"r * % 7 İ K i KURULUŞ: OCAK - 1975, YIL: 15, GENEL SAYI: 173 T, C. » . i APLİĞİ T İ ! T Sahibi : Yargıtay Adına Birinci Başkan AHMET COŞAR Yayın Müdürü : Yargıtay Yayın İşleri Müdürü ALİ RIZA GENİŞ*• t a s n if k u r u l u Başkan Üyeler : İ. Teoman O Z A N O Ğ L U : N ail S U C U Cevdet H .A S L A N G Ü L H . Sezen Ö Z İrfan A K Ç A (1 0 .HD.Başkanı) (Tetkik Hâkim i) (Tetkik Hâkim i) (Tetkik Hâkim i) (Tetkik Hâkim i) Dündar B U R S L A N Türkân A S L A N (Tetkik Hâkim i) (Tetkik Hâkim i) A zm i BOSNA (Tetkik Hâkim i) • Yargıtay Yayın İşleri Müdürlüğü’nce ayda bir kez yayınlanır. • Yönetim ve yazışma adresi: Yargıtay Yayın İşleri Müdürlüğü 06658 Ankara. • Telefon: 1251632-1251649; 1175380/2385,2484,2486. • Katma değer vergisi içinde, 1989 yılı Yargıtay Kararları Dergisi abone bedeli 23.100.-liradır. • Abone bedelleri, Ziraat Bankası Kızılay Şubesi’ndeki 304/110 sayılı veya Posta Çekleri Merkezi’ndeki 92932 numaralı hesaplarımızdan birine aktarılarak yada PTT. kanalıyla gön­ derilerek veva Müdürlüğümüz veznesine yatırılarak abone olunur. • Abone işleri için Müdürlüğümüze başvurulmalıdır. • Yıllık abone olmaları koşuluyla, Hâkim ve C.Savcıları ile Hukuk Fakültesi Öğrencilerine %20 indirim uygulanır. • Ödemeli gönderilmez, temsilcimiz yoktur. YARGITAY KARARLARI DERGİSİ n ?ı *ı ( i ü R6 I T A T 5 r 4 P L fT APL !Ğ İçtihat, Genel kurul ve Daire kararları HUKUK BOLUMU İÇİNDEKİLER Dairesi Yayınlanan Karar Sayısı Sayfa HUKUK BÖLÜMÜ İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu Hukuk Genel Kurulu Birinci Hukuk Dairesi İkinci Hukuk Dairesi Üçüncü Hukuk Dairesi Dördüncü Hukuk Dairesi Beşinci Hukuk Dairesi Altıncı Hukuk Dairesi Yedinci Hukuk Dairesi Sekizinci Hukuk Dairesi Dokuzuncu Hukuk Dairesi Onuncu Hukuk Dairesi Onbirinci Hukuk Dairesi Onikinci Hukuk Dairesi Onüçüncü Hukuk Dairesi Ondördüncü Hukuk Dairesi Onbeşinci Hukuk Dairesi Onaltıncı Hukuk Dairesi 1 4 4 3 2 1 2 5 2 2 7 2 3 4 5 4 3 3 613-622 623-634 635-639 640-642 643-646 646-648 649-651 651-657 658-661 661-663 664-674 675-679 680-686 686-689 690-697 697-706 707-711 711-714 CEZA BÖLÜMÜ Ceza Genel Kurulu Birinci Ceza Dairesi İkinci Ceza Dairesi Üçüncü Ceza Dairesi Dördüncü Ceza Dairesi Beşinci Ceza Dairesi Altıncı Ceza Dairesi Yedinci Ceza Dairesi Sekizinci Ceza Dairesi Dokuzuncu Ceza Dairesi Endeksler Maddelere Göre Arama Dizinleri Kavramlara Göre Arama Dizinleri 6 2 1 2 5 2 3 4 6 1 716-729 729-731 732 733-735 735-749 740-741 742-746 746-750 750-755 756 758 759-763 764-768 C: XV. S.: 5 Mayıs 1989 613 T.C. Y A R G I T A Y Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu E. 1988/3 K. 1988/3 T. 16.12.1988 T.C. YA RG İ T İ ? Kİ l APLİ Ğİ • ORDU YARDIMLAŞMA KURUMU • ÖLÜM YARDIMI ÖZET : 3.1.1961 günlü laşma Kurumu Kanunun 25. maddesinin 2. fıkrası uyarınca ölen üyenin hayatta iken Kuruma vereceği beyanname ile ölüm yardımının, tercih edeceği bir veya birkaç kişiye verilmesini isteyebilir; ancak, bun­ ların ölüm yardımına hak kazanabilmeleri için mu­ risin ölüm günü itibariyle sıfatını taşımaları gerektir; aksi halde ölüm yardımının veraset uyarınca tüm mirasçılarına ödenmesi gerekir. (205 s. OYAK K. m. 25/2) OYAK Genel Müdürlüğü’nün 11.4.1975 ve 16.10.1987 tarihli ya­ zıları ile 205 sayılı Ordu Yardımlaşma Kurumu Kanununun 25. mad­ desinin 2. fıkrası uyarınca ölen üyenin hayatta iken Kuruma vereceği “ ölüm yardım beyannamesi” nde gösterdiği kişilerle mirasçılık belge­ sinde yer alan kişilerin farklı olmaları halinde, ölüm yardımının kime ödeneceği ve “ beyanname” nin geçerli sayılıp sayılmayacağı konu­ sunda Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi ile Dördüncü Hukuk Dairesi’nin kararları arasında içtihat aykırılığı bulunduğu belirtilerek, bu aykırılı­ ğın giderilmesi istenmiş olduğundan, Yargıtay Birinci Başkanlık Ku­ rulunca; 205 sayılı Kanunun 25. maddesinde öngörülen ölüm yardımı­ nın verilişi konusunda İkinci ve Dördüncü Hukuk Daireleri kararları ara­ sında aykırılık bulunduğu, aykırılık giderilmek suretiyle çözüme bağlanamamasının yeni davalara yol açacağı ve içtihadı birleştirmeye gidilmesinde hukuki yarar görüldüğü gerekçesiyle, sorunun İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nda görüşülmesine 14.4.1988 tarihin­ de 34 sayı ile karar verilmiştir. 25.11.1988 gününde toplanan İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nda önce kararlar arasında aykırılık bulunup bulunmadığı ve iç­ tihadı birleştirmeye gerek olup olmadığı sorunu üzerinde durulmuştur. 205 say 614 YARGITAY KARARLARI DERGİSİ Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi’nin 17.1.1968 günlü, 3708-4377 sa­ yılı; 29.11.1968 günlü, 5519-6798 sayılı; 6.1.1970 günlü, 399-79 sayı­ lı ve 11.1.1973 günlü, 8073-92 sayılı kararlarında; 205 sayılı Yasada yer alan ölüm yardımının, ölenin terekesine dahil bir hak olduğu ve murisin hayatta iken bu hakkında dilediği gibi tasarruf edebileceği, mi­ rasçı olmayan yakınlarına da Kuruma vereceği beyanname ile ölüm yardımının ödenmesini isteyebileceği, tenfizi bağışlayanın ölümüne bağlı bağış niteliğinde olan bu tasarrufun tasarruf nisabını aştığı oranda mutlak olarak tenkise tâbi olduğu, uyuşmazlığın tenkis hükümlerine göre çözülmesi gerektiği görüşü benimsenmiştir. Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi’nin konu ile ilgili 15.5.1970 gün­ lü, 1970/2885-4106 sayılı ve 4.3.1971 günlü, 1970/11293-1997 sayılı kararlarında ise; 205 sayılı Yasının 22 ve 25. maddelerine göre ölüm yardımının ölenin sadece mirasçılarının yararlanabileceği bir hak ol­ duğu, mirasçıların, ölüm tarihine göre tayin edilmesi geretiği, bir kim­ se sağ iken mirasçısı olma durumundan söz edilemiyeceği, genel hükümlere göre mirasın ölümle açılacağı, ölenin sadece mirasçıları arasında bir tercih yapabileceği, mirasçılar dışındaki kişiyi amaç tu­ tan iradenin, yasanın buyurucu kuralı karşısında geçersiz sayılacağı görüşü kabul edilmiştir. Yapılan görüşmeler sonunda, yukarıdaki kararlar arasında; ölen üyenin hayatta iken Kuruma vereceği beyannamede, ölüm tarihinde mirasçısı olmayan yakınlarına da ölüm yardımının ödenmesi yolundaki iradesinin geçerli olup olmadığı yönünden içtihat aykırılığı bulundu­ ğuna oybirliğiyle ve içtihatların birleştirilmesi gerektiğine oyçokluğuyla karar verildikten sonra esasın görülmesine geçilmiştir. 3.1.1961 günlü ve 205 sayılı Yasa ile kurulan Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK), özel ve zorunlu bir sosyal yardım kurumudur. Yasa­ da öngörülen asker kişilerin bu Kuruma daimi ve geçici üye olmaları ve aylıklarından belli bir oranda kesinti yapılması zorunlu kılınmıştır. Askeri işyerlerinde çalışan sivil memur ve hizmetlilerin de isterlerse Kuruma daimi üye olabilecekleri kabul edilmiştir. Kurumun bir defaya mahsus olmak üzere toptan yapacağı yardımlar: a)- Ölüm yardımı, b)emeklilik yardımı, c)- maluliyet yardımı olmak üzere başlıca üç grupta toplanmıştır. Yasının 22. maddesinde ölüm yardımına, Kurumun dai­ mi ve geçici üyesi iken ölenlerin mirasçılarının hak kazanacakları açık­ lanmıştır. Bu düzenlemeye göre ölüm yardımı, miras bırakandan intikal eden bir hak olmayıp, mirasçıların şahsında doğan bir haktır. Bu mad­ dedeki mirasçılardan maksat; Medenî Kanunun miras hükümleri uya­ rınca üyenin ölümü halinde geriye kalan kanunî mirasçılarıdır. Çünkü Medenî Kanunda mirasın ölümle açılacağı ve mirasçıların ölüm tarihine C: XV. S.: 5 Mayıs 1989 615 göre tayin ve tesbit edileceği hükme bağlanmıştır. 22. madde ile bu emredici kural konulduktan sonra aynı Yasının 25. maddesinin ikinci fıkrasında ölüm yardımının, ölen üyenin hayatta iken Kuruma verceği beyanname de göstereceği mirasçılarına ödeneceği bildirilmek sure­ tiyle üyenin iradesine de sınırlı bir şekilde yer verilmiştir. Her iki hü­ küm birlikte incelendiğinde; ölen üyenin, ancak ölüm tarihindeki mirasçılarından birine veya birkaçına ölüm yardımının ödenmesini is­ teyebileceği, ölüm tarahinde mirasçı olmayan yakınlarına böyle bir yar­ dımın ödenmesini isteyemiyeceği, istese bile bu yoldaki iradenin geçerli olamıyacağı sonucu çıkmaktadır. Çünkü, 22. maddede hiç bir tereddüde yer vermiyecek şekilde ölüm yardımına ölen üyenin miras­ çılarının hak kazanacağı açıklanmış bulunmaktadır. Mirasçılık kuru­ mu Medenî Kanunda düzenlenmiş olup, mirasçıların kimler olduğunun tesbitinde murisin ölüm tarihinin esas olduğu Medenî Kanunda em­ redici bir şekilde hükme bağlanmıştır. Bu esas kamu düzeni ile ilgili olup, irade beyanı ile değiştirilemez. Yani ölen kişi, hayatta bulundu­ ğu bir zamana göre kanunî mirasçılarının tayin ve tesbitini isteyemez. Bir kimsenin hayatta iken henüz ölmeden mirasçılarının kimler oldu­ ğunu tesbit etmek hukuken mümkün değildir. Çünkü miras ölümle açı­ lır. Bu nedenle, ölen üyenin hayatta bulunduğu bir gündeki, örneğin, Kuruma beyanname verdiği gündeki mirasçılarının kimler olduğunu tesbit etemeye çalışmak miras hukuku ilkelerine temelden aykırıdır. 205 sayılı Yasada mirasçılık yönünden, beyannamenin verildiği tari­ hin esas alınacağını gösteren herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Öyle ise gerek 22. maddede gerekse 25. maddede sözü edilen “ mirasçılar” dan maksat, üyenin ölüm tarihindeki mirasçılarıdır. Esa­ sen, beyannamenin verildiği tarihe göre mahkemelerden mirasçılık bel­ gesi alınmasına da olanak yoktur. Çünkü beyannamenin verildiği tarihte üye henüz hayattadır ve hayatta bulunan bir kimse sanki öl­ müş gibi o tarihteki mirasçılarının tesbiti mümkün değildir. 25. madde, 22. maddedeki prensipten ayrılmamış, sadece, ölen üyeye, kanunî mirasçıları arasında bir tercih yapmak hakkı tanımıştır. 25. maddede, ölüm tarihinde mirasçı olmayanlara ölüm yardımı ya­ pılması imkânını tanımış değildir. Öyle olsa idi, Yasada mirasçılardan sözedilmesine gerek kalmazdı. Örneğin, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 208/B maddesinde ve 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu’na 7184 sayılı Kanunla eklenen ek 4. maddede, mirasçılardan hiç sözedilmeksizin, ölüm yardımının ölenin sağlığında beyanname ile gösterdiği kimseye, bildiri vermemiş ise eşine ve çocuklarına, bunlar yoksa ana ve babasına, bunlarda yoksa kardeşlerine son aylığının iki katı tutarında ölüm yardımı ödeneği verilmesi öngörülmüş; 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununun 177/b maddesinde de su­ 616 YARGITAY KARARLARI DERGİSİ bay ve astsubayın ölümü halinde, sağlığında bildiri ile gösterdiği kim­ seye eğer bildiri vermemiş ise eşine ve çocuklarına, bunlar yoksa ana ve babasına bunlarda yoksa kardeşlerine son aylığının iki katı tutarın­ da, ölüm yardımı ödeneği verilir, denilmiştir. Oysa, 205 sayılı Yasa­ da, ölüm yardımına hak kazanacaklar açıkça kanunî mirasçılarla sınırlandırılmış ve bu sınır içerisinde ölenin irade beyanına değer ve­ rilmiştir. Ölüm yardımı murisin malvarlığına dahil bir hak olmadığı için, ha­ yatta iken kuruma verdiği beyanname ile yaptığı tasarruf tenkis hü­ kümlerine tâbi değildir. Şayet 205 sayılı Kanunda murise böyle bir hak tanınmış olsa idi, genel hükümlere göre muris ölüm yardımında tasarruf edemezdi. Ölüm yardımı mirasçılara ait bir hak ise de; murisin aylık­ larından yapılan kesintiler de bulunduğundan, murise de sınırlı bir ta­ sarruf yetkisi tanınmış ve hayatta iken Kuruma vereceği beyanname ile bu yardımın mirasçılarından tercih edeceği birine veya bir kaçına ödenmesini isteyebileceği 205 sayılı Yasının 25. maddesinin 2. fıkra­ sı hükmü ile kabul edilmiştir. Murise tanınan bu sınırlı tasarruf yetkisi genel hükümlerden değil, özel kanun hükmünden kaynaklandığından miras hukukan göre tenkis edilemez. Genel Kuruldaki görüşmelerde, ölüm yardımının mirasçılara ait bir hak olduğu ve murisin Kuruma verceği beyannamede sadece mi­ rasçılarından birini veya bir kaçını tercih edebileceği ve bu tasarrufun tenkis hükümlerine tâbi olmadığı yönlerinden görüşler arasında her­ hangi bir aykırılık belirmemiştir. Ancak görüşmeler sırasında karşı gö­ rüş olarak; 205 sayılı Yasının 25. maddesinde, ölen üyenin sağlığında Kuruma verdiği beyannamede gösterdiği mirasçılardan maksat; be­ yannamenin verildiği tarihteki mirasçılar olduğu, üyenin ileride ölüm tarihinde mirasçılarının kimler olacağını beyannameyi verdiği tarihte bilemiyeceği.için, bunları beyannamede göstermesinin mümkün ol­ madığı, ölenin irade beyanına üstünlük tanınmasının esas olduğu, bu nedenle 25. maddedeki mirasçıların tesbitinde beyanname tarihinin esas alınması gerektiği, buna göre, örneğin beyannamede ölüm yar­ dımından yararlanmaları öngörülen ana, baba veya kardeş, üyenin ölü­ mü tarihinde eşi ve çocukları bulunduğu için mirasçı olamasalar bile beyannamenin verildiği tarihte üye henüz evlenmemiş ise o tarihte mi­ rasçı olmaları mümkün olan ve beyannamede gösterilen ana, baba veya kardeşin ölüm yardımından yararlanmaları gerektiği ileri sürül­ müştür. Bu görüş, yukarıda açıklanan gerekçeler yanında şu neden­ lerle de çoğunluk tarafından kabul edilmiştir. Kuruma verdiği beyanna­ mede örneğin ana, baba veya kardeşini gösteren üye sonradan ev­ lenmek ve çocuk sahibi olmak suretiyle mirasçılarını kendi iradesi ile 617 C: XV. S.: 5 Mayıs 1989 değiştirmiş olmaktadır. Ölmeden önce artık ana, baba, veya kardeşi­ nin ileride kendisine mirasçı olamıyacaklarını, ölümü halinde eşinin ve çocuklarının mirasçı olacaklarını, bu nedenle özel kanun hükmü gereğince, mirasçı olmayan ana, baba veya kardeşinin ölüm yardı­ mından yararlanamıyacağını bilebilecek durumdadır. Buna rağmen be­ yannameye üstünlük ve geçerlilik tanınacak olursa, yasının emredici hükmüne aykırı olarak, ölen kişi gerçek mirasçılarını bildiği halde on­ ları ölüm yardımından mahrum etmek imkânını elde etmiş ve evlen­ meden önce beyannameyi vermek ve ondan sonra evlenmek suretiyle Kanunun emredici hükmünü bertaraf etmiş olur. Oysa evlendikten ve çocukları olduktan sonra beyannameyi vermiş olmas idi, o tarihte ana, baba veya kardeşleri mirasçı olamıyacakları için beyanname geçer­ siz olacaktır. Görülüyor ki murisin ölümü tarihinde eşi ve çocukları mi­ rasçı oldukları halde bunlar, beyanname tarihine göre bazen ölüm yardımından yararlanabilecekler bazen yararlanamıyacaklardır. Böy­ le bir sonucu yasanın emredici hükmü ile bağdıştırmak mümkün de­ ğildir. Açıklanan bu nedenlerle mirasçılığın tesbitinde murisin ölüm ta­ rihinin esas olduğu ve beyannamede gösterilenlerin ölüm tarihinde mirasçı olmaları koşuıu ile ölüm yardımından yararlanabilecekleri; aksi halde ölüm yardımının veraset ilâmı gereğince tüm mirasçılarına öden­ mesi geretiği kabul edilerek içtihat aykırılığının bu yolda giderilmesi uygun bulunmuştur. S o n u ç : 3.1.1961 günlü ve 205 sayılı Ordu Yardımlaşma Ku­ rumu Kanununun 25. maddesinin 2. fıkrası uyarınca ölen üyenin ha­ yatta iken Kuruma vereceği beyanname ile ölüm yardımının tercih edeceği bir veya birkaç kişiye verilmesini isteyebileceğine; ancak bun­ ların ölüm yardımına hak kazanabilmeleri için murisin ölüm günü iti­ bariyle mirasçılık sıfatını taşımaları gerektiğine; aksi halde ölüm yardımının veraset ilâmı uyarınca tüm mirasçılarına ödenmesi icabettiğine; ilk iki toplantıda üçte iki çoğunluk sağlanamadığından 16.12. 