OCAK 2017 A llah’ın Selamı üzerinize olsun. Dünyayı tanıma derdi içinde olan kardeşlerim, Enformasyon çağında dezenformasyon çöplüğüyle kuşatılmamızdan dolayı gerek İslam ülkelerini gerekse dünyayı tanıma, haberdar olma noktasında teşkilat mensuplarımızla birlikte araştırmalar yaparak derlediğimiz “UGSAM Aylık Bülteni” ni istifadenize sunuyoruz. Bizler inanıyoruz ki; bilgiyle, güvenilir kaynaklarla desteklenmeyen yorumlar hamaset ve cehalet yüklüdür. Kime neden dost, kime neden düşman diyoruz? Kimi tanıyoruz? Bunların okumasını, tahlilini yapma mecburiyetimiz vardır. Bizler inanıyoruz ki; zihinleri karmaşaya sevk eden, algı oyunları ve medya araçları yoluyla insanları psikolojik etki altına alan, bunun sonucunda insanların birbirlerini, ülkeleri ve olayları yanlış tanımasına sebep olan mevcut küresel sistemde; sorunların çözümünün “dünyayı iyi tanımak” ve “Hakka dayalı bir usulle olaylara yaklaşmak” yoluyla gerçekleşebileceğini savunuyoruz. Sizlerin istifadesine sunduğumuz ve sunacağımız Aylık Bültenler; ülkeler ve uluslararası manada önemli gelişmeleri, öngörebildiğimiz tehdit algılamaları ve tedbirlerini, küresel sermayenin nasıl işlediği ve karşıt tezleri bulabileceğiniz adresinizdir. Bu vesile ile Uluslararası Gençlik Strateji Araştırma Merkezimizin teşkilatımıza, ülkemize ve insanlığa hayırlı olmasını ve güzel çalışmalar çıkarmasını Rabbimizden niyaz ediyoruz. Anadolu Gençlik Derneği Dış İlişkiler Komisyonu UGSAM Koordinatörlüğü İÇİNDEKİLER 05 KARADENİZİN KUZEYİNE BAKIŞ 07 FAS 12 BANGLADEŞ 22 KIBRIS 32 DOĞU TÜRKİSTAN 04 HABER VE ANALİZLER 09 TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİ 13 GAMBİYA 14 İNCİRLİK 30 YENİ SAVAŞ STRATEJİSİ HABER - ANALİZ AB’nin dönem başkanlığını altı aylığına Malta üslendi. 01,01,2017 BM Genel Sekreterliği görevine Portekiz eski Başbakanı Antonio Guterres seçildi. Guterres beş yıl görev yapacak. 02,01,2017 Türk askerinin Afganistan’daki görev süresini 2 yıl daha uzatan tezkere TBMM ‘de kabul edildi. 03,01,2017 ABD, son iki ayda Körfez ülkeleri olan Kuveyt, Katar, SuudiArabistan ve BAE’ye 40,8 milyar $ silah satışında bulunduğunu açıkladı. 03,01,2017 İsrail, şahısları veya ulusal güvenliği tehdit eden internet içeriklerinin yasaklanmasını öngören yasa tasarısını ilk oturumda kabul etti. 04,01,2017 Çin’de demiryolu yapımında yeni aşama: 2017’de 2100 km demiryolu yapımı için 115 milyar $ bütçe ayrıldığı açıklandı. THINK TANK T hink-tank kavramının doğduğu ülke olan ABD, düşünce kuruluşlarının ehemmiyetinin en iyi anlaşıldığı ülkedir. Sayı bakımından en çok düşünce kuruluşu ABD’de bulunurken nitelik bakımından da en etkin faaliyetleri yürüten kuruluşlar buradadır. Bu kuruluşları Amerika Birleşik Devletleri ve birkaç elit aile tarafından finanse edilmektedir. Genelliklede çalışmalar finance edenlerin çıkarlarına yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Finansör ailelerin başında Rockefeller ailesi ve Soros ailesi gelmektedir. Councel of foreign Relations (CFR) Dış İlişkiler Konseyi’nde bu aileler fazlasıyla etkindir. Öyle ki Dış İlişkiler Konseyi’nin araştırma merkezinin adı “Rockefeller Enstitüsü”dür. Türkiye’de ise çok yönlü ve aktif bir dış politikaya vizyon katan en önemli düşünce kuruluşu D-8’ler fikrini bünyesinden çıkararak ülke yönetimindekilere etki edebilen ESAM’dır. Şuan ülkemizde 2016 itibariyle 32 Think Tank ve düşünce kuruluşu varken ABD’in bir eyaleti olan California’da 169 Thin-Tank vardır. Mukayese edilemeyecek bir fark vardır. 04,01,2017 04 /ugsamnews HABER - ANALİZ Etiyopya’da kuraklıktan etkilenen ve yardıma muhtaç kişi sayısı 10.2 milyondan 5.6 milyona geriledi. 05,01,2017 Çin ve İsrail arasında varılan mutabakatla Çin, 6 ay boyunca 6 bin inşaat işçisini İsrail’e göndereceği açıklandı. 05,01,2017 Uluslararası Göç Örgütünce, 2016’da dünya genelinde 7 bin 495 sığınmacının hayatını kaybettiği açıklandı. 06,01,2017 Pentagon’dan yapılan açıklamaya göre “2016 yılı içinde 7 ülkeye hava saldırılarında toplam 26.171 bomba atıldı”. 07,01,2017 Whatsapp’tan yapılan açıklamaya göre 2016’da toplamda 63 milyar mesaj gönderildi. Bu oranın 7.9 milyarı fotoğraf, 2.4 milyarının ise video olarak belirtildi. 08,01,2017 Pakistan’da iki yıl önce kurulan Askeri Mahkeme’ler görev süresinin bitmesiyle faaliyetlerine son verildiği açıklandı. KARA DENİZİN KUZEYİNE BAKIŞ Doğu ortaklığı projesiyle AB’nin, eski Sovyet coğrafyalarıyla entegre olma ve nüfus hinterlandını geliştirmek isteyen Rusya’nın çıkar çatışmalarına sahne olan Ukrayna 2017 yılına da yoğun silahlı çatışmalarla girdi. Daha önce 16 saatlik Minsk zirvesinde varılan ateşkesin başarıya ulaşamaması neticesinde toplanan dörtlü temas gurubu da bu noktada başarıyı yakalayamadı. Topraklarının doğu kısmında Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Lugansk Halk Cumhuriyeti adı altında bağımsızlık ilan eden, Novorossiya Federasyonu adı altında birleşen ayrılıkçılarla 2 yıldır sürdürdüğü Donbass savaşında henüz somut bir başarı elde edemedi. Ukrayna topraklarında hali hazırda süren bu savaş adeta Rusya’yla batı arasında patlak vermesi muhtemel bir fiili çatışmanın fragmanı gibi. Rusya’nın Ukrayna sınırlarındaki askeri varlığını %10 arttırma hamlesi, İngiltere’nin Karadeniz’e donanma indirmek istemesi ABD ve NATO’nun baltık ülkerine ve Rusya çizgisindeki ülkelere askeri yığınak yapması, tatbikatlar düzenlemesi gibi hadiselerle örtülü olmaktan çıkan güç mücadelesi de bu iddianın kanıtı olarak algılanabilir. Diğer taraftan Ukrayna, Güney topraklarının büyük kısmını içine alan Kırım’ı 2014’te fiili olarak kaybetti. Kırım 2014 yılında düzenlenen referandumla bağımsızlığını ilan etti ve hemen ardından düzenlediği ikinci bir referandumla Rusya’ya katılma kararı aldı. Ukrayna’nın kendine bağlı özerk parlamenter bir birim olarak gördüğü, Rusya’nın ise federe bölgesi olarak nitelendirdiği bölgedeki %15’lik Kırım tatar nüfusu yakın zamanda gerçekleşen bu iki referandumu da boykot ederek tavrını Ukrayna’dan yana koydu. Başkenti AKMESCİT olan kırımda Tatar nüfusu maalesef otoritelerce muhatap kabul edilmiyor. Ahmet Mithat ODABAŞ 09,01,2017 05 /ugsamnews HABER - ANALİZ İsrail Necef Çölü’nde dünyanın en büyük güneş enerji kulesini inşa ediyor. Santralin yıllık 121 megawatt elektrik üretmesi planlanıyor. 10,01,2017 Uluslararası Astronomi Birliği’nin tespitlerine göre, en geç 5 yıl içinde yıldız sisteminde iki yıldız çarpışacak ve ‘’kızıl nova’’ oluşacak. 10,01,2017 2012 kayıtlarına göre Endonezya’da resmen 13 bin 466 ada bulunuyordu. Endonezya 2016 itibariyle ada sayısını 14 bin 752 olarak 11,01,2017 güncelledi. Almanya, Kuzey Irak’ta bulunan askerlerin görev sürelerinin 31 Ocak 2018’e kadar uzatılmasına karar verdi. 12,01,2017 Türkiye sınır güvenliğinin artırılması amacıyla öncelikle İran, Irak ve Suriye gümrük kapılarında “yüz kayıt sistemi” kuruldu. MÜSLÜMAN KARDEŞLER TERÖRİST DEĞİLDİR 3 temmuz2013’te Mısır Genelkurmay Başkanı Abdülfettah el-Sisi’nin Muhammed Mursi’ye askeri darbe yapmasından sonra 3.533 sivil hayatını kaybetmiş Müslüman Kardeşler üyelerinden birçoğu hapse atılmıştı. Lakin Müslüman Kardeşler silaha sarılmadığı halde baskılar gün geçtikçe artmıştır. 20 Ocakta Amerika’da başa geçen Donald Trump Müslüman Kardeşler hareketini terör listesine alma hazırlığı ise asla kabul edilemez. Mağdur durumda olduğu ve zulme uğradığı halde Müslüman Kardeşler nasıl terörist ilan edilebilir? ABD ve Batı , Müslüman Kardeşler’in söylem ve faaliyetlerinden rahatsız olduğundan dolayı bu terör listesine alınma hazırlığını yapıyor. 13,01,2017 Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, Çin yönetimi olarak Nijerya’da 40 milyar dolarlık yatırım yapmayı planladıklarını açıkladı. 13,01,2017 06 /ugsamnews HABER - ANALİZ İnternet üzerinden satış yapan Amazon, önümüzdeki 18 ay içinde ABD’de tam zamanlı çalışacak 100 bin kişiyi işe alacağını duyurdu. 13,01,2017 ABD’nin Afganistan güvenlik güçlerine ülkenin tamamını koruması için 64 milyar dolarlık yardım gönderdiği açıklandı. 14,01,2017 Çin’in önemli bankalarından Bank of China Limited Türkiye’de faaliyet göstermek üzere banka kuruluşu için başvuruda bulundu. 14,01,2017 Belarus, AB ile anlaşarak, ülkede 10 bin Suriye’li ve çeçen mülteciye kamp kuracağını açıkladı. AB mülteci kapmı için Belarus’a 7 milyon € ödeyecek. 14,01,2017 Vatikan’ın Filistin’i devlet olarak tanımasının ardından Vatikan’da ilk kez Filistin Büyükelçiliği açıldı. 15,01,2017 İsrail, Rabin meydanında Netenyahu karşıtı yüzlerce kişi protesto yaparak Netenyahu’nun istafını istedi. FAS E tiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da düzenlenen 28. Afrika Birliği Zirvesi’nde Fas’ın yeniden birliğe üye olması kararlaştırıldı. Bağımsızlık ileri süren Batı Sahra’nın Afrika Birliği’ne üye olmasının ardından 1984 yılında birlikten çekilme kararı alan Fas, 21 Temmuz 2016’da birliğe tekrar döneceğini açıklamıştı. Fas Parlamentosu Temsilciler Meclisi’nde 18 Ocak’ta onaylanan Afrika Birliği’ne katılım yasa tasarısı, 19 Ocak’ta parlamentonun ikinci kanadı Danışmanlar Meclisi’nden de geçmişti. Ülkenin bu kararı sonrası çok sayıda Afrika ülkesi Fas’ın birliğe yeniden katılmasını destekleyeceklerini açıklamıştı. Fas’ın üyeliği sonrası birliğe üye devletlerin sayısı 55’e çıktı. Batı Sahra sorunu Fas’ın 1975 yılında eski İspanyol sömürgesi Batı Sahra’yı topraklarına katmasının ardından, Cezayir’in destek verdiği bağımsızlık yanlısı Polisario Cephesi ile Fas yönetimi arasında başlayan gerginlik hala devam ediyor. Fas, bölgenin kendi egemenliğinde kalması gerektiğini savunurken, Polisario Cephesi, Batı Sahra’nın bağımsız devlet olduğunu ileri sürüyor. Polisario Cephesi, 1991 yılında Birleşmiş Milletlerin ara buluculuğunda varılan ateşkes anlaşmasına kadar Fas güvenlik güçlerine karşı silahlı mücadele yürütüyordu. Ateşkes anlaşmasından bu yana Batı Sahra’nın statüsüyle ilgili görüşmeler başarıya ulaşamadı. Fas, 2007 yılında sorunun çözüme ulaşması için Batı Sahra’ya kendisine bağlı özerklik verilmesini gündeme getirmiş ancak bölgenin kaderinin belirlenmesi için referandum yapılmasını savunan Polisario Cephesi buna karşı çıkmıştı. 1984 yılında Afrika Birliği tam üyesi olan Batı Sahra, BM tarafından tanınmıyor. 15,01,2017 07 /ugsamnews HABER - ANALİZ Suudi Arabistan, Riyad’da 13 ülkenin genelkurmay başkanlarının katıldığı IŞİD ile mücadele ittifakı’ toplantısı düzenlendi. 16,01,2017 Türkiye’de, Başta Körfez ülkelerinden olmak üzere 21 bin 178 yabancı uyrukluya, 19 bin 91 konut ve bin 912 parsel satışı yapıldı. 16,01,2017 İsrail’in NATO ofisi açıldı. 17,01,2017 Yemen’deki savaşta ölü sayısı 10.000’e ulaştı. 17,01,2017 Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD), geçen yıl Türkiye’deki projelere 1,9 milyar euro seviyesinde yatırım yapıldığını açıkladı. 17,01,2017 Güney Kıbrıs Rum yönetimi, “tasarruf etmek için” Belçika’nın başkenti Brüksel’deki büyükelçiliğini kapattı. 18,01,2017 BUNUN BEDELİNİ KİM, ? NE ZAMANA KADAR ÖDER? ABD Başkanı Donald Trump, 29 Ocak 2017’de Washington’da Beyaz Saray’daki Oval Ofis’te Suudi Arabistan’ın Kralı Salman ile telefon da görüştü. (REUTERS / Jonathan Ernst) Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada pazar günü Trump ve Kral Salman arasındaki telefon görüşmesinde liderler, devam eden çatışmalar nedeniyle yerlerinden edilmiş mültecilere yardım etmek için güvenli bölge oluşturmaya karar verdiler. Gelelim hikayemize, Trump Suriye’de güvenli bir bölge oluşturmak için çağrıda bulundu ve planı Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya ve başka ülkelere göç ettirmenin bir yolu olarak gördü. Fakat görüyoruz ki Suriye’deki güvenli bölgeler birçok nedenden ötürü kötü bir fikir. ABD kuvvetlerinin önümüzdeki yıllarda Suriye’nin bir bölümünü ele geçirme ihtimali olduğu şimdiden belli. Bunu güvenli bölgelerin ne kadar ‘güvenli’ olduğunu ispat için söyleyebiliriz. Daha önce de ‘demokrasi ve huzur’ için Irak’ta bulunan ABD’nin neler ortaya çıkardığını görmemek ise körlük olur. Yemen’in ise bu kapsama dahil edilmesi Trump için yeni bir şey ve Suriye’deki güvenli bölgeler için verdiği destekten kıyasla daha az mantıklı. Çünkü ne bölgeye hakim ne de bölge insanlarının yapısına . Hiç şüphe yok ki Yemen sivilleri tehdit altında ancak sivil nüfusa yönelik başlıca tehditlerden biri, ülkenin altyapısını bozan ve halkını kıtlığın eşiğine getiren Suudi liderliğindeki savaş çabası. Yemen’deki güvenli bölgeler buna karşı mı gidecek? Hayır, elbette .. İşin açığı Suudilerin Güney sınırlarına ve Aden körfezindeki hakimiyet kurma çabası, ABD ve İsrail Siyonizmininde orta doğu emellerinin olduğu aşikarken ancak tabiri caizse maşalıktan öteye gidemeyecek. 1-Peki ya bu güvenli bölgeler ve ikametçileri; tüm suçlular tarafından (Rus savaş uçakları ve Suriye’deki ABD destekli isyancı gruplar ya da Yemen’de göz ardı edilmeyen Suudi hava saldırıları) zararlardan korunacaklar mı? 2-Güvenli bölgelerin uygulanması için gerekli olan görevler (düşman hava savunmalarının bastırılması, lojistik destek, muharebe arama ve kurtarma, vb.) için hangi ülkelere askeri güç sağlayacak? Görünen o ki Suudi Bank yine musluğu açacak, akacak para ile ise ABD yapımı kurşunlar müslümanların üzerine yağacak .. Umarım yanılırım, umarım bedelini uzun süre müslüman kardeşlerimiz ödemez . Selam ve dualar ümmet birliği üzerine olsun… M. Emin KARABAL 08 /ugsamnews HABER - ANALİZ Suudi Arabistan Cibuti’ye askeri üs kuruyor. İmzalar atıldı. TÜRKİYE - İSRAİL İLİŞKİLERİNE DAİR 18,01,2017 CIA, ABD vatandaşlarına ait bilgilerin toplanması, analiz edilmesi ve saklanmasındaki hukuksal çerçeveyi düzenleyen iç yönetmelik hazırladı. 19,01,2017 WHO gelecekte büyük salgınlara yol açacak en korkulan virüsleri açıkladı. Listenin en başında MERS,Lassa Ateşi ve Nipah virüsleri 19,01,2017 bulunuyor. Tunus’ta geçen yıl cumhurbaşkanlığı muhafız alayına düzenlenen saldırının ardından ilan edilen olağanüstü hal, bir ay daha uzatıldı. 19,01,2017 BDDK, Ziraat Bankasının Gürcistan’da faaliyet gösteren şubelerinin iştirak banka çatısı altında faaliyetini sürdürmesine izin verdi. 