YIL: 20 SAYI: 01 KDV DAHİL 13 TL 01 KASIM 2015 ISSN 1302-7239 9 771 302 72 3003 Küre Eğitim Basın Yayın Organizasyon Hizmetleri. Ltd. Şti. İmtiyaz Sahibi: Küre Eğitim Basın Yayın Organizasyon Hiz. Ltd. Şti. adına Alper Toper / alper@hrdergi.com Genel Müdür Yardımcısı Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ülgen Özmen Kuru / ulgen@hrdergi.com Editörden Yayın Kurulu Işıl Dayıoğlu Aslan / İlhan Özdiller Joe Willmore (USA) / Yakup Toper (İsveç) Reklam Müdürü Rabia Sönmez /rabia@hrdergi.com Akıllı telefonlar henüz hayatımıza girmemişti. Faks, iletişimde en çok kullanılan iletişim araçlarından biriydi. Cumhurbaşkanı Demirel, Hükümeti kurma görevini RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan’a veriyordu. Deli dana hastalığının insanlara da bulaşabileceği yolundaki açıklamalardan sonra, Avrupa’da ve Türkiye’de deli dana paniği başlamıştı. Ünlü iş adamı Vehbi Koç vefat etmiş, Sanat Güneşi olarak tanınan Türk Sanat Müziği’nin ünlü ismi Zeki Müren de, TRT İzmir Stüdyosu’nda katıldığı bir programda yaşamını yitirmişti. Bir Türk şilebinin Ege Denizi’nde bulunan Kardak Kayalıkları’na çarpması sonucu, Kayalıkların hukuki statüsü Türk ve Yunan kamuoyunda ateşli bir şekilde tartışılmaya başlanmıştı. Televizyon kanalları, Türk ve Yunan gazetecilerin karşılıklı olarak kayalıklara bayrak dikişini gösteriyordu. Reklam ve Halkla İlişkiler Küre Eğitim / Tel: 0216. 360 0 111 Grafik Tasarım Küre Eğitim Grafik Tasarım Uygulama Çiğdem Aküzüm / cigdem@hrdergi.com Çiğdem Marangoz / cigdem@hrdergi.com Fotoğraflar / Kadri Erdem Baskı / Ege Basım Ege Reklam Basım Sanatları San.Tic.Ltd.Şti. Esatpaşa Mah. Ziyapaşa Cad. No:4 Ataşehir / İSTANBUL T. 0216 470 44 70 / F. 0216 472 84 05 W. www.egebasim.com.tr Matbaa Sertifika No: 12468 Abone Sorumlusu Büşra Demirbilek / busra@hrdergi.com İdare Merkezi: Bağdat Caddesi, No. 158, Kardeşler Apt. A Blok Kat:4 Daire:13 Feneryolu–İstanbul-Türkiye Tel: 0.216. 360 0 111 / Faks: 0.216. 360 0 920 web: http://www.hrdergi.com e-mail: info@hrdergi.com Derginin Alanı Ekonomi Derginin Konusu İnsan Kaynakları ve Yönetim Dili Türkçe Yayım Süresi Aylık HRdergi İnsan Kaynakları ve Yönetim Dergisi yerel süreli bir yayındır. HRdergi’de yer alan yazılardaki görüşler sadece yazarlarına aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. ISSN 1302 - 7239 Kasım 2015 / İstanbul 20 olduk, gururluyuz! Tüm bu olayların yaşandığı yıl, çok farklı bir heyecan içinde olan bir ekip vardı: Heyecanlıydılar çünkü Türkiye’nin ilk İnsan Kaynakları dergisinin hazırlıklarını tamamlıyorlardı. Derginin ilk sayısı okurun eline ulaştığında takvimler 1996 yılının Kasım ayını gösteriyordu. Aradan 19 yıl geçti, heyecanımız aynı kaldı. Okuma alışkanlıklarının (!) belli olduğu bir ülkede, bir sektör dergisini bunca yıldır aralıksız yayınlayabilmenin gururu ise bizim için her gün artıyor. Elbette bunda siz değerli okurlarımızın, dergimize yazıları ve söyleşileri ile destek veren İK profesyonellerinin, zirvelerimizde deneyimlerini paylaşan konuşmacılarımızın ve sponsorlarımızın büyük katkısı var. Her birinize ayrı ayrı, en içten teşekkürlerimizi iletiyorum, tüm ekip arkadaşlarım adına... Öte yandan bir özel teşekkürü de, yaş günü sayımız vesilesiyle hazırladığımız “Önümüzdeki 20 yılın öne çıkan 5 trendi” içerikli çalışmamıza değerli görüşleri ile katkıda bulunan yöneticilere borçluyum. Bana göre bu, dikkatle okunacak, hatta sık sık dönüp tekrar bakılarak referans alınacak bir çalışma oldu. Umarım sizler de beğenerek okur ve yararlanırsınız. Yeni ay ve yaş dönümlerimizde, yeniden buluşabilmek umuduyla, İçindekiler Kasım 2015 22 12 40 44 48 12 “KUŞAKLARI GÖZ ÖNÜNE ALARAK İK UYGULAMALARI SUNMAYA DEVAM EDECEĞİZ” 22 “VİKO’NUN DNA’SINA YENİLİKÇİLİĞİ YERLEŞTİRMEYİ HEDEFLİYOR, BUNU ANCAK BAĞLI ÇALIŞANLARLA SAĞLAYACAĞIMIZI BİLİYORUZ” Bosch Türkiye İnsan Kaynakları Direktörü Umut Güvenç VİKO by Panasonic İnsan Kaynakları ve Kurumsal Gelişim Direktörü Mutlu Kutlu 32 40 HRDERGİ 20. YIL ÖZEL HABERİ Yaş günümüz vesilesiyle, teybimizi deneyimli yöneticilere uzattık ve “Önümüzdeki 20 yıl içinde İK ve yönetim dünyasını en çok etkileyeceğini düşündüğünüz 5 trendi maddeler misiniz?” diye sorduk. ‘’MÜKEMMEL OLMAK İÇİN MÜKEMMEL ÇALIŞANLARA İHTİYAÇ VARDIR!’’ Performans kültürü oluşturmanın ana sütünü konuşalım... 32 59 56 44 48 56 59 YETENEK BAZLI ADAY DEĞERLENDİRME YÖNTEM VE SÜREÇLERİ... Gelecek performansın tahmin edilmesine ilişkin yetenek bazlı değerlendirmeler... TEK KİŞİLİK İKTİDARIN EN BÜYÜK RİSKİ İktidarı sürdürmek uğruna özdenetimi yitirme riski... ÇALIŞAN MUTLULUĞU VE POZİTİF DÜŞÜNCE Pozitif enerji ve mutlu organizasyon nedir? Bir lider olarak bunu nasıl geliştirebilirim? SADECE ‘PERFORMANSTAN SORUMLU’ BİR LİDER VE EKİBİNİZ YOK MU? Örgütsel dönüşüm her şirket için bir zorunluluktur. Mozaik Cigna Finans'a Brandon Hall’dan Mükemmeliyet Ödülü Cigna Finans, satış ekipleri için oluşturduğu eğitim programı “Cigna Finans Akademi” ile dünyanın en prestijli şirketleri arasında yer alan Brandon Hall tarafından “Mükemmeliyet” ödülüne layık görüldü. Dünyanın en prestijli şirketlerinden biri olan ve dünya çapında 10.000’den fazla kurumsal firmaya eğitim teknolojileri konusunda danışmanlık veren Brandon Hall, 1994 yılından beri devam eden ödüller kapsamında “Büyüyen Şirketlerde En İyi Satış Eğitimi Programı” (Best Sales Training Program in Extended Enterprises) kategorisinde Cigna Finans’ı “ALTIN” ödüle layık gördü. Eğitim ve gelişim fonksiyonunu kurum hedef ve stratejileriyle örtüştürerek artı değer yaratan, çalışanların bireye özel gelişim fırsatlarıyla desteklendiği bir kurum kültürü oluşturan şirketlere verilen Brandon Hall Mükemmeliyet Ödülleri’nde dünyanın en iyi şirketleri 7 ana kategoride ödül almak için birbiriyle yarıştı. Satış kanallarında geliştirmiş ve uygulamış olduğu eğitim ve gelişim programları ile altın mükemmeliyet ödülüne layık görülen Cigna Finans, ödülünü 28-30 Ocak 2016 tarihleri arasında Amerika’da düzenlenecek törende teslim alacak. Altın Örümcek’te İK alanında büyük ödül sahibinden.com’un sahibinden.com, web ve internet teknolojileri kullanılarak gerçekleştirilen başarılı girişimlerin değerlendirildiği gelenekselleşen Altın Örümcek Web Ödülleri 2015’te “İnsan Kaynakları” kategorisinde ödüle layık görüldü. sahibinden.com İş Destek’ten Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Güntulu Pamuk, sahibinden.com’un İK sitesi http://insankaynaklari.sahibinden.com/ ile İK alanında Altın 4/ HRDERGİ -KASIM 2015 Örümcek Web Ödülü’ne layık görülmesi hakkında şu değerlendirmede bulundu: “Sene içerisinde dünyada 50 ülkede faaliyet gösteren Great Place to Work Enstitüsü’nün Türkiye üzerine yürüttüğü araştırma sonucunda Türkiye’nin En İyi İşverenleri arasında yer aldık. Tüm çalışanların parçası olmaktan mutluluk ve gurur duydukları bir şirket olabilmek hedefiyle çalışmalarımıza devam ediyoruz. sahibinden.com’un bir iş yeri olmanın çok ötesine geçerek bir yaşam alanına dönüşen ofisi Sahiplex, geniş ve kalifiye insan kaynağı ve başarı odaklı yönetim anlayışının, kullanıcı dostu kullanıma sahip http://insankaynaklari.sahibinden.com/ sitesinde tam olarak yansıtılması neticesinde Altın Örümcek Web Ödülleri’ne layık görüldük. Sitemizin mevcut yapısını İK özelinde geliştireceğimiz projelerle zenginleştirmeye devam edeceğiz.” Türk Telekom Akademi, Pazarlama Okulu’nda yeni eğitim dönemini başlatıyor Yeni nesil pazarlama yaklaşımını teori ve pratikte birleştiren Türk Telekom Pazarlama Okulu, yeni dönem eğitimine başlıyor. Katılımcılarına mobil çağ ve gelişen teknoloji ile şekil değiştiren pazarlama trendlerini aktarma amacıyla kurulan Türk Telekom Pazarlama Okulu’nda, katılımcıların donanımlı birer pazarlama profesyoneli olma yolunda uzmanlaşmaları hedefleniyor. “Kariyerinizi sektörün bir numarasıyla zenginleştirin” mottosuyla yeni eğitim dönemine başlayan Türk Telekom Akademi Pazarlama Okulu birçok konuda önemli kazanımlar sağlayacak. Günümüzde artık gelir yönetme sorumluluğuna da sahip olan analitik pazarlamacılara ihtiyaç duyuluyor. Müşteri motivasyonlarını, davranışlarını ve iç görülerini yorumlamanın yanı sıra ileri düzeyde finansal analiz yetkinliği de olan modern dünyanın pazarlama uzmanlarını yetiştirmek, tek bir akademik program ya da tek bir pozisyondaki iş tecrübesiyle kısa sürede mümkün değil. Türk Telekom Akademi Pazarlama Okulu Programı’nda farklı sektör uygulamaları ile katılımcılara farklı bakış açıları kazandırılıyor. Türk Telekom Akademi Pazarlama Okulu hem pazarlama ekibi çalışanlarına hem üniversite öğrencilerine hem de pazarlama harici birimlerden çalışanlara hitap eden bir okul olacak. Yetiştirilen güçlü pazarlamacıların sadece Türk Telekom Grubu’na değil, sektöre de katkı sağlaması hedefleniyor. Türk Telekom Grubu, hayata geçirdiği entegrasyon sürecinin ardından 360 derece Telekom deneyimi sunan tek şirket haline geldi. Sompo Japan çalışanları geleceğe güvenle bakıyor Sompo Japan Sigorta İK ve Akademi Genel Müdür Yardımcısı Işın Mengenli, tercih edilen bir işveren olduklarını ifade etti. Bunun sebeplerinden bahseden Mengenli, “Her şeyden önce, güçlü ve istikrarlı bir yönetim felsefesiyle yönetiliyoruz. Genç yaşımıza rağmen, sektörde önemli bir yer edinmiş başarılı bir şirketiz. Son 10 yıldır üst üste kâr eden tek sigorta şirketiyiz. Japon sermayedarımızla daha da güçlendik” dedi. Bu başarılarının, çalışanlarının kendilerini güvende hissetmesini sağladığını söyleyen Mengenli, Sompo Japan’ın kuruluşundan beri aralarında olan birçok arkadaşları olduğu bilgisini verdi. Dolayısıyla çalışan bağlılığı yüksek ve çalışan mutluluğunu çok önemseyen bir şirket olduklarının altını çizen Mengenli, “Şirketimizde çalışmak isteyenlere sunacağımız en büyük fırsat da ‘kendilerini geliştirebilecekleri, başarılarının karşılığını görebilecekleri, mutlu bir çalışma ortamı’ olur. Bu kariyer ve gelişim olanakları sadece Türkiye ile de sınırlı değil” diye konuştu. Mengenli, çalışanların gelişimine destek olmanın Sompo Japan Sigorta olarak en önem verdikleri konulardan biri olduğunun altını çizdi. Çalışanlarının gelişim planlarının oluşturulmasında kendileri için en önemli noktanın, ihtiyacın doğru tespit edilmesi olduğunu vurgulayan Işın Mengenli, eğitimlerini belirlerken, kişiye göre değişen ihtiyaçları ve bireysel öğrenme farklılıkları gözettiklerine dikkat çekti. Anneler çalışmaya devam etmek için destek istiyor Nutricia Anne Bebek Beslenmesi, yakın temasta olduğu annelerin iş yaşamından kopmalarını engellenmesine katkıda bulunmak amacıyla “Çalışan Annelerin İlk 1000 Günü” araştırmasını yaptırdı. Mavi ve beyaz yaka, anne, anne adayı, baba ve yönetici, 1071 kişiyle görüşülen araştırmayı Türkiye’nin önde gelen araştırma şirketlerinden İpsos yaptı. Kamu ve özel sektörde çalışan annelerin, anne adaylarının ve babaların erken ebeveynlik döneminde çalışma koşulları ve yan haklara yönelik mevcut durumlarını gösteren araştırma, işçi ve işveren cephesinden beklenti ve ihtiyaçları da ortaya koydu. Buna göre, daha önce çalışan ancak şu anda çalışmayan annelerin yüzde 56’sı “Mutsuzluk, pişmanlık, sıkılmış, güvensizlik, işi özlemek, boşlukta olmak, asosyallik” gibi olumsuz duygular hissediyor. Kadınlar, daha fazla çocuk sahibi olmak isterken ekonomik kaygılar ve bebek bakımındaki zorluklar nedeniyle ancak 2 çocuk sahibi olmayı planlayabiliyor. Yöneticiler yüzde 91 oranında işyerlerini anne baba dostu olarak değerlendiriyor ama işyerlerinin sadece yüzde 2’si kreş için maddi yardım veriyor, sadece yüzde 5’inde kreş ve sadece yüzde 9’unda süt sağım odası var. Annelere yasal doğum iznine ek olarak ücretli izin hakkı tanıyan işyerlerinin oranı ise sadece yüzde 23. Ayrıca, yöneticilerin yüzde 23’ü iş görüşmelerinde kadın adaylarla çocuk planlarını konuşuyor. Araştırmaya göre kadınların yüzde 43’ü işle dönüşle ilgili endişe yaşıyor. Özel sektörde bu oran uzun çalışma saatleriyle bağlantılı olarak yüzde 46’ya yük- 6/ HRDERGİ -KASIM 2015 seliyor. Annelerin yüzde 62’si yasal süt iznini kullanabiliyor. Bu oran beyaz yakalarda daha fazlayken mavi yakalarda düşüyor. Araştırmaya göre anneler hemen hemen tüm destek fikirlerini beğense de ilk beş sırada şu istekler ön plana çıkıyor: “Şirketin yakın bir kreşle anlaşıp bakım hizmeti sağlaması (yüzde 97), şirketin kendi bünyesinde kreş açması (yüzde 97), 1 yıl süren günde 1,5 saatlik süt iznini 2 yıla çıkarmak (yüzde 96), yasal doğum iznini 24 haftaya çıkarmak (yüzde 95), kreş için aylık 150 TL maddi destek (yüzde 95).” Ufuk Tarhan Dünyanın En İyi Kadın Fütüristleri arasında! Türkiye’de fütürizmin tanınmasına ve yayılmasına öncülük eden, “1 Mart Gelecek Günü” fikrinin yaratıcısı, aynı zamanda küratörü, mesleğini Türkiye’de “Fütürist” olarak ilk ilan eden ve kartvizitine de cesaretle 2005 yılında müstehzi gülüşlere rağmen “Fütürist” olarak bastıran, yanına açıklama olarak “Gelecek Tasarımcısı” yazdıran Fütürist Ufuk Tarhan dünyaca tanınmış ünlü Fütürist, girişimci, strateji danışmanı, best seller kitaplar sahibi ve Keynote konuşmacı Ross Dawson’ın dünyanın en etkili 100 kadın fütüristi listesine giren ilk ve tek Türk olarak yer aldı. Aynı zamanda Advanced Human Technologies şirketler grubunun başkanlığını da yürütmekte olan Dawson, kendisine sıklıkla sorulması üzerine detaylı bir araştırma yaptığını ve ancak burada (http://goo.gl/kBcTz3) göreceğiniz 78 kadın fütüriste yer verebildiğini açıkladı. Listede yer alan ilk ve tek Türk Ufuk Tarhan oldu. 2009-2012 yılları arasında Fütüristler Derange Başkanlığı yapan Tarhan, 2008'de Türkiye'nin ilk Fütüristler Zirvesi'ni gerçekleştirdi. 2010-2011 arsında Fütüristler Derneği Yüksek Danışma Kurulu Başkanlığı yapan ve halen üyesi olan Tarhan Gelecek Günü fikrini Türkiye’de ilk ortaya atan, tasarlayan ve kürasyonunu yapan kişidir. Betek çalışanlarından “Yalın” projeler Çalışanlarının iş hayatında olduğu kadar entelektüel sermayelerinin de önemli olduğuna dikkat çeken Betek Boya, onların fikirlerine vermiş olduğu değer ve önemi Yalın Günü organizasyonunda bir kez daha vurguladı.Çalışanlarının sürekli iyileşme ve problem çözüme katkı için gönüllü inisiyatif alacakları sistemlerin oluşturulması ve yenilikçi, verimli kurum kültürü anlayışıyla çalışmalarına devam eden Betek Boya; 15 Eylül tarihinde şirket üst düzey yöneticilerinin ve proje ekip üyelerinin katılımı ile Yalın Günü organizasyonunu gerçekleştirdi. 2014 - 2015 yıllarında gerçekleştirilen projelerin paylaşıldığı, her gün daha “Yalın olmak” hedefiyle Gebze Fabrika seminer salonunda gerçekleştirilen organizasyonda; sunumu yapılan projeler arasından en başarılı ilk üç projenin seçimi yapıldı. Organizasyon kapsamında tüm ekip üyelerine plaketleri ve sağlamış oldukları katkı için hediyeleri takdim edildi. Birinci seçilen proje ekip üyeleri ise aileleri ile beraber hoşça vakit geçirebilecekleri Abant tatili ödülü kazandılar. Vodafone yenilikçi projeleriyle ödülleri topladı Ulusal ve uluslararası arenada 200’ün üzerinde ödülü bulunan Vodafone Türkiye, İnsan Kaynakları ve pazarlama alanlarındaki başarılı çalışmalarıyla toplam 5 ödül daha alarak ödül portföyünü genişletti. Amerika’nın en prestijli danışmanlık şirketlerinden Brandon Hall Group’un düzenlediği HCM Excellence Awards’da “İş Stratejilerine Etki Eden Gelişim Programları” kategorisinde gümüş ödüle layık görülen Vodafone, Türkiye Araştırmacılar Derneği tarafından düzenlenen Baykuş Ödülleri’nde ise 4 ödül birden aldı. Vodafone’a HCM Excellence Awards’da gümüş ödül getiren Vodafone United Takım Koçluğu Programı, 2 yıl 17.yıl Etiklerimiz Eğitmen bir bilen değil öğrenendir. Eğitim işi gönül işidir. Müşteri yoktur, paydaş vardır. Her projede elimiz taşın altındadır. Faydalı olamayacağımıza inandığımız işe girmeyiz. Tel: (0212) 242 46 46 Faks: (0212) 262 65 17 www.tim.com.tr tim@tim.com.tr önce Vodafone Red Academy bünyesinde geliştirildi. Lokal bir inisiyatif olan Vodafone United Takım Koçluğu Programı, Vodafone Grubu tarafından da “En İyi Uygulama” seçildi. Vodafone ayrıca, 4 ödülle bu yılki Baykuş Ödülleri’ne de damgasını vurdu. Ürün lansman veya relansmanında tüketici içgörüsü geliştirmek üzere yapılan araştırmaların yarıştığı “Vizyoner Baykuş” kategorisinde gençlere özgürlük alanları yaratan FreeZone markasının relansmanı kapsamında yürüttüğü ve gençler için özgürlük kavramını yeniden tanımlamayı amaçlayan “Özgürüm, Özgürsün, Özgürüz!” araştırması ile Altın Baykuş’a layık görülen Vodafone, numarasını hiç taşımamış abonelerin bariyerlerini ortaya koyan “Numara Taşımama Bariyerleri” araştırması ile iki ödül birden aldı. Vodafone’un bu araştırması, hem mevcut bir iş sorununu çözmeye yönelik gerçekleştirilen araştırmaların katıldığı “Usta Baykuş” kategorisinde, hem de 29 yaş altı araştırmacılar tarafından yönetilen araştırma projelerinin katıldığı “Genç Baykuş” kategorisinde Gümüş Baykuş ödülünün sahibi oldu. Çalışanların % 75’i işyerindeki kültürel çeşitliliği kabulleniyor İşe alım ve İnsan Kaynakları alanında hizmet veren, dünyanın en büyük şirketlerinden biri Randstad, Workmonitor 2015 3. çeyrek verilerini açıkladı. Pek çok uzman farklı ekiplerin daha iyi performans verdiğini ve daha fazla çalışan bağlılığı yarattığını ileri sürüyor. Ancak, çalışanlar arasında farklı etnik köken, yaş, cinsiyet, dini inanç ve cinsel yönelim söz konusu olduğunda kabullenmenin aynı doğrultuda yüksek olmadığı da görülüyor. Rand- 8/ HRDERGİ -KASIM 2015 stad Workmonitor 2015 3. çeyrek verilerine göre; anketi yanıtlayanların % 87’si iş yerinde kültürel çeşitliliğe önem veriyor. Bu oranın % 82 olduğu Türkiye’de; çeşitliliği kapsayıcı şirket kültürüne sahip bir işyerinde çalıştıklarını söyleyenlerin oranı ise % 75. Giderek artan küreselleşmenin işyerlerinde yol açtığı kültürel çeşitlilik önemli görülmekle birlikte çalışanların; farklı etnik köken, yaş, cinsiyet, dini inanç ve cinsel yönelimi kabullenmesi daha düşük seviyede kalıyor. Randstad Türkiye Workmonitor anketini yanıtlayanların % 87’si, işyerinde çeşitliliğe önem verirken, Türkiye'de bu oranın % 82 olduğu görülüyor. Çalışanların % 77’si şu anki işyerlerinde açık ve kapsayıcı bir şirket kültürünün bulunduğuna işaret ederken Türkiye'de ise bu oran % 75’te kalıyor. Ankete göre; kültürel çeşitlilik konusunda en açık görüşlüler Kanada, Danimarka ve Norveç’te. Şili, Polonya, Slovakya, Portekiz, Türkiye, Japonya ve Brezilya ise küresel ortalamanın oldukça altında yer alıyor. Korn Ferry, Hay Group’u satın aldığını açıkladı Merkezi Amerika Birleşik Devletleri Los Angeles’ta bulunan global İK ve organizasyonel danışmanlık şirketi Korn Ferry, aynı sektörde faaliyet gösteren Hay Group’u satın aldığını açıkladı. Amerika Birleşik Devletleri’nin Philadelphia şehrinde 1943 yılında kurulan Hay Group, İnsan Kaynakları stratejisi geliştirme ve organizasyonel performans ölçümlemesi konularında dünyada lider bir şirket. Dünyanın en kapsamlı yönetim veri tabanlarının da içinde olduğu sağlam fikri mülkiyet portföyü ile Hay Group, çalışanlarının tüm güç ve potansiyellerini ortaya çıkararak organizasyonların en büyük amaçlarına ve stratejik hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olmak üzere danışmanlık hizmetleri veriyor. Korn Ferry CEO’su Gary D. Burnison, Korn Ferry ve Hay Group birlikteliğinin, organizasyonlarda ve toplumlarda pozitif değişimi yönlendirmek için insanları teşvik etme konusunda zengin bir mirasa ve yüz yıldan fazla bir süreye yayılan başarıya sahip dünya çapında iki markayı biraraya getirdiğini söyledi. Hay Group CEO’su Stephen Kaye, Korn Ferry bünyesine katılmaktan büyük mutluluk duyduğunu belirterek, bunun müşterilerinin stratejik hedeflerine ve belirledikleri amaçlarına ulaşmalarına yardımcı olmada iki büyük şirketin mükemmel bir uyum yaratacağını hissettiğini aktardı. Doğru İK yönetimi şirket performansını etkiler! Assessment Systems tarafından geliştirilen EICOM Plus, işe alımlarda, çalışanların bireysel gelişim ihtiyaçlarının analizinde, yetkinliklere dayalı performans değerlendirme uygulamalarında, yönetici geliştirme programları ve koçluk uygulamalarında kullanılıyor. EICOM Plus’ı uygulayan şirketlerden biri olan Ayaydın Miroglio Grubu, özellikle saha işe alım sürecinde EICOM Plus’ı tercih ediyor. Grubun, İK Direktörü Yasemin Avcı, perakende sektörünün temel sorunlarından biri olan yüksek personel dönüşüm oranı hakkında şunları söylüyor: “Sektörün en önemli sorunu yüksek çalışan dönüşüm oranı. Bunun da temelinde, mağazacılığın meslek olarak görülmemesi ve kariyer imkanı sağlamadığının düşünülmesi yatıyor. Biz bunlar üzerinde yoğunlaşıp, mağazacılığın meslek olduğunu ve bu alanda kariyer yapılabileceğini göstermeye çalışıyoruz.” İK yönetiminde doğru araçları kullanıp, sonuçlarını doğru analiz ederek, geçerliği ve güvenirliği kanıtlanmış bilimsel yaklaşımları da değerlendirdiklerini söyleyen Avcı, perakende sektöründe yüksek personel dönüşüm oranıyla mücadele eden İK profesyonellerine yol gösterici olması adına yapılanlar için, önceliğin çalışanları dinlemek, ihtiyaç ve beklentilerine imkanlar dahilinde cevap vermek olduğunu söylüyor. ‘’Çağımızda hiçbir isim Atatürk'ün adı kadar büyük saygı yaratmamıştır.’’ Observer Ulu Önderi ölümünün 77. yılında saygıyla ve özlemle anıyoruz... “Build the Future” Programı’nın Bilim İlaç’a bir ‘mükemmellik’ beşinci dönemi başladı ödülü de Amerika’dan! Önceki programlarda 130 çalışanı işe alan Prysmian Group, şimdi dünya çapında 40 yetenekli genci daha kadrosuna kazandırmak istiyor. PrysmianGroup’un “Build the Future” uluslararası işe alım programının beşinci dönemi başladı. Programın amacı; şirketin profesyonellerini belirlemek, eğitmek ve aralarından en iyilerini geleceğin yöneticileri olarak yetiştirmek. Prysmian Group tarafından programa alınacak yaklaşık 40 kişide, Mühendislik ve Ekonomi dallarında diploma sahibi olmak, değişime açık ve istekli, takım çalışmasına yatkın, liderlik becerilerine ve girişimci bir ruha sahip, uluslararası deneyimlere açık ve istekli olmak gibi özellikler aranıyor. Belirlenecek adaylar eksiksiz bir eğitim alacak ve programın sonunda, şirketin özellikle Ar-Ge, üretim veya satış birimlerinden birinde göreve başlayacaklar. Grubun dünya çapında İK ve Organizasyon Direktörü Fabrizio Rutschmann programla ilgili şu açıklamada bulundu; “İnsan Kaynakları yönetimi Prysmian Group için stratejik bir unsurdur. Yetenekleri geliştirebilmek ve gerçek anlamda değerlendirebilmek, beraberinde uluslararası değişim ve eğitim programları sunmak grubumuzun gelecekteki büyümesini destekleyecek önemli bir rekabet avantajını temsil ediyor. ‘Build the Future’ programı, bu açıdan sürekli ilerlemek için benimsediğimiz şirket stratejilerine somut bir örnek teşkil ediyor. Grubumuzun geleceğini inşa edecek, ümit vaat eden gençleri bulmaya ve yetiştirmeye devam edeceğiz.” 10/ HRDERGİ -KASIM 2015 Bilim İlaç’ın ilk uygulamasını 2003 yılında başlattığı ve 12 yıldır kesintisiz uyguladığı ‘Yıldızlar Takımı Gelişim Programı, Amerika’nın İK Yönetimi ve Gelişimi alanında tüm dünyada 21 yıldır faaliyet gösteren danışmanlık şirketi ve prestijli ödül programlarından olan, Brandon Hall’dan Mükemmellik Ödülü’ne layık görüldü. Gümüş seviyesinde mükemmellik ödülünü 27-29 Ocak 2016 tarihlerinde ABD’de düzenlenecek törenle alacak olan Bilim İlaç’ın gelişim programından, 2003 yılından bugüne kadar 1000’e yakın çalışan mezun oldu. Bilim İlaç Genel Müdürü Erhan Baş ödülle ilgili yaptığı değerlendirmede; “Bilim İlaç’ta yetenek yönetim sisteminin başarısında en önemli odağımız ve başarı kriterimiz LİDERLİK’tir.” diyerek ekledi; “Bİ’L (Bilim İlaç Liderlik) Modeli ile ortaya koyduğumuz yaklaşımlar ve liderlik profilimizi hem mevcut liderlerimizde sürekli parlatmak, hem lider adaylarımızda geliştirmek üzere son 12 yılda programımızı uluslararası standartlarda danışmanlar ve firmalarla çalışarak geliştirdik. Özellikle son 5 yıldır gelişim programlarının bireyin gelişimine odaklanması ve ölçme/ değerlendirme ve yatırımın geri dönüşü gibi konularda bilimsel destek alması ile gelinen nokta bize mükemmellik ödülünü getirdi. Program katılımcıların yetkinlik seviyelerindeki değişimi ve ‘Yatırımın Geri Dönüş oranı’nı net bir şekilde ortaya koymaktadır. Liderlik Gelişiminde En İyi İlerleme Programı kategorisinde ödül alan tek yerli şirket olan Bilim İlaç, dünya çapında başarılara imza atmaya devam edecektir.” rOtring üniversiteli genç yetenekleri keşfedecek ABD’li tüketici ürünleri firması Newell Rubbermaid’in kırtasiye sektöründeki lider markalarından rOtring, Türkiye’de üniversite öğrencilerinin yaratıcılıklarını ortaya çıkarmasına destek oluyor. Teknik çizimlerin vazgeçilmez ve aranan markası rOtring, 2011 yılından beri üniversitelerde gençlerin yaratıcılığını destekleyen aktiviteler yapıyor. Bugüne kadar 25 bin üniversite öğrencisine ulaşan rOtring, bu yıl da aktivitelerini İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir ve Konya’nın 6 büyük üniversitesinde gerçekleştirecek. İstanbul’da 5-6 Ekim tarihlerinde Mimar Sinan Üniversitesi’ndeki, 7-8 Ekim tarihleri arasında da İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki öğrencilerle buluşan rOtring, 19-20 Ekim’de Selçuk Üniversitesi’nde genç yeteneklerle buluşacak. rOtring, 22-23 Ekim tarihleri arasında Ege Üniversitesi’nde yaratıcı aktivitesini gerçekleştirecek. İzmir’in ardından 26 Ekim’de Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde gençlerle buluşmayı planlayan rOtring, 27 Ekim’de de Bilkent Üniversitesi’ndeki genç yeteneklerle bir araya gelecek. Yarışmaya katılan öğrencilerden toplanan tüm çizimler, tur sonunda taranarak Akampus.com sayfasındaki “Rotring ThinkOn Çizim Yarışması” uygulamasına yüklenecek. Bu uygulama aracılığıyla öğrencilerin tasarladığı yaratıcı çalışmalar kamuoyu ile paylaşılarak oylamaya açılacak. Oylama sonunda en yüksek oyu olan ilk üç öğrenci büyük ödüllerin sahibi olacak. Atamalar Robin Goetzche - Anadolu Efes Coca-Cola European Partners’daki yeni görevine başlamak üzere, Anadolu Efes’teki İçecek Grubu Başkanı ve Anadolu Efes İcra Başkanı (CEO) görevlerinden ayrılacak olan Damian Gammell’in yerine, 1 Kasım 2015 tarihi itibariyla Robin Goetzche atanacak. Anadolu Efes Bira Grubu Başkanı ve Anadolu Efes İcra Başkanı (CEO) görevlerini yürütecek olan Goetzche, Anadolu Efes Yönetim Kurulu’na doğrudan raporlayacak. 1 Mayıs 2014 tarihinden bu yana Efes Rusya Genel Müdürü olarak görev yapmakta olan Robin Goetzsche, Wits Üniversitesi İşletme Ekonomisi ve Pazarlama Bölümü’nden lisans diplomasına sahiptir. 1987 yılında SABMiller Ltd.’ye Marka Müdürü olarak katılan Goetzsche sırasıyla Marka Grup Müdürü, Soweto & Chamdor (Batı Johannesburg) Bölge Müdürü, Ulusal Ticari Pazarlama Müdürü, Kwa-Zulu Natal Bölgesi Genel Müdürü, Chamdor Bölgesi Genel Müdürü, Satış ve Dağıtım Direktörü ve SABMiller Afrika’da Orta ve Batı Afrika Operasyon Direktörü olarak görev almıştır. Goetzsche 2008 yılından itibaren Tanzania Breweries Ltd. Genel Müdürü ve SABMiller Doğu Afrika Operasyon Direktörü olarak çalışmıştır. Gökhan Tezel - Aygaz Ekim 2009’den bu yana Aygaz A.Ş.’nin Genel Müdürü olan Yağız Eyüboğlu, Koç Holding Enerji Grubu Başkan Vekilliği görevine atandı ve Genel Müdürlük görevini Gökhan Tezel’e devretti. 24 yıllık çalışma hayatının 18 yılını çeşitli Koç Topluluğu şirketlerinde, son 6 yılını Aygaz’da geçiren Yağız Eyüboğlu’ndan 1 Ekim 2015 itibarı ile görevi devralan Genel Müdür Gökhan Tezel, 6 yılı Aygaz’da Mali Genel Müdür Yardımcılığı olmak üzere Koç Topluluğu’nda 22 yıldır görev yapıyor. Gökhan Tezel, iş yaşamına 1993 yılında Tofaş A.