
ABD’nin Patrikhane’nin ekümenikliğini desteklemesinin nedenleri arasında
dünya Ortodokslarını kontrol etme isteği, Amerika’da çoğu Anadolu’dan göçmüş
yaklaşık 3 milyon Rum kökenli Ortodoks’un bulunması ve bunların vereceği oyların
seçimlerde etkili olması gelmektedir.
ABD’nin ve AB’nin Türk yetkililerine Fener Rum Patrikhanesi’nin
“Ekümenik” statüsüne kavuşturulması için doğrudan ya da dolaylı baskıları
bulunmaktadır. Özellikle bazı medya kuruluşları ve çevrelerde Fener Rum
Patrikhanesi’ne “Ekümenik” yani evrensel statü tanındığında Türkiye’nin AB’ye
girişinin kolaylaştırılacağı, turizme katkısı olacağı ve Türkiye’nin Patrikhane’yi
kullanarak milletlerarası ilişkilerinde güç kazanacağını savunanlar bulunmaktadır.
Lozan’da azınlıkların varlığı ve hakları kabul edilmiş fakat Fener Patrikhanesi sadece
bir azınlığın kilisesi olarak belirtilmiştir. Gerçekten de Fener Patrikhanesi, statüsü
itibariyle bir azınlık kilisesidir. Fener’in iddia ettiği gibi “ekümenik kilise” değildir.
Evrensellik iddiasındaki Fener Patrikhanesi gerçekte bir azınlık kilisesi olduğunu
bilerek kelimenin tam anlamıyla siyasi ve ideolojik faaliyetler yürütmektedir. Diğer bir
deyişle Fener Patrikhanesi; “dini siyasete alet eden” bir kurum özelliğini kazanmıştır.
142
Köse, age., s. 207.
67
Patrik Bartholomeos bir gazetecinin, ‘Patrikhanenin ekümenikliğinin hukuki
bir temeli var mı?’ sorusuna şöyle cevap vermiştir:
“Patrikhanenin ekümen sıfatı tarihi, coğrafi ve ruhanidir. Asırlardan beri
böyledir. Bu durumu ne Lozan değiştirebilir, ne de bugünkü hukuk sistemi
değiştirebilir. Çünkü değişmeyen dini kaidelere dayanmıştır. Bu sebeple ekümenikliğin
siyasi ya da hukuki bir içeriği yoktur.”
‘Kararlarınız bütün Ortodoks dünyası için bağlayıcı ve geçerli mi?’ sorusunu
ise:
“Ortodoks otosefal kiliseler hariç şu an dünyanın dört bir tarafındaki Ortodoks
kiliselerin başpiskoposları veya metropolitlerini biz tayin ediyoruz. Bizim Sen Sinod
meclisimiz seçiyor. Bütün bunlar hükümetimizce biliniyor. Mesela Yakovas Temmuz
sonunda Amerika Başpiskoposluğu’ndan ayrılıyor. Biz seçim yapacağız ve yeni
başpiskoposu tayin edeceğiz. Bu demektir ki hükümetimiz Patrikhane’nin dünya
çapındaki manevi nüfuzunu kabul ediyor. Ankara hiçbir zaman buna karışmadı.
Zaten Patrikhanenin hukuki statüsü nevi şahsına münhasır bir durumdur.
Ekümenikliği dini ve tarihidir ve Türk Devleti’nin kanunlarının himayesinde faaliyet
gösterir. Konumu uluslararası anlaşmalarla himaye edilmiştir” 143 şeklinde açıklayarak
Türkiye’nin bu konudaki isteklerini görmezden gelerek çekinmeden vurgulamıştır.
Fener Rum Patriği Bartholomeos, Amerikan Ortodoks Başpişkoposluğu’nun
75’nci Kuruluş Yıldönümü kutlamalarına katılmak için, 19 Ekim 1997’de Yunan
Olympic Havayolları tarafından kendisine tahsis edilen Boeing 747–200 tipi dev uçakla
ABD’ye gitmiştir144.
Ziyaret programında, Bartholomemeos’un biyografisi ve dağıtılan tüm
belgelerde, İstanbul yerine Konstantinopol adı kullanılmıştır145. Bartholomeos
Türkiye’nin itirazlarına rağmen Ekümenik Patrik, yani Cihan Patriği olarak
karşılanmıştır146.
ABD gezisi sırasında 27 Ekim 1997 günü Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri
Kofi Annan, patrik onuruna bir yemek vermiş ve Patrik Birleşmiş Milletler Genel
Kurulu’na katılarak, yine burada da “Yeni Roma Patriği” olarak takdim edilmiştir.
Doğan Ertuğrul, “Türk-Yunan İlişkileri Kıskacındayız”, Zaman, 13 Mayıs 1996, s. 4.
Nafiz Albayrak, “Bartholomeos ABD’ye Gitti”, Hürriyet, 20 Ekim 1997, s. 21.
145
Köse, age., s. 209.
146
“Patrik’in Gezisi Tartışmalı Başladı”, Hürriyet, 21 Ekim 1997, s. 24.
143
144
68
Kendi kilisesinden “Ana kilise” diğer Ortodoks kiliselerden “O’nun çocukları” şeklinde
bahseden patriğe, Birleşmiş Milletler tarafından “Kongre Altın Madalyası” (Golden
Medal) takdim edilmiştir. Bu madalyanın, patrikten önce sadece 4 kişiye (George
Washington, Edison, W. Churchill, Rahibe Teresa) verilmiş olması dikkat çekicidir.
1999 Kasım’ında AGİT Zirvesi sebebiyle İstanbul’da bulunan Romanya
Cumhurbaşkanı Emil Constantinescu, Norveç Başbakanı Kjell Magne Bondevik ve
Rum lider Glafkos Klerides, hemen her ziyarette veya ziyaretçide ekümenikliği
vurgulanan patriği ve Rum Ortodoks Patrikhanesi’ni ziyaret etmişlerdir.147 Klerides
daha sonra gazetecilere, Fener Rum Patrikhanesi’nin Ortodoksların merkezi olduğu için
çok önemli olduğunu söylemiş, bu şekilde patrikhanenin ekümenikliğini vurgulayarak
destek vermiştir.
Kasım 1999’da ABD Başkanı Bill Clinton ve Haziran 2003’te kendisinden
sonra başkan olan George Bush, Türkiye’de Patrik ile buluşarak “ekümenik” otoritesi
konusunda ABD politikasına uygun olarak destek vermişlerdir.
Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu (21 Ocak 2000), Fener Ortodoks
Rum Patriği I. Bartholomeos’un onuruna verdiği kokteyle katılmıştır. Papandreu,
kokteylde Rumca ve İngilizce yaptığı konuşmada, Patrikhane’nin farklı dinlerin ve
farklı kültürlerin bir arada yaşanabileceğini gösteren bir “sembol” olduğunu kaydetmiş,
“Burada ekümeniklik ruhu yakaladığım için çok memnunum”148 diyerek Lozan
Antlaşması’nı tanımadığını İstanbul’da ilan etmiştir.
Bartholomeos’un yaptığı dış geziler ve ziyaretçi kabulleri ile gerçekleştirdiği
ekümenikliğine destek faaliyetleri çeşitli kongrelerin bildirilerinde yer almıştır.
ABD’nin Florida eyaletinin Cleanwater kasabasında 26–30 Haziran 2002 tarihleri
arasında yapılan ABD Makedonyalılar Birliğinin 56’ncı olağan kongresinde Fener Rum
Patrikhanesi ile ilgili olarak kabul edilen bildiride Türkiye’nin devamlı bir şekilde
ayrımcı bir tutum izlediği ve bunun din özgürlüğünün ihlali olduğu bildirilmiş ve
“İstanbul Evrensel Ortodoks Patrikhanesi’nin Vatikan Roma Katolik Kilisesi gibi kendi
özel konumu olmasını istiyoruz”149 denilmiştir. Bildiride ayrıca, Heybeliada Ruhban
147
Köse, age., s. 210.
İhsan Çoban, “Papandreu Patrikhane’de”, Türkiye, 22 Ocak 2000, s. 10.
149
Hülya Toker, “Cumhuriyet Döneminden Günümüze Fener Patrikhanesi’nin Faaliyetleri”, Silahlı
Kuvvetler Dergisi, Ocak 2005, Sayı: 383, s. 39.
148
69
Okulu’nun yeniden açılmasının sağlanması İstanbul Rumlarına mülkiyet haklarının iade
edilmesi gerektiği de kaydedilmiştir.
2004 yılında ABD’nin Ankara Büyükelçiliği Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi
için verdiği resepsiyona Patriği evrensel (ekümenik) sıfatıyla davet etmiştir.150 Bu
sıfatla davet Türkiye’de büyük tartışma yaratmış ve Türk Hükümeti tarafından boykot
edilmiştir.
Bu gelişmenin ardından ABD Temsilciler Meclisi uluslararası İlişkiler
Komitesi, Fener Rum Patrikhanesi’nin “ekümenik” statüsünü tanıması ve Türk uyruklu
olmayan din adamları yetiştirmesine izin vermesi için Türkiye’ye çağrı yapan bir karar
tasarısını kabul etmiştir151.
Fener Rum Patriği’nin her fırsatta ekümeniklikle ilgili yaptığı açıklamalara bir
destek te, Pasok Lideri Papandreu’dan gelmiştir. Pasok Lideri Papandreu, Fener Rum
Patrikhanesi’ne ilişkin yaşanan ekümeniklik tartışmasına da değinerek, “Ekümenik bir
Patriklik İstanbul’un ortasında oturuyor” demiştir. Patrikhane’nin gelişmesinin bir tehdit
olarak algılanmaması gerektiğini dile getiren Papandreu, gelişme ve etkinliğine izin
verilmesini istemiştir. Patrikhane’nin, Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun açılmasını
istediğini belirten Papandreu, konunun büyük bir sorun haline gelebileceği gibi, her iki
tarafın da kazanabileceği bir durumun yaratılabileceğini de bildirmiştir152.
Türkiye’nin AB ile üyelik görüşmelerine başlayabilmesi için müzakere tarihi
alınması kapsamında Brüksel’de gerçekleştirilen 17 Aralık 2004 tarihi zirvesi öncesinde
ve sonrasında, ülkemiz üzerinde, patriğin ekümenik statüsünün tanınması konusunda
çok ciddi baskılar yapılmıştır153.
Ekümeniklik konusu Kültür Üniversitesi’nde düzenlenen “Çoğulcu Toplumda
Din” başlıklı konferansta da tartışılmıştır. Öğretim üyeleri Fener Rum Patrikhanesi’ne
ekümeniklik hakkı tanınmasında ikiye bölünmüştür. Ekümeniklik verilmelidir görüşünü
ileri süren Şeref Ertaş, bunun ‘Türkiye’ye itibar sağlayacağını savunarak, Osmanlı
döneminde de Ortodoks Hıristiyanlara karışılmadığını’ belirtmiş, Rum Patriğinin
‘Ortodoks cemaatin en yüksek otoritesi olarak atandığını’ hatırlatmıştır. Kültür
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuk Bölüm Başkanı Tayfun Akgüner ise
Yasemin Çongar, “Amerika ‘Not’ Etmiş’, Milliyet, 4 Aralık 2004, s. 21.
Yasemin Çongar, “ABD Kongresi’nin ‘Ekümenik’ Talebi”, Milliyet, 11 Haziran 2005, s. 18.
152
“Patrikhane Bizim Mekke’miz”, Sabah, 11 Aralık 2004, s. 7.
153
Köse, age., s. 218.
150
151
70
‘ekümenikliğin siyasi, yasal ve dini olarak kabul edilemeyeceğini’ belirtmiştir.
Ekümenikliğin ‘siyasi boyutta Vatikan gibi ayrı bir statüye neden olacağını ayrıca dini
olarak da bir kilisenin ekümen olabilmesi için Havariler tarafından kurulması
gerektiğini’ söylemiştir154.
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcülerinden Tom Casey, yaptığı açıklamada; “Biz
İstanbul’daki ekümenik patrikhaneyi destekliyoruz ve patrikhane konusunda Türk
hükümetiyle düzenli olarak görüşüyoruz” diyerek, amaçlarının tüm dünyadaki dinlere
özgürlük kazandırmak olduğunu söylemiştir.
ABD Dışişleri Bakanlığı, 2005 yılı mart ayında açıkladığı bir raporda da, din
ve ifade özgürlüğü konusunda Türk Hükümeti’ne eleştiriler yöneltmiş, raporda Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti, Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasına izin
vermeye ve İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesi’nin ‘ekümenik’ yapısını derhal kabul
etmeye davet edilmiştir155.
Osmanlı
İmparatorluğu
dönemindeki
Fener
Rum
Patrikhanesi’nin
ekümenikliğinin desteklenmesi ile günümüz şartlarında kabul edilmemesinin sebebini
şu şekilde özetleyebiliriz.
1453 yılında İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet dini gerekçeler yanı sıra,
siyasi sebeplerle de Patrikhane’ye bir takım siyasi haklar vermiştir.
1- Dönemin Bizans Kralı, İstanbul’u Türklere karşı savunmak için, Katolik
Avrupa’nın da desteğine ihtiyaç duymuştur. Haçlı Ruhundan faydalanmak isteyen Kral,
Ortodokslar’ı yeniden Vatikan’a bağlamaya, Papa’nın desteğini almaya çalışıyordu. Bu
sebeple Patrik II. Anastasios görevinden istifa ettirilmiştir. Fatih İstanbul’u aldığında,
“Patriklik” makamı boş bulunmaktaydı. Yıllardır, Haçlılara karşı savaşmış Osmanlı’nın
“Ortodoks ve Katolik Hıristiyan aleminin yeniden birlik olmasını sağlayacak böyle bir
gelişmeyi arzu etmeyeceği açıktır. Fatih, Ortodoks ruhbanlara kendi kanunlarına göre
patriklerini seçmelerini emretmiştir. Onlar da tam bir Katolik düşmanı olan
Gennadios’u Patrik seçmişlerdir. Fatih bir devlet başkanı gibi karşıladığı yeni patriğe,
12 havarinin resimlerini ihtiva eden bir taç ve elmas asa hediye ederek “milletbaşı”
unvanını vermiştir. Böylece, bütün Hıristiyan aleminin sadece Roma nezrinde temsil
edilmesi de önlenmiştir.
154
155
Nazlı Güven, “Ekümeniklik Tartışması Yine Alevlendi”, Sabah, 16 Aralık 2004, s. 27.
“AB ve ABD’den Çifte Sıkıştırma”, http://www.takvim.com.tr/2005/08/03/gnb101.html
71
2- Osmanlı’da idari yapı, “millet sistemi” üzerine kuruluydu Millet ise dine
göre belirlenmişti. Yani Müslümanlar bir millet, Museviler ayrı millet, Ortodokslar ayrı
milletti. Osmanlılar gayri Müslim unsurların inançlarını ve örflerini kendi aralarında
oluşturdukları dini mekanizmayla gerçekleştirmesine izin vermiştir. Müslümanların
hayatları şeriata göre düzenleniyordu. Ortodokslar için de bu düzen Patrikhane’nin
kontrolünde, kiliseler vasıtasıyla sağlanmaktaydı. Kendi davalarına bakıyorlar, kendi
düğün ve ölüm törenlerini düzenliyorlardı.
3- İstanbul’un fethinden sonra yine Osmanlı’nın önündeki yeni nüfuz alanları
Balkanlar’dı ve büyük oranda Ortodoks halktan oluşmaktaydı. Eski Doğu Bizans’ın
başkentindeki Patrikhane aynı zamanda bu ülkelerdeki kiliselerin de üstünde idi. Fatih,
Patrikhane’nin İstanbul’daki varlığını devam ettirerek, ileride fethedilecek toprakların
da millet sistemi kapsamında başlarının İstanbul’da olmasını sağlamak istiyordu.
4- Patrikhane’ye ve Patrik’e verilen yetkiler, yine Ortodoks’ların dini
merkezinin payitahtta bulunmasını, kontrol altında kalmasını sağlıyordu. 1461 yılında
Fatih’in bina vererek Ermeni Patrikhanesi’ni de Bursa’dan İstanbul’a nakletmesi bunu
göstermektedir. Bu siyasetin devamına, Yavuz Sultan Selim Dönemi’nde de
rastlanılmaktadır. 1517 yılında Yavuz Selim, Mısır’ı fethettiğinde, İskenderiye ve
Antakya Patriklerini de İstanbul’daki Patrikhane’ye bağlamıştır. Patrik’i de “millet
başı”lıktan alarak “Ekümen” yani “cihan patriği” ilan etmiştir.
1844 yılında yapılan bir sayım (Yunanistan o zaman ayrılmıştı) Osmanlı
sınırları içinde yaşayan Ortodoks Hıristiyanları’nın sayısının 13 Milyon 730 bin
olduğunu göstermektedir. Bu rakamın bütün nüfusa oranı ise, yüzde 38’dir. Söz konusu
rakamlar Osmanlı sultanlarının ülke sınırları içerisindeki bütün Ortodoks’ları, Sultan
tarafından atanmış bir Patrik’in idaresi altında tutma stratejisinin doğruluğunu da ortaya
koymaktadır156.
Atanmış patrikler Kıbrıs ve Kudüs gibi Ortodoks’ların bulunduğu beldeleri
daha fethedilmeden ziyaret etmişlerdir. Din kardeşlerinin ve hatta ruhani liderlerinin
Osmanlı’da rahat içinde yasadığını gören Ortodoks ruhbanlar, böylece psikolojik olarak
Osmanlı’ya hazırlanmışlardır.
156
Ali Güler, Rakamlarla Türkiye’de Azınlıklar, Ankara: Berikan Basım Yayım, 2001, s. 14.
72
Patrikhane’nin bu konumunun, Türkiye Cumhuriyeti’nde neden bu şekilde
devam edemeyeceği de şöyle açıklanabilmektedir;
1. Türkiye’de Osmanlı gibi “millet sistemi” benzeri bir yapı olmadığı gibi,
Türkiye’nin “laik” yapısı da buna izin vermemektedir.
2. Türkiye sınırları içinde bugün çoğu yaşlı 2 bin Rum bulunmaktadır. Bütün
nüfusa oranları ise ancak yüzbinde 3’tür. Osmanlı’nın 1844 yılındaki, yüzde 38’lik
oranıyla karşılaştırıldığında, Patrikhane’ye böyle bir yetki vermenin anlamsız olacağı da
kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
3. Patrik, Ortodoks aleminin eskiden olduğu gibi tek ve kabul edilir lideri
değildir. Balkanlar’da ve eski SSCB’de yeni bağımsız Ortodoks patrikleri kurulmuştur.
Eski patriklerden Moskova ve Kudüs, Fener Patrikhanesi’ni üslerinde bir güç olarak
kabul etmek istememektedir.
4. Patrik’in “cihan patriği” sıfatının tamamlanması durumunda Yunanistan’ın
ve Rusya’nın bu “gücü” kendi çıkarları için kullanmaya kalkacakları da aynı
sebeplerden dolayı tutarsız bir iddia olarak görülmektedir. Patrikhane’nin “eşitler arası
eşit” veya “cihan patrikhanesi” olarak kabul edilmesi, Doğu Bizans’ın başkenti olan
İstanbul’da olmasından kaynaklanmakta Patrikhane’nin başka bir yere nakli halinde bu
statüyü bir daha elde etmesi neredeyse imkansız hale gelmektedir. Patrikhanenin “cihan
patriği” olabilmesi için, dünyadaki Ortodoks kiliselerinin katılımıyla, Sen Sinod
Meclisi’nin karar vermesi gerekmektedir157. Bu maddelerin hiç biri ekümeniklik
kavramını desteklememektedir.
Patrikhanenin hedefi ekümeniklik kavramı ile tüzel kişilik kazanmaya
çalışmaktadır. Bu kavram ile tüzel kişiliği bulunmadığından, sahip olamadığı
İstanbul’daki Rumlara ait okullar, hastaneler, vakıflar ve dernekler gibi kuruluşlara hak
iddia edebilecek, hibe yöntemiyle elde ettiği taşınmaz mallarada yasal olarak sahip
olabilecektir.
Diğer hedefi ise ekümeniklik ile Laik Türkiye Cumhuriyeti’nde ikinci bir
Vatikan statüsüne kavuşma isteğidir. Ülkemizdeki yapılanmada konumu Müftü
düzeyinde olan Rum Patriği’nin başka ülkelerde devlet başkanı töreniyle karşılanıyor
157
Erhan Başyurt, “Cihan Patriği Tartışması”, Zaman, 27 Eylül 1995, s. 4.
73
olması bu isteğinin gerçekleştiğinin göstergesi olup, üzerinde durulması ve önlem
alınması gereken önemli bir konudur.
3.3.1. Fener Rum Patrikhanesi ile Rus Ortodoks Patrikhanesi’nin Otorite
Sorunu
İstanbul Rum Ortodoks Kilisesi daha 1054 tarihinde Roma’dan ayrılırken Rum
milliyetçiliği üzerine oturmuştur. Roma Hıristiyanlığı, Latin Katolik Kilisesi adını
alırken, İstanbul, Rum Ortodoks Kilisesi adını almıştır. Bunun için İstanbul Kilisesi
daima Helenizmi himaye etmiştir. Böylece, Slav’ların ve Arap’ların aleyhine dini bir
milliyetçilik yapmıştır158.
İmparator Konstantin’in İmparatorluğunun merkezini Bizans’a (İstanbul’a)
naklettikten sonra, Roma’daki Papalığa karşılık kurdurduğu ve nüfuz sahasını
genişlettiği bu kilisenin, fetihten sonra itibarını kaybettiğini düşünen Rusya,
Moskova’dan, “Üçüncü Roma” olarak bahsetmeye başlamış, Rus Kilisesi de, Bizans
Kilisesi’nin unvanını kazanmak istemiştir. Bu nüfuz rekabeti hala devam etmektedir159.
XVII. Yüzyılda toplanan konsiller (1642’de Lassy’de, 1666, 1667’de
Moskova’da, 1672’de Bethlehem’de birer konsil toplanmıştır.) Ortodoks Kilisesi’nin
sakramental rolünü kabul etmişlerdir. Antakya ve İskenderiye Patrikleri’nin de
katıldıkları Moskova Konsili, Ortodoks Kilisesi’ne hakim olan Rum egemenliğini aşma
çabalarını ortaya koymuştur. Bugün Ortodoksluk hakkında ortaya konan en ciddi
problemlerden biri evrensel kilisenin yapısı problemidir. Uzun zaman, kilise
evrenselliği, genel patrikliğin etrafında birçok milletlerin Apostolik patriklerin
anlaşması içinde ifade edilmiştir. Bunun için, İstanbul Patriği, konsillerde, Antakyalı,
İskenderiyeli, Kudüslü patrikleri daima yanında görmek istemiştir. Bu konsillerin
sonuncusu 1872 yılında İstanbul’da toplanmıştır. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu’nun
zayıflaması, İstanbul Patrikliği’nin de zayıflamasına sebep olmuştur. Hürriyetlerine
kavuşan Balkan Milletleri Rus Kilisesi’nin ve imparatorluğunun desteğiyle, bağımsız
kiliseler haline gelmişlerdir. Neticede birbirine muhalif iki kiliseye ulaşılmıştır.
Bunlardan biri geleneksel İstanbul Kilisesi’dir. Ona göre evrensel kuruluşlar, gerçek
158
159
Mehmet Aydın, “Fener Patrikhanesi ve Ortodoks Dünya”, Zaman, 15 Mayıs 1994, s. 2.
M. Süreyya Şahin, age., s. 308.
74
ayrıcalıklarla hazırlanmış bir cemaat merkezini ihtiva etmektedir. Diğeri ise,
milliyetçilikten doğan Rus Ortodoks Kilisesi’dir. Ona göre ise Ortodoksluk tamamen,
bağımsız kiliselerin bir konfederasyonudur. XIX. Yüzyıldan itibaren Rus Kilisesi,
kardeş kiliseler arasında birinci derecede rol oynamak için, bilhassa yeni kilise fikrini
savunmuştur. İstanbul ile Moskova arasındaki bu kavga daima güncelliğini
korumaktadır.
İstanbul Fener Patriği olan Athinagoras, Ortodoks dünyanın dağınıklığını
gidermek ve Ortodoks birliği kurmak için büyük mücadele vermiştir. Fakat Athinagoras
daha çok Rumlar üzerindeki hukuki velayetini dile getirmiştir. Slav, Gürcü ve Arap
Ortodokslar üzerinde bu velayetini kuramamıştır. Athinagoras’a göre Ortodoks Birliği
bir genel konsilden geçmektedir. Bunun için, 1961, 1963, 1964’te üçü Rodos’ta, biri de
1968’de Cenevre yakınlarındaki Chambesy’de olmak üzere dört Ortodoks Birliği
Konferansı toplanmıştır. Fakat Moskova Patrikliği, İstanbul’a öncelik veren bu
konsilleri kabul etmeyerek kendi başına hareket etmeyi tercih etmiştir. Moskova
Patrikliği, 1969’da cemaatini Katolikler’e açarken ve 1970’te Amerika Bağımsız
Ortodoks Kilisesi’ni kurarken, bütün bunları kendi isteğiyle yapmıştır. Böylece de Rus
Ortodoks Patrikliği, konsil öncesi gelişmeyi tanımamış, kendini tam bağımsız ilan
ederek Ortodoks hareketin en önemli noktasında kendini görmüştür160.
Bartholomeos, patrik seçildiği zaman büyük bir rekabetle karşı karşıya
kalmıştır. Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve Rusya Federasyonu’nun kurulmasından
sonra Moskova Patrikliği giderek güçlenmiştir ve tarihsel olarak eşitleri arasında birinci
kabul edilen İstanbul Patrikliği’ne rakip olmak iddiasındadır. Cemaati kalmayan ve
Türkiye Devleti’nin idaresi altında bulunan İstanbul Patrikliği’nin işlevsel değil,
simgesel bir değer ifade ettiğini ileri süren Moskova Patrikliği en büyük Ortodoks
cemaate sahip olduğu gerekçesiyle makam sırasına göre kendi üstünlüğünü kabul
ettirmek istemiştir.
Sovyetler Birliği’nden ayrılarak bağımsızlığını kazanan devletlerde bulunan
büyük Ortodoks nüfus ve bu devletlerdeki kiliseler, Rusya’nın yeni bir baskısı altına
girmekten çekindikleri için Moskova Patrikliği’nden çok İstanbul Patrikliği’ne
bağlanma eğilimi göstermiş bu durum iki kilise arasındaki sorunları daha da arttırmıştır.
160
Aydın, agg., s. 2.
75
Anlaşmazlık olan kiliselerden bir tanesi Ukrayna Kilisesi’dir. 1686’da
Moskova’ya bağlanana kadar Fener’in yetki alanı içinde olan kilise, 1917’de Rus
Kilisesi Rusya dışına “taşınınca”, 1930’da onu izlemiştir. 1941’de Alman işgali
sırasında tekrar Ukrayna’da örgütlense de gövdenin büyük kısmı 1944’te yine ülke
dışına çıkmıştır. ABD ve Kanada’ya yerleşmiştir. Bu kilise, Ukrayna’da kalan ve
Moskova’ya bağlanan kısımla bir daha ilişki kurmamıştır.
1989’da Gorboçov döneminde kilise Ukrayna’da güçlenmeye başlamıştır. Bu
noktadan sonra da bağımsız olmak ya da Moskova’ya bağlı olmak seçenekleri üzerinde
tartışılmıştır. Kilisenin bağımsızlık isteyen ruhanilerinin, bunu Fener’den talep etmeleri,
Moskova’yı çileden çıkarmıştır. Rus Patriği, Bartholomeos’a sert bir mektup yazarak,
onu “kutsal kilise yasalarını çiğnemek ve faaliyetiyle Ortodoks dünyasını bölmek”le
suçlamış
ve
Ukrayna
Kilisesi’nin
bağımsız
statü
kazanma
girişimlerini
cesaretlendirmemesini istemiştir. Fener, konuyu, Moskova ile ilişkilerini bozmamak
için Rus Kilisesi’nin bir iç sorunu kabul ettiğini açıklamıştır. Moskova da bağımsızlık
isteyen metropolitleri, başta Kiev Metropoliti Filaret olmak üzere aforoz etmiştir. Buna
rağmen başka bir ruhani otorite tarafından tanınmamış olsa da, Moskova’ya bağlı
Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin yanında “bağımsız” bir Ukrayna Kilisesi de
oluşmuştur161.
Diğer kilise ise Estonya Kilisesi’dir. Fener Patriği’nin Estonya Ortodoks
Kilisesi’nin kendi yetki sınırları içinde bulunduğu iddiası sonucu ortaya çıkmıştır162.
Moskova Patriği Aleksios, Patrik Bartholomeos’u Sovyetler Birliği’nden ayrılan
ülkelerdeki ulusal kiliseleri Rusya’nın çatısı altından koparmak istemekle suçlanmıştır.
Bu iddia bir provokasyon ve ihanet girişimi olarak yorumlanmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonunda Baltık ülkeleri Sovyet ordusunca işgal edilinceye
kadar, Estonya Kilisesi özerktir ve İstanbul Rum Patrikhanesi’ne bağlıdır. Stalin bu
toprakları Sovyetlere katınca, Moskova Patrikhanesi de Estonya Kilisesi’nin özerkliğini
ortadan kaldırdığını, artık kendisinin bir dini bölgesi olduğunu açıklamıştır. Estonya
1991’de Sovyetler Birliği’nden ayrılıp bağımsızlığını yeniden elde edince, Estonyalılar
İstanbul Patrikhanesi’ne başvurarak eski dini statülerinin devamını talep etmişlerdir.
Ancak Estonya’daki diğer büyük nüfus grubu Ruslar için bu kabul edilemez bir
161
162
Macar, age., s. 250–251.
Necmi Güzeltuna, “Fener Rus Patriklerin Post Kavgası Kızıştı”, Yeni Şafak, 4 Nisan 1996, s. 9.
76
durumdur. Büyük kavgalar sonucunda iki ayrı kilisenin; Patrikhaneye bağlı özerk
Estonya kilisesi ile Moskova’ya bağlı bir Rus Kilisesi’nin kuruluşu benimsenmiş ve
uygulanmıştır163.
Fener Rum Patriği, Estonya nedeniyle, Moskova Patrikhanesi ile ilişkilerinin
kötüleştiğini kabul etmiştir. Bunun üzerine ilişkileri normalleştirmek için bir heyet
Moskova’ya gitmiş, uzlaşma yolu bulunmuştur. Buna göre Estonya’da Moskova’ya
bağlılığını sürdürmek isteyen cemaat bunu yerine getirebilecek, diğer cemaat ise
Fener’e bağlanacaktır.
Estonya’ya yaptığı ziyarette Bartholomeos, Moskova Patrikhanesi’ne hitaben,
“kardeşimiz Rus Kilisesi anlamalı ki, zaman değişti, 1990 öncesinde değiliz, bunu
anladıkları zaman aramızdaki işbirliği daha ilerleyecek” demiştir. Moskova Patrikhanesi
ise Estonya olayının daha sonra Ukrayna Kilisesi’ni de Moskova’dan koparmayı
amaçlayan bir planın ilk adımı olduğu belirtilerek, hükümetini yardıma çağırmıştır.164
Moskova Kilisesi, Estonya Kilisesi üzerindeki otoritesine meydan okuyuşun
başarılı olması halinde, eski Sovyet bloğuna dahil kiliselerin üzerindeki otoritesinin
daha geniş çapta zayıflamasına yol açılmasından korkmaktadır.
Estonya’lıların bağlanmak için yeniden Fener Patrikhanesi’ni seçmelerinin
anlamı, yalnızca bağımsızlık dönemini çağrıştırması değildir. Bu seçim, onları Rus
milliyetçiliğinin kalesi olarak gördükleri Moskova Patrikhanesi’nden uzaklaştırdığı
oranda, bölgede, “dini hoşgörü” ve “insana saygı” şeklinde algılanan Batı’nın tercih
edilmesinin de bir göstergesidir. Ayrıca Estonya Hükümeti bunun AB üyeliğini
kolaylaştıracak bir adım olduğunu da düşünmektedir. Patrikhane açısından ise bu,
“tarihin önemini” kanıtlayacağı bir güç gösterisidir165. Ekümenik tartışmalarında bunu
Moskova’ya karşı bir zafer olarak değerlendirmek mümkündür.
3.3.2. Ortodoks Kilisesi ve Vatikan Kilisesi’ni Birleştirme Çabaları
1054 yılında Konstantinopel ve Roma Kiliseleri birbirlerinden kopmuş ve
karşılıklı “Aforoz” suçlamaları ile yollarını ayırmışlardır166. Bu süreç, 1894’te Papa
tarafından yapılan ancak sonuçsuz kalan teşebbüse kadar devam etmiştir. Yine bir
163
Macar, age., s. 251.
Güzeltuna, age., s. 9.
165
Macar, age., s. 251–253.
166
Aytunç Altındal, Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri, İstanbul: Alfa Yayınları, 2005, s. 139.
164
77
birleşme teşebbüsü 1962 yılında Papa Yohannes XXIII. zamanında olmuştur. Bu
teşebbüs te Papa’dan gelmiştir167. Katolik, Ortodoks kiliseleri arasındaki yüzyıllardan
beri devam eden sorunu çözmek isteyen Patrik Athinagoras, bu amaçla Papa VI. Paul ile
görüşmek üzere 4 Ocak 1964’te emrindekilerle birlikte Armatör Onassis’in emrine
tahsis ettiği özel bir uçakla Kudüs’e gitmiştir. 7 Ocak tarihinde ikinci bir toplantı daha
yapılmış ve ortak bir bildiri sunularak, görüşme sona erdirilmiştir168. Patriğin gitmeden
önce İstanbul Valisi’ni ziyareti sırasında yaptığı açıklama oldukça ilginçtir. Patrik,
Vali’nin şahsında Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a vedaya geldiğini belirterek
konuşmasında, “Ben Türk’üm ve Türk vatanının hizmetindeyim” demiştir. Gazetelere
de “Sayın Vali’mize vedaya geldim. Vali’den izin almadan hiçbir yere gitmiyorum.
Hatta dua bile etmiyorum” şeklinde bir açıklamada bulunarak yaptığı işlerin ne kadar
birbirine zıt olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Patrik, kiliselerin birleştirilmesi
amacıyla Kudüs’e gitmek istemekle birlikte bu sorunun kolay çözülemeyeceğini
“Kiliselerin birleştirilmesi çok uzak ve kolay olmayan bir ihtimal” sözleriyle ifade
ederek bu konudaki ümitsizliğini belirtmiştir.
Daha sonra Papa İstanbul’a gelmiş ve bu ikinci buluşmada, 1054 yılında Papa
Leon’la Patrik Serularius’un birbirlerine karşı aldıkları dinden çıkarma kararı
kaldırılmıştır.
Athinagoras’ın bu girişimleri kendisinden sonra görev yapan patriklere de
örnek olmuştur. Nitekim Athinagoras’ın ölümünden sonra 16 Temmuz 1972’de patrik
seçilen Dimitrios’un patriklik döneminde de Katolik Kilisesi ile yakınlaşma adımları
atılmıştır. Diğer bir buluşma 1975 yılı sonlarında Vatikan’da gerçekleşmiştir169. Bu
buluşma bir dini tören sırasında meydana gelmiştir ve bundan böyle iyi niyetin
göstergesi olarak Katolikler ve Ortodokslar dini törenlerde birer temsilci bulundurmayı
kararlaştırmışlardır.
Papa II. Jean Paul 28 Kasım 1979’da Türkiye’ye üç günlük resmi ziyarette
bulunmuş ve Fener Patriği I. Dimitrios ile iki defa görüşmüş, ayine katılmıştır. Ayinde
Papa, iki kilisenin anlaşmazlığının çözümlenmesi yolundaki girişimler üzerinde ısrarla
167
Sofuoğlu, age., s. 203.
Toker, age., s. 36.
169
Sofuoğlu, age., s. 205.
168
78
durmuştur170. Bu girişimler her hangi bir birleşmeyi sağlamamakla birlikte iki kilise
arasında yakınlaşmanın meydana gelmesine neden olmuştur. Ancak Fener Rum
Patrikleri’nin bu tür girişimleri Ortodoks dünyasında özelliklede Yunan Kilisesi’nde
tepkiyle karşılanmış ve Vatikan’ın Ortodokslara yönelik faaliyette bulunduğunu
düşünen kiliseler bir araya gelerek durum değerlendirmesi yapmak istemişlerdir.
Bartholomeos’da diğer halefleri gibi iki kilisenin, yani Batı ile Doğu
Kiliseleri’nin tekrar bir araya gelmesi ve dini bir birliğin kurulması için çaba
göstermiştir. Bu kapsamda 29 Haziran 1995’te Vatikan’daki Sen-Piyer (Aziz Petrus)
Kilisesi’nde Papa 2. Jean Paul ile ortaklaşa ayin merasimi yönetmiştir171. Barholomeos
yaşam öyküsünün anlatıldığı bir belgeselde “Bir gün ekümenik Patrik, Roma’daki Papa
olabilir mi?” sorusuna, “Kiliseler birleşirse hiçbir engel kalmaz” yanıtını vermiştir172.
Bartholomeos, Vatikan’da temaslarda bulunduğunda, Papa 2. Jean Paul’ü Türk
Ortodoks Patrikhanesi’nin kuruluş yıldönümü olan 30 Kasım 2004 tarihinde Türkiye’ye
davet etmiş Papa’da bu ziyareti kabul ettiğini iletmiştir. Ancak, Papa’nın sağlık
sorunları nedeni ile bu ziyaret gerçekleşememiştir.
1204’te Haçlı ordularının İstanbul’u yağmalamaları sırasında 4 ve 5.
yüzyıllarda Anadolu topraklarında yaşamış olan Aziz Yuhanna Krisostomo ve İlahiyatçı
Yorgo’ya ait kemik ve giysilerden oluşan kutsal emanetler ortadan kaybolmuş, Kutsal
emanetler Vatikan’ın ünlü Aziz Petrus Bazilikası’nda ortaya çıkmıştır. İki Kilisenin
yakınlaşması çerçevesinde, bu kutsal emanetlerin, 800 yıl aradan sonra İstanbul’a iade
edilme kararının verilmesi de tarihi bir gelişmedir.
Kutsal emanetlerin iadesi için Aziz Petrus Bazilikası’nda düzenlenen törende,
konuşan
Papa,
Bartholomeos’u
“Ekümenik
Konstantinopoli
Patriği”
olarak
nitelendirmiştir. Papa bu konuşması ile Fener Rum Patrikhanesi’nin Ekümenik
isteklerine destek verirken, yüzyıllardır Hıristiyanlığı temsil konusundaki Katolik ve
Ortodoks uzlaşmazlığının çözülmesine yönelikte bir adım daha atmıştır.
Bartholomeos ise yaptığı konuşmada “Bu olay sevgi, adalet ve barışın uzlaşı ve
birleşme ruhu içinde bir araya geldikleri zaman, Mesih’in kilisesi arasında
çözümlenemeyecek bir sorun bulunmadığını göstermektedir. Eski yaraların sarılmasına
170
age., s. 206.
Necmi Güzeltuna, “Katolik-Ortodoks Yakınlaşması”, Yeni Şafak, 1 Temmuz 1995, s. 8.
172
Yıldırım, age., s. 456.
171
79
yönelik bir jest, hakikat ve sevgiye dayalı diyalogu sürdürmeye yönelik bir katkıdır.”
demiştir.
Vatikan sözcüsü Joaquin Navarro-Vals konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “ Bu
jest, XIII. yüzyıldaki haçlı seferleri esnasında kutsal emanetlerin Patrikhane’den alınmış
olmasıyla ilgili Papa tarafından özür dileme hadisesi değildir. Bu, Doğu ve Batı
Kiliseleri arasında, kutsalda birleşme konusunda önemli bir gelişmedir” demiştir173.
Bartholomeos, Vatikan Kilisesi ile yakınlaşma çabalarına Papa 2. Jean Paul’ün
ölümüyle yerine gelen, Papa 16. Benedikt’i Ortodoks Kilisesi’nin kuruluş yıldönümü
olan 30 Kasım 2005 tarihinde Türkiye’ye davet etmesiyle devam etmek istemiştir.
Cumhurbaşkanı Sezer’in bu daveti 2006 yılına çevirmesiyle gerçekleşmemiştir.
3.3.3. Patrikhane’nin Dış Gezileri ve Ziyaretleri
Patrik’in statü olarak hak gördüğü ekümenikliğini tescil ettirmesi maksadıyla
son yıllarda, artan dış gezileri ve ziyaretçi protokolünün yükseldiği gözlenmektedir.
Lozan Antlaşması’na, Anayasamıza, 3335 sayı ve 26.3.1987 tarihli yasaya göre, ayrıca
2908 Sayılı Dernekler Kanunu ve Türk Medeni Kanunu’na göre kurulan, vakıfların
faaliyetlerini düzenleyen 25.7.1970 tarih ve 7–1066 sayılı tüzüğe göre Bakanlar
Kurulu’nun izni olmadan uluslararası faaliyet göstermemesi gereken patrik, son yıllarda
bunların tümünü çiğnemiştir.
1963 yılında Athinagoras’ın gidişinden sonra, Dimitrios, Fener Patriği olarak
ilk defa 13 Kasım 1987’de, Atina’yı ziyaret etmiş174, ardından Polonya’ya gitmiştir.
Patrik Dimitrios, Aralık’ta Kudüs ve İskenderiye Patrikhanelerini ziyaret etmiş ve 6
Aralık 1987’de Vatikan’a giderek Papa’yla buluşmuştur.
Cumhurbaşkanı Özal 15 Aralık 1989’da Patrik’i kabul etmiştir. Yunanistan bu
görüşmeyi överek karşılarken emekli diplomat Çoşkun Kırca, bununla Türkiye
Cumhuriyeti’nin bir geleneğinin bir kere daha yıkıldığını, o güne kadar İstanbul Valisi
ile muhatap olan Patrik’in Cumhurbaşkanı tarafından kabulünden sonra, başka devlet
başkanları ile görüşmesini Türkiye’nin eleştiremeyeceğini yazmıştır175.
173
“Vatikan’dan Fener’e Jest”, 11.12.2005, http://arsiv.sabah.com.tr/2004/11/27/gun99.html
“Fener Patriği Ölümden Nasıl Döndü”, Cumhuriyet, 3 Aralık 1987, s. 4.
175
Köse, age., s. 214.
174
80
Patrik 1990’da ABD’yi ziyaret etmiştir. Bu ABD ziyareti, Patrikhane açısından
bir dönüm noktasıdır. Tarihte ilk defa bir Fener Patriği ABD’yi ziyaret etmiştir. Üst
düzey devlet Başkanı protokolü ile ağırlanan Patrik, Başkan Bush ve ABD’nin üst
düzey görevlileri ve BM Genel Sekreteri Perez De Cuellar ile görüşmüştür. Bush
Patrik’e; “Bugün evrensel ufkunuzu, yani umudu getirdiniz. Bu 250 milyon ruhani
çocuğunuzun ‘ki çoğu dini baskılar altında hayatlarını geçirdi’ hepimizin umududur.
Burada insanların umudunun yükselişini kutluyoruz, özellikle sizi Doğu Avrupa’da
dinleyen o insanların”176 diyerek, Doğu Avrupa ve SSCB’deki Ortodokslara mesaj
vermiştir. Bu mesajın ABD’nin Fener Rum Patrikhanesi’nin konumunu güçlendirerek
Ortodoksların tek hamisi yapma politikası içerisinde değerlendirilmesi gerekir. ABD
böylece Ortodoks dünyasını tek bir kişi kontrolü altına alabilecek ve politikasını
uyguluyabilecektir.
ABD’den dönen Dimitrios, 21 Eylül 1990’da ruhani açıdan kendisine bağlı
Aynaroz’a gitmiştir177. Dimitrios, 1963’ten sonra Aynoroz’a giden ilk patrik olmuştur.
Dimitrios’un 3 Ekim 1991’de 77 yaşında ölümünden sonra, 22 Ekim 1991’de
Patrik seçilen Kadıköy Metropoliti Bartholomeos’un dönemi, Patrikhanenin hızla dışa
açıldığı çok hareketli bir dönem olmuştur178.
Bartholomeos, seçildikten sonra üç buçuk yıl içinde, Moskova’dan
Etiyopya’ya, İngiltere’den Japonya’ya kadar 23 ülkeyi ziyaret etmiştir. Bu yoğun
‘trafikle’ ilgili gerekçesini özetle şöyle ifade etmektedir: “Ben modern bir insanım. Eski
çağlardaki gibi manastıra kapanıp bütün gün dua mı edeyim? Barış için, dini mesajlar
vermek için temaslar yapıyorum.”
Bartholomeos, bir din adamından çok bir diplomat ya da devlet adamı gibi
uluslararası toplantılardan Vatikan’la “diyalog”a kadar bir dizi siyasi faaliyetin
merkezinde yer almıştır. ABD Başkanları’ndan İngiltere Prensi’ne kadar gittiği her
yerde “Bizans İmparatorluğu’nun dini lideri”, “devlet başkanı”, “ekümenik patrik”
olarak karşılanmıştır. Bazı toplantılarda kendisini karşılayanların elinde Bizans bayrağı
da vardır179.
Şebnem Atiyas, “Fener Patriği’nden Geri Adım”, Cumhuriyet, 14 Temmuz 1990, s. 3.
Köse, age., s. 215.
178
Toker, age., s. 36.
179
Yıldırım, age., s. 199.
176
177
81
Bartholomeos, 1992’den beri her iki yılda bir, İstanbul’a bağlı kiliselerin
temsilcileriyle, Fener’de toplanmakta, toplantıda Bizans ilahileri okunmaktadır.
Kiliselerin sorunlarını görüşüldüğü bu toplantılarla, Patrikhane’nin ekümenikliği de
kabul edilmiş olmaktadır.
Bartholomeos, 3–8 Haziran 1992’de de kendisine bağlı olan Aynaroz ve Girit
adalarını ziyaret etmiştir180.
Fener Rum Ortodoks Kilisesi’nin dünya Ortodokslarının yeniden merkezi
durumuna kavuşturulması için bu yönde sürdürülen çabalar çerçevesinde Ekim 1992’de
İngiltere Cartebury Başpiskoposu George Carey İstanbul’a gelmiştir181.
İstanbul Rum Fener Patriği Bartholomeos, Kasım 1992’de Girit’e yaptığı gezide,
devlet töreniyle karşılanmıştır182. Törene Yunanistan Başbakanı Konstantin Miçotakis,
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yannis Verivakis ve ülkenin dört bir yanından
yüzlerce din adamı katılmıştır. Dini görevi nedeni ile bu ziyareti yapan
Bartholomeos’un üst düzey sivil yetkililerinde karşılaması ilgi çekiçidir.
Bartholomeos, 4–23 Kasım 1992’de Mısır ve Suriye’yi ziyaret etmiştir
Fener Patriği 1993 yılında, 12–14 Mayıs’ta Belçika’ya, 10–19 Temmuz’da
Rusya’ya, 5–18 Ağustos’ta Sırbistan ve Romanya’ya, 20–24 Ağustos’ta İsveç’e, 8–12
Eylül’de Bulgaristan’a, 22–29 Ekim Almanya’ya ve 9–13 Kasım’da Galler’e ziyaretler
yapmıştır 183.
19 Nisan 1994’te Avrupa Parlamenterler Birliği’nde konuşma yapması için
çağrıda bulunulmuş ve patrik de bu söz konusu çağrıyı kabul etmiştir. Bartholomeos
Strazburg’ta devlet başkanı gibi karşılanmış ve kendisi evrensel Konstantinopol Patriği
sıfatıyla takdim edilmiştir. Patrik dini giysisi içinde parlamentoda konuşma yapmıştır184.
6–9 Mayıs 1994’te Gürcistan, 17–28 Ekim 1994’te Onikiadalar ve Midilli’yi ve 4
Kasım 1994’te de İtalya’yı ziyaret etmiştir185. Avrupa Parlementosu düzenlemiş olduğu
bu protokol ile Patriğe devlet başkanı gibi davranması ile Ekümenikliğini bir kez daha
tescil ederek Türkiye’ye bir mesaj verdiği açıktır.
Ahmet Gezer, “Bartholomeos, Papa Statüsü Peşinde”, Zaman, 1 Temmuz 1995, s. 11.
“Başpiskopas’a Devlet Başkanı Ağırlaması”, Zaman, 14 Ekim 1992, s. 2.
182
Stelyo Berberakis, “Patrik’e Devlet Töreni”, Hürriyet, 11 Kasım 1992, s. 33.
183
Gezer, agg., s. 11.
184
Sofuoğlu, age., s. 166.
185
Gezer, agg., s. 11.
180
181
82
Fener Patriği uluslararası bir nitelik kazanma ve tanınma arayışında ziyaretleri
çerçevesinde 11–18 Kasım 1994’te Benelux ülkelerini kapsayan ziyareti çerçevesinde
bulunduğu Belçika’da devlet başkanı gibi ağırlanarak, sıkı güvenlik önlemleri ile
korunmuştur. Patrik Belçika Kralı Albert ve AB Komisyonu Başkanı Jacgues Delors ile
de görüşmüştür186.
Amerika ve Avrupa ülkelerinin yanı sıra Yunanistan da Patrikhane’nin
faaliyetlerini yakından takip etmekte ve Patrikhane konusunda Türkiye’ye üzerinde
baskı yapmaya çalışmaktadır. Örneğin 10 Haziran 1994’te NATO Konseyi toplantısına
katılan Yunanistan Dışişleri Bakanı Karalos Papulyos Türkiye Dışişleri Bakanı Hikmet
Çetin’e Patrikhane’nin güvenliğinden kaygı duyduğunu ve Patrikhane için özel bir
konum tanınması gerektiğini belirtmiştir. Aynı günlerde ABD Dışişleri Bakan
Yardımcısı Stephan Oxman ile Yunan Dışişleri Bakanı Papulyus Patrik Bartholomeos’u
ziyaret etmiştir187.
1995 yılında ise 11–21 Ocak’ta Etiyopya’ya, 3–13 Nisan’da Japonya ve Güney
Kore’ye, 30 Nisan’da İngiltere’ye 9–15 Mayıs’ta İsrail’e ve 27 Mayıs–5 Haziran’da ise
Finlandiya ve Norveç’e ziyaret yapmıştır188.
Uzak Doğu’daki küçük cemaatlerin bir merkezden koordinasyonunu
sağlayabilmek için Patrik Hong Kong’da Kasım 1996’da bir metropolitlik açmıştır189.
Amerikan Ortodoks Başpiskoposluğu’nun 75’inci Kuruluş Yıldönümü
kutlamalarına katılmak için ABD’ye giden Patrik Bartholomeos, Clinton ve Yardımcısı
Al Gore, Temsilciler Meclisi Başkanı Gingrich ve Dışişleri Bakanı Albrigt ile
görüşmüştür190.