1988 günlü üçüncü toplantıda salt çoğunlukla karar verildi. KARŞI OY YAZISI • Evvela, 205 sayılı Kanuna, bu kanunda açıklık olmayan hallerde öz hukuk hükümlerine tabiî, üyelerine kanunda belirli sosyal yardımları sağla­ mak amacı ile ‘Ordu Yardımlaşma Kurumu ’’ kurulmuştur. Kurum özel bir kanuna sahiptir. İçtihadı Birleştirme Kararma konu 25. madde ise, bu kanun içinde daha da özel bir düzenlemedir. 25. maddenin son fıkrası “ Bu yardım, ölen üyenin hayatta iken kuruma vereceği beyanname 618 YARGITAY KARARLARI DERGİSİ deki mirasçılarına ödenir ” şeklinde olup, lâfzı itibariyle yoruma elverme­ yecek kadar açıktır. Üyenin iradesi ön plânda ve esastır. Sınırlama ise başkayerde aranmamalıdır. Bizzat bu fıkra metininde ifade edilmiştir. Üye, şekline uygun biçimde, kanundaki fiilî üyeliği devam ederken (hayatta iken) beyanname verecektir. Ölümünden sonra, vasiyet yolu ile, yada ölüme bağ­ lı bir tasarrufla faydalanacak kişi gösterilemez. Bu kişinin beyannamenin ve­ rildiği tarihte mirasçı olması kafidir. Ordunun bünyesi, disiplin nedeniyle bu sınırlama getirilmiştir. “ Mirasın ölümle açılacağı, ancak o tarihte miras­ çının belli olacağı’ ’ yolundaki genel kuralı ön plâna çıkaracak olursak, lri$i beyannameyi düzenlerken ileride ölümü halinde mirasçılarının kimler ola­ cağını şimdiden bilemiyeceği için, bu şekilde bir hüküm sevkedilmesi man­ tıken caiz sayılamazdı. Kanun yapıcı, abesle iştigal etmez. “ M irasçı” kavra­ mına sıkı sıkıya yapışarak konuya çözüm aranmamalıdır. Olayın miras hu­ kuku ve kuralları ile uzaktan veya yakından ilgisi yoktur. Konu, 1. maddesi gereği 205 sayılı Kanun dairesinde elde alınmalıdır. Bu bir sosyal yardım­ dır. Miras hukukunun vasiyet, tenkis vs. hükümleri ile bağlantısı yoktur. Üyenin, beyannamenin düzenlenmesi tarahinde geçerli olduğundan hiç kuşku bulunmayan iradesini, arzusunu ortadan kaldıracak biçimde değil, bi­ lâkis bu isteğe uygun bir yoruma gidilmelidir, eğer yorum yapılacak ise. Hal­ buki yoruma gidilmesi gereksizdir. Zira kanun hükmü açıktır. Beyanname tarihinden sonra mirasçılık durumunda değişiklik olursa, üye bu hali nazara almak arzu ve iradesinde ise, her zaman beyannameyi değiş­ tirmek hak ve yetkisine sahiptir. Değiştirilmemiş ise üyenin kastı budur ve değiştirilmemiş beyanname metnine değer verilmelidir. Esasen, hukukumuzda, bir irade beyanı, izharı zamanında geçerli ise, sonradan geçersiz hale dönüşebileceği hakkında bir müessese yoktur, tek örnek gösterilemez. Bilâ­ kis sakat irade açıklamaları dahi,beli i bir süre geçtikten sonra, hak düşürü­ cü, zaman aşımı gibi sebeplerle, itiraz edilemez hale gelirler. Eğer beyannamede ismi yazılı kişi dahi üyenin ölüm günü hayatta ol­ mazsa, bu sosyal yardım bu kişinin mirasçılarına değil, üyenin veraset ila­ mına göre mirasçısı olarak belirli kişilerle intikal edeceği, görüşümüzün tabii sonucudur. Üyenin varislerine, ayrıca T.C . Emekli Sandığı Kanununa göre acilen yapılacak ölüm yardımı saklı kalmakta olduğundan, konumuzu teşkil eden yardımın ölüm tarihinde belli mirasçıya yapılması yolundaki fikirden hare­ ketle sonuca ulaşan görüşe itibar mümkün değildir. İk i çeşit yardım arasın­ da hiç bir veçhile irtibat kurulamaz. S o n u ç : Çoğunluk görüşü, 205 sayılı Kanunun özel niteliğine, 25. maddenin lâfzına, ruhuna, üyenin iradesine sosyal yardımın amacına ters düş­ mektedir. Açıkladığım nedenlerle çoğunluk görüşüne katılmıyorum. Y. Semih Ö K TE M E R Üye 619 C: XV. S.: 5 Mayıs 1989 KARŞI OY YAZISI • Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına sosyal yardımlar sağlamak üzere, M illi Savunma Bakanlığına bağlı, mali ve idari bakımdan muhtar ve tüzel­ kişiliğe sahip “ Ordu Yardımlaşma Kurumu ’nu gerçekleştiren 3.1.1961 günlü , 205 sayılı Kanun; ölüm yardımına hak kazancak kişiler konusunda genel ku­ rallara yer vermekle yetinmeyerek özel kurallar da koymuştur. Gerçekten Yasanın 20 ve 22. maddelerinde, kurumun üyesi iken ölenlerin mirasçıları­ na ölüm yardımı yapılacağı belirtildiği halde, 25. maddenin son fıkrasında bu kez “ bu yardım, ölen üyenin, hayatta iken Kuruma vereceği beyanname­ deki mirasçılarına ödenir ” denilmektedir. Yasada hem genel hem özel ku­ rallara aynı zamanda yer verilmiş olması, ölüm yardımının kime yapılacağı konusunda farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. 205 sayılı Ordu Yardımlaşma Kurumu Kanunu, 20 ve 25. maddelerin­ de ölüm yardımının ölen üyenin mirasçılarına yapılacağını açıkça belirttiği­ ne ve 25. maddenin son fıkrasında da “ beyannamedeki mirasçılar99 dan söz edildiğine göre, bu yardıma hak kazancak olanların behemahal mirasçı ol­ ması gerekeceği, beyannamede gösterilenlerin sonradan ortaya çıkan durumlar nedeniyle ölenin mirasçısı olamamaları halinde bunların ölüm yardımına hak kazanamayacakları, onların yerine kanuni mirasçıların geçeceği düşünüle­ bilirse de, Kanunun tümü gözönünde tutulduğunda çoğunluk tara fından be­ nimsenen bu görüşün paylaşılması olanağı yoktur. 205 sayılı kanun, ölüm yardımının ölenin mirasçılarına yapılacağına ilişkin genel kurallar, içeren 20 ve 22. maddelerle yetinse idi, hiçbir güçlükle karşılaşılmıyacaktı. Bu du­ rumda veraset ilâmında belirtilen mirasçılara payları oranında ölüm yardı­ mının yapılması gerekecekti. Ne var ki Kanun, anılan genel kurallarla yetinmemiş , 25. maddenin son fıkrası ile bu yardımın ölenin hayatta iken Kuruma vereceği mirasçılara ödeneceği şeklinde ayrık bir kural da koymuş­ tur. Bu ayrık kural karşısında; ölüm yardımının, beyanname içeriği gözö­ nünde tutulmadan, veraset ilâmında belirtilen mirasçılara ödenmesi olanağı yoktur. Kanun, Kurum üyelerine, beyanname vermeleri ve bu beyanname­ de tercih edecekleri mirasçıları da göstermeleri imkânı verdiğine göre, ölüm yardımının beyannamede gösterilen mirasçılara, yani beyannamenin düzen­ lediği tarihte mirasçı olabilecek kişilerden tercih edilenlere yapılması kadar doğal bir şey olamaz. 25. maddenin son fıkrasında yer alan “ ..beyannamedeki mirasçılara99 ibaresinden, farklı bir görüşün kabul edilmesi olanağı da yoktur. Anılan fık­ radaki “ mirasçılar” sözcüğünün, beyannameyi veren üyenin, beyannameyi düzenlediği tarihte mirasçısı olabilecek kişiler anlamına geldiği açıktır. B ir kimseden tercih edeceği mirasçıların belirtilmesi hayatta iken istendiğine göre, beyannamenin düzenlendiği tarihe göre mirasçıların düşünüldüğü kuşkusuz­ dur. Bilinmeyen bir tarihte gerçekleşecek olan ölüm anındaki mirasçılardan birini ya da birkaçını tercih etmesi kimseden istenemez. 620 YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 205 sayılı Ordu Yardımlaşma Kurumu Kanununun 20 ve 22. maddeleri ile 25. maddesinin üçüncü fıkrasındaki hükümlerin telif edilmeleri de im­ kânsız değildir. Şayet Kurum üyesi hayatta iken beyanname vermemişse, ölüm yardımı 20 ve 22. maddelere göre veraset ilâmında gösterilen mirasçılara hisseleri oranıhda ödencektir. Beyanname verilmesi halinde ise, bu yardı­ mın beyannamedeki mirasçılara yapılması zorunluğu vardır. Beyannamede­ ki mirasçılar da vefat etmiş ise, o takdirde ölüm yardımı yine genel hükümler dikkate alınarak yapılacaktır. Sorunun bu çözüm biçimi, ölen kurum üyesi­ nin iradesine ve giderek son arzularına da itibar etmektedir. Kurum üyesi dilediği zaman beyannameyi değiştirme olanağına sahip olduğu halde ara­ dan geçen zamana ve sonradan gerçekleşen olaylara rağmen bunu değiştir­ memişse, son arzusunun yıllarca önce belirlediği yakınlarına bu yardımın yapılması şeklinde olduğunun kabulü gerekir. Sorunun bu şekilde çözümü, Yasa Koyucunun iradesine olduğu kadar Türk Özel Hukukundaki sözleşme özgürlüğü ilkesine de uygundur. Beyannameye göre ölüm yardımının yapılması halinde sonradan gerçek­ leşen koşullara ters düşüldüğü, örneğin beyanname tarihinde bekâr olan bir kimsenin daha sonra evlenmesi ve çocuklarının meydana gelmesi halinde be­ yannameyi dikkate almanın doğru olmadığı, çok kimsenin yıllarca önce dü­ zenlediği beyannameyi değiştirme yoluna gitmediği, bunu ihmat ettiği, bu nedenlerle ölüm tarihindeki mirasçıların esas alınması gerektiği ileri sürül­ müş ise de, bu görüşün Yasa Koyucunun irasedine ters düştüğü, miras bıra­ kanın isteğini dikkate almadığı, Kanunun sistemini bozduğu için paylaşılması olanağı yoktur. Bu konuda özellikle belirtmek gerekir ki 205 sayılı Kanun, ölüm yardımı ile ilgili olarak miras hukuku hükümlerinden ayrık bir düzen­ leme öngörmüştür. Bu düzenlemeye göre, Kurum üyesi hayatta iken beyan­ name vermişse tüm yardım, beyannamede gösterilenlere ödenecektir. Yasanın bu kuralı ideal, olması gereken hukuk bakımından eleştirilebilir. Kuralın eleş­ tirilebilir olması, ihmal edilmesini gerektirmez. Görülüyor ki, 205 sayılı Ordu Yardımlaşma Kurumu Kanunu ’nun sis­ temi konuya ilişkin metinleri ve amacı çoğunluk görüşünü paylaşmayı ola­ naksız kılmaktadır. Belirtilen nedenlerle çoğunluk görüşüne katılamamaktayım. E. Aydın Ö Z K U L 9. H D . Üyesi C: XV. S.: 5 Mayıs 1989 621 KARŞI OY YAZISI • İçtihatların birleştirilmesi isteğiyle ilk başvuru, O Y A K tarafından, 1975 yılında yapılmış , sonucunun beklenmesi yolunda O Y A K . kendi üyelerine telkinde bulunmuş, ihtilâflı ölüm/emeklilik yardımlarının tevdi mahalline ya­ tırılması uygulaması devam ettirilmiş; dâvalar açılmayınca da içtihatlarda hiçbir gelişme olmamıştır. Birleştirilmesi istenen Yargıtay 2. ve 4. Hukuk Dairelerimin içtihatları onbeş sene gerilerde kalmış , 1973 yılından beri bu konuda bir karar çıkmamıştır. Tartışma konusu olarak ele alman 2. Hukuk Dairesi'ne ait ancak (beş) ve 4. Hukuk Dairesi 'ne ait ancak (iki) karar elde edilebilmiştir. Bu kararlarda da konunun bütün boyutları ile tartışıldığı, is­ tikrar kazandığı, “ içtihat " seviyesine yükseldiği ve artık bunun için birleş­ tirilmelerinin kaçınılmaz hale geldiği söylenemez. Bu durumda biribirleriyle çelişir görünen birkaç karardan dolayı birleştirme yolu ile bundan sonraki yorumların kapatılması yoluna gitmemek gerekir idi. Kaldı k i , en son ka­ rardan -yaklaşık- on y ıl sonra (8.2.1983) yürürlüğe giren yeni Yargıtay Ka­ nunu (2797 s. K .) ile de bu dâvalara bakmak görevi artık 2. Hukuk Dairesi ne verilmiş, içtihatların birleştirilmesinde bu yönü ile de hukukî bir yarar kalmamıştır. Esas bakımdan ise kurum “ bu kanun ” yani 205 sayılı Kanun ile özel hukuk hükümlerine bağlı kılınmıştır (m. l/II) . Bu durumda “ ...kurum ile mensubu arasında çıkan uyuşmazlıkların ancak ve sadece 205 sayılı yasa hü­ kümleriyle, bu yasa hükümleri yetersiz ise o taktirde özel hukuk kurallariyle çözümlenmesi.. . " gereceği bir içtihatta da açıklanarak tekrarlanmıştır (Y. 4. H D . 18.12.1978-913/14367 YKD; Nisan-1979, s. 487 vd.). “ Bu kanun­ cun 20 ve 22 nci maddelerinde ise yardımın ‘‘mirasçılara ’’ yapılacağı bir kere ön şart olarak gösterildikten sonra bunları tamamlıyan 25 nci maddede “ beyannamedeki mirasçılara" yapılacağı belirtilerek ödemenin mirasçılık ve beyanname iki şartına bağlandığı vurgulanmıştır. Beyanname üye tara­ fından ve maddede (25/son) belirtildiği gibi “ hayatta iken " doldurulup ku­ ruma verileceğine, esasen aksi de mümkün olamıyacağma göre ölüm/emeklilik yardımı alacak mirasçının, beyannamenin üye tarafından düzenlenme ta­ rihinde “ m irasçı" durumunda bulunması gerekecektir. Üyenin ölümü tari­ hinde -daha sonra- mirasçılık sıfatının kazanılmaması, beyannamenin düzen­ lenme anında üyenin mirasçısı durumunda olan ve bayannameye adı yazılan kişiyi bu hakkından mahrum etmemelidir. Her ne kadar miras ölümle açılır (M K . 517/1) ve mirasçılar ölüm ânına göre belli olur ise de özel maddeler­ deki (20, 22, 25/son) “ m irakçılık" deyimi ancak üyenin ölümü ile belli ola­ cak ve mirasçılık belgesinde adları geçecek gerçek mirasçıları değil, üyenin beyannamesini doldurduğu anda aile nüfus kayıt tablosuna göre mirasçısı durumunda olabilecek kişileri amaçlamaktadır ve üyenin iradesine üstünlük tanımaktadır. Aksinin kabulü halinde, bir üye beyannamesini doldururken 622 YARGITAY KARARLARI DERGİSİ ölüm zamanını ve o zamandaki mirasçılarını bilemiyeceğinden arzunusu tah­ minlere dayanarak bildirmeye zorlanmış olacaktır. Tahminlere dayanan bir beyanın ise gerçek iradeyi yansıtmıyacağı açıktır. Oysa, mirasçısı durumunda olan yakınını beyannamesine yazan üyeye -değişen zamana ve arzularına görebeyannamesini değiştirmek hakkı daima ve sayı ile kayıtlanmadan tanınmış­ tır. “ __ böylece yasa koyucu, üyeye yaşamakta iken mirasçıları arasından birini veya birkaçının kendi muhtar iradesine göre bu yardımdan yararlan­ dırma , mirasçılarından bir bölümünü yararlandırmama yetkisini sağlamış­ tır. Medenî Yasanın ana ilkesine ayrık bir kural olan bu kurak getirdiği olanakla sınırlı olarak uygulanmak ve sınır dışında uygulanmamak gerekir, denilerek de üyenin yaşamakta iken mirasçıları arasından seçme yapabile­ ceği, dolay isiyle bu mirasçıların ölüm tarihe göre tahminî mirasçılar olamıyacağı ifade edilmek istenmiştir (Y . 4. H D . 