Ş.’de Finans Uzmanı olarak başladı, 1998 yılında Tofaş Finans Müdürü olarak atandı. Bu göreve ek olarak Koç Fiat Tüketici Finansmanı A. Ş. Genel Müdürlüğü görevini üstlendi. 2009 yılından bu yana da Aygaz Mali Genel Müdür Yardımcılığı (CFO) görevini yürütüyordu. Dr. Esra Dumanlı Pfizer Türkiye Dr. Esra Dumanlı, ilaç sektöründe başarıyla yürüttüğü medikal yöneticilik görevleri ve onkoloji alanındaki çalışmalarından kazandığı deneyimiyle, Pfizer Türkiye ailesine katıldı. 1993 yılında On Dokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olan Esra Dumanlı, 1993-1997 yılları arasında Tosya Merkez Sağlık Ocağı’nda; ardından 1998-2005 yılları arasında Yapı Kredi Bankası Sağlık Hizmetleri Sağlık Servisi’nde hekim olarak çalıştı. İlaç sektörüne geçişi öncesinde yaklaşık bir yıl süreyle Medil Medikal İletişim Ajansı’nda Medikal Danışman olarak görev yapan Dumanlı, 20062008 yılları arasında Er-Kim İlaç Sanayi’nde Medikal Müdür olarak görev yaptı. 2008 yılından itibaren Roche İlaç’ta farklı tedavi alanlarında Medikal Müdürlük ve 5 yıl süre ile de Onkoloji Grup Medikal Müdürlüğü pozisyonlarında çalışan Esra Dumanlı, bu süre zarfında pek çok önemli ürünün lansman, pre-lansman süreçlerine liderlik etti. Türkiye’de veri oluşturulmasını sağlamak amacıyla beş önemli kanser alanında yürütülen kayıt çalışmasının bilimsel sorumluluğunu üstlendi ve çeşitli yayınlarda yer aldı. Güçlü Çaştaban - Hopi Alışverişin app’i Hopi’nin CRM ve Kurumsal İşbirliklerinden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Güçlü Çaştaban oldu. Güçlü Çaştaban, Hopi’den önce Vodafone Türkiye’de bireysel müşterilerin bağlılığının ve değerinin artırılmasından sorumlu Müşteri Değer Yönetimi Direktörlüğü görevini yürütüyordu. Güçlü Çaştaban, 2007-2009 yıllarında müşteri odaklı stratejiler alanında lider yönetim danışmanlığı şirketi Peppers & Rogers Group’ta Direktör olarak çalıştı. 2007’den önce HSBC, Yapı ve Kredi Bankası ve Mercedes-Benz Türk’te çeşitli pozisyonlarda görev yapan Çaştaban, Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nden yüksek lisans derecesini aldı. Renan Özyerli - MSD Türkiye’den pek çok yöneticinin şirketlerinin yurtdışındaki organizasyonlarında başarılarını sergileme fırsatı bulduğu bir dönemde MSD Türkiye de, İK politikaları ve çalışanlarına sunduğu kariyer fırsatları ile yönetici ihracına devam ediyor. 2013 yılından beri MSD Türkiye’nin İmmünoloji/ Hastane/ Hepatoloji/ CNS İş Birim Direktörü olarak başarılı bir performans sergileyen Renan Özyerli, MSD Çek Cumhuriyeti Genel Müdürlüğü görevine getirildi. MSD Türkiye’nin İnovasyon Liderliği ve MCM (Çok Kanallı Pazarlama) çalışmalarının da ülke sponsorluğunu yapan Özyerli, MSD Ailesine 2013 yılında Onkoloji İş Birimi Lideri olarak görev yaptığı Novartis’ten katıldı. Lisans derecesini Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği’nden, MBA derecesini ise Mühendislik Yönetimi alanında Marmara Üniversitesi’nden alan Renan Özyerli, ilaç sektörüne, 15 yıl süreyle çalıştığı ve performans/ değişim yönetimi/ liderlik alanlarında birçok ödül aldığı Pfizer’de adım attı. Satış Temsilcisi olarak başladığı kariyer yolculuğu boyunca birçok farklı ürünün Ürün Müdürlüğü görevini üstlenen Özyerli, 2004 yılında Pazara Erişim bölümünü kurup artan sorumluluklarla çeşitli iş birimlerinin liderliğini yaptı. kasım 2015 - HRDERGİ | 11 “Kuşakları göz önüne alarak İK uygulamaları sunmaya devam edeceğiz” “Aslında benim kariyer öyküm, Bosch’taki kariyer yönetimi anlayışımızı bire bir yansıtıyor” diyor gülümseyerek Umut Güvenç... O, şimdilerde, 15 bin çalışanıyla Bosch dünyasının en olgun şirketlerinden biri olan Bosch Türkiye’nin (ve Ortadoğu Bölgesi’nin) İnsan Kaynakları Direktörü olarak görev yapsa da, bundan 14 yıl önce staj için kapısından girdiği şirkette farklı lokasyonlarda ve İK’nın farklı birimlerinde deneyim kazanmış bir yönetici.... Şimdilerde, tıpkı kendisinin deneyimlediği gibi genç yetenekleri şirkete çekmek, elde tutmak ve farklı ülkelerde, farklı deneyimler kazandırarak onları hem kişisel hem de profesyonel açıdan geliştirmeye yönelik uygulamaların kaptanlığını yapıyor. Güvenç ile sohbetimiz sırasında sadece kendisinin kariyer öyküsünü değil, farklı kuşakları odağa alarak gerçekleştirdikleri uygulamaları ve gelecek öngörülerini de konuştuk. Söz kendisinde... Bize kariyerinizin dünden bugüne gelişimini anlatır mısınız? ODTÜ Psikoloji bölümü mezunuyum, aynı zamanda Kamu Yönetimi alanında da yan dal yaptım. Bosch ile, öğrenimim sırasında staj yaparak tanıştım, 14 yıldır da Bosch bünyesinde görev yapıyorum. Aslında benim kariyer öyküm, Bosch’daki kariyer yönetimi anlayışımızı bire bir yansıtıyor. Stajımı İK alanında, Manisa fabrikamız Bosch Tekmoteknik’te yaptım. Sonrasında Türk Eğitim Vakfı ile Türk – Alman Akademik Değişim Programı’nın bursu ile Almanya’ya gittim. Münih’te Ludwig Maximilian Üniversitesi’nde Organizasyonel Psikoloji üzerine iki yıl master’ımı tamamladım. 2002’de ise Manisa’ya geri döndüm ve farklı İK fonksiyonlarında 6 yıl boyunca görev yaptım. 2008 yılında uluslararası görevlendirme ile Almanya’ya gittim. 2008 – 2011 yıllarında Bosch Termoteknik İK Yöneticisi olarak çalıştım. Daha sonrasında da 2013’e kadar Bosch’un merkezinde; Stutgard’da yönetim kurulu üyemizin asistanlığını yaptım. Neler kattı bu deneyim size? Bosch’da 10 yönetim kurulu üyesi bulunuyor. Bu üyelerden, farklı süreçlerin yanısıra ağırlıklı olan İK’dan sorumlu olan yöneticimizin asistanı olarak görev yaparken büyük resme hakim olma fırsatı buldum. Manisa’dayken bakış açım orası ile sınırlıydı. Daha sonra termotekniğin merkezine gittiğimde, Bosch dünyası içinde başka fabrikalar olduğunu da gördüm. Sonrasında merkeze gitmek ise Bosch’u tam anlamıyla anlamamı sağladı. Üstelik o dönem kazandığım bağlantıların, şu anki pozisyonuma büyük katkıları oldu. Bu deneyim beni hem kişisel, hem profesyonel olarak geliştirdi. Bunu ben bire bir deneyimledim, zaten Bosch olarak potansiyel ve mevcut çalışanlarımızın mobil olmasına büyük önem veriyoruz. 2013 yılında ülkeye dönüşünüzün ardından nasıl bir kariyer yolculuğu bekliyordu sizi? 2013 yılının Temmuz ayında Türkiye’ye dön- düğümde öncelikli olarak burada global bir projeyi başlattım. Aynı dönemde de benden bir önceki yöneticimizle birlikte çalışma şansı buldum. 2014 itibariyle de şu anki görevimi devraldım. Yakın zamanda Ortadoğu bölgesi de bana bağlandı. Şu anda kaç kişiye hizmet üretiyorsunuz? Nasıl bir İK yapılanmanız var? Ocak ayı itibariyle BSH Grubu da yüzde 100 bize dahil oldu. Türkiye’de İK organizasyonu olarak yaklaşık 7 bini mavi yakalı çalışanlarımızdan oluşan 15 bin kişiye hizmet veriyoruz. İK ekibimiz 50 kişiden oluşuyor. Bosch yapılanması içinde 5 farklı lokasyondayız, 4 farklı tüzel kişiliğiz. Farklı iş alanları ve iş kollarımız olduğu için her lokasyonda İK birimlerimiz mevcut. Ülke Direktörlüğü olarak baktığımızda ise, merkezde süreç uzmanları olarak çalışan bir ekibimiz var. Lokasyonlarımızdaki arkadaşlarımıza destek veren, Türkiye ve Ortadoğu İK süreçlerini oluşturan bir ekibiz. Ben Türkiye organizasyonunun başında, CEO’ya bağlı olarak görev yapıyorum. Malum, yıl sonu yaklaşıyor. Kısa bir 2015 değerlendirmesi yapalım mı? Bu yıl, bizim için en önemli konulardan biri, genç yeteneklerle olan etkileşimimiz ve iletişimimiz oldu. Biz Bosch olarak çalışanlarımızla hep uzun soluklu ilişkilere giriyor, tüm terfilerimizin yüzde 90’ını içeriden gerçekleştiriyoruz. Bu yüzden de yeni mezun arkadaşlarımızla stajdan itibaren uzun soluklu bir ilişki kurmayı hedefliyoruz. Bununla ilgili de çok fazla çalışmamız var. Bunlardan biri “5 dakika staj” uygulaması oldu. Altın Pusula Halkla İlişkiler Ödülleri’nde Dijital ve Sosyal Medya İletişimi Kategorisi’nde ödül alan bu projemizde, farklı birimlerden çalışanlarımızı gönüllülük esasına göre seçtik. Farklı kademelerden yaklaşık 100 çalışanımızın, katılımcılara deneyim ve çalışma ortamı ile ilgili bilgi verdiği uygulamaya katılan üniversite öğrencileri, Bosch çalışanları ile görüntülü ve sesli sohbet etme imkanı bularak şirketin global iş yapış şekli, Bosch Grubu’nun dünyadaki ve Türkiye’deki yeri ve iş hayatı hakkında bilgi edindi. İlk haftada 500’e yakın, ikinci hafta ise bine yakın kişiyle sohbet edildi. Bosch çalışanlarını elçi olarak kullandığımız uygulama, faaliyet gösterdiğimiz ülkeler arasında ilk defa Türkiye’de hayata geçtiği için gurur duyuyoruz. Sonuç çok başarılı oldu. Hatta diğer ülkelere yayılımı da konuşuluyor. Yine bu alanda hayata geçirdiğimiz uygulamalardan biri de, bu yılın başında gerçekleştirdiğimiz Talent Camp oldu. Orada da twitter üzerinden sorular sorarak ve şirket içinden oluşturduğumuz jürimizin belirlemesiyle, öğrencileri seçtik. Gelecekteki potansiyel çalışan grubumuz olan mühendis öğrenciler ile bir yola çıktık. Sonuçta 5 öğrenci Bosch lokasyonlarımızı, AR-GE merkezlerimizi, üretim hatlarımızı gözlemleme şansı buldu. 5 gün boyunca onlarla zaman geçirdik. Bu arkadaşlarımız deneyimlerini sosyal medyada paylaşarak bizim için birer elçi oldular. 2016 başında bu çalışmanın tekrarını gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Öte yandan, bu yıl ilk kez lise öğrencilerine yönelik çalışmalar yapmaya başladık. Meslek liseleri ile hep ilişkimiz vardı ama beyaz yaka için liselerle, çok özel bir istek gelmedikçe bağlantı kurmuyorduk. Bu yıl bunu değiştirdik: Yoğunlukla mühendislere ihtiyacımız olduğu fikrinden yola çıkarak, lise öğrencilerinin mesleğe olan ilgisini artırmak gerektiğini düşündük. Sadece İstanbul değil diğer şehirlerdeki liselerde de aktif olarak yer aldık. Bunun büyük avantaj olduğunu düşünüyorum. Bu uygulamaları mevcut ve potansiyel çalışanlarınızla nasıl iletişime açıyorsunuz? Üniversite ilişkileri konusunda öğrenci toplulukları ile çok yakın çalışıyoruz. Orada da özellikle genç çalışan arkadaşlarımızı görevlendiriyoruz. Gençler gençlerle beraber olmayı; onların dilinden anlayan, yakın zamanda onların oturduğu yerlerde oturmuş olan genç profesyonelleri dinlemeyi istiyor. Onları görevlendirmenin ve fikirlerini almanın çok yararını gördük. Tüm bunları yaparken, etkileşimde de olabildiğince şeffaf olmak gerektiğine inanıyoruz. kasım 2015 - HRDERGİ | 13 BOSCH’DA 4 BOYUTLU ÇEŞİTLİLİK YAKLAŞIMI... “Hem iş kolları, hem çalışan grubu açısından baktığımızda çok ‘çeşitli’ bir grubuz. Bunu yaşatmak ve bu çeşitlilik içinde çalışanlarımızın kendini rahat ve iyi hissetmesini istiyoruz. Bu anlamda pek çok çalışmamız var. Öte yandan çeşitlilik dendiğinde sadece cinsiyet çeşitliliğine odaklanmıyor, konuyu 4 farklı boyutta ele alıyoruz: Bizim için birinci boyut cinsiyet çeşitliliği... Kadın istihdamı konusunda çalışmalar yapıyor, kadın çalışanlarımızla yaptığımız çalıştaylar sonucunda aldığımız geri bildirimleri değerlendiriyoruz. Bu geri bildirimlerden ilki esnek çalışma modelleriydi. Bosch olarak zaten çok uzun zamandır esnek çalışma modellerini uyguluyoruz ama doğumdan sonra çocuk 1 yaşına gelene kadar yarı zamanlı çalışmayı, kadın çalışanlarımıza bir hak olarak sunduk. Bu, gerçekten yenilikçi bir yaklaşım oldu ve çalışanlarımız tarafından çok olumlu karşıladı. Çeşitlilik konusunda bir başka boyutumuz da nesiller... Çok uzun zamandır bu kadar farklı jenerasyon bir arada bulunmamıştı. Artık Z kuşağı da iş dünyasına girmiş durumda. Bu çeşitliliğe izin vermemiz ve İK olarak uygulamalarımızda bu çeşitliliği sağlamamız gerekiyor. Örneğin yan haklar konusunda jenerasyonların istekleri çok farklı. Bu nedenle biz de esnek yan haklar paketini hayata geçirdik ve gerçekten çok yüksek bir katılım aldık. Memnuniyet de çok yüksek oldu. Öte yandan jenerasyonlar konusunda mentorluk çalışmalarımız da var. Uzun zamandır tersine mentorluk da uyguluyoruz. Örnek olması açısından en üst yöneticimizle başladık. Bunu devam ettiriyoruz. Bu sayede gençlere de şans tanımış oluyoruz; üst yöneticilere kendilerini tanıtıp, anlatabiliyorlar. Aynı zamanda kendilerine olan özgüvenleri artıyor, şirket içindeki ilişkiler kuvvetleniyor. Bu uygulamadan her anlamda çok olumlu sonuçlar elde ettik. Bizim için çeşitliliğin üçüncü boyutu ise kültürel çeşitlilik... Bu zaten, 150 ülkede faaliyet gösteren bir şirket olarak çok uzun zamandır değerlerimizin, iş yapış şeklimizin arasında... Ama burada da önemli olan, bu kültürler arası ilişkiyi yönetmek ve aynı zamanda uluslararası görevlendirmelerimizle de bunu desteklemek. Çeşitlilikte dördüncü boyut ise çalışma kültürü... Esnek modellerin yanı sıra merkez çalışanlarımıza ayda dört gün evden çalışma imkanı da veriyoruz. Bu uygulamamız da şirket içinde hem yöneticilerimiz hem çalışanlarımız tarafından çok kabul gördü”. Çünkü ne kadar açık olursanız, o kadar güvenilir olarak algılanıyorsunuz. Öte yandan iç iletişim kısmında ise, sık sık iç müşterimiz ile çalıştaylar yaparak ihtiyacı alıyoruz. İK’nın hiçbir zaman diğer birimlerden kopmaması çok önemli. Sonuç olarak kaynağımız insan ve insan için buradayız. Odak noktamız bu. Burada tabii yönetim ile de çalışanlarımız ile de işbirliği yapıyoruz. Bu dengeyi çok iyi kurmak lazım. Çalışanların tansiyonunu sürekli ölçebilmek konusunda aktif olmalıyız. HR Business Partner yapısı sayesinde arkadaşlarımız birimlerin toplantılarına katılıyor. Outdoor eğitimlerine gidiyorlar. Böylelikle birimle iç içe bir tavır sergileniyor. Her daim 14/ HRDERGİ -KASIM 2015 nabız tutmaya çalışıyoruz. Tüm süreçlerimiz, performans değerlendirme dahil, tüm ayrıntıları ile çalışanlarımızla paylaşılıyor. Son olarak uluslararası görevlendirmeler konusundaki gelişmeleri de dinlemek isteriz. Türkiye olarak Bosch dünyası içinde çok olgun bir ülkeyiz. 15 bin çalışanımız ile de Almanya’dan sonra Avrupa’daki ikinci büyük ülke konumundayız. Merkezimiz Almanya’ya ihraç ettiğimiz çok yöneticimiz de var. Son 5 senede Türkiye’den 500 çalışanımızı uluslararası görevlere yolladık. Bu bizim gurur duyduğumuz bir iş yapış şekli... “TÜRKİYE, BİR YETKİNLİK MERKEZİ OLACAK, İK OLARAK HAZIRLANMAMIZ GEREKİYOR” Gelecekte İK cephesinde hangi konu başlıklarının öne çıkacağını düşünüyorsunuz? Bence nesilleri konuşmaya devam edeceğiz; özellikle Z nesli daha çok gündemimizde olacak. Kuşaklarla ilgili çalışmalar yapmaya, kuşakları göz önüne alarak İnsan Kaynakları uygulamaları sunmaya devam edeceğiz. Örneğin, esnek yan haklar dediğimizde bile yine kuşakları analiz edip dinlememiz ve ona göre bir şeyler sunuyor olmamız gerekecek. Kariyer yönetimi de çok farklı olacak. Öte yandan mobilitenin gündemdeki yerinin de artacağına inanıyorum. Artık birçok uluslararası şirket, özellikle Ortadoğu çalışmaları için merkez olarak Türkiye’yi seçiyor ve buradan hizmet veriliyor. Türkiye olarak yetkinlik merkezi olmamız ve buradan diğer ülkelere, şirketlerin bağlı olduğu diğer lokasyonlara hizmetin sunuluyor olması, İK için bir mücadele alanı olacak. Türkiye’yi biliyoruz ama farklı bölgeleri öğrenmemiz, oralarda uzun zamandır var olan şirketlerden benchmark almamız ve dersimizi çalışmamız gerekiyor. 2. İK’da Marka & Pazarlama Yönetimİ Zirvesi (HR Marketing) 3 Aralık 2015 İstanbul Marriott Hotel Asia Resmi Sponsor Advertorial Sizin zirveniz hangisi? İster dağcılıkta olsun, ister kurumsal hayatta kariyer, hepimiz erişilmesi zor olan zirvelere çıkmak istemiyor muyuz? Onun içindir ki herkes, özellikle de Y kuşağı eğitim-gelişim imkanlarına bu kadar önem veriyor. Kimimiz Everest’i, kimimiz Kilimanjaro’yu, kimimiz Mont Blanc’ı hedefliyor. Her ne kadar hedeflediğimiz zirveler farklı olsa da, zirvelerimize ulaşmak için önce kendimizi tanımamız, kendi zirvemizi tanımlamamız, sonra teorik bilgileri öğrenmemiz, onları işimizde uygulayabileceğimiz alanlar yaratmamız ve sürekli gelişim ilkesini benimsememiz gerekiyor. Finansbank olarak sunduğumuz gelişim imkanları ile çalışanlarımızın “Sizin Zirveniz Hangisi?” sorusunun yanıtını bulmasını sağlıyor ve zirveye giden yolda kendilerine destek oluyoruz. Hakan Alp Finansbank İK Genel Müdür Yardımcısı Modern dağcılığın 1786’da ortaya çıkma nedeni nedir; biliyor musunuz? Erişilmesi zor olan zirvelere çıkma arzusu... O yıla kadar yapılan askeri ve bilimsel tırmanışlardan farklı olarak Balmat ve Paccard, zirveye ulaşmak amacıyla 4 bin 807 metre uzunluğundaki Mont Blanc Dağı’na tırmandılar ve bu tarihten sonra, zirveye ulaşmanın kendisi bir amaç haline geldi; modern dağcılık gelişmeye başladı. Zirveye ulaşmak kolay değildir; emek, eğitim ve yatırım gerektirir. İlk önce teorik eğitimler alınır; sonra bu bilgilerin pratiğe dökülebileceği eğitimler... Devamında ise lider tırmanışın eğitimi alınarak topluluk halinde tır- 16/ HRDERGİ -KASIM 2015 manışlara geçilir. Pratik yaptıkça tecrübenin oluşacağı unutulmamalıdır. İster dağcılıkta olsun, ister kurumsal hayatta kariyer, hepimiz erişilmesi zor olan zirvelere çıkmak istemiyor muyuz? Onun içindir ki herkes, özellikle de Y kuşağı eğitim-gelişim imkanlarına bu kadar önem veriyor. Kimimiz Everest’i, kimimiz Kilimanjaro’yu, kimimiz Mont Blanc’ı hedefliyor. Her ne kadar hedeflediğimiz zirveler farklı olsa da, zirvelerimize ulaşmak için yapmamız gereken şeyler çok benzer. Önce kendimizi tanımamız, kendi zirvemizi tanımlamamız, sonra teorik bilgileri öğrenmemiz, onları işimizde uygulayabileceğimiz alanlar yaratmamız ve sürekli gelişim ilkesini benimsememiz gerekiyor. Kariyerimizde ilerledikçe, farklı bakış açıları kazanımına ve liderlik gelişimine yönelik eğitimler de, zirvemize ulaşmamızda bize destek olacak temel faktörleri oluşturur. Bunlar için, çalışanların kendi gelişimlerine yatırım yapmasından öte, kurumların çalışanların gelişimleri için gerekli altyapıları oluşturmaları gerekiyor. Bu sayede çalışanların zirveye ulaşmalarının ötesinde, kurumun da kendi zirvesine ulaşması mümkün olur. Finansbank olarak bu düşünceden hareketle çalışanlara, kariyer yolculuklarını oluşturabilmeleri ve zirvelerine ulaşabilmeleri için Kariyer Mimarisi ile destek oluyoruz. İnsan Kaynakları alanında dünyanın en önemli kuruluşlarından olan ATD’den Excellence in Practice ödülünü bu yıl Türkiye’ye ödül getiren tek kurum olmamız da bizim kendi zirvemize ulaşmamızda önemli bir adım oluyor. Bu kapsamda Şube, Genel Müdürlük ve Alternatif Satış Kanalları çalışanlarının ihtiyaç ve beklentilerine göre ayrı kurgulanan gelişim programları sayesinde, zirveye giden yolda çalışanların yanında yer alıyoruz. Çalışanları Finansbank’ta kariyerlerine başladıkları ilk günden itibaren başlangıç programlarına dahil ediyor, sonrasında farklı uzmanlık seviyelerine göre şekillendirilen eğitimlerle gelişim yolculuklarına devam etme imkanı sunuyoruz. Şube çalışanları için, satış ve operasyon birimleri arasında geçişler yaparak zirve yolunda ilerlemeyi sağlayan program, Alternatif Satış Kanalları ekibinde çalışanlar için hem şube tarafına geçebilme, hem de alternatif satış kanallarında ilerleyebilme imkanı sunuyor. Genel Müdürlük tarafında ise bankacılığı her yönüyle öğrenerek kariyere devam etme konusunda önemli fırsatlar sunuyor. Ücretsiz MBA imkanı! MT (Management Trainee) ve Müfettiş Yardımcısı olarak kariyerine başlayan çalışanlarımızın gelişim programları, Koç Üniversitesi MBA programından dersler içeriyor ve bu eğitim programının ardından çalışanlarımız, istemeleri ve kriterlerinin uygun olması du- rumunda almış oldukları derslerden muaf tutularak ücretsiz MBA yapabilme şansına sahip oluyor. Bankanın çeşitli birimlerinde, farklı pozisyonlarda görev alan çalışanlara ise belli kriterler doğrultusunda yine Türkiye’nin önde gelen üniversitelerinde ücretsiz MBA imkanı sunuyor, bu sayede kendi zirvelerine ulaşmalarına destek oluyoruz. Ulusal - uluslararası sertifika sınavları ve konferanslar! Çalışanlara zirveye giden yolda destek olacak, ülke ve dünya çapında bilinen önemli sertifikaları almaları için tüm imkanları sağlıyor; hazırlık eğitimlerinden sınavlara ve son- Yurtiçi –yurtdışı işbirlikleri ile oluşturulan sertifika programları! Genel Müdürlük birimlerine yönelik, yurtiçi ve yurtdışı işbirlikleri ile birimler özelinde uzun soluklu sertifika programları hazırlıyoruz. Birimler içerisinde de deneyim seviyesine göre farklılık gösteren yapı sayesinde, her unvandaki çalışana ihtiyaç duyduğu mesleki bilgiyi ve vizyoner bakış açısını kazandırmayı hedefliyoruz. Bir seviyedeki eğitimlerin tamamlanmasının ardından çalışanların bir üst seviyedeki sertifika programına devam etmesi ile gelişimlerinin devam etmesini sağlıyoruz. Çalışanlar her seviyeden sonra ilgili üniversitenin sertifikalarını alarak, kariyerine bir artı daha katmış oluyor. Sertifika programlarında Bilgi Üniversitesi, Özyeğin Üniversitesi, Manchester Business School, Michigan State Üniversitesi, Vienna Üniversitesi ve Moody’s gibi kuruluşlarla işbirliği yapıyor, çalışanların akademik bilgi ile pratikteki uygulamaları en etkili şekilde deneyimlemelerini sağlıyoruz. Krediler Sertifika Programı Lansmanı, Genel Müdür Yardımcısı Filiz Sonat’ın açılış konuşması rasındaki sertifika yenileme eğitimlerine tüm masrafları karşılıyoruz. Certified Internal Auditor (CIA), Sermaye Piyasası Lisanslama Sınavı (SPL), Chartered Financial Analyst (CFA) gibi ulusal ve uluslararası sertifikalar, bunlardan bazılarını oluşturuyor. Çalışanların, uzmanlıklarına yönelik teknik konulardan, liderlik yetkinliklerine kadar yurtiçi ve yurtdışı konferanslara da katılmalarını teşvik ediyor; zirvelerine ulaşmaları için destek oluyoruz. Sonuç: Yüzde 80’in üzerinde, ihtiyaçları banka içerisinden karşılama oranı Çalışanların zirvelerine ulaşmaları amacıyla sunduğumuz kapsamlı gelişim programlarının bir yansıması olarak, Finansbank’ın zirvesini kurum içerisinde yetişen çalışanlarla besliyor; yetkili ve üzeri unvanlardaki ihtiyaçların yüzde 80’inden fazlasını banka içerisinden karşılıyoruz. Sunduğumuz gelişim imkanları ile çalışanların “Sizin Zirveniz Hangisi?” sorusunun yanıtını bulmasını sağlıyor ve zirveye giden yolda kendilerine destek oluyoruz. 2015 MT Programı katılımcıları kasım 2015 - HRDERGİ | 17 Toplantılarımızı tazeleme zamanı geldi! Bilgi paylaşmak için kendinizi bir odaya kapatmak zorunda değilsiniz... Melissa Borris, MA İş dünyasındaki en hatalı cümlelerden biri, “Bilgi paylaşımımız var, düzenli olarak toplantı yapıyoruz”dur. Deneyimlerime dayanarak bu tür grup toplantılarının ender olarak bilgi paylaşımı yarattığını söyleyebilirim. Elbette kontrol edilebilen bir ajanda ve münakaşaların gerekli olduğu zamanlar vardır. Yine de bu yaklaşım aşırı derecede kullanılır. Gerçek olan yaratıcılık ve eğlenceyi planlayamayacağınızdır. Bunlara doğru ortamda ulaşılır ve teşvik edilir. Toplantılarınızı tazelemenin; beyin fırtınaları yapmaktan enerjik hafta sonu aktivitelere düzenlemeye kadar pek çok farklı yolu vardır. Mis gibi kokan bir sabah kahvesi eşliğinde açık havada yapılan bir sohbet ortamında düşüncelerinizi zihninizde tartmak, öyküler anlatmak mükemmeldir. Bu tür buluşmalar sadece dünya hakkında yeni duyular edinmemizi sağlamaz; toplu hareket etme, topluluk olma bilincini de yaratır. Benzer bağlantılar ve paylaşımlar, insanoğlunun güven bulmak için ilk kez mağaralara sığındığı günden beri medeniyetlerin temel taşı olmuştur. Benzer şekilde iş dünyasında da insanlar, ortak hedef ve bağlantıları olan kişilerle bağlantı kurmak ister. Pek çok durumda bağlantı kurmayı seçtiğimiz kişileri ağırlıklı olarak iş fonksiyonu, lokasyon ya da görev gibi faktörler belirler. Bunların yanı sıra kişilerin ideolojini, endişelerini ve hareketlerini keşfetmek için bir araya geldiği disiplin grupları da vardır. Bu tür paylaşımlar toplantılardan diyaloglara kadar pek çok farklı şekilde gerçekleşebilir. Bunların arasında web tabanlı sohbet odaları ve sektör liderlerinin her ay bir araya gelecek senaryolarını paylaştığı resmi toplantılar da yer alır. Akıl dağıtılmadan, daha şeffaf ve açık ortamlarda su yüzüne çıkabilecek büyük fikirler harcanmış olabilir. İnsanlardan her fırsatta öyküleri ve gözlemlerini paylaşmalarını isteyin. Böylece derinlerde gizlenen bakış açıları ortaya çıkabilir. Bazı şirketler bilgi yönetimini performans sistemlerine dahil eder. Yapmanız gereken bilgi oyununu kazanmak konusunda ciddi olduğunuz mesajını vermektir. İş dünyası olarak artık yeni siber-uzay çağında yaşıyor. Bir sohbet grubuna katılmak için online ya da kablosuz internet bağlantılarından yararlanabilir, sohbet odalarına girebilir ya da kendi sohbetinizi yaratabilirsiniz. Elbette tüm bunlar, eski telefon konferans tekniklerinin bir yana bırakılması anlamına gelmez. Eğer şanslıysak katıldığımız ya da yarattığımız kahve toplantıları, karşı karşıya kaldığımız güçlüklerin üstesinden gelmek konusunda bizlere yardımcı olabilir. Ancak iş dünyası her zaman sağlıklı dinamikler ile kutsanmaz. Aslında günün çoğu aşırı kontrol, komuta ve istifçilikle geçer. Bu da yavaş yanıtları, zayıf öğrenmeyi ve esnek olamama durumunu beraberinde getirir. Liderlerin başarılı olabilmesi için, bağlantıları ve bilgi akışını desteklemesi şarttır. Bu, ister bir bakanlığın önemli bir alan konusundaki son araştırmaları paylaşması ister yıllık bilgi paylaşımı toplantısının ev sahipliği olsun bağlantılarımızı ve know – how’ımızı kullanmak konusunda yenilikçi ve yaratıcı olmamız gerekir. Dijital çağın; işbirliği, network ve paylaşım konusunda sayısız fırsatlar sağladığını söylemeye gerek bile yok. Ancak yine de bu fırsatlar doğru bakış açısı ile değerlendirilmezse bunların da başarısız olma ihtimali vardır. İnsanların kararlılığına, zamanına ve arzusuna sahip olduğumuzu asla varsayamayız. Uzun süreli başarıyı garanti altına alabilmek için ilişki kurmak amacıyla doğru motivasyon ve sistemleri garanti altına alabilmek için çok çalışmamız gerekir. Know–how’ımızı geliştirmek konusundaki en önemli faktör güvenli alanlar yaratma kapasitemizdir. Bana göre güvenli alan yaratmak günümüzün iş dünyasındaki tüm yönetici ve koçların sahip olması gereken en önemli beceri haline geldi. Bu beceri; insanların önemli konular hakkında açık ve dürüst iletişim kurması için zaman ve yer yaratmakla ilgilidir. • Güvenli alan yaratmak konusunda başarılı olmak için, ilk önce insanların gerçekten tutkulu oldukları konuları keşfetmelerine yardım etmeniz gerekir. • Bu da hiyerarşi, ego ve statüler bir yana bırakılarak yapılmalıdır. • Kişiler hem gerginlik ve hayallerini paylaşmak hem de çözülmeyen konuları keşfetmek konusunda güvenli hissetmelidir. • Şirket dünyaya bakış açısını genişletmeye hazır ve bilinmeyen konuşulmayanların keşfedilmesi konusunda anlayışlı olmalıdır. • Her sohbetin sağlıklı bir paylaşım ve yansıtma ortamı yaratacağını güvence altına almaya hazır olunmalıdır. Güvenli alanlar yaratmayı güç kılan, iş dünyasının doğası gereği politik oluşudur. İş dünyasındaki politikalar zaman zaman başarılı olmaya yardımcı olur, ancak kimi zaman insanların sınırları korumaya daha çok zaman harcamasına neden olarak tam tersi sonuçları beraberinde getirebilir. Politik işbirliği fırsatını artıracak davranışlar şöyle sıralanabilir: 1. Ortak bir nokta bulduğunuzu varsaymayın; paylaşılan bir amaç bulana kadar sıkı çalışın. 2. İnsanların ne düşündüklerini söylemesini teşvik edin. 3. Akıcı spontane fikir alışverişini destekleyin. 4. İnsanlara, herşeyi bildiklerini düşünüyorlarsa kendilerini kandırdıklarını hatırlatın. 