ABD Başkanı Bill Clinton da eşi Hillary ve kızı Chalsea ile Fener Rum Patriği
Bartholomeos’u ziyaret etmiştir. Başkan Clinton, Bartholomeos’un makamında yaklaşık
25 dakika görüşmüştür191. ABD Dışişleri Bakanı Madeline Albriht’ın da hazır
bulunduğu, Clinton’un ziyaretinden önce, Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis ve eşi
ile Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu da patrikhaneyi ziyaret etmesi Patrik üzerindeki
şüpheleri bir kez daha arttırmıştır.
“Bartholomeos Devlet Başkanı Gibi”, Zaman, 13 Kasım 1994, s. 1.
Sofuoğlu, age., s. 214.
188
Ahmet Gezer, “Bartholomeos, Papa Statüsü Peşinde”, Zaman, 1 Temmuz 1995, s. 11.
189
Köse, age., s. 216.
190
Fuat Kozluklu, “Patrik’e Büyük İtibar”, Cumhuriyet, 21 Ekim 1997, s. 9.
191
Aziz İlgazi, “Patrikhane’ye Büyük İlgi”, Türkiye, 18 Kasım 1999, s. 10.
186
187
83
Daha sonra Fener Rum Patriği Bartholomeos’u ziyaret eden Yunanistan
Genelkurmay Başkanı Paragioudakis, görüşmenin ardından yaptığı açıklamada, Yunan
halkı ve silahlı kuvvetlerinin büyük çoğunluğunun Ortodoks olduğunu, Patrik
Bartholomeos’a Yunan ordusu ve halkının saygılarını sunmak için geldiklerini
söylemiştir192.
Patrikhane 2000 yılını Hıristiyan alemi açısından kutsal sayılan yerlerden olan
İznik’teki Ayasofya Müzesi’nde yapılacak “Noel ayin”i ile kapatmıştır193. Değişik
ülkelerden gelen 15 Ortodoks patriğinin katılımıyla yapılan törende Yunan Dışişleri
Bakan Yardımcısı Gregory Niotis de hazır bulunmuştur. İskenderiye, Suriye, Sırbistan,
Romanya, Bulgaristan, Gürcistan, Yunanistan, Polonya, Arnavutluk, Çek Cumhuriyeti,
Finlandiya ve Estonya’dan gelen patriklerin de katıldığı töreni Fener Rum Patrikhanesi
Patriği Bartholomeos yönetmiştir. Törene ABD, Yunanistan, Romanya, Finlandiya,
Yugoslavya, İngiltere, Hollanda, Ukrayna konsolosları ve Türkiye Ermenileri Patriği
Mesrob II ile çeşitli ülkelerden gelen din adamları ve akademisyenler katılmıştır194.
Bartholomeos faaliyetlerini ve gezilerini sürdürürken İslam ülkelerini de ihmal
etmemiştir. Bu amaçla Kültür Bakanı Ahmet Mescit Camei’nin davetlisi olarak Ocak
2002’de 4 günlük resmi bir ziyaret için İran’a gitmiş ve 12 Ocak 2002’de İran
Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi ile bir araya gelmiştir. Fener Rum Patriği
Bartholomeos, İran’daki Rum Ortodoks cemaati kilisesini ziyaret etmiştir. Kültürler ve
dinler arası uyum çalışmaları nedeniyle Cumhurbaşkanı Hatemi’ye teşekkür eden
Bartholomeos, 11 Eylül olaylarından sonra dinler arası hoşgörüye daha fazla ihtiyaç
duyulduğu belirtmiştir. Hatemi ise görüşmede, insanların çektikleri acıların maneviyat
eksikliğinden kaynaklandığını ifade ederek, insanlar için barış dolu yoksulluktan ve
adaletsizlikten uzak bir dünya umudunu dile getirmiştir195. İran Cumhurbaşkanı
tarafından kabul edilmesi bir kez daha Patriğin devlet başkanı statüsünde olduğunu
göstermesi açısından önemlidir. Patrik böylece Türkiye’ye bir kez daha mesaj vermiştir.
Patrik İran’dan sonra ABD’den gelen özel uçak ile ABD’deki Ortodoks
Başpiskoposluğu’nun kuruluşunun 80’inci yıldönümü kutlamalarına katılmak amacıyla,
Amerika’ya gitmiş ve devlet başkanı gibi karşılanmıştır. Bartholomeos 5 Mart 2002
“Bartholomeos’a Ziyaret”, Hürriyet, 14 Eylül 2000, s. 25.
“İznik’te Tarihi Buluşma”, Hürriyet, 26 Aralık 2000, s. 17.
194
Süleyman Arat, “Büyük Zirve”, Hürriyet, 26 Aralık 2000, s. 17.
195
“Bartholomeos, Hatemi İle Görüştü”, 15.02.2006, http://www.ntvmsnbc.com/news/129669.asp
192
193
84
tarihinde Beyaz Saray’da ABD Başkanı George Bush ile görüşmüştür. Fener Rum
Patriği Bartholomeos, “Başkan Bush ile neler konuşacaksınız?” sorusu üzerine, “Dinler
arası diyalog, barışın sağlanmasında dinin rolü ve katkısı, din özgürlüğü ve insan gibi
hepimizi ilgilendiren konuları ele alacağız”. Bir başka soruya da “Maalesef Heybeliada
Ruhban Okulu’nun açılması için Ankara’yı ikna etmeyi daha başaramadık. Okulun
yeniden açılması Ankara’nın çıkarlarına aykırı değildir. Demokrasi, insan hakları ve din
hürriyeti bu okulun açılmasını gerektirmektedir. Biz yine iyimseriz”196 demiştir.
Patrik dış gezilerini daha da ileri götürerek, Yunanistan’ın isteği ile
ekümeniklik sıfatının uluslararası alanda tanınması için Küba’yı ziyaret etmiştir197.
Bartholomeos’un Yunan yardımıyla yaptığı Küba ziyareti, Atina’da “Rum Patriğin
Evrensel olma çabalarına katkı” olarak değerlendirilmiştir. Yunan Hükümeti
Bartholomeos’un
Küba’ya
gitmesini
sağlayarak,
Fener
Rum Patrikhanesi’nin
uluslararası alanda tanınmasını ve böylece Patriğin evrenselleşmesini sağlarken, bir
yandan da Patrikhane üzerindeki gücünü pekiştirmek istemiştir.
ABD Başkanı Bush Türkiye ziyaretinde, İstanbul’daki temaslarına dini
liderlerle görüşerek başlamıştır. “Dini mozaiğin Türkiye’nin en büyük zenginliği”
olduğunu belirten Bush, dini liderlerin kendisine vakit ayırmasından dolayı onur
duyduğunu da sözlerine eklemiştir. Görüşmenin ardından Fener Rum Patrikhanesi’nde
gazetecilerin sorularını yanıtlayan Patrik Bartholomeos, Bush’un “Dini mozaik çok
önemlidir. Bunun sürebilmesi için bütün dinlerin kendi din adamlarını yetiştirebilmesi
lazım”198 dediğini söyleyerek Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması için bir kez daha
girişimde bulunmuştur.
Almanya Federal Meclisi İttifak 90/Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Claudia Roth,
Türkiye ziyaretinde Ankara’da hükümet yetkilileriyle görüştükten sonra, beraberindeki
heyet ile Fener Rum Patrikhanesi’ni ziyaret etmişlerdir199. Roth, burada basın
mensuplarına ziyaretlerine ilişkin yaptığı açıklamada, “Biz reformların ne kadarının
hayata geçirilip geçirilmediğini incelemeye geldik. Biz nerelerde ışık görünüyor,
nerelerde karanlık noktalar var, onları tespit etmeye geldik. Şunu söyleyebilirim ki; ışık
gördük ki buradayız. Azınlık konusu gibi bazı konularda hala sorunlar yaşanıyor”
Faik Kaptan, “ABD’den Özel Uçak Geldi”, Hürriyet, 5 Mart 2002, s. 19.
“Ekümenlik Atağı”, Hürriyet, 23 Ocak 2004, s. 24.
198
“Türkiye’nin Siyaseti Laik İnancı Güçlü”, Sabah, 28 Haziran 2004, s. 24.
199
“Roth: Karanlığı ve Işığı Görmeye Geldik”, Sabah, 4 Kasım 2004, s. 26.
196
197
85
açıklamasıyla Patriğin Türkiye’yi şikâyet ettiği, Türkiye’den istekleri konusunda da
destek istediği ortaya çıkmıştır.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman’ın 2004 yılı Aralık ayı içerisinde
Rum Ortodoks cemaatinin liderlerine verdiği resepsiyona200, Fener Rum Ortodoks
Patriği Bartholomeos’un (Bartholomeos’un kullandığı tam unvan “Tanrı’nın rızasıyla
Konstantinopolis, Yeni Roma Başpiskoposu ve Ekümenik Patrik) “ekümenik” ünvanı
ile çağrılması Türkiye’de rahatsızlık yaratmış ve davet Türk Hükümet yetkilileri
tarafından boykot edilmiştir.
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Richard Boucher Türk boykotunu “not”
ettiklerini belirterek kendilerinin evrensel sıfatını tanımasını “Patrik’i hem Türkiye
içinde hem de dışında birçok kişinin lideri sayıyoruz.” sözleriyle açıklamıştır201.
Resepsiyon krizi Türkiye gündemine oturmuş ve büyük tepki uyandırmıştır. ABD’nin
Patrikhane’nin evrenselliğini desteklediğini ve Lozan Antlaşması’nı da imzalamamakla
tanımadığının önemli bir göstergesidir.
Makedonya Cumhuriyeti Başbakanı Vlado Buçkovski, Fener Rum Patriği
Bartholomeos’u ziyaret etmiştir. Bartholomeos Buçkovski’ye Makedonya’nın AB’ye
dahil olmak amacıyla başlattığı çalışmaların başarılı olması ve bir an evvel AB
camiasına dahil edilmesi için dua ettiklerini dile getirmiş, “Türkiye’nin de bu camiaya
en kısa zamanda takdim edilmesi için de dualar ettik” demiştir202.
Almanya Başbakanı Gerhard Schröder’in Türkiye ziyareti Alman basınında
geniş yer almış, Der Tagesspiegel “Türkiye’nin, dini özgürlükler dışında, Avrupa
normlarının uygulanmasından bu denli uzak olduğu başka bir konu neredeyse yok”
yorumunu
yapmıştır.
Patrikhane’nin
tüm
dünyadaki
330
milyon
Ortodoks
Hıristiyan’ının dini merkezi olduğunu belirterek “Ancak futbol kulüplerinden daha az
hakka sahip” demiştir. Gazete, Türkiye’nin AB’ye girebilmesi için din ile devlet
arasındaki ilişkileri yeniden düzenlemek zorunda olduğunu da savunmuştur.
Fener Rum Patriği’nin, bilerek Türkiye’yi güç durumda bırakan başka bir
girişimi ise, Papa 16. Benedikt’i 2005 yılı içinde Türkiye’ye resmi ziyaret için davet
etmesidir. Devlet Başkanı statüsünde olan Papa’nın bu daveti kabul etmesi durumunda
“Ekümenik Sıfatı Tartışması Yeniden”, Sabah, 2 Aralık 2004, s. 29.
Yasemin Çongar, “Amerika ‘Not’ Etmiş’, Milliyet, 4 Aralık 2004, s. 21.
202
Ali Özlüer, “Makedon Liderden Patriğe Ziyaret”, Sabah, 17 Mart 2005, s. 23.
200
201
86
Patrik, ekümenikliğini bir kez daha tescil ettirmiş olacaktır. Bu girişim Cumhurbaşkanı
Sezer’in Papa’yı 2006 yılında Türkiye’ye davet edilmesi ile engellemiştir. Türkiye’nin
olası ziyaret için 2006 yılını uygun görmesi, başta İtalyan basını olmak üzere Avrupa
basınında tepkiyle karşılanmıştır. Patrik bu daveti ile Türkiye’yi Katolik dünyası ile
karşı karşıya getirmiştir.
Başbakan vekili Mehmet Ali Şahin, “Fener Rum Patriği Bartholomeos’un Papa
16. Benediktus’u Ortodoks Kilisesi’nin her yıl geleneksel olarak 30 Kasım’da kutladığı
Aziz Andreas Yortusu’na iştirak etmek üzere İstanbul’a davet etmesini ‘uygun
bulmadıklarını’ söylemiştir”203.
Bartholomeos çok sık olan yurt dışı gezilerini kamuoyundan gelecek tepkileri
azaltmak için ‘iadeyi ziyaret’ maskesi altında gerçekleştirmektedir.
Dış gezilerinin ve ziyaretçi kabullerinin gerçek amacı Patrikhane’nin
etkinliklerine siyasal ve uluslararası boyut kazandırma yönündeki çabalarına destek
aramaktır. Bartholomeos gittiği ülkelerde bu desteği alarak sadece dini liderlerle değil
Devlet Başkanları ve Hükümet yetkilileri ve siyasal liderlerle de görüşmeler yapmıştır.
“Ekümeniklik”
iddiaları
çerçevesinde
“Ortodoksların
lideri”
olmaya
çalışan
Bartholomeos, böylece dünya Ortodokslarını, Vatikan gibi Fener Patrikhanesi’nin çatısı
altında toplayabilecektir.
3.3.4. Çevre Toplantıları
3.3.4.1. Çevre ve Vahiy Sempozyumu (23 Eylül 1995)
Patrikhane çevre toplantılarını ilk olarak 1990’da Girit’te bir tarafı Yunan
kökenli olan Edinburgh Dükü Prens Philip’in yaptığı açılış konuşmasıyla başlatmıştır.
Patrik Dimitrios Kilise takviminde yılbaşı olan 1 Eylül’ü “çevre günü” ilan etmiştir. Bu
tarihten sonra hemen her yıl Heybeliada’da Ruhban Okulu’nda çevre toplantıları
sürdürülmeye çalışılmıştır. Prens Philip 31 Mayıs 1992’de Patrik Bartholomeos’u bu
etkinlikler çerçevesinde ziyaret etmiştir.
Patrik Bartholomeos, hem patrikhanenin varlığını gündemde tutmak hem de
ekümenikliğini “hatırlatmak” için seminerler tertiplemiştir. Fener Patrikhanesi, dünyada
203
“Patrik’in Papa Daveti Uygunsuz, Sezer’in Daveti İse Kendi Takdiri”, Vatan, 18 Eylül 2005, s. 19.
87
giderek yayılan çevrecilik hareketleri ile bir bağlantı kurarak bir popülarite
sağlamıştır204.
1994’te Fener Patrikhanesi, İstanbul’da tüm Ortodoks ruhanilerinin de katıldığı
“Dünya Barışına Katkı” amacıyla bir toplantı düzenlemiştir. Patrikhanenin bu girişimi
basının da olağanüstü yaklaşımıyla, dünya kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştır. Bu
hava içerisinde toplantıya Diyanet İşleri Başkanımız M. Nuri Yılmaz da katılmıştır.
Toplantının sonunda, patriğin gerçek niyeti ortaya çıkmıştır. Toplantı İstanbul’da
olmasına rağmen, Patrik Dimitri Bartholomeos’un ısrarıyla Sonuç Bildirisi’nde İstanbul
kelimesi kullanılmamıştır. Konstantinopolis ismi de verilemeyeceğinden, bildiri
“Boğaziçi Deklarasyonu” ismiyle yayınlanmıştır. Hazırlanan İngilizce metinde ise
Bartholomeos için “Ekümenik Patrik” ünvanı kullanılmıştır. İstanbul’daki ilk toplantı
amacına ulaşmış, Patrikhane’nin ekümenikliği tescil ettirilmiştir.
Ekümenik Patrik ifadesinin uluslararası seminer, sempozum ve yazışmalarda
kullanılması Türkiye için sakıncalıdır. Bu ifade Lozan’a da aykırıdır. Patrikhane’nin
görevi sadece Rum vatandaşlarımızın dini ibadetleri ile sınırlıdır. Aynı zamanta T.C.
Anayasası’na da aykırıdır. Laik bir hukuk devleti içerisinde evrensellik iddia eden bir
dini kuruluş kabul edilemez.
Patrikhane’nin
neden
çevreyle
ilgilendiğine
ilişkin
sorulara
Patrik
Bartholomeos “çevre sorunu aynı zamanda teolojik bir sorundur.” şeklinde yanıt
vermektedir. Her ne kadar çevre de teolojik bir sorundur dense de bu seminerlerin
sonucu olarak yukarıdaki kaygıların gözetildiği söylenebilmektedir.
“Vahiy ve Çevre Sempozyumu” 22–26 Eylül 1995’te Ege’de gerçekleştirilerek
Patmos’da sonuçlandırılmıştır. Tören günü Patmos Adası, Doğu Roma ve Yunanistan
bayraklarıyla donatılmıştır. Patriği Patmos Adası’na götüren Yunanistan’ın sağladığı
“Aleksandros1” (İskender) adlı yat, Çanakkale Boğazı’ndan çıktıktan sonra iki
Yunanistan savaş gemisince karşılanmış ve törenin yapılacağı adaya dek kendisine eşlik
edilmiştir. Patrik, devlet başkanı protokolüyle karşılanmış, 21 pare top atılmış, Yunan
marşı çalınmış ve bir Korgeneralin eşlik ettiği askeri kıtayı teftişi sırasında, askerleri
selamlarken, elindeki haçı havaya kaldırarak onları kutsamıştır205.
204
205
Köse, age., s. 219.
Ferai Tunç, “Patriğe Devlet Töreni”, Hürriyet, 24 Eylül 1995, s. 4.
88
O günün parasıyla 200 milyar liraya mal olan Patmos Adası’ndaki “Çevre”
toplantısını, Yunan Bakanlar Birliği finansa etmiştir206.
Toplantıya ABD Başkanı Clinton’un çevreden sorumlu Yardımcısı Timoty
Worth ile İngiltere Prensi Philip başta olmak üzere birçok devlet ve siyaset adamının
yanı sıra, Türkiye’den de bazı iş adamları ve Profesörler katılmıştır207.
Bu toplantının adı “Vahiy ve Çevre Sempozyumu” olduğu halde, toplantının
seyri ve “Sonuç Bildirgesi” tamamen Patrikhane’nin ekümeniklik statüsünü tescil
ettirmeye çalışmaktadır208. Bu durum Türkiye’de tepkiyle karşılanmış ve daha önce
toplantıya
katılacağını
açıklayan
Diyanet
İşleri
Başkanı
Yılmaz
toplantıya
katılmamıştır. Toplantıda yapılan açıklama, sadece Ankara’da değil Moskova’da da
tepkiyle karşılanmıştır209.
Sonuç bildirgesi bu sefer açık olarak “Ekümenik Konstantinople Patriği” imza
ve ünvanıyla yayınlanmıştır. Patrik böylece “Dünya Barışına Katkı” amacıyla
düzenlediği toplantıda kullanamadığı ünvanını bu toplantıda açıkça ilan etmiştir.
3.3.4.2. Din, Bilim ve Çevre Sempozyumu (20–28 Eylül 1997)
Fener Patrikhanesi’nin Ortodoks dünyasının manevi lideri olduğunu dünya
kamuoyuna adeta tescil ettirmek için, son derece ince hesaplar yapılarak düzenlenen bir
başka sempozyumdur210.
Karadeniz’e kıyısı olan 6 ülkenin limanlarında yapılan ve Selanik’te sona eren
1,5 milyon dolarlık Karadeniz konferanslar dizisi işte bu girişimin ikincisidir ve bu kez
“Din, Bilim ve Çevre” adını almıştır. Sempozyum, Girit’li bir armatöre ait olan
Yunanistan bandıralı Elefterios Venizelos Gemisi’nde gerçekleşmiş ve ilk durak olarak
Trabzon Limanı seçilmiştir.
20 Eylül 1997’de başlayan “Din, Bilim ve Çevre Sempozyumu”, 28 Eylül
1997’ye kadar devam etmiş ve Batum, Novorossisk, Yalta, Odessa, Köstence, Varna,
İstanbul ve Selanik limanlarında birer oturum gerçekleştirilmiştir. Bu limanların hepsi
Pontuslu
Rumların
göç
ettiği
bölgelerdir.
206
Venizelos
Yıldırım, age., s. 217.
“Patriğin Cihan Rüyası”, Zaman, 25 Eylül 1995, s. 10.
208
Erhan Başyurt, “Cihan Patriği Tartışması”, Zaman, 27 Eylül 1995, s. 4.
209
Toker, age., s. 38.
210
Mehmet Çelik, age., s. 138.
207
89
Gemisi’nde
Karadeniz
Bölgesi’nden “Pontus” diye bahsedilen bir tarihi haritanın da dağıtılması sempozyumun
gerçek amacını açıkça ortaya koymaktadır.
Sempozyum, Avrupa Birliği’nin yürütme organı olan Avrupa Komisyonu’nun
Başkanı Jacques Santer ve Fener Rum Patriği Bartholomeos’nun himayesini
sağlamıştır. Avrupa Komisyonu’nun yanı sıra, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler
Çevre Programı ve Yunanistan Ticaret Bankası’nın da desteğini alan sempozyumda
300’ün üzerinde katılımcı ve 107 gazeteci yer almıştır211.
Bu sempozyuma ısrarlı davetlere ve hatta baskılara rağmen Vatikan temsilci
göndermemiş, Rus Patriği Alexiy II de katılmadığı gibi, temsilci de göndermemiştir.
Fener Patriği’nin görüşme isteğini de ancak kendi makamında Bartholomeos’u kabul
ederek yerine getirmiştir. Bu durum Fener Patriği’nin Ortodoks dünyasının ruhani lideri
olduğu iddiasına, Rus Patriğin tepkisi olarak yorumlanmıştır212. Görüşmede; “ikili
ilişkiler, Ortodokslar arası işbirliği ve Pan-Ortodoks birliğinin yanı sıra Heterodoksi
(Kilisenin koyduğu kurallara muhalefet) problemleri üzerinde durulacağı” belirtmiştir.
Sempozyum için Kosta Karras, Eleftherios Venizelos adlı gemisini, Rahmi Koç
da özel uçağını tahsis etmiştir. THY katılımcılara yarı fiyat uygulamıştır. Venizelos
gemisinin İstanbul ve Trabzon limanlarında ödemesi gereken 100 bin dolar
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in talimatıyla alınmamıştır213.
Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol ise, çevre gezisinin
“ABD’nin tezgahı” olduğunu belirterek, “Bazı devlet görevlileri ve siyaset adamları ile
Fener Patrikhanesi’nin bölücü ve irticai faaliyetlerinin içinde olduklarını” söylemiştir.
Erenerol, Bartholomeos’un ekümeniklik iddiasıyla bir devlet kurmak istediğini de ifade
etmiştir.
Sempozyumun sonuç bölümü de ilginç gelişmelere sahne olmuştur.
Karadeniz’le hiçbir ilgisi olmayan Selanik, böyle bir sempozyumda çok önemli olaylara
ev sahipliği yapmıştır. Sempozyumun sonuç bildirisinin okunduğu Selanik Üniversitesi
Filozofi Okulu’nun konferans salonunda, Fener Patriği Bartholomeos’un arkasında
Gürcistan, Romanya ve Bulgaristan patrikleri yer alırken, bölünmüş durumdaki
Ukrayna Patrikliği’nden kimse bulunmamıştır. Ortodoks dünyasındaki hiyerarşide
211
“Din, Bilim ve Çevre Sempozyumu (20–28 Eylül 1997)”,
http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/din_bilim_cevre.html
212
Çelik, age., s. 139.
213
Yıldırım, age., s. 222.
90
“Atina Başpiskoposluğu” ile çok alt sıralarda yer alan Yunanistan, 35 yıl aradan sonra
ilk kez Selanik’e gelen bir Fener Rum Patriği’ni “devlet töreni” ile karşılayarak,
Patrikhane’nin Ortodoks dünyasına yönelik projesine destek vermiştir. Yunanistan
Cumhurbaşkanı Stefanopulos, Selanik’teki devlet töreninde, iki yıl önce İngiltere Prensi
Philip’in kullandığı sözlerin bir benzerini konuşmuş; “Ortodoks Kilisesi’nin
günümüzün dünyevi sorunları ile de ilgilendiğini ispat ediyorsunuz.” demiştir214.
Sempozyuma katılanlar, 28 Eylül 1997 günü öğleden sonra saat 14’te,
Selanik’te Doğu Roma İmparatorluğu döneminde inşa edilmiş olan Ayios Dimitrios
Kilisesi’nde yapılan dinsel törene de katılmışlardır.
Patrik Bartholomeos’nun yönettiği dinsel törende Selanik Kilisesi’nin
Başpapazı Hz. İsa’nın tutsak İstanbul’u Türk işgalcilerin ellerinden kurtarması için dua
ederek Doğu Roma İmparatorluğu’nun merkezi olan İstanbul’daki Patriklikte
gerçekleştirilemeyen bu törenin Doğu Roma İmparatorluğu’nun ikinci başkenti olan
Selanik’te yapılmasının büyük anlam taşıdığını belirtmiştir. Bartholomeos dinsel töreni,
üzerinde çift başlı Doğu Roma kartalı bulunan altın kaplamalı bir tahttan yönetmiştir.
Patriğin tahtının iki yanında bulunan yine üzerinde Doğu Roma İmparatorluğu’nun
simgeleriyle süslenmiş tahtlardaysa Bulgaristan, Sırbistan ve öbür kimi Balkan
ülkelerinin Başpapazları oturmuştur. Kilisede yaratılan görüntü, Ortodoks Doğu Roma
İmparatorluğu ve ona bağlı Balkan ülkelerindeki eyaletlerinin başında bulunan kilise
temsilcilerinin bir araya gelişleri biçimindedir215. Törende yapılanlar yıkılan Bizans
İmparatorluğu’nun Fener Rum Patrikhanesi’nin içinde yaşatılmaya çalışıldığının
göstergesi olarak düşünülebilmektedir.
İstanbul Fener Ortodoks Rum Patrikhanesi’nin, Hz.İsa’nın doğumunun,
2000’inci yılı kutlamaları nedeniyle düzenlediği, ‘Dünyanın ve İnsanın Yaradılışı–2000
Yılının Etki ve Sorunları’ konulu uluslararası konferans 28 Ağustos–2 Eylül 2000
tarihleri arasında yapılmıştır. Toplantıya, Yunanistan, Fransa, ABD, İngiltere, Almanya
ve Türkiye’den 150’ye yakın din adamı ve tıpçı katılmıştır216.
214
http://www.inaf.gen.tr/turkish/newslet/tn001.htm 16.02.2006
“Atatürk’ün Tanımlamasıyla ‘Bir Fesat ve İhanet Odağı’ Olan Fener Rum Patrikliği ve Etkinlikleri”,
16.02.2006, http://www.gizlitarih.com/index.php?e=247
216
Cahit Akyol ve Tamer Yüksel, “Patrikhaneden Din Konferansı”, Hürriyet, 29 Ağustos 2000, s. 26.
215
91
3.3.5.
Patrikhane
Binalarını
Genişletme
ve
Kiliselerini
Onarma
Faaliyetleri
Patrikhane 21 Eylül 1941’de elektrik kontağından çıkan büyük bir yangın
geçirmiş ve tarihi büyük ahşap binasını kaybetmiştir. 1962’de Patrikhane binası için
yapılan yeniden inşa izni başvurusu ise reddedilmiştir217.
1986 yılında başbakan sıfatıyla Hindistan’ı ziyaret eden Turgut Özal’ı orada
bulup görüşen eski ABD Başkanı Jimmy Carter, Özal’dan Fener Patrikhanesi’nin bina
genişletme amacıyla yaptıracağı inşaata engel olunmamasını istemiştir. Özal bu ricayı
yerine getirmiştir218.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklı Yüksek
Kurulu’nun 1768/30.1.1986 ile 2294/20.6.1986 sayılı ve tarihli kararıyla “Patrikhane
binasının iç değişikliklerle ihyası” uygun görülmüştür. Ancak bu arada ilginç bir durum
saptanarak, tapu kayıtlarında Patrikhane gayrimenkulünün malik hanesinin “boş”
olduğu anlaşılmıştır. Belediyenin 8 Nisan 1987 tarih ve 87/3313 sayılı kararıyla
Patrikhane’ye inşaat ruhsatı verilmiş, böylece 3.700 metrekare sahada, 4 dev blok inşa
edilmiştir.
Kuzey ve Güney Başpiskoposu İakovos, “Patrikhane’nin yeniden inşa edilmesi
durumunda ABD Kongresi’nin Ermenilerle ilgili soykırım tasarısını önlemeye
çalışacağız” demiştir. İznin verilmesinden kısa bir süre önce de basında küçük bir haber
yer almıştır: İakovas son zamanlarda, ABD’deki Ermeni lobisine karşı tavır almış,
Ermeni soykırımı ile ilgili Amerikan Kongresi görüşmelerinde destekleyici “hiçbir
gayret göstermemiştir”. Ermeni Katholikosu Vasken’in ABD ziyaretinde, onunla
görüşmekten kaçınmış, bu nedenle de Ermeni lobisini kızdırmıştır.
Yeni bina, 17 Aralık 1989’da büyük bir törenle açılmıştır. İnşaatın masraflarını
ünlü Yunan sanayici Panayiotis Angelopulos karşılamıştır. Daha sonra, Onassis Vakfı,
bu konuda gösterdiği çabalar için Carter’a 1991 Aristoteles ödülünü vermiştir219.
ABD’nin baskısıyla kanunda yapılan değişiklik ile Patrikhane ve Azınlık
Vakıfları’na hibe yoluyla taşınmaz mal sahibi olma imkanları tanınmıştır. Böylece
217
Macar, age., s. 231.
Köse, age., s. 212.
219
Macar, age., s. 231.
218
92
Patrikhane ve Ayasofya etrafındaki bina, işyeri ve arsalar Rumlar ve bilhassa Türk iş
adamları tarafından satın alınarak Patrikhane’ye hibe edilmektedirler.
Patrikhane’nin sahip olduğu arazi 5.520 m2’dir. Hibe yoluyla sahip olduğu
arazi ise 4.000 m2’dir. Ayrıca Patrikhane’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait 600
m2’lik araziyi de yıllardır kullandığı Fatih Belediyesi’nce oluşturulan bir heyet
tarafından tesbit edilmiştir. Bu durumda patrikhane yaklaşık 11 bin m2’lik bir araziyi
kontrolü altında tutmaktadır220. Böylece Patrikhane Vatikan gibi bir dini devlet olma
yolunda çizdiği planda en önemli adımı atarak gerekli olan araziye sahip olmaktadır.
Kiliseleri onarma ve yeniden açma yönünden de Patrikhane’nin çabaları hız
kazanmıştır. Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos’un göreve seçildiği 1991 yılından bu
yana restorasyonunu gerçekleştirdiği 10’dan fazla Rum Ortodoks kilisesine bir yenisi
daha eklemiş, Beyoğlu’ndaki Aya Kostandinos ve Eleni Kilisesi 18 ay süren
restorasyon çalışmasının ardından Patrik Bartholomeos’un yönettiği Pazar ayiniyle
hizmete açılmıştır.
İstanbul’da bulunan 80 kadar irili ufaklı Rum Ortodoks Kilisesi’nden biri olan
19. yüzyıldan kalma “Aya Kostandinos ve Eleni Kilisesi”nin restorasyonu Beyoğlu
Rum Ortodoks Vakfı, Yunanistan “Commercial Bankası” ve zengin Yunanlı
hayırseverlerin katkılarıyla gerçekleşmiştir. Patrik Bartholomeos’un sağ kolu Theoliptus
ise yaptığı açıklamada, İstanbul’da sadece 1.500–2.000 kadar Rum kalmasına rağmen
kilisenin restorasyon çalışmalarının azim ve sebatla sürdürüldüğünü belirtmiştir.
Patrikhane’de görevli din adamlarından 72 yaşındaki Agathangelos; “Bu kilise beş kişi
ya da 20 kişiye hizmet verse bile fark etmez. Bu yolda devam edeceğiz” diyerek
cemaatin sayısı giderek azalsa da Patrikhane’nin Rum Ortodoks Kiliseleri’ni restore
ederek hizmete açmaya devam edeceğini belirtmiştir221. Cemaati olmayan kilisenin
neden açıldığı ise düşündürücüdür.
Fener Rum Patriği Bartholomeos 2000 yılının Mayıs ayı içinde Eğridir
Gölü’ndeki adacıkta onarılan tarihi Rum Kilisesi ile Avanos’taki Yeraltı Kiliselerini de
açarak açık hava ayinini yönetmiştir222.
Sami Emirhan, Fener Rum Patrikhanesinin Dünü Bugünü Yarını, İstanbul: Harp Akademileri
Basımevi, 1995, s. 33.
221
Köse, age., s. 213,
222
Muammer Elveren, “İftira Ediyorlar, Yalan Yazıyorlar”, Hürriyet, 5 Mayıs 2000, s. 14.
220
93
Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos, Fethiye Kayaköy’deki kilise
restorasyon çalışmalarından memnun olduğunu belirtmiş “Atina’ya mutlaka cami
yapılmalı” açıklaması223 ile sanki tepkileri azaltmak istemiştir.
Fener ve Balat Semtlerinin Rehabilitasyonu Projesi
Balat-Fener Rehabilitasyon Projesi ile Sur içi İstanbul’un Bizans ve Hıristiyan
kimliğinin öne çıkarılıp tarihi zemine uygun olarak yeniden düzenlenmesi ile kültür ve
din merkezi olan eski Ortodoks Konstantinapol’ün bir metropol olarak yeniden ihya
edilmesi plalanmaktadır. Proje, Fatih Belediyesi, AB ve UNESCO işbirliği ile
hazırlanmıştır. Bu projeye göre surlar içindeki Tarihi İstanbul, yani Konstantinople bir
açık hava müzesi haline gelecek ve surlar içindeki tarihi ile dünya kültür şehri olacaktır.
Birleşmiş Milletler ve Unesco gibi kuruluşlar başta olmak üzere uluslararası
birçok kuruluş burasının tarihi zeminine ve kültürel mozaiğine uygun olarak
canlandırılmasına maddi ve manevi her türlü katkıyı sağlamayı taahhüt etmiştir224.
Bu proje ile ABD’nin yaklaşık 270 milyon ortodoks dünyasını Fener
Patrikhanesi’ne bağlayarak kontrol altında tutmak istediği ifade edilmektedir.
Patrikhane, sur içi Konstantinapol’ün gelecekteki oluşumuna gayrimenkuller
alarak zemin hazırlarken, sur içindeki meskün Türk-İslam nüfusunun azalmasının
ileride bir tehlike doğurabileceği düşünülmektedir. 1950’lerden itibaren kademeli olarak
sur içi iş merkezine dönüştürülmekte ve meskün nüfus sur dışındaki semtlere
taşınmaktadır.
Türk Ortodoks Patrikhanesi Sözcüsü Sevgi Erenerol, bu konuda yaptığı
açıklamada şunları söylemiştir:
“Vatikan Statüsü’nde bir devlet yapısına kavuşmak için gerekli çalışma ve
zemin hazırlanıyor. Lozan’da Türkiye’nin Patrikhane’ye verdiği statü belirlenmiştir. Bir
cami imamından farklı bulunmayan Fener Başpapazlığı, sürekli olarak kendini ekümen
patrik olarak tanıtıp, yazışmalar yapıyor. Yurt dışında ve içinde ekümen patrik olarak
algılanıyor. Resmen Lozan çiğneniyor. T.C. Kanunları’na aykırı hareket ediliyor.
Fener’de bulunan kilisenin çevresinde evler satın alınıyor. 19’dan fazla evin satıldığını
öğrendik. Özellikle kilisenin arkasında bulunan binalar, sahipleri bulunarak farklı farklı
kişiler üzerine satın alınıyor. Burada Vatikan Statüsü’nde bir devlet modelinin temelleri
223
224
Erdoğan Cankuş, “Atina’ya Cami Yapılmalı”, Hürriyet, 1 Ağustos 2000, s. 23.
Çelik, age., s. 147.
94
oluşturuluyor. Özellikle sur içi bölgesinde dikkat edilirse, bunun çok manidar olduğu
görülecektir. Zeyrek Evleri, Zeytinburnu’nda kurulmak istenen Kültür Adası, Haliç
Projeleri gibi çalışmalar bu faaliyetin ana parçasıdır.”225.
Patrikhane ile ilgili diğer bir iddia Zeytinburnu’nda kurulacak olan “Kültür
Adası” projesidir. Belediye’nin geçtiğimiz yıllarda başlattığı bu proje için
Bartholomeos’un Dünya Bankasından 25 milyon dolar hibe aldığı ortaya çıkmıştır226.
Bu proje ile “Turgut Özal’ın anıt mezarından başlayarak, Zeytinburnu’nun
denizle birleştiği sınıra kadar olan alanın din turizmine açılmasını planlanmaktadır. Bu
bölgenin önemi Ortodoks Rumlar için kutsal sayılan Meryem Ana Manastırı ve
manastırdan çıkan Ortodokslar için zemzem suyuna eş olan suyun kutsallığıdır.
Yapılan bu projelerin ortak yanı Bizans ruhunu canlandırmaktır. Hibe edilen
paralarda bu amaç için gereken sermayeyi oluşturmaktadır.
3.3.6. Patrik Seçilme Sisteminin Değiştirilmesi Çabaları
Fener Patriği İstanbul Valiliği’nce hazırlanan 1092/6–12 sayılı ve 6 Aralık
1923 tarihli valilik tezkeresine dayanan bir prosedür içerisinde Sen Sinod tarafından
seçilmektedir. Sen Sinod, patrik adayları listesini İstanbul Valiliği’ne sunmaktadır. Bu
adaylar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup makamları, Türkiye sınırları içerisinde yer
alan metropolitliklerdir. İstanbul Valiliği gerekçe göstermeden seçilmesini istemediği
adayları listeden çıkarabilmektedir. Valilikten gelen listedeki adaylar, Sen Sinod’da
oylanmakta ve biri patrik seçilmektedir227. Bu tezkereye göre Patriğin Türk vatandaşı
olması şart olduğu gibi Ortodoks olmasına rağmen Türk vatandaşı olmayan ya da
Türkiye’deki metropolitliklerde görev yapmayan papazların patrik olarak seçilmeleri de
engellenmiştir228.
Fener Patrikleri idari açıdan Eyüp Kaymakamlığı’na, Fatih Savcılığı’na ve
İstanbul Valiliği’ne bağlıdırlar. Patriğin Türkiye Cumhuriyeti Devleti içindeki en
yüksek dereceli muhatabı İstanbul Valisi’dir229. Patrikhane’de patrik seçimi Sen Sinod
Arslan Bulut, Çift Başlı Yılan Karadeniz’de Yüzyılın İkinci Rumlaştırma Operasyonu, 1. Baskı,
Ankara: Üç Ok Yayıncılık, Ekim 2005, s. 60.
226
Somuncuoğlu, age., s. 121.
227
Şahin, age., s. 207.
228
Salim Gökçen, “Fener Rum Patrikhanesindeki Metropolit Revizyonu Mevcut Statüye Rağmen Neden
Yapıldı?”, Müdafaa-i Hukuk Dergisi, Nisan 2004, s. 32–34.
229
Altındal, Türkiye ve Ortodokslar, s. 89.
225
95
Meclisi’ndeki 12 aday arasından yapılmaktadır. Sen Sinod Meclisi Anadolu’daki Bizans
şehirlerinin temsilcilerinden ibarettir. 2 Kasım 1991’de Ortodoks zirvesi, İstanbul’da
toplanmıştır230.
Fener Rum Patriği Bartholemeos, gazetelere verdiği beyanata göre, Fener Rum
Patriği’nin Türk vatandaşı olmak şartının kaldırılmasını istemiştir231. Bu isteğin
gerekçesi ilginçtir. Türkiye’de, Rum Ortodoks cemaatinin sayısının çok düştüğü, seçim
için gerekli metropolitlerinin kalmadığı, bu sebeple Türkiye dışındaki metropolitlerin de
seçilebilmesi için Türk vatandaşlığı şartının kaldırılmasının zaruret haline geldiği ileri
sürülmüştür.
Yunan basını, Patrik Bartholomeos’un, bu kararını hayata geçirmeden önce
Başbakan Tayyip Erdoğan’ı “bilgilendirdiğinden” söz etmektedir. Oysa Amerikan AP
ajansına konuşan ancak adının açıklanmasını istemeyen bir Dışişleri Bakanlığı yetkilisi,
“Patrik Bartholomeos’un Türk hükümetinden böyle bir izin almadığını” açıklamıştır.
Patrikhane çevreleri ise Patrikhane’nin Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te çıkarttığı
fermanıyla yarı özerk konumundan; 1923’te Türk Cumhuriyeti’nin bir kurumu haline
gelmesine karşın, Kutsal Sinod’u oluşturan üyelerinin “Türk vatandaşı olması gerektiği”
ile ilgili hiçbir şartın bulunmadığını belirterek T.C. yasalarına aykırı olmadığı görüşünü
savunmaktadırlar232.
Patrik, yukarıda verilen gerekçeler ile Patrikhane seçim sistemini ortadan
kaldırarak Patrikhane’nin üst düzey kararlar alan ve Katoliklerin Kardinaller Meclisi’ne
karşılık gelen 12 kişilik Sen Sinod Meclisi’nde 12 metropolitin Türk vatandaşı olma
kuralını ihlal ederek Ruhani meclis üyeliğine altı yabancı uyruklu metropolit atamış ve
bu durum tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Patrikhane boş kalan altı Ruhani
Meclis üyeliğine iki Yunanlı metropolitin yanı sıra Amerika ve İngiltere
Başpiskoposları
ile
Yeni
Zelanda
ve
Finlandiya’nın
metropolit
olan
eski
başpiskoposlarını atamıştır. Böylece 81 yıldır ilk kez Türk vatandaşı olmayanlar
atanmıştır233. Bu durum bir sonraki patriğin yabancı olması ihtimalini de gündeme
getirmektedir. Türkiye bu duruma tepki göstererek Fener Rum Patrikhanesi’nin Lozan
Barış Konferansı’nda yapılan sözlü anlaşmaya saygı göstermesini istemiştir. Buna göre
230
Köse, age., s. 222.
Ergun Göze, “Dr. Rıza Nur’un Patrikhane Kerameti”, Tercüman, 27 Mayıs 2005, s. 3.
232
Stelyo Berberakis, “Patrik Revizyonla Neyi Amaçlıyor?”, Sabah, 4 Mart 2004, s. 6.
233
Uğur Ergan ve Ayda Kayar, “Patrik’e Yakın Takip”, Hürriyet, 5 Mart 2004, s. 20.
231
96
Patrikhane’nin işlevi, Türkiye’de kalan Rum azınlığın dini hizmetlerini yerine
getirmekle sınırlıdır.
Fener Rum Patrikhanesi’nin Sen Sinod Meclisi’ne atanan altı yabancı üyeden
biri olan Amerikan Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Demetrios, “Bizi tanıdıkça
korkularınız geçecek Mecliste gençlerin karşı karşıya kaldığı uyuşturucu ve AIDS gibi
sorunları ele aldık” demiştir. Kendisine, Sen Sinod üyeleri Türk vatandaşı Ortodoks din
adamları arasından seçilirken neden, ilk kez Türk vatandaşı olmayan üyelere ihtiyaç
duyuldu sorusuna yanıtı ise “Sen Sinod üyelerinden ikisi geçen ay hayata veda ettiler.
Dört üyenin ciddi sağlık sorunları var. Biz boşalan yerleri doldurmak üzere atandık”
ifadesi olmuştur.
Patrikhane, patriğin kilise kanunlarına göre seçilmesini ve Türkiye’nin bu
duruma karışmamasını istemektedir. Bunun anlamı patriğin ABD’dekiler de dahil Fener
Patrikhanesi’ni kabul eden bütün Ortodoks Kiliseleri’nin temsilcilerinden oluşan dini
bir konsülce seçilebilmesidir. Patrikhane, Türkiye’deki kiliselere ek olarak Girit, ABD
ve Avustralya’daki başpiskoposları ve ayrıca Menteşe ve Yeni Zelanda’daki
metropolitleri de içine almaktadır234.
Rusya’daki Ortodoks Kiliseleri’nin bu seçim sistemi önerisine destekçi olup
olmadığı açık değildir. Dünyada yaşayan Ortodoksların tahminen % 65’i Rusya
Federasyonu’nda yaşamaktadır. Rus Kiliseleri’nin bu seçim sistemine dahil olması
durumunda değişik sonuçlar çıkabilecektir235.
Yeni seçim sistemi Türkiye’de Vatikan benzeri bir uluslararası dini kurumun
doğmasına yol açacak ve Ankara Hükümeti böyle bir kurumun seçimlerini ve
faaliyetlerini denetlemede zorluklara maruz kalacaktır. Türkiye’nin Patrikhane’yi her
denetlemeye girişmesinde uluslararası Ortodoks ve Katolik toplulukların olumsuz
yönde tepki göstereceği kesindir. Önerilen sistem ile Ortodoks nüfusun en yoğun
olduğu Rusya Fedarasyonun’daki Ortodoks Kiliseleri’nin Patrikhane’yi kontrollerine
almaları imkânı da doğabilecektir.
Patrik Bartholomeos’un, Rum Patrikhanesi içinde yaptığı bu “köklü”
değişiklikler en çok Yunan Ortodoks Kilisesi’ni rahatsız etmektedir. Bu rahatsızlık
Patrikhane’nin Kutsal Sinod’una 1 İngiliz (Gregorios) ve 1 Amerikalı (Demetrios) gibi
234
235
Köse, age., s. 222.
age., s. 223.
97
yabancı uyruklu din adamlarından başka 1923 yılına kadar kendi bünyesinde
bulundurduğu ve 1923’ten sonra Atina merkezli Yunan Ortodoks Kilisesi’ne
“vekâleten” verdiği Kuzey Yunanistan’daki 4 kilisenin metropolitlerini de İstanbul Rum
Patrikhanesi’ne “çekebileceği” mesajından kaynaklanmaktadır. Bartholomeos’un bu
“mesajı” Yunan Ortodoks Kilisesi Başpiskopos’u Hristodoulos tarafından “ciddiye”
alınmıştır ve Patrikhane ile arasındaki sürtüşmelerin bir an önce sona erdirilmesine
karar verilmiştir236.
Bugün Patrikhane’nin yapmış olduğu bu usulsüz atamalar ile ekümeniklik
yolunda önemli bir oyunun sahneye konulduğu aşikardır. Patrik bu atamayla Patrikhane
hiyerarşisinde olduğu halde başka ülkede görev yapan ve o ülkenin vatandaşı olan
metropolitlere Patriklik yolunu açarak yapılan ‘haksızlığı’ gidermeyi ve Türkiye’de din
adamlarının tükendiği iddiası ile Heybeliada Ruhban Okulu’nun da açılması yönündeki
taleplerine gerekçe yaratmak istemesinden kaynaklanmaktadır.
3.4. Heybeliada Ruhban Okulu
Heybeliada Ruhban Okulu, Ortodoks dünyasının en stratejik kurumu
konumundadır. Dünya Ortodokslarının dini ve siyasi açıdan kontrol edilip
yönlendirilmesi,
bu
okuldan
Patrikhane
ideolojisine
bağlı
din
adamlarının
yetiştirilmesine bağlıdır.
Ruhban Okulu 1844 yılında Osmanlı İmparatorluğu çatısı altında 13 milyon
730 bin Ortodoks yaşarken kurulmuş, Ortodoks dünyasında da “elit okul” olarak
nitelendirilmiştir237.
Okul, Fener Patrikhanesi’nin yetki alanındadır. Okul müdürü, metropolitler
arasından atanmaktadır ve aynı zamanda Ayia Triada Manastırı’nın da sorumlusudur238.
Okulda patrikler ve Rum cemiyetinin bağışlarıyla kurulan zengin bir kütüphane
oluşturulmuş, eğitim için bazı kitaplar da Patrikhane Kütüphanesi’nden getirilmiştir.
Heybeliada Ruhban Okulu faaliyette bulunduğu 127 yıl içinde toplam 930
mezun vermiş, bunlardan 343’ü piskopos olmuş ve Piskoposlardan 12’si patriklik
Stelyo Berberakis, “Patrik Revizyonla Neyi Amaçlıyor?”, Sabah, 4 Mart 2004, s. 6.
Figen Atalay, “Ruhban Okulu’nun Sessiz Bekleyişi”, Cumhuriyet, 10 Mayıs 1994, s. 12.
238
Benlisoy ve Macar, age., s. 67.
236
237
98
makamına kadar yükselmiştir239. Mezun olan 930 öğrencinin 255’i, 1950–1969 arasında
eğitimlerini tamamlamıştır. Bunların da sadece 38’i Rum asıllı Türk vatandaşıdır. Yine
bu dönemde 162’si Yunan uyruklu olmak üzere toplam 187 yabancı öğrenci mezun
olmuştur.
Okul, 1919’da Akademi statüsüne dönüştürülmüş, Akademi süresi; önce beş,
sonra dört yıl olarak tespit edilmiştir. 1921–1922 öğretim yılı başında okula kaydolmak
üzere sadece bir öğrenci müracaat edince okulun Akademi statüsüne son verilmiş,
1922–1923 öğretim yılında da Akademi öğrencilerinin tamamı mezun edilmiştir.
Ruhban Okulu, açılışından 1923 yılına kadar Yüksek Ortodoks Teoloji Okulu
adını taşımıştır. Yedi sınıfı bulunan okulun ilk dört sınıfında liselerde okutulan bütün
Fen dersleri, son üç sınıfında da Ortodoks Teoloji Bilimleri okutulmuştur. İhtisas
sınıflarında, 1937 yılına kadar yalnız Türkçe dersi okutulurken bu tarihten itibaren
Maarif Vekilliği’nin onayıyla kültür derslerinden Tarih, Coğrafya, Sosyoloji dersleri de
okutulmaya başlanmıştır.
127 yıl Patrikhane’nin kendisine tahsis ettiği ödenekle yaşatılan Heybeliada
Ruhban
(Papaz)
Okulu,
Anayasa
Mahkemesi’nin
“Özel
Yüksek
Okulların
*
Devletleştirilmesi” hakkındaki 12 Ocak 1971 tarih ve 1971–3 sayılı Kararı ndan sonra
kapanmıştır240. Kararın bir özelliği de yüksek okulların Milli Eğitim’e bağlanmasıdır.
Patrikhane kararın uygulanmasını beklemeden teoloji bölümünü kapatarak kararı
protesto etmiştir241.
