VERİLERİYLE DEMOKRASİ (MÜCADELESİ) VE DÜZEN(SİZLİK) ÜZERİNE TEMEL DEMİRER I. AYRIM: EKONOMİK DURUM(UMUZ)UN TÜRKÇESİ I.1) EŞİTSİZLİK COĞRAFYASI I.2) ZENGİNLİK İLE YOKSULLUK! I.3) PATRONLARIN İŞİ TIKIRINDA YA EMEKÇİLER? II. AYRIM: TÜRK(İYE) SİYASAL TABLOSU II.1) SİYASAL DURUM II.2) HÂL VE GİDİŞ II.3) İSLÂMİZASYON II.4) TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM II.5) DEVLET TERÖRÜ II.6) DERİNLEŞEREK YAYGINLAŞAN KAMPLAŞMA III. AYRIM: AKP TÜRKİYESİ PARANTEZİ III.1) AKP NEDİR? III.2) ERDOĞAN FAKTÖRÜ IV. AYRIM: TARİHSEL DENEYİM DERSLERİ IV.1) SON BİR ŞEY DAHA 1 VERİLERİYLE DEMOKRASİ (MÜCADELESİ) VE DÜZEN(SİZLİK) ÜZERİNE[*] TEMEL DEMİRER “Kölenin olduğu her yerde mutlaka bir de efendi vardır.”[1] Genel olarak Türkiye’de (ve Kuzey Batı Kürdistan’da) demokrasi mücadelesinden söz etmek, özelde Türkiye’de (ve Kuzey Batı Kürdistan’da) ne olduğundan ya da ekonomi-politik gerçeklikten bağımsız ele alınamaz. Kimileri “ekonomizm”, “indirgemecilik” suçlamalarını tekrarlayacak olsa da, siyasal bir gerçeğin ekonomik zemin (ve realite)den bağımsız olamayacağından kuşku duymuyorum. İş bu nedenle de coğrafyamızda (Türkiye ve Kuzey Batı Kürdistan’da) klasik burjuva demokrasisi ile onu devreye sokacağı - demokrasi mücadelesiyle var edilebilecek bir “sivil toplum”un var olmadığını, yaratılamayacağı kanaatindeyim. Ayrıca sürdürülemez kapitalizm ya da emperyalist vahşetin “Yeni Dünya Düzen(sizliğ)i” (“YDD”) koordinatlarında[2] -‘Oxfam’ın raporuna göre dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesiminin serveti,[3] geri kalan yüzde 99’luk kesimin servetinin toplamına eşitlenirken![4]- demokrasinden söz etmenin, edebilmenin ancak kapitalizmin yadsınmasıyla mümkün olabileceğinden de kuşku duymuyorum.[5] O hâlde Türkiye’de (ve Kuzey Batı Kürdistan’da) demokrasinin ne menem bir şey olduğunu kavrayabilmek için söz iktisat faslıyla başlayalım. Çünkü “Kelime olarak ekonominin aile üzerinden, ‘oikos’tan türemiş olması da bir rastlantı olarak durmamaktadır. Pederşahi potestas, kudret, bir düzenleme işidir ve olduğu gibi siyasidir: Baba otoritesi ve siyasi otorite, benzer bir şekilde teşekkül edilir. Bu rejim için kulluk rejimi uygun bir tanımdır.”[6] I. AYRIM: EKONOMİK DURUM(UMUZ)UN TÜRKÇESİ Ekonomik durum(umuz)un Türkçesine gelince: ‘Metropoll’ araştırmasına göre Türkiye’nin kötüye gittiğini düşünenlerin oranı yüzde 65’e çıkmış. Bu 2015 yılının en yüksek seviyesi. Türkiye’nin iyi gittiğini düşünlerin oranı ise yüzde 23’e gerilemiş![7] Konuya bağıntılı olarak, “Ekonomi iyiye mi kötüye mi gidiyor?” tartışmasının “Kimin ekonomisi?” sorusu üzerinden yanıtlanması gerektiğinin altını çizen ekonomist Gaye Yılmaz, “Eğer emeğin milli gelirden aldığı pay düşmüşse, bu durumun sermaye sınıfının ekonomisi iyiye giderken, işçi sınıfının ekonomisi kötüye gitmiş olur. Nitekim OECD’nin karşılaştırmalı istatistiklerine göre Türkiye’de ücretlilerin milli gelirden aldığı pay 1999 yılında yüzde 52 iken, 2012 yılında yüzde 30’a gerilemiştir,” deyip; “AKP hükümeti döneminde emeğin değersizleştirilmesi Türkiye’deki emek sömürüsünün boyutlarını gösteriyor,” vurgusuyla ekliyor: “Sadece küçük bir azınlığın, sermaye sınıfının ekonomisi iyiye giderken işçi sınıfının kazanımlarının neredeyse yarı yarıya azaldığını göstermektedir”![8] DURUM(UMUZ) NEDİR?[9] Türkiye’de nüfusun yüzde 20’lik en düşük gelire sahip hane halkı (15 milyon kişi) gelirin yüzde 6.2’sini paylaşırken, nüfusun en yüksek gelir grubundaki yüzde 20’lik dilim (15 milyon kişi) gelirin yüzde 45.9’una sahip. 2014 yılında eşdeğer hane halkı yıllık geliri ortalaması 14.553 TL. Ayda ortalama gelir 1.213 TL. 2014 yılında ortalama yıllık 6.665 TL olarak varsayılan (medyan gelirin yüzde 60’ı) yoksulluk sınırı altında kalanların sayısı 16.5 milyon kişi. Toplam nüfusun yüzde 21.8’ini oluşturuyorlar. Toplam hane halkı tüketim harcamalarından (ülke genelinde) gıda ve alkolsüz içkiye ayırılan pay yüzde 19.7 oranında. Daha fazla pay konut harcamalarına ve kiraya gidiyor. Konut, kira harcamalarının toplam tüketim harcamalarındaki ağırlığı yüzde 24.8 oranında. Ulaştırma-haberleşme harcamalarının payı yüzde 17.8 oranında. Alt gelir gruplarının tüketim harcamalarında gıda ve alkolsüz içkinin payı yüksek. Yüzde 20’lik nüfus gruplarına göre, en fakir yüzde 20’lik nüfus diliminde toplam tüketim harcamasının yüzde 28.8’i gıda ve alkolsüz içeceğe giderken, en üst gelir grubunda bu oran yüzde 15.1 dolayında. Ailede nüfus sayısı arttıkça gıda ve alkolsüz içkiye toplam harcamadan giden pay da artıyor. Tek kişilik ailede gıda ve alkolsüz içki payı yüzde 16.9 iken, 4 kişilik ailede yüzde 18.6 oranında. Türkiye’de gıda ve alkolsüz içeceklere bir yılda yapılan toplam harcamada, en fakir yüzde 20’lik nüfus dilimindeki 15 milyonun payı yüzde 12.4 iken, en yüksek gelir grubundaki 15 milyonun payı yüzde 28.4. Açık anlatımıyla, en yüksek gelir grubundakilerin kişi başı gıda ve alkolsüz içki harcamaları en alt gelir grubundakilerin 2 katı dolayında. 2 Türk-İş’in her ay sürdürdüğü açlık sınırıyla ilgili araştırmaya göre, 2015 Eylül ayında yetişkin bir erkeğin asgari gıda harcaması 374 TL. Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 1.361 TL. TÜİK’in açıklamalarına göre, 2014 yılında 2 günde bir et, tavuk veya balık içeren yemek masrafını karşılayamayan hane halkının ülke genelinde hane halkına oranı yüzde 33 dolayında. Bu oran medyan gelirin yüzde 60 altında kalarak yoksul sayılan 16.5 milyon insan için yüzde 66’ya yükseliyor. Kentlerde yaşayan nüfusun sadece yüzde 15’i tasarruf sahibi. Yüzde 15’in sadece yüzde 67’si devamlı tasarruf yapabilenler. Kentlerde yaşayanlara neden tasarrufları olmadığı sorulduğunda, yüzde 53’ü tasarruf edecek ölçüde gelirim yok diyor. Yüzde 21’i borçluyum, borç ödüyorum diyor. Yüzde 10’u kira ödemelerim ağır diyor. Türkiye’de 2015 yılında tasarruf oranı, milli gelirin yüzde 14.6’sı oranında. Başka ülkelerde gelen milli gelirin yüzde 5.2 oranındaki kaynakla tasarruf açığını kapatıyoruz. Örneğin… ‘Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Ölüm İstatistikleri verilerine göre, Türkiye’de ölüm sayısı 2014 yılında, yüzde 4.7 artışla 390 bin 121 düzeyine yükseldi. Ölenlerin yüzde 54.7’sini erkekler, yüzde 45.3’ünü kadınlar oluşturdu. Bebek ölüm sayısı 2013 yılındaki 13 bin 993 bebekten 2014 yılında 14 bin 821’e yükseldi. Böylece, bin canlı doğum başına düşen bebek ölümü sayısını ifade eden bebek ölüm hızı, 2013 yılında binde 10.8 düzeyindeyken 2014 yılında binde 11.1’e yükseldi. Diğer bir ifade ile 2014 yılında bin canlı doğum başına 11.1 bebek ölümü düştü![10] Örneğin… 15 Nisan 2015’de Malatya’da Ali Özbay, borçlarını ödeyemediğini belirterek, valilik önünde kendini ateşe verdi![11] Örneğin… Eskişehir’de inşaatlarda çalışan 29 yaşındaki baba Elfesiya Ç, oğlunun işitme cihazın son taksitini geciktirince firma reşit olmayan 6 yaşındaki işitme engelli E.Ç’yi icraya verdi. Cihazın faturası küçük çocuğun adına kesildiği için icra işlemi Enes adına gerçekleşti![12] Örneğin… 2014 yılında bankalara ibraz edilen 23.2 milyon çek yaprağının üzerinde yazan tutarların toplamı tam 601 milyar TL idi. Bunun 673 bin adedi karşılıksız çıktı; üzerindeki tutarların toplamı ise yaklaşık 20 milyar TL idi. Bu kabaca, ibraz edilen çeklerin yüzde 3’ü karşılıksız çıkması demek![13] ‘Türkiye Bankalar Birliği’ne göre, 2015 yılının ilk 8 ayında bankalara ibraz edilen çek miktarı yüzde 4 gibi düşük oranda artarken, bu çeklerin üzerinde yazan tutarların toplamı yüzde 15.7 arttı. Oysa bu çeklerden karşılıksız çıkanlarının sayısı yüzde 20.8 arttı. Daha fazlası, karşılıksız olanların üzerinde yazan tutarlar yüzde 48.5 arttı![14] Örneğin… Elektriğe yüzde 250 gizli zam… İstanbul’da suya 1 yılda 10 kez zam… Avrupa’nın ulaşımda en pahalı kenti İstanbul… Gıdada rekor zam… Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’nun verilere göre; 2016’nın Ocak ayında gıda fiyatları 2015’in Aralık ayına göre yüzde 5.5 oranında zamlandı. Bu ölçüdeki yüksek artış ekmek ve sebze fiyatlarına yapılan zamlardan kaynaklandı. Gıda fiyatlarında üç ayda 13.7 oranında artış kaydedildi.[15] Dünyada gıda fiyatları düşüş trendindeyken, Türkiye’de üreticiden ucuza çıkan meyve sebze, market-pazar tezgâhlarında 6 katı fiyata satılıyor. ‘Türkiye Ziraat Odaları Birliği’ (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, üretici ve market fiyatları arasında 5-6 kata varan fark oluştuğunu belirtip, bunun maydanozda yüzde 341’i bulduğunu vurgusuyla, “Maydanozdan sonra fiyat farkı sırasıyla portakalda yüzde 324, kuru incirde yüzde 284, kuru kayısıda ise yüzde 260, patateste 206, sütte yüzde 194, elmada yüzde 188, havuçta yüzde 184 oldu. Maydanoz 4.4 kat, portakal 4.2 kat, patates 3 kat, süt ve elma 2.9 kat fazla fiyatla tüketiciye satılıyor” dedi![16] Hasılı “Türkiye ekonomisinin 10 yıllık özeti: Her alanda borçlanma, ithalat, cari açık ve üretimsizlik... 2002 yılı sonunda hane halkı 100 liralık kazancının 3.4 lirasını borçluyken bugün 100 liralık kazancının 55.2 lirasını borçlu. Riskler devasa boyutlara ulaştı. Balon patlamak üzere,” diyor eski ‘Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’ (UNDP) Türkiye Müdürü Bartu Soral ve ekliyor ‘Tünelin Sonu Kriz’ başlıklı yapıtında: “Türkiye OECD ülkeleri arasında yüz kızartıcı bir yere sahip. Nüfusun en zengin yüzde 20’lik kesimi toplam gelirin yüzde 46’sını alırken en yoksul yüzde 20’lik kesim toplam gelirin sadece yüzde 6.1’lik kesimini almakta ve yoksulluk sınırının altında yaşamakta”![17] ‘Columbia Üniversitesi Earth İnstitute’ direktörü Jeffrey Sachs’ın açıkladığı, ‘Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri Endeksine’ göre, Türkiye 34 OECD ülkesi arasında sonuncu![18] ‘Euler Hermes’in ülke risk haritasına göre, Türkiye’de 2014’te 15.822 şirket iflas ederken; [19] iflasını erteleyen 20 şirketten 19’u batıyor![20] Nihayet ‘Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden (MIT) Prof. Daron Acemoğlu, 2007’den sonra Türkiye’de yolsuzluklarda artışlar olduğunu, ülkenin üretimden uzaklaştığını vurgularken;[21] ‘Küresel Finansal Dürüstlük Örgütü’nün (GFI) hazırladığı ‘Kara Para Dolaşımı’ raporunda Türkiye’nin yılda ortalama 3.5 milyar dolarlık kara paranın dolaşımına imkân sağladığı ifade edildi![22] Konuyla ilişkili olarak hızla sıralayalım: 3 i) “Gizemli para” olarak bilinen net hata noksan kaleminde rekor gelişmeler yaşanıyor. Merkez Bankası’nın açıkladığı ödemeler dengesi verilerine göre 2015’in Şubat’ında 4 milyar 282 milyon dolar kaynağı belirsiz para girişi yaşandı. Türkiye, bu rakamla aylık bazda 17 yılın rekorunu kırdı. En son Eylül 1998’de 4.5 milyar dolar gizemli para gelmişti![23] ii) Türkiye’ye yönelik “kaynağı belirsiz” döviz girişleri, 2015 yılının ilk dokuz aylık döneminde, 2014’ün aynı dönemine göre yüzde 52 artışla 13 milyar doları da aştı. Kaynağı belirsiz giriş (KBG) 13 milyar 440 milyon dolar oldu. Merkez Bankası verilerine göre, ödemeler dengesinin “kaynağı belirsiz giriş” olarak nitelendirilen “net hata noksan” kalemi, 2015’in Eylül ayında 1.98 milyar dolar ile 2.0 milyar dolara yakın arttı. Bu artışla, 2015 yılının ilk dokuz ayındaki “kaynağı belirsiz girişler”in toplamı, 2014 yılının aynı dönemindeki 8.87 milyar dolarlık girişin yüzde 52 gibi yüksek oranda üzerine çıkarak, 13.44 milyar dolara ulaştı![24] iii) Kara parayla ilgili suçlamalardaki rekor artış sonucu MASAK’ın 2014 yılı için 14 bin başvuru hedefi şaştı, 36 bin 483 şüpheli bildirim yapıldı![25] iv) Merkez Bankası, 2015’in şubat ayında ülkeye belirsiz kaynaklardan 4 milyar 282 milyon dolar döviz girişinin olduğunu açıkladı. Bundan önceleri de ülkeye nereden geldiği belli olmayan kaynaklardan büyük rakamlarda döviz girişi olmuştu ama 2015’in şubat ayındaki rakam çok büyük bir rakam![26] v) Kara para iddialarına neden olan gizemli para girişi 2015 yılının ilk 4 ayında 6 milyar 976 milyon doları buldu![27] vi) Kaynağı belirsiz para giriş çıkışını anlatan “Net Hata Noksan” (NHT) kalemi, 2015’in şubat ayında 4.3 milyar dolar olarak açıklandı. Bundan önceki en yüksek kayıt dışı tutar, 4.8 milyar dolar ile 2013 Temmuz dönemine ilişkindi. Ancak bu rakam, Varlık Barışı uygulamaları gerekçe gösterilerek daha sonra 2.1 milyar dolara revize edildi![28] vii) Gümrük ve Ticaret Bakanı Nurettin Canikli, kaynağı belirsiz para girişini ifade eden net hata noksan kaleminin 14-16 milyar dolara ulaştığını belirterek, “Ortadoğu, Balkanlar, Kuzey Afrika hepsinden kalıcı olarak para geliyor. Parasını güvence altına almak için Yunanistan’dan, Ermenistan’dan bile Türkiye’ye para geliyor” dedi. Merkez Bankası bilançosundaki net hata noksan kalemiyle ilgili açıklamalarda bulunan Canikli, “En son rakamı bilmiyorum ama 2014 yılında bu miktar 14-16 milyar dolardı” bilgisini verdi. CHP’nin 2014 yılında açıkladığı Ekonomi Raporu’nda ödemeler dengesinin finansmanında asıl dikkat çekici gelişmenin kaynağı belli olmayan para hareketlerinde yaşandığı belirtilmişti. Raporda, 2014 yılının mart ayında Türkiye’ye 2.4 milyar dolar kaynağı belirli olmayan para girdiği belirtilerek, “12 ayda Türkiye’ye kaynağı belirli olmayan para girişi 12 milyar dolara ulaştı. Bu tüm cumhuriyet tarihinin rekoru. Resmi finansman hesaplarından para girişinin durduğu bir dönemde kaynağı belirli olmayan para girişindeki rekorlar, oldukça manidar” tespiti yapılmıştı![29] O hâlde ekonomik durum(umuz)un Türkçesi hakkında kısaca şunu söylemek mümkün: Kara para cenneti Türkiye, emekçilerin cehennemidir! I.1) EŞİTSİZLİK COĞRAFYASI Türk(iye) ekonomisi deyince, akla ilk gelen - zenginlikle yoksulluğun iç içe geçtiği- eşitsizliktir! Nüfusun en zengin yüzde 1’inin servet payı 12 yılda yüzde 39.4’ten yüzde 54.3’e yükselirken, geri kalan yüzde 99’unkinin yüzde 60.6’dan yüzde 45.7’ye gerilediği Türkiye’de,[30] bilmiyor olamazsınız: Coğrafyamızda 7.5 milyonumuz Bangladeşli 7.5 milyonumuz İsviçrelidir! En üst gelir dilimindeki 7.5 milyon kişi İsviçre vatandaşı rahatlığında tüketiyor. Üst gelir grubu tüketimi artırınca, ülkede tüketim harcaması yükseliyor. Gelir dağılımındaki çarpıklığa dikkat etmeyenler, halkımızın tümünün tüketiminde artış olduğunu sanıyor![31] Yani ‘Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’na göre, Türkiye’de yaşayanların en fakir yüzde 20’sinin ortalama fert geliri 4 bin 515, en zengin yüzde 20’sinin ortalama geliri 33 bin 417 lirayken; araştırma gösterdi ki: i) Bu ülkede yaşayan toplam nüfusun, en fakirlerden oluşan yüzde 10’luk dilimindeki 7.5 milyon insan, toplam gelirin yüzde 2.5’unu alırken, en tepedeki 7.5 milyon insan gelirin yüzde 29.7’sine sahip. İi) Nüfus yüzde 20’lik dilimlere ayrıldığında en alttaki yüzde 20’lik gruptaki 15 milyon insan, toplam gelirin yüzde 6.2’sini, en varlıklı 15 milyon kişi ise toplam kullanılabilir gelirin yüzde 45.9’unu paylaşıyor.[32] 4 Yeri gelmişken hatırlatalım: OECD ülkelerinde en zengin yüzde 10 ile en yoksul yüzde 10’luk kesim arasındaki gelir farkı 10 kata çıktı. Gelir adaletsizliğinde Türkiye 4. sırada bulunuyorken; [33] Türkiye göreli yoksulluk oranı ve en zengin yüzde 10 ile en yoksul yüzde 10 arasındaki farkta da OECD ortalamasının çok üstünde bir orana sahiptir.[34] İnkârı mümkün olmadığı üzere Türkiye servetin dağılımında dünyanın en kötüleri arasında; Gini katsayısı yüzde 82.1 (malum, bu sayının yüzde 100’e yaklaşması dağılımın kötüleşmesi anlamına gelir). Kişi başına düşen servet 19.301 dolar olmasına rağmen, 53 milyon yetişkinin ezici çoğunluğunun (39 milyon) net serveti 10.000 doların altında. 10.000-100.000 dolar aralığında 13 milyon, 100.000-1.000.000 dolar aralığında ise 951.000 yetişkin var. Net serveti 1 milyon doların üstünde olan yetişkin sayısı ise 74.000.[35] TÜRKİYE’DE EN ZENGİN YÜZDE 1 İLE GERİ KALAN YÜZDE 99’LUK KESİMLERİN TOPLAM SERVETTEN ALDIKLARI PAYIN YILLARA GÖRE DEĞİŞİMİ[36] YIL 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 EN ZENGİN YÜZDE 1 39.4 40.0 40.6 41.3 42.1 42.9 43.8 45.4 47.3 49.1 48.7 47.7 45.7 GERİ KALAN YÜZDE 99 60.6 60.0 59.4 58.7 57.9 57.1 56.2 54.6 52.7 50.9 51.3 52.3 54.3 Türkiye’de gelir dağılımındaki bozulma devam ediyor. Aylık gelir açısından en fakir ile en zengin arasındaki fark 8.2 kata kadar çıkıyor. Türkiye’nin bu yılın 3 ayında gayri safi milli hasılası (GSMH) 50 katrilyon 454.2 trilyon lira oldu. Bu milli gelirle, 4 kişilik aile bazında aylık ortalama gelir 970 milyon 508 bin lira olmasına karşın, nüfusun yüzde 60’ı bu gelirin altında bir gelirle geçimini sürdürmeye çalıştı. En fakir yüzde 20’lik grup, 4 kişilik aile bazında 281 milyon 447 bin liralık aylık gelirle idare ederken, en zengin yüzde 20’lik grupta ise 4 kişilik aile başına aylık gelir 2 milyar 314 milyon 661 bin lirayı buldu. Devlet İstatistik Enstitüsü’nün 30 Haziran 2002’de açıkladığı GSMH verileri ile gelir dağılımı araştırmasının yapıldığı 1994 verilerini baz alarak yaptığı hesaplamalara göre, 2002 yılının 3 ayında ortalama tahmini nüfusu 69 milyon 316.5 bin olan Türkiye’nin, bu dönemdeki kişi başına aylık geliri 242 milyon 627 bin, 4 kişilik aile başına aylık geliri ise 970 milyon 508 bin lira düzeyinde. DİE’nin 1994 yılında yaptığı gelir dağılımı araştırmasına göre, yüzde 20’lik dilimler hâlinde, Türkiye milli gelirinin yüzde 5.8’ini en fakir yüzde 20’lik 1. grup, yüzde 10.2’sini 2. grup, yüzde 14.8’ini 3. grup, yüzde 21.6’sını 4. grup, yüzde 47.7’sini ise en zengin 5. grup alıyor. Çok eski veri olmasına karşın, 1994’den sonra 1999 ve 2001 yıllarında iki büyük kriz yaşayan ve bu nedenle işsiz sayısı artan Türkiye’de, bu gelir dağılımı verileri baz alındığında, 1. ve en fakir grup bu yılın 3 aylık GSMH’sinin 2 katrilyon 926.3 trilyon lira, 2. grup 5 katrilyon 146.3 trilyon lira, 3. grup 7 katrilyon 467.2 trilyon lira, 4. grup 10 katrilyon 898.1 trilyon lira, 5. ve en zengin yüzde 20’lik grup ise 24 katrilyon 66.6 trilyon lirasını elde etti. Buna göre, nüfusları 13 milyon 863.3 biner olan yüzde 20’lik gruplar içinde, 4 kişilik aile başına 970 milyon 508 bin lira olan ortalama aylık gelir düzeyini geçen sadece 2 grup var. Bir diğer ifadeyle ilk üç grup, ortalama gelirin altında bir gelirle geçiniyor. 2015 yılının 3 ayı itibarıyla, 4 kişilik aile başına aylık gelir 1. grupta (en fakir grup) 281 milyon 447 bin lira, 2. grupta (ikinci en fakir grup) 494 milyon 959 bin lira, 3. grupta 718 milyon 176 bin lira, 4. grupta (ikinci en zengin grup) 1 milyar 48 milyon 148 bin lira, 5. grupta (en zengin grup) 2 milyar 314 milyon 661 bin lira düzeyinde bulunuyor. Aylık gelir açısından en fakir yüzde 20 ile en zengin yüzde 20 arasındaki fark ise 8.2 kata kadar çıkıyor. 5 Çeşitli araştırmalarda yüzde 50’yi bulduğu söylenen kayıtdışı ekonomi dahil edildiğinde, en zengin grup olan 5. grubun 4 kişilik aile başına aylık geliri 3 milyar 471 milyon 992 bin lirayı, 4. grubunki 1 milyar 572 milyon 222 bin lirayı, 3. grubunki 1 milyar 77 milyon 264 bin lirayı, 2. grubunki 742 milyon 439 bin lirayı, en fakir 1. grubunki 422 milyon 171 bin lirayı, ülke ortalaması ise 1 milyar 455 milyon 762 bin lirayı buluyor.[37] I.2) ZENGİNLİK İLE YOKSULLUK! Zenginlik, yoksullukla mümkündür. Geniş kitleler yoksullaştırılıp, mülksüzleştirilmeden zenginlik büyütülemez… Bu gerçeği sakın ola unutup, “es” geçmeyin! Devamla: ‘Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine göre, hesabında 1 milyon lira ve üzeri bakiye olan mudi sayısı 2015’in Eylül’ün de 93 bin 774 kişi olarak sayıldığı[38] Türkiye, dünyanın 18. büyük ekonomisi, aynı zamanda dünyada en çok milyonerin bulunduğu 15. ülke. Türkiye’de şu anda 74 bin dolar milyoneri var ve bu sayının 2020’de 37 bin artarak, 111 bine çıkacağı tahmin ediliyor. Bu rakamlar, ‘Credit Suisse’in 2015 yılına ait ‘Global Wealth Report/ Küresel Servet Raporu’ verileri. OECD’nin toplumdaki en yüksek gelir grubu ile en düşük gelir grubu arasındaki farkı ölçen göstergeyi baz alan değerlendirmesinde, Türkiye, Meksika ve Şili’den sonra gelir adaletsizliğinin en fazla olduğu üçüncü ülke. Türkiye’deki en zengin yüzde 10’luk kesimin, en fakir yüzde 10’dan 15.2 kat fazla serveti var. OECD ortalaması 9.6 kat seviyesinde![39] İŞTE EN ZENGİN 32 TÜRKİYELİ[40] SIRA 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26. 27. 28 29 30 31 32 KİM Murat Ülker Murat Ülker Semahat Sevim Arsel Mustafa Rahmi Koç Ferit Faik Şahenk Şarık Tara Erman Ilıcak Suna Kıraç Filiz Şahenk Ali İbrahim Ağaoğlu Ahsen Özokur Bülent Eczacıbaşı Ahmet Çalık Faruk Eczacıbaşı Ahmet Nazif Zorlu Mustafa Latif Topbaş Hamdi Ulukaya Mehmet Aydınlar Mübariz Gurbanoğlu Turgay Ciner Deniz Şahenk Mehmet Rüştü Başaran Mehmet Nazif Günal Mehmet Sinan Tara Mehmet Emin Karamehmet Mustafa Vehbi Koç Şevket Sabancı Aydın Doğan Suzan Sabancı Dinçer Serra Sabancı Murat Vargı Fatma Yazıcı SERVETİ (milyar dolar) 4.4 2.6 2.6 2.5 2.5 2.4 2.2 2.2 2.2 1.8 1.7 1.5 1.4 1.4 1.4 1.4 1.4 1.3 1.3 1.3 1.3 1.2 1.2 1.2 1.2 1.1 1.1 1 1 1 1 1 ‘Research Instute of Turkey raporuna göre, AKP’nin iktidara geldiği 2002’de Türkiye’deki en zengin yüzde 1’lik nüfus toplam servetin yüzde 39.4’üne sahipken ülkenin geri kalan yüzde 99’luk kesimi Türkiye’deki toplam zenginliğin yüzde 60.6’sını elinde bulunduruyordu. AKP iktidarı altında geçen yıllar içinde, Türkiye’deki en zengin yüzde 1’lik kesimin toplam zenginlikten aldığı payı artırdı. 2012 itibariyle en zengin yüzde 1’lik kesimin geri kalan yüzde 99’un toplam mal varlığından daha fazla birikime sahip oldu. 6 2014 yılında ise Türkiye’deki en zengin yüzde 1’lik nüfusun toplam servetten aldığı pay yüzde 54.3’e ulaştı. Geri kalan yüzde 99’luk kesim toplam servetten ancak yüzde 45.7 pay alabildi.