Yaban Aklın Evcilleştirilmesi - Jack Goody ...Çünkü açıktır ki, “Batının eşsizliği” gibi bir takıntı sonucunda diğer yazılı toplumların başarılarını anlayabilme konusunda başarısız kaldık. Jack Goody Cambridge , Aralık 1976 Evrim ve İletişim Büyüden bilime geçiş, rasyonalizmin gelişmesi gibi bir çok soru, filozoflar, antropologlar, psikologlar, tarihçiler ve filozoflar arasında yoğun tartışmalara yol açmıştır. Esas sorun, bunun kategorileştirilmesinde ortaya çıkmaktadır. Kategorilere ayırmanın getirdiği temel güçlük, katılımcı ve gözlemci açmazı yüzünden çeşitli biçimlerde tanımlanan ‘bizlerle’ diğerleri arasında önemli farklılıklar olduğu kanısıyla başlamak durumunda kalmamıza rağmen kategorilerin biz ve onlar şeklinde oluşturdukları yapıdır. Yazara göre insan düşünüşünde meydana gelen değişimlere bakarken, Avrupa’nın yayılma döneminde ortaya çıkan bu kategorileştirmeden vazgeçmeliyiz. Bunun yerine, farklılıkları anlayabilmek için çok daha özgün bir ölçüt bulmalıyız. Akli ‘evcilleştirmenin’ maddi olarak beraberinde getirdiği unsurlar da yok sayılmamalıdır, çünkü bunlar bir yandan düşünce, niyet ve yaratıcılığın dışavurumlarıyken, diğer yandan da sayılan olguların gelecek formlarını belirler. Yani sadece iletişimin sonuçları değil aynı zamanda onun belirleyici birer niteliğindedir. Birçok gözlemci düşünmenin oluşumu içın dilin gelişimini bir gereklilik olarak görmüştür. Dilin varlığı ve yokluğu arasında kurulan karşıtlık bizi ilgilendiren farklılıklar konusunda dazla bir etkiye sahip değildir. Fakat iletişim araçlarının incelenmesi ve aklın teknolojisi üzerine bir çalışma, insanın düşünce yapısındaki gelişmeleri aydınlatabilir. Dilin ortaya çıkışından sonra bu alandaki en büyük gelişme, konuşmanın bazı grafik biçimlere dökülmesi, yani yazının gelişimidir. Burada salt bir sıçramadan değil, ancak en geniş haliyle tanımlanabilecek bir yayılma sürecini meydana getiren bir dizi gelişmeden bahsedebiliriz. Bu yayılım bugün yaygın bir biçimde kullanılan alfabetik yazımın göreli olarak basit bir formunu oluşturma noktasında doruk noktasına varır. Eğer iletişimdeki değişimlere eleştirel bir gözle bakıp onların tek değil birçok özelliği olduğunu söylersek o zaman sadece ‘düşünce yapısına’ değil, aynı zamanda sosyal örgütlenmeye dair kurduğumuz ilkel ve gelişkin biçimindeki eski karşıtlık da ortadan kalkar. bu ve bunun gibi etkenlerin farkına varılması, bu farklılıkların doğasına olan bakış açımızı değiştirir. Geleneksel ifade tarzı, değişim içın hiçbir sebep önermeyen, evcilleşmenin nasıl ve niçin olduğuna dair hiçbir fikir ileri sürmeyen statik bir tarzdır. (Yazar burada Levi-Strauss’un çalışmalarına gönderme yapıyor. Aslında kitabın yazılış amacı daha çok Levi-Strauss’un ‘yaban akıl / savage mind’ isimli çalışmasına bir tür gönderme, eleştirel yaklaşımdır.) Bu yaklaşım modern insanın ortaya çıkışını Eski Yunanlıların ya da Batı Avrupalıların dehasına bağlamaktadır. Fakat modern insan günümüz Afrika’sında her gün tekrardan icat edilmektedir. Bu süreç mevcut kuramların belirttiği gibi ‘düşünce’ veya ‘aklın’ niteliklerinin toptan dönüşümü olmaksızın gerçekleşir. Kuşkusuz iletişimin içeriğı temel öneme sahiptir. Fakat sosyal kuram ve tarihsel çözümleme olduğu kadar günümüz politikaları ve gelecek planlaması için de temel olan aklın farklı teknolojilerinin getirdiği kısıtlamaların ve fırsatların farkına varılmasıdır. Yazı Öncesi Toplumlarda “Entelektüeller” Eğer entelektüelleri dar manada uzmanlık sahibi insanlar olarak tanımlarsak, yazı öncesi toplumlarda bu insanları bulmak zor, hatta imkansız hale gelir. Geniş bir açıdan bakıp onları kültüre dair yaratıcı bir arayış içindeki kişiler olarak tanımlarsak eğer, bu tip bir faaliyetin daha ‘basit’ toplumlarda bile varolduğu açıktır. Sosyal bilimlerdeki belli eğilimler sonucunde bu tür bir eylemin, bu tip bir bireyin üstü örtülmüştür. Basit toplumlarda zekanın katkısı