Kapanma süreci şu şekilde işlemiştir: Dönemin Türk Hükümeti “Özel Öğretim
Kurumları”nı düzenleyen bir kanun hazırlamıştır. 8 Haziran 1965 gün ve 625 sayılı
Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun bazı maddelerinin iptali hakkında Danıştay Dava
Daireleri Kurulu, 1969/39 esas sayısı ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştur.
625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Yasası’nın 1. ve 13. maddeleri ile 8.
maddelerinin özel yüksek okullara ilişkin 2, 3 ve 4. fıkralarının ve 48. maddenin özel
yüksek okullara ilişkin hükümlerinin iptal edilmesiyle, Türkiye’de 1844 yılından beri
faaliyette bulunan, teoloji eğitimi veren ve bir yüksekokul statüsünde olan Heybeliada
Ruhban Okulu kapatılmıştır.
239
Benlisoy ve Macar, age., s. 67.
12 Ocak 1971 tarih ve 1971–3 sayılı Karar EK-10’da verilmiştir.
240
Köse, age., s. 228.
241
Ömer Erbil, “Bir Okulun Hikayesi”, Zaman, 8 Ekim 1995, s. 17.
*
99
3.4.1. Heybeliada Ruhban Okulu Kuruluşu ve Hukuki Durumu
19. yüzyılın başlarından itibaren Fener Rum Patrikhanesi, Ortodoks milletler
arasında dini birliği korumak amacıyla bir teoloji okulunun açılmasını gündeme
getirmiştir. Patrikhane’nin bu yoldaki girişimlerinin ardından, 9. yüzyılda Patrik
Fotios’nun yaptırmış olduğu Heybeliada’daki Ayia Triada Manastırı’nın 1821’de yanan
kısımları Patrik IV. Germanos tarafından 1842’de tamir ettirilerek, 1 Ekim 1844’te
Heybeliada Ruhban Okulu açılmıştır. Bu okuldaki eğitimin amacının da bilgili ve aydın
ruhaniler yetiştirmek olduğu ayrıca açıklanmıştır. Bu bina bir müddet sonra yanmış
fakat Padişahın bir fermanıyla yeniden yaptırılmıştır. 1894 yılında bu kez depremden
yıkılan binanın yapılmasına izin verilmiş ve Pavlos İstefanaki isminde bir hayırsever
tarafından bugünkü şekilde inşa ettirilmiştir.
1 Ekim 1844’te hizmete açılan okuldaki eğitim, şu dört ana aşamadan
geçmiştir:
1. 1844–1919: Dört yıl ortaokul ve üç yıl teoloji eğitimi.
2. 1919–1923: Orta öğretimsiz, beş yıllık teoloji eğitimi.
3. 1923–1951: Dört yıl ortaokul ve üç yıl teoloji eğitimi.
4. 1951–1971: Dört yıl lise ve üç yıl teoloji242.
Sazak’a göre, 1844–1915 yılları arasında okul yedi sınıflıdır. Bunların dördü
lise, üçü Teoloji Bölümüne aittir. 1915–1918 yılları arasında 1. Dünya Savaşı nedeniyle
İstanbul’un birçok okulunda olduğu gibi eğitim durmuştur. 1918–1923 arasında okul
beş yıllık yüksekokul statüsüne yükseltilmiştir. 1923–1951 arasında Cumhuriyet
Türkiye’sinin okullarıyla uyum sağlayarak eski yedi yıllık eğitim sistemine dönmüştür.
1951–1971 yılları arasında dönemin İstanbul Rum Patriği Athinagoras’ın çabalarıyla
yeniden statü değiştirmiştir. Liseden sonra dört yıllık eğitim verdiği halde, Milli Eğitim
Bakanlığı’nın Talim ve Terbiye Dairesi’nin 25 Eylül 1951 tarih, sayı 2 ve 151. kararıyla
onayladığı Öğretim Yönetmenliği’ne göre sadece rahiplik mesleğine girecek öğrencileri
yetiştirmek amacıyla faaliyet göstermektedir. Verilen diploma ise lise eğitiminden sonra
mesleki okullardan mezun olanların almış oldukları diplomaya eşittir243.
Selanik’te yayınlanan Mekadonia adlı Gazete’de 1 Mart 1952’de Yunan Kral
ve Kraliçesi’nin Türkiye’ye gelişi nedeniyle başlatılan seri bir yazıda Heybeliada
242
243
Köse, age., s. 225
Derya Sazak, “Heybeliada’da Meslek Yüksekokulu Açılsın”, Milliyet, 2 Aralık 2005, s. 14.
100
Ruhban Okulu ile ilgili şu bilgiler verilmiştir: “Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nda üç
katlı, yüz odalı binada 20 öğretmen ile birlikte 12 memur görevdedir. Öğretim iki
kısımda yapılır. Birinci kısım üç sınıflı lise, diğer kısım ise 6 sınıflı ilahiyat şubesidir.
İlahiyat şubesinde liseyi bitirenler okurlar. Burası yavaş yavaş bütün Hıristiyanlığın
büyük bir üniversitesi haline gelecektir. Bu okul diğer vakıflar gibi cemaatlere bağlı
değil, doğrudan doğruya Patrikhane’ye bağlıdır ve beş kişilik bir misyon tarafından
yönetilmektedir”244.
Fener Rum Patrikleri, Heybeliada Ruhban Okulu Lozan Antlaşması ile
yürürlükten kalkmış olmasına rağmen 1862 tarihli Nizamname’nin “İstanbul Patriği ile
Cemaat-ı Metropolitanın Yekdiğerine Olan Münasebatını Havi Nizamname Tercümesi”
kısmının 14, 15 ve 16. maddelerini yürürlükte sayarak okulun Patrikhane’ye bağlı
eğitim-öğretim kurumu olarak devam etmesini sağlamışlardır.
2762 sayılı Vakıflar Kanunu Muvakkat Maddesi’ne göre 1936 yılında
beyannamesi verilmiş olan Heybeliada Ruhban Okulu Vakfı’nın yöneticileri ve
kurucusu, yine adı geçen Nizamnamenin aynı maddelerine istinaden Sen Sinod
Meclisince papazlar arasından seçilmişlerdir245.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı tarafından
kabul edilen ilk Rum Patriği olan Athinagoras da Heybeliada Ruhban Okulu
mezunudur.
Athinagoras’ın Patrik olduğu 1949’da Heybeliada Ruhban Okulu’ndaki
öğretmenler, Türk vatandaşı olan 16 öğrenciye ders veriyorlardı. İstanbul’daki erkek
Rum Lisesi’nde o tarihlerde 2.500 civarında öğrenci bulunmasına rağmen, Rum aileler
çocuklarına papaz okuluna göndermek istemezlerdi. Bunun en önemli gerekçelerinden
biri, Cumhuriyet Hükümeti’nin Patrikhane hakkında izlediği politikaydı. Türkiye
Lozan’da oluşan hukuki statüyü aynen uygulamaktaydı.
Patrik olduktan sonra Türk Hükümeti’ne başvuran Athinagoras, Yunan uyruklu
öğrencilere “öğrencilikleri süresince” Türkiye’de oturma izni almıştır. Bununla
yetinmeyen Patrik Athinagoras, okuldan mezun olan öğrencileri Patrikhane’de “stajyer”
adı altında görevlendirmeye başlamıştır246.
244
Köse, age., s. 226.
Emre Özyılmaz, Heybeliada Ruhban Okulu, Ankara: Tamga Yayıncılık, 2000, s. 77.
246
Köse, age., s. 227.
245
101
1950–1960 yılları hem Patrikhane’nin hem de Ruhban Okulu’nun Türk milli
politikaları ve Lozan’da oluşturulan hukuki statüsünün aksine bazı faaliyetlere giriştiği
bu bakımdan zamanın Türk Hükümetleri’nden de birtakım tavizler kopardığı bir dönem
olmuştur. 1950–1960 arası dönemdeki Türk Hükümetleri’nin tavizci politikalarından
yararlanan Patrikhane, İmroz ve Bozcaada Rum okullarını Milli Eğitim Bakanlığı
mevzuatı dışına çıkartarak, doğrudan doğruya kendi yönetimi altına almıştır247.
Dönemin dış siyasi gelişmeleri ve uluslararası güç dengelerinde ön plana çıkan
Fener Rum Patrikhanesi ve Patrik Athinagoras, Heybeliada Ruhban Okulu’yla ilgili
önemli atılımlara başlamıştır. Heybeliada Ruhban Okulu’nun, Teoloji Okulu olarak
derecelendirilmesi, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 8 Aralık 1950 tarih ve 9127/7 ile 2601
sayılı emri ile uygun görülmüştür. Bu emir üzerine 25 Eylül 1951 tarih ve 151 sayılı
karar ile Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi, “Rum Rahipler Okulu
Yönetmeliği”ni onaylamıştır248. Bu yönetmelik ile “yüksek okula daha çok sayıda
yabancı öğrenci alınabileceği” İstanbul Valiliği’ne bildirilmiştir. Savaş ve casusluk
faaliyetleri gerekçe gösterilerek 1939’da yasaklanmış olan yabancı öğrenci alma işi,
böylece serbest bırakılmıştır.
1957’de Kıbrıs nedeniyle Türk-Yunan ilişkileri bozulmaya başlayınca Türkiye
Cumhuriyeti bu uygulamayı yasaklamıştır. Zürih ve Londra Antlaşmaları’nın getirdiği
yapay dostluk, yasağı kısmen gevşetse de; Başpiskopos Makarios’un Kıbrıs’ta giriştiği
hareketler ve Enosis çabalarının yoğunlaşması dolayısıyla bu uygulama 1964’te
tamamen yasaklanmıştır249. Kıbrıs’ı kana bulayan Makarios da Heybeliada Ruhban
Okulu’nun mezun ettiği “papaz”lardandır.
Fener Rum Patriği Bartholomeos ise kapatılan Heybeliada Ruhban Okulu’nun
gözden düşürülmesi amacıyla, eski Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios’un bu
okuldan mezun olduğuna dair yalan üretildiğini, Makarios’un değil Heybeli’den mezun
olmak ziyaret amacıyla bile okullarına gelmediğini söylemiştir250.
13 Nisan 1964’te dönemin Milli Eğitim Bakanı İbrahim Öktem, “Rum azınlık
ilkokullarına bugüne kadar tanınan ve mevzuat hükümlerini aşan özel hakların bundan
247
age., s. 228.
Özyılmaz, age., s. 78.
249
Köse, age., s. 227.
250
Sefa Kaplan ve Özgür Ekşi, “Ekümenik Polemiği”, 21.10.2005,
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/3416346.asp?m=1&gid=69
248
102
böyle kaldırılacağını, Ruhban Okulu’ndaki yabancı öğrenci sayısının tahdit edileceğini
ve Yunan Hükümeti’nin Türkiye’de eğitim görmüş 35 öğretmene Batı Trakya’da görev
vermediğini, buna aynen mukabele edileceğini, Yunanistan’da Türk azınlık okullarına
tanınmayan bu neviden haklar konusunda bundan böyle mütekabiliyet esası ile sıkı
sıkıya bağlı kalınacağını” açıklamıştır251.
İmroz ve Bozcaada’daki bu gelişmeleri yakından izleyen Türk Hükümeti, eski
hukuki statüyü gündeme getirerek, 16 Temmuz 1964’te bu iki adadaki Rum okullarının
Milli Eğitim Bakanlığı emrinde Türkçe dini eğitim yapmalarını öngören kanun
maddesini tekrar yürürlüğe koymuştur. Bunun üzerine Yunanistan, konuyu Paris’teki
UNESCO toplantısına getirmiştir. Türkiye, buradaki görüşmelerde konunun tamamen
Türkiye’yi ilgilendiren bir iç mesele olduğunu dile getirmiştir. Milli Eğitim Bakanı
Öktem, konuyla ilgili gerekli açıklamaları yapmış; Türk delegesi. B. Tuncel de
“Meselenin ele alınması halinde Türkiye, Yunanistan’da yaşayan Türk asıllı çocukların
eğitimden mahrum bırakılması konusunu UNESCO’nun incelemesini isteyeceğini”
söylemiştir. Bunun üzerine konu konferansın gündeminden çıkarılmıştır252.
3.4.2. Öğrenci Sayıları, Kaynakları ve Okulun Kapatılması
Heybeliada Ruhban Okulu’nun öğrencilerinin büyük bir kısmı Patrikhane’nin
yetki alanındaki bölgelerden geliyordu. Ancak Etiyopya Kilisesi, Anglikan Kilisesi gibi
değişik kiliselerden gelenler de okulda eğitim görüyorlardı. Kapatıldığı tarihe kadar
geçen 127 yıl içinde okuldan 930 kişi mezun olmuştur.
Yunanlı araştırıcı Alexis Alexandris’in verdiği rakamlara göre; Heybeliada
Papaz Okulu’nun (Theological College of Chalki) 1920–1979 arasındaki öğrenci
sayıları yıllara göre şu şekildedir:
ÖĞRETİM DÖNEMİ
1920–21
1923–24
1927–28
1933–34
1948–49
1978–79
ÖĞRENCİ SAYISI
37
30
37
75
70
25 (2)
Kaynak: http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/sorunun_ortaya_cikisi/ogrenci_kaynaklari.html
251
252
Köse, age., s. 227.
age., s. 228.
103
Aynı dönemde İstanbul’da bulunan Rum azınlık okulları ve toplam öğrenci
sayıları da şöyledir:
ÖĞRETİM DÖNEMİ
1920–21
1923–24
1927–28
1933–34
1948–49
1958–59
1978–79
OKUL SAYISI
88
73
57
48
56
26
ÖĞRENCİ SAYISI
14.862
9.006
7.635
4.256
957(3).
Kaynak: http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/sorunun_ortaya_cikisi/ogrenci_kaynaklari.html
1932–1937 arası okul, 65 öğrenci ve üçü Türk 15 öğretmene sahiptir. 1949
yılında tümü T.C. vatandaşı 16 öğrenci vardır. 1968 yazındaki mezun sayısı yalnızca
dörttür253.
Fener Rum Patrikhanesi tarafından Heybeliada Ruhban Okulu’na yabancı
öğretmen ve yurt dışından öğrenci getirilmesi konusunda, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetleri nezdinde birçok defa girişimlerde bulunulmuştur. 1947’de Patrikhane’nin
yapmış olduğu girişim ve istekler, 26 Ekim 1949’da toplanan Hükümet Komisyonu
tarafından; “Heybeliada Ruhban Okulu’nun yabancı uyruklu talebeyi okutmaya değil
münhasıran Türkiye’deki azınlık için din ve kilise adamı yetiştirmeye mahsus bir
müessesedir.” kararı gerekçesiyle reddedilmiştir. Ancak 1950 seçimleri sırasında
Patrikhane’nin isteklerine o sıralarda İstanbul’da 100 bin civarında Rum’un yaşaması
göz önünde bulundurularak Demokrat Parti tarafından bir söz verilmiş ve iktidara
geldiklerinde de Başbakan Adnan Menderes’in bakanlığa talimatı ile okula çok sayıda
yabancı öğrenci gelmeye başlamıştır. Oysa Lozan Antlaşması’nın “ekalliyetlerin
himayesi”ne dair hükümlerin gereği Türkiye’deki azınlık eğitim-öğretim kurumlarının
amacı, sadece azınlığın ihtiyaçlarına cevap vermektir254.
1959 yılında 95 öğrenciden 30’unun, 1962’de 81 öğrenciden 11’inin, 1963
yılında da 76 öğrenciden 12’sinin Türkiye Cumhuriyeti uyruklu oldukları, geri
kalanların yabancı uyruklu bulundukları dikkate alındığında adı geçen okulun
253
254
Köse, age., s. 226.
Özyılmaz, age., s. 87.
104
kuruluşundaki amacından ayrılıp Patrikhane’nin ekümenikliğinin tahakkukuna yardımcı
elemanları yetiştiren bir müessese haline getirilmiş olduğu meydana çıkmaktadır255.
Bunun önlenmesi için 30 Mayıs 1963 tarihli genelge ile 1951 yılında alınan
karar yürürlükten kaldırılmıştır256.
Milli Eğitim Bakanlığına karşı, Danıştay Dava Daireleri kurulunca özel bir
yüksek okula verilen diplomaların iptali konusunda dava açılmıştır. Davada Anayasa’ya
aykırılık iddiası ciddi görülerek 8 Haziran 1965 tarihli 625 sayılı Özel Öğretim
Kurumları Kanunun 1 ve 13. maddelerinin iptali istenmiştir.
Anayasa Mahkemesi, Danıştayın bu davası üzerine 1969/31 Esas Sayısı,
1971/3 Karar Sayısı ve 12 Ocak 1971 tarihli Karar Günü ile 1 ve 13. maddeler ile aynı
kanunun 8. maddelerinin özel yüksek okullara ilişkin 2, 3 ve 4. fıkralarını ve 48.
maddenin yüksek öğrenim veren özel okullara ilişkin hükümlerini de iptal etmiştir.
İptal edilen maddeler şunlardır.
Madde 1. Öğretim kurumları; Türkiye Cumhuriyeti uyruklu gerçek kişiler, özel
hukuk tüzel kişileri veya özel hukuk hükümlerine göre idare edilen tüzel kişiler
tarafından açılan her derecedeki okullar, haberleşme ile öğretim yapan yerler, çeşitli
kurslar, dershaneler, biçki-dikiş yurtları ve benzeri kurumlar ile yabancılar tarafından
açılmış bulunan öğretim kurumlarıdır.
Madde 13. Yüksek dereceli özel okullarda diplomaya esas olan teorikve pratik
derslerin imtihanları Milli Eğitim Bakanlığı’nca yaptırılır.
İmtihan kuralları birisi dersin öğretmeni olmak üzere ilgili okullarda görevi
bulunmayan ve o dersin üniversitedeki öğretim üyeleri veya yine o dersin resmi yüksek
okuldaki öğretmenleri arasından seçilecek 2 üye ile birlikte 3 üyeden kurulur ve
imtihanlar üniversitenin veya resmi yüksek okulun usulüne göre yapılır.
İmtihan kurallarına katılacak üniversite veya bilimsel özerkliğe sahip yüksek
okul öğretim üyeleri, Milli Eğitim Bakanı’nın istemesi üzerine ilgili fakülte veya
yüksek okullarca usulüne göre seçilir.
İmtihan kurulu üyelerinden okulun mensubu olmayanlara verilecek ücret Milli
Eğitim Bakanlığınca tespit olunur ve ilgili özel öğretim kurumunca ödenir.
255
Emre Özyılmaz, “Fener Rum Patrikhanesi ve Heybeliada Ruhban Okulu Meselesi”, Kök Araştırmalar,
s. 71.
256
age., s. 89.
105
İmtihanların hangi derslerden olduğu ne zaman ve ne şekilde yapılacağı her
özel yüksek öğretim kurumunun yönetmeliğinde gösterilir.
İmtihan hakları ve askerlik durumları bakımından özel yüksek okul
öğrencilerine resmi yüksek okul öğrencileri gibi işlem yapılır.
Madde 8. MEB’lığı birinci fıkrada kendisine tanınan yetkiyi yüksek dereceli
özel okullar için, kendi teşkilatına dahil kurumlarla lüzumu halinde üniversitelerden
alınacsk öğretim üyelerinden müteşekkil bir uzmanlar heyeti vasıtasıyla kullanılır.
Üniversiteler MEB’lığınca istenen nitelikteki öğretim üyelerine usulüne göre
seçerek Milli Eğitim Bakanına bildirir.
Bu heyetler dahil kişilere ifa edecekleri hizmetler için yönetmeliğine göre tayin
edilecek ücretler MEB’lığınca ödenir.
Madde 48. Yukarıdaki maddede yazılı cezalar ilköğrenim derecesindeki özel
okul öğretmenleri hakkında 1702 sayılı kanunun 36 ve müteakip maddelerinde yazılı İl
Milli Eğitim Disiplin Kurulu, orta ve yüksek öğrenim veren özel okul öğretmenlerine
MEB Disiplin Kurulu tarafından verilir.
Davaya 1960 Anayasası’nın 21 ve 120. maddelerini kapsayan yasa kuralları
etken olmuştur. Bu maddeler kısaca;
Yaptığı öğretim nitelikçe üniversite öğretimi olan bütün yüksek öğretim
kurumları 120. madde uyarınca yalnız devletçe ve yasa ile bilim ve yönetim bakımından
özerk kamu tüzel kişiler biçiminde kurulabilir.
Özel kişilerin yüksek öğrenim kurumu kurmaları, 120. maddenin konuluş
amaçlarının birisiyle çelişir ve bu bakımdan anayasaya aykırı olur.
Anayasanın 21. maddesi özel öğretim kurumları ancak kamu yararına aykırı
düşmedikleri ölçüde serbest bırakmak ve bu kurumlara yalnızca bu sınır içinde izin
vermek olanağını tanımış iken, 625 sayılı Yasa bu kurumların açılmasını özendirme
hedefini gütmektedir. Bu durum Anayasanın 10. maddesindeki Sosyal adalet ilkesine
aykırı engellerin Devletçe kaldırılacağı kuralına aykırı bulunmakta ve mali durumu iyi
olan kişilere yüksek öğrenim yollarını açmakta beraber ayrıcalık sağlamaktadır.
Anayasanın 21. ve 120. maddeleri ile çelişen 625 sayılı yasanın 1 ve 13.
maddeleri ile 8. maddelerinin özel yüksek okullara ilişkin 2, 3 ve 4. fıkralarının ve 48.
maddenin özel yüksek okullara ilişkin hükümlerinin iptal edilmesiyle Osmanlı
İmparatorluğundan miras kalmış olan Heybeliada Ruhban Okulu kapatılmıştır.
106
Bir İlahiyat Fakültesi haline getirilmesi için Patrik Athinagoras tarafından
büyük gayretler sarf edilen Okul, 1844’ten itibaren “Yunanlılık” emellerine hizmet eden
bir eğitim kurumu gibi faaliyet göstermiş ve mezunlarına ifrat derecesinde “Helenlik
Ruhu” aşılamıştır. Makarios da dahil buradan mezun olan bir çok papaz, İmparatorluk
içinde Yunan bağımsızlığı için çalışmış ve çarpışmışlardır257.
3.4.3. Okulu Yeniden Açma Girişimleri
1971’de kendiliğinden kapatılmasının ardından Heybeliada Ruhban Okulu’nu
yeniden açılması için gayret gösterilmiş ve buna gerekçe olarak da “din adamı
yetiştirmek” gösterilmiştir. Oysa okulun yeniden faaliyete geçirilmek istenmesindeki
asıl amaç, Fener Rum Patrikhanesi’nin “Ekümeniklik (Evrensellik)” iddialarına
dayanarak oluşturulmasıdır.
Anayasa Mahkemesi Kararı’na bağlanmış kesin bir hüküm vardır ki, bu; din
farkı gözetmeksizin bütün vatandaşlar için geçerlidir: “Türkiye’de din eğitimi alanında
hangi derecede ve türde olursa olsun, özel eğitim kurumu açılamaz.”. Lozan ve diğer
uluslararası belgeler, azınlıklar için imtiyaz değil bütün vatandaşlar için eşit haklar
tanımışlardır. Din görevlilerinin özel okullarda değil devlet okullarında yetiştirilmesi;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Anayasa Mahkemesi Kararı, Yüksek Öğretim
Kurumları Kanunu ve Milli Eğitim Temel Kanunu ile düzenlenmiş devlet politikasıdır.
Bu nedenle, Patrikhane’nin iddia ettiği insan haklarına ve Anayasa’ya aykırılık, gerçek
dışıdır.
Patrikhane, eğitim ve öğretim faaliyetlerinin en önemli bölümünü oluşturan
Heybeliada Ruhban Okulu’nun tekrar açılması için ilgili makamlar nezdinde ve yurt dışı
bazı platformlarda sürekli girişimlerde bulunarak bir takım hukuki, idari ve hatta şifahi
yolları denemiştir, hala da denemeye devam etmektedir.
Aralık 1991’deki ABD ziyareti sırasında bir konuşma yapan ve Ruhban
Okulu’nun açılabilmesi için Türkiye’ye baskı yapılmasını isteyen Yunan Başbakanı
Mitçotakis, 1 Şubat 1992’de de Türkiye’ye aynı amaçla ricada bulunmuştur258.
Patrik Bartholomeos, 16 Ocak 1992’de Türkiye Milli Eğitim Bakanı ile
görüşerek Okulun açılması için resmen istekte bulunmuştur. Bakan Köksal Toptan’a,
257
258
Ali Güler, Dünden Bugüne Yunan-Rum Terörü, Ankara: Ocak Yayınları, 1999, s. 60.
age., s. 230.
107
“Papaz okulu’nu açın... Bu sizin lehinize olur” denilmiş, Bakan ise bu teklifi şiddetle
geri çevirmiştir259.
Avrupa Topluluğu Komisyonu Dönem Başkanı Jacgues Delors, Türk
Cumhurbaşkanı’na bir mesaj göndererek, okulun açılması talebinde bulunmuş, Dünya
Kiliseleri Birliği ile Fransa Katolik Konseyi de Türkiye Başbakanı nezdinde aynı
girişimleri tekrarlamışlardır.
Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasıyla ilgili girişimlere ABD de katılmıştır.
Nisan 1994’te Başbakan Tansu Çiller’e bir mektup gönderen ABD Başkanı Bill
Clinton, ülkesinin Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması konusuyla ilgili
olduğu mesajını vermiştir. Konu sadece Türkiye’de bir eğitim kurumunun konumu
olarak değerlendirilmemiştir. Clinton’ın devreye girmesi, Ruhban Okulu’nu yeniden
açma girişimlerinin uluslararası politikanın bir parçası olduğunu da göstermiştir.
22 Nisan 1994’te Yunanistan Başbakanı Andreas Papandreou ile görüşen ABD
Başkanı Bill Clinton, “İstanbul’daki Ekümeniklik Patrikliğin statüsü ve çalışma
şartlarıyla ilgilenmesini Türk Hükümeti’nden istedim” ifadesini kullanmış ve konuyla
doğrudan ilgilendiğini ifade etmekte bir sakınca görmemiştir.
Okulu daima gündemde tutmaya kararlı olan Patrikhane, 1994 yılı Ağustos
ayının sonunda, 1971’den beri kapalı olan okulda “150. Kuruluş Yıldönümünü Kutlama
Törenler” düzenlemiştir. Okulun tekrar açılması isteklerinin dile getirildiği törene;
Fener Rum Patriği Bartholomeos, İskenderiye Patriği Prathemios, Romonya Patriği
Teoktistos, Dünya Kiliseler Birliği Genel Sekreteri Yorgi Çeçis, Vatikan Büyükelçisi
Sergio Sebastion, dünyanın dört bir yanından gelen başpiskopos ve kilise temsilcileri ile
eski mezunlar katılmıştır. Kutlamalara davet edilen İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu
ve Adalar Belediye Başkanı Can Esen törene katılmamışlardır260.
Basın
toplantısında
konuşan,
Tarabya
Metropoliti
ve
okulun
eski
öğretmenlerinden Konstantin Harisiadis “okulun kapatılmasının haksızlık olduğunu ve
tekrar açılmasını istediklerini” ifade etmişlerdir. 1950’de Heybeliada Ruhban
Okulu’ndan mezun olan, bir dönem Patrik Vekilliği ve Adalar Metropolitliği de yapan
Harisiadis, yaptığı konuşması sırasında konuşmalarının yanlış anlaşılmaması için sık sık
gazetecileri uyarmıştır. 1971 yılında özel teşebbüse ait fakülteler kapandığında okulun
259
260
Toker, age., s. 43.
Köse, age. s., 231.
108
da kapandığını belirten Harisiadis konuşmasını şöyle sürdürmüştür; “Özel fakülteler
kapsamına bizim okulumuz girmiyordu. Okulun özel bir statüsü vardı. Okul, lise sonrası
4 yıl eğitim vermesine rağmen lise tedrisatı veren okullar kapsamındaydı. Bu nedenlerle
okul yüksek okul sınıfına dahil edilemez. Okulun açılmasına izin verilmelidir”261
demiştir.
Bartholomeos, 11–18 Kasım 1994 tarihleri arasında gerçekleştirdiği Belçika,
Lüksemburg, Hollanda ziyaretlerinden sonra ilginç bir açıklamada bulunmuştur. Patrik,
İstanbul Vali Yardımcısı ile yapmış olduğu görüşmede; Heybeliada Ruhban Okulu
konusundaki isteklerinde bir değişiklik olduğunu, artık bir Teoloji Fakültesi
istemediklerini, bunun yerine İmam Hatip Okulları gibi bir meslek okulu açılmasını
talep ettiklerini ifade etmiştir.
4 Nisan 1996 tarihinde Bartholomeos bu kez dönemin Başbakanı Mesut
Yılmaz’a Heybeliada Ruhban Okulu’nun tekrar açılması için bir dilekçe vermiştir. 27
Nisan 1996 Cumartesi günü Avrupa Parlamentosu’ndan sağ partilerin oluşturduğu
Hıristiyan Demokrat Grup üyesi 20 parlamenter, Fener Rum Patrikhanesi’ni gizlice
ziyaret ederek 11 saat süren bir toplantı yapmışlardır. Görüşmede Patrikhane’nin
statüsü, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması, Türk Yunan ilişkileri ve Türkiye’nin
AB üyeliği ve Türkiye’deki insan hakları ihlalleri tartışılmıştır. Toplantı sırasında Patrik
Bartholomeos, Başkanlığını AP Hıristiyan Demokrat Grup lideri ve Belçika eski
Başbakanı Wilfried Martines’in yaptığı parlamenterlerden Heybeliada Ruhban
Okulu’nun açılması konusunda destek istemiştir262.
Okulu yeniden açma girişimlerinin 1997 yılı sonlarına doğru yeniden
hızlandırıldığı görülmektedir. Konuyu uluslararası arenada gündeme getirmeye çalışan
Patrik Bartholomeos, Türkiye’yi bir oldu-bitti ile karşı karşıya bırakmaya çalışmıştır.
Yanındaki 20 kişilik heyetle 19 Ekim 1997’de ABD’ye giden Fener Rum
Patriği Bartholomeos, bir ay süren gezisi sırasında görüştüğü ABD yetkililerinden
Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması için Türkiye’ye baskı yapmalarını istemiştir263.
Ayrıca patrik ziyaret öncesinde Amerika’nın Sesi Radyosu’nun sorularını
yanıtlarken yaptığı açıklamada, “Başkan Bill Clinton’dan, 27 yıl önce kapatılan
261
age., s. 232.
“Patriğe Gizli Ziyaret”, Türkiye, 29 Nisan 1996, s. 15.
263
“Patrik Unvan Peşinde”, Türkiye, 20 Ekim 1997, s. 8.
262
109
Heybeliada
Ruhban
Okulu’nun
yeniden
açılmasını
isteyeceğini”
söylemiştir.
Bartholomeos, 1970 yılında Türkiye’de işbaşına gelen askeri yönetimin aldığı bir
kararla devlete ait olmayan özel okulların kapatıldığını hatırlatmış ve şöyle
konuşmuştur; “Tüm yüksekokullar kendi dallarındaki üniversitelerin bünyesine
alınacaktı. Ancak, Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun dalı kendisine özgüydü.
Ortodoks inancına göre ilahiyat eğitimi yapan bir okul yoktu. Okulumuz hiçbir
üniversiteye bağlanamayınca kapandı. Oysa Ruhban Okulu, sadece Türkiye’de değil,
dünyadaki 270 milyon Ortodoks için din adamı yetiştiriyordu. 27 yıldan bu yana bu
okulun Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi için önemli olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.
Genç din adamlarına ihtiyacımız var”.
Aynı gezide ABD Başkanı Bill Clinton tarafından “300 milyon Ortodoks
Hıristiyan’ın ruhani lideri” ve “ekümenik patrik” olarak tanıtılan Bartholomeos,
“okulun açılmasını istediklerini ve bunun bir lüks değil, bir ihtiyaç olduğunu”
belirtmiştir264.
28 Kasım 1997 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde Selin Çağlayan imzalı “Ruhban
Okulu’na Formül Aranıyor” başlıklı haberde, 55. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin
1971 yılında kapatılan Heybeliada Ruhban (Papaz) Okulu’nun tekrar açılması için
girişim başlattığı belirtilmiştir. 27 Kasım 1997 tarihinde toplanan MGK’na dayandırılan
haberde şu ifadeler kullanılmıştır;
“... Ancak bu maddenin özel din okulu açmak isteyen diğer çevrelere de aynı
fırsatı vermesi tedirginlik yaratıyor. Uzun süredir Bakanlar Kurulu’nun gündeminde
bulunan Ruhban Okulu’nun açılabilmesi için yasa değişikliği önerisi hükümetteki
muhafazakâr bakanların ‘İmam Hatiplerin orta kısımları kapatılıp papaz okulu açılmaz.
Biz seçmenimize ne deriz’ itirazına takılıyor. Bu nedenle gerekli imzalar bir türlü
tamamlanamıyor.”
Dışişleri Bakanlığı’nın Hükümete şu tavsiyelerde bulunduğu öğrenilmiştir;
“Ruhban Okulu konusu Türkiye’nin dışarıdaki imajını gereksiz yere zedelemektedir.
Okulun açılması Türkiye’nin dış ilişkileri açısından olumlu ve yararlı olacaktır. Taviz
264
Hasan Mesut Hazar, “Patrik, Clinton’dan Yardım İstedi”, Türkiye, 24 Ekim 1997, s. 8.
110
vermiş durumuna düşmemek için bu konuda Amerikan Kongresi’nden gelmesi
beklenen ciddi baskılar öncesinde bunun yapılması yararlıdır.”265.
Patrik Bartholomeos, Time Dergisi’ne vermiş olduğu bir röportajda, “25 yıl
önce yeni papazlar, rahipler yetiştirilmemesi için kapatılan Heybeliada Ruhban
Okulu’nun açılması en büyük arzumuzdur, yeni bir kan alabilmemiz için bu okulun
açılması gerekiyor”266 ifadesini kullanmıştır. Patrik Bartholomeos, bir yandan Avrupa
Birliği’ne; Fener Rum Patriği’nin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma zorunluluğunun
insan hakları konusundaki bütün uluslararası belgelere aykırı düştüğünü belirterek
şikâyet etmekte diğer yandan da Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılacağını ümit ettiğini
ve okulun açılmasıyla, Türkiye’nin Batı nezdindeki imajının düzeleceğini söyleyerek
Türkiye’ye yol göstermeye çalışmaktadır.
1999 yılında Fener Rum Patriği I. Bartholomeos ile görüşen Yunanistan
Dışişleri Bakanı Papandreu, “Patrikhanenin karşılaştığı sorunları Türk yetkililere
ilettiğini ve kendilerinin bunu anlayışla karşıladığını ifade ederek, yaratılan olumlu
havadan Patrikhane’nin de yararlanacağını söylemiştir. Bunun üzerine I. Bartholomeos,
Papandreu’dan, 30 yıldır kapalı olan Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun açılması için
gayret göstermesini istemiştir. I. Bartholomeos, bu okulun açılmasının Türkiye’nin de
çıkarlarına hizmet edeceğini savunmuştur.
Yunan basınında yer alan Washington kaynaklı bir haberde de, 1 Nisan 2000
tarihinde ABD Ortodoks Kilisesi’nin Başpiskoposu Dimitrios, Başkan Clinton’u ziyaret
ederek, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması için Ankara’ya baskı yapmasını
istemiştir.
Avrupa Parlamentosu, Patrikhane’nin ve diğer dinsel yerlerin binalarının
korunması ve gerekli önlemleri alması için Türkiye’ye çağrıda bulunmuş ve Heybeliada
Ruhban Okulu’nun derhal yeniden açılmasını isteyerek bu konuda Türkiye’nin gerekli
uygulamaları hayata geçirmesini istemiştir. Aynı zamanda Avrupa Komisyonu da 2000
Yılına İlişkin İlerleme Raporu’nda; “Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapalı kalması
konusu da dahil olmak üzere, 1923 Lozan Antlaşması kapsamında olsun-olmasın,
Müslüman olmayan bütün kesimlerin somut taleplerinin yeterince incelenmesi
gerektiğini”
265
266
belirtmiştir.
Avrupa
Komisyonu,
bu
konuda
Köse, age., s. 234.
“Bartholomeos: Vatikan Olmak istemiyoruz”, Zaman, 30 Nisan 1997, s. 4.
111
Türkiye’yi
şöyle
eleştirmektedir: “Hıristiyan Kiliseleri, özellikle mülkiyetle ilgili olarak, zorluklarla karşı
karşıya bulunmaya devam etmektedir. Heybeliada’daki Ortodoks Ruhban Okulu’nun
1971 yılında kapatılması konusunda bir ilerleme bildirilmemiştir. Çeşitli kiliselerin
yasal statülerinin tanınmamış olması, dini personelin Türkiye’ye erişebilmesi de dahil
olmak üzere, bazı kısıtlamalar yaratmaktadır”.
Bunların dışında Alman Cumhurbaşkanı Johannes Rau’nun 8 Nisan 2000
tarihinde Patrikhane’yi ziyaret etmesi de ilginçtir. Bartholomeos, bu ziyaret anısına
Rau’nun boynuna Engelpion adı verilen kalın bir haç takmıştır. Takılan bu haç,
Ortodoksluğun en büyük nişanı olan ve Ortodoksluğa büyük hizmetleri olan kişilere
verilen Aziz Andreas nişanıdır267. Patrik’in bu nişanı Rau’ya vermesinin altında, daha
önceki örneklerinde görüldüğü gibi, Ruhban Okulu’nun açılması için Türkiye’ye
yapılacak
baskıların
kapsamını
genişletmek
amacını
taşımaktadır.
Almanya
Cumhurbaşkanı Rau’da bu kapsamda Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını
istemiştir.
ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, Dimitrios onuruna verdiği bir
yemekte, papaza hitaben “Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun kapalı kalmaya devam
etmesinin Patriklik üzerindeki etkisini anlıyoruz. Bu yüzdendir ki, inancınızla ilgili
ihtiyaçlarınızın karşılanması ve saygın bir geleneğin sürmesi için, Türkiye’yi sürekli
olarak okulu yeniden açması konusunda teşvik ediyoruz” demiştir268.
ABD’nin Türkiye Büyük Elçisi Robert Pearson da 22 Ekim 2002’de Fener
Rum Patrikhanesi’ne ve Heybeliada’ya yaptığı ziyarette ABD’nin Heybeliada Ruhban
Okulunun tekrar açılması ve Patrikhaneye bağlı bir eğitim kurumu olarak faaliyet
göstermesini sağlamak için ABD’nin desteğini yineleyerek, Heybeliada Ruhban
Okulu’nun yeniden açılmasına izin verilmesini istediklerini belirtmiştir269.
Aralık 2004 ayı içerisinde ABD’de bulunan dönemin Başbakan yardımcısı
Mehmet Ali Şahin, ABD Dışişleri Bakanı Kıdemli Yardımcısı Marc Grossman ile
yaptığı görüşmede Grossman’ın kendisine Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasının
Türkiye’nin de AB ile tam üyelik müzakerelerini başlatmasını kolaylaştıracağını
söylediğini belirtmiştir.
Gönül Hanbay, “Bu Okul Hep Gündemde”, Milliyet, 11 Nisan 2000, s. 25.
“ABD Dışişleri Bakanı’ndan Ruhban Okulu Baskısı”, Akşam, 18 Mayıs 2000, s. 13.
269
Toker, age., s. 44.
267
268
112
Devlet
Bakanı
Mehmet
Aydın,
Heybeliada’daki
Ruhban
Okulu’nun
Türkiye’deki mevzuatlara uyması halinde açılabileceğini, ancak sadece tek bir kuruma,
kendisine özgü statü tanınamayacağını açıklamıştır270.
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, “Müzakere Çerçeve Belgesi’nin 4.
maddesindeki ‘azınlık hakları ve inanç özgürlüğü’ ifadelerinden dolayı ruhban
okulunun açılması gündeme gelir mi?” sorusuna şu yanıtı vermiştir:
“Okulu 24 saatte açarım. Bugüne kadar kapalı kalması doğru değil. Avrupa’da
5 bin cami, Rotterdam’da rektörü Türk olan üniversite var. 500 öğrenci İslam ilahiyatı
okuyor. AB, bunu böyle istediği için değil, AB olmasaydı da yine böyle düşünürdüm.
Ortodoks filan değilim. Müslümanım. Dinimin emrettiği, kültürümün gerektirdiği
budur. Başka din mensuplarının kendilerini ifade etme hakkı var. Hükümet ne yaptığını
biliyor” demiştir271.
Türkiye-AB üyelik görüşmeleri sonucunda 3 Ekim 2005 tarihinde üyelik
görüşmelerine başlanabileceği ifade edilmiştir. Ancak koşul olarak 17 Aralık tarihi
öncesi diğer benzer konularda (Patriğin ekümenikliğin kabulü, GKRY’nin tanınması
vb.) olduğu gibi Türkiye, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması konusunda da ciddi
baskılara maruz kalmıştır. Görüşmeler sonucu imzalanan metinde yer almasına rağmen,
zirve sonrası uluslararası ortamda, bu konuda gelişmeler yaşanacağına dair beklentiler
olmuştur272.
Patrikhane’de rahip veya papaz olmak için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
olmak ve yüksek öğretim yapmak şarttır. Türkiye’deki Ortodoks aileler ise çoğunlukla
çocuklarını
rahip
yapmak
istememektedirler.
Başka
ülkelerden,
özellikle
Yunanistan’dan, rahip getirilmesi yasal olarak mümkün değildir. Bu nedenle
Patrikhane, konuyu uluslararası bir sorun haline getirmeye çalışmakta ve kendisine
taraftar aramaktadır. Patrikhane’nin bu çalışmaları neticesinde Avrupa Birliği ülkeleri
başta olmak üzere hemen hemen bütün Hıristiyan ülkelerin temsilcileri, ne zaman
Türkiye’yi ziyaret etseler ya da ne zaman Türkiye’nin bulunduğu herhangi bir
platformda bulunsalar mutlaka Ruhban Okulu’nu gündeme getirmektedirler273.
“Çerçeveye Uysunlar Açalım”, Sabah, 04 Mayıs 2005, s. 22.
Bahar Atakan, “YÖK, AB İle Değişecek”, Milliyet, 6 Ekim 2005, s. 18.
272
Köse, age., s. 236.
273
Özyılmaz, age., s. 113.
270
271
113
Patrikhane Vatikanlaşma düşüncesini uygulamak için öğretisini yayacak ve
kendisine bağlı kiliselerin bulunduğu ülkelerde etki alanını genişleterek güçlendirecek
temsilcilere ihtiyaç duymaktadır. Bu arada ulusal kiliselerle olan rekabetini de göz
önüne alırsak Ruhban Okulu önem kazanmaktadır. Sadece Patriklik makamına
yükseltmek için okula ihtiyacı olduğunu düşünmek fazla iyimser olmayı gerektirir274.
Eski Milli Eğitim Müdürü Naci Akay’ın 07.05.2004 tarihli Sabah Gazetesi’nde
yayınlanan yazısına göre okulun açılmasında şu hususlar göz ardı edilmemelidir:
“Lozan Antlaşması’nda bir hüküm yoksa da okul azınlık okulu olarak mütalaa edilerek
Milli Eğitim Bakanlığı’nın gözetim ve denetiminde olmalıdır. Mütekabiliyet esası
gözetilerek Batı Trakya’da kapatılan ya da onarımlarına izin verilmeyen okulları
açılmalı ve onarımlarına izin verilmelidir. Okulun öğretimi lise düzeyi ile sınırlı
tutulmalı, İlahiyat ile Grek dili ve edebiyat dersleri dışındakilerin programları Milli
Eğitim Bakanlığı’nca hazırlanmalıdır. Okulun yönetiminde ve ikinci müdür konumunda
bir Türk/öğretmen temsilci bulunmalıdır”275 demiştir.
Türkiye’de resmi çevrelerde Ruhban Okulu’nun açılması ile ilgili olarak
yaygın olarak kabul gören görüş; Okulun İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
bünyesinde kurulacak Yüksek Dinler Kültür Bölümü’ne bağlı olmak şartıyla yeniden
açılması ve Rum Ortodoks Cemaatinin gereksinim duyduğu yüksek nitelikli din
adamlarının burada yetiştirilmesidir. Fakat zaten başka bir okula bağlanmasını kabul
etmedikleri için okul 1971 yılında kapatılmıştır276.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde yüksek okulların kuruluş koşullarını
belirleyen Anayasa’nın 130. ve 132. maddeleri de, Ruhban Okulu’nun yüksek okul
statüsünde eğitim yapmasını engellemektedir277. Anayasa’nın 130. maddesi, bilimsel
özerkliğe sahip üniversitelerin devlet tarafından kanunlarla kurulmasını emretmektedir.
Dini özerkliğe sahip bir okulun kurulması, ancak bu maddenin değiştirilmesi ile
mümkündür. 132. madde ise, sadece Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Teşkilatı’na
bağlı özel yüksek öğretim kurumları açılabilir demektedir. Bir ‘Hukuk Devleti’ olduğu
hususunda
kimsenin
şüphesinin
olmadığı
274
Türkiye
Köse, age., s. 230.
Naci Akay, “Ruhban Okulu Açılmalı”, Sabah, 7 Mayıs 2004, s. 22.
276
Köse, age., s. 230.
277
Altındal, age., s. 30.
275
114
Cumhuriyeti
Devleti’nde,
Anayasa’nın bu maddeleri çerçevesinde Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden
açılması mümkün değildir278.
3.4.4. Bugünkü Hukuki Durum
150. kuruluş yıldönümü törenlerindeki basın toplantısında Harisiadis, okulun
açılması halinde eğitimin nasıl olacağını şöyle açıklamıştır; “Okul Patrikhane’ye bağlı
olacak ve denetimini Milli Eğitim Bakanlığı yapacak. 100 Öğrenciye eğitim verecek
kapasitemiz var. Müfredat bir konsey tarafından belirlenecek ve Milli Eğitim
Bakanlığı’na sunulacak. Öğretmenler de yine aynı konsey tarafından belirlenecek ve
atamalar Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılacak”. Harisiadis ayrıca okula
“yabancı” öğrenci kabul edilmesini de öngören isteklerinin de olduğunu açıklamıştır.
Bu isteklerin gerçekleşebilmesi için bu okulu denetliyebilecek uzman bir
kadro’ya ihtiyaç vardır. Eğitimin Rumca olması konusunda isteklerini kamuoyunun
hassasiyetinden dolayı açıklayamamıştır.
Fener Rum Patriği Bartholomeos da bir röportajda bu konuda şunları
söylemiştir:
“İstanbul’da
cemaatimiz
sayısının
çok
azalmış
olması
ve
de
Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun 1971 yılından beri kapalı tutulmasından dolayı,
Patrikhanemiz günümüzde zor bir yasam mücadelesi vermektedir. Ruhban Okulu’nun
açılması ve de orada okuyacak yabancı tabiiyetli öğrencilerinden mezuniyetlerini
müteakip, kurumumuzda kalmayı arzu edenlerin Türk tabiiyetine geçişlerinin kabulü
konularında Patrikhane olarak müteaddit defalar hükümetimize ricalarda bulunduk”.
Yukarıda ortaya koyulan faaliyetleri dikkate alındığında Ruhban Okulu’nun
Milli Eğitim Bakanlığı ya da Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK)’na bağlı olarak faaliyet
göstermesi istenmemektedir.
Araştırmacı yazar Aytunç Altındal’ın ifadeleri şunlardır; “özel ve özerk statüde
bir Hıristiyan Ruhban Yüksek Okulu kurmak istemektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin
yasalarını karıştırmayın demektedirler. Biz bu okulu liseden sonra bir yıl eğitim
verecek, uluslararası statüye tabi olarak kurmak istiyoruz demektedirler. Böyle
dayanaksız bir noktadan başlattıkları hareket, bir sonuç vermeyince de, bizi insan
278
Salim Gökçen, “Fener Rum Patrikhanesi’nin Hukuki Statüsü ve Heybeliada Ruhban Okulu’nu
Açtırma Girişimleri”, http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/heybeliada.html
115
haklarını ihlal etmekle suçlamaktadırlar. Bunun bir sonraki aşaması, Ayasofya’yı
Ortodoksların ibadetine açma talebi olacaktır279.
Nitekim 1998 yılında Aralık ayında, Vakıflar Genel Müdürlüğü “Türk Devleti
aleyhinde propaganda ve yolsuzluklar yaptığı” gerekçesiyle Heybeliada Ruhban Okulu
Yönetim Kurulu’nu feshetmiştir. Fener Patrikhanesi başta Selanik Teoloji Fakültesi
olmak üzere ilahiyat eğitimi veren birçok okulda, elemanlarına gerekli dini eğitimi
aldırmaktadır. Dünyanın her yerinde bu tür okullar açma imkanı da mevcuttur. Buna
rağmen ısrarla bu konuda şunları istemektedir:
— Heybeliada Ruhban Okulu açılmalıdır ve dünyanın her tarafından öğrenci
alabilmelidir.
— Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu okul üzerinde hiçbir şekilde denetim
hakkı olmamalıdır.
— Patrik ve kendine bağlı metropolitlerde T.C. vatandaşı olma şartı
kaldırılmalıdır280. Oysa bunları isterken başta Selanik Teoloji Fakültesi olmak üzere
birçok yerde hatta 60 yıldan bu yana ABD’de bile Ruhban Okulu bulunmaktadır.
Buralardan din adamı yetiştirilmektedir. Maksat din adamı ihtiyacı ise bu okullar
Türkiye’de cemaati bile olmayan Patrikhane için fazladır. Ayrıca Patrikhane’nin
Ruhban Okulu ile ilgili planları sadece öğrenci ihtiyacını gidermek kadar masumane
olmadığı için Türkiye dışındaki Ruhban Okulları’ndan hiç bahsetmemektedir.
Bu durum Patriğin yurt dışında ki kiliseleri ve dolayısıyla o kiliselerin
bulunduğu ülkeleri kontrol etmek amacıyla, kendisi tarafından amaçlarına hizmet
edebilecek din adamları yetiştirmek istemesini ortaya çıkarmaktadır.281.
Heybeliada Ruhban Okulu’nun ve özellikle de bu okulun Teoloji Bölümü’nün
açılmamasının hukuksal dayanakları şunlardır:
— Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı sonrasında 1924 yılında imzalanan Lozan
Antlaşması’nın azınlıklara ayrıcalık değil yalnızca Müslüman Türk halka tanınan eşit
davranım görme hakkı tanıması ve bu durumun Anayasa’daki eşitlik ilkesine uygun
olması,
279
Köse, age., s. 237.
M. Necati Özfatura, “Patrikhanenin Ekümeniklik Hayali”, Türkiye, 9 Kasım 2000, s. 11.
281
Köse, age., s. 238.