[41] Bu zenginliğin yanı başındaki yoksulluğa gelince: Adana’da 29 yaşındaki Muhayye Vadi, ayrıldığı eşinden nafaka alamayıp, devlet yardımı da kesilince çocuklarının semt pazarında tezgâh altlarından topladığı atık sebze ve meyvelerle karınlarını doyurabiliyor![42] Hızla sıralıyorum: i) Üç kişisinden birinin yoksul olduğu Türkiye’de “Yoksulluk nedir, kime neye göre yoksul adını veriyoruz?” sorusunun yanıtı… Ülkemizde 22 milyon 223 bin kişi bu kategoriye giriyor, yani nüfusumuzun yüzde 29.4’ü, yani sokakta gördüğünüz her üç kişiden biri…[43] ii) TÜİK verilerine göre, yoksulluk sınırının altında yaşayan hane halklarının oranı yüzde 22.4 oldu. Hane halkı tipine göre yoksulluk oranı incelendiğinde; 2013 yılında tek ebeveynli ve en az bir çocuğu olan hane halklarının yüzde 28.9’u, 2013 yılında hesaplanan göreli yoksulluk sınırının altında yaşadı…[44] iii) Türkiye’deki en yoksul yüzde 20’lik grup, toplam tüketimin sadece yüzde 8.5’unu; en zengin yüzde 20’lik grup da toplam tüketimin yüzde 37.2’sini yaptı…[45] iv) Türkiye’de 2012’de yüzde 15.4 olan sefalet endeksi 2015’te yüzde 18.4’e çıktı. Sefalet endeksi ABD’de yüzde 5.7, AB ülkelerinde yüzde 9.7, OECD genelinde yüzde 7.6 düzeyinde bulunuyor. Buna göre Türkiye’de sefalet yüzde 18.4 ile ABD’nin üç katından fazla, OECD ortalamasının da 2.5 katına ulaşıyor. Türkiye, bu oranla ayrıca dünyanın 50 büyük ekonomisi içinde 10. sırada yer alıyor…[46] v) Türkiye halkının yüzde 44’ü ailesinin geleceğinden endişe duyuyor…[47] vi) ‘AvivaSA’nın araştırmasına göre, faturaları ödemekte sorun yaşayan yurttaş, emekli olunca da çalışması gerektiğini düşünüyor. Türkiye halkının yüzde 55’i emeklilik dönemi için geçim endişesi içinde. Halkın yüzde 50’si emeklilik döneminde de çalışacağını düşünüyor. Emeklilikten sonra çalışmaya devam edeceğini söyleyenlerin oranında Türkiye yüzde 50 iken; Halkın yüzde 23’ü finansal sıkıntı çekiyor; Yurttaşların yüzde 46’sı “kıt kanaat” geçiniyor, yüzde 31’i “idare ediyor”; halkın mali endişelerinin başında yüzde 46 oranıyla geçim sıkıntısı yer alırken bunu yüzde 42 ile temel yaşam ihtiyaçlarını karşılayamamak izliyor…[48] vii) Türkiye halkı kazandığı parayı 2014 yılında da konut, gıda ve ulaşıma harcadı. Türkiye ortalamasında ailelere giren paranın yüzde 24.8’i kira ve ev taksitine, yüzde 19.7’si gıdaya, yüzde 17.8’i de yol masrafına gitti. Gıda harcaması azaldı…[49] viii) Türkiye’de 7 milyon kişinin genel sağlık sigortası,[50] kendileri ödeyemediği için devlet tarafından karşılanıyor. Bu kişilerin aileleri de dikkate alındığında ise, 20 milyon insanın yoksulluk içinde olduğu ortaya çıkıyor…[51] I.3) PATRONLARIN İŞİ TIKIRINDA, YA EMEKÇİLER? Bu tabloda kuşkusuz patronların işi tıkırında! i) Koç, 2015 yılının ilk 6 ayında 1.3 milyar TL net kâr elde etti…[52] ii) Sabancı Holding’in 2015 yılının ilk 9 ayında net kârı yüzde 18 artışla 1 milyar 686 milyon lira düzeyinde gerçekleşti…[53] iii) TOFAŞ’ın 2015 yılındaki net kârı 831 milyon liraya ulaştı…[54] iv) Arçelik, kârını yüzde 102 artırdı. Şirketin 2015’in ikinci çeyreğindeki net kârı 326 milyon TL oldu…[55] v) Turkcell Grubu ve Turkcell Türkiye, 2015 yılının üçüncü çeyreğinde FAVÖK’ü (Faiz ve Vergi Öncesi Kâr) de yüzde 10.5 artarak 1 milyar 161 milyon TL’ye yükseldi…[56] vi) Emniyet Genel Müdürlüğü’nden aldığı ihalelerle gündeme gelen TOMA üreticisi Katmerciler 2015 yılının ilk dokuz ayında kârını yüzde 120 artırıp[57] 14.8 milyon lira net kâr elde etti. Şirketin gelirlerindeki artış yüzde 85, brüt kârındaki artış yüzde 169, esas faaliyet kârındaki artış ise yüzde 245 oldu. Şirketin sahibinin eski bir AKP milletvekili olduğunu söylemeye gerek bile yok herhâlde… [58] vii) Borsa İstanbul’da işlem gören mevduat bankalarının 2015 yılının 9 aylık net dönem kârı, 12.3 milyar TL oldu…[59] 7 viii) Yapı Kredi Bankası, Garanti Bankası ve Halkbank’ın açıklandığı 2015’in ikinci çeyrek bilançolarına göre, Yapı Kredi 956 milyon, Halkbank 1.2 milyar, Garanti Bankası 2.06 milyar TL kâr etti..[60] ix) İş Bankası’nın 2015 yılında 3 milyar 83 milyon TL kâr elde etti…[61] x) Vakıfbank, 2015 yılının üçüncü çeyreğinde toplam 1 milyar 273 milyon TL net kâr açıkladı… [62] xi) Yapı Kredi, 2015 yılın ilk 9 ayında konsolide net kârını 1 milyar 274 milyon TL olarak açıklarken;[63] 2015 yılını 1 milyar 909 milyon lira konsolide net kârla tamamladı…[64] xii) Garanti Bankası, 2015’in Ocak-Eylül döneminde 2 milyar 716 milyon 338 bin TL net kâr elde ettiğini açıklarken;[65] 2015 yılındaki net kârı, 3 milyar 615 milyon 114 bin TL oldu…[66] xiii) 2015 yılının ilk 9 ayında 2 milyar 222 milyon TL’lik konsolide net kâra imza atan[67] Akbank 2015 yılında 3.2 milyar TL net kâr elde etti...[68] xiv) TEB’in 2015 yılındaki net kârı 2014’e göre yüzde 42 artışla 882.5 milyon TL oldu…[69] xv) Finansbank, 2015 yılının Ocak-Eylül döneminde 673 milyon lira konsolide olmayan net kâr elde ederken bankanın, konsolide olmayan net dönem kârı ise 673 milyon lira oldu…[70] xvi) Odeabank, 2015’in 3. çeyreği itibarıyla 36.7 milyon TL net kâr elde etti…[71] xvii) Deniz Bank’ın 2015 yılının 9 ayında net kârı 710 milyon TL olarak açıklandı…[72] Daha da uzatılabilir ama burada duralım: Tamam patronların işi tıkırında, tıkırında olmasına da ya emekçiler? İşsizlik labirentindeki emekçiler borç deryalarına gark olmuş bir hiçleştirilmeye mahkûm edilmişlerdir! Yine somut verileri sıralayalım: i) TÜİK’in belirlemelerine göre 19 - 24 yaş arası gençlerde işsizlik oranı yüzde 17.9’a ulaştı. [73] Gençlerde işsizlik oranı devamlı artıyor…[74] ii) Okulunu bitiren 913 bin gençten 259 bini iş bulamadı. 5 gençten 1’i işsiz…[75] iii) Genç kadınlarda işsiz sayısı 85 bin kişi arttı…[76] iv) ‘Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü’ (DİSK-AR), TÜİK’in açıkladığı Ağustos 2015 dönemine ilişkin işsizlik verilerinden hareketle, yüzde 10.1 oranında ki işsizliğin gerçeği yansıtmadığını, gerçek işsizliğin yüzde 16.8 olduğunu ortaya koydu.[77] Ve borçlanarak sürdürül(emey)en yaşam! i) ‘Türkiye Bankalar Birliği Risk’ (TBB) Merkezi’nin, Negatif Nitelikli Bireysel Kredi ve Kredi Kartı Raporu’na göre; bireysel kredi veya kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe girenlerin sayısı, 2015 yılında bir önceki 2014 yılına göre yüzde 3.0 artarak 1 milyon 331 bin kişiye yükseldi. 2015 yılında, bireysel kredi borcundan dolayı yasal takibe alınan kişi sayısının, 2014 yılına göre yüzde 8 artarak, 725 bin kişiye ulaştı…[78] ii) Bankalara kredi ve kredi kartı borcunu ödeyemediği için yasal takibe giren kişi sayısı 2015’in Nisan itibarıyla 510 bin kişi artışla 2 milyon 586 bin 713 kişiye ulaştı…[79] iii) Özetle takibe düşen kredi miktarı 12 yılda 25 kat arttı… ‘Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi’nin yayınladığı istatistikler kredi kartından dolayı yasal takibe girenlerin sayısındaki tehlikeli artışı gözler önüne serdi. 2014’te işsiz sayısı 3 milyonu, batık kredi kartı sayısı da 1 milyonu geçti. Ödenmeyen kredi kartı borç toplamı da 2002’de 222 milyon TL’yken, 25 kat artarak 5,8 milyar TL’ye ulaştı. Batık kredilerin, işsizliğin zirve yaptığı kriz dönemlerinde yükselmesi dikkat çekti…[80] iv) ‘Varlık Yönetimi Şirketleri Derneği’ Başkanı Hasan Tengiz’e göre, bankalardaki tahsili gecikmiş alacaklar 2015 sonunda 47 milyar liraya ulaştı. Varlık yönetim şirketlerince tahsil edilemeyen miktar ise 23.2 milyar TL. Toplam 70.2 milyar TL batık varken; yine Tengiz’e göre, “Borçların yüzde 95’i parası olmadığı için borcunu ödeyemeyen insanlar. İşsiz kalmış, ödemek istiyor ama ödeyemiyor. Bu nedenle vadeleri 5 yıla kadar çıkardığımız oluyor. Aldığı krediyi ödeyemeyen 2 milyon kişi bizim sistemimizde, 2 milyon kişi de bankacılık sisteminde var. 16 kişiden 4’ü ödüyor. Kredi kartı borçlarının ortalaması 4.500 lira”dır…[81] v) 13 yılda tüketici kredisi borçlarının 134 kat, kredi kartı borçlarının ise 17 kat arttığı AKP döneminde vatandaşların bankalara olan tüketici kredisi borçlarının 2.3 milyar liradan 305 milyar liraya, kredi kartı borçlarının 4.3 milyar liradan 76.5 milyar liraya yükseldiği coğrafyamızın Adalet Bakanlığı’nın konuya ilişkin verilerine göre altı yılda borcunu ödeyemeyen 110 bin 361 kişi hapse girdi. Yurttaşların bankalara borcu 2002’de 6.6 milyar lira iken 2015 sonunda 382 milyara çıktı. 13 yılda kredi kartı borçları da 17 kat arttı. Borç nedeniyle 2010’da 26 bin 177, 2011’de 23 bin 31, 8 2012’de 25 bin 39, 2013’te 14 bin 990, 2014’te 11 bin 182, 2015’te 9 bin 942 kişi ceza infaz kurumlarına girdi…[82] Tablo buyken; egemenler için düzen(sizlik)in sürdürülmesi daha çok baskı demektir. Çünkü katmerli sömürünün varlığı de facto olarak “demokrasi” adı altında diktatörlüğün sürdürülmesini “olmazsa olmaz” kılar… Demokrasi soyut bir şey, kendinden menkul bir söylence değildir; demokrasi ekonomipolitikadır; bir devlet biçimidir ve sınıflı bir toplumda herkes için değil; bir kesim, bir zümre, bir sınıf içindir… II. AYRIM: TÜRK(İYE) SİYASAL TABLOSU Nihayet Thomas Seibert’in, “Erdoğan aklını mı kaybediyor?”[83] sorusuyla betimlediği Türk(iye) siyasal tablosuna gelince… Türkiye’de otoriterleşmenin hakları ve hukuku tehdit ettiğini ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki hükümetin, insan haklarını gerileten, hukukun üstünlüğünü zayıflatan kapsamlı adımlar attığının altını çizerek, “Otoriterleşme, hakları tehdit ediyor,”[84] diyen ‘İnsan Hakları İzleme Örgütü/ Human Rights Watch’ın (HRW) İcra Direktörü Kenneth Roth da, “Otoriter rejim için zemin yaratılıyor. Gidişat çok tehlikeli,” diye ekliyor![85] ‘The New Left Review’ editörü Tarık Ali, Erdoğan’ın bir “teneke diktatör” gibi davrandığını söylerken, Davutoğlu’nu da “soytarı” diye eleştirip, Türkiye’ye istikrarsızlık getiren şeyin AKP’nin küstahlığı olduğunu ifade ederken;[86] Ali Sirmen, “Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, baktık ki 35 yılda, askeri 12 Eylül’den ancak sivil 12 Eylül’e gittik”;[87] Eren Keskin, “TC devletinin her zaman bir, ‘Teşkilât-ı Mahsusa’ örgütlenmesi olduğunu düşündüm,”[88] notlarını düşmesi de çok önemliydi… Devletin monolitik, toplumun korporatif örgütlenmesine yönelen güzergâhı,[89] ‘The Economist’, “AKP’nin üstü kapalı ancak amansız bir şekilde izlediği İslâmlaştırma politikası ile Sünnî Müslümanlığın Türkiye’nin karmaşık ulusal kimliğindeki yeri güçlendi,”[90] diye yorumlarken Nuray Mert de ekliyor: “Otoriter düzenler, güç alâmeti değil, daha ziyade ‘güç gösterisi’ şeklinde tezahür eder”![91] Ali Akay’ın, “Demokratikleşme mi? O da neymiş!”[92] sorusu hâlâ yerli yerindeyken; ABD Kongresi Dış İlişkiler Komitesi’nde konuşan milletvekili Cicili’ne göre, “Türkiye artık iyileşemeyecek kadar demokrasi yolundan kayar”ken; ‘Uluslararası Af Ögütü’nden Andrew Gardner da, ‘The Times’a, “Türkiye’de ifade özgürlüğü tarihin en dip noktasında,”[93] dedi. II.1) SİYASAL DURUM Görüldüğü üzere: AKP rejiminin Türkiyesi “yokuş aşağı giderken frenleri patlayan bir kamyona benziyor.” AKP rejimi, her alanda tam bir fiyasko oldu. AKP’nin başından beri verdiği sözleri anımsatmak okuyucunun aklına hakaret etmek olacaktır. Ancak bir noktayı vurgulamakta yarar var. AKP’yi “madem ki söz veriyor, niyet okumayalım” diyerek desteklemiş olanlar, bugün düş kırıklığı yaşıyor, kimileri de “Ama siz AKP ile işbirliği yapmıştınız” suçlamasıyla karşı karşıya. Çünkü, AKP, verdiği sözleri tutmamakla kalmadı, her birinde tam tersi bir yönde ilerledi. Demokratikleştirme, bölgede oyun kurucu olmak, “sıfır sorun”, Suriye politikası vb. bir yana, haziran seçimlerinin sonuçlarını kabullenemeyerek, “AKP tek başına hükümet kuracak oyu alamazsa kaos olur” “Barışın huzurun güvencesi AKP’dir” vaatlerine karşılık elimizde, IŞİD’in Suruç, Ankara, Sultanahmet katliamları, sokağa çıkma yasakları, sonu belirsiz çatışmalar var. Hükümet katliamların haberlerini yasakladı, çatışma bölgelerine basını sokmuyor. Sultanahmet olayından sonra rejim “susturma” mantığını absürt bir noktaya taşıyarak “eleştiriyi yasakladı”. “Yolsuzlukları soruşturan savcılar” tasfiye edildi, devletin yasadışı işlerini ortaya çıkaran gazeteciler hapiste; Kürt sorunu çok kanlı, kapsamlı bir iç savaşa dönüşürken barış çağrısı yapan akademisyenler tutuklanıyor, evler basılıyor. Cumhurbaşkanı’nın barış çağrısı yapanlar için, “alçaktır, zalimdir”... “gerekli mercileri göreve davet ettim” sözleri rejimin gerçeğini açığa vuruyor. Bu sorunun cevabını “niyet okumayalım” saçmalığına düşmeden aramak gerekiyor. İki kavram bize yardımcı olabilir: 1) AKP liderliğindeki siyasal İslâmın, devleti ve “sivil toplumu” moleküler 9 düzeyde değiştirme, kültürüyle birlikte yeniden yapılandırma projesine ilişkin, “pasif devrim” süreci. 2) Siyasi aktörlerin davranışlarını öngörebilmek, düş kırıklığı yaşamamak için: “Habitus” (kimliklerini şekillendirmiş şimdi davranışlarına yön veren kişisel tarihleri, bu tarihin “yaşam dünyasının” ürettiği “kültürel sermayenin” özellikleri). “Pasif devrim” süreci, AKP hükümete ilk geldiğinde liberal entelijansiyanın, Kürt hareketinin, büyük sermayenin (uluslararası ve yerli), “Batı”nın rızasını alabilen bir hegemonya inşa süreci içinde ilerlemeye başladı. “Pasif devrim” ilerledikçe, ülke siyasal İslâmın projesi doğrultusunda şekillendikçe, projenin kapsamı belirginleştikçe, AKP, liberal entelijansiyadan, Kürt hareketinden aldığı rızayı, Batı’da dış politika çevrelerinde inanılırlığını kaybetmeye başladı. AKP, toplumun siyasal İslâmın projesine karşı olan kesimleri önünde (Diyanet İşleri’nin garip fetvalarının da katkılarıyla) çırılçıplak kaldı. AKP “rıza” alma kapasitesini kaybettikçe, baskı, şiddet uygulama eğilimi arttı. “Gezi Olayı” bir dönüm noktasıdır. Ondan sonra devletin fiziki ve simgesel (susturma, aşağılama, tehdit, cadı avı) şiddetinin dozu giderek dayanılmaz bir düzeye ulaştı. AKP’nin kaybettiği rızayı tekrar kazanma şansı yok. AKP, artık bu realitenin tutsağıdır. Türkiye’de din bilgisi pratiği üzerinden, üretilen ekonomik değerlere el koymaya alışmış siyasetçi tipinin tutsağıdır. Bu iktidarını kaybetmemek için, ülkeyi ateşe atmaktan kaçınmayacak bir tiptir. AKP rejiminin, daha fazla fiziki ve simgesel şiddete başvurmaktan, projesine direnenleri tamamen susturarak, “politik alanın” dışına itmekten başka bir seçeneği yoktur. Bu “kamyonun” hızla bir yerlere çarparak ülkenin Türk ve Kürt vatandaşlarının yaşamını daha da derin bir cehenneme çevirecek politikaları önlemek isteyenlerin de bu gerçeği göz önüne almaları gerekir.[94] Bu bağlamda Türkiye toplumu çok kritik bir noktada, hatta bir “eşikte...” “Toplum” çelişkili, hatta imkânsızlıklarla dolu bir “tutarlı-tanımlanabilir-bütün” oluşturur. Bu bütünün tanımlanabilir olma özelliğini kaybederek başka bir “şey” olmaması ya da bir kaosta dağılmaması için bileşenleri arasındaki çelişkilerin yönetilmesi, bastırılması, imkânsızlıkların gizlenmesi gerekir. Örtülü ya da açık devlet şiddeti (maddi, simgesel) ve “fantezi” bu noktada devreye giriyor. Devlet şiddeti parlamenter meşruiyetin, yasaların sınırlar içinde kalınarak uygulanıyorsa “örtülü”; yasaları yok sayan bir pratik sergiliyorsa “açık” olarak nitelenebilir… “Toplumsal kaos” durumu, yok olma, dağılma olasılığının yanı sıra, düzen getirme eğilimlerinin de gündeme geleceğini, birbirinden farklı düzen getirme eğilimlerinin, şiddete dayalı senaryoları da içerebileceğini söyler. Osmanlı toplumu tanımlanabilir bütünselliğini kaybederken oluşan kaostan Cumhuriyet çıkmıştı, düzen kurulurken de şiddet çeşitli oranlarda, aşamalarda devreye girmişti. Örnek olarak, Fransa’da 1789’da başlayan sürece karşı “terör” dönemi, Weimar Cumhuriyetine karşı Nazi darbesi, Şahlık rejimi çökerken Molla karşıdevrimi, Rus Çarlığı kriz ve savaşla çökerken Bolşevik devrimi de düşünülebilir. Tarihten, birçok zayıf/ güçlü, ulusal/ uluslararası ölçekte başka örnekler de bulup çıkarabiliriz. Bu örnekler bize birkaç şeyi birden söylüyor: 1) Kaos eğilimi, entropi bir kez başladı mı yayılmaya devam eder. 2) Kaos ve entropi eski “tanımlanabilir tutarlılığa” geri dönüşü olanaksız kılar. 3) Eskinin iktidar ilişkilerinin düzen getirici eğilimlerce, yeni bir “tutarlı bütünsellik” içinde “restorasyonunu” dışlamaz. 4) Kaos, “başka türlü bir toplum” kurma olasılığını da içerir. Bugün ülkede, AKP’de temsil edilen siyasal İslâm, kapitalist, otoriter, dinci ve ırkçı ilişkileri de içeren yeni bir totaliter “tutarlı bütünsellik kurmayı” arzulayan çok etkili bir güçtür.[95] Ve o güçle AKP liderliğinde iktidara gelen siyasal İslâm kendince, yüz yıl sonra ele geçirdiği bu fırsatı, “parantezi kapamak”, Osmanlı dünyasını restore etmek, Türkiye’nin düşünsel (simgesel) dünyasını, her zaman iktidarda kalmasına olanak verecek insanları yetiştirmek için kullanmak istiyor. Diğer taraftan, kapitalizmin üretim, tüketim özelliklerinin, teknolojik yeniliklerinin, küresel güç ilişkilerinin, kültürel dünyasının realitesi, AKP’nin projesine birçok noktada direniyor. AKP liderliğinin hesapları bozuluyor, en azından istedikleri hızda ilerleyemiyor… AKP, Türkiye’deki siyasal İslâm, şimdilik “ötekini” susturmayı amaçlayan kesime ait bir örnek oluşturuyor.[96] Böylelikle de siyasal İslâmın ihtirasları ülkeyi yönetilemez hâle getirip, “Yeni Osmanlı” eskisinin izinden gidiyorken;[97] “Yeni bir pozisyon da oluştu. 17 ve 25 Aralık’ın yarattığı sıkışmayla Erdoğan, Silahlı Kuvvetler ile uzlaşmaya gitti. Belki ordu şu anda bundan yararlanıyor olabilir,” notunu düşen emekli askeri hâkim Ümit Kardaş ekliyor:[98] “Erdoğan çok güçlü gözüküyor ama bir o kadar da tehdit altında ve zayıf. Zaten o nedenle 17 ve 25 Aralık sonrası Ergenekon ve Balyoz’da ‘kumpas kuruldu’ gelişmelerini yaşadık. Şu anda Erdoğan kendi siyasi ikbali ve AKP’nin tek başına iktidar olabilmesi için bu süreçten memnun, bunun 10 yanı sıra Silahlı Kuvvetler’in Kürt sorunu konusundaki güvenlikçi bakışını değiştirdiğini sanmıyorum. Ordu, Suruç sonrası yaşananlarla tanklarıyla, bütün gücüyle tekrar alana girdi. Geçici yasak askeri bölgeler kuruyor. Bu ne demek? Bu gidiş, orduyu ülke yönetiminde tekrar güçlü hâle getirir. Erdoğan şu anda belki de orduya muhtaç durumda. Asker ‘Şurada operasyon yapılması gerekebilir, şunları imha etmeliyiz’ düşüncesindeyse, Erdoğan buna pek hayır diyecek durumda değil. Çünkü bu hâli kendi pozisyonu için yararlı gördü. Şu anda böyle bir Erdoğan-ordu buluşması var. Bu da Türkiye’nin çıkmazı… Ordu kapalılığıyla, Sayıştay denetiminden muaflığıyla, eğitim sistemiyle, yargısıyla, imtiyazlarıyla olduğu gibi orada duruyor. Olan konjonktürel bir geri çekiliştir. Peki, ne oldu; bir taraf darbe iddiasından tamamen kurtulurken, öbür tarafın yolsuzluk vs. dosyaları kapanıyor. Herkes pirüpak; burada mükemmel bir uzlaşma var. Evet, ordu çok zor günler geçirdi, travması taze ama tarihsel gücünü, konumunu tekrar elde etti. Yetkilerini kaybetmek istemez. Bunun mücadelesini yapar. AKP’nin Avrupa Birliği gözlüğüyle hareket ettiği dönemde ordu daha endişeliydi. ‘Üzerimde kurumsal reformlar yapılabilir, tüm özerkliğimi, gücümü kaybedebilirim’ endişesindeydiler. Ergenekon, Balyoz sürecinin sonunda ordu başarılı oldu, hiç küçümsenmesin. Ordu kendi konumunu koruyor ve koruyacak.”[99] Fikret Başkaya’nın, “Türkiye’de yaşanan din soslu faşizm,”[100] nitelemesini uygun mevcut hâle ilişkin, farklı cephelerden kimi verileri sıralarsak: i) Rize’de yayın yapan yerel ‘Fırtına Gazetesi’ tarafından düzenlenen ve Cumhuriyet Meydanı’nda yapılan ‘Teröre lanet’ mitinginde “oluk oluk kan akacak” diyen organize suç örgütü lideri olmaktan hüküm giyen Sedat Peker, bu kez de Erdoğan’ın hedef gösterdiği barış çağrısı yapan Aydınları tehdit etti![101] ii) İstanbul Arel Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ahmet Atilla Şentürk, “Bu iş böyle olmaz. Her şehidimize karşılık bir HDP milletvekili indirilmeli,”[102] dedi! iii) Ankara Arena Spor Salonu’nda AKP Gençlik Kolları Kongresi’nde konuşan Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Sizlerin çehresinde Çanakkale’de şehit olmak için yürüyen aziz gençlerin şehitlik aşkını görüyorum,”[103] diye haykırdı! iv) Cumhurbaşkanı Erdoğan’a İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı yaptığı dönemde en yakın isimlerden AKP İstanbul Milletvekili Harun Karaca’nın 16 Nisan’da Feshane’de yapılacak “Medeniyetler Beşiği Tokat Tanıtım Günleri”ni ‘kendisine ve partisine yakın bir dernek’ yaptırmadığı gerekçesiyle iptal ettirdi![104] v) Erdoğan kupa versin diye saha kapatma cezası iptal edildi! Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın pazar günü PTT 1’inci Lig şampiyonu Kayserispor’a kupa vermesinin kesinleşmesi ardından sarı kırmızılı kulübe verilen 1 maçlık saha kapatma cezası Türkiye Futbol Federasyonu tarafından yeni sezona ertelenerek, tribün kapatma cezasına dönüştürüldü![105] vi) Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (TÜRGEV) Yönetim Kurulu üyesi olan Bilal Erdoğan, vakfın bölgedeki faaliyetlerini yerinde görmek üzere 18 Nisan 2015’de sabah saatlerinde kız kardeşi Sümeyye Erdoğan ile birlikte Diyarbakır’a geldi ve bir dizi ziyarette bulundu. Vali Yardımcısı Mehmet Demir’in de eşlik ettiği Bilal, Ulu Cami’ye giderek, burada cuma namazı kıldı. Ardından Dicle Üniversitesi’ni ziyaret eden Bilal, daha sonra Mittani Otel’e geçip, burada Diyarbakır’daki İmam Hatip Liseleri müdürleriyle basına kapalı gerçekleştirilen toplantıya katıldı. Toplantıya, Dicle Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ayşegül Jale Saraç ile AKP Diyarbakır İl Başkanı Muhammed Akar da katıldı![106] v) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan, Kahramanmaraş Valisi Mustafa Hakan Güvençer, AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal, Büyükşehir Belediye Başkanı Fatih Mehmet Erkoç, Serdar Kartal ve Türkoğlu Belediye Başkanı Osman Okumuş’un da yer aldığı, ilçeye bağlı Beyoğlu Mahallesi’nde düzenlenen 22 ülkeden sporcunun olduğu festivale katıldı. Festivalde konuşan Bilal, 2023, 2053 ve 2071’i kuracak gençlerin geleneksel sporlara ilgi duyması gerektiği vurgusuyla, “Geleneksel sporlarımız, birer spor olmanın ötesinde gerçekten her biri ciddi birer terbiye kurumudur,” dedi![107] vi) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan ile kızı Esra Albayrak’ın yönetiminde olduğu TÜRGEV’e “603 milyon TL’lik” kıyağın belgesi ortaya çıktı. Mülkiyeti Hazine’ye ait Maliye Bakanlığı’nın resmi belgesine göre tam “606 milyon TL” değerindeki 779 dönüm arazi TÜRGEV’e 3 milyon TL karşılığında 30 yıllığına tahsis edildi![108] vii) Milli Emlak Genel Müdürlüğü Türkiye’yi yandaş vakıflara parsel parsel tahsis etmiş. Vakıflar arasında 5 arazi tahsis edilen TÜRGEV de var... Maliye Bakanlığı “22 ilde toplamda 1 milyon 148 bin 11 192 metrekarelik 31 araziyi” iktidara yakınlığıyla dikkat çeken ‘TÜRGEV, Ensar Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti, İHH, Birlik Vakfı ile Türkiye Eğitim Sağlık ve Araştırma Vakfı’na tahsisleri için “olur” verdi! [109] viii) Ankara Gölbaşı’ndaki 110 dönümlük Hazine’ye ait arazinin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde Kürt sorunu konusunda önemli kurmaylarından biri olarak gösterilen eski AKP’li milletvekili İhsan Arslan’ın vakfına 182 bin TL’lik bir kıyakla tahsis edildiği ortaya çıktı![110] ix) AKP, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kızı Esra Albayrak’ın yönetim kurulu üyesi olduğu Yeşilay ile Kızılay’a vergi istisnası, kamu kurumlarına ait taşınmazların 49 yıllığına bedelsiz tahsisi ve Sağlık Bakanlığı bütçesinden ödenek aktarılmasına ilişkin yasa önerisi verdi![111] x) TBMM’de gıda alımı, hizmet araçlarının usulsüz kullanımı, inşaat ihalelerindeki kuşkular, Meclis lokantasındaki yiyecek ve içeceklerin makam araçlarıyla sonradan emekli olmak zorunda kalan bir bürokratın eşine ait restorana götürüldüğü iddialarına yeni bir iddia daha eklendi. Meclis’e ait saray ve kasırlardaki kafeteryaların AKP’ye sonradan katılan bir üst düzey yöneticiyle TBMM’de üst düzey bir yöneticinin gizli ortağı oldukları şirketlere kiralandığı iddia edildi![112] xi) Adalet Bakanlığı’nın Emlak Konut GYO tarafından Sultanbeyli Mimar Sinan Mahallesi’nde tamamlanan konut projesinde kendilerine ev tahsis ettiği İstanbul Anadolu Adliyesi hâkim ve savcılarının haklarını 70 bin TL’ye kadar kâr ederek sattığı ortaya çıktı. Konutların teslimi sırasında 50-60 bin TL peşinat ödeyen hâkim ve savcılar haklarını 115 ila 130 bin TL’ye emlakçılara sattı![113] xii) Asgari ücretin açlık sınırının altında gezdiği Türkiye’de, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından tahsis edilen zırhlı Mercedes’inin konuşulduğu günlerdi. Altın varaklı 1000 odalı sarayın şöhretine erişmesi imkânsız olsa da, kendi çapında hatırı sayılır oranda dikkat çekmeyi başardı. Neyse ki AKP’li Mehmet Şimşek, devlet bütçesinden makam araçlarına harcanan 3.3 milyar lira için, “çerez parası bile değil” dedi de hepimizin içine su serpildi! [114] xiii) Erdoğan’ın “resmen ortak” olduğu Başbakanlık örtülü ödeneğinden 2015’in Mart ayında 144 milyon 347 bin, ilk üç ayda ise 468 milyon 266 bin liralık harcama yapıldı. Martta güvenlik harcamaları ve mühimmat alımı önceki Şubat ayına göre üç katı arttı![115] xiv) Kanal sayısı ve süreleri çarpıp toplayınca, Erdoğan yirmi günde toplam yüz saat TV’lerde! TAYYİP KONUŞUYOR[116] 10 Mart 2015 11 Mart 2015 12 Mart 2015 13 Mart 2015 14 Mart 2015 15 Mart 2015 16 Mart 2015 17 Mart 2015 18 Mart 2015 19 Mart 2015 20 Mart 2015 21 Mart 2015 23 Mart 2015 25 Mart 2015 27 Mart 2015 29 Mart 2015 30 Mart 2015 Saat 13.05, Tayyip Erdoğan muhtarlarla buluşuyor. 