4.3.1971-11293/1997; gerekçe bölümü). O halde; beyannamede adı geçecek mirasçının; genel kanun (M K ) anlamında üyenin ölüm tarihindeki mirasçı olması gerekeceği suretinde sa­ yın çoğunlukça (324-27) benimsenen görüş; özel kanunun (205 s. K .) ama­ cına uygun düşmediği, üyeyi ölüm tarihindeki mirasçılarının kimler olacağı yolunda mümkün olamıyacak bir tahmine mecbur edeceği, beyannamenin geçerliğini üyenin ölüm günündeki mirasçılık durumuna göre talikî şarta bağ­ lıyacağı, düzenleme tarihinde beyannamenin geçerliği henüz şüpheli kala­ cağı ve akıbetini onu dolduran üyenin bilemiyeceği gibi sonuçları da beraberinde getirecektir. Özetlenen bu sebeplerle sayın çoğunlukça benim­ senen görüşe karşıyım ve düzenlenme sırasında üyenin mirasçısı durumun­ da olan ve beyannamede yer alan kişilerin ölüm yardımını almaları gerekeceği görüşündeyim. Hakkı S. T E R Z İB A Ş IO Ğ L U (Raportör Ü ye-11.H D .) C: XV. S.: 5 Mayıs 1989 623 T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E. 1985/10-557 K. 1986/492 T. 7.5.1986 • HASTALIK SİGORTASI ÖZETr> D a v a c ı b i r amaçla yurt dışına çıktığına göre, acil elatmayı ortaya çıktığında, yurt içinde yasa hükümleri uyarınca karşılanması gereken giderleri aşmamak üzere, istem­ de bulunabilir. (506 s. SSK. m. 32) Taraflar arasındaki “ alacak” davasından dolayı yapılan yargıla­ ma sonunda (İzmir İkinci İş Mahkemesince davanın reddine dair ve­ rilen 27.2.1985 gün ve 839-140 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Onuncu Hukuk Dairesi’nin 30.4.1985 gün ve 2302-2743 sayılı ilâmı ile; (...Davacıya delillerini bil­ dirmek ve bunların toplanmasını temin etmek için mehil verilmeden kesin mehil verildiği gibi kesin mehili öngören 28.1.1985 tarihli ara ka­ rarının 3. maddesinde yatıracağı posta giderlerinin miktarı ve kesin mehle uymamasının sonuçları belirtilmemiş bulunduğundan, yöntemince verilmiş bir kesin mehlin varlığından söz edilemiyeceği cihetle davacının delillerini ikame etmesine imkan verilmeksizin hüküm ku­ rulmuş bulunması, usul ve kanuna aykırıdır...) gerekçesiyle bozula­ rak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Temyiz eden: Davacı vekili. Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresin­ de temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Gerçekten, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 32. madde­ si, iş kazaları ile meslek hastalıkları sigortası kapsamının dışında, has­ talık sigortasından sağlanan yardımları kural olarak yurt içi olanaklarıyla sınırlandırılmıştır. İşveren tarafından geçici görevle yabancı ülkelere gönderilen sigortalıların bu kanunda yazılı hak ve yükümlülükleri bu görevi yaptıkları sürece de devam eder şeklindeki yedinci madde hük­ YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 624 mü görevle sınırlı ayrık bir durum getirmiştir. Olayda davacının yurt dışına görevli gitmesi söz konusu değildir. Davacı, özel bir amaçla yurt dışına çıktığına göre, acil müdahaleyi gerektirir bir durumun meyda­ na gelmesi halinde, yurt içinde yasa hükümleri uyarınca karşılanma­ sı gereken giderleri aşmamak üzere, davacının iddiasının kabulüne engel bir durum yoktur. Bu nedenlerle mahkemece Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gere­ kirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. S o n u ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, diren­ me kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden do­ layı HUMK. nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek ha­ linde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 7.5.1986 gününde oy­ birliği ile karar verildi. T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E. 1986/13-158 K. 1987/57 T. 4.2.1987 • VEKİLLİĞİ ÖZENLE YERİNE GETİRME YÜKÜMÜ • HESAP VERME ÖZET: V e k i l ;vekalet verene killiği; özenle, iyi yolda yerine getirmekle yü­ kümlüdür. Vekil, vekalet verenin istemi üzerine gördüğü işin hesabını vermek ve bu yönden her ne ad altında olursa olsun almış olduğu şeyi vekâlet verene öde­ mek zorundadır. (818 s. BK. m. 390/2, 392/1) Taraflar arasındaki “ tazminat” davasından dolayı yapılan yargı­ lama sonunda, (Yenimahalle Birinci Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 20.12.1984 gün ve 1983/444- C: XV. S.: 5 Mayıs 1989 625 1984/492 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilme­ si üzerine, Yargıtay Onüçüncü Hukuk Dairesi’nin 16.5.1985 gün ve 2817-3374 sayılı ilâmiyle; (...Davacı, davalının kendisine ait dükkân ve evi kiraya vermiş olduğunu ancak kendisine hesap vermediğini öne sürerek davalıdan dükkan ve dairenin getirebileceği kira paralarının alınmasını istemiştir. Davalı ise, davacıya ait dükkânı kiraya vermedi­ ğini, daireyi de davacının ileri sürdüğü gibi 1.1.1977 tarihinde değil Kasım-1978 tarihinde kiraya verdiğini ve yine, davacının iddia ettiği bedelle kiraya vermediğini ve ayrıca dükkan ile daireye bir takım mas­ raflar yaptığını savunmuştur, davalının Bu savunması karşısında, dük­ kanının kiraya verildiğini ve dükkan için davalının kira parası olarak tahsil etmiş olduğu miktarı ayrıca dairenin iddia edildiği gibi 1.1.1977 tarihinde kiraya verilmiş olduğunu ve daire için davalının toplamış ol­ duğu kira paralarını davalının savunmuş olduğu miktardan dafa fazla olarak tahsil edilmiş bulunduğunu davacının ispat etmesi gerekir. Mahkemece bu yönler davacıya ispat ettirilmeden ve gerekli so­ ruşturma yapılmadan bilirkişi raporuna dayanılarak kira alacağının tesbiti doğru değildir. Ayrıca davalının vekâleten idaresini üzerine aldığı dükkan ve daire için yaptığını ileri sürdüğü ve davalının tesbit edile­ cek kira borcundan mahsubu gereken masraflardan mahkemece dik­ kate alınmamış olanların davalı tarafından yapılıp yapılmadığı, gerekli olup olmadığı ve miktarı yönünden bir araştırma yapılmamaşı olması da usul ve yasaya aykırıdır...) gerekçesiyle bozularak, dosya yerine göre çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Temyiz eden: Davalı vekili. Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresin­ de temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Davacı, davalı kardeşine Almanya’dan 40.000 Mark gönderdiği­ ni, bununla 12.11.1976 tarihinde bir daire ve bir dükkân alınmasına rağmen davalının vekil sıfatıyla hesap vermediğini ileri sürerek, daire ve dükkân için kira karşılığı ve Mark hesabından dolayı olmak üzere toplam Bir Milyon liranın tahsilini istemiş, daha sonra Mark hesabın­ dan istediği 220.000 liralık isteğinden vazgeçmiştir. Davalı ise, dava­ cıya ait daireyi ileri sürüldüğü gibi 1.1.1977’den itibaren değil, daha sonra kiraya verdiğini, dükkânı ise hiç kiraya vermediğini savunmuştur. İddia ve savunmanın bu niteliğine göre taraflar arasındaki ilişki bir vekalet ilişkisidir. YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 626 Borçlar Kanununun 390/2. maddesi hükmünce vekil, müvekkile karşı vekaleti iyi bir suretle ifa ile mükelleftir. Aynı yasanın 392/1. fık­ rasına göre vekil müvekkilin talebi üzerine yapmış olduğu işin hesa­ bını vermeğe ve bu cihetten dolayı her ne nam ile olursa olsun almış olduğu şeyi müvekkile tediyeye mecburdur. Bu hukuki esasların so­ nucu olarak davalının dükkan ve dairenin gereken olağan çabanın gös­ terilmemesi nedeniyle kiraya verilememesi veya geç kiraya verilmesin­ den dolayı vekilin sorumlu olduğunun kabulü icabeder. Bunun yanın­ da aynı ilkenin doğal sonucu olarak olağan çabanın gösterilmesine rağmen kiraya verilmeme veya geç kiraya verilme halinde ise vekil sorumlu tutulamaz. O halde mahkemece bu yönden bir araştırma ya­ pılmaksızın eksik inceleme ile yetinilmesi isabetsizdir. Diğer taraftan, daire ve dükkân için ileri sürülen masraflardan mahkemece dikkate alınmamış olanların, davalı tarafından yapılıp ya­ pılmadığı, gerekli olup olmadığı ve miktar yönünden davalıya isbat ola­ nağı tanınıp delilleri toplanıp incelenerek sonucu uyarınca karar verilmek icabederken bu yönden de eksik inceleme ile yetinilmesi isa­ betsizdir. O halde yukarıda açıklanan hukuki esaslar uyarınca davalı­ nın ve gösterdiği takdirde davacının delilleri toplanıp incelenerek sonucuna göre karar verilmek üzere direnme kararı bozulmalıdır. S o n u ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK. nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin har­ cının geri verilmesine, 4.2.1987 gününde oyçokluğu ile karar verildi. T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E. 1984/15-813 K. 1987/129 T. 4.3.1987 • KAMU KURULUŞLARI İHALESİ • FİYAT FARKI UYGULAMASI ÖZET: 8/505 sayılı Kararname, getirdiği hükümler bakımından, ancak yayınlanmasından sonra yapıla­ cak işlere uygulanacaktır. (8/505 s. KHK. m. 7,11) C: XV. S.: 5 Mayıs 1989 627 Taraflar arasındaki "alacak” davasından dolayı yapılan yargıla­ ma sonunda, (Ankara Beşinci Asliye Hukuk Mahkemesince dava­ nın kabulüne dair verilen 8.9.1983 gün ve 356/452 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Onbeşinci Hukuk Dairesi’nin 6.7.1984 gün ve 1896-2358 sayılı ilâmiyle; (...8/505 sayılı Kararnamenin yürürlüğe girmesi ile davacının, bu ka­ rarnameye göre fiyat farkı verilmesi isteği, davalı tarafından kabul edil­ miş, ancak, uygulama biçimi ve Kararnamenin 7 ve 11. maddelerinin yorumu yönünden taraflar arasında uyuşmazlık çıkmıştır. O halde uyuşmazlığın çözümünde Kararnamenin amacı ile 7 ve 11 maddele­ rinin yorumu önem kazanmaktadır. 8/505 sayılı Kararnamenin amacı, diğer kararnamelerde de oldu­ ğu gibi, ülkemizdeki fiyat artışları nedeniyle kamu kuruluşları tarafın­ dan çeşitli ihale usulleri ile yaptırılan işlerde, işin yarım kalmaması için belirli tarihler esas alınmak suretiyle belirlenen ölçülerde yapılmış iş­ lere değil yapılacak işlere, fiyat farkı uygunalabilmesi ve bu konuda kuruluşlara yetki verilmesidir. Davalı Bakanlık ta, bu amaç doğrultu­ sunda kararnamedeki hükümler gereğince davacıya fiyat farkı öde­ meyi kabullenmiştir. Söz konusu Kararnamenin 11. maddesinde, (Bu kararname hü­ kümleri devam eden işler için 1 Mart 1980 tarihinden itibaren yapıl­ mış ve yapılacak hakedişlerdeki işlere uygulanacaktır) hükmü yer almıştır. Görüldüğü üzere, 1 Mart 1980 tarihinden önce yapılmış iş­ lerde, fiyat farkı uygulanamaz, davacı ise, dava dilekçesinde kabul et­ tiği gibi, 1978-1979 yıllarında yaptığı işler için fiyat farkı uygulanmasını ileri sürmekte ve maddenin ikinci bendinde yer alan (1 Mart 1980 gü­ nünden önce yapılmış son hakediş, bu tarihe kadar yapılmış olan iş miktarının tesbiti bakımından kesindir) hükmünden yararlanmak iste­ mektedir. Halbuki, buradaki ve 7. maddedeki hükümler 1.3.1980 gü­ nünden önceki yapılan son hakedişdeki (işlerin) belirlenmesi ve uygulama dışında bırakılması için konulmuştur. Olayımızda ise bu hük­ me ilişkin ve 4.5.1979-26.12.1979 günleri arasında yapılan işleri kap­ sayan 25 nolu hakediş 28.12.1979 tarihinde düzenlenmiş ve iş miktarı da kesin olarak tesbit edilmiştir. Dava konusu edilen işler, bilirkişi ra­ porlarında açıklandığı ve davacının kabulünde olduğu gibi bu tarihten önceki işlerdir. 10.10.1980 günlü bilirkişiler raporunda açıklandığı gibi 7 ve 11. maddelerdeki ifadelerin amacına göre, 1.3.1980’den sonra yapılan iş­ lere kararnamenin fiyat farkı uygulanabilir. Tesbit ve mahkemenin hük­ me esas aldığı bilirkişi raporlarında ise (25) ve (26) nolu hakedişler arasındaki miktar farkını esas almak suretiyle hesaplama yapılmıştır. 628 YARGITAY KARARLARI DERGİSİ Böyle bir hesap tarzı ise kararname hükümlerine ters düşer. Karar­ namenin yürürlüğünden sonra düzenlenen (26) nolu hakediş önce ya­ pılan (25) nolu hakediş arasındaki fark olan (17.303.612.04) lira 1.3. 1980’den sonra yapılmış işlerin bedeli değildir. Bu iki hakediş arasın­ daki (miktar farkı) (157.707 ) m3’lük konkase malzeme ile temel ta­ bakası teşkil işine her iki hakedişte değişik birim fiyatı uygulanmasın­ dan doğmuştur. Değilse yapılan iş miktarındaki herhangibir artış yok­ tur. Davalı konkase malzeme ödemesi için yeni fiyat olan (370.55) li­ ralık fiyatın formalitesini (25) nolu hakedişin düzenlenmesi sırasında tamamlıyamamış ve teklif fiyatı olan (260.83) liralık fiyatı uygulamış­ tır. Yeni fiyat formalitesini 1.3.1980’den sonra tamamladığında da (370.55) liralık fiyatın (26) nolu hakedişte uygulanması sonucu ise (17.303.612.04) liralık fark doğmuştur. Mahkemenin hükme dayanak yaptığı bilirkişi raporunda işte bu (miktar) farkına kararnameye aykırı şekilde katsayı uygulanmış ve hesaplama yapılmıştır. Ayrıca, konuyu bütün detayları ile ve kapsamlı bir şekilde incele­ yen (Bayındırlık Kurulu) 10.10.1980 ve 22.5.1981 günlü kararlarında, 1978-79 yıllarında yapılan işlere 1980 yılı fiyatları itibariyle fiyat farkı verilmesinin mümkün olmadığını, ancak, 1.3.1980 tarihinden sonra ya­ pılacak işlere uygulanabileceğini açıkça vurgulamıştır. Bu itibarla davanın reddine karar verilmek gerekli iken kararna­ me amaç ve hükümlerine, Bayındırlık Kurulu kararına, olayı açıklayıcı ve çözümleyici nitelikteki gerekçeli 10.10.1980 günlü bilirkişi raporu­ na aykırı şekilde oluşturulan mahkeme kararının bozulması gerekmek­ tedir.... ) gerekçesiyle bozularak, dosya yerine geri çevrilmekle, yeni­ den yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Temyiz eden: Davalı vekili. Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresin­ de temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Kararname getirdiği hükümler itibariyle ancak uyuşmazlık konu­ su açısından yayınlanmasından sonra yapılacak işlere uygulanacak­ tır. Yayın tarihinden sonra yapılacak hakedişleri dahi aynı doğrultuda yorumlamak kararnamenin amacınada uygun düşmektedir. Uyuşmaz­ lığa esas tutulan işlerin kararnameden önce yapıldığı gerçekleşmiş bu­ lunmasına göre mahkemece Hukuk Gerıel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozul­ malıdır. C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 629 S o n u ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, diren­ me kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden do­ layı HUMK. nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), İstek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, ilk görüşmede yeterli çoğunluk sağlanamadığı için, 4.3.1987 gününde yapılan ikinci görüş­ mede oyçokluğu ile karar verildi. T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E. 1986/11-40 K. 1987/164 T. 11.3.1987 • TASARRUF MEVDUATI • MEVDUAT SERTİFİKASI • BANKANIN ACİZ HALİ ÖZET: Tasarruf mevduatı sayılması gereken mev­ duat sertifika bedellerinin geri alınabilmesi [tahsili] için, bu belgeleri çıkaran bankanın aciz halinde olup olmadığı araştırılmalıdır. Aciz hali yok ise, sertifika karşılığının işlemi yapan bankadan, aksi halde “ ta­ sarruf mevduatı sigorta fonu“ ndan geri alınmasına karar verilmelidir. (3182 s. BAK. m. 34/2) (70 s. KHK. m. 12,67) Taraflar arasındaki “ alacak” davasından dolayı yapılan yargıla­ ma sonunda, (İstanbul İkinci Asliye Ticaret Mahkemesince dava­ nın reddine dair verilen 7.3.1985 gün ve 124-130 sayılı kararın incelen­ mesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Onbirinci Hukuk Dairesi’nin 14.6.1985 gün ve 3026-4246 sayılı ilâmiyle; (...1Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı­ nın davalı (İstanbul 7 numaralı Tasfiye Kurulu’na) ilişkin davanın red­ dine metüdair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir. 2- Davalı T.C. Merkez Bankası Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu­ na yöneltilmiş davaya gelince, bu fon 70 sayılı Bankalar Hakkındaki 630 YARGITAY KARARLARI DERGİSİ Kanun Hükmündeki Kararnamenin 64. maddesi hükmü ile 23.7.1983 gününden itibaren kurulmuş ve tüzel kişiliği haiz bulunmaktadır (Ta­ sarruf Mevduatı Sigorta Fonu Yönetmeliği m. 2,4 ; Resmi Gazete, 26 Ekim 1983 gün ve 18202 sayı). Yönetmeliğin 3/1,2 ve 4. maddesi hük­ mü gereğince bir gerçek kişiye ait üç milyona kadar tasarruf mevdu­ atı adı altında açtırılan tasarruf mevduatı hesapları mecburî sigorta kapsamındadır. Sigorta Fonu’nun, bankalardaki mevduatların sigortalanması ve bu suretle bankalar ile mevduat sahiplerini korumak amacıyle kurul­ duğu açıktır. Diğer bir ifadeyle de fon bir sigortacı durumundadır. Her sigorta işleminde olduğu gibi bu Fon’un da para ödeyebilmesi için belli bir rizikonun gerçekleşmesi gerekmektedir. O halde burada halledilecek iki husus mevcuttur: Birincisi, mev­ duat sertifikaları Fon’un sigorta ettiği (açtırılmış tasarruf mevduatı he­ sabı) niteliğinde midir? İkincisi de, riziko gerçekleşmiş midir?. Her ne kadar (Mevduat Sertifikası) ifadesi dahi mevduat sertifi­ kasının bir tasarruf mevduatı hesabı karşılığı düzenlenmiş bir belge olduğunu anlatmakta ise de, 29.5.1980 gün ve 8/909 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile (Resmi Gazete 4.6.1980 gün ve 17007 sayılı) hamiline düzenlenmiş mevduat sertifikalarının bankalarca çıkarılma­ sına imkân verilmiş ve bu kararnamede açıkça, “ Bankalar altı ay ile iki yıla kadar vadeli hâmiline yazılı mevduat sertifikası çıkarabilirler” Mevduat Sertifikalan Tasarruf Mevduatı Hükümlerine Tabidir” de­ nilmek suretiyle bir hesap sahibi tarafından bankadan karşılığı öde­ nerek mevduat sertifikası alınması ile bir mevduat hesabı açtırılması eşdeğerde tutulmuştur. Bu durumda mevduat sertifikası hamilinin açıl­ mış bir tasarruf mevduatı hesabı sahibi olarak sigorta fonundan ya­ rarlanacağının kabulü gerekir. Öğretide de mevduat sertifikasının, bir vadeli mevduat türü olduğu kabul edilmektedir (Güngör Çelebican, Mevduat Sertifikaları, A.