öylesine önemsizleştirilmiştir ki, bazen ‘yerliler düşünür mü?’ diye sormaya bile kalkışılır. Ya da “onların sadece bir takım kısıtlayıcı yapıları mı var?’ diye araştırılır. Bireyin yaratıcı, sanatsal eylemdeki rolü üzerine bir tartışmanın çıkabileceği şeyler ne olabilir? Başka kültürler hakkındaki tartışma ve düşüncelerimizin çoğu sözlü ‘geleneğin’ doğasına değin yanlış yorumlara dayanır. Yazı öncesi toplumlardaki sözel iletişimin özelliklerinden biri, bireysel başarıyı gizleyip onu, aktarılan gelenek yığınının bir parçası haline getirmesidir. Bu geleneğin doğası ve yaratılma süreci hakkında düşünürken sözlü ve yazılı kültürler arasındaki farkların iyi tanınması önemlidir. Çünkü bu etken, yaratıcı süreçte bireyin rolü ve genel olarak entelektüel sorunsalıyla ilgili ipuçları sunar. Sözlü topluluklarda insanın başarısı, ister bir balad, ister tapınak olsun, anonim bir geleneğin parçası kılınır ya da tamamen reddedilir. Yaratıcı unsur yok değildir ancak niteliği farklıdır. Burada bireylerin yazılı kültürde oluşturduğuna benzer şeyleri yapan, ortak bilinçle yakından ilişkili olan gizemli bir ortak kimlik değildir; daha doğrusu bireysel imza üretim aktarımı sürecinde devamlı silinir. Bu süreç sadece yazılı formda ‘edebiyat’ diyebileceğimiz şeyleri değil, farklı derecelerde de olsa anlama kategorilerini ve sınıflandırma sistemlerini de etkiler. Çünkü bir yaratıcı olarak birey ile bilinen kültür arasında diyalektik bir ilişki mevcuttur. Zaman içerisinde entelektüel faaliyetteki uzun vadeli değişim büyük ölçüde dinsel olandan seküler ve teknik olana kayıştır. Bu süreç, laikleşme ve bilimin gelişmesi surecinin bir parçası olarak görülebilir, Bu dönem, örgütlenme manasında kıyaslanamayacak denli karmaşık bir entelektüel eylemin doğmasına yol açmıştır. bu entelektüel faaliyet o zamana dek oluşan formlar içerisinde en çok yazına dayanan tür olmasın yanı sıra bu yazın sadece hükümet ve ekonominin değil entelektüel hayatın da örgütlenmesinin de temel karakterini oluşturur. Böyle kapsamlı değişikliklerin meydana geldiği açıktır. fakat uygun bir biçimde yaratıcı entelektüel faaliyet olarak tanımlayabileceğimiz şeylerin hatta entelektüellerin de olmadığı bir toplum kurgulamak temel bir yanlış olacaktır. Yazım, Eleştiri ve Bilginin Gelişimi Toplumların ve düşünce biçimlerinin, gelişkin ve ilkel, evcil ve yaban, açık ve kapalı biçimde ayrılması, karmaşık evrene bir düzen ve kavrayış getirebilmek içın kullandığımız kendimize özgü sınıflandırmalardır. Ancak bu düzenleme yanıltıcı, anlayış ise yüzeyseldir. Diğer ikili sistemlerde olduğu gibi bu sınıflandırma da çoğu zaman değer yargısı yüklü ve kavim-merkezlidir. Böyle basit bir modelin, insan etkileşimini ve gelişimini anlamada yeterli bir çerçeve sağlamayacaktır. Aynı zamanda tersini, yani kültürel göreciliğe kaymış birçok sosyal bilimcinin bütün toplumları sanki temelde aynı entelektüel süreçlerden geçmiş gibi görme eğilimlerini de kabul edemeyiz. Bu süreçler benzerdir ancak kesinlikle aynı değildir. Bu durum kabul edilse bile, farklılığın kesin olarak tanımlanması kendi başına yeterli değildir. Mekanizmaların ve nedensel unsurların da işin içine katılması gerekir. Sonuçta kültür bir iletişimsel eylemler dizisidir. Bunun yanı sıra iletişim biçimindeki farklılıklar çoğu kere üretim biçimindekiler kadar önemlidir. Çünkü bunların bilginin saklanması, çözümlenmesi ve yaratımındaki değişimlere olduğu gibi, insanların aralarında kurduğu ilişkilerle de yakından ilgisi vardır. Alfabetik yazımın, sözlü iletişime yarı kalıcı bir biçim vererek, söylemin farklı bir yoldan incelenmesini sağladığı şeklinde bir önderme vardır. Bu tür bir inceleme eleştirel etkinlik, dolayısıyla da rasyonellik, şüphecilik ve mantık alanındaki ilerlemeleri desteklerken, doğruluğu şüpheli o karştıtlıkları yeniden canlandırmaktadır. Yazı, eleştiri potansiyelini artırır, çünkü söylemi farklı bir yoldan