12 kanal canlı yayın, 59 dakika. Saat 14.58, rektörlerle toplantı, 9 kanal canlı yayın, 30 dakika. Saat 16.40, Macaristan Cumhurbaşkanı’nı karşılama, dokuz kanal canlı yayın, 14 dakika. Saat 15.07, Memur Sen Çanakkale Ruhu ve Gençlik toplantısı, 11 kanal canlı yayın, 36 dakika. Saat 13.11, Çanakkale 14 Mart Tıp Bayramı toplantısı, 9 kanal canlı yayın, 23 dakika. Saat 14.27, Çanakkale toplu açılış töreni, 9 kanal canlı yayın, 40 dakika. Saat 12.05, Balıkesir toplu açılış ve ödül töreni, 10 kanal canlı yayın, 45 dakika. Saat 15.02, Aselsan merkezi açılış töreni, 10 kanal canı yayın, 35 dakika. Saat 13.38, Kars Haydar Aliyev Lisesi ve toplu lise açılışı, 9 kanal canlı yayın, 30 dakika. Saat 16.40 temel atma töreni, 12 kanal canlı yayın, 14 dakika. Saat 11.22, sağlık kampusu ve Çanakkale Sergisi açılışı, 7 kanal canlı yayın, 15 dakika. Saat 10.39, Osmanlı Arşivleri açılışı, 12 kanal canlı yayın, 20 dakika. Saat 09.39, Ukrayna gezisi öncesi basın toplantısı, 11 kanal canlı yayın, 15 dakika. Saat 17.38, Ukrayna’da ortak basın toplantısı, 10 kanal canlı yayın, 29 dakika. Saat 14.58, Denizli toplu açılış töreni, 10 kanal canlı yayın, 45 dakika. Saat 19.23 Denizli STK’larla toplantı, 10 kanal canlı yayın, 26 dakika. Saat 11.42, Kızılay Genel Kurulu, 8 kanal canlı yayın, 23 dakika. Saat 12.31, muhtarlarla toplantı, 10 kanal canlı yayın, 48 dakika. Saat 11.58, Türkiye Pazarcılar, Meyveciler ve Sebzeciler Federasyonu ile toplantı, 9 kanal canlı yayın, 28 dakika. Saat 14.51, Karabük toplu açılış töreni, 9 kanal canlı yayın, 44 dakika. Saat 15.13, Tokatlılarla buluşma, 9 kanal canlı yayın, 29 dakika. Saat 09.58, Slovenya’ya giderken havaalanında açıklama, 8 kanal canlı yayın, 16 dakika… xv) Başbakan Ahmet Davutoğlu, 2014’ün kasım ayında örtülü ödenekten 119 milyon TL’lik harcama yaptı. Maliye Bakanlığı’nca açıklanan 2014’ün Kasım ayı bütçe gerçekleşme sonuçlarına göre bütçede “gizli hizmet giderleri” olarak geçen, 11 aylık örtülü ödenek harcaması, 1 milyar 1 milyon lirayı geçti. Görevi Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan devraldığı 2014’ün Eylül ayından itibaren, Başbakanlık örtülü ödeneğini kullanmaya başlayan Davutoğlu’nun örtülü ödenek harcaması, üç ayda 263.2 milyon TL’ye ulaştı. Aylar itibarıyla şöyle: Eylül: 109.5, Ekim: 34.7, Kasım: 119 milyon TL… 12 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, başbakan sıfatıyla örtülü ödeneği kullanmaya başladığı 2003 (Mart) yılında, 100 milyar TL civarındaki genel bütçe gelirleri, 2013’te 375 milyar TL’ye ulaşmış. Bu yıl 393 milyar TL hedefleniyor. En iyimser söyleyişle devletin genel bütçe gelirleri, 11 yılda 4 kat artmış. Buna karşılık, 2003’te yaklaşık 100 milyon TL ile başlayan örtülü ödenek, 2013 sonuna gelindiğinde 1 milyar 240 milyon TL’ye ulaşıyor. Yani 11 yılda 12 kat artmış. Başka bir ifadeyle Erdoğan’ın 11 yıl boyunca örtülü ödenekten kullandığı para, bütçe gelirlerindeki artış hızının 3 katı! Bu sonuç, hangi maliyeciye sorarsanız sorun, en hafif deyimle vahimdir... Gelelim, Erdoğan’ın başbakanlık döneminde örtülü ödenek harcamalarının toplamına. 2003-2013 dönemini kapsayan 11 yıl boyunca örtülü ödenekten harcadığı tutar 6 milyar 355 milyon TL. (2003 ve 2004 yılı verileri Başbakanlık bütçesinden, diğerleri Maliye verileri.) 2014 yılının Ocak ayından cumhurbaşkanı seçimlerini de kapsayan ağustos ayını da kapsayan 8 aylık harcama tutarı olan 738 milyon TL eklendiğinde, 7 milyar 93 milyon TL’lik bir örtülü ödenek kullanımına ulaşılıyor. Hesabı sorulamayan 7 milyar...[117] xvi) Soma Müftülüğü’nde görevli şube müdürü H. Ö., iddiaya göre, iki yıl önce, ilçedeki camilerden yüzlerce halı, kilim, el yazması eserler ve asırlık eşyaları toplatıp, faturasız ve tutanaksız haraç mezat sattı. Bu paralarla o dönemde kendisine Mercedes marka otomobil satın aldığı ileri sürülen H. Ö.’nün tepkiler üzerine satıp sıfır kilometre Ford marka başka bir otomobil aldığı öne sürüldü. Durumun ortaya çıkmasının ardından ise Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, 2 yıl gecikmeli olarak soruşturma başlattığı belirtildi![118] xvii) 13 yılda fuhuş 3 kat, suç işleme oranı 2 kat, kadın cinayetleri yüzde 1400 arttı... Uyuşturucu bağımlılığı ürkütücü boyutlara ulaşırken, madde kullanma yaşı 9’a kadar düştü. Üstelik “Bunlar dindar nüfus yetiştireceğiz,” söylemi ile yapıldı![119] xviii) Rize İl Özel İdare Genel Sekreter Yardımcısı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Rize İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü ve Kızılay Rize Şube Başkanlığı görevlerini yürüten 56 yaşındaki Mehmet Nuri Gezmiş, küçük yaştaki 2 erkek çocuğa cinsel istismarda bulunduğu suçlamasıyla tutuklandı. Gezmiş hakkında 1983-2002 yılları arasında Diyarbakır ve Rize’de Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmenliği yaptığı dönemde adli yargılama talebine dönemin mülki idare amirlerinin izin vermediği ortaya çıktı. Gezmiş’in avukatlığını AKP Rize eski il yöneticilerinden Rize Barosu Başkanı Yunus Çoruh üstlendi![120] xix) Trakya Üniversitesi öğretim üyesi ve rektör yardımcısı ilahiyatçı Prof. Dr. H.S. hakkında, evindeki bilgisayardan çocuk pornosu indirdiği ve depoladığı iddiasıyla adli soruşturma başlatıldı. Yapılan incelemede ABD Federal Soruşturma Bürosu’nun (FBI) verdiği bilgilerle IP (İnternet protokol) numarasından tespit edilen Prof. Dr. H.S.’nin bilgisayarına indirilmiş çocuk pornosu içerikli çok sayı da doküman bulundu![121] xx) Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, “10 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı yerine başkan seçmiş olsaydık Türkiye bugün bu kaosu yaşamayacaktı,” dedi![122] xxi) Genel bütçedeki güvenlik ve savunmaya yönelik mal ve hizmet alımı harcamaları; Emniyet, MİT, Milli Savunma Bakanlığı gibi güvenlikle ilgili kurumların personel harcamalarını kapsamıyor. Bütçedeki “güvenlik ve savunmaya yönelik mal, malzeme ve hizmet alımları” 14 ayrı kalemden oluşuyor. Bu çerçevede, 2015 bütçesindeki seyre bakacak olursak: Ocak Mayıs döneminde bütçeden güvenlik ve savunma için yapılan harcama tutarı 737.3 milyon TL olmuş. Bu tutar 2014 yılının aynı dönemine göre 132.6 milyon TL daha fazla bir harcamayı ifade ederken, yüzde 22’lik bir artışa karşılık geliyor. 2014 yılı Ocak Mayıs döneminde güvenlik savunmaya 604 milyon TL harcanmıştı. Maliye verilerine göre, 2015 yılının Ocak Mayıs dönemindeki güvenlik ve savunma harcamalarının yaklaşık 208.9 milyon TL’si araç gereç ve savaş teçhizatı için ayrıldı. Bu tutar, 2014 yılının aynı döneminden 13 milyon TL daha fazla. 737.3 milyon TL’lik beş aylık toplam tutarın, 193.5 milyon TL’si ise savaş araç gereçlerinin işletmesine ayrıldı. Güvenlik ve savunma harcamalarının alt kalemlerinde, artış oranı bakımından dikkat çeken kalem, mühimmat… Biber gazının da dahil olduğu mühimmat harcamalarına, 2015 yılının ilk beş ayında 94.6 milyon TL ayrılmış. 13 Bu tutarın bir anlam ifade etmesi için, 2014 yılının aynı dönemiyle karşılaştırabiliriz: 2014’ün Ocak Mayıs döneminde, bütçeden yapılan mühimmat alımı, 24.4 milyon TL. Yani, 2015 yılının ilk beş ayında mühimmata, 2014 yılına göre yaklaşık 4 kat daha fazla harcama yapılmış![123] xxii) Hükümetin “Vaatleri gerçekleştiriyoruz” gerekçesiyle TBMM’ye 22 Aralık 2015’de sunduğu torba yasa tasarısından aile boyu fişleme çıktı. Tasarıya göre, çocuklar da dahil tüm vatandaşların parmak izi, damar izi ve el ayası (biyometrik veri) alınarak aile kütüklerine eklenecek ve elektronik ortamda saklanacak. Biyometrik verilerin hangisinin kimlik kartında yer alacağına İçişleri Bakanlığı karar verecek. Çocuklardan kaç yaşından itibaren biyometrik veri alınacağı ise İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek. Nüfus cüzdanları kaldırılarak yerine Türkiye Cumhuriyeti kimlik kartı uygulamasına geçilecek. Aile kütüklerine biyometrik veri (parmak izi, damar izi ve el ayası) eklenecek. Kimlik kartında yer alacak biyometrik verinin türü, niteliği ve alınma yaşı İçişleri Bakanlığı’nca belirlenecek. Biyometrik verisi alınmayacak çocukların kimlik kartı başvurusu veli veya vasileri tarafından yapılabilecek. Merkezi veri tabanında tutulan biyometrik veriler, kimlik doğrulama işlemleri dışında kullanılamayacak. Biyometrik veri sadece elektronik ortamda tutulacak. Kimlik kartı talebinde bulunan kişi ile nüfus kütüklerinde kayıtlı kişinin aynı kişi olup olmadığı konusunda tereddüte düşülmesi durumunda mülki idare amirinin emri ile kolluk kuvvetlerine araştırma yaptırılabilecek![124] xxiii) Bugüne kadar defalarca değiştirilen ‘Kişisel Verilerin Korunması Kanun Tasarısı’, sonunda Bakanlar Kurulu’nda imzaya açıldı. Yasayla polis, MİT ve jandarmanın kişisel veri toplamasına yasal güvence geliyor. Tasarı, polis, Jandarma ve MİT; telefon numaraları, parmak izi, genetik kod, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses kayıtları ile aile bilgileri gibi vatandaşların, “kişisel verilerine” istisna talep etmeksizin ulaşabilecek. Bu kurumlar, kanun hükümlerine tabi olmaksızın, “istihbari faaliyet” çerçevesinde, “kişisel verileri” işleyebilecek![125] Evet siyasal durumu: Çürüme + kliyantalizm + yolsuzluk + denetim/ gözetim + terörist caydırıcılık + mafyatik paramilitarizm + İslâmizasyon + ırkçılık ögeleriyle açıklamak mümkündür. Belki de daha fazlası… II.2) HÂL VE GİDİŞ Ertuğrul Özkök’e dahi, “Bu ülkede, iktidarda ‘Devlet benim’ diyen bir lider oturmuyor mu?”[126] sorusunu telaffuz ettiren hâl ve gidiş konusunda Bican Şahin, “Otoritaryanizme kayan Türkiye”[127] gerçeğinin altını çizerken; ‘The Financial Times’ın uluslararası ilişkiler editörü David Gardner, “Erdoğan herşeyi göze almış durumda”[128] diyor. Kolay mı? Anayasa profesörü Erdoğan Teziç’in, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı var” sözleriyle ilgili olarak, “Cumhurbaşkanı seçilmesi, onun anayasada fiili bir güç kullanması anlamına gelmez. Fiili güç demek anayasayı ihlâlle eş anlamlıdır. Bunun da ceza hukukunda yaptırımı vardır,”[129] demek durumunda kaldığı “Fiili Güç Hukuk İhlâli” koordinatlarında “Erdoğan ülkenin rejimini fiilen değiştirdiğini açıkladı. Diyanet, camilere din için, birileri için ‘canını feda etmeye hazır olma’ hutbesi gönderdi”![130] Ertuğrul Kürkçü’nün, “Durum, 12 Eylül uygulamalarından bile beter… Son derece tehlikeli, yasa dışı ve gayri meşru dikta rejimi altındayız,”[131] diye tarif ettiği hâl ve gidiş gerçekten çok vahimken ekliyor ODTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi prof. İlhan Tekeli: “Gücün estetizasyonuna dayanarak bir muktedir yaratıldı… Bu siyaset ise bireyin özgürlük alanını kapatan, totaliter alanı belirlemek için yapılan bir şey. Formu postmodernist nitelikler içeren, ama özgürleştirici değil totaliter nitelikte bir siyasetle karşı karşıyayız.”[132] Prof. Sencer Ayata da , “Millet iradesi lider otoritesine dönüştü” vurgusuyla şöyle formüle ediyor: “Devlet-hükümet ayırımı ortadan kalkmış, parti devlet hükümet bütünleşmiş... AKP’nin, liderin siyasal otoriterleşmesi, sadece siyaset alanı ile sınırlı değil; siyaset-ekonomide otoriterleşme süreçleri, bir sistemin, rejimin, düzenin otoriterleşmesi... Meclis’in hukuk içinde yasa yapmasının üstüne çıkan bir Kanun Hükmünde Kararname ile 800’ün üstünde kurumun yetkileri ortadan kaldırılabiliyor. Piyasalara sürekli müdahale ediliyor, rant yaratma, yandaş sermayeyi büyütme yolları, partizanlaşmanın önünün açılmasında sınır tanınmıyor. Dünyada TOKİ’nin bir benzeri merkeziyetçi güç, örgütlenme örneği yok. Yerel yandaş müteahhit, siyasi güç üretiliyor. Yolsuzlukların, suçluların denetim dışı kalmaları tek başına faşizmi açıklamasa da, totaliter rejim için dini değerlere, inançlara yapışılarak denetim dışılığın daim kılınması, hesap sorulamayan lider kültürünün oluşturulması, tek 14 başına temsil iddiası, sorgulanmayan lider kültürü... Yönlendirilmesi kolay kitleler yaratmak, kültürel kimlik ayrımları ile siyasal güç, toplumsal baskıyı oturtmak, intikamcı icraatlarla mağdurları sindirmek, otoriterliğin altyapısını oluşturmak”tır…[133] Korkut Boratav tarafından -bu hâl- “Ben, ‘İslâmcı faşizme doğru…’ nitelendirmesini yeğliyorum. Son uğrak geldiğinde, terminolojik farkların tartışılması esasen önemini yitirecektir. Fazla gecikmeden yüksek sesle düşünelim. ‘Kendiliğinden’ bir süreç değil, Erdoğan ve yakın çevresinden kaynaklanan bir ‘program’ söz konusudur. Programı AKP iktidarı, devlet aygıtının stratejik öğelerinden (yargı, MİT, polis ve TSK’den) de güçlü destek alarak yürüttü, yürütecektir. 2007 sonrasında iki doğrultuda ilerlediler: Birinci olarak, anayasal çerçeve içinde parlamenter çoğunluğa dayanarak önce Cumhurbaşkanlığı’nı, giderek Anayasa değişikliğini hedeflediler. Başardılar. İkinci olarak, yasal sınırların dışına taşarak parlamento dışı muhalefetle mücadele ettiler,”[134] diye adlandırılırken; pratik “Kürt Meselesi”ndeki tutumla kanıtlanmaktadır. Vijay Prashad’ın, “Son yıllarda, Türkiye’nin en çok paralellik gösterdiği ülke Sri Lanka,”[135] ifadesiyle betimlediği “Kürt Meselesi”ndeki tutum hakkında, “AKP Sri Lanka modeli istiyor” vurgusunun altını özenle çiziyor AİHM Yargıcı Rıza Türmen![136] Haksız da değil. Çünkü sömürgeci devletin “Kürt Meselesi”ndeki tutumu karşında, “Toplumumuzda hâlâ iç savaş gerçeği ve bunun hayatımızda yarattığı değişim tam olarak algılanmış değil… Çok zor bir sürece girdik. Rojava’nın statüsü, güney Kürdistan’ın istikrara kavuşması, Bakur’un konumu netleşmesine kadar sürekli ve ciddi bir savaşla sürecek,”[137] diyor Ahmed Pelda… Ve en önemlisi Nusaybin’de Cizre’deki yasağın kalkması için Mitani Kültür Merkezi’nde nöbet eylemi gerçekleştiren yaralıların yakınların dan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Parti Meclisi (PM) üyesi de olan Mehmet Yavuzel’in annesi Hanım Yavuzel, “Hepsi kirli savaşın aleti ve günahkârlarıdır. Biz hep barış için haykırdık ama bu saatten sonra ben barış istemiyorum. Savaş istiyorum artık. O bodrumdaki insanlar ne yaptılar da tankla, topla, kimyasalla saldırıyorsun. Onların resimlerini koydular sonra da internete, bize işkence olsun diye. İnsanım diyene işkence yapıyorlar. Lanetliyorum onları. Hakkımızı alacağız, bu gençlerin kanını yerde bırakmayacağız… Hep barış talebimizi reddettiler, Bundan sonra biz de artık istemiyoruz bu kadar kanın içinde. Tayyip diyor ki ‘Gelip şehitler yakınlarının gözüne bakarak barış istesinler’ diyor. O da gelip bizim gözümüzün içine baksın. Ya da o kendisi gidip o şehitlerin yakınlarının gözüne baksın. Görsün orada kim barış istiyor, kim savaşı istiyor. Bu insanların ölümünden kim sorumlu, o gözlerde görsün. Bunca insanı başkanlık için, saltanat için, dek dil, tek devlet, tek ırk için öldüren kendisidir. Zalim ve diktatör olmak için öldürüyor gençlerimizi. “Artık barış istemiyoruz, barış dedikçe tankla, topla üzerimize geldiler, çocuklarımızı yaktılar, şimdi savaş zamanı” diyor… Mehmet Yavuzer’in abisi Halil Yavuzel de ekliyor: “İnsan bu kadar mı teslim olur, bir gün yaşa ama şerefli yaşa”![138] II.3) İSLÂMİZASYON Coğrafyamızdaki İslâmizasyonun boyutları Güray Öz’e, “Şeyhülislâm geri gelir mi?”[139] diye sordurtacak kadar vahimleşirken; AKP hükümeti, eğitimi dinileştirmekle (Sünnî dini referanslar) başlayan girişimlerini toplum hayatının bütününü dini referanslara göre yeniden biçimlendirme hamleleriyle sürdürmektedir… Kısacası AKP Hükümeti, Türkiye’yi “Sünnî-İslâm devleti” olarak inşa etmek için çok hızlı adımlar atmaktadır.[140] Malumun ilamı olduğu üzere din konusu sağ siyaset havzası için, 1950’li yıllardan itibaren sadece toplumsal destek alanı olmakla kalmayıp hep siyasi rant konusu edildi… Dinin baskı aracı veya siyasi rant hâlini alması tümüyle farklı bir şey. AKP’nin bize, geçmişte olmayan özgürlüklerin yaşanması diye takdim ettiği “yeni Türkiye gerçeklerinin” demokrasi ve özgürlüklerden çok, dini baskı ve siyasi iktidar aracı olarak kullanması ile alâkâsı var. Hem de çok vahim biçimde… O kadar ki Nuray Mert’in ifadesiyle, “Artık muhalefet konusu ‘dinsizlik ile eşitlenir’ hâle geldi. Kaldı ki, ülkede yaşayan herkesin dindar veya dini inanç sahibi olması zaruri olarak görülemez, görülürse o rejimin adı dini-otoriter sistem olur.”[141] Oluyor da… Ve nihayet İslâm araştırmacısı Eren Erdem’e göre de, “Devletleşen dinler şiddet üretir”[142] ve üretiyor da! İşte bu şiddetin çeşitli biçimlenişlerden örnekler… 15 i) AKP Düzce Milletvekili adayları Faruk Özlü ve Ayşe Keşir, Yığılca ilçesinde camilerde seçim çalışması yaptı. Akşam namazından sonra camilerde cemaate propaganda yaptı. Camilerin içerisine adaylar ve beraberindekilerin oturması için sandalye ve masalar konuldu![143] ii) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Adıyaman’da katıldığı toplu açılış töreninde “Diyanet İşleri Başkanımızla alâkâlı bir müjde duyabilirsiniz” sözlerinin altından Diyanet’e yeni makam aracı tahsisi çıktı![144] iii) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde gündeme getirdiği, Çamlıca ve Göztepe’den sonra Büyükada iskelesinin yakınına cami yapmayı sağlayacak plan değişikliği 14 Nisan 2015’de tekrar İBB gündemine getirilerek kabul edildi![145] iv) Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ile Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in imzaladığı protokolle 7 Ocak 2015 tarihinde “hastanelerde imam” dönemi resmen başladı. Sağlık Bakanlığı, uygulama ile talep doğrultusunda hasta ve yakınlarına din görevlilerinin manevi destek vereceği belirtildi![146] v) Antalya İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Diyanet’in başlattığı gençlerin camiyle tanışması projesini okullara taşıdı. İl Milli Eğitim Müdürlüğü yazdığı yazıda cami-gençlik kaynaşmasının sağlanması ve gençlerin camileri yakından tanıması için müftülüklerle irtibata geçilmesini istedi. Müdür vekili Hasan Tevke imzasıyla hazırlanan yazı 19 İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne gönderildi. İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri merkezden gelen talimatı tüm resmi ve özel ortaöğretim kurumlarına gönderdi. Böylelikle yıl boyunca öğrencilerin camilere gitmesinin yolu açıldı![147] vi) Otelcilik ve Turizm Meslek liselerinin Yiyecek ve İçecek Hizmetleri alanındaki Servis ve Bar bölümlerinde verilen Alkollü İçki Servisi Dersi’nin zorunlu olmaktan kaldırılması istendi. Dersin kaldırılma talebi iktidara yakın sendika olan Eğitim Bir Sen’den geldi![148] vii) Binası deprem güçlendirme çalışmasında olduğu için Adile Mermerci Anadolu Lisesi’nin yaklaşık 600 öğrencisi, 2015 yılında geçici olarak İhsan Mermerci Anadolu Lisesi’ne taşındı. İki okulun toplam öğrenci sayısı 1100’e ulaştı. Binanın birinci katı İhsan Mermerci, ikinci ve üçüncü katı ise Adile Mermerci Anadolu Lisesi’ne tahsis edildi. Okulun birinci katının merdiven boşluğunun bulunduğu camlı alana Kur’an-Kerim’in Alak Suresi’nden “Oku yaratan rabbinin adıyla” ifadesi yazıldı! [149] viii) Bütçesi 11 bakanlığın bütçesini geride bırakan Diyanet, camilere feda hutbesi göndermiş. Askerliğin zorunlu olduğu Türkiye’deki camilere gönderilen hutbede, fedakârlık, “candan, anadan, yârdan geçebilmek” olarak tanımlanıyor… Hutbede, fedakârlık olarak tarif edilen “ölebilirsiniz” telkininin, “milli ve manevi değerlerimize karşı” olması önemli. Duymaya alıştığımız bir ezberden çok fazlası. “Milli ve manevi değerler”, hutbenin dil kurgusu içinde “feda”nın gerek ve yeter şartı gibi konumlanıyor![150] ix) Diyanete 6.5 milyar TL bütçe ayrılmış. Bu yetmemiş. Bir de İlahiyat Fakülteleri, İmam Hatipler ve zorunlu ve seçmeli din derslerini kapsayan din eğitimleri için devasa bütçesi var… Din ve mezhep bütçesi ile halkın hak arama bilinci köreltilmek ve itaatkâr kılınmak istenmiş. Bunun içinde Diyanete ve din eğitimi ve din eğitim kurumlarına devasa bütçe ayrılmış… Devletin 150 bin imamlı en büyük asimilasyon merkezi hâline gelen Diyanet dinin MGK’sı olarak bir vesayet kurumu hâline getirildi. 2012 yılında 3 milyar 891 milyon liralık bütçeye sahip Diyanet’in, bütçesi 2016 yılında 6.5 Milyar TL çıkıyor![151] x) Diyanet İşleri Başkanlığı’nın toplam kadrosu yaklaşık 117 bin 541 kişi. 2 milyar 650 milyonluk dev bütçesi ile de birçok bakanlığın önünde yer alıyor. Yeni oluşturulan kadrolarla imam ve müezzin açığı bulunan camilerin doldurulması amaçlanıyor. Türkiye’de hâlen 85 bin cami var. 2950 cami ile İstanbul ilk sırada, 96 cami ile de Tunceli son sırada bulunuyor. Yurtdışında da 1805 cami bulunuyor. Türkiye’de her gün camide sabah namazı kılanların sayısının 2 milyon, cuma namazı için camiye gidenlerin sayısının ise 14 milyon olduğu tahmin ediliyor. Her 860 kişiye bir cami düşüyor. Türkiye’deki camilerin toplam kapasitesi 25 milyonu geçiyor. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 74 bin kişilik kadrosu bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kadrosu her yıl 5 bin kişi civarında arttı. Ancak Diyanet’te göreve başlayanlardan, her yıl 2 bin civarında kişi de Cumhurbaşkanlığı dahil, üst kurullar ve çeşitli bakanlıklara yatay geçiş yaptı. Böylelikle Diyanet kadroları başka kamu kurumlarına geçiş yolu olarak kullanıldı. Kadro sayısı 117 bin 541 kişiye ulaşan Diyanet’in, yurtdışında da 27 Din Müşavirliği, 21 de Din Ataşeliği bulunuyor. Diyanet yeni düzenlemelerle radyo TV de kurabilecek. Ulaştırma Bakanlığı’nın bütçesi 1 milyar 790 milyon lirada kalıyor. Diyanet’in bütçesi, Milli Savunma, 16 Sağlık ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçelerinin ise yüzde 15-20’sine denk geliyor. Başkanlığın bütçesinin yüzde 80.5’i personel maaşlarına gidiyor![152] xi) Frankfurt’taki 6 No’lu sandıkta mükerrer oy kullandığı iddiasıyla hakkında tutanak tutulan ve aynı zamanda sandık başkanı da olduğu belirtilen Hasan Tüfek, bir Diyanet personeli… Frankfurt Başkonsolosluğu Din Hizmetleri Ataşeliği’nde görevli Tüfek’in, Dietzenbach Fatih Camii imamı olduğu bilgisi yer alıyor. Resmi tutanağa göre, Hasan Tüfek 14 Mayıs 2015’te kendi oyunu kullanmış. Oy kullanırken fotoğraf çektirmiş. İkinci kez oy kullanırken üç gün önce fotoğrafını çeken parti gözlemcisi tarafından fark ediliyor. “Eşim adına oy kullanıyorum” deyince “Eşinin adı Doğan mı” sorusuyla mükerrer oy kullanma girişimi engellenen Hasan Tüfek’in sandık kurulu başkanlığından azledilmesi talep ediliyor. Din görevlisi Hasan Tüfek daha önce Bandırma’da görev yapıyormuş. Bandırma’dan Almanya’ya tayin edilmesi, geçici değil,- uzun süreliğine olduğu için- Avrupa Türk İslâm Birliği (ATİB) tarafından sevinçle karşılanmış. Hasan Tüfek 6 Aralık 2012’de Bandırma Sanayii Camii’nde verdiği cuma hutbesinde “mümin kişi”yi şöyle tarif ediyor: “Mümin; Allah katında kurtuluşa erenlerden olabilmek için ibadetlerini yerine getiren, faydasız ve boş şeylerden yüz çeviren, zekâtını veren, namusunu koruyan, sözünde ve özünde doğru ve doğrulukta örnek olan insandır.” Hasan Tüfek’in cemaate seslendiği gibi, kendisinin de “sözünde ve özünde doğru ve doğrulukta örnek olan bir insan” olup olmadığını bağlı bulunduğu DİB, inceleyip soruşturacaktır muhtemelen. Yeri gelmişken... DİB Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı, 2731 Mart 2015 tarihleri arasında, Afyon Sandıklı’da bir müfettişler semineri düzenlemiş. Rehberlik ve Teftiş Başkanı İsmail Karagöz, açış konuşmasında DİB personeli ile müfettiş sayısı arasındaki ilişkiye dair bilgi veriyor: “1995 yılında müfettiş sayısı 61, Diyanetin personel sayısı 75.048 iken, 2015 yılında müfettiş sayısı 58’e düşmüş personel sayısı 119.419’a yükselmiştir. 