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi “ Atatürk” ün 100. Doğum Yılına Armağan” , C: XXXVI, sayı: 1-4, 1981: Sh. 270 ; Hulusi Gürbüz, Banka Mevduat Sertifikaları ve Hamiline Mevduat Cüzdan­ ları Kıymetli Evrak Niteliğindedir, Yargıtay Dergisi Ekim-1982, Cilt: 8, Sayı: 4, Sh.. 605). Sigorta Fonunun ödeme yapması için rizikonun gerçekleşmiş olup, olmadığına gelince; Sigorta Fonu Yönetmeliğinin “ Aciz halin­ deki bir bankanın tasarruf mevduatının ödenmesi” başlıklı 14/1. mad­ desi gereğince mevduat kabul ve bankacılık işlemleri yapma yetkisi kaldırılan bir bankanın sigortaya tabi tasarruf mevduatı hesapları fai­ ziyle birlikte fonca ödenecektir. Bu hükme göre, rizikonun gerçekleş­ C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 631 mesi bankanın aciz haline düşmesidir ve mevduat kabul ile bankacı­ lık işlemleri yapma yetkisinin kaldırılması ise bankanın aciz haline düş­ müş olduğunun kanıtıdır. 8 Kasım 1983 gün ve 18215 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 25.10.1983 gün ve 83/7231 sayılı Bakanlar Ku­ rulu Kararı ile olayda mevduat sertifikalarını vermiş olan İ.... Kredi Ban­ kası T.A.Ş.’nin (Mevduat kabul ve bankacılık işlemleri yapma) yetkisi kaldırılmıştır. Bu yetkinin iade edildiği hususunda bir savunma ve ka­ nıt mevcut değildir. Bu durumda rizikonun gerçekleşmiş olduğunun ve davacının hamili bulunduğu mevduat sertifikaları bedellerinin fon tarafından ödenmesi gerektiğinin kabulü lâzım gelmektedir. Ancak, burada bir iki noktaya daha değinmek gerekmektedir. Bun­ lardan birincisi, Maliye Bakanlığı’nın 17 Kasım 1981 günlü Resmi Ga­ zete’de yayınlanan, Bankaların, mevduat sertifikalarını bankerler aracılığı ile pazarlıyamayacaklarına ilişkin 9 sayılı Tebliğidir (Olayda davacı sertifikaları bu tarihten sonra ve bankerden satın almıştır). Bu tebliğ sonradan kaldırılmamış olsa dahi, mevduat sertifikalarının çı­ karılmasına olanak veren 29.5.1980 gün ve 8/909 sayılı Bakanlar Ku­ rulu Kararnamesinin 13. maddesindeki “ bu kararın uygulanması ile ilgili esas ve şartlar T.C. Merkez Bankası’nca Resmi Gazete’de ya­ yınlanacak tebliğlerle ilgililere duyurulur” hükmü karşısında Maliye Bakanlığı’nın bu yasaklaması tartışılır nitelikte ise de bu yasaklamanın geçerli olduğu kabul edilecek olsa dahi, bu yasaklama bankalar için getirilmiş olup, binnetice bankerden mevduat sertifikası almış sertifi­ ka hamilinin haklarına bir halel getirecek nitelikte olmayıp sadece Ma­ liye Bakanlığı ile ilgili bankayı ilgilendiren bir tebliğden ibarettir. Üzerinde durulması gereken diğer bir husus ise, dava konusu mevduat sertifikalarının sıhhatidir. Eğer işbu dava konusu mevduat sertifikaları sahte değil iseler, diğer bir deyimle İ.... Kredi Bankası T.A.Ş. tarafından düzenlenip olayda adı geçen (B.... Menkul Değer­ ler Yatırım ve Finansman A.Ş.) aracılığı ile pazarlanmış ve karşılığı alın­ madan bu bankerlik şirketine pazarlanmak için verilmiş olsalar ve halen dahi bu bankerlik şirketinden karşılığı alınmamış olsa dahi, İ.... Kredi Bankası A.Ş. ve dolayısıyle davalı sigorta fonu bu mevduat ser­ tifikaları bedellerinden davacı hamile karşı sorumludurlar. O halde mahkemece yapılacak iş davada söz konusu edilen mev­ duat sertifikalarının sıhhatini araştırmak, sıhhatli oldukları, yani İ.... Kre­ di Bankası tarafından düzenlettirildiği ve banker aracılığı ile pazarlatıldığı anlaşıldığı takdirde mevduat sertifika bedellerinin faiziyle, birlikte davalı sigorta fonundan tahsiline karar vermekten ibarettir: YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 632 Bu şekilde karar verilmeyip bankacılık işlemleri yasaklanmış, binnetice acze düşmüş İ... Kredi Bankası’na başvurulması gerektiğinden bahisle davanın reddi yolsuzdur.... gerekçesiyle bozularak dosya ye­ rine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Temyiz eden: Davacı vekili. Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresin­ de temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: 1- Daire bozma kararında “ o halde mahkemece yapılacak iş da­ vada sözkonusu edilen mevduat sertifikalarının sıhhatini araştırmak, sıhhatli oldukları, yani İşçi Kredi Bankası tarafından düzenlettirildiği ve banker aracılığı ile pazarlatıldığı anlaşıldığı takdirde mevduat serti­ fika bedellerinin faiziyle birlikte davalı sigorta fonundan tahsiline ka­ rar vermekten ibarettir” denilmiştir. Gerçekten, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fon’unun para ödeyebilmesi için ilk önce bankanın bu mev­ duat sertifikaları ile mülzem (sorumlu) tutulabilip tutulamıyacağının aratıştırılması gerekir. Eğer, dava dışı İ.... Kredi Bankası dava konusu mevduat sertifikaları bedellerini ödemekle yükümlü tutulamıyacaksa Sigorta Fon’ununda sorumlu tutulmaması gerekecektir. 70 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 12 ve 67. maddeleri gereğince, İ.... Kredi Bankası’nın mevduat kabul ve bankacılık işlem­ leri yapma yetkisi Bakanlar Kurulunca kaldırılmış ve yönetimi Maliye ve Gümrük Bakanlığı’nın 16.9.1983 gün ve 5298-217/6-63672 sayılı yazılarıyla T. İş Bankası’na tevdi edilmiştir. T. İş Bankası’nca 10 Ka­ sım 1983 günlü olup T.C. Maliye Bakanlığı’na ve 29 Mayıs 1985 gün­ lü olup Tasarruf Mevduatı Sigorta Fon’una hitaben yazılan yazılarda İ.... Kredi Bankası ile ilgili olarak sahte mevduat sertifikalarına rast­ landığı da belirtilmiştir. Bu durumda ilk önce dava konusu mevduat sertifikalarının sahte olup olmadığı, bin netice sertifikalardaki imzaların bankayı temsil ve ilzam eden imzalar olup olmadığı tespit edilmeyi, sonra da bu sertifi­ kaların davacıya nasıl satıldığı bankanın doğrudan doğruya mı, yoksa banker aracılığı ile mi bu sertifikaları pazarladığı, karşılığını alıp alma­ dığı, kayıtlara geçirilip geçirilmediği araştırılmalı, bulunacak sonuç­ lara ve Kanunlar, K.H.K.’ler ve yasal mercilerin tebliğlerine göre bankanın sorumluluğu üzerinde durulmalı ve tüm bu incelemelerden sonra sonuç olarak bankanın bu sertifikalardan sorumlu ve mülzem olup olmadığı saptanmalıdır. C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 633 Ancak, bu husus karşılığı iddia ve savunmalar gözönüne alına­ rak karara bağlanacağından bu davanın tarafları davacı ile İ... Kredi Bankası olabilir. İ... Kredi Bankası’nın yönetimi her ne kadar T. İş Bankası’na bırakılmışsa da, tüzel kişiliği devam etmektedir. Bu durumda mahkemece evvela işbu ön meselenin halli gerekmektedir. Fakat Ta­ sarruf Mevduatı Sigorta Fon’una karşı açılmış olan işbu davada bu ön meselenin halli olanaksız olduğuna, ancak ön mesele halledilme­ den bu dava da sonuca bağlanamıyacağına göre, mahkemece dava­ cı tarafa, İ.... Kredi Bankası’na karşı, bankanın yukarıda açıklandığı üzere, dava konusu mevduat sertifikalarından dolayı davacıya karşı borçlu olduğunun tesbiti davası açması için mehil verilmesi, davacı­ nın açacağı davanın sonucunun beklenmesi ve bu sonuca göre de işbu davanın karara bağlanması gerekmektedir. 2- Yukarıdaki (1) numaralı bent gereğince açıiacak davada, İ... Kredi Bankası’nın, dava konusu sertifikalar nedeniyle davacıya borç­ lu olduğu sonucuna varılacak olursa, bu kez işbu dava nedeniyle da­ valı Tasarruf Mevduatı Sigorta Fon’unun bu sertifikalar nedeniyle ve kuruluş esasları çerçevesinde davacıya karşı sorumlu olup olmıyacağı incelenmelidir. Mevduat sertifikaları, Bakanlar Kurulu’nun, T.C. Merkez Banka­ sı Banka Meclisi’nin 28.5.1980 gün ve 3092/12691 sayılı kararına da­ yanılarak 29.5.1980 gün ve 8/909 sayılı kararnamesinin eki kararının 8. maddesindeki hükümle ihdas edilmiştir. Bu hükme göre mevduat sertifikaları tasarruf mevduatı hükümlerine tabidir. Uygulamada, (va­ deli hamiline mevduat sertifikası) ifadesi yerine (hamiline vadeli mev­ duat cüzdanı) yahut (hamiline yazılı tasarruf hesabı cüzdanı) ifadesi de kullanılarak bu isimler altında hesaplar açılıp hamiline cüzdanlar verildiği de bilinmektedir. Ancak, Davalı Fon’un sorumlu olabilmesi için hesabın bir tasar­ ruf mevduatı hesabı olması gerekmektedir. Gerek Yeni Bankalar Kanununun 34/2. maddesinde, gerekse Ta­ sarruf Mevduatı Sigorta Fon’u Yönetmeliğinin 3/1. maddesinde, ta­ sarruf mevduatı “ gerçek kişiler tarafından tasarruf mevduatı adı altında açtırılması ve üzerine çek keşide edilmesi dışında ticari işlemlere ko­ nu olmayan mevduat’’ olarak tarif edilmektedir. Fakat dava konusu mevduat sertifikalarının veya hamiline vadeli mevduat cüzdanlarının çıkarılmağa başlandığı 1980 yılında yürürlükte olan Bankalar Kanu­ nunun 26. maddesinde ise resmi ve ticari mevduatla bankalar mev­ duatı dışında kalan bilcümle mevduat tasarruf mevduatı ad ve itibar olunur.” denilmektedir. Gerek bu Kanunlar ve Yönetmelik hükümleri ile 634 YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 8/909 sayılı kararın 8. maddesi hükümleri, daha sonra yetkili merci­ lerce çıkarılmış K.H.K.’ler tebliğler de gözönüne alınarak ve uygula­ nacak hükümler tesbit edilerek ilk önce mevduat sertifikalarının tasar­ ruf mevduatı hükmünde olup olmadığı saptanmalıdır. Bu arada, Ta­ sarruf Mevduatı Sigorta Fon’u Yönetmeliğinin 6/1. maddesindeki, ban­ kalarca açılan tasarruf mevduatı üzerinden Fon’a prim ödeneceği hükmünden de yararlanarak, gerek davalı Tasarruf Mevduatı Sigorta Fon’undan, gerekse T.C. Merkez Bankası ile özel birkaç bankadan (hamiline mevduat sertifikası) veya (hamiline vadeli mevduat cüzda­ nı) yahut (hamiline yazılı tasarruf mevduatı cüzdanı) belgeleri karşılı­ ğı açılan hesaplardan bankaların Tasarruf Mevduatı Sigorta Fon’una prim ödeyip ödemedikleri ve Fon’un bu primleri tahsil edip etmediği sorularak alınacak cevaplar da değerlendirilip sonuca varılmalı, yani mevduat sertifikaları karşılığı hesabın bir tasarruf mevduatı olup ol­ madığı saptanmalıdır. Bundan sonra da Tasarruf Mevduatı Sigorta Fon’u Yönetmeliği­ nin 14/1. maddesi hükmü ve İ... Kredi Bankasfnın mevduat kabul ve bankacılık işlemleri yapma yetkisinin Bakanlar Kurulunca kaldırılmış olması durumu gözönüne alınarak, bankanın aciz halinde olup olma­ dığı saptanarak buna göre de davalı Tasarruf Mevduatı Sigorta Fon'unun sorumluluğu hükme bağlanmalıdır. Bozma kararına bu nedenle uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykı­ rıdır. Direnme kararı bozulmalıdır. S o n u ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, diren­ me kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK. nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin har­ cının geri verilmesine, ilk görüşmede çoğunluk sağlanamadığı için 11.3.1987 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi. C C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 \ 635 T.C. YARGITAY Birinci Hukuk Dairesi E. 1988/2294 K. 1988/4912 T. 21.4.1988 • KADASTRO YASASI (Uygulama alanı) ÖZET: 3402 sayılı Kadastro Yasası, bu yasanın yü­ rürlüğü girmesinden önce tapulama ve kadastro mah­ kemelerinde kesin hükme bağlanan uyuşmazlıklara uygulanamaz. (3402 s. Kadastro K. m. 13,14,18, 20, geçici m. 4) Taraflar arasında görülen elatmanın önlenmesi, tescil davası so­ nunda, Yerel Mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen ka­ rar, davacı tarafından yasal süre işerisinde temyiz edildiğinden; dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü: Davacı Hazine, davalının önceden açtığı tescil davası sonunda, 1617 sayılı Yasanının 20. maddesi uyarınca haklarındaki tescil isteği reddedilen çekişmeli 10 parça taşınmazın Hazine adına tescilini ve elatmanın önlenmesini istemiştir. Mahkemece, 9.10.1987 günü yürür­ lüğe giren 3402 sayılı Yasanın 14. maddesiyle, senetsizden tapuya tescil edilebilecek taşınmaz miktarının sulu toprakta 40; kuru toprak­ ta 100 dönüme çıkarıldığından sözedilerek, dava reddedilmiştir. He­ men belirtmek gerekir ki, 3402 sayılı Yasanın 13. maddesinde mülkiyet hakkının saptanmasına ilişkin ilke ve kurallar belirlendikten sonra, 18. maddede bu maddelerin hükümleri dışında kalan ve tesçile tabi bulu­ nan taşınmaz malların Hazina adına tesbiti öngörülmektedir. Öte yan­ dan, aynı yasanın geçici 4. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde, kesin hükme bağlanmış uyuşmazlıklara, bu yasanın uygulanmıyacağı açıklanmıştır. Somut olayda, 50 dönüm fazlası için verilen red ka­ rarı, davalı aleyhine kesinleşmiştir. O halde, Hâzinenin açtığı temyize konu elatmanın önlenmesi ve tesçil davasında 3402 sayılı Yasanın 14. maddesinin uygulama yeri yoktur. Hal böyle olunca, davanın kabulü­ ne karar.verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle reddedilmesi doğru değildir. Davacı Hâzinenin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hük­ mün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK. nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA) ve peşin alınan harcın temyiz edene geri verilme­ sine, 21.4.1988 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 636 T.C. YARGITAY Birinci Hukuk Dairesi E. 1988/6382 K. 1988/9837 T. 22.9.1988 • İŞTİRAK HALİNDE MÜLKİYET • TAPU DIŞI [HARİCİ] SATIŞ ÖZET: İştirak halinde mülkiyet konusu olan taşın­ mazda, ortakların [şeriklerin] tümü tarafından yapıl­ mayan tapu dışı [harici] satış geçersizdir. (766 s. Tapulama K. m. 32/C) (3402 s. Kadastro K. m. 13/B-b,13/B-c) Taraflar arasında görülen elatmanın önlenmesi davası sonunda Yerel Mahkemece verilen red kararı Dairenin 22.4.1987 tarih, 19393680 sayılı kararıyla bozulmuştur. Bozmaya uyularak yeniden yapı­ lan duruşmada verilen karar yasal süre içersinde davacılar tarafından duruşma isteğiyle temyiz edilmiştir. Duruşma isteği değer yönünden red edilerek dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü: Dosya içeriğine, toplanan delillere ve özellikle iştirak halindeki mülkiyetin zorunlu kıldığı iştirakçilerin birlikte satış yaptıkları olgusu kanıtlanamamış bulunduğuna göre; olayda 766 sayılı Yasanın 32/C meddesi ile bu yasayı yürürlükten kaldıran sonraki 3402 sayılı Kadastro Yasasının 1.3/B-b maddesinde öngörülen koşullar davalılar yararına gerçekleşmiş değildir. Bu itibarla yerel Mahkemenin değinilen husu­ sa ilişkin gerekçesinin ve kabulünün yasal olduğunu söyleyebilmek olanağı yoktur. Nevarki, davacılaran davada dayandıkları Mayıs-317 tarih, 8 numaralı intikal görmiyen tapu kaydı, “ Cebel” ve “ Çatalkaya” sınırlarını okumakta olup; anılan sınırlar, niteliklerinden ötürü değişe­ bilir ve genişletilmeye elverişli sınırlardandır. Öte yandan, diğer sabit sınırlarında çekişmeli taşınmazları tümüyle çevirmedikleri açıkça an­ laşılmaktadır. O halde, çevreyi iyi bilen yaşlı ve yansız kişiler arasından seçile­ cek yerel bilirkişiler aracılığıyla yerinde yeniden keşif yapılmalı, tapu kaydı çekişmeli taşınmaza uygulanarak bu kayda, sabit sınırları ile bağ­ lantısı kesilmeden miktarı kadar kapsam tayin edilmeli, sabit sınırla­ rıyla bağlantı kurulması, miktarın aşılmasını kaçınılmaz hale getirirse, bağlanıtın zorunlu kıldığı asgari miktar kadar tapu miktarı aşılmalı; daha 637 C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 sonra, tayin edilen kapsamda kalan taşınmaz yönünden davalılar ya­ rarına 3402 sayılı Yasanın 13/B-C maddesinde belirtilen koşulların ger­ çekleşip, gerçekleşmediği araştırılmalı ve böylece varılacak sonuç çerçevesinde adil ve sağlıklı bir karar verilmelidir. Yerel Mahkemenin yukarıda belirtildiği şekilde işlem yapmadan noksan soruşturmayla ye­ tinip, yanılgılı gerekçeye dayanarak yazılı olduğu üzere hüküm kur­ ması doğru değildir. Davacılaran temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK. nun 428. maddesi uya­ rınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın temyiz edene geri veril­ mesine, 22.9.1988 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. * ★ ★ T.C. YARGITAY Birinci Hukuk Dairesi E. 1988/10556 K. 1988/10043 T. 29.9.1988 • VAKIF TAŞINMAZ (Zilyedlikle edinme) ÖZET: Tapusiciline henüz geçirilme [tasdikli] vakıf defterinde kayıtlı taşınmazların dahi, zamanaşımı yolu ile edilmesine [iktisabına] yasal ola­ nak yoktur. (743 s. MK. m. 689) (2762 s. VAK. m. 8,41) Taraflar arasındaki davadan dolayı, (Oğuzeli Asliye Hukuk Hâ­ kimliğinden verilen 14.9.1987 gün ve 238-261 sayılı hükmün bozul­ masına ilişkin olan 30.5.1988 gün ve 4270-6386 sayılı kararın düzeltil­ mesi süresinde davalı vekili tarafından istenilmiş olmakla; dosya in­ celendi, gereği görüşülüp düşünüldü: Davacı Vakıflar İdaresince, 1598 tarihli Vakfiyeye dayanılarak açı­ lan tapulama tesbitinin iptali ve tescil isteğine ilişkin işbu dava, Yerel Mahkeme tarafından (... doğrudan hayrattan olmayan ve tapuda ka­ yıtlı bulunmayan vakıf taşınmazların 2762 sayılı Yasanın 41. maddesi hükmünce kazandırıcı zamanaşımı yoluyla edinilebileceği, esasen çe­ kişmeli taşınmazların davalı kişilerin miras bırakanları adına oluşturul­ YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 638 muş tapu kayıtlarının da kapsamında kaldıkları...) gerekçesiyle red­ dedilmiş, redde ilişkin hüküm, Dairece “ Vakıfnamenin tapu gibi değerlendirilmesi” gerektiğine değinilerek, uygulama yetersizliğinden ötürü bozulmuştur. Gerçekten, vakfın hayratı, kamu mallarından bu­ lunduğundan özel mülkiyete ve böylece zamanışımına konu olamaz (2762 sayılı Vakıflar K. m. 8). Öte yandan, tapuda kayıtlı vakıf mallar yönünden de Vakıflar Yasasının 41 ve Medeni Yasanın 639. madde­ sindeki koşulların gerçekleşmesine olanak yoktur. Bilindiği üzere Va­ kıf, yasayla kurulmuş bir tüzel kişiliktir. Bu itibarla ölmesi yada gaipliği­ ne karar verilmesi düşünülemez. Tapu siciline henüz geçirilmemiş va­ kıf mallara gelince, bunlardan da tasdikli vakıf defterinde kayıtlı bulu­ nanların zamanaşımı yoluyla mülk edinilmesi mümkün değildir. Çünkü Medeni Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten sonrada anılan defterlerin tapu sicilleri gibi hukuki değerleri mevcuttur. Somut olayda, davacı idarenin dayandığı ve Genel Müdürlükçe dosyaya gönderilen vakfi­ yenin 2173 numaralı defterin 159. sahife ve 124 sırasında kayıtlı bu­ lunduğu açıkça anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, bunun (Vakfiyenin) tapu kaydı gibi değerlendirilmesinin gerekeceği kuşkusuzdur. O hal­ de, Dairenin değinilen kuralları gözeterek verdiği bozma kararının dü­ zeltilecek bir yönü yoktur. Bu nedenle, davalı tarafın HUMK. nun 440. maddesinde yazılı hallerden hiçbirisine uygun düşmeyen karar düzelt­ me isteğinin (REDDİNE) ve davalıdan Usulün 442 ve 5435 sayılı Ka­ nunun 2. maddeleri gereğince takdiren 2500 lira para cezası ile 5000 lira da ret harcının alınarak Hâzineye gelir kaydına, 29.9.1988 tarihin­ de oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Birinci Hukuk Dairesi E. 1988/7138 K. 1988/10714 T. 17.10.1988 • İMAR PARSELASYONU • ELATMANIN ÖNLENMESİ VE YIKIM ÖZET: İmar çapı oluştuktan sonra parsele, taşkın ya­ pı yapılarak elatılması halinde, bu yapının yıkılması [k a lyi] suretiyle elatmanın önlenmesi gerekir. C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 639 Elatmanınimar parselasyonundan önce yapılması durumunda, taşkın yapının niteliği ve geçerli [kaim] bedeli saptanarak, bu bedelin davalı yararına depo ettirilmesi suretiyle yıkım ve elatmanın önlenmesi­ ne karar verilmelidir. (6785 s. İmar K. m. 42/C) (3194 s. İmar K. m. 18) Taraflar arasında görülen elatmanın önlenmesi ve kal’ davasının, kabulüne dair, Yerel Mahkemece verilen karar yasal süre içerisinde davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; duruşma isteği değer yönün­ den reddedilerek dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü: Davacı, 5479 parsel sayılı taşınmazına, davalının elattığının ileri sürerek önlenmesini, duvarın yıkılmasını istemiştir. Davalı, çekişmeli yer ve üzerindeki yapıların kendisine ait 5296 sayılı tapulama parseli içinde iken imar şuyulandırması sonucu dava­ cıya ait 5479 sayılı imar parseline katıldığını, şuyulandırma işlemi aley­ hine idari yargıda 1986/267 sayılı dosya ile dava açtığını savunmuştur. Hükme dayanak yapılan 24.4.1987 tarihli krokide (A) ile gösteri­ len çekişmeli yerin davalıya ait 5296 sayılı tapulama parselinin mülki­ yet alanında iken imar şuyulandırması (parselasyonu) sonucu oluşturu­ lan davacıya ait 5479 imar parseline katıldığı çap uygulamasına iliş­ kin uzman bilirkişi raporuyla saptanmıştır. Esasen bu yön yanlar ara­ sında tartışmasızdır. Bu itibarla savunma üzerinde yeterince durulmalı, idari yargıdaki dava soruşturulup değerlendirilmeli, çekişmeli yerdeki muhtesatın imar şuyulandırmasından önce mi yoksa sonra mı yapıl­ dığı yolundaki taraf delilleri toplanmalı, böylece yürürlükten kaldırılan 6785 sayılı İmar Yasası’nın 42/c ve 3.5.1985 tarihinde yürürlüğe gi­ ren 3194 sayılı yeni İmar Yasasının 18. maddesi gözönünde tutulma­ lı, savunmanın kanıtlanması halinde muhtesat değerinin tesbitine ilişkin 1986/551 sayılı dosya da getirtilerek çekişmeli yerdeki muhtesatın ni­ teliği ve kaim bedeli saptanmalı ve saptanacak bedelin davalı yararı­ na depo ettirilmesi suretiyle elatmanın önlenmesi ve duvarın kal’ine karar verilmesi gerektiği düşünülmeli, muhtesatın imar çapları oluş­ tuktan sonra yapıldığının anlaşılması durumunda ise mutlak surette elatmanın önlenmesine ve duvarın kal’ine karar verilmelidir. Açıkla­ nan bu esaslar doğrultusunda bir incelemeyi içermeyen noksan so­ ruşturma ile yetinilerek yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir. Davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile yukarıda açıklanan ne­ denlerden ötürü hükmün HUMK. nun 428. maddesi gereğince (BO­ ZULMASINA), peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 17.10.1988 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. ★ ★ YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 640 T.C. YARGITAY İkinci Hukuk Dairesi E. 1988/3329 K. 1988/4489 T. 21.4.1988 • VASİYETNAMENİN İPTALİ ÖZET: Vasiyetçinin yapmış olduğu sözlü vasiyet, ta­ nıklar tarafından derhal hâkime bildirilmesi suretiy­ le geçerli duruma getirilebilir. Olayda, ölümden yedi gün sonra mahkemeye başvurulması nedeniyle yasada öngörülen ‘ ‘vakit geçirmeksizin ’’ hükmüne uyulma­ dığı anlaşılmış olup, vasiyetin iptâline karar verilmesi gerekir. (743 s. MK. m. 487) Hazine ile Mustafa arasındaki vasiyetname iptali davasının yapı­ lan muhakemesi sonunda, davanın reddine dair verilen hüküm dava­ cı tarafından temyiz edilmekle; evrak okunup, gereği görüşülüp düşü­ nüldü: Vasiyetçinin yapmış olduğu sözlü vasiyet, tanıklar tarafından der­ hal hâkime bildirilmesi suretiyle geçerli duruma getirebilir. Tanıklar va­ kit geçirmeksizin birlikte hâkime başvurup vasiyet edenin ehil olduğunu ve olağanüstü halin bulunduğunu bildirerek durumu tesbit ettirmeleri zorunludur (MK. m. 487). Olayda ölüm, 8.8.1985 gününde meydana gelmiş, tanıklar 15.8.1985 günü sulh mahkesinde tutanak düzenlettirmişlerdir. Ölümden yedi gün sonra mahkemeye başvurulması, ka­ nunda öngörülen (vakit geçirmeksizin) hükmü ile bağdaşmaz. Yâni, mahkemeye başvurma süresi geçmiştir. Bu sebeple vasiyet geçerlik kazanmamıştır. Öyle ise vasiyetin iptâline karar verilmesi gerekirken isteğin reddi usul ve kanuna aykırıdır. S o n u ç : Temyiz edilen kararın gösterilen sebeble (BOZULMA­ SINA), 21.4.1988 tarihinde oybirliğiyle karar veriidi. C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 641 T.C. YARGITAY İkinci Hukuk Dairesi E. 1988/8407 K. 1988/9547 T. 24.10.1988 • BOŞANMA DAVASI ÖZET: Cezamahkemesinin aynı za nedeni olan bir suçtan dolayı verdiği mahkûmiyet ka­ rarı, boşanma davasında hukuk hâkimini bağlar ve kesin kanıt [delil] olur. Zina, mutlak bir boşanma ne. denidir. (743 s. MK. m. 129) Osman ile Gönül arasındaki boşanma davasının yapılan muha­ kemesi sonunda, davanın reddine dair verilen hüküm davacı tarafın­ dan temyiz edilmekle; evrak okunup, gereği görüşülüp düşünüldü: Ceza mahkemesinin aynı zamanda boşanma sebebi olan bir suç­ tan dolayı verdiği mahkûmiyet kararı, özellikle mahkûmiyet kararında belirlenen maddî olgu (olay), boşanma davasında hukuk hâkimini bağ­ lar ve kesin delil olur (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt: 4, Dördüncü Baskı-1984, Sh. 3603). Zina, mutlak bir boşanma sebe­ bi teşkil eder. Onun için boşanma davasında Ceza Mahkemesinin ke­ sinleşmiş mahkûmiyet kararı dışında başkaca bir delil aramasına gerek yoktur. Karar başlı başına boşanma kararı vermeye yeterlidir. Bu iti­ barla olayda, hukuk hâkiminin kesinleşen zinaya ilişkin cezalandırma ilâmına rağmen fiilin (eylemin) sabit olup olmadığı konusunda yeni­ den araştırma yapılması ve zinanın mevcut olmadığı yolunda sonuca ulaşılması yanlıştır. Böyle bir uygulama, hukuk ve ceza mahkemele­ rinin aynı maddî olayın varlığı ile ilgili farklı görüşleri karşısında adale­ te duyulan inanç ve güvenin ağır bir biçimde sarsılmasna yol açar. İşte bunun önlenmesi için Borçlar Kanununun 53. maddesi sevk edil­ miştir. Olayımızda davacı koca, 8.8.1987 tarihinde gerçekleşen zinaya dayanarak 11.2.1988 gününde boşanma isteminde bulunmuştur. Bi­ lindiği gibi, zina sebebiyle boşanma davası açmaya hak kazanan karı ya da koca, boşanma sebebini yâni davalı eşin zina yapması olgusu­ nu öğrendiği günden başlıyarak altı ay içerisinde dava açmak zorun­ ludur (MK. 129/2). Kanunda öngörülen bu süre hak düşürücü nitelikte YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 642 olup mahkemelerce kendilğinden (re’sen) gözönünde tutulur. Hak dü­ şürücü nitelikte olan bu süre, temadî eden (devam edegelen) eylem­ ler için, temadinin bittiği günde başlar. Ne varki olayda, ceza davasına konu olan eylem münferit (tek) kalmış, ondan sonra zinanın devam ettiği ispat ve hâttâ, iddia edilmemiştir, Şu durumda altı aylık sürenin geçmesinden sonra açılan işbu boşanma davasının reddi gerekir. Mah­ keme kararı açıklanan gerekçelerle ve sonucu itibariyle doğrudur. S o n u ç : Temyiz olunan kararın gösterilen sebeple (ONANMA­ SINA), onama harcının temyiz edene yükletilmesine, 24.10.1988 ta­ rihinde oybirliğiyle karar verildi. ★ ★ ★ T.C. YARGITAY İkinci Hukuk Dairesi E. 1988/8428 K. 1988/10019 T. 3.11.1988 • BABALIK • NAFAKA ÖZET: Manevi ödencenin [tazminatın] verilebilme­ si için, bütün sonuçlan ile babalığa karar verilmesi gerekir. Olayda, doğal [tabiî] babalığa karar veril­ miş olup, davalının ayrıca manevi ödenceyle [tazmi­ natla] mahkum edilmesi usul ve yasaya aykırıdır. (743 s. MK. m. 305) Perihan ile Ümit arasındaki babalık ve nafaka davasının yapılan muhakemesi sonunda verilen hüküm davalı tarafından temyiz edilmek­ le; evrak okunup, gereği görüşülüp düşünüldü: 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık gölürmemesine göre diğer temyiz itirazları yersizdir. 