1 KUR’AN-I KERİM, ENGELLİ İNSANLAR KONUSUNDA NE DİYOR? Her yıl “3 Aralık Dünya Engelliler Günü”, uluslararası düzeyde ve ülkemizde düzenlenen çeşitli etkinliklerle, engellilerin durumu sorunlar bazında gündeme gelmektedir. Ancak yılda bir defa bu sorunları gündeme getirmek yeterli değildir, esas olan sorunlar çözüme kavuşuncaya kadar gündemde tutmak, medya ve sivil toplum örgütleriyle ilgilileri uyarmak ve engellilere “toplumsal destek” sağlamaktır. Temel hareket noktası; “engelleri kaldırarak herkesi içine alan ve herkes için ulaşılabilir bir toplum yaratmak” olmalıdır. Engelli insana saygı, insanlığa saygıdır. Engelli insana acıyarak değil, hayranlıkla bakmalıyız. Engelli olmak “kader, kusur” değildir. Engelliler yardıma değil, sevgiye, ilgiye ve şefkate muhtaçtır. Engelli insan, “toplumun namusu”dur. Engelli insana yapılanlar “yardım eksenli” değil; “hak eksenli”dir. Engelliyi tüketici olmaktan üretici konuma geçirmek, sosyal devletin varlık nedenidir. Engellilerin ihtiyaçlarına yönelik uygulamaların hedefi, onların toplum içerisindeki yaşamlarında fırsat eşitliğini yaratmak ve sürdürmek olmalıdır. Fırsat eşitliği yönünde etkin adımlar atılıp ilerleme sağlandıkça, pozitif ayrımcılığa gerek kalmayacak ve giderek engellilik üzerindeki bu etiketlendirme ortadan kalkacaktır. Engelliliğe toplumsal bakışımızda; engellinin tam bir insan oluşunu kabul etmeliyiz, vatandaşlık haklarını gözetmeliyiz, farklılıklarına saygı göstermeliyiz, yaşamlarına saygı göstermeliyiz, bireysel onuruna saygı duymalıyız, temsil edilmesini sağlamalıyız, engellinin hakları ile mücadelesinde dayanışma içinde olmalıyız ve kesinlikle fırsat eşitliği sağlamalıyız. Ayrıca bunlar, evrensel insan hakkıdır. Bütün bunları yerine getirdiğimiz oranda medeni insan olabiliriz. Engellilerin haklarını ortaya koyan “Birleşmiş Milletler Engellilerin İnsan Haklarına Dair Sözleşmesi” 2000-2006 yılları arasında hazırlanmış ve Mart 2007 tarihinde imzaya açılmıştır. TBMM'de 3 Aralık 2008 tarihinde onaylandı ve 29 Ekim 2009 tarihi itibariyle de iç yasa hükmünde Türkiye’de yürürlüğe girdi. Birleşmiş Milletler Engellilerin Haklarına Dair Sözleşme ile BM tarihinde ilk kez bir sözleşme tecrübeyle uzmanların katılımıyla, yani bizzat engelli bireyler ve engelli bireylerin oluşturdukları sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla hazırlandı. İmzaya açı ldığı günden bugüne geçen zaman içinde birçok ülke sözleşmeyi onayladı ki, ilk defa bir sözleşme bu kadar yaygın ve hızlı kabul görmüş oldu. Engelli bireylerin varlığı insanlık tarihi kadar eskidir. Tarihi süreç içinde engelli kavramına farklı anlamlar yüklenmiş ve buna paralel olarak da engelliler toplumsal hayatta farklı muamelelere tabi olmuşlardır. İnsanların davranışlarına inancın etkisinin vazgeçilmez bir realite olarak kabul edilmesi nedeniyle, konuya Kur’an-ı Kerim’in yaklaşımının ne olduğu konusu son derece önemlidir. Bu nedenle de inanan veya inanmayan pek çok insan Kur’an-ı Kerim’in engelli insanlara yaklaşımını öğrenmek istemektedir. İslam dini, “soyut yaşam” yerine “sağlıklı yaşam” biçimini ısrarla tavsiye etmiştir. “Canın korunması” İslam dininin beş temel prensibinden biri olarak kabul edilmiştir. Diğer taraftan hem dünya işlerinin gerçekleşmesi için ve hem de ibadetlerin yerine getirilmesi için sağlık son derece önemlidir. Bu nedenle sağlık, iman nimetinden sonra en kıymetli varlık olarak kabul edilmiştir. (Dr. Emine Gül, “Kur’an’da Engelliler konulu makalesi”) Allah, insanları iman, salih amel, güzel ahlak, ibadet ve itaatleri veya inkar, şirk, nifak, isyan ve kötü davranışları, takva veya zulüm sahibi olup olmamaları açısından değerlendirir. Onları servetleri, ırkları, renkleri, cinsiyetleri, dilleri, nesepleri, fizyolojik yapıları, engelli veya sağlıklı oluşları açısından değerlendirmez. “...Muhakkak ki Allah katında (yanında) en üstün (değerli) olanınız O’dan en çok korkanınızdır...”