1995’te 1230 personele 1 müfettiş düşerken, 2105 yılında 2058 personele bir müfettiş düşmektedir. 2014 yılında toplam 675 soruşturma yapılmış, bunlardan 406 sabit olduğu için soruşturma raporu, 269 sabit olmadığı için inceleme raporu yazılmıştır”![153] xii) Din İşleri Yüksek Kurulu Dini Bilgilendirme Platformu’nun “Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikâhını düşürür mü?” sorusuna, “Babanın kendi öz kızını öperken şehvet duyması durumunda nikâhın ne olacağı konusunda görüş ayrılığı vardır. Bazı mezheplere göre, babanın şehvetle kızını öpmesi ya da şehvetle ona sarılmasının nikâha bir etkisi yoktur. [154] Hanefilere göre ise; babanın, kızını şehvetle öpmesi, kızına şehvetle sarılması durumunda kızın annesi bu babaya haram olur. Ancak bu tür sonuç doğuracak tutmanın, teni tenine değerek olması ya da altının sıcaklığını iletecek kadar ince bir örtüden olması gerekir. Kalın elbiselerden tutarak ya da vücuduna bakıp düşünerek, şehvet duymak, bu tür bir haramlık oluşturmaz. Ayrıca kızın, 9 yaşından büyük olması gerekir. Şehvet duymanın işareti, erkeğin organında bir uyanma, uyanıksa uyanışının artması, kadının da kalbinin heyecanla çarpmasıdır,”[155] yanıtını verdi! xiii) “Nişanlı çiftler el ele tutuşmamalı” ve “Babanın öz kızına şehvet duyması haram değil” gibi akıl almaz fetvalara imza atan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun evde insan suretinde bir biblo veya heykel bulundurulması ile ilgili bir fetvası daha ortaya çıktı. Kurulun Aralık 2014’te Facebook hesabında yanıtladığı fetvada, heykel tarzı bibloların hoş karşılanmadığı belirtildi! [156] xiv) Samsun Müftüsü Hayrettin Öztürk, 2015 Ağustos’undaki Yayla Şenliği’nde mikrofonu kapıp horon oynayan insanların yüzüne karşı, “Yanınızdaki kardeşiniz bile olsa kadınlı-erkekli el ele tutuşup horon oynayamazsınız, haram. Eğlencemizi kadınlı-erkekli yapmayalım” deyivermişti. Temmuz ayında dövme yaptırmanın da haram olduğunu zikretti. “Ayrıca” dedi, “İnsanların gözüne hoş gelmiyor. Göreni de olumsuz etkileyemezsiniz.” Enteresan müftü çok… -Mesela geçenlerde Fethiye Müftüsü Oğuzhan Kadıoğlu kent merkezine kız imam hatip lisesi yapılmasına karşı çıkanlara Facebook üzerinden içinde ‘sperm’ sözcüğü geçen bir mesajla yanıt verdi. -Zonguldak Müftüsü Nuh Korkmaz ramazan ayında oruç tutan kadınlarla-erkeklerin aynı yerde denize girmesinin caiz olmadığını, orucu zedelediğini söyledi. 17 - Yozgat Müftü Yardımcısı Nasuf Yaylagül cuma vaazında düğünlerde karısının, kızının oynamasına tepki göstermeyen ve sokakta kızlarla konuşan erkeklere ‘deyyus’ dedi. -2010’da Bolu Müftüsü Yaşar Yaprak çam ağaçlarının kesilmesine çok üzüldüğünden, erozyondan bahsederek gönlümüzü fethetse de, gelen bir soru üzerine o konuşma kırmızı iç çamaşırına bağlandı. Yılbaşında kırmızı don giyerek Allah’a şirk koşulduğunu belirtti. -Bir de Mudurnu Müftüsü Osman Şener vardı. Kadın eli öpmenin haram olduğunu söylemiş ve yine kadın denen mahlûkun tehlikesine değinmişti: “Kadınlar erkeklerle konuşurken çok dikkatli davranmalı, erkeklerin şehvet duygularını uyandıracak tavır ve davranışlardan kaçınmalı”![157] xv) Bursa Bedir Camii imamı, camide dini nikah kıymaya başladı. Çiftlere kendisinin hazırladığı “dini nikah belgesi” de veren imam Mustafa Basrık, imamlara resmi nikah kıyma yetkisinin verilmesini isteyerek, yaptığı uygulamanın bir çığır açmasını umduğunu söyledi![158] xvi) TRT 1’in sabah programına ‘İyi Fikir’e konuk olan Prof. Dr. Cevat Akşit, izleyici soruları üzerine evlilik, aldatma, zinayla ilgili sorulara cevap verdi. Soru: “Resmi boşanmada imam nikâhı ne oluyor?” Yanıt: Bir insan karısına ‘boş ol’ dediyse nikâh kalmaz. Bu aşamadan itibaren üç âdet görünceye kadar kadın kocasına hâlen bağlıdır. Yani başkasıyla nikâh tutmaz. Dinen zina olur. Soru: “Başımdan zina geçti. Nasıl arınırım?” Yanıt: Allah’ın affetmeyeceği günah yok. Evli kişinin zina etmesi durumunda din uygulanacak olsa ölüm. Kadının da erkeğin de. Bekâr ise ölüm değil ama sopa yer. Soru: “43 yaşında eşim, 22 yaşında bir kızla ilişkiye girdi. Onu da beni de bırakmıyor.” Yanıt: Büyük haram işlemiş. Elin karısıyla nikâhsız olur mu? Dini nikâh yapsınlar da bari dinen kötü durumdan kurtulsunlar. Ama kocasını bırakmasın. Küsüp de ayrı yatmasın. Gel dediği zaman yatağına gitsin”![159] xvii) Sosyal Doku Vakfı Başkanı Yıldız’ın “6 yaşında çocukla evlenilebilir” fetvasının ardından Furkan Vakfı Kurucu Kuytul da “Annen de olsa, diz kapağının üstü tahrik eder,” dedi![160] xviii) İstanbul Taksim’de, uzun sakallı, sarıklı gerici bir grup kadını yok sayan ve ‘erkeğin kölesi olmaya’ çağıran bildiri dağıttı. 28 Kasım 2015 akşamı ÜMMED-DER adıyla sokağa çıkan bir grup kadınları aşağılayan bildirilerde, kadının müzik dinlemesi, alışveriş yapması, çalışması, erkeklerle tokalaşması ve hatta terlik giymesinin bile yasak olduğunun yazdığı bildiride ayrıca cuma günleri kadınlar için sohbetler düzenlendiği de ifade ediliyordu![161] xix) MEB’in seçmeli din dersi sloganı, “Seçmesi bi’ dakika faydası iki dünya” oldu![162] xx) AKP Hükümetinin gericileştirme politikası 2016 Şubat’ındaki öğretmen atamalarına da damgasını vurdu. Bilime ve sanata minimum kontenjan ayrılırken, 30 bin kişilik kontenjanın yüzde 10’undan fazlası din eğitimine ayrıldı. Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi branşına 2 bin 818 öğretmen alınacağı belirtilirken, din eğitimi ile ilgili alınacak öğretmen sayısı ise toplamda 3 bin 600’i buldu. Şubat atamalarına göre Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi’ne 2 bin 818 yeni atama yapılacak. 150 kontenjan Arapçaya, 544 kontenjan ise İmam Hatip Liseleri’nde meslek eğitimine (fıkıh vs) ayrıldı. Aynı dönemde biyolojiye 701, felsefeye 203, psikolojiyle 4, sanat tarihine ise sadece 3 atama yapılacağı açıklandı. 15 Eylül 2015 tarihinde yapılan atamalarda da durum çok farklı değildi. Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi 3 bin 789, Arapça 327 ve İHL meslek öğretmeni için 758 kişinin ataması yapılmıştı![163] xxi) Dindar Cumhuriyet jenerik adlı “Yeni Rejim”,… Milli Eğitim Bakanlığı elini çabuk tutup, bu ağır “çürümüş” projenin resmi ideolojisini belirledi. “Cihatçı şuur yaratan yayın, seminer etkinlikleri ve Müslüman Kardeşler patentli Ahlâk Bilgisi” Milli Eğitim Müfredatı’na dahil oldu. 2014-2015 yılı Milli Eğitim’in öğretim içeriğini derin “İslâmizasyona” tabi tuttuğu çok kritik bir yıldı. Bu kesitte sadece başarılı öğrencilere karne hediyesi, “dindarlık performans nicelik ölçeri” zikirmatik dağıtma veya tam/yarım/çeyrek altın ödüllü Kur’an okuma yarışması açma gibi rekabetçi maddi teşvikler olağanlaşmamıştı. Asıl “belli düzeye erişmiş” diye ifade ettiği 10 yaşındaki çocuklara başörtü serbestliği getirmekle övünen Milli Eğitim Bakanlığı, birtakım dini vakıf ve derneklerle “İslâmcı ideolojik hizmet” alımına da girişmişti. Hizmet Vakfı’yla yaptığı protokol kapsamında 81 ilde tüm öğretim kurumlarında verilecek “değerler eğitimi” semineri ile neo-liberalizmin Türkiye’de derinden “sömürgeleştirdiği” kaderci/muhafazakâr zihniyet artık anaokulundan itibaren “temel eğitim” gibi aşılanacaktı. 18 Zorbaca 4+4+4’ün yasalaşmasıyla devlet para teşvikiyle özel okullara müşteri olan çocuklardan geride kalan öğrenci nüfusa dini vakıf-dernek katkısıyla yoğun “siyasal İslâmcı asimilasyon” başlatılıyordu. Nitekim Değerler Eğitiminin aslında “dünyevi otorite ve egemenin her yaptığını ilahiyat kazandıran” tevekkül seçkisi olduğu ortaya çıkmıştı. Akabinde İstanbul İl Eğitim Müdürlüğü varlık ve davasını “cihat şuuruna sahip olmak ve cihatçı fikirleri yaymak” diye tarif eden karma eğitime şiddetle karşı “Şuurlu Öğretmenler Derneği’nin” okullarda faaliyet göstermesine izin verdi. İstanbul Esenler Belediyesi’nin 31 okulda ortaokul öğrencilerine dağıtılan 14 yayından “Ahlâk Bilinci” kitabı Müslüman Kardeşler’in kurucusu Hasan el Benna ve Lübnan’daki önemli ismi Fethi Yelken’in “fikirleriyle” dolu olduğunu okuyorduk. “Bir kitap bir dünya projesi” kapsamında dağıtılan bu kitaplarla Ortadoğu’da gidecek yeri kalmamış Müslüman Kardeşler fikriyat propagandası kadar alternatif eğitim modeli olarak İslâm eğitimi anlatılıyordu. Kısacası rejim güdümlü, sipariş zihin üretme “devlet aygıtı” Milli Eğitim, ‘yeni Türkiye’nin “Cihatçı şuur ve Müslüman Kardeşler referanslı müfredatla yoksul, yüksek öğretim hakkı olmayan, canı kanı piyasaya dahil boynu küçük yaşta eğilmiş” nesiller yaratacaktı. İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü ise 2015’in Şubat ayında çıkardığı ‘Değerler Eğitimi Özel Sayısı’nda batı kaynaklı kült masal ve romanlarının çocukları edilgenliğe ve hırsızlığa yönelttiğini iddia ediyor ve Türkiye’nin yeni değerlerinin din ve Kur’an olduğunu söylüyordu![164] xxii) 12 Eylül ardından zorunlu kılınan din eğitimi o günden bugüne büyütüle büyütüle bir ders olmaktan çok öteye, eğitimin asıl amacına dönüştürülmüş durumda. Aralık başında yapılan 19. Eğitim Şûrası’nda bu apaçık gözler önüne serilmişti. 2015’in Mart ayında zihinsel engelli öğrencilere yönelik ‘ilahi okuma’ yarışması düzenlendiği ortaya çıktı… Yarışmaya gerekli ilgi gösterilmesi çağrısı, “ileri demokrasi” rejiminin borazanlarından ‘Akit’ tarafından 2 Mart 2015’de hemen haber yapıldı: “Zihinsel engelliler arasında düzenlenecek olan ilahi yarışması, Müslümanlar tarafından büyük ilgi topladı”! [165] xxiii) Mersin Atatürk Lisesi 9. sınıf öğrencisi G.K, seçmeli ders olarak müzik ve beden eğitimini seçti ancak okul idaresi öğrenciye seçmeli ders olarak Kur’an-ı Kerim ve Bilgi Kuramı derslerini yazdı. Baba Gazi K. Alevî olduklarını, kızının bu derslere girmesini istemediğini dilekçe ile bildirdi ancak okul idaresi öğrencinin derslere girmemesi durumunda devamsızlıktan kalacağını belirterek “Derslere girsin, gerekirse kulaklığını taksın müzik dinlesin. Ya da ders saatinde rehber öğretmen odasına gitsin” önerisinde bulundu![166] xxiv) Pendik’teki Orhan Sinan Hamzaoğlu Ortaokulu öğrencilerine uygulamalı ders adı altında camide namaz kıldırıldı. 18 Kasım 2015 tarihinde öğrenciler, idareciler ve din kültürü ahlâk bilgisi öğretmenleri tarafından Pendik Sahil Camisine götürüldü. Burada uygulamalı ders kapsamında caminin bölümlerinin tanıtıldığı öğrencilere, bir de namaz kıldırıldı![167] xxv) Yeşilırmak Mahallesi’nde bulunan Halil Rıfat Paşa Ortaokulu’nda Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmeni L.Y.İ., yedinci sınıf öğrencilerinin seçmeli Kur’an- ı Kerim dersinde sınıfta bulunan toplam 17 kız ve erkek öğrencinin ders sırasında kendi aralarında konuşmasına kızarak, “Zaten başınızı örtmüyorsunuz, size tecavüz de mübah kötülük de mübah” dedi. Ardından, Tarsus’ta öldürülen Özgecan Aslan için kentte düzenlenen eyleme katılan öğrencilere de iddiaya göre “Siz koşarak eyleme gittiniz. O toprağın altında, Fatiha okudunuz mu? Siz de Özgecan gibi olursunuz” ifadelerini kullandı![168] xxvi) Konya Meram Anadolu Lisesi’nde, yeni dönem için yapılan anketle resmi kıyafet giyilmesine karar verildi. 5 tip kıyafet belirlendi. 40 kadar başörtülü öğrenci de pantolon giymeyi kabul ederken, üstüne ferace giymek istedi. Yönetim de onayladı. Okul müdürü Mehmet Emin Karataş, kararın öğrencilere ait olduğunu belirtip, “Kız öğrenciler rahat olduğu için pantolonu seçti. Bu nedenle okulda etek giyilmeyecek. Başörtülü öğrenciler pantolonun üzerine isterse ferace yani uzun olmayan bir kap giyebilirler. Feraceye benziyor ancak değil,”[169] dedi![170] xxvii) Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şakir Çınkır, “Tıp fakültelerinde kadavralara don giydirerek çalışma yürütülüyor,” dedi![171] xxviii) Yrd. Doç. Dr. Bilal Yorulmaz, Diyanet Dergisi’nde yayımlanan yazısında, dini çağrışımlı isimlerin Türk sinemasında alay edilen karakterlere verildiğine dikkat çekerek “1960 yılında 3 bin bebeğe bu isim verilirken, ‘Hababam Sınıfı’ etkisiyle 2009’da sadece 113 bebeğe ‘Şaban’ adı 19 verilmiştir,” dedi. Dergide Türk sinemasına yönelik ise “Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren dindar karakterler yalancı, düzenbaz, şehvet düşkünü, vatan haini olarak sunulmuştur. Muhsin Ertuğrul’la başlayan bu olumsuz tutum, sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Bu filmlerde dindarlar ve din adamları, köydeki ağanın yanında olan, onun halkı ezmesine yardım eden ya da ev sahibi olup kiracısına zulmeden insanlar olarak resmedilirken din, insanları kandırmak için kullanılan bir afyon olarak sunulmuştur” eleştirisi yer aldı![172] xxix) ‘Anadolu Ajansı’nın (AA) medya ortağı olduğu, ‘Dünya Bankası Küresel İslâmi Finans Geliştirme Merkezi’ (GIFDC), ‘Borsa İstanbul’, ‘İslâm Kalkınma Bankası’ (IDB), ‘İslâmi Araştırma ve Eğitim Merkezi’ (IRTI) ve ‘Guidance Financial Group’ iş birliğiyle düzenlenen ve Kur’an-ı Kerim tilaveti ile açılan ‘İslâmi Ekonomi ve Finans 2015 Sempozyumu’nda konuşan ‘Borsa İstanbul’ Yönetim Kurulu Başkanı Talat Ulussever, “Sadece İslâmi kurallara uygun hisse senetlerinin veya sukukların işlem gördüğü bir borsacılık yerine, tüm borsa faaliyetlerinin İslâmi kurallara daha uygun bir yapıda yeniden oluşturulacağı bir mekanizma, bir model geliştirmeliyiz,”[173] dedi! II.4) TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM Coğrafyamızda “Yeni Türkiye” alt başlığında, İslâmizasyona denk düşen çaplı bir toplumsal dönüşüm yaşanıyor. Kolay mı? Cumhurbaşkanı ve AKP çevresi, yeni bir düzen kurmaktan bahsediyor; “2002 Devrimi”, “Yeni Türkiye”, “Büyük Türkiye” “Cihanşümül Devlet”, “2023 hedefi” gibi kavramlarla konuşuyor. Bu artık siyasetin sıradan otoriterleşmesinin ötesinde, yeni bir rejim inşası... Bu yeni rejimin bir resmi ideolojisi, resmi tarih tezi, devlet kavramı, dost ve düşman tanımı yapılıyor.[174] Denilebilir ki AKP yıllardır politikalarını, Siyasal İslâm’ın toplumun üzerindeki denetiminin sürekli artacağı, genişleyeceği, sonunda “öteki” siyasi-kültürel “dünya”ların susturulacağı varsayımına, hatta inancına göre inşa ediyordu. Daha akademik bir dille söylersek, AKP ülkede “konuşulabilenin sınırlarını” giderek daha bütünsel biçimde belirleyebileceğini, Siyasal İslâm’ın “hakikât rejimini” ve “nüfus-beden politikasını” tamamen egemen kılabileceğini varsayıyordu.[175] Bu bağlamda, Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın saptamasıyla, “Korkulan oldu, toplum dönüştürüldü”![176] Ya da “Yeni Türkiye”, “İslâm dünyasında demokratik bir istisna” derken ortaya çok ilginç bir durum çıktı. “Yeni”leşme o kadar ileri gitti ki, eskisi geride kalmakla kalmadı, bir ülke olarak Türkiye geride kalmak üzere;[177] “Türkiye’de yükselen din değil, bütün sınıfsal karakteri nedeniyle din tacirliğidir,”[178] Zahit Atam’ın altını çizdiği gibi… İşte buna kimi çarpıcı örnekler… i) Erdoğan, Cumhurbaşkanı’nın anayasal sınırları tartışmalarıyla ilgili, “İster kabul edilsin ister edilmesin, Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir Anayasa ile netleştirilmesi, kesinleştirilmesidir,” dedi![179] ii) Cumhurbaşkanı Erdoğan, iktidarı için tehlike olarak gördüğü her şeyin Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne girmesini sağlıyor![180] iii) Cumhurbaşkanı, Diyanet İşleri Başkanı Görmez’i, milyonluk Mercedes kullanmasını hoş göstermek için, meşru kılmak için dini lider ilan etti. Dini liderlik kavramını getirdi. Yeni bir tartışmanın kapısını araladı. Cumhurbaşkanı bununla da kalmadı. Diyanet Başkanı’nın dini lider görmeyenleri “Bunların dinle, Diyanet’le âlâkası yok” diye suçladı![181] vi) Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın açılışına da katılıp, Erdoğan’ı Sultan Abdülhamid’e benzeten ‘Yeni Akit’ yazarı Sinan Burhan 7 Temmuz 2015 tarihli köşesinde, Erdoğan’ın cuma namazını kıldıracağını iddia etti. Burhan, Ak Saray’ın içinde açılan camiyi anlatırken, “Cami açılışında eksik olan bir nokta vardı. O eksiklik de Sayın Cumhurbaşkanının Cuma kıldırmamasıydı,” vurgusuyla şöyle devam etti: “Dini bilgisinin iyi olduğunu bildiğimiz Erdoğan, Cuma namazı da kıldırsa iyi olur dedim. Sonra ufak bir araştıma sonunda aldığım bilgi ve edindiğim izlenim, evet Cumhurbaşkanımız Cuma namazı kıldıracak. Köşke yakın dostlarımız da bu bilgiye itiraz etmedi… Açılış anında aklıma bir an Abdülhamid Han geldi. Bu büyük sultanla da çok uğraştılar. İngilizler, batılılar ve yandaşları Kızıl Sultan dediler. Ama tarih gösterdi ki Osmanlı’nın en büyük padişahlarından birisidir. Siyonizme karşı dimdik ayakta durmuştur. Erdoğan da aynı Abdülhamid Han gibi. Bu büyük insan halkla buluşmak için Cuma Selamlığına çıkardı. Belki Erdoğan da yapar”![182] 20 v) Almanya’daki Türklerin gittiği Diyanet İşleri Türk İslâm Birliği’nin bağlı birçok camide, Cuma hutbesi okunduktan sonra cami cemaati Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 10 Mayıs 2015 pazar günü Karlsruhe’deki DM Arena’da ‘Gençlik Buluşması’ adıyla, AKP’li seçmenlere hitap ettiği mitingine çağrıldı. İmamın, bu yazıyı da kâğıttan okuduğu dikkatleri çekti![183] vi) Anayasa Mahkemesi imam nikahı için önemli bir karar aldı: Artık imam nikahı kıymak için önce resmi nikah kıyma şartı bulunmuyor![184] vii) Manisa’da başörtülü kadınların kelepçelenerek gözaltına alınması konusunda Manisa Valisi Erdoğan Bektaş’ın türbanlı kadın zanlıların sağlık kontrolüne kelepçeli götürülmesiyle başlayan tartışmanın ardından yaptığı yazılı basın açıklamasında, “Hukuki süreçte suçluluğu sabit olmayan hiç kimsenin hele de toplumda çok olumlu bir imajla algılanan başörtülü bayanların, şartları oluşmadan böyle bir işleme tabi tutulmaları her kademede üzüntüyle karşılanmıştır,” dedi![185] viii) Sezaryen, kürtaj gibi çıkışlarıyla konuşulan Cumhurbaşkanı Erdoğan şimdi de doğum kontrolünü, “ülkeye ihanet” olarak niteledi![186] ix) “Yeni” Türkiye’de eşcinsel ilişki, hayvanlarla ilişkiyle eşdeğer… Porno görüntü bulundurmanın cezası, çocuklara porno izletmekten daha ağır… Hukuk sitelerinde yeni yayımlanan, 2014 yılına ait Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nin kararında insanlar için doğal cinsel davranışın tanımı yapıldı. Böylece yargı, belli bir cinsel ilişki biçimi dışındaki ilişkilerin “doğal olmayan ilişki” olduğuna hükmetmiş oldu. Yargıtay’ın kararında “İnsanlar için doğal cinsel davranışın, bir kadın ile bir erkeğin, cinsel organlarının bir araya gelerek ilişkiye girmeleri suretiyle oluştuğu” belirtildi. Kararda doğal olmayan ilişki biçimleri ise “Örneğin birden fazla kişinin bir araya gelerek cinsel ilişkiye girmesi (grup seks), eşcinsel ilişki, hayvanlarla cinsel ilişki, oral veya anal yoldan cinsel davranışların tamamının” doğal olmayan cinsel davranışlar olduğu savunuldu. Kararda, hayvanlarla cinsel ilişki de oral, anal veya eşcinsel ilişkilerle aynı kategoride değerlendirildi!)[187] x) ‘Vahdet’ yazarı Mehmet Şevket Eygi, Bağdat Caddesi’nde yaşanan tecavüzle ilgili kadınları suçladı. ‘Hiçbir Kadının Fahişe Kıyafetiyle Gezme Hakkı Yok’ başlıklı yazısında Eygi, “Bazı kadınların ve kızların, bazı erkekleri delirtecek, çıldırtacak, kudurtacak tarzda seksi ve şehevî kıyafetlerle dolaşmalarının tecavüz vak’alarını çoğalttığı inkâr edilemez bir gerçektir,” dedi![188] xi) Hak ve Hakikât Partisi Genel Başkanı Dursun Güneş, partisince Tandoğan Meydanı’nda düzenlenen mitingde, “Hak ve Hakikât Partisi dokunulmazlara dokunacak. Dokunulmazları ortadan kaldıracak. Herkes adaletin önünde eşit olacak. Suç işleyen cezasını çekecek. Adalet kılıcını masanın üstüne koyacağız. Öyle lafla değil, asacağız, keseceğiz. Adaletle asacağız, adaletle keseceğiz. Şeriatın kestiği parmak acımaz. Kısasa kısası getireceğiz. Biz halkımızı irşada gelmişiz. Halkımıza insanlığını kazandıracağız. Onları eğiteceğiz, öğreteceğiz. İnsanlığı, adaleti öğreteceğiz. Hakkı öğreteceğiz,” sözleri partililerce sık sık tekbirlerle kesildi![189] xii) Ankara katliamı öncesinde yaptığı Rize mitinginde “Oluk oluk kan akacak” diyen Sedat Peker’in “devlet tarafından korunduğu” ortaya çıktı.[190] Emniyet’in, AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakınlaşan mafya liderine 2 yakın koruma verdiği, ayrıca bir ilden diğerine giderken de polis eskortlarının kendisine eşlik ettiği belirlendi![191] xiii) İçişleri Bakanlığı, hazırladığı “aranan teröristler” adlı internet sitede birçok örgütten aranan kişiler yer alırken, Madımak katliamı davasının firari sanıkları “aranan teröristler” listesine alınmadı. Kırmızı bültenle aranan Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım da listeye girmedi![192] xiv) Ankara Bahçelievler’de 1978 yılında Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi 7 kişinin öldürülmesine karıştığı gerekçesiyle hüküm giyen ve tahliye edildikten sonra “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve gasp” suçlarından toplam 6 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılan Haluk Kırcı, Bursa Açık Cezaevi’nden ‘Denetimli Serbestlik Yasası’ndan yararlanarak tahliye edildi![193] xv) AKP, istihbarat personeli için 10 yılda yaklaşık 4 milyar TL harcadı. Hiçbir yıl ayrılan ödenekler istihbarat personeline yapılan ödemelere yetmedi. 2015 için ayrılan 609 milyon liranın 158 milyon 567 bin lirası ilk üç ayda harcandı. 2005 yılından 2015’in ilk üç ayına AKP Hükümetlerinin istihbarat personeline yaptığı harcamalar iki buçuk katından daha fazla arttı. Personele 10 yılda 3 milyar 946 milyon 385 bin lira ödendi. İstihbarat personeline yapılan harcamalar yıllar itibariyle şöyle: “2005’de 213 milyon 345 bin, 2006’da 243 milyon 78 bin, 2007’de 275 milyon 125 bin, 2008’de 311 milyon 719 bin, 2009’da 350 milyon 235 bin, 2010’da 382 milyon 669 bin, 2011’de 423 milyon 623 bin, 2012’de 493 milyon 603 bin, 2013’de 529 milyon 761 bin, 2014’de 564 milyon 660 bin lira”ydı! [194] 21 xvi) Maliye, 2015 yılı bütçesinde Emniyet’in, toplam 1534 araç edinmesine izin vermişti. 2016 yılı bütçe tasarısına göre, Emniyet Genel Müdürlüğü, 2016 yılında 2 bin 313 yeni araç satın alacak. 2015’de satın alınan araçtan 779 daha fazla. Taşıt cetvelinden derlediğim verilere göre, Emniyet’in 2016 yılında edineceği toplam 2 bin 313 aracın, 1386’sı “güvenlik hizmetlerinde” kullanılacak. (Kalanı kurumun iç ulaştırma hizmetleri için.) Güvenlik hizmetinde kullanılacak araç sayısındaki artışı, İç Güvenlik Yasası’yla polise tanınan geniş yetkiler ve içinde bulunduğumuz çatışma ortamından bağımsız düşünemeyeceğiz ortada. Zaten artışın gerçekleştiği araç tiplerine tek tek baktığımızda, bu gerçek daha net ortaya çıkıyor. Emniyet’in 2015 yılında satın aldığı a) 100 binek araç, gelecek yıl 120’ye; b) 17 kişilik 20 minibüs, gelecek yıl 120’ye; c) 600 panel araç, gelecek yıl 850’ye; iv) 5 adet 4x4 arazi tipi araç ise gelecek yıl 20 adede yükseltilecek. (Bu sayıları, daha fazla “gözaltı” işlemi için ihtiyaç duyulan araç olarak okumanızda sakınca yok.) Benzer artış trendini Jandarma Genel Komutanlığı’na bütçe kaynaklarıyla alınacak araç sayısında da izlemek mümkün. İçinde bulunduğumuz 2015 bütçesinden 595 araç satın alan Jandarma Genel Komutanlığı, 2016’da bu sayıyı 797’ye yükseltiyor. 