2- Medenî Kanununun 305. maddesinde öngörülen manevî tazmi­ natın verilebilmesi için, bütün sonuçları ile babalığa hükmedilmesi ge­ rekir. Olayda tabiî (doğal) babalığa karar verilmesine rağmen davalının ayrıca manevî tazminatla mahkûm edilmesi usul ve kanuna aykırıdır. S o n u ç : Temyiz edilen kararın gösterilen sebeple (BOZULMA­ SINA), 3.11.1988 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 643 T.C. YARGITAY Üçüncü Hukuk Dairesi E. 1988/6019 K. 1989/591 T. 19.1.1989 • • • • TESBİT DAVASI HAKSIZ İŞGAL ÖDENCESİ [ECRİMİSİL] GÖREV İDARİ YARGI ÖZET: İdari yargının görevine giren bir uyuşmaz­ lık, adliye mahkemelerinde olumsuz [menfi] tesbit da­ valarına konu edilmez. (2886 s. İhale K. m. 75/1) Dava dilekçesinde, 103.000 lira borcun bulunmadığının tesbiti is­ tenilmiştir. Mahkemece, davanın kabulü cihetine gidilmiş, hüküm, da­ valı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra, dos­ yadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Davalı Hazine, Devletin özel mülkiyetinde bulunan tapulu arazi­ nin davacılar tarafından işgal edilmesinden ötürü kendilerine 8.9.1983 gün ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 75. maddesi uyarınca ecrimisil ihbarnamesi tebliğ etmiş olup, davacılar borçlarının bulunma­ dığının tesbitini mahkemeden istemişlerdir. Mahkemece, istem aynen kabul edilerek davacıların borçlarının olmadığının tesbitine ve “ ihbarnamenin iptaline” karar verilmiştir. Yukarıda belirtildiği üzere, ecrimisil ihbarnamesi 2886 sayılı Ya­ sanın 75. maddesinin 1. fıkrası uyarınca tebliğ edilmiştir. Anılan fıkra hükmüne göre, Devletin özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufun­ da bulunan taşınmaz malların başkaları tarafından işgali üzerine, fu­ zuli şagilden, 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 9. maddesinde sayılan mercilerden (ticaret odası, sanayi odası, borsa veya bilirkişi­ ler) sorulmak suretiyle 13. maddede gösterilen komisyonca (ilgili ida­ re memurunun başkanlığında, işin ehli olan en az bir uzman ve maliye memuru) takdir ve tesbit edilecek ecrimisil istenir. Ecrimisil rızaen ödenmediği taktirde de bunun, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tah­ sil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uyarınca tahsil edileceği, sözü 644 ------------------------------------ :---------------------------- YARGITAY KARARLARI DERGİSİ edilen 2886 sayılı Kanunun 75. maddesinin ikinci fıkrasında hükme bağlanmıştır. Yukarıda kısaca değinilen hukuksal durum karşısında davacılar, tebellüğ ettikleri ‘‘ecrimisil ihbarnamesi” üzerine idarece bir hata ya­ pıldığını, kendilerinin Hâzineye ait araziyi işgal etmediklerini veya iş­ gallerinin yasal bir nedene dayandığını ileri sürerek tabligatı yapan idareye başvurarak düzeltme isteminde bulunabilirler. Bu düzeltme isteminin reddi veya tam olarak kabul edilmemesi durumlarında ilgili­ ler ile idare arasında bir idari uyuşmazlık söz konusu olur ki bu uyuş­ mazlığın çözüm yeri de idari yargıdır. Devlet İhale Kanununun sözü edilen 75. maddesinin ikinci fıkra­ sında yer alan ve rızaen ödenmeyen ecrimisilin, 6183 sayılı Kanuna göre tahsil edileceğine dair hükümde uygulamanın yukarıda açıklan­ dığı üzere yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Çünkü, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanması söz ko­ nusu olduğunda, anılan kanunda özellikle istisna edilen işlemler dı­ şında (ihalenin feshi, istihkak gibi) uyuşmazlıkların idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekir. Sözü edilen 75. maddenin sonra gelen fıkralarındaki hükümler­ den de anlaşılacağı üzere kanunkoyucu, Devletin özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmaz mallarla ilgili ola­ rak ecrimisil yönünden yeni ve değişik bir uygulama getirmiştir. Ör­ neğin, üçüncü fıkrada, Hâzineye ait bir taşınmazın kiraya verilmiş ol­ ması halinde dahi, Hazine kira aktini yenilemek istemediği taktirde kira süresinin bitiminden itibaren ecrimisil (haksız işgal tazminatı) öden­ mesi öngörülmüştür. Bu hüküm, ecrimisil ödenmesinin temel şartı olan (MK. 908) ‘‘kötü niyetli zilyetliği” aramamakta ve 6570 sayılı Gayri­ menkul Kiraları Hakkında Kanunun, kiracının feshi ihbar etmedikçe kira aktinin uzayacağına dair 11. maddesiyle Borçlar Kanununun bu konudaki hükümlerini bertaraf etmektedir. O kadar ki, maddenin bi­ rinci fıkrasının son cümlesindeki hüküm, 8.3.1950 gün ve 22/4 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararını da bu konuda uygulama dışı bırakmış­ tır. Çünkü, anılan cümledeki hükme göre ecrimisil istenmesi için Hâ­ zinenin bu işgalden dolayı bir zarara uğramış olması gerekmediği gibi şagilin kusuru da aranmayacaktır. Bu hukuki durum karşısında uyuşmazlığın genel hükümler daire­ sinde çözümlenmesinin mümkün olmadığı, eskiden olduğu gibi ecri­ misil istenebilmesi için artık Hâzinenin mahkemeye başvurup karar alması gerekmediği, aksine kendisinin bir idari işlemle ecrimisili ta­ hakkuk ettirdiği, buna karşı çıkmak isteyen mükellefin diğer idari işlem­ C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 645 lerde ve vergi tahakkuklarında olduğu gibi idari yargıya başvurması gerektiği ve son olarak da, devletin mükellefe tebliğ ettiği alacağına dair ihbarnamenin iptalinin hiç bir zaman adliye mahkemesinin görev alanı içinde bulunmadığı hususları dikkate alınarak uyuşmazlığın çö­ züm yerinin idari yargı mercii olduğu sonucuna varılmalıdır. İdari yargının görevine giren bir uyuşmazlık adliye mahkemele­ rinde menfi tesbit davasına konu edilemeyeceği gibi, idarece çıkarı­ lan bir ödeme ihbarnamesinin iptaline de bu mahkemelerce karar verilemez. Bu nedenlerle dava dilekçesinin yargı yolu görevi yönünden red­ di gerekirken işin esasına girilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğ­ ru görülmemiştir. Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözününde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle ye­ rinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK. nun 428. maddesi gere­ ğince (BOZULMASINA), 19.1.1989 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Üçüncü Hukuk Dairesi E. 1988/6433 K. 1989/767 T. 23.1.1989 • SUYA ELATMANIN ÖNLENMESİ • İLK KARŞIT [İTİRAZ] • YANIT [CEVAP] ÖZET: Ayrı mahkemelerde açılm bağlantı nedeniyle birleştirilme istemi, ikinci dava­ nın açıldığı mahkeme önünde ilk karşıt [itiraz/ ola­ rak ileri sürülebilir. Anılan birleştirme isteminin, yanıtlama [cevap­ lama] süresi içinde ve esasa girişilmeden önce yapıl­ ması gerekir. (1086 s. HUMK. m. 45/2, 188) Dava dilekçesinde suya elatmanın önlenmesi istenilmiştir. Mah­ kemece, davanın birleştirilmesi cihetine gidilmiş, hüküm, bir kısım da­ valılar vekili tarafından temyiz edilmiştir. YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 646 Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya­ daki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü: Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 45. maddesinin 2. fıkra­ sı hükmüne göre, ayrı mahkemelerde açılmış olan davaların bağlantı nedeniyle birliştirilme istemi, ikinci davanın açıldığı mahkeme önün­ de ilk itiraz olarak ileri sürülebilir. Bu birleştirme isteminin HUMK. nun 188 ve sonra gelen madde­ leri uyarınca cevap süresi içinde ve esasa girişilmezden önce yapıl­ ması gerekir. Oysa davalı vekilinin, yargılamanın 16. ve son oturumdaki beyanına dayanılarak ve birleştirilen davanın bu davadan önce açılıp açılmadığı araştırılmadan birleştirme kararı verilmişir. Bir yargı çevresinde aynı derecede (sulh ve asliye) birden çok mahkeme bulunması halinde bu mahkemeler, HUMK. nun 45. mad­ desinin ikinci fıkrasının uygulanması bakımından ayrı mahkemelerdir. Bu durumda, davaların ayrı ayrı mahkemelerde açılmış olmaları nedeniyle 45. maddenin 1. fıkrası hükmü uygulanamayacağından, yu­ karıda belirtilen hususlar dikkate alınmadan birleştirme kararı veril­ mesi doğru görülmemiştir. Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslarn gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle ye­ rinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK. nun 428. maddesi gere­ ğince (BOZULMASINA), peşin ödediği temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 23.1.1989 gününde oybirliğiyle karar verildi. * T.C. YARGITAY Dördüncü Hukuk Dairesi E. 1988/7660 K. 1989/1046 T. 9.2.1989 • ÖDENCE DAVASI • ÇEVRE KİRLİLİĞİ • KİRLETİNİN SORUMLULUĞU • AĞIRLAŞTIRILMIŞ OBJEKTİF KUSUR ÖZET: Çevreyi kirletenler veya çevreye zarar veren­ ler , neden oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan, kusur koşulu aranmadan sorumludurlar. (2872 s. Çevre K. m. 3/f) C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 647 Taraflar arasındaki tazminat davası üzerine yapılan yargılama so­ nunda, ilâmda yazılı nedenlerden dolayı 2.440.200 liranın dava tarihi olan 19.10.1987 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya ödenmesine ilişkin hük­ mün davalı Karayolları Genel Müdürlüğü avukatı tarafından duruşmasız, diğer davalı Güneri avukatı tarafından da duruşma istekli olarak temyiz edilmesi üzerine; tetkik hâkimi tarafından düzenlenen rapor okunduktan sonra dosya incelendi, gereği konuşuldu: Davacı, davalı Güneri’nin diğer davalı Karayolları Genel Müdürlüğü’nün izni ile kurup işlettiği asfalt şantiyesinden çıkan toz ve du­ manın taşınmazına zarar verdiği ileri sürerek zararının her iki davalıdan müteselsilen tazminini istemiştir. Mahkeme, isteği aynen kabul ederek hüküm kurmuştur. 1- Davaya konu olay, ülkemizde ve dünyada giderek yaygınlaşan ve güncelliğini koruyan “ çevre kirliliği” ile ilgilidir. Bu nedenle hukukî nitelendirme, 2872 sayılı Çevre Kanununda, çevreyi kirletenlerin kişi­ lere verdiği zararlar nedeniyle kabul edilen sorumluluk kurallarına göre yapılmalıdır. Çevre Kanununun olay tarihinde yürürlükte bulunan 3/f maddesinde, “ çevreyi kirletenler veya çevreye zarar verenlerin, se­ bep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan, kusur şartı aranmaksızın sorumlu olacakları kabul edilmiştir. Buradaki sorumlu­ luk “ ağırlaştırılmış objektif sorumluluktur. Çevre Kanunundaki çev­ reyi kirletenin sorumluluğunun niteliği doktirinde de tartışılmış ve aynı sonuca varılmıştır (Bkz., H. Tandoğan, Medeni Hukuk Açısından Çevre Kanunu, Çevre Kanununun Uygunlanması, Türkiye Çevre Sorunları Vakfı Yayını). Nitekim, 3.3.1988 gün ve 3416 sayılı Kanunla yapılan değişiklikte yasanın 3 ve 28. maddelerine açıklık getirilmek suretiyle duraksamalar giderilmiştir. “ Kirletenin Sorumluluğu” başlığı altında ye­ niden düzenlenen 28. madde ile, eski 3/f maddedeki kurtuluş kanıtı kaldırılmış ve çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenlerin “ kusur şartı aranmaksızın” sorumlu olacakları (ağırlaştırılmış objektif sorum­ luluk) kabul edilmiştir.” Bilindiği gibi Çevre Kanunu çevreyi kirleteni özel hukuk kuralıyla sorumlu tutarken kirletenler arasında bir ayırım yapmamıştır. Tanımlarla ilgili 2. maddenin (d) bendinde kirleten teri­ minin “ fiilleri sonucu doğrudan doğruya veya dolaylı olarak çevre kir­ liliğine sebep olan gerçek ve tüzel kişileri” ifade ettiği açıklanmıştır. Bu nedenle kamu tüzel kişileri de çevreyi kirleten olarak kişilere ver­ diği zarardan dolayı m. 3/f’ye (yeni düzenlemede m. 28) göre sorum­ lu tutulması gerekir (Bkz., Tandoğan, age., Sh: 26). Özellikle kirlenme­ nin, kamu yararı gibi kavramlardan tamamen bağımsız nitelikte oldu­ ğu da gözardı edilmemelidir. Çevre Kanununun, çevrenin kirletilme- 648 YARGITAY KARARLARI DERGİSİ mesi hususunda uyulması gereken kuralları, tüm özel ve tüzel kişileri bağlayıcı niteliktedir; kamu tüzel kişilerinin, çevreyi kirletme açısından eylemlerinde idare emir ve kurallara göre hareket edeceklerini söyle­ mek yasanın amacı ve açık hükümleriyle bağdaşmaz. 6085 sayılı Ka­ rayolları Trafik Kanununun yürürlükte bulunduğu sırada açık hüküm bulunmaması nedeniyle; işleten kavramının belirlenmesinde, kamu tüzei kişilerine ait motorlu araçların verdiği zararda bir ayırım yapılma­ dığı hatırlanmalıdır (Yargıtay 4. HD., 28.2.1978-12589/14978, Uyuş­ mazlık Mahkemesi, 18,10.1978-16/19, Resmi Gazete, 25.12.1978, Sa­ yı: 16500). Davaya konu olayda, davalı Karayolları, Gaziantep Kömürler Yolu’nun kaplama işinin yapılmasını eser sözleşmesiyle diğer davalıya vermiştir; davalı Güneri’nin ise, davalı idarenin gösterdiği saha üze­ rinde ve önceden tesbit edilmiş projelere göre şantiye kurarak çalış­ tırmaya başlamış ve taş kırma, elek tesislerinde eleme sırasında çıkan tozlar ve bütümlü sıcak karışım sırasında meydana gelen is ve duman­ larla tarım arazisi üzerinde çevreyi kirleterek davacıya zarar vermiş­ tir. Görülüyorki, davalı Karayolları, 2872 sayılı Çevre Kanununun 2/d maddesindeki tanıma göre çevreyi “ dolaylı olarak kirleten tüzel kişi” durumundadır. Çünkü davalı idare çevreyi kirleten ve davacılarla za­ rar veren çalışmanın nereye ve nasıl yapılacağını belirlemekle çevre­ nin kirletilmesine dolaylı olarak katılmıştır. O halde mahkeminin hukuki nitelendirme yapmadan vardığı so­ nuç (zarar ve illiyet bağı da kanıtlındığından) doğrudur. Bu nedenle davalıların sorumluluğa ilişkin temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2- Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda yalnız ürü­ nün brüt zararı tesbit edilmiş, zarar nedeniyle yapılamayan istihsal gi­ derleri belirlenip zarardan indirilmemiştir. Davacının, zarar nedeniyle bu nitelikteki giderleri yapmamakla malvarlığında bir. artma meydana geleceği tartışmasızdır; bu nedenle davalıların eyleminin sonucu olan (uygun illiyet) yararların zarardan indirilmemek suretiyle zararın denkleştirilmemesi hatalı olmuştur; hüküm bu nedenle bozulmalıdır. S o n u ç : Temyiz olunan kararın ikinci bentte gösterilen neden­ le davalılar yararına (BOZULMASINA), diğer itirazların birinci bentte gösterilen nedenle reddine ve davalı Güneri yararına takdir edilen 24.800 lira duruşma avukatlık parasının davacıya yükletilmesine ve davalılardan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine, 9.2.1989 gününde oybirliğiyle karar verildi. C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 649 T.C. YARGITAY Beşinci Hukuk Dairesi E. 1988/17602 K. 1988/17617 T. 26.10.1988 • KAMULAŞTIRMA DEĞERİNİN ARTIRILMASI ÖZET: Oluşturulan bilirkişi kurulunun oybirliği görüş bildirme zorunluğu yoktur. Çoğunluğun görü­ şünün yasa hükümlerine uygun olması durumunda, oluşturulan rapor geçerlidir. (2942 s. Kamulaştırma K.m.15) Taraflar arasındaki kamulaştırma değerinin artırılması davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, kamulaştırma değerinin artırılma­ sına dair verilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davalı idare vekili yönünden süresinde verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla; dosyadaki belgeler okunup iş anlaşıldıktan sonra, gereği görüşülüp düşünüldü: Kamulaştırma Kanununun 15. maddesi uyarınca oluşturulan bi­ lirkişi kurulunun ittifakla görüş bildime zorunluğu yoktur. Ekseriyetin görüşü kanun hükümlerine uygun olduğu takdirde oluşturulan rapor geçerlidir. Böyle olunca, emsal kıyaslaması ve karşılaştırması sonucunda belirlenen ilk üç rapordaki değerler esas alınıp bunlardan birbirlerini doğrulayan 1. ve 3. raporlara göre kamulaştırma parasının artırılma­ sına karar vermek gerekirken ilk raporun ekseriyetle düzenlenmesi sebebiyle geçersiz sayılması sonucunda 4. bilirkişi incelemesi yaptı­ rılması ve kamulaştırma parasının fazla artırılması doğru görülmemiştir. Davalı vekilinin temyiz itirazları bu sebeple yerinde bulunduğun­ dan hükmün HUMK. nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA) ve peşin alınan temyiz harcın istenildiğinde ödeyene geri verilmesi­ ne, 26.10.1988 gününde oybirliği ile karar verildi. 