(Hucurat, 49/13) anlamındaki ayet ile “Allah sizin suretlerinize ve servetlerinize 2 bakmaz. Fakat kalplerinize (iman veya inkar halinize) ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 32) anlamındaki Hadis, bu gerçeği en güzel bir şekilde ifade etmektedir. Kur’an-ı Kerim’de direkt olarak engelli doğma konusunda bir ayet bulunmamaktadır. Fakat aşağıdaki ayetler incelendiğinde dünya hayatının gereği olan imtihan için bazı insanlarda, bazı bedensel engeller bulunduğuna dikkat çekilmekte ve fakat bunlar gerçek kusur olarak kabul edilmemektedir. Allah’a göre gerçek kusur, fiziksel olarak görememek/duyamamak değil; hakka karşı bile bile görmezlik/duymazlık etmektir. İnsanların mallarına ve canlarına maddi veya manevi isabet eden az veya çok her hangi bir musibet ancak Allah’ın izni ile meydana gelir. Allah’ın izni olmadan bir kimsenin istemesi ve çalışması ile hiç kimseye kaza, bela, afet ve musibet isabet etmez. “Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez...” (Teğabun 64/11) anlamındaki ayet bu gerçeği ifade etmektedir. “İnsanı üzen her şey musibettir.” (Kurtubi, II,175; Beydavi, 24) Dolayısıyla insanların her hangi bir uzvundaki arıza ve hastalık birer musibettir ve bu musibetler Allah’ın izni ile olmuştur. Allah’ın izni olmadan bırakın insanın bedeninde veya organlarında her hangi bir arıza ve hastalık olmasını, insanın ölmesi bile mümkün değildir. (Al-İmran 3/145) İnsanların başına gelen musibet ilahi bir imtihan da olabilir. Buna iman etmiş olan herkes, bu sıkıntıdan kurtulur ve psikolojik olarak rahatlar. Konu ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 2/155) “…Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lakin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (Hac, 22/46) Bunun yanı sıra Kur’an-ı Kerim’de bedensel engelliler için birçok kolaylıklar bulunmaktadır. Konu ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim: “Allah ve Resulü için (insanlara) öğüt verdikleri takdirde, zayıflara, hastalara ve (savaşta) harcayacak bir şey bulamayanlara günah yoktur. Zira iyilik edenlerin aleyhine bir yol (sorumluluk) yoktur...” (Tevbe, 9/91) “A’ma (köre) güçlük yoktur; topala güçlük yoktur; hastaya da güçlük yoktur... (Bunlara yapamayacakları görev yüklenmez; yapamadıklarından dolayı günahkar olmazlar.)” (Nur, 24/61) “Köre vebal yoktur, topala da vebal yoktur, hastaya da vebal yoktur. (Bunlar savaşa katılmak zorunda değildirler.) Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de geri kalırsa, onu acı bir azaba uğratır.” (Fetih, 48/17) Bazı ayetlerde durum tespiti amacıyla teşbih yapılırken engelli kimselerin anılması onların yerildiği anlamında kesinlikle anlaşılmamalıdır. Kur’an-ı Kerim bedensel engelli kimseyi yermez ve küçümsemez. Bilakis bedensel hiçbir engeli olmayan insanların ilahi gerçekleri görmemesi/duymaması ve dile getirmemesi yerilir ve kınanır. Kur’an-ı Kerim’de verilen engelli örneklerinin bir geçmişe bakan gerçekliği vardır. Bir de günümüze ve geleceğe bakan yönü vardır. İnsanın kabulde zorlandığı hikmetini anlayamadığı bu durumlar karşısında Kur’an-ı Kerim ayetleri kendisine yol göstermekte ve dayanak olmaktadır. Bu bağlamda hayır gözüken şeylerin şer, şer gözüken şeylerin de hayra dönüşebileceğinin delilleri sunulmaktadır. Dolayısıyla engellilik yaratıcı kudret açısından insan aleyhine bir durum değil, bilakis lehinedir de denilebilir. Ayrıca hiçbir durum, yani engellilik veya sağlıklı oluş son durum değildir. Kur’an-ı Kerim’e göre hiçbir toplumda atık insan yoktur. Zihinsel engelliler de dahil hepsinin yaratılışı bir amaca binaendir. Zira Allah’ın yaratışında bir amaçsızlık, bozukluk ve sıradanlık muhaldir. 