2015 yılında satın alınan: a) 200 binek araç, seneye 300’e; b) 90 pikap, 100’e; c) 179 panel ise 290’a çıkacak. Ayrıca 2015 bütçesinden toplam 620 araç satın alan Milli Savunma Bakanlığı’na (MSB) (Genelkurmay Başkanlığı dahil), 2016 bütçesinden satın alması için izin verilen araç sayısı 962’ye yükselmiş. Emniyet’in 2016’da edineceği araç sayısı, kamunun toplam edineceği araç sayısına bakıldığında anlamlı hâle geliyor. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, üst kurullar, üniversiteler, genel müdürlükler... Aklınıza gelecek her türlü kamu kurumunun 2016’da edineceği toplam araç sayısı 8 bin 494. Yani Emniyet Genel Müdürlüğü, 2016’da devletin ülke genelinde, bütün varlığıyla sahip olacağı araçların yaklaşık dörtte birini tek başına edinecek. Kamunun 2015’de bütçeden satın aldığı toplam araç sayısı ise 7 bin 36. Özetle, 2015 yılına göre 2016 yılında bütçeden 1400 araca daha harcama yapılacak![195] xvii) Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 2014 yılı ‘Faaliyet Raporu’nda verilen bilgilere göre, Emniyet teşkilâtında 256 bin emniyet görevlisi var. Bunların 244 bini polis memuru. Buna karşılık 233 bin özel güvenlik görevlisi var![196] xviii) Başbakan Davutoğlu, Doğu ve Güneydoğu’da kamu güvenliğinin sağlanması için valiliklere özel bir genelge gönderdi. Hükümetin değişiklikler yaptığı terörle mücadele konsepti, sadece silahlı güvenlik güçlerine değil, bu güçlerin dışında kalan tüm devlet kurumlarına sorumluluklar yüklüyor![197] xix) Milli İstihbarat Teşkilâtı’nın (MİT) bazı kuruluşlarla protokol imzalayarak fişleme ve bilgi toplamasına ilişkin yeni bir bilgi daha ortaya çıktı. Daha önce Türk Hava Yolları (THY), Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), PTT ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü gibi kurumlarla gizli protokol imzalatan istihbarat teşkilâtının yeni bir adım daha attığı öğrenildi. Buna göre MİT, 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasına gerekçe olarak gösterilen Mali Suçları Araştırma Kurulu’nun (MASAK) Karapara Aklama Raporu’nun ardından, kurumun sistemlerini takip yetkisi aldı. Bundan böyle MİT, MASAK tarafından şirketler ve şahıslar hakkında hazırlanan tüm ön inceleme ve araştırma raporlarını otomatik olarak takip edebilecek. Gerek görülmesi hâlinde ise soruşturmalara müdahil olunacak![198] xx) Bakanlar Kurulu’nun medyadaki tüm yapımların “geleneksel aile değerlerine uygun olması için gerekli önlemlerin alınması ve bu işin koordinasyonunun Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na verilmesi” kararı alındı![199] xxi) Başbakan Davutoğlu kadınların doğum yapmasını “vatani görev” olarak niteledi![200] xxii) THY bir kez daha verdiği ilanda, kabin memuru olarak görev yapacak kadın çalışanlarında vücudunun görünecek yerlerinde dövme, piercing, yara izi bulunmaması gerektiğini vurguladı. Söz konusu ilan medya kuruluşları arasında bir tek AKP hükümetine yakınlığı ile bilinen Sabah Gazetesi’ne verildi![201] xxiii) Adana’da üçüncüsü gerçekleştirilen ‘Uluslararası Tango Festivali’, ‘Uslu Adana Platformu’ tarafından “zina festivali” ilan edildi. Sosyal medya üzerinde örgütlenen ve kimlerden oluştuğu bilinmeyen platform, yayımladığı hakaret dolu bildiride festivalin halka açık yapılmasının engellenmesini istedi![202] 22 xxiv) Türkiye’de 16 Ağustos 2015’de Tokat’ın Turhal ilçesinde asker cenazesinin ardından Diyarbakırlı bir esnaf ve HDP İlçe Eşbaşkanı Eylem Öztürk’ün eczanesine bir grup polisin göz önünde saldırırken olaylar yaklaşık 2 saat kontrol altına alınamadı. Hemen ardından Ordu’da bir grup fındık toplamaya gelen 15 tarım işçisine saldırdı. Gece ise Antalya’nın Alanya ilçesinde 16 Ağustos 2015 gecesi yaklaşık 200 kişilik bir grup HDP ilçe binasına yürüyerek, tabelayı indirmek istedi. HDP’lilere saldıran grup, parti binasındakileri linç etmek istedi. Olaylarda biri polis 11 kişi yaralanırken, HDP binasında bulunan yaklaşık 50 kişi saatlerce mahsur kaldı. Ayrıca Hakkâri’de bir şantiye alanında özel harekât polisinin işçileri elleri ters kelepçelenmiş bir şekilde yere yatırıp sarf ettiği “Türk’ün gücünü göreceksiniz” sözleri afişe yazılmış hâlde İstanbul’da HDP Kadıköy ilçe binası girişine asıldı. “Turancı Hareket Platformu” imzalı afiş üzerinde Türk bayrağı ile poz vermiş bir asker ve “Türk’ün gücü göreceksiniz” yazısı bulunuyordu![203] xxv) 29 Temmuz 2015 tarihinde Erzurum’un Aşkale ilçesinde TOKİ inşaatında çalışan bir işçinin parmağında PKK’yı simgeleyen yüzüğü taşıdığı iddiasıyla esnaf arasında çıkan tartışma gerginliğe yol açtı. Toplanan ilçe halkının linç etmek istediği TOKİ inşaatında çalışan işçiler, polisin gözetimde Aşkale’den çıkarıldı![204] xxvi) 6 Eylül 2015 tarihinde İstanbul Çağlayan’da ailesi ile Kürtçe konuşan Sedat Akbaş, bir grup tarafından bıçaklanarak öldürüldü![205] xxvii) İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) meclis toplantısında Dikilitaş Mahallesi’ndeki ‘Barış’ adlı sokağa ‘Barış Aşiti’ isminin verilmesi AKP’li meclis üyelerinin oylarıyla reddedildi![206] xxviii) Annesinin kemik raporundaki “Irk: Türk” ibaresine tepki gösteren akademisyen Yalçın Çakmak’a “Siz Kürtsünüz sizinle konuşmak istemiyorum,” diyerek nefret suçu işleyen Ankara Onkolojisi Hastanesi Andiçen ek binasında görevli Başhekim Yardımcısı Ali Edizer, polise verdiği ifadesinde kendisinin de Kürt olduğu ancak Ahmet Çakmak ve arkadaşı Bülent Özer’in hastaneye art niyetli geldikleri ve “ırk” ibaresindeki Türklüğe karşı çıkarak Türklüğü aşağıladıkları sözleriyle kendisini savundu![207] xxix) Avrupa Parlamentosu tarafından Tiran’da 20-21 Kasım 2014’de gerçekleştirilen ‘Temel Haklar, Ayrımcılık Yasağı ve LGBTİ (lezbiyen, gay, biseksüel, trans, interseks) Dahil Olmak Üzere Hassas Grupların Korunması’ başlıklı seminere katılacağı açıklanan toplantısına TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyesi AKP’li Mehmet Metiner ile Ziver Özdemir ve Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu üyesi MHP’li Ruhsar Demirel, ‘Sapıkların toplantısı’ diye hedef alınan seminere gitmedi![208] xxx) İstanbul’da LGBTİ üyelerinin Onur Yürüyüşü’ne polisin müdahale etmesi, hükümetin ise eşcinselleri hedef almasıyla başlayan nefret söylemi, yeni bir boyuta taşındı. ‘Genç İslâmi Müdafaa’ adlı bir grup, Mamak’ta üzerinde “Lut kavminin çirkin işini yapanı görürseniz faili de mef’ulü de öldürünüz” yazan afişler asarak LGBTİ bireylerini hedef gösterdi. Grubun internet sitesinin sahibi olarak gösterilen ‘Küresel Analiz’ adlı hesabı ise ‘El Nusra’ yanlısı çıktı![209] xxxi) Prof. Dr. Reşat Belger Göz Eğitim Araştırma Hastanesi’ne giderek muayene olmak isteyen trans birey H.Ç, kadın doktor F. H. tarafından, “Durumunuzu tasvip etmiyorum,” diyerek geri gönderildi![210] xxxii) ‘Barış İçin Akademisyenler’ bildirisine imza veren bildirisine imza veren Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Felsefe Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Ramazan Kurt, koruma talebinde bulunduğu polis tarafından “O imzayı atanı biliyorsan onun kafasına ben sıkarım,” sözleriyle tehdit edildiğini açıkladı![211] xxxiii) İstanbul Bağcılar’da 15 Mayıs 2014 günü Soma’da 301 işçinin yaşamını yitirdiği faciayı protesto etmek için bir günlük iş bırakma eylemine katılan 113 öğretmene ilçe milli eğitim müdürlüğü tarafından başlatılan soruşturma kapsamında 1/30 oranında maaş kesme cezası verildi![212] xxxiv) Eyüp Devlet Hastanesi doktoru Necibe Nur Keleş, 15 yaşındaki erkek hastaya “Aptestim kaçar’ diye bakmadı; başı açık hastalara da “Allah belanızı veriyor,” dedi. Kendisine dini telkinlerde bulunduğunu iddia eden Zübeyde Balcı şikâyette bulundu![213] xxxv) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Osmanlı dönemine dair sürekli dile getirdiği “ecdad sevgisi” İstanbul Bayrampaşa’da bulunan Hacı İlbey İlköğretim Okulu’nun duvarlarına asılan “Türk Büyükleri Köşesi”nde kendine yer buldu. Okulun duvarına asılan ‘Türk Büyükleri Köşesi’ sıralamasında birincilik Erdoğan’ın olurken ikinci sırada ise Mehmet Akif Ersoy yer alıyor![214] xxxvi) Başbakan Davutoğlu’nun 21 Mayıs 2015 tarihli Tokat mitingi nedeniyle okullar ve kamu kurumları tatil edildi![215] 23 xxxvii) Tekirdağ’ın Çerkezköy ilçesindeki 75. Yıl Ortaokulu Müdürü Metin Demirbağ, kız öğrencileri spor salonuna toplayarak “Makyaj yapar kıvırtırsanız, yanınızdaki erkeklere sarılırsanız, sonunuz Özgecan gibi olur,” dedi![216] xxxviii) Bursa İnönü Ortaokulu Müdür Yardımcısı Murat Esenboğa, teneffüste erkek arkadaşlarıyla aynı sıraya oturan kız öğrencilere, “Siz kâfir misiniz? Kendinizi New York sokaklarında mı sandınız? Hayat kadını mı olacaksınız,” sözleriyle hakaret etti. Diğer öğretmenlerin Esenboğa hakkındaki şikâyeti okul müdürü tarafından dikkate alınmadı![217] xxxix) Liselere Kartal İlçe Milli Eğitim Müdürü Harun Tüysüz tarafından gönderilen yazıda, Erdoğan’ın da katılacağı İstanbul’un fethi programına katılım istendi![218] xl) Askeri liselerde dil eğitimini pekiştirmek için izlettirilen yabancı dizilere de sınırlama getirilen yönetmeliğe göre, “pornografi, cinsel sömürü” içerdiği gerekçesiyle ‘Game of Thrones’ benzeri dizilerin okullarda izletilmesine izin verilmeyecek. Yapılan bir başka yönetmelik değişikliğiyle de “Temel dini bilgiler, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammet’in hayatı” gibi seçmeli derslerin askeri okullarda okutulmasının yasal altyapısı kuruldu. Yeni yönetmelik ile sözlü sınavlar da kalktı ve bunun yerini “performans sınavları” kavramı aldı![219] xli) İktidarın müdahaleleriyle siyasallaşan TÜBİTAK “yerlilik ve kültürel uyum” arayan kurum oldu![220] xlii) Hükümetin atadığı valiler bulundukları illerde AKP il başkanı gibi, ahlâk polisi gibi, devrim muhafızı gibi davranıyor, devletin gücünü kullanarak hizmetle yükümlü oldukları halkı sindirme ve yıpratma politikası izliyorlar! [221] AKP’NİN VALİLERİ Tunceli Valisi Elazığ Valisi Kırklareli Valisi Bitlis Valisi Kayseri Valisi Aydın Valisi İstanbul Valisi Bolu Valisi Erzurum Valisi Ardahan Valisi Ordu Valisi Giresun Valisi Afyon Valisi Eskişehir Valisi Edirne Valisi Yalova Valisi Ş. Urfa Valisi AKP’nin seçim propagandasına destek için valilik imkânlarını kullanarak seçmene beyaz eşya ve mobilya dağıttı. “Ben ‘one minute’ diyen başbakan istiyorum,” dedi. “DP’nin CHP’yi kapatıp İnönü’yü de tarihteki huzurlu yere göndermemiş olması en büyük talihsizliktir,” dedi. AKP’ye oy isterken yakalandı. 30 Ağustos resepsiyonunda pastayı AKP marşı eşliğinde kestirdi. Gece yarısı operasyonuyla muhalefet partilerinin pankartlarını parti binalarından indirdi; kentin CHP’li belediye başkanına karşı siyasi tavır içine girdi; sulama kanallarındaki hasarlardan yakınan köylülere “Seçimde oyunuzu doğru yönde kullanın o zaman” diyerek AKP’yi adres gösterdi; 30 Ağustos kutlamalarına AKP’li milletvekiliyle gelip CHP’li ve MHP’li vekillerin elini sıkmadı. Daha sonra atandığı Adana’da Gezi’ye destek eylemlerinde polislere etli pilav dağıttı; bozkurt işareti yaptı diye 15 yaşındaki çocuğu gözaltına aldırdı; Başbakan’ın kız ve erkek öğrencilerin aynı evde kalmasıyla ilgili sözlerini talimat olarak aldığını ve gereğini yapacağını söyledi; halka ‘Gavat’ dedi, daha ne olsun? Polis zulmü can alırken durmadan orantılı güç sergilendiğini açıkladı, feyk attı, millet canının derdindeyken ıhlamurlara güzelleme yaptı. Makama atanmasının ardından “Çok mütevazı bir araç aldık” dedi. Mütevazı dediği araç 214 bin liralık bir Audi idi. Karadeniz derelerine yapılacak 100 tane HES’le ilgili toplantıda “HES’ler için buraya gelenlere yardımcı olun. Yoksa canınız yanar,” diye halkı tehdit etti. Köylüler Çevre Bakanı’ndan 9 kişinin öldüğü yolda altgeçit yapılmasını isteyip hizmetten şikâyet edince onları “Nankörlük yok!” diye azarladı. Kürt mevsimlik tarım işçilerini ‘güvenlik’ nedeniyle şehre sokturmadı. 150 işçi eşyalarıyla sokakta kaldı. Vali “Yasak yok, artan kene vakaları ve yerleşim alanı bulunmadığı için bu karar alındı” dedi. Aynı Vali camilerin tuvaletlerindeki pisuvarları ‘hijyen açısından ve dinen’ uygun olmadığı gerekçesiyle kaldırttı. Okullardaki mezuniyet törenlerinde kız öğrencilerin eteklerinin dizkapağını örtecek uzunlukta olması, kolsuz ve askılı giydirilmemesi için genelge yayımladı. Şehirde açıktan alkol kullanımı ve alkol satışını yasakladı. “Ali İsmail Korkmaz’ı polis değil, arkadaşları öldürmüştür,” dedi. İsrail’in Mescid-i Aksa’ya düzenlediği baskına sinirlenip şehirde restore edilen sinagoğun ibadet için kullanılmasını yasaklayıp müze olacağını duyurdu. Saçı ve kıyafeti yüzünden hakaret ettiği öğretmeni sınıftan attı. Yapılan protesto yürüyüşünde öğretmen kalp krizi geçirdi, öldü. Gazeteciler Deniz Yücel, Özlem Topçu, Pınar Öğünç ve Hasan Akbaş’ı sorularını beğenmediği için gözaltına aldırdı. xliii) Polis Akademisi sınav ve mülakatlarında fişleme yapıldığına dair belgelerin ortaya çıkmasının ardından 5 Kasım 2014’de yeni belgeler ortaya çıktı. Polis Akademisi Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Polislerin mesleğe alımında gereken özenin gösterilmesi ve güvenlik soruşturmalarının yapılması gerekli ve zorunludur,” denilmişti… Bu açıklamanın ardından ‘Mahir Kızılyıldız’ isimli Twitter kullanıcısı yeni belgeler paylaştı. Paylaşılan belgelerde sınav ve mülakatlar öncesinde polis adaylarının “torpillerine” göre gruplandırıldığı görülüyor. Muammer Güler ve Zeyid Aslan gibi AKP’li isimlerden “torpilli” olduğu iddia edilen polis adaylarının, sınavlardan geçtikleri de öne sürülüyor![222] xliv) Milli Eğitim Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı ve Türkiye Belediyeler Birliği arasında imzalanan protokolle yürürlüğe giren ‘Okullar Hayat Olsun’ projesi ile spor, kültür, sosyal etkinlikler için okullar, velilerin ve mahallelilerin hizmetine açıldı! Proje bahane edilerek İstanbul Şişli 24 bölgesindeki Kuvayı Milliye, Mahmut Şevket Paşa ve Halide Edip Adıvar başta olmak üzere pek çok okul İnsan ve Medeniyet Hareketi, Günışığı, Anadolu Gençlik Vakfı gibi dini grup, cemaat ve vakıflara ücretsiz tahsis edildi. Çocuklarını kurslara yazdırmak için okula giden veliler, afişlerinde spor, yüzme ve sanat kursların olmadığını, aylık 100-300 TL ücretle “Kur’an’dan sureler, namaz eğitimi ve Peygamberin hayatı” derslerinin verildiğini öğrendi![223] Tüm bunlar “Yeni Türkiye” alt başlığındaki, İslâmizasyona denk düşen çaplı bir toplumsal dönüşümün militarizasyon + muhafazakârlaşma + jinofobi + ataerkinin güçlendirilmesi + hukuksuzluk + ayrımcılık + keyfilik + şiddetin derinleştirilerek yaygınlaştırılmasında ifadesinde bulduğunu kanıtlıyor… II.5) DEVLET TERÖRÜ Devlet terörüne gelince, teorik analizler yerine, onları da doğrularken; bir yerde de aşan somut bilgileri sıralamakla yetineceğim! i) Güvenlik güçlerine daha fazla silah kullanma yetkisi veren yasa tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşülmeye başlandı. Ancak vur emrinin 8 yıllık faturası çok ağır oldu. Türkiye’de 8 yılda 183 kişi polis kurşunuyla yaşamını yitirdi![224] ii) Emniyet Genel Müdürü Celalettin Lekesiz, 2015’in Temmuz ayı sonunda 81 il emniyet müdürüne iki sayfalık bir genelge gönderdi. Genelgede, 4 Nisan 2015 tarihinde yürürlüğe giren iç güvenlik paketinde toplumsal olaylarda kamu düzenini bozucu eylemlere karşı alınacak güvenlik tedbirlerinin belirlendiğine dikkat çekerek, polisin yetkilerini etkin şekilde kullanmadığını belirtip toplumsal olaylarda tereddüt etmeden silah kullanılmasını istedi![225] iii) Seçim hükümetinde İçişleri Bakanı olan İstanbul Emniyet eski Müdürü Selami Altınok Yeni Yargı Yılı açılış kokteylinde, “Terörle mücadele konusunda kararlılıkla gideceğiz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ve milletine karşı olan başkaldırıya müsaade etmeyeceğiz, gerektiğinde de çok şedit bir şekilde kafalarını ezeceğiz,”[226] dedi! iv) Başbakan Ahmet Davutoğlu, Kobanê eylemlerini değerlendirirken “yakılan her TOMA’nın yerine 10 tanesini alacağız,” dedi![227] v) ‘İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) ‘20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’ dolayısıyla hazırladığı rapora göre, “2015’in 11 ayında, 3 bin 861 çocuk hakkı ihlâli yaşandı. 51’i doğrudan devlet şiddeti sonucu 617 çocuk yaşamını yitirdi. 6 binden fazla çocuk tutuklu, 600 bebek anneleriyle birlikte cezaevlerinde”![228] ÖLDÜRÜLEN ÇOCUKLARIN LİSTESİ (2004-2014)[229] 2004 (Toplam: 1 çocuk) 2006 (Toplam: 18 çocuk) 2007 (Toplam: 3 çocuk) 2008 (Toplam: 1 çocuk) 2009 (Toplam: 12 çocuk) 2010 (Toplam: 14 çocuk) 2011 (Toplam: 31 çocuk) 1) 21 Kasım: Uğur Kaymaz (12 yaşında), Mardin… 1) Zilan Demir (8 yaşında) Diyarbakır… 2) Şilan Demir (6 Aylık) Diyarbakır… 3) Mizgin Demir (12 yaşında) Diyarbakır… 4) Evin Dilan Demir (10 yaşında) Diyarbakır… 5) Nazar Çetinkaya (2 yaşında) Diyarbakır… 6) Nazlı Çetinkaya (4 yaşında) Diyarbakır… 7) Abdullah Çetinkaya (9 Aylık) Diyarbakır… 8) Hasan Marangoz (14 yaşında) Diyarbakır… 9) Emrah Fidan (18 yaşında) … 10) Mehmet Akbulut (18 yaşında) … 11) 29 Mart: Abdullah Duran (9 yaşında), Diyarbakır… 12) 30 Mart: Enes Ata (8 yaşında), Diyarbakır… 13) 30 Mart: İsmail Erkek (8 yaşında), Diyarbakır… 14) Mart: Fatih Tekin (3 yaşında), Batman… 15) Mart: Ahmet Araç (17 yaşında), Mardin… 16) 3 Nisan: Mahsum Mızrak (17 yaşında), Diyarbakır… 17) 3 Nisan: Emrah Fidan (17 yaşında), Diyarbakır… 18) 5 Eylül: Mizgin Özbek (10 yaşında), Batman… 1) 19 Ocak: Orhan Güleç (14 yaşında) Şanlıurfa-Bozova ilçesi Karacaören köyü… 2) 2 Mart: Yusuf Aydınalp (9 yaşında) Siirt - Pervari - Belenoluk Köyü… 3) 21 Nisan: Süleyman Şengül (9 yaşında) Şırnak… 1) 15 Şubat: Yahya Menekşe (12 yaşında), Şırnak… 1) 23 Nisan: Abdülsamet Erip (14 yaşında), Hakkâri… 2) 24 Nisan: Songül Karatogül (8 yaşında), Diyarbakır - Silvan… 3) 25 Nisan: Maziye Aslan (8 yaşında), Van… 4) 21 Mayıs: Nevzat Akçam (15 yaşında), Siirt, Pervari… 5) 8 Temmuz: Şükrü Duman (12 yaşında), Siirt, Eruh… 6) 5 Ağustos: Hakan Uluç (10 yaşında), Siirt… 7) 9 Ağustos: Caziye Ölmez (16 yaşında), Şırnak… 8) 11 Eylül: Mahsum Teğin (13 yaşında), Diyarbakır-Kulp… 9) 12 Eylül: Mahsun Bayram (17 yaşında), Diyarbakır… 10) 28 Eylül: Ceylan Önkol (12 yaşında), Lice… 11) 8 Ağustos Caziye Ölmez (16 yaşında) Uludere… 12) 9 Ekim: Mehmet Uytun (18 aylık), Cizre… 1) 11 Mart: Zahir Ap (16 yaşında), Şırnak-Uludere… 2) 31 Mart: Mehmet Nuri Tamçoban (14 yaşında), Van - Çaldıran… 3) 22 Nisan: İzzettin Boz (14 yaşında), Mardin Merkez - Kabala Beldesi… 4) 25 Mayıs: Oğuzcan Akyürek (13 yaşında), Van’ın Özalp İlçesi… 5) 3 Haziran: Diren Basan (14 yaşında), Şırnak… 6) 2 Temmuz: Ferhat Taruk (17 yaşında), Diyarbakır - Lice… 7) 2 Temmuz: Çekdar Kınay (17 yaşında), Diyarbakır - Lice… 8) 21 Temmuz: Canan Saldık (16 yaşında), Van… 9) 16 Eylül: Nurullah Çiftçi (3 yaşında), Hakkâri Geçitli (Peyanis) Köyü… 10) 17 Eylül: Enver Turan (15 yaşında), Hakkâri… 11) 29 Eylül: İsa İbrahimzade (14 yaşında) Hakkâri… 12) 5 Ekim: Ahmet İmre (12 yaşında), Şırnak - Güçlükonak… 13) 10 Ekim: Umut Furkan Akçil (7 yaşında) - Silopi… 14) 11 Kasım: Nûjîyan İdem (4 yaşında) - İdil… 1) 17 Nisan: Baran Özyolcu(12 yaşında), Patnos… 2) 20 Nisan: İbrahim Oruç (17 yaşında), Bismil… 3) 5 Mayıs: Murat Polat (17 yaşında), Van - Erciş… 4) 7 Haziran: Umut Petekkaya (15, Diyarbakır - Çermik… 5) 19 Temmuz: Gökhan Çetintaş (16 yaşında), Samsun-Havza… 6) 26 Temmuz: Doğan Taybopğa(13 yaşında), Şırnak - Silopi… 7) 31 Temmuz: Sami İştenyılmaz (12 yaşında), Van - Çaldıran… 8) 11 Eylül: Osman Erbaş (14 yaşında), Hakkâri-Şemdinli… 9) 26 Eylül: Sultan Doğrul (4 yaşında), Batman… 10) 29 Aralık Roboskî Katliamı’nda öldürülen Özcan Uysal (18 yaşında); 11) Celal Encü (15 yaşında); 12) Erkan Encü (13 yaşında); 13) Adem And (15 yaşında); 14) Mehmet Encü (15 yaşında); 15) Şervan Encü (16 yaşında); 25 2012 (Toplam: 10 çocuk) 2013 (Toplam: 1 çocuk) 2014 (Toplam: 3 çocuk) 16) Cemal Encü (16 yaşında); 17) Şıvan Encü (14 yaşında); 18) Bilal Encü (15 yaşında); 19) Mahsum Encü (16 yaşında); 20) Salih Encü (17 yaşında); 21) Serhat Encü (17 yaşında); 22) Savaş Encü (15 yaşında); 23) Çetin Encü (12 yaşında); 24) Bedran Encü (12 yaşında); 25) Hüseyin Encü (18 yaşında); 26) Aslan Encü (15 yaşında); 27) Orhan Encü (15 yaşında); 28) Fadıl Encü (16 yaşında); 29) Vedat Encü (16 yaşında); 30) Cihan Encü (16 yaşında); 31) Erkan Encü (13 yaşında)… 1) Özgür Taşan (15 yaşında), Hakkâri - Yüksekova… 2) Yusuf Yılan (9 yaşında), Erzurum - Karayazı… 3) Ertan Tilaver (14 yaşında) … 4) Nurhak Çartay (18 yaşında), Diyarbakır… 5) Mazlum Akay (11 yaşında), Adana… 6) Sera Yavuz (8 yaşında), Muş… 7) Veysi Demir (13 yaşında), Van… 8) Ramazan Kızılgöz (14 yaşında), Bingöl… 9) Sami Akti (13 yaşında), Van… 10) Selami Akti (9 yaşında), Van… 1) Behzat Özen (8 yaşında), Şemdinli… 1) Berkin Elvan (15 yaşında), İstanbul… 2) İbrahim Aras (15 yaşında), Adana… 3) Kadir Çakmak (16 yaşında), Diyarbakır… vi) ‘Savaş İstemiyoruz! Çocukları Öldürmenizi İstemiyoruz! Girişimi’nin, ‘Silahlı Çatışmanın Sürdüğü İllerde Çocukların Durumu Raporu’na göre, 26 Temmuz-30 Kasım 2015 arasında, Diyarbakır, Şırnak, Ağrı, İstanbul, Mardin, Van, Ankara, Hakkâri ve Adana illerinde en küçüğü 35 günlük bebek, en büyüğü 18 yaşında olan en az 44 çocuk hayatını kaybetti. En az 52 çocuk da yaralandı. Rapora göre, çocukların ölüm ve yaralanma sebepleri şöyle: Operasyon veya çatışmalar sırasında vurularak, gösteriler sırasında vurularak, bomba patlaması sonucu, sivil alanlarda bulunan mühimmatın patlaması sonucu, hasta olup hastaneye götürülemediği için, sokağa çıkma yasağı sırasında parkta veya evin önünde oynarken vurularak, eve isabet eden kurşun veya patlayıcı ile vurularak, polisten kaçarken apartmandan düşerek, polis tarafından dövülerek, açılan ateşte vurularak. Ölümlerin en çok yaşandığı yer ise Şırnak. Silopi’de 21 Aralık 2015’de Mehmet Mete (11) öldürüldü. Şırnak Barosu Başkanı Nuşirevan Elçi, “Biz bu 45 çocuk ölümünün, durum böyle sürerse 450’ye çıkmasından endişeliyiz,” dedi![230] vii) Silopi’de 58 yaşında olmasına karşın bazı gazetelerde YDG-H üyesi olarak gösterilen Hamdi Ulaş’ın yakınları “58 yaşında YDGH’li mi olur?” diyerek yaşananlara isyan ediyor. Ulaş’ın amcasının oğlu Şehmus Ulaş, 10 çocuğu olan Ulaş’ın hamallık, amelelik, çobanlık yaparak evini geçindirdiğini anlatarak “Yardıma ihtiyacı olan herkesin imdadına koşardı. Ailesi olarak bu yargısız infazın ve katliamın hesabını soracağız. Hamdi Ulaş kardeşinin evinin yakınında yangın olduğunu öğrenince oğlu ile birlikte yangını söndürmeye yardım etmek için gidiyor. O sırada polis zırhlısından ateş ediliyor ve vuruluyor. Hastaneye vardıklarında ise arabanın önü polis tarafından kesiliyor. Önce araba taranıyor. Daha sonra şoför arabadan indirilip yerde tekmeleniyor. Polisler daha sonra da arabanın arkasını açıp, yaralı olarak yatan Hamdi Ulaş’ı infaz ediyorlar. Olayı hastanenin güvenlik kamerasının gördüğü söyleniyor ama polisler kayıtları alıp gitmişler,” diye konuştu![231] viii) 3 kişilik CHP heyeti Şırnak’ta inceleme yaptı. Heyet, “Bölgede can güvenliği yok. İnsanlar geceleri sokağa çıkamıyor. Faili meçhul cinayetler başlamış” açıklaması yaptı. CHP’li Namık Havutça, bölgede herkesin korku ve kaygı içinde olduğunu belirterek, “Bölgede hiç kimsenin can güvenliği yok. Şırnak’ta insanlar geceleri sokaklara çıkamıyor. Daha da kötüsü faili meçhul cinayetler başlamış. 