5. İnsanların önemli karar alma süreçlerine dahil olduklarından emin olun. 6. İnsanları düzenli olarak emekleri nedeniyle ödüllendirin ve onlara teşekkür edin. Bilgiyi yaşayan ve dinamik bir süreç olarak görün. Böylece başarılı olmak için gerekli olan zihniyete sahip olabilirsiniz. İşbirliği, kişilerin büyük fikirler ya da zorluklara şevkle ilgi duymasını gerekli kılar. Bu nedenle yeni ilişkiler ve diyaloglar başlatmadan önce ortak bir anlaşma zemini hazırlanması gerekir. Net bir odak noktası ve motivasyon olmadan emekleriniz boşa çıkabilir. “Bu benim ne işime yarayacak?” sorusu net bir şekilde anlaşılmalı ve açıklanmalıdır. Bu hazırlığı yaparak roller, ekip süreçleri ve liderlik gibi konularda daha kolayca anlaşmaya varabilirsiniz. İnsanlara destek, izin ve eğitim verilmesi fark yaratıyor. Zorlu durumlarda, gerçek bir değişim gözlemlenmeden önce insanlar bir performans gelişim planına ihtiyaç duyuyor. Yine de pek çok durumda gelişim sürecine olumlu bir şekilde yaklaşılırsa sonuç başarılı oluyor. Pratik bir seviyede bu, aşağıdaki tavırları içerebilir: 1. İsteklerinizi basit tutun. 2. Paylaşımın neden önemli olduğu konusunda açık olun. 3. Güvenli ve kolay sohbetlerle başlayın, daha sonra hassas ve zorlu olanlara geçin. 4. Sonuç ne olursa olsun kişilere katkıları için teşekkür edin. Güvenli alan yaratmanın kesin faydası engin düşünmenin yolunu açmasıdır. Kendi dünyamız içinde rahatça oturmak felaketin reçetesini oluşturur. kasım 2015 - HRDERGİ | 19 Advertorial “Pozitif Beslenen” çalışanın mutluluğu ve motivasyonu artıyor, şirketler kazanıyor... “Çalışan mutluluğu”nu, İK çalışmalarının merkezine alan üç yönetici... Çalışanların, vaktinin büyük bölümünü geçirdiği yerde ne kadar mutlu, ne kadar konforlu olursa oraya aidiyetinin o kadar yükseleceğini bilen üç İK profesyoneli... Ve ortak bir yönleri daha olan üç yönetici: Onlar, Corporate Wellness bilincinin artması için çalışmalar yapan Pozitif Beslenme ile çalışıyor ve çarpıcı sonuçlar alıyorlar. Bu yöneticileri tanımak ve sağlıklı çalışma hayatı konusundaki projelerinin çıktılarını öğrenmek üzere teybimizi onlara uzattık ama önce, Pozitif Beslenme’nin kurucusu Diyetisyen Tuğçe Altan Bahçe ile şirketlerle sürdürdükleri projelerin yapısını ve önümüzdeki dönem hedeflerini konuştuk. Pozitif Beslenme olarak çalıştığınız şirketlerle sürdürdüğünüz projelerin yapısından bahseder misiniz? Çalıştığımız şirketlerle ortak projelerimizde “Corporate Wellness” (sağlıklı çalışma hayatı) bilincinin artması için çalışan bireyin kilo yönetiminin sağlanması, beslenme eğitimleri ile sağlıklı beslenme davranışının şirket içinde kazanılması ve sağlık risklerini azaltılması için ihtiyaçlarına uygun hizmet veriyoruz. Kurumsal diyetisyenlik hizmetimiz ile sürdürdüğümüz projelerimizde şirketin çalışma yapısına uygun olarak planlanarak haftalık, 2 haftalık ve aylık takip sistemi ile hizmet verimlilik ilk önceliğimiz... Tuğçe Altan Bahçe – Pozitif Beslenme Bu nedenle projeyi sürdürdüğümüz her şirketin yapısına uygun olarak aylık ve 3 aylık analiz sistemimiz ile yaptığımız projenin takip içeriğini rapor olarak iletiyoruz. Ekip olarak projelerimizde edindiğimiz tec- 20/ HRDERGİ -KASIM 2015 rübe ve sağlıklı beslenme davranışının kazanılması için uygun sıklıkta yaptığımız grup içi motivasyon eğitimlerimiz ile sağlıklı beslenme & sağlıklı yaşam bilgisinin şirket içinde arttığını görüyoruz. Çalışan sağlığını artırmak için yeni dönem planlarınız neler? Çalışma alanının AR-GE’sini yaparak çevresel etkenleri olumlu değiştirmek için yeni dönemi planlıyoruz. Bu nedenle de hızlı ve yoğun çalışma hayatının getirdiği hazır beslenme alışkanlığını sağlıklı hale getirmek, grup içi iletişimi artırmak için profesyonel mutfakta gerçekleştirdiğimiz ‘Sağlıklı Mutfak Workshop’ını projelerimiz arasına ekledik. Eğitim programlarımızı geliştirerek her şirket için uygun proje planlayarak ve yeni hizmetler ile çalışma hayatında sağlıklı beslenme bilincinin artmasını sağlayacağız. Güzide Ulufer – Koçfinans İK Müdürü Ayşegül Kırnapçi Bayram – Callus İK Direktörü Oya Ertekin – Tanı Kurumsal Gelişim Direktörü “Çalışanlarımızın sağlıklı yaşam konusunda bilinçlenmesi, motivasyonlarını artırdı, iş ve özel hayatlarına pozitif yansıdı” “Sadece diyet listesi yazmaktan ziyade, beslenme koçluğu formatında ilerledik; yüzde 70 katılım yakaladık” “Ölçülebilir sonuçlar, çalışan memnuniyetine katkı ve alınan takdirler...” Kısaca kendinizden bahseder misiniz? Kısaca kendinizden bahseder misiniz? Bize kısaca kendinizden söz eder misiniz? Marmara ve Yeditepe Üniversitesi’nde sırası ile lisans, yüksek lisans ve MBA eğitimlerini; Boğaziçi Üniversitesi’nde İnsan Kaynakları ve Adler’de Profesyonel Koçluk programlarını tamamladım. Uludağ Üniversitesi İktisat Bölümü’nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi’nde İK Yönetimi üzerine yüksek lisans yaptım. 2001'de Finans Leasing’de İK Uzmanı olarak başladım. 2002-2005 yıllarında G2M Dağıtım Pazarlama’da İK Sorumlusu olarak görev yaptım. Callus’a geçişim öncesinde, beş yıl Koç Sistem’de İK Uzmanı olarak görev aldım. Yaklaşık 26 yıldır Koç Topluluğu’nda çalışıyorum. Son 5 yıldır Tanı'da Kurumsal Gelişim Direktörü olarak görev yapıyorum. Direktörlüğün sorumluluğunda İK fonksiyonu ve Koç Topluluğu Çalışan Sadakat Programı KoçAilem Programı yönetimi bulunuyor. Callus İK için kurumsal diyetisyenlik hizmetinin nasıl bir önemi var? Koç Topluluğu’nda insan kaynağı odak noktada yer alır. Çalışanın memnuniyeti ve gelişimi yönetimin temel amaçlarındandır. Tanı olarak, mutlu çalışanın verimliliğinin ve adanmışlığının yüksek olduğunu düşünüyor, çalışan yönetimi politikalarımıza bu gözle bakıyoruz. Bir çalışan yıl içerisinde yaklaşık 2 bin saatini iş yerinde geçirir. Kişi bu kadar büyük zamanını geçirdiği yerde ne kadar mutlu, konforlu olursa oraya o kadar ait olur. Bu da demektir ki klasik yaklaşımların dışına çıkarak birçok hizmeti çalışanınızın ayağına getirmeniz ve yaşam kalitesine katkı sağlamanız gerekir. Yönetim olarak çalışanlarımızın işyerinde mutlu olmalarını sağlamak için birçok aktiviteye imza atmaktayız. İşte bu çalışan odaklı yaklaşım ışığında Pozitif Beslenme ile tanıştık. İşe öncelikle “Sağlıklı Beslenme ve Kilo Kontrolü” semineriyle başladık. Diyetisyen hizmetini Nisan başında hayata geçirdik. Çalışanlarımıza duyurduğumuz anda ilk günün randevuları doldu. Yapı ve Kredi Bankası'nda başladığım iş hayatına, Koçfinans'ta devam ettim. Bugüne kadar, Koçfinans bünyesinde İnsan Kaynakları alanında farklı pozisyonlarda görev yaptım. Koçfinans, çalışan sağlığını korumak için pozitif beslenme programını nasıl oluşturdu? Koçfinans olarak, 2013 yılında yeni bir kurum kültürü yaratmak üzere bir dönüşüm programı başlattık. Bu dönüşüm yolculuğunun önemli bir durağı olan ve Koçfinans'ın 20. yılını kutladığımız 2015 yılında, çalışanlarımızın mutluluğunu artırmaya yönelik farklı ve keyifli projeler geliştirmeyi hedefledik. Pozitif beslenme programı ile tanıştığımızda, çalışanlarımızın ve ailelerinin mutluluğuna katkıda bulunacak çok özel bir motivasyon aracı olduğunu düşündük. Tuğçe Hanım’ın pozitif beslenme eğitimi çalışanlarımızı heyecanlandırdı ve programa katılım sağlamalarına neden oldu. Diyetisyenlik hizmetinin şirketiniz üzerindeki etkileri ve değişimleri nelerdir? Çalışanlarımızdan oldukça olumlu geri bildirimler alıyoruz, uygulama başladıktan sonra yayılmaya devam etti. Sağlıklı yaşam gündemleri şirketimizde çalışanlar arasında keyifli bir sohbet konusu haline geldi. Çalışanlarımızın sağlıklı yaşam konusunda bilinçlenmeleri, mutluluk ve motivasyonlarını arttırarak iş ve özel hayatlarına pozitif yansıdı. Şirketimizin temel değerleri arasında yer alan, “çalışan mutluluğunun sağlanması” İK alanında yaptığımız tüm çalışmalar için temel felsefemiz... Sağlık seminerlerimizde en çok karşılaştığımız sorular, sağlıklı beslenme ve sağlıklı yaşam üzerineydi. Sağlıklı beslenme üzerine yapılan çalışmaları inceledik ve yolumuz Pozitif Beslenme ekibi ile kesişti. Callus çalışanlarının, kişiye özel beslenme programlarıyla sağlıklı bir beslenme planını alışkanlık haline getirmelerini hedefledik. Beslenme üzerine verilecek eğitimler ve birebir görüşme seanslarını planladık. Sadece diyet listesi yazmaktan ziyade beslenme koçluğu formatında kurguladık. Her kademeden çalışanın yoğun ilgisi ile karşılaştık. Genel müdürümüz de programa dahil oldu ve oldukça istikrarlı bir takip metodu izledi. Destek birimlerimizde yüzde 70 oranında katılım başarısı yakalandı. Lokasyonlarımızda birebir görüşmeler için ayrı bir oda düzenledik ve randevu frekanslarını yüksek tuttuk. Önümüzdeki dönemde, aynı hizmeti Konya lokasyonumuzda da başlatmayı hedefliyoruz. Eğitimlerin çalışanlarınız üzerinde nasıl etkileri oldu? Birebir beslenme koçluğu ile desteklenen beslenme eğitimlerinin daha başarılı olduğunu gözlemledik. Kilo verme performanslarını, yeme alışkanlıklarını öğrenen çalışanlarımızın çok daha ilgi ve dikkatle eğitimlere katıldıklarını düşünüyoruz. Projede nelere dikkat ettiniz? Sonuçları değerlendirir misiniz? Böyle bir hizmeti kişiye iş yeri ortamında sunuyor olmak büyük avantaj. Hizmetin katkıları net; sağlıklı beslenme yaklaşımıyla ayda iki kez buluşuyoruz, işin uzmanından bilgileri yüz yüze alıyor, kilo veriyor, doğru besleniyor, motive oluyoruz. Firmadan düzenli olarak gelen aylık raporlamalarla hizmetin sonuçlarını ve katılımı ölçümlüyoruz. Ölçülebilir ve gözle görülebilir sonuçlar ve alınan takdirler de işin cabası oluyor. Kurumsal beslenme hizmetinin çalışan memnuniyeti üzerinde katkısı da yüksek oluyor. VİKO, 2014 yılından bu yana dünya teknoloji devi Panasonic’e bağlı olarak faaliyetlerini yürüten bir kuruluş. Peki, artık global bir markaya bağlanmakla gelen bu önemli değişim İK’ya nasıl yansıdı? Bundan sonra VİKO’da hangi konu başlıkları ön plana çıkıyor? Yenilikçiliğin çok önemli olduğu kurumda VİFikrim Var ve İNNOVİKO adlı projelerin nasıl çıktıları oldu? Biz sorduk, VİKO by Panasonic İnsan Kaynakları ve Kurumsal Gelişim Direktörü Mutlu Kutlu yanıtladı. “VİKO’nun DNA’sına yenilikçiliği yerleştirmeyi hedefliyor, bunu ancak bağlı çalışanlarla sağlayacağımızı biliyoruz" Şirket olarak, yakın zamanda bir birleşme yaşadığınızı biliyoruz. Bu sürecin ayrıntılarına geçmeden önce, bize kısaca VİKO’yu anlatır mısınız? VİKO, geçmişi 1966'ya dayanan; bugünkü temelleri ise 1980'de atılan bir şirket... Türkiye’de anahtar priz ürün grubunda yüzde 50 pazar payına sahibiz. Anahtar priz sigorta kutuları, aksesuarlar, sayaçlar, bina otomasyon sistemlerinin de aralarında bulunduğu 7 ana ürün gamımız var. 70’in üzerinde ülkeye ihracat yapıyoruz. Yaklaşık üçte ikisi mavi yakalı olmak üzere 800 çalışanımız var. Panasonic’e bağlandıktan sonra ortaya çıkan en kritik olan konu neydi? Bizim için en kritik olan konu Panasonic’in de insan odaklı olmasıydı. Bu, bizim için büyük 22/ HRDERGİ -KASIM 2015 bir avantajdı çünkü VİKO’da da üst yönetimin insan odaklı bakış açısı, her zaman süreçlerimize yansıyordu. İnsan ve kalite kavramları daima önceliğimiz oldu. Özellikle değişimi yönetmenin çok kolay olmadığı şirket birleşmelerinde, bu insan odaklı yönetim felsefesi ve bu anlamda her iki şirketin de değerlerinin örtüşmesi bizim için büyük bir avantaj oldu. Değişimin insan kaynağı ile ilgili olan kısmı nasıl yönetildi? Çalışanlarımızı bu değişime hazırlayabilmek için CEO’muzun liderliğinde bir proje ekibi kuruldu. Ben o dönemde İK’da değildim ama bu ekibin içinde yer aldım. Hedeflerin yayılımını yavaş yavaş tüm organizasyonumuzda hissedilecek şekilde gerçekleştirdik. Çalışanlarımız ihtiyacın kaynağını anladı ve Panasonic’e bağlanmamızın pozitif bir sonuç olduğunu benimsediler. Planımız doğrultusunda ve yine CEO’muzun liderliğinde, şeffaf bir iletişim dilini tercih ederek çalışanlarımızı net mesajlarla bilgilendirmeye devam ettik. Bu konu çok kritikti çünkü bu bilgilendirmenin yeterince açık olmadığı hallerde çalışanlar süreçten endişe duyabiliyor. Pek çok şirket birleşmesinde çalışanların bu belirsizlik sebebiyle kaybedildiğini biliyoruz. Bizim, bunu iyi yönettiğimizi düşünüyorum. Tüm bunlar İK’ya nasıl yansıdı? İK cephesinde değişim süreci devam ediyor. Çünkü iş yapma şeklimiz değişiyor. Panasonic Grubu’nun İK süreç ve sistemleri ile VİKO’nunkileri entegre etmeye çalışıyoruz. Ancak burada Panasonic Grubu’nun çok katı hareket etmemesi büyük avantaj. Onlar da Türk kültürüne göre sistem kurmanın önemli olduğunun farkındalar. Dolayısıyla şu anda onların sistemlerini anlayarak değerlendiriyor ve uygun olmayan kısımlar konusunda kendi sistemlerimizi koruyoruz. İK yapılanmamızda ise herhangi bir değişiklik olmadı. Geçmişte Stratejik Planlama ve Yönetim Sistemleri Direktörü olarak görev yapıyordum. 8 ay kadar önce ise mevcut görevime İnsan Kaynakları da eklenerek stratejik planlama, İnsan Kaynakları, yönetim sistemleri, idari işler ve kurumsal iletişim alt birimlerinin sorumluluğunu 30 kişilik ekibimle birlikte yürütmekteyim. VİKO çok hızlı büyüyen bir şirket. Bu büyüme önümüzdeki yıllarda da devam edecek. Ortalama yüzde 17 gibi bir büyüme hedefimiz var. Biz de İnsan Kaynakları olarak 3 yıllık hedefleri destekleyecek insan kaynağı yatırımlarına imza atacağız. Şu anda neler var gündeminizde? Yetenek yönetimi bizler için öncelikli konuların başında geliyor. İşveren markası yönetimi bu anlamda çok önemli. Potansiyel yetenekleri kendinize çekmek için yaklaşımlarınızın çok iyi olması lazım. Ancak bu yeterli değil: Yeteneklerin kurumda kalmasını sağlamak da çok kritik. Üstelik yetenekleri tutmak sadece İnsan Kaynakları departmanının görevi değil. Tüm liderlerin İnsan Kaynakları şapkalı olması ve güçlü bir liderlik anlayışı gerekiyor. Biz bu anlamda şanslıyız: Yönetim kurulu başkanımız da CEO’muz da insan odaklı sistemlerimizi destekliyor. Öte yandan, hali hazırda liderlik pozisyonlarına ulaşmış olan Y neslinin güçlü yönlerini alıp onlardan fayda sağlamak ve bunları zenginleştirmek çok önemli; bizim bakış açımız bu yönde. Bu nesil, teknolojiyi çok iyi kullanıyor. Bu nedenle İK sistem ve süreçlerinin biraz daha teknoloji odaklı olması hedeflerimizden biri... Çünkü aksi durumda Y neslinin bunları sahiplenmesi ve kullanması kolay olmuyor. Eğitim tasarımlarının da değişmesinin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Artık herkesin bir sınıfta toplanıp tek bir anlatıcıyı dinlediği eğitimler yerine; workshop şeklinde, uygulamalı eğitimlere geçmek gerektiğini biliyoruz. Çalışanlarımız tüm bölüm hedeflerini ve kendi yetkinliklerini biliyor. Dolayısıyla hedeflere ulaşmak için hangi davranışları sergilemesi gerektiğinin farkında oluyor ve bunun bilinciyle hareket ediyor. Y kuşağı için gelişim fırsatları çok önemli. Hazır söz buraya gelmişken, sizin eğitim ve gelişim konusunda nasıl bir yol izlediğinizi de dinlemek isteriz. Yeni nesil için tüm bunların yanı sıra işin içinde olmak, fikrini dile getirmek çok önemli. Bu noktadan yola çıkarak 2000 yılında, öneri sistemimiz olan “ViFikrim Var”ı hayata geçirdik. Bu sistem dahilinde çalışanlarımız her yıl 2000’e yakın fikir paylaşıyor; kişi başı ortalama 2 fikir alıyoruz. Bu tip sistemlerle, çalışanların fikirlerini değerlendirmek ve ödüllendirmek, onların katılımını sağlamak gerekiyor. Bizim eğitim sürecimizin birkaç girdisi var. Bunlardan biri stratejiler... Stratejilerimiz belirlendikten sonra bunlar doğrultusunda, gelecekte çalışanlarımızın ihtiyacı olan eğitimleri tespit ediyoruz. Anlayacağınız sadece bugünün ihtiyaçlarına odaklanmıyor; geleceği hedefliyoruz. Örneğin, Panasonic Grubu ile birleşmemiz 2014 yılının Mart ayında gerçekleşti ama biz çalışanlarımıza yönelik yabancı dil eğitimlerine 3 sene önce başlamıştık. Çünkü önümüzdeki stratejik planlama döneminde, bir yabancı şirketle birleşme planımız olduğunu biliyorduk ve çalışanlarımızı da buna hazırlamak gerekiyordu. Öte yandan hedef ve yetkinlik bazlı 360 derece performans değerlendirme sistemi kullanıyoruz. Bu sistemin çıktıları da eğitim sürecinin girdilerinden biri... Dolayısıyla orada ihtiyaçlar doğrultusunda planlanan kişisel gelişim eğitimlerimiz de var. Eğitimleri bu girdiler doğrultusunda planlayarak iletişime açmanın, katılımı artırdığına inanıyoruz. Geçen yıl 30 adam / saat eğitim verdik ve katılım oranlarımız yüzde 95’lere ulaştı. Y neslini odağınıza alarak hayata geçirdiğiniz başka çalışmalar oldu mu? Y neslinin belirsizlikleri sevmediğini unutmamak gerekiyor. Bizim nesil bunları biraz daha kolay kabul edebiliyordu ancak Y jenerasyonu önünü görmek istiyor. Dolayısıyla onlarla hedefleri, stratejileri paylaşmak ve en alta kadar indirgemek çok önemli. Biz bunu hayata geçirmeye gayret ediyoruz. 2014 yılının VİKO için bir önemi daha var: İnovasyon alanında verilen önemli ödüllerin sahibi oldunuz. Bu başarının ardında hangi faktörler var sizce? Bugün geldiğimiz noktada artık rekabette ürün kalitesinin tek başına yeterli olmadığını biliyoruz. Çünkü birçok sektörde birçok firma artık aynı kaliteyi yakalamış durumda. Ancak rekabette öne çıkabilmek için kritik iki faktör var: Birisi çeviklik, diğeri yenilikçilik... Bu noktadan hareket ederek 2011 yılında, “İNNOVİKO” adındaki inovasyon projemizi başlattık. Amacımız çalışanlarımızın yaratıcılıklarını artırmak ve yenilikçi düşünceye sahip olmalarını sağlamaktı. Projede 6 ay süren İNNOVİKO Sertifika Programı vardı. Tüm beyaz yakalı çalışanlarımız bu programdan geçti. Çünkü inovasyonu, VİKO’nun DNA’sına yerleştirmek istiyoruz. İnovatif düşüncenin sadece AR-GE ya da planlama departmanının değil, pazarlamadan finansa kadar tüm farklı alanlarda çalışan arkadaşlarımızda bulunmasını istiyoruz. Proje doğrultusunda pek çok yenilikçi fikir ortaya çıktı. Bu kültürü yaratma çabamız ise hala devam ediyor. Son olarak sizi de tanımak isteriz. Kariyerinizin dünden bugüne gelişimini bizlerle paylaşır mısınız? Elektrik bölümü mezunuyum. Meslek haya- kasım 2015 - HRDERGİ | 23 tıma yine sektörümüzde faaliyet gösteren bir kuruluşta staj yaparak başladım. Hatta bölümler arası rotasyon yaparken personel müdürlüğünde çalışmıştım. İK ile yollarımın ilk kez böyle kesiştiğini söyleyebilirim. Ardından Güral Elektrik’e girdim ve birçok bölümde çalıştım; kalite ile de orada tanıştım. Orada hem İK ile ilgili işleri yapıyor, hem de ISO 9000 sürecini yönetiyordum. Bu benim için büyük avantaj oldu. 2 yıl kadar burada çalıştıktan sonra askerliğin ardından kısa bir süre reklamcılık yaptım. Bu da benim için farklı bir deneyimdi. Ardından 2000 yılında yollarımız VİKO ile kesişti. 2015 yılına kadar aslında İK’nın müşterisi konumundaydım; ancak daha önce de İK ile hep iç içe çalışıyordum: VİKO, benim burada göreve başladığım 2000’li yılların başında toplam kalite yönetimi çalışmalarına başladı. 2003 yılında Ulusal Kalite Hareketi İyi Niyet Bildirgesi’ni imzaladık. 2005’te de sektörde ilk Ulusal Kalite Ödülü’nü aldık. 9 kriterden oluşan modelin içerisinde liderlik var, çalışanla ilgili sonuçlar var. Dolayısıyla İnsan Kaynakları hep hayatımdaydı, şimdi ise liderlik rolünü üstlenmiş bulunuyorum. “MOTİVASYON YÖNETİMİ UYGULAMALARIMIZ, YENİLİKÇİ ORTAMIN OLUŞMASI İÇİN ZEMİN OLUŞTURUYOR” Sohbetimiz sırasında sık sık inovasyon, yenilikçi düşünme gibi kavramlara vurgu yapan Mutlu Kutlu, “Çalışanın yenilikçi bir duruş sergileyebilmesi için bağlılığı olması gerekiyor” dedikten sonra ekliyor: “Gözlemlerimiz inovatif fikirlerin daha çok bağlı çalışanlardan çıktığını gösteriyor. Kafasında hep iş olan kişi, yaratıcı olabilir. İşe tutkuyla bağlı olmak inovasyonu getiriyor. Huzurlu bir ortam da bu konuda çok önemli. Bizim motivasyon yönetimi uygulamalarımız, bu yenilikçi ortamın oluşması için bir zemin oluşturuyor”. Motive çalışanların işini sahiplendiğine işaret eden Kutlu, bu konuda pek çok uygulamaları olduğunu; bunlarda sürekli iyileştirmeye gittiklerini ve çalışanlara beklentileri ötesinde bir şeyler sunmaya çalıştıklarını dile getiriyor. Dilerseniz bunlara kısaca göz atalım: • Sağlıklı Yaşam Projesi dahilinde diyetisyenlik hizmeti ve diyet mönüsü sunuluyor. Tesis içinde bir spor kompleksi ve halı saha mevcut. Sağlıklı yaşam konusunda seminerler ve futbol turnuvaları düzenleniyor. Geçtiğimiz yıl 33 çalışan toplam 220 kilo verdi. • Eylül – Mayıs ayları arasında açık olan hobi bahçesinde çalışanlar kendilerine ayrılan alanlarda hem toprakla uğraşıyor hem de stres atıyor. • VİKO binasına, geçen yıl WWF tarafından Yeşil Ofis sertifikası verildi. Mutlu, tesisin dünyadaki en iyi 3 tesis arasında gösterildiğini belirtiyor. • Çalışanlar yıllık izin dönüşü kırmızı halı ve bando ile karşılanıyor. İş adaptasyonunu kolaylaştırmak amacıyla bahçede hep birlikte kahvaltı yapılıyor. • VİKO, sadece çalışanlarının değil onların çocuklarının da kalbine dokunuyor. Çalışanların çocukları yaz okulunda hocalar eşliğinde spor yapıyor, kitap okuma günleri düzenleniyor. İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası’nda çocuklara yönelik resim yarışması gerçekleştiriliyor. • VİKO bünyesinde pek çok sosyal sorumluluk projesi gerçekleştiriliyor. “Aydınlık bir gelecek için okullarda enerji verimliliği” projesi bünyesinde çocuk tiyatrosu, her gün ilköğretim okullarında enerji verimliliği ile ilgili tiyatro gösterisi yapıyor. Şu ana kadar 300 bin öğrenciye ulaşıldığını belirten Mutlu; “Hedefimiz 1 milyon öğrenci” diyor. “Aydınlık Geleceğe Destek, Meslek Eğitimine Destek” projesi bünyesinde ise iki yılda bir, belirlenen bir meslek lisesine elektrik laboratuvarı yapılıyor. Çalışanlar meslek lisesi öğrencilerine koçluk yapıyor. Bunun dışında “Yerel Kalkınma Projesi” aracılığıyla da bölgedeki kadınların okuma – yazma öğrenmesi sağlanıyor. Ayrıca çalışanlar, çevrelerinde gördükleri sosyal sorumluluk ihtiyaçları doğrultusunda kendi ekiplerini kurabiliyor. 24/ HRDERGİ -KASIM 2015 Advertorial Aynı dili konuşmadığımız bir varlığa ne istediğini anlatabilme sanatı: Atlarla Öğrenme Deneyimi… 28 yıllık iş hayatını geride bırakıp emekliliğinde biniciliğini geliştirmeye karar veren Aydın Soysal, kendisini yepyeni bir deneyimin beklediğini bilmiyordu. Yıllarca şirketlerin tepesinde kendi deyimiyle “herşeyi bilen adam” rolüne bürünmüştü; oysa şimdi yeniden öğrenen bir bireye dönüşüyordu. Aynı dili konuşamadığı yarım tonluk bir canlı sayesinde… Şimdilerde 4NaL / LeadChange in Turkey’de, bu deneyimin özellikle geleceğin liderleri ile buluşmasına aracılık eden Soysal: “Organizasyonlarda en temel değerin il etişim olduğunu düşünüyorum. Organizasyonel başarı ve huzur, ister çalışanla, ister müşteriyle, ister üretenle, ister tüketenle doğru iletişim kurmakla başlıyor” diyor: “Biz ki aramızda konuşarak bile derdimizi anlatamazken yarım tonluk bir canlının sizi konuşmasanız da anlayabileceğini tecrübe etmenin, sözsüz iletişim denen şeyin tüm heybetiyle karşımızda durmasının, eşsiz bir deneyim olduğuna inanıyorum”. Yıllarca yönetici olarak görev yaptıktan sonra yollarınızın atlarla ve LeadChange ile kesiştiğini biliyoruz. Bu yolculuğun ayrıntılarını dinlemek ve sizi kısaca tanımak isteriz. Ben de tanımak istiyorum kendimi. Aslında tam da buna uğraşıyorum. Biraz geç oldu ama hiç olmamasından iyidir. Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi mezunuyum. Marmara Üniversitesi İngilizce İşletme bölümünde İnsan Kaynakları alanında master yaptım. 1992’de başladığım Örgütsel Davranış doktora programına geçen yıl afla dönüş yaptım ve 23 yıl sonra yeniden öğrenci oldum. Aslında hayatımdaki en önemli değişikliğin bu olduğunu söyleyebilirim. Yıllarca şirketlerin tepesinde “herşeyi bilen adam” rolüne inanıp, bürünüp, krallar gibi (!) yaşadıktan sonra, yeniden öğrenen bireye dönüşmek gerçekten heyecan veriyor. Kariyer meselesine gelince… Üniversite sonrası turist rehberi olarak başladığım 28 yıllık iş hayatımda, son yedi yılı üst düzey yönetici olmak üzere, Kirchman, Gillette ve Diageo gibi uluslararası şirketlerde çalıştım. Son olarak Diageo’nun Türkiye genel müdürüyken, 2012'de dostlarım erken olduğunu söylese de, bir geç kalmışlık duygusuyla emekli oldum ve atlarla bir maceraya doğru yola çıktım. Emekli olunca yıllarca ucundan kıyısından bulaştığım biniciliğimi geliştirmeye karar verdim. “Ata binmeye başladım” diyeceğim ancak atın benimle aynı fikirde olmadığının da farkındaydım. Hala da çok başarılı olduğum söylenemez, sürekli öğreniyorum. Zaten programlarımızda ata binilmediğinden o alanda öğrenmeye devam etmek çok keyifli. Ancak emekliliğimi ödüllendirmek için yeniden ağırlık vermeye karar verdiğim binicilik beni mükemmel bir binici yapmadıysa bile atlardan öğrenecek başka şeyler olduğunu öğretti. Önce Houston’da sonra Londra, Manchester, Southhampton ve Connecticut’da başta Equine Facilitated Learning yani At Destekli Eğitim olmak üzere, doğal atçılık, atlarla NLP gibi çeşitli eğitimler aldım. Bu yolculuğun sonunda LeadChange UK ile tanıştım. Programı kısaca anlatır mısınız? Hangi yönleri ile benzerlerinden ayrılıyor? Fulya Onat Fraser - McCormick Yıldız Holding JV Genel Müdürü LeadChange’in kurucusu Andrew McFarlane ile benzer bir profesyonel geçmişe sahibiz. O da en tepelerden inerek, profesyonel hayatını atlarla devam ettirmiş. Bu öğrenim programları iş değil uğraş olmuş. Liderlik, Takım olma, Satış, Stresle Başa Çıkma, Kriz Yönetimi, Sunum Becerileri, Çalışan Bağlılığı, Motivasyon, Çatışma Yönetimi, İletişim, İnovasyon, Misyon - Vizyon - Değerler gibi bugün şirketlerin aldığı eğitimlerin neredeyse tümünü atlarla birlikte işliyoruz. “Kariyerim boyunca aldığım bir çok liderlik eğitiminden bende en fazla iz bırakanı sanırım ekibim ile yaptığım LeadChange workshop/eğitimi olmuştur. Bunun nedeni ise anlatılan ve uygulananların sadece kişinin beynine değil aynı zamanda kalbine de dokunması, atlarla yapılan çok doğal bir iletişimle davranış değişikliği yaratacak izler bırakması…” LeadChange’in şirketler için geniş bir menüsü var ama benzerlerinden nasıl ayrıldığı önemli değil, önemli olan benzerlerinin çoğalması. Türkiye’de bu tip programları veren çok değerli insanlar var. Ama hepimizin yaptığı en önemli şey katılımcıları atlarla buluşturmak… Asıl işi yapan atlar. Yanlarında durmanız bile yetiyor bazen. Günümüzün moda deyimi “anı yaşamak” konusunda kimse atların nalına su dökemez. Program, katılımcılara hangi faydaları sunuyor? İK profesyonellerine seslenmek isterseniz, çalışanların bu programa katılması onlara neler sağlayacak? Organizasyonlarda en temel değerin iletişim olduğunu düşünüyorum. Organizasyonel başarı ve huzur, ister çalışanla, ister müşteriyle, ister üretenle, ister tüketenle doğru iletişim kurmakla başlıyor. Ben de Atlarla Öğrenim Deneyimine; aynı dili konuşmadığımız bir varlığa ne istediğini anlatabilme sanatı diyorum. Atlı sporlar başka bir canlıyla yapılan tek spor dalıdır. Bu da başka bir canlıyla yapılan tek öğrenim programı... Biz ki aramızda konuşarak bile derdimizi anlatamazken yarım tonluk bir canlının sizi konuşmasanız da anlayabileceğini tecrübe etmenin, sözsüz iletişim denen şeyin tüm heybetiyle karşımızda durmasının, eşsiz bir deneyim olduğuna inanıyorum. Özellikle iş hayatının başlangıcındaki geleceğin genç liderleri için çok öğretici bir çalışma olduğunu söyleyebilirim. Öte yandan, programın kendilerine neler kattığını, bazı katılımcı dostlarımızın görüşleri ile aktarmak isterim: Cihan V. Özsönmez - Koç Üniversitesi Mali İşler Direktörü “Gerçeği görmek ve duymak en büyük erdemlerden. Bu erdem iş hayatında başarı ve özel hayatta mutluluk için bence bir kaçınılmaz. Tam da burada biz kişiliğimiz, liderliğimiz ve takımımız hakkındaki gerçeği önyargısız-beklentisiz bir dosttan; ‘ATLARDAN’ dinledik. Ne kadar gerçekçi olduğu bizi şaşırttı. Sizi de şaşırtacağına eminim”. Emre Sarıca – Turkcell Tüketici Pazarlama Müdürü “Düşünceleriniz ve ne istediğiniz konusunda yeterince eminseniz, atların bunu mucizevi bir şekilde hissettiğini ve sizi takip etmeye başladıklarını göreceksiniz. Bunu ekip olarak başarabilirseniz, bir atın sizin için yapabileceklerine şahit olmak ise nefes kesici! İş hayatınız için değil, tüm yaşamınız için, öncesi ve sonrası olacak unutulmaz bir deneyim” Dış Kaynak Kullanımı (Outsourcing) ve Alt İşverenlik Doğrular –Yanlışlar (II) Avukat Hasan Erdem Alt İşveren İlişkisinin Kurulamayacağı Durumlar Geçen ayki bölümde alt işveren ilişkisinin kurulabileceği durumlar açıklanmaya çalışılmış olup, yasa ve yönetmelikte alt işveren ilişkisinin kurulmasına ilişkin şartlar açıkça sayılmış olmasına karşın alt işveren ilişkisinin kesin olarak kurulamayacağı durumlar da ayrıca tekrar düzenlenmiştir. Buna göre; • İşyerinde yürütülen mal veya hizmet üretimine ilişkin asıl işin bir bölümünde uzmanlık gerektirmeyen işlerin alt işverene verilmesi, Uygulamada sıkça görüldüğü üzere aynı işi yapan (örneğin biletleme yapan) iki elemanın birinin asıl işveren diğerinin alt işveren çalışanı olduğu durumlarda asıl işin uzmanlık gerektirmeksizin alt işverene verilmiş olması nedeniyle alt işverenlik ilişkisinin geçersiz olduğu açıktır. • Daha önce o işyerinde çalıştırılan kimse ile alt işverenlik ilişkisi kurulması, Uygulamada küçük düzey işletmelerde yetenekli bir ustabaşının alt işveren olarak konumlandırılarak ucuz işçilik gücüne bağlı çalışma düzeni oluşturulmaya çalışıldığı görülmektedir. Buna bağlı olarak kanun koyucu 28/ HRDERGİ -KASIM 2015 açık bir şekilde bu tarz çalışmaların alt işverenlik ilişkisine girmeyeceğini belirtmiştir. Öte yandan bu tarz yapılanmalar geçersiz hukuki ilişki niteliği taşıdığından hizmet alımı da söz konusu değildir. Bu tarz durumlarda söz konusu çalışanlar başından itibaren asıl işverenin çalışanı statüsünde sayılırlar. • Asıl işveren çalışanlarının alt işveren tarafından işe alınarak hakları kısıtlanmak suretiyle çalıştırılmaya devam ettirilmesi, • İşçilerin iş sözleşmesi, toplu iş sözleşmesi veya mevzuattan kaynaklanan haklarını kısıtlamak ya da ortadan kaldırmak ve kamusal yükümlülüklerden kaçınmak ve benzeri amaçlarla yapılan alt işverenlik sözleşmeleri, geçersiz kabul edilmektedir. Birlikte Sorumluluk Alt işveren-üst işveren ilişkisinde genelde taraflar arasındaki ilişki istisna akdi şeklinde gerçekleşir ve alt işveren asıl işveren statüsündeki taraflar sözleşme serbestîsi sınırları içinde karşılıklı sorumluluklarını düzenleyebilirler. Ancak, çalışan açısından ise, her türlü işçilik alacağı ve tazminatından her iki işveren de çalışana karşı birlikte (müştereken) ve zincirleme (müteselsilen) sorumludur. Aynı zamanda, her iki işverenlik Sosyal Güvenlik Hukuku açısından da birlikte ve zincirleme sorumludur. Bu sorumluluk çalışanın alacağını veya tazminatını herhangi bir koşula bağlı olmaksızın (örneğin alt işverenden tahsil edilememesi halinde asıl işverene gidileceğine ilişkin bir koşul aranmaksızın) dilediği şekilde ve oranda her iki işverenden talep edebileceği anlamını taşımaktadır. İş Yasası’ndaki bu koruyucu hüküm genellikle alt işverenlerin daha zayıf ekonomik yapıya sahip şirketlerden oluşması nedeniyle, asıl işvereni de çalışana karşı sorumlu kılmak suretiyle, çalışanı koruma amacına yönelik olarak düzenlenmiştir. Bu doğrultuda, Yasa gereği asıl işveren, alt işverenin çalışanlarına karşı o işyeri ile ilgili olarak İş Kanunundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur. Asıl işverenin sorumluluğuna kıdem ve ihbar tazminatlarıyla, ücret, ikramiye, soysal haklar gibi işçilik haklarının yanı sıra, iş güvencesi kapsamında doğabilecek işe iadeye aykırılık tazminatı ile boşta geçen süreye ait ücret de dahildir. Çalışana karşı düzenlenen sorumluluğun ortadan kaldırılmasına yönelik olarak işverenler arasında yapılan anlaşmaların geçerliliği bulunmamaktadır. SGK Açısından Sorumluluk 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Hakkında Kanun açısından da, (sigortalılar, üçüncü bir kişinin aracılığı ile işe girmiş ve bunlarla sözleşme yapmış olsalar dahi) asıl işverenin, bu Kanunun işverene yüklediği yükümlülüklerden dolayı alt işveren ile birlikte sorumlu olduğu öngörülmüştür. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Hakkında Kanunu’nda alt işveren daha geniş bir kapsamda, “Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin bir işte veya bir işin bölüm veya eklentilerinde, iş alan ve bu iş için görevlendirdiği sigortalıları çalıştıran üçüncü kişi” olarak tanımlanmıştır. Düzenlemenin amacı işçilik alacaklarında olduğu gibi alt işverenlerin daha zayıf ekonomik yapıya sahip şirketlerden oluşması nedeniyle, asıl işverenin de çalışana karşı sorumluluk kapsamına almak suretiyle, sigorta alacaklarını koruma amacına yöneliktir. Buna karşın, alt işverenin eyleminden kaynaklanan idari para cezalarından doğan sorumluluk sadece alt işverene ait kabul edilmektedir. Yargıtay içtihatları uyarınca, cezaların şahsiliği ilkesi gereği, alt işverenin sorumluluklarını yerine getirmemesinden doğan cezai sorumluluk, alt işverene ait olup, asıl işverenin sorumlu tutulması mümkün değildir. Geçersiz Alt İşveren – Asıl İşveren İlişkisinde Asıl İşverenin Sorumluluğu - Çalışan Açısından Geçerli alt işverenlik ilişkisinin bulunmaması halinde, alt işveren çalışanları, en başından itibaren asıl işverenin çalışanı sayılmaktadırlar.Alt işverenin çalışanlarının başlangıçtan itibaren asıl işverenin çalışanı sayılarak işlem görmeleri halinde ise, ücret ve sosyal haklarda asıl işverenin çalışanları ile aynı haklara sahip olmaları, başından itibaren tüm haklarını asıl işveren çalışanlarının aldığı ücretler üzerinden talep edebilmeleri gibi sonuçları doğurur. Buna bağlı alt işveren işçileri asıl işverenlikte uygulanmakta olan toplu iş sözleşmesi haklarından veya diğer sosyal haklardan asıl işveren işçileri gibi aynen yararlanabilir ve talepte bulunabilirler. Ayrıca geçerli alt işverenlik ilişkisi olmadığı hallerde işe iade davası asıl işverene yöneltilebilecektir. Asıl işverenin geçerli alt işverenlik ilişkisinde alt işverenle birlikte sorumlu olduğu kıdem ve ihbar tazminatları, ücret, ikramiye, sosyal haklar gibi işçilik hakları ile iş güvencesi kapsamında doğabilecek işe iadeye aykırılık tazminatı ile boşta geçen süreye ait ücret alacaklarından sorumluluğu, asıl işçilerinin emsal ücretleri üzerinden belirlenecektir. - İdari Para Cezası Açısından Ayrıca alt işveren –asıl işveren ilişkisinin ve sözleşmelerinin ÇSGB bölge Müdürlüğü’ne bildirilmesi yükümlülüğü bulunmaktadır. Geçersiz alt işveren ilişkisinin tespiti ÇSGB Müfettişleri tarafından yapılabildiği gibi, çalışanlar tarafından açılacak davalar sonucu da bu durum tespit edilebilmektedir. Alt işverenlik ilişkisinin muvazaalı olduğunun tespiti halinde ise idari para cezaları öngörülmüştür. 2015 yılı itibariyle geçersiz alt işverenlik ilişkisi kurulması halinde her işveren için ayrı ayrı 16.765,00 TL ve bu durumda çalıştırılan her işçi için 164,00 TL idari para cezası öngörülmüştür. İşgücü Temin Eden Şirketlerin Durumu ve Sorumluluğu Uygulamada İş-Kur’dan personel temini, arabulucu izni alan şirketlerin yetkilerinin dışına çıkarak şirketlere sekreter, idari kadro gibi personel temin ettiği görülmektedir. Ancak, bu şirketler söz konusu konularda uzmanlık sahibi olmadığı ve iştigal konularının sekretarya hizmeti temini olmadığı durumlarda geçerli bir alt işverenlik uygulamasının bulunduğunun kabulü mümkün değildir. Uygulamada “outsourcing” olarak yanlış tanımlanan bu işlemlerin bir diğer tanımlaması da bordro taşeronluğu olarak adlandırılmaktadır. Bunun dışında, alt işverenlik koşulları açısından gerekli özelliklere sahip olmakla birlikte bazı şirketlerin personel alımı çıkartımı ve hatta yıllık izne gönderiminde dahi asıl işverenin direktiflerine göre hareket ettiği görülmektedir. Bu tarz durumlarda alt işveren çalışanının sevk ve idaresi, seçimi asıl işverende olduğu durumlarda, alt işverenliğin varoluş amacı olan hizmet temini dışında bir ilişki söz konusu olduğundan asıl işverenlik ilişkisi geçersiz olup, çalışanlar asıl işverenin işçisi olarak sayılacaklardır. . Bu doğrultuda, maliyetleri düşürmek amacına yönelik olarak alt işveren ilişkisi kurulamayacağı gibi çalışan istihdamındaki işyeri çalışan sayısını arttırmamak amacına yönelik olarak, yahut salt geçici olarak çalışan istihdam etmek amacıyla alt işveren ilişkisi kurulamayacağı açıktır. Aksi halde hem idari para cezalarıyla, hem de çalışanın asıl işveren çalışanı kabul edilmesinin sonuçlarıyla karşılaşmak mümkündür. Sonuç Olarak Geçerli bir alt işverenlik ilişkisinin kurulması mevzuatımız gereği belli koşulların gerçekleşmesine bağlı olduğundan, outsourcing kapsamında personel temini, her zaman İş Yasası’nın 2. maddesi kapsamında geçerli bir alt işverenlik ilişkisinin kurulması sonucunu doğurmamaktadır. Geçerli bir alt işverenlik ilişkisinin kurulmaması sonuçlarına bağlı olarak ise işverenlerin idari para cezaları ile karşılaşma olasılığı olduğu gibi çalışan haklarının ihlal edilmesi sonuçları da ortaya çıkmaktadır. Bunun yanı sıra, geçerli bir alt işverenlik ilişkisinin kurulduğu durumlarda da asıl işverenin sorumluluğu nedeniyle, sözleşmeye asıl işverenin korunması yönünde ve alt işveren çalışanlarının haklarının garanti altına alınmasına yönelik hükümler konulması mümkün olacağı gibi ayrıca asıl işverenin, alt işveren işçilerinin sigorta primlerinin yatırılması, ücretlerinin ve haklarının ödenmesi, alt işverenin iş sağlığı, iş güvenliği yükümlülüklerinin yerine getirilmesine yönelik olarak denetim yapma gerekliliği gözardı edilmemelidir. Soru ve görüşleriniz için; bilgi@erdem.av.tr kasım 2015 - HRDERGİ | 29 Advertorial “Hanfendi Bi’ Bakar Mısınız? Anlatacaklarım Var: İçinde Mutluluk Var” İki saatlik, katılımcı sayısı sınırı olmayan, kurumun istediği yerde gerçekleştirilebilen interaktif söyleşiler... Farkındalık yaratan ve kişilerin bakış açısını değiştirmeyi hedefleyen özel programlar... “Hanfendi Bi’ Bakar mısınız? Anlatacaklarım Var”dan “Sizin Hiç Maviniz Var mı?”ya, “Çıtır Çıtır Astroloji”den “Ne Haliniz Varsa Gülün”e, farklı konu başlıklarından “ilham almaya” ne dersiniz? Hazırsanız, DB Positive Yaratıcı Çözümler ve Proje Yönetimi kurucusu Derya Babuç’un anlatacakları var. İlham Veren Konuşmalar konsepti ne zaman ve nasıl ortaya çıktı? Neden böyle bir konsept geliştirmeye ihtiyaç duydunuz? DB Positive olarak yola çıkarken amacımızı “öncelikle kişilerin duygusal iklimini pozitife taşımak” olarak belirledik. Hizmet alanlarımızı da eğitim-danışmanlık, organizasyon-etkinlik, hediye ve iş geliştirme olarak şekillendirdik. Ağırlıklı bilgi, beceri, yetkinlik gelişimine yönelik eğitim programları versek de geride bıraktığımız beş yıllık süreç içerisinde verdiğimiz hizmetlerin bazıları iç içe geçmeye başladı. Bunun başlıca iki nedeni olduğunu söyleyebiliriz: Birincisi değişen ve gelişen dünya düzeninde kurumların ihtiyaçlar ve önceliklerinin değişmesi, ikincisi ise yöneticilerin bütçeleri daha verimli ve etkin kullanma isteğidir. Özellikle içinde bulunulan ekonomik koşullar, var olan bütçe ile daha fazla çalışana 30/ HRDERGİ -KASIM 2015 en doğru şekilde nasıl ulaşılacağını ve çalışanın mutluluğunu, kuruma olan bağlığını ve bununla birlikte gelişimini nasıl sağlanacağını sorgulatmaya başladı. Bu kapsamda iş geliştirme projelerine yönelik öneriler sunmaya ve kurumda artı değer yaratacak alternatifler üretmeye başladık. Bunları üretirken de özellikle kısa süreli, çoklu katılım ile gerçekleştirilen, tanıdık simalar ve yazarlar ile organize edilen, mesajı olan, artı değer yaratan başlıkları tercih ettik. Çünkü inanıyoruz ki “insan kendinde olmayanı başkasına veremez”. Çünkü inanıyoruz ki “siz kendinizi iyi hissetmiyorsanız kimseye kendini iyi hissettirme şansınız yok”. İlham Veren Konuşmalar içerisinde yer alan tüm başlıklar “farkındalık yaratan” ve kişilerin “bakış açısını” değiştirmeyi hedefleyen özel programlar. Bu yılki İlham Veren Konuşmaların içeriği, konuşmacıları ve katılımcıları hakkında bilgi verir misiniz? Etkinlik, konsept olarak iki saatlik, katılımcı sayısı sınırı olmayan, kurumun istediği yerde gerçekleştirilebilen interaktif söyleşilerdir. Biz konuşmacılarımıza son şeklini verirken hiç bir şeyin tesadüf olmadığını bir kez daha deneyimledik. Bu çatıyı oluştururken aslında bir süreci de deneyimledik ve bu süreci hikayelendirdik. Ve kişilere şunu demek istedik: İnanıyoruz ki “Her Şey Seninle Başlar” (Mümin Sekman & Tuluhan Tekelioğlu) . Bu süreçte motivasyon kaynağımızı dışarıda arasak da aslında herkesin “İçinde Mutluluk Var” (Evren Çolak). Bu mutluluğun kaynağı farklı farklı olabilir. Bazen “Yakışıklı Yemeklerle” (Uğur Volkan Uysal) gelebilir, bazen birinin size “Hanfendi Bi Bakar Mısınız? Anlatacaklarım Var” (Murat Tavlı) demesi gerekir. Bazen eşten dosttan bazen faldan bazen de “Çıtır Çıtır Astroloji”den (Hande Kazanova) ilham alınabilir. Ancak tabii ki hayat her zaman günlük gülistanlık değil. Sorunlar, problemler, çatışmalar, hastalıklar, zorluklar olabilir. Ancak bu süreçte unutmamak gerek; insan pek çok şeyin üstesinden gelip güçlenebiliyor. Ne de olsa her şeye rağmen birilerinin hayatında her gün “Yeni Hayat” (Tuluhan Tekelioğlu) başlıyor ya da biraz mizah duygusuyla o hayatlara bakıp “Ne Haliniz Var ise Gülün” (Psikolog Kutay Ürkmen) zaman çabuk geçiyor denebiliyor. Size anlamsız mı geldi tüm bunlar? Belki de henüz kimse size “Sizin Hiç Maviniz Var Mı?” (Özge Uzun) diye sormadı. Sonuç olarak; işimiz, gücümüz, söyleşimiz çok ciddi ya da bizi dışarıdan izleyen birinin gözüyle her şey “Rol İcabı” (Umut Oğuz) gibi. Etkinlik hangi yönleriyle fark yaratıyor? “İlham Veren Konuşmalar”ın fark yaratan ilk özelliği konuşmacıların katılımcılar tarafından tanınan, hitabet yeteneği kuvvetli, merak uyandıran ve tiyatral yeteneklerini de çalışmalara katarak interaktif söyleşi gerçekleştiren, konusunda uzman ve tecrübeli isimler olmaları. Ayrıca her çalışma kurgusu itibari ile çok özel sürprizler içeriyor ve bu özelliği ile de benzerlerinden ayrılıyor. Bir diğer farklılığı ise genel katılıma açık olarak da düzenleniyor olması. Kasım ayında her Çarşamba ve Cuma Urban Station Levent 199’da gerçekleşecek çalışmalar, Aralık ayında Ankara, İzmir ve Bursa’da devam edecek. Ayrıntılı bilgi için www.dbpositive.com dan takvime ulaşabilir ya da 0 212 288 03 92'yi arayabilirsiniz. Katılımcılar, hangi kazanımları elde edecekler? Sürprizleriniz neler? Tüm çalışmalarımızda fark yaratan unsurun isteklilik olduğunun altını çizdik. Bu istekliliği yaratmanın yolu aslında kişide heyecan uyandırmak... Programların tamamı farklı alanlarda bu heyecanı uyandırmak adına bireysel farkındalık yaratmayı ve sınırları aşmadan yönlendirme yapmayı amaçlıyor. Ayrıca bazen hatırlatma bazen yol gösterici bazen ise motivatör olması adına sürprizler de içeriyor. İmzalı kitap hediyeleri, eğlenceli oyunlar, stand up tadında gösteriler, hashtag ile paylaşım yapanlar arasından seçilecek kişilerin kazanacağı yemek workhop çalışmaları bunlardan bazıları... Evren Çolak: “Mutluluk parmak izimiz kadar bize özel” İlham Veren Konuşmalar’da sahne alacak isimlerden biri olan Evren Çolak’dan hem yeni kitabı hem de konuşmasının ana hatları konusunda bilgi aldık. Kitabınız hayırlı olsun. Kitap hakkında bilgi alabilir miyiz? Aslında kitaba; eğitimlerimin konusu ne olursa olsun, paylaşımların sonunda bana gelen “Mutsuzum”, “Mutlu olamıyorum” ve “Nasıl mutlu olabilirim?” sorunları ilham kaynağı oldu. Yaşadığımız hayatta ne yapmak istiyorsak isteyelim; insanın başlangıçta içinde bir mutluluk olgusu var etmesi çok önemli. Kitabı bu mutluluk olgusunu engelleyen ve var edecek olguları bir araya getirerek yazdım. Aynı zamanda bizim gibi insanların hikayelerine de yer vererek mutsuzluğu nasıl oluşturduğumuzu ve mutluluğun parmak izlerimiz kadar bize özel birşey olduğunu paylaşmak istedim. Kitabın adı neden “Evrenden Mesajınız Var”? Aslına bakarsanız Evrenden Mesajınız Var'ı çok yakın bir dostum koydu. Arkadaş çevremde ve paylaşımlarımda “Sana (Evren’e) mesaj gönderiyoruz ancak senden bir türlü mesaj alamıyoruz” şeklinde yapılan yorum ve şakalardan sonra, evrenin de bize mesaj gönderdiğini ancak bizim engellemelerimiz yüzünden bize ulaşmadığını anlatmaya başladım. Kitapta bu engelleri nasıl oluşturduğumuz konusuna geniş yer verdim. Evren bize mesaj gönderiyor ancak biz onları algılamak ve anlamlandırmak için gerekli çabayı göstermiyoruz. Kitap okuyucusuna neler sağlayacak? Kitap okuyucularına, onları 'ne'lerin mutsuz ettiğini teşhis etmeleri için önermelerde bulunurken diğer bir yanda da içlerinde mutluluk dediğimiz onlara özel olan 'iyi hissetme' halini, hayatlarını anlamlı bir şekilde yaşamak için neler yapmaları gerektiği noktasında önermelerde bulunacak. Kendi mutluluk tanımını yapmak ve bu mutluluk duygularını keşfetmek isteyen insanlar okumalı kitabı. Aslında ben mutluluk'tan bahsederken “Neden?” sorusunu bir tek “Neden mutlu olmak zorundayız?” kısmında kullanıyorum. Evet mutlu olmak zorundayız. Çünkü hepimiz uzun, sağlıklı, keyifli, stressiz olarak sevdiklerimiz ile birlikte yaşamak, sevmek sevilmek, kilo vermek, meditasyon yaparak dinlenmek, arınmak, yenilenmek, şarkı söylemek istiyor ve yaşadığımız iyi hissetme halini paylaşmak istiyoruz. Tüm bunları ve daha fazlasını yapabilmek için evet mutluğu tanımlamak ve onu içimizde ve içinde yaşadığımız hayat içinde var etmenin yollarını keşfetmeliyiz. İlham Veren Konuşmalar'daki konuşmanızın içeriği ve katılımcılara sürprizlerinizden bahsedebilir misiniz? “Evrenden Mesajınız Var” konuşmasında katılımcılar bugüne kadar duymadıkları hiç bir şey ile karşılaşmıyorlar çünkü dünya üzerinden bizden önce 90 milyar insan gelmiş geçmiş. Söylenecek herşey söylenmiş ancak bu söylemlerden çok azı uygulanmış. Paylaşımımı 'anısal hafıza deneyimlemesi' üzerine kurgulamayı tercih ettim. Mutsuzluk nedenlerimiz katılaşmış olarak ruhumuzu, zihnimizi ve bedenimizi her geçen gün yoruyor. Paylaşımın temeli anısal hafıza deneyimlemesini kullanarak onları yok etmeye çalışmak için harcadığımız enerjiyi onları çözümleyeme harcamayı öneriyorum. Ayrıca katılımcıların ruh, zihin ve beden bağlatılarını nasıl tekrar oluşturacaklarını ve olumsuz düşüncelerin zihinden nasıl akıp gideceği ile ilgili paylaşımlarda da bulunuyorum. Sürpriz konusuna gelince: Paylaşımın içinde bir sürü baloncuk var! Geleceğe dönüş Önümüzdeki 20 yılın trendleri... HRdergi’nin, bundan 19 sene önce yayınlanan ilk sayılarında gündemdeki satır başlarını “yeterlilik”, “ekip çalışması”, “motivasyon”, “öğrenen organizasyonlar” gibi kavramlar oluşturuyordu. Aradan geçen süre içinde çok şey değişti; hayatımıza yepyeni kavramlar girdi, Y kuşağı terimi ile tanıştık (ve çokça tartıştık), e-öğrenme dünyamızın bir parçası oldu, stratejik İK yönetimine geçişi konuşur olduk, koçluk – mentorluk – tersine mentorluk – fasilitasyon uygulamaları hız kazandı ve pek çok Türk şirketi İK alanındaki iyi uygulamaları ile, yurtdışından önemli ödülleri kucaklar hale geldi. Peki, bundan 20 yıl sonra temel olarak neleri konuşuyor olacağız? Hangi eğilimler öne çıkacak? Yaş günümüz vesilesiyle, Türkiye'nin deneyimli yöneticilerine “Önümüzdeki 20 yıl içinde İK ve yönetim dünyasını en çok etkileyeceğini düşündüğünüz 5 trendi maddeler misiniz?” diye sorduk. Bizce ortaya dikkatle okunacak, hatta sık sık dönüp tekrar bakılarak referans alınacak bir çalışma çıktı. Şimdi sizi onların değerli görüşleri ile baş başa bırakıyor, katkıları için de ayrıca teşekkür ediyoruz. 32/ HRDERGİ -KASIM 2015 Gelecekte bunun birkaç adım daha ötesine geçecek olan İnsan Kaynakları, şirketlerin hedeflerini kararlı adımlarla gerçekleştirmesini destekleyecek stratejiler ve iş yapış biçimleri geliştirir hale gelecek. 2. İşi bilen, şirketin temel fonksiyonları ile iç içe İK’cılar ve İnsan Kaynakları rolü üstlenen yöneticiler olacak. Bahattin Aydın – Türk Telekom Grup İnsan Kaynakları Başkanı 1. Şirketlerin hedeflerine ulaşmasına katkı sağlayan stratejik İK anlayışı ve iş yapış biçimleri gelişecek. İnsan Kaynaklarının gelişimine baktığımız zaman iş hayatının destek fonksiyonu iken strateji belirleyen bir güce ulaştığını görüyoruz. İK artık, CEO’ya direkt rapor veren önemli bir iş oldu. Bugün şirket tepe yönetiminin ajandasında, İK ile ilgili çok sayıda konu var. Ve bu konular “Ücret ve prim sistemimiz ne olmalı?” gibi net sorulardan, “Kültürümüz, iklimimiz, yeni yetkinliklerimiz ve liderlik anlayışımız ne olmalı?” gibi daha soyut konulara doğru genişledi. Bu konular şirket başarısını çok etkiliyor. Artık trend, İK departmanlarının küçülmesi, yöneticilerin İK rollerinin artması yönünde. Yöneticilerin bu İK rolünü iyi oynayabilmesi için ise zengin İK sistemlerine ihtiyaçları var. O yüzden İK’nın mühendislik tarafı çok gelişiyor. Artık yönetici denilince, İK konularında da yetkin ve bu sistemleri iyi kullanabilen profesyonelleri anlıyoruz. Buna benzer bir durum İK’cılar için de geçerli. İnsan Kaynakları ekipleri artık sadece kendi iş alanları ile sınırlı sorumluluk almaktan vazgeçip, işi bilen, şirketin temel fonksiyonları ile iç içe çalışan bir yapıya dönmek zorunda. Bu da gelecekte unvanların, rol ve sorumlulukların çizgilerinin iç içe gireceğini gösteriyor. Gelecekte daha fazla işi bilen, analitik düşünen, organizasyonun kalbinde yer alan bir İK fonksiyonu olacak. 3. Herkes kendi işinin lideri olacak. Yetenek yönetimi için de ayrı bir sayfa açmak gibi olmayanları, bizim coğrafyamızda doğmayanları anlamamız lazım. Ne düşündüklerini, kararlarını neye göre aldıklarını yorumlayabilmemiz, gelecek dünyada tercih edilen şirket olmamızı sağlayacak. 2. Dijitalizasyon: İnternet ve teknoloji çağındaydık ama şimdi bambaşka bir çağa gidiyoruz. Herşeyin sanal ve dijital olduğu bir dönem kapımızda... Belgin Ertam – GE Global Organizasyon ve Yetenek Geliştirme Direktörü Global Fonksiyonlar İK Direktörü 3. Sadeleştirme: Hayat giderek karmaşık ve daha yoğun oluyor, verimli ve üretken olmamız için sadeleşmeye ihtiyacımız olacak. Buna yönetim şekilleri, İK politikaları da dahil. 1. Globalizasyon: Artık sınırlar yok, yetenekler her yerde... İK için havuz büyüdü. Ancak havuzda artık bambaşka kültürler var. Bizim 4. Stratejik İşgücü Planlama: Şirketimin hedefleri ne, nerede büyüyeceğim? Bugünkü kaynaklarım bu büyümeyi karşılamaya ye- lazım. Şirketlerdeki değişimi, dönüşümü, yeni şeyler üretme potansiyelini belirleyen, elindeki yeteneklerdir. Yetenekleri çekebilmesi ve elinde tutabilmesi gerekiyor. İletişim, sosyal medya araçları geliştikçe, iş aramayan kişiler de pasif içiciler gibi, iş arama sürecine dâhil olmaya başladılar. Önümüzdeki 10 yıla baktığımızda 5 kuşağın yolu iş hayatında kesişecek. Bu, daha da karmaşık bir yapı demek. Sorunun nereden kaynaklandığını bulabilenler, yeteneği etkileyenler, yeteneği sürdürülebilir performansa dönüştürenler kazanacaklar. Gelecekte gençleri odağına alan, onlara dinamik bir kariyer yolculuğu sunan, teknolojik çalışma altyapılarını işlerine katmalarını sağlayan, inisiyatif veren ve kişilere kendi işinin lideri olma fırsatı sunan bir İK bakış açısı var olacak. Herkesin kendi işinin lideri olacağı bir iş dünyasında liderlik kavramı da değiştirecek. 4. Çevik çalışma kültürü hayatımıza girecek. Çeviklik bir diğer önemi artan kavram olarak karşımıza çıkacak. 5. Esnek Çalışma modelleri benimsenecek. Çevik çalışma kültürü ve esnek çalışma modelleri gelecekte İnsan Kaynakları’nın odak alanlarından olacak. terli mi? İK olarak veriyi iyi kullanmamız lazım, doğru soruları sormamız lazım. Ancak böyle geleceği planlayabilir ve başarılı olabiliriz. 5. Çalışan İlişki Yönetimi: Bir çeşit segmestasyon diyebiliriz. Teknolojinin verdiği imkanlar ile, artık kimini mutlu eden, kimini mutlu etmeyen ücret, yan haklar ve motivasyon uygulamalarını bırakıp, bireye inmemiz gerekiyor. Benim hoşlandığım ve motive olduğum noktalar ile başkasınınki aynı olmayabilir. Bunun için çalışana daha yakın olmamız lazım; anlamak ve dinlemek her zamankinden önemli. Bir Satış Yetkilisi müşterisini nasıl tanımak zorundaysa, İK da öyle tanımak zorunda. Teknoloji, İnsan Kaynakları ile çalışanı yakınlaştırmalı, uzaklaştırmamalı. Bunu başaran şirketler kimsenin terk etmek istemediği şirketler olacak. kasım 2015 - HRDERGİ | 33 yaşıyoruz. Kuşaklarla değişmeyi öğrenememek, dikkate almamız gereken en temel risk. Teknoloji hızla ilerliyor ve yeni kuşaklar teknoloji kullanımına çok önem veriyor. Dolayısıyla tüm şirketlerin hem müşterilere, hem de çalışanlara yönelik uygulamalarının teknolojiye uyum sağlaması gerekiyor. Hakan Alp - Finansbank İK Genel Müdür Yardımcısı Kuşakların özellikleri, kariyere bakış açısı, iş yapış şekli gibi birçok konuda değişimler İbrahim İnceçam – Zorlu Holding İK Direktörü Yeteneğin bulunması, geliştirilmesi ve elde tutulması Yeteneği bulmak, cezbetmek ve tutmak günümüz iş dünyasının en fazla zorlandığı alan... Bu durum, önümüzdeki on yılda da artarak devam edecek gibi görünüyor. Bir yandan yeni iş alanları açılıp, nitelikli işgücü ihtiyacı artarken, diğer taraftan ne yazık ki eğitim kurumları bu ihtiyaca uygun insan kaynağını yetiştirmekte yetersiz kalmaktadır. Yeni mezunların eğitim kalitesinin iş dünyasının ihtiyaç duyduğu düzeyde olmaması, işyerinde eğitim ve geliştirme programlarının önemini arttırmakta ve şirketiçi eğitimlere daha fazla kaynak ayrılmasını gerektirmektedir. Bunlara yeni neslin yaşamdan ve işten beklentilerinin farklılaşmış olması eklendiğinde, kıt olan nitelikli işgücünün bulunması, motive edilmesi ve tutulması şirket yönetimleri 34/ HRDERGİ -KASIM 2015 İnternet ve sosyal medyanın yoğun kullanımı çok fazla bilgiye maruz kalmamıza neden oluyor. Bu, gerekli bilgiye odaklanmayı, bilgilerin kalıcı olmasını ve öğrenmeyi zorlaştıran bir faktör... Dolayısıyla hem bilgi yönetimi, hem etkin öğrenme, hem de analitik düşüncenin desteklenmesi konusunda şirketlerin çalışmalar yapması gerekiyor. Y kuşağının iş hayatına girmesiyle birlikte sıklıkla dile getirilen “yeteneklerin kazanılması” artık yerini “Leadershipment”a bıraktı. Çünkü Y kuşağı, klasik anlamda “yöneticilik” yerine, kendilerine liderlik edildiği, iletişimin daha yoğun olduğu bir yönetim şeklini tercih ediyor. Birkaç yıl sonra Z kuşağının iş hayatına girecek olmasıyla birlikte, bu konunun yeni bir yön kazanarak gündemimizde kalmaya devam edeceğini düşünüyorum. Getirdiği birtakım avantajlar nedeniyle outsource, part-time veya uzaktan çalışma şekli Insource sistemin yerine daha çok tercih edilmeye başlandı. Bununla birlikte insource çalışma yönteminin tekrar önem kazanacağına inanıyorum. için daha önemli bir mesele haline gelmektedir. İşveren markası olma ihtiyacı Girişimciliğin teşvik edilmesi Günümüzde giderek daha da şiddetlenen rekabet, şirketleri, fark yaratacak işgücünü çekebilmek için tercih edilen işveren olmaya zorluyor. Bugün, maddi olanakların yanısıra, çalışanlarına yatırım yapan, sosyal sorumluluk projeleriyle öne çıkan, kurumsal itibarı yüksek firmalar tercih ediliyor. İş piyasasına baktığımızda, yeni jenerasyonun iş değiştirme süresi iki yıla kadar inmiş bulunuyor. Artık gençler iş değiştirirken, kurumsal itibar, kariyer ve eğitim olanakları gibi güçlü işveren markasını oluşturan değerlere de bakıyor. Dolayısıyla, değer yaratacak insan kaynağını çekmenin yolu büyük oranda güçlü işveren markası olmaktan geçiyor. Yerel ve global marka değerini arttırmak ve rekabette öne geçmek isteyen kuruluşlar işveren markası olmak için de yatırım yapmak durumundalar. Araştırmalar, dünyada ve ülkemizde yeni mezunların önemli bölümünün kendi işlerini kurmak istediklerini ortaya koyuyor. Gençler; kurallarını kendilerinin şekillendirebileceği, iş-yaşam dengesini daha fazla gözeten ve esnek çalışmaya olanak tanıyan işlerde olmayı hedefliyorlar. Bu beklentiler, onları kendi işlerini yapacakları girişimlere yöneltiyor. İş dünyasındaki bu eğilim, Zorlu gibi firmaları genç girişimcileri desteklemeye ve onlarla birlikte girişimlerde bulunmaya yönlendiriyor. Zorlu, girişimciliğin kurumsal gelişme için de çok önemli olduğunu erken farkeden gruplardan biri... Bu farkındalık, yeni ürün geliştirmede, yeni iş alanlarına yatırım yapmada kendisini gösteriyor. Zorlu’nun kurumsal değerleri, çalışanların yaptıkları işin sahibi gibi yetki ve sorumlulukla hareket etmesini gerektiriyor. Kuşakların birbirini anlamasının sağlanması Önümüzdeki yirmi yıl içinde iş dünyasına, şu an çalışan baby-boomers, X ve Y kuşaklarının yanısıra Z kuşağının da katılacak olması, kuşaklar arası iletişimi çok daha kritik hale getiriyor. Sayısal dünyaya X kuşağına göre daha hakim ve esnek Y kuşağından sonra gelen ve sayısal dünyadan öncesini hiç tanımayan Z kuşağı, iş yaşamında şu anda bildiğimiz herşeyi tekrar gözden geçirmeyi ve pekçok şeyi yeniden tasarlamayı zorunlu kılıyor. İK ve teknoloji entegrasyonu İK ve teknoloji entegrasyonu daha da hızlanacak. İşe alım, performans değerlendirmesi, kişisel verilerin izlenmesi v.b. işler tamamen dijital ortamda ve çoğu zaman mobil uygulamalar üzerinde olacak. Video mülakatlar, “oyunlaştırma” uygulamaları v.b. gibi teknolojik desteklerle İK uygulamalarının, mekandan ve zamandan bağımsız ve bu sayede yeni kuşakların taleplerine daha etkili cevap verebilecek şekilde yeniden yapılandırılması gerekecektir. Bu durum, bir yandan teknolojiyi daha etkin kullanan bir İK çalışanı profili gerektirirken, aynı zamanda firmaların da bu araçlara yatırım yapmasını zorunlu kılacaktır. VUCA (Değişkenlik, Belirsizlik, Karmaşıklık ve Muğlaklık) ortamının yaygınlaşması ile “iyi liderlere” olan ihtiyaç artacak. Karizmatik liderlerden, paylaşımcı, mütevazı, dinleyen ve öğrenen liderlere dönüşüm olacak. Liderlerin değerlendirmesinde sahip oldukları potansiyel, mevcut kapasitenin önü- ne geçecek; potansiyelin ölçülmesi yetkinlik değerlendirilmesi kadar önem kazanacak. Liderlerin gelişiminde “bireye özel” odaklı gelişim ve eğitim programlarına ihtiyaç artacak. Çalışan bağlılığı ve katılımının önemi artacak; paydaşların ve ekosistemin katılımı daha da ön plana geçecek. Murat Yeşildere - EgonZehnder Yönetici Ortak • Demografik Dönüşüm ve Z Sonrası Jenerasyonlar: Son yıllarda yönetim dünyası ve İnsan Kaynakları profesyonellerinin gündemlerinde önemli yer tutan Y jenerasyonu ile çalışma hayatında yaşanan değişim sadece bir başlangıçtı. Önümüzdeki yıllar, daha güçlü bir demografik değişim ile birlikte, Z ve sonrası jenerasyonları çalışma hayatına taşıyacak. Özgür Burak Akkol - Koç Holding A.