280
116
— 403 sayılı Öğretim Birliği Yasası’nın (Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun)
Türkiye’de dinsel öğretimi cemaatlerden ve özel kişilerden alıp devlet görevi olarak
Milli Eğitim Bakanlığı’na vermesi,
— T.C. Anayasası’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir devlet
olarak nitelenmiş bulunması; bunun gereği olarak da dinsel öğretim yapan özel okul
açmanın ve yönetmenin yasak olması. Özel Okullar Yönetmeliği’nde, “Bir özel okula
alınabilecek yabancı uyruklu öğrenci sayısı, okulda okuyan Türkiye Cumhuriyeti
yurttaşı öğrencilerin yüzde 20’sini aşmamak kaydıyla Milli Eğitim Bakanlığı’nca
belirlenir.” hükmünün bulunması,
— 625 sayılı yasanın 3. maddesinin 3. paragrafında, ‘Askeri okullar, dinsel
eğitim ve öğretim yapan özel öğretim kurumları ile güvenlik örgütüne bağlı okulların
aynı ya da benzeri özel öğretim kurumu açılamaz.’ hükmünün var olması,
— Anayasa’nın 130. maddesindeki “Yasada gösterilen yöntem ve esaslara göre
kazanç amacına yönelik olmamak koşuluyla vakıflarca devletin gözetim ve denetimine
bağlı yüksek öğretim kurumları kurulabilir.” hükmüne göre Patriklik bir vakıf
kimliğinde olmadığı için Patrikliğe bağlı bir özel yüksek öğretim kurumu açılmasının da
olanaklı olmaması,
— Anayasa’nın 24. maddesinde “Din ve ahlak eğitim ve öğretimi devletin
gözetim ve denetimi altında yapılır. Kimse devletin toplumsal, ekonomik, siyasal ya da
hukuksal temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırma ya da siyasal ya da
kişisel çıkar ya da etki sağlamak amacıyla her ne biçimde olursa olsun dini ya da din
duygularını ya da dince kutsal sayılanları sömüremez ve kötüye kullanamaz.”
hükmünün bulunması,
— Lozan Antlaşması’nda ve öteki uluslararası sözleşmelerde azınlıklar için
ayrıcalıklar değil yurttaşlarla eşit haklar tanınmıştır. Din görevlilerinin özel okullarda
değil devlet okullarında yetiştirilmesi, Anayasa, Anayasa Mahkemesi kararı, Yüksek
Öğretim Kurumları Yasası ve Milli Eğitim Temel Yasası’yla düzenlenmiş devlet
politikasıdır. Bu nedenle azınlıklara verilecek bir hak yurttaşlar arasında azınlıklar
lehine bir eşitsizliğe neden olur. T.C. Devleti, din görevlilerini bir devlet okulu olan
İmam-Hatip Okulları ve devlet üniversiteleri bünyesindeki İlahiyat Fakülteleri’nde
yetiştirmektedir. Eğitim-öğretim etkinlikleri, devletin denetimi ve gözetimi altında
yapılmaktadır. Hiçbir cemaat ya da kesime bu konuda ayrıcalık tanınmamıştır.
117
Heybeliada Ruhban Okulu, icra etmiş olduğu eğitim ve öğretim metodu ve
işleyişi itibariyle bir yüksek okul görünümündedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi
kararı kapsamına girmektedir. Nitekim 25 Eylül 1951 tarih ve 151 sayılı okul
yönetmeliğinin 1. maddesinde; “Okulun amacı, rahiplik mesleğine girecek olanları
yetiştirmektir.”, 3. maddesinde; “Okul, üç sınıflı lise bölümü ile dört sınıflı Teoloji
İhtisas Bölümü’nden teşekkül eder.”, 54. maddesinde; “Lise mezunlarından rahiplik
mesleğine intibak edebilecekler alınır.”, 55. maddesinde; “Kayıt kabulle ilgili bölümde,
okula yazılmak isteyenlerden lise bitirme diploması istenir.” denilmektedir. Ayrıca
Teoloji bölümünden mezun olan öğrenciler Yunanistan’da bazı liselerde din dersi
öğretmenliği yapmışlar ve bu okuldan mezun olanlar, Yunanistan’daki İlahiyat
okullarından mezun olanlarla eşdeğer tutulmuşlardır. Zaten okulun son 11 öğrencisi de
Selanik İlahiyat Fakültesi’ne yatay geçiş yapmıştır282.
Anayasa Mahkemesi’nin yükseköğretim kurumlarının sadece devlet tarafından
açılıp işletilebileceğini belirten bu kararından sonra mevcut özel yükseköğretim
kurumları ya faaliyetlerine son vermiş, ya da bir devlet üniversitesine bağlanmıştır283.
Heybeliada Ruhban (Papaz) Okulu da “özel yüksekokul” statüsünde değerlendirilmiştir.
Okulun varlığını sürdürebilmesinin ancak Türk üniversitelerinden birisine veya bir
ilahiyat fakültesine bağlanarak mümkün olabileceği belirtilmiştir. Türk Hükümeti ile
Patrikhane ve okul yöneticileri arasında çeşitli görüşmeler yapılmış ancak, okulun Türk
üniversitelerine bağlanmasını istemeyen Patrikhane ve okul yöneticileri, Heybeliada
Ruhban Okulu’nu kapatmışlardır. Heybeliada Ruhban Okulu’ndan geriye Rum azınlığın
eğitim yaptığı Özel Rum Erkek Lisesi kalmıştır.
Kapatılma kararı, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nün 12 Ağustos 1971 tarih
ve Özel Öğretim Kurumları 101787 sayılı gizli işaretli yazıları ile “Anayasa
Mahkemesi’nin 12 Ocak 1971 tarihli kararı ve 26 Mart 1971 tarihli gerekçesi
muvacehesinde
okulunuzun,
bu
kararın
kapsamına
girer
durumda
olduğu
anlaşıldığından diğer yüksek okullar gibi özel bir yüksek okul mahiyetinde bulunan
teoloji bölümünün 9 Temmuz 1971 tarihinden itibaren hiçbir hukuki varlığı
kalmamıştır” denilerek, Heybeliada Ruhban Okulu Müdürlüğü’ne bildirilmiştir284.
282
Özyılmaz, age., s. 110.
Hilal Köylü, “Ruhban Okuluna Formül Bulundu”, Radikal, 24 Haziran 2004, s. 1–7.
284
Özyılmaz, age., s. 101.
283
118
Aynı karara göre; Amerikan Robert Koleji binaları 1971’de Boğaziçi
Üniversitesi’ne devredilmiştir. Ardından da Robert Koleji, Arnavutköy Kız Lisesi ile
birleşmiş Özel İstanbul Amerikan Robert Lisesi adını almıştır. Kolejin yüksek kısmı
Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüşmüştür285.
Ruhban Okulu’nun vakıf bünyesinde faaliyet göstereceğini bu yüzden de Milli
Eğitim Bakanlığı denetiminde olması gerektiğini düşünen Dışişleri bürokratları, “Okul,
iki yıllık önlisans programı gibi eğitim verir. Önemli olan denetimdir. Bunu da Milli
Eğitim Bakanlığı yapar. YÖK’le okul arasında doğrudan bağlantı kurmak olmaz”
görüşü üzerinde durmuşlardır. Okulun açılışına ilişkin hazırlıkların, AB’nin aralık
ayındaki zirvesinden önce tamamlanabileceğini kaydeden kaynaklar, “Konuyla ilgili
son kararı Bakanlar Kurulu verir.” demişlerdir.
Fener Rum Patrikhanesi avukatı Kezban Hatemi, Heybeliada Ruhban
Okulu’nun ‘Milli Eğitim Bakanlığı denetiminde, bir vakıf bünyesinde, iki yıllık önlisans
programı şeklinde’ eğitim vermesine ilişkin çözümün yeni bir formül olmadığını
söylemiştir.
Hatemi, “Ruhban Okulu kapatılmadan önce de aynı prosedüre uygun olarak
eğitim veriyordu. Bu, bulunmuş yeni bir formül değil, Lozan Antlaşması’nın tanıdığı
doğal bir haktır. Milli Eğitim Bakanlığı da bunu uygulayacaktır” diye konuşmuştur.
Ruhban Okulu, Milli Eğitim Bakanlığı ile YÖK arasında gerginlik
yaşanmasına neden olmuştur. MEB, “Okul, YÖK’e bağlanmalı. Bunun için de 2547
sayılı YÖK Yasası değiştirilmeli. Bizim okulu denetlememiz zor olur” önerisinde ısrar
ederken YÖK, bu öneriye karşı çıkmıştır.
YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, “YÖK Yasası’nın temel hükümleri var. Atatürk
ilkelerine bağlılık gibi. Ruhban Okulu’nun bu ilkelere uymasını nasıl sağlayacağız”
diyerek, okul üzerinde YÖK otoritesinin kurulamayacağını öne sürmüştür286.
Fener Rum Patrikhanesi ile Ermeni Patrikhanesi, ihtiyaçları olan din
adamlarının yetiştirilmesi konusunda görüş ayrılığına düşmüştür. Ruhban Okulu
konusunda iki Patrik anlaşamamıştır. Fener Patriği, okulun bağımsız olmasını
istemekte, Ermeni Patriği Mesrob ise “Bir devlet üniversitesine bağlanabilir”
demektedir.
285
286
Köse, age., s. 229.
Hilal Köylü, “Ruhban Okuluna Formül Bulundu”, Radikal, 24 Haziran 2004, s. 1–7.
119
Türkiye Ermeni Patriği Mesrob II, bu konuda yaptığı açıklamada din adamı
sıkıntısı çektiklerini ve din adamı yetiştirmek için herhangi bir üniversitede hıristiyan
fakültesi açılmasını istediklerini söyleyerek: “Devletimize başvuruda bulunduk. Ruhban
Okulu açma yerine İstanbul’daki Üniversitelerden birinde Hıristiyan Fakültesi
açılmasını istedik. Bu konu hem laiklik, hem de devlet üniversitesinde eğitim alma
açısından çok önemli olacak” demiştir 287.
Fener Rum Patrikhanesi ise Ermeni Patrikhanesi’nin teklifinin kendileri için
uygun olmadığını açıklamıştır. Patrikhane’den yapılan açıklamada şöyle denilmiştir:
“Heybeliada’daki okulun 1971’de kapandığı andaki konumunun, aynı şekilde
devam etmesini, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı ancak bağımsız olmasını ve bir
üniversiteye bağlanmamasını istediklerini” açıklamışlardır. Ermeni Patrikhanesi’nin
Ruhban okulunun bir devlet üniversitesine bağlı olabilir açıklamasına ise, daha önceden
okulları olmadığı için onlar kabul edebilir yorumunda bulunmuşlardır.
Türk
Ortodoks
Patrikhanesi
sözcüsü
Sevgi
Erenerol
ise
Ermeni
Patrikhanesi’nin önerisine destek vermiştir:
“İstanbul ya da Marmara Üniversiteleri’nden birindeki ilahiyat fakültesi
bünyesinde Hıristiyanlar için özel bir bölüm açılmalı. Din adamı ihtiyacı bu şekilde
karşılanabilir. Fener Patrikhanesi ekümenik iddiasından dolayı buna razı olmuyor. Bağlı
olmadan uluslararası bir okul haline gelirse, kendileri de uluslararası olmuş olacaklar”.
Türkiye’deki azınlıklar üzerine yaptığı çalışmalar ile tanınan gazeteci Yazar
Aytunç Altındal, Ruhban Okulu’nun kapalı olmadığını ileri sürerek şöyle konuşmuştur:
“Okulun eğitimine patrikhane tarafından süresiz ara verildi. Hükümet okulu
kapatmış değil. Üniversitelerimizden birinde Hıristiyanlık kürsüsü açılabilir. Ancak AB,
doğrudan patrikhaneye bağlı bir okul istiyor. Patrikhane, vereceği müfredata
karışılmasını istemiyor. Bunu kilisenin iç hukuku olarak görüyor, ancak vereceği eğitim
Tevhidi Tedrisat Kanunu’na aykırı. Çünkü kız öğrenci okutmuyor. Oysa Türkiye’de
laik bir eğitim var. O zaman imam hatip liselerine de kız öğrenci alınmaz. Bu Lozan’a
da aykırı”288.
Bartholomeos,
Heybeliada
Ruhban
Okulu’nun
açılmasının,
35
yıldır
tartışıldığını kaydederek, ”Heybeliada Ruhban Okulu, üniversite düzeyinde bir okul
287
288
Ufuk Aktuğ, “Ermeni Patriği Fakülte İstedi”, Hürriyet, 26 Mart 2006, s. 25.
Ömer Erbil, “Ruhban Okulu Patrikleri Kapıştırdı”, Milliyet, 27 Eylül 2005, s. 21.
120
değildi. O zaman özel üniversite konumuna dahil edebilirdik. Buradan mezun olanlara
biz bir diploma veririz. Bu diploma, lise sonrası bir senelik eğitim aldığını belgeler. Bu
nedenle de Heybeliada Ruhban Okulu’nun üniversite seviyesine sokularak kapatılması
hatadır” diye konuşmuştur.
Milli Eğitim Bakanı Çelik, Yunan meslektaşıyla görüşürken ‘burada hukuki
açıdan engel olmadığını’ ifade etmiştir. YÖK Başkanı Teziç de, Patrikhane’yi ziyaret
etmiş ve ‘okulun açılmasında hukuki engel olmadığını’ ifade etmiştir. Bartholomeos,
Heybeliada Ruhban Okulu’nun hem Osmanlı Dönemi’nde, hem de Cumhuriyet
Dönemi’nde uzun yıllar faaliyet gösterdiğini bildirmiştir.
Bartholomeos, Heybeliada Ruhban Okulu’nun Ortodoks kilisesine ve bütün
insanlara, ihtiyaç duyduğu insanları yetiştirdiğini ifade ederek, ”Okulun, devlete karşı
değil, devlete hizmet olarak işlediğini” söylemiştir.
“Okulun, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin denetimi olmadan çalışmak
istediğine”
ilişkin
haberler
çıktığını
ve
bunun
doğru
olmadığını
kaydeden
Bartholomeos, “Türkiye, laik bir ülke. Dinler arası ayrımcılık uygulanmayan bir ülke.
Ruhban Okulu’nun, topraklarında bulunması bir şeref olacaktır. AB’ye girme
hareketindeki bir ülkede bu tür yalan haberlerin çıkması üzücüdür. Çünkü bizim Türk
halkı ile barışçı bir birlikteliğimiz var” demiştir289.
Poettering, konuşmasında “Türkiye’nin, Hıristiyan toplumlarına ihtiyacı vardır.
Türk halkı, ancak bu şekilde Müslüman olmayan AB’yi tanıyabilir. Çünkü günün
birinde oraya tam üye olmak istiyorlar. Heybeliada Ruhban Okulu, diyalog için uygun
bir mekandır. Bizler için de çok önemli bir mekandır. Ruhban Okulu’nun bir an önce
açılmasını istiyoruz. Avrupa Hıristiyan Demokratları adına Türk yetkili makamlarına,
Hıristiyan kiliseleri ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması çağrısında
bulunuyoruz. Çünkü bunlar tek taraflı kapatıldı. Bu yapılmadığı takdirde, Batı Avrupa
toplumlarındaki İslam fobisi artacaktır.” demiştir.
Avrupa Hıristiyan toplulukları adına yapılan bu açıklama ile Avrupa’nın
Heybeliada Ruhban Okulu konuşunda gerçekleri bilmediği ya da kasıtlı olarak
gerçekleri görmezlikten geldiği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Patrikhane’nin, Rum
halkına ait olduğu için kapatıldığı düşüncesi kabul edilemez bir düşüncedir. Ruhban
289
“Ruhban Okulu Açılsın Talebi”, 20.10.2005, http://www.sabah.com.tr/gnd96.html
121
Okulu’nun
kapatılması
kesinlikle
bilinçli
şekilde
bir
karşı
hareket
olarak
algılanmamalıdır. Olaya bir yargı kararı olarak bakılması gerekir. O dönemde bu
okulların kapatılmasıyla Türkiye’deki laik sistemin korunması hedeflenmiştir. Türk
mevzuatı, özel okullarda dini ve askeri eğitime izin vermediği için 1971’de tüm özel
okullarla beraber Ruhban Okulu da kapatılmıştır. Buna dayanak olan kanun, sadece
Azınlık vatandaşlarımızı değil bütün vatandaşları kapsayan bir kanun olduğunun
unutulmaması
gerekir. Eğer
Ruhban
Okulu’na
özel
haklar
tanınırsa,
diğer
vatandaşlarımızında istekleri göz ardı edilemez.
Bu insan hakları açısından ele alınıyorsa o zaman, Yunanistan’da yaşayan
Türk’lerin de haklarının verilmesi gerekir.
Fener Rum Patrikhanesi Heybeliada Ruhban Okulu’nun bir üniversiteye
bağlanmadan açılabilmesi gerektiğini söylerken, buna benzer bir girişim Yunanistan’da
büyük bir tepki uyandırmıştır290. Ortodoks Kilisesi’ne bağlı olması planlanan yeni
ilahiyat
fakülteleri,
Yunan
medyası
tarafından
“ayetullah
okulları”
olarak
nitelendirilerek, yeni fakültelerle ilgili yasa tasarısını meclise sunan Eğitim Bakanı
Maryetta Yannaku eleştirilere hedef olmuştur. Pasok’tan Andreas Loverdos, “Kilise
okulları anayasaya aykırı. Bu okulların üniversite olması, gerçek üniversitelerin devre
bırakılması anlamını taşıyacağını ifade etmiştir. Yunanistan da bile muhalefetin ve
basının büyük tepkilerine yol açan girişim konu Türkiye olunca bu tepkiler göz ardı
edilerek insan haklarına ve AB’ye aykırı olduğu ileri sürülerek bir hakmış gibi
sunulmaya çalışılmaktadır.
Ntvmsnbc’nin
haberi
Patrikhane’nin
Heybeliada
Ruhban
Okulu’nun
açılabilmesi için yeni stratejisini ortaya koymaktadır. İşadamı Vasilaki Floridi’nin
Kadıköy 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açtığı davada, Patrik Bartholomeos’un ve
vakıf yöneticilerinin Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun açılabilmesi için Türkiye’deki
yetkililere rüşvet vermek üzere ABD Savunma Bakanlığı’ndan 12 milyon dolar
istediğini, ABD savunma Bakanlığı’nca gönderilen bu paranın Bartholomeos’un şahsi
servetini yöneten 3 kişinin hesaplarına yatırıldığını, kendisinin de bağışladığı 3 milyon
300 bin doların başka amaçlarla kullanıldığını bir belge sunarak iddia etmiştir291.
290
291
Sofia Angelidis, “Yunanistan’da İlahiyat Krizi”, Milliyet, 23 Eylül 2005, s. 17.
“Patrik Yemin Etti, Dava Reddedildi”, 06.10.2005, http://www.ntvmsnbc.com/news/367229.asp
122
Sonuç olarak; Fener Rum Patrikhanesi başta Selanik Teoloji Fakültesi olmak
üzere ilahiyat eğitimi veren birçok Ortodoks ülkede bulunan okulda, elemanlarına
gerekli dini eğitimi aldırmaktadır. Bu ülkelerde bu tür okullar açma imkanı da
mevcuttur. Buna rağmen ısrarlı olarak bu okullar mevcut değilmiş gibi bu okullardan
hiç bahsetmemekte din adamı sıkıntılarını gidermek gerekçesiyle Heybeliada Ruhban
Okulu’nun açılmasını masumane bir kılıf altına gizlemektedir. Maksat din adamı
ihtiyacı ise Türkiye’de yeteri kadar cemaati olmadığı için başta Yunanistan ve Rusya ile
sıkıntılar yaşayan Patrikhane için yeterli olduğu bilinmektedir. Burdan anlaşılmaktadır
ki Patrikhane’nin Ruhban Okulu ile ilgili istekleri gerçeği yansıtmamaktadır. Sadece din
adamı ihtiyaçını karşılama düşüncesi fazla iyimser olmayı gerektirmektedir.
Fener
düşüncesini
Rum
Patrikhanesi’nin
uygulayabilmek
için
gerçek
amaçlarından
ekümenikliğini
biri
Vatikanlaşma
sağlamlaştırmaktır.
Ortodoks
ülkelerdeki kiliseleri dolayısıyla da bu ülkeleri kontrol etmek amacıyla öğretisini
yayacak ve kendisine bağlı kiliselerin bulunduğu ülkelerdeki etki alanını genişleterek
güçlendirecek temsilcilere ihtiyaç duymaktadır. Ulusal kiliselerle olan rekabeti de göz
önene alınırsa Ruhban Okulu daha da önem kazanmaktadır.
Fener Patrikhanesi Ruhban okulunun açılması için Yunanistan dahil bir çok
ülkede uygulanan devlet denetimi şartını bilerek reddetmesinin altında Türkiye’yi
uluslararası arenada baskı altında tutmak düşüncesinden kaynaklanmaktadır.
Türkiye’ye Rum azınlık ve Patrikhane konusunda uygulanan uluslararası
baskılar Türkiye’nin bu kanuda kararlı bir politikasının olmamasının nedenidir. Bu
kararsızlığı Çoşar şöyle özetlemiştir;
“T.C. idarecilerinin patrikhaneye karşı davranışlarını şöyle özetlemem
mümkündür. Dostluk devrinde Lozan Antlaşması çiğnenerek ve T.C. Kanunları bir
tarafa itilerek tavizler, imtiyazlar dağıtmak! Buhranlı devirlerde de bu imtiyaz ve
tavizleri geri almak!... İmtiyazlar dağıtıldığında bunları gayet normal bulan dünya
kamuoyu, bunlar geri alındığında, Yunanistan’ın ve diğer kiliselerin giriştikleri
kampanyalarla aleyhimize kışkırtılmış, Türkiye kötü bir tutum içinde gösterilmiştir”292.
Türkiye’de din eğitimi alanında, hangi derecede ve türde olursa olsun, özel
eğitim kurumu açılamaz. Bu bir kesin hükümdür ve din farkı gözetmeksizin tüm
292
Ömer Sami Çoşar, “Patrikhane Dosyası”, Hürriyet, 20 Ağustos 1976, s. 22.
123
vatandaşlar için geçerlidir. Lozan Antlaşması ve ilgili öteki uluslararası sözleşmelerde
olsun, azınlık için imtiyazlar değil, vatandaşlarla eşit haklar tanımıştır. Vatandaşlara
yasak olan din okulu açma hakkının, azınlığa tanınması söz konusu olamaz.
Türk Milli Eğitiminin Genel ve Temel İlkeleri’nin 1973 Milli Eğitim Temel
Kanunu ve 1981 Yükseköğretim Kanunu ile belirlenmiştir. Okul programlarının bu
genel amaç ve temel ilkelere uygun olarak geliştirilmesi zorunludur. Manastır yasamı
içinde, Patrikhane yönetim ve denetimi altında, Patrik ikametgahı ile aynı çatı altında
bir eğitim kurumu Türk Milli Eğitimi’nin Genel Amaç ve Temel ilkelerine tamamiyle
aykırıdır.
Fener Patrikhanesi’nin Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması yönündeki
isteğinin İstanbul’da yaşayan sayıları 2000-3000 arasındaki Rum vatandaşımızın gerçek
ihtiyaçlarını karşılamaktan çok “Elen ve Ortodoks Emellerini” simgeleyen “Siyasi Bir
Talep” niteliğinde olduğu değerlendirilmektedir.
Lozan Barış Antlaşması’nda İstanbul Rumları için sayılan haklardan Batı
Trakya Müslüman Türkleri’nin de yararlanacağı 45. madde ile garanti altına alınmıştır.
Eğer Patrikhane din adamı sıkıntısı çekmekte ise, Batı Trakya da hem din
adamı, hem de öğretmen sıkıntısı çekilmektedir. Batı Trakya’daki bu sıkıntıları önlemek
için Ruhban Okulu ayarında bir okulun Yunanistan’da açılmasına izin verilmelidir.
Ruhban Okulu, Patrikhane için, ekümeniklikten daha önemlidir. Patrikhane için
Türkiye ekümenikliğini tanısa da tanımasa da dünya devletleri arasında kabul görmesi
yeterlidir. Bu bağlamda Kilise açısından okul ödünü, ekümeniklikten önce gelmektedir.
Heybeliada Ruhban Okulu’nun uluslararası okul olarak açılışına izin
verilmemeli ve uluslararası bir statüye kavuşturulma çabalarına şiddetle karşı
çıkılmalıdır.
124
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
4. YABANCI ÜLKELERİN RUM AZINLIK SORUNLARINA
YAKLAŞIMI
4.1. Amerika Birleşik Devletleri’nin Fener Rum Patrikhanesi’ne ve Rum
Azınlık Sorunlarına Yaklaşımı
ABD soğuk savaş sonrası Balkanlarda insan hakları, demokrasi ve serbest
Pazar ekonomisinin teşviki gibi genel bazı ilkelerin dışında çerçevesi çizilmiş ve içeriği
doldurulmuş genel bir siyaset oluşturmamıştır. Aktif müdahale yerine Avrupa’nın
sorunlarının çözümünü, Avrupalılara bırakmak tarzında hareket ederken, savaşın tüm
Balkanlara yayılmasını önlemek amacıyla küçük çaplı bir takım girişimlerde
bulunmuştur. Ancak, gelişen olayların istikameti ve savaşın Balkanlara yayılması
durumunda, Avrupa’nın güvenliğinin ciddi ölçüde tehdidi ile birlikte, ABD’nin zorunlu
olarak müdahalesini gerektireceği endişesi sonucu, aktif olarak çözüm sürecine
katılmıştır. ABD, Balkanlardaki bölgesel barışın çok önemli olduğunu vurgulamasına
rağmen, asıl sebebin ABD’de oluşan kamuoyu ile kongrenin konuya ilişkin baskıları ve
seçimlerin yaratmış olduğu politik kaygılara dayandığı düşünülmektedir. Başlangıç
aşamasındaki bu süreç esnasında ABD kendisi olmadan Avrupa sorunlarını
aşılamayacağını ve Avrupa’daki varlığının gerekli olduğunu da göstermeye çalışmıştır.
Ortodoks/Slav ittifak Kosova harekatında kara harekatını önlemek için
ABD’ye her türlü baskıyı yapmıştır. Balkanlardaki Ortodoks ve Slav halkların şiddetli
tepkisiyle karşılaşmıştır. Yunanistan’da kamuoyu Sırplara destek vermiştir. NATO
üyesi Yunanistan’da halk sokaklara dökülmüş ve ABD aleyhinde gösteriler yapılmış ve
Başkan Clinton’un resmi yakılmıştır.
Kuzey ve Güney Amerika Rum Ortodoks Kilisesi’nin lideri Başpiskopos
Spiridon’un 23 Mart 1999 tarihinde ABD Başkanı Clinton’a yolladığı mektupta
“Yugoslavya’ya yapılan saldırı gayri ahlakidir...” şeklinde sert bir açıklama olmuştur.
Rusya ve AB’nin etki sahasında bulunan Balkanları Ortodoks/Slav ittifakı
kontrol etmeden, kontrol edemeyeceğini anlayan ABD son yıllarda Balkanlar için yeni
politika geliştirmektedir. Bunun önemli adımlarından birisi Fener Rum Patrikhanesi’ni
kontrolü altına almaktır. ABD, Patrikhane’yi kontrol ederek 250–300 milyon kişilik
125
Ortodoks/Slav dünyasını etki altına almaya çalışmaktadır. Bunun için Patrikhane’ye
ekümenlik
statüsünü
sağlamayı,
Türkiye’de
bağımsız
hale
gelmesini
yani
Vatikanlaşmasını arzulamaktadır. Bu girişimlerde ise Yunanistan’ı yanına almaktadır.
Ayrıca ABD’nin kendi içinde güçlü bir lobiye sahip olan Ortodokslar ABD’nin
Balkan ve Türkiye politikaları üzerinde zaman zaman etkili olmaktadır. Örneğin Rum
asıllı Michael Dukakis, ABD başkan adayı olunca, danışmanı Rum asıllı Bill Tragos’un
ilk beyanatı; “Fener Patrikhanesi Ortodoksların Vatikan’ı olsun. Yunan asıllı
Amerikalılar için esas önemli olan Yunan toprakları değil Ortodoks Kilisesi’dir...”
olmuştur.
Fener Rum Patrikhanesi ile ABD ilişkileri, günümüzde olduğu gibi geçmişte de
belirli dönemlerde karşılıklı menfaatler gözetilerek yakınlaşma içine girmiştir. Bazen bu
duruma Türkiye bile katılmak zorunda kalmıştır.
SSCB, 1945 Kasım’ında süresi sona erecek olan 1925 tarihli, “Türk Sovyet
Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması”nı süresi dolmadan 19 Mart 1945’te
feshetmiştir. SSCB yeni bir antlaşma yapılması ve bunun değişen dünya şartlarına
uygun olması gerektiğini ileri sürmüştür. Ancak Mart ayından Haziran ayına kadar
istekler bildirilmemiş, anlaşma da yenilenmemiştir. Ardından Stalin yönetimi sözlü
olarak Kars, Ardahan, Artvin’i, Montro Sözleşmesi’nin değiştirilmesini ve Boğazlarda
bir üs kurulmasını istemiştir. Karar, Türkiye’ye 7 Haziran 1945’te Moskova’daki Türk
Büyükelçi Selim Sarper’e Ankara’ya bir ziyaret için ayrılmadan önce Dışişleri Bakanı
Molotov’a yaptığı ziyarette bildirilmiştir. Rusların sözlü olarak yaptığı teklifler
reddedilmiştir. Ancak SSCB, istekleriyle başlayan müzakereyi “ucu açık” bırakmış ve
İnönü’nün anlatımıyla konuyu kapatmamıştır: “Ruslarla aramızda hiçbir mesele
olmadığını, dostluk için hiçbir engel mevcut bulunmadığını şeklinde menfi propaganda
yapmak isteyenler Ruslarla eskiden beri dost olduğumuzu söylüyorlar. Arkadaşlar;
Ruslarla aramızda meseleler vardır bu meseleler ve Rusların talepleri büyük
devletlerarasında da bahis mevzuu olmuştur. Ancak Ruslar bu taleplerini kâğıt üzerine
koymaktan dikkatle çekiniyorlar. Yarın zaten biz böyle bir şey düşünmüyorduk yanlış
anlaşılmıştır derler ve perdenin arkasına çekilirlerse memnuniyetle kabul etmeye
hazırım”.
126
Bu durum Stalin’in 5 Mart 1953’te ölümüne kadar devam etmiştir. Stalin
öldükten sonra, SSCB Türkiye’ye yazılı bir nota göndererek, önceki taleplerini geri
aldığını bildirmiştir.
Ancak aradan geçen bu 8 yılda, Türkiye kendisini güvende hissetmemiş,
Rusya’dan uzaklaşarak Amerika’ya yaklaşmıştır. ABD yönetimi bu yakınlaşmadan
yararlanarak 1946’da Sovyetler Birliği’ne Boğazlar konusunda iki kez nota vermiş ve
Türkiye’yi himayesine aldığını göstermiştir293.
“Amerikan Havacılığının kuruluşunun 39. yıldönümü olan 1 Ağustos 1946’da”
Ankara’da parlak bir tören yapılmıştır. ABD, SSCB’ye hem nota vermiş hem de söz
konusu D. Roosvelt uçak gemisini Akdeniz’e göndererek, Sovyetleri “uyarmıştır”.
Bu dönemde Rusya’da Stalin 1943 yılında 19 yıldır boş olan Moskova
Patrikliğine Sergei’i getirmiştir. İki yıl sonra Sergei’nin ölümünün ardından Stalin’in
isteğiyle Aleksei Patrik olmuştur.
Stalin’in girişimleri sırasında İstanbul’da Venyamin I’in yerine Maksimos
seçilince, ABD harekete geçmiştir. Maksimos, ABD’nin planına uygun bir patrik
değildir294. Maksimos Patriklik dönemi, ideolojisi ve kişiliği ile ilgili bir çok
spekülasyon yapılmıştır. Bunlar, “Sovyet Yanlısı”, “Komünist”, “Ruh hastası” şeklinde
sıralanabilmektedir.
Bir
yoruma
göre,
Maksimos
patrik
seçildikten
sonra
Yunanistan’daki komünistlere sempatisini gizlemeye gerek duymamış komünistler de,
davalarına destek olan onun ve Moskova Patriği Aleksiy’in fotoğraflarını taşıyarak
sokaklarda gösteri yapmışlardır295.
Patrik Bartholomeos’a göre ise Maksimos gerçekten psikopat ve hastadır296.
Kuzey ve Güney Amerika Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu olan Athinagoras,
Washington yönetiminin isteğiyle 1 Kasım 1948’de Türkiye’deki Rum Ortodoksların
ruhani lideri seçilmiştir. Athinagoras’ın seçilebilmesi için ABD’ye mesafeli duran
Patrik Maksimos V istifa ettirilmiştir.
Niyazi Berkes kitabında; “Günün birinde içyüzünü hiçbirimizin merak
etmediği şartlar altında gürültülü reklamlarla ta Amerika’dan bir patrik getirildi; Lozan
Antlaşması’nın ruhu ile alay edercesine, yıldırım hızıyla Türk vatandaşı yapılarak
293
Yıldırım, age. s.154.
age. s.157.
295
Macar, age. s.185.
296
Elçin Macar, “Athinagoras’ın Patrik Seçilmesi”, Toplumsal Tarih, Eylül 1999, s.37.
294
127
patriklik tahtına oturuldu. Acaba Atina patrikleri de Amerika’dan mı tedarik edilir,
bilmiyorum; fakat bu olay Amerikan Yunanlılığının gözünün Atina’da değil,
İstanbul’da olduğunu gösterir”297 ifadelerini kullanmıştır.
Niyazi Berkes’in söz ettiği patrik, ABD vatandaşı Athinagoras’tır. Lozan
Antlaşması’nın imzalanmasının ardından, Atatürk Dönemi’nden bu yana süregelen
Patrikhane ile ilgili mevcut uygulama yok sayılarak, bir gecede Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşı yapılmıştır.
Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol, Athinagoras’ın
Atatürk’ün 22 Ağustos 1919 tarihli “Çok Gizli” uyarısıyla Erzurum’dan gönderdiği
genelgede söz ettiği Mavri Mira’nın üyesi olan Athinagoras’la aynı kişi olduğunu öne
sürmektedir.
Erol Cihangir ise Papa Eftim’in Muhtıraları ve Bağımsız Türk Ortodoks
Patrikhanesi kitabında da, Athinagoras’ın Kurtuluş Savaşı’nda işgalcilerle birlikte
Türkiye’ye karşı savaşan Atina Kilisesi Sen Sinod Sekreteri Athinagoras’la aynı kişi
olduğunu yazmıştır.
ABD’den Paris’e uğrayarak gelen yeni patrik, Türkiye’ye girebilmesi için
hazırlanan ‘laissez passer’ denilen, muteber kişilere verilen belgeyi Paris Büyükelçiliği
Başkatibi Oğuz Gökmen’in elinden almıştır. Gökmen aynı zamanda şu ilginç yorumu
yapmaktadır: “Amerikalıların çoğu kez çocuksu bir politika anlayışları vardır.
İstanbul’daki Fener Patrikhanesi’ni etkileri altında tutmak suretiyle Sovyet Rusya halkı
dahil, dünyadaki bütün Ortodokslara hükmedebileceklerine içtenlikle inanırlar298.
Bu tam anlamıyla bir ABD “operasyonu”dur. Bunu yıllar sonra Athinagoras
da, New York Herald Tribune Gazetesi’ne itiraf etmiştir. “Ben Truman doktrininin dini
bölümünü teşkil etmekte idim.” Türkiye’ye gelmeden önce, Chicago’da da şunları
söylemiştir: “İkinci Dünya savaşı’nın başında bir gün Roosvelt, ABD sınırlarının
Fransa’dan başladığını söylemişti. Bugün hiç tereddüt etmeden söyleyebiliriz: Birleşik
Devletler’in ilk savunma sınırı Kars’a varmıştır”299.
Athinagoras 26 Ocak 1949’da, ABD Başkanı Truman’ın kendisine tahsis ettiği
özel bir askeri uçakla ve Truman’ın, İsmet İnönü’ye özel mektubunu getirmiştir.
Niyazi Berkes, Patrikhane ve Ekümeniklik, 2. Basım, İstanbul: Kaynak Yayınları, 2005, s. 31.
Elçin Macar, Toplumsal Tarih, Eylül 1999, s. 39.
299
Macar, age., s. 189–190.
297
298
128
Athinagoras, 28 Ocak 1949’da Fener Rum Patrikhanesi’nde düzenlenen törenle patrik
olmuştur. Törene yerel yetkililer ile Sovyetler Birliği ve Yugoslavya dışında tüm
diplomatik temsilciler katılmıştır300.
Athinagoras, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Cumhurbaşkanı tarafından kabul
edilen ilk patrik olmuştur301.
Fener Rum Patrikhanesi ile ABD arasındaki iyi ilişkileri gösteren bir örnek te,
Patrikhane Binalarını Genişletme ve Kiliselerini Onarma Faaliyetlerinde bahsettiğimiz
Fener Rum Patrikhanesi’nin onarımı ve tadilatın da görülmüştür. Tadilat birçok defa
geri çevrilmişken, Amerikan Rum Ortodoks Kilisesi’nin Başpiskoposu Yakovas’ın,
Beyaz Saray’daki etkisinden dolayı, ABD Başkanlarından Jimmy Carter’ın 1986 yılında
devreye girmesiyle onay verilmiştir.
ABD tarafından İstanbul’un surlar içinde kalan bölümünü Bizans’ın başkenti
Konstantinopol ve Fener Kilisesi’ni ise özerk hale getirme planı ise defalarca
Türkiye’ye dayatılmıştır.
ABD planına göre, uzun vadede devlet içinde ayrı bir devlet haline gelecek
olan Patrikhane, “egemenlik alanını”, surların dışına bütün Trakya’ya taşıracaktır302.
Patrik Dimitrios 1990 yılı Haziran’ının son günlerinde ABD’yi ziyaret etmiştir.
Bu ABD ziyareti, Patrikhane açısından yeni bir dönüm noktasıdır. Tarihte ilk defa bir
İstanbul Ortodoks Rum Patriği ABD’yi ziyaret etmiştir. Bu ziyaretle ABD’de ve
dünyada Ortodoksluk daha görünür bir hal almaya başlamıştır.
Amerikan basını, ziyarete büyük ilgi göstermiştir. Özellikle, İstanbul
Patriği’nin Ortodoks dünyasındaki “eşitler arasında birinci”liğinden, çökmekte olan
Doğu Blok’unun yeni şekillenmesinde oynayabileceği olumlu rolden söz etmişlerdir303.
ABD Başkanı Clinton döneminde ise, Yunan asıllı danışmanlarından George
Stefanopulos, Patrikhane hakkında, “misyonunu serbestçe yerine getirebilmesi için özel
çabalar gösterdik ve göstermeye devam edeceğiz” açıklamasını yapmıştır. ABD’nin
Patrikhane’ye ilgisi artarak devam etmektedir304. Bu çerçevede 24 Şubat 1994’te ABD
Başkanı Clinton, Başbakan Tansu Çiller’e bir mektup göndererek “Patrikhanenin
Fuat Kozluklu, “Patrik’e Büyük İtibar”, Cumhuriyet, 21 Ekim 1997, s. 12.
Yıldırım, age., s. 158.
302
Çelik, age., s. 146.
303
Macar, age., s. 234.
304
Muzaffer Taşyürek, “Patrikhane-Kıbrıs Hattı”, Zaman, 10 Kasım 1993, s. 5.
300
301
129
uluslararası statüye kavuşması için Türkiye’nin yardımcı olmasını” istemiştir. Clinton
mektubunda: “Yunanistan’la olan ilişkilerinizdeki en son gerilimi azaltmak üzere,
hükümetiniz tarafından bazı sembolik adımlar atılabilir. Bu sembolik adımlardan bir
tanesi, İstanbul’daki Rum Ortodoks Patrikhanesi olabilir ve bu kurumun işlerlik
kazanması hususunda mevcut olan bazı zor koşulları kolaylaştırmanın yollarını göz
önünde bulunduracağınızı ümit ediyorum”305 demiştir. Clinton bu mektubuyla
Çiller’den kibarca Patrikhane’ye uluslararası bir statü verilmesini istemektedir.
Bartholomeos, 19 Ekim 1997’de Amerika’ya gitmiş, kongre üyelerinin
katıldığı askeri törenle karşılanmıştır. Patrik, ABD Başkanı Clinton, Yardımcısı Al
Gore, Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, Temsilciler meclisi Başkanı Newton L.
Gingrich gibi yüksek düzeyde ABD yetkilileriyle görüşme yapmıştır.
Görüşmelere
Türkiye’nin
Washington
Büyükelçisi
Nüzhet
Kandemir
alınmamıştır.
ABD Ankara Büyükelçisi Mark Parris ile İstanbul Başkonsolosu Carolyn
Huggins, Bartholomeos’u 10 Kasım 1998’de ziyaret etmişlerdir. Görüşmede,
Heybeliada Rum Ruhban Okulu Vakfı Yönetim Kurulu üyelerinin, okulun mekanlarını
kullanmalarından
dolayı
Vakıflar
Genel
Müdürlüğü
tarafından
azledilmeleri
değerlendirilmiştir.
28 Mart 1999’da ABD Başkanı Bill Clinton’ın eşi Hillary Clinton, Fener
Kilisesi’ni ziyaret etmiştir. Clinton, Bartholomeos’a, “Heybeliada Ruhban Okulu’nun
açıldığı gün, çok mutlu olacağını” söylemiştir.
Bartholomeos, 5 Mart 2002’de ABD’ye gitmiştir. ABD Başkanı George W.
Bush’un “özel konuğu” olarak kendisiyle Beyaz Saray’da buluşmuştur. Bush ailesi,
onuruna New York’ta da bir davet vermiştir306.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 1 Ocak–31 Aralık 2001 tarihlerini kapsayan yıllık
insan hakları raporu, 2002 Mart ayında açıklanmıştır. ABD Dışişleri’nin raporunda,
Lozan’daki azınlıklar tanımı reddedilmiştir. Raporda, açıkça “İstanbul Fener Rum
Patrikhanesi’nin Heybeliada Ruhban Okulu’nu yeniden açma girişimine engellemeler
yapılıyor” denilmiştir307.
Aydınlık, “Lozan İstanbul’dan Delindi”, 17 Nisan 1999, s. 8–9.
Faik Kaptan, “ABD’den Özel Uçak Geldi”, Hürriyet, 5 Mart 2002, s. 19.
307
Uğur Ergan ve Ayda Kayar, “Patrik’e Yakın Takip”, Hürriyet, 5 Mart 2004, s. 20.
305
306
130
28–29 Haziran 2004 tarihlerinde İstanbul’da NATO Zirvesi yapılmıştır. Bu
kapsamda ABD Başkanı George W. Bush, zirveden önce Ankara’da Başbakan
Erdoğan’la görüşmüştür. Görüşmede Bush’un Türkiye’deki azınlıkların ve Fener Rum
Patrikhanesi’nin durumunu gündeme getirdiği basında yer almıştır. Bush’a Heybeliada
Ruhban Okulu’nun “eski statüsünde açılacağı”na ilişkin söz verildiği iddia edilmiştir.
Daha sonra İstanbul’da azınlıkların dini liderleriyle bir araya gelen Bush, burada
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu ve diğer din adamlarının önünde Bartholomeos’a
“Ekümenik” diye hitap etmiştir. Görüşmeden sonra Bartholomeos, “Bush’un kendisine
Ankara’daki temasları sırasında Ruhban Okulu konusunun ele alındığını anlattığını”
söylemiştir. Eylül ayında açıklanan ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2004 “Dini
Özgürlükler”
Raporu”nda,
“Türkiye’deki
Amerikan
Büyükelçiliği’nin
Türk
Hükümeti’ni Heybeliada Ruhban Okulu’nu yeniden açmaya çağırdığı” kaydedilmiştir.
ABD Başkanı George Bush, Beyaz Saray’da Rum Ortodoks Kilisesi’nin ABD
Temsilcisi Demetrios ve Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakayani’nin de katıldığı bir
resepsiyonda, Yunanistan’ın Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını kazanmasının
185. yıldönümü kutlamalarında yaptığı konuşmada; “Modern Yunanistan’ın kurucuları
1821 yılında özgürlüklerini ilan ettiklerinde, ABD’nin güçlü desteğini buldu. Amerikan
Başkanları Bağımsızlığı destekledi. Genç Amerikalılar, Yunan ordusunda gönüllü oldu.
Birçok Amerikalı mali destek sağladı. ABD özgürlük için mücadele edenlerin yanında
yer aldı” demiştir308. Bu haber ABD’nin Yunanistan’a bakış açısını bütün gerçekliğiyle
ortaya koymaktadır.
SSCB’nin yıkılmasıyla tek süper güç devlet olarak kalan ABD, yenidünya
düzeninde ortodoks dünyasının Fener Patrikhanesi’nin otoritesi altında yeniden
yapılanmasını istemektedir. Sevr Anlaşması ile hem devlet başkanı hem dini lider olan
patrik Lozan Antlaşması ile bunları kaybetmiştir. Patrik’e Sevr Antlaşması’ndaki
statüsünü kazandırmak isteyen ABD, ortodoks dünyasında da bir Vatikan yaratmaya
çalışarak hem Rusya hem de Balkanları kontrolü altında almayı istemektedir.
Soğuk savaşın bitmesi ile birlikte ABD ve Rusya arasındaki çekişme diplomatik
ve ekonomik bir rekabet haline dönmüştür. Bugün iki büyük güç arasındaki rekabette
308
“Bush’tan İtiraf”, Hürriyet, 26 Mart 2006, s. 20.
131
kullanılacak kartlardan biri de din gibi gözükmektedir. Bu durum ABD’nin Fener Rum
Patrikhanesi’ne olan ilgisini daha da arttırmaktadır.
4.2. Avrupa Birliği’nin, Fener Rum Patrikhanesi’ne ve Rum Azınlık
Sorunlarına Yaklaşımı
Avrupa Parlamentosu uzun süreden beri, Fener Rum Patrikhanesi’nin
Ekümenik statüsünün tanınması, Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması,
Anadolu’nun değişik yerlerinde bulunan yıkık veya müze haline getirilmiş, hatta
cemaati dahi olmayan kiliseler ve buralardaki Patrikhanenin mal varlığı ve hakları
konularını gündeme getirmektedir.
Avrupa Birliği’nin Türkiye’den istediği Patrikhane ve Heybeliada Ruhban
Okulu konularındaki talepler; Yunanistan’ın gerçekleşmesini arzuladığı istekler
değildir. Bu, Avrupa Birliği’nin Balkan politikasının önemli unsurlarından biridir.
Balkanlar’da yaşayan halkların önemli bir bölümü Ortodoks’tur ve bölgede Avrupa
Birliği ile Rusya arasında bir menfaat çatışması bulunmaktadır. Avrupa Birliği,
Balkanlar’da kontrolü ele geçirmek için maddi gücü ile birlikte Ortodoksluğu da
kullanma çabasındadır. Bunu da, Fener Rum Patrikhanesi’ne Ekümenik bir statü
kazandırarak ve Patrikhane’nin tüm Ortodoks dünyası üzerindeki egemenliğinin
tanınmasını sağlayarak başarmaya çalışmaktadır.
Fener Rum Patriği Bartholomeos, Avrupa Birliği’nin hedefleri doğrultusunda
hareket etmekte hatta bu yönde çalışmalar yapmaktadır. Bartholomeos, verdiği
beyanatlarla da ruhani bir kişilik olmasına rağmen siyasi kimliğe sahip bir politikacı
olduğu hissini uyandırmaktadır. Bartholomeos, 7 Aralık 2003’te bir Yunan Gazetesine
verdiği demeçte; 2007 yılında Romanya ile Bulgaristan’ın AB üyesi olacaklarını
söylemiş, bu ülkelerin ardından Türkiye’nin de AB üyesi olması dileğinde bulunarak
AB’nin gelecekte, ABD’ye karşı denge oluşturacak Avrupa Birleşik Devletleri’ne
dönüşmesini hayal ettiğini ifade etmiştir. Bartholomeos ayrıca, Türkiye’nin AB üyesi
olmasıyla, Anadolu’da daha rahat hareket edebileceklerini, kökleri ile babaları ve
atalarının anıları ile yeniden bağlanacaklarını, yeniden bu kutsal topraklarda daha çok
ayinlerin yapılacağını söylemiş ve Türkiye’nin AB üyeliğinin yaratacağı yeni
koşullardan bahsetmiştir.
132
Patrik Bartholomeos, Avrupa Birliği’nden almış olduğu güç ile Türkiye’nin
Avrupa Birliği ile entegrasyon girişimleri sürecinde sürekli demeçler vererek ve Avrupa
Birliği nezdinde bir takım girişimlerde bulunarak AB’nin amaçlarına hizmet etmektedir.
Patrik, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasının yolunun, Patrikhane’nin statüsünün
değiştirilmesi ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun tekrar açılmasından geçtiğini ifade
eden açıklamalar yapmakta ve temas kurduğu Avrupa Birliği ülkeleri devlet
adamlarının bu konudaki görüşlerini de dayanak olarak göstererek Türkiye’ye yol
göstermeye çalışmaktadır.
AB’nin Türkiye ile ilgili olarak ilk kez 1998’de hazırladığı raporda, Fener Rum
Patrikhanesi’ne
ait
herhangi
bir
kayıt
yoktur.
Aksine,
Türkiye’nin
Lozan
Antlaşması’nda belirlenen azınlıklar dışında azınlık tanımadığı belirterek, dini
azınlıkların serbestçe ibadetlerini yerine getirdikleri, sadece pratikte bazı bürokratik
engellerle karşılaştıkları belirtilmiştir.
1999 ilerleme raporunda da konuyla ilgili herhangi bir tespit veya talep
bulunmamaktadır. Sadece, “Din özgürlüğü bakımından Lozan Antlaşması ile tanınan
dinsel azınlıklar ve diğer dinsel azınlıklar arasında bir muamele farklılığı hala
mevcuttur.” denilmiştir309.
Fener Rum Patrikhanesi’nin etkisinde kalan Avrupa Komisyonu, ilk kez 2000
yılı ilerleme Raporu’nda “Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun kapalı kalması konusu
da dahil olmak üzere, 1923 Lozan Antlaşması kapsamında olsunlar olmasınlar,
Müslüman olmayan tüm kesimlerin taleplerinin gerektiği gibi incelenmesi gerektiğini”
öne sürmüştür.
Raporda, Yahudi cemaatinin yanı sıra Yunan Ortodoks, Ermeni, Katolik ve
Süryani Ortodoks Kiliseleri başta olmak üzere bazı gayrı Müslim cemaatlere yönelik
hoşgörünün daha fazla olduğu ifadeleri yer almıştır. Aralık 1999’da yayınlanan bir
genelgede ise dinsel cemaatler, hayır ve ibadet binalarının tamiri için devletten izin
alınmasına gerek kalmadığı anlatılmıştır310.