7 yaşındaki Baran öldürülüyor. Hastalara müdahale eden sağlık memuru öldürülüyor. Aslında emirleri kimin verdiği belli,” dedi![232] ix) Ankara Üniversitesi Cebeci Yerleşkesinde IŞID’ın Kobanê’ye saldırılarını protesto etmek için yolu trafiğe kapatan gruba polis ekipleri “Rabia” ve “Tekbir” işareti yaparak müdahale etti![233] x) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Latin Amerika ziyaretinin Ekvador durağında, “Katil Erdoğan” sloganları atan bir grup kadına Erdoğan’ın korumaları müdahale etti. Kadınları Erdoğan’ın korumalarının elinden almaya çalışan Ekvador milletvekili Diego Vintimilla da koruma şiddetinden nasibini aldı. Korumalar Ekvador Milletvekili Diego Vintimilla’ya yumruk atarak, burnunu kırdı![234] xi) Kürdistan’da aylardır devletin halka karşı yürüttüğü savaşın ortaya çıkardığı tablo yaşananları gözler önüne seriyor. 90’lı yılların devlet terörünü geride bırakan yeni dönem savaş konsepti, aleni bir şekilde işlenen cinayetler, katliamlar ve hak ihlâlleri Kürt halkına yaşatılan zulmü katliamın bilançosu ortaya koyuyor. AKP hükümetinin polis, asker ve korucular aracılığı ile “Sokağa çıkma yasakları” uyguladığı Kürt illerinde katledilen siviller görmezden gelindi![235] xii) Diyarbakır’ın Sur ilçesine bağlı Fatih Paşa, Hasırlı, Cemal Yılmaz, Savaş ve Saray Kapı mahalleleri ile Yenişehir’e bağlı Şehitlik Mahallesi’nde yapılan ev baskınlarında özel harekât polisleri çok sayıda kişiyi gözaltına aldı. Polisler baskın yaptıkları mahallede kapılara sprey boya ile “T.C burada” diye yazdı![236] xiii) 21 sivilin ölümüyle ilgili faillerin ortaya çıkması için hiçbir şey yapılmıyor. Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, savcılığın olay yeri incelemesi yapmadığını ve delil toplamadığını açıkladı. Şırnak’ın Cizre ilçesinde sokağa çıkma yasağı ilan edilen günlerde yaşanan 21 sivil vatandaşın 26 ölümüyle ilgili olarak savcılığın olay yeri incelemesi dahi yapmadığı ve delilleri toplamadığı belirtildi! [237] xiv) DBP Hukuk Komisyonu üyesi avukat Feride Laçin, 24 Temmuz 2015’den 25 Ocak 2016’ya bölgede sürdürülen operasyonlarda 65’i çocuk, 44’ü kadın, 44’ü 60 yaş üstü olmak üzere 259 sivilin öldürüldüğünü belirterek, yine 2015’in Temmuz ayından bu yana 102 belediye başkanından 21’inin tutuklandığını, 29’unun görevden uzaklaştırıldığına dikkat çekti![238] II.6) DERİNLEŞEREK YAYGINLAŞAN KAMPLAŞMA Ertuğrul Özkök’ün dahi, “Duydunuz mu kutuplaşma falan yokmuş,”[239] ironisiyle betimlediği kamplaşmanın derinleşerek yaygınlaştığı coğrafyamızda, Bursa milletvekili Aykan Erdemir, “Erdoğan, … kutuplaştırıcı bir figür,”[240] gerçeğini dillendirirken; kimsenin inkâr edemeyeceği üzere Cumhurbaşkanı muhtarlarla yaptığı toplantıdaki konuşmasında, retorik sanatında totaliter rejimlere, savaş durumlarına has bir tarzı kullanıyor. Konuşma, dinleyicilere Türkiye toplumunu, birbirinden kesin sınırlarla ayrılmış iki kamptan oluşan, çoktan bölünmüş bir bütünlük olarak sunuyor. Bir tarafta devlet var. Karşı tarafta da “teröristlerle”, kim olduğu tanımlanmadan bırakılan “onlar”, “bunlar”, “sen” ya da birtakım işlerin, adı verilmeyen sorumluları var. Böylece Cumhurbaşkanı, duruma göre, içine istediğini, düşman “öteki” tanımlamasıyla koyabileceği bir “boş gösterge”, potansiyel anlam alanı yaratıyor. Cumhurbaşkanı’nın “Bir tercih var, ben devletimin yanındayım veya terör örgütünün yanındayım. Öleceksek bir kere ölelim ama adam gibi ölelim” sözlerinden devlet ve karşısındaki kamp arasında, hiç boş alan kalmadığını öğreniyoruz. Cumhurbaşkanı’nın tasavvurundaki devlet, hiçbir eleştirel “dışarısı” bırakmayacak biçimde toplumu kavramaktadır. Bu kapsamanın dışında kalanlar ise teröristtir. Hatta az sonra göreceğimiz gibi “alçaklık çukurunun” en dibindedir. İkincisi, “Öleceksek bir kere ölelim ama adam gibi ölelim” saptaması; bu, devletin yanında olanların, Diyanet hutbesinde vurgulandığı gibi canlarını bir şey, ya da birileri için feda etmeye hazır olmasını gerektiren bir kamplaşmadır. Bana, Cumhurbaşkanı aklında var olan “yeni fiili rejimin” parametrelerine göre konuşuyor gibi geliyor. Korkutucu olan şu ki, bu hiçbir karşıtlığı, eleştirel düşünceyi, hatta sıradan bir muhalefeti bir kabul etmeyen, “dışarısı” olmayan bir rejimdir. Bu, “Aldıkları oyları teröre alan açmak için kullananlar, bunun hesabını millete de adalete de vereceklerdir” uyarısının da gösterdiği gibi, bu kamplaşmanın dışında kalmaya çalışanları, kriterlerine uymayanları cezalandırmayı amaçlayan bir rejimdir. Cumhurbaşkanı’na göre bu kamplaşmayı, hatta bu kamplaşmayı tanımlayan mantığı reddeden, bunun yerine “silahlar sussun”, “barış” sloganlarıyla diyalog isteyenler ise “vatanın sırtına hançer saplamaktadırlar”. Konuşmada “bunlar” bu kez biraz daha bellidir: “Sözde aydın güruhu, köşe yazarları, yaşanan her ölümün, dökülen her gözyaşının sorumluluğuna ortaktır. Bunlar ihanet içindedir. O köşe yazarlarına söylüyorum. Sizin kariyeriniz, sizin kalemlerinizden akan mürekkep kandır”, “Güvenlik güçlerine saldıranların yeri alçaklık çukurunun en dibidir.” Cumhurbaşkanı’nın bu ifadelerinden, (bu ifadeleri siyasal İslâmın entelektüellerinin sık sık dillendirdiği “bu ülkenin entelektüellerinin bir Erdoğan saplantısı var” yakınmalarıyla birlikte düşündüğümüzde), iki sonuç çıkarabiliriz. Birincisi, siyasal İslâmın entelektüellerinin, ya da rejime biat etmiş sofistlerin (bilgisini egemenlerin hizmetine verenlerin) dışında kalan tüm entelektüeller ve “simgesel üretim” suçlu sandalyesinde oturmaktadır. Öyle ki, güvenlik güçlerinin uygulamalarına yönelik eleştiriler “saldırı” olarak algılanmakta, eleştirenler “alçaklık çukurunun en dibine” gönderilmektedir![241] Hilmi Yavuz’un, “Türkiye’nin demokratikleşmesine en az 200 yıl lazım,”[242] diye betimlediği; Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in de, “Bizimki gibi toplumların insanları, yiyecek bulabilir miyim, açlıktan ölür müyüm, çoluğuma çocuğuma bakabilir miyim, yarın savaş çıkar mı kaygısı içinde. Yani sadece hayatını sürdürebilme amacı var. Haklar, özgürlükler ilgi alanında değil,”[243] diye “gerekçe”lendirdiği bu hâl, otoriterliğin totaliterliğe tahvil olmasına denk düşerken; bunlara Ergin Yıldızoğlu’nun, “Siyasal İslâmın şoven milliyetçilikle kesiştiği noktada Maraş-Sivas güruhu yeniden harekete geçti,”[244] notu da eklenmelidir… 27 Siyasal İslâmın şoven milliyetçilikle kesiştiği yerin kaçınılmaz sonucu olarak, “Türkiye’de linçlerden bahsederken “rejim” teriminin altını özellikle çiziyorum. Bu memlekette linç, bir yönetim tekniği, bir kamuoyu oluşturma yöntemi. Devlet ve iktidarlar, hasım bellediklerini ezmek istediğinde, bir milli seferberlik karambolu yaratıyor, bir iç harp havası estiriliyor... Yaratılan ajitasyon havası içinde, “milli hassasiyetleri” kabardığı söylenen gruplar sokağa dökülüyor, saldırıyor, kırıyor ve döküyorlar. Sonra yetkililer ve medya usulen “sağduyu” çağrısı yapıyorlar ama neticede bu linç dalgaları, bir tür tabii afet gibi karşılanıyor. Düşmanlar öyle berbat ve o okşanan milli hisler öyle mübarek ki iktidarın gözünde, linççilere kıyamıyorlar. Ciddi bir cezalandırma olmuyor, linç bir utanç olarak görülmüyor,”[245] diye ekliyor Tanıl Bora… Unutmayın: “AKP gençliğinin pankartındaki ‘Bozkurt’ yazısı, gençliğin ruhunda ‘Türk-İslâm Sentezi’nin yani ‘Bozkurt-Osmanlı’ birliğinin gerçekleşmekte olduğunu gösteriyor”ken;[246] siyasal İslâmın şoven milliyetçilikle kesiştiği koordinatlar, saldırgan, ötekini yok sayan kimlikleri doğallaştırırken; bu kimliklerin politik olarak kurgulandığını görünmez kılar. Hâl böyle olunca sahip olunan kimlik karşısına “düşman öteki” kimlikler inşa edilir. “Düşman ötekiler” her daim tehdit unsuru olarak tanımlanır. Tabi ki bu çeşitli siyasi yaklaşımlar ile de desteklenir. Militarizm, milliyetçiliğin, siyasal İslâmın aynı ideali gerçekleştirmek uğruna yola çıktığı kardeşidir. Her ikisi de tek tiplik üzerinden bir kimlik inşa ederken, karşıt konumdaki grupları tehdit olarak algılar. Böylelikle de “düşman ötekilerin” yok edilmesinin meşruiyetini içselleştirir. Bunun böyle olması da kamplaşmanın, iç savaşa tahvilidir… III. AYRIM: AKP TÜRKİYESİ PARANTEZİ Şimdi burada durup; herhangi bir burjuva partisi nitelemenin çok ötesindeki muhafazakâr İslâmcı AKP için bir parantez açarsak. III.1) AKP NEDİR? Serdar Kızık’ın, “AKP 12 Eylül çocuğudur,”[247] saptamasına; Osman Öztürk’ün, “12 Eylül AKP’yle devam ediyor diye boşuna demiyoruz,”[248] notunu düştüğü AKP rejimi, siyasal İslâm hareketinin karmaşık, toplumun dokularına sızmış bir baskıyı üretebilen, fiziki, daha önemlisi simgesel şiddeti, günlük yaşamın mikro süreçlerinde harekete geçirebilen örgütlenmesine dayanıyor. Bu rejim hem özgün bir toplumsal tabana sahiptir hem de bu toplumsal taban bir, dini (Sünnî) “hakikât rejiminin”, bu rejimle beslenen bir liderlik kültünün etkisi altındadır.[249] AKP yönetimi altında, herhangi bir parti değil de bir toplumsal hareketin mızrak başı olduğundan, egemen kılmayı amaçladığı yeni “hakikât rejimi”nin, beden-nüfus politikasının (biopolitik), bilgi denetim süreçlerinin yarattığı etkilerle toplumda sıradan Müslüman (mütedeyyin) kimlikten farklı yeni bir “kimlik” şekilleniyor. Bu kimlik, benimsemeye başladığı “hakikât rejimi” içinde anlamlandıramadığı olguları yok saymak, yalan kabul etme eğilimi geliştiriyordu. Bu kimliğin sadakati de “hakikât rejimini” temsil eden “şey” düzeyine yükselmiş bir beden olarak Erdoğan’aydı. Bu gelişmeyi göz önüne almadan, “Kriz gelecek, halk tepki verecek” yaklaşımı, “hakikât rejimi” kavramının ışık tuttuğu önemli bir etkeni görmüyor. Krizin etkileri (olgular) kendi başlarına bir anlam taşımazlar. Bu olgular, onları kim kime, hangi kavramlarla, ölçütlerle, mantıksal gerekçelerle (hangi hakikât rejimi içinde) nasıl açıklıyorsa, onun koyduğu anlamı kazanırlar. AKP kültürel alanı kontrol etmeye devam ediyor. Bir toplumsal hareketin (siyasal İslâm) mızrak başı olarak taban örgütlerine, toplumsal iletişim, ilişki “ağlarına” dayanıyor. Yenilmezlik ve rakipsizlik algısı -momentum- devam ediyor. Bu algı “takdiri ilahi” kavramıyla birleşerek AKP tabanının güvenini pekiştiriyor. AKP iki nedenle, sıradan bir düzen partisi olarak görülemez. Bu parti, “hakikât rejimi”nin sunduğu dolaylı denetim olanaklarının yanı sıra güçlü ekonomik kaynaklara, büyük kadro stokuna dayanarak, yukarıda değindiğim “ağlar” içinde tabanını yakından denetleyebilmektedir. İkincisi AKP’yi oluşturan, onunla birlikte iktidara gelen “Müslüman entelijensiya” iktidardan gidemez. Giderse, bilgi denetim kaynaklarını, toplumsal artığa, zenginliğe ulaşma kanallarını kaybeder, hatta yok olur. Bu “varoluşçu” kaygı AKP liderliğinin, kadrolarının toplumdaki diğer siyasi partilerden farklı bir mücadele dinamiğine sahip olacağını, ellerindeki kaynakları, rakiplerini, düşmanlarını ortadan kaldırmak için en verimli biçimde, acımasızca kullanacaklarını düşündürüyor. 28 Ancak bu yerel seçimlerle birlikte AKP dışındaki siyasi parti ve akımlar açısından da bir “varoluş” sorunu şekillenmeye başladı.[250] Bu nokta da “İslâmo-faşizm mi polis devleti mi?” sorusu dillendirilirken; “Yeni Milli İstihbarat Örgütü yasası, İç Güvenlik Yasası, her türlü denetleme ve dengeleme kurumunda, yasal sınırlamalardan kurtarılmış bir başkanlık biçimiyle, bunları destekleyen, açıklayan meşrulaştıran, savunan dini bir söylem ve “hakikât rejimi” ile birleşerek, karşımıza kapitalist devletin parlamenter biçimden farklı bir devlet biçimi getirmeye, Financial Times’ın baş yazısında vurguladığı gibi bir polis devletine dönüştürmeye hazırlanıyor” Ergin Yıldızoğlu’na göre, esnafa yüklenmeye çalışılan misyon ile kamu idari birimlerinin donatıldığı yetkilerle karşımızda farklı tarihsel süreçlerde ve farklı toplumlarda ortaya çıkmış ve totaliter rejimlerin kurucu nüveleri işlevini üstlenmiş fenomenlere benzeyen bir “şey” çıkıyor. III. Napolyon döneminin 10 Aralık Derneği, Çarlık döneminin Kara 100’ler örgütü, Hitler’in SS’leri, Mussolini’nin Kahverengi gömleklileri, İran’daki Devrim Muhafızlarına benzeyen bir oluşum süreciyle karşı karşıyayız Yıldızoğlu’na göre ve bu şeyin adı “İslâmo-faşizm diyebileceğimiz bir şey,” [251] oluyor… Kolay mı? Sağ, İslâmcı popülist bir parti olarak AKP’nin tezi, “halkı temsil etmek ötesinde, halkın ta kendisi olduğu”dur. Buradan hareketle “halkı/ milleti” tanımlamak için de, kendine bir “zıt kutup”a konumlanıp, her şeyi bu zıtlıkla açıklanıyor. Sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, “karizmatik, dindar, ruhani lider” pozisyonuna çıkarılırken; “Devlet’in halkın içinden çıkmış halkı temsil eden, oyun kurucu baba, Ordu’nun Başkomutanı” (ve hatta halife) ilan ediliveriyordu! III.2) ERDOĞAN FAKTÖRÜ Murat Sabuncu’nun, “Rol modeli Putin’di”[252] diye betimlediği Cumhurbaşkanı için ‘Al Jazeera’ televizyonuyla söyleşisinde Noam Chomsky, “Erdoğan, Kürtlere saldırıyor. Baskıcı tedbirler uyguluyor. Siz adına ne derseniz deyin, ben katil derim. Tabii ki bir katil. Türkiye’de son derece otoriter bir rejim söz konusu,”[253] derken; James Petras da ekliyor: “Erdoğan, zincirinden boşanmış teröristtir.”[254] Gerçekte de Emre Kongar’ın, “Dogmatizm (Bağnazlık)... Bencillik... Ben merkezcilik... Din ve mezhep fanatizmi... Irk ve milliyet fanatizmi... Ötekileştirme... Cehalet... Cahil cesareti... Yeteneksizlik... Tutarsızlık... Dalkavuklar... Çıkarcılar... Kültürsüzlük... Birikimsizlik... Ezilmişlik... Öfke ve nefret... Zulüm... Kibir... Megalomani... Haksızlık... Hukuksuzluk... Hırsızlık... Rüşvet... Yağma... Çevre ve doğa tahribatı... Otoriterliği bile aşan bir totaliterlik... Yukardaki olumsuz özelliklerin biri, bazıları veya hepsi bir kişiye, bir lidere, bir politikacıya, bir gruba veya bir partiye ait olabilir,”[255] diye tariflediği “Erdoğan’ın takıntılı bir insan oluşu çok konuşuluyor. ‘Takıntılı’ derken, sadece olumsuzluk değil, kendine yarar sağlama açısından da düşünün. Mesela Erdoğan alla turca başkanlığa da takmış durumda, yani seçilmiş padişahlığa. Ama haklısınız, takıntı deyince asıl, başkalarına düşmanlığı anlamak normal”[256] oluveriyor![257] Bu bağlamda Türkiye’deki hâl-i pür melalimizi düşünürken, insan ister istemez, Harvard Üniversitesi’nden Jorge Dominguez’in 2002’de Güney Kore, Arjantin, Brezilya, Şili ve Meksika’daki askerî cuntalara ilişkin karşılaştırmalı “mükemmel diktatör” araştırmasını hatırlatıyor![258] Ek olarak Betty Glad’ın, ‘Diktatörler Niçin Bu Kadar İleri Gider’ başlıklı makalesinden “Patolojik Narsisist Liderliğin Psikolojik Özellikleri”ni aktarmadan geçmeyelim: i) Büyük-Ulu kişisel imajı, fanteziye eğilimli olma hâli; ii) Altta yatan aşağılık kompleksi ve savunmasızlık durumu; iii) Yetersiz üst-ego gelişimi; ortak değerleri paylaşma ve samimi insani ilişkilere girmede sorunlu olma hâli; iv) Ana savunma mekanizması olarak paranoyaklık (ötekileştirme ve olumsuzlukları düşmana atfetme durumu); v) Fevrilik, davranışları kontrol etme zorluğu… Aynı makalenin “Narsizmin Davranışlarda Kendini Gösterme Biçimi” alt başlığında şunlar da kayıtlı: i) Kendini ve projelerini büyük ölçekli sunma durumu; ii) Gücün, bu büyüklük imajını destekleme ve olumsuz geri-beslemeleri perdelemeye yönelik kullanımı; iii) Acımasız davranışlar; anti-sosyal ve vahşi taktiklerin kolayca kullanılması; iv) İç ve dış “düşmanlara” karşı saldırganlık; v) Kontrolsüz davranışlar, çelişkili emirler.[259] 29 Tüm bunlar anımsattığı şunlar değil mi?: Her şeyin en iyisini siz biliyorsunuz efendim. Her şeyin en iyisi sizsiniz. En iyi ekonomist. En iyi sağlıkçı. En iyi hukukçu. En iyi bankacı. En iyi çevreci. En iyi liberal. En iyi sosyalist. En iyi komünist. En iyi şeriatçı. En iyi şair. En iyi yazar. En iyi hatip. En iyi senarist, en iyi yönetmen, en iyi aktör sizsiniz efendim... Dünyada ne kadar iyi şey varsa her şeyin en iyisi hep sizsiniz... Her şeyin en iyisini siz düşünür, siz bilir, siz yaparsınız... Sizin için uygun olan bizim için de uygundur efendim... Başkanlıksa başkanlık... Krallıksa krallık... Sultanlıksa sultanlık... Siz, size yakışanı söyleyin yeter: Biatse biat, itaatse itaat...[260] Şaka değil; gerçekten de -şu örneklerdeki gibi- böyle! i) Cumhurbaşkanı Erdoğan, Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada polis ve askerin göstericilere artık sadece kalkanla müdahale edilmesinin yetersiz olduğunu ve bundan böyle asker ve polisin gereği neyse yapacağını vurgusuyla, “Şehirlerimizi yangın yerine çevirmek için eylem yapanlar kimler? Bunları bilmek için ordinaryüs olmaya profesör olmaya da gerek yok. Her şey ortada, bölücü terör örgütü baş sorumludur. Çocukların eline taş verenler, silahı verenler, polislerimizi şehit edenler ortada. Bütün bunlara karşı polisimiz ne yapacak? Hâlâ kalkan mı tutacak? Kusura bakmasınlar, kimsede bu konuda bize akıl vermesin. Artık ne polisimizin ne askerimizin kalkanla bu işin önüne geçmesi mümkün değil. Gereği neyse askerimiz de polisimiz de onu yapacaktır,” dedi! [261] ii) Erdoğan, AİHM’in zorunlu din dersinin kaldırılması yönünde aldığı kararı eleştirerek, “Zorunlu din dersini kaldırırsanız onun yerine uyuşturucu bağımlılığı ve terör gelir,” dedi![262] iii) Erdoğan, ‘Gazetecileri Koruma Komitesi’ (CPJ) ve ‘Uluslararası Basın Enstitüsü’ (IPI) üyelerinden oluşan heyetle görüşmesinde,[263] “Her geçen gün internete daha da karşı oluyorum,” dedi![264] Bu ve benzeri örneklerde somutlandığı üzere Erdoğan kişiliğinde AKP iktidarında siyaset “kötü sonsuza” (değişemeden devam ettiği için canavarlaşmaya başlayan süreç) girmiş gibi görünüyorken; [265] İbrahim Ö. Kaboğlu, “Hukukun askıya alındığı ortamda özgürlükten söz etmek anlamsızlaştı. İnsan hakları yerine, ‘din ve mezhep’ ölçüsü öne çıktı”;[266] Güven Gürkan Öztan, “Şimdi Saraydevlet entegrasyonu tam gaz ilerliyor; hani erken cumhuriyet dönemindeki parti-devlet özdeşliği gibi”; [267] Cafer Solgun, “Kayıtlara aynen girsin: AKP Türkiye’yi faşizme sürüklemektedir”;[268] Nurcan Gökdemir, “AKP döneminde Türkiye tam bir polis devletine dönüştü. Çıkarılan ‘İç Güvenlik Yasası’ ile süreç yeni bir boyuta taşındı... Dinci faşizm”;[269] Erdal Yıldırım, “Ülke adım adım faşist, gerici ve şeriat kurallarına göre yönetilmeye çalışılıyorken; rahatlıkla faşizme ramak kaldığını söylemek durumundayız,”[270] diye uyarıyorlar! Erdoğan’ın “Yeni Türkiye” pratiği de onları doğruluyor![271] IV. AYRIM: TARİHSEL DENEYİM DERSLERİ Buraya kadar değindiklerimi, tarihsel deneyimlerden çıkarılması gereken dersleri hatırlayıp/ hatırlayarak pekiştirelim: i) Faşizmin ne olduğunu anlamak için dev faşist mitinglerde Benito Mussolini’nin en sevdiği sloganı hatırlamak kâfi: “O con noi o contro di noi/ Ya bizimlesin ya da bize karşısın”![272] ii) Faşizmin sloganı, ölümün yüceltilmesidir. Faşizme yakışan da zaten budur. Aslı İspanyolca “Viva La Muerte” olan ünlü sloganın “yaratıcısı”, Franco’nun generallerinden José-Millán Astray’dir... Faşist komutan, ilk kez askerlerini çarpışmaya sürerken kullanmış bu sloganı![273] iii) Bütün otoriter ve totaliter rejimler şiddete dayalıdır: Devlet şiddetine! Faşist iktidarlar kamuoyu oluşturmak, devlet şiddetini gerekçelendirmek için, bireysel ve örgütsel şiddet eylemlerini araç olarak kullanırlar: Kullanışlı birey ve örgüt bulamazlarsa, kendi ajanları vasıtasıyla böyle eylemler yaptırır, sonra da bu eylemleri, uyguladıkları devlet şiddetinin gerekçesi olarak gösterirler! [274] iv) “Faşizmde kitle örgütlenmesinin gerginliği durmaksızın tırmandırmak gibi bir işlevi vardır. Bunu sağlamak için, paramiliter bir yapıya büründürüldüler. Sindirmek ve ‘farklı olanları’ kuşatmak amacıyla yapılan bir nevi sistematik bir örgütlenme”![275] v) “İtalya’da, yani faşizmin icat olduğu topraklarda; Mussolini’nin rejimi dönüştürmek için başvurduğu birinci dereceden işlevsel araç, ‘squadracce’ adı verilen ‘kaba güç grupları’ydı…” “Duçe”, bundan yüzyıl önce, 1920’ler başında İtalya’daki rejimi istediği kıvama böyle getirdi… 30 Basın yayın organlarını denetimine aldı; beğenmediği, istemediği gazetecileri, yazarları işten attırdı, sürgüne gönderdi, onları doğrudan (A. Gramsci gibi) zindanlarda çürüttü. Mesajı almamakta diretenler için de “squadracce” tabir edilen “çeteleri” devreye soktu. Genelde “geceleri” eylem yapan bu kabadayı çetelerin görevi; sözle yola gelmeyen “muhalifleri”, “sinek gibi ezmekti”… Mussolini ülkede bilenmekte olan kutuplaşmanın üzerine bu “şiddet ve gözdağı ortamını” köpürterek ve bir orkestra şefi gibi adeta yöneterek gitti. Taraftarları bir arada tutmak ve muhalifleri “ezmek/ bertaraf etmek” için ihbarcılık dahil her yol mubah sayıldı. Gerisini, “durumdan vazife çıkaran” ve muhalefet partilerinin binaları ile gazetelerin merkezlerini gruplar hâlinde basan “çetelerin” fiziki şiddeti tamamlıyordu. Şiddetin doruk noktası; Giacomo Matteotti isimli ünlü bir antifaşist siyasetçi ve gazetecinin kaçırılıp öldürülmesi oldu. Matteotti’nin suçu, İtalya’nın 6 Nisan 1924 seçimindeki üçkâğıtları deşifre etmek ve göz önüne sermek olmuştu. “Şef”e tam sadakatle bağlı milis-çeteler; bunun akabinde Matteotti’yi dövdüler ve sonra öldürdüler. Bu, İtalya’da rejimin değiştiği ve artık doludizgin faşizme geçildiğinin resmiydi. “Devlet başkanı” konumundaki Kral, generaller, yargı ve devlet aparatusu artık Mussolini ile aynı doğrultuda hizalandıklarından, şiddete seyirci kalıyor; korku, terörün ülkeyi teslim almasına açık çek çıkarıyorlardı. “Haklar” ve “hukuk” çalışmaz olmuştu. Mussolini, ‘20’ler başındaki “çok partili sistemi”, bu hodri meydan “şiddet” ve “hukuksuzluğa” yeşil ışık yakan iklimde yok etti. Ardından “faşist parti” ve Mussolini’ye “muhalefet”, açık biçimde “yasadışı” ilan edildi. Mussolini’den ilham aldığı bu yöntemleri Hitler Almanya’da, daha da “sistemli” ve “vahşi” şekliyle devreye soktu. Faşizm bu nedenle her şeyden önce işte bu “iklim”dir. Faşizmin yapıtaşı olan bu iklim bir kez yaratılmaya ve yayılmaya görsün; arkasını durdurmak güçleşir… Güce başvuranlar zirvede çünkü artık “iktidar” tarafından sonuna dek korunduklarını düşünürler. Muktedirin kendilerinden yana olduğunu, muhalefet konumunda bulunanların da başvuracak mercileri olmadığını bilirler. Faşizmin tayfaları kendilerini “dokunulmaz” hissettiklerinden, şiddet zamanla “çığ etkisi” ile katlanır. Çaresiz bir sessizlik ve teslimiyet ülkeyi devralır![276] vi) Stefan Zweig ‘Dünün Dünyası’nda faşizm faciasını özetlerken; “Hitler’in kazandığı asıl şeytanca zafer, arkası gelmeyen aşırılıklarıyla her tür hukuk anlayışını köreltmesidir” tespitinde bulunur. “Hukukun köreltilmesi” faşizmin en belirleyici semptomlarındandır![277] vii) Basitlik, faşist estetiğin en önemli özelliğidir. Faşizm, basit