3 Allah yaratmışsa mutlaka bir nedeni vardır. Allah, engelli olarak yaratmışsa, kullarına zulmetmek anlamına asla gelmez. Çünkü Allah kullarına asla zulmetmez. Ancak Allah’ın yaratma takdiri asla sorgulanamaz. Biz insanların böyle bir hakkı ve yetkisi yoktur. Varlıkların en üstünü ve en şereflisi olan, alemde var olan her şey, hizmetine sunulan insanın Allah katındaki değeri iman, ibadet, salih amel, takva ve güzel ahlakı nispetindedir. Çünkü Allah, insanları bu açıdan değerlendirmekte, onların fizik yapılarına, renklerine, ırklarına, cinsiyetlerine, sağlam veya engelli oluşlarına bakmamaktadır. Kur’an-ı Kerim’de dünya veya ahiret hayatında, hakiki, çoğunlukla mecazi anlamda görme, işitme, konuşma, ortopedik ve zihinsel engellilik ile genel anlamda hastalıklardan söz edilmektedir. Hakiki anlamdaki engellilik ya benzetme veya dini görevlerde ruhsat bildirme veya tedavi etme veya değer verme bağlamında zikredilmiştir. Mecazi anlamda engellilik; iman etmeyen insanların ilahi gerçekleri, anlamamaları, görmemeleri, duymamaları ve konuşamamaları bağlamında geçmektedir. Ahiret hayatında görme, duyma ve konuşma engelli olmak; hakiki ve mecazi anlamda, kafirler için gerçekten kör, sağır ve dilsiz olmaları veya kendilerini sevindirecek şeyleri görememeleri, duyamamaları ve delil ile konuşamamalarıdır. Ahsen-i takvim üzere en güzel biçimde yaratılan insanın fiziki ve ruhi varlığını sağlıklı olarak, sürdürmesi temel görevidir. Bu görevin ihmali, insanda birtakım özürlerin meyd ana gelmesine sebep olabilmektedir. Diğer yandan insan, ölümü ve hayatı ile imtihan halindedir. Bazen nimetlerle ve bazen de musibetlerle imtihan olur. Dolayısıyla başına gelen her sıkıntının müsebbibi bizzat kendisi olmayabilir. İlahi imtihanın yanı sıra, anne-baba ve toplumun da ihmal ve kusurları olabilir. İster ilahi bir imtihan sonucu, isterse kendisi ve diğer insanların kusuru nedeniyle olsun bir musibetle karşılaşsa, insanın her şeyden önce metanet ve sabır gösterebilmesi gerekir. Sabretmesi, onun için bir mükafaat ve kurtuluşa vesiledir. Bu, sıkıntılarından kurtulmak için maddi ve manevi çarelere başvurmasına engel değildir. Çarelere başvurması gerekir. Ancak “musibet Allah’ın izni ve takdiri ile olmuştur, O, izin vermeseydi olmazdı, bunda da bir hayır vardır diyerek” rahat olma bilincini kazanabilmesi, insanın Allah’a olan imanının sonucudur. Kur’an-ı Kerim bunu, insandan ısrarla istemektedir. (Doç. Dr. İsmail Karagöz, “Kur’an-ı Kerim’in Engellilere Bakışı” Diyanet Aylık Dergisi 2004/Mayıs) “Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık.” (Tin, 95/4) “...Allah size şekil verdi ve şeklinizi en güzel yaptı...” (Teğabün, 64/3) “O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapandır...” (Sad, 32/7) “Sonra insanı şekillendirip ona ruhundan üfledi. Sizin için işitme, görme ve idrak organları yarattı...” (Secde, 32/9) “Biz insana iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi?” (Beled,90/8-9) anlamındaki ayetler Allah’ın insanları en güzel ve en mükemmel biçimde yarattığını ifade etmektedir. Kur'an-ı Kerim’de görme, işitme, konuşma, ortopedik ve zihinsel engelliler ile hastalıktan söz edilmektedir Hastalık, işitme, görme, konuşma ve anlama engelliliği ile ilgili ayetlerin büyük çoğunluğu mecazi anlamdadır. Engelliler başlığı altında anılan görme engelliler, Kur’an-ı Kerim literatüründe “Âmâ”, işitme engelliler “Sum”, konuşma engelliler “Bukm”, ortopedik engelliler içinde anılan topal kimseler “Ağrec”, zihinsel engelli kimseler ise “sefih” ve “mecnun” kelimesiyle yer almıştır. Kur’an-ı 4 Kerim’de bedensel manada görme engellilerden söz eden ayetler ya bu engele maruz kalan kimselerin dini ve sosyal yaşamlarında ruhsat ve kolaylık beyanı veya durum tespiti ya da Peygamber mucizelerinin anlatımı bağlamında yer almaktadır. Görme engelliliği, Kur’an-ı Kerim’de 28 ayette geçmektedir. Bunlardan sadece 10 ayette fiziksel anlamda olup, 6 ayet dünya hayatı, 4 ayet de ahiret hayatı ile ilgilidir. Dünya hayatındaki engellilik ile ilgili ayetlerin bir kısmı hakiki ve bir kısmı da mecazi anlamdadır. Hakiki anlamda körlük; gözlerin görme özelliğini kaybetmesidir. 