650 ----------------------------------------------------------------- YARGITAY KARARLARI DERGİSİ T.C. YARGITAY Beşinci Hukuk Dairesi E. 1988/19155 K. 1988/20265 T. 14.11.1988 • KAT MÜLKİYETİ • HAKSIZ ELATMANIN ÖNLENMESİ ÖZET: Katmalikleri, gerek kend lerini, gerekse ortak yerleri kullanırlarken birbirle­ rini rahatsız etmemek ve haklarını çiğnememekle yükümlü olduklarından, davacının rahatsız edici ha­ reketlerle ilgili savının [iddiasının] mahkemece araş­ tırılarak, toplanacak kanıtlar değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir. (634 s. KMK. m. 18) Taraflar arasındaki 634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasası uyarınca da­ valıların haksız elatmanın önlenmesi davasından dolayı yapılan yar­ gılama sonunda, davanın kabulüne dair verilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili yönünden süresinde verilen dilekçe ile iste­ nilmiş olmakla; dosyadaki belgeler okunup, iş anlaşıldıktan sonra ge­ reği görüşülüp düşünüldü: Kat mülkiyetine geçilmiş bir apartmanda, 8 nolu bağımsız bölüm maliki davacının, kendi balkonuna taktırmak istediği güneşliğin takdırılmasına karşı çıkan davalının muarazasının önlenmesine ve ayrıca, üst kattaki 10 nofu dairenin maliki olan davalı kendi balkonundan sil­ kelediği halı ve kilimlerinden çıkan tozlarla ve asılan ıslak çamaşırla­ rın suları ile alttaki davacıyı rahatsız ettiğinden bu tür rahatsız edici hareketlerin de önlenmesine karar verilmesi dava edilmiştir. Mahkeme, iddia edilen rahaksız edici hareketlerin belediye zabı­ tasını ilgilendirdiğinden ve güneşlik için davalının rızası şart olup, bu­ nun taraflar arasında anlaşmayla sağlanması gerektiğinden davanının reddine hükmetmiştir. 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun 18. maddesine göre, kat ma­ likleri, gerek kendi bağımsız bölümlerini, gerekse ortak yerleri kulla­ nırlarken birbirlerini rahatsız etmemek ve haklarını çiğnememekle yükümlüdürler. Böyle olunca, davacının, rahatsız edici hareketlerle ilgili 651 C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 iddiasının mahkemece, bu madde çerçevesinde araştırılması ve top­ lanacak kanıtların takdir edilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, bu konuda yazılı şekilde hükmün kurulması doğru olma­ dığı gibi, balkonlara takılacak güneşliklerin sabit tesis niteliğinde ol­ maması halinde öteki kat maliklerinin rızasına gerek bulunmadığı düşünülerek, davacının bu konudaki isteminin kabulü gerekirken, olay­ la ilgili olmayan başka yasal nedenlerle reddine hükmolunması da doğ­ ru bulunmamıştır. Davacının temyiz itirazları yerinde olduğundan, hükmün yukarı­ da açıklanan nedenlerle HUMK. nun 428. maddesi gereğince (BO­ ZULMASINA) ve peşin alınan temyiz harcının istenildiğinde ödeyene geri verilmesine, 14.11.1988 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Altıncı Hukuk Dairesi E. 1987/15495 K. 1988/3420 T. 7.3.1988 • BOŞALTMA DAVASI • DİRENİM [TEMERRÜT] ÖZET: Kira paralarının; kesintisiz, tam olarak gön­ derilmesi gerekir. (6570 s. GKK. m. 7/e) (818 s. BK. m. 160) Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan tahliye davasına dair karar, davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla; dosya­ daki bütün kağıtlar okunup, gereği görüşülüp düşünüldü: Dava, temerrüt nedeniyle kiralananın tahliyesi, 7500 TL kira ala­ cağının tahsili isteminden ibarettir. Mahkeme davayı reddetmiş, hük­ mü, davacı vekili temyiz etmiştir. Taraflar arasındaki 1.1.1986 başlangıç tarihli 8 aylık kira sözleş­ mesinde, aylık kiranın 125.000 TL olduğu ve her ay peşin ödeneceği özel şartlar kısmının 4. maddesinde ise 2 dönem olan 1.9.1986 tari­ hinden başlamak üzere aylık kira parasının % 30 artırılacağı kabul edil­ miştir. Bu şart geçerlidir ve tarafları bağlar. Bu durumda, 1.9.1986 tari­ 652 ------------------------- --------------------------------------- YARGITAY KARARLARI DERGİSİ hinden itibaren aylık kiranın 162.500 TL olduğu anlaşılmaktadır. Da­ vacı, 13.10.1986 keşide 21.10.1986 tabliğ tarihli temerrüt ihtarında 1986 Eylül ve Ekim ayları kira parası 325.000 TL istemiştir. Davalı, temerrüt konusu aylar kirasını ihtarın tebliğinden önce 160.000’er TL olarak göndermiştirki, noksan olarak gönderildiği anlaşılmaktadır. Ki­ ra paralarının kesintisiz tam olarak gönderilmesi icap eder. Mahke­ menin aylık kirayı 160. bin TL olarak kabul etmesi doğru değildir. Bu durumda olayca temerrüt olğusu gerçekleşmiş olup daöva dilekçesin­ de istenen ayların 2500’er TL dan eksik ödenen 3 ay kira parası 7500 TL’nın tahisiline karar vermek icap eder. Bu nedenle kiralananın tah­ liyesine, 7500 TL alacağın tahsiline karar verilmek gerekirken aksi gö­ rüş ve düşünce ile yazılı şekilde red kararı verilmesi usul ve kanuna aykırı olduğundan hükmün bozulması icap eder. S o n u ç : Yukarıda açıklanan nedenle temyiz itirazlarının kabu­ lü ile HUMK. nun 428. maddesi uyarınca hükmün (BOZULMASINA), istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 7.3.1988 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Altıncı Hukuk Dairesi E. 1987/15546 K. 1988/3487 T. 8.3.1988 • BOŞALTMA DAVASI (Gereksinim) ÖZET: Yanlan arasında yazılı kira sözleşmesi bu­ lunmayan konutla ilgili davanın süresinde açılıp açıl­ madığını saptamak bakımından öncelikle, sözleşme­ nin başlangıç tarihi ile süresinin belirlenmesi gerekir. (6570 s. GKK. m. 7/b) Mahalli mahkesinden verilmiş bulunan tahliye davasına dair ka­ rar, davalılar tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla; dosya­ daki bütün kağıtlar okunup, gereği görüşülüp düşünüldü: Dava, konut ihtiyacı nedeniyle kiralananın tahliyesi itseminden iba­ rettir. Mahkeme istem gibi karar vermiş, hüküm davalılar vekili tara­ fından temyiz edilmiştir. C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 653 6570 sayılı Yasanın 7/b-c-ç maddelerine dayanan tahliye davası­ nın, anılan yasa maddeleriyle İc. İf. K. nun 272. maddesinin kıyasen uygulanması ve yerleşmiş içtihatlar uyarınca kira akdinin hitamını ta­ kip eden bir ay içinde açılması gerekir. Daha önce veya bir aylık dava açma süresi içinde tahliye iradesi kiracıya bildirilmişse, bu irade açık­ laması süreyi koruyacağından, bu bildirimi takip eden dönemin sonu­ na kadar dava açma hakkı saklı tutulmuş sayılır. Bu gibi durumlarda akdin başlangıcı olan ayın kirasının ihtirazi kayıtlı alınıp alınmaması önemli değildir. Bu cihet, kamu düzenine ilişkin olduğu için davalı ta­ rafça ileri sürülme şartı aranmaksızın mahkemece kendiliğinden na­ zara alınması gerekir. Davanın süresinde açılıp açılmadığının tesbiti için; öncelikle ak­ din başının, süresinin, böylece sona eriş tarihin bilinmesi icapeder. Davacının bu tarihleri bildirmesi gerekir. Davalı karşı çıkarsa bu cihe­ tin bir hadise olarak çözümlenmesi, bu konuda tanık dahil taraf delil­ lerinin toplanması gerekir. Taraflar arasında yazılı kira sözleşmesi yoktur. Davacı vekili ge­ rek dava dilekçesinde ve gerekse yargılama sırasında akdin başlangıcı ve süresi hususunda bir açıklamada bulunmamıştır. Herne kadar da­ valıların müşterek vekilleri, müvekkillerinin 1.1.1986’dan beri kirala­ nanda oturduklarını bildirmişse de, süre konusunda, bir beyanı yoktur. Dava konusu iki adet taşınmazın davalılara ayrı ayrı kiraya verildikleri anlaşılmaktadır. Bu bakımdan öncelikle, davacı vekilinden akdin sü­ resi hususunda beyanının alınması, davalılar karşı çıkarsa her iki ta­ rafın akdin süresi huşunda delilerinin toplanması, davanın süresinde olduğu anlaşılırsa toplanan deliller birlikte değerlendirilerek sonucu­ na göre bir karar verilmesi gerekirken, noksan tahkikatla hüküm tesi­ si usul ve yasaya aykırı olduğundan hükmün bozulması gerekmiştir. S o n u ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının ka­ bulü ile hükmün HUMK. nun 428. maddesi uyarınca (BOZULMASI­ NA), istek halinde peşin alınan temyiz harçının temyiz edene iadesine, 8.3.1988 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. 654 ------------ --------------------------------------------------- YARGITAY KARARLARI DERGİSİ T.C. YARGITAY Altıncı Hukuk Dairesi E. 1989/790 K. 1989/2755 T. 20.2.1989 • BOŞALTMA DAVASI • FUZULÎ İŞGAL • GÖREV ÖZET: Fuzulî işgalden sözedebilmek için, davacı ile işgal ettiren arasında geçerli bir kira sözleşmesinin ve ilişkisinin bulunması zorunludur. (6570 s. GKK. m. 12) Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan tahliye davasına dair karar, davalılar tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla; dos­ yadaki bütün kağıtlar okunup, gereği görüşülüp düşünüldü: Dava, fuzuli şagil nedeniyle tahliye davası olup, mahkeme, da­ valıların fuzuli şagil oldukları görüşü ile tahliye kararı vermiştir. Karar, süresinde davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir. Davacı, Yapı kooperatifi ortağı olan Haşan Hüseyin’e tahsis edi­ len taşınmazın kooperatif anasözleşmesindeki yasaya rağmen dava­ lılara kiralandığını, böylece yetkisiz kimse tarafından yapılan sözleşme­ nin geçerli sayılamayacağını belirterek, fuzuli şagil durumunda bulu­ nan davalıların taşınmazdan tahliyelerini istemiştir. Mahkeme de, da­ vacı kooperatif ile taşınmazı davalılara kiralayan Haşan Hüseyin arasın­ da kira ilişkisi bulunmadığını kabul etmiş, ancak Haşan Hüseyin’le da­ valılar arasında geçersiz dahi olsa bir kira sözleşmesinin mevcut ol­ ması nedeniyle uyuşmazlığın çözümünde kendisini görevli sayarak, ve davalıların fuzuli şagil durumunda bulunduklarını kabul ederek tah­ liyeye ve taşınmazın boş olarak kooperatife teslimine karar vermiştir. 6570 sayılı Yasanın 12. maddesinde kabul edilen fuzuli şagillik, genel anlamdaki sebepsiz işgal veya elatma halinden farklıdır. 6570 sayılı Yasanın 12. maddesine göre fuzuli şagil veya işgalden bahse­ debilmek için, davacı ile işgal ettiren arasında geçerli bir kira sözleş­ mesinin ve ilişkisinin bulunması şarttır. Öz bir ifade ile, davacı işgal ettirene karşı kiralayan sıfatında bulunması icab eder. Olayımızda da­ vacı kooperatif ile taşınmazı davalılara kiralayan veya işgal ettiren Ha­ şan Hüseyin arasında kooperatif ortaklığından başka bir kira ilişkisi C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 655 yoktur. Haşan Hüseyin ile davacılar arasındaki kira ilişkisinin geçer­ sizliği ileri sürülmüş, mahkemece de davalıları fuzuli işgalci saymak­ la bunu böyle kabul etmiştir. Bu anlamdaki bir fuzuli işgalcilik 6570 sayılı Yasanın 12. maddesi kapsamı dışında genel anlamdaki fuzuli şagillik kapsamı içine girdiğinden taşınmazın değerine göre görev hu­ susunun düşünülmesi ve görevli mahkemede dava açılmak üzere dava dilekçesinin görev nedeniyle reddine karar vermek gerekirken bun­ dan zuhul ile yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir. S o n u ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının ka­ bulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi uyarınca (BOZULMASINA), istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 20.2.1989 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Altıncı Hukuk Dairesi E. 1988/16489 K. 1989/2952 T. 21.2.1989 • VAKIF • OTURMA [SÜKNA] HAKKI • VAKIFNAME [VAKFİYE] ÖZET: Davacılar; vakıfnameye göre, vakıf malın oturma [sükna] hakkına sahiptirler. Davacılar vakfa ait taşınmazda oturmakla ne miktar kira veriyorsa, kamulaştırma bedelinden o miktar kadar faydalanma hakkına sahiptirler. (2762 s. VAK. m. 13,32) Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan Vakıf alacak davasına dair karar davalı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla; dos­ yadaki bütün kağıtlar okunup, gereği görüşülüp düşünüldü: Dava, vakfın kira geliri ile istimlâk bedelinin faiz gelirinin gaile faz­ lası olarak tahsili isteminden ibarettir. Mahkeme davayı kabul etmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz olunmuştur. 656 YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 1- Toplanan delillere, hükmün dayandığı sebeplere ve dosya kap­ samına göre davalının kira gelirlerine yönelik temyiz itirazı yerinde de­ ğildir. 2- Kamulaştırma bedelinin faiz gelirine gelince; vakfa ait taşın­ maz istimlak edilmiş, kamulaştırılan kısım için 12.000.000- lira ban­ kaya yatırılmıştır. Davacılar vekili bu paranın bankaya yatırıldığı tarihten itibaren 1984 yılı sonu esas alınarak masraflar çıktıktan sonra faiz ge­ liri olan 5.713.487- lira gaile fazlası olarak tahsilini istemiştir. Davalı vekili kamulaştırma bedelinin akar ve toprak satış bedeli özel fon hesabına yatırıldığını ilerde inşa edilecek işhanları yapımı ve onarımı işlerinde değerlendirileceğini, vakfiyede vakfın süknası evla­ dına meşrut kılındığını gelir dağıtımı vakfiyede yer almadığını savuna­ rak davanın reddini istemiştir. Davacılar, mazbut vakfa dönüşmüş olan Bodur Ali Vakfı’nın evlâdlarıdırlar. Adana Beşinci Asliye Hukuk Mahkemesi’nden aldıkları ilam ile vakfın evlâdlarından olduğu, gaile fazlasından intifa hakları­ nın bulunduğu anlaşılmaktadır. 2762 sayılı Vakıf K. nun 13 ve 32. mad­ delerine, Tüzüğün 18. maddesine göre vakıflar idaresince ele geçecek paraların nemalandırılması mecburi kılınmıştır. Vakfa ait taşınmaz is­ timlak edilmiş, istimlak bedeli bankaya yatırılmıştır. Sükna hakkı; sa­ hibine bir binanın tamamında veya bir bölümünde oturma yetkisi veren bir haktır. Davacılar vakfiyeye göre vakıf malın sükna hakkına sahip­ tirler. Vakfa ait taşınmaz istimlak edilmekle, ortadan kalktığına göre davacılar istimlak bedelinin faizinden değil, sükna hakkı sebebiyle ta­ şınmazdan istifade ettiği hak kadar bir hak isteyebilirler. Başka bir de­ yimle, vakfa ait taşınmazda oturmakla, ne miktar kira veriyorsa istimlak bedelinden bu miktar kadar istifade etmek hakkına sahiptir. Bu hu­ sus tereddüt doğurmayacak derecede keşfen tesbit olunmak ve bu­ na hükmetmek gerekirken, bilirkişinin verdiği yetersiz rapora dayana­ rak istimlak bedeli üzerinden faize hükmetmek isabetsiz bulunmuştur. S o n u ç : Temyiz olunan kararın ikinci maddede yazılı sebep­ ten davalı yararına (BOZULMASINA) ve bozma dışında kalan öden­ meyen ve bilirkişi raporunda hesap edilen-753.024 liranın tahsiline ilişkin kısmın (ONANMASINA) ve temyiz giderinin temyiz edenden alınmasına, 21.2.1989 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. 