Avrupa Komisyonu, 13 Kasım 2001 tarihli kararında ise Türkiye’ye bu konuda
açıkça dayatmada bulunmuştur;
309
310
Somuncuoğlu, age., s. 53.
age., s. 53.
133
“Ancak Hıristiyan kiliseler, özellikle mülkiyetle ilgili olarak, zorluklarla karşı
karşıya bulunmaya devam etmektedir. Heybeliada’daki Ortodoks Ruhban Okulu’nun
1971 yılında kapatılması konusunda bir ilerleme bildirilmemiştir. Çeşitli kiliselerin
yasal statülerinin tanınmamış olması, dini personelin Türkiye’ye erişebilmesi de dahil
olmak üzere, bazı kısıtlamalar yaratmaktadır”.
Avrupa Komisyonu Sözcüsü Jean Cristoph Philory de 5 Ağustos 2002’de
Patrikhane’nin mülklerine ilişkin reformların Avrupa Komisyonu tarafından yeterli
görülmediğini ifade etmiştir. Philory, dini azınlıkların mülk edinme ve satma haklarına
ilişkin önlemlerin nasıl uygulanacağının önemli olduğunu vurgulamış ve “Dini vakıflara
ilişkin yasanın bazı noktaları üzerinde ayrıntılı bilgi isteyeceğiz” demiştir.
Bartholomeos, 3 Ekim 2002’de Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Romano
Prodi ile bir araya gelmiş ve Brüksel’de yaptıkları bir saat süren görüşmede Ruhban
Okulu meselesini de gündeme getirmiştir. Bartholomeos bu görüşmenin ardından;
“Kopenhag Zirvesi’nde Türkiye’ye müzakere tarihi vermeyecekler, temaslarımdan bunu
anladım. Türkiye’den daha cesur adımlar atmasını bekliyorlar” demiştir.
Patrik ve beraberindeki din adamları heyetini, AB Komisyon binasının dışına
kadar çıkarak karşıladığı belirtilen Romano Prodi’nin, Rumların açılması için
girişimlerini sürdürdükleri, Heybeliada’daki Ruhban Okulu ile yakından ilgilenerek,
Türkiye-AB ilişkilerini Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yetkilisi olmayan bir papazla
görüşmesi oldukça düşündürücüdür. Prodi-Bartholomeos görüşmesinin AB Komisyonu
programında, İstanbul’dan “Constantinople” olarak bahsedilip, verilen randevunun da,
“Mr. Prodi, Constantinople Patriğini kabul edecek” şeklinde duyurulması da kasıtlıdır.
Bartholomeos, bu görüşmeden sonra yaptığı açıklamada şunları söylemiştir: “Görüşme
sırasında Türkiye’deki azınlık hakları ve yabancı vakıflara verilen hakların yeterli
olmadığını anlattım. Daha fazla şeyler bekliyoruz. Azınlıklara yeteri kadar haklar
verilmeli, verilenler yeterli değil. Ben Sayın Prodi’ye şahsen Türkiye’nin bir an önce
AB’ye girmesi gerektiğini söyledim. Bunu her görüşmemde de dile getiriyorum.
Türkiye’nin AB’ye girmesi için dua ediyorum”311.
Bartholomeos, Yunanistan’ın Ethnos Gazetesi’ne verdiği demeçte, “Türkiye’nin
AB üyeliği, Anadolu’da önceden varolmuş Hıristiyan toplumların yaşadığı bölgelerde
311
Salim Gökçen, “Küresel Liderlik Yolunda Avrupa Birliği ve Stratejik Ortağı Fener Rum Patrikhanesi”,
http://www.haberanaliz.com/detay.php?detayid=1170
134
yeniden Hıristiyanların yaşamasına izin vermelidir” demiştir. Bartholomeos, Ruhban
Okulu’nun açılması ve ekümeniklikin ardından asıl amaçlarından birini daha
göstermiştir ve yapmak istediğini açıkça ifade etmiştir: “Eğer Türkiye’nin AB üyeliği
bunu müsait kılarsa Hıristiyanlar, yaşadıkları bölgelere tekrar yerleşirlerse, o zaman
Patrikhane de o bölgelerde bulunan kiliselerin yeniden ayine açılmalarını düşünebilir”.
2002 yılı Ekim ayının ikinci haftası Türkiye ile ilgili AB ilerleme raporu
yayınlanmıştır. AB Raporu’nda Türkiye’de azınlıkların hakları konusunda bazı
ilerlemeler olmakla birlikte tam bir özgürlük bulunmadığı öne sürülmüştür. Süryaniler,
Yahudiler, Rumlar ve Ermeniler gibi azınlıkların okullarının bulunmadığı ve kendilerini
özgürce ifade edemedikleri iddia edilmiştir.
“Laz” ve “Pontus” kültürüyle ilgili araştırmaların yasaklandığı öne
sürülmüştür.
Raporun, dini özgürlükler bölümünde, dini azınlıkların din adamlarını
yetiştirmesi
önündeki
Hükümeti’nden
yasakların
defalarca
sürdüğü;
Heybeliada
Rum
Ruhban
Ortodoks
Okulu’nun
Kilisesi’nin
açılmasına
Türk
çalıştığı
belirtilmiştir.
Bu raporlar yayınlanırken Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapalı olmadığı, açık
bulunduğu, ancak Fener Patrikhanesi’nin öğrenci bulamadığı için eğitim yapamadığı
söylenmemiştir312.
AB’nin 2003 ilerleme raporu, konuyla ilgili en kapsamlı rapor olmuş ve
cemaatlerin kapsamının genişletilmesi, tanınmayan kiliselerin hukuki statü verilmesi,
dini kitapların ithalatında serbestliğin yanı sıra ilk kez Fener Rum Patriği’nin ekümenik
sıfatı gündeme getirilmiştir. Dini özgürlükler adı altında tespitlerin ve taleplerin satır
başları şöyledir: “Gayrimüslim dini azınlıklar, tüzel kişilik, mülkiyet hakkı ve iç
yönetim konularında ciddi engellerle ve din adamı yetiştirme yasağıyla karşılaşmaya
devam etmektedir. Yasal düzenlemeler hala yalnızca gayrimüslim cemaatlere ait
vakıflara atıf yapmaktadır. Bu husus, Katolik, ve Protestan cemaatleri dahil olmak
üzere, vakıf kuramayan diğer dini toplulukları kapsam dışında tutmaktadır.
Gayrimüslim cemaatleri açısından ciddi bir endişe teşkil eden el konulmuş taşınmazlar
konusu halen ele alınmış değildir. Bu cemaatlerin tüzel kişiliği olmadığından,
312
Yıldırım, age., s. 307.
135
taşınmazlara her zaman el konulabilme riski taşımaktadır ve taşınmazların hukuki
yollarla geri alınması çabalarında birçok engelle karşılaşmaktadır. Dini vakıflar,
özerkliklerini önemli ölçüde sınırlayıcı şekilde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün
müdahalelerine maruz kalmaya devam etmektedir. Mütevellilerin azledilmesi ve vakıf
mallarının yönetimine ve muhasebesine müdahale bunlar arasında yer almaktadır. Dini
azınlıkların din adamı yetiştirmelerine yönelik yasak devam etmektedir. Kiliselerindeki
rahiplerin sayısında azalma karşısında bazı dini azınlık cemaatleri, bu yasağın neden
olduğu tehdidi hissetmektedir. Her ne kadar Ağustos 2003’te yetkililerce durumun
yeniden gözden geçirileceği bildirilmişse de, mükerrer taleplere rağmen Heybeliada
Ruhban Okulu kapalı kalmıştır. Kaynak sıkıntısı dini azınlık cemaatlerinin çoğunun yurt
dışında din adamı yetiştirmesine engel olmakta, tabiiyet kriteri ise Süryani ve Keldani
kiliselerinde olduğu gibi Türk olmayan din adamlarının çalışma imkanını ve Ekümenik
Patrik olma imkanını sınırlandırmaktadır. Ayrıca Türk olmayan din adamları, vize ve
oturma izni verilmesi ve yenilenmesi konusunda sıkıntı yasamaya devam etmektedirler.
Bu husus özellikle Roma Katolik cemaati açısından önemlidir. Ekümenik Patrik
ünvanının resmi biçimde kullanılması gerginlik yaratmıştır”313.
AB’nin yasama organı Avrupa Parlamentosu’nun Patrikhane’ye yaklaşımına
gelince; AP’nin kararlarının bağlayıcılığı bulunmadığı iddia edilse de, gerçekte bu
raporlar ve kararlar özelilikle ilerleme raporlarının temel kaynaklarından birisidir.
Bartholomeos’un AB ile ilk resmi teması Avrupa Parlamentosu üzerinden olmuştur.
Patrik Bartholomeos 19 Nisan 1994’te parlamentoda devlet başkanı gibi karşılanmış ve
bir konuşma yapmıştır. AB Türkiye’ye daha adaylık statüsü bile vermemişken, Avrupa
Parlamentosu 24 Ekim 1996’da Türkiye’ye “Dünyanın her tarafındaki milyonlarca
Ortodoks Hıristiyan için Konstantinopolis’teki Patrikhane’nin önemini göz önünde
bulundurarak, Türk yetkililerin ekümenik Patrikhane’nin tam olarak korunması
konusundaki yükümlülüklerinin farkında olarak, ekümenik Patrikhane’nin ve diğer
dinsel yerlerin binalarını koruması ve gerekli önlemleri alması” çağrısında bulunmuştur.
Parlamento’nun aynı kararında, “Patrikhane’ye doğrudan bağlı olan Heybeliada Ruhban
Okulu’nun derhal yeniden açılması” talebi de yer almıştır. Bu kararlarda,
Bartholomeos’un ziyaretinin etkisi olduğu açıktır. Görüldüğü gibi Patrikhane-Ruhban
313
Somuncuoğlu, age., s. 56.
136
Okulu meselesinin altyapısı 1996’da hazırlanmış, 2000’den sonra da AB’nin “resmi
politikası ve davası” haline gelmiştir314.
Avrupa Birliği’nin küresel liderliği sağlama yolunda gelecek 10 yıl içerisinde
bugünkünden çok farklı bir Türkiye coğrafyasına ihtiyacı vardır. AB, bu nedenle hayal
ettiği Türkiye coğrafyasını oluşturma yolunda bütün projelerini hayata geçirmeye
başlamıştır. Fener Rum Patrikhanesi bu projelerin önemli bir ayağını oluşturmaktadır.
Patrikhane’nin ekümenik statüye kavuşmasından Anadolu’daki malvarlıkları ve
servetleri konusuna kadar birçok alandaki isteklerinin gerçekleşmesi için Türkiye'ye
karşı elinden gelen bütün baskı yöntemlerini kullanmaktadır315.
Patrikhane, Türkiye’nin AB üyesi olmasını kendisinin ve Rum azınlığın
güvencesi olarak istemektedir. Bu yönde izlediği tutum Yunan dışişleri ile karşı karşıya
gelmesine de neden olmaktadır.
4.3. Yunanistan’ın ve Yunan Kilisesi’nin Fener Rum Patrikhanesi’ne ve
Rum Azınlık Sorunlarına Yaklaşımı
Yunanistan ve Patrikhane arasındaki ilişki hiçbir dönemde azalmadığı gibi
belirli dönemlerde ise doruğa çıkmıştır. Buluştukları ortak nokta Megalo İdea’dır.
Yunanistan uluslararası platformda eski Bizansın mirasçısı rolünü oynarken, patrikhane
ise Bizansın bayrağını ve mührünü muhafaza etmektedir.
Aziz Pavlos tarafından 51 yılında kurulan ve 451 yılında İstanbul Patrikhanesi
yönetimine giren Yunan Kilisesi, Yunanistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonra
1833 yılında otosefalliğini ilan etmiştir. Fener Rum Patrikhanesi bu durumu ancak 1850
yılında resmen kabul etmiş ve yapılan karşılıklı güven anlaşması ile ilişki yeni bir boyut
kazanmıştır. Bu durum iki kilisenin yakınlaşmasına sebep olmuştur316. Bu tarihten sonra
Fener Rum Patrikhanesi ile Yunan Kilisesi arasında fazla sorun yaşanmazken Kurtuluş
Savaşı Dönemi’nde kral karşıtı bir kişi olan Meletios’un patrik seçilmesi Yunan Kilisesi
tarafından tepkiyle karşılanmış, Meletios dinden azledilmiştir317.
314
age., s. 59.
Salim Gökçen, “Küresel Liderlik Yolunda Avrupa Birliği ve Stratejik Ortağı Fener Rum Patrikhanesi”,
http://www.haberanaliz.com/detay.php?detayid=1170
316
Münir Yıldırım, Yunanistan ve Ortodoks Kilisesi, 1. Baskı, Ankara: Aziz Andaç Yayınları, 2005,
s. 74.
317
Toker, age., s. 40.
315
137
Mütareke’den sonra özel olarak İstanbul, genel olarak Türkiye’de Rum–Yunan
faaliyetlerinin merkezini, İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesi teşkil ediyordu. 1918’li
yıllarda
Patrikhane’nin
böyle
bir
merkez
durumuna
gelmesinde,
burasının
Yunanistan’ın Türkiye üzerindeki emellerinin gerçekleştirilmesi yolunda çok uygun bir
kuruluş olması başlıca rolü oynamıştır. Çünkü Rum Ortodoks Kilisesi, Yunan tarihinde
önemli bir fonksiyona sahiptir. İstiklalini kazanan ve bir hayli de genişleyen
Yunanistan, hedefine ulaşabilmek için Türkiye’deki Rum azınlığı yalnız Yunan Kilisesi
ile etki altına almanın mümkün olamayacağını uzun bir deneme ile anlamıştır.
Türkiye’de de başarılı olabilmek için, daha önce çok yararlandığı Türk topraklarındaki
kiliseleri Türklere karşı tahrik ve baltalama amacı olarak kullanma kararı vermiştir. Bu
kararın bir gereği olarak, 1908’de II. Meşrutiyetin ilanı üzerine faaliyetlerini arttıran
Patrikhane’yi, (1910’da Yunan Başbakanlığına muhakkak geleceğini düşünen)
Venizelos, yarı resmi de olsa Yunanistan’la birleştirmeyi siyasi programına birinci
madde olarak almıştır.
Venizelos bu husustaki düşüncelerini; “Patrikhane, Yunanistan’ın emrine
girmelidir; bu suretle birleşmiş bir Patrikhane’nin ilerideki milli davalarda rolü pek
büyük olacaktır” şeklinde ifade etmiştir. Girit’teki başarılarından cesaret alan Venizelos,
Yunan Başbakanlığı’na geçmek üzere Girit’ten ayrıldığı tarihte gizlice papaz kıyafeti ile
İstanbul’a gelerek bir Rum’un evinde bir hafta kalmış ve Patrikhane’ye esas programı
dahilinde yeni talimatlar vermiştir318.
Osmanlı Hükümeti 12 Aralık 1918’de Patrikhaneye bir tezkere göndererek
yürürlükteki mevzuata göre, yeni Patriğin niçin seçilmediğini sorduğunda, Patrikhane,
bahanelerle Patrik seçimini geciktirmiş, Osmanlı Hükümeti’ne karşı herhangi bir
sorumluluk duymamıştır. Bu durum Patrikhane’nin dini kisvesinden sıyrılarak
Yunanistan’ın Türkiye’deki bir otoritesi haline gelmesinden kaynaklanmıştır319.
Bursa Metropoliti Locum Tenens Doroteos’un Patrik vekilliğine seçilmesi
İngiltere tarafından desteklenmiştir. Patrik Vekili, Paris’ten dönerken Atina’da kendini
karşılayanlara yaptığı konuşmada şunları söylemiştir; “Patrikhane yalnız emellerini
muhafaza ile yetinmedi, milletle birleşerek bu hedefe varılması için el altından tahrik
etti ve her zaman Türk’ten ilk darbeyi o yedi. Türkler ilk darbelerini hep Patrikhane’ye
318
319
Güler, Dünden Bugüne Yunan-Rum Terörü, s. 31.
Güler, age., s. 34.
138
indirdiler. Rum Milletinin bağırsaklarını söktüler. Cellâtların darbeleri altında can
vermiş din adamlarımızı şehit olarak gösteriyorum. Fakat şimdi muzaffer İtilaf orduları
ile Yunanlılar bu eski dünyayı yıkıyorlar”320.
Doroteos’un
Patrik
vekilliği
zamanında
gerçekleştirdiği
en
önemli
faaliyetlerden biri de, Rum okullarında devletin resmi dili olan Türkçe’nin okutulmasını
yasaklamasıdır. 9 Mart 1919 tarihinde de resmen bir beyanname yayınlayarak
“Patrikhanenin Osmanlı Hükümeti ile münasebetlerini kesmiş ve Rumları tebaa
görevlerinden affetmiştir”. Patrikhane’nin Rum tutukluların serbest bırakılması için
uğraş vermesi de, bu insanların serbest bırakılınca çeşitli bölgelerdeki Rum çeteleri ile
Anadolu’yu işgale başlayan Yunan ordusunda istihdam edilmeleri içindir. Patrik vekili
İzmir’in işgali üzerine “Yunan Orduları’nın Hıristiyanlık adına mukaddes cihat
yaptıklarını” söylemiştir. Türkiye’deki Rumların Yunan Ordusu’na katılması için
resmen beyanname yayınlamıştır. Böylece Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yasayan
Rumlar gönüllü sıfatıyla Yunan Ordusu’na katılmışlardır.
Patrikhane’nin yaptığı en önemli siyasi faaliyetlerden biri de, çeşitli heyetler
teşkil ederek Paris Barış Konferansı’nda Anadolu’nun Yunanlılara verilmesi için
teşebbüslerde bulunmasıdır. Sonuç olarak konferansta, Rum Patrikhanesi’nin tahrif
edilmiş nüfus istatistikleri ile İzmir’i Yunanistan’a verilmesini vaat etme kararı alınması
Patrikhane’nin bu tür çalışmalarının sonucunda olmuştur.
Patrikhane’nin ve dolayısıyla da Rum Azınlığın Yunanistan’ın emellerine
hizmet eden bir kuruluş haline gelmesinin daha 1910 yıllarında gerçekleşmiş olduğunun
bir kanıtı da bu diyalogdan ortaya çıkmaktadır. Yunan Millet Meclisi’nde 5 Mart 1921
yılında yapılan bir tartışmada Dışişleri Bakanı Baltacis’in sözlerinden Patrikhane’nin
Yunanistan’a nasıl hizmet ettiği anlaşılmaktadır. Baltacis, Patrikhane’ye hücumlarda
bulunan Milletvekili Kampanis’e şu cevabı vermiştir: “Yunan milleti bugün Fener
Patrikhanesi’ne şükran borçludur. Onun geçmişteki mücadeleleri, Yunan milletini bu
fütuhata nail ettirdi. Sözlerinizi geri alınız...!”321.
Yunanlıların İzmir’i işgalinden sonra 1921’de buraya gelen Yunan Kralı
Konstantin ile Efes Başpiskoposu arasında geçen konuşma, değil Patrikhane’nin, Efes
Metropolitliği’nin dahi kraliyetten ne kadar önde ve ağırlıkta olduğunun bir örneğidir.
320
321
age., s. 37.
age., s. 30.
139
Kral Konstantin, “Şurası doğru ki muhterem peder son sevindirici olaylar ordumuzun
zaferiyle çok güçlenen Kiliseye gerektiği gibi teşekkür etme fırsatı bırakmadı bize. Ama
şimdi emrinizdeyim...” demiş, Efes Başpiskoposu da Kral’a, “Majeste, ordu görevini
tamamladığı sürece, özellikle bugün kilisenin başka evlatları kurtarılmayı beklerken
bizim yakınmamız doğru olmaz.” karşılığını vermiştir322.
Rum Yazar, Adamantios Polyzodies Türkiye hakkında 1924’te Amerika’da
çıkarmış olduğu kitabında bu ilişkiyi çok güzel ortaya koymuştur; “İstanbul’un
zaptından sonra Rumlar hayli din özgürlüğüne kavuştular. Bu özgürlüğü hem eğitsel
hem yurtsever amaçlar için kullanma açıkgözlülüğünü gösterdiler. Her Rum Kilisesi bir
okul, her papaz bir öğretmen oldu... Herkesin bildiği olay şudur ki, Rum Kilisesi
olmasaydı bir Yunan ihtilali ve bir Yunan bağımsızlığı olamazdı. Bu olay bize Rum
milletinin neden kiliselerine bu kadar bağlı olduğunun sebebini gösterir. Bu kilise salt
bir dini kurum olmaktan fazla bir şeydir, çünkü o her zaman Yunan ırkının
gelenekleriyle, hayalleriyle ve özlemleriyle bir görülmüştür.”323.
Ortodoks Kiliseleri’nin en temel özelliği, işte böylesine idare ve siyaset içinde
yer almaları, kurdukları lobiler ve sivil toplum örgütleri ile uluslararası düzeyde
Helenizm politikası için çalışmalarıdır. “Ekümenik Patrikhane” liderliğinde evrensel
kiliseler ağı böyle oluşmuştur. Patrikhane’nin büyük devletler nezdindeki ağırlığının en
önemli sebebi de bu güçlü ağdır324.
Bu tarihlerde Fener Patrikhanesi ve ona bağlı olan Rum azınlık kendisini
müstakil addetmekte ve tamamen Türklük aleyhine çalışmakta, Yunanistan’ın
çıkarlarına hizmet etmektedir.
Ancak, bu süreçten sonraki geçen sürede Yunanistan’ın Balkanlarda her
genişlemesi Osmanlı Devleti’nin ve sonra da Türkiye’nin aleyhine olduğu kadar
Fenerin aleyhine de sorunlar yaratmıştır. 1928’de balkan savaşlarından sonra artık
Yunanistan sınırları içerisinde olan “Nees Hores” yani “Yeni Bölgeler” dini açıdan
“vekaleten” Yunan Kilisesi’ne bırakılmıştır. 1928 yetki devri anlaşmasıyla Yunan
Ortodoks Kilisesi’nin tarihindeki en büyük zaferini kazandığı belirtilmektedir325. Yunan
Kilisesi bir süredir bu antlaşmayı “unutturma” politikası izlemeye başlamıştır. Bunun
322
Somuncuoğlu, age., s. 18.
Uğur Yıldırım, Dünden Bugüne Patrikhane, 2. Basım, İstanbul: Kaynak Yayınları, 2004, s. 42.
324
Somuncuoğlu, age., s. 19.
325
Yıldırım, M., age., s. 76.
323
140
üzerine Bartholomeos Yunan Kilisesi’ni anlaşma koşullarına uymamakla suçlayarak
“Yeni bölgeler bizimdir” diye bir anımsatmada bulunmuştur326.
Sorunların kaynağı ağırlıklı olarak şu iki noktadır.
1. Patrikhane’nin Katolikler ile anlaşma teşebbüsleri ve Yunan Kilisesi’nin bu
duruma tepkisi.
2. Balkan Savaşı sonrası Yunanistan topraklarına katılan metropolitlerin kime
bağlı olacağı ve metropolitlerin kim tarafından atanacağıdır.
1928 yılında imzalanan ve Atina Başpiskoposluğu’na yetki veren anlaşma bu
durumu belirlemiştir.
1. Girit adası hariç Yunanistan tarafından ele geçirilmiş bölgelerdeki
metropolitliklerin tamamının bağımsız Yunan Kilisesi idaresine devir ile Yunan
Kilisesi’nin yönetim şekli, örf ve adetlerinin fiilen tatbikine bırakılmasına,
2. Bu metropolitliklerin dini yönden sevk ve idaresinin Atina’da bulunan
bağımsız Yunan Kilisesi Ruhani Meclisi’ne ait olduğuna,
3. Bu metropolitlerin seçim ve intihabının, bağımsız Yunan Kilisesi’nin usul ve
kaidelerine göre yapılacağı, ancak aday listenin tanziminde patrikhanenin onayının
alınacağı, keza Patrikhanenin aday gösterme yetkisinin olduğuna,
4. Bu metropolitlerin herhangi birinin boşalması veya boşalan yere yeni bir
metropolitin
tayini
durumunun
bağımsız
Yunan
Kilisesi
başkanı
tarafından
Patrikhane’ye bildirileceği ve seçim mazbatasının bir suretinin gönderileceği, keza
Patrikhane’ye seçilen metropolitin göreve başladığı bildiriminin bizzat ilgili metropolit
tarafından Yunan Kilisesi başkanı eliyle yapılacağı belirtilmektedir.
Bu anlaşmayla Fener Rum Patrikhanesi bu metropolitlerin müktesep
(kazanılmış) hakkı kendisinde kalmak kaydıyla söz konusu bölgelerin yönetimini şartlı
olarak Yunanistan Kilisesi’ne bırakmıştır.
Bu anlaşmaya rağmen Yunan Kilisesi ile Patrikhane arasında Yunanistan
topraklarında bulunan ve daha önce Patrikhane’ye bağlı olan metropolitlerin seçimi
konusu sorun olmaya devam etmiştir327. Selanik Piskoposu’nun ölümü ile boş kalan
metropolitliğe atanacak kişinin kim tarafından atanacağı sorunu ise Fener Rum
Patrikhanesi ile Yunan Ortodoks Kilisesi arasında 75 yıldır süren kavganın tamamen
326
327
Köse, age., s. 238.
http://www.pressturk.com/haberler/1066297472.php.
141
alevlenmesine neden olmuştur. Fener Patriği Bartholomeos, bu durumu çözmek için,
Yunan Kilisesi lideri Başpiskopos Hristodulos’u İstanbul’a çağırmıştır. Hristodulos ise
“Türkiye’de güvenliğinin sağlanamayacağı” gerekçesiyle gitmek istemediğini bildirmiş,
bu duruma Bartholomeos şiddetle tepki göstermiştir.
Yunan Kilisesi Başpiskoposu 1928 yılındaki anlaşmaya karşı çıkarak, “1928
yılında imzalanan kiliseler arasındaki anlaşma geçerli değildir. Yeni koşullar meydana
gelmiştir. Patrikhane’nin ciddi bir sorunu vardır. Müritleri yoktur. Patrikhane Yunan
toprakları içinde metropolit adayları konusunda söz sahibi olmamalı. Yunanistan’daki
tüm metropolitler aslında Yunan Kilisesi’ne bağlanmalıdır. Belirli bir coğrafi ortamda
kilise iki başlı olmamalı. Kilise tek başlı olmalıdır ve Yunan Kilisesi kiliselerin başında
bulunmalıdır. Yunan Kiliseleri her zaman ayinlerde başpiskoposu ve Kutsal Sinod’u
kutsamalıdır.” şeklinde fikir belirtmiştir328.
Fener ise konuyu farklı açıdan değerlendirmiş ve “Fenere karşı Yunan
Kilisesi’nden gelen her darbe Ortodoksluğa karşı yapılan bir darbedir. Fener
Patrikhanesi Yunan Kilisesi tarafından güçsüz ve istenmeyen bir kilise olarak
gösterildiğinde Türk makamları karşısında zayıf kalıyor. Yunan Kilisesi 1928 yılında
kiliseler arasında imzalanan anlaşmayı geçersiz saymakla, Yunan Kilisesi Anayasa’yı
çiğnemiş oluyor.” demiştir.
Fener Rum Patrikhanesi, Yunan Kilisesini suçlayarak kendisine ait olan Kuzey
Yunanistan’daki metropolitleri üzerindeki manevi egemenliğe saygı göstermemesi,
Selanik, Kavala ve Kozani kentlerindeki metropol kiliselerine Patrikhanenin onayını
almadan darbe ve hile ile Piskopos (Metropolit) tayin etmesi, 1928 tarihli anlaşmaya
sadık kalmaması ve kilise kurallarını ihlal etmesi, geçen yıldan beri gelen sorunları
tırmandırarak Ortodoks kilisesine zarar vermesi nedeni ile Yunan Kilisesi Atina
Başpiskoposu Hristodulos ile her türlü ilişkisini kesme kararını Kore, Girit ve 12
Adalar’dan 42 metropolitin katılımıyla aldığını açıklamıştır329.
Fener Rum Patriği yaptığı diğer bir açıklamada Yunan Hükümeti’ne uyarıda
bulunarak üç büyük metropol kiliselerine tayin edilen metropolitlerin, hükümet
tarafından
328
329
onaylanması
olasılığında
Patrikhane’nin
söz
konusu
Toker, age., s. 41.
“Fener Patrikhanesi, Atina Kilisesi’yle İlişkisini Kesti”, Sabah, 1 Mayıs 2004, s. 27.
142
metropolitleri
tanımayacağını ve bu kentlere kendi tayin edeceği metropolitleri görev başına
getireceğini bildirmiştir.
Yunan Kilisesi başı Başpiskopos Hristodulos ise yaptığı açıklamada, İstanbul
Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin olağanüstü toplantıda aldığı kararların, gerçeklere
ilgisiz, adil olmayan kararlar olduğunu söylemiş, Patrik’in kararlarından derin üzüntü
duyduğunu, ancak buna rağmen Patrikhane’ye saygı ve desteğinin süreceğini
belirtmiştir.
Bu karar Fener Rum Patrikhanesi ile Yunan Kilisesi arasında kalan Yunan
Hükümetini zora sokmuştur. Bu konuyla ilgili olarak Yunanistan Hükümet Sözcüsü
Todoris Rusopulos, yaptığı açıklamada, hükümetin Yunan Kilisesi’ne olduğu kadar
Patrikhane’ye de saygı duyduğunu, ancak hükümetin bu konuda Yunan Devleti’nin
yasalarını uygulayacağını belirtmiştir330.
Hükümet düzeyine kadar yansıyan gerilim, Yunan Kilisesi’nin geri adım
atmasıyla sona ermiştir. Yunanistan Başpiskopos’u Hristodulos, yüksek sinodu
toplayarak Patrikhane’yi tanıma kararı almıştır. Hristodulos yaptığı açıklamada alınan
kararla “Yunan Kilisesi Patrikhane’yi her zaman ana kilise olarak kabul edecek”
demiştir331.
Bunun üzerine Fener Rum Patrikhanesi Genişletilmiş Sen Sinod Meclisi’nin
olağanüstü toplantısında alınan kararla Atina Başpiskoposu, Hristodulos ile kesilen
ilişkilerini yeniden tesisine, iki kilisenin bundan böyle barış ve beraberlik içinde dini ve
manevi görevlerine devam edebileceğini temenni ettiklerini bildirmiştir332.
Yunan Kilisesi Başpiskoposu Hristodulos 1998’de seçildiğinde kamuoyunda
Fener’e sıcak baktığı şeklinde bir düşünce hakimdir. Ancak zaman ilerledikçe böyle
olmadığı Patrikhane tarafından özellikle başpiskoposun Fener’i ziyaretinden sonra
anlaşılmıştır333.
Patrikhane ve Yunan Kilisesi Brüksel’de AB nezdinde ortak bir büro açma için
Haziran-Eylül 1998 arası görüşmeler yapmak üzere anlaşmışlardır. Aslında bunu
Fener’in kontrolündeki bir büro şeklinde Avrupa Birliği’nin eski komisyon başkanı
Stelyo Berberakis, “100 Yılın Krizi, Hristodulos Şimdilik Saygıda Kusur Etmeyecek”, Sabah,
2 Mayıs 2004, s. 25.
331
Stelyo Berberakis, “Yunan Kilisesi Geri Adım Attı”, Sabah, 29 Mayıs 2004, s. 26.
332
“Patrikhane, Atina İle Yumuşadı”, Sabah, 05 Haziran 2004, s. 25.
333
Bülent Durmaz, “Balkanlarda Slavist ve Ortodoks Eksenli Politikalar, Fener Rum Patrikhanesi İle
Ruhban Okulu ve Türkiye Üzerindeki Emeller”, Harp Akademileri Tezi, İstanbul, 2002, s. 4–75.
330
143
Jacques Delors istemiştir. Ancak bu konu Türkiye’nin izin vermemesi üzerine 1994’te
sonuçsuz kalmıştır. Bu son anlaşmayı da Başpiskopos Hristodulos bozmuş ve yalnız
Yunan Kilisesi adına bir büro açmıştır. Bunun üzerine Efes Metropoliti Hırısostomos,
Fener adına Başpiskoposu protesto etmiştir.
Patrik Bartholomeos, 965 protokol numaralı mektubunda Başpiskopos’a
hitaben, “bir diyalog başlattık ancak siz bunu bozdunuz” demiş ve Brüksel bürosunun
kapatılmasını istemiştir. Hristodulos da verdiği yanıtta, Fener’den bunun için izin
almayacaklarını, ayrıca büroyu Yunan Devleti’nin de istediğini belirtmiştir. Bunun
üzerine Bartholomeos, tekrar bir mektup yazarak, Patrikhane’nin Atina’da büro açtığını,
sorumluklarının da ilerde bildirileceğini açıklamıştır. Bunun üzerine şöyle bir
uzlaşmaya varılmıştır; Brüksel’deki büro özerk olacak, Avrupa’daki Ortodoksluk
konularında iki kilise işbirliği yapacaktır.
Bu anlaşma üzerine, Atina Başpiskoposu da, Patrikhane’nin Atina’da bir büro
açmasına sert bir şekilde karşı çıkan Yunan Kilisesi Kutsal Meclisi’ni “bypass” ederek
büronun varlığını üç şartla kabul etmiştir: Büro, Yunan Kilisesi’nin içişlerine
karışmayacak, iki kilise arasındaki iletişim eskisi gibi sağlanacak, yani Atina Bürosu
muhatap kılınmayacaktır. Yunanistan’daki resmi protokolde, eğer Başpiskopos orada
bulunuyorsa o önde oturacak eğer temsilci varsa, o zaman Patrikhane temsilcisi ilk
sırada yer alabilecektir.
Fenerin, zaman zaman Vatikan’la diyalogu sürdürmesi de, bu konuda daha
muhafazakâr olan Yunan Kilisesi’nin tepkisini çeken diğer konulardan biridir334.
Nitekim Patrik Athinagoras’ın 1964 yılında Kudüs’e gidişi Patrik ile Yunan
Kilisesi arasında anlaşmazlığı tamamen su yüzüne çıkarmıştır. Yunan Ortodoksları Papa
VI. Paul ile Patrik Athinagoras’ın Vatikan karşısında izlediği tehlikeli tutumun
sonuçlarından Ortodoksluğun korunması için dualar etmişlerdir. Diğer taraftan Atina
Başpiskoposu Hrisostomos, bütün Yunanistan Kiliseleri’nde Athinagoras’ın izlediği
yolun, Ortodoksluk için meş’um (uğursuz) olduğunu belirtmiştir.
Benzer bir olay da 2003 yılında yaşanmıştır. Yunanistan’da 20 Ortodoks
manastırının yer aldığı özerk Aynaroz Yarımadası’nda bulunan Esfigmenos
Manastırı’nın papazları, bağlı bulundukları İstanbul’daki Fener Rum Patriği
334
Durmaz, age., s. 4–76.
144
Bartholomeos’un
Vatikan’la
ilişkilerini
geliştirme
kararına
karşı
çıkarak
ayaklanmışlardır. Manastırın kulesine siyah bayrak çekilirken başrahip, “Ya
Ortodoksluk ya ölüm… Ben 19 yaşından beri bu manastırdayım. Yetkililer, suyumuzu,
elektriğimizi, gazımızı kestiler. Ancak mücadele edeceğiz. Her şeye hazırız” demiştir.
Fener Rum Patrikhanesi bir açıklama yaparak, 117 papazı işgalci olarak
nitelendirmiştir. Aynaroz yönetimi ise papazlara manastırı boşaltma çağrısı yapmış,
ancak papazlar bu çağrıya uymamıştır335.
Yukarıdaki iki olay bile, Patrikhane ile Yunan Kilisesi arasındaki önemli bir
görüş ayrılığının göstergesidir.
Diğer bir konuda, AB üyeliği konusunda Patrik’in Türk dış politikasını
destekler demeçler vermesidir. Bu durum hem Yunan Kilisesi’ni hem de Yunan Dış
işlerini rahatsız etmektedir. ABD başkanı Clinton’un danışmanlarından Stefanopulas,
Patrik Bartholomeos’la görüştükten sonra Atina’ya gitmiş ve orada şu açıklamayı
yapmıştır:
“Patrik,
Gümrük
Birliği’nin
gerçekleşmesinin
İstanbul’daki
Rum
toplumunun yaşayabilmesi açısından önemli olduğunu söylüyor. Amerika yönetimi
olarak İstanbul’da Rum toplumunun yaşayabilmesi için güvence veriyoruz. Patrik’e de
bu güvenceyi verdim”336.
Bu açıklama, ABD’nin Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyeceğini gösteren bir
gelişmedir ki, Yunan dış politikasına aykırıdır. Bu nedenle Stefanopulos, Atina’dan
tepki görmüştür.
Bartholomeos ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Holbrooke ile yaptığı
görüşmede de, Türkiye’nin Avrupa’nın bir parçası olduğunu, AB ve Gümrük Birliği’ne
alınması gerektiğini söylemiştir337. Ankara, Atina’nın Gümrük Birliği konusunda
vetosunu kullanması halinde Yunanistan’a karşı bazı yaptırımlar uygulayacağını
açıklamıştır. Bu açıklamalardan bir tanesi de Yunan din adamlarının İstanbul’a
gelişlerinde engelleneceği idi338.
Yunanistan Devleti’nin ve Yunan Kilisesi’nin, Patrikhane ile yaşadığı sorunlar,
Yunanistan Devleti’nin, Patrikhane’ye para yardımı yapmasını engellememiştir. Son
yıllarda Yunan Hükümeti’nin Patrikhaneye yolladığı yıllık paranın ayrıntılı hesabını
335
Toker, age., s. 40.
Nur Batur, “Atina’da Stefanopoulos Şoku”, Hürriyet, 30 Ağustos 1995, s. 18.
337
“Rum Ortodoks Patriği’den Türkiye’ye Destek”, Dünya, 23 Şubat 1995, s. 1.
338
“Atina’da Veto İçin Önemli Toplantı”, Hürriyet, 9 Ocak 1995, s. 25.
336
145
istediği, Patrikhane’nin Atina’yla “mesafesini” korumak için bunu reddettiğini
bilinmektedir.
Bu parayı Yunanistan’ın hem tarihi geçmiş hem de dış politika açısından
beklentileri karşılığında ödediği düşünülmektedir. Bu nokta şöyle yorumlanmaktadır:
“Yunan Hükümeti’nin kendisine destek vermesi, sadece Türkiye’nin anlamadığı bir
kurumu Türkiye’ye karşı kullanma siyaseti ile açıklanabilir, Patrik’in Yunanistan’daki
kilisenin başı olmasıyla değil”339. Sokaktaki bir Yunanlı açısından bakıldığında
Patrikhane bugün, zihnindeki şanlı Bizans geçmişinin bugünkü mehter takımından
ibarettir. Onu “izler” ve “dinler” o kadar. Ruhani önemi ise, Yunanistan toplumundaki
sekülerizasyon sürecine paralel olarak, çoktan sembolikleşmiştir340.
Patrik Bartholomeos’un 1997 yılı Mayıs ayındaki bir açıklamasında, Türkiye
ile Yunanistan’ı kastederek “... barış içerisinde bir arada yaşamanın yolunu bulmalıyız,
aksi taktirde hepimiz aptallar gibi mahvolabiliriz” demiştir341.
90’lı yılların ortalarında, Yunanistan’ın Balkanlardaki Ortodoks hamiliği ve
önderliği çabaları Yunanistan Devleti ile Patrikhane ilişkilerinde yeni bir dönem
başlatmıştır. Yunan Kilisesi ile arasındaki gerginlik yüzünden göreve geldiği 9 yıldır
Atina’yı ziyaret etmeyen Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos Mayıs 1999’da
Yunanistan’da ender yapılan bir törenle karşılanmıştır.
Olimpic Havayolları’nın tahsis ettiği özel bir uçakla İstanbul’dan Atina’ya
gelen Patrik Bartholomeos’u Yunanistan Cumhurbaşkanı Kostis Stefanopulos,
Başbakan Kostas Simitis ve Yunan Kilisesi Başpiskoposu Hristodulos karşılamıştır.
Cumhurbaşkanı Stefanopulos ile Başbakan Simitis ise Patriği uçağın merdivenlerinde
karşılamışlardır. Karşılamada, Bakanlar Kurulu üyeleri, ana muhalefet partisi lideri
Kostas Karamanlis ve Metropolitlerin yanı sıra Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet
Komutanları’nın da bulunması dikkat çekicidir. Bundan sonra Patrik, kaldığı otelin
balkonundan halka seslenerek barış ve kardeşlik çağrısı yapmıştır. Daha sonra üçüncü
büyük tören Atina’nın en büyük kilisesi olan Metropolit’te düzenlenmiştir. Patrik ve
Hasan Ünal, “Patrikhaneyi Kapatmalı mı?”, Milliyet, 21 Kasım 1995, s. 21.
Köse, age., s. 240.
341
Faruk Sönmezoğlu, Türkiye–Yunanistan ilişkileri&Büyük Güçler, İstanbul: Der Yayınları, 2000,
s. 350.
339
340
146
Başpiskopos Grand Bretagne otelinden birlikte yürüyerek kiliseye gelmişlerdir. Kiliseye
giden yolun iki yanında tören giysileri içinde askerler sıralanmıştır342.
Kilisede düzenlenen ayine ise Cumhurbaşkanı Stefanopulos ve Başbakan
Simitis başta olmak üzere bütün devlet erkanı katılmıştır343.
Konuşması Yunanistan Devlet Televizyonu tarafından canlı olarak yayınlanan
Bartholomeos, kendisinin son 9 yıldır Yunanistan’ı ziyaret eden ilk Fener-Rum Patriği
olduğunu belirtmiştir344.
Yunanistan ile Kilise arasındaki bağlantıyı ve bunun anlamını Niyazi Berkes,
şöyle özetlemiştir; “...Kilise Yunan milliyetçiliğinin asıl temsilcisi olarak kaldı, Yunan
Milliyetçiliğine gıda veren kaynak ne Eflatun ve Aristo’nun Hellas’ı, ne de Batı
Avrupa’nın liberal ve sosyalist fikirleridir. Yunan Milleti en başarılı şekilde papaz
teokrasisinin yaratığıdır. Bizde yobazlar, ulusal duygulara her zaman yabancı
kalmışlardır. Yunanlılarda ise ulusçuluğun rehber ve bekçileri papazlar olmuştur.
Kiliseyi ve Ortodoksluğu yok farz ediniz. Yunan ulusçuluğunun birlik içinde bir ulus
olarak ayakta durabileceği şüphelidir. Türk ulusçuluğu, Halife teokrasisini önleyebildiği
zaman mümkün olabildi. Yunanlılarda ise bunun tersi olmuştur.”345.
Yeni Roma’nın neresi olduğu Patrikhane’nin www.patriarchate.org adresindeki
internet sitesinde anlatılmaktadır. Bu ilginç sitede ilk dikkat çeken husus, açılış
sayfasında, bilgilerin güncellenmediği, bu sebepten Yunanistan Ekümenik Patrikliği
resmi sitesinden yararlanılabileceği uyarısının yer almasıdır. “İngilizce” ve “Yunanca”
dillerindeki sitede, Patrikhane ile irtibat adresi, telefon ve faks numaraları ise İstanbul
olarak gösterilmektedir. Bu durum bir Türk Kurumu olan, olması gereken
Patrikhane’nin, söz konusu gerçeği, dolayısıyla Lozan’ı nasıl dikkate almadığını en
somut örneklerinden biridir. Bartholomeos mecbur kaldığında, “Patrikhane’nin durumu
Türkiye ile Yunanistan ya da Kıbrıs arasındaki ilişkilere göre belirlenemez. Biz
Türkiye’nin vatandaşlarıyız, bu toprakların parçasıyız, ölülerimiz de burada. Kimseye
(başka yere gidin) deme hakkını tanımayız.” diye meydan okusa da, özgeçmişi ile ilgili
bölümde 7 dil bildiği yazılırken, ilk sırda Yunanca, ikinci sırada İngilizce’nin
belirtilmesini, Türkçe’nin ise ancak üçüncü sırada yer almasını, Patriğin gerçek aidiyet
342
Köse, age., s. 241.
Nur Batur, “Patrik’e Müthiş Tören”, Hürriyet, 21 Mayıs 1999, s. 20.
344
İlhan Tahsin, “Atina’dan Patrik’e Onursal Başkanlık”, Türkiye, 27 Mayıs 1999, s. 15.
345
Berkes, age., s. 22–23.
343
147
hislerine ilişkin bir gösterge olarak yorumlamak mümkündür. Batholomeos’un
özgeçmişin ilk cümlesinin, “Dünya çapında 300 milyon Hıristiyan Ortodoks’un ruhani
lideri” diye başlaması da başlı başına önemlidir346.
Sonuç olarak, Lozan’dan bu yana Türk-Yunan ilişkilerinin odağında yer alan
Patrikhane ve Rum azınlığı sorunları her iki ülke tarafından da dikkatle izlenmektedir.
Patrik bir gazeteye yaptığı açıklamada Türk-Yunan ilişkilerinin kıskacı altında
yasadıklarını ifade etmiştir347.
AB üyesi olan Yunanistan’ın Balkanlarda izlediği Fener Patrikhanesi merkezli
politikalar AB ve ABD tarafından Balkanlardaki Ortodoksların kontrolünü sağlaması
bakımından desteklenmektedir. Bu, Patrikhane’nin diğer ulusal ortodoks patrikleri
tarafından ekümenik olarak tanınması ile gerçekleşebilecektir. Bu durum ise
Yunanistan’ın menfaatine olacaktır.
346
347
Somuncuoğlu, age., s. 21.
Doğan Ertuğrul, “Türk-Yunan İlişkileri Kıskacındayız”, Zaman, 13 Mayıs 1996, s. 4.
148
SONUÇ
Rum azınlık, Bizans İmparatorluğu yıkıldıktan sonra Osmanlı Dönemi’nde ve
Türkiye Cumhuriyeti’nde, Patriğine her konuda güvenmiş, onu tek otorite olarak kabul
etmiştir. Fatih Sultan Mehmet tarafından verilen berat ile patrik, geniş yetkiler ve
ayrıcalıklarla donatılmıştır. O zamana kadar imparatorun emrinde bir dinsel başkan olan
patrik böylece imparatorun koruyuculuğunda, kendi topluluğunun birçok dünyasal
işlerinin de tartışılmaz yöneticisi olmuştur.
Patrikhane’nin ve Rum Azınlığın istekleri, geçmişten günümüze gelen yıkıcı
faaliyetleri nedeniyle iyi niyetli de olsa kuşku ile karşılanmaktadır. Patrikhane ve Rum
Azınlığın artık Bizans İmparatorluğu’nun yeniden kurulması, Pontus ve Megalo İdea
gibi isteklerinden ve girişimlerinden vazgeçmesi gerekmektedir.
Ekümeniklik iddiasındaki Patrikhane’nin ve Rum Azınlığın bütün siyasi
faaliyetlerde Türk vatandaşları olduklarını unuttukları ve Rum kimliklerinin ön plana
çıktığı, geçmişte yaşanan olaylarla bilinmektedir. Patrikhane, Osmanlı İmparatorluğu
Döneminde ve Kurtuluş Savaşı’nda takındığı tavır nedeni ile düştüğü en kötü
durumlarda
bile
İstanbul’dan
ayrılmak
istememiştir.
Bunun
sebebi
Bizans
İmparatorluğu hayalininin korunarak Patrikhane bünyesinde yaşatılmak istenmesidir.
Patrikler, ideolojilerini yaşatmanın yolunun eğitim olduğunun bilinci ile Rum Azınlığı
okullarında eğitmiş, Rum milliyetçiliği ve vatanseverliği fikirlerini öğrencilerine
aşılamışlardır. Bu duygularla yetiştirilen papazlar ve Rum vatandaşlarımız ülkenin her
köşesinde, bu fikirlerini yaymaya çalışmışlardır.
Patrikhane ve Rum Azınlık, kendilerine verilen bütün ayrıcalıklara rağmen
belirtilen nedenlerden dolayı Türk toplumu ile bir türlü kaynaşmamıştır. Türk
Milleti’nin yapısında mevcut olan hoşgörü, zayıfları himaye etme ve bağışlayıcılık
vasıfları bile zaman içinde Patrikhane’yi ve Rum azınlığı Bizans ruhundan ve kininden
uzaklaştıramamıştır.
Patrikhane’nin yaşattığı Ortodoks İttifakı ve sağladığı siyasi güç, Rum Azınlık
adı altında, başta Yunanistan olmak üzere Rusya, ABD ve AB tarafından değişik
zamanlarda ve değişik şekillerde Türkiye üzerinde kullanılmaya çalışılmıştır ve
çalışılmaktadır.
149
Zaman içinde yapılan faaliyetler ve etkinlikler değişse de ana fikir
değişmemiştir. Patrikhane’nin ve Rum Azınlığın ana fikri Constantinapolis’in (İstanbul)
başkent olduğu Bizans’ın ihya edilmesi, Anadolu topraklarından Türk’lerin ve
Müslümanlığın çıkarılmasıdır.
Atatürk 20 Ocak 1923’te Patrikhane konusunda “Hıristiyan hemşerilerimizin
huzur ve refahı için de uğursuzluğa ve felakete sebep olan Rum Patrikhanesi’ni
topraklarımız üzerinde artık bırakamayız. Yeni Türkiye şeref ve haysiyet, kudret ve
kuvvetini müdrik ve hukukunu muhafaza için mevcudiyetini tehlikeye atmaya hazırdır.”
demek suretiyle tehlikenin büyüklüğünü ve uygulanması gereken politikayı işaret
etmiştir.
Cumhuriyet tarihimizin üzücü olaylarından biri olan 6–7 Eylül olayları,
İngiltere’nin Kıbrıs’taki çıkarlarını korumak amacıyla yaptığı etkileme ve kışkırtmalarla
sadece Rum Azınlığı değil, bütün azınlıkları etkilemiştir. Olayların bu kadar
büyümesinde İngiltere’nin yanında, Kıbrıs’taki soydaşlarımıza Rum’lar tarafından
yapılan eziyetlerin, Rum Azınlığın ve Rum basının Kıbrıs konusunda Yunanistan’ın
tarafını tutması ve Rum Azınlığın hala kendilerini bir Türk vatandaşı olarak
hissetmemelerinin de payı göz ardı edilmemelidir. Olaylardan sonra yurt içinde
başlatılan yardım kampanyalarıyla zararların büyük bir kısmı tazmin edilmeye
çalışılmıştır.