6 ayette hakiki anlamda görme engellilerden söz edilmektedir. Bunlardan 1 ayet Allah’ın insanların fiziki yapılarına engelli veya sağlıklı oluşlarına göre değil, Allah ve Peygambere iman ve itaate yönelmelerine göre itibar etmesi bağlamında; 1 ayet benzetme bağlamında, 2 ayet engellilere dini görevlerde ruhsat ve kolaylık bildirme bağlamında, 2 ayet de Hz. İsa (a.s)’in Allah’ın izniyle körleri iyileştirmesi bağlamında zikredilmiştir. Sorumluluk bağlamında; İslam, insanları ancak güçleri nispetinde sorumlu tutar. (Bakara, 2/284) Dolayısıyla görme engelli insanlar dini görevlerle ilgili olarak ancak güçlerinin yettiği şeylerden sorumludurlar. Allah yolunda cihat yapma ve savaşa katılma ile ilgili olarak, “Âmâ’ya güçlük yoktur...”(Nur,24/61-Fetih,48/17) buyrulmaktadır. Bu ayet, ortopedik özürlülerin savaşa katılma zorunluluğunun olmadığını da ifade etmektedir. Benzetme bağlamında; bir olgu olarak gören ile görmeyen bir değildir. Â’mâ, evrendeki varlıkları göremezken, gözleri sağlıklı olan insan görebilmektedir. Bu açıdan aralarında fark vardır. İşte Allah, inkar edip isyan edenler ile iman edip salih amel işleyenleri kör ve sağır ile işiten ve gören insanlara benzetmektedir: “Bu iki zümrenin (mü’minler ile kafirlerin) durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların durumları hiç birbirlerine denk olur mu? Hala düşünmez misiniz?” (Hud, 11/24) Bu ayette, sadece bir durum tespiti ve benzetme yapılmaktadır, yoksa görme ve işitme engelliler yerilip aşağılanmamaktadır. Böyle bir şeyi Allah hakkında düşünmek asla mümkün değildir. Değer verme bağlamında; Allah’a ve Peygambere yönelen görme engelli insan, inkar edip isyan eden zengin ve itibarlı insandan daha değerlidir. Bu durum, Abese suresinin ilk 12 ayetinde açıkça bildirilmektedir. Alemlere rahmet, bütün insanlara Peygamber, örnek, uyarıcı ve müjdeci olarak gönderilen Hz. Muhammed (s.a.v), Mekke’nin ileri gelenlerini dine davet ile meşgul olması nedeniyle bir a’ma ile ilgilenmediği için uyarılmıştır: “Kendisine o Âmâ geldi diye (Peygamber) yüzünü ekşitti ve öteye (geri) döndü, yüz çevirdi. (Ey Peygamberim!) Ne bilirsin belki o âmâ temizlenip arınacak; yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek. Kendisini muhtaç hissetmeyene gelince sen ona yöneliyor, onun sesine kulak veriyorsun, (istemiyorsa) onun temizlenmesinden sana ne, (sen sorumlu değilsin). Fakat sana Allah’a derin bir saygı ile korku içinde koşarak geleni bırakıp ondan gaflet ediyorsun (ilgilenmiyorsun); hayır böyle yapma, çünkü bu (Kur'an sureleri) bir öğüttür, dileyen ondan öğüt alır.” (Abese, 80/1-12) Hz. Peygamber (s.a.v), Mekke’nin zengin ve ileri gelenleri ile özel bir görüşme yapar ve bunları İslam’a davet eder. İslam’ın güçlenmesi açısından bu kimselerin Müslüman olmalarını çok arzu etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v) bunlarla konuşurken Fihr oğullarından Abdullah ibn-i Ümmi Mektum adında görme engelli biri gelir ve Hz. Peygamber (s.a.v)’den kendisine Kur’an-ı Kerim’den bir ayet okumasını ister. “Ey Allah’ın Peygamberi! Allah’ın sana öğrettiklerinden bana öğret” der. Hz. Peygamber (s.a.v), sözünün kesilmesinden hoşlanmaz, yüzünü ekşitir, ondan yüz çevirir ve diğerlerine döner. Hz. Peygamber (s.a.v), sözünü bitirip kalkacağı sırada