Ş. İnsan Kaynakları Direktörü Önümüzdeki 20 yıl içerisinde bilhassa aşağıdaki trendlerin etkilerini, başta İnsan Kaynakları olmak üzere yönetim dünyasında ciddi bir şekilde göreceğimiz kanaatindeyim. • Doğal Kaynakların Tükenmesi: Doğanın bize sunduğu kaynakların sınırsız olmadığının anlaşılması yönetim dünyasında yeni yaklaşımlar oluşmasını ve önlemler alınmaya başlanmasını sağladı. Öte yandan doğal kaynakların tükenmeye başlaması ile artan belirsizlik, önümüzdeki dönemde yönetim dünyasının temel odaklarından biri haline gelecek. Liderlerin, artan belirsizlik ile birlikte, “iş”ten fazlasını yönetmesi standart olarak görülecek. Bu doğrultuda yönetim dünyası ve İK profesyonelleri de gelen daha büyük değişimlere karşı hazır olmalılar. • Yakınsayan Teknolojiler ile Kalkan Engeller: Teknolojik gelişmeler dört bir yandan ve son hızla ilerliyor. Birkaç sene öncesine kadar gerçekleşmesinin mümkün olmadığını düşündüğümüz pek çok yenilik kısa sürede hayatımızın parçası haline geliyor. Önümüzdeki dönemde, gelişen teknolojilerin yakınsaması ve birlikte kullanılması ile birlikte, hayal edebildiğimizin ötesinde imkanlar oluşacak ve geleneksel olarak kabul gören engeller ortadan kalkacak. Hem çalışma modellerinde yenilikler oluşacak, hem de çalışanların ihtiyaçlarına yönelik uygulama geliştirilmesi farklı bir noktaya taşınacak. Çalışan gruplandırmalarının segmentlerin ötesinde kişisel uygulamalara kadar taşınması standart haline gelecek. • Global Mobilite ve Çeşitlilik: Küreselleşme yönetim dünyasını dönüştürdü, şimdi yeteneğin küreselleşmesi dönemi başlıyor. Belirli bir grup çalışanın uluslararası görevlendirmesinin ötesine geçilerek iş gücü pazarının küresel tanımlanmaya başlandığı bir döneme giriyoruz. Yetenekler küresel fırsatları takip ederken, organizasyonlar da küresel yeteneklere artan bir hızla ve kapsamla erişebiliyorlar. Fiziksel olarak bir arada veya farklı lokasyonlarda, yeteneklerin çeşitliliği artık bir standarda dönüşecek ve bu süreci yönetebilmek kritik başarı faktörü olarak öne çıkacak. • Bireyselleşen Dünyada “Tek Kişilik İşgücü” Kavramı: Dünya bireyselleşiyor, girişimcilik artıyor ve “tek kişilik iş gücü” kavramı iş hayatının içerisinde önümüzdeki yıllarda çok daha derin olarak hissedilecek. kasım 2015 - HRDERGİ | 35 Hiper, Mega ve Teknolojik Trendler: Hiper Trendler: # Nano, # Genetik teknolojilerdeki gelişmeler, # Trans Humanism – İnsanlığın Evrimi, # Uzay Teknolojileri Mega Trendler: # Sanallaşma (Dijitalleşme), # Robotlaşma, # Yenilenebilir Enerji Ufuk Tarhan - Fütürist, Stratejist, Trendist, İş Tasarımcısı ve İş Avatarı, Dijital Ajans Başkanı Teknolojik Trendler: # Big Data, Bulut Bilişimi, # IoT, M2M, V2V, # Artificial Intelligence – Yapay Zeka, # Giyilebilir Teknolojiler, # Augmented reality – Arttırılmış Gerçeklik, # Hologram, # 3D Baskı ve Çizim Teknolojileri, # QR Kodlama, # Lokasyon Bazlı, Kişiye Özel Uygulamalar Tüm olan biten arasında bireysel, kurumsal hatta toplumsal değişim, gelişim stratejilerinizi yaparken bu trend skalasını her şeyin temeline yerleştirmenizde, sorgulamanızda büyük yarar var. Kuşkusuz onları yine revize etmek durumunda kalacağız, ancak gelecek 5-10 hatta 15 yıl için bunlara göre gelecek şekillendirenlerin hata yapma olasılığı daha düşük, önde koşma şansı çok daha yüksek olacak gibi duruyor. Bir fütürist olarak mutlaka dikkate almanızı öneririm. Önümüzdeki yılı öngöremezken 20 yıl için öngörüde bulunmak çok iddialı olacak diye düşünüyorum. Yine de önümüzdeki dönemde İnsan Kaynakları ve iş dünyasının gündeminde yer alacak, almaya devam edecek konuları şöyle sıralayabilirim: Genç ve kadın nüfusun işgücü içindeki yerinin artması Hızlı teknolojik gelişmelerin ve inovasyonun yarattığı beceri uyumsuzluğunu (skill mismatches) ortadan kaldırmaya yönelik tedbirler İşsizliği önleyici tedbirler, özellikle genç ve eğitimli işsizlik... Ülkü Feyyaz Taktak – Eczacıbaşı Holding İnsan Kaynakları Grup Başkanı 36/ HRDERGİ -KASIM 2015 Emeklilik politikaları Yetenek savaşları Prof. Dr. Yeşim Toduk – Amrop Türkiye Kurucu Ortak Gerek dünyada gerekse Türkiye’de yeni bir çağa girmiş bulunuyoruz. Önümüzdeki 20 yıl, bugüne kadar alıştığımız iş yapış modellerini olduğu kadar gündelik hayatımızı ve sosyal yaşantımızı da kökten değiştirecek yeniliklere gebe olacak. 2023 Lideri isimli kitabımda da belirttiğim gibi bu dönemin sanayi devriminden bu yana iş dünyasını ve bireysel hayatlarımızı en çok etkileyecek olan dönem olduğuna inanıyorum. Peki önümüzdeki 20 yıl içinde İK ne gibi etkiler altında kalacak? 1. Öncelikle bir süredir yoğun olarak tartıştığımız “dijitalleşme” kavramı var. Bu kavram iş dünyasında yer alan tüm paydaşları etkileyecek. Diğer bir deyişle çalışandan patronuna, ekosistemden servis sağlayıcılara kadar herkes artık dijitalleşmenin etkisi altında. Çalışan ve potansiyel çalışan adayları dijital dünyada daha aktif, daha araştırmacı, bilgi her yerde ve erişilebilir durumda. Diğer yandan şirketler sürekli mercek altında; kendi çalışanları tarafından, potansiyel yetenekler tarafından, rakipler tarafından sürekli izleniyor ve her an doğru bilgi ile ve “yeteneğin” dikkatini çekecek şekilde aktif olmak zorundalar. İşe alım sürecinde tüm başvurular online dünyada yapılıyor, adaylar sosyal medyadaki paylaşımları ile bir role kabul edilebiliyor ya da red alabiliyor. Hatta daha ötesinde sosyal medyadaki paylaşımlar bir kişinin kendi şirketindeki kariyer yolunu bile etkileyebiliyor. Bugünün dijital dünyasında hiçbir şey sır olarak kalmıyor. Peki bunun iş dünyasına getirdiği sonuç ne? Kaçınılmaz olarak endüstrilerin tamamında bir yıkım yaşanacak; ancak bu bahsettiğim eskiyi yıkan yapıcı bir inovasyon. Yani geleneksel iş yapış modellerinin sona ermesi ve yepyeni iş yapış modellerinin ortaya çıkışını yaşayacağız. İş dünyası zaten adım adım bu yöne kaymaya başlamıştı. Bugün, bildiğimiz klasik anlayış ile sabah 09:00 akşam 17:00 ofiste bilgisayar karşısında çalışan kuşakların yerini sahip oldukları I-phone, I-pad’ler ile internet erişimi olan her yerde 7*24 online olarak çalışan bir kuşak aldı. Şirketlerin çoğu artık evden çalışmayı daha fazla teşvik eder durumda. Öte yandan bilgi artık her yerde olduğu için eskiden kıymetli olan “bilmek” iken bugün kıymetli olan “mevcut bilgiyi inovatif sonuçlara dönüştürmek” oldu. Artık bilgiyi alıp gündelik hayatımızı kolaylaştırır hale getiren aplikasyonlar ile yaşıyoruz. Eskiden alışveriş yapmak için mağazalara giderken şimdi sanal mağazalarda dolaşıyoruz. Eskiden yüzyüze mülakatlar ve testler ile işe alım sürecini yürütürken şimdi skype gibi farklı video konferans araçları ve online kişilik envanterlerini kullanıyoruz. Eğitimler değişti, performans uygulamaları değişti ve değişmeye devam edecek. Sanal sınıflarda, e-eğitim ile ekipleri geliştirip eğittiğimiz ve performanslarını uzaktan ölçümlediğimiz bir sürece girdik. Bugünün iş dünyasında Y Kuşağı ve çok yakında kendisini daha fazla hissettirecek olan Z Kuşağı doğduğu dijital dünyayı önceki kuşağa öğrettiği genç bir koç olarak iş dünyasında sesini duyuruyor. Kısacası dijitalleşme İK’nın tüm fonksiyonlarında kendini belli ediyor. 2. Bir diğer önemli konu başlığı ise “yapay zeka”. Neden yapay zeka? Çünkü bir tarafta dijitalleşme ile her an her yerde her türlü bilgiye ulaşmanın avantajını yaşarken bir yandan da bireyi kısıtlıyoruz. Artık hepimiz dijital olarak takip edilebilir durumdayız. Bir adayın sosyal medya hesaplarına baktığımızda daha onunla karşı karşıya gelmeden önce onun hakkında sahip olabileceğimiz kritik bilgilere sahibiz; neleri sever, nerelere gider, kimlerle arkadaş, nasıl bir ailesi var, nasıl bir politik görüşü var. Bütün bu bilgi yoğunluğu bir yandan bir avantaj iken aynı zamanda bir kısıtlama unsuru olarak da karşımıza çıkıyor çünkü bireyi bağımlı hatta bir çeşit hapis altına almış oluyor. Özgürlük yerine tam anlamı ile bir kısıtlama yaratıyor. Böyle bir ortam içinde İK ve şirket yönetimi hem dijitalleş- menin araçlarını doğru kullanmak hem de bireye nefes alma alanı bırakmak adına son derece hassas bir çizgi üzerinde politikalarını konumlandırmak zorunda. 3. Üçüncü olarak dijitalleşme kavramından bahsederken değindiğim gibi artık bilgi her yerde ve hepimizin hizmetinde. Bu sadece ülkelerin coğrafi sınırları içinde değil bölgesel ve global anlamda da geçerli. Teknolojinin ulaşılabilirliği ve bu ulaşılabilirliğin rahatlığı ile uluslararası işgücü ve yer bağımsız yönetim kavramları hayatımıza girmiş durumda. Bu da bize daha farklı bir perspektiften bakmayı zorunlu kılacak. Bugün başlayan bu trend önümüzdeki 10 – 20 yıl içinde artarak hayatımızda var olacak. Ülkeler saat farkından, mesafelerden, hatta ve hatta kültür farklılıklarından bağımsız olarak, çok daha yoğun işbirliği yapıyor olacak. İnsan Kaynakları adına farklı ülkeler ve coğrafi sınırlar içinde hizmet alımları artacak, kıtalararası görevler ve atamalar artacak ve bu farklı kültürleri anlamak ve doğru şekilde yönetebilecek en etkin performans sistemlerini ve iş modellerini kurgulamak artık kaçınılmaz bir günlük ihtiyaç haline gelecek. Özel sektöre baktığımızda ise etkisini en çok hissedeceğimiz değişimlerden biri çalışana ve patrona bakış açısı olacak. Ben bunu “herkes işinin patronu olacak” şeklinde özetliyorum. Zira yeni Y kuşağı ve Z kuşağı bizleri daha yoğun bir şekilde bu anlayışa itecek. Bu kuşakların çok önemli söylemleri var; “fark edilmek”, “bütünü etkileyen ve karar mekanizmasının bir parçası olmak”, “sadece izlemek değil, karar verme sürecine dahil olmak”. İşte bu söylemleri dikkate aldığımızda “Herkes patron ve herkes aynı zamanda çalışan olacak” diyorum çünkü bu anlayışı benimsemeyen organizasyonlar mevcut çalışanlarını elinde tutamayacağı gibi yeni yetenekleri de organizasyonlarına katamayacaklar. Bu nedenle İK 2023 Lideri kitabımda da bahsettiğim “vizyona katılımcı bağlılık yaratan” liderleri organizasyonlarına katmak ve bu liderlerin ekipleri ile sürekli ve açık iletişimde olarak hedeflere koşmalarını sağlamak zorunda. Bu, ciddi bir kültür değişimi ve iş yapış değişimi anlamına geliyor ve bu kültürü doğru bir şekilde kurmak ve yürütmek için insan kaynaklarına çok iş düşüyor. kasım 2015 - HRDERGİ | 37 4. Önümüzdeki 20 yıl içinde güçlü politik liderlik ile oluşacak güçlü iktidarların ortaya çıkacağına inanıyorum. Bu gerek özel gerek profesyonel hayatta devletlerin ekonomideki payının artışına şahit olacağız. Bugün savunmadan telekomünikasyona, enerjiden medyaya kadar pek çok farklı sektörde devlet ve kamu kuruluşlarının özel sektörle olan ortaklıklarını görüyoruz. Pek çok kamu kuruluşu, özel sektördeki şirketlerin bir bölümünü satın alıyor ve yönetimlerinde söz sahibi oluyor. Yönetimsel olarak yaşanan bu değişim de İnsan Kaynakları ve şirket politikalarını etkileyecek ve çok yönlü ve farklı kültürlerin bir araya geldiği bu yeni organizasyon yapılarında güçlü iktidarları güçlü yönetim politikaları ile sürdürülebilir kılmak gerekecek. 5. Bütün bunlara ek olarak ben önümüzdeki 20 yıllık dönemin yeni çağın liderleri tarafından oluşturulacağına inanıyorum. Yeni çağın liderleri, dijital kabiliyetleri güçlü, açık iletişim kurabilen, güçlü network ve işbirlikleri yaratabilen ve vizyon ile katılımcı bağlılık sağlayarak ekiplerine ilham verebilen, girişimci liderler olacak. Bu liderler son dönemde sıklıkla vurguladığım “Kişiselleştirme” kavramına ve yetkinliğine sahip kişiler olarak yeni çağda artık tüm bireylerin aynen birer şirket gibi yönetilmesi gerektiğinin farkında olacaklar çünkü yetenek ve “Kişiselleştirme”, bundan sonraki dönemde hepimizin haistikrarlı mesajlarla örülü bir "işveren markası" oluşturma zorunluğunu ilk defa fark etti. Bu aynı zamanda iş dünyasının - yetenekler söz konusu olduğunda - seçenle seçilen arasındaki sınırların giderek yok olduğunu kabul etmesi anlamına geliyordu. Geldiğimiz son noktada birçok şirket, özellikle Y kuşağının mecrası olan internette yaratıcı ve interaktif uygulamalarla Y kuşağını cezbetmek, çalışılmak istenen şirket olabilmek için bir "işveren markası iletişimi" stratejisi uyguluyor. Yusuf Azoz - Kariyer.net Genel Müdürü Her şey internet üzerinde olup bitecek: Genç ve yetenekli adaylara ulaşmak isteyen firmalar, işe alım iletişimlerini büyük oranda gençlerin mecrası olan internete taşıdı. Bu iletişim giderek daha interaktif, daha şeffaf ve yaratıcı bir hale gelirken sosyal siteler, iş ağları İK süreçlerinin içine girdi. Bu süreçte işverenler, adayların ilgisini çekebilmek için Süreçler dijitalleşecek: Sosyal medyanın hayatımızın tümüne entegre olmasıyla birlikte işe alım süreçlerinde de kendini göstermeye başladı. Yeni nesil trendi olan sosyal ağların işe alımdaki etkisini fark ederek işverenlerin gelecek vadeden adaylarla tanışmak, onları ikna etmek ve iletişim kurmak için sosyal medyayı kullanarak işe alım konusunda stratejiler geliştirmeleri gerektiğinin bilinciyle hareket ediyoruz. Bu bilinçle Facebook kullanıcılarının firmalarda çalışan yatında gitgide daha çok önem kazanacak. Önümüzdeki yıllarda, özellikle 2020’den sonra her bir bireyi bir şirket gibi düşünmemiz gerekecek. Yeni çağ ile birlikte her bir çalışan, organizasyona, işe ve takıma sağladığı bireysel katkı ve yarattığı fayda ile değerlendirilecek, ödüllendirilecek ve takdir edilecek. Artık, geçmişten günümüze gelen klasik değerlendirme ve ödüllendirme sistemlerinin geçerli olmayacağı bir dönemdeyiz. Özetle sınırların gitgide yok olduğu, erişebilirliliğin ise her an daha da arttığı bu yeni dünyada İK ve yönetim dünyası da var olmak için kendini bütün bu değişimlere adapte etmek zorunda kalacak. arkadaşlarını keşfetmek ve iş aramak için kullanabilecekleri Türkiye’nin ilk ve tek sosyal platformu İşteSosyal’i bünyemize kattık. Mobil, hayatımızı kaplayacak: Şüphesiz ki her alanda olduğu gibi iş arama yapılarında da mobil ilk sırada geliyor. Kariyer.net’teki ilanlara yapılan başvuruların neredeyse yarısı mobil site ve mobil uygulamalarımızdan geliyor. Diğer yandan Kariyer.net iştiraki videolu iş görüşmesi platformu HR Venue gibi dijital iş görüşmesi platformları sayesinde iş görüşmeleri zaman ve mekandan bağımsız; daha hızlı, ekonomik ve kolay bir şekilde gerçekleştiriliyor. Videolu mülakat, işe alımlar konusunda yeni bir sayfa açarak daha fazla adaya şans tanıyor. Adaylar videolu mülakatın saatini ve yerini kendileri seçiyor. Yüz yüze mülakat azalacak. Yetenek savaşları hız kazanacak, rekabet kızışacak. Teknolojik İK Sosyolojik Değişimlere Hızlı Uyum Sağlayan İK Hızlı, Çevik ve Rekabetçi İK Global Bakış ile Hareket Edebilen İK Şirkete Kaldıraç Etkisi Olan İK Yücel Atış – Prometheus Danışmanlık Genel Müdürü 38/ HRDERGİ -KASIM 2015 ‘’Mükemmel olmak için mükemmel çalışanlara ihtiyaç vardır!’’ Bu cümlenin sonuna bir ‘ama’ eklememiz gerekmez mi? Derleme Performans kültürü oluşturmanın ana sütünü konuşalım... Mükemmel bir işgücü, mükemmel çalışanlardan oluşur. Bundan daha açık ne olabilir ki? Bu yüzden, pek çok şirketin son yıllarda bu kadar enerjisi yüksek performanslı oyuncular diye bilinen çalışanların tespit edilmesine, geliştirilmesine ve elde tutulmasına ayırması son derece normaldir. Dünyanın en büyük şirketleri yüksek performans gösteren ve yüksek potansiyel sahibi olan çalışanları yönetmek ve motive etmek için son derece güzel geliştirilmiş sistemlere sahiptir. Yönetim düşünürleri de bu yaklaşımı destekler: Çalışanlar arasında yapılan yeteneğe dair yapılan ayrıştırmayı “bir performans kültürü oluşturmanın ana sütü” diye tanımlar. Ancak sadece yüksek performanslı oyunculara odaklanmak, işe tersten başlamak anlamına gelebilir. Çünkü sonuç olarak yüksek performans gösterenler eğer piyasaya yönelik çalışmalarda bulunmuyorsa, organizasyona çok fazla katma değer sağlamayacaktır. Onlar ancak “doğru karta oynamak” üzere yönlendirilirse etkili olabilirler. Bu da, şirketin stratejisi için olmazsa olmaz olan işlerle eşleştirilmeleri anlamına gelir. Bunun da kulağa ne kadar aşikar geldiğinin farkındayız. Ama yine çok az şirketin, stratejik olarak önemli olan üst düzey pozisyonlarını sistematik olarak belirlediğini, ardından da bu pozisyonları dolduracak yüksek performanslı oyunculara odaklandığını görmek şaşırtıcıdır. Hatta daha da az şirket üst düzey pozisyonlarını, üst düzey oyuncuların bu kritik rollerde ihtiyaç duyulan yüksek performansı gösterecek şekilde yönetir. Geleneksel inanış, en fazla yeteneğe sahip olan firmaların kazançlı olduğunu savunsa da, bizler (yüksek performans gösteren kişileri şirkete çekmek, seçmek, geliştirmek ve elde tutmak için gereken finansal ve yönetimsel kaynakları dikkate aldığımızda) şirketlerin tüm pozisyonlara üst düzey oyuncuları yerleştiremeyeceğine inanıyoruz. Şirketlerin işgücü yönetimine bir portföy yönetimi mantığı ile yaklaşması gerekiyor. En iyi çalışanlar stratejik pozisyonlara yerleştirilmeli, iyi performans gösterenler destek pozisyonlarına konulmalı ve performans göstermeyen çalışanlar ile katma değer yaratmayan işler elimine edilmelidir. Bu yaklaşımı başarılı bir biçimde işgücü yönetimine uygulayan pek çok şirketin deneyiminden yola çıkarak, yararlı bir yöntem öneriyoruz. (Bu şirketlerden bazıları ile danışman olarak da çalıştık.) Bu noktada, unutulmaması gereken şu: üst pozisyonlarının etkili yönetimi, orta kademe ve alt kademe pozisyonlarının da zekice yönetilmesini gerektiriyor. Organizasyonda göreceli olarak katma değer yaratan işler, geleneksel olarak bir ya da iki yolla değerlendiriliyordu. İnsan Kaynakları profesyonelleri de tipik olarak bir işin gerektirdiği beceri düzeyi, çaba ve sorumlulukla birlikte çalışma koşullarına odaklanır. Bu bakış açısından yola çıkarsak en önemli pozisyonların; en fazla beceriye sahip, en çok çalışan, en fazla sorumluluk yüklenen ve en zorlayıcı ortamlarda görev yapan çalışanlar tarafından doldurulanlar olduğunu düşünebiliriz. Tersi şekilde ekonomistler de genel olarak, çalışanların aldığı maaşın şirkete kattığı değeri yansıttığına inanır. Böyle bakarsak, en önemli işlerin en fazla maaş alınan çalışanlarca yapılanlar olduğunu düşünebiliriz. Bu iki bakış açısındaki ortak sorun şudur: Sadece, şirketin “önemli” muamelesi yaptığı işlerin tespit edilmesine odaklanırlar; gerçekten önemli olanlar işlere değil… Bunu yapmak için de organizasyon şemasından ya da ücretlendirme sistemlerinden yola çıkmak yerine, stratejiden ilerlemek gerekir. Bu nedenle bizler üst düzey pozisyonu belirleyen iki karakteristik özellik bulunduğuna inanıyoruz: Birincisi, tahmin edeceğiniz gibi bu pozisyonun bir şirketin stratejisinin bir bölümünü gerçekleştirmek konusunda ne kadar önemli olduğu… İkincisi ise, bu pozisyondaki çalışanların iş kalitesinin bulunurluğu… Performansta büyük değişkenlik yaratmayan stratejik işler, giriş seviyesi olarak tanımlananlar için bile göreceli olarak azdır. Bunun nedeni bu işlerdeki performansın, görevi yerine getirmek için uzmanlıktan daha fazlasını gerektirmesidir. Kasiyerlik işini ele alalım. Genel mekanizmalar zor değildir. Ancak eğer pozisyon, müşterinin satın alma deneyimine vurgu yapan bir perakende stratejisinin parçasıysa, iş elbette ürünlerin kaydedilmesi ve gülümseyerek müşteriden para alınmasından daha fazlasını gerektirecektir. Bu durumda kasiyerden örneğin, müşterinin satın aldıklarını gözlemlemesi ve mağazaya tekrar geldiğinde satın almayı isteyebileceği ürünleri önermesi beklenebilir. Bu tür durumlarda kişinin performansında farklı kriterler ön plana çıkacaktır. Bazı işler yüksek değişkenlik seviyesi gösterebilir ama pek az stratejik etki yaratır. Bu nedenle bu tür işlerdeki bütünsel performans seviyesinin dramatik biçimde artırıl- kasım 2015 - HRDERGİ | 41 ması ve değişkenliklerin daraltılması rekabet avantajı geliştirmede fırsat yaratmayacaktır. Bazı işler de potansiyel olarak stratejik öneme sahip olmasına karşın rekabet avantajı açısından pek az fırsat sunar. Çünkü herkesin performansı zaten en yüksek seviyededir. Bu; hem işin standart doğasından hem de şirket ya da endüstrinin (eğitimler ya da özenli işe alım sistemlerine yatırım yapması sayesinde) çalışanların ortalama performansını artırmış olmasından kaynaklanabilir. Örneğin bir pilot pek çok havayolu şirketinin stratejik güvenlik hedefine en kilit katkılarda bulunan kişidir. Ancak pek çok pilot yüksek performansını, düzenli eğitimlere ve hükümetin düzenlemelerine borçludur. Bazı pilotların performansının güvenli olmayan bir kategoriye düşmesinin stratejik başarısızlık getireceğinden kuşku yoktur. Güvenlik konusunda bir pilotun performansını artırmak pek de mümkün değildir ve marjinal katkılar olası olmasına karşın rekabet avantajı için bir fırsat oluşturması söz konusu olamaz. Bu nedenle bir işin, üst düzey pozisyonu olarak tanımlanabilmesi için hem stratejik etki, hem de performans değişkenliği kriterlerine sahip olması gerekir. az etkileri vardır ve aslında belki de bunlara hiçbir şekilde ihtiyaç duyulmaz. Üst düzey pozisyonlarının, firmanın hiyerarşisi ile hiçbir ilgisi olmadığını belirtmekte yarar var. (Ki üst düzey yönetici ekipleri genellikle hiyerarşiyi, organizasyondaki kritik ve fırsat dolu rolleri tanımlamak için bir kriter olarak kullanır.) Sizin için olduğu kadar, bir tepe yöneticinin de kendi işini şirketteki en kritik pozisyonlar arasında görmesi doğaldır. Oysa kasiyer örneğinde gördüğümüz gibi A pozisyonları organizasyonun genelinde bulunabiliyor. Üstelik bunlar, yaratıcı performans göstermeyi gerektirmeyen ve şirketin stratejisine doğrudan katkıda bulunan göreceli olarak basit işler de olabiliyor. Örneğin, şirketin başarısında en çok etkisi olan işleri belirlemek isteyen büyük bir ilaç şirketi, pek çok üst düzey pozisyonu tespit ediyor. Ürünlerinin güvenlik ve etkililiğini test edebilme becerisi, gerekli olan bir stratejik yeterlilik olduğu için klinik denemelerinin başı ile yasal düzenlemeler ile ilgilenen bölümdeki birkaç pozisyon kritik olarak tanımlanıyor. Ancak şirket hiyerarşisi arasındaki bazı tepe görevler (üretim direktörlüğü ve kurumsal mali işler gibi) bunların arasında yer almıyor. Bu iki belirleyici karakteristik özellik, üst düzey pozisyonunu orta kademe ve alt kademeden ayıran pek çok farklı özelliği doğurur. (Örneğin pozisyonun, gelirleri artırma ya da maliyetleri azaltma potansiyeli gibi…) Bu görevlerdeki kişiler yüksek ücretler almalarına ve şirketin değerlerini korumakta kilit rol oynamalarına karşın firmanın iş modeli aracılığıyla değer yaratmıyor. Sonuç olarak şirket, stratejik işlere yaptıklarıyla kıyaslandığında bu pozisyonlara değerli yatırımlar (örneğin yedekleme planlaması) yapmıyor. Orta kademe pozisyonları, üst düzey pozisyonlarını destekleyen ve dolaylı olarak stratejik olanlardır. Ya da potansiyel olarak stratejik olmalarına karşın hali hazırda pek az performans değişkenliği göstererek rekabet avantajı için önemli fırsatlar sunmazlar. Orta kademe pozisyonları çok fazla katma değer yaratmamasına karşın, genellikle bunun korunması için önemlidir. Pek çok yönetici hatalı bir biçimde işgücü yetersizliği ile işgücü değerini birbirine eşit gibi değerlendirse de, üst düzey pozisyonları doldurulmalarının güçlüğüne göre belirlenemez. Doldurulması güç olan bir iş, firmanın değerinin artırılmasında o kadar da yüksek potansiyele sahip olmayabilir. Alt kademe pozisyonları şirket stratejisinin ileri götürülmesinde hiçbir rol oynamaz, değer yaratılması ya da korunmasında pek 42/ HRDERGİ -KASIM 2015 Örneğin bir ileri teknoloji ürünleri üretim şirketinde, kalite güvence müdürü ürünlerin müşterilerin beklentilerine yanıt verdiğinin garanti altına alınabilmesi için kritik rol oynar. Bu görev, bulunması güç beceriler gerektirebilir. Ancak tıpkı havayolu pilotları örneğinde olduğu gibi bu pozisyonun da şirketin başarısına etkisi asimetriktir. Çünkü zarar beklentisi çok daha dikkate değerdir: Altı Sigma seviyelerinin altına düşen kalite, elbette şirketin değerine zarar verecektir. Oysa, yükselme eğiliminde sınır yoktur. Dokuz Sigma hata oranını başarabilecek bir yönetici çok fazla katma değer sağlamayacaktır çünkü Altı Sigma ile Dokuz Sigma arasındaki fark, büyük bir değer yaratma fırsatı oluşturmak için yeterince büyük değildir. Bu nedenle, sözünü ettiğimiz tarzda bir pozisyon, doldurulması güç olmasına karşın A pozisyonu tanımına uymamaktadır. Üst düzey pozisyonları belirledikten sonra onları doğru yönetmeniz gerekir. Bu sayede bu pozisyonlar ve bunların içinde görev yapan kişiler organizasyonun stratejik hedeflerini ileriye taşıyabilir. Bu konuda atılacak ilk adım; farklı görev ve kişilere neden farklı muamele edilmesinin gerekli olduğunu işgücünüze açıkça ve net bir biçimde anlatmaktır. Bir şirket son derece hızlı değişen rekabet