Rum Azınlık ile ABD ve AB’nin ortak olarak uzlaştıkları ve Türkiye’den
çözümünü istedikleri sorunlardan biri de Azınlık Vakıfları’nın mülk edinmesidir. Rum
Azınlık yurtiçinde ve yurtdışında Vakıf malları sorunu konusunda sadece kendilerinin
mağdur olduğu gibi bir yanlış izlenimi kasıtlı olarak sürekli gündeme getirmektedir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, kanun çerçevesinde mazbut, yani temsilcisi olmayan
kapsamına alarak yönettiği vakıf sayısı 41 bin 550’dir. Bunlardan cemaat vakıflarının
sayısı 40–50 civarındadır. Mazbut vakıf kapsamına alınan Müslüman vatandaşların
vakıfları, azınlıkların kat kat üstündedir fakat bu durum Patrikhane tarafından
görmezden gelinmektedir.
Fener Rum Patriği Batrholomeos, Büyükada Yetimhanesi ve Kınalıada
Manastırı Çocuk Kampı için de mağdur edildiklerini söylemiştir. Fakat Vakıflar Genel
Müdürlüğü’ne karşı açılan dava reddedilmiştir.
150
ABD’nin baskısıyla Vakıflar Kanunu’nda yapılan değişiklik ile Patrikhane ve
Azınlık Vakıfları’na hibe yoluyla taşınmaz mal sahibi olma imkânları tanınmıştır.
Patrikhane ve Ayasofya etrafındaki bina, işyeri ve arsalar, Rumlar ve bilhassa Türk iş
adamlar tarafından satın alınarak Patrikhane’ye hibe edilmektedir. Bu durum tapu
kayıtları incelenerek takip edilmeli ve gerekli önlemler alınmalıdır.
Patrik Bartholomeos’un döneminde bina genişletme, onarma ve yeniden açma
çabaları hız kazanmıştır. İstanbul’da sadece 2000–3000 Rum kalmasına rağmen
kiliseleri restorasyon çalışmalarının azim ve kararlılıkla sürdürülmesi dikkat çekicidir.
Fener Rum Patriği’nin Ekümeniklik meselesini sürekli gündemde tutmak için
yaptığı açıklamalar ve bunu destekleyici girişimleri uluslararası bir boyut almakta ve
gün geçtikçe de büyümektedir. Patrikhane’ye ekümeniklik ile uluslararası bir statü
tanınırsa bu durum Lozan Antlaşması ile alınan hakların daha güçlü olarak geri
verilmesi anlamına gelmektedir. Böylece Patrikhane, yaklaşık 300 milyon Ortodoks’un
liderliğini üstlenmiş olacaktır. Bu durum devlet içinde devlet olma konumunu
doğuracağı gibi Patriğin devlet başkanı statüsü kazanması ile Türkiye’yi daha güç
durumlara düşürecek güce kavuşmasını da sağlayacaktır. Bu konumun ileride Türkiye
Cumhuriyeti’ne büyük zorluklar çıkaracağı ortadadır. Fener Rum Patrikhanesi ile olan
sorunları yakın zamanda Türkiye uluslararası platformda çözmek zorunda kalacaktır.
Bu da Lozan dahil haklı olduğu konularda bile taviz vermesine yol açabilecektir. Bu
durum kesinlikle en kısa sürede gerekli tedbirler alınarak engellenmeli, Batı
Trakya’daki vatandaşlarımız için de bu isteklerin eşdeğerleri muamele kapsamında
Yunanistan’dan istenmelidir. Böylece Yunan halkının çok hassas olduğu bu konular
gündeme geldiğinde gerçekleştirilemeyeceğinden, Türkiye’nin de eline büyük bir koz
geçeceği düşünülmektedir.
Fener Rum Patrikliği’nin Ekümeniklik konusunda en büyük rakibi Rus
Kilisesi’dir. İmparator Konstantin’in İmparatorluğu’nun merkezini Bizans’a taşıması ile
Roma’daki Papalığa karşılık kurdurduğu ve nüfuz sahasını genişlettiği Patrikhane’nin,
fetihten sonra itibarını kaybettiğini düşünen Rusya, Moskova’dan, “Üçüncü Roma”
olarak bahsetmeye başlamış, Rus Kilisesi de, Bizans Kilisesi’nin unvanını kazanmak
istemiştir. Bu nüfuz rekabeti hala devam etmektedir.
Fener Rum Patrikhanesi ve Vatikan’ın, iki kilisenin birleştirilmesi konusunda
değişik zamanlarda yaptıkları girişimler, mezhepler arasındaki karşılıklı nefret
151
yüzünden bugüne kadar başarılı olamamıştır. Bunun sebebi her iki Kilisenin de
Hıristiyanlığı kendilerinin temsil ettiği görüşü ve her iki muhafazakâr kesimin
engellemeleridir.
Fener Rum Patriği Bartholomeos uluslararası camiada kendisini “Ekümenik”
ve Patrikhane’yi de Ortodoksların ruhani merkezi olarak kabul ettirebilmek için çok sık
yurt dışı ülkelerini ziyaret ettiği gibi, yurt içinde de önemli kişileri ağırlamıştır. Patrik
yurt içi ve yurt dışı ilişkilerinde devlet başkanı gibi davranarak ve Türk dış politikası
aleyhinde bir siyaset takip ederek Lozan Antlaşması’nı ihlal etmektedir. Bu geziler ve
ziyaretçi kabulleri dikkatle takip edilmeli, patriğin siyasete karışması engellenmeli ve
Lozan’da belirlenen statüsünün devamlılığı sağlanmalıdır.
Patrikhane’nin düzenlediği sempozyumlarda seçilen konuların, çoğu insanın
duyarlı olduğu mevzularda seçilmesi dikkat çekicidir. Sonuç bildirgelerinde yapılan
açıklamalar ve ekümenik patrik imzaları gerçek amacın sempozyumda ele alınan
konulardan çok Patrikhane’nin ve Rum Azınlığın sorunlarını ulusal ve yerel basın
aracılığıyla gündeme getirip çözüm aramaya çalıştığını ortaya koymaktadır.
Patrikhane’nin Patrik seçim sisteminin değişmesi konusunda istekleri vardır.
Patriğin kilise kanunlarına göre seçilmesi ve Türkiye’nin bu konuya karışmaması
istenmektedir. Bunun anlamı patriğin ABD’dekiler de dahil Fener Patrikhanesi’ni kabul
eden bütün Ortodoks Kiliseleri’nin temsilcilerinden oluşan dini bir konsülce
seçilebilmesidir. Patrikhane’nin başına Türk vatandaşı olmayan birinin gelmesi, ileride
Türkiye’nin patriğe karşı tavır almasını gerektirecek bir durumun ortaya çıkması
halinde başta patriğin vatandaşı olduğu ülke olmak üzere, Ortodoks ve Katolik ülkelerin
sert tepkisi ile karşılaşması anlamına gelmektedir. Türk vatandaşı olmayan ya da
Türkiye’deki metropolitliklerde görev yapmayan papazların patrik olarak seçilmeleri
kesin olarak engellenmelidir.
Heybeliada Ruhban Okulu sorunu Türkiye’nin Rum Azınlık ile ilgili önemli
konularından biridir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde yüksek okulların kuruluş
koşullarını belirleyen Anayasa’nın 130. ve 132. maddeleri de, Ruhban Okulu’nun
yüksek okul statüsünde eğitim yapmasını engellemektedir. Anayasa’nın 130. maddesi,
bilimsel özerkliğe sahip üniversitelerin devlet tarafından kanunlarla kurulmasını
emretmektedir. Dini özerkliğe sahip bir okulun kurulması, ancak bu maddenin
değiştirilmesi ile mümkündür. 132. madde ise, sadece Türk Silahlı Kuvvetleri ve
152
Emniyet Teşkilatına bağlı özel yüksek öğretim kurumları açılabilir demektedir. Bir
Hukuk Devleti olduğu hususunda kimsenin şüphesinin olmadığı Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nde, Anayasa’nın bu maddeleri çerçevesinde Heybeliada Ruhban Okulu’nun
yeniden açılması bu koşullarda mümkün değildir.
Rusya ve AB’nin etki sahasında bulunan Balkanları Ortodoks/Slav ittifakı
kontrol etmeden, kontrol edemeyeceğini anlayan ABD son yıllarda Balkanlar için yeni
politika geliştirmektedir. Bunun önemli adımlarından birisi Fener Rum Patrikhanesi’ni
kontrolü altına almaktır. ABD, Patrikhane’yi kontrol ederek 250–300 milyon arasında
Ortodoks/Slav dünyasını etki altına almaya çalışmaktadır. ABD, Patrikhane’nin
ekümenlik statüsünün sağlanmasını ve Patrikhane’nin Türkiye’de bağımsız hale
gelmesini yani Vatikanlaşmasını arzulamaktadır. ABD bu girişimlerde Yunanistan’ı da
yanına almaktadır.
Avrupa Parlamentosu da uzun süreden beri, Fener Rum Patrikhanesi’nin
Ekümenik statüsünün tanınması, Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması,
Anadolu’nun değişik yerlerinde bulunan yıkık veya müze haline getirilmiş, hatta
cemaati dahi olmayan kiliseler ve buralardaki Patrikhane’nin mal varlığı ve hakları
konusunu gündeme getirmektedir. Bu, Avrupa Birliği’nin Balkan politikasının önemli
unsurlarından biridir. Balkanlar’da yaşayan halkların önemli bir bölümü Ortodoks’tur
ve bölgede Avrupa Birliği ile Rusya arasında da bir menfaat çatışması bulunmaktadır.
Avrupa Birliği, Balkanlar’da kontrolü ele geçirmek için ABD gibi Ortodoksluğu
kullanma çabasındadır. Bunu da, Fener Rum Patrikhanesi’ne Ekümenik bir statü
kazandırarak ve Patrikhane’nin tüm Ortodoks dünyası üzerindeki egemenliğinin
tanınmasını sağlayarak başarmaya çalışmaktadır.
Yunanistan
Devleti
ile
Patrikhane’nin
organik
ilişkisi
bilinmektedir.
Yunanistan Patrikhane’ye para yardımı yapmaktadır. Yunanistan’ın para yardımı
yapmasının nedeni hem tarihi geçmiş hem de dış politika açısından beklentileridir. Son
yıllardaki Yunanistan’ın Balkanlardaki Ortodoks hamiliği ve önderliği çabaları bu
beklentileri daha da arttırmıştır.
Patrikhane ve Rum Azınlık ile ilgili yaşanan sorunlar günümüzde de hala
gümdemdeki yerlerini korumakta ve Türkiye’ye karşı bir baskı aracı olarak
kullanılmaya çalışılmaktadır.
153
Patrikhane ve Rum Azınlığın istekleri ve çözüm arayışlarında bu sorunların
uluslararası platforma çekilmesine izin verilmemelidir. Rum Azınlığı temsil ettiğini ileri
süren ve sorunların çözümünde uluslararası devletlerin yardımını isteyen Patrikhane’nin
bu tür girişimleri engellenmeli ve sorunların çözümünde sadece Rum vatandaşlarımız
muhatap olarak alınmalıdır.
154
EKLER
EK- 1348
Lozan Barış Antlaşması’nda Azınlık Hakları ile İlgili Maddeler
Madde 37. Türkiye, 38. maddeden 44. maddeye kadar olan maddelerin
kapsadığı hükümlerin, temel yasalar olarak tanınmasını hiçbir kanunun, hiçbir
yönetmeliğin (Tüzüğün) ve hiçbir resmi işlemin bu hükümlere aykırı ya da bunlarla
çelişir olmamasını ve hiçbir kanun, yönetmelik (tüzük) ve hiçbir resmi işlemin söz
konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir (taahhüt eder).
Madde 38. Türk Hükümeti, Türkiye’de oturan herkesin doğum, bir ulusal
topluluktan olma (milliyet, nationalité) dil, soy ya da din ayrımı yapmaksızın hayatlarını
ve özgürlüklerini korumayı tam ve eksiksiz olarak sağlamayı yükümlenir. Türkiye’de
oturan herkes, her dinin, mezhebin ya da inancın kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı
olmayan gereklerini, ister açıkça ister özel olarak, serbestçe yerine getirme hakkına
sahip olacaktır. Müslüman olmayan azınlıklar, bütün Türk vatandaşlarına uygulanan ve
Türk Hükümeti tarafından milli savunma ya da kamu düzeninin korunması için ülkenin
tümü ya da bir parçası üzerinde alınabilecek tedbirler saklı kalmak şartıyla, dolaşım ve
göç etme (yerleşme) hakkından tam olarak yararlanacaklardır.
Madde 39. Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları,
Müslümanların yararlandıkları aynı yurttaşlık (medeni hukuk) ve siyasal haklardan
yararlanacaklardır. Türkiye’de oturan herkes din ayrımı gözetilmeksizin kanun önünde
eşit olacaklardır. Din, inanç ya da mezhep farkı, hiçbir Türk vatandaşının yurttaşlık
haklarıyla (medeni haklar) siyasal haklarından yararlanmasına ve özellikle kamu hizmet
ve görevlerine kabul edilme, yükselme, onurlanma ya da çeşitli mesleklerde ve iş
kollarında çalışmasına, sanayi ile uğraşmasına engel olmayacaktır. Bütün Türk
vatandaşlarının, gerek özel gerek ticari ilişkilerinde, din, basın ve her çeşit yayın
konusunda ve açık toplantılarda dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama
konulmayacaktır. Resmi dil mevcut olmakla birlikte, Türkçeden başka dille konuşan
Türk vatandaşlarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için
uygun kolaylıklar sağlanacaktır.
348
Lozan Barış Konferansı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı, 1993, s. 10.
155
Madde 40. Müslüman olmayan azınlıklara mensup olan Türk vatandaşları hem
hukuk bakımından hem de uygulamada diğer Türk vatandaşlarına uygulanan aynı
muamele ve aynı güvencelerden (garantilerden) yararlanacaklardır. Bunlar özellikle
giderleri kendilerine ait olmak üzere her türlü hayır kurumuyla, dinsel ya da sosyal
kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak,
yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dini
ayinleri serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır.
Madde 41. Genel (kamusal) eğitim konusunda, Türk Hükümeti, Müslüman
olmayan Türk vatandaşlarının önemli oranda oturdukları il ve ilçelerde, bu Türk
vatandaşlarının çocuklarının ilkokullarda kendi dilleriyle eğitim yapmalarını sağlamak
amacıyla uygun kolaylıklar gösterecektir. Bu hüküm Türk Hükümeti’nin söz konusu
okullarda Türk dilinin öğrenimini zorunlu kılmasına engel olmayacaktır. Müslüman
olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşlarının önemli oranda bulundukları il ve
ilçelerde, söz konusu azınlıklara devlet bütçesi, belediye ya da diğer bütçelerce, eğitim,
din ya da hayır için ayrılan tutarlardan, hak gözetirliğe uygun ölçülerde pay ayrılacaktır.
Sözü geçen tutar ilgili kurumların yetkili temsilcilerine ödenecektir.
Madde 42. Türk Hükümeti, Müslüman olmayan azınlıkların aile durumlarıyla
(statüleriyle, aile hukukuyla) kişisel durumları (statüleri, kişi halleri) konularında, bu
sorunların adi geçen azınlığın görenek ve geleneklerine göre çözülmesine elverecek
tedbirleri almayı kabul eder. Bu tedbirler, Türk Hükümeti ile ilgili azınlıklardan her
birinin eşit sayıda temsilcilerden kurulu bir özel komisyonlarca düzenlenecektir.
Anlaşmazlık çıkarsa Türk Hükümeti ile Milletler Cemiyeti Avrupa hukukçuları
arasından birlikte seçecekleri bir hakemi, üst hakem olarak atayacaklardır. Türk
Hükümeti sözü geçen azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve diğer dini
kurumlara her türlü korumayı sağlamayı taahhüt eder. Ayni azınlıkların hali hazırda
Türkiye'de bulunan vakıflarına dini ve hayır kurumlarına her türlü kolaylık sağlanacak
ve izin verilecektir. Ve Türk Hükümeti yeni dini kurum ve hayır kurumu kurulması için,
bu nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan, hiçbirini
esirgemeyecektir.
Madde 43. Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları,
inançlarına ya da dinsel ayinlerine aykırı herhangi bir davranışta bulunmağa
zorlanamayacakları gibi, hafta tatili (dini istirahat) günlerinde mahkemelerde
156
bulunmadıkları ya da kanunun öngördüğü herhangi bir işlemi yerine getirmemeleri
yüzünden haklarını yitirmeyeceklerdir. Ancak bu hüküm, söz konusu Türk
vatandaşlarını, kamu düzeninin korunması için diğer Türk vatandaşlarına yükletilen
yükümler dışında tutar anlamına gelmeyecektir.
Madde 44. Türkiye bu kesimin yukarıdaki maddelerinin Türkiye’nin
Müslüman olmayan azınlıklarıyla ilgili olduğu ölçüde, uluslararası nitelikte yükümler
meydana getirmelerini ve Milletler Cemiyeti’nin güvencesi (garantisi) altına
konulmalarını kabul eder. Bu hükümler, Milletler Cemiyeti Meclisinin çoğunluğunca
uygun bulunmadıkça değiştirilemeyecektir. Büyük Britanya İmparatorluğu, Fransa,
İtalya ve Japon Hükümetleri, Milletler Cemiyeti’nin Meclisi’nin çoğunluğunca razı
olunacak herhangi bir değişikliği reddetmeği, bu antlaşma uyarınca kabul ederler.
Türkiye Cemiyeti Akvam Meclisi üyelerinden her birinin, bu yükümlerden
(taahhütlerden) herhangi birine aykırı herhangi bir davranışı ya da böyle bir davranışta
bulunma tehlikesini Meclise sunmağa yetkili olacağını, Meclisin duruma göre uygun ve
etkili kabul edilecek bir hareket tarzı seçebileceğini ve gerekli göreceği yönergeleri
(talimatları) verebileceğini kabul eder. Bundan başka Türkiye bu maddelere ilişkin
olarak, hukuk bakımından ya da uygulamada, Türk Hükümeti ile imzacı öteki
devletlerden herhangi biri ya da Milletler Cemiyeti Meclisine üye herhangi bir başka
devlet arasında görüş ayrılığı çıkarsa, Milletler Cemiyeti Misalinin (Nizamnamesinin)
14. maddesi uyarınca uluslararası nitelikte sayılmasını kabul eder. Türk Hükümeti böyle
bir anlaşmazlığın, öteki taraf isterse, uluslararası Daimi Adalet Divanına götürülmesini
kabul eder. Divanin kararı kesin Milletler Cemiyeti Misalinin (Nizamnamesinin) 13.
maddesi uyarınca verilmiş bir karar gücünde ve değerinde olacaktır.
Madde 45. Bu kesimdeki hükümlerle Türkiye'nin Müslüman olmayan
azınlıklarına tanımış olduğu haklar, Yunanistan tarafından kendi ülkesinde bulunan
Müslüman azınlık için de tanınmıştır.
157
EK- 2349
T.C. Anayasası’nın 10. Maddesi: Kanun önünde Eşitlik
Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve
benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye,
zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
349
T.C. Anayasası, İstanbul: Der Yayınları, 1995, s. 8.
158
EK- 3
Atatürk’ün Patrikhane ve Rum Azınlık Hakkındaki Çeşitli Yazışmaları
Atatürk’ün 29 Mayıs 1919’da 9. Ordu Müfettişi iken 3. Kolordu Kumandanı
Refet Beyefendi’ye, 15. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa’ya ve 20. Kolordu
Kumandanı Ali Fuat Paşa’ya gönderdiği gizli telgraf’ta Doğu vilayetlerini yabancıların
işgali konuşundaki düşüncelerini aktarmıştır.
“Doğu vilayetlerinde yabancı işgalini iki şekilde düşünmekteyim. Ya
Karadeniz sahilindeki Rum ahalisi isyan ederek Cumhuriyet ilan edecek ve bir taraftan
da kuvvetli iç ve bilhassa dış çeteleri vilayetlerimizi yağmalayacaktır...”350.
Atatürk, Harbiye nezaretine 5 Haziran 1919 tarihli raporunda Rumların Sivas,
Amasya ve Tokat’ta aynı faaliyeti yürüttüklerini; “Merzifon’daki İngiliz subayları ile
Amerikan memurlarının”, bölgedeki Rumlarla ve çetecilerle “pek sıkı ilişkilerini”; 6
Haziran’da gönderdiği raporda Amerikan marka eşya sandıklarıyla “Merzifon
Amerikan Mektebi’ne” getirilen silahları ve okulda “komitecilik teşkilatıyla” uğraşan
dört İngiliz subayını; 11 Haziran tarihli raporunda Merzifon kazasının Mahmutlu
Köyü’nden geçerken Rum eşkıyasının baskını sonucu öldürülen Türk askerlerini
bildirmektedir351.
Atatürk’ün başında bulunduğu 3. Ordu Müfettişliği’nin 18 Haziran 1919’da,
Erzurum vilayetine gönderdiği rapor şunları içermektedir.
1. “Önemli ve Resmi istihbarat aşağıdadır.”
2.
“Yunanlılar
Trakya
Bölgesi’ndeki
Osmanlı
Rumlarını
örgütleyip
silahlandırarak maalesef Müslüman halk aleyhinde kullanmaya başlamışlardır. Bu yerli
Rumların çoğunluğu da askere gittiklerine göre Silivri ve Çorlu bölgesinde çete harekâtı
artmıştır.”
3. “Saltanatın başkentinde Yunan subaylarının kumandası altında Rum
mektepleri izci teşkilatına tabi tutulmuş, bu teşkilata bir çok paralar dağıtılmış, Fener ve
Tatavla Kiliseleri’nde silah ve cephane depolandığı haber alınmıştır.”352.
Atatürk’ün Bütün Eserleri, 1. Basım, C.2, İstanbu: Kaynak Yayınları, Mayıs 1999, s. 337.
Yıldırım, age., s. 124–125.
352
[ABE], 1.Basım, C.2, İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 1999, s. 396.
350
351
159
Atatürk 25 Haziran 1919 tarihinde gönderdiği rapor da, Fener Patrikhanesi’yle
ilgili şu gelişmeyi bildirmiştir:
“İstanbul’da, Galata’da, Minerva hanının üçüncü ve dördüncü katlarında, Rum
Muhacir Komisyonu gibi aldatıcı bir ad altındaki Kordas yahut Etniki Eterya
Cemiyeti’nin bir şubesi de çalışmaktadır. Bu vaziyet, Yunanistan’dan gönderilen
çeteleri ve İstanbul’da kaydettiği Rumları, Trakya’ya, İzmir’e ve Karadeniz kıyılarına
göndermektedir. Fener Patrikhanesi Merkez Komitesi de, bu cemiyete yardım
etmektedir.”353.
Atatürk 25 Haziran 1919 tarihli bir başka raporunda da, Fener Patrikhanesi’nin
Türkler aleyhinde başlattığı psikolojik savaş ile yıkıcı girişimler için alınması gereken
tedbirleri bildirmiştir:
“Kolları, bacakları kesilen erkeklerinden, namusları ayaklar altına alınan
kadınlarından
bahsolunarak
vilayet
metropolitlerinden İstanbul Patrikhanesi’ne
durmadan rapor yağdırılmakta olduğu ve bu gibi yalanların yabancı gazetelerinde yer
bularak yayınlanmakta ve bu suretle aleyhimize propagandalar yapılmakta olduğu ve
bunlardan hedeflenen gaye ise hem şüphesiz Avrupa’ya Türk vahşeti ve Türk
kabiliyetsizliğini ispata çalışmak ve geçirilen şu nazik zamanda… milletler nazarında
Türk Milleti hakkında fena fikirler doğmasına çalışmaktan ibaret olduğundan ve bu gibi
tesirlerin hükümsüz bırakılabilmesi ancak karşı yayınla kabil olabileceğinden hiçbir
vakayı kaçırmayarak işlenen suçları gösteren delilli listeler düzenlenmesi ve
gönderilmesi Harbiye Nezareti Celilesinden 18.06.35 (18 Haziran 1919) ve 163/2355
numaralı şifreli emirle bildirilmekte, günlük veri gelmekte olan raporlarla bildirilecek
malumatın işar olvechile tasrih ve edilesile haber verilmesini ve adi vakalardan olan
ağız dalaşı, kavga ve şahsi hususlardan dolayı vaki olacak vakaların belirtilmesinden
kaçınarak
bunların
yalnızca
sayıca
bildirilmesi
fakat
Hıristiyan
unsurların
Müslümanlara karşı siyaseten reva gördükleri her türlü zulüm ve yolsuzluğa ait
vakaların açıkça belirtilmesine önemini binaen arz ve rica eylerim”354.
Mustafa Kemal’de, 22 Ağustos 1919 tarihli, Erzurum’dan “Çok Gizli”
uyarısıyla gönderdiği genelgede, Harbiye Nezareti’nin işaret ettiği örgütlenmeye dikkat
353
354
[ABE], 1.Basım, C.3, İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 2000, s. 125.
Yıldırım, age., s. 88–89.
160
çekmiştir. Mustafa Kemal, Fener Patrikhanesi’nde kurulan “Mavri Mira” adlı çeteyi
bildirmektedir:
“Çok gizli tutulacaktır.
Erzurum, 22.8.1919
Tamim
“Pek sağlam elde edilen bilgilere göre Rum Patrikhanesi’nde ‘Mavri Mira’
isminde bir heyet teşekkül etmiştir. Bunun Reisi Patrik Vekili Droteos üyeleri:
Athinagoras, Enez Metropolidi, Yunan Kaymakamı Giritli Katekhakis, Katelopulos,
Dipasimas, Ayinpa, Siyari ismindeki kişilerdir.”
“Heyet doğrudan doğruya Venizelos’tan talimat alıyor. Rumların ve Yunan
Hükümetinin nakdi yardımıyla büyük bir sermayesi vardır.”
“Vazifesi, Osmanlı vilayetleri dahilinde çeteler kurmak ve idare etmek,
mitingler ve propaganda yapmaktır. Yunan Kızılhacı da bu Mavri Mira heyetine
bağlıdır. Vazifesi görünüşte muhacirlere bakmak gibi insani bir perde altında çete
teşkilatı yapmak, ihtilal tertibatını hazırlamaktır. Bu şekilde ilaç ve sağlık malzemesi adı
altında silah, cephane ve teçhizatı Osmanlı memleketine sokmaktır. Hatta resmi
muhacirlerin komisyonu da Mavri Mira heyetine tabidir.”
“İstanbul Patrikhanesi ve Yunan Konsoloshanesi silah ve cephane deposu
halini almıştır ve hatta kiliseler ibadet yerinden ziyade askeri ambarlar gibi
kullanılmaktadır.”
“Ermeni Patriği Zaven Efendi de Mavri Mira heyeti tarafından satın
alınmıştır.”
“Rum mekteplerinin, evvelce bizim yapıp da tam sırası iken terk ettiğimiz izci
teşkilatları, tamamen Mavri Mira heyeti tarafından idare edilmektedir. İstanbul, Bursa,
Kırkkilise, Tekirdağ ve buralara bağlı yerlerde izci teşkilatı tamamlanmıştır. İzciler
yalnız çocuklar değildir. Yirmi yaşından büyük gençlerde dahildir. Anadolu’da Samsun
ve Trabzon cephane dağıtım yeridir. Uygun bir halde bir yelkenli Yunan gemisi
istasyon halinde cephane ve silahla yüklü olarak bu yerlerde bulundurulacaktır. Ermeni
hazırlığı da tamamen Rum hazırlığı gibidir.
Mustafa Kemal”355
355
[ABE], 1. Basım, C.3, İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 2000, s. 290.
161
Bu konuda alınacak tedbirleri de, Atatürk 4 Kasım 1919 tarihinde Sivas’tan
Harbiye Nazırı Cemal Paşa’ya gönderdiği raporda belirtmiştir. Patrikhane’nin
İstanbul’un Rumlara verilmesi için yaptığı son çalışmaları da bildirmiştir:
“Dersaadet’te Rumlarla Yunanlıların fesatkarane mesaileri hakkında elde
edilen malumat, özetle aşağıda arz edilmiştir. Hükümeti seniyece karşı tedbirler
alınması arz olunur.
Heyeti Temsiliye namına
Mustafa Kemal
“1. Geçen ay kiliselerin idare heyetleri seçimleri yapılmış, birçok Yunani zevat,
idare heyeti üyeliğine seçilmiştir.”
“2. Rum Patrikhanesi, Yunan sefaretinden aldığı emir üzerine kilise mütevelli
heyetlerinden başka kırk kişilik bir heyet seçtirmiş ve bunlara ‘İstanbul Rum Mebusları’
namını vermiştir. Bu heyetin vazifesi, İstanbul meselesi Konferans’ta mevzu olunca,
propaganda için münasip görülecek şahısların Paris, İngiltere, İsviçre, Yunanistan’a
gönderilmesiyle tahriklerde ve teşviklerde bulunmak, bütün Rumlar namına İstanbul’un
ilhakını talep ve hiç olmazsa uluslararası idareye nail olması hakkında mesai sarf etmek
ve Yunanistan’dan gelen emirleri tatbik ve sevk edilen çeteleri icap eden yerlere
göndermek, velhasıl Osmanlı hukukunun hakimiyeti ile birleştirilmeyecek ahval ve
harekatı idare etmektir. Heyet İzmir’e gönderilecektir.”
“3. Yunanlı Miralay Aleksandros Simrafaki, on iki gün evvel buraya gelerek,
Seferhane’de Yunan hafiye zabıtasının İstanbul teşkilatına memur olmuş ve işe
başlamıştır. Vazifesi bitince Atina’ya gidecektir. Bunun bir kaymakam, iki mülazım, iki
yüzbaşı yardımcısı vardır. Bu yardımcılardan Yüzbaşı Dirikis Kolakilas, bugünlerde
‘Zalpili’ nam torpido ile Pontus Cumhuriyeti hükümetinin jandarma teşkilatını düzene
sokmak üzere, Trabzon tarafına hareket edecektir.”
“4. Pontus Hükümeti’ni teftiş etmek üzere, geçenlerde buradan sekiz kişilik bir
heyet gitmiş. Bunların Patrikhane’ye verdikleri raporun özeti: Yunanistan’dan
muntazaman asker, cephane ve silah geliyormuş. Rumlar da iane gönderiyorlarmış.
Yunanlılar Türk kuvvetlerine karşı cesaret gösteriyorlarmış. Bu yardımların daimi
şekilde devamını istiyorlarmış. Patrikhane bunun üzerine sefarethaneye müracaat
ederek, ahvali incelemek için yukarda ismi geçen zabıta jandarma işlerinde yardım eden
162
Mülazım Dimitri ve Giritli Yüzbaşı Yenikslatosma’yı Trabzon civarına göndermeye
karar vermiştir.”
“5. Venizelos tarafından İstanbul’da bulunan bütün cemiyet ve birleştirerek bir
idare heyeti tarafından Yunanistan’dan gelecek emir dairesinde hareket ettirmek ve
maddeten burada propaganda yapmak üzere özel memuriyetle, hariciye memurlarından
Jori Sakliyari namında biri gelmiştir. Bu, şimdiye kadar, Tatavla’daki kara aoşy.
mahvksa ve Marki köyündeki Neyazoniki myat kulüplerini birleştirmiş ve bunlara
şimdiye kadar güya yirmi yedi bin altı yüz seksen fedai yazmışlardır.”356.
Atatürk’ün 17 Eylül 1919’da Dersaadet’te Müşir Fua Paşa’ya yolladığı belgede
Osmanlı’nın tebasında yüzyıllardır huzur içinde yasayan Rum ve Ermeniler hakkındaki
düşüncelerinide aktarmıştır.
Paşa Hazretleri
“Mütareke gününden beri Rum ve Ermenilerin, itilaf devletleri teşvik ve
himayesi altında nasıl milli izzeti nefsimizi yaraladıklarını, ne suretle saltanat ve
hükümet hakkını ayaklar altına aldıklarını buradan tekrarla, bütün milletle bereber kan
ağlayan saf ve hamiyetli kalbinizi kederlendirmek istemem. Bu nankör ırkların
küstahlıklarına eklenen itilaf devlelerinin hak tanımaz muameleleri ve vatanımızı
parçalama kararları, nihayet İzmir feci vakası ile mahvolma tehlikesi ve esaret alçaklığı
karşısında kalan bu matemzede koca milletin temiz vicdanında mukaddes bir birlik
uyandırdı.”357.
Atatürk’ün 24 Eylül 1919’da General Harbord’a verdiği muhtırada, İzmir’deki
katliamı, “engizisyon” dönemindeki uygulamalara benzetiyor.
“Yunanlılar İzmir’i ve civarını itilaf devletlerinin himayesinde işgal ettiler ve
bu vesileyle görülmedik zulümler yaptılar. Yunan askerleri ve onlara silahlarla katılan
mahalli Rumlar, Müslüman halk arasında bir katliama giriştiler. Bu katliam sırasında
memurlar, Osmanlı subay ve askerleri ve kendi halinde yasayan halk, ayırt edilmeden
öldürüldüler ve engizisyonvari çeşitli işkence ve vahşete tabi tutuldular. İnsanlık
hukuku her halde barbarca ihlal edildi.”358.
[ABE], 1. Basım, C.5, İstanbul: Kaynak Yayınları, Nisan 2001, s. 88–89.
[ABE], 1. Basım, C.4, İstanbul: Kaynak Yayınları, Kasım 2000, s. 60.
358
Yıldırım, age., s. 112.
356
357
163
Harbiye Nazırı Cemal Paşa’ya Atatürk’ün Şifreli olarak 3 Ocak 1920’de
yazdığı, Doğu Trakya hakkındaki fikirlerini beyan ettiği belgede şunlar yazılıdır.
Harbiye Nazırı Cemal Paşa Hazretlerine
Doğu Trakya’daki hat boyunda bulunan Yunan taburuna, erlerin terhisi
bahanesiyle silahlı erler gelmekte ve giden erlerinde silahları alıkonarak taburun Rum
eşkiyasının bir silah deposu haline sokulmakta olduğu, terhis olunan erlerin Osmanlı
memleketleri dahiline dağıtıldığı ve taburun merkezi olan Lüleburgaz’a külliyeli
miktarda
gelen
bombaların Çorlu, Çatalca, Babaeski, Alpullu, Çerkezköy’ü
müfrezelerine dağıtıldığı, Paşaeli Heyeti Merkeziyesi’nden bildirilmektedir. Hükümet
kati ve şiddetli teşebbüslerde bulunarak Yunanlıların Doğu Trakya’da olsun tahriklerine
engel olunması ehemniyetle arz olunur.359.
Atatürk, 15 Ocak 1920’de, 15. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir’e
gönderdiği mesajda, Mondros Mütarekesi’nden sonra Amerika’dan 250 bin Rum ve
Ermeni’nin gelip İstanbul’a yerleştiğini bildirmektedir. Amerika’dan örgütlenerek
İstanbul’a gönderilen bu topluluğun, Wilson Prensipleri’ndeki “Ulusların kendi kaderini
tayin hakkı” gereğince, Hıristiyan nüfusun Müslüman nüfustan fazla olduğunu ispat
etmek için yerleştirildikleri söylenebilir. Atatürk bu mesajında şunları ifade etmiştir:
“İstanbul’da Mütareke’den sonra 20 bin Rum ve Ermeni Amerika’dan gelmiş
ve yerleşmiştir. Rumlar İstanbul’da siyasi temsilciler nezdinde Rumlar için bir ahzı
asker şubesi teşkil etmişler, bir de mehakim şubesi teşkil eylemişlerdir; son bir hafta
zarfında Yunan subayla ve askerleri İstanbul’da fazlalaşmıştır. Atina Mebuslar Meclisi,
İstanbul’da bir darülfünun, asarı atika mektebi teşkiline karar vermiştir. Pire’de, kral
taraftarları ile Venizelos taraftarları arasındaki kanlı çatışmalar olmuş İstanbul’dan iki
Fransız taburunun denizden sevk edildiği görülmüştür. Bunların Pire’ye gideceği
rivayet olunuyormuş.”360.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nda düşmanın yaptığı psikolojik savaşı, en ince
ayrıntısına kadar etkisizleştirmeye çalışmaktadır. 20 Nisan 1920’de, “Samsun
Mutasarrıflığı’na ve Kastomoni’de Mıntıka Kumandanı Osman Bey’e” gönderdiği
emirde, İstanbul’dan gönderilen “matbuata” karşı tedbir alınmasını istemekte: “Vatanın
şu hayat ve memat mücadelesinde İstanbul’da düşman elinde ve emrinde olan payitaht
359
360
[ABE], 1. Basım, C.6, İstanbul: Kaynak Yayınları, Ağustos 2001, s. 63.
Yıldırım, age., s. 99.
164
matbuatına karşı pek ciddi bir kontrol tatbiki son derece lüzumludur. Samsun
Rumlarının Rumca gazeteleri alıp okuduklarından bahsediliyor. Bilhassa buna asla izin
verilemez. Dolayısıyla posta ile veya diğer yollarla gelebilecek İstanbul matbuatına
karşı pek ciddi ve kati tedbirler alınması lüzumunu tekrar beyan ederiz.” demektedir361.
Atatürk, 24 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada,
Pontus faaliyetini şöyle ifade etmiştir: “Hakikaten Rumların hakimiyetini ve İslam
unsurunun esaretini hedefleyen ve Atina ve Dersaadet komiteleri tarafından idare
olunan Pontus Hükümeti emelleri, Karadeniz sahiliyle kısmen Amasya ve Tokat’ın
kuzey kazalarında ikamet eden Osmanlı Rumlarının hayalhanelerini çılgınca bürümüştü.
Alınan tedbirler sayesinde muvaffakiyetli neticeler elde edildi.”362.
Atatürk, ABD’li istihbaratçı Teğmen Robert S. Dunn’la yaptığı görüşmede de
Pontus hükümeti için çalışan Rumların Atina’dan yönetildiklerini belirtmiş,
Yunanlıların Müslümanlara karşı yaptıkları “vahşet ve zulmü Avrupalıların ve
Amerikalıların gözleri önünde işlediklerine” dikkat çekmiştir. Teğmen Dunn
görüşmeden sonra hazırladığı 9 Ağustos 1921 tarihli raporu İstanbul’dan Washington’a
göndermiştir. Raporda görüşmenin tarihine ilişkin “Milli Lider’le tren istasyonundaki
‘Kışlık Sarayı’nda 1 Temmuz 1921’de saat 04.00’teki buluşmada bir araya gelindi”
denilmektedir. Atatürk’ün Dunn’ın sorduğu bir soruya verdiği yanıt, raporda şöyle
geçiyor:
“Konu: Anadolu’daki Vaziyet-Monografik Rapor
Nereden: İstanbul (Milliyetçi Türkiye)
No: 1308
Tarih: 09 Ağustos 1921
Aşağıdaki sorular Mustafa Kemal Paşa’ya Teğmen Robert S. Dunn (ABD
Deniz Kuvvetleri) tarafından soruldu ve cevaplar kendisi tarafından aşağıda belirtildiği
gibi verildi.
S: Yakındoğu Yardım Şirketleri ve Amerikan Tütün Şirketlerinin Rum ve
Ermeni memurlarının, şimdilerde Karadeniz sahillerinden sınır dışı edilmesine teferruat
ve prensipte hangi makam karar veriyor? Sürgün emirlerinin hakkı ile tatbikinden kim
361
362
[ABE], 1. Basım, C.7, İstanbul: Kaynak Yayınları, Ocak 2002, s. 332.
[ABE], 1. Basım, C.8, İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 2002, s. 32.
165
mesul tutulmuştur? Siyasi sebeplerle sürülme emri alanlar aleyhinde hangi müessese
delil sahibidir?
C: Karadeniz sahilindeki Rumlar bilhassa Samsun’dakiler Pontus devleti adını
vermek istedikleri bir Rum Hükümeti kurmaya çalışıyorlar. Bu gizli teşkilat Atina’dan
ve Atina tarafından yönetiliyor. Bu gizli teşkilat Türkiye’nin mahvına yol açmaya ve
İzmir bölgesini işgal etmiş olan Yunan ordusuna yardım etmeye çalışıyor. İnebolu’yu
bombardıman etmek suretiyle Yunan Hükümeti bu hain insanlara yardım ediyor ve
onları cesaretlendiriyor. Yunan Hükümeti zaman zaman Samsun’a asker çıkarıyor ve
Rumların kendileri ile işbirliği yapmaları için propaganda yapıyor. Hükümet Rumların
bu faaliyetlerini ve Türkleri öldürmek ve Türk köylerini yakmak gibi yaptıkları
mezalimi ispatlayacak kafi belgeye sahiptir. Bu belgelerin bazıları hala mahkeme
önündedir. Komisyon tarafından silahlandırılan Rumlar, Yunan Kızıl Haçı adı altında
kendilerini gizleyerek, bugüne kadar Türklere karşı, dağlarda vahşiyane suçlar
işlemektedir. Pontus Komitesi, hainane emellerine güven altına alma çalışmalarında
kuvvet kazanmak için Rusya’dan ve Kafkasya’dan binlerce Rum getirmeye gayret
etmektedir. Osmanlı tebaası Rumlar kendi oğullarını Yunan ordusuna gönderdiler. İzmir
cephesinde karşılaştıklarımız bunlardır. Aldığımız esirler arasında bu tür kişiler var.
Türkiye Büyük Millet Meclisi mevcudiyetini korumak için gerekli bütün tedbirleri
almaktadır. Zararlı siyasetler izledikleri tespit edilen Ermeniler cezalandırılmaktadır. Bu
bağımsızlık endişesi ile yanlış yola sapan Müslümanlara karşı en sert tedbirler
alınmaktadır. Fakat Yunanlıların vahşet ve mezalimi uzun süredir devam etmektedir ve
hiç kimse zavallı Müslümanları kurtarmayı düşünmemektedir. Rumlar, Müslümanlara
karşı bu suçları Avrupalıların ve Amerikalıların gözleri önünde işlemektedir.”363.
Atatürk, 17 Eylül 1922’de Hariciye vekili Yusuf Kemal Bey’e gönderdiği
mesajda Hrisostomos’un son icraatının İzmir yangınını örgütlemek olduğunu
bildirmiştir:
“İzmir yangını hakkında aşağıdaki tarzda beyanatta bulunmak lazımdır.
Ordumuz, İzmir’i her türlü kazadan muhafaza etmek için şehre girmeden evvel
tedbirler almıştır. Ancak Yunanlılar ve Ermeniler daha evvel vücuda getirdikleri
teşkilatla İzmir’i tamamen yakmayı tasarlamışlardı. Kiliselerde Hrisostomos’un vermiş
363
[ABE], 1. Basım, C.11, İstanbul: Kaynak Yayınları, Nisan 2003, s. 221–222.
166
olduğu nutuklar ki İslamlar tarafından işitilmiştir, İzmir’i yakmak dini bir vazife olarak
tebliğ edilmiş bulunuyordu. Yangın bu teşkilat tarafından vücuda getirilmiştir. Bunu
teyit eden birçok şahit ve belgeler vardır. Askerlerimiz yangını söndürmek için bütün
mevcudiyetleriyle çalışmışlardır. Yangını askerlerimize atf ve isnat edenler bizzat gelip
İzmir’de vaziyeti görebilirler. Yalnız böyle bir iş resmi soruşturma söz konusu olamaz.
Şu anda burada bulunan her milleten gazeteciler zaten bu vazifeyi yapmaktadırlar.”364.
364
Yıldırım, age., s. 113.
167
EK- 4
6 Eylül 1955 Tarihli İstanbul Ekspres Gazetesi
168
EK- 5
16 MART 1964 TARİHLİ BAKANLAR KURULU KARARI
169
EK- 6365
KIBRIS CUMHURİYETİ, YUNANİSTAN, BİRLEŞİK KRALLIK VE
TÜRKİYE ARASINDA GARANTİ ANTLAŞMASI
Bir tarafta Kıbrıs Cumhuriyeti, diğer tarafta Yunanistan, Türkiye ve Büyük
Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı, I. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, Anayasasının
Temel Maddeleri ile kurulan ve düzenlenen bağımsızlığının, toprak bütünlüğünün ve
güvenliğinin tanınması ve idame edilmesinin müşterek menfaatleri iktizasından
olduğunu mülahaza ederek, II. Bu Anayasa ile ihdas edilen durumu riayeti, gereğince
saklamak maksadıyla işbirliği yapmayı arzu ederek, aşağıda gösterildiği üzere
anlaşmaya varmışlardır.
Madde 1. Kıbrıs Cumhuriyeti, bağımsızlığının, toprak bütünlüğünün ve
güvenliğinin idamesini ve Anayasasına riayet edilmesini sağlamayı taahhüt eder. Kıbrıs
Cumhuriyeti, herhangi bir devlet ile tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya
iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt eder. Bu itibarla, herhangi bir devlet ile birleşmesini
veya Ada’nın taksimini, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak teşvik ve yardım edecek
her hareketi yasaklar.
Madde 2. Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık, bu Anlaşmanın 1.
maddesinde
belirtilen
taahhütlerini
dikkate
alarak,
Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin
bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve güvenliği ile anayasasının temel esasları ile
ihdasedilen durumu (anayasanın temel maddelerindeki koşulları) tanırlar ve garanti
ederler.
Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık, aynı şekilde, kendilerini ilgilendirdiği
ölçüde, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin herhangi diğer bir devlet ile birleşmesini ya da Ada’nın
taksimini, doğrudan doğruya veya dolayısıyla gerçekleştirmeyi teşvik etmek gayesini
güden her hareketi yasak etmeyi (önlemeyi) taahhüt eder.
Madde 3. Bu Antlaşmanın hükümleri ihlal edildiği zaman, Yunanistan, Türkiye
ve Birleşik Krallık, bu hükümlere riayeti sağlamak için, gerekli girişimlerin yapılması
ve önlemlerin alınması maksadıyla, aralarında danışmanlarda bulunmayı taahhüt
ederler. Müştereken veya birbirlerine danışarak (işbirliği halinde) hareket mümkün
365
Aydın Olgun, Kıbrıs Anatomisi 4 Devir 4 Lider, Ankara: Ağaç İş Matbaası, Ankara, s.86
170
olmadığı taktirde, üç garantör devletten (güçten) her biri, bu antlaşma ile ihdas edilen
durumu münhasıran yeniden tesis maksadı ile harekete geçmek hakkını muhafaza eder.
Madde 4. Bu antlaşma imza edildiği gün yürürlüge girecektir. Yüksek Akit
Taraflar, Birleşmiş Milletler Şartı’nın 102 nci maddesi hükümlerine uygun olarak, bu
antlaşmayı Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine mümkün olan en kısa sürede
kaydettirmeyi üstlenirler.
171
EK- 7366
Beyannamenin resmi şeklinde sorular şunlardır:
2762 sayılı Vakıflar Kanununun muvakkat maddesi mucibince mütevelliler
veya mütevelli heyetleri tarafından verilmesi lazım gelen beyanname:
1. Vakfın isim ve şöhreti:
2. Kimin tarafından idare kılındığı:
3. Mütevelli veya mütevelli heyetinin yedindeki vesikanın tarihice mahiyeti:
4. İdare olunan hayratın ne gibi şeylerden ibaret olduğu ve bulunduğu
mevkiler:
5. Vakfiyesi ve bu mahiyetteki vesikası tarihi ve mukayyet ve müseccel olup
olmadığı
6. Bu vesikalara nazaran tevliyetin şurubu:
7. Varidatın ve fazlasının veçhi mevkufiyet ve mahalli sarfları:
8. İdare edilen akaratın ne gibi şeylerden ibaret olduğu ve bulunduğu mevkiler.
Arka sayfada Sayfanın sol tarafında: Son senenin varidatı tahakkuk ve tahsil
sütunları var yanlarında da mülahazat (Düşünceler) sütunu var. Sayfanın sağ tarafında :
Son senenin masarifatı (giderleri) ve tahakkuku ve tediyesi sütunları son olarak da
mülahazat sütunu var.
Son bölüm ise şöyle: ..................... olarak idare eylediğim ..................... vakfın
elimdeki vesikalara göre mahiyetiyle sureti idaresi ve şuruatı ve akaratının adediyle
mevkii ve numaraları ve senede getirmekte olduğu kiraları miktarı ve hayratın ismi ile
bulunduğu mevkiinin ve Hademesine ve saireye muhassas aylıkların senelikleri ve
muayyenat ; müteferrika, Vergi tamirat ve masarifi sairenin kezalik senelik miktarları
yukarıda hariç bir şey kalmamak üzere tamamen ve müfredatile gösterilmiş olduğundan
bu beyannameyi tarafından tanzim ederek ......... Evkaf idaresine verdim. Tarih ve ........
mütevellisi imza
366
http://www.uyap.adalet.gov.tr/mevzuat/data/html/21308.html 08.09.2005
172
EK- 8
VAKIFLAR KANUNU
173
174
175
176
EK- 9367
Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri, Bunlar Üzerinde Tasarrufta
Bulunmaları Ve Tasarrufları Altında Bulunan Taşınmaz Malların Bu Vakıflar
Adına Tescil Edilmesi Hakkında Yönetmelik
Resmi Gazete Tarihi: 24/01/2003
Resmi Gazete Sayısı: 25003
Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığından:
BİRİNCİ BÖLÜM: Amaç, Kapsam ve Dayanak
Amaç
Madde 1. Bu Yönetmeliğin amacı, 05/06/1935 tarihli ve 2762 sayılı Vakıflar
Kanununun değişik 1 inci maddesinde yer alan hükümlerle ilgili uygulama usul ve
esaslarını belirlemektir.
Kapsam
Madde 2. Bu Yönetmelik; vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762
sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış Türkiye'deki gayrimüslim
cemaatlere ait vakıfların; dini, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki
ihtiyaçlarını karşılamak ve sadece bu alanlardaki amaçlarını sürdürecek geliri sağlamak
üzere taşınmaz mal edinmeleri ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunmaları ile
bu vakıfların aynı alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak ve sadece bu alanlardaki
amaçlarını sürdürecek geliri sağlamak üzere, her ne surette olursa olsun, tasarrufları
altında bulunan taşınmaz malların vakıf adına tesciline ilişkin usul ve esasları kapsar.
Söz konusu vakıflara ait liste bu Yönetmelik ekindedir.
Dayanak
Madde 3. Bu yönetmelik, 2762 sayılı Vakıflar Kanununun değişik 1 inci
maddesine dayanılarak hazırlanmıştır.
367
http://www.uyap.adalet.gov.tr/mevzuat/data/html/21308.html 08.09.2005
177
İKİNCİ BÖLÜM: Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri
Edinilebilecek Taşınmaz Malların Kapsamı
Madde 4. Cemaat vakıfları; Vakıflar Genel Müdürlüğünün izni ile dini, hayri,
sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere satın alma,
vasiyet, hibe ve sair yollarla taşınmaz mal edinebilirler.