Abese suresinin konu ile ilgili ayetleri iner. Hz. Peygamber (s.a.v), bu olaydan sonra Abdullah ibn-i Ümmi Mektum’a ikram etmiş, onunla konuşmuş, hatırını ve bir ihtiyacının olup olmadığını sorarak onunla ilgilenmiştir. (Taberi, Abdullah ibn Cerir. Camiu’l-Beyan An Te’vili Ayi’l-Kur’an, XV, 30/50-52, Elmalılı Muhammet Hamdi Yazır, VIII, 5570-5571) 5 Tedavi Bağlamında; Kur’an-ı Kerim’de iki ayette Hz. İsa (a.s)’in Allah’ın izni ile doğuştan kör, yani “Ekmeh” olanları iyileştirdiği ve Hz. Yakub (a.s.)’in kör olan gözlerinin iyileştiği bildirilmektedir. “...Körü ve alacayı iyileştiririm...” (Al-i İmran, 3/49) “...Yine benim iznimle sen doğuştan körü ve alacayı iyileştiriyordun...” (Maide, 5/110) Hz. Yakup (a.s.), oğlu Hz. Yusuf (a.s) için döktüğü gözyaşlarından dolayı gözlerini kaybetmiş, Hz. Yusuf (a.s)'in gömleğini yüzüne sürmek suretiyle gözleri açılmıştır. Bu olay Kur'an-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır: “… Üzüntüden iki gözüne ak düştü, acısını içinde saklıyordu.” (Yusuf, 12/84) “(Yusuf, kardeşlerine) bu gömleğimi götürün, babamın yüzüne koyun ki gözleri açılsın dedi…” (Yusuf, 13/93) “Müjdeci gelip gömleği Yakub’un yüzüne koyunca gözleri açılıverdi…” (Yusuf, 12/96) Mecazi anlamda körlük, gözlerin varlıkları görememesi değil, insanın gerçekleri görememesi yani “kalp körlüğü”dür. Allah, kalbi/aklı/zihni, gözleri, kulakları ve dili sadece eşyayı değil, aynı zamanda gerçekleri anlasın, görsün, duysun ve konuşsun diye yaratmıştır. “Allah sizi annelerinizin karınlarından hiçbir şey bilmezken çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl, 16/78) “(Sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun. Çünkü gerçekte (kafadaki) gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur.” (Hac, 22/46) anlamındaki ayetler bu gerçeği çok güzel bir şekilde ifade etmektedir. Allah, gerçekleri anlamayan kalp, gerçekleri görmeyen göz ve gerçekleri işitmeyen kulak sahiplerini sapık ve cehennemlik insanlar olarak nitelemektedir: “Andolsun ki, cinler ve insanlardan kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçok insanı cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha da aşağıdadırlar, işte bunlar gafillerin ta kendileridir.” (A’raf, 7/179) anlamındaki ayet bunun en güzel delilidir. Allah bu anlamda gözleri olduğu halde gerçekleri göremeyenleri “hakiki körler” olarak nitelendirmesi oldukça anlamlıdır. Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman bu anlamda kafir, müşrik ve münafıklara â’mâ denildiğini görmekteyiz. Gerçeklere gözlerini kapamış olan kafir, müşrik ve münafıklar, gözlerini ve gönlünü Allah’a ve Peygambere açmadıkça ilahi hakikatleri anlayıp göremezler. Allah, Hz. Peygamber (s.a.v)’e şöyle seslenmektedir: “Sen körleri sapıklıklarından vazgeçirip yola getiremezsin...” (Neml, 27/81- Rum, 30/53) 10/43) “...Körlere, hele gerçeği görmüyorlarsa sen mi doğru yolu göstereceksin?”(Yunus, “...(Resulüm.!) Körleri ve apaçık bir sapıklık içinde olanları sen mi doğru yola ileteceksin?” (Zuhruf, 43/40) “Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse (onu bilemeyen, inkar eden) kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak akıl sahipleri anlar.” (Ra’d, 13/19- Bknz. Neml 6 27/66; A’raf, 7/64) anlamındaki ayette geçen “kör” kelimesi, alemlerin Rabb’inden indirilen Kur’an-ı Kerim’in hak olduğunu bilen kimsenin zıddı olarak kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerim’in hak olduğunu bilenler, kafirler gibi kör, sağır ve dilsiz olmazlar. “(O Rahman’ın kulları), kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman onlara kör ve sağır kesilmezler.” (Fürkan, 25/73) Kur’an-ı Kerim’e göre inanan bir a’ma mü’min, inanmayan ama gözleri gören kafirden daha üstündür. Görüldüğü gibi