ortamında şirketin başarısı için kritik olan pozisyonları hem kurum hem de iş birimleri seviyesinde tespit ediyor. Şirket bu girişimin bir parçası olarak işgücü felsefesi ve yönetim ana hatlarını içeren bir bildiri geliştirdi. Bu ana hatlardan biri de “işgücü farklılaşması”na gönderme yaparak şöyle der: “Kritik pozisyonlarda kilit yeteneklerimizin bulunması ve bu bireylerin kariyerlerinin merkezi biçimde yönetilmesi önemlidir.” Ancak iletişim, işin sadece başlangıcıdır. Üst düzey pozisyonları aynı zamanda oransız yatırım seviyelerini de gerekli kılar. Bu rolleri üstlenen kişilerin performansının ayrıntılı olarak değerlendirilmesi, bu bireylerin aktif olarak geliştirilmesi ve cömertçe ücretlendirilmesi çok önemlidir. Ayrıca, ileride bu kişilerin yerine geçecek olanların da en iyiler olduğundan emin olunmalıdır. İş dünyasının farklı alanlarında böyle bir portföy yaklaşımına sahip yöneticilerin, aynı düşünme tarzını işgücüne yönlendirememesi şaşırtıcıdır. Orta kademe ve alt kademe pozisyonlarını yönetmek için de stratejilerinizin ve bu üç stratejinin bir arada nasıl çalıştığına yönelik bir anlayışınızın olması gerekir. İş dünyasının farklı alanlarında böyle bir portföy yaklaşımına sahip yöneticilerin, aynı düşünme tarzını işgücüne yönlendirememesi şaşırtıcıdır. Örneğin, şirketler çok ender olarak hem iyi hem de kötü çalışanlarına eşit derecede yatırım yapar. Bunun bir sonucu olarak da, gördükleri muamele karşısında demotive olan yüksek performanslı oyuncular şirketi terk ederken düşük performanslı oyuncular şirkette kalmaya devam eder. Üst pozisyonlara ve kilit oyunculara yatırım yapmanız demek, işgücünüzün geri kalanını göz ardı etmeniz anlamına gelmemeli. Orta kademe pozisyonları, üst kademe pozisyonlarını destekledikleri ya da (havayolu pilotları örneğinde olduğu gibi) başarısızlıkları büyük sorunlar yaratacağı için önemlidir. Bir başka deyişle, orta kademe pozisyonları sayesinde büyük başarılar elde etmeniz mümkün olmaz ama onlar nedeniyle kayba uğramanız olasıdır. Stratejik olmayan alt kademe pozisyonları için dikkatli bir analiz yaptıktan sonra, zaman içinde düşük performanslı oyuncuları elimine edebileceğiniz ve dış kaynak kullanımı aracılığıyla alt pozisyonlarını ortadan kaldırabileceğiniz sonucuna varabilirsiniz. Sonuç olarak temel amacınız pozisyon portföyünüzü yönetmek olmalıdır. Bu sayede üst düzey pozisyonlarına özel bir dikkat harcanarak doğru kişilerin, doğru işlerden olduğundan emin olabilirsiniz. Öncelikle, yüksek performanslı-vasat-düşük performanslı oyuncularınızın kim olduğunu belirlemek için geliştirilen performans kriterlerini kullanarak her bir üst pozisyonunun yüzdesini hesaplayın. Ardından alt kademe oyuncularını üst düzey pozisyonlarından çıkarmak için hızla harekete geçin ve üst pozisyonlardaki vasat performanslı oyuncuların yüksek performanslı çalışan haline gelebilmesi için çalışın. Yüksek performans gösteren çalışanlar geliştirmenin ve şirketin başarısına en çok katkısı olan işlerin desteklenmesinin aşikar olduğu kesin. Ama yine de AR-GE, pazarlama ve üretim stratejileri konusunda rutin olarak zorlu kararlar alabilen firmalar, ne yazık ki aynı di- siplini en önemli değerleri söz konusu olduğunda gösteremez: işgücü… Aslında uzun zamandır edindiğimiz deneyim sonucunda, en farklı AR-GE, üretim ve pazarlama stratejilerine sahip olan firmaların en jenerik ve en farklılaşmamış işgücü stratejilerine sahip olduğunu belirledik. Bu şirketlerdeki yöneticilerden biri bu alanda zor bir karar aldığında, karar genellikle işgücünün değeri yerine maliyetler ve giderler ile ilişkili oluyor. Fiyat bazında mı rekabet ediyorsunuz yoksa kalite mi? Bu durumda şu çok açık: Bir pozisyonun stratejik önemini belirlemek için öncelikle şirketinizin stratejisi konusunda net olmanız gerekiyor. Fiyat bazında mı rekabet ediyorsunuz yoksa kalite mi? Rekabet avantajınızı toplu tüketim mi sağlıyor? Bu sorularınızın yanıtını verdikten sonra stratejik yeterliliklerinizi (niyetlendiğiniz rekabet avantajını yaratmak için gereken teknoloji, bilgi ve becerileri) belirlemeniz şart. Örneğin, Wal-Mart’ın düşük fiyat stratejisi, en uç noktada lojistik ve bilgi sistemleri ile maliyet kesintilerine odaklanmayı gerekli kılar. Son olarak sormanız gereken ise şudur: Stratejiyi hayata geçirirken bu yeterlilikleri kullanabilmem için hangi işler kritik önem taşıyor? Bu tür pozisyonlar, desteklediği stratejilerin sayısı kadar değişkendir. Burada önemli olan, hiçbir stratejik pozisyonun kendiliğinden oluşmadığını akılda tutmaktır. Dahası, bu pozisyonlar göreceli olarak ender bulunur (işgücünün yüzde 20’den azı) ve genellikle organizasyonda dağılmış durumdadır. Bu nedenle AR-GE departmanındaki biyokimyager de, pazarlamadaki saha satış temsilcisi de stratejik olabilir. Peki kişilerin halihazırdaki işlerinde gösterdiği performansta söz konusu olan değişkenlik neden bu kadar önemlidir? Çünkü tıpkı diğer görevlerde olduğu gibi iş performansındaki değişim de yukarı doğru uzanan bir potansiyeli ifade eder: Bu kritik rollerdeki bireylerin ortalama performansını artırmak kurumsal değerde büyük farklar yaratabilir. Dahası, eğer bu değişkenlik şirketler arasında da mevcutsa, pozisyonu stratejik olarak önemli hale getirerek belli bir firma için rekabet avantajı kaynağı olabilir. Bir şirketin başarısında temel olan satış pozisyonları, bu noktada iyi bir örnek olabilir: Performansı, şirketin satış ekibinin yüzde 85’lik dilimi içinde yer alan bir satış temsilcisi yüzde 50’lik kısımdaki bir kişiyle kıyaslandığında genellikle beş ile on kat arası daha fazla gelir sağlamış olur. Ancak burada sadece fazla ya da daha az değer yaratmaktan söz etmiyor, “değer yaratmaya” karşılık “değer yok etme” potansiyelini de dile getiriyoruz. kasım 2015 - HRDERGİ | 43 Yetenek bazlı aday değerlendirme yöntem ve süreçlerini mercek altına alalım! Human Resources Report Klasik aday değerlendirme yöntemi, “aday ile ilgili tanımlayıcı bilgileri nümerik formda, kesin, güvenilir ve değerlendiriciden bağımsız bir şekilde sağlayan bir bilgi keşfetme yöntemi” olarak tanımlanabilir. Günümüzde yetenek, zeka ve hedef testleri, simülasyonlar ve vaka çalışmalarını içeren çok çeşitli yetenek bazlı aday değerlendirme yöntemleri mevcut. 52/ HRDERGİ - EKİM 2015 Yetenek bazlı aday değerlendirme yönteminin kullanılma amacı, sübjektif bir ortamda gerçekleşen iş görüşmelerinden farklı olarak iş uyumu ölçümlerinin daha güvenilir ve tarafsız bir ortamda gerçekleşmesini sağlamaktır. Bunun yanı sıra, yetenek bazlı yöntemler kimi zaman mülakatta elde edilen bilgilerden çok daha farklı bilgiye ulaşılmasına olanak sağlıyor. Gelecek performansın tahmin edilmesine ilişkin yetenek bazlı yöntemlerin bir parçası olarak kullanılması gereken mülakat, halen bir çok kurumda tek değerlendirme yöntemi olarak yerini koruyor. Yetenek bazlı aday değerlendirme kararlarının kalitesi, bu kararları destekleyen bilgilerin kalitesi ile doğrudan ilişkili… Birçok organizasyon bunun aksini iddia etmese de, adaylardan bilgi toplama aşamasında çoğu kuruluş önemli hatalar yapıyor. Bu da bizi şu önemli soruya götürüyor: “İşe alım süreçlerinde en doğru kararı verebilmek için gereken bilgileri toplamaya yönelik en etkili yöntem nedir?” Yapılan araştırmaların çok büyük bir bölümü, yetenek bazlı aday değerlendirme yöntemlerinin kullanıldığı işe alım süreçlerinin gelecekte çalışan-iş uyumunun sağlanmasında oldukça önemli bir etken olduğunu gösteriyor. Bununla beraber adayın iş ile olan uyumu en iyi, iş üzerindeki performansı ile ölçülebiliyor. bir araya getirilmesi, işe alım kararlarının kalitesini bir bütün olarak artırma şansı verdiği gibi çalışan verimliliği ve performansının da geliştirilmesine yardımcı olur. Yetenek bazlı aday değerlendirme yöntemleri şirketlerde ne kadar ve nasıl kullanılıyor? Yetenek bazlı aday değerlendirme yöntemlerinin şirketlerde ne kadar ve nasıl kullanıldığını tespit etmeye yönelik olarak yapılan bu araştırmanın katılımcıları, çalıştıkları şirketlerdeki mevcut ve planlanan yetenek bazlı değerlendirme süreçleri hakkında kendilerine yöneltilen soruları yanıtladılar. değerlendirme sürecine eklemek yönünde bir istek mevcut. • Araştırmaya katılan firmaların yüzde 40’ı değerlendirme sürecinde yazılı davranış anketlerinin yerine yapısal olmayan mülakat yöntemini kullanmayı tercih ediyor. Bu yöntem bir bakıma endişe verici, çünkü yapısal olmayan bu yöntemler adayların gelecekte göstereceği performans tahminlerine ilişkin çok da geçerli bilgiler barındırmıyor. Buna ek olarak araştırmaya katılan şirketlerin sadece yüzde 5’i şimdiki uygulamalarını değiştirmeyi planladıklarını belirtiyor. Araştırma için farklı sektörlerde faaliyet gösteren şirketlerden toplam 2 bin 229 çalışana davet gönderildi. Yani işe alım süreçlerindeki sübjektif ve ön yargılı bilgi aktarımı bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Gönderilen bu davetlerden elde edilen geri dönüş oranı ise 282 kişi ile yüzde 13’tü. Davranışsal değerlendirme tablolara ne işe yarar? Çeşitli ölçeklerden ve farklı sektörlerden sorulara yanıt veren bu 282 kişinin yaptığı değerlendirmeler, yetenek bazlı aday değerlendirme alanında şirketlerde neler yapıldığına da geniş ve etkili bir perspektiften bakmaya olanak sağlıyor. Davranışsal olarak hazırlanmış değerlendirme tabloları, adayların görüşme sırasında kendilerine yöneltilen sorulara verdikleri yanıtların en doğru şekilde değerlendirileceği bir yapı ortaya çıkmasını sağlıyor. Sorulara katılımcıların verdiği cevaplardan yapılan analizler ve gözlemler sonucunda elde edilen bazı sonuçları sıralamak gerekirse: Şirketler işe alım süreçlerine katma değer sağlayacak, etkisi kanıtlanmış yöntemleri ve kaynakları halen görmezden geliyorlar. Yetenekleri ve yaptığı iş arasındaki uyum seviyesi yüksek olan çalışanlar, doğal olarak daha verimli oluyorlar. Şirketlerin bugün sahip oldukları aday değerlendirme yöntemleri onları yeterince tatmin ediyor. Verimlilik seviyeleri arasındaki farklılıklar ise ekonomik anlamda büyük önem taşıyor. Bu da aday değerlendirme süreçlerinde yetenek bazlı değerlendirme yöntemlerinin az ya da çok kullanılmasının, yatırım getirisi açısından ne derece kritik anlam taşıdığının bir göstergesi… Gelecek döneme ait planlanan en büyük öncelik, aday değerlendirme sürecine yetenek ve beceri testlerinin de eklenmesi olacak. Yetenek bazlı aday değerlendirme yöntemlerinin amaca uygun olarak hazırlanması ve Büyüklüğü ile bağlantılı olmaksızın, şirketlerin her birinde yetenek bazlı yöntemleri aday • Büyük ölçekli şirketler yetenek bazlı aday değerlendirme yöntemlerini hayata geçirebilme konusunda daha hassas davranıyorlar. Şirketlerin yüzde 55’i yazılı soruları olduğunu belirtirken, sadece yüzde 24’ü bu sorulara verilen yanıtların yetenek bazlı bir şekilde değerlendirilmesini sağlayacak bir kaynağın varlığından söz ediyor. Araştırma, kişilik envanterleri ve skorlanabilir iş başvurularının şirketlerin yüzde 15’inden daha azında kullanıldığını gösteriyor. Bu yöntemin yerine İnsan Kaynakları tarafından en sık başvurulan yöntem, kendilerine gelen tüm iş başvurularını veya özgeçmişleri işin gerektirdiği kilit ve önemli özelliklere göre değerlendirip “evet” veya “hayır” hanesine kaydetmek oluyor. Adayın özgeçmişindeki veriler ile işin gerektirdiği özelliklerin karşılaştırıldığı bu yöntem de bir bakıma skorlama niteliği taşıyor. Bir çok aday takip sistemi, seçilmiş bazı kriterlere göre adayların araştırılması ve sınıflandırıl- kasım 2015 - HRDERGİ | 45 ması konusunda İnsan Kaynakları’na yardım ederken, pek azı gerçekten yetenek bazlı bir nitelik taşıyor. Bununla beraber araştırma sonuçları, aday değerlendirme sürecini çok daha yetenek bazlı hale getirecek bu yöntemleri gelecek bir yıl içinde hayata geçirmeyi planlayan şirketlerin oranının sadece yüzde 3 olduğunu da gösteriyor. Yetenek ve beceri testleri, yetenek bazlı aday değerlendirme yönteminin en sık rastlanan çeşitleri olarak yer alıyor. Geleneksel test yöntemlerinin çok büyük bir bölümü şirketlerin kendi sistemlerine kolayca uyarlayabilecekleri şekilde hazırlanmıştır. Gerçekten de bu iki değerlendirme yöntemi, araştırmaya katılan şirketlerin çok büyük bir bölümünde gelecek dönemde hayata geçirilmesi gereken önemli bir proje olarak görülüyor. Bununla beraber araştırmaya katılanların sadece yüzde 10’undan az bir kısmı yetenek ve beceri testlerini gelecek bir yıl içinde işe alım süreçlerine dahil etmeyi planlıyor. Tıpkı yetenek ve beceri testlerinde olduğu gibi iş yapış stili ve mesleki kişilik testlerini aday değerlendirme sürecine dahil eden şirket sayısı araştırmaya katılanların yarısından daha az... Araştırmaya katılan firmaların sadece yüzde 5’i gelecek bir yıl içinde bu tarz aday değerlendirme yöntemlerini uygulamaya koyacaklarını söylüyor. Bu da bu oranın gelecek dönemde de çok fazla değişmeyeceğinin bir göstergesi denilebilir. Dönemsel istihdamlarda kullanabilir yöntemler Dönemsel olarak istihdam edilen bir elemanın belli bir süre geçtikten sonra kadrolu olarak işe alınması aslında iş denemelerine bir örnek olarak gösterilebilir. Simülasyonlar ve sanal iş denemeleri, gelişen teknolojinin de desteği ile firmaların çalışanın gelecekte na- 46/ HRDERGİ -KASIM 2015 sıl bir iş performansı göstereceğini en kolay ve en ucuz yoldan anlamasını sağlıyor. Bu iki yöntem sayesinde adaylar sanal bir ortamda iş hayatında karşılaşabilecekleri sorun çözme durumları, operasyonel düzenlemeler ve görevler ile karşı karşıya kalıyorlar. Bu uygulamanın bilgisayar ortamında yönetilmesi ise elde edilen sonuçların çok daha kesin ve güvenilir olmasını sağlıyor. Araştırmaya katılan şirketlerden çok azı bu süreçlerde teknolojiden faydalanıyorlar. Bunun yanı sıra adaylar da şirketlerden işe alım süreçlerinde ve stratejilerde daha fazlasını beklemeye başladılar. Yüksek teknolojinin kullanıldığı bir ortamda hayata geçirilen bir işe alım sürecinin değeri sadece adayın gelecek iş performansını tahmin etmek açısından yararlı değil, aynı zamanda adayın da kendisini interaktif bir iş ortamında değerlendirmesine olanak veriyor. Bu tarz uygulamaların multimedya ve sanal ortam aracılığı ile gerçekleştirilmesi giderek daha da yaygınlaşıyor. İşe alım süreçlerini yetenek bazlı yöntemleri dahil ederek geliştirmek isteyen İnsan Kaynakları profesyonellerinin önünde oldukça fazla kaynak var. Fakat bu uygulama alanı, üzerinde düşünülmüş ve eğitimli bir bakış açısını gerektiriyor. Yetenek bazlı aday değerlendirme yöntemlerini hayata geçirmek isteyen İnsan Kaynakları yöneticilerinin en fazla endişelendiği nokta ise bu konuda herhangi bir yasal prosedürün olup olmadığı… Yetenek bazlı bir aday değerlendirme süreci, yapısal olmayan bir mülakat sürecinden çok daha az yasal risk taşıyor. Önceden belirlenmemiş sorular ile adayı değerlendirmeye dayanan bir mülakatın çok daha önyargılı, duygusal ve çelişkili kararları beraberinde getireceği unutulmamalı. Sonuç olarak iyi yapılandırılmamış iş görüşmelerinin sonuçları hem aday hem şirket için gereksiz zaman kaybıdır. Yetenek bazlı aday değerlendirme kararlarının kalitesi, bu kararları destekleyen bilgilerin kalitesi ile doğrudan ilişkili… Birçok organizasyon bunun aksini iddia etmese de, adaylardan bilgi toplama aşamasında çoğu kuruluş önemli hatalar yapıyor. Bu da bizi şu önemli soruya götürüyor: “İşe alım süreçlerinde en doğru kararı verebilmek için gereken bilgileri toplamaya yönelik en etkili yöntem nedir?” Tek kişilik iktidarın en büyük riski: İktidarı sürdürmek uğruna özdenetimi yitirme... James Lee Doreman Liderlik Danışmanı, Yönetim Koçu Liderlik başka insanların düşünce ve eylemlerini etkilemek için kaçınılmaz olarak güce başvurmayı gerekli kılar. Bir bireyin eline verilen iktidar, insana özgü riskleri beraberinde getirir: Birincisi, iktidarı hızlı sonuçlar elde etme becerisiyle özdeşleştirme riski; ikincisi, insanların meşru yoldan iktidar yığınağı kurmada birçok farklı yola başvurabileceğini göz ardı etme riski; üçüncüsü en önemlisi, iktidar edinme arzusuyla özdenetimi yitirme riskidir. Bu riskleri azaltacak güvenceler oluşturma gereği, kolektif liderliği ve yöneticilik etiğini geliştirmeyi bir ölçüde açıklar. Bir CEO kafa dengi olarak gördüğü insanları seçme hakkına doğal olarak sahiptir. Ama üst düzey yöneticilerin kendi astlarının yarışmacı güdülerini ve davranışlarını hoşgörüyle karşılayacak daha geniş bir dirayete sahip olmasının şirketler için sağlıklı olup olmayacağını merak etmekten kendimi alamıyorum. En azından alışverişe dönük daha geniş bir hoşgörü, ileride bir lider olabilecek kişiyi harcama pahasına, yöneticiye bağlı ekip oyuncusunu yeğ tutmamayı sağlayacaktır. Tepedeki yöneticilerin fikirlerine karşı açık itirazları sıklıkla bir tehdit görmeleri, sanki belirli fikirlerinden çok otoritelerinin kaynağı tartışma konusu ediliyormuşçasına bundan çekinmeleri beni sürekli şaşırtıyor. Bir keresinde, yetenekli başkan yardımcılarından birinin atılganlığından ve kimi zaman dosdoğru kabalığından bizar olan bir baş icra sorumlusuyla tanışmıştım. Bu kişi kendi astıyla muhatap olmaktan kaçınmak için, grup toplantıları ve şirket dışındaki yönetim kurulu üyelerinin çıtlatmaları gibi dolaylı yöntemlere başvuruyordu. Canını sıkan şeyin üzerine bodoslamasına gitmesini tavsiye ettim ona... İnsan ilişkilerindeki tutum liderliğinizin aynasıdır! Anne ve baba, günün birinde müzisyen olabilmesi için, oğullarının müzik dersleri almasını ısrarla istemişler. Ismarlanan çalgısı az önce eve gelmiş. Çocuk arkadaşlarıyla birlikte futbol oynama ile bu gıy gıy kutusunu çalma alternatiflerini kafasında tartıyor. Anne babasının bir kemanın gol atma zevkinden daha iyi olduğunu nasıl düşündüklerini bir türlü anlayamıyor. Dört aylık keman alıştırmasından sonra, delikanlıya artık gına gelmiş durumda. Baba aklını kaçırmak üzere. Anne gönülsüz de olsa içlerindeki ukdeden vazgeçmeye hazır. Futbol sezonunun ilkyarısı kapanmış bulunuyor; ama önümüzdeki ilkbaharda iyi bir savunma oyuncusu sahaya inmiş olacak.” Bu hikâye insan ilişkileri konusundaki yöneticilik tutumlarını açıklığa kavuşturan iki temayı gözler önüne seriyor. Bunların birincisi, daha önce de belirttiğim gibi, başka insanlarla birlikte yürütülecek bir iş (yani bu örnekte futbol takımı) aramaktır. İkincisi ise söz konusu ilişkilere duyguların karışmasını düşük bir düzeyde tutmaktır. Duyguların devreye çok az girişi, yazarın alışılmış metaforları, hatta klişeleri kullanmasında ve potansiyel çatışmanın uyumlu kararlara kolayca dönüşmesine ilişkin betimlemede kendini ele veriyor. Verilen örnekte çocuk, anne ve baba spor uğruna kemandan vazgeçme konusunda görüş birliğine varıyor. Bu iki tema paradoksal gibi görünebilir; fakat bir arada oluşları bir yöneticinin yaptığı şeyi destekler niteliktedir. Bu iş farklılıkları bağdaştırmayı, uzlaşmalar aramayı ve bir güç dengesi oluşturmayı kapsar. Hikâye ayrıca yöneticilerin empatiden, yani çevrelerindeki kişilerin düşünce ve duygularını sezgisel olarak anlama gücünden yoksun olabileceklerini ortaya koyuyor. Şimdi de çalışma arkadaşlarınca bir lider olarak görülen birisinin aynı uyarıcı resim için yazdığı başka bir hikâyeye bakalım: Bu çocuk kemandan derin biçimde etkilenmiş olan ve bu çalgıda ustalaşmak için yoğun bir arzu duyan yürekten bir sanatçı izlenimini veriyor. Normal alıştırma seansını yeni bitirmiş gibi görünüyor ve kemanın içinde taşıdığına emin olduğu sesleri çıkarmadaki yetersizliğe yüzünden canı sıkılmışa benziyor sanki. Kendi ruhunda duyumsadığı müziğin niteliklerini ortaya koyabildiği konusunda tatmin oluncaya kadar, bu çalgıyı çalmak için gerekli zaman ve çabayı artırma yönünde kendi kendine söz verme süreci içindeymiş gibi görünüyor. Bu çocuk böylesine bir kararlılıkla ve iş bitiricilikle döneminin en büyük kemancılarından biri haline gelmiş olmalıdır.” Empati sırf başka insanlara ilgi gösterme meselesi değil, aynı zamanda duygusal sinyalleri alma ve bunları bir ilişkide anlamlı hale getirme kapasitesidir. Başka bir kişiyi derinden etkilenmiş”, yoğun arzulu”, canı sıkılmış” ve kendi kendine söz verebilen” biri olarak nitelendiren insanların başkalarıyla ilişkilerinde kullanabilecekleri bir içsel kavrayışa sahip olduğu söylenebilir. Yöneticiler başka insanlarla bir olaylar zincirinde veya karar alma sürecinde oynadıkları role göre ilişki kurarlar. Buna karşılık fikirlerle ilgilenen liderler; daha sezgisel ve daha empatiye dönük yaklaşımlarla ilişki kurarlar. Bir yöneticinin eldeki işlerin nasıl yürütüldüğüne, bir liderin ise olayların ve kararların katılımcılar için taşıdığı anlama önem vermesi arasındaki bir ayrım söz konusudur burada. Karar; organizasyonu gelecekteki bir harekete bağlayan herhangi bir adım şeklinde tanımlanabilir. Ancak tüm yönetimsel tercihler; karar olarak adlandırılamaz. Örneğin bir CEO’nun nakit akışı sağlamak için savaş açması bağlayıcı değildir; çünkü bu durum belli bir hareketi gerekli kılmaz. Nakit, herhangi bir yatırım türüyle sağlanabilir. Ancak tam tersi şekilde, özel bir fabrika açılması ya da yeni bir markanın yaratılması amaçlanıyorsa şirket burada bir karar veriyor demektir. Bir başka deyişle, bir hareketin karar olarak tanımlanması için şirketin gelecekle ilgili planlarında sınırlama oluşturması gerekir. Kararlar, yönetim için son derece önemlidir. Bunlar, bir şirketin ayakta kalması için ihtiyaç duyduğu kaynakları garanti altına alır. Yatırımcılar, müşteriler ve çalışanlar; yönetimi belli bir stratejiyi dile getirmeyen ve bunları yatırımlarla desteklemeyen şirketler hakkında kuşku duyar. Ancak kararlar, sadece bir ihtiyaç değil; bundan daha fazlasıdır. Kararlar cesurca kullanıldığında, bir şirketin rekabette öne çıkabilmesi için yardımcı olabilecek güçlü araçlar olabilirler. Üretim kapasitesi ya da marka oluşturulması gibi kararlar ve bunların ifade edilmesi, potansiyel rakipleri bir pazara girmekten vazgeçirebilir. Hatta kimi zaman, büyük bir karar sayesinde gönderilen bir sinyal bile sektördeki rekabeti dondurabilir. Örneğin, Microsoft yeni bir ürünü piyasaya süreceğini duyurduğunda olası rakipler kendi planları konusunda bir kez daha düşünür. Liderlerin en çok benimsediği oyun: Kazanma – Kaybetme Son yıllarda yöneticiler oyun teorisinden hareketle iki tür karar alma olayı olabileceği görüşünü benimsemişlerdir: Kazanma - kaybetme durumu (sıfır toplamlı oyun) veya işin içindeki herkesin kazançlı çıktığı kazanma - kazanma durumu. Yöneticiler, insanlar ara- kasım 2015 - HRDERGİ | 49 sındaki farklılıkları bağdaştırma ve güç dengelerini koruma sürecinin bir parçası olarak kazanma -kaybetme durumlarını kazanmakazanma durumlarına çevirmek için uğraş verirler. Bunu gözler önüne seren bir örnek olarak, merkeziyetçi olmayan büyük bir kuruluşta sermaye kaynaklarının işletme bölümleri arasında nasıl dağıtılacağına ilişkin kararı ele alalım. Yüzeysel olarak bakıldığında, dağıtım için ayrılabilecek para sınırlıdır. Bu bakımdan, denebilir ki, bir bölüm ne kadar fazla kaynak alırsa, diğer bölümlere verilebilecek kaynak o ölçüde azalır. Yöneticiler bu duruma (insan ilişkilerini etkilemesinden dolayı) bir değişim meselesi olarak bakmaya eğilimli olurlar: Kazanma - kaybetme problemi gibi görünen bir şeyi kazanma - kazanma problemi haline nasıl getirileceğiyle uğraşırlar. Böyle bir perspektifle bakıldığında, çeşitli çözümler akla gelir. Birincisi; yönetici başkalarının asıl konuya değil, prosedüre dönük ilgisine odaklanır. Bu durumda oyuncuların zihinlerini hangi kararların alınacağına değil, kararların nasıl alınacağına ilişkin daha mühim problem meşgul eder. Böylece daha mühim probleme sarılınca, bu insanlar ortaya çıkacak sonuca destek vermek zorunda kalırlar; çünkü karar alma sürecindeki kuralların formüle edilmesine dahil olmuşlardır. Kendi formüle ettikleri kurallara güvendikleri için, mevcut kayıpları kabul ederek, sonraki seferde kazanacaklarına inanacaklardır. İkincisi; yönetici kendi astlarıyla dolaysız iletişime girerek, ‘mesajlar’ yerine ‘sinyaller’e başvurur. Sinyal bir dizi üstü kapalı tavrı taşırken, mesaj belli bir tavrı açık seçik belirtir. Sinyaller ve mesajlar... Sinyaller kesinlikten uzaktır ve insanların rahatsız olup kızmaları durumunda yeniden yoruma tabi tutulmaya açıktır; mesajlar ise bazı insanların gerçekten de işitmek istemeyecekleri dolaysız sonuca dayanır. Mesajların niteliği duygusal tepkileri kabartır ve yöneticileri tedirgin eder. Oysa sinyaller kullanıldığında, kimim kazandığı, kimin kaybettiği sorusu belirsiz hale gelir. Üçüncüsü; yönetici zamana oynar. Yöneticiler şunu kav- 50/ HRDERGİ -KASIM 2015 ramış gibidir: Zamanın geçmesiyle ve önemli kararların ertelenmesiyle birlikte, kazanma kaybetme durumlarını dikensiz hale getiren uzlaşmalar ortaya çıkar ve ilave durumlarla asıl oyun” gölgede kalır. Kişinin oyunlardan hangisini değerlendiğine bağlı olarak, uzlaşmalar o kişinin aynı anda hem kazanabileceği, hem kaybedebileceği anlamına gelir. Hiç kuşkusuz, yöneticilerin insan durumlarını kazanma - kaybetme niteliğinden çıkarıp kazanma - kazanma niteliğine dönüştürmek için başvurdukları daha birçok taktik hamle vardır. Ama asıl önemli nokta böyle taktiklerin bizzat karar alma sürecine odaklanması ve bu sürecin de liderlerden ziyade yöneticileri ilgilendirmesidir. Taktik çıkarlar, kazanımların yanı sıra bedelleri de beraberinde getirir; kuruluşları bürokratik ve politik entrika açısından daha dolgun, hedefe dönük, sıkı uğraş ve sıcak insan ilişkileri açısından ise daha cılız hale getirir. İki temel kişilik tipi: Bir sefer doğmuş vs iki sefer doğmuş Bunun bir sonucu olarak, astların kendi yöneticilerini akıl sır erdirilmez, renk vermez ve manevracı diye nitelendirmelerine sıklıkla rastlanır. Buna karşılık, liderlerden söz edilirken duygusal içerik bakımından zengin sıfatların kullanıldığına sıklıkla rastlanır. Liderler güçlü özdeşleşme ve ayrışma, bir başka deyişle aşk ve nefret duygularını üstlerine çekerler. Liderin egemen olduğu yapılarda insan ilişkileri çoğu kez çalkantılı, gergin ve hatta kimi zaman başıbozuk gibi görünür. Böyle bir atmosfer duygusal motivasyonu yoğunlaştırır ve çoğu kez beklenmedik sonuçlar doğurur. The Varieties of Religious Experience (Dinsel Deneyimin Çeşitleri) adlı kitabında, William James ‘bir sefer doğmuş’ ve ‘iki sefer doğmuş’ olmak üzere iki temel kişilik tipini tarif eder. İlk kişilik tipine giren insanlar hayata pürüzsüzce ayak uydurmuş olan ve doğumdan itibaren ömürleri aşağı yukarı huzurlu bir akış içinde geçmiş olan kişilerdir. İki sefer doğmuş olanların ise ömrü kolay bir seyir izlememiştir. Onların hayatı bir tür düzen duygusuna ulaşma yönündeki sürekli bir kavganın damgasını taşır. Bir sefer doğmuş olanların tersine, olup bitenleri olduğu gibi kabul etmeyi kendilerine yediremezler. James’e göre, bu kişiliklerin dünyaya bakışları da aynı ölçüde farklıdır. Bir sefer doğmuş kişilik için, bir davranış ve tutum rehberi olarak benlik duygusu, bulunduğu durumu yadırgamama ve çevresiyle uyumlu olma hissinden kaynaklanır. İki sefer doğmuş kişilik için, benlik duygusu köklü bir ayrılık hissinden kaynaklanır. Yöneticilerin ve liderlerin kariyerlerine yaptıkları yatırımlar açısından, aidiyet ya da ayrılık duygusunun pratik bir önemi vardır. Yöneticiler kendilerini kişisel olarak özdeşleştirdikleri ve ödüller kazandıkları kurulu bir işleyiş düzeninin koruyucuları ve düzenleyicileri olarak görürler. Mevcut kurumları kalıcılaştırmak ve güçlendirmek bir yöneticinin kendine değer verme duygusunu pekiştirir: William James bir sefer doğmuş kişiliği tanımlarken bu uyumu, yani kolayca dış dünyaya açılan ve ulaşan bir benlik duygusunu göz önünde tutmuştu. Liderler genelde iki sefer doğmuş bir kişiliğe sahip olurlar; bulundukları çevreden ayrı olma duygusunu taşırlar. Kuruluşlarda çalışabilirler, ama asla kendilerini onlara ait hissetmezler. Kim olduklarına dair duyguları üyeliklere, çalışma hayatındaki rollere veya kimlikle ilgili başka sosyal göstergelere bağlı değildir. Ve de bu kimlik kavrayışı, belli kişilerin neden değişim fırsatlarını kolladıklarını açıklamak için bir teorik temel oluşturabilir. Bu değişimi gerçekleştirmenin yöntemleri teknolojik, politik ya da ideolojik olabilir, ama hedef aynıdır: İnsani, ekonomik ve politik ilişkileri köklü biçimde dönüştürmek. Liderliğin gelişimini ele alırken, hayat hikâyesinin iki farklı seyrini incelememiz gerekir. 