19,01,2017 Yeni ABD Başkanı Trump tarafından Oval Ofis’te imzalanan ilk kararname “Obamacare” olarak bilinen sağlık reformu yasasının iptalini kapsadı. T ürkiye-İsrail ilişkilerindeki normalleşme seyri, son derece anormal bir şekilde seyretti. Taraflar arasında aleni bir şekilde cereyan etmesi gereken diplomatik buluşmaların bir çoğu gizlice gerçekleştirildi, kamuoyu bundan haberdar edilmedi. Sanki kamuoyundan bir şey saklanıyormuşcasına temasların bir çoğu basın ve medya kuruluşlarının bilgisi dışında gerçekleştirildi. Türkiye’nin dış politikasına taalluk eden bir çok konuda olduğu gibi bu hususta da Türkiye’nin tutumu anlaşılabilmiş değildir. Taraflar arasındaki gerginlik 31 Mayıs 2010 tarihinde gerçekleşmiş olan bu saldırıdan önce İsrail’in 2009 yılında Gazze’ye başlattığı saldırıyla en az bir yıl önce başlamıştı. Türkiye’nin resmi açıklamaları, gerginliğin İsrailli yetkililerin Türk bürokratları ile temasları sırasında verdikleri sözlere bağlı kalmamaları ve Gazze’ye başlattıkları saldırıda hedef alınan noktaların büyük ölçüde sivil yerleşim bölgelerinden ibaret olduğu şeklindeydi. Mavi Marmara saldırısı tam da Gazze’de Filistinli sivillerin İsrail tarafından katledildiği dökme kurşun operasyonunun ardından geldi. Bu saldırının ayrıntıları çokça yazılıp çizildiği için ayrıntılarına girmeyeceğiz ancak 9 Türk vatandaşının şehit olduğu bu saldırıyla ilgili olarak başta dönemin başbakanı R. Tayyip Erdoğan olmak üzere Türkiye tarafının önce çok sert açıklamalar yapıp bu saldırının etkileri kamuoyunda azalmaya başladığında ise bu kez, taraflar arasındaki ilişkileri normalleşme amacıyla masa altından gizli görüşmeler ve diplomatik temaslar gerçekleştirmeleri, Türkiye’nin siyasetinin ne kadar pragmatik, tutarsız ve ilkelerden yoksun olduğunu göstermesi açısından ibret verici bir tablo ortaya koymaktadır. 20,01,2017 09 /ugsamnews HABER - ANALİZ Jandarma ve Sahil Güvenlik’te başörtüsü yasağı kalktı. 20,01,2017 44.000 Rus askeri Ukrayna’nın Batı ve Kuzey sınırına konuşlandırıldı. 21,01,2017 Hindistan, 464 adet T-90 MS tanklarını Pakistan sınırı boyunca konuşlandırmaya başladı. 22,01,2017 İsrail, Doğu Kudüs’te protesto ve itirazlara rağmen 566 yeni konutun inşaatı için onay verdi. 22,01,2017 Romanya’da hükümetin acil kararnameyle binlerce hükümlünün affını öngören tasarısı, ülke genelinde protesto edildi. 23,01,2017 Trump’ın CIA Direktörü adayı Cumhuriyetçi Kansas vekili Pompeo, gerekli sayıya ulaşarak CIA’in yeni direktörü oldu. Ahmet Davutoğlu’nun hegemonya üzerine kurulu Stratejik Derinlik paradigması çökmüş, hayaller üzerine kurulan bir dış politikanın oluşturduğu artçı sarsıntılar, dengeleri Türkiye’nin aleyhine köklü bir şekilde değiştirmiştir. Türkiye’nin neden İsrail’le gerginlik yaşadığı son derece açıktır. Korsan İsrail devletinin gerek Gazze’deki masum sivillere yönelik başlattığı Dökme Kurşun Operasyonu gerek Mavi Marmara saldırısı benzeri başka iki ülke arasında medana gelse, savaş ilanı için yeterliyken Türkiye sadece diplomatik açıklamalar yapmak ve Telaviv’deki elçilik düzeyini maslahatgüzarlığa indirmekle yetinmiştir. İki ülke arasındaki ilişkilerin kısa bir dönem Dışişleri Bakanlığı da yapmış olan eski İsrail büyükelçisi ve Davutoğlu’nun en güvendiği isim olarak bilinen ve Dıişişlerinin kara kutusu Feridun Sinirlioğlu’nun bu ilişkilerin gizli boyutunu götürmesi ise başlıbaşına bir hadisedir. AKP bir çok kamu kuruluşundaki eski kadroları balyoz gibi tuzla buz ettiği halde Dışişlerini, Milli Görüş kökenli olmayan bürokratlara teslim etmesi ve işleri her alanda Sinirlioğlu gibi isimler üzerinden yürütmesi oldukça manidardır. Zira bu tür işler, Mavi Marmara davası için uluslararası düzeyde adalet aranırken İHH heyetinin karşısına çıkartılan zorlukların AKP kadroları değil de eski Türkiye’den kalan kadrolar tarafından icra edildiği yönündeki gerekçelere zemin bulmak için ortaya atıldığını anlamak için dahi olmaya gerek yok. AKP kendisine islamcı bir görünüm vererek bir taraftan kendisine yöneltilecek suçlamaları bloke ederken özünde ise hep ABD ve NATO politikalarıyla gayet uyumlu prağmatik bir süreç takip etmiş, dolayısıyla İslamcı görünümün seçimlerde ve tabanda getirdiği avantajlardan yararlanmanın hazzını doyasıya yaşamıştır. İslam ÖZKAN 24,01,2017 10 /ugsamnews HABER - ANALİZ İngiltere’de Anayasa Mahkemesi, ülkenin AB’den çıkma sürecini parlamentonun başlatmasına hükmetti. 24,01,2017 Kırgızistan’da kamuya açık yerlerde çevreye rahatsızlık vermek, küfür etmek ve alkollü içecekler tüketmek yasaklandı. TRUMP’TAN YÜZ BULAN İSRAİL İŞGALE DEVAM DEDİ 25,01,2017 Malta Şövalyeleri’nin lideri Matthew Festing, PapaFrancesco ile yaşadığı sürtüşmeden sonra istifa etti. 25,01,2017 Fransa’da parlamento, Karadağ’ın NATO’nun 29’uncu üye ülke olmasına onay vererek ön protokolü imzaladı. 26,01,2017 BM, Çad Gölü Bölgesinde 11 milyon kişinin “ümitsizce yardıma ihtiyaç duyduğunu” ve 500.000’den fazla çocuğun yetersiz beslendiğini açıkladı. 27,01,2017 Brezilya’da, artan sarıhumma vakaları nedeniyle 11,5 milyon doz yeni aşı siparişi verildi. İşgal devleti İsrail her yeni gün bir zulme imza atmaya devam etmekte. ABD’nin yeni Başkanı Donald Trump’ın yemin ederek göreve başladığı 20 Ocak’tan bu yana İsrail’in işgali altında bulunan Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da 6 binden fazla yeni konut yapılmasına onay vermesi “Trump iktidarının İsrail’deki sağcıların iştahını kabartması” bakımından önemlidir. Bu kararlara sevinen Siyonist yapılanmanın Tel Aviv’de düzenledikleri Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü Konferansında konuşan İsrailli yetkililer de “Trump’ın göreve gelişini, planlarını uygulamaya koyma noktasında fırsat olarak gördüklerini” ifade ettiler. İsrail yönetimi alenen bu kararlarıyla Filistin halkına ve İslam alemine meydan okumaya devam etmektedir. İslam ümmeti liderlerinin, Siyonislerin pervasızca açıklamaları ve kararlarına karşı suskunluklarının ise hala aşılamamış bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. 27,01,2017 11 /ugsamnews HABER - ANALİZ Mahmud Abbas, Müslümanlar için özel bir öneme sahip olan Temim b. Evs ed-Dâri Vakfı’nı Kudüs Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne hibe etti. 27,01,2017 BM Yemen özel temsilcisi İbrahim Veled Şeyh, Yemen’de acilen gıda yardımı yapılması gereken 18.2 milyon insan olduğu açıklandı. BANGLADEŞ Bangladeş’te zalim Hasina yönetiminin Cemaat-i İslamiye karşı yaptığı zulüm gün geçtikçe devam ediyor. Suçsuz yere tutuklamalar ve işkencelerle Müslümanlar yıldırılmaya çalışılıyor. 28,01,2017 Çin, nükleer başlıklı balistik füze bataryalarını Rusya sınırına kaydırdı. 29,01,2017 Trump’un İngiltere’ye yapacağı resmi ziyaretin engellenmesi için başlatılan imza kampanyası bir milyonu geçti. 30,01,2017 Rusya’da askeri harcamalar SSCB döneminden buyana en üst seviyeye çıktı. 30,01,2017 ABD’de YPG’ye 200 zırhlı araç ve mühimmat verildi. İslam davasının kutlu liderlerinden olan Gulam Azam, Abdulkadir Molla, Muhammed Kamaruzzaman, Muhammed Mir Kaseme, Ali Ahsan al-Mücahid, Motiur Rahman Nizami’nin idamlarından sonra da kana doymayan zalim Hasina yönetimi ve polis teşkilatı, Kur’an okuyan ve sadece ders yapmak için bir araya gelen insanları “devlete isyan için toplandılar iftirası” ile tutukluyor ve akla hayale sığmayacak zulümler yapıyor. Bangladeş’teki ve coğrafyamızdaki zulümleri durdurabilmek ve İslam ümmetinin birliğini tesis etmek için var gücümüzle çalışmamız gerekiyor Gulam AZAM Abdulkadir MOLLA Muhammed Kamaruzzaman Muhammed Mir Kaseme Ali İhsan el Mücahid Motiur Rahman Nizami 31,01,2017 12 /ugsamnews HABER - ANALİZ İsrail Dışişleri yeni Genel Direktörü Yuval Rotem başkanlığındaki heyet Türkiye-İsrail normalleşme görüşmeleri için Ankara’ya geldi. 31,01,2017 Diyanet İşleri Başkanı Görmez: 2016 yılında Avrupa’da 356 cami’nin saldırıya uğradığını açıkladı. 31,01,2017 Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı ve beraberindeki heyetin 6-8 şubat tarihlerinde İsrail ve Filistin’i ziyaret edeceği bildirildi. 31,01,2017 - Yahya Jammeh’in İngiliz Milletler Topluluğu’nu terk etmesi - Gambiya’yı İslam Devleti ilan etmesi - Fetö’cüleri ülkesinden kovması ve okullarını kapatması - Arakanlı Müslümanlara sahip çıkması - Sömürgecilere karşı verdiği mücale ve benzeri nedenlerden dolayı çok zor zamanlar yaşadı. Gambiya’da yapılan seçimlerde Batı yanlısı Adama Barrow’un kazanmasıyla başlayan süreçte Yahya Jammeh’in seçimi tanımaması ve ülkede ohal ilan etmesi, sonrasında ise Batı yanlısı devletlerin askeri müdahaleye kalkışmasıyla Adama Barrow Gambiya devletinin başına geçti. Yahya Jammeh ise ülkesini terketmek zorunda kaldı. Yahya JAMMEH DEMOKRATUR HİKAYE A frika’nın batısındaki İslam ülkesi Gambiya’da Yahya Jammeh dönemi resmen sona erdi. Batı yanlısı Afrika ülkelerinin askeri müdahalesiyle işgalin eşiğine gelen ülkede, otoriter lider Yahya Jammeh “kan dökülmemesi” için görevden çekildi. 22 yıl Gambiya’yı yöneten Jammeh’in siyasi sicilinde Batı’yı kızdıran kaliteli icraatları kaldı. Adama Barrow Gambiya devletinin başına geçen Adama Barrow’un gelir gelmez ilk işi Gambiya’yı “İslam devleti değildir” olarak deklare etmek ve Gambiya’nın künyesindeki ‘İslam Devleti’ ibaresini kaldırmak oldu. 13 /ugsamnews RAPOR İ N C İ R L İ K NE ZAMAN KURULDU, NASIL KURULDU? İ zmir Hava Üssü, Stinger füzeleri için Şile Üssü, Konya 3. Ana Jet Üs Komutanlığı, Vault füze rampalarının bulunduğu Balıkesir Jet Üssü, Muğla Aksaz Deniz Üssü, Ordu-Perşembe, Malatya Kürecik, AWACS’ların bulunduğu Tekirdağ Çorlu, Hatay Kisecik Radar Üssü… Say say bitmiyor… Bunlar Kaliforniya veya Atlanta’da değil, Türkiye’deki bilinen 28 NATO-Amerikan Üssünden sadece bir kaçı. Ancak içlerinde en önemlisi ABD hava kuvvetleri 39. Ana Jet Üssünün bulunduğu İncirlik… Yalta Konferansı ile dünya Komünist ve liberal Batı olmak üzere fiilen ikiye bölündü. İki dünya birbirine karşı “Düşman” ilan edildi. Soğuk Savaş dönemi başladı. Batının askeri birlik gücü NATO kuruldu ve hedefi de Komünizmle Mücadele olarak belirlendi. Ta ki 1990’lara kadar.” Komünizmle Mücadele edilmezse, bütün dünyaya yayılır, Sovyetler güneye inebilirdi…İşte bu danışıklı gerekçelerle Batı dünyasının savunması için, Amerika-Avrupa eksenini seçen Türkiye gibi müttefik ülkelerde askeri üsler kurulmaya başlandı. Üzerinde güneş batmayan Büyük Britanya yer altına inecek, yeni dünyanın Patronu Amerika olacaktı…ABD, Truman Doktrini sınırları çerçevesinde Türkiye’de bir üs kurulması için girişimlere böylece başladı. Hem o yıllarda kurulmaya çalışılan Batının kızıl elması İsrail’in etrafı da “Kontrol altına alınıp güvenli hale” getirilmiş olacaktı… İşte o günlerde Roosevelt, Churchill ve Çan-Kay-Şek, 22-26 Kasım 1943’te Kahire’de Ortadoğu’nun taksimi için bir toplantı düzenlediler. İncirlik Hava Üssü kurulması kararı da burada alındı. İnşaatına da Amerikan Mühendisler Kolordusunca 1951 baharında başlandı. Türk Genelkurmayı ve ABD Hava Kuvvetleri Aralık 1954 yılında yeni Hava Üssü için “Ortak Kullanım” anlaşmasını imzaladı ve böylece resmen bir yabancı üs Türkiye toprakları üzerinde kurulmuş oldu. Yeni kurulan askeri üssün ilk ismi ise Adana Hava Üssü idi. İNCİRLİK ÜSSÜ’NÜN COĞRAFİ DURUMU Uluslar arası Hava Taşımacılığı Birliği’ndeki (IATA) kodu UAB olan İncirlik Üssü, Adana’nın 15 Kilometre dışında 32 bin dönüm arazi üzerine kuruludur. Üssün Irak’a uzaklığı ise yaklaşık 700 Kilometre. İncirlik Üssü, D-400 karayolu ve TAG otoyolunun yanı sıra demiryolu ile de Güneydoğu’ya açılabilecek konumda. İncirlik üssünde 1 adet ana uçak pistinin yanında 1adet de acil iniş pisti, 300er kişilik 15 otel ve 10’ar kişilik 500 çadır bulunuyor. Adeta şehir içinde şehir, ordu içinde ordu, devlet içinde devlet… 14 /ugsamnews RAPOR KİMİN TOPRAĞI? Türk Genelkurmayına göre İncirlik Üssü hukuki olarak, ne ABD, ne de NATO’ya ait… İncirlik Üssü Türk Hava Kuvvetleri, 10. Tanker Üs Komutanlığı’na bağlı bir üs statüsünde görünüyor. İncirlik Üssü BM kararları ve NATO anlaşmaları çevresinde Bakanlar Kurulu kararları ve ikili anlaşmalar ile statüsü belirlenerek kullandırılıyor. 3 Temmuz 1969’da ABD ile Türkiye arasında İncirlik için Ortak Savunma ve İşbirliği Antlaşması (OSİA) imzalandı. Buna göre İncirlik; NATO amaçları için meşru müdafaa kapsamında kullanabilecekti… Ancak, 1974 yılında farklı bir şey oldu… Türkiye, MSP Lideri ve Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’ın komutasında Kıbrıs Barış Harekatını yapınca Amerika, müttefik falan dinlemedi…Şubat 1975’te Türkiye’ye silah ambargosu uygulaması sonucu OSİA da fesh edildi. Ancak 1978’de ambargo kaldırılınca adeta bir “Lütuf” gibi bu kez 12 Eylül’e çeyrek kala 29 Mart 1980’de ABD ile Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması(SEİA) imzalandı. SEİA antlaşması, her yıl otomatik olarak uzatılıyor. Antlaşma gereğince ABD Üstte 48 adet savaş uçağı bulundurabiliyor. NEDEN ADANA? İncirlik ABD’nin denizaşırı 13. Büyük üssü. Aynı zamanda Orta Asya ve Ortadoğu’daki ABD hava kuvvetlerine açık en büyük askeri üs Kapsamlı görevler için İncirlik’in seçilmesinin sebepleri ise hava koşullarının güzelliği, uçsuz bir menzile sahip olması, Akdeniz’e, Kıbrıs’a ve İsrail’e yakın olması. Ayrıca İncirlik; Nil ile Fırat arası topraklara en fazla 3 saatlik uçuş mesafesinde olması. ADANA’DA KÜÇÜK AMERİKA Demokrat Parti ile birlikte 1952’de Türkiye, maalesef NATO’ya girmiş, Aralık 1954 tarihinde ise TSK, ABD hava kuvvetleri ile ortak bir anlaşma imzalamış, böylelikle Adana hava üssü resmi olarak açılmıştır. İncirlik ile birlikte ABD’nin Türkiye topraklarındaki varlığı da tescillenmiştir. Anlaşma gereğince üs, Orta Doğu’da çıkabilecek olan olası krizlere müdahale için kullanılacaktır. İncirlik, Adana’daki Küçük Amerika diye tanımlanmıştır. Ancak; 1960’ların sonlarında tüm dünyada başlayan ABD karşıtlığı ve 1968’in etkisi Türkiye’de İncirlik sorununu, Meclis’e taşıdı. Özellikle sol muhalefetin baskısı dönemin başbakanı Demirel’e “üs yok, tesis var” dedirtecektir. O günden bugüne sağcı muhafazakâr veya solcu ama Amerikancı iktidarlar, İncirlik’teki ABD varlığını yumuşatma çabasına gittiler hep. 1960’da imzalanan OSİA ve 1980’de imzalanan SEİA Antlaşmaları ile İncirlik’in statüsü ABD için üs değil tesis durumuna getirildi. Artık İncirlik hukuki olarak ABD kullanımına tahsis edilmiş Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait bir hava üssüydü. Dolayısıyla üssün kullanımı için TBMM’nin özel izni gerekiyor. 