ayetlerdeki “â’mâ” kelimeleri çoğunlukla mecazi anlamdaki körlüğü, yani kalp körlüğünü ifade etmektedir. Kur’an-ı Kerim, görme engelli kimselerin yaşamlarında kolaylığı esas alarak, yükümlülüklerini engelleri oranında azaltmış, ancak kulluk yükümlülüğünden azat etmemiştir. Manevi manada görme engelliden söz eden ayetlerde ise Kur’an-ı Kerim, görme engelli tanımına yeni bir mana yükleyerek baş gözü olduğu halde gerçekleri görmeyene kör/görme engelli demiştir. Görme engelli bir zatın şahsında da Kur’an-ı Kerim’in engellilere yaklaşımı net bir şekilde ortaya konmuştur.Görme engellilere, engelleri nispetinde dini ve sosyal yükümlülükler verilmekte ve onlar toplumsal hayattan tecrit edilmemekte ve toplum da onlar aracılığı ile eğitilmektedir. Kur'an-ı Kerim’de işitme engelliler ile ilgili ayetlerin sayısı, görme engellilere göre daha azdır. İsim şekli olan “Summ” 11 ayette geçmektedir. Hakiki anlamdaki sağırlık; benzetme bağlamında geçmektedir. Bir olgu olarak işiten ile işitmeyen bir değildir. Sağır insan sesleri duyamazken kulakları sağlıklı insan sesleri duyabilmektedir. Bu açıdan aralarında fark vardır. İşte Allah, inkar edip isyan edenler ile iman edip salih amel işleyenleri kör ve sağır ile işiten ve gören insanlara benzetmektedir: “Bu iki zümrenin (mü’minlerle kafirlerin) durumu kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların durumları hiç birbirlerine denk olur mu? Hala düşünmez misiniz?” (Hud, 11/24) Ayette, sadece bir durum tespiti ve benzetme yapılmaktadır, yoksa görme ve işitme engelliler yerilip aşağılanmamaktadır.Mecazi anlamdaki sağırlık; Allah ve Peygamberin çağrısını duymazlıktan gelmek, ilahi gerçeklere kulak tıkamaktır. Ayetlerde münafıklar ve ayetleri yalanlayan kafirler, yerilme bağlamında körler ve sağırlar olarak nitelenmektedir. Hatta Allah bu tür insanların, canlıların en kötüleri olduğunu bildirmektedir: “Şüphesiz yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüleri akıllarını kullanmayan sağırlar, dilsizlerdir.” (Enfal, 8/22- Bknz. 2/18 -2/171- 7/198) Kafirler ilahi gerçekleri duymazlar, çünkü “...İnanmayanların kulaklarında bir ağırlık vardır...” (Fussilet,41/44) inkarda diretmeleri nedeniyle “Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir...”(Bakara, 2/7- Bakz. Nahl,16/108) “işte bunlar, (Münafıklar) Allah’ın kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği kimselerdir.” (Muhammed, 47/23) Artık bu kimselerin kulaklarına hak söz girmez, Peygamber de onlara gerçeği duyuramaz, çünkü bunlar, akıllarını da kullanmazlar. Kur’an-ı Kerim’de 5 ayette konuşma özürlülüğünden söz edilmektedir. Bunlardan 4 ayet dünya hayatı, 1 ayet ahiret hayatı ile ilgilidir. Hakiki anlamda dilsizlik; benzetme bağlamında geçmektedir: “Allah, (şöyle) iki adamı misal verdi: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez, efendisine sadece bir yüktür. Nereye göndersen olumlu bir sonuç alamaz. Bu, adalet ile emreden ve doğru yol üzere olan kimse ile eşit olur mu?” (Nahl, 16/76) Mecazi anlamda dilsizlik; gerçekleri konuşmayan, hak sözü söylemeyen kimsedir. Allah, Kur’an-ı Kerim’de kafir, müşrik ve münafık kimseleri dilsiz olarak nitelemektedir: “(Münafıklar), sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar hakka dönmezler.” (Bakara, 2/18) “(İnkar edenler), sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bundan dolayı anlamazlar (düşünmezler).” (Bakara, 2/171) “Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içerisindeki sağırlar ve dilsizlerdir...” (En’am, 6/39) 7 Bütün engelli gruplar Kur’an-ı Kerim’de bir şekilde yer almakta, mü’minlerin engellilere yaklaşımının ne olması gerektiği ayetlerle ortaya konmaktadır. Engelli insanlar, engellerinin elverdiği ölçüde dini yaşamla mükelleftirler. Kur’an-ı