1. Bireyi kurumlara yön vermeye ve sosyal ilişkilerdeki mevcut dengeyi korumaya hazırlayan sosyalleşme yoluyla gelişim... 2. Bireyi psikolojik ve sosyal değişim için boğuşmaya iten kişisel üstünlük yoluyla ge- lişim. Toplum, yöneticilik yeteneğini ilk gelişim çizgisiyle yaratır; liderler ise ikinci gelişim çizgisinden ortaya çıkar. Her kişinin gelişimi aileyle birlikte başlar. Anne babasından ayrılmayla bağlantılı travmaları, ayrıca böyle bir kopuşu izleyen acıyı herkes yaşar. Aynı şekilde, bütün bireyler kendini çekip çevirmenin ve özdenetimin güçlükleriyle karşı karşıya kalır. Fakat bazıları, hatta belki çoğunluk için, talihli bir çocukluk dönemi artık yararlanılamayacak ödüllerin yerine gelecek olanları bulmak için yeterince doyumu ve yeterli fırsatları sağlar. Böyle kimseler, yani bir sefer doğmuş” olanlar anne babalarıyla ölçülü bir özdeşleşmeye girerler ve bekledikleri şeyler ile hayattan elde etmeyi başarabilecekleri şeyler arasında bir uyumu yakalarlar. Peki, ebeveyn dayatmaları ile bireysel ihtiyaçların bir araya gelmesi sonucunda ayrılık acıları çoğaldığında ve bu durum yalnızlık, özel olma veya sakınganlık duygusunun çocuğu anne babaya ve diğer otorite figürlerine kenetleyen bağları kopardığı bir dereceye vardığında, ne olur? Böyle koşullar altında oluşan özel bir yatkınlığın etkisiyle, söz konusu kişi dış dünyaya ilgisini kaybetme pahasına kendi iç dünyasıyla derinden haşır neşir hale gelir. Böyle bir kişi için, özsaygı artık sadece olumlu bağlantılara ve gerçek ödüllere bağlı olmaktan çıkar. Çalışkanlık ve başarma beklentileriyle, hatta kimi zaman büyük işler yapma arzusuyla birlikte bir özgüven duygusu kökleşir. Bireyin yetenekleri önemsenmeye değmeyecek kadar sınırlı olduğunda, bu tür benlik algılayışları hiçbir şeye varmayabilir. Sağlam yetenekler olduğunda bile, böyle algılayışları başarının izleyeceğinin, hele sonunda ortaya çıkacak neticenin şerden ziyade hayra dönük olacağının hiçbir garantisi yoktur. Gelişim sürecinde başka faktörler de işin içine girer. Bir kere, liderler çoğu kez nevrozlarla boğuşan sanatçılara ve diğer hünerli insanlara benzer; kısa zaman içinde bile iş görme becerileri hatırı sayılır değişkenlikler gösterir ve bazı potansiyel liderler bu kavgadan büsbütün yenik çıkarlar. Ayrıca, ilk çocukluk döneminin ötesinde, yöneticileri ve liderleri etkileyen gelişim kalıplarında belirli insanların seçici etkisi de devreye girer. Cevher sahibi insanların psikolojik biyografileri, kişinin gelişiminde bir öğretmenin oynadığı önemli rolü defalarca gözler önüne seriyor. Andrew Carnegie iş hayatındaki amiri Thomas A. Scott’a çok şey borçluydu. Pennsylvania Demiryolu şirketinde Batı Bölümü’nün başında bulunan Scott, yanında çalışmak üzere görevlendirilen genç telgrafçının yeteneğini ve öğrenme isteğini fark etti. Ona daha fazla sorumluluk vererek ve yakın kişisel gözlemle öğrenme fırsatını sağlayarak, özgüveninin ve başarma duygusunun güçlenmesine katkıda bulundu. Scott güçlü bir kişiliğe ve başarılı bir sicile sahip olduğu için, Carnegie’nin atılganlığından hiç çekinmedi. Tam tersine, Carnegie’yi inisiyatif almaya teşvik ederek, bu özelliğini tam anlamıyla sergilemesine fırsat verdi. Büyük öğretmenler risk alır. Daha genç insanlarda gördükleri yeteneğe daha işin başında güven duyarlar. Ve de astlarıyla sıkı yakınlık içinde çalışarak, işin içine duyguların karışması gibi bir riske girerler. Riskler her zaman olumlu sonuç vermez; ama bunları göze almaya razı olmanın liderleri geliştirmede kesinlikle hayati bir rol oynadığı söylenebilir. İnsanların öğrenmesi ve gelişmesi konusundan Amerikan kültüründe kök salmış gibi görünen bir efsane, iş dünyasındaki düşünme biçimine de egemendir. İnsanların akranlarından öğrenmesinin en iyi yol olduğu efsanesidir bu. Böyle düşünenlere göre, karşılıklı özdeşleşme eğiliminden ve eşitler arasında otoriter davranışları önleyen sosyal kısıtlamalardan dolayı, akranların ilişkilerinde değerlendirmeye ve hatta aşağılamaya dönük gözdağı çok alt düzeye iner. Kuruluşlarda akran eğitimi çeşitli biçimlere bürünür. Ör- neğin, konuyla ilgili birkaç meslek grubuna (satış, üretim, araştırma, finans) mensup akranlardan oluşmuş özel çalışma birimlerine başvurmanın, kişinin fikir ileri sürme ve fikir alışverişine girme isteği üzerindeki otorite kısıtlamalarını ortadan kaldırdığı söylenir. Söz konusu teoriye bakılırsa, bu ortamın bir sonucu olarak, çalışanlar daha serbest etkileşime girer, eleştirilere ve başkalarının görüşlerine daha nesnel bir yaklaşımla kulak verir, böylece sonuçta bu sağlıklı alışverişten bazı şeyler öğrenir. Akran eğitiminin bir başka uygulama biçimi Hollanda’daki Philips N.V. gibi bazı büyük şirketlerde görülür. Bu uygulamada örgütlenme yapısı, biri işin ticari, diğeri ise teknik yönünü temsil etmek üzere, iki akranın ortak sorumluluğu ilkesi üzerine kuruludur. Geçerli olan duruma bağlı olarak, coğrafi operasyonlar ya da ürün grupları açısından, bu akranların ikisi de biçimsel düzeyde eşit sorumluluğa sahiptir. Pratikteki işleyiş bakımından, akranlardan birinin yönetimde ağır basması gibi bir durum ortaya çıkabilir. Bununla birlikte esas etkileşim iki ya da daha fazla sayıdaki eşit eleman arasındadır. Bu tür düzenlemeler konusunda gündeme getirmek istediğim başlıca soru, yönetici yetiştirme biçimini kalıcılaştırma ve kıdemli insanlar ile potansiyel liderler arasındaki bire bir ilişkileri engelleme gibi bir yön taşıyıp taşımadıklarıdır. Philips’ten çok daha küçük bir başka şirket, akran ilişkilerinin atılganlık ve bireysel inisiyatif üzerindeki olası bastırıcı etkilerinin bilincinde olan bir tutumla, birimleri işletmede akranların ortak sorumluluğu yönteminden yararlanıyor. Ama arada önemli bir farklılık var. Bu şirketin başkanı akranlar arasında yarış ve rekabeti teşvik ediyor, böylece sonuçta öne çıkan kişiyi daha fazla sorumluluk vererek ödüllendiriyor. Bu düzenlemeler kimi zaman yıkıcı düzeye varan bazı istenmeyen sonuçlar doğurur. Rekabeti sınırlamanın kolay bir yolu yoktur. Tam tersine, bütün işletme kademelerine siner ve bir entrika ortamında boşlukların oluşmasının yolunu açar. Büyük ve entegre bir petrol şirketi, üst düzey yöneticilerin alt düzey yöneticileri doğrudan etkilemesi yo- kasım 2015 - HRDERGİ | 51 Yönetici kişilikler ölçülü ve geniş bir yelpazeye dağılmış bağlantılar edinirler. Buna karşılık liderler yoğun birebir ilişkiler kurarlar ve aynı zamanda bunları kolayca söküp atarlar. Büyük yeteneklere sahip insanların küçükken çoğu kez derslere ilgisiz öğrenciler olmaları yaygın görülen bir durumdur. Örneğin, okuldaki vasat not düzeyi esas alındığında, hiç kimse Einstein’ın büyük başarılara imza atacağını kestiremezdi. Vasatlığın sebebi besbelli ki beceri yoksunluğu değildir. Bu durum insanın daha çok kendi iç dünyasına dalmasından ve önüne konan sıradan görevlere bir türlü ilgi duymamasından kaynaklanabilir. Bir bireyin hülyada dolaşmaya benzer dalgınlıktan ve içe dönüklükten sıyrılabilmesinin tek kesin yolu, o cevherli bireyin onu anlayan ve onunla ilişkiye girebilen harika bir öğretmene ya da başka bir kimseye derin bir bağlılık duygusu edinmesidir. Cevher sahibi bireylerin birebir ilişkilerde gerek duydukları şeyleri bulmaları, belki de ebeveyn yerini tutabilecek olan ve yetenek geliştirme açısında güçlü vasıflar taşıyan öğretmenlerin varlığına bağlıdır. Neyse ki, kuşakların bir araya geldiği ve öz - ayıklanma sürecinin yaşandığı durumlarda, liderlerin nasıl geliştiği ve farklı kuşaklara mensup yetenekli kişilerin birbirlerini nasıl etkilediği konusunda daha fazla şey öğrenmekteyiz. Görünüşte vasat kariyerlere mahkûm olsalar da, bire bir düzeyde önemli çıraklık ilişkileri kuran insanlar çoğu kez hızlı ve yoğun bir gelişim çizgisine girmeyi başarırlar. Bir kişinin böyle bir ilişkiden yararlanmaya psi- kolojik hazırlığı, o kişiyi içe dönmeye iten belli bir hayat tecrübesine bağlıdır. Sözgelimi, ordudaki kariyerinin ilk aşaması gelecekteki gelişimine dair çok az ipucu veren Dwight Eisenhower’ı ele alalım. West Point’taki sınıf arkadaşlarından bazılarının bir süreden beri Fransa’da savaşı bütün sıcaklığıyla yaşadığı I. Dünya Savaşı sırasında, Eisenhower kendisini Yurtiçi Mıntıka görevinin monotonluğuna ve heveslisi olmadığı güvenliğine gömülmüş, katlanılmaz bir cezaya çarptırılmış” gibi hissediyordu. I. Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra, Eisenhower kariyer fırsatları konusunda az çok iyimser bir genç subay olarak, hayranlık duyduğu bir kıdemli subay olan General Fox Connor’ın komutasında görev yapmak üzere Panama’ya naklini istedi. Ordu bu başvurusunu geri çevirdi. Girişiminin boşa çıkmasının etkisiyle Eisenhower’ın iç dünyasında çok ağır sarsıntı geçirdiği bir sırada, sağ doğan ilk oğlu Ikey zatürreeye yenik düştü. Bu durumdan bir ölçüde sorumlu olduğu kanısına varan ordu, olaydan sonra genç subayı Panama’ya gönderdi. Eisenhower kaybettiği oğlunun hayalini büyük ölçüde zihninde taşıyarak, General Connor’ın yanında görev aldı. Olmak istediği türden bir babayla ilişkiye girme çabası içinde, Eisenhower kendisini ölen oğlunun yerine koyma yoluna gitti. Ve de bu son derece duy- gu yüklü durum çerçevesinde, öğretmeninden ders almaya başladı. General Connor’ın askerlik konusunda sunduğu muhteşem akıl hocalığını sevinçle benimsedi. Bu ilişkinin Eisenhower üzerindeki etkileri nicel olarak ölçülemez; ama o noktadan sonra izlediği kariyer yolu incelendiğinde, bunun önemini abartılı bulmak pek mümkün değildir. Eisenhower daha sonraları Connor hakkında şunları yazacaktı: General Connor’la birlikte yaşamak askerlik ve beşeri bilimler alanında lisansüstü eğitim görmek, insanları tanımada ve davranışlarını kestirmede tecrübeli bir adam tarafından yoğrulmak gibi bir şeydi. Bu beyefendiye minnettarlığımı yeterince ifade edebilmem asla mümkün değil. Harika ve güzel insanlarla birlikte geçirilmiş bir ömür içinde, paha biçilmez bir şükran borcu duyduğum, şöyle ya da böyle tek şahsiyet odur.” General Connor’ın komutasındaki görev döneminden bir süre sonra, Eisenhower’ın atılımı gerçekleşti. Orduda girilmesi en zor okullardan biri olan Fort Leavenworth’taki Komuta ve Genelkurmay Okulu’na devam etme talimatını aldı. Bu, gıptayla bakılan bir atamaydı ve Eisenhower da fırsattan gereğince yararlandı. Lisedeki ve West Point’taki performansının tersine, Komuta Okulu’nda derslerdeki başarısı mükemmeldi; sınıfını birincilikle bitirdi. luyla, liderleri geliştirmenin önemini benimsemiş bulunuyor. Yönetim kurulu başkanı ve başkan, düzenli bir şekilde seçtiği yetenekli bir yeni üniversite mezununu özel asistanı olarak atıyor ve bir yıl boyunca onunla sıkı bir yakınlık içinde çalışıyor. Yılın sonunda bu genç yönetici, işletme bölümlerinden birinde görev alma olanağını elde ediyor; orada eğitime dönük bir konumdan ziyade sorumlu bir makama getiriliyor. Böyle bir çıraklık, genç yöneticinin iktidarı kullanmayla ilk elden tanışmasını ve kibir denen iktidar hastalığına karşı önemli panzehirleri; yani çalışkanlığı ve dürüstlüğü öğrenmesini sağlıyor. Oyuncuların gücü bakımından formel ve benimsenmiş bir farklılığın bulunduğu birebir ilişki çerçevesinde çalışmak, duygusal alışveriş bakımından büyük ölçüde bir hoşgörüyü gerekli kılar. Yakın çalışma düzenlemelerinde kaçınılmaz olan bu alışveriş, birçok yöneticinin böyle bir ilişkiye girmede isteksiz oluşunu herhalde açıklar niteliktedir. Fortune dergisinde John W. Hanley adlı bir kilit yöneticinin dünya perakende devi üst yönetiminden ayrılarak Monsanto’da CEO görevine geçişine dair ilginç bir yazı çıktı. Bu yazıda anlatıldığına göre, şirketin CEO’su, Hanley’yi devredışı bırakmış ve onun yerine diğer bir başkan yardımcısını bu göreve getirmiş. Yönetim kurulu başkanının, kendi ifadesiyle belirtmek gerekirse, atılgan bir kişiliğe sahip olan, denemeler yapmaya ve yerleşik uygulamaları değiştirmeye can atan ve bağlı olduğu üste sürekli karşı çıkan Hanley’le birlikte iyi çalışamayacağı kanısını taşıdığı açıkça anlaşılıyor. Doğrudan ve yüzyüze kapışma yoluyla, hem kendisinin hem de astının korunacak otorite ile tartışılacak meseleler arasındaki ayrımı geçerli kılmayı öğreneceği görüşünü ileri sürdüm. Kapışma becerisi aynı zamanda atılganca fikir alışverişini hoşgörüyle karşılama becerisidir. Ve de bu beceri yöneticilik kültürlerinin ayırıcı özelliği olan muğlâklık ve sinyal dili örtülerini sıyırıp kaldırma gibi net bir sonucu sağlamakla kalmaz sadece; aynı zamanda liderlerin ayakta kalmak için gerek duydukları duygusal ilişkileri de yüreklendirir. Etkili ve etkili olmayan yöneticileri inceledi- ğimiz yılların sonucunda şu şaşırtıcı sonuca ulaştık: Kişisel özelliklerindeki farklılıklara karşın başarılı yöneticilerin ortak özellikleri kararları alabilmeleri, bunları uygulayabilmeleri ve yenileyebilmeleri… Yönetimsel kararlar; yatırım yapılmasından eleman seçimine kadar pek çok farklı formda gerçekleşebilir ancak her bir karar şirket üzerinde hızlı ve sürekli etki gösterir. Bir liderin kararları zaman içinde işin kimliğini oluşturur, sağlamlığını ve zayıflığını tanımlar, fırsat ve sınırlarını ortaya koyar ve yönünü belirler. Kararların büyük bir güce sahip olmasına karşın yöneticilerin büyük çoğunluğunun bunu dikkate almadığı bir gerçektir. Günümüzün iş dünyasında yöneticiler genellikle kısa vadede yararlı olan ancak operasyonlara ve organizasyona uzun süreli baskı yaratan adımlar atıyor. Ve bir gün pazar ya da rekabet koşulları değiştiğinde kendilerini, bu değişime hemen yanıt veremeyecekleri bir durumda buluyorlar. Kısaca; kendilerinin verdiği kararların tuzağına düşüyorlar. Kararların doğasını ve gücünü anlayabilen yöneticiler bunları organizasyon döngüsü içinde çok daha etkin bir biçimde koruyabilir. Girişimciler uygunsuz bir yapıyı olan riskli işler içine girmekten kaçınabilir. Şirket yöneticileri kuruma hala değer katan eski kararları destekleyebilir ve bu kararlar değişim ihtiyacı söz konusu olduğunda engel haline gelirse bunlardan vazgeçmeyi de öğrenebilir. Kararlar; potansiyel ortaklar ve yatırımcıları “oyuna dahil olmak” konusunda da teşvik edebilir. IBM’in 1980’lerin başında kişisel bilgisayar pazarında liderliğe oynadığını kamuya duyurması; bunu büyük yatırımlar ve üst düzey yöneticileri PC pazarına çekerek desteklemesi, yazılım şirketlerinin IBM makineleri için uygulama yazmaya karar vermesine neden olmuştu. Kararlar sayesinde gergin müşteriler de yeni teknolojiler ve ürünler uyarlamak konusunda ikna edilebilir. Örneğin Hollywood stüdyoları DVD formatına geçilmesini kabul ederek, yeni diskleri daha düşük fiyatlarla müşterilere ulaştırmış ve onların desteğini kazanmıştı. Kararlar ayrıca müşterilerin bir hizmet sağlayıcı yerine diğerini tercih etmesine de neden olabilir. Visa’nın, reklam kampanyası sayesinde American Express’ten müşteri kapmaya çalışması, buna iyi bir örnek olabilir… Kararlar, organizasyon içinde de önemli yararlar sağlayabilir. Kararlar, çalışanlara neye odaklanmaları gerektiği konusunda açık bir his verirken hareketlerini buna göre koordine etmelerine yardımcı olur. Kararlar aynı zamanda kurumsal motivasyonu artıran bir güce de sahiptir. Zor zamanlarda enerji ve heyecan vererek çalışanların tüm zorluklar ve engeller karşısında bile yılmamasını sağlar. Ryanair’in CEO’su O’Leary’nin, şirket için oluşturduğu kararlı vizyon –düşük fiyatlar sunarak, beş yıl içinde Avrupa’nın en büyük havayolu şirketi yapmayı vaat ediyordu– çalışanların, yoğun rekabet ortamında bile motivasyonunu yitirmemesine neden olmuştu. kasım 2015 - HRDERGİ | 53 Kararlar iki taraflı bıçaklardır. Bu ikili yapı, organizasyonun yaşam döngüsünde çok önemli bir etkiye sahiptir. Bir girişimci yeni bir işe giriştiğinde; organizasyonun kimliğini oluşturacak ürün, pazar, rakipler ve ortaklar konusunda karar verir. İş olgunlaştıkça yöneticiler de bu kimliği; strateji, finans, personel ve operasyonlarla ilgili yeni kararlar alarak destekler. Şirketin gelişiminin bir döneminde, orijinal kimliğin yetersiz hatta zararlı olduğu ortaya çıkabilir. Bu durumda yöneticilerin daha öncekilerle çelişkili olan yeni kararlar vermesi gerekir. Bu makalede ayrıntılandıracağımız üç adımın herhangi birinde yanlış değerlendirilen bir karar ise işlerin karışmasına neden olabilir. Yöneticiler, bir organizasyonun kuruluş yıllarından sonra da kararlar almaya devam eder. Yatırım yaparlar, kamusal açıklamalarda bulunurlar, çalışanları işe alıp işten çıkarırlar, ortaklıklar kurarlar vs… Ancak bu “sonraki” adımlar artık organizasyonu tanımlamaz. Destekleyen kararlar diye tanımlayabileceğimiz bu kararlar, olgunlaşan şirketin orijinal stratejik çerçevelerini, kaynakları, süreçleri, ilişkileri ve değerleri sağlamlaştırır. Destekleyici değerler; bir müşteri ile sözleşme yenilenmesi ya da şirketin değerlerini temsil eden yöneticilerin terfi ettirilmesi gibi günlük hareketleri de içerir. Aynı zamanda; büyük bir birleşmeye imza atmak ya da cesur bir büyük hedefi kamuya açıklamak gibi sık rastlanmayan hareketler de destekleyici kararlardır… Destekleyici kararların küçük ya da büyük adımlar olması önemli değildir; burada asıl önemli olan destekleyici kararların etkin ve disiplinli bir şirket kurmak için gerekli olduğunun unutulmamasıdır… Bu kararlar; organizasyonun odak noktasına konsantre olur ve şirketin kimliği ile uyum sağlayabilecek çalışanları, müşterileri ve ortakları kuruma çekmeye çalışır. Bunlar aynı zamanda maliyet tasarrufu sağlar; örneğin yeni bir müşteri bulmaktansa varolan müşteri ile uzun süreli ilişkiler kurmak şirkete daha ucuza mal olur. Aynı zamanda riskleri azaltırlar; var olan bir süreç ya da tek- 54/ HRDERGİ -KASIM 2015 nolojiyi yenilemek; yeni bir tane yaratmaktan çok daha güvenlidir. Destekleyici kararların, organizasyonu daha katı ve daha az esnek hale getiren bir yanı da vardır. Sorunlar özellikle çevresel değişiklikler olduğunda – ekonomik ve ticari şartlar değiştiğinde, yeni ve güçlü bir teknoloji ortaya çıktığında ya da yeni düzenlemeler yapıldığında - su yüzüne çıkar. Birdenbire, eski yolun en iyi yol olmadığı anlaşılır. Ve bir zamanlar iş modelinizi sağlamlaştıran destekleyici kararların sizi aynı modelin tuzağına düşürdüğünü fark edersiniz. Teknolojik gelişmeler ya da rekabet koşullarındaki rahatsız edici değişiklikler karşısında destekleyici kararlar almak konusunda sebat etmek aslında iyi bir şeydir. Ancak Daewoo örneğinde de görüldüğü gibi, zaman zaman bunlardan ödün vermek gerekir. Yöneticiler bir şirketi değiştirmek için, eski kararları yeniden almak ya da kırmak konusunda cesur adımlar atmalı; organizasyonlarını statükodan kurtaran yeni dönüşüm kararları almalıdır. Örneğin; yeni bir hedef ilan etmeli, performans ölçütlerini kökten değiştirmeli ya da şirketin gittiği yeni yöne muhalefet eden güçlü yöneticilerin işine son vermelidir. Elbette kariyerlerini başarılı bir formülü desteklemek için harcayan müdürler, bunları değiştirmekten rahatsızlık duyabilir. Destekleyici kararların rahatlatıcı ve tanıdık bir yanı vardır ancak dönüştürücü kararlar tamamen yeniliklere bağlıdır. Yöneticilerin, organizasyonlarını yeni bir yöne doğru yönlendirmesi gerektiğinde öncelikle bir “kurtarıcı” seçmeleri şarttır. Bu; stratejik bir çerçeve, yenilenmiş bir süreç, yeni kaynaklara yapılan bir yatırım ya da bir dizi yeni değer olabilir. Bunlar organizasyonun değişmesi için mihenk taşı görevini görür. Kararlar ve bunların kimin tarafından verildiği arasındaki tutarlılık, pek çok yararı beraberinde getirir. Tutarlılık sayesinde yöneticilerin söyledikleri ile yaptıklarının örtüştüğü de netleşir: Martin Bower; McKinsey’deki danışmanlara bir “şirket” değil “firma” için çalıştıklarını, “müşterilere” hizmet verdiklerini anımsatmak için hiç sabırsızlanmadan yıllar harcamıştı. Tutarlılık yöneticiye itibar da katar. Son olarak; bir yöneticinin başkalarını harekete geçirmek için ihtiyaç duyduğu tutkuyu da sağlar. Yanlış bir kişi tarafından verilen doğru kararlar başarısız olur. Ancak tersi biçimde; yanlış bir kişi tarafından verilen doğru kararlar başarısız olur. Örneğin teknoloji tutkunu bir girişimci, yeni kurduğu işin büyümek için süreçlere ve yeni yapılara ihtiyacı olduğunu anladığında disipline bağlı kalacaklarını ilan edebilir. Ancak eğer buna gerçekten, kalpten inanmıyorsa bunu hayata geçirebilmesi çok zordur. Samimiyetsizliği hisseden çalışanlar, kurucunun sadece laf kalabalığı yaptığına karar vererek yollarına devam eder. Aynı şekilde; statükoyu sağlamlaştıran destekleyici kararlar almasıyla tanınan bir CEO, şirketi dönüştürmek için cesur kararlar alınması gerektiğini söylediğinde, kimse ona inanmaz; bunun için gerekli olan zekaya sahip olsa bile… Kendilerini böylesi bir durumda bulan yöneticiler kimi zaman bundan kurtulmak için yollar arar. Örneğin, bir girişimci sadece disiplini sağlayabilmek için bir yönetici işe alabilir. Kurulmuş bir firmanın CEO’su bir değişim yönetimi komitesi kurabilir. Ancak bu yaklaşımlar pek ender olarak işe yarar. Şirketin yöneldiği yeni rotaya muhalefet edenler doğrudan kurucu ya da CEO’ya başvururlar; bunun sonucu olarak da değişim için gerekli olan değişikliklerden ödün vermeye başlanır. Ayrıca değişim çabası içinde olanlar da gerginleşir. Bu nedenle yöneticilerin kişisel olarak muhaliflere yanıt vermesi ya da yoldan çekilmesi gerekir. Bir organizasyonu değiştirmek zordur; ancak bir kişinin önyargılarını kırmak neredeyse imkansızdır. Kararlar; organizasyonları tanımladığı gibi bireyleri de tanımlar. Devamlılık ve istikrar sağlarlar. Her ne isek o olmamıza yardımcı olurlar. Kişisel değerler ile profesyonel kararlar arasındaki bağlantıyı anlamak; iyi bir yöneticinin mükemmel liderler haline gelmesinin yolunu açar Çalışan mutluluğu ve pozitif düşünce Derleme Mutlu organizasyon ve pozitif düşünce… Kurumsal eğitim sınıflarında, yönetim kurullarında ve spor dünyasında sık sık duyduğumuz bir terim. Sonuç olarak; iş dünyasının efsanevi lideri Jack Welch mükemmel liderlerin mutlu organizasyonlar yaratan pozitif düşünceye sahip insanlar olduğunu söylediğine; futbol koçu Pete Carroll iki ulusal şampiyonluk kazanmalarındaki kilit faktörlerden birinin pozitif enerji ve mutlu bir takım bilinci olduğunu belirttiğine göre; dikkat kesilip sorular sormaya başlayın. Pozitif enerji ve mutlu organizasyon nedir? Bir lider olarak bunu nasıl geliştirebilirim? Bunu, ekibime nasıl aşılayabilirim? 56/ HRDERGİ -KASIM 2015 Bu sorular, yeni yanıtları beraberinde getiriyor; pek çok yanıtı. Pozitif liderlik, pozitif kültür ve pozitif ilişkilerin önemini gündeme getiren makale ve kitap bolluğunu fark etmemek için başka bir gezegende yaşamanız gerekir. Daniel Goleman ve Barbara Frederickson’ın yaptığı bir dizi yeni araştırmaya kadar; pozitif insanların, pozitif ilişkilerin ve pozitif iş kültürlerinin yarattığı pozitif sonuçlara değiniliyor. Eğer pozitif enerji bu kadar önemliyse ve hepimiz onun işe yaradığını gösteren araştırmalar konusunda hemfikirsek, neden daha çok pozitif şirketimiz yok? Neden koridordan geçerken iş arkadaşlarına gülümseyen, işine aşık olan daha fazla çalışana sahip değiliz? Neden daha çok insan Pazartesi sabahı 9’da hayatını kaybediyor? Eğer pozitif enerji bu kadar önemliyse ve liderler bunu biliyorsa, neden negatiflik şirketlere yılda 300 milyar dolara mal oluyor? Pozitif düşüncenin “hastalıktan kıvranan” iş dünyasının, düşen hisse senetlerinin, pili bitmiş liderlerin, negatif liderlik ekiplerinin ve “yorgun” moral ve kültürün ilacı olduğuna inanılıyor. Michigan Üniversitesi’nden Profesör Cameron’un tarif ettiği gibi; pozitif enerji iş dünyasının “Kutsal Kase”si haline geldi. Bu araştırma ve açıklamalarla hemfikir olsam da, pozitif düşünceyi tartışırken göz ardı ettiğimize inandığım çok daha büyük, derin bir soru var. Bu nedenle CEO ve diğer üst düzey yöneticilerle konuşurken, basit bir soru sorarım: “Eğer pozitif enerji bu kadar önemliyse ve hepimiz onun işe yaradığını gösteren araştırmalar konusunda hemfikirsek, neden daha çok pozitif şirketimiz yok?” Neden koridordan geçerken iş arkadaşlarına gülümseyen, işine aşık olan daha fazla çalışana sahip değiliz? Neden daha çok insan Pazartesi sabahı 9’da hayatını kaybediyor? Eğer pozitif enerji bu kadar önemliyse ve liderler bunu biliyorsa, neden Gallup’un araştırmasına göre negatiflik şirketlere yılda 300 milyar dolara mal oluyor? Ve neden, Harris Interactive’in araştırmasına göre çalışanlarının yüzde 42’si tükenmiş sendromu altında ezilen, verimlilik sorunları ile başa çıkmaya çalışan şirketlerin sayısı bu kadar fazla? Aslında bu soruların yanıtı çok basit: Pozitif enerji kendi kendine ortaya çıkmaz. Oturup, ellerinizi birleştirerek Afrika şarkıları söylemeniz de yeterli olmaz. Pozitif çalışanlar ve pozitif kültürlere sahip başarılı, pozitif şirketler farklı bir biçimde yaratılır. Bu şirketlerde, kurumsal kültüre ve her bir birey olarak çalışanlara aşılanan bir dizi prensip, süreç, sistem ve alışkanlık söz konusudur. Şirketler pozitif olarak doğmaz. Pozitif hale gelir. Konu kurumsal aileler olduğunda, büyütme karşısında doğanın yerine ilişkin bir tartışmaya yer yoktur. Her şey yetiştirme ile ilgilidir. Pozitif bir şirket oluşturabilmek için, sadece tek bir pozitif lider yeterli değildir. Pozitif düşünceye dayalı bir kültür geliştirmeye ve beslemeye inanan bir pozitif liderlik ekibine sahip olmak çok önemlidir. Pek çok kez, çalışanları pozitif enerji ile doldurmak için konuşma yapmaya gittiğim şirketlerde, konuşmaya başladıktan 2 dakika sonra çalışanlardan biri yanıma gelip şunları söyler: “Söylediklerinizin hepsi çok anlamlı ama bunları duyması gereken asıl kişiler olan liderler şu anda burada değil. Sorun da bu…” Haklılar. Pozitif düşünceyle dolu pozitif bir şirket yaratmak için önce enerji otobüsüne yönetim ekibinin binmesini sağlamak gerekir. Çünkü pozitif enerji organizasyonun içine doğru ince ince süzülürken; liderlerden müdürlere, çalışanlardan müşterilere çılgın bir hızla akar. Eğer organizasyonunuzda içeri doğru süzülmeye çalışan pozitif enerji varsa, ama liderleriniz ve yöneticileriniz aşağıya doğru negatiflik akıtıyorsa, pozitif enerji bulutlu bir günde karanlığın kapattığı bir güneşe dönüşür. Yani negatif bir kültür yaratır. Olumlu, başarılı bir şirket kurmak, çok önemli bir noktayı anlayabilen liderlere sahip olmayı daha gerektirir... Bazı liderler (aslında pek çoğu) ağacın meyvelerine o kadar çok odaklanır ki (hisse senetleri, kar, maliyet vs), kökleri göz ardı etmeye başlar. (kültür, güven, kişiler ve şirketin pozitif düşüncesi) Başarılı, pozitif şirketler yöneten liderler ise ağacın kökleri ile ilgilendiğinizde, onun sağladığı meyvelerden her zaman hoşnut kalacağınızı bilir. Eğer kökleri görmezden gelirseniz sonuçta ağaç kuruyup gidecektir; tabii meyveleri de… Şirketinizin köklerini beslemek için, onu çok fazla pozitif enerji ile ayakta tutmanız gerekir. Bu da pozitif düşüncenin beraberinde getirdiği yararlara inanan, ona yatırım yapan, çalışanlarına aşılayan ve Pete Carroll’un dediği gibi “yaptıkları her şeye pozitif düşünceyi de katan” liderler sayesinde olabilir. İşinizi ve gelişiminizi pozitif düşünceyle ateşlemek ve yaptığınız her şeye onu da katabilmek için; ekibinizi ve sizi enerji otobüsüne bindirerek doğru yöne gitmenizi sağlayacak bazı strateji ve iyi uygulama önerilerimiz var: Bunu herkesin bildiği kesin. Ancak bu noktada kendinize sormanız gereken şu: “Negatifliği takip eden ve pozitif kişileri işe almanızı sağlayan sıkı sistemleriniz var mı?” Doğuştan pozitif olan kişiler ile pozitif bir kültür yaratmak kesinlikle çok daha kolaydır. Ve bu da işe alım sürecinden başlar. Pat Riley’nin dediği gibi; “sizinle aynı şeyi isteyen bir kişiye bağırmanıza gerek yoktur.” Otobüsünüzde pozitif kişiler varsa, yolculuğunuzun pozitif geçme olasılığı çok yüksektir. Peter Drucker, yönetimsel problemlerin yüzde 60’ının; hatalı iletişimden kaynaklandığını söyler. Bunun sebebi bir organizasyonun; bir iletişim ağı ya da enerji kanalına benzemesidir. İletişimdeki herhangi bir boşluk ya da eksiklik, neredeyse her zaman negatif enerji tarafından doldurulur. Kişiler kendilerini korkmuş, duyulmuyor ya da belirsizlik içinde hissettiğinde, en kötüsünü düşünmeye başlayarak buna göre davranırlar. Ve negatif enerji daha çok boşluk doldurmaya devam ettikçe, pozitif düşüncenin organizasyon içindeki akışı durur. İletişimi destekleyen sistemler tasarlayarak, boşlukları ortadan kaldırabilir ve pozitif düşüncenin organizasyonun tüm kanallarına kasım 2015 - HRDERGİ | 57 akmasını sağlayabilirsiniz. Bu uygulamaya verilecek örneklerden biri, sağlık sektöründe işe alım yapan PPR International’da yaşanır. Bu şirkette her Pazartesi günü sabah 08.30’da haftalık toplantılar yapılır. 