olanın, ne olduğu kesin olarak belli olanın, tartışmasız doğruların yüceltildiği bir rejimdir… Basitliğin yüceltilmesi ve entelektüel düşmanlığıdır…[278] Evet “Faşist ideolojilerin değişmez bir özelliği ‘aydın düşmanlığı’dır. Çünkü faşizmin tabanı genellikle hayatın kendisine verdiklerinden mutlu olmayan alt orta sınıftır. Böyle bir kitlede ‘aydın düşmanlığı’ yaratmak çok kolaydır. Hele Türkiye gibi bu tabakalar arasında zaten yıllardır bir uçurumun var olduğu bir toplumda bunu çok kolay büyütebilirsiniz”![279] viii) Faşistin öncelikli özellikleri despot, acımasız, kinci olmasıdır… Faşist kişilik, sakatlanmış, hasta bir kişiliktir![280] ix) Walter Benjamin, “Günümüz insanlarının giderek proleterleşmesi ve kitleleşmenin artışı, madalyonun iki yüzü gibidir. Faşizm, yaratılan yeni kitleleri temeldeki mülkiyet yapısını bozmadan düzene sokmaya çalışır… Faşizm, kurtuluşunu, bu kitlelere haklarını değil, kendilerini ifade etme fırsatını vermekte görür. Kitlelerin mülkiyet ilişkilerini değiştirme hakları vardır ama faşizm onlara konuşma hakkı verirken mülkiyeti korur. Faşizmin doğal sonucu siyasal yaşama estetiğin sokulmasıdır… Siyaseti estetik hâle getirmeye yönelik olarak sarf edilen çabaların tümü tek bir noktada sonuçlanır: Savaş. Geleneksel mülkiyet sistemi içinde en geniş çaplı kitlesel hareketlerin önünde bir hedef koyabilen şey ancak ve ancak savaştır. Durumun siyasal olarak formüle edilişidir bu. Teknolojik olarak formüle etmek içinse şu söylenebilir: Mevcut mülkiyet sistemi içinde günümüzün tüm teknolojik kaynaklarını seferber edebilen tek şey savaştır,” der! x) Adolf Hitler, “Ben Dünya’ya insanları güçlü yapmak için gelmedim, onların güçsüzlüklerini kullanmak için geldim,” der! 31 xi) John Berger, “Neo-liberalizm ekonomik faşizmdir, çünkü dışlanan ve yoksulluğa mahkûm edilen insanlar piyasacıların zihninde ‘loser’dır, kaybetmeye, başarısızlığa yazgılıdırlar. Ve dünya sadece galipler için yaratılmıştır,”[281] der! xii) Her faşist hareket ordularla, silahlarla, sıkıyönetimlerle gelmez. Sıradan insanların zorbalığa dayalı, haksız, kasıtlı hareketleri de faşizm olarak nitelenir. Amerika’da yaşanan Ku-KluxKlan hareketi böyle bir harekettir. Bir kasabada gündelik hayatlarını yaşayan berber, kasap, terzi, ayakkabıcı gibi sıradan insanlar birbirini kışkırtır, siyahi yakalamaya çıkarlar, yakaladıkları siyahileri asarlar. Sonra da beyaz kukuletalı giysilerini çıkarır, gündelik hayatlarına dönerler. Nazilerin kışkırtmalarıyla harekete geçen sıradan Almanlar, düne kadar komşuları olan Yahudileri döver, dükkânlarını yıkar, onlara yapılan her türlü zulme hak verirler. Günlük hayatlarında da suçluluk duymamak için her türlü bahaneyi bulurlar. Kahramanmaraş olayları böyle yaşanmıştır. Alevîlere karşı girişilen toplu katliam hareketi tipik “sıradan faşizm” hareketidir![282] xiii) “Siyasi ortamın değişimi 11 Eylül’den daha geriye, komünizmin çöküşüne, yani 1990’lara kadar gidiyor. Bu süreçte neo-liberalizme yönelik geniş tabanlı bir siyasi muhalefetin ortadan kaldırılışına tanıklık ettik. Bu gelişme de, kriz zamanlarında ve acil durumlarda faşizm gibi görünmeye başlayan siyasi formların önünü açtı. Son derece otoriter, baskıcı, farklılıklara karşı toleranssız, milliyetçi ve güvenlikçi siyasi formlardan bahsediyoruz… Neo-liberalizmin toplumlara yaptığı şey şu; faşist politikalara direnmenin giderek daha da zorlaştığı bir alan yaratıyor. Belli çıkarlar etrafında odaklanan baskıcı ve hoşgörüsüz bir siyaset anlayışından bahsediyoruz…”![283] xiv) “Faşizmin tek yüzlü yoktur. İster ileri ister çevre ülkelerde olsun, ister ‘aşağıdan’ ister ‘yukarıdan’ gelsin asgari özelliklere sahipse, klasik modelin belirtilerini taşıyorsa faşizm faşizmdir. Aksi takdirde faşizmi kapitalizmin nadiren görülen, emperyalist kapitalizmin ritmine ayak uyduramayan iğreti bir türü saymak, 1930’ların dönüşünü Godot gibi beklemek gerekecektir… Faşizmi türlerine bölmek, özü kaybedecek bir kılı kırk yarmacılığa kaçmadığı sürece, yararlıdır. Hiç olmazsa mutlakçılığa, dar görüşlülüğe engeldir.”[284] xv) B. Mussolini, “Faşizm şirketçilik (corporatizm) diye adlandırılmalıdır. Çünkü şirket ve devlet gücünü birleştirir,” der! xvi) Max Horkheimer dediği gibi, “Kapitalizm hakkında konuşmayanlar, faşizm hakkında sussunlar”! xvii) “Hiçbir hükümet faşizmi yok etmek üzere savaşmaz. Burjuvazi, güç elleri arasında kayıp gittiğinde, ayrıcalıklarını tekrar kazanmak için faşizmi diriltir,” diye uyarır Buenaventura Durruti! xviii) Bertolt Brecht, “Faşizme karşı birleşmeyenler, faşizmin zindanlarında buluşurlar,” der! Tüm bunlar hepimize günümüz Türkiye’sine dair çok şey(ler) anlatmıyor mu? IV.1) SON BİR ŞEY DAHA “Özgürlük, insanın kendi gelişiminde rol oynamasıdır.”[285] Anlatıyor elbet... Türkiye, mevcut iktidarın elinde, son 10 yıldır, otoriter bir rejimden, totalitaryanizme doğru sürükleniyor. Ve bölgedeki savaş dinamikleri yükseldikçe, bu yönelim giderek daha belirginleşiyor, daha vurgulu bir hâle geliyor. Bir başka deyişle, AKP’nin a la turca faşizmi -yukarıda sayılan semptomların çoğuyla birlikte- giderek devletle özdeşleşen partinin alt- emperyalist düşleri doğrultusunda kendini Ortadoğu’daki savaş süreçlerine angaje ve entegre ettikçe, belirginlik kazanıyor ve yaygınlaşıyor. Son bir şey daha: Devlet, sınıf çatışmasının bir ürünüdür; sınıf mücadelesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve egemen sınıfın bir baskı aracı işlevi üstlenmiştir. “Demokrasi” denen her şey, devlet terörüyle vardır, var olur ve de “burjuva demokrasi”si, her zaman sömürücü azınlık için vardır; var olmuştur. Sınırları ve kapsamı, sınıf mücadelelerinin yarattığı dengelerle birlikte değişkenlik sergiler. Demokrasiyi de konuşacaksak, bu bağlamın dışına çıkmamak gerekirken; “demokrasi aslında birileri için diktatörlüktür” saptamasının altı da özenle çizilmelidir. O hâlde “Bitmeyen bir masal”[286] olarak betimlenmesi mümkün olan demokrasi de, mücadelesi de bu çerçevede ele alınıp, irdelenmelidir! 32 12 Şubat 2016 21:36:23, Ankara. NOTLAR [*] 26, 27 ve 28 Şubat 2016 tarihlerinde Avusturya’nın Ternitz, Viyana ve Linz kentlerinde ATİGF’in düzenlediği etkinliklerde yapılan konuşma… Arasöz Dergisi, Mart 2016… [1] Georg Wilhelm Friedrich Hegel. [2] ‘Freedom House’un raporunda 2014 yılında dünyada en çok endişe veren gelişmelerden birinin “modern otoriterlik” olduğu belirtiliyor (Pınar Ersoy, “Özgürlüğe ‘Modern Otoriterlik’ Tehdidi”, Milliyet, 24 Ocak 2014, s.22.) [3] ‘Oxfam’ın raporuna göre 2016 yılında dünyanın yüzde 1’lik nüfusuna denk gelen 70 milyon kişi, dünyanın geri kalan yüzde 99’undan (yaklaşık 7 milyar kişi) daha fazla servete sahip. Bununla birlikte 62 “süper zenginin” toplam serveti, dünyanın nüfusunun en fakir olan yarısından daha fazla. 2015 yılında, dünya nüfusunun en fakir yarısının servetinin, 80 “süper zenginin” servetine karşılık geldiğini hatırlatan ‘Oxfam’, dünyanın en yoksul yüzde 50’sinin nüfusunun, 2010-2015 yılları arasında 400 milyon arttığını, ancak servetlerinin yüzde 41 (1 trilyon dolar) azaldığına dikkat çekti. Aynı sürede, dünyanın en zengin 62 kişisine ait servetin, 500 milyar dolardan 1.76 trilyon dolara yükseldiğinin altını çizen ‘Oxfam’, bu zenginliğin bile, en azından cinsiyet açısından eşit dağılmadığını, söz konusu 62 kişinin 53’ünün “erkek” olduğunu vurguladı. Dünyanın en zengin milyarderleri listesinin büyük bölümünde ABD’liler var. Nitekim 29 milyarderin 7’si, listenin başlarında. Almanlar ise 7 milyarder ile listenin ikinci sırasında. Microsoft’un kurucularından Bill Gates, 79.2 milyar dolar ile en zenginler sıralamasında birinci olurken, 75 yaşındaki Meksikalı telekom imparatoru Carlos Slim onu izliyor. Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg, 16., Amazon’un kurucusu Jeff Bezos ise 15. sırada. İkisinin toplam serveti 68.2 milyar doları buluyor. Dünyanın en zengin 9 kadınından biri olan ve Walmart’ın kurucusu Sam Walton’ın oğlu ile evlenen Christy Walton, 41.7 milyar dolar servetle zenginler listesinde 7. sırada. Kozmetik devi L’Oreal firmasının kurucusu Liliane Bettencourt ise 40.1 milyar dolar ile 10. sırada. (“En Zengin 62 Kişi 3.5 Milyara Bedel!”, Milliyet, 19 Ocak 2016, s.12.) [4] “Dünyanın En Zengin Yüzde 1’lik Kesiminin Serveti Yüzde 99’un Toplamına Eşit”, 18 Ocak 2016… http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/01/160117_oxfam_zengin?ocid [5] “Emperyalizm, kapitalizmin bir dünya sistemine dönüşmesinin son adımıdır. Kapitalizme özgü sömürü ilişkileri, ilave asimetrik öğelerle de beslenerek tüm dünyaya yayılır; ülkeler arası boyutlar kazanır. Uluslararası ticarette dev ticaret sermayesi ile çok sayıda üretici karşı karşıya gelir; ticaret yoluyla sömürü söz konusu olur. Sermaye ihracı sömürü yaratır, kâr ve faiz akımlarına dönüşür. Hem metropol hem de çevre toplumlarında önemli yapısal yansımalara yol açar; sistemin bünyesinde eşitsiz gelişime, ana kutuplar arasında asimetrik ilişkilere, yapısal bağımlılığa yol açar.” (Korkut Boratav, Dünyadan Türkiye’ye, İktisattan Siyasete, Yordam Kitap, 2015, s.298.) [6] Ali Akay, “Borçlar Ekonomik midir?”, Radikal, 5 Nisan 2014, s.17. [7] Erdal Sağlam, “Büyük Erozyon”, Hürriyet, 31 Ağustos 2015, s.8. [8] Deniz Nazlım, “Gaye Yılmaz: Ekonomi Bitti Sıra Dine Geldi!”, Gündem, 18 Ocak 2015, s.4. [9] Güngör Uras, “Nobel Kazanan Hoca’nın Gözüyle Bizim Durumumuz”, Milliyet, 14 Ekim 2015, s.10. [10] “Türkiye’de Ölüm Oranları Yüzde 4 Arttı”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2015, s.14. [11] Eşref Akgün, “Borçlarını Ödeyemediği İçin Valilik Önünde Kendini Yaktı”, Zaman, 16 Nisan 2015, s.7. [12] “6 Yaşındaki Çocuğu İcraya Verdiler”, Evrensel, 4 Mart 2015, s.5. [13] Türkiye’de 2015’in ilk 9 ayda karşılıksız çek tutarı 2014 yılının aynı dönemine göre, yüzde 41 artışla 19.7 milyar TL oldu. (Mithat Yurdakul, “20 Milyar TL’lik Çek Karşılıksız Çıktı!”, Milliyet, 20 Ekim 2015, s.11.) [14] Uğur Gürses, “Karşılıksız Çekler Ne Anlatıyor?”, Hürriyet, 21 Eylül 2015, s.23. [15] “Bu Kış Fakire Zor Geçer”, Birgün, 1 Şubat 2016, s.5. [16] Duygu Erdoğan, “Satıcı: Kazanıyor, Üretici: Bakıyor, Tüketici Yiyor!”, Milliyet, 2 Şubat 2016, s.7. [17] Özlem Yüzak, “Tünelin Sonu Kriz!”, Cumhuriyet, 25 Şubat 2015, s.13. [18] Gila Benmayor, “Türkiye ‘Sürdürülebilir Kalkınma’da Kötü Öğrenci”, Hürriyet, 15 Kasım 2015, s.13. [19] Olcay Büyüktaş, “Risk Büyüdü İflaslar Artacak”, Cumhuriyet, 29 Temmuz 2015, s.9. [20] Murat Muratoğlu, “İflas Erteleyen 20 Şirketten 19’u Batıyor”, Sözcü, 6 Şubat 2016, s.7. [21] “Prof. Daron Acemoğlu: Yavaş Büyümenin Nedeni Yolsuzluk”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 2015, s.9. [22] “Türkiye Kara Para Transferinde Zirvede”, Cumhuriyet, 31 Temmuz 2015, s.8. [23] “Gizemli Para Rekoru”, Cumhuriyet, 11 Nisan 2015, s.8 [24] “Türkiye’ye 13 Milyar Dolar Kaynağı Belirsiz Para Geldi”, Hürriyet, 11 Kasım 2015… http://www.hurriyet.com.tr/null-40012838 [25] Nurcan Gökdemir, “Kara Parada Rekor Artış”, Birgün, 5 Mart 2015, s.8. [26] Güngör Uras, “Değirmenin Suyu Nereden Geliyor?”, Milliyet, 11 Nisan 2015, s.8. [27] Mithat Yurdakul, “Kaçan Rus Parası mı Dubai Kapitalizmi mi?”, Milliyet, 12 Haziran 2015, s.7. [28] Çiğdem Toker, “Bu Para Her Türlü Kuşkuya Açık”, Cumhuriyet, 11 Nisan 2015, s.8. [29] Erdinç Çelikkan, “16 Milyar Dolarlık Gizemli Para”, Hürriyet, 8 Nisan 2015… http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/28672882.asp [30] Özlem Yüzak, “Çözülme...”, Cumhuriyet, 18 Eylül 2015, s.9. [31] Güngör Uras, “7.5 Milyonumuz Bangladeşli 7.5 Milyonumuz İsviçreli!”, Milliyet, 17 Eylül 2015, s.9. [32] Güngör Uras, “Türkiye’nin Yüzde 22’si Yoksul Ankara Zenginlikte Birinci”, Milliyet, 3 Ekim 2015, s.8. [33] “Gelir Adaletsizliğinde 4. Sıradayız”, Gündem, 23 Kasım 2015, s.5. [34] Serkan Öngel, “Yoksulluk ve Bölgesel Eşitsizlik”, Birgün, 8 Ekim 2015, s.5. 33 [35] E. Ahmet Tonak, “AKP’li Yıllarda ‘Orta Sınıf’a Ne Oldu?”, 23 Ekim 2015… http://sendika6.org/2015/10/akpliyillarda-orta-sinifa-ne-oldu/ [36] Research Instıtute Of Turkey (RIT), Veri Seti: ‘Credit Suisse Küresel Servet Raporu’ Ekim 2014. [37] “Gelir Dağılımında Uçurum Büyüyor”, Hürriyet, 15 Kasım 2015, s.12. [38] “… ‘Milyonerler Ligi’nde 1863 Kişi Küme Düştü”, Milliyet, 21 Aralık 2015, s.7. [39] Pelin Cengiz, “AKP, İktidarını Dört Yıl Daha Sürdürebilir mi”, Taraf, 4 Kasım 2015… http://www.taraf.com.tr/akp-iktidarini-dort-yil-daha-surdurebilir-mi/ [40] “Türkiye’nin En Zengin 32 İnsanı”, Hürriyet, 2 Mart 2015… http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay/92635/2/1/28342074/turkiyenin-en-zengin-32-insani [41] Pelin Ünker, “Herkes Konuşur AKP Zengin Eder”, Cumhuriyet, 23 Mayıs 2015, s.9. [42] “Beş Çocuğunu Pazar Atığıyla Doyuruyor”, Milliyet, 11 Eylül 2015, s.13. [43] İsmet Berkan, “Üç Kişisinden Birinin Yoksul Olduğu Cennet Vatanımız”, Hürriyet, 7 Ekim 2015, s.4. [44] “Yüzde 22.4’ü Yoksulluk Sınırında”, Gündem, 6 Mayıs 2015, s.4. [45] Şebnem Turhan, “4.5 Kat Fark”, Hürriyet, 6 Ağustos 2015, s.10. [46] Sefalet endeksi (Misery Index) kavramını ilk olarak 1970’lerde Amerikalı iktisatçı Arthur Okun ortaya attı. Endeks yıllık enflasyon oranı ve işsizlik oranının toplamından oluşuyor. Endeks değerinin yükselmesi zaten iş bulmakta zorlanan insanların daha yüksek enflasyona maruz kalması yani sefaletin arttığı anlamına geliyor. (Pelin Ünker, “10 Yıllık Sefalet”, Cumhuriyet, 21 Aralık 2015, s.9.) [47] “Türkiye Halkının Yüzde 44’ü Ailesinin Geleceğinden Endişe Duyuyor”, Milliyet, 12 Haziran 2015, s.12. [48] “Türklerin Yüzde 55’i Emeklilik Endişesi Taşıyor”, Cumhuriyet, 10 Temmuz 2015, s.10. [49] Güngör Uras, “Zenginler Ev Topluyor”, Milliyet, 6 Ağustos 2015, s.7. [50] Ülkede toplam sağlık harcamalarının milli gelire oranı yüzde 5.5’e yakın. 2014 yılında ülke genelinde sağlık harcamaları toplamı 95 milyar TL. Bunun 74 milyar TL’si devletin harcaması, 21 milyar TL’si halkın harcaması. Sağlık harcamasının yüzde 17.8’ini halkımız cepten karşılıyor. Yüzde 82.2’sini devlet karşılıyor. 2014’te halkımızın cepten yaptığı ortalama sağlık harcaması 221 TL. (Güngör Uras, “Sağlığımız Ne Durumda?”, Milliyet, 20 Ocak 2016, s.10.) [51] Mustafa Çakır, “Yoksulluk Rakamları Pembe Tabloyu Yalanlıyor”, Cumhuriyet, 7 Haziran 2015, s.10. [52] “Koç’tan İlk Yarıda 1.3 Milyar TL Net Kâr”, Milliyet, 15 Ağustos 2015, s.11. [53] “Sabancı Holding’den Yüzde 18’lik Büyüme”, Milliyet, 7 Kasım 2015, s.13. [54] “TOFAŞ’tan 10 Mlyar Ciro”, Cumhuriyet, 4 Şubat 2016, s.8. [55] “Arçelik, Kârını Yüzde 102 Artırdı”, Cumhuriyet, 30 Temmuz 2015, s.8. [56] “Turkcell 3. Çeyrekte 3.4 Milyar TL Gelir Yazdı”, Milliyet, 29 Ekim 2015, s.11. [57] “TOMA’cının Kârı Uçtu”, Cumhuriyet, 6 Kasım 2015, s.8. [58] Mehmet Altan, “Hayırlı Cuma’lar”, 9 Kasım 2015… http://www.gazete360.com/Yazarlar/mehmet-altan/hayirlicuma-lar/2612 [59] “Borsadaki Bankaların 9 Aylık Kârı 12.3 Milyar TL”, Milliyet, 25 Kasım 2015, s.11. [60] “Bankalardan Çok Büyük Kâr”, Cumhuriyet, 31 Temmuz 2015, s.8. [61] “İş Bankası’nın 2015 Kârı 3 Milyar TL’yi Aştı”, Milliyet, 2 Şubat 2016, s.10. [62] “Vakıfbank: 9 Aylık Net Kârı 1.2 Milyar TL”, Milliyet, 6 Kasım 2015, s.10. [63] “Yapı Kredi’nin Kredileri 216.9 Milyar TL’ye Çıktı”, Milliyet, 28 Ekim 2015, s.10. [64] “Yapı Kredi Mevduat ve Krediyi Yüzde 21 Artırdı”, Milliyet, 3 Şubat 2016, s.10. [65] “9 Aylık Net Kârı 2.7 Milyar TL”, Milliyet, 29 Ekim 2015, s.11. [66] “Garanti 279.6 Milyar Lira Büyüklüğe Ulaştı”, Milliyet, 3 Şubat 2016, s.10. [67] “Akbank’tan 9 Ayda 2.2 Milyar TL Kâr”, Milliyet, 28 Ekim 2015, s.14. [68] “Akbank 3.2 Milyar TL Net Kâr Elde Etti...”, Milliyet, 3 Şubat 2016, s.10. [69] “TEB’in Net Kârı Yüzde 42 Arttı”, Cumhuriyet, 8 Şubat 2016, s.8. [70] “Finansbank’tan 673 Milyon TL Net Kâr”, Milliyet, 10 Kasım 2015, s.12. [71] “Odeabank’tan Aktif Büyümeye Devam”, Milliyet, 12 Kasım 2015, s.12. [72] “DenizBank’ın Aktifi 111 Milyar TL Oldu”, Milliyet, 7 Kasım 2015, s.10. [73] TUİK 2015 Mart ayı işgücü verilerine göre yüksek öğrenimlilerin yüzde 10.6’sı işsiz ama işsizlik bazı dallarda dudak uçuklatıcı… 2004’te 2.5 milyondu yükseköğretim bitirmiş işgücü ve bunların 308 bini yani yüzde 13’ü işsizdi o zamanlar. Üniversiteler kurup bol keseden kontenjan artırınca diplomalar alındı, üniversite mezunu işgücü 2008’de 3.5 milyona çıktı; 4 senede 1 milyon artış! Gelelim 2014’e… Yüksek eğitimli işgücü 5.6 milyona çıktı ama herkese iş yok ve üniversite mezunu resmi işsiz sayısı 606 bini buldu… Bu, üniversite mezunları arasında yüzde 10.6 işsizlik demek. Bu, toplamı 3 milyonu bulan işsizler içinde üniversite mezunu işsizlerin yüzde 20’yi bulması demek… İşsizlik bazı dallarda bu ortalamanın çok üzerinde seyrediyor. Mesela medya eğitimi almışların yüzde 29’u, sanat okuyanların yüzde 16’sı işsiz. En çok da “İdari Bilimler” mezunları işsiz; 211 bin… Bilgisayar, yaşam bilimleri, fizik vb. okuyanlarda da işsizlik oranı yüksek ve ellerindeki diploma ile iş bulamayanlar arasında. (Mustafa Sönmez, “Yükseköğrenimli İşsizler Yüzde 20”, Birgün, 16 Haziran 2015, s.5.) [74] Güngör Uras, “Genç İşsizler Terörü Besler”, Milliyet, 27 Temmuz 2015, s.7. [75] Cem Kılıç, “Kaybedenler Kulübü: Gençler”, Milliyet, 20 Ağustos 2015, s.12. [76] “Genç Kadınlarda İşsiz Sayısı 85 Bin Arttı”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2015, s.8. [77] “DİSK-AR: Gerçek İşsizlik Yüzde 16.8”, Gündem, 18 Kasım 2015, s.5. [78] “TBB: Kart ve Kredi Borcundan Mahkemelik Olanlar 1.33 Milyonu Aştı”, Hürriyet, 4 Şubat 2016… http://www.hurriyet.com.tr/tbb-kart-ve-kredi-borcundan-mahkemelik-olanlar-1-33-milyonu-asti-40049357 [79] “Batık Kredi Cenneti”, Cumhuriyet, 26 Haziran 2015, s.9. [80] “İşsizlik de Zirvede Batık Kredi de”, Cumhuriyet, 22 Nisan 2015, s.8. 34 [81] Pelin Ünker, “Batık Kredi Zirve Yaptı”, Cumhuriyet, 29 Ocak 2016, s.8. [82] “110 Bin Borçluya Hapis”, Cumhuriyet, 8 Ocak 2016, s.9. [83] Thomas Seibert, “Erdoğan Aklını mı Kaybediyor?”, Birgün, 18 Mayıs 2015, s.11. [84] “Hukuk AKP’nin Kontrolünde”, Birgün, 30 Eylül 2014, s.9. [85] Berivan Aydın, “İnsan Hakları İzleme Örgütü İcra Direktörü Kenneth Roth: Umarız Türk Toplumu Geç Olmadan Uyanır”, Cumhuriyet Sokak, 31 Ocak 2016, s.22. [86] Onur Erem, “Erdoğan ‘Teneke Diktatör’ Davutoğlu ise ‘Soytarı’…”, Birgün, 15 Ekim 2015, s.5. [87] Ali Sirmen, “Sivil 12 Eylül”, Cumhuriyet, 12 Eylül 2015, s.4. [88] Eren Keskin, “Teşkilâtı Mahsusa Devleti...”, Gündem, 16 Aralık 2014, s.10. [89] “Aydınından öğretmenine, doktorundan yargıcına... Devletine bu kadar âşık bir halk, her devlete nasip olmaz… 60’larında bir gazetecilik hocası -ki kendisi sadece yüksek lisans derslerine değil, birinci sınıf iletişim öğrencilerine gazeteciliğe giriş, haber yazma dersi filan da veriyor- sınıfa giriyor ve lafa Birinci Körfez Savaşı ile başlıyor. Diyor ki, ‘Bak Amerikan medyası o dönemde ne iyi etti. Hep savaşa girilmesinin gerekliliğiyle ilgili haberler yaptı. Olması gereken de budur zaten. Bir gazeteci, bir ajans ülkesinin lehine haberle yapar.’ Sonra da ekliyor: ‘Milletimin, devletimin lehine sansür de yaptım, yanlış haber de. Bununla gurur duyarım. Bunun aksini yapan o. çocuğudur. ‘Ben gerçekleri yazarım’ diyenler, anaları o. olduğunda, ‘Benim anam o.’dur diye yazacak mı?” (Ezgi Başaran, “Devletinin Lehine Yalan Haber de Yapmış!”, Radikal, 16 Mayıs 2013, s.6.) [90] “Economist’ten Türkiye Eki: Erdoğan’ın Yeni Sultanlığı”, Cumhuriyet, 6 Şubat 2016, s.6. [91] Nuray Mert, “Bir Hazin İktidar Hikâyesi”, Cumhuriyet, 30 Mart 2015, s.5. [92] Ali Akay, “Demokratikleşme mi: O da Neymiş?”, Radikal, 10 Ekim 2013, s.16. [93] Hakan Kara, “Don Kişot’lara Özgürlük!”, Cumhuriyet, 7 Şubat 2016, s.10. [94] Ergin Yıldızoğlu, “Frenleri Patladı”, Cumhuriyet, 18 Ocak 2016, s.7. [95] Ergin Yıldızoğlu, “Peki Şimdi Ne Olacak? - II”, Cumhuriyet, 6 Ağustos 2015, s.10. [96] Ergin Yıldızoğlu, “Bu Kez İklim Çok Farklı - II”, Cumhuriyet, 21 Nisan 2015, s.8. [97] Ergin Yıldızoğlu, “Kan Revan İçinde Sürüklenirken...”, Cumhuriyet, 12 Ekim 2015, s.9. [98] Geçerken iki not: İlki Adnan Keskin’den: “Tayyip Erdoğan Başbakanlığı döneminde barıştığı ve Cumhurbaşkanı seçilerek Başkomutanı olduğu TSK’ya en büyük jestlerden birini yaptı. Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısıyla aynı günlere gelen parasal jest kararı Bakanlar Kurulu’ndan çıktı. Millî Savunma Bakanlığı (MSB) ile Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri komutanlıklarına bağlı kurumlardaki döner sermayeli kuruluşlara tahsis edilen sermaye miktarı tam beş kat artışla 5 milyon liradan 25 milyon liraya çıkarıldı.” (Adnan Keskin, “Benim Ordum’a Sermaye Fişeği”, Taraf, 8 Ağustos 2014, s.6.) İkincisi de Orhan Kemal Cengiz’den: “Erdoğan herkesin düştüğü yanılgıya düştü. Belli bir grubu tasfiye ederek devleti kontrol ettiğini sanıyor. Oysa bu devletin Bizans’tan gelen kodları var. Sistemi değiştirmezseniz, o sistem bir gün gelir, sizi vurur… Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi, derin devletin iktidarı için bir manipülasyon ve provokasyon tarihidir. Asker bu işin odağındadır. (Neşe Düzel, “Orhan Kemal Cengiz: Sakık Kiminle Temasta, Bakılmalı”, Taraf, 12 Kasım 2012, s.11.) [99] Selin Ongun, “Emekli Askeri Hâkim Ümit Kardaş: Ordu Soruyor Neden Ölüyoruz”, Cumhuriyet, 31 Ağustos 2015, s.15. [100] Esra Açıkgöz, “Fikret Başkaya: Türkiye’de Yaşanan Din Soslu Faşizm”, Cumhuriyet Pazar, No:1505, 25 Ocak 2015, s.5. [101] “Sedat Peker’den Akademisyenlere: Kanlarınızla Duş Alacağız”, Cumhuriyet, 14 Ocak 2016, s.7. [102] “HDP’den Prof. Dr. Ahmet Atilla Şentürk Hakkında Suç Duyurusu”, Cumhuriyet, 12 Ağustos 2015, s.13. [103] “Davutoğlu’dan AKP Gençliğine: Çehrenizde Şehitlik Aşkını Görüyorum”, Evrensel, 21 Aralık 2015, s.9. [104] Hazal Ocak, “Vekil Bastırdı Feshane Tokatlılara Kapatıldı”, Cumhuriyet, 7 Mart 2015, s.8. [105] “Erdoğan Kupa Versin Diye Saha Kapatma Cezası İptal Edildi!”, Cumhuriyet, 13 Mayıs 2015, s.4. [106] “Bilal, Bakan Gibi... Okul Müdürlerini Topladı”, Cumhuriyet, 18 Nisan 2015, s.12. [107] “Şehzade Bilal: Futbol Oynayacağınıza ‘Ya Hak’ Deyip Ok Atın”, Cumhuriyet, 1 Haziran 2015, s.4. [108] Canan Coşkun, “Fener’e Yok Bilal’e Bedava”, Cumhuriyet, 9 Mayıs 2015, s.4. [109] Canan Coşkun, “Milli Talan Haritası”, Cumhuriyet, 29 Mayıs 2015, s.7. [110] Canan Coşkun, “Hazine Arazisi Erdoğan’ın Kurmayına”, Cumhuriyet, 19 Temmuz 2015, s.7. [111] Emine Kaplan, “Yeşilay’a ‘Esra Albayrak’ Kıyağı”, Cumhuriyet, 16 Ekim 2014, s.5. [112] Nurcan Gökdemir, “Meclis Kafetaryaları Yandaşlara Peşkeş”, Birgün, 11 Kasım 2014, s.3. [113] Canan Coşkun, “Hâkimlere Rant Bulaştı”, Cumhuriyet, 12 Temmuz 2015, s.4. [114] Gözde Bedeloğlu, “Alo Diyanet”, Birgün, 8 Ocak 2016, s.2. [115] Nurcan Gökdemir, “Örtünün Altından Silah ve Gaz Çıktı”, Birgün, 16 Nisan 2015, s.7. [116] Yalçın Doğan, “Yirmi Günde Yüz Saat”, Hürriyet, 26 Nisan 2015, s.22. [117] Çiğdem Toker, “Örtülü Ödenek Bilançoları”, Cumhuriyet, 20 Aralık 2014, s.10. [118] “… ‘Caminin Eşyalarını Satıp Mercedes Aldı’ İddiası”, Hürriyet, 25 Mayıs 2015…http: //www. hurriyet. com. tr/gundem/29103356. asp [119] Özlem Yüzak, “Çözülme...”, Cumhuriyet, 18 Eylül 2015, s.9. [120] Ömer Şan, “Çocuk Esirgeme Müdürü Çocuk İstismarından Tutuklandı”, Cumhuriyet, 8 Ocak 2016, s.3. [121] “Trakya Üniversitesi Rektör Yardımcısına ‘Çocuk Pornosu’ Baskını”, Birgün, 25 Aralık 2015, s.10. [122] “Mehmet Müezzinoğlu: Başkan Seçmiş Olsaydık Kaos Yaşanmazdı”, Cumhuriyet, 17 Ağustos 2015, s.4. [123] Çiğdem Toker, “Güvenlik Harcamaları”, Cumhuriyet, 1 Temmuz 2015, s.9. [124] Emine Kaplan, “Aile Boyu Fişleme Geliyor”, Cumhuriyet, 23 Aralık 2015, s.5. [125] “MİT ve Jandarmaya ‘Fişleme’ Yetkisi”, Cumhuriyet, 8 Ocak 2016, s.5. [126] Ertuğrul Özkök, “Bu İstiklal Savaşı Değil İçsavaştır”, Hürriyet, 27 Aralık 2013, s.23. 