Kerim, engellilerin yaşamlarında kolaylığı esas alarak sorumluluklarını engelleri oranında azaltmış, ancak daha önce de ifade edildiği gibi kulluk yükümlülüğünden muaf tutmamıştır. Bu anlamda, hiçbir engel Allah’ı tanımaya engel değildir. Engelli insanların sosyal ve dini yaşamda güçleri oranında var olmasında Kur’an-ı Kerim’e göre hiçbir engel yoktur. Kur’an-ı Kerim’de bahsi geçen tüm engelli insanlar toplumsal ve dini alanlarda var olmuşlar ve Kur’an-ı Kerim de bunu teşvik etmektedir. Engellilerin topluma, toplumun da engellilere adaptasyonu, engelli kimselerin topluma çıkması ve ulaşılabilir olmalarıyla mümkündür. İnsanlar zihinsel ve bedensel bir hastalığa yakalanabilirler. Bu durumda bulunan insanlar, iyileşmeleri için tedavi yollarına başvururlar, şifa vermesi için Allah’a dua ederler. Tedavi olup Allah kendilerine şifa verdiğinde ise bir kısım insanlar, koruyucu hekimlik tedbirlerini ihmal ederler ve Allah’a yaptıkları duayı unuturlar. Allah, bu tür insanları davranışlarından dolayı kınamaktadır. Ayetler, Allah’a duanın ve O’na yönelmenin sadece sıkıntı zamanlarında değil sıhhat, nimet ve rahatlık içinde iken de yapılması gerektiğini ifade eder. Sıkıntılı zamanlarda samimiyetle Allah’a dua eden herkesin duasını Allah kabul eder. (Kurtubi, XIII, 224) Hz. Peygamber (s.a.v) engellilerle ilgilenmiş, onlara yeteneklerine göre kamu alanında görev vermiş, kendilerine değer vermiş, topluma kazandırmaya çalışmış ve engellileri toplumun üretken olmayan bir kesimi olarak görmemiştir. Hz. Peygamber (s.a.v), görme engellilere karşı kötü davrananı, onların yoluna engel olanları kınamıştır. (Ahmed İbn Hanbel, I, 217, 309) Hz. Peygamber (s.a.v) döneminde bir kısım engellilerin çeşitli kamu işlerinde görevlendirilmesi, onların da toplumda üretken bir konuma getirilmesinin gereğine işaret eder. İslam en son ve akla en uygun dindir. Bu yüzden bedensel ve zihinsel engelliler için akla uygun çözümler üretmiştir. İslam’da hak, görev ve sorumluluklar insan gücü ile sınırlıdır. Engelli oluşun insana getirdiği güç kaybı yükümlülüklerde dikkate alınmış ve buna paralel olarak kolaylaştırma ve ruhsat sağlama yoluna gidilmiştir. Sabrın sonu da selamettir. Hiçbir sıkıntı ve zorluk yoktur ki, ahiret yaşamı için bir kazanım sayılmasın . Şüphesiz ilahi adalet gereği, herkes gücünün yettiğinden ve sadece kendisine verilenden sorulacaktır. (Bakara, 2/233, 286; Talak 65/7) Allah, şükredenlerle sabredenleri ayırt etmek üzere gerek verdiği nimetlerle ve gerekse vermedikleriyle kullarını imtihan eder. Bunun bir imtihan olduğuna inanan mü’min, verilene şükretmek, alınana ise sabretmek suretiyle her iki durumda da sınavı kazanma imkanına sahiptir. (Muslim, Zuhd 64, III. 2295) Allah’ın seçtiği Peygamberlerden Hz. Eyyup (a.s)’in uzun süre yaşadığı, sabır ve dualar sonucunda ilahi rahmetle giderilen dert, bunun tipik bir örneğini oluşturmaktadır. (Enbiya 83-4) (Prof. Dr. Hamdi Döndüren,“İslam’ın Engellilere Tanıdığı Kolaylık ve Ruhsatlar konulu makalesi) Sağlık gibi önemi haiz olan bir öğenin tamamından veya bir kısmından mahrum olan engelli insanların Kur’an-ı Kerim’e konu olup olmadığı, bu insanlara Kur’an-ı Kerim tarafından verilen psiko-sosyal destek, kısaca Kur’an-ı Kerim’in engellilere yaklaşımı, engele maruz olan/olmayan tüm insanlar tarafından bilinmesi ve anlaşılması gereken çok önemli bir konudur. Zira insanların dünya ve ahiret saadetini gaye edinen Kur’an-ı Kerim, engelli/engelsiz ayırımı yapmadan tüm insanları muhatap almakta ve onların dünyada huzurunu, ahirette de kurtuluşunu amaçlamaktadır. Özetle, dünya da iki çeşit insan vardır. Engelliler ve her an engelli olmaya aday olanlardır. Bunun da altını özellikle çizelim ki, verilen nimet ölçüsünde imtihana tabi tutulan insanların