gözler önüne serer, aynı zamanda birikimsel bilgi potansiyelini, ozellikle de soyut türde bilgiyi artırır, çünkü yüzyüze iletişimi aşarak iletişimin doğasını aynı zamanda da bilginin depolanma sistemini değiştirir. Bu şekilde ‘düşüncenin’ çok daha geniş bir aralığı okuyan halka ulaşması sağlanır. Günümüzde hafızanın depolanması diye bir sorun, insanlığın entelektüel hayatına hakim değildir. İnsan aklı artık konuşmanın dinamiğine katılmanın getirdiğı kısıtlamalar yerine durağan ‘metni’ çalışmakta serbesttir. Bu süreç insanın yarattıklarına şöyle bir geri çekilip bakmasını ve onu daha soyut, genelleşmiş ve rasyonel bir yolla gözlemlemesini sağlar. Yazım, insanlığın iletişımine çok daha geniş bir zaman aralığından bakmasını sağlayarak eleştiri ve yorum gücünü artırır. Bu yüzden bir çok durumda karşılaştırılması gereken ‘geleneksel’ ve ‘modern’ değil, ‘sözlü’ ve ‘yazılı’ olandır. Alternatiflerin farkında olma durumu açıktır ki daha çok yazılı toplumları niteler. Kitaplar ve kütüphaneler bireye ister betimleyici, ister ütopyacı taslaklar halinde olsun, farklı kültürler ve dönemler hakkında bilgi alma olanağını sunar. Fakat bu basitçe çok daha geniş bir etki alanına maruz kaldığını farketmek değildir. Böyle bir açıklık büyük oranda mekaniktir ve örneğin Kano gibi Sahra’yı aşıp gelen bir çok ziyaretçisi bulunan bir şehrin insanları için, ya da 18.yy da Boston veya Brimingham’da yaşayan insanlar için olduğu kadar mevcuttur. Burada insanların farklılıkları ayırt etmesini sağlayan, çelişkileri düşünmeye zorlayan, tartışmanın kuralları hakkında bilgi sahibi olmasını sağlayıp mantık yürütmeye yönelten unsur, daha çok alternatiflerin sunulma biçimidir ve biçim, yazı tarafından belirlenir. Çünkü, konuşma yazıya döküldüğünde, parçaları ve bütünüyle geriye ve ileriye doğru, bağlamın içinde ve dışında çok daha ayrıntılı olarak incelenir. Diğer bir deyişle, sadece sözlü iletişimde mümkün olandan çok daha değişik bir gözden geçirme ve eleştiri tipine maruz kalır. Konuşma artık ‘duruma’ bağlanmaz, zamansız olur. Aynı zamanda insana da bağlanmaz. Kağıt üzerinde daha soyut ve kişisellik dışı bir hal alır. Büyük Karşıtlığı Yeniden Düşünmek İlkel ve gelişmiş toplumlar arasındaki yaygın karşıtlık bir yandan antropoloji ile sosyoloji arasına sınır koyulmasına izin verirken bir yandan da biz ile onlar, basit zanaatkar ile bilim adamı, mantıksal ile akılcı olmayanın karşısında mantıklı ile akılcı gibi bir ayrıma olanak sağlamaktadır. İletişim araçlarındaki ve biçımindeki değişimlerin etkilerinin, çeşitli yazarların adlandırdığı terimlerden oluşan şu listeyi ortaya çıkarmıştır. İlkel Yaban Geleneksel Gelişkin Evcil Modern Soğuk Sıcak Kapalı Açık Gelişen Mantık Öncesi Mitleştirici Gelişmiş Mantıksal Mantıksal-Ampirik Bu karşıtlı yaklaşım insan gelişiminin karmaşıklığını ele amakta yetersizdir. Daha da ötesi, farklılık için hiçbir sebep, değişim içın ise hiçbir düzenek yoktur. Aksine, ancak bir ikili ayrılma bakımından kutuplu bir alan olarak kabul edilebilecek şeyi idade edilecek bir tipleştirmeyi kabul etmektedir. Bu büyük karşıtlık kısmen kültürel biçem ya da kazanımda gözlendiğı söylenilen farklılıklar, iletişim araçlarındaki değişimlerin olası sonuçları incelenerek çözülebilir. Sonuç olarak, sadece mekanik anlamda değil, bilişsel anlamda da yazının iletişımde yaptığı dönüşümlerin, aklımızla ne yapabileceğimiz ve onun bizle ne yapabileceğinin farkına varmadan, geleneksel yaklaşım olan karşıtlıklara yani Yaban ve Evcil gibi yaklaşimlarla insan düşüncesinin doğasını incelemek yanlış olacaktır. Çünkü yazı sadece konuşmanın fonografik kaydı değildir. Sosyal ve teknolojik koşullara bağlı olarak sorun yürütme ve çözmeye dair belirli türdeki gelişimlerle ilişkili olan dilsel etkinliğin özel biçimlerini teşvik eder. Eğer yaban akıldan bahsetmek istiyorsak, bunlar onun evcilleştirilmesinin vasıtalarından bazılarıdır. Serdar Uyanık