Başvurunun şekli ve istenilen belgeler
Madde 5. Cemaat vakıfları tarafından taşınmaz mal satın alma ve ayni haklarla
ilgili diğer tasarruflara ilişkin başvurular, vakfın bağlı olduğu Vakıflar Bölge
Müdürlüğüne yapılır.
Başvuruda;
a) Taşınmaz malın nevi, imar durumu ve açık adresi, halihazırda ne amaçla
kullanıldığı, hangi amaç için iktisap edilmek istendiği,
b) Vakfın mali durumunu gösteren son yıla ait bilançosu, gelir-gider tablosu,
c) Vakıf yönetimi tarafından alınmış gerekçeli karar,
d) Taşınmaz malın durumuna ilişkin; Vakıf Gayrimenkul Ekspertiz
Değerlendirme A.Ş., Emlak Gayrimenkul Ekspertiz A.Ş., T.C. Ziraat Bankası, Ticaret
ve Sanayi Odası, Mimarlar Odası herhangi birinden alınmış ve birden fazla eksper
tarafından düzenlenmiş ekspertiz raporu,
e) Bağış ve vasiyet halinde tasarrufa ilişkin yasalarca öngörülen belge,
istenecektir.
Değerlendirme ve sonucunda yapılacak işlemler
Madde 6. Başvurular, Vakıflar Bölge Müdürlüğü görüşü ile birlikte Vakıflar
Genel Müdürlüğüne gönderilir. Gerektiğinde; ilgili Bakanlık, kamu kurum ve
kuruluşlarının görüşü alınarak konu yetkili Daire Başkanlığı görüşü ile birlikte Vakıflar
Meclisine intikal ettirilir. Vakıflar Meclisi tarafından konu incelenir, eksik bulunan
hususlar vakfa tebliğ edilir. Tebliğden itibaren iki ay içerisinde eksikliklerin
tamamlanmaması halinde talepten vazgeçilmiş sayılır. İstenilen belge ve bilgilerin
eksiksiz olması halinde Vakıflar Meclisi kararı ilgili vakfa başvurudan veya eksikliğin
giderildiği tarihten itibaren iki ay içerisinde gerekçeli olarak bildirilir. Vakıflar
Meclisinin olumlu kararını takiben vakfa, yetki belgesi verilir.
178
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Malları Üzerinde Tasarrufları
Tasarruf yetkisinin kullanılması
Madde 7. Cemaat vakıfları, taşınmaz malları üzerinde; dini, hayri, eğitsel,
sıhhi, sosyal ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak ve sadece bu alanlardaki
amaçlarını sürdürmek üzere tasarruflarda bulunabilirler. Ayni haklara ilişkin tasarruflar
Vakıflar Genel Müdürlüğünün iznine tabidir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: Bağış ve Vasiyet
Madde 8. Vasiyetname veya bağış yoluyla cemaat vakıfları adına tescil
edilmek istenilen taşınmazlar hakkında; bağışın veya vasiyetin konusu olan taşınmazın
vakfın tasarrufuna 09/08/2002 tarihinden önce geçmiş olması halinde bu yönetmeliğin
geçici 1 inci maddesindeki, 09/08/2002 tarihinden sonra geçecek olanlarda ise ikinci
bölümde yer alan hükümler uygulanır.
BEŞİNCİ BÖLÜM: Diğer Hükümler
Cemaat vakıflarının tasarruflarında bulunan taşınmazların tescili
Geçici Madde 1. Cemaat vakıfları 09/08/2002 tarihine kadar tasarrufları altına
giren taşınmaz malların vakıfları adına tescili için 09/08/2002 tarihinden başlayarak altı
ay içinde vakfın bağlı bulunduğu Bölge Müdürlüğüne yazılı olarak başvuruda
bulunurlar.
Başvuruda şu belgeler istenir;
a) Taşınmaz malın nevi, il, ilçe, mahalle, pafta, ada ve parsel numarası ve açık
adresi, halihazırda ne amaç ile kullanıldığı, fiziki şartları itibariyle halihazırdaki
durumu, ne şekilde vakfın tasarrufuna geçtiği,
b) Taşınmaz malın vakfın tasarrufuna ilişkin 09/08/2002 tarihinden önceki bir
tarihi taşıyan, aşağıdaki belgelerden bir veya makbul sayılabilecek eş değer bir belge;
vergi kaydı, emlak vergi beyannamesi, kira kontratı, elektrik, su, doğalgaz faturası,
tasdikli irade suretleri ile fermanlar, muteber mütevelli, sipahi, mültezim temessük veya
senetleri, kayıtları bulunmayan tapu veya mülga hazinei hassa senetleri veya muvakkat
tasarruf ilmuhaberleri, tasdiksiz tapu yoklama kayıtları, mülkname, vasiyetname ve
vasiyet tenfiz kararları, muhasebatı atika kalemi kayıtları, mubayaa, istihkam ve ihbar
hüccetleri, evkaf idarelerinden tapuya devredilmemiş tasarruf kayıtları.
179
Başvurular, Vakıflar Bölge Müdürlüğü görüşü ile birlikte Vakıflar Genel
Müdürlüğüne gönderilir. Gerektiğinde; ilgili Bakanlık, kamu kurum ve kuruluşlarının
görüşü alınarak konu yetkili Daire Başkanlığı görüşü ile birlikte Vakıflar Meclisine
intikal ettirilir. Vakıflar Meclisi tarafından konu incelenir, eksik bulunan hususlar vakfa
tebliğ edilir. Tebliğden itibaren iki ay içerisinde eksikliklerin tamamlanmaması halinde
talepten vazgeçilmiş sayılır. İstenilen belge ve bilgilerin eksiksiz olması halinde
Vakıflar Meclisi kararı ilgili vakfa başvurudan veya eksikliğin giderildiği tarihten
itibaren iki ay içerisinde gerekçeli olarak bildirilir.
Başvurunun Vakıflar Meclisi tarafından uygun bulunması halinde vakfa tescil
talebinde bulunmaya esas olmak üzere talebe konu taşınmaz malın vakfın tasarrufunda
bulunduğunu, tashihen tescilin yapılmasının Vakıflar Genel Müdürlüğünce uygun
bulunduğunu belirten yetki belgesi verilir.
Yürürlükten kaldırılan yönetmelik
Madde 9. 04/10/2002 tarih ve 24896 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri ve Bunlar Üzerinde
Tasarrufta Bulunmaları Hakkında Yönetmelik yürürlükten kaldırılmıştır.
Yürürlük
Madde 10. Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme
Madde 11. Bu Yönetmelik hükümlerini Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bağlı
olduğu Devlet Bakanı yürütür.
FAALİYETTE BULUNAN CEMAAT VAKIFLARI
1. Beykoz Aya Paraşkevi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
2. Büyükada Panayia Aya Dimitri Profiti İlya Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı
3. Heybeliada Aya Triada Tepe Manasatırı Vakfı
4. Heybeliada Aya Nikola Rum Ortodoks Vakfı
5. Heybeliada Rum Ruhban Okulu Vakfı
6. Kınalıada Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
7. Burgazada Aya Yorgi Karipi Manasıtırı
8. Burgazada Aya Yani Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı
9. Fener Maraşlı Rum İlkokulu Vakfı
180
10. Fener Yoakimion Rum Kız Lisesi Vakfı
11. Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı
12. Feriköy 12. Apostol Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı
13. Fener Tekfursaray Panayia Hançerli Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
14. Fener Vlahsaray Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
15. Fener Meryemana Rum Ortodoks (Kanlı) Kilisesi Vakfı
16. Kurtuluş Aya Tanaş Aya Dimitri Aya Lefter Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi
Vakfı
17. Beyoğlu Rum Ortodoks Kiliseleri ve Mektepleri Vakfı
18. Beşiktaş Cihannüma Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
19. Beşiktaş Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
20. Yenimahalle Aya Yani Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
21. Bebek Aya Haralambos Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
22. Çengelköy Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
23. Fatih Eğrikapı Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
24. Aksaray Langa Aya Todori Rum Ortodoks Kilisesi
25. Bağımsız Türk Ortadoks Kiliseleri ve Patrikhanesi Vakfı
26. Ayvansaray Aya Dimitri, Aya Vlaharne Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı
27. Üsküdar Profiti İlya Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı
28. Arnavutköy Aya Strati Taksiarhi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
29. Yeşilköy Aya İstepanos Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
30. Altı Mermer Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
31. Cibali Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
32. Kuzguncuk Aya Pandeliimon Rum Ortodoks Kilisesi
33. Kumkapı Aya Kiryaki Elpida Rum Ortodoks Kiliseleri Vakfı
34. Balat Aya Strati Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
35. Balat Panayia Balino Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
36. Zapion Rum Kız Lisesi Vakfı
37. Sarmaşık Aya Dimitri Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
38. Topkapı Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
39. Hasköy Aya Paraşkevi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
40. Salmatomruk Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
181
41. Kuddusü Şerif Rum Patrikhanesine Bağlı Yeniköy Aya Yorgi Kilisesi ve Manastırı
Vakfı
42. Galata Rum İlkokulu Vakfı
43. Tarabya Aya Paraşkevi Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı
44. Paşabahçe Aya Konstantin Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
45. Ortaköy Aya Fokas Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
46. Kuruçeşme Aya Dimitri Aya Yani Rum Ortadoks Kilisesi Vakfı
47. Yeniköy Panayia Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı
48. Boyacıköy Panayia Evangelistra Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
49. Kadıköy Rum Ortadoks Kiliseleri ve Mektepleri Vakfı
50. Balıklı Rum Hastahanesi Vakfı
51. Büyükdere Aya Paraşkevi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
52. Bakırköy Aya Yorgi Aya Analipsiz Rum Ortodoks Kiliseleri ve Mektepleri Vakfı
53. Kandilli Metemorfosis Hz. İsa Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
54. Koca Mustafa Paşa Belgrat Kapı Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
55. Koca Mustafa Paşa Samatya Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
56. Koca Mustafa Paşa Samatya Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
57. Samatya Aya Analipsiz Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
58. Koca Mustafa Paşa Samatya Aya Konstantin Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
59. Samatya Aya Mina Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
60. Beyoğlu Yenişehir Evangelistra Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
61. Fener Rum Patrikhanesi Avlusunda Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
62. Yeniköy Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
63. Dereköy Aya Marina Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
64. Tepeköy Evangelismos Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
65. Zeytinliköy Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
66. Bademliköy Panayia Kimisiz Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
67. Bozcaada Kimisiz Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
68. Gökçeada Merkez Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
69. İskenderun Rum Ortodoks Kilisesi Fukara Vakfı
70. Antakya Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
71. Antakya Rum Katolik Kilisesi Vakfı
182
72. Altınözü Tokaçlıköyü Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
73. Samandağı Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
74. İskenderun Arsuz Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
75. Altınözü Sarılar Mahallesi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
76. Feriköy Surp Vartanaş Ermeni Kilisesi Vakfı
77. Üsküdar Surp Garabet Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı
78. Üsküdar Surp Haç Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı
79. Eyüp Surp Yeğiya Ermeni Kilisesi Vakfı
80. Eyüp Surp Astvazazin Ermeni Kilisesi ve Arakelyan Mektebi ve Mezarlığı Vakfı
81. Narlıkapı Surp Hovannes Ermeni Kilisesi Vakfı
82. Rumeli Hisarı Surp Sanduth Ermeni Kilisesi Vakfı
83. Kadıköy Surp Takavor Ermeni Kilisesi Aramyan Uncuyan Mektebi ve Mezarlığı
Vakfı
84. Kuzguncuk Surp Kirkor Lusavoriç Ermeni Kilisesi Vakfı
85. Beşiktaş Surp Astvazazin Meryemana Ermeni Kilisesi Vakfı
86. Ortaköy Surp Kirkor Lusavoriç Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı
87. Ortaköy Surp Astvazazin Meryemana Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı
88. Boyacıköy Surp Yeris Mangas Ermeni Kilisesi Vakfı
89. Kandilli Surp Arakelos Ermeni Kilisesi Vakfı
90. Kartal Surp Nişan Ermeni Kilisesi Mektebi Vakfı
91. Yenikapı Surp Tetaos Patriğimeos Ermeni Kilisesi Vakfı
92. Kınalıada Surp Kirkor Lusavoriç Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı
93. Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi ve Mektebi Vakfı
94. Gedikpaşa Surp Hovhannes Ermeni Kilisesi Vakfı
95. Bakırköy Surp Astvazazin Meryemana Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı
96. Balat Surp Hreştegabet Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı
97. Karaköy Surp Pırgıç Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı
98. Beyoğlu Anarathıgutyun Ermeni Katolik Rahibeler Manastır ve Mektebi Vakfı
99. Beyoğlu Üç Horon Ermeni Kilisesi Vakfı
100. Beyoğlu Ohannes Gümüşyan Ermeni Kilisesi Vakfı
101. Beyoğlu Aynalı Çeşme Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı
102. Beyoğlu Surp Gazer Ermeni Katolik Mihitaryan Manastır ve Mektebi Vakfı
183
103. Pangaltı Ermeni Katolik Mihitaryan Manastır ve Mektebi Vakfı
104. Yeniköy Küddipo Surp Astvazazin Ermeni Kilisesi Vakfı
105. Şişli Karagözyan Ermeni Yetimhanesi Vakfı
106. Taksim Surp Agop Ermeni Hastahanesi Vakfı
107. Kumkapı Surp Harutyun Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı
108. Halıcıoğlu Meryemana Surp Astvazazin Ermeni Kilisesi ve Kalfayan Yetimhanesi
Vakfı
109. Kumkapı Meryemana Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı
110. Kuruçeşme Surp Haç Ermeni Kilisesi Vakfı
111. Büyükdere Surp Hripsimyans Ermeni Kilisesi Vakfı
112. Koca Mustafa Paşa Surp Kevork Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı
113. Koca Mustafa Paşa Anarathigutyun Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı
114. Topkapı Surp Nikagos Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı
115. Galata Surp Lusavoriç (Cerçiş) Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı
116. Yeşilköy Surp İstepanos Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı
117. Hasköy Surp İstepanos Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı
118. Apeloğlu Andon Vakfı Hayratından Yeniköy Surp Ohannes Mığırdıç Ermeni
Kilisesi
Büyükdere Surp Boğos Ermeni Kilisesi
Büyükada Surp Astvazazin Verapohum Ermeni Katolik Kilisesi
Sakız Ağacı Ermeni Katolik Kilisesi
Beyoğlu Surp Yerurtutyun Ermeni Katolik Kilisesi
Kadıköy Surp Levon Ermeni Katolik Kilisesi
Tarabya Surp Andon Ermeni Katolik Kilisesi
119. Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastahanesi Vakfı
120. Kumkapı Meryemana (Drasular) Ermeni Kilisesi Vakfı
121. Beykoz Surp Nikagos Ermeni Kilisesi Vakfı
122. İskenderun Karasun Manuk Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı
123. Samandağı Vakıflı Köyü Ermeni Ortodoks Kilisesi Vakfı
124. Kayseri Surp Kirkor Ermeni Kilisesi Vakfı
125. Diyarbakır Ermeni Surp Küçük Kilise Hıdır İlyas Surp Gregos Kiliseleri Vakfı
126. Mardin Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı
184
127. Büyükada Hased Leavram Musevi Sinagogu Vakfı
128. Hasköy Mealem Musevi Siangogu Vakfı
129. Beyoğlu Musevi Hahamhanesi Vakfı
130. Beyoğlu Seferadimi-Neveşalom Musevi Sinagogu Vakfı
131. Ortaköy Musevi Etz-Ahayim Sinagogu Vakfı
132. Sirkeci Musevi Sinagogu Vakfı
133. Kuzguncuk Bet-Yaokov Sinagogu Vakfı
134. Galata Yüksek Kaldırım Eşkenazi Musevi Sinagogu Vakfı
135. Hasköy Türk Karaim Musevi İ Vakfı
136. Kadıköy Hemdat İsrael Sinagogu Vakfı
137. Balat Or-Ahayim Musevi Hastahanesi Vakfı
138. Balat Ahrida Musevi Sinagogu Vakfı
139. Ankara Musevi Sinagogu Vakfı
140. Bursa Türk Musevi Cemaati Vakfı
141. Çanakkale Mekor Hayim Musevi Sinagogu Vakfı
142. Antakya Musevi Havrası Vakfı
143. İskenderun Musevi Havrası Vakfı
144. Kırklareli Musa Sinagogu Vakfı
145. Diyarbakır Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı
146. Beyoğlu Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı
147. Mardin Süryani Katolik Kilisesi Vakfı
148.Mardin Süryani Kadim Deyrulzafara Manastırı ve Kiliseleri Vakfı
149. Mardin Süryani Protestan Kilisesi Vakfı
150. Midyat Süryani Protestan Kilisesi Vakfı
151. Midyat Süryani Deyrulumur Margabriel Manastırı Vakfı
152. Midyat Süryani Kadim Cemaatı Marborsom ve Mart Şemuni Kiliseleri Vakfı
153. İdil Süryani Kadim Kilisesi (Mardodo) Vakfı
154. Diyarbakır Keldani Katolik Kilisesi Vakfı
155. Keldani Katolik Kilisesi Vakfı
156. Mardin Keldani Katolik Kilisesi Vakfı
157. Edirne Sveti Gorci Kilisesi Vakfı
158. Bulgar Ekzarhlığı Ortodoks Kilisesi Vakfı
185
159. Şişli Gürcü Katolik Kilisesi Vakfı
160. Mersin Tomris Nadir Mutri Kilisesi Vakfı
186
EK- 10
12 OCAK 1971 TARİH VE 1971-3 SAYILI KARAR
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
KAYNAKÇA
KİTAPLAR
Altındal, Aytunç. Türkiye ve Ortodokslar. İstanbul: Anahtar Kitaplar, 1995.
Altındal, Aytunç. Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri. İstanbul: Alfa Yayınları, 2005.
Atalay, Bülent. Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin Siyasi Faaliyetleri. İstanbul:
Tarih ve Tabiat Vakfı, 2001.
Atatürk’ün Bütün Eserleri. 1. Basım. C.2. İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 1999.
Atatürk’ün Bütün Eserleri. 1. Basım. C.3. İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 2000.
Atatürk’ün Bütün Eserleri. 1. Basım, C.4. İstanbul: Kaynak Yayınları, Kasım 2000.
Atatürk’ün Bütün Eserleri. 1. Basım, C.5. İstanbul: Kaynak Yayınları, Nisan 2001.
Atatürk’ün Bütün Eserleri. 1. Basım, C.6. İstanbul: Kaynak Yayınları, Ağustos 2001.
Atatürk’ün Bütün Eserleri. 1. Basım, C.7. İstanbul: Kaynak Yayınları, Ocak 2002.
Atatürk’ün Bütün Eserleri. 1. Basım, C.8. İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 2002.
Atatürk’ün Bütün Eserleri. 1. Basım, C.11. İstanbul: Kaynak Yayınları, Nisan 2003.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri. C.II. Ankara, 1989.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri. C.III. Ankara, 1989.
Berber, Engin. Sancılı Yıllar: İzmir 1918-1922 Mütareke ve Yunan İşgali
Döneminde İzmir Sancağı. Ankara: Ayraç Yayınları, 1997.
Benlisoy, Yorgo, Elçin Macar. Fener Patrikhanesi. 1. Baskı. Ankara: Ayraç Yayınevi,
1996.
Berkes, Niyazi. Patrikhane ve Ekümeniklik. 2. Basım. İstanbul: Kaynak Yayınları,
2005.
Bozdağ, İsmet. Zaferlerle ve Şereflerle Dolu Bir Hayat Celal Bayar. İstanbul:
Tercüman Aile ve Kültür Kitaplığı Yayınları, 1986.
Bulut, Arslan. Çift Başlı Yılan Karadeniz’de Yüzyılın İkinci Rumlaştırma
Operasyonu. 1. Baskı. Ankara: Üç Ok Yayıncılık, 2005.
Çelik, Mehmet. Fener Patrikhanesinin Ekümeniklik İddiasının Tarihi Seyri. İzmir:
Akademi Kitapevi, 2000.
204
Demirer, Mehmet Arif. 6 Eylül 1955 Yassıada 6/7 Eylül Davası, 1. Basım, İstanbul:
Bağlam Yayınları, 1995.
Emirhan, Sami. Fener Rum Patrikhanesinin Dünü Bugünü Yarını. İstanbul: Harp
Akademileri Basımevi, 1995.
Eryılmaz, Bilal. Osmanlı Devletinde Millet Sistemi. Ağaç Yayınları, 1992.
Güler, Ali. Dünden Bugüne Yunan-Rum Terörü. Ankara: Ocak Yayınları, 1999.
Güler, Ali. Rakamlarla Türkiye’de Azınlıklar. Ankara: Elektronik Basım Yayın,
2001.
Hasgüler, Mehmet. Kıbrıs’ta Enosis ve Taksim Politikalarının Sonu, 1. Baskı, 2000,
İstanbul: İletişim Yayıncılık, 1. Baskı, 2000, s.
Köse, Ertan. Yunanistan ve Bitmeyen Kin. 1. Baskı. İstanbul: IQ Kültür Sanat
Yayıncılık, 2005.
Macar, Elçin. Cumhuriyet Döneminde İstanbul Rum Patrikhanesi. 1. Basım.
İstanbul: İletişim Yayınları, 2003.
Manizade, M.Derviş. 65 Yıl Boyunca Kıbrıs Yazdıklarım ve Söylediklerim,
İstanbul: Kıbrıs Türk Kültür Derneği Yayınları, 1993.
Olgun, Aydın. Kıbrıs’ın Anatomisi 4 Devir 4 Lider, Ankara: Ağaç-İş Matbaası, 1975,
s.12.
Özgen, Mahmut İhsan. Devlet Adamlığı ve Devlet Yönetiminde Esaslar, İstanbul:
İnsanlık Vakfı Yayınları, 1998, s.131.
Öztürk, Nazif. Azınlık Vakıfları. Ankara: Altınküre Yayınları, Nisan, 2003.
Özyılmaz, Emre. Heybeliada Ruhban Okulu. Ankara: Tamga Yayıncılık, 2000.
Sofuoğlu, Adnan. Fener Rum Patrikhanesi ve Siyasi Faaliyetleri. İstanbul: Turan
Yayıncılık, 1996.
Somuncuoğlu, Sadi. İstanbul’da Yeni Roma İmparatorluğu. 1. Baskı. Ankara: Akçağ
Yayınları, 2004.
Sönmezoğlu, Faruk. Türkiye–Yunanistan İlişkileri&Büyük Güçler. İstanbul: Der
Yayınları, 2000.
Şahin, M. Süreyya. Fener Patrikhanesi ve Türkiye. İstanbul: Ötüken Yayınları, 1999.
Ulubelen, Erol. İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye. İstanbul: Aytaç Kitapevi, 1967.
Umar, Bilge. İzmir’de Yunanlıların Son Günleri. Ankara: Bilgi Yayınları, 1974.
205
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, 4. Baskı C.3, Kısım: 2, TTK, 1988, s.151.
Üskül, Zafer. Siyaset ve Asker, Cumhuriyet Döneminde Sıkıyönetim Uygulamaları.
İstanbul: Afa Yayınları, 1989.
Yıldırım, Münir. Yunanistan ve Ortodoks Kilisesi. 1. Baskı. Ankara: Aziz Andaç
Yayınları, 2005.
Yıldırım, Uğur. Dünden Bugüne Patrikhane. 2. Basım. İstanbul: Kaynak Yayınları,
2004.
Yıldırım, Uğur. Keşiş Güç. 1. Basım. İstanbul: Otopsi Yayınları, 2005.
MAKALELER
Akar, Rıdvan. “İki Yıllık Gecikme: 6–7 Eylül 1955”, Toplumsal Tarih. Sayı: 117,
Eylül 2003, s. 8.
Aktar, Ayhan. “İstanbul Tapu Kayıtlarının Analizi”, Toplumsal Tarih. Eylül 1999,
s. 10.
Aktar, Ayhan. “Varlık Vergisi’nin Hikayesi”, Toplumsal Tarih. Sayı:121, Ocak 2004,
s. 82.
Andrianopulu, Konstantina. “İstanbul Rum Basınının Tepkisi ve 6–7 Eylül Olayları”,
Tarih ve Toplum. Sayı: 237, Eylül 2003, s. 152.
Benlisoy, Foti. “6/7 Eylül Olayları Öncesinde Basında Rumlar”, Toplumsal Tarih.
Eylül 2000, s. 28.
Beşinci Askeri Tarih Semineri Bildirileri, I. Değişen Dünya Dengeleri İçinde Askeri
ve Stratejik Açıdan Türkiye, (23–25 Ekim 1995-İstanbul) Ankara, 1996,
s.226–242.
Ekin, Karaca. “6–7 Eylül Olayları ve Türk Basınının Tavrı”, Toplumsal Tarih. Sayı:
142, Ekim 2005, s. 30.
Gökçen, Salim. “Fener Rum Patrikhanesindeki Metropolit Revizyonu Mevcut Statüye
Rağmen Neden Yapıldı?” Müdafaa-i Hukuk Dergisi, Nisan 2004, s.32–34.
Güven, Dilek. “6–7 Eylül Olayları ve Failler”, Toplumsal Tarih, Sayı: 141, Eylül
2005, s. 39.
Kaya, Önder. “Patrikhanenin Vaziyeti”, Toplumsal Tarih. Sayı: 124, Nisan 2004,
s. 123.
206
Macar, Elçin. “Athinagoras’ın Patrik Seçilmesi”, Toplumsal Tarih, Eylül 1999, s. 37.
Oran, Baskın. “Türkiye’de Azınlık Hukuku”, Toplumsal Tarih. Sayı: 117. Eylül 2003,
Özyılmaz, Emre. “Fener Rum Patrikhanesi ve Heybeliada Ruhban Okulu Meselesi”,
Kök Araştırmalar.
Toker,
Hülya. “Cumhuriyet Döneminden Günümüze Fener Patrikhanesinin
Faaliyetleri”, Silahlı Kuvvetler Dergisi. Sayı 383. Ocak 2005. s. 39.
Türker, Orhan. “Büyükada Rum Yetimhanesi”, Tarih ve Toplum. Sayı: 200, Ağustos
2000. s. 38.
Türker, Orhan. “6–7 Eylül Olaylarının İstanbul Rum Basınındaki Yankıları”, Tarih ve
Toplum. Sayı: 177, Eylül 1998. s. 141.
Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Fasikül 81, Temmuz 1995, s.345.
Belgelerle Türk Tarihi Dergisi. İstanbul, 1968. s. 18.
Lozan Barış Konferansı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı, 1993. s. 10.
T.C. Anayasası, İstanbul: Der Yayınları, 1995. s. 8.
YAYINLANMAMIŞ TEZLER
Durmaz, Bülent. “Balkanlarda Slavist ve Ortodoks Eksenli Politikalar, Fener Rum
Patrikhanesi İle Ruhban Okulu ve Türkiye Üzerindeki Emeller” (Harp
Akademileri Tezi, İstanbul, 2002), s. 4–75.
GAZETELER
Akay, Naci. “Ruhban Okulu Açılmalı”, Sabah, 7 Mayıs 2004, s.22.
Aktar, Ayhan. “50. Yılında 6–7 Eylül Gerçeği”, Sabah. 9 Eylül 2005. s.28.
Aktuğ, Ufuk. “Ermeni Patriği Fakülte İstedi”, Hürriyet, 26 Mart 2006, s.25.
Akyol, Cahit ve Tamer Yüksel. “Patrikhaneden Din Konferansı”, Hürriyet, 29 Ağustos
2000, s.26.
Akyol, Taha. “6–7 Eylül ve 23 Eylül”, Milliyet, 6 Eylül 2005, s.17.
Albayrak, Nafiz. “Bartholomeos ABD’ye Gitti”, Hürriyet, 20 Ekim 1997, s.21.
Angelidis, Sofia. “Yunanistan’da İlahiyat Krizi”, Milliyet, 23 Eylül 2005, s.17.
Arat, Süleyman. “Büyük Zirve”, Hürriyet, 26 Aralık 2000, s.17.
Atakan, Bahar. “YÖK, AB İle Değişecek”, Milliyet, 6 Ekim 2005, s.18.
207
Atalay, Figen. “Ruhban Okulu’nun Sessiz Bekleyişi”, Cumhuriyet. 10 Mayıs 1994.
s.12.
Atiyas, Şebnem. “Fener Patriği’nden Geri Adım”, Cumhuriyet, 14 Temmuz 1990, s.3.
Aydın, Mehmet. “Fener Patrikhanesi ve Ortodoks Dünya”, Zaman. 15 Mayıs 1994.
s.2.
Avcı, Ümran. “Patrik: Kötü Niyetler Var”, Milliyet, 30 Temmuz 2005, s.21.
Başyurt, Erhan. “Cihan Patriği Tartışması”, Zaman. 27 Eylül 1995. s.4.
Başyurt, Erhan. “Heybeliada’da Ekümeniklik Kavgası”, Zaman. 28 Ağustos 1994. s.9.
Başyurt, Erhan. “Patrikhane Ekümenikleşiyor mu?”, Zaman. 25 Ekim 1994. s.1.
Batur, Nur. “Patrik’e Müthiş Tören”, Hürriyet, 21 Mayıs 1999, s.20.
Batur, Nur. “Atina’da Stefanopoulos Şoku”, Hürriyet, 30 Ağustos 1995, s.18.
Berberakis, Stelyo. “Patrik Revizyonla Neyi Amaçlıyor?”, Sabah, 4 Mart 2004, s. 6.
Berberakis, Stelyo. “100 Yılın Krizi, Hristodulos Şimdilik Saygıda Kusur Etmeyecek”,
Sabah, 2 Mayıs 2004, s.25.
Berberakis, Stelyo. “Yunan Kilisesi Geri Adım Attı”, Sabah, 29 Mayıs 2004, s.26.
Berberakis, Stelyo. “Patrik’e Devlet Töreni”, Hürriyet. 11 Kasım 1992. s.33.
Berberakis, Taki. “Yataklar, Sabunlar Bile Hazır”, Milliyet, 28 Temmuz 2005, s.22.
Cankuş, Erdoğan. “Atina’ya Cami Yapılmalı”, Hürriyet, 1 Ağustos 2000, s.23.
Çoban, İhsan. “Papandreu Patrikhane’de”, Türkiye, 22 Ocak 2000, s.10.
Çongar, Yasemin. “ABD Kongresi’nin ‘Ekümenik’ Talebi”, Milliyet, 11 Haziran 2005,
s.18.
Çongar, Yasemin. “Amerika ‘Not’ Etmiş’, Milliyet, 4 Aralık 2004, s.21.
Çoşar, Ömer Sami. “Patrikhane Dosyası”, Hürriyet, 20 Ağustos 1976, s.22.
Dersan, Kazım Ş. “Yardım Bahsinde Küçük Esnaf”, Akşam, 16 Eylül 1955, s.1
Döndaş, İnci. “Bartholomeos AİHM’ye Gidiyor”, Sabah, 31 Mart 2005, s.23.
Dündar, Can. “Atatürk’ün Evini Bombalamadım”, Sabah, 7 Eylül 2002, s.15.
Elveren, Muammer. “İftira Ediyorlar, Yalan Yazıyorlar”, Hürriyet, 5 Mayıs 2000, s.14.
Erbil, Ömer. “Bir Okulun Hikayesi”, Zaman. 8 Ekim 1995. s.17.
Erbil, Ömer. “Ruhban Okulu Patrikleri Karıştırdı”, Milliyet, 27 Eylül 2005, s.21.
Ergan Uğur ve Ayda Kayar, “Patrik’e Yakın Takip”, Hürriyet, 5 Mart 2004, s.20.
Ertuğrul, Doğan. “Türk-Yunan İlişkileri Kıskacındayız”, Zaman. 13 Mayıs 1996. s.4.
Ertürk, Tarık. “Rum Patrikhanesi Devlet Olma Peşinde”, Zaman. 23 Ekim 1994. s.4.
208
Fırat, Gülay. “Kampta Dört Çocuk”, Milliyet, 12 Ağustos 2005, s.16.
Gezer, Ahmet. “Bartholomeos, Papa Statüsü Peşinde”, Zaman. 1 Temmuz 1995. s.11.
Göze, Ergun. “Dr. Rıza Nur’un Patrikhane Kerameti”, Tercüman, 27 Mayıs 2005, s.3.
Güzeltuna, Necmi. “Fener Rus Patriklerin Post Kavgası Kızıştı”, Yeni Şafak. 4 Nisan
1996. s.9.
Güzeltuna, Necmi. “Katolik-Ortodoks Yakınlaşması”, Yeni Şafak. 1 Temmuz 1995.
s.8.
Güven, Nazlı. “Ekümeniklik Tartışması Yine Alevlendi”, Sabah, 16 Aralık 2004, s.27.
Hanbay, Gönül. “Bu Okul Hep Gündemde”, Milliyet. 11 Nisan 2000. s.25.
Hazar, Hasan Mesut. “Patrik, Clinton’dan Yardım İstedi”, Türkiye, 24 Ekim 1997, s.8.
İlgazi, Aziz. “Patrikhane’ye Büyük İlgi”, Türkiye, 18 Kasım 1999, s.10.
Ünal, Hasan. “Patrikhaneyi Kapatmalı mı?”, Milliyet, 21 Kasım 1995, s.21.
Kaptan, Faik. “ABD’den Özel Uçak Geldi”, Hürriyet. 5 Mart 2002. s.19.
Kohen, Sami. “50 Yıl Sonra”, Milliyet, 6 Eylül 2005, s.20.
Kozluklu, Fuat. “Patrik’e Büyük İtibar”, Cumhuriyet. 21 Ekim 1997. s.12.
Köylü, Hilal. “Ruhban Okuluna Formül Bulundu”, Radikal, 24 Haziran 2004, s.1–7.
Özfatura, M. Necati. “Patrikhanenin Ekümeniklik Hayali”, Türkiye, 9 Kasım 2000,
s.11.
Özlüer, Ali. “Makedon Liderden Patriğe Ziyaret”, Sabah, 17 Mart 2005, s.23.
Sazak, Derya. “Heybeliada’da Meslek Yüksekokulu Açılsın”, Milliyet, 2 Aralık 2005,
s.14.
Soncan, Emre. “Sipahioğlu: 6–7 Eylül Olaylarını Menderes’le Tertiplediğimiz Yalan”,
Zaman, 6 Eylül 2005, s.3.
Taşgetiren, Ahmet. “Patrikhane Nereye koşuyor?”, Zaman, 27 Ekim 1995, s.2.
Tahsin, İlhan. “Atina’dan Patrik’e Onursal Başkanlık”, Türkiye, 27 Mayıs 1999, s.15.
Taşyürek, Muzaffer. “Patrikhane-Kıbrıs Hattı”, Zaman. 10 Kasım 1993. s.5.
Tunç, Ferai. “Patriğe Devlet Töreni”, Hürriyet, 24 Eylül 1995, s.4.
Yılmaz, Önder. “Başbakan Yardımcısı Şahin: Fener Patriği Sınırlarını Aşıyor”,
Milliyet, 1 Ağustos 2005, s.17.
Yılmaz, Önder. “10 Soru 10 Cevap: Azınlık Vakıfları”, Milliyet, 2 Ağustos 2005, s.21.
“Yunanlılar Londra Konferansının Netice Vermeyeceğini Zaten Biliyorlarmış”, Akşam,
6 Eylül 1955, s.1.
209
“Zararların Derecesini Tespit Etmek İçin Beyannameler Doldurulacak”, Akşam, 15
Eylül 1955, s.1.
“Son Hadiseler Amerika’da Nasıl Karşılandı?”, Akşam, 9 Eylül 1955, s.2.
“Örfi İdare 3 Vilayette 6 Ay Devam Edecek”, Akşam, 13 Eylül 1955, s.2.
“Vatandaşların Maruz Kaldığı Zararlar Telaffi ve Tazmin Edilecek”, Akşam, 7 Eylül
1955, s.1.
“Zararların Tazmini İçin Hükümet Tedbir Alıyor”, Akşam, 9 Eylül 1955, s.1.
“ABD Dışişleri Bakanı’ndan Ruhban Okulu Baskısı”, Akşam, 18 Mayıs 2000, s.13.
“Fener Patriği Ölümden Nasıl Döndü”, Cumhuriyet, 3 Aralık 1987, s.4.
“Rum Ortodoks Patriği’den Türkiye’ye Destek”, Dünya, 23 Şubat 1995, s.1.
“Atina’da Veto İçin Önemli Toplantı”, Hürriyet, 9 Ocak 1995, s.25.
“Bartholomeos’a Ziyaret”, Hürriyet, 14 Eylül 2000, s.25.
“Ekümenlik Atağı”, Hürriyet, 23 Ocak 2004, s.24.
“İznik’te Tarihi Buluşma”, Hürriyet, 26 Aralık 2000, s.17.
“Patrik’in Gezisi Tartışmalı Başladı”, Hürriyet, 21 Ekim 1997, s.24.
“Bush’tan İtiraf”, Hürriyet, 26 Mart 2006, s.20.
“Sözlerimizde Suç Yok”, Milliyet, 2 Ağustos 2005, s.21.
“Danıştay Azınlık Vakıflarını Kurtardı”, Milliyet, 31 Temmuz 2005, s.18.
“Türkiye’nin Siyaseti Laik İnancı Güçlü”, Sabah, 28 Haziran 2004, s.24.
“Roth: Karanlığı ve Işığı Görmeye Geldik”, Sabah, 4 Kasım 2004, s.26.
“Ekümenik Sıfatı Tartışması Yeniden”, Sabah, 2 Aralık 2004, s.29.
“Fener Patrikhanesi, Atina Kilisesi’yle İlişkisini Kesti”, Sabah, 01 Mayıs 2004, s.27.
“Patrikhane, Atina İle Yumuşadı”, Sabah, 05 Haziran 2004, s.25.
“Patrikhane Bizim Mekke’miz”, Sabah, 11 Aralık 2004, s.7.
“Çerçeveye Uysunlar Açalım”, Sabah Haber Merkezi, Sabah, 04 Mayıs 2005
“Salı Gecesi Cereyan Eden Hadiseler Sırasındaki Maddi Zarar 300 Milyonu Aşmıyor”,
Tercüman, 10 Eylül 1955, s.1
“Patriğe Gizli Ziyaret”, Türkiye, 29 Nisan 1996, s.15.
“Patrik Unvan Peşinde”, Türkiye, 20 Ekim 1997, s.8.
“Patrik’in Papa Daveti Uygunsuz, Sezer’in Daveti İse Kendi Takdiri”, Vatan, 18 Eylül
2005, s.19.
“İstanbul’da Bazı Tahrip ve Yağmalar Oldu”, Vatan, 7 Eylül 1955, s.1.
210
“Başpiskopas’a Devlet Başkanı Ağırlaması”, Zaman, 14.10.1992, s.2.
“Bartholomeos Devlet Başkanı Gibi”, Zaman, 13.11.1994, s.1.
“Patriğin Cihan Rüyası”, Zaman, 25 Eylül 1995, s.10.
“Bartholomeos: Vatikan Olmak istemiyoruz”, Zaman, 30 Nisan 1997, s.4.
“Lozan İstanbul’dan Delindi”, Aydınlık,17 Nisan 1999, s.8–9 bıraktım s.107
İNTERNET
Gökçen, Salim. “Fener Rum Patrikhanesi’ndeki Metropolit Revizyonu Mevcut Statüye
Rağmen Neden Yapılmadı?” 11.10.2005,
http://www.turkatak.gen.tr/media/makale/makale4.pdf
Gökçen, Salim. “Fener Rum Patrikhanesi’nin Hukuki Statüsü ve Heybeliada Ruhban
Okulu’nu Açtırma Girişimleri”,
http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/heybeliada.html
Gökçen, Salim. “Küresel Liderlik Yolunda Avrupa Birliği ve Stratejik Ortağı Fener
Rum Patrikhanesi”, http://www.haberanaliz.com/detay.php?detayid=1170
Kaplan, Sefa ve Özgür Ekşi, “Ekümenik Polemiği”, 21.10.2005
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/3416346.asp?m=1&gid=69
Oran, Baskın. “Azınlık Sorunları Gayrimüslim Vakıfları: Son Durum”
http://www.istanbulazinliklari.org/SAYFA.ASP?T=4
“6–7 Eylül Olayları Davası”,
http://www.minidev.com/kulturler/kulturler_rum_dava.asp
“Azınlık Vakıflarının Yönetimine El Konamaz”, 30.07.2005,
http://www.cnnturk.com/HABER/haber_detay.asp?PID=318&HID=1&haberI
D=114352
“Rum Kültürü, Büyükada Rum Yetimhanesi”, 29.03.2001,
http://www.minidev.com/kulturler/kulturler_rum_yetimhane.asp
“Bartholomeos Türkiye’yi Avrupa’ya Şikayet Edecek”, 15.09.2005,
http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=168522
“Büyükada’daki Yetimhane Binası, Patrik de Türkiye’yi AİHM’e Şikayet Etti”,
08.09.2005
http://www.barobirlik.org.tr/calisma/basinda_yargi/2005/05/30.htm
“Ekümeniklik Meselesi”,
211
http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/ekumeniklik.html
“AB ve ABD’den Çifte Sıkıştırma”, http://www.takvim.com.tr/2005/08/03/gnb101.html
“Bartholomeos, Hatemi İle Görüştü”, 15.02.2006
http://www.ntvmsnbc.com/news/129669.asp
“Din, Bilim ve Çevre Sempozyumu (20–28 Eylül 1997)”,
http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/din_bilim_cevre.html
“Atatürk’ün Tanımlamasıyla ‘Bir Fesat ve İhanet Odağı’ Olan Fener Rum Patrikliği ve
Etkinlikleri”, http://www.gizlitarih.com/index.php?e=247 16.02.2006
“Ortodoksluk ve Ortodoks Kilisesi”, 07.10.2005
http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/kaynaklar.html
“Osmanlı Dönemi 4”, http://www.minidev.com/kulturler/kulturler_rum_tarih2_4.asp
“Lozan Görüşmelerinde Fener Rum Patrikhanesi”, 25.11.2005
http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/lozanda.html
“Lozan Sonrası Patrikhane ve Patriklerin Faaliyetleri”,
http://www.turk-yunan.gen.tr/turkce/makaleler/lozan_sonrasi.html
“Vatikan’dan Fener’e Jest”, 14.11.2005,
http://arsiv.sabah.com.tr/2004/10/21/gun100.html
“Ruhban Okulu Açılsın Talebi”, http://www.sabah.com.tr/gnd96.html 20.10.2005
“Patrik Yemin etti, Dava Reddedildi”, 06.10.2005,
http://www.ntvmsnbc.com/news/367229.asp
http://www.pressturk.com/haberler/1066297472.php.
http://www.inaf.gen.tr/turkish/newslet/tn001.htm
212
ÖZGEÇMİŞ
01.03.1965 yılında doğdu. İlk ve orta öğrenimini Bolu’da, lise öğrenimini
Tekirdağ’da tamamladı. Lisans eğitimini 1988 yılında Marmara Üniversitesi Teknik
Eğitim Fakültesi Elektronik Bölümünde bitirdi. 1991 yılında Deniz Kuvvetleri
Komutanlığında deniz subayı olarak göreve başladı. 1991–2003 yıllarında arasında
Deniz Astsubay Hazırlama Okulu Komutanlığında Elektronik öğretmeni olarak görev
yaptı. 2001–2003 tarihleri arasında Marmara Üniversitesi Elektronik ve Haberleşme
Anabilim dalında Yüksek Lisans yaptı.
2003 yılından itibaren Deniz Harp Okulu Elektrik/Elektronik Mühendisliği
Bölüm Başkanlığında Elektronik Öğretim Elemanı olarak görev yapmaktadır.
213
EKLER
EK- 1348
Lozan Barış Antlaşması’nda Azınlık Hakları ile İlgili Maddeler
Madde 37. Türkiye, 38. maddeden 44. maddeye kadar olan maddelerin
kapsadığı hükümlerin, temel yasalar olarak tanınmasını hiçbir kanunun, hiçbir
yönetmeliğin (Tüzüğün) ve hiçbir resmi işlemin bu hükümlere aykırı ya da bunlarla
çelişir olmamasını ve hiçbir kanun, yönetmelik (tüzük) ve hiçbir resmi işlemin söz
konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir (taahhüt eder).
Madde 38. Türk Hükümeti, Türkiye’de oturan herkesin doğum, bir ulusal
topluluktan olma (milliyet, nationalité) dil, soy ya da din ayrımı yapmaksızın hayatlarını
ve özgürlüklerini korumayı tam ve eksiksiz olarak sağlamayı yükümlenir. Türkiye’de
oturan herkes, her dinin, mezhebin ya da inancın kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı
olmayan gereklerini, ister açıkça ister özel olarak, serbestçe yerine getirme hakkına
sahip olacaktır. Müslüman olmayan azınlıklar, bütün Türk vatandaşlarına uygulanan ve
Türk Hükümeti tarafından milli savunma ya da kamu düzeninin korunması için ülkenin
tümü ya da bir parçası üzerinde alınabilecek tedbirler saklı kalmak şartıyla, dolaşım ve
göç etme (yerleşme) hakkından tam olarak yararlanacaklardır.
Madde 39. Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları,
Müslümanların yararlandıkları aynı yurttaşlık (medeni hukuk) ve siyasal haklardan
yararlanacaklardır. Türkiye’de oturan herkes din ayrımı gözetilmeksizin kanun önünde
eşit olacaklardır. Din, inanç ya da mezhep farkı, hiçbir Türk vatandaşının yurttaşlık
haklarıyla (medeni haklar) siyasal haklarından yararlanmasına ve özellikle kamu hizmet
ve görevlerine kabul edilme, yükselme, onurlanma ya da çeşitli mesleklerde ve iş
kollarında çalışmasına, sanayi ile uğraşmasına engel olmayacaktır. Bütün Türk
vatandaşlarının, gerek özel gerek ticari ilişkilerinde, din, basın ve her çeşit yayın
konusunda ve açık toplantılarda dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama
konulmayacaktır. Resmi dil mevcut olmakla birlikte, Türkçeden başka dille konuşan
Türk vatandaşlarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için
uygun kolaylıklar sağlanacaktır.
348
Lozan Barış Konferansı, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı, 1993, s. 10.
155
Madde 40. Müslüman olmayan azınlıklara mensup olan Türk vatandaşları hem
hukuk bakımından hem de uygulamada diğer Türk vatandaşlarına uygulanan aynı
muamele ve aynı güvencelerden (garantilerden) yararlanacaklardır. Bunlar özellikle
giderleri kendilerine ait olmak üzere her türlü hayır kurumuyla, dinsel ya da sosyal
kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak,
yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dini
ayinleri serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır.
Madde 41. Genel (kamusal) eğitim konusunda, Türk Hükümeti, Müslüman
olmayan Türk vatandaşlarının önemli oranda oturdukları il ve ilçelerde, bu Türk
vatandaşlarının çocuklarının ilkokullarda kendi dilleriyle eğitim yapmalarını sağlamak
amacıyla uygun kolaylıklar gösterecektir. Bu hüküm Türk Hükümeti’nin söz konusu
okullarda Türk dilinin öğrenimini zorunlu kılmasına engel olmayacaktır. Müslüman
olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşlarının önemli oranda bulundukları il ve
ilçelerde, söz konusu azınlıklara devlet bütçesi, belediye ya da diğer bütçelerce, eğitim,
din ya da hayır için ayrılan tutarlardan, hak gözetirliğe uygun ölçülerde pay ayrılacaktır.
Sözü geçen tutar ilgili kurumların yetkili temsilcilerine ödenecektir.
Madde 42. Türk Hükümeti, Müslüman olmayan azınlıkların aile durumlarıyla
(statüleriyle, aile hukukuyla) kişisel durumları (statüleri, kişi halleri) konularında, bu
sorunların adi geçen azınlığın görenek ve geleneklerine göre çözülmesine elverecek
tedbirleri almayı kabul eder. Bu tedbirler, Türk Hükümeti ile ilgili azınlıklardan her
birinin eşit sayıda temsilcilerden kurulu bir özel komisyonlarca düzenlenecektir.
Anlaşmazlık çıkarsa Türk Hükümeti ile Milletler Cemiyeti Avrupa hukukçuları
arasından birlikte seçecekleri bir hakemi, üst hakem olarak atayacaklardır. Türk
Hükümeti sözü geçen azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve diğer dini
kurumlara her türlü korumayı sağlamayı taahhüt eder. Ayni azınlıkların hali hazırda
Türkiye'de bulunan vakıflarına dini ve hayır kurumlarına her türlü kolaylık sağlanacak
ve izin verilecektir. Ve Türk Hükümeti yeni dini kurum ve hayır kurumu kurulması için,
bu nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan, hiçbirini
esirgemeyecektir.
Madde 43. Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları,
inançlarına ya da dinsel ayinlerine aykırı herhangi bir davranışta bulunmağa
zorlanamayacakları gibi, hafta tatili (dini istirahat) günlerinde mahkemelerde
156
bulunmadıkları ya da kanunun öngördüğü herhangi bir işlemi yerine getirmemeleri
yüzünden haklarını yitirmeyeceklerdir. Ancak bu hüküm, söz konusu Türk
vatandaşlarını, kamu düzeninin korunması için diğer Türk vatandaşlarına yükletilen
yükümler dışında tutar anlamına gelmeyecektir.
Madde 44. Türkiye bu kesimin yukarıdaki maddelerinin Türkiye’nin
Müslüman olmayan azınlıklarıyla ilgili olduğu ölçüde, uluslararası nitelikte yükümler
meydana getirmelerini ve Milletler Cemiyeti’nin güvencesi (garantisi) altına
konulmalarını kabul eder. Bu hükümler, Milletler Cemiyeti Meclisinin çoğunluğunca
uygun bulunmadıkça değiştirilemeyecektir. Büyük Britanya İmparatorluğu, Fransa,
İtalya ve Japon Hükümetleri, Milletler Cemiyeti’nin Meclisi’nin çoğunluğunca razı
olunacak herhangi bir değişikliği reddetmeği, bu antlaşma uyarınca kabul ederler.