657 C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 T.C. YARGITAY Altıncı Hukuk Dairesi E. 1989/1072 K. 1989/3138 T. 23.2.2989 • BOŞALTMA DAVASI • DAVA AÇMA HAKKI ÖZET: Kiralayan, kira sözleşmesi öncesi kiracıya mal sahibini temsilen hareket ettiğini bildirdiğine göre mal sahabine vekâlet ettiğinin, davalı tarafından bi­ linmesi gerekir. (818 s. BK. m. 32/2) Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan tahliye davasına dair karar, davalı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla; dosya­ daki bütün kağıtlar okunup, gereği görüşülüp düşünüldü: Dava, temerrüt nedeniyle kiralananın tahliyesi ve 315.000 liranın tahsiline ilişkindir. Mahkeme davayı reddetmiş, hükmü davacı vekili temyiz etmiştir. Her ne kadar dava kiralayan tarafından açılmadığından bahisle reddedilmiş ve geçekten de kira akti Cemil tarafından yapılmış ise de, kira sözleşmesi yapılmadan önce davalı kiracıya 10.8.1984 tebliğ ta­ rihli ihtarneme ile Cemil mal sahibi İlyas’ın temsilen ve vekaleten ha­ reket ettiğini bildirmiş olması karşısında BK.nun 32/2. maddesine göre kira akti yapılırken de Cemil’in asıl mal sahibine vekaleten hareket et­ tiğinin davalı tarafından bilindiğini kabul etmek gerekir. Bu takdirde aktin hakları ve borçları temsil olunan davacıya ait olması icabeder. Bu nedenle davanın yazılı gerekçe ile reddi isabetli görülmemiştir ve kararın bozulması gerekmiştir. S o n u ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının ka­ bulü ile HUMK. nun 428. maddesi uyarınca hükmün (BOZULMASI­ NA), istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 23.2.1989 tarihinde oybirliğiyle karar Yerildi. 658 ----------------------------------------------------------------- YARGITAY KARARLARI DERGİSİ T.C. YARGITAY Yedinci Hukuk Dairesi E. 1988/1489 K. 1989/820 T. 31.1.1989 • ONALIM [ŞUFA] DAVASI • KADASTRO MAHKEMESİ • GÖREV ÖZET: Onalım [şu fa] davası yenilik doğurucu hüküm almayı gerektiren davalara bakmak, kadast­ ro mahkemesinin görevi dışındadır. (766 s. Tapulama K. m. 47/son) (3402 s. Kadastro K. m. 25/son, geçici m.4) (YİBK., 6.7.1955 gün ve 13/19 s.) Taraflar arasında kadastro tasbitinden doğan dava sonucunda ve­ rilen hükmün Yargıtay’ca duruşmalı olarak incelenmesi istenilmekle; tetkik raporu ve dosyadaki kağıtlar okundu, gereği görüşüldü: Kadastro sırasında 65, 89 ve 90 parsel sayılı taşınmazlar tapu kay­ dına, tapu dışı paylaşmaya dayanılarak ve tapudaki pay oranları da gözönünde tutularak 65, 90 sayılı parseller davacı Raife ile davalılar Osman ve Mehmet, 89 parsel ise Mustafa adına tesbit edilmiştir. Da­ valılardan Osman ve Mehmet’in taşınmazların paylaşamadığına, Meh­ met kızı Selime’nin payı bulunduğuna yönelik itirazları komisyonca kabul edilerek, taşınmazların tümü 128 pay kabul edilerek (57) payın Osman, (57) payın M ehm et, (12) payının Mehmet kızı Selime, 2 payı­ nın ise davacı Raife adına tesciline karar verilmiş, komisyon kararı­ nın tebliğine rağmen komisyon kararına karşı dava açılmamıştır. Asliye mahkemesinde görülmekte olan ve tesbitten önce davacı Raife tara­ fından davalılır Osman ve Mehmet aleyhine açılan şuf’a davası gö­ revsizlik kararı ile kadastro mahkemesine aktarılmıştır. Mahkemece, şuf’a davasının kabulüne, Osman ve Mehmet’e ait payların davacı adı­ na tesciline karar verilmiş; hüküm, davalılar tarafından temyiz edil­ miştir. Hüküm gününde yürürlükte bulunan Tapulama Kanununun 47/con maddesinde, ihdas edici nitelikte hüküm almayı gerektiren is­ teklerin tapulama mahkemesinin görevi dışında kaldığına işaret olun­ muş, hüküm gününden sonra yürürlüğe giren ve geçici 4. maddesinde C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 659 eldeki davalarda da uygulanması gerekeceği vurgulanan 3402 sayılı Kadastro Kanununun 25/son maddesinde, mahkemeden yenilik do­ ğurucu hüküm almayı gerektiren dava ile ilgili isteklerin kadastro mah­ kemesinin görevi dışında olduğu belirtilmiştir. Şuf’a davaları bu nitelikteki davalardandır. İş bu düzenlemeler karşısında mahkemenin dayandığı 6.7.1955 gün 13/19 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uy­ gulama oıanağı kalmamıştır. Görev kamu düzen ile ilgili olup, yargalamanın her aşamasında re’sen dikkate alınması gerekir. Bu nedenlerle görevsizlik kararı verilerek, kadastro mahkemesine aktarılan şuta da­ vasına kadastro mahkemesinde bakılamaz. Bu durumda aktarılan şuf’a davasının görev yönünden reddine, kesinleşen komisyon kararı ve eklerinin gereği yapılmak üzere Kadastro Müdürlüğüne iadesine, dosyanın Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 27. maddesi hükmüncü Keşap Asliye Hukuk Mahkemesi’ne tevdiine karar verilmek ge­ rekirken yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsiz, davalı Mehmet ve Osman’ın temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), bozmanın içeriğine göre diğer yönle­ rin şimdilik incelenmesine yer olmadığına, Yargıtay duruşmasında ve­ kille temsil olunan davalılar yararına takdir edilen 10.000 lira avukatlık parasının davacıdan tahsili ile adı geçen davalılara verilmesine, 31.1. 1989 günüde oybirliği ile karar verildi. T.C. YARGITAY Yedinci Hukuk Dairesi ' E. 1985/7235 K. 1989/852 T. 31.1.1989 • ORTAK MÜLKİYET [İŞTİRAK HALİ] • ORTAKLARIN TÜMÜNÜN KATILMADIĞI SATIŞ ÖZET: 766,sayılı Tapulama Yasasına göre, ortak mülkiyet [iştirak hali] hükümlerinin söz konusu ol­ duğu durumlarda, ortaklardan [şeriklerden] bir veya birkaçının üçüncü kişiye yaptıkları satış geçersizdir. (766 s. Tapulama K. m. 32/C) (3402 s. Kadastro K. m. 13/B-b) 660 YARGITAY KARARLARI DERGİSİ Davanın niteliğine ve dava konusu taşınmaz kıymetinin 100.000 lirayı geçtiği anlaşılm adığına göre, terriyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması yolundaki isteğin reddine ve incelemenin evrak üze­ rinde yapılmasına karar verilip, raportör üyenin açıklaması dinlendi, gereği görüşüldü: Kadastro sırasında 100 parsel sayılı 11.100 m2 yüzölçümündeki taşınmaz kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanılarak davalı adı­ na tesbit edilmiştir. İtirazı kadastro komisyonunca reddedilen davacı Ömer tapu kaydına dayanarak dava açmıştır. Elif ve paydaşları aynı nedenle ve aynı tapuya dayanarak davaya katılmışlardır. Mahkeme­ ce davanın reddine, taşınmazın davalı adına tesciline karar verilmiş, hüküm, davacı ve katılanlar vekilince temyiz edilmiştir. Dava konusu 100 parsel sayılı taşınmazın davacı ve davaya katılanların dayandığı miras bırakanları Davut adına oluşturulan Teşrinsani 1359 gün ve 20 numaralı tapu kaydı ile davalı tarafın dayandığı davacı Ömer ile davalı arasında düzenlenen 1.4.1953 günlü satış se­ nedinin kapsamı içinde kaldığı, mahkemece yapılan keşif ve uygula­ ma, dinlenen yerel bilirkişi sözleri, teknik bilirkişinin 26.9.1984 günlü raporu içeriği, toplanıp değerlendirilen diğer delillerle saptanmıştır. Mahkemece de deliller bu doğrultuda değerlendirilmiş, ancak; hüküm gününde yürürlükte bulunan 766 sayılı Tapuluma Yasasının 32/C mad­ desinde yazılı koşulların davalı taraf yararına gerçekleştiği gerekçe gös­ terilerek davacı ve katılanların davalarının reddine karar verilmiştir. Mübrez veraset belgesine göre, tapu kayıt maliki, davacı ve davaya katılanların miras bırakanı Davut 3.9.1952 gününde ölmüştür. Tapu kayıt malikinin ölüm gününe göre terekesi iştirak halinde mülkiyet hü­ kümlerine tabidir. Kayıt malikinin satış senedinde adıgeçen Ömer’den başka mirasçılarının bulunduğu ve diğer iştirakçilerin satışa katılma­ dıkları, Ömer’in temsilci sıfatı ile de hareket etmediği belirlenmiştir. İştirak halinde mülkiyet hükümlerinin sözkonusu olduğu hallerde pay­ daşlardan bir veya birkaçının üçüncü kişiye yapmış olduğu satış ge­ çersizdir. İştirak halinde mülkiyet hükümlerinin uygulama olanağı bulunan hallerde, terekeyi temsile yetkili olmayan mirasçıların yaptıkları satışlarda Tapulama Kanununun hüküm gününde yürürlükte bulunan 32/C maddesinin uygulama olanağı yoktur. Kaldı ki, satışın yapıldığı “ 1.4.1953” gün ile tesbitin yapıldığı ” 12.5.1960” gün arasında 10 yıl­ lık zilyetlik süresi de geçmemiştir. Davalı taşınmazı; senetle 1.4.1953 gününde iştirakçilerden birinden satın aldığına göre daha önceki zil­ yetliğe dayanamaz. Bu nedenlerle, davalı yararına Tapulama Kanu­ nunun 32/C, hüküm gününden sonra yürürlüğe giren ve derdest davalarda da uygulanması gereken 3402 sayılı Kadastro Kanununun 661 C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 13/B-b maddesinde yazılı koşulların dşvalı yararına gerçekleştiği de kabul edilemez. Bu durumda davanın kabulüne, taşınmazın payları da gösterilmek ve iştirak halinde mülkiyet hükümlerine tabi olduğu şer­ hi konulmak suretiyle kayıt maliki Davut mirasçıları adına tapuya tes­ ciline karar verilmek gerekirken, yasa hükümlerinin yorumlanmasında yanılgıya düşülerek davanın reddine karar verilmesi isabetsiz, davacı ile katılanların temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), 31.1.1989 gününde oybirliği ile karar verildi. ★ T.C. YARGITAY Sekinci Hukuk Dairesi E. 1988/18635 K. 1989/598 T. 26.1.1989 • TESCİL DAVASI • ORTAK MÜLKİYET ÖZET: Miras ortaklığına bir temsilci atanarak onun huzuru ile davaya bakılması gerekir. 3402 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten sonra dava açılmış ve belgesiz olarak taşınmazlar da­ vacı adına tescil edilmiş ise. bunların miktarlarının kuru veya sulu nitelikte olup olmadıklarının araştırı­ larak dava konusu taşınmazların 3083 sayılı Yasaya göre niteliklerinin saptanması ve tesciline karar ve­ rilmesi durumunda, saptanan niteliğin kararda belir­ tilmesi gerekir. (818 s. BK. m. 581) Circo ile Hazine ve belediye başkanlığı aralarındaki tescil dava­ sının kabulüne dair, (Midyat Sulh Hukuk Hâkimliğinden verilen 15.11.1988 gün ve 132/128 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi Ha­ zine tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü: YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 662 Nizalı yerlerin; davacının dedesine ait iken babasına kaldığı, ba­ basından sonra da kendisinin 50 yıldan beri zilyed olduğu bilirkişi ve tanıklar tarafından ifade edilmiş ise de, bu taşınmazların babasından davacıya ne şekilde intikal ettiği saptanmamıştır. İntikal miras sebe­ bine dayanıyor ise davacıdan miras bırakanına ait mirascılık belgesi istenmesi ve tereke iştirak halinde mülkiyet hükümlerine tabi olup ta davacıdan başka mirasçılar varsa bunların da davaya katılmalarının sağlanması yahut MK. nun 581. maddesi uyarınca miras ortaklığına bir mümessil tayin ettirilerek onun huzuru ile davaya bakılması gerek­ mektedir. Dava şartı bu suretle yerine getirildikten sonra işin esası­ nın incelenmesi icap eder. Ayrıca kabul şekline göre 3402 sayılı Yasa­ nın yürürlüğe girdiği tarihten sonra dava açılmış ve belgesiz olarak taşınmazlar davacı adına tescil edilmiş ise bunların miktarlarının kuru veya sulu nitelikte olup olmadıklarının araştırılması ve dava konusu taşınmazların 3083 sayılı Yasaya göre niteliklerinin tesbit edilmesi ve tescile karar verilmesi halinde taşınmazın tesbit olunan niteliğinin ka­ rarda belirtilmesi gerekirken bu yönlerin eksik bırakılmış olması yasa­ ya aykırıdır. Temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), 26.1.1989 tarihinde oybirliğiy­ le karar verildi. T.C. YARGITAY Sekinci Hukuk Dairesi E. 1988/17178 K. 1989/645 T. 30.1.1989 • TESCİL DAVASI • KESİN ÖNEL [MEHİL] ÖZET: Kesin önelin hak yönünden bir so­ nuç doğurabilmesi için, önelin nasıl yerine getirile­ ceğinin ve yerine getirilmemesi durumunda sonuçla­ rının önele muhatap olan kişiye açık bir biçimde an­ latılması gerekir. (1086 s. HUMK. m. 163) Haşan ile Hazine ve Hacıkışla Köyü Muhtarlığı aralarındaki tescil davasının reddine dair, (Hendek Asliye Hukuk Hâkimliğinden verilen 663 C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 6.9.1988 gün ve 332/223 sayılı hükmün, Yargıtay’ca incelenmesi da­ vacı tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü: Mahkemece keşif yaptırmak ve keşif için müracaat etmek üzere davacıya mehil verilmiş ve davacı toplam olarak belirtilen keşif avan­ sını süresinde ve 9.11.1987 tarihinde mahkeme veznesine depo et­ miştir. Ancak bundan sonra keşif yaptırmak üzere müracaatta bulunul­ mamış mahkemece bu yön gözönünde tutularak davanın reddine ka­ rar verilmiştir. HUMK. nun 163. maddesi hükmüne göre, kesin mehlin hak yönünden bir sonuç doğurabilmesi için, mehlin nasıl yerine geti­ rileceğinin ve yerine getirilmemesi halinde sonuçlarının mehile mu­ hatap olan kimseye açık bir şekilde anlatılması gerekir. Özellikle, vekilsiz takip edilen davalarda bu yönün önemle üzerinde durulması icabeder. Olayımızda mahkemece davacıya keşif için müracaat etmemesi veya mehil gereğini yerine getirmemesi halinde ne gibi sonuçlarla karşı karşıya geleceği anlatılmamıştır. Ayrıca, keşif için davacının müraca­ at etmesi keşif yapılması için ön şart olarak kabu edilmiştir. Oysa, HUMK. nun 364. maddesinde (keşif iki taraf usulen davet edildikten sonra vicahlarında ve davete icabet etmedikleri halde gıyaplarında mahkeme tarafından yapılır) denilmiş, ayrıca aynı Yasanın 363. mad­ desinde de (gerek re’sen ve gerek iki taraftan birinin talebi halinde davanın her halinde münazaalı mahallin keşifine karar verilir) denil­ miştir. 363. maddedeki bu şart keşfin yapılması için ileri sürülmesi ge­ reken taleple ilgilidir. Davanın her safhasında taraflardan birisi keşif yapılmasını isteyebilir. Her iki maddenin birlikte düşünülmesinden çı­ karılan sonuç şudur: Keşif için talep gerekir. Ancak, keşfe götürmek için mutlaka mahkemeye müracaat gerekmez. Dosya içerisinde keşif yapılmasına dair talep mevcut olduğuna göre, hâkim şartları yerine getirilmişse tarafların müracaatını beklemeksizin keşif yerine gidecek, taraflar hazır ise vicahlarında keşif yaparak, bilirkişi seçiminde ittifak edip etmiyeceklerini soracak, nizalı yerin gösterilmesini, isteyecek, da­ vetiye ile çağrılan tanıkları gerekiyorsa taşınmaz başında dinleyecek ve bu işlemleri gösterir tutanak düzenleyecektir. Mahkemece öngö