engelli olanları sabır ile imtihanda iken, fiziki herhangi bir engeli olmayanların ise şükür ile imtihanda olduklarını ve ne yazık 8 ki gerek nimetin fazlalığı ve gerekse şükürsüzlük nedeni ile engeli olmayanların daha fazla hata/günah/isyan içinde oldukları da bilinen bir gerçektir. Ancak herkes inanmalıdır ki, ilahi adalet, dünyada verilmeyen bir nimetin karşılığında ahirette tecelli edeceğidir. Allah, açıkça musibetler karşısında insanların üzülmemelerini, feryat etmemelerini istemektedir. Çünkü bütün olup bitenler Allah’ın izni ve takdiri ile olmuştur. İnsanın, “niçin bunlar oldu, niçin bunlar başıma geldi?” diye üzülmesinin bir faydası yoktur. İnsanın, “musibetler, Allah’ın takdiri ile olmuştur” diyerek sabırlı ve metanetli olması gerekir. Sabırlı olmak, musibet karşısında tedbir almamak, musibetlerden sonra gerekenleri yapmamak anlamına gelmez. Musibetler karşısında sabretmek kazandırır ve isyan etmek de kaybettirir. Olay budur. Musibetlerden önce ve sonra tedbir almak hem bir görev ve hem de bir haktır. Bu görevin yapılmaması bir vebaldir. İnsanın sağlığını, canını ve malını koruması, tehlikelerden sakınması, tedbirli olması, yaptığını iyi ve sağlam yapması Allah’ın bir emridir. Bütün tedbirlere rağmen insan musibete maruz kalabilir. Herkes yapması gerekeni yapacak, sonuçta takdir Allah’a aittir ve Allah’ın takdirine razı olmak kulun görevidir. Allah’ın taktirini beğenmemek, tartışmak ve sorgulamak isyandır. Kulun böyle bir hakkı ve yetkisi yoktur. İlahi takdire teslim olması ve haline şükretmesi gerekir. Kesin olarak bilmek ve iman etmek gerekir ki; kainatı ve içindeki canlı ve cansız bütün varlıkları yaratan (En’am,/102) ve yaşatan (Hadid, 57/2) rızık veren (En’am, 6/151- Rum, 30/40) ve düzene koyan, (Fürkan, 25/2) öldüren ve dirilten, güldüren ve ağlatan (Necm, 53/43-44) Allah’tır. Allah, dilediğini yapar, dilediğini aziz, dilediğini zelil eder, mülk O’nundur, mülkü dilediğine verir, dilediğinden alır. (Al-i İmran, 3/26) Kainatta başıboşluk ve düzensizlik yoktur. Hiçbir şey, O’nun izni olmadan meydana gelemez. (Nisa, 4/64; Enfal, 8/66; İbrahim, 14/25; Fatır, 35/35/32) Engellilik, herhangi bir hata, ihmal ve günahın olmadığı durumlarda da insana verilebilir ki, bu da Allah’ın insanları imtihan etmesi gerçeğidir. Bu bağlamda olması gereken imtihan olgusunun iyi kavranarak Allah’ın adalet ve merhametinden şüphe etmemektir. Çok önemli bir durum da, engelliliği dünya/ahiret ilişkisi içinde anlamak ve değerlendirme gerekliliğidir. Zira olayı sadece dünya hayatı çerçevesinde ele almak tek boyutlu bir değerlendirme olur ki, bu da insanları Allah’ın adalet ve merhametinden şüpheye götürür ve karmaşa çıkarır. İnsanı, ahlaki değerlerle donatarak her iki dünyada da iyiliği amaçlayan Kur’an-ı Kerim, engelliliğe maruz kalan insanlara sabır ve dua olgusu ile sıkıntılarından başa çıkmayı tavsiye etmektedir. Allah’tan engelli kardeşlerimize sabr-ı cemil, engeli şimdilik olmayanlara da şükrü tavsiye ediyoruz. Ne mutlu, karşılaştığı bütün zorluklara, hastalıklara, musibetlere, felaketlere sabredip, mutlu sona erişenlere ve ailesine..! Allah sabredenlerle beraberdir. Konu hakkında araştırmamızı zaman içinde daha da derinleştirmek isterim. Bu konuda araştırma yapmama vesile olan ve ailemize misafir olma şerefini bize bahşeden görme engelli değerli bir kardeşimin arzusu sonunda bu çalışmayı yaptım. Ama şimdilik bu kadarı ile yetinelim. Birçok insanın bilgilenmesine vesile oluruz. İnşallah... Araştırmamız bizi bu sonuca götürdü. Her şeyin en doğrusunu Allah bilir. Bütün engelli kardeşlerimin 03 ARALIK 2015 Dünya Engelliler Gününu en kalbi duyularımla kutlar, sağlık ve mutluluk diliyorum. Eğitimci, İlahiyatçı, Araştırmacı Yazar Mehmet BOZKURT www.mehmetbozkurt.com.tr 9