Türkiye Cemiyeti Akvam Meclisi üyelerinden her birinin, bu yükümlerden
(taahhütlerden) herhangi birine aykırı herhangi bir davranışı ya da böyle bir davranışta
bulunma tehlikesini Meclise sunmağa yetkili olacağını, Meclisin duruma göre uygun ve
etkili kabul edilecek bir hareket tarzı seçebileceğini ve gerekli göreceği yönergeleri
(talimatları) verebileceğini kabul eder. Bundan başka Türkiye bu maddelere ilişkin
olarak, hukuk bakımından ya da uygulamada, Türk Hükümeti ile imzacı öteki
devletlerden herhangi biri ya da Milletler Cemiyeti Meclisine üye herhangi bir başka
devlet arasında görüş ayrılığı çıkarsa, Milletler Cemiyeti Misalinin (Nizamnamesinin)
14. maddesi uyarınca uluslararası nitelikte sayılmasını kabul eder. Türk Hükümeti böyle
bir anlaşmazlığın, öteki taraf isterse, uluslararası Daimi Adalet Divanına götürülmesini
kabul eder. Divanin kararı kesin Milletler Cemiyeti Misalinin (Nizamnamesinin) 13.
maddesi uyarınca verilmiş bir karar gücünde ve değerinde olacaktır.
Madde 45. Bu kesimdeki hükümlerle Türkiye'nin Müslüman olmayan
azınlıklarına tanımış olduğu haklar, Yunanistan tarafından kendi ülkesinde bulunan
Müslüman azınlık için de tanınmıştır.
157
EK- 2349
T.C. Anayasası’nın 10. Maddesi: Kanun önünde Eşitlik
Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve
benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye,
zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
349
T.C. Anayasası, İstanbul: Der Yayınları, 1995, s. 8.
158
EK- 3
Atatürk’ün Patrikhane ve Rum Azınlık Hakkındaki Çeşitli Yazışmaları
Atatürk’ün 29 Mayıs 1919’da 9. Ordu Müfettişi iken 3. Kolordu Kumandanı
Refet Beyefendi’ye, 15. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa’ya ve 20. Kolordu
Kumandanı Ali Fuat Paşa’ya gönderdiği gizli telgraf’ta Doğu vilayetlerini yabancıların
işgali konuşundaki düşüncelerini aktarmıştır.
“Doğu vilayetlerinde yabancı işgalini iki şekilde düşünmekteyim. Ya
Karadeniz sahilindeki Rum ahalisi isyan ederek Cumhuriyet ilan edecek ve bir taraftan
da kuvvetli iç ve bilhassa dış çeteleri vilayetlerimizi yağmalayacaktır...”350.
Atatürk, Harbiye nezaretine 5 Haziran 1919 tarihli raporunda Rumların Sivas,
Amasya ve Tokat’ta aynı faaliyeti yürüttüklerini; “Merzifon’daki İngiliz subayları ile
Amerikan memurlarının”, bölgedeki Rumlarla ve çetecilerle “pek sıkı ilişkilerini”; 6
Haziran’da gönderdiği raporda Amerikan marka eşya sandıklarıyla “Merzifon
Amerikan Mektebi’ne” getirilen silahları ve okulda “komitecilik teşkilatıyla” uğraşan
dört İngiliz subayını; 11 Haziran tarihli raporunda Merzifon kazasının Mahmutlu
Köyü’nden geçerken Rum eşkıyasının baskını sonucu öldürülen Türk askerlerini
bildirmektedir351.
Atatürk’ün başında bulunduğu 3. Ordu Müfettişliği’nin 18 Haziran 1919’da,
Erzurum vilayetine gönderdiği rapor şunları içermektedir.
1. “Önemli ve Resmi istihbarat aşağıdadır.”
2.
“Yunanlılar
Trakya
Bölgesi’ndeki
Osmanlı
Rumlarını
örgütleyip
silahlandırarak maalesef Müslüman halk aleyhinde kullanmaya başlamışlardır. Bu yerli
Rumların çoğunluğu da askere gittiklerine göre Silivri ve Çorlu bölgesinde çete harekâtı
artmıştır.”
3. “Saltanatın başkentinde Yunan subaylarının kumandası altında Rum
mektepleri izci teşkilatına tabi tutulmuş, bu teşkilata bir çok paralar dağıtılmış, Fener ve
Tatavla Kiliseleri’nde silah ve cephane depolandığı haber alınmıştır.”352.
Atatürk’ün Bütün Eserleri, 1. Basım, C.2, İstanbu: Kaynak Yayınları, Mayıs 1999, s. 337.
Yıldırım, age., s. 124–125.
352
[ABE], 1.Basım, C.2, İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 1999, s. 396.
350
351
159
Atatürk 25 Haziran 1919 tarihinde gönderdiği rapor da, Fener Patrikhanesi’yle
ilgili şu gelişmeyi bildirmiştir:
“İstanbul’da, Galata’da, Minerva hanının üçüncü ve dördüncü katlarında, Rum
Muhacir Komisyonu gibi aldatıcı bir ad altındaki Kordas yahut Etniki Eterya
Cemiyeti’nin bir şubesi de çalışmaktadır. Bu vaziyet, Yunanistan’dan gönderilen
çeteleri ve İstanbul’da kaydettiği Rumları, Trakya’ya, İzmir’e ve Karadeniz kıyılarına
göndermektedir. Fener Patrikhanesi Merkez Komitesi de, bu cemiyete yardım
etmektedir.”353.
Atatürk 25 Haziran 1919 tarihli bir başka raporunda da, Fener Patrikhanesi’nin
Türkler aleyhinde başlattığı psikolojik savaş ile yıkıcı girişimler için alınması gereken
tedbirleri bildirmiştir:
“Kolları, bacakları kesilen erkeklerinden, namusları ayaklar altına alınan
kadınlarından
bahsolunarak
vilayet
metropolitlerinden İstanbul Patrikhanesi’ne
durmadan rapor yağdırılmakta olduğu ve bu gibi yalanların yabancı gazetelerinde yer
bularak yayınlanmakta ve bu suretle aleyhimize propagandalar yapılmakta olduğu ve
bunlardan hedeflenen gaye ise hem şüphesiz Avrupa’ya Türk vahşeti ve Türk
kabiliyetsizliğini ispata çalışmak ve geçirilen şu nazik zamanda… milletler nazarında
Türk Milleti hakkında fena fikirler doğmasına çalışmaktan ibaret olduğundan ve bu gibi
tesirlerin hükümsüz bırakılabilmesi ancak karşı yayınla kabil olabileceğinden hiçbir
vakayı kaçırmayarak işlenen suçları gösteren delilli listeler düzenlenmesi ve
gönderilmesi Harbiye Nezareti Celilesinden 18.06.35 (18 Haziran 1919) ve 163/2355
numaralı şifreli emirle bildirilmekte, günlük veri gelmekte olan raporlarla bildirilecek
malumatın işar olvechile tasrih ve edilesile haber verilmesini ve adi vakalardan olan
ağız dalaşı, kavga ve şahsi hususlardan dolayı vaki olacak vakaların belirtilmesinden
kaçınarak
bunların
yalnızca
sayıca
bildirilmesi
fakat
Hıristiyan
unsurların
Müslümanlara karşı siyaseten reva gördükleri her türlü zulüm ve yolsuzluğa ait
vakaların açıkça belirtilmesine önemini binaen arz ve rica eylerim”354.
Mustafa Kemal’de, 22 Ağustos 1919 tarihli, Erzurum’dan “Çok Gizli”
uyarısıyla gönderdiği genelgede, Harbiye Nezareti’nin işaret ettiği örgütlenmeye dikkat
353
354
[ABE], 1.Basım, C.3, İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 2000, s. 125.
Yıldırım, age., s. 88–89.
160
çekmiştir. Mustafa Kemal, Fener Patrikhanesi’nde kurulan “Mavri Mira” adlı çeteyi
bildirmektedir:
“Çok gizli tutulacaktır.
Erzurum, 22.8.1919
Tamim
“Pek sağlam elde edilen bilgilere göre Rum Patrikhanesi’nde ‘Mavri Mira’
isminde bir heyet teşekkül etmiştir. Bunun Reisi Patrik Vekili Droteos üyeleri:
Athinagoras, Enez Metropolidi, Yunan Kaymakamı Giritli Katekhakis, Katelopulos,
Dipasimas, Ayinpa, Siyari ismindeki kişilerdir.”
“Heyet doğrudan doğruya Venizelos’tan talimat alıyor. Rumların ve Yunan
Hükümetinin nakdi yardımıyla büyük bir sermayesi vardır.”
“Vazifesi, Osmanlı vilayetleri dahilinde çeteler kurmak ve idare etmek,
mitingler ve propaganda yapmaktır. Yunan Kızılhacı da bu Mavri Mira heyetine
bağlıdır. Vazifesi görünüşte muhacirlere bakmak gibi insani bir perde altında çete
teşkilatı yapmak, ihtilal tertibatını hazırlamaktır. Bu şekilde ilaç ve sağlık malzemesi adı
altında silah, cephane ve teçhizatı Osmanlı memleketine sokmaktır. Hatta resmi
muhacirlerin komisyonu da Mavri Mira heyetine tabidir.”
“İstanbul Patrikhanesi ve Yunan Konsoloshanesi silah ve cephane deposu
halini almıştır ve hatta kiliseler ibadet yerinden ziyade askeri ambarlar gibi
kullanılmaktadır.”
“Ermeni Patriği Zaven Efendi de Mavri Mira heyeti tarafından satın
alınmıştır.”
“Rum mekteplerinin, evvelce bizim yapıp da tam sırası iken terk ettiğimiz izci
teşkilatları, tamamen Mavri Mira heyeti tarafından idare edilmektedir. İstanbul, Bursa,
Kırkkilise, Tekirdağ ve buralara bağlı yerlerde izci teşkilatı tamamlanmıştır. İzciler
yalnız çocuklar değildir. Yirmi yaşından büyük gençlerde dahildir. Anadolu’da Samsun
ve Trabzon cephane dağıtım yeridir. Uygun bir halde bir yelkenli Yunan gemisi
istasyon halinde cephane ve silahla yüklü olarak bu yerlerde bulundurulacaktır. Ermeni
hazırlığı da tamamen Rum hazırlığı gibidir.
Mustafa Kemal”355
355
[ABE], 1. Basım, C.3, İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 2000, s. 290.
161
Bu konuda alınacak tedbirleri de, Atatürk 4 Kasım 1919 tarihinde Sivas’tan
Harbiye Nazırı Cemal Paşa’ya gönderdiği raporda belirtmiştir. Patrikhane’nin
İstanbul’un Rumlara verilmesi için yaptığı son çalışmaları da bildirmiştir:
“Dersaadet’te Rumlarla Yunanlıların fesatkarane mesaileri hakkında elde
edilen malumat, özetle aşağıda arz edilmiştir. Hükümeti seniyece karşı tedbirler
alınması arz olunur.
Heyeti Temsiliye namına
Mustafa Kemal
“1. Geçen ay kiliselerin idare heyetleri seçimleri yapılmış, birçok Yunani zevat,
idare heyeti üyeliğine seçilmiştir.”
“2. Rum Patrikhanesi, Yunan sefaretinden aldığı emir üzerine kilise mütevelli
heyetlerinden başka kırk kişilik bir heyet seçtirmiş ve bunlara ‘İstanbul Rum Mebusları’
namını vermiştir. Bu heyetin vazifesi, İstanbul meselesi Konferans’ta mevzu olunca,
propaganda için münasip görülecek şahısların Paris, İngiltere, İsviçre, Yunanistan’a
gönderilmesiyle tahriklerde ve teşviklerde bulunmak, bütün Rumlar namına İstanbul’un
ilhakını talep ve hiç olmazsa uluslararası idareye nail olması hakkında mesai sarf etmek
ve Yunanistan’dan gelen emirleri tatbik ve sevk edilen çeteleri icap eden yerlere
göndermek, velhasıl Osmanlı hukukunun hakimiyeti ile birleştirilmeyecek ahval ve
harekatı idare etmektir. Heyet İzmir’e gönderilecektir.”
“3. Yunanlı Miralay Aleksandros Simrafaki, on iki gün evvel buraya gelerek,
Seferhane’de Yunan hafiye zabıtasının İstanbul teşkilatına memur olmuş ve işe
başlamıştır. Vazifesi bitince Atina’ya gidecektir. Bunun bir kaymakam, iki mülazım, iki
yüzbaşı yardımcısı vardır. Bu yardımcılardan Yüzbaşı Dirikis Kolakilas, bugünlerde
‘Zalpili’ nam torpido ile Pontus Cumhuriyeti hükümetinin jandarma teşkilatını düzene
sokmak üzere, Trabzon tarafına hareket edecektir.”
“4. Pontus Hükümeti’ni teftiş etmek üzere, geçenlerde buradan sekiz kişilik bir
heyet gitmiş. Bunların Patrikhane’ye verdikleri raporun özeti: Yunanistan’dan
muntazaman asker, cephane ve silah geliyormuş. Rumlar da iane gönderiyorlarmış.
Yunanlılar Türk kuvvetlerine karşı cesaret gösteriyorlarmış. Bu yardımların daimi
şekilde devamını istiyorlarmış. Patrikhane bunun üzerine sefarethaneye müracaat
ederek, ahvali incelemek için yukarda ismi geçen zabıta jandarma işlerinde yardım eden
162
Mülazım Dimitri ve Giritli Yüzbaşı Yenikslatosma’yı Trabzon civarına göndermeye
karar vermiştir.”
“5. Venizelos tarafından İstanbul’da bulunan bütün cemiyet ve birleştirerek bir
idare heyeti tarafından Yunanistan’dan gelecek emir dairesinde hareket ettirmek ve
maddeten burada propaganda yapmak üzere özel memuriyetle, hariciye memurlarından
Jori Sakliyari namında biri gelmiştir. Bu, şimdiye kadar, Tatavla’daki kara aoşy.
mahvksa ve Marki köyündeki Neyazoniki myat kulüplerini birleştirmiş ve bunlara
şimdiye kadar güya yirmi yedi bin altı yüz seksen fedai yazmışlardır.”356.
Atatürk’ün 17 Eylül 1919’da Dersaadet’te Müşir Fua Paşa’ya yolladığı belgede
Osmanlı’nın tebasında yüzyıllardır huzur içinde yasayan Rum ve Ermeniler hakkındaki
düşüncelerinide aktarmıştır.
Paşa Hazretleri
“Mütareke gününden beri Rum ve Ermenilerin, itilaf devletleri teşvik ve
himayesi altında nasıl milli izzeti nefsimizi yaraladıklarını, ne suretle saltanat ve
hükümet hakkını ayaklar altına aldıklarını buradan tekrarla, bütün milletle bereber kan
ağlayan saf ve hamiyetli kalbinizi kederlendirmek istemem. Bu nankör ırkların
küstahlıklarına eklenen itilaf devlelerinin hak tanımaz muameleleri ve vatanımızı
parçalama kararları, nihayet İzmir feci vakası ile mahvolma tehlikesi ve esaret alçaklığı
karşısında kalan bu matemzede koca milletin temiz vicdanında mukaddes bir birlik
uyandırdı.”357.
Atatürk’ün 24 Eylül 1919’da General Harbord’a verdiği muhtırada, İzmir’deki
katliamı, “engizisyon” dönemindeki uygulamalara benzetiyor.
“Yunanlılar İzmir’i ve civarını itilaf devletlerinin himayesinde işgal ettiler ve
bu vesileyle görülmedik zulümler yaptılar. Yunan askerleri ve onlara silahlarla katılan
mahalli Rumlar, Müslüman halk arasında bir katliama giriştiler. Bu katliam sırasında
memurlar, Osmanlı subay ve askerleri ve kendi halinde yasayan halk, ayırt edilmeden
öldürüldüler ve engizisyonvari çeşitli işkence ve vahşete tabi tutuldular. İnsanlık
hukuku her halde barbarca ihlal edildi.”358.
[ABE], 1. Basım, C.5, İstanbul: Kaynak Yayınları, Nisan 2001, s. 88–89.
[ABE], 1. Basım, C.4, İstanbul: Kaynak Yayınları, Kasım 2000, s. 60.
358
Yıldırım, age., s. 112.
356
357
163
Harbiye Nazırı Cemal Paşa’ya Atatürk’ün Şifreli olarak 3 Ocak 1920’de
yazdığı, Doğu Trakya hakkındaki fikirlerini beyan ettiği belgede şunlar yazılıdır.
Harbiye Nazırı Cemal Paşa Hazretlerine
Doğu Trakya’daki hat boyunda bulunan Yunan taburuna, erlerin terhisi
bahanesiyle silahlı erler gelmekte ve giden erlerinde silahları alıkonarak taburun Rum
eşkiyasının bir silah deposu haline sokulmakta olduğu, terhis olunan erlerin Osmanlı
memleketleri dahiline dağıtıldığı ve taburun merkezi olan Lüleburgaz’a külliyeli
miktarda
gelen
bombaların Çorlu, Çatalca, Babaeski, Alpullu, Çerkezköy’ü
müfrezelerine dağıtıldığı, Paşaeli Heyeti Merkeziyesi’nden bildirilmektedir. Hükümet
kati ve şiddetli teşebbüslerde bulunarak Yunanlıların Doğu Trakya’da olsun tahriklerine
engel olunması ehemniyetle arz olunur.359.
Atatürk, 15 Ocak 1920’de, 15. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir’e
gönderdiği mesajda, Mondros Mütarekesi’nden sonra Amerika’dan 250 bin Rum ve
Ermeni’nin gelip İstanbul’a yerleştiğini bildirmektedir. Amerika’dan örgütlenerek
İstanbul’a gönderilen bu topluluğun, Wilson Prensipleri’ndeki “Ulusların kendi kaderini
tayin hakkı” gereğince, Hıristiyan nüfusun Müslüman nüfustan fazla olduğunu ispat
etmek için yerleştirildikleri söylenebilir. Atatürk bu mesajında şunları ifade etmiştir:
“İstanbul’da Mütareke’den sonra 20 bin Rum ve Ermeni Amerika’dan gelmiş
ve yerleşmiştir. Rumlar İstanbul’da siyasi temsilciler nezdinde Rumlar için bir ahzı
asker şubesi teşkil etmişler, bir de mehakim şubesi teşkil eylemişlerdir; son bir hafta
zarfında Yunan subayla ve askerleri İstanbul’da fazlalaşmıştır. Atina Mebuslar Meclisi,
İstanbul’da bir darülfünun, asarı atika mektebi teşkiline karar vermiştir. Pire’de, kral
taraftarları ile Venizelos taraftarları arasındaki kanlı çatışmalar olmuş İstanbul’dan iki
Fransız taburunun denizden sevk edildiği görülmüştür. Bunların Pire’ye gideceği
rivayet olunuyormuş.”360.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nda düşmanın yaptığı psikolojik savaşı, en ince
ayrıntısına kadar etkisizleştirmeye çalışmaktadır. 20 Nisan 1920’de, “Samsun
Mutasarrıflığı’na ve Kastomoni’de Mıntıka Kumandanı Osman Bey’e” gönderdiği
emirde, İstanbul’dan gönderilen “matbuata” karşı tedbir alınmasını istemekte: “Vatanın
şu hayat ve memat mücadelesinde İstanbul’da düşman elinde ve emrinde olan payitaht
359
360
[ABE], 1. Basım, C.6, İstanbul: Kaynak Yayınları, Ağustos 2001, s. 63.
Yıldırım, age., s. 99.
164
matbuatına karşı pek ciddi bir kontrol tatbiki son derece lüzumludur. Samsun
Rumlarının Rumca gazeteleri alıp okuduklarından bahsediliyor. Bilhassa buna asla izin
verilemez. Dolayısıyla posta ile veya diğer yollarla gelebilecek İstanbul matbuatına
karşı pek ciddi ve kati tedbirler alınması lüzumunu tekrar beyan ederiz.” demektedir361.
Atatürk, 24 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada,
Pontus faaliyetini şöyle ifade etmiştir: “Hakikaten Rumların hakimiyetini ve İslam
unsurunun esaretini hedefleyen ve Atina ve Dersaadet komiteleri tarafından idare
olunan Pontus Hükümeti emelleri, Karadeniz sahiliyle kısmen Amasya ve Tokat’ın
kuzey kazalarında ikamet eden Osmanlı Rumlarının hayalhanelerini çılgınca bürümüştü.
Alınan tedbirler sayesinde muvaffakiyetli neticeler elde edildi.”362.
Atatürk, ABD’li istihbaratçı Teğmen Robert S. Dunn’la yaptığı görüşmede de
Pontus hükümeti için çalışan Rumların Atina’dan yönetildiklerini belirtmiş,
Yunanlıların Müslümanlara karşı yaptıkları “vahşet ve zulmü Avrupalıların ve
Amerikalıların gözleri önünde işlediklerine” dikkat çekmiştir. Teğmen Dunn
görüşmeden sonra hazırladığı 9 Ağustos 1921 tarihli raporu İstanbul’dan Washington’a
göndermiştir. Raporda görüşmenin tarihine ilişkin “Milli Lider’le tren istasyonundaki
‘Kışlık Sarayı’nda 1 Temmuz 1921’de saat 04.00’teki buluşmada bir araya gelindi”
denilmektedir. Atatürk’ün Dunn’ın sorduğu bir soruya verdiği yanıt, raporda şöyle
geçiyor:
“Konu: Anadolu’daki Vaziyet-Monografik Rapor
Nereden: İstanbul (Milliyetçi Türkiye)
No: 1308
Tarih: 09 Ağustos 1921
Aşağıdaki sorular Mustafa Kemal Paşa’ya Teğmen Robert S. Dunn (ABD
Deniz Kuvvetleri) tarafından soruldu ve cevaplar kendisi tarafından aşağıda belirtildiği
gibi verildi.
S: Yakındoğu Yardım Şirketleri ve Amerikan Tütün Şirketlerinin Rum ve
Ermeni memurlarının, şimdilerde Karadeniz sahillerinden sınır dışı edilmesine teferruat
ve prensipte hangi makam karar veriyor? Sürgün emirlerinin hakkı ile tatbikinden kim
361
362
[ABE], 1. Basım, C.7, İstanbul: Kaynak Yayınları, Ocak 2002, s. 332.
[ABE], 1. Basım, C.8, İstanbul: Kaynak Yayınları, Mayıs 2002, s. 32.
165
mesul tutulmuştur? Siyasi sebeplerle sürülme emri alanlar aleyhinde hangi müessese
delil sahibidir?
C: Karadeniz sahilindeki Rumlar bilhassa Samsun’dakiler Pontus devleti adını
vermek istedikleri bir Rum Hükümeti kurmaya çalışıyorlar. Bu gizli teşkilat Atina’dan
ve Atina tarafından yönetiliyor. Bu gizli teşkilat Türkiye’nin mahvına yol açmaya ve
İzmir bölgesini işgal etmiş olan Yunan ordusuna yardım etmeye çalışıyor. İnebolu’yu
bombardıman etmek suretiyle Yunan Hükümeti bu hain insanlara yardım ediyor ve
onları cesaretlendiriyor. Yunan Hükümeti zaman zaman Samsun’a asker çıkarıyor ve
Rumların kendileri ile işbirliği yapmaları için propaganda yapıyor. Hükümet Rumların
bu faaliyetlerini ve Türkleri öldürmek ve Türk köylerini yakmak gibi yaptıkları
mezalimi ispatlayacak kafi belgeye sahiptir. Bu belgelerin bazıları hala mahkeme
önündedir. Komisyon tarafından silahlandırılan Rumlar, Yunan Kızıl Haçı adı altında
kendilerini gizleyerek, bugüne kadar Türklere karşı, dağlarda vahşiyane suçlar
işlemektedir. Pontus Komitesi, hainane emellerine güven altına alma çalışmalarında
kuvvet kazanmak için Rusya’dan ve Kafkasya’dan binlerce Rum getirmeye gayret
etmektedir. Osmanlı tebaası Rumlar kendi oğullarını Yunan ordusuna gönderdiler. İzmir
cephesinde karşılaştıklarımız bunlardır. Aldığımız esirler arasında bu tür kişiler var.
Türkiye Büyük Millet Meclisi mevcudiyetini korumak için gerekli bütün tedbirleri
almaktadır. Zararlı siyasetler izledikleri tespit edilen Ermeniler cezalandırılmaktadır. Bu
bağımsızlık endişesi ile yanlış yola sapan Müslümanlara karşı en sert tedbirler
alınmaktadır. Fakat Yunanlıların vahşet ve mezalimi uzun süredir devam etmektedir ve
hiç kimse zavallı Müslümanları kurtarmayı düşünmemektedir. Rumlar, Müslümanlara
karşı bu suçları Avrupalıların ve Amerikalıların gözleri önünde işlemektedir.”363.
Atatürk, 17 Eylül 1922’de Hariciye vekili Yusuf Kemal Bey’e gönderdiği
mesajda Hrisostomos’un son icraatının İzmir yangınını örgütlemek olduğunu
bildirmiştir:
“İzmir yangını hakkında aşağıdaki tarzda beyanatta bulunmak lazımdır.
Ordumuz, İzmir’i her türlü kazadan muhafaza etmek için şehre girmeden evvel
tedbirler almıştır. Ancak Yunanlılar ve Ermeniler daha evvel vücuda getirdikleri
teşkilatla İzmir’i tamamen yakmayı tasarlamışlardı. Kiliselerde Hrisostomos’un vermiş
363
[ABE], 1. Basım, C.11, İstanbul: Kaynak Yayınları, Nisan 2003, s. 221–222.
166
olduğu nutuklar ki İslamlar tarafından işitilmiştir, İzmir’i yakmak dini bir vazife olarak
tebliğ edilmiş bulunuyordu. Yangın bu teşkilat tarafından vücuda getirilmiştir. Bunu
teyit eden birçok şahit ve belgeler vardır. Askerlerimiz yangını söndürmek için bütün
mevcudiyetleriyle çalışmışlardır. Yangını askerlerimize atf ve isnat edenler bizzat gelip
İzmir’de vaziyeti görebilirler. Yalnız böyle bir iş resmi soruşturma söz konusu olamaz.
Şu anda burada bulunan her milleten gazeteciler zaten bu vazifeyi yapmaktadırlar.”364.
364
Yıldırım, age., s. 113.
167
EK- 4
6 Eylül 1955 Tarihli İstanbul Ekspres Gazetesi
168
EK- 5
16 MART 1964 TARİHLİ BAKANLAR KURULU KARARI
169
EK- 6365
KIBRIS CUMHURİYETİ, YUNANİSTAN, BİRLEŞİK KRALLIK VE
TÜRKİYE ARASINDA GARANTİ ANTLAŞMASI
Bir tarafta Kıbrıs Cumhuriyeti, diğer tarafta Yunanistan, Türkiye ve Büyük
Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı, I. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, Anayasasının
Temel Maddeleri ile kurulan ve düzenlenen bağımsızlığının, toprak bütünlüğünün ve
güvenliğinin tanınması ve idame edilmesinin müşterek menfaatleri iktizasından
olduğunu mülahaza ederek, II. Bu Anayasa ile ihdas edilen durumu riayeti, gereğince
saklamak maksadıyla işbirliği yapmayı arzu ederek, aşağıda gösterildiği üzere
anlaşmaya varmışlardır.
Madde 1. Kıbrıs Cumhuriyeti, bağımsızlığının, toprak bütünlüğünün ve
güvenliğinin idamesini ve Anayasasına riayet edilmesini sağlamayı taahhüt eder. Kıbrıs
Cumhuriyeti, herhangi bir devlet ile tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya
iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt eder. Bu itibarla, herhangi bir devlet ile birleşmesini
veya Ada’nın taksimini, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak teşvik ve yardım edecek
her hareketi yasaklar.
Madde 2. Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık, bu Anlaşmanın 1.
maddesinde
belirtilen
taahhütlerini
dikkate
alarak,
Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin
bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve güvenliği ile anayasasının temel esasları ile
ihdasedilen durumu (anayasanın temel maddelerindeki koşulları) tanırlar ve garanti
ederler.
Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık, aynı şekilde, kendilerini ilgilendirdiği
ölçüde, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin herhangi diğer bir devlet ile birleşmesini ya da Ada’nın
taksimini, doğrudan doğruya veya dolayısıyla gerçekleştirmeyi teşvik etmek gayesini
güden her hareketi yasak etmeyi (önlemeyi) taahhüt eder.
Madde 3. Bu Antlaşmanın hükümleri ihlal edildiği zaman, Yunanistan, Türkiye
ve Birleşik Krallık, bu hükümlere riayeti sağlamak için, gerekli girişimlerin yapılması
ve önlemlerin alınması maksadıyla, aralarında danışmanlarda bulunmayı taahhüt
ederler. Müştereken veya birbirlerine danışarak (işbirliği halinde) hareket mümkün
365
Aydın Olgun, Kıbrıs Anatomisi 4 Devir 4 Lider, Ankara: Ağaç İş Matbaası, Ankara, s.86
170
olmadığı taktirde, üç garantör devletten (güçten) her biri, bu antlaşma ile ihdas edilen
durumu münhasıran yeniden tesis maksadı ile harekete geçmek hakkını muhafaza eder.
Madde 4. Bu antlaşma imza edildiği gün yürürlüge girecektir. Yüksek Akit
Taraflar, Birleşmiş Milletler Şartı’nın 102 nci maddesi hükümlerine uygun olarak, bu
antlaşmayı Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine mümkün olan en kısa sürede
kaydettirmeyi üstlenirler.
171
EK- 7366
Beyannamenin resmi şeklinde sorular şunlardır:
2762 sayılı Vakıflar Kanununun muvakkat maddesi mucibince mütevelliler
veya mütevelli heyetleri tarafından verilmesi lazım gelen beyanname:
1. Vakfın isim ve şöhreti:
2. Kimin tarafından idare kılındığı:
3. Mütevelli veya mütevelli heyetinin yedindeki vesikanın tarihice mahiyeti:
4. İdare olunan hayratın ne gibi şeylerden ibaret olduğu ve bulunduğu
mevkiler:
5. Vakfiyesi ve bu mahiyetteki vesikası tarihi ve mukayyet ve müseccel olup
olmadığı
6. Bu vesikalara nazaran tevliyetin şurubu:
7. Varidatın ve fazlasının veçhi mevkufiyet ve mahalli sarfları:
8. İdare edilen akaratın ne gibi şeylerden ibaret olduğu ve bulunduğu mevkiler.
Arka sayfada Sayfanın sol tarafında: Son senenin varidatı tahakkuk ve tahsil
sütunları var yanlarında da mülahazat (Düşünceler) sütunu var. Sayfanın sağ tarafında :
Son senenin masarifatı (giderleri) ve tahakkuku ve tediyesi sütunları son olarak da
mülahazat sütunu var.
Son bölüm ise şöyle: ..................... olarak idare eylediğim ..................... vakfın
elimdeki vesikalara göre mahiyetiyle sureti idaresi ve şuruatı ve akaratının adediyle
mevkii ve numaraları ve senede getirmekte olduğu kiraları miktarı ve hayratın ismi ile
bulunduğu mevkiinin ve Hademesine ve saireye muhassas aylıkların senelikleri ve
muayyenat ; müteferrika, Vergi tamirat ve masarifi sairenin kezalik senelik miktarları
yukarıda hariç bir şey kalmamak üzere tamamen ve müfredatile gösterilmiş olduğundan
bu beyannameyi tarafından tanzim ederek ......... Evkaf idaresine verdim. Tarih ve ........
mütevellisi imza
366
http://www.uyap.adalet.gov.tr/mevzuat/data/html/21308.html 08.09.2005
172
EK- 8
VAKIFLAR KANUNU
173
174
175
176
EK- 9367
Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri, Bunlar Üzerinde Tasarrufta
Bulunmaları Ve Tasarrufları Altında Bulunan Taşınmaz Malların Bu Vakıflar
Adına Tescil Edilmesi Hakkında Yönetmelik
Resmi Gazete Tarihi: 24/01/2003
Resmi Gazete Sayısı: 25003
Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığından:
BİRİNCİ BÖLÜM: Amaç, Kapsam ve Dayanak
Amaç
Madde 1. Bu Yönetmeliğin amacı, 05/06/1935 tarihli ve 2762 sayılı Vakıflar
Kanununun değişik 1 inci maddesinde yer alan hükümlerle ilgili uygulama usul ve
esaslarını belirlemektir.
Kapsam
Madde 2. Bu Yönetmelik; vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın 2762
sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış Türkiye'deki gayrimüslim
cemaatlere ait vakıfların; dini, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki
ihtiyaçlarını karşılamak ve sadece bu alanlardaki amaçlarını sürdürecek geliri sağlamak
üzere taşınmaz mal edinmeleri ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunmaları ile
bu vakıfların aynı alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak ve sadece bu alanlardaki
amaçlarını sürdürecek geliri sağlamak üzere, her ne surette olursa olsun, tasarrufları
altında bulunan taşınmaz malların vakıf adına tesciline ilişkin usul ve esasları kapsar.
Söz konusu vakıflara ait liste bu Yönetmelik ekindedir.
Dayanak
Madde 3. Bu yönetmelik, 2762 sayılı Vakıflar Kanununun değişik 1 inci
maddesine dayanılarak hazırlanmıştır.
367
http://www.uyap.adalet.gov.tr/mevzuat/data/html/21308.html 08.09.2005
177
İKİNCİ BÖLÜM: Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri
Edinilebilecek Taşınmaz Malların Kapsamı
Madde 4. Cemaat vakıfları; Vakıflar Genel Müdürlüğünün izni ile dini, hayri,
sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere satın alma,
vasiyet, hibe ve sair yollarla taşınmaz mal edinebilirler.
Başvurunun şekli ve istenilen belgeler
Madde 5. Cemaat vakıfları tarafından taşınmaz mal satın alma ve ayni haklarla
ilgili diğer tasarruflara ilişkin başvurular, vakfın bağlı olduğu Vakıflar Bölge
Müdürlüğüne yapılır.
Başvuruda;
a) Taşınmaz malın nevi, imar durumu ve açık adresi, halihazırda ne amaçla
kullanıldığı, hangi amaç için iktisap edilmek istendiği,
b) Vakfın mali durumunu gösteren son yıla ait bilançosu, gelir-gider tablosu,
c) Vakıf yönetimi tarafından alınmış gerekçeli karar,
d) Taşınmaz malın durumuna ilişkin; Vakıf Gayrimenkul Ekspertiz
Değerlendirme A.Ş., Emlak Gayrimenkul Ekspertiz A.Ş., T.C. Ziraat Bankası, Ticaret
ve Sanayi Odası, Mimarlar Odası herhangi birinden alınmış ve birden fazla eksper
tarafından düzenlenmiş ekspertiz raporu,
e) Bağış ve vasiyet halinde tasarrufa ilişkin yasalarca öngörülen belge,
istenecektir.
Değerlendirme ve sonucunda yapılacak işlemler
Madde 6. Başvurular, Vakıflar Bölge Müdürlüğü görüşü ile birlikte Vakıflar
Genel Müdürlüğüne gönderilir. Gerektiğinde; ilgili Bakanlık, kamu kurum ve
kuruluşlarının görüşü alınarak konu yetkili Daire Başkanlığı görüşü ile birlikte Vakıflar
Meclisine intikal ettirilir. Vakıflar Meclisi tarafından konu incelenir, eksik bulunan
hususlar vakfa tebliğ edilir. Tebliğden itibaren iki ay içerisinde eksikliklerin
tamamlanmaması halinde talepten vazgeçilmiş sayılır. İstenilen belge ve bilgilerin
eksiksiz olması halinde Vakıflar Meclisi kararı ilgili vakfa başvurudan veya eksikliğin
giderildiği tarihten itibaren iki ay içerisinde gerekçeli olarak bildirilir. Vakıflar
Meclisinin olumlu kararını takiben vakfa, yetki belgesi verilir.
178
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Malları Üzerinde Tasarrufları
Tasarruf yetkisinin kullanılması
Madde 7. Cemaat vakıfları, taşınmaz malları üzerinde; dini, hayri, eğitsel,
sıhhi, sosyal ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak ve sadece bu alanlardaki
amaçlarını sürdürmek üzere tasarruflarda bulunabilirler. Ayni haklara ilişkin tasarruflar
Vakıflar Genel Müdürlüğünün iznine tabidir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: Bağış ve Vasiyet
Madde 8. Vasiyetname veya bağış yoluyla cemaat vakıfları adına tescil
edilmek istenilen taşınmazlar hakkında; bağışın veya vasiyetin konusu olan taşınmazın
vakfın tasarrufuna 09/08/2002 tarihinden önce geçmiş olması halinde bu yönetmeliğin
geçici 1 inci maddesindeki, 09/08/2002 tarihinden sonra geçecek olanlarda ise ikinci
bölümde yer alan hükümler uygulanır.
BEŞİNCİ BÖLÜM: Diğer Hükümler
Cemaat vakıflarının tasarruflarında bulunan taşınmazların tescili
Geçici Madde 1. Cemaat vakıfları 09/08/2002 tarihine kadar tasarrufları altına
giren taşınmaz malların vakıfları adına tescili için 09/08/2002 tarihinden başlayarak altı
ay içinde vakfın bağlı bulunduğu Bölge Müdürlüğüne yazılı olarak başvuruda
bulunurlar.
Başvuruda şu belgeler istenir;
a) Taşınmaz malın nevi, il, ilçe, mahalle, pafta, ada ve parsel numarası ve açık
adresi, halihazırda ne amaç ile kullanıldığı, fiziki şartları itibariyle halihazırdaki
durumu, ne şekilde vakfın tasarrufuna geçtiği,
b) Taşınmaz malın vakfın tasarrufuna ilişkin 09/08/2002 tarihinden önceki bir
tarihi taşıyan, aşağıdaki belgelerden bir veya makbul sayılabilecek eş değer bir belge;
vergi kaydı, emlak vergi beyannamesi, kira kontratı, elektrik, su, doğalgaz faturası,
tasdikli irade suretleri ile fermanlar, muteber mütevelli, sipahi, mültezim temessük veya
senetleri, kayıtları bulunmayan tapu veya mülga hazinei hassa senetleri veya muvakkat
tasarruf ilmuhaberleri, tasdiksiz tapu yoklama kayıtları, mülkname, vasiyetname ve
vasiyet tenfiz kararları, muhasebatı atika kalemi kayıtları, mubayaa, istihkam ve ihbar
hüccetleri, evkaf idarelerinden tapuya devredilmemiş tasarruf kayıtları.
179
Başvurular, Vakıflar Bölge Müdürlüğü görüşü ile birlikte Vakıflar Genel
Müdürlüğüne gönderilir. Gerektiğinde; ilgili Bakanlık, kamu kurum ve kuruluşlarının
görüşü alınarak konu yetkili Daire Başkanlığı görüşü ile birlikte Vakıflar Meclisine
intikal ettirilir. Vakıflar Meclisi tarafından konu incelenir, eksik bulunan hususlar vakfa
tebliğ edilir. Tebliğden itibaren iki ay içerisinde eksikliklerin tamamlanmaması halinde
talepten vazgeçilmiş sayılır. İstenilen belge ve bilgilerin eksiksiz olması halinde
Vakıflar Meclisi kararı ilgili vakfa başvurudan veya eksikliğin giderildiği tarihten
itibaren iki ay içerisinde gerekçeli olarak bildirilir.
Başvurunun Vakıflar Meclisi tarafından uygun bulunması halinde vakfa tescil
talebinde bulunmaya esas olmak üzere talebe konu taşınmaz malın vakfın tasarrufunda
bulunduğunu, tashihen tescilin yapılmasının Vakıflar Genel Müdürlüğünce uygun
bulunduğunu belirten yetki belgesi verilir.
Yürürlükten kaldırılan yönetmelik
Madde 9. 04/10/2002 tarih ve 24896 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri ve Bunlar Üzerinde
Tasarrufta Bulunmaları Hakkında Yönetmelik yürürlükten kaldırılmıştır.
Yürürlük
Madde 10. Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme
Madde 11. Bu Yönetmelik hükümlerini Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bağlı
olduğu Devlet Bakanı yürütür.
FAALİYETTE BULUNAN CEMAAT VAKIFLARI
1. Beykoz Aya Paraşkevi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
2. Büyükada Panayia Aya Dimitri Profiti İlya Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı
3. Heybeliada Aya Triada Tepe Manasatırı Vakfı
4. Heybeliada Aya Nikola Rum Ortodoks Vakfı
5. Heybeliada Rum Ruhban Okulu Vakfı
6. Kınalıada Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
7. Burgazada Aya Yorgi Karipi Manasıtırı
8. Burgazada Aya Yani Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı
9. Fener Maraşlı Rum İlkokulu Vakfı
180
10. Fener Yoakimion Rum Kız Lisesi Vakfı
11. Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı
12. Feriköy 12. Apostol Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı
13. Fener Tekfursaray Panayia Hançerli Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
14. Fener Vlahsaray Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
15. Fener Meryemana Rum Ortodoks (Kanlı) Kilisesi Vakfı
16. Kurtuluş Aya Tanaş Aya Dimitri Aya Lefter Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi
Vakfı
17. Beyoğlu Rum Ortodoks Kiliseleri ve Mektepleri Vakfı
18. Beşiktaş Cihannüma Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
19. Beşiktaş Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
20. Yenimahalle Aya Yani Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
21. Bebek Aya Haralambos Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
22. Çengelköy Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
23. Fatih Eğrikapı Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
24. Aksaray Langa Aya Todori Rum Ortodoks Kilisesi
25. Bağımsız Türk Ortadoks Kiliseleri ve Patrikhanesi Vakfı
26. Ayvansaray Aya Dimitri, Aya Vlaharne Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı
27. Üsküdar Profiti İlya Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı
28. Arnavutköy Aya Strati Taksiarhi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
29. Yeşilköy Aya İstepanos Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
30. Altı Mermer Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
31. Cibali Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
32. Kuzguncuk Aya Pandeliimon Rum Ortodoks Kilisesi
33. Kumkapı Aya Kiryaki Elpida Rum Ortodoks Kiliseleri Vakfı
34. Balat Aya Strati Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
35. Balat Panayia Balino Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
36. Zapion Rum Kız Lisesi Vakfı
37. Sarmaşık Aya Dimitri Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
38. Topkapı Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
39. Hasköy Aya Paraşkevi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
40. Salmatomruk Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
181
41. Kuddusü Şerif Rum Patrikhanesine Bağlı Yeniköy Aya Yorgi Kilisesi ve Manastırı
Vakfı
42. Galata Rum İlkokulu Vakfı
43. Tarabya Aya Paraşkevi Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı
44. Paşabahçe Aya Konstantin Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
45. Ortaköy Aya Fokas Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
46. Kuruçeşme Aya Dimitri Aya Yani Rum Ortadoks Kilisesi Vakfı
47. Yeniköy Panayia Rum Ortodoks Kilisesi ve Mektebi Vakfı
48. Boyacıköy Panayia Evangelistra Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
49. Kadıköy Rum Ortadoks Kiliseleri ve Mektepleri Vakfı
50. Balıklı Rum Hastahanesi Vakfı
51. Büyükdere Aya Paraşkevi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
52. Bakırköy Aya Yorgi Aya Analipsiz Rum Ortodoks Kiliseleri ve Mektepleri Vakfı
53. Kandilli Metemorfosis Hz. İsa Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
54. Koca Mustafa Paşa Belgrat Kapı Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
55. Koca Mustafa Paşa Samatya Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
56. Koca Mustafa Paşa Samatya Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
57. Samatya Aya Analipsiz Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
58. Koca Mustafa Paşa Samatya Aya Konstantin Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
59. Samatya Aya Mina Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
60. Beyoğlu Yenişehir Evangelistra Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
61. Fener Rum Patrikhanesi Avlusunda Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
62. Yeniköy Aya Nikola Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
63. Dereköy Aya Marina Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
64. Tepeköy Evangelismos Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
65. Zeytinliköy Aya Yorgi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
66. Bademliköy Panayia Kimisiz Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
67. Bozcaada Kimisiz Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
68. Gökçeada Merkez Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
69. İskenderun Rum Ortodoks Kilisesi Fukara Vakfı
70. Antakya Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
71. Antakya Rum Katolik Kilisesi Vakfı
182
72. Altınözü Tokaçlıköyü Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
73. Samandağı Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
74. İskenderun Arsuz Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
75. Altınözü Sarılar Mahallesi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı
76. Feriköy Surp Vartanaş Ermeni Kilisesi Vakfı
77. Üsküdar Surp Garabet Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı
78. Üsküdar Surp Haç Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı
79. Eyüp Surp Yeğiya Ermeni Kilisesi Vakfı
80. Eyüp Surp Astvazazin Ermeni Kilisesi ve Arakelyan Mektebi ve Mezarlığı Vakfı
81. Narlıkapı Surp Hovannes Ermeni Kilisesi Vakfı
82. Rumeli Hisarı Surp Sanduth Ermeni Kilisesi Vakfı
83. Kadıköy Surp Takavor Ermeni Kilisesi Aramyan Uncuyan Mektebi ve Mezarlığı
Vakfı
84. Kuzguncuk Surp Kirkor Lusavoriç Ermeni Kilisesi Vakfı
85. Beşiktaş Surp Astvazazin Meryemana Ermeni Kilisesi Vakfı
86. Ortaköy Surp Kirkor Lusavoriç Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı
87. Ortaköy Surp Astvazazin Meryemana Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı
88. Boyacıköy Surp Yeris Mangas Ermeni Kilisesi Vakfı
89. Kandilli Surp Arakelos Ermeni Kilisesi Vakfı
90. Kartal Surp Nişan Ermeni Kilisesi Mektebi Vakfı
91. Yenikapı Surp Tetaos Patriğimeos Ermeni Kilisesi Vakfı
92. Kınalıada Surp Kirkor Lusavoriç Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı
93. Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi ve Mektebi Vakfı
94. Gedikpaşa Surp Hovhannes Ermeni Kilisesi Vakfı
95. Bakırköy Surp Astvazazin Meryemana Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı
96. Balat Surp Hreştegabet Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı
97. Karaköy Surp Pırgıç Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı
98. Beyoğlu Anarathıgutyun Ermeni Katolik Rahibeler Manastır ve Mektebi Vakfı
99. Beyoğlu Üç Horon Ermeni Kilisesi Vakfı
100. Beyoğlu Ohannes Gümüşyan Ermeni Kilisesi Vakfı
101. Beyoğlu Aynalı Çeşme Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı
102. Beyoğlu Surp Gazer Ermeni Katolik Mihitaryan Manastır ve Mektebi Vakfı
183
103. Pangaltı Ermeni Katolik Mihitaryan Manastır ve Mektebi Vakfı
104. Yeniköy Küddipo Surp Astvazazin Ermeni Kilisesi Vakfı
105. Şişli Karagözyan Ermeni Yetimhanesi Vakfı
106. Taksim Surp Agop Ermeni Hastahanesi Vakfı
107. Kumkapı Surp Harutyun Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı
108. Halıcıoğlu Meryemana Surp Astvazazin Ermeni Kilisesi ve Kalfayan Yetimhanesi
Vakfı
109. Kumkapı Meryemana Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı
110. Kuruçeşme Surp Haç Ermeni Kilisesi Vakfı
111. Büyükdere Surp Hripsimyans Ermeni Kilisesi Vakfı
112. Koca Mustafa Paşa Surp Kevork Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı
113. Koca Mustafa Paşa Anarathigutyun Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı
114. Topkapı Surp Nikagos Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı
115. Galata Surp Lusavoriç (Cerçiş) Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı
116. Yeşilköy Surp İstepanos Ermeni Kilisesi Mektebi ve Mezarlığı Vakfı
117. Hasköy Surp İstepanos Ermeni Kilisesi ve Mektebi Vakfı
118. Apeloğlu Andon Vakfı Hayratından Yeniköy Surp Ohannes Mığırdıç Ermeni
Kilisesi
Büyükdere Surp Boğos Ermeni Kilisesi
Büyükada Surp Astvazazin Verapohum Ermeni Katolik Kilisesi
Sakız Ağacı Ermeni Katolik Kilisesi
Beyoğlu Surp Yerurtutyun Ermeni Katolik Kilisesi
Kadıköy Surp Levon Ermeni Katolik Kilisesi
Tarabya Surp Andon Ermeni Katolik Kilisesi
119. Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastahanesi Vakfı
120. Kumkapı Meryemana (Drasular) Ermeni Kilisesi Vakfı
121. Beykoz Surp Nikagos Ermeni Kilisesi Vakfı
122. İskenderun Karasun Manuk Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı
123. Samandağı Vakıflı Köyü Ermeni Ortodoks Kilisesi Vakfı
124. Kayseri Surp Kirkor Ermeni Kilisesi Vakfı
125. Diyarbakır Ermeni Surp Küçük Kilise Hıdır İlyas Surp Gregos Kiliseleri Vakfı
126. Mardin Ermeni Katolik Kilisesi Vakfı
184
127. Büyükada Hased Leavram Musevi Sinagogu Vakfı
128. Hasköy Mealem Musevi Siangogu Vakfı
129. Beyoğlu Musevi Hahamhanesi Vakfı
130. Beyoğlu Seferadimi-Neveşalom Musevi Sinagogu Vakfı
131. Ortaköy Musevi Etz-Ahayim Sinagogu Vakfı
132. Sirkeci Musevi Sinagogu Vakfı
133. Kuzguncuk Bet-Yaokov Sinagogu Vakfı
134. Galata Yüksek Kaldırım Eşkenazi Musevi Sinagogu Vakfı
135. Hasköy Türk Karaim Musevi İ Vakfı
136. Kadıköy Hemdat İsrael Sinagogu Vakfı
137. Balat Or-Ahayim Musevi Hastahanesi Vakfı
138. Balat Ahrida Musevi Sinagogu Vakfı
139. Ankara Musevi Sinagogu Vakfı
140. Bursa Türk Musevi Cemaati Vakfı
141. Çanakkale Mekor Hayim Musevi Sinagogu Vakfı
142. Antakya Musevi Havrası Vakfı
143. İskenderun Musevi Havrası Vakfı
144. Kırklareli Musa Sinagogu Vakfı
145. Diyarbakır Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı
146. Beyoğlu Süryani Kadim Meryemana Kilisesi Vakfı
147. Mardin Süryani Katolik Kilisesi Vakfı
148.Mardin Süryani Kadim Deyrulzafara Manastırı ve Kiliseleri Vakfı
149. Mardin Süryani Protestan Kilisesi Vakfı
150. Midyat Süryani Protestan Kilisesi Vakfı
151. Midyat Süryani Deyrulumur Margabriel Manastırı Vakfı
152. Midyat Süryani Kadim Cemaatı Marborsom ve Mart Şemuni Kiliseleri Vakfı
153. İdil Süryani Kadim Kilisesi (Mardodo) Vakfı
154. Diyarbakır Keldani Katolik Kilisesi Vakfı
155. Keldani Katolik Kilisesi Vakfı
156. Mardin Keldani Katolik Kilisesi Vakfı
157. Edirne Sveti Gorci Kilisesi Vakfı
158. Bulgar Ekzarhlığı Ortodoks Kilisesi Vakfı
185
159. Şişli Gürcü Katolik Kilisesi Vakfı
160. Mersin Tomris Nadir Mutri Kilisesi Vakfı
186
EK- 10
12 OCAK 1971 TARİH VE 1971-3 SAYILI KARAR
187
188
189
190
191
192
193
194
195
196
197
198
199
200
201
202
203
Download