10 dakika süren toplantılarda şirketteki herkes, her departmanın o hafta ne üzerinde çalışacağı hakkında kısaca bilgilendirilir. Bunu, futbolcuların mola sırasında kısa süreliğine bir araya gelişi gibi düşünebiliriz. Bir başka örnek de Google olabilir. Google’da açık iletişimi destekleyen çalışma alanları yaratılması amacıyla paravanlar kullanılmaz. Ayrıca toplantı odaları da daha iyi iletişimi ve fikir paylaşımını desteklemek amacıyla özel olarak tasarlanmıştır. Sağlıklı bir iletişim sistemi kurduğunuzda, enerji kanallarını ve iletişim ağını pozitif enerji ile doldurmak isteyeceksiniz. Eğer pozitif enerji her zaman organizasyon içinde akıyorsa, olumsuzluk hayatta kalamaz. Buradaki kilit nokta; pozitif etkileşimleri, pozitif duyguları ve pozitif bir kültürü destekleyen sistemler geliştirmektir. Bu örneklerden biri de; sadece şirketler için değil kendisi için de bir liderlik gurusu olan Ken Blanchard’dır. Unvanı “Baş Spirituel Yönetici” olan Blanchard, her gün tüm çalışanları arayarak esinlendirici bir mesaj verir. Bir başka örnek ise, bundan birkaç yıl önce otobüs şoförleri son derece negatif ve zayıf performans gösteren First Transit idi. Şirket bu sorunun üstesinden gelmek adına; çalışanlar arasında pozitif etkileşimi ve geri bildirimi artırmak amacıyla tasarlanan bir sistemi uygulamak için bir ekip kurdu. Süpervizörlerden biri ne zaman pozitif herhangi bir şey yapan bir şoför görse, önce şoförü takdir ediyor; ardından da özel tasarlanan bir kağıda gözlemini yazarak genel müdüre ulaştırıyordu. Genel müdür ise ertesi gün her şoföre bu kağıdı kişisel olarak vererek onları yeniden takdir ediyordu. Bunun anlamı; tek bir pozitif davranış gösteren şoförün, bu nedenle iki kez pozitif bir etkileşimle karşı karşıya kalmasıydı. Sonuçta; hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde performans 58/ HRDERGİ -KASIM 2015 arttı, moral seviyesinde dramatik bir yükseliş oldu, devamsızlık yüzdeleri azaldı ve elbette karlılıkta artış görüldü. Anlayacağınız; pozitif enerji sadece sistem ve süreçlerin içine dahil edildiğinde kök salabiliyor. Şirketin tüm pozitifliğini alan vampirleri uzaklaştırın! Bunu çomak ya da sarımsak ile yapmayacaksınız. Bunun yerine, üzerinde “olumsuz düşünce vampirleri giremez” yazılı bir tabela oluşturun ve organizasyonun enerjisini çekip alan kişileri engelleyin. Bu, her ne kadar kulağa pozitif gelmese de pozitif bir kültür ve pozitif bir sonuç yaratmak için “olmazsa olmaz”dır. Pek çok lider olumsuz çalışanlarının kimler olduğunu bilir ancak bu kişilerle nasıl başa çıkabileceklerini bilemedikleri için tehlikeli sonuçlara neden olabilecek konularla ilgili hiçbir şey yapmaz. Philadelphia Eagles takımının oyunu yöneten oyuncusu Donovan McNab’in, Terrell Owns için söylediği gibi: “Tek bir kişi bir takım yaratamaz ama tek bir kişi takımı bölebilir.” Kanserli bir hücre gibi enerji vampiri de negatifliği tüm ekibe ve organizasyona sızdırabilir. Onlara, enerji otobüsüne binmek ve pozitif kültüre katkıda bulunmak için bir şans vermeniz gerekse de, eğer gerekli değişiklikleri yapmazlarsa onları otobüsten indirmeniz en doğrusu olacaktır. Yolculuğunuzun başarısı buna bağlıdır. Starbucks’ın kurucusu Howard Shultz, baştan beri çalışanlarına şunu söyler: Biz insanlara hizmet sunduğumuz kahve işinde çalışmıyor; kahve servisi sunduğumuz, insanlarla ilgili bir işte faaliyet gösteriyoruz. Shultz sadece Starbucks’ın gittiği yön ile ilgili bir vizyon paylaşmıyor, bir farklılık ve keyifli yolculuk yaratmak için çalışanlarına amaç hissi taşıyan esinler veriyordu. Vizyon, organizasyondaki herkesin önündeki yolu görmesini ve hedeflerine odaklanabilmesini sağlar. Bu sayede amaç onları esinlendirirken, daha fazla ve tutkuyla çalışabilmesi için kendi lokasyonlarına ulaşmalarına liderlik eder. Şirketiniz içinde ne kadar toplantı yaptığınız ya da pozitif etkileşim sergilediğiniz Pozitif düşünceyle dolu pozitif bir şirket yaratmak için önce enerji otobüsüne yönetim ekibinin binmesini sağlamak gerekir. Çünkü pozitif enerji organizasyonun içine doğru ince ince süzülürken; liderlerden müdürlere, çalışanlardan müşterilere çılgın bir hızla akar. Eğer organizasyonunuzda içeri doğru süzülmeye çalışan pozitif enerji varsa, ama liderleriniz ve yöneticileriniz aşağıya doğru negatiflik akıtıyorsa, pozitif enerji bulutlu bir günde karanlığın kapattığı bir güneşe dönüşür. Yani negatif bir kültür yaratır. fark etmez; eğer şirketinizdeki herkes aynı amaç fikriyle aynı yöne doğru ilerlemiyorsa, asla olabileceğiniz kadar güçlü, pozitif ve başarılı olamazsınız. Vizyon ve amaç sadece kişilerin otobüste kalmasını sağlamaz; motor bozulduğunda otobüsten inerek yardıma koşmalarına da olanak verir. Vizyon ve amaç kişileri ve takımları esinlendirerek, kısa vadeli engellerin üstesinden gelmesini sağlar. Bunlar; bireysel ve ekip başarısını sabote eden engellerdir. Çünkü daha iyi ve parlak bir gelecek için uzun vadeli vizyonun anlaşılması gerekir. Howard Shultz bu vizyon ve amacı paylaşmak için; otobüsündeki herkesi davet ettiği toplantıları sık sık düzenliyordu. Pozitif düşüncenin, iş dünyasının tüm hastalıklarına çare olmadığını bilmek çok önemlidir. Her zaman; akıllı, zeki, çalışkan ve sonuç üretebilecek öngörü sahibi kişileri işe almanız gerekir. Önünde uzanan yol için doğru vizyon, harita ve planlara sahip olan doğru kişilerin otobüsünüzde olması çok önemlidir. Ancak pozitif enerji ve otobüsü ileriye taşıyacak benzin olmadığı sürece, en iyi ve zeki sürücüler bile rakiplerinin kendilerini geçmesini izlemek durumunda kalacaktır. Pozitif enerji tek bir terimden daha fazlasıdır. Eğer süreçlerinize, sistemlerinize ve kültüre entegre edebiliyorsanız karlarınızı artırabilecek bir güç kaynağıdır Sadece ‘Performanstan Sorumlu’ bir lider ve ekibiniz yok mu? Örgütsel dönüşüm her şirket için bir zorunluluktur. Derleme Özellikle Y kuşağının üst yönetim masalarını doldurmasıyla yine yeniden tartışılmaya başlanan performans yönetimine ve performans yönetimden sorumlu profesyonellere farklı bir bakış açısı gelişmeye başladı. Günümüzde acımasız rekabet ortamında şirketlerin İK’nın ve tepe yönetimin desteğiyle sadece performanstan sorumlu bir lider atama ve ekip kurma zorunluluğu var. Organizasyonun sadece İK (ücret, motivasyon, takdir, ödüllendirme) değil farklı tüm fonksiyonel alanlarından gelen, spesifik amaçlara odaklanmış ve görünen sorunlara çözüm üretmek ve bölümler arasındaki koordinasyonu geliştirmekle yükümlü olan bu ekip artık şirketler için olmazsa olmaz bir faktör haline gelmiştir. İK’da yüksek performans elde edebilmek, performans yönetim liderinin ve ekibinin potansiyeline bağlıdır. Performans yönetiminden sorumlu liderler ise; görevlerini bir anlamda sosyal işbirliği ve kavram yaratımını yönetmek olarak görüyor. Hiçbir şirketin İK departmanı, çalışanlarının becerilerini yenilemek, performansını ve motivasyonunu yeniden şekillendirmek, süreçleri yeniden oluşturmak ve kaynaklarını yeniden yönlendirmek görevlerinden kaçınamaz. Örgütsel dönüşüm her şirket için bir zorunluluktur. Enformasyon teknolojileri, çalışanlarla karşılıklı etkileşimin gerekliliği ve bilginin pazarda yayılımı da bu zorunluluğu her gün daha da hissettiriyor. Şirketlerin İnsan Kaynakları süreçlerinde performansı yükseltmede ve süreç optimizasyonunu sağlamada, çalışanların yeni fikirler geliştirme yeteneğinden daha fazla yararlanmaları gerekiyor. Öneri sistemlerinin işletilmesi, var olan orta kademenin ekipler halinde örgütlenmeye yöneltilmesi veya organizasyonda herkes tarafından paylaşılabilen enformasyon alt yapısının oluşturulması, İK maliyetlerini düşürürken katma değer artışını destekleyecektir. Şirketler karşılarına çıkan ikilemleri etkin biçimde yönetmede de ekip yaklaşımına yönelmek durumundadır. Buradan hareketle ikilem yönetiminin optimizasyonunun, işletme süreçlerinin optimizasyonu kadar önem taşıdığını söyleyebiliriz. Söz konusu ikilemleri ve yüksek teknolojilerdeki dönüşümü de göz önünde bulundurarak, işletmenin İnsan Kaynakları yönetim çerçevesi ile ekibe dayalı yatay bir organizasyon modelini stratejik biçimde bir araya getirebilen firmaların başarısının uzun dönemli olabileceğini söyleyebiliriz. Bugüne kadarki belli yapıları, günümüze uygun bir organizasyon olarak kabul edemiyoruz (Fonksiyonel, bölümsel ya da matris gibi). Yüksek teknoloji pazarının çok hızlı değişimi ve yeni performans kanalları gibi etkenlerden dolayı İnsan Kaynakları'nda yeni bir çığ başlamak zorundadır. Performans yönetim lideri ve ekibinde fonksiyonel bir uzmanlık söz konusudur. Bu ekip 3–5 üyeden oluşabilir ve bu kişilerin İK kökenli olması tercih sebebidir. Örneğin; Kollmorgen Corporation, bir elektronik dev- re imalatçısıdır. Şirket, İK departmanından seçilmiş 4 çalışandan oluşan performans ekibi kurarak bu departmanın etkili çalışmasını sağlamıştır. Performans ekibi yaklaşımı ile yöneticiler daha az yönetirken, operasyonel süreçler yerine stratejik performans odaklı İK yönetim tarzını uygulamaya yönelirler. ması gereken kişiler; artık şirketlerin tümünün başvurması gereken bir ekip var: Sadece Performanstan Sorumlu Ekip… Aslında onlar zaten şirketiniz içinde varlık gösteren insanlar; yani fiilen zaten bu işi (adları konmamış biçimde) yapıyorlar. Performans ekibi kavramı, şirket çalışanları ile şirket gereksinmeleri arasında doğrusal bir ilişki kurulmasını sağlar ve böylelikle çalışanların şirketin isteklerine odaklanmasında etkili olur. Bugün artık işi fiilen yapan insanların, o konuda herkesten daha çok şey bildiğini kabul ediyoruz. Bu kişiler belki bu bilgileri nasıl yorumlamaları gerektiğini bilmiyor olabilir. Ama bu kişiler neyin işe yarayıp neyin yaramadığını gayet iyi bilir. Şirketler, içinde bulunduğumuz dönemde organizasyonlarını yeniden yapılandırma çabalarına yöneliyor. Bu konudaki son derece yaygın trend de, yatay organizasyon ve ekip çalışmasının esas alındığı yalın organizasyon modellerinin seçimi oluyor. Ve biz de 40 yıldan beri öğrenmiş bulunuyoruz ki, bir işi ve görevi daha iyileştirmek o işi yapan insanlardan başlar. Onlara “Sizden ne öğrenebiliriz?”, “Bu iş hakkında bize neler söyleyebilirsiniz?”, “Ne gibi bilgilere ihtiyacınız var?” diye sormak gerekir. Hiçbir şirketin İK departmanı, çalışanlarının becerilerini yenilemek, performansını ve motivasyonunu yeniden şekillendirmek, süreçleri yeniden oluşturmak ve kaynaklarını yeniden yönlendirmek görevlerinden kaçınamaz. Örgütsel dönüşüm her şirket için bir zorunluluktur. Enformasyon teknolojileri, çalışanlarla karşılıklı etkileşimin gerekliliği ve bilginin pazarda yayılımı da bu zorunluluğu her gün daha da hissettiriyor. Çalışanların kendi işlerinin verimiyle ilgili sorumluluğu olması ve kendi işlerini kontrol edebilmesi şarttır. Neden sadece performanstan sorumlu bir ekip kurmalıyız? Çalışanların yakın kontrolü yerine, kendini motive etme; planlananı yapma yerine, çözümler üretebilme; bürokratik süreçleri izleme yerine müşteri değerine odaklanmaya yönelme gibi günümüze uygun orijinal davranış ve tarzları ortaya koyan, ekibe dayalı organizasyon yapısının uygulanmaya başlanması gerekmektedir. • Motivasyonu ve çalışan bağlığını artıracak yeni araçlar geliştirmek için, • Organizasyona uygun yeni performans kanalları geliştirmek ve uygulamak için, • Çalışan-şirket-performans zincirini genişletmek için, • İK maliyetlerini kontrol etmek için. Yalın organizasyon modeli ‘ideal’ olandır. Şirketler, içinde bulunduğumuz dönemde organizasyonlarını yeniden yapılandırma çabalarına yöneliyor. Bu konudaki son derece yaygın trend de, yatay organizasyon ve ekip çalışmasının esas alındığı yalın organizasyon modellerinin seçimi oluyor. Burada başvurul- Düşünmenin tamamı iyi yöneticilere bırakılırsa, bir şirket hiçbir yere ulaşamaz. Şirketteki herkes buna katkıda bulunmalıdır. Alt düzeydeki elemanların görevi de sadece bedensel işle kalmamalıdır. Bilginin artması, enformasyon paylaşımı, yaratıcılık ve yenilik en iyi biçimde, özgür bir ortamda birbirini etkileyebilen insanların bulunduğu küçük gruplarda gelişmektedir. Yeni fikirler ve yaratıcı düşüncelerle insanlar başkalarıyla etkileşime teşvik edilmedikçe kurumsal öğrenme yeterli değildir. Bunun için ekiplerde yerine getirilen görevler etrafında, işi organize etmede de merkezileştirilmiş ve geciktirmeyen İnsan Kaynakları yönetimi ve stratejileri gereklidir. Şirketler İK maliyetlerini düşürerek, planlanan kârlılık ile gerçekleşen kârlılık arasındaki açıklığı ortadan kaldırabilmede hem performans yönetimi hem de sürekli ekip çalışmasının potansiyelinden yararlanmak durumundadır. 1990’larda şirketler, aşağı düzeylerde sorumluluk vermeyi, yetki delege etme yollarını sıkıcı bulmaktaydılar ve katılımlı ekipler meydana getirerek çalışanların taahhüdüne bağlanmaktaydılar. Artık farklı departmanlardan çalışanlar, ortak sorunları çözmek amacıyla bir ekip olarak bir araya gelerek sorumlu performans ekiplerini oluşturuyor. Ekip üyeleri hem fonksiyonel departmanlarına hem de kendi ekiplerine rapor verir ve ekibin bir üyesi onun lideri olabilir. • Üstten yönetim yerine ekip çalışması, • Delege etme yerine yetki ve sorumluluğu bir arada devretme, • Yakın kontrol yerine kendi performansını planlayabilme kavramları şirketlerin üzerinde durduğu avantajlı konular olmaktadır. Günümüzde dinamik teknolojik değişime ve ürün konfigürasyonlarındaki artan kaliteye hızla uyum sağlamada, ekip yaklaşımı, şirketlerin olumlu gelişmeler elde etmesinde etkili olacaktır. Ekip ilişkilerinin yaratılması, fonksiyonel ve geleneksel İK yaklaşımının dezavantaj ve ihmallerini ortadan kaldırmaktadır. Performanstan sorumlu ekipler derinlemesine uzmanlık ve bütünsel yaklaşım gibi fonksiyonel İK organizasyonunun yarattığı avantajları ekibe ve performansa dayalı organizasyonun elde etmesini sağlamaktadır. Ekip kavramı, organizasyonda birbirinden farklı departmanlar arasındaki engelleri yıkmakta, iletişimin artması ve sorunların doğru çözüme kavuşturulması olanağı ortaya çıkmaktadır. Çalışanlar, kendi amaçlarının peşine kör bir şekilde düşmek yerine, karşılıklı etkileşim ile hem ekibin hem de orga- nizasyonun problemlerinin neler olduğunu doğru kavrayabilir. Ekip kavramı, şirketin çevre değişimine ve müşteri isteklerine daha duyarlı hale gelmesinde etkili olmaktadır. Çalışanların moralini artırır, bölümsel görevleri daraltmaktan ziyade büyük projelerdeki çalışanların etrafında şevkli - hevesli çalışanlar yaratır ve işler zenginleştirilir. Ekip anlayışı, üstten yönetimin azaltılmasını sağlar. Performans ekiplerinin meydana getirilmesi, performans yönetiminde aşağı hiyerarşiyi yetkili ve sorumlu olmaya sevk eder, kontrol için yöneticilerin daha az zaman talep etmesine yol açar. Performans ekibi kavramı, şirket çalışanları ile şirket gereksinmeleri arasında doğrusal bir ilişki kurulmasını sağlar ve böylelikle çalışanların şirketin isteklerine odaklanmasında etkili olur. Performans ekibi yaklaşımı, performans araçları maliyetlerinin aza inmesine yardımcı olur. Çalışanların iş sürecindeki problemleri çözmesinde yüksek performans yaratılmasını sağlar. Performans ekibi yaklaşımını benimseyen şirketler, çalışan bağlılığı desteğinden daha fazla yararlanmanın ve çalışan kalitesinin müşteriye değer katan iletişimin arttırılmasının optimal olanaklarını elde edebilirler. Çalışana karşı duyarlı, müşteri geribildiriminin süresini azaltan ekip yaklaşımı, şirketteki İK çözüm süreçlerinin kalitesini arttırırken, toplam çalışan maliyetleri içerisindeki kalitesizlik maliyetlerinin azalmasına yol açar. Performans ekibi yaklaşımında, çalışanlar iş sürecine hakim olurken, işleri hakkında stratejik düşünebilen çapraz fonksiyonel esnekliğe sahip uzmanlar haline gelirler. Performans ekibi yaklaşımı İK yöneticilerinin geleneksel rollerini de ortadan kaldırmakta, daha az yöneten, iş sürecine hakim, optimal stratejileri geliştirebilen, süreç teknolojilerinin performansını yatay bir uyum süreci ile artırmayı düşünen antrenörler haline gelmelerini sağlar. Performans ekibi yaklaşımı ile birlikte organizasyondaki çalışanların iş başarıları ile mo- tivasyonları arasındaki bağ yeniden formüle edilerek şirket lehine düzeltilir. Performans ekibi yaklaşımı çalışan devir sayısının düşmesine ve böylece istihdamın farkında olunmayan maliyetlerinin en aza inmesine yol açar. Performans ekibi yaklaşımı ile çalışanlar daha fazla tatmin olurken motivasyona ilişkin maliyetlerde sürekli azalma eğilimi ortaya çıkar. Performans ekibi kavramı, organizasyondaki verimliliği artıran faktörleri besler, süreç teknolojileri ile çalışanların performansının verimliliği lehine uyumunu sağlar. Hiyerarşinin azalımı ile yönetici odaklı performans yönetimi yerini çalışan odaklı çözüm sürecine terk eder. Kontrolün ve komutanın minimize edilmesi organizasyon düzeyinde bilginin performansından daha fazla değer elde edilmesini olanaklı hale getirir. Performans ekibi yaklaşımı ile yöneticiler daha az yönetirken, operasyonel süreçler yerine stratejik performans odaklı İK yönetim tarzını uygulamaya yönelirler. Tüm bu avantajlar, performans ekibi yaklaşımının şirketlerin yaşam eğrilerini uzatmada yararlanmaları gereken bir anlayış olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Performans ekibi yaklaşımı, şirketlerin eski İK yapılanmalarını rakipleri yerine kendilerinin ortadan kaldırılmasını sağlar. Böylelikle kaos ve karmaşıklıkta etkin bir organizasyon modelini bir strateji olarak benimsemelerinde optimal bir anlayış olmaktadır. Seçme yerleştirme ve yetenek yönetimini masaya yatırdık... HRdergi olarak 6 – 7 Ekim tarihlerinde, Assessment Systems ve Kariyer.net’in Resmi Sponsorluğunda Seçme Yerleştirme ve Yetenek Yönetimi Zirvesi’ni düzenledik. Zirvede katılımcılarımız 22 oturumda 28 farklı konuşmacıyı dinledi, meslektaşları ile 2 gün boyunca fikir alışverişinde bulunarak uygulamalarını kıyaslama fırsatı buldu. 62/ HRDERGİ -KASIM 2015 Zirvemizin bu yılki ana konuşmacılarından biri, 70’den fazla ülkede 800’ü aşkın müşterisi olan dünyanın en büyük online işe alım eğitim şirketi Social Talent’ın kurucusu ve CEO’su Johnny Campbell oldu. “İyiden mükemmele - Dünya standartlarında bir işe alımcının anatomisi” başlıklı bir konuşma yapan Campbell, oturumda işe alımcıların kendilerini nasıl “iyi”den “mükemmel”e dönüştürebileceklerini anlattı. Sıradışı işe alımcıların sahip olduğu beceri ve özellikler konusunda bakış açıları sundu. Zirvede Boeing bünyesinde Satış, İş Geliştirme ve Pazarlama alanlarında Sistem Mimarisi Başkanı olarak görev yapan ve iş / teknoloji stratejisi ile “Geleceğin Yetenekleri”ne odaklanan Dr. Miriam Grace de ana konuşmacılardan biri oldu. Grace, “Yetenek stratejisinde inovasyon: Bir tasarım yönü belirlemek” isimli sunumunda; IBM, Google, Samsung, Boeing, Microsoft gibi küresel şirketlerin, inovasyon mücadelesi karşısında tasarım ilkelerini ve uygulamalarını hayata geçirdiğini belirterek konuyla ilgili öneri ve deneyimlerini aktardı. Seçme Yerleştirme ve Yetenek Yönetimi Zirvesi’nde ayrıca Türk Telekom Grup İnsan Kaynakları Başkanı Bahattin Aydın, PepsiCo Avrupa Kıdemli Yetenek Kazanımı Direktörü Özlem Salur, Assessment Systems Kurucu & CEO’su Levent Sevinç, Anadolu Efes Türkiye Yetenek Yöneticisi Gamze Yeşilbayrak, Kariyer.net Genel Müdürü Yusuf Azoz, Ziylan Grubu İnsan Kaynakları Direktörü Ayça İşbilir, Yapı Kredi Bankası İşe Alım ve İK Geliştirme Direktörü Demet Kurtoğlu Gençalp, Nestle Waters Türkiye İK Direktörü Gülcan Doğru, DenizBank İK, İşe Alım, Kariyer ve Yetenek Yönetimi Grup Müdürü Nur Banu Oğuz, L’Oreal Yetenek Kazanımı Müdürü Hande Daylık, Danone Nutricia Early Life Nutrition İnsan Kaynakları ve Ücret ve Yan Haklar Müdürü İrem Önal, Turkcell Ticari Birimler İK İş Ortağı Özde Hamarat, Vestel Şirketler Grubu İşe Alım Yöneticisi Günseli Erdoğan Aracagök ve İşveren Marka Sorumlusu Tuba Uçar Doğru, Baltaş Grubu Kurucu Ortağı Prof. Dr. Zuhal Baltaş ve Danışman Psikolog Seval Uslu Yazıcı, AvivaSA İK Direktörü Burak Yüzgül, Daiichi Sankyo İlaç İK ve Kurumsal İletişim Müdürü Gözde Gün Diner, Eczacıbaşı Tüketim Ürünleri Grubu Organizasyonel Gelişim Müdürü Sevda Çetinkaya, Enerjisa Yetenek Yönetimi Müdürü Tuğba Gök, Siemens Liderlik Gelişimi ve Yetenek Yönetimi İK Yöneticisi Candan Göllü, İnci Holding Eğitim Müdürü Füsun Toros, Bilim İlaç İK Müdürü Dilek Mete, LCWaikiki Mağazacılık İnsan Kaynakları Direktörü Gökhan Denizhan ve İşe Alım Müdürü Canan Hotanoğlu ve Prometheus Danışmanlık Genel Müdürü Yücel Atış da kürsüye çıkan isimler oldu. kasım 2015 - HRDERGİ | 63 HRdergi Sarı Sayfalar İK Ürün ve Hizmet Rehberi Eğitim M3 Works Tel : 0212 241 41 71 www.m3.com.tr info@m3.com.tr M3 Works, 2005 yılında kurulmuş bir kurumsal organizasyon şirketidir. Takım çalışmaları ve motivasyon çalışmalarına odaklanmış olan şirketimiz kısa sürede 500 şirketin 1500'den fazla etkinliğinde yer almıştır. Ritim, Dans,Fotoğraf, Mozaik, Domino gibi atölyeler, Şirket Orkestrası, Define Avı, Gizli Görev, Company Rally, Company Is My Home, Bisiklet Fabrikası, Oyuncak Yapımı, Logo Tablosu gibi aktiviteler, Sosyal Kulüp Danışmanlığı uzmanlık alanlarımızdır. Eğitim & Danışmanlık “tim” danışmanlık Tel: 212 242 46 46 www.tim.com.tr tim@tim.com.tr ‘’tim’’ danışmanlık akademik ve pratik birikimi ile ihtiyaç duyulan finansal eğitimlerin tamamını kuruma özel şekilde tasarımlayarak vermektedir. Bir eğitim şirketinin en önemli aktifinin “Danışman Kalitesi” gerçeğine inanan ‘’tim’’ Danışmanlarına sürekli eğitim yüklemesi yaparak kaliteyi en üst düzeyde tutmaktadır. Sektöründe ilkleri başaran kurum olarak anılan ‘’tim’’ danışmanlık, sınıf içi finansal eğitimlerin, simülasyonlar ile yapılandırılmasını Türkiye’de ilk başlatan şirket olmuştur. Online İstihdam Platformu Kariyer.net Eğitim & Danışmanlık SIERRA İK ve Yönetim Danışmanlığı Eğitim LeadChange Tel: 0216 468 76 00 www.kariyer.net crm@kariyer.net Tel: 0216 336 03 50 www.sierradanismanlik.com info@sierradanismanlik.com 16 yıldan bu yana Türkiye’nin en büyük istihdam platformu olan Kariyer.net, iş arama ve işe alım süreçlerinde yeni nesil teknolojilerle, iş arayanlarla işverenleri internet ortamında bir araya getiriyor. Kariyer.net’in aday veritabanında 20 milyonu aşkın özgeçmiş bulunuyor. Kariyer. net üyesi 57 binin üzerinde firma, ihtiyaç duyduğu işgücünü Kariyer. net aracılığıyla arıyor. İstanbul Merkez ve Yeşilköy satış ofislerinin yanı sıra Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Eskişehir, Gaziantep, Kayseri, Kocaeli, Konya, İzmir ve Samsun’da bulunan 13 ofisi ile müşteri ve adaylarına hizmet veriyor. Tel: 0 (532) 450 78 88 www.4nal.com aydinsoysal@leadchange.com 30 yıldır, 22 dilde, 2 milyonun üzerinde kullanıcısı ile faaliyet gösteren, İngiltere merkezli Belbin Takım Rollerinin Türkiye Temsilciliğini yapmaktadır. Birey, Takım ve İş olarak 3 farklı alana ve bunların birbirleri üzerindeki etkisine odaklanarak oluşturulan bir metodoloji ile çalışır. Atlardan Öğreneceklerimiz Onlara Öğretebileceklerimizden Fazladır… Organizasyonel başarı ve huzur, çalışanla, müşteriyle, üretenle ve tüketenle doğru iletişim kurmakla başlar. Kurumsal Wellness Eğitim & Danışmanlık Pozitif Beslenme Tel: 0 (545) 291 49 92 www.pozitifbeslenme.com bilgi@pozitifbeslenme.com Pozitif Beslenme, deneyimli ekibiyle bilimsel veriler doğrultusunda kurumunuzun ihtiyaç duyduğu beslenme, eğitim ve diyetisyenlik hizmetlerini sağlar. Çalışanlarınızın sağlık risklerini azaltmalarını ve buna bağlı iş gücü kaybını engellemek istiyoruz. Şirketinize uygun hizmet içeriği oluşturarak çalışanlarınızın ofis içinde ve dışında sağlıklı beslenmeyi ve kilo kontrolü sağlamayı öğrenmelerini destekliyoruz. Ekip olma anlayışımız ile çalışanlarınızın performanslarını artırmalarını, şirket motivasyon ve bağlılıklarını artırmalarını sağlıyoruz. Başlıca faaliyet alanları; 360 Değerlendirme, Ölçme Değerlendirme Merkezleri, Performans ve Yetenek Yönetimi, İşe Alım, Çalışanlara ve Öğrencilere Kariyer Danışmanlığı, İletişim ve Takım Çalışması Eğitimleri, Hedef Bazlı Performans Sistemleri’dir. Atlarla Öğrenim aynı dili konuşmadığımız bir varlığa ne istediğimizi anlatabilme, sözsüz iletişim kurma deneyimidir. Nasıl bir stiliniz var, nasıl ilişki kuruyorsunuz, mesajlarınızı nasıl iletiyorsunuz, gücünüz içinizden mi yoksa dışınıza iliştirilmiş bir etiketten mi geliyor? Atlardan dinleyebilirsiniz… İş Sağlığı ve Güvenliği FLOW Coaching International Bilgemed İş Sağlığı ve Güvenliği Merkezi Tel: 212 284 01 91 / 530 238 18 03 www.flowcoachinginternational.com info@in-flow.co Tel: 0850 224 92 12 www.bilgemed.com.tr info@bilgemed.com.tr Yaratıcı potansiyelinizi pozitif dönüşüme doğru serbest bırakın! Tam zamanlı ve profesyonel kadrosuyla, tam donanımlı bir iş sağlığı ve güvenliği merkezi olan Bilgemed, sektörde kalite standartlarını belirliyor. • İş yeri hekimliği • İş güvenliği uzmanlığı • İş yeri yardımcı sağlık personeli • Tıbbi laboratuvar • Mobil sağlık laboratuvarı • Teknik periyodik kontroller • Ortam ölçüm • İlk yardım eğitimleri hizmetleriyle Bilgemed, yorulmaksızın iş sağlığı ve güvenliğinin herkes tarafından ciddiye alınması gereken bir alan olduğunu anlatıyor. FLOW, performansı akışkanlaştırmak üzere kişinin potansiyelini ortaya çıkartır ve geliştirir. FLOW Koçluk Modeli, iş yaşamında ve kişisel yaşamda pozitif değişimi fasilite etmek ve tasarlamak amaçlı farkındalık, algı, anlayış, motivasyon ve becerilerinin gelişimini sağlar. 15 Ocak’ta başlayacak olan FLOW Koçluk Okulu, iş ve özel yaşamın zorlu koşullarının gelişim ihtiyaçlarını temel alarak sürdürülebilir gelişimi hedefliyor. MTI GROUP