35 [127] Bican Şahin, “Otoritaryanizme Kayan Türkiye”, 12 Ağustos 2015… http://www.ankarareview.com/otoriteryenizme-kayan-turkiye/ [128] “The Financial Times: Erdoğan Seçim Öncesinde Medya”, Cumhuriyet, 4 Eylül 2015, s.5. [129] Fırat Kozok, “Teziç: Fiili Güç Hukuk İhlâli”, Cumhuriyet, 16 Ağustos 2015, s.4. [130] Ergin Yıldızoğlu, “Uçuruma Düşerken...”, Cumhuriyet, 17 Ağustos 2015, s.9. [131] Güler Yılmaz, “Kürkçü: 12 Eylül’den Bile Beter”, Taraf, 18 Ağustos 2015, s.8. [132] Cansu Çamlıbel, “İlhan Tekeli: Başbakan’ın Projesi Değişti”, Hürriyet, 7 Temmuz 2014, s.16. [133] Şükran Soner, “XXI. Yüzyıl Diktatörlüğü”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2015, s.9. [134] Korkut Boratav, “Nereye Gidiyoruz?”, 13 Kasım 2015… http://sendika7.org/2015/11/nereye-gidiyoruz-korkutboratav/ [135] Vijay Prashad, “Türkiye’nin Sri Lanka Fantezisi”, Birgün Pazar, Yıl:12, No:460, 3 Ocak 2016, s.9. [136] Sebahat Karakoyun, “Rıza Türmen: Eski AİHM Yargıcı ve CHP Milletvekili Rıza Türmen: AKP Sri Lanka Modeli İstiyor”, Birgün, 28 Aralık 2015, s.5. [137] Ahmed Pelda, “Artık İç Savaştayız”, Gündem, 18 Ocak 2016, s.4. [138] Mahmut Oral, “Cizre Ümidini Kaybetti”, Cumhuriyet, 10 Şubat 2016, s.11. [139] Güray Öz, “Şeyhülislâm Geri Gelir mi?”, Cumhuriyet, 29 Mayıs 2015, s.7. [140] İhsan Çaralan, “Netanyahu ile Ne Farkınız Var?”, Evrensel, 6 Aralık 2014, s.3. [141] Nuray Mert, “Bindik Bir Âlâmete Gidiyoruz Kıyamete!”, Cumhuriyet, 18 Mayıs 2015, s.5. [142] Esra Açıkgöz, “Eren Erdem: Devletleşen Din, Şiddet Üretir”, Cumhuriyet Pazar, No:1505, 25 Ocak 2015, s.4. [143] “Camide Siyaset”, Cumhuriyet, 22 Mayıs 2015, s.4. [144] “Erdoğan’ın Müjdesi Diyanet’e Zırhlı Mercedes”, Cumhuriyet, 22 Mayıs 2015, s.4. [145] Hazal Ocak, “Büyükada’ya 5. Cami Israrı”, Cumhuriyet, 15 Nisan 2015, s.5. [146] Rabia Yılmaz, “Her Hastaneye Bir İmam!”, Birgün, 8 Ocak 2015, s.3. [147] Serbay Mansuroğlu, “Ortaokullara Genelge: Haydi Gençler Camiye Gidelim!”, Birgün, 9 Kasım 2014, s.3. [148] Serbay Mansuroğlu, “İçki Kalmadı Ayran Verelim!”, Birgün, 27 Ekim 2014, s.3. [149] Gülseven Özkan, “Anadolu Lisesinde Ayetli Merdiven”, Hürriyet, 14 Kasım 2015… http://www.hurriyet.com.tr/anadolu-lisesinde-ayetli-merdiven-40014158 [150] Çiğdem Toker, “Diyanet’e 5.7 Milyar TL Yetmemiş”, Cumhuriyet, 17 Ağustos 2015, s.8. [151] Turan Eser, “TBMM, Mezhep Bütçesi Yaparak Suç İşliyor”, Birgün, 2 Şubat 2016… http://www.birgun.net/haber-detay/tbmm-mezhep-butcesi-yaparak-suc-isliyor-102514.html [152] Muzaffer İris, “Papazlar, Hahamlar ve Dedeler Din Görevlisi Değil mi?”, Radikal, 12 Şubat 2014, s.16. [153] Çiğdem Toker, “Diyanet Teftiş Göreve”, Cumhuriyet, 18 Mayıs 2015, s.8. [154] Bkz: İbn Rüşd, Bidayetü’l-Mücdehid, Mısır 1975, II, 33; İbn Kudame, el-Muğni, VII, 486; İbn Cüzey, elKavaninü’l Fıkhiyye, 138. [155] “… ‘Şehvet’ Fetvası Büyük Tepki Çekti”, Milliyet, 9 Ocak 2016, s.14. [156] “Soru Cevaplandırma Platformu” sayfasında Aralık 2014’te cevaplandırılması talebiyle “Evde insan suretinde bir biblo veya heykel bulundurmanın dinimiz açısından hükmü nedir” sorusu yöneltildi. Cevapta, Hz. Muhammed’in “Melekler, içerisinde köpek ve resimler bulunan eve girmezler” diye buyurduğu belirtildi. İslâm âlimlerinin hadislerdeki bu uyarının daha ziyade tapınılmak veya tazim göstermek amacıyla evlerde bulundurulan fotoğraf, resim ve heykeli kapsadığını ifade ettikleri kaydedildi. Hadisin bu şekildeki yorumundan hareket eden İslâm âlimlerinin tapınma ve tazim amacı güdülmeyen ve umumi adaba aykırı olmayan canlı varlıkların resimlerinin yapımını caiz gördükleri aktarıldı. Dinimizin ilke ve amaçlarına ve genel ahlâk kurallarına aykırı olmamak kaydıyla biblo, hayvan suretleri şeklinde olan çocuk oyuncakların evde bulunmasında sakınca olmadığı belirtilerek “Ancak, heykel tarzındaki biblolar hoş karşılanmamıştır” ifadelerine yer verildi. (Canan Coşkun, “Şimdi de Heykel ve Biblo Fetvası”, Cumhuriyet, 13 Ocak 2016, s.6.) [157] Melis Alphan, “İlahi Siz de Müftü Beyler”, Hürriyet, 20 Ekim 2014, s.7. [158] “Dini Nikah Belgesi Vermeye Başlayan İmam: Camilerde Nikah Odaları Yapılmalı”, Birgün, 7 Kasım 2015, s.3. [159] “Evliye İdam Bekâra Sopa”, Radikal, 6 Haziran 2015… http://www.radikal.com.tr/hayat/evliye_idam_bekara_sopa-1374001 [160] “Sapkınlıkta ve Gericilikte Son Nokta: Anne Dizi Tahrik Eder!”, Birgün, 26 Ocak 2015, s.3. [161] Demet Sargın, “Kadınlar Terlik Giymesin Müzik Dinlemesin...”, Birgün, 30 Kasım 2015, s.3. [162] Sinan Tartanoğlu, “Eğitimde Cennet Vaadi”, Cumhuriyet, 9 Şubat 2016, s.3. [163] “Bilimi Sanatı Bırak, Din Dersine Bak”, Birgün, 28 Ocak 2016, s.6. [164] Nihal Kemaloğlu, “Yeni Rejimin Resmi İdeolojisi!”, Birgün, 25 Mart 2015, s.9. [165] Serdar M. Değirmencioğlu, “Herkese Din Eğitimi”, Evrensel, 22 Mart 2015, s.5. [166] Abidin Yağmur, “… ‘Zorunlu’ Kur’an Dersi”, Cumhuriyet, 8 Aralık 2015, s.3. [167] Tolga Alp Turgut-Yasin Terzi, “Uygulamalı Ders Deyip Camiye Götürdüler”, Evrensel, 30 Kasım 2015, s.3. [168] “Öğretmenden Öğrencilere: Başınızı Örtmezseniz Özgecan Gibi Olursunuz Var”, Cumhuriyet, 12 Mart 2015, s.12. [169] Gülseven Özkan, “… ‘Ferace’li Anadolu Lisesi”, Hürriyet, 18 Haziran 2015… http://www.hurriyet.com.tr/egitim/29313967.asp [170] Tesettür Giyim Forumu’nda açıklanan verilere göre Türkiye yıllık 39.3 milyar dolarla İslâmî giyim harcamalarında başı çekiyor. Türkiye’yi takip eden ve nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkelerse şöyle: i) Birleşik 36 Arap Emirlikleri (22.5 milyar dolar); ii) Endonezya (18.8 milyar dolar); iii) İran (17.1 milyar dolar); iv) Suudi Arabistan (16 milyar dolar); v) Nijerya (14.4 milyar dolar)… (“Türkiye Tesettürde Dünya Birincisi”, Cumhuriyet, 31 Temmuz 2015, s.22.) [171] “Kadavralara Don Giydiriyorlar”, Cumhuriyet, 9 Mart 2015, s.13. [172] “Diyanet’ten ‘İnek Şaban’ Tepkisi”, Hürriyet, 24 Ağustos 2015… http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/keyif/29891608.asp [173] “Borsayı İslâm’a Uyduralım”, Hürriyet, 10 Eylül 2015, s.13. [174] Nuray Mert, “En Önemli Sorunumuz: Yeni Rejim İnşası”, Cumhuriyet, 23 Kasım 2015, s.5. [175] Ergin Yıldızoğlu, “O Korku Beni Korkutuyor”, Cumhuriyet, 21 Mayıs 2015, s.8. [176] Cansu Çamlıbel, “Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı: 10 Yaşta Örtünme Çocuk Gelişimi Açısından Yanlış”, Hürriyet, 6 Ekim 2014, s.14. [177] Ergin Yıldızoğlu, “Yeni Türkiye 360°”, im 2015, s.8. [178] Zahit Atam, “Erasmus=Orgazyum Anadolu Üniversiteleri=Anadolu’nun Ahlâkını Bozuyor: Gelenekselleşme, Dindarlaşma ve Muhafazakârlaşma”, Birgün, 26 Ekim 2014, s.9. [179] “Türkiye’nin Yönetim Sistemi Fiilen Değişmiştir”, Hürriyet, 14 Ağustos 2015… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/29815380.asp [180] “Korku Kitabı Oldu”, Cumhuriyet, 9 Nisan 2015, s.13. [181] Mehmet Tezkan, “Başımıza Bir de Dini Lider Çıktı”, Milliyet, 28 Mayıs 2015, s.4. [182] Sinan Tartanoğlu, “Halife mi Oldu?”, Cumhuriyet, 8 Temmuz 2015, s.6. [183] “Almanya’da ‘Erdoğan’ın Mitingine Gidin’ Hutbesi”, 9 Mayıs 2015… http://ilerihaber.org/almanyadaerdoganin-mitingine-gidin-hutbesi/14955/ [184] “AYM’den İmam Nikâhı Kararı...”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2015, s.10. [185] “Manisa Valisi’ne İstifa Çağrısı”, Cumhuriyet, 14 Kasım 2015, s.3. [186] “Erdoğan’ın Son İncisi: Bu Kez de Doğum Kontrolü”, Cumhuriyet, 23 Aralık 2014, s.7. [187] Kemal Göktaş, “Evinde Porno Bulundurana Ağır Ceza”, Cumhuriyet, 11 Ocak 2016, s.7. [188] “Yandaş Yazar Tecavüzü Böyle Savundu”, 2 Şubat 2016… http://www.gercekgundem.com/medya/187163/yandas-yazar-tecavuzu-boyle-savundu#. [189] “Adaletle Asacağız Adaletle Keseceğiz”, Hürriyet, 8 Aralık 2014, s.19. [190] “Sedat Peker bir mafya lideri değildir. Ona mafya lideri demek ve devleti onun kullandığı şiddet dili nedeniyle göreve çağırmak, mafyadan azade bir devlet ve devletten azade bir mafya olabileceğini kabul etmek anlamına gelebilir ki bu yanlıştır. Sedat Peker aslında her devletin başladığı ve bittiği yerdir. Bir devletin sınırı, çapı, yapabileceklerinin billurlaştığı yer ve hatta kendisidir. O, devletin asli unsurlarındandır ve adı kimi zaman Topal Osman, kimi zaman Veli Küçük, kimi zaman Sedat Peker’dir. Devlet için elzemdir. Hiç bir devlet kötü günlerinde onsuz ayakta kalamayacaktır. Bu nedenle, o ne yaparsa yapsın aslında ‘hukuk dışında’ olamayacaktır. Devlet istemedikçe suçtan azadedir. Çünkü hukuku yaratanın asli parçasıdır. Onu suçlamak ve ceza vermek bile asıl failin suç işleme özgürlüğüne hâlel gelmesin diye olacaktır. Ama devlet olduğu sürece o da hep bir yerlerde mutlaka var olacaktır. O nedenle ‘Kanınızla duş alacağız sözü’ yalnızca ve basitçe, dehşet verici, hukukun dışında bir dil değildir. O dil herhangi bir devletin gizli tarihi ve yine devletlerin kendisini var kılmak için zaman zaman kullanmak zorunda kaldığı tanıdık bir dildir. Şiddet devlet için bir ahlâk sorunu değildir. Bir yöntemdir ve bu yöntemin kendisi devlet için, tıpkı cumhurbaşkanının daha geçen gün ‘Bundan sonra kimse bizim karşımıza insan hakları, ilkeli tutum gibi argümanlarla gelmesin’ cümlesinde olduğu gibi her türlü insani birikim ve gerçeklikten daha önemlidir. Devlet kendisini zor ve şiddetin üzerine kurmuştur. Ve bu şiddetin temelinde insanın kendine, türüne, doğa diye ayrıştırdığı ama aslında kendisinin ondan koptuğu yapıya duyduğu yabancılaşma ve korku vardır. Baumann’a göre ‘Modern uygarlığın şiddet içermeyen karakteri tam bir yanılsamadır. Daha doğrusu onun, kendini kandırma ve kendini ilahlaştırmasının; kısacası, onun meşrulaştırıcı mitinin ayrılmaz bir parçasıdır... Uygarlaşma sürecinde gerçekte olan şey, şiddetin daha etkili biçimde yeniden düzenlenmesi ve şiddete yeni alanlar açılmasıdır... Şiddetin varlığına son verilmemiş, yalnızca gözden uzaklaştırılmıştır’… Sedat Peker bir mafya lideri değildir. Ölümü gösteri hâline getiren devletin olağan hâllerinden biridir. Kral ölmüştür ve hâlâ çürümektedir.” (Ali Murat İrat, “Öldürmek Bir Sanattır”, Birgün, 16 Ocak 2016, s.2.) [191] Hakan Dirik, “Ankara’yı Koruyamayan Devletten Sedat Peker’e Koruma”, Cumhuriyet, 17 Ekim 2015, s.11. [192] Alican Uludağ, “Madımak Katilleri Listede Yok”, Cumhuriyet, 30 Ekim 2015, s.5. [193] “Haluk Kırcı Tahliye Edildi”, Cumhuriyet, 5 Şubat 2015, s.9. [194] Nurcan Gökdemir, “İstihbarata Üç Ayda 158 Milyon TL!”, Birgün, 17 Nisan 2015, s.6. [195] Çiğdem Toker, “Emniyet’e Bütçeden 2 Bin 313 Araç”, Cumhuriyet, 26 Ekim 2015, s.8. [196] Güngör Uras, “233 Bin Özel Güvenlik 244 Bin Polis Var”, Milliyet, 6 Nisan 2015, s.9. [197] Tolga Şardan, “Davutoğlu’nun ‘O’ Genelgesi”, Milliyet, 28 Aralık 2015, s.15. [198] Bayram Kaya, “MASAK da MİT’in Kontrolüne Giriyor”, Zaman, 21 Mart 2014, s.8. [199] Ali Sirmen, “Geleneksel Aile Değerleri”, Cumhuriyet, 30 Ocak 2016, s.6. [200] Rabia Yılmaz, “Vatani Görev Değil Kadının Hiçleştirilmesi”, Birgün, 4 Şubat 2016, s.3. [201] “Türk Hava Yasakları! Başvuranlara Dövme ve Piercing Şartı”, Cumhuriyet, 1 Şubat 2016, s.20. [202] Hazal Ocak, “Tango Festivaline Zina Karalaması”, Cumhuriyet, 26 Ekim 2014, s.7. [203] “Ürküten Gerilim”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2015, s.13. [204] “Erzurum’da ‘PKK Yüzüğü’ Gerilimi”, Cumhuriyet, 30 Temmuz 2015, s.3. [205] “Kürtçe Konuştuğu İçin Öldürdüler”, Cumhuriyet, 8 Eylül 2015, s.14. [206] Hazal Ocak, “İBB’den Kürtçe Sokak İsmine Ret”, Cumhuriyet, 13 Şubat 2015, s.6. [207] “Kemik Irkçısı AKP’li Çıktı”, Gündem, 13 Şubat 2015, s.6. [208] Türey Köse, “LGBTİ Toplantısından ‘Kaçtılar’…”, Cumhuriyet, 23 Kasım 2014, s.22. 37 [209] Alican Uludağ, “Ölüm Afişleri El Nusra Bağlantılı”, Cumhuriyet, 8 Temmuz 2015, s.15. [210] “Doktor Trans Bireyi Tedavi Etmedi!”, Birgün, 29 Eylül 2014… http://www.birgun.net/news/view/doktor-transbireyi-tedavi-etmedi/6320 [211] “Polisten, Koruma İsteyen Akademisyene Yanıt: Kafasına Ben Sıkarım”, Cumhuriyet, 7 Şubat 2016, s.6. [212] Hazal Ocak, “Öğretmenin Soma Eylemi Cezalandırıldı”, Cumhuriyet, 6 Ekim 2014, s.3. [213] Sibel Bahçetepe, “15 Yaşındaki Çocuğa ‘Aptestim Kaçar’ Diye Bakmadı”, Cumhuriyet, 1 Temmuz 2015, s.3. [214] Diren Deniz Sarı, “Erdoğan’ın ‘Ecdad Sevgisi’ Okul Duvarında”, Birgün, 20 Mayıs 2015, s.3. [215] Savaş Kalkan, “AKP Mitingi İçin Okullar Tatil Edildi”, Cumhuriyet, 22 Mayıs 2015, s.4. [216] “Okul Müdürü: Makyaj Yapar, Kıvırtırsanız...”, Cumhuriyet, 25 Mart 2015, s.15. [217] Sinan Tartanoğlu, “Kızlı-erkekli Oturmak Yasak”, Cumhuriyet, 19 Mart 2015, s.3. [218] Figen Atalay, “Milli Eğitim Müdüründen Öğrencilere Mitinge Katılın”, Cumhuriyet, 29 Mayıs 2015, s.14. [219] Barkın Şık, “TSK’den ‘Game of Thrones’ Önlemi”, Cumhuriyet, 7 Kasım 2014, s.4. [220] “Belli ki bir dönem basılan kitaplar şimdi toplatılıp imha edilecek! ‘Türk kültürüne ve manevi değerlere ters düşme’ ve ‘yerlilik ve kültürel uyum’ gerekçeleriyle TÜBİTAK’ın ne ilgisi olabilirdi? Bundan önce, nasıl olursa olsun bir kültür tanımlanıp, o kültürün küçüklere aşılanması, büyüklere anlatılması TÜBİTAK’ın görevi hâline ne zaman, nasıl getirilmiş, hayret etmez misiniz? TÜBİTAK adında var ‘Bilim’ ve ‘Teknik’; bilim ve tekniğin yerlilik ve kültürel uyumla nasıl ilişkisi kurulmuş anlamakta zorlanıyorum.” (Tarhan Erdem, “TÜBİTAK Kitap İmha Dönemine Geldi”, Radikal, 26 Kasım 2015… http://www.radikal.com.tr/yazarlar/tarhan_erdem/tubitak-kitap-imha-donemine-geldi-1480329) [221] Melis Alphan, “AKP’nin Valileri”, Hürriyet, 20 Haziran 2015, s.6. [222] “Emniyet ‘Hack’lendi İddiası: Torpil Belgeleri Ortaya Çıktı”, Cumhuriyet, 5 Kasım 2014, s.8. [223] Tolga Alp Turgut, “Okullara Bir Minare Dikmedikleri Kaldı”, Evrensel, 29 Haziran 2015, s.4. [224] “Polis Şiddeti 183 Kişiyi Hayattan Kopardı”, Cumhuriyet, 18 Şubat 2015, s.10-11. [225] Alican Uludağ, “Tereddüt Etmeyin Silah Kullanın”, Cumhuriyet, 7 Eylül 2015, s.16. [226] Erdem Gül, “Kafalarını Ezeceğiz”, Cumhuriyet, 3 Eylül 2015, s.6. [227] “Davutoğlu Çareyi Buldu: Bir Yerine 10 TOMA”, Cumhuriyet, 15 Ekim 2014, s.5. [228] “Devlet 51 Çocuğu Katletti”, Gündem, 21 Kasım 2015, s.4. [229] “CHP Açıkladı: ‘AKP Devleti 241 Çocuğu Katletti’...”, Sesonline, 25 Ocak 2015… http://www.sesonline.net/php/genel_sayfa.php?KartNo=58699 [230] “44 Çocuk Öldü 52 Çocuk Yaralı”, Cumhuriyet, 23 Aralık 2015, s.15. [231] Mahmut Oral, “Silopi Çatışmasında Can Verenler Sivil”, Cumhuriyet, 9 Ağustos 2015, s.12. [232] “Faili Meçhulün Dönüşü”, Cumhuriyet, 12 Ağustos 2015, s.7. [233] “Polis Üniversiteye Rabia ve Tekbir İşaretiyle Girdi”, Cumhuriyet, 10 Ekim 2014, s.7. [234] Deniz Ayhan, “Ekvador’da ‘Koruma Skandalı’ Yaşandı”, Sözcü, 6 Şubat 2016, s.5. [235] İsmail Eskin, “Kürdistan’da Devletin Savaş Suçları!”, Gündem, 9 Ocak 2016, s.14. [236] “Diyarbakır’da Baskın Yapan Polisler Kapılara ‘T.C Burada’ Yazdı”, Evrensel, 8 Mayıs 2015. [237] Kemal Göktaş, “Cizre’de Yaşanan Ölümlerle İlgili Soruşturmada Büyük Skandal”, Cumhuriyet, 18 Eylül 2015, s.12. [238] “6 Ayda 259 Sivil Öldürüldü”, Cumhuriyet, 26 Ocak 2016, s.11. [239] Ertuğrul Özkök, “Duydunuz mu Kutuplaşma Falan Yokmuş”, Hürriyet, 19 Eylül 2014, s.25. [240] Cansu Çamlıbel, “Aykan Erdemir: Türkiye’nin 2 Temel Sorunu: Gerontokrasi (Yaşlıların Egemenliği) ve Patriyarki (Erkeklerin Egemenliği)”, Hürriyet, 5 Ocak 2015, s.14. [241] Ergin Yıldızoğlu, “Kâbus Gibi...”, Cumhuriyet, 25 Ağustos 2015, s.10. [242] Selin Ongun, “Hilmi Yavuz: AKP’den Kopma Olmaz Bu Bir Kabile Meselesi”, Cumhuriyet, 25 Eylül 2015, s.10. [243] Leyla Tavşanoğlu, “Yılmaz Esmer: Milli İrade Bu”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2014, s.14. [244] Ergin Yıldızoğlu, “Barış Sürecinden ‘Kötü Sonsuz’a”, Cumhuriyet, 10 Eylül 2015, s.8. [245] Erdem Gül, “Tanıl Bora: Alevî ve Kürtlere Atış Hep Serbest”, Cumhuriyet, 14 Eylül 2015, s.6. [246] Murat Belge, “İstikamet: Vahşet”, Taraf, 21 Kasım 2015… http://www.taraf.com.tr/istikamet-vahset/ [247] Serdar Kızık, “12 Eylül Çocuğu AKP”, Cumhuriyet, 14 Eylül 2015, s.18. [248] Osman Öztürk, “Postmortem Bir Kenan Evren, AKP Yazısı”, Birgün, 25 Mayıs 2015, s.4. [249] Ergin Yıldızoğlu, “AKP Rejimi Üzerine İki Saptama, İki Not”, Cumhuriyet, 17 Eylül 2015, s.8. [250] Ergin Yıldızoğlu, “Seçim Sonuçlarından Çıkardıklarım…”, Cumhuriyet, 2 Nisan 2014, s.4. [251] Ergin Yıldızoğlu, AKP, Siyasi İslâm ve Restorasyon, Tekin Yayınevi., 2015. [252] Murat Sabuncu, “Erdoğan’ın Rol Modeli Putin’di”, Cumhuriyet, 9 Kasım 2015, s.11. [253] “Chomsky’den Erdoğan’a: Katil!”, Cumhuriyet, 23 Ocak 2016, s.11. [254] James Petras, “Recep Tayip Erdoğan: Zincirinden Boşanmış Terörist”, Kaldıraç, No:172, Kasım 2015, s.8486. [255] Emre Kongar, “Lider-Parti Çelişkisi ve Koalisyon”, Cumhuriyet, 12 Haziran 2015, s.2. [256] Baskın Oran, “AKP ve IŞİD: İslâmcılık ile Şiddet”, Radikal, 16 Ekim 2014… http://www.radikal.com.tr/yazarlar/baskin_oran/akp_ve_isid_İslâmcilik_ile_siddet-1219316 [257] KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, “Tayyip Erdoğan’da hegemonik eğilim esastır. Demokrat bir kişiliğe sahip değildir. Hatta demokrat kişiliği kendi açısından bir zayıflık olarak görmekte, hep kontrolü elinde tutma paranoyası ile yaşamaktadır. Kendini aşırı beğenmiştir. Bu beğenmişliği narsisist düzeydedir. Bu özellikler bir kişide, hatta otoriter eğilimli bir parti liderinde olsa bir dereceye kadar anlaşılır ve katlanılabilir. Ama bu özellikler egemen ulus şovenizmi, kibri ve kendini üstün görme karakteriyle birleşince çok çirkin ve ucube bir kişilik ortaya çıkmaktadır… Tayyip Erdoğan için değer yoktur ya da kendisinin değer bildiği şey amaca ulaşmak için her şey mubahtır… Çıkarı için en 38 yakınındaki arkadaşını bile satabilir, iyi bir pazarlık yaptığına inanırsa pazarlamayacağı değer ve kişi de yoktur. Zaten yakın çevresi Erdoğan’ın bu karakterini bildiğinden hiçbir yanlışına karşı çıkıp eleştirme gücü göstermemektedir. Tayyip Erdoğan’da hiç özeleştiri yoktur, sadece eleştiri ve suçlama vardır,” (Cemil Bayık, “Erdoğan Kişiliği”, Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi, 17 Ekim 2014… http://www.yenidenatilim.com/?pnum=8293&pt=) diyor! [258] Semra Somersan, “Kusurlu Otoriter Rejim”, Taraf, 18 Kasım 2014… http://www.taraf.com.tr/yazilar/semrasomersan/kusurlu-otoriter-rejim/31370/ [259] Tarık Şengül, “Al Sana Güçlü Liderlik”, Birgün, 19 Mayıs 2015, s.6. [260] Necati Atar, “Kabul Buyurun Efendim”, Gündem, 17 Şubat 2015, s.14. [261] “Erdoğan’dan Vur Emri Gibi Açıklama: Polis Sadece Kalkan mı Tutacak?”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2014, s.1-5. [262] “Erdoğan’ın ‘Din Dersi’ Sözlerine Büyük Tepki”, Birgün, 29 Eylül 2014… http://birgun.net/news/view/erdoganin-din-dersi-sozlerine-buyuk-tepki/6337 [263] Türkiye dünya genelinde Twitter’dan en çok içerik kaldırılma talebinde bulunan ülke oldu. 2014 yılının ikinci yarısında toplam 1982 içerik kaldırma talebinin 1820’si Türkiye’den geldi. Yılın ilk 6 ayında da en çok tweet sildirme talebinde bulunan ülke olan Türkiye, unvanını kimseye kaptırmadı. (“Sansürde Birinciyiz”, Cumhuriyet, 7 Şubat 2015, s.8.) Çanakkale’de sosyal paylaşım sitesi Facebook’taki profilinden hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hem de Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu eleştiren taşeron firmada temizlik işçisi A.S. adlı kadın için, Çanakkale Valiliği Halk Sağlığı Müdürlüğü “gizli” damgalı resmi yazısıyla “gereğinin yapılmasını” istedi! (Taylan Yıldırım, Temizlik İşçisi ‘Gizli’ Damgalı Talimatla İşten Çıkarıldı”, Hürriyet, 9 Mart 2015… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28403137.asp) [264] “Erdoğan: Her Geçen Gün İnternete Daha da Karşı Oluyorum”, Cumhuriyet, 4 Ekim 2014, s.5. [265] Ergin Yıldızoğlu, “AKP’nin Yeni Hâlleri”, Cumhuriyet, 26 Mart 2015, s.8. [266] İbrahim Ö. Kaboğlu, “Özgürlükten Kaçışın 10. Yılı…”, Birgün, 2 Ekim 2014… http://www.kurdistanpost.eu/tr/siyaset/ozgurlukten-kacisin-10-yili-prof-ibrahim-o-kaboglu [267] Güven Gürkan Öztan, “Devlet AKP’yi Ele Geçirmiş!”, Birgün, 28 Ocak 2016, s.8. [268] Cafer Solgun, “Maksat Kayda Girsin...”, Taraf, 16 Ekim 2014… http://www.taraf.com.tr/yazilar/cafersolgun/maksat-kayda-girsin/31084/ [269] Nurcan Gökdemir, “Koalisyon İçin Adı Geçen AKP’nin 13 Yıllık İktidarı!”, Birgün, 12 Haziran 2015, s.9. [270] Erdal Yıldırım, “Faşizme Ramak Kala”, 17 Ekim 2014… http://eyildirim.de/index.php/195-fasizme-ramakkala [271] AKP’nin elinde tam anlamıyla bir dönüşüm geçiren “eski Türkiye” devleti baskıcıydı, acımasızdı, “derini”, provokatörü vardı, şovendi (yani hemen her devlet gibiydi); ama o devletin yaşamının çeşitli aşamalarında, hiçbir sivil siyasi lider, “Emir verdik cezalandırıldılar” gibi bir ifade kullanmadı. Eski Türkiye devletinin siyasileri hep bir burjuva devletinin görüntüye önem veren pratiğine sadık kaldılar; tarafsızlık imajını korumaya çalıştılar. Bu biçimseldi vb., o başka konu. Önemli olan toplumsal dengelerden, “güçler ayrılığının” koyduğu sınırlardan, halkın siyasilere ilişkin beklentilerinden dolayı bu biçimselliğe gerek duyulmasıydı. Şimdi “Yeni Türkiye’nin” devletinin siyasileri böyle bir biçimselliğe gerek duymuyorlar. Simgesel ve fiziki şiddeti açıkça uygulamaktan çekinmiyorlar. (Ergin Yıldızoğlu, “Sıfır Mantık”, Cumhuriyet, 15 Ekim 2014, s.6.) [272] Özgür Mumcu, “O Con Noi O Contro Di Noi”, Cumhuriyet, 6 Mayıs 2015, s.3. [273] Ataol Behramoğlu, “Yaşasın Ölüm!”, Cumhuriyet, 28 Şubat 2015, s.6. [274] Emre Kongar, “Şiddet Faşizmin Özüdür”, Cumhuriyet, 2 Nisan 2015, s.2. [275] Can Uğur, “ODTÜ’den Öğretim Üyesi Mehmet Okyayuz: Şiddet Gerçek Nedenlerin Üzerini Örtüyor”, Birgün, 11 Eylül 2015, s.10. [276] Nilgün Cerrahoğlu, “Tramvay Faşizm Durağında…”, Cumhuriyet, 3 Ekim 2015, s.10. [277] Nilgün Cerrahoğlu, “Avrupa’ya Elveda (II)”, Cumhuriyet, 31 Ocak 2016, s.10. [278] Ayşe Kadıoğlu, “Zor Zamanlarda Düşünce, İmza ve/ya Yazı”, 20 Ocak 2016… http://t24.com.tr/yazarlar/ayse-kadioglu-2/zor-zamanlarda-dusunce-imza-veya-yazi,13713 [279] Murat Belge, “Gerilime Devam”, Taraf, 17 Ocak 2016… http://www.taraf.com.tr/gerilime-devam/ [280] Ataol Behramoğlu, “Faşist”, Cumhuriyet, 28 Kasım 2015, s.13. [281] Emek Erez, “John Berger: ‘Neo-Liberalizm Ekonomik Faşizmdir”, edebiyathaber.net, 3 Şubat 2016… http://www.edebiyathaber.net/john-berger-neo-liberalizm-ekonomik-fasizmdir-emek-erez [282] Erdal Atabek, “Sıradan Faşizm…”, Cumhuriyet, 5 Ekim 2015, s.4. [283] Cansu Çamlıbel, “Geoff Eley: Bugünkü Türkiye Weimar Cumhuriyeti’nin Son Dönemini Anımsatıyor”, Hürriyet, 13 Nisan 2015, s.20. [284] Yaşar Ayaşlı, “Faşizmi Tanımak ya da Tanıyamamak”, 23 Ocak 2016… http://sendika8.org/2016/01/fasizmitanimak-ya-da-taniyamamak-yasar-ayasli/ [285] Rollo May, Kendini Arayan İnsan, Çev: Kerem Işık, 2013, s.153. [286] Mehmet Yılmazer, “Bitmeyen Masal: Demokrasi”, Yol Siyasi Dergi, Kış 2016, s.15-33. 39