1991 yılında Birinci Körfez Savaşı sırasında bu şekilde kullanıma açıldı. Ancak 1 Mart 2003’te ise 1980’de imzalanan SEİA kapsamına girmediği için asker rotasyonu ve malzeme taşıma için ana sevkiyat noktası olarak kullanımına izin verilmedi. GİZLİ KARARNAME İLE İNCİRLİK’TE TBMM DEVRE DIŞI ABD’nin İncirlik Üssü’nü kullanımı 2003’ten bugüne Bakanlar Kurulu’nun 23 Haziran 2003 tarihli 5755 sayılı kararı çerçevesinde düzenleniyor. İçeriği bir süre gizli tutulan ama 2004’te açıklanan kararname asker rotasyonu, teknik ve insani yardım kullanımı için TBMM’nin izninin alınmasının gerekli olmadığını düzenliyor. Bu kararnameyle ABD, Irak Savaşı süresince asker sevkiyatını İncirlik üzerinden gerçekleştirdi. Bir yıllık düzenlenen kararname 2004 sonrası açıklanmadı ama her yıl otomatik olarak uzatıldı. Darbeler, terör, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de Kürt Devleti-Koridoru ve PKK üzerinden okunacak olursa, İncirlik’in kullanımı ve varlığı, ABD ve Türkiye arasında gittikçe artan önemli bir gerilim ve kırılma noktası olacağı uzak bir tahmin değil…Çünkü İncirlik ABD için stratejiktir. ABD için stratejik olan ise, Türkiye için beka meselesidir. İNCİRLİK ÜSSÜ’NDE NELER VAR? İki adet askeri nakliye uçaklarının dahi inebileceği 3 bin metre boyunda pist… 5 bin askerin barınacağı yaşam alanları… Askerlerin aileleri de İncirlik’te kalabiliyor… Onlarca askeri uçağın korunacağı sert zeminden yapılan uçak hangarları… Askeri hastane… Amerikan conilerinin rahatı için kafeler, barlar ve yüzme havuzları... Bölgeyi dinleyebilecek askeri radarlar. U-2 casus uçakları dahil… 50’ye yakın son model savaş uçağı… Nakliye 15 /ugsamnews RAPOR uçakları, istihbarat uçakları… Hava ikmal uçakları… “Irak’ı bombalayan uçakların ve ‘Darbelerin yakıtı İncirlik’ten” manşetleri hafızalarımızda çok tazedir… İncirlik’te yaklaşık 1500 ABD askeri bulunuyor. Ailelerle birlikte İncirlik’in nüfusu 5 bini buluyor. Sabit filo bulunmuyor. İncirlik’te Hava kuvvetleri 39’uncu Kanat Komutanlığı görev yapıyor. İNCİRLİK’TEKİ NÜKLEER SİLAHLAR 2006’da, üzerinde patlayıcı madde yazılı tırların üsten çıkıp İskenderun Limanı’na, oradan Güney Kıbrıs’taki Agratour Üssü’ne oradan da Lübnan ve Filistin’e karşı kullanılmak üzere İsrail’e gittiği medyaya yansımıştı. Ulusal Kaynaklar Savunma Konseyi’nin Şubat 2005 tarihli Hans M.Kristensen tarafından düzenlenmiş raporda “Avrupa’daki Amerikan Nükleer Silahları” konulu raporuna göre, üste, yerleştirilmeleri 1998 yılında tamamlanmış 90 adet B-61tipi nükleer başlığın bulunduğunu biliyoruz.” deniyor. Kongre’ye bağlı Araştırma Servisi’nde görevli nükleer politika uzmanı Amy Woolf ise, “Toplamda Avrupa’nın çeşitli kentlerinde saklı 200 kadar B61 var.” demişti. 2010’da yayımlanan Wikileaks belgelerinde İncirlik’te Hiroşima’ya atılanların 21 katı etkili B-61 nükleer bomba bulunduğu belirtilmişti. İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Elazığ, Gaziantep, Adana, Bursa ve Kayseri’de canlı bombalara şahit olan Türkiye’nin nükleer toptan canlı bombasının adı da İncirlik demek… İNCİRLİK’İ TEK ERBAKAN KAPATTI HÜRRİYET: ERBAKAN, TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA YENİ DEVİR BAŞLATTI 1974 Kıbrıs harekâtı sonrasında ABD, NATO’dan müttefiki Türkiye’ye silah ambargosu koydu…Buna karşılık Türkiye ne mi yaptı? Tarihler 26 Temmuz 1975’i gösterdiğinde Hürriyet Gazetesi’nin manşeti gayet manidardı: Hükümete vekalet eden Milli Selamet Partisi Lideri ve Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’ın kararı ile başta İncirlik olmak üzere Türkiye’deki Amerikan üslerinin tamamına el konuldu…Hürriyet’in manşeti, “Üslere el koyduk!” olurken sürmanşet; “Ambargo kararının kalkmaması üzerine: Türk Dış Politikasında Yeni bir Devir Başlıyor” diyordu. Başyazıda ise “Türkiye için artık Amerika yok!”tu! Türkiye’nin İncirlik’in kullanımını askıya alma kararı, ambargonun kaldırılmasıyla ortadan kalkacaktı. SİYONİZMİN İNCİRLİK’TEKİ ÇEKİCİ Amerika, İncirlik ve Çekiç Güç’ün varlığı için hep “Masum” gerekçeler üretti. Bunlardan biri de 1991’deki 1. Körfez Savaşı yıllarında, bu günlerde devletleşme yolunda ilerleyen Kuzey Irak’ın, yani 36’ıncı Paralelin Kuzey’inin güvenliğini sağlamaktı. Kuzey’deki Kürtleri Saddam’dan korumak için merhamet timsali Amerika, Çekiç Güç askerlerini Türkiye’ye gönderdi...Bu gücün ismine de Huzur Harekatı(!) adını verdi. Çekiç Güç, 1991-1996 yılları arasında İncirlik ve Diyarbakır’da icra-i faaliyet eyledi…Yine o yıllarda terör şebekesi PKK’yı dağlardan desteklediği ise Genelkurmay belgelerinde ve Meclis kürsüsünde sık sık ifade edilecekti… RAKAMLARLA ÇEKİÇ GÜÇ 12 Temmuz 1991’den itibaren Türkiye’de konuşlanmasına izin verilen uluslararası güçteki toplam görevli sayısı 1862 kişiydi.. Çekiç Güç’ün askeri güç dağılımı da şöyleydi: ABD (1416), İngiltere (183), Fransa (139), Türkiye (74). İncirlik’te 1803, Pirinçlikte 49, Zaho’da 10 asker… Irak’ın kuzeyindeki Zaho’da da askeri karargâh bile oluşturuldu. UÇAKLARDAN PKK’YA SİLAH YARDIMLARI Bugünlerde PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG’yi “Kendi kara gücü” olarak ilan eden Amerika’nın 90’lardaki fedai gücü ise PKK idi. Lojistiği ise İncirlik’teki Çekiç Güç’ten olacaktı…Dağlarda barınan PKK’ya; silah ve mühimmat ile gıda malzemesi dolu paketleri havadan bölgeye atan Amerikan hava güçleri, PKK’yı her yönden desteklemişti. Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti oluşumu için gereken her şey yapılmıştı. ÇEKİÇ GÜÇ’ÜN ÖTEKİ İCRAATLARI Terör örgütüne verdiği desteği örtmeye çalışsa da, Çekiç Güç’ün Türkiye’nin egemenliğini ve güvenliğini hiçe sayan çeşitli davranışları, Türk subaylarının raporlarında şöyle sıralanır: •MCC Başkanı Albay Naab ve yerine gelen Albay Wilson, Kuzey Irak’ta Kürtlerin kendi yönetimlerini kurmaları için sürekli Kürt liderlerle görüştü. •Okul yapımı, kitap, doküman temini ve Kürtlerin kendi radyo ve televizyonlarını yapabilmeleri için malzeme, teçhizat sağladı. •Türk makamlarına haber vermeden Çekiç Güç helikopteriyle Irak tarafına yüksek güçlü telsiz götürdü. •Albay Naab ve Albay Wilson, Kuzey Irak’ta bir güvenlik sisteminin oluşturulması ve düzenli ordunun kurulması ve eğitimi için çaba harcadılar. 16 /ugsamnews RAPOR • ABD’ye ait F-111 uçağı, Mardin radarına elektronik karıştırma uyguladı. •36. paralelin güneyine dönüş yapan bir Irak uçağına ateş açılarak düşürüldü. •1993 Ocak ayında yaşanan kriz sırasında AWACS’larda görevli Türk temsilcisine görev dosyaları ve görev sonucu raporları verilmedi. 21. Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş: İncirlik kapatılmalı Şehirde ve kırsalda bir dönem alan hakimiyetini kaybettirdiği için PKK’nın kahvesine zehir koydurup öldürtmeye kalkıştığı, 21. Genelkurmay Başkanı ve dönemin partisi DYP Kilis Milletvekili Doğan Güreş ise, 1993 yılında, PKK’ya malzeme taşıdığı tespit edilen ABD helikopteri için “Vur emri” vermişti. “İncirlik’ten kalkan koalisyon uçakları arasında İngiliz uçakları var, ABD uçakları var. Biz de Kuzey Irak’ta PKK varlığını biliyoruz. Herkes PKK’yı destekliyor.” diyen Doğan Güreş Paşa; o dönemde İncirlik üssünden kalkan ABD uçaklarının mevzi kaybeden ve ağır hasara uğrayan PKK’lılara lojistik ve silah yardımı yaptığını açıklamıştı. “ABD’nin PKK’ya yardım ettiğini eskiden beri bildiklerini” açıklayan Güreş, İncirlik’in kapatılması gerektiğini söylemişti. EŞREF BİTLİS SUİKASTİ VE İNCİRLİK Kritik soru şudur: Dönemin Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis Paşa Neden Öldürüldü? Çekiç Güç’ün göründüğünden farklı hedefleri olduğunun, hem de oldukça “pis” ve “karanlık” hedefleri olduğunun bir başka göstergesi ise Çekiç Güç’e karşı çıkan bazı önemli isimlerin ilginç akıbetleridir…Ortak özellikleri Çekiç Güç’ün gitmesini istemek olan bu kişiler, nedense birbiri ardına “fail-i meçhul” cinayetlerin kurbanı oldular. Örneğin Hulusi Sayın ve İbrahim Selen. İkisi de korgeneraldi. İkisi de Güneydoğu’da Jandarma Bölge Asayiş Komutanıydı. Ve ikisi de öldürüldü. İki emekli korgeneralin ortak yönleri ise Çekiç Güç’e karşı çıkmalarıydı… Çekiç Güç’ün gitmesi gerektiğini düşünen ve sorunun çözümü yolunda çok önemli bir isim olan Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis ise, Suikastlar Yılı olan 1993’ün 17 Şubat’ında uçak kazası süsü verilen bir sabotajla şehit edildi. Bu vahim olaydan tam iki ay önce, 17 Aralık 1992’de, Eşref Bitlis’i taşıyan UH-60 helikopteri Kuzey Irak üzerinde Çekiç Güç’e bağlı iki F-15 tarafından taciz edilmiş, düşmekten zor kurtulmuştu… Türkiye’nin tam otuz yıldır gücünü tüketen ve 80 Milyonun Kardeş ve Yeniden Büyük Türkiye olmasının önündeki en büyük engel olan “Kürt Meselesini” çözmede katkı sağlayacak ender kişilerden biri olarak görülüyordu. Dahası, Eşref Paşa’nın çok güvendiği kişilerden ikisi, Paşa’nın Güneydoğu’daki özel kadrosunda yer alan iki istihbaratçı, Ahmet Cem Ersever ve Mustafa Deniz de fail-i meçhul cinayetlere kurban gitmişlerdi… Her MGK’da, “Çekiç Güç, PKK’nın hareket alanını genişletiyor, Derhal kontrol altına almalıyız” diyordu. Ama “Birileri” fazla ileri gittiğini düşünmüştü… İNCİRLİK KALMALI, ERBAKAN GİTMELİ 1991yılında yuvalanan Çekiç Güç’ün hesaplanan ömrü kısa oldu. 1995 seçimleri ile en büyük parti olan Refah Partisi bütün engellemelere rağmen 1996 yılında iktidar ortağı olarak hükümeti kurdu. Başbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan, göreve gelir gelmez ilk iş olarak Çekiç Güç’ün görev süresini sonlandırdı. Böylelikle Çekiç Güç’ün önemli bir bölümü ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Daha sonra ise Çekiç Güç Türkiye’de lekelenen adını Keşif Gücü olarak değiştirse de bu anlamda ciddi bir varlık gösteremedi. 1975’te İncirlik’i üç yıl kapatan, yüzde 21 gibi çok düşük bir oy ve koalisyonla iktidarda kalabildiği 1 yılda Çekiç Güç’ü “Halleden” Başbakan Erbakan’ın, bir tam dönem iktidarda kalsa İncirlik ve 17 /ugsamnews RAPOR bilumum Amerikan varlığını Türkiye’den söküp atacağı, Irak ve Suriye’nin işgaline de engel çıkaracağını Batı çok iyi görüyordu. O halde İncirlik kalmalı, Erbakan gitmeliydi…Öyle de oldu. Nitekim Refah-Yol’un kurulması ve Başbakan Erbakan’ın Çekiç Güç’ü bölgeden çıkarmasından sonra terörün fiili desteği kırıldığı için eylemlerin azaldığı gözlendi. 2003 YILINDA YENİDEN GÜNDEME GELDİ Adalet ve Kalkınma Partisi’nin pazarlıkları içinde geçen süreç sonunda, “ABD’ye Türkiye’den kuzey cephesi” sağlayacak olan “Tezkere” 1 Mart 2003 günü TBMM’yegetirildi. Ancak, o dönem Saadet Partisi ve Milli Görüş Lideri Erbakan’ın uyarıları kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Ve Erdoğan-Gül İktidarının Tezkeresi TBMM’den geçemedi… Bu aynı zamanda ABD-Türkiye ilişkilerinde de bugüne değin giderek açılan bir kırılma meydana getirdi. Hem Washington, hem de İktidar TSK’yı, “tezkerenin geçmesi konusunda gerekli liderliği yapamamakla” suçluyordu… Her şeye rağmen dönemin iktidarı, 20 Mart 2003 günü, TBMM’den ikinci bir tezkere çıkartarak, ABD’ye Türk hava sahasını açtı. Ve ABD de ikinci tezkereyle birlikte Irak’a saldırdı. 2003 Haziran ayından itibaren ABD’nin İncirliği Lojistik ve transit geçişler için kullanmasının hukuki dayanağının da 23 Haziran 2003 tarihinde imzalanan gizli bir bakanlar kurulu kararından kaynaklandığı zamanla ortaya çıkmıştı. (Dosya No: 2003/5755) Bu anlaşma her yıl Haziran ayında bir yıl uzatılıyor. Bu durumda İncirlik Üssü’nün bugüne kadar halktan gizli kararlar ile kullanıldığı açıkça görülüyor SURİYE OLAYLARI İLE ALAN GENİŞLETTİLER Türkiye, Çekiç Güç’ten sonra Fitne Üssü İncirlik’in de kapatılmasını beklerken, öte yandan yeni coniler için yeni yerler yapılıyor. TürkABD Ortak Savunma Tesisi olan İncirlik Hava Üssü’ndeki ABD’nin 39’uncu Taktik Grup Komutanlığı, Rusya’nın da Suriye’deki İŞİD hedeflerini vurmaya başladığı şu günlerde yoğun çalışmaya başladı. Birleşik Görev Gücü’nün konuşlanması için İncirlik Üssü’nde kurulan ve ‘Patriot Kasabası” adı verilen çadırkent projesi yenilenmiş durumda. Çadırkentte 2 bin 250 yabancı personel aynı anda kalabilecek. GUANTANAMO UÇAKLARI İNCİRLİK’TEN GEÇMİŞTİ 11 Eylül sonrası Bush ABD’sinin Afganistan ve Irak’tan topladığı suçsuz Müslümanları Guantanamou zindanlarına taşıyan askeri kargo uçaklarının İncirlik’e indiği de yıllar sonra ortaya çıkacaktı. Zulmün yakıtı da, bombası da İncirlik’tendi. AMERİKALI ASKERLERİN VUKUATLARI İncirlik’teki Amerikan askerlerinin adli vakaları da saymakla bitmiyor. Yoldan çevirip konuşacağınız her Adanalının söyleyecekleri aynı: İşte birkaç örnek: İncirlik Üssü’nde 17 Eylül 2005 yılında kafeden çıkıp otomobiliyle lojmanına dönen Hava Pilot Binbaşı Ferih Dinçer ile eşini, 5 ABD askeri çavuş yere yatırıp kelepçeledi. Köpekler ise üzerlerine saldırdı. Sonra ABD’li çavuş ülkesine gönderildi. Türk Binbaşı ise olay ört-bas edilmek istenince istifa edip bir özel havayolu şirketine geçti. Konuyla ilgili aranan ABD Büyükelçiliği’nin cevabı ise küstahçaydı: “Bu soruya Türk Genelkurmay’ı yanıt versin.” ÜSTE BULUNAN CAMİYE SALDIRDILAR, KUR’AN-I YAKTILAR Adana’daki İncirlik Üssü’nde 2013 yılbaşı gecesi ABD’li askerlerin 10’uncu Tanker Üs Komutanlığı’ndaki camiye girip, ahşap minberi parçaladıkları, camları kırdıkları ve Kuran’ı Kerim’leri yırttıkları iddiaları infial uyandırmıştı. Açıklama yapmak zorunda kalan TSK, Mescit’in camlarının kırıldığını doğrulamıştı. 1 Nisan 2006’da 19 ve 20’li yaşlardaki iki Türk genci ABD’li kız arkadaşlarını İncirlik Hava Üssü’ne götürürken ABD’li astsubay 24 yaşındaki George Lopez tarafından yumruklanarak dövülür. Türk gençler şikayetten vazgeçer, Lopez’e 10 ay hapis cezası verilip ertelenir. Amerikalı çavuş 20 yaşındaki Christopher Anthony Shumaker’in kullandığı otomobil, iki kişiyi taşıyan motosiklete çarptı. Hamile kadınla eşi öldü. Er Shumaker’i cezaevine girmekten ABD askeri yetkililerinin mahkemeye 18 /ugsamnews RAPOR verdiği taahhütname kurtardı. Shumaker ülkesine tayin edildi. Türkler öldüğüyle kaldı… Üstte öğretmen olarak bulunan Jonathan Smith’in Cemalpaşa Mahallesi’nde kiraladığı dairede Çağ Üniversitesi öğrencisi İlker Altuğ’un cesedi, boğazı kesilmiş halde bulundu… Üste görevli ABD’li astsubaylar Donald Graves ve Zachary; “Vatandaşlarınızıda ... edeyim, sendikanızı da ... ederim” şeklinde hakarette bulunarak Harb-İş Sendikası Adana Şube Başkanı Mustafa Acet’in astığı grev kararı duyurusunu yırttı… lerdeki üslerden havalanarak silahları ulaştırdığı biliniyor. Fırat Kalkanı Operasyonu ile bölgeye Türkiye’ye karşı da PYD ve DEAŞ birlikte harekete geçirildi. ABD üslerinden gönderilen silahlar ve mühimmat bu terör şebekeleri eliyle askerlerimizi şehit etmeye devam ediyor. KENDİ TOPRAKLARIMIZDA, KENDİ HALKIMIZA KÜFÜR Yenişehir’de oturan Mr. Morris adındaki Amerikalı uzman, kapısının önündeki motosikletinin çamurluğuna dokunan 11 yaşındaki Turhan adındaki çocuğu evinin penceresinden av tüfeği ile vurur. Yaralı çocuk hastaneye kaldırılır. Morris görevi başında olduğunu söylediğinden polisler dokunamaz. Amerikalı ceza bile almaz. Türk bayrağını yırtan Amerikalı Wilburd Martin “Bütün Türkler …. Çocuğudur.” diyerek hakaret eder.( 11.05.1964 ) 6.08.1966’da Diyarbakır’a 20 kilometre uzaktaki Pirinçlik hava alanında korumakla görevli Türk birliğinin başındaki subaya Amerikalı subay silah çeker. Birliğin başındaki Türk teğmenin adı Yılmaz Baysan’dır. Amerikalılar teğmeni silah zoruyla hapsederler. Türk birliğindeki diğer askerler silahlarını alarak komutanlarını kurtarır. Amerikalı SW, Topkapı Sarayı Bağdat Köşkünden sedef kakmalı takımları çalarken yakalanır. 1961’de gerçekleşen bu olayda SW ifadesinde; ülkemizi çok sevdiğini amacının hırsızlık değil Türkiye’den anı götürmek olduğunu söyler. Suriye iç savaşının başlamasından sonra İncirlik Üssü nasıl bir rol üstlendi. PYD’yi kendi kara gücü olarak tanımlayan ABD bu üsten ne tür yardımlar yaptı? 15 Temmuz sürecinde İncirlik üssü neden gündeme geldi ve soruşturma dosyasına neden ‘takipsizlik’ kararı verildi. PYD’YE SİLAH AKTARMAYA DEVAM EDİYOR BİR AYDA 13 KEZ SİLAH SEVKİYATI Tarihler 14 Aralık 2016’yı gösterdiğinde ABD’nin PYD’ye silah aktardığı bir kez daha ortaya çıktı. Son bir ayda ‘Aralık-2016’ silah yüklü V-22 tipi helikopterler ABD üslerinden havalanarak Suriye’nin iç bölgelerinde yer alan Aynel Arap’a silah taşıdı. Son sevkiyatta ise 7 adet helikopterle roketatar, tanksavar, otomatik piyade tüfekleri ile askeri mühimmat indirildi. Söz konusu PYD’ye silah aktaran ABD’nin bu helikopterleri yakın bölge- 15 TEMMUZ’UN YAKITI İNCİRLİK’TEN 15 Temmuz kanlı askeri darbe girişimini FETÖ üzerinden örgütleyen Amerika’ydı. İncirlik’ten takviye ve ikmal alan darbeci uçaklar; TBMM’yi, Cumhurbaşkanlığı’nı, Emniyet’i, Genelkurmay’ı, Türksat’ı, İstanbul Belediyesini, Havaalanını, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın araç ve oteli ile, Boğaz Köprüsü ve Ankara meydanlarında milleti şehit etmekten geri durmamıştı. İtfaiye araçlarıyla kapatıldığı için kalkamayan Malatya’daki TSK envanterinde bulunmayan bomba yüklü 8 kargo uçağı Kayseri’den değil, darbeye destek için İncirlik’ten kaydırılmıştı. Dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu’nun “Darbenin arkasında ABD var” sözleriyle de İncirlik’in darbe desteğini resmi kayıtlara geçirmişti. BAŞBAKAN YILDIRIM’DA İNCİRLİK’E DİKKAT ÇEKMİŞTİ Darbeden günler sonra İncirlik ismi kamuoyunun gündemini meşgul ederken Başbakan Binali Yıldırım’da İncirlik Üssü’ne dikkatleri çekmişti. Rus TASS ajansına yazdığı makalede Yıldırım, darbe girişiminin İncirlik’te koordine edildiğini şu sözlerle teyit etmişti: “Cuntaya katılan subaylar Gülen ağına üye olduklarını teyit etti. Ağın üyeleri Türkiye’nin yargı organlarına, okullarına ve üniversitelerine, ülkenin güneyinde bulunan ve darbenin koordine edildiği NATO’ya ait İncirlik’teki hava üssüne sızdı.” 15 Temmuz Darbe Girişimi ile ilgili ifadeler bununla da sınırla kalmadı. Washington Post Yazarı Davit Ignatius’ta makalesinde, 15 Temmuz’un İncirlik ayağını kaleme aldı. FETÖ-PKK üst düzey yetkililerinin İncirlik’te görüştüğünü aktaran Ignatius, İncirlik’in bu süreçte kullanıldığını itiraf etmekten kaçınmadı… 19 /ugsamnews RAPOR hinde bölgede bulunan birliklerde inceleme ve denetlemelerde bulunmak üzere Adana’daydı. Orgeneral AKAR ilk olarak 10’uncu Tanker Üs Komutanlığı/ İncirlik’te incelemelerde bulundu. Daha sonra ABD personelinin Noel’ini kutlamak için İncirlik’te bulunan ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Joseph Dunford ile de bir görüşme gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Amerikalılarla işbirliği yapan, sığınma isteyen Türk komutan Van, tutuklandı. İncirlik’in darbeci olduğunu devletin bakanları söyledi. ERBAKAN: ÇEKİÇ GÜÇ İŞGAL KUVVETİDİR, İKİNCİ SEVR’DİR. DERHAL GÖNDERİLSİN İNCİRLİK DOSYASINA YETKİSİZLİK KARARI 15 Temmuz Darbe Girişimindeki rolü ortada olan İncirlik ile ilgili gelişmeler ise dikkat çekti. Adana Cumhuriyet Başsavcılığı’nın İncirlik’te darbeye destek verenlere ilişkin yürüttüğü soruşturma dosyasına ise yetkisizlik kararı verildi. İncirlik’te darbe girişimiyle ilgili sürecin planlayıcılarından olduğu iddia edilen Bekir Ercan Van ile onun talimatları doğrultusunda Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, TBMM ve Özel Harekat Daire Başkanlığını bombalayan savaş uçaklarına havada tanker uçakları ile yakıt ikmalinde bulundukları belirlenen filo komutanı ve pilotların da bulunduğu 20 askerle ilgili soruşturmada yetkisizlik kararı verildi.Yetkisizlik kararıyla, onlarca ek klasörden oluşan soruşturma dosyası, darbe girişimine katılan Hava Kuvvetleri Komutanlığında görevli generaller ve subaylarla ilgili ana soruşturmanın yürütüldüğü Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmişti. ALMANYA’DA İNCİRLİK’E GELİYOR 2016 yılının başında Almanya’da İncirlik’e gözünü dikmeye başladı. Daha önce yaklaşık 250 askeri ile üste bulunan Almanya, İncirlik’te kendisine ait bir bölüm istedi. Haziran ayının ortalarında her iki ülke arasında varılan ‘Teknik Düzenleme’ adlı mutabakat neticesinde Almanya Tornado tipi keşif uçağı ile yakıt ikmal uçağı bulundurmaya başladı. ABD GENELKURMAY’I DA İNCİRLİK’E GELDİ Bu süreçte gizli bir görüşmenin yaşandığı bir iki gün sonra ortaya çıktı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, beraberinde Kara Kuvvetleri Komutanıyla birlikte 05 Aralık 2016 tari- Milli Görüş Lideri ve Refah Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan, 1994 yılında Çekiç Güç’e karşı TBMM’den haykıran tek liderdir. Çekiç Güç bu ülkede durdukça siz ne bağımsızlıktan bahsedebilirsiniz. Ne bu ülkede milli bir menfaati koruyabilirsiniz. Bu bizim bütün haysiyetimizi kıran bir güçtür. Şahsiyetli politikanın ilk yapacağı iş, bu gücü geldiği yere göndermektir.” ERBAKAN: ÇEKİÇ GÜÇ’TE YAHUDİ ASKERLER VAR Terör örgütü ile Çekiç Güç, dolayısıyla ABD arasındaki ilişkiden söz ederken, acaba İsrail’in “Kürt bağlantısı” PKK’ya , hatta Çekiç Güç’e kadar uzanıyor muydu? Turan Yavuz’un, “ABD’nin Kürt Kartı” kitabında anlattığına göre; Washington’daki Türk Büyükelçiliğini arayan dönemin ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, karşısındaki Türk diplomata küstahça bir öneri getirmişti. NİÇİN ERBAKAN’I, 10 BİN METREDEN ATMAK İSTEDİLER? “Çekiç Güç”e dahil bir çok Amerikalı asker var. Sayın Erbakan’a söyleyin, Çekiç Güç’e bağlı bütün askerlerimizi incelesin. İçlerinde Musevi asıllı tek bir asker bulursa, biz o askeri bir helikoptere bindireceğiz ve 10 bin metreden aşağıya atacağız. Ancak Çekiç Güç’e bağlı Amerikalı askerler arasında Musevi asıllı bulamazsa, o zaman kendilerini bir helikoptere koyacağız ve 10 bin metre aşağıya atacağız!” Ellerinden gelse atacaklardı da.. Erbakan’ın suçu, PKK terörünün hamisinin, İsrail olduğunu ifşa etmesiydi.. UGSAM / DERLEME İNCİRLİK ÜSSÜ 20 /ugsamnews RAPOR KIBRIS KIBRIS ADASI NEDEN STRATEJİK OLARAK ÖNEMLİ? B ir uçak gemisi düşünün dünyanın en büyüğü olsun. Üzerine onlarca değil, gerekirse yüzlerce, binlerce uçak yerleştirilebilsin. Birkaç yüz asker değil, on binlercesi bir anda bu gemide olsun. Başta taze gıda olmak üzere, iğneden ipliğe ihtiyaç duyulabilecek birçok şey on yıllarca karaya çıkılmadan yine bu geminin sunduğu imkânlarla karşılanabilsin. Üstelik herhangi bir saldırı ile batırılma, denizin dibini boylama gibi bir korkunuz da olmasın. Yani, dünyanın en büyük, konforlu, güvenli, sağlam ve ekonomik uçak gemisi olsun. Ve siz bu uçak gemisiyle Cebelitarık, Boğazlar (İstanbul-Çanakkale) ve Süveyş “Su Yolları Üçgeni” üzerinden dünyanın en stratejik geçiş noktalarını kontrol edebilme, Akdeniz-Karadeniz-Hazar-Basra-Kızıldeniz Beşgen Havzası’na en az maliyetle, her an çok daha etkin güç projeksiyonu yapabilme imkân ve inisiyatifine sahip olun. Üstelik bu uçak gemisine sahip olma, size bölgedeki enerji güvenliği ve çevreleme politikalarında da iktisadi-ticari çıkarlarınızı her an savunabilecek birer sabit askeri ve ticari üs boyutlarıyla da büyük bir avantaj sağlasın. Sanırım dünyanın en büyük uçak gemisinin doğudan batıya doğru birer mızrak ucu gibi uzanan ve Avrasya merkezli “Yeni Büyük Oyun”da önemi her geçen gün daha da artan Kıbrıs adası olduğunu anlamışsınızdır. Anlamışsınızdır diye özellikle belirtiyorum çünkü bu uçak gemisinin öneminin halen farkında olmayan ve AB aşkına Kıbrıs’ı feda etmeye hazırlanan önemli bir kesim vardır. Rahmetli Erbakan Hoca’nın, Kıbrıs bütünüyle elimizden çıkmak üzereyken 1974 şanlı Barış Harekâtıyla Kuzey Kıbrıs’ı kurtarma çabalarının asıl nedeni, Siyonist-emperyalist ve işbirlikçilerinin niye bu denli rahatsız ettiği şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Kıbrıs tarih boyu uygarlıklar için büyük önem arz etmiştir. Bu kadar öneme sahip bu stratejik ada elbette en çok bizim için önemlidir. Oysa adanın jeopolitiğinde çok hızlı bir değişim yaşanmaktadır. Bu değişimi görenler, “Uzaktaki Yakın Çevreler Politikası” anlayışı çerçevesinde bölgeye değişik gerekçeleri göstererek yerleşmeye başlamış durumdalar. Örneğin, düne kadar bölgede Türkiye ve Yunanistan ikilisi arasında ön plana çıkan, ABD’nin ise doğrudan müdahil olmaktan çekindiği Kıbrıs sorununda bugün Avrupa Birliği (AB), Rusya, İsrail, Çin ve hatta Suriye-Lübnan boyutuyla İran’ın da “ben varım” dediği yeni bir mücadeleyle karşı karşıyayız. ABD’nin BOP ile tek başına uygulamada karşı karşıya kaldığı sıkıntılar sonucu ortaya çıkan güç zafiyeti ve bunun bölgede yol açtığı güç boşluğunu doldurma girişimleri yatıyor. Doğu Akdeniz’de keşfedilen hidrokarbon kaynakları, enerji güzergâhlarının güvenliği, su, Suriye’de dip yapan Arap Baharı ve bunun yol açtığı çok boyutlu güvenlik sorunları, AB’nin Annan’ı telafi girişimleri ve Büyük İsrail Projesi’ni de göz önünde bulundurmak lazımdır. Bu değişim ve girişimleri görmemek gaflet, önem vermemek hıyanet sayılır. Kıbrıs Doğu Akdeniz siyaseti içi hayati öneme sahiptir . Türkiye açısından bakıldığında, “Kıbrıs Gemisi”nin ciddi anlamda su almaya başladığı anlaşılacaktır. Arka planda büyük ölçüde ABD’nin destek verdiği AB’nin Kıbrıs’a yönelik yumuşak güç politikası büyük ölçüde etkisini göstermeye başlamıştır. AB’nin Kıbrıs sorununu “siyaseten çözüm” adı altında başlattığı Türkiye’yi adadan “AB’ye üyelik vaadiyle” sıfırlamaya çalıştığı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin adadan tamamen ya da büyük ölçüde çekilmesini amaçladığı, bu kapsamda Kıbrıs Türklerine yönelik “duygusal kopuş” hedefli “Kılcal Damarlar Operasyonu” ile de Türkiye ile KKTC arasında derin bariyerler oluşturmaya başladığı politikada emperyalistler çok önemli mesafeler almış durumdadır. Bu bağlamda Kıbrıs her yönüyle önemini daha da artırarak önümüzde durmaktadır. Kıbrıs’ın önemini anlamak için bazı hususların tekrar iyi incelenmesi ve hatırlanması önem arz etmektedir. Kısa Tarihçe Osmanlı İmparatorluğu’nun 1571 yılında fethettiği Kıbrıs adası 307 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalmış, 1878 yılında hükümranlık hakkı Osmanlı İmparatorluğunda kalması şartıyla İngiltere’ye devredilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere’nin ayrı saflarda yer almasının da bir sonucu olarak, İngiltere 1914’te tek taraflı bir kararla adayı ilhak etmiştir. Türkiye ada üzerindeki İngiliz egemenliğini Lozan Antlaşması’yla 1923’te tanımıştır. Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını ve tamamen bir Elên adası olmasını isteyen (ENOSİS) Rumların 1950’li yıllarda başlattığı kanlı mücadele sonucunda, Türkler de adanın Yunanistan ve Türkiye arasında paylaşılması esasına dayanan “Taksim” tezini savunmuştur. İngiltere bazı özel şartlarla adanın yönetimini Kıbrıslılara bıraktı. NATO içerisinde bir çatlak istemeyen ABD ile İngiltere’nin destekleriyle 1959 yılında İsviçre’nin Zürih kentinde 21 /ugsamnews RAPOR ve Kıbrıs gemisi sağlama alınmıştır. Kıbrıs Türk halkının varlığı da güvence altına alınmıştır. Türk Barış Harekâtı aynı zamanda Yunanistan’da cunta idaresinin de sonu olmuştur. Kıbrıs Barış Harekâtı aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti döneminde kazanılmış tek toprak parçasıdır. Sadece Barış Harekâtı başlı başına stratejik derinlik açısından irdelenmesi gereken tarihimizin yarım kalmış en başarılı atağıdır. Türk ve Yunan dışişleri bakanları Kıbrıs devletini oluşturacak anlaşmaları imzaladıktan sonra İngiltere, Türkiye ve Yunanistan başbakanları ile adanın iki toplumunun lideri Başpiskopos Makarios ile Dr. Fazıl Küçük ‘ün Londra’da imzaladıkları antlaşmalarla Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temellerini attılar. Sonuçta ne “ENOSİS” ne de “Taksim”i öngören İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın garantörlüğünü üstlendiği, egemenliği sınırlandırılmış bir Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu (1960). Barış harekâtının adı bile buradaki asıl niyeti ortaya koymaktadır. Bu süreçle birlikte ada ikiye bölünmüştür. Barış Hârekatı sonrasında 1975 nüfus mübadelesi anlaşmasıyla Kuzey’den Güney’e tahminen 120.000 Rum, Güney’den Kuzey’e de 65.000 Türk geçmiş, böylece nüfus bakımından homojen iki kesim meydana gelmiştir. Bu iki kesim, 180 km boyunca uzanan ve genişliği 5 metre ile 7 km. arasında değişen bir “ara bölge” ile birbirinden ayrılmıştır. Bugün Kuzey Kıbrıs’ın yaklaşık 300.000 kişilik nüfusuna karşı, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde 1.000.000 civarında Rum yaşamaktadır. 1974 yılında adada oluşan yeni fiili durumda iki kesimlilik ortaya çıkmış oldu. KKTC’ nin 1983 1959 ve 1960 antlaşmalarının belirgin en yılında resmen kurulması, Yunanistan’ın 1981 önemli özelliği Rumlar ile Türkler arasında kurmuş yılında Avrupa Topluluğu’na üyeliği, Türkiye-Avruolduğu dengedir. Bu dengeye göre Türk halkı Rumlarla birlikte Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit bir ortağıdır pa Birliği ilişkileri çerçevesinde Kıbrıs sorunu ve ve Kıbrıs’ta iki toplumluluk sağlanmıştır. Ancak yerel Annan Planı gibi günümüze kadar gelen bir süreç de ortaya çıkmış oldu. yönetim ile ilgili olan konularda çıkan anlaşmazlıklar ve bunun sonucunda Türklerin elde ettikleri Kıbrıs Adası’nın Stratejik Önemi Kıbrıs adası hakların anayasayı işlemez hale getirdiğini iddia tarih boyunca hep önemli bir ada olmuştur. Güney eden Makarios’un, Türkleri eşit ortaklıktan “azınlık” Anadolu ile Mezopotamya’ya geniş açı ile hâkim statüsüne indirmeyi amaçlayan 13 maddelik değişikdurumda olan, Orta Doğu’ya açılmak ve oraları lik önerisinin Türkler tarafından reddedilmesinden kontrol etmek isteyen devletler için vazgeçilmez sonra, Rumların 1963’ten itibaren silaha sarılarak bir üs olarak görülmüştür. Bu özelliği ile hem bölge Türkler üzerinde kanlı oyunlar oynamaya kalkmasıyla Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran dengeler alt üst devletlerinin hem de bölge-dışı devletlerinin her zaman ilgisini çekmiştir. Çıkartılan bir miktar bakır olmuştur ve anayasal sistem Rumların sorumsuzca davranışları sonucunda çökmüştür. Rum kesiminde cevheri dışında önemli bir zenginliği bulunmayan adanın değerini belirleyen asıl özellik, ticaret yollarımeclis her sene başpapaz ile açılır, laik değillerdir. na ve stratejik bölgelere olan yakınlığıdır. Bu önemi nedeniyle milattan önce 450 yılında Mısırlılar ilk kez 1963-1974 yılları arasındaki dönem Türk adayı işgal etmişler daha sonraki yıllarda da ada toplumu, ana yasal haklarını kullanamadan yaşadı sırasıyla; Fenikeliler, Yunanlılar, Mısırlılar, Makedve tecrit edilmiş bir şekilde ve de terör örgütü onyalılar, Romalılar, Bizanslılar ve Cenovalıların EOKA-B’nin katliamlarına maruz kaldı. 1974 yılında işgaline uğramıştır. 1489 yılında Venediklilerin eline ENOSİS’e ihanet ettiği gerekçesiyle Yunanistan’dageçen ada o yıllarda itibaren Akdeniz’in en büyük ki cuntanın da desteklediği bir darbeyle Rumlar korsan yönetimine ev sahipliği yapmıştır. Makarios’u yıktılar. 1959-1960 antlaşmalarında belirtilen garantörlük haklarını kullanan Prof.Dr Necmettin Erbakan’ın başbakan yardımcılığında, başbakana vekalet ediyorken Türkiye, adadaki Türklerin güvenliğini de dikkate alarak 20 Temmuz 1974 günü Barış Hârekatını başlatmıştır. Böylece Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı önlenmiş 22 /ugsamnews F RAPOR atih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u fethetmesi, buradan başlayarak sınırlarını 3 kıtaya genişletmesi, daha sonra Akdeniz’de Kıbrıs, Girit, Rodos gibi stratejik önem taşıyan adaları fethetmesi, Akdeniz’de deniz hâkimiyeti kurmayı hedefleyen, bilinçli bir jeopolitik düşüncedir. “Deniz Hâkimiyet Teorisini” ortaya koyan Mahan, İngiltere’nin Asya ve Avrupa’daki konumundan etkilenerek, “Denizlere hâkim olan, Dünyaya hâkim olur” tezini ortaya sürmüştü. Ayrıca uluslararası gücün en büyük göstergelerinden biri olarak deniz donanma gücünü olduğunu söylemiştir. İşte bu teoriden yola çıkarak Kıbrıs Adasına baktığımızda, Karadeniz’den gelen, İstanbul Boğazı, Marmara, Çanakkale Boğazı yoluyla Akdeniz’e ulaşan, Akdeniz’den Süveyş Kanalına yoluyla, Kızıldeniz’e oradan da Hint Okyanusu’na açılan, Akdeniz’den Fırat ve Dicle nehirlerinin vadisini takiben Basra Körfezi’ne inen stratejik yollar üzerinde bulunmasından dolayı Kıbrıs, jeo-stratejik öneme sahiptir. Ayrıca Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarını birleştiren jeopolitik bir konuma sahip olmasıyla da, Avrupa için önemli bir deniz olarak kabul edilmektedir. Uluslararası bir suyolu olan Akdeniz, Atlas ve Hint Okyanusu’ndan, Avrupa’nın iç kısımlarına ulaşan tek deniz yolu olma özelliği ile önemlidir. Bu özelliğinden dolayı Akdeniz, yüzyıllarca “ticaret ve deniz ulaşımı” yollarının bir kesişme noktası olmuştur. Akdeniz, Cebel-i Tarık Boğazı ile Atlas Okyanusu’na, Süveyş Kanalı ile Kızıldeniz’e ve oradan da Hint Okyanusu’na açılır. Çanakkale ve İstanbul Boğazları da, Akdeniz’i Karadeniz’e bağlar. Akdeniz, Afrika’nın kuzey ucu ile Sicilya Adası arasında dar bir boğazla birbirine bağlanan; Doğu Akdeniz ve Batı Akdeniz olmak üzere iki geniş havzadan oluşmaktadır. Kısaca Kıbrıs, Akdeniz’den Süveyş Kanalı yoluyla Kızıldeniz’e oradan da Hint Okyanusu’na açılan, Akdeniz’den Fırat ve Dicle nehirlerinin vadisini takiben Basra Körfezi’ne inen stratejik yollar üzerinde bulunmasında dolayı jeopolitik açıdan paha biçilemeyecek kadar değerli bir ada konumundadır. Bu bakımdan Kıbrıs, geçmişten günümüze kadar bu bölgede nüfuz sahibi olmak isteyen ve adı geçen stratejik noktaları geçirerek Akdeniz’de egemenlik kurmayı amaçlayan güçlerin odak noktasını oluşturmuş ve güç mücadelelerine sahne olmuştur. Bugün de aynı özelliği artırarak korumaktadır. Çarlık Rusya’sı ile Osmanlı İmparatorluğu arasında geçen savaşta, Osmanlı Devleti’ne yardımda bulunmak amacıyla Kıbrıs’ın idaresini geçici olarak Osmanlı Devleti’nden devralan İngiltere; uzun yıllardır Kıbrıs, Malta ve Cebel-i Tarık’taki varlığıyla Akdeniz’de hep üstün konumda bulunmuş, Orta Doğu’daki çıkarlarını kontrol altında tutmuş, Hindistan’dan gelip, Akdeniz’den geçerek İngiltere’ye uzanan ticaret yolunu açık tutmuştur. Zürih ve Londra antlaşmalarında Kıbrıs’ın güneyinde toplam yüzölçümü 98 mil kare olan Dikelya ile Akrotriri üslerini elinde bulundurmuştur. Bu üsler hala İngiltere’ye aittir. İngiltere ülke dışındaki üslerini kapatmış olsa da buradaki varlığını hala korumaktadır. Kıbrıs Adası Akdeniz’in doğusunda en az 270 derecelik açıyla Orta Doğu’ya ve 360 derecelik bir açıyla da Kuzey Afrika’ya hâkim bir duruma sahiptir. Diğer yandan Kıbrıs’ın kuzey kıyısı, Türkiye’nin tüm Akdeniz sahilinin kontrolüne imkân sağlamaktadır. Orta Doğu’da etkili bir konuma gelmenin bir yolu da Kıbrıs adasının stratejik amaçlı kullanılmasıdır. Bu nedenle İngiltere dünyadaki kendi yönetimindeki ve denetimindeki birçok üssü kapatmasına rağmen Kıbrıs’taki üslerine büyük önem vermektedir. Çünkü Kıbrıs adası gerektiğinde askeri bir yığınak bölgesi, hava kuvvetleri için mükemmel bir üs, insanlı ve insansız istihbarat ve karşı istihbarat faaliyetleri için çok önemli fırsatlar sağlamaktadır. Kıbrıs adası tarihi boyunca Orta Doğu’ya açılmak isteyen devletler için hep önem teşkil etmiş ve vazgeçilmez stratejik ve ticari bir üs olarak görülmüştür. Adaya hâkim olan güç, her daim Türkiye’den Mısır’a, Lübnan’dan İran’a kadar olan bölgeyi kontrol etmiş, Türkiye üzerinden Orta Doğu’ya açılamayan güçler; Kıbrıs adasını amaçları için kullanmışlardır. Sicilya ve Sardunya’dan sonra Akdeniz’in üçüncü büyük adası olan Kıbrıs’ın en yakın komşusu Türkiye’dir. 23 /ugsamnews RAPOR Kıbrıs, Güney Anadolu sahillerinden sadece 70 km, Suriye’den 100 km, Mısır’dan 400 km ve Yunanistan’dan ise 800 km uzaklıktadır. Kıbrıs adasının Türkiye, Kıbrıs Türkleri ve dolayısıyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (K.K.T.C) açısından öneminden bahsetmek gerekirse; Yunanlı Tarihçi Dr. Achille Emiliyanidis adada yaşayan insanlar hakkında “Kıbrıs’ın ilk halkı kuvvetli bir ihtimalle Anadolu kıyılarında gelip adaya yerleşmiştir. Bunlar âdet ve davranışlarını da beraberlerinde getirmişlerdir.” demektedir. Kıbrıs, kesintisiz olarak 307 yıl Türkler’in hâkimiyeti altında kalmıştır. Adada yaşayan değişik kökenli halka, 1517’den sonra Türk halkı da katılmıştır. Kıbrıs tarihi boyunca birçok uygarlık ve medeniyete ev sahipliği yapmış, hiçbir dönemde bir ulusun veya bir devletin, sadece kendi dininden veya ırkından olanlara yaşama hakkı tanıdığı bir ada olmamıştır. Bunun her denenmesi sırasında adada büyük sıkıntılarla karşılaşılmış, büyük çalkantılara neden olmuştur. Dolayısıyla bugün Kıbrıs’ın, üzerinde tek bir millet varmış gibi gösterilmesi, bu tarihi gerçekleri üssünü kapatılması anlamına gelmektedir. Eğer konu Türkiye’nin kontrol altına alınması ve Orta Doğu’nun Batı’ya açılımının Kıbrıs üzerinden kontrol altına alınmak istenmesi ise, bunun ne Türkiye ne de Kıbrıs Türkleri tarafından kabul edilemeyeceğinin anlaşılmış olması gerekmektedir. Ege denizi olduğu gibi, Kıbrıs adası da, Türkiye’nin güvenliği açısından son derece önem taşıyan bir yere sahiptir. Yakın gelecekte Kıbrıs ile Türkiye’nin önemi daha da artacak iken ve dünya siyasetinin temel yörüngesine enerji ve su politikaları oturacak iken Kıbrıs’a gerekli önem verilmemektedir. Türkiye, Orta Doğu bölgesindeki en verimli ve kullanılabilir su kaynaklarına sahiptir. Fırat nehri üzerinde kurulan bir dizi barajdan elde edilen hidroelektrik enerjisi, Türkiye genelinde ve bu bölgeden kurulmakta olan endüstri için hayati bir önem taşımaktadır. Ayrıca Türkiye’de petrol üreten kuyuların tamamı bu bölgeden bulunmaktadır. Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattından geçmektedir. 2006 yılında tamamlanan Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattıyla beraber diğer doğalgaz ve petrol boru hatlarının İskenderun körfezine kadar uzanması, bölgenin ve Kıbrıs’ın stratejik önemini bir kat daha artırmaktadır. Enerjinin ve endüstri ürünlerinin dünya pazarlarına İskenderun ve Mersin limanlarından ihraç edileceği dikkate alındığında, İskenderun körfezi yakın bir gelecekte bir enerji terminali ve bir ticaret üssü durumuna gelebilecektir. 1960 yıllardan sonra Kıbrıs, Türk dış politikasından temel ekseninde odak haline gelmiştir. Türk dış politikası Kıbrıs etrafında şekillenmiş ve diğer alanlardaki faaliyetler bu politika doğrultusunda şekillenmiştir. Kıbrıs sorunundan ortaya çıkan veya bu politikanın getirdiği sonuçlardan meydana gelen faaliyet dalları; Amerika, Sovyet Rusya, Yunanistan ve Orta Doğu ile ilişkilerimizi belirlemiştir. Bu da çok normaldir. Çünkü Kıbrıs, Türkiye için hayati öneme sahip milli bir değerdir. Ve realist teori açıdan bakarsak bir dış politika her şeyden önce milli çıkar ekseninde olmalıdır. Milli çıkar eksenli politikadan bahsetmek gerekirse burada Türkiye’nin belirlediği iki ana politika vardır. Birincisi Türkiye’nin güvenliği, milli çıkarı açısından Kıbrıs adasının taşıdığı stratejik önemdir. Çünkü Türkiye’nin güvenliği, Kıbrıs’ın başka bir gücün elinde bulunması, Türkiye’nin güneyden kuşatılması anlamına geleceğinden, adanın hâkimiyetinin ya Türkiye’nin elinde olması ya da başka bir güç tarafından tehdit unsuru sağlamayacak şekilde bir statüde olması gerekmektedir. Doğu Akdeniz’de hareket serbestliği Kıbrıs’ın güvenilir olmasına bağlıdır. İkinci nokta ise; Kıbrıs adasında yaşayan Kıbrıs Türk halkının, Kıbrıs’taki varlığı, geleceği ve güvenliği, bağımsız, egemen ve insan haklarının en üst düzeyde korunduğu bir halk olarak korunmasını sağlamaktır. Türkiye bu iki unsur çerçevesinde politikalarını belirlemelidir, daha önce Kıbrıs’ın geleceğini 1959 ve 1960 antlaşmalarıyla belirlemeye çalışmıştır. Son zamanlarda ki en büyük sorun ise, gerek Türkiye’nin gerekse Kıbrıs’ın AB ile olan ilişkilerinden kaynaklanmaktadır. 1999 Helsinki zirvesinde Türkiye, Avrupa Birliği’ne aday ülke olarak kabul edilirken önüne konan şartlardan bir tanesi de Kıbrıs konusunun dört yıl içinde bir çözüme kavuşturulması isteğidir. AB Kıbrıs sorunun çözümünde Türkiye’yi tek taraflı olarak yükümlülük altına sokmakta, Yunanistan’ı serbest bırakmak suretiyle Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni zorlamakta ve bütün çözümsüzlük 24 /ugsamnews RAPOR yolları tamamen bu iki ülkeden kaynaklanıyormuş gibi muamele uygulamaktadır. Kıbrıs konusunun kesin bir çözüm getirilmeden Rum kesiminin AB’ye alınması da, Kıbrıs’taki iki halkı, Türkiye’yi, Yunanistan’ı ve AB’yi genel olarak bölgedeki barış ve istikrarı etkileyecek krize neden olabilecektir. Ayrıca Rum kesiminin AB’ye alınması karşılıklı çözüm sürecini yavaşlatmaktadır. AB, Kıbrıs’ta jeopolitik çıkar sağlamak için, 1960 yılından günümüze kadar meydana gelen olayları ve adadaki mevcut “de facto” durumu hiç olmamış gibi kabul ederek, Kıbrıs sorununa kalıcı ve tarafları tatmin eden bir çözüm bulmadan, Rum kesimini adanın tamamını temsil ettiğini öne sürerek üyeliğe kabul etmesi, Türkiye’nin ada üzerindeki konumunu uluslararası hukuk açısından etkilemiş, ada üzerindeki hak ve iddialarını yok saymıştır. Bu durumda AB, Doğu Akdeniz’de, Türkiye ile Yunanistan arasında zaten 1981 yılında Yunanistan lehine bozulmuş olan dengeleri daha da bozmuş karşılıklı ilişkilerle çözüm yolunu daha da zor hale getirmiştir. Kıbrıs sorununun çözümünde tarafların temel pozisyonlarını neler olduğunu bir kez daha bakalım: Kıbrıslı Türkler nasıl bir çözüm istemektedir? Daha öncede bahsettiğimiz gibi Kıbrıs Türk halkı öncelikle can ve mal güvenliklerinin sağlanmasını istemektedir. Bu, ancak Türkiye’nin etkin ve fiili güvencesiyle sağlanabilecektir. Ayrıca Kıbrıs Türkler’i kendi bölgelerinde özerk yönetime sahip olmayı ve oluşturulacak birleşik devlette, çoğunluğun isteğine boyun eğmeksizin, azınlık statüsünü kesinlikle kabul etmemektedir. Kıbrıslı Rumlar, Kuzeye özgürce geçebilmeyi ve Kıbrıs Türk bölgesinde özgürce, hiçbir kısıtlama olmadan, yerleşebilmeyi ve mal-mülk edinebilmeyi istemektedir. Ayrıca kendi hükümet yapılarını oluştururken, Kıbrıs Türk kesiminin vetosu olmaksızın özgürce kararlar almak istemektedir. Türkiye, adadaki Türk nüfusunun uzun vadeli güvenliğini güvence altına almayı istemekte ve varılacak çözümde, Kıbrıs Türk toplumuna Kıbrıslı Rumların egemenliği altındaki bir azınlık statüsünün verilmesini kesinlikle reddetmektedir. Ayrıca Avrupa Birliği’nin Kıbrıs üzerindeki stratejik amaçları olması ve Türk ve Rum arasındaki anlaşmaya bakmadan Kıbrıs’ı bir bütün olarak görüp AB’ye alması, öte yandan NATO’nun ittifak üyeleri olan Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkileri siyasal açıdan en çok zedeleyebilecek ve böylelikle, İttifak’ın güneydoğu kanadında sürekli bir istikrarsızlık durumu yaratabileceği endişesi olması Kıbrıs konusunun sadece Türk-Yunan sorunu değil uluslararası bir sorun olduğunu ve adanın bir satranç tahtası haline geldiği bir gerçektir. AVRUPA İÇİN KIBRIS’IN ÖNEMİ Kıbrıs’ın AB için emperyal hedeflere ulaşmak amacıyla büyük değerler taşıdığı bir gerçektir. Öncelikle AB için coğrafyasını daha da genişletmek imkânı doğmuştur. İkinci olarak ise, Orta Doğu’daki karlı arz talep ilişkisi AB için Kıbrıs’ın cazibe merkezi hale gelmesine neden olmuştur. Büyük çapta sanayileşmiş olan AB, ihtiyaç duyduğun petrolün yüzde 80’e yakın bir kısmını Orta Doğu’dan temin etmekte ve bu petrolün neredeyse tamamı Avrupa’ya Akdeniz üzerinden gelmektedir. Dünyada petrol rezervlerinin giderek azaldığı, petrolün arz ve talebi arasında kurulan hassas dengenin 21.yüzyılda daha da önemli bir noktaya geleceği düşünülürse; Akdeniz ile Orta Doğu’nun AB için taşıdığı jeopolitik ve jeostratejik önem kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu konuda dengeyi bozacak küçük bir müdahale, petrol pazarının alt üst edecektir. Böyle bir durum, AB’yi bir bütün olarak ve AB üyesi ülkeleri teker teker olumsuz yönde etkileyecek ve büyük kayıplara neden olabilecektir. Dünya düzeninde büyük bir güç merkezi olarak yer almak isteyen AB’nin, Akdeniz ve Ege Denizinde bir deniz hâkimiyeti kurma amacına yönelik politika izlemesi, büyüme ve genişleme stratejisinin bir gereğidir. AB’nin bu hedefini gerçekleştirebilmesi, ancak bu denizlerde başta Kıbrıs olmak üzere, Cebel-i Tarık Boğazı, Malta ve Girit gibi adaların kontrolünü alabilmesinden geçmektedir. Avrupa Birliği bahsettiğimiz gibi Akdeniz’de kuracağı bir deniz hâkimiyeti ve Orta Doğu’da sahip olacağı nüfuzu ölçüsünde 21.yüzyıl dünyasında etkili olabilecektir. AB, bu amaçla halen elinde sayılan Girit ve Malta adalarıyla Cebel-i Tarık Boğazı’na ek olarak, Doğu Akdeniz’deki stratejik noktaları kontrol altında tutan Kıbrıs’ı çözülmemiş sorunlara rağmen Avrupa Birliği’ne alarak Avrupa Birliği için ne kadar önemli olduğunu gözler önüne sermiştir. AB, Akdeniz’e hâkim olmadan dünya sahnesine süper güç olarak çıkmasının çok zor olduğunu bilmekte ve bu anlayış çerçevesinde hareket etmektedir. Daha 25 /ugsamnews RAPOR önce de bahsettiğimiz “Deniz Hâkimiyet Teorisi” ekseninde politikalarını belirleyen AB, Akdeniz’deki üstünlüğünü sağlamlaştırma için Kıbrıs’a ayrı bir önem vermektedir. AVRASYA İÇİN KIBRIS’IN ÖNEMİ Sovyetler’in dağılmasının ardından Türk dış politikasında kimi zaman doğru, kimi zaman yanlış ifadelerle anlatılmaya çalışan Avrasya kavramı çoğu zaman kesin bir tanıma ulaşmamıştı. Son yıllarda Avrasya üzerine yapılan çalışmaların artması Türkiye’de Avrasya kavramının daha da iyi öğrenilmesine neden olmuştur. Zaman zaman tanımı yapılan Avrasya kavramı, Arnavutluk’tan Çin Seddi’ne kadar uzanan bir Türk bölgesi, Rusya ile paylaşılan bir alan olarak tanımlanmış ise de; gerçek Avrasya ne sadece Türklerin ne de Rusların bir nüfuz alanıdır, bu bölgede yaşayan toplumların, devletlerin bağımsızlık ve refah içinde yaşamaları gereken ortak bir alandır. Bu bakımdan Türkiye’nin bölgesine bakış açısındaki değişim ve gelişimleri, izlenilen politikaların arkasındaki niyet ve zihniyeti eleştirisel bir yaklaşımla ele alınmasında fayda vardır. 1920 yılından başlayarak Sofya’da, sonra Prag’da yayınlanan dergilerle “Avrasyacılık” yeni bir fikir olarak ortaya atılmıştır. Bu çalışmalar daha sonra Paris’te ve Berlin’de yine aynı aydınlar tarafından hazırlanmış kitaplar, derlemelerle yayınlarına devam etmişlerdir. Bu ekolün esas görüşleri 1926 yılında Paris’te N.Trubetskoy’un derlediği “Avrasyacılık: Sistematik Tanımlama Denemesi” başlıklı manifestoda yoğun olarak ifade edilmiştir. Buna göre Avrasyacılar, Avrupa uygarlığından onları ayıran ve pek çok farklı belirleyen Rusya’nın politik temelinin Moğollar tarafından atıldığına inanmaktadırlar. Sovyetler Birliği 73 yıl yaşadıktan sonra çözülünce, dünya yeni bir döneme girdi. İkinci Dünya Savaşı sonrasının koşullarında, bütün dünya iki kutuplu bir siyasal yapılanmaya yönelince, Türkiye’de Sovyet tehdidi nedeniyle Batı bloku içerisinde yer almış ve NATO’ya üye olarak batı güvenlik sistemi doğrultusunda kendi geleceğini aramıştır. Sovyetlerin ortadan kalması, bir anlamda Rusya hegemonyasını da sona erdirmiş, ideolojik doğu blokuna bağlı bulunan devletler bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Türkiye’yi çevreleyen Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkması ve Balkanlardaki sosyalist ülkelerin dış dünyaya bağımsız bir yapılanma içerisinde açılmasıyla beraber, Türkiye büyük bir baskıdan kurtulmuştur. Sürekli olarak komünizm tehdidi ile korkutulma dönem bitmiş, bir rahatlama aşamasına gelinmiştir. Sosyalist sistemin dağılmasıyla beraber Demirperde denilen sınır ortadan kalkmış ve eski Sovyet Cumhuriyetleri dış dünyaya açılmışlardır. Böylesine bir açılış Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya’yı dünyanın gündemine oturtmuştur. Demirperde’nin kalkmasıyla beraber bu bölgenin tamamını kapsayan kıtasal alan olarak Avrasya kıtası, dünyanın geleceğe yönelik gidişinde ana merkez ve hegemonya çekişmesi alanı olarak ortaya çıkmış ve bu mücadele günümüze kadar devam etmiştir. Eski dönemin söylemleri ile konuya baktığımızda, her gün Avrupa ve Asya sözcüklerinin fazlasıyla kullanıldığı ülkemizde, bu iki kıtanın birleşmesinden meydana gelen merkezi alanın adı olarak, Avrasya kavramının pek de fazla kullanılmadığı görülmektedir. Uzun yıllar Rusya ile bölge devletleri ile beraber Amerika ve İngiltere gibi emperyalist devletler sürekli olarak Avrasya kavramı ile yakından ilgilenmiş ve dünya hegemonyası doğrultusunda bu bölgenin ele geçirilmesi için mücadele etmişlerdir. Türkiye ise, Avrasya’nın tam ortasında yer alan merkezi bir konuma olmasına rağmen bu bölge ile son zamana kadar yakından ilgilenmemiş, emperyalist güçler ise Türkiye’nin tarihsel bağlarını koparmak için ellerinden geleni yapmışlardır. Soğuk savaş sonrasında Demirperde’nin kalkmasıyla beraber Avrasya süreci başlamıştır. Kültürel ve coğrafi bir bütün olarak Avrasya tarihinin belkemiği, ana karayı Pasifik Okyanusu’ndan Karpatlara kadar kat eden büyük bozkır oluşturmaktadır. “Bozkıra hükmeden, Avrasya’nın politik ve kültürel birleştiricisi olmuştur.” Avrasya kavramını yeniden yorumlayan Rus sosyolog ve jeopolitikacısı A.Dugin “Yeni Avrasya Hareketi” adlı bir partiyle çalışmalarını hız vermiştir. A.Dugin Avrasya’yı tanımlarken Baltık Cumhuriyetleri’ni, Polonya’yı ve Türkiye’yi dahil etmektedir. Türkiye’yi dâhil ederken Kıbrıs’ı da stratejik nokta olarak vurgulamakta ve Kıbrıs adasının Avrasya hâkimiyeti için son derece önemli bir ada olduğunu altına çizerek anlatmaktadır. Dugin, Atlantikçiler “in asıl niyetini; Avrasya medeniyetini, kültürünü, dil çeşitliliğini ve dil yakınlıklarını, Avrasya topluluklarının Etno-Kültürel ilişkilerini ve jeopolitika konularındaki yakınlıklarına bir tampon oluşturmak şeklinde yorumlamaktadır. Avrasya’daki olası bütünleşme hareketlerine de engel olarak görmektedir. Dugin’e göre, Avrasya’nın yer altı ve yer üstü zenginliklerinin farkında olan Atlantikçiler aynı zamanda da bu değerleri yönetme ve kontrol etme ihtirasından ileri gelen niyetleri ile hareket etmektedir. (18) 26 /ugsamnews RAPOR Sonuç: Bölgesel ve küresel stratejilerin önemi bugünkü dünya sisteminde tüm etkisiyle hissedilmektedir. Bu AB’nin Maastricht Anlaşması ile başlayan Genişleme Süreci’nde de ortaya çıkmıştır. Bir yandan kendi sınırlarını üye olmayanlara karşı yüksek bir set ören AB, diğer yandan da fırsat bulduğu zamanda Avrupa coğrafyasının kapsamını kendi anlayışı çerçevesinden genişletmektedir. 2000”li yılların başından bugüne ABD tarafından ortaya atılan ve yeni tanımlanan Büyük Orta Doğu Projesi, başta bölge aktörleri olarak Türkiye, İran, İsrail, Mısır ve Suudi Arabistan’ı ön plana çıkarmıştır. Bu bağlamda Kıbrıs uluslararası aktörler tarafından daha da önemsenmektedir. Bu önemsenme bir yandan AB’nin Kıbrıs’ı bir bütün olarak kendi birliğine üye yapma şeklinde ortaya konurken; diğer yandan da ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi’nde yer alma şekli ile tanımlanmaktadır. Jeopolitik açından Kıbrıs, adada yaşayan 300 bin Türk’ün eşit siyasi haklara sahip, güven içerisinde bağımsız ve egemen olarak varlıklarını devam ettirebilecekleri bir vatan olarak değerlendirilmektedir. Türkiye için Kıbrıs da, yabancı güçler tarafından Anadolu’nun güneyden kuşatılmasına ve ulusal güvenliğinin tehdit edilmesine engel olunması misyonunu taşır. Orta Doğu, Akdeniz, Ege, Süveyş Kanalı, Kızıldeniz ve Körfez dünyansın büyük güçlerinin ilgisini çeken yaşamsal bir bölgedir. Bu bölgenin hemen odağında bulunan Kıbrıs adasında stratejik yaşamını devam ettirmek, tüm devletler için son derece önemlidir. Çünkü Kıbrıs, etrafını saran bölgelere “ bölgesel ve stratejik güç” olma yolunda bir açılım sağlar. Hiçbir stratejist, hiçbir uluslararası ilişkiler uzmanı 21.yüzyılda Kıbrıs’ın stratejik önemini kaybettiğini veya değerini yitirdiğini iddia edemez. Böyle bir söyleme sahip olan günümüzdeki liberal(!) aydınlar Kıbrıs’ın Türkiye üzerinde bir yük, Avrupa Birliğine girmede bir engel olarak görmeleri, bu kişilerin Türkiye’yi ilgilendiren her türlü uluslararası konuda, sorunda Türkiye aleyhinde yer almaları gerçeği bilmezlik ya da satın alınmanın bir yansıması olarak değerlendirmek hiç de yanlış olmasa gerek. Yüzyıllar önce Shakespeare’in bile Kıbrıs’ın önemi fark etmesi ve Othello’da Kıbrıs’ın öneminden söz etmesi, Jose d’Acosta, “Historia Naturelle des Indes” adlı eserinde “Yeni dünya”da bugüne kadar Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları açısından Akdeniz havzası ve bu havza içinde yer alan Kıbrıs adasının taşıdığı önemde stratejik önemi haiz bir coğrafya keşfedilmemiştir.” sözüyle adanın önemini vurgularken, tarihçi Fernand Braudel de “Akdeniz ve Akdeniz Dünyası” adlı iki ciltlik eserinde başta İngiliz ve Fransızlar olmak üzere Batı dünyasının Kıbrıs üzerindeki politikalarını ortaya koymuş ve adanın dünya diplomasisinde oynadığı stratejik rolü gözler önüne sererken ve böyle sayısız nice değerlendirmeler var iken maalesef bizim ülkemizde kendilerine aydın diyen siyasi hedeflerini menfaate dayalı zihniyetteki bir grup insanın böyle değerlendirmeler yapması son derece vahim ve düşündürücüdür. Kıbrıs son yıllarda ülke politikalarında gerekli önemi görmese de Türkiye dışındaki devletlerin ve küresel emperyalist-Siyonist projelerin merkezine oturmuştur. Kıbrıs’ın önemini bir asrı aşkın bir tarih öncesinde Siyonist hareketin para kaynağı Lord Rothschild‘e Temmuz 1902’de şöyle dile getirir: “Kıbrıs’ı düzene sokmalıyız ve kuvvetle almalıyız. Kıbrıs’tan Müslümanlar gider, Rumlar iyi bir fiyata topraklarını satar, Atina’ya veya Girit’e göç eder. Filistin, Yahudiler için çok küçük, bu nedenle Filistin’e yakın bir yer sağlamamız gerekiyor. Filistin’e Kıbrıs ve El Ansh de dâhil edilmelidir.” (Şükrü Gürel, Siyonist Plan ve Kıbrıs Milletlerarası Müstemleke Türk Yıllığı 1979, sayfa 83-95) Türkiye’nin stratejik çıkarları ve ulusal güvenliği açısından Kıbrıs’ın önemi özetle şu başlıklar altında sıralayabiliriz: 1- Kıbrıs’taki 300 bin kişilik Türk nüfusu ile tarihsel ve kültürel miras Türkiye’yi doğrudan ilgilendirmektedir. 2- Ege’nin büyük oranda Yunan gölüne dönüştüğü dikkate alındığında Kıbrıs, Türkiye’nin hemen yanı başında, Türkiye için Akdeniz’e ve uluslararası sulara çıkış yolu üzerindedir. 3- Türkiye aynı zamanda bir Akdeniz ve Orta Doğu ülkesi olup, bölgenin en büyük ülkesinin Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’da ekonomik ve siyasal varlığını sürdürebilmesi için Kıbrıs’ta Türk varlığının korunması hayati bir önem taşımaktadır. 4- 1990 sonrası dönemin stratejik bölgesel gelişmeleri ışığında Orta Asya petrollerinin enerji hattı Türkiye’nin güneyinin güvenlik ve savunma sorununu arttırmıştır. Türkiye yakın bir gelecekte dünyanın önemli enerji terminallerinden birisi olacağından, bölgenin ticari önemi de artacaktır. Dolayısıyla Türkiye bu ekonomik ve ticari potansi- 27 /ugsamnews RAPOR yeli “güvenlik altına almak” zorundadır. 5- Güney Doğu Anadolu (GAP) Projesi tamamen bitirildiğinde bölgenin dünya ile bağlantısı İskenderun-Mersin arasından sağlanacağından 40 mil güneyde Kıbrıs’tan bölgenin ticari yol güvenliği garanti altına alınmalıdır. 6- Türkiye yeni gelişmekte olan Asya ekonomik pazarının batı kapısı üzerindedir. Asya, dünya ile deniz bağlantısını Batı” da, Türkiye’nin Akdeniz kapısı üzerinden sağlayacaktır. Dolayısıyla bu batı kapısının önünde de Kıbrıs durmaktadır. 7- Kıbrıs adasının bir Yunan adası, deniz ve hava üslerinin kuşattığı bir yer haline gelmesi, Türkiye’nin hayati ulusal çıkarlarını tehdit edeceği gibi yeni güvenlik sorunları doğuracaktır. Esasen Ege’de denge Türkiye’nin aleyhine bozulduğundan Akdeniz’de de Kıbrıs, Yunanistan’ın egemenlik alanı haline gelirse, Doğu Akdeniz bölgesinin en büyük ölçekli bölgesi olan Türkiye nefes alamaz hale gelecektir. 8 - Kıbrıs, Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından hayati öneme haizdir. Özellikle 1990 sonrası dönemde Türkiye jeopolitik coğrafyasında “güvenliği açısından kendi inisiyatifini daha fazla kullanmak” zorunda kalmıştır ve bundan sonra da kalacaktır. 9- Türkiye’nin ortasında yer aldığı bölge, dünyanın en istikrarsız ve sıcak çatışmalarının olduğu yerdir. Orta Doğu tam olarak istikrara kavuşmadığı sürece, sıcak çatışmalar ihtimali potansiyel olarak Türkiye’nin güvenliğini tehdit etmeye devam edeceğinden Türkiye’nin uluslararası siyaseti, ulusal çıkarları ve güvenliği açısından, Kıbrıs’ın önemi daha da artmaktadır. 10- Dolayısıyla Kıbrıs’taki Türk varlığının artırarak devamı, refah seviyensin artırılması, mevcut bazı sorunların süratle ortadan kaldırılması Türkiye’nin ulusal güvenliği için büyük önem taşımaktadır. MEHMET HARPUTLUOĞLU 28 /ugsamnews RAPOR YENİ SAVAŞ STRATEJİSİ OLARAK KİMYASALLAR E B O L A Dünya geliştikçe Hak ve Batıl arasında süre gelen savaş; yeni ve daha ölümcül bir noktaya taşınmış, topların ve tüfeklerin yerini daha teknolojik silahlar almıştır. Son yıllarda ise bu mücadele biyoteknolojik boyutlar kazanmış ve kurşunların yanı sıra daha ölümcül ve kitlesel katliamlara sebep olacak biyolojik ajanlar geliştirilmiştir. Son 50 yıl içerisinde biyolojik silahlar neredeyse kurşunlar kadar can almış ve hızla yayılım göstermiştir.Ülkemizde de kuş gribi, domuz gribi gibi biyolojik ajanlar geçtiğimiz dönemlerde birçok kişiyi etkilemiştir. Gerek yeraltı kaynakları gerekse insan gücü bakımından tüm dünyanın gözünü diktiği Afrika kıtası ise bu tür biyolojik denemelere en çok maruz kalan coğrafi bölgedir. Batıl güçler çeşitli biyolojik deneylerini 1970’lerden bu yana Afrikalı kardeşlerimiz üzerinde yapmak suretiyle zulümlerine zulüm katmaktadırlar. Günümüzde de hala kitlesel katliama yol açabilecek düzeyde yıkım gücüne sahip olan EBOLA virüsü ; ilk olarak Afrika kıtasında şuan ki ismiyle Demokratik Kongo Cumhuriyetinde(eski adıyla Zaire) ortaya çıkmıştır. Batıl güçlerin deyişiyle virüsün hala kaynağı belirlenememiş; sözüm ona adını da aldığı Ebola nehrinden bulaştığı iddia edilmiştir. Bu beş türden bugüne kadar ilk dördü; Afrika’da insanlarda büyük salgınlara yol açmışlardır. REV’in Filipinler ve Çin Halk Cumhuriyeti’nde insanları enfekte ettiği saptanmış ancak bugüne kadar REV kaynaklı bir hastalık ya da ölüm rapor edilmemiştir. 1976 yılında; Ebolanın ilk olarak izole edildiği bölge ;14. yüzyıldan bu yana birçok Avrupa ülkesi tarafından sömürge olarak kullanılmıştır. İlk olarak Portekizliler tarafından 14. yüzyılda sömürge olarak kullanılan coğrafya; daha sonra birleşik krallık ve 18. yüzyıldan 1960 yılına kadar(ilk olarak 1885 yılında Belçika kralı II.Leopold tarafından Belçika koloni imparatorluğu kurma hayaliyle) Belçika sömürgesi olmuştur. Resmi dili (sömürge olması itibariyle) Fransızca olan Demokratik Kongo, halen batıl güçler tarafından sömürü bölgesi olarak görülmektedir. 1960 yılında bağımsızlığının ilanından sonra bölgeyi kontrol altında tutmak isteyen Belçika; bölgede çalışmalarını sürdürmüş ve nihayetinde 1976 yılında patlak veren Ebola virüsünü ilk olarak Belçikalı Prof. Dr. S.R. Pattyn izole etmiştir. Pattyn 1977 yılında virüs hakkında yayınladığı kitabıyla bu yeni ajanı dünyaya tanıtmıştır. Pattyn, yazdığı makalede; virüsü tanımlayıp belirtilerini, hastalığın seyrini ve yaptığı çalışmaları detaylı olarak belirtmiş; elde ettiği çalışma sonuçlarını da ekleyerek bu yeni ajanı; daha sonra da kullanılabilecek şekilde; aydınlatarak yayınlamıştır. Ebola ; hastalık olarak Pattyn’in de ortaya koyduğu gibi; ilk etapta baş ağrılarıyla kendini gösteren daha sonra çeşitli sindirim sistemi sorunlarına yol açarak ilerleyen ve nihai olarak ölüm ile sonuçlanan sistemik bir hastalıktır. Ebola virüsü; Filovirüs ailesi içindeki Ebolavirüs cinsi içinde bulunan bir RNA virüsüdür. Ebolavirüs cinsi içinde de beş tür vardır: 1.Zaire Ebola Virüs(ZEV) 2.Sudan Ebola Virüs(SEV) 3.Tai Forest Ebola Virüs(TFEV) 4.Bundibugyo Ebola Virüs(BEV) 5.Reston Ebola Virüs(REV) 29 /ugsamnews RAPOR Ebolanın sebep olduğu baş ağrıları; genellikle kafa içi basıncı arttıracak şekilde ciddi kanamalar sonucu ortaya çıkar ve birkaç gün sürer. Bir sonraki aşamada ise virüs sindirim sistemini hedef alarak alınan gıdaların emilimini bozar ve hasta ağır ishal ile savaşmak zorunda kalır. Tedaviye yanıtsız bu ishal tablosu; yerini ciddi sindirim kanalı kanamalarına yol açar ve hastanın hayatı; bu kanamalar sebebi ile son bulur. Hastalarda, aşırı su kaybına bağlı olarak, çeşitli lezyonlar gözlenir ki; bu lezyonlar özellikle ağız çevresinde lokalizedir. Son 50 yılda birçok can alan Ebola son olarak 2014 yılında Sierra Leone’ de ciddi bir salgına sebep olmuştur. Bu salgının ardından; 2015 yılı mart ayında Kanada Halk Sağlığı Ajansı tarafından; VSV-EBOV adını taşıyan aşı geliştirildi. Dünya Sağlık Örgütü aşıyı onaylayarak geliştirilmesi gerektiğini de ilave ederek bu aşı üzerinden yeni çalışmalar başlattı. Aşı üretilmesi için bir alman firması olan MERCK ilaç firmasına verildi. SONUÇ Ebolanın dünya nezdinde tanıtımından hemen sonra bu bölgeden nemalanmak isteyen ABD; hemen kendi bünyesindeki bir sağlık kuruluşunu orada çalışma yapmak için görevlendirmiştir. Centers for Disease Control and Prevention U.S. Department of Health & Human Services tam adıyla çalışmaya başlayan, kısaca CDC; yıllarca tedavi bulmak bahanesiyle çalışmalar yapmış ve ne ilginçtir ki hem Belçika hem de ABD’nin çalışmalarından sonra hastalık; Afrika’da farklı ülkeler sıçramış ve birçok insanın ölümüne sebep olmuştur. Sonuç olarak; batıl önümüzdeki dönemde silahların, kurşunların yerini alacak olan bu yeni savaş stratejisini geliştirmek için kitleleri kullanmaktan çekinmemektedir. Bizler de Müslümanlar olarak katliam gereci olarak kullanılan biyoteknoloji konusunda gerekli ilerlemeyi göstermeli ve bir sonraki salgın, saldırı, için gerekli tedbirleri almalıyız. Bu vesile ile HZ. PEYGAMBER EFENDİMİZ’in ‘’Müslüman bir delikten iki defa ısırılmaz’’ hadis-i şeriflerinin gereğini yapmalıyız. Selam ve Dua ile... Fatih KIRMIZI 30 /ugsamnews RAPOR KANAYAN YARA DOĞU TÜRKİSTAN Yüz Ölçümü: 1.828.418 Km2 Coğrafik Konumu D oğu Türkistan 40 Milyondan fazla Uygur Türkçesi konuşan Müslüman Türkün yaşadığı bir Türk İslam yurdudur. Doğu Türkistan’ın Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Pakistan, Hindistan (Kaşmir), Tibet, Moğolistan ve Çin ile kara sınırları vardır Nüfusu: 40 milyon Doğu Türkistan da Çoğunluğu Uygur Türkleri teşkil ederken, eskiden beri diğer Kardeş Türkî topluluklardan Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Tacik, Hui(Dungan) Müslümanları da beraber yaşamaktadır. Doğu Türkistan Çin işgaline geçtiğinde 300.000 ‘i aşmayan işgalci Çinli göçmenlerin sayısı, şuan nerdeyse Doğu Türkistan nüfusunu aşmış durumdadır.Çinliler şuan nüfusun % 45 teşkil etmektedir. 1949 da yapılan nüfusistatistiklerinde Türklerin nüfusu 6 milyon olarak kayıtlara geçmiş ancak Çinlilere göre 65 yıl sonra Uygurların nüfus kanununa boy eğmeden gösterdiği gayret ve direnişe rağmen Türklerin nüfusu yaklaşık 12 milyona ulaşabilmiş ve 65 yıl öncesinde 280 bin olan ve tek çocuk kanununa uyan Çinli Han nüfusunun 10 milyonu aşarak bir rekor kayıt etmiş. Çililer toplam Türkistan nüfusunun 22 milyon civarında olduğunu açıklamaktadır. Onlarca senedir çinin bu nüfus istatistik rakamları sabit bir şekilde kalmaktadır. Meşhur kadim Şehirler: Kaşgar, Yarkent, Hotan, Aksu, Kumul, Altay, Gulca ve Turfan. Din: 100 % Sünni Müslüman Dil: Uygur Türkçesi. Ayrıca Doğu Türkistan da farklı lehçelerde Türkçe konuşan çeşitli Türk soydaş kavimlerden Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Tacikler yaşamaktadır… Ekonomik Durum: Doğu Türkistan bir tarım bölgesidir. Buğday, arpa, pirinç benzeri gıda maddelerinin tümü; ayrıca pamuk ve yağlı hububat yanında çeşitli meyveler de yetiştirilmektedir. Kendi sakinlerinin gıda ihtiyacını karşıladığı gibi başta Çin olmak üzere dış ülkelere de ihracat yapabilmektedir. Bu bölgede Türk boylarından Kazak ve Kırgızlar hayvancılıkla meşguldürler. Ticaret: Doğu Türkistan ahalisi genellikle tarım, ticaret ve hayvancılık ile uğraşır. Bir kısmı dış ticaretle meşguldür. İhracat yapılan ülkelerin başında Hindistan, Pakistan, Türkiye, Türki Cumhuriyetleri, Çin ve Rusya gelir. Pamuk, yün, deri, yukarıda zikredilen ülkelere ihraç edilen malların önemlileridir. DOĞU TÜRKİSTANİN YER ALTI ZENGİNLİKLERİ Doğu Türkistan; petrol, demir-çelik, bakır, altın, kömür, uranyum gibi stratejik öneme sahip hammaddelere ve sayısız yeraltı ve yerüstü zenginliklerine sahip bir ülkedir. Çin’de mevcut 148 madenin 118 çeşidi Doğu Türkistan’dan çıkarılmaktadır. Doğal kaynaklar bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden sayılır. Maalesef bunca zenginliklerin sahibi olmasına rağmen şu anda en “geri kalmış bir bölge” hüviyetini taşımaktadır. Halkımız kendi topraklarında yoksulluk içinde yaşamaktadır. Bunun başlıca sebebi, bu zenginliklerin talan edilircesine Çin’e taşınması ve ülkede kurulu bütün sanayi tesislerinden sağlanan gelirin tamamının Pekin’e aktarılmasıdır. Nitekim Çin yöneticileri, Çin’in ham madde zenginliklerinin % 85’inin Doğu Türkistan’dan elde edildiğini itiraf etmektedirler. Ülke sanayi kuruluşlarında çalışanların % 90’ını ve petrol tesislerinde çalışanların % 99’unu bölgeye yerleştirilen göçmen Çinliler oluşturmaktadır. Bu bakımdan Türkler arasında işsizlik oranı çok yüksektir. Kısacası, Doğu Türkistan dünyanın en zengin bölgesi ve en fakir halkıdır. Yazı şekli: Arap alfabesi, Osmanlıca ve Çağatay yazı şeklinin modern halidir. Hava iklimi Doğu Türkistan, dünyanın mutedil bölgelerinden sayılmakla beraber dağlık bölgeler ve kuzey tarafları oldukça soğuktur. Dağlık bölgelere kar ve yağmur çok yağar. Düz ovalarda ise yağışlar azdır. 31 /ugsamnews RAPOR Çin Esaretinin Kısaca Tarihçesi İpek yolu üzerinde yer alan bu toprak tarih boyunca İslam ve Dünya medeniyetine büyük katkılar sunmuştur. 10. asırda medeniyetin beşiği haline gelen bu topraklarda kimliği olarak bilinen Kaşgarlı Mahmut ve Yusuf Has Hacib gibi ilim sahasında büyük şaheserler yaratmış âlimler yaşamıştır. Sultan Abdülkerim Saltuk Buğrahan’ınMüslüman olmasıyla beraber İslam dinini devlet dini olarak hayata geçirdiğinden itibaren ta 1876’lara kadar yaklaşık 1000 senedir Doğu Türkistan Halkı çok güçlü ve şanlı imparatorluklar, Hanlıklar kurarak bütün Orta Asya, Moğolistan, Çin’inbir kısmıAfganistan, Keşmir bölgelerine kadar büyük coğrafyayı yönetmiştir. Doğu Türkistan’da ilk Çin işgali 1750 yılında başlamış ve 1862 tarihine kadar sürmüştür. Bu süre içinde Doğu Türkistan’da 42 isyan hareketi olmuştur. 1863 yılında Yakup Beg BEDEVLET, Kaşgar merkez olmak üzere, Kaşgariye devletini kurmayı başarmıştır. Bu devlet Osmanlı sultanı Sultan Abdülaziz’e biat etmiş ve devleti aliye den yardım istemiş ve istedikleri yardımı almaya muvaffak olmuştur. Yakup Beg, en büyük desteği ise Sultan II. Abdulhamid Han tarafından görmüştür. Bu desteğe rağmen kurulan devlet uzun ömürlü olamamıştır. Osmanlı Devleti’nin bu dönemde sıkıntılı günler geçiriyor olması bölgeye yeterli desteği vermesini engellemiştir. Osmanlı Saltanatının içinde bulunduğu durumu fırsat bilen Ruslar Batı Türkistan’ı, Çinliler de Doğu Türkistan’ı aralarında paylaşmışlardı. 18. Yüzyılınsonlarından itibaren Çin’in yoğun işgal harekâtı ve Rusların müdahaleleri ile YakupBeg Bedevlet’in kuruduğu Kaşgariye Devleti yıkılarak Çinliler tarafından işgal edildi. Halkımız Çin işgaline karşı sürekli mücadeleyi sürdürdü. 1933 da Sabit Damollamliderliğindeki milli mücadele konseyi Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’ni kurarak dünyaya duyurdu. İngiltereve Afganistan gibi ülkeler bu yeni devleti tanıdı. Rusya, Afganistan başta olmak üzere bazı batılı ülkeler Doğu Türkistan’da konsolosluklar açtı. Rusyave Çin işbirliği yaparak Doğu Türkistanlı Müslümanlar ile ÇinliDungan Müslümanlar arasında fitne çıkartarak yeni hükümeti acze uğrattılar ve kısabirzaman sonra Doğu Türkistanİslam Cumhuriyeti yıkıldı. Milletimizin caymaz gayreti neticesinde tekrar 1944yılında Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti kuruldu ama yine Rusların oyunu ile bu cumhuriyetin Başkanı ortadan kaldırıldı ve 1949 da Doğu Türkistan Resmen Çin tarafından işgal edildi. Ogünden günümüze kadar Çinliler Doğu Türkistan’ın milli kimliği ve demografik yapısını yok etmeye yönelik büyük gayret sarf etti. Doğu Türkistan’a Çin göçü hiç durmadı sürekli Çinli yerleşimcilere yönelik çok cazip teşvik ve istisnai maddi yardım kampanyaları ile milyonlarca Çinliyi gayri meşru ve sözde özerk bölge statüsü kanunlarını çiğneyerek bölgemize yerleştirdiler ve halen daha hızla ilerlemekteler. Milyonlarca insan çeşitli devrim sloganları altında sonu bitmek bilmeyen sinsi operasyonlarla katledildi milyonlarca kadınzorla kürtaja maruz bırakılarak bebekleri katledildi. Ülkemizin adı Türkistan’dı XİNJİANG(Sincan) oldu.Dilimiz yazımız, kültür ve medeniyetimiz Çin işgalcileri tarafından büyük baskı ve tearuzlara maruz kaldı. Yer altı ve yer üstü zenginliklerimize rağmen halkımız çok fakır bırakıldı. Yurdumuz tarih boyunca ilim ve irfan, medeniyet ve uygarlıkların beşiği olmuş ama Çinlilerin çıkarttığı yangın her şeyi silip süpürmüş halkımızın üstüne cehaletve karanlıkörtüsü örtülmüştür. Doğu Türkistan meselesi Çin’in iç meselesi değil. 32 Milyonlarca insan çeşitli devrim sloganları altında sonu bitmek bilmeyen sinsi operasyonlarla katledildi milyonlarca kadınzorla kürtaja maruz bırakılarak bebekleri katledildi. /ugsamnews RAPOR H er ne kadar komünist Çin yönetimi, Doğu Türkistan’ın kendi topraklarının bir parçası olduğu iddiasında bulunsa da, bu toprakların Çin’in doğal sınırları olarak kabul edilen Çin Seddi’nin dışında kalıyor olması, bu iddiayı çürüten etkenlerden biridir. Çin’in bölge işgalinin ardından bu topraklara, “yeni kazanılan yer” anlamını taşıyan, “Xinjiang” (Sincan) adını koyması ise bu tarihi gerçeği değiştirmemektedir. uluslararası arenada öne sürdüğü iddialardan biri de, bu bölgenin “Çin topraklarının bir parçası olduğu”, dolayısıyla da Doğu Türkistan’da yaşananların “Çin’in iç meselesine hiç kimsenin karışmaması gerektiği” telkinidir. Oysa tarihi kaynaklar ve gerçekler bu iddiayı yalanlamaktadır. Tüm bu tarihi bilgiler, coğrafi ve sosyolojik gerçekler Doğu Türkistan’ın Çin’in bir parçası olmadığı, aksine Çin’in tarih boyunca topraklarına katmayı heveslendiği ve yaşanan savaşlar ayrı bir bölge olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Doğu Türkistan halkı en zor ve çetin koşullarda dahi Çin idaresini kabullenmemiş, sık sık bağımsızlık girişimlerinde bulunmuş, gerektiğinde silahlı mücadeleye de başvurmuştur. Günümüzde Doğu Türkistan D Doğu Türkistan’ın Çin toprağı olduğu yönündeki iddiayı geçersiz kılan çok açık demografik gerçekler de vardır. Doğu Türkistan nüfus yapısı, dili, dini, sahip olduğu etnik köken, milli ve manevi birikimi açısından kültür ve medeniyeti ve tarihi gerçekleri de Çin’den tamamen bağımsız bir yapı sergilemektedir. “Giyim, kuşam, yemek ve dil olarak Uygurlar Orta Krallıktan tamamen farklıdırlar... Dağlar, ovalar ve büyük çöl bizi onlardan ayırır”. Doğu Türkistan topraklarından geçen “İpek Yolu” tarih boyunca Çin ekonomisinde önemli bir yer tutmuştur. Günümüzde de Çin’in, Doğu Türkistan topraklarını hâkimiyeti altında bulundurma isteğinin altında, bu stratejik alanı denetimi altında tutma isteği yatmaktadır. Bu farklılık tarih boyunca korunmuş, Çin işgali altında geçen dönemlerde de herhangi bir asimilasyon yaşanmamıştır. İş bu güçlü temellere dayalı hak davası nedeniyle kendi topraklarının işgal edildiğini hiç kabullenemeyen ve Çin’den bağımsızlık ve özgürlük isteyen 40 milyonu aşkın Müslüman Türk topluluğun iradesi o kadar güçlü ve kökleri o kadar derin ki Çin’in safsataları, baskıları ve Uygurları devre dışı bırakarak kapalı siyasi perdeler arkasında gerçekleştirilen sinsi anlaşmalarve iş birliklerine rağmen milletimizin bugünlerde sergiledikleri direnişi ve gayret ve iradesi şunu gösterdi ki Doğu Türkistan halkı bu haklı iradeden caymayacaktır ve hakkını alana kadar bu yoldan vazgeçmeyecektir. Çin’in, Doğu Türkistan halkına karşı yaptığı zulüm, insan hakları ihlallerini ve katliamları gizlemek için oğu Türkistan halkı 65 senedir insanoğlunun görmediğizulümleri,horluk ve eziyeti gördü. Türkistan’ı dünyadan ayrı ve kapalı tuttular, Doğu Türkistan İslam âlemi için sanki Zulkarney’ninyaptığı duvarın ötesinde kalmış gibi unutulan bir toprak oldu. Gün geçtikçe ve Çin’in her açıdan büyümesiyle birlikte Doğu Türkistan’da Müslümanların sıkıntıları da o hızla arttı. Çin Doğu Türkistan üzerindeki işgalini garantilemek amacıyla İslam âleminin gözünü boyamak için her tülü yalan ve siyasi ve diplomatik cambazlıklara başvurmaktadır. Şanghay İşbirliği Örgütü de bu anlamda Çin ile Rusya’nın siyasi, askeri, güvenlik ve iktisadi menfaat ve çıkarlarını, sinsiemperyalist politikalarını, devlet terörünü meşrulaştırma görevini suratla geliştirmede etkili rol oynamaktadır. Günümüzde bütün Dünya’da ezilmiş milletler uyanırken, zincirlerbirer –birer kırılırken her tarafta bir hareketlilik, özgürlük ve hürriyet meşaleleri yakılmışken, Çin Doğu Türkistan’da inanç ve vicdan özgürlüğü, kılık kıyafet ve yaşam tarzımıza doğrudan ve açıkça darbe vurmaya devam ediyor ve zalimaneuygulamalarını meşrulaştırma çabasını sürdürüyor. Zamanzaman Çin Devletin zirvesi bile İslam aleminin hassas bir dönemde olduğuna aldırmadan dünyanın gözüne bakarak basın açıklaması yaparak, 2 milyarlık İslam ümmetinin ciğer parçası olan 40 milyon Müslümanın İslami itikat, ibadet, kılık kıyafet ve yaşam ile birlikte Türk İslam medeniyetini alenen yasakladığını hiç çekinmeden duyurabilmektedir, Müslümanlara açık tehdit sözleriyle,başkaldırırsan siler, bitiririm diye rahat bir şekilde katliam ve işkence politikasını devam ettirmektedir. 33 /ugsamnews RAPOR D oğu Türkistan’da Yaptıkları bunca zulüm ve İslam karşıtı uygulamalarına rağmen İslam âleminden hiç tepki görmeyen Çin gözleri kararmışçasına hareket etme konusunda daha da cesaretlendirmektedir. Her ay seri bir şekilde sözde mahkemeye çıkartıp daha önceden hazırladıkları kararname ile hiç hukuki prosedür ve savunma hakki tanımadan gençlerimizi idama göndermektedir. İnsan hakları: D oğu Türkistan, Dünya genelinde ve özellikle veAsya’da insan hakları ihlallerinin en yoğun yaşandığı yerlerden biridir. Çin Hükümetinin Uygur asıllı Müslümanlara yönelik baskı politikaları her geçen gün artmakta ve dünya bu duruma seyirci kalmaktadır. Doğu Türkistan’da başta yaşam hakkına yönelik ihlaller olmak üzere, mahkûmlar üzerinden organ ticareti, gösteri ve toplanma hakkına dair ihlaller, basın ve ifade özgürlüğü alanındaki sınırlamalar, zorunlu iş göçü uygulaması, sosyal ve kültürel alanda yaşanan baskılar, kürtaj ve kısırlaştırma politikaları başlıca insan hakları problemleri olarak çözülmeyi beklemektedir. İnsan Hakları Günü, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin kabul edildiği gün olan 10 Aralık 1948’den bu yana her 10 Aralık’ta küresel olarak kutlanan bir özel gündür. Ancak,günümüzde Çin, işgal altında tuttuğu Doğu Türkistan’da insalığı Yok ediyor,bizler ise hala ihlali konuşmaktayız. 2014 ramazanda oruç, teravih yasaklandı, oruçluları zorla meydana toplayıp oruçlarını bozdurdular, ramazan bayramının birinci günü kaşgar’da 2 kenti büyük bir askeri harekâtla yerle bir etti yaklaşık 3000 kişi şehit edildi yine İslam âleminden en ufak bir tepki görmedi. Bu dur bugün Doğu Türkistan’ın gerçek hikâyesi. Çaresizce kendi hallerine terk edilmiş öksüz ve unutulmuş bir millet kızıl ejderin burun ucunda beka mücadelesi veriyor Uygurcayı resmen yasaklayıp bütün eğitim sistemini Çinceye çevirdiler. Yetmedi Türkistan’ın demografik yapısını değiştirmek için sözde kalkındırma projesi sayesinde eski şehirlerimizi yıkıp yerli ahaliyi kasıtlı bir şekilde göçe zorlayarak onların yerlerine milyonlarca Çinlileri yerleştirme projesini sinsice sürdürüyor. Böylekısa bir gelecekte Doğu Türkistan tamamen Çinlileşecek, ondan sonra Doğu Türkistan meselesinin konuşulması dahi anlamsız halle geleceğinden korkuyoruz. Nükler testler ve yan etkileri. K ızıl Çin aynı şekilde 1966 senesinden beri günümüze kadar sürekli olarak Doğu Türkistan topraklarında gizli bir şekilde Nükleer ve diğer kimyasal silahların denemelerini yaparak halkın sağlığını ciddi tehlikeye uğratmaktadır. Bunun sonucu her yeni doğan 100 çocuğun 10’u sakat doğmaktadır. Dolayısıyla Kanser ve diğer vahim hastalıklar gittikçe Uygur halkını esir almaktadır. Dünyanın bir çok yerinde bu ihlaller zalimler tarafından umursanmadan devam edildiği gibi DOĞU TÜRKİSTANDA 21.yüzyılda insan oğlunun tahmin edemediği kadar ağır derecede temel haklar ve hukuk ihlal ediliyor. Günümüzde Doğu Türkistan’daki İnsani hak ve Hukuk ihlallerini şu başlıklar altında tesbit edebiliriz ; • ifade ve düşünce yasak • inanmak ve uygulamak yasak • milli kültür ve medeniyet yasak • din ve İnan öğrenimi ve öğretimi yasak • ülke, bölge, şehirler kent ve köyler arası izinsiz seyahat ve dolaşım yasak • Uygur Türkçesi eğitim alanında çift dilli eğitim sistemi oyunu ile yasaklanmış durumda • pasaportlar toplatılıyor,verilmiyor ve seyahat etme hakkı yasak • illegal ( legal olan’ı zaten Yok) dini faaliyetler yasak. • dini içerikili kılık kıyafetlerin giyilmesi yasak • Camii giriş kartı olmadan girilmesi yasak • Ramazanda memur, emekli , öğrenci ve 18 yaş altındakiler oruç yasak • internet ve sosyal medyanın serbest kullanımı yasak • 18 yaş altındakilere ebeveynin dinini öğretmesi ve teşebbüs ermesi yasak • Yeniden cami inşaatı yasak, var olanları 34 /ugsamnews RAPOR yıkılıyor ( Son bir ay içinde Doğu Türkistan genelinde 100 e yakın camiinin yıktırıldığı tahmin edilmeketedir.) • Hac farizasını yerine getirmek ve Umre yapmak yasak( Binlerce Uygur Türkü, hac ve Umre için Türkiye’ye gelmektedir. Kaçak yollardan gitmeye çalışırken, trajik hadiseler ve hüsran ile biten sonuçlar ile pençeleşiyorlar. Ancak, 10 Aralık İnsan Hakları günü söylem,demeç ve vaazları yanı içi boş sadece laflar ile hiç bir işe yaramıyor. İhlalleri önlemeye yetmiyor. Bu söylemeler,demeçler ve vaazlar İster Müslümanlık, ister soydaşlık adına ister insanlık adına yanı kim tarafından ve ne adına ifade edilirse edilsin,Önce herkes öncelikle ve ivedilikle kendi vicdanını yoklamalı ve vicdanının sesine kulak vermeli ve gereğini yerine getirmelidir,diya düşünüyoruz. larına tepki olarak halkımızın yaptığı her eylemi Çin yönetimi Terörist hareket, dışa bağlı ve kötü unsurlar falan diyerek hemen sürgündeki faaliyet yapan teşkilatları hedef gösterip onlara karşı karalama kampanyası başlatıyor. Artık halkımız vatan içinde olsun ya muhacerette herkes uyanmış, davanın çok çetin ve zorluklarının bilincinde birlik beraberliğin mücadele yolunda mutabakatın önemini anladılar. Her kes bireysel olsun ya örgütsel herkes çok inançlı ve dirayetli bir şekilde azimle ilerlemektedir. Din ve Vicdan Özgürlüklerine kısıtlama. İşgalci Çin 1 Ocak 2015 den itibaren Bütün Doğu Türkistan genelinde İslami yaşam, Dini Eğitim, kılık kifayet ve ibadetlere çok kapsayıcı bir yasak getirdi. Yasaklar yürüklüğe koyulduktan hemen sonra 40 milyon Müslüman zulmün tadını her zamankinden daha da şiddetle hisseti. Aslında zaten 65 senedir bu zulüm ve işkence, insani temel hak ve özgürlüklerin hepsi baskı altındaydı. Din ve inanç özgürlüğüne de uzun zamandır yasal bir düzenleme olmaksızın Çinin ana yasasında Sözde temel insani haktır kelimesine rağmen yapacağını engelsiz bir şekilde rahatlıkla yapmaktaydı. Asimilasyon ve demografik değişim A yrıca Çinin bölgemizde hassas uygulamalarından biri de Uygur kızlarının zorunlu göçe tabi tutulma politikasıdır. Özellikle evlilik ve çalışma çağındaki Uygurlara yönelik bu zorunlu göçlerle insanlarımız Çin’in batısı ve güneyindeki çalışma bölgelerine gönderilmektedirler. Çin hükümeti aynı şekilde Doğu Türkistanlı genç kızlarını da Çin’in iç kesimine göçe zorlamakta ve bu kızların çoğundan aileleri bir daha haber alamamaktadır, seyahat ve benzeri tüm özgürlükleri kısıtlanmıştır. Bu kamplardan kaçmayı başaran Uygur kızlarının anlattıkları insanın kanını donduracak vahamettedir. Bu kamplardan kaçanların aileleri hapse atılmakta ya da ödeyemeyeceği kadar büyük para cezalarına çarpılmaktadır. Hızla Doğu Türkistan’da Kalkındırma projesi adıaltında kır, dök başlatılmış olup, yerli ahaliyi zorla göçettirerek sokakların Uygurca adları Çinceye değiştirilerek milyonlarca Çinli yerleşimcileri zorla getirip yerleştirmeye başladı. Çinin Yanlış politika- Camilere genlerin kadınların, çocukların, emekliler ve çalışanların vs. Ramazan’da oruç teravih ve Kuran eğitimi yasağı ile birlikte evlerde de kuran ve dini içerikli kitapların saklanması da yasakların içindeydi ancak Çin şuan bu yasağın resmen ilan ederek duyurması Doğu Türkistan’da resmen İslam ve Müslümanlara karşı savaş ilanı yapmış oluyor. Dini yaşam kılık kıyafet din eğitimi gibi meselelerde çok radikal tavır alan Çin yönetimiİslami itikat ve inanç haklarımıza, halkımızın namusu olan hanım kızlarımıza, İslami yaşam ve kültürümüze ellerini uzatmayla başladı. Çin, Din ve vicdan özgürlüğü meselesinde en çirkin uygulama ve kısıtlamaları bölgemizde gerçekleştirmektedir, Dünyada başka hiçbir yerde olmayıp sadece Doğu Türkistan’da rastladığımız bir başka insan hakları ihlali ise camilere giriş çıkışların sınırlandırılmasıdır. Camilerin kapılarına asılan listelerde camiye girmesi, camide ibadet etmesi yasak olan kişiler belirtilmektedir. 18 yaşın altındakiler, memurlar, işçiler, emekliler, belediye görevlileri, parti mensupları ve kadınlar yasaklı listesinde bulunmaktadır. Müslümanlara yönelik hem dinî hem de etnik ayrımcılık yapmakta ve bunu gizleme ihtiyacı dahi görmemektedir. 35 /ugsamnews RAPOR Çin 65 senedir Doğu Türkistan Müslümanlarının inanç ibadet dini yaşam ve kültürüne elinden gelen bütün imkânlarla beş koldan saldırdı, dinsiz ateist ve Çinlileştirmek için bütün proje ve planlarını uyguladı ancak bu aziz milleti Allah korudu, dinini, milli kimliği, kültür ve medeniyeti korumak için büyük bedeller vererek direndi ve hiç tavız vermeden bugünlere ulaştı. Şuan İslam âlemindeki karışıklık ve kargaşayı ve batının İslam ve Müslümanlara yönelik başlattığı algı operasyonlarını fırsat bilen Çin Doğu Türkistan’da 2015 yılına resmen alenen İslami yasal yolla yasaklayarak girdi. Aslında doğu Türkistan bu yeni yasayı çıkarmasada Çin’in elini tutan yoktu zaten fiili olarak şiddetli baskı ve uygulamalarıyla İslam dini yasak bir durumdaydı. Şu an Doğu Türkistan’da Çin hükümetinin açtığı tek okul dışında dini eğitim vermek kesinlikle yasaktır. Çin hükümeti camilerin açık olduğunu savunmaktadır. Camiler açık ama naz kılanların girmesi yasak, en son dünyada kimsenin yapmadığını yaparak Camiye giriş kartı icat ettiler, kartı olmayanlar camiye giremez, her Müslüman istediği zaman istediği camiye de giremez hale getirdiler. Son zamanlarda gayri meşru dini faaliyetlere darbe sloganıyla kuran medreselerine şiddetli operasyon yapmaktadırlar. Bu çerçevede yapılan baskın ve operasyonlar neticesinde yaralanan ve ölen çocuklar oldu. İslami kıyafet ve yaşama karşı açıkça hakaret sözleri içeren ve yasaklayan afişler sokak ve kavşaklara asıldı. Özellikle Kaşgar ve Hotan gibi tarihi ve dindar şehirlerde tesettür, eşarp ve Türkiye menşeli kıyafet satan mağazalardan bütün malları toplatıp sahiplerine para cezası yazarak kapattılar. Son bu yılbaşında İslam dinine getirilen yasaklar çerçevesinde sakallı bıyıklı erkekler, tesettürlü, peçeli, başörtülü, abaya, Per düse veya tamamen kapalı giyinen bayanların sokaklarda yürümesi,hastane ve diğer memuriyet idarelerine girmeleri, otobüs ve taksilere binmeleri, hatta kendi evlerinde de toplanarak hatim dua ve benzeri faaliyetler için bir araya gelmeleri evde kuran başta olmak üzere dini kitap, ses ve video arşivi bulundurmak da ciddi suç teşkil etmektedir. Bu tür insanlara sahip çıkan, teşvik eden, kuran kursu açan, onlara yardım ve yataklık eden evlerinde dini içerikli kitap ve malzeme bulunduranlarbu yasaya aykırı davrandıkları gerekçesiyle tutuklanacak,terörist kategorisinde yargılanacak,evleri ve bütün mülkleri müsadere edilecek veya evleri yıkılacaktır. Zorunlu Kürtaj uygulaması B ölgedeki Uygur nüfusunu olumsuz etkileyen ve insanların temel haklarını kısıtlayan sert ve acımasız, insanlık suçu sayılacak uygulamalardan bir diğeri de zorunlu kürtaj uygulamasıdır. Çinliler için bir, azınlıklar için iki olan çocuk sınırlamasında söz konusu sınırın üstünde hamilelik devlet tarafından tespit edilmiş ise mecburi kürtaj yaptırılmaktadır. Zorunlu kürtaj uygulaması, hamilelik aşamasında cinsiyeti tespit edilen bebeklerin kız ise aileler tarafından düşük yaptırılarak öldürülmelerine sebep olmakta, bu da kadın-erkek nüfus dengesinde ciddi bir bozulmaya yol açmaktadır. Yasayla izin verilenden daha fazla çocuk sahibi olan Uygurlar çocuklarının bir kısmını kayıt ettirememekte ve böylece birkaç milyon kayıtsız (kara nüfus)olarak bilinen Türkistanlı çocuk “madden var ama hukuken yok” insanlar olarak, kimlik, eğitim, sağlık, iş, seyahat gibi temel haklarını kullanmaktan uzak bir hayata mahkûm edilmektedirler. Yukarıda zikrettiğimiz ihlallere ek olarak; siyasi mahkûmlar üzerinden organ ticareti, gösteri ve toplanma hakkına dair ihlaller, basın ve ifade özgürlüğü alanındaki sınırlamalar, sosyal ve kültürel alanda yaşanan baskılar Doğu Türkistan’da yaşanan başlıca insan hakları sorunları olarak çözüm beklemektedir. Uygurcayı kaldırma politikası. Çin hükümeti, sözde Uygur özerk bölge yasalarına aykırı olarak 2002 senesinden beri başta Üniversiteler olmak üzere ilkokuldan itibaren yavaş yavaş Uygur yazısını ortadan kaldırarak Uygur Türklerine Çin’ce eğitimi zorunlu kılmaktadır. 1949 yılından beri birkaç kez alfabemizi Kiril sonra Latin sonra Arapça Uygur alfabesi ve son olarak tamamen Uygurcayı ortadan kaldırarak anaokulundan itibaren Çince zorunlu olarak öğretilir olmuştur. Doğu Türkistan da farklı Türk lehçelerinde konuşan yerli halk çift dilde eğitim propagandası sayesinde Çinceyi kullanmaya zorlanarak bir çeşit zulüm örneği daha sergilemektedir. Bir milletin gelenek-göreneklerini, dinî inançlarını, kendisine özgü dillerini ve toprak bütünlüğünü elinden kaybetmesi demek, o milletin tarihten silinmesi demektir. Hâlbuki binlerce senelik şekilden ibaret Çin yazısında hiçbir değişikliğe gidilmemiştir. Seyahat özgürlüğü D oğu Türkistan’da seyahat önünde de ciddi engeller bulunmaktadır. Bazen bir köyden diğerine giderken dahi yerel güvenlik kurumlarından belge almak gerekmektedir. Reşit bir insanın bile yurt dışına çıkmak için pasaport alabilmesi neredeyse imkânsızdır. Son günlerde yaşanan bir gelişmeyle 36 /ugsamnews RAPOR ise seyahat özgürlüğünün kısıtlanmasında yeni bir uygulamaya geçilmiştir. Zira daha önce kendilerine pasaport verilen kişilerin pasaportlarına devlet tarafından el konmaya başlanmıştır. Pasaport müracaatında bulunan Doğu Türkistanlılar, devlet memuru da olsalar, ancak çok büyük ücretler ve bedeller ödeyerek pasaportlarını alabilmektedirler. Oysaki bir Çinli pasaport müracaatında bulunduğunda talebi en geç 15 gün içerisinde yerine getirilmektedir. Doğu Türkistan’da artan baskılar ve katı politik nedeniyle hayatı tehlikede hisseden ve can güvenlikleri korkusu taşıdığı ideasında bulunan onbini aşkın Uygur Türkleri yurt dışına kaçmaya başlamıştır. Kamboçya Vietnam, Tayland ve Malezya’da Türkiye’ye ulaşmak için ciddi sıkıntılar içinde bir kısmı tutuklu, büyük bir kısmı ise sınırsınır ülke -ülke dolaşarakbil ahirTürkiye’ye çok zor şartlarda ulaşmaya başadırlar. Geçmiş İki sene içerisinde göç edip mezkûr ülkelere ulaşan birçok Uygur yerli polis tarafından tutuklanıp Çine iade edilmiştir. İade edilenlerin akıbetleri tam olarak bilinmezken çeşitli vahim söylemler gelmektedir. Halen 400’e yakın Uygur muhacir bir senedir Tayland polisinin elinde çok kötü şartlarda tutsak durumdadır, Türkiye’ye gelmeyi beklemektedirler. Mücadele yolunda karşılaştığımız zorluklar. İşgalci Çin, günümüzde İslam ve Müslümanlara karşı yapılan negatif propagandalar ile ilişkili bazı olay ve gelişmeleri kaçınılmaz fırsat bilerek bütün siyasi, iktisadi ve istihbarat güçlerini kullanarak Doğu Türkistan’daki 40 milyon Müslüman halkı topyekûn ve muhaceretteki deki bütün teşkilatlara karşı asılsız töhmet, iftiralar ve sahte delillerle karalama kampanyası başlatmış ve kendisinin halkımıza yönelik başlattığı terör operasyonlarını Sözde Teröre karşı Savaş hareketinin bir parçası olarak lens etmeye çalışmaktadır. düzenleyerek dünya kamuoyuna sözde Terörist Teşkilatların ve Terörist kişilerin listesini ilan ediyor. Gerçi dünya kamuoyu Çin’in bu gerçek dışı ithamlarına karşı temkinli ve sağduyulu bir tavır sergilese de Çin, kendisinin oluşturduğu bölgesel siyasi ve stratejik müttefiklerinin (en önde Pakistan ve Şanghay İşbirliği Örgütüne üye Türki Cumhuriyetler olmak üzere) desteği ve aracılığıyla belirli bir mesafe kat etmiş durumdadır. Bu sayede yüzlerce mağdur Türkistanlı siyasi sığınmacı Çin’e iade edildi ve çoğu idam ve diğerleri müebbet gibi ağır cezalara çarptırılmıştır. Doğu Türkistan meselesinin sadece bir kaç somut gerçeklerini hatırlatmakta yarar var: 1- 18. yüz yıllarında taarruz ve savaşlar yaşanmış ise de Doğu Türkistan 1933 ‘e kadar bağımsız bir devlet idi. 2- 1949 da Çin işgal etti,Çin topraklarının bir parçası değildir. 3- Çin 65 senedir milyonlarca Uygur Müslümanı katletti ve halen devam ediyor. 4- kültür ve medeniyetimiz ve tarihi eserlerimizi yok etmeye devam ediyor. 5- Din ve Dil yasaklandı 6- Kızlarımız ve namusumuz çiğnenmeye devam ediyor. 7- Çin göçü ile bölge insanlarını yok ediyor. 8- zorunlu kürtaj ve ameliyat ile her gün yüzlerce bebek katlediliyor. Daha ne olsun diyeceğiz. Hidayetullah OĞUZHAN Doğu Türkistan Maarif ve Dayanışma Derneği Başkanı KANAYAN YARA DOĞUTÜRKİSTAN Çin Hükümeti nezdinde bütün Doğu Türkistanlılar “Teröristtir. Zaman zaman Çin Halk Cumhuriyeti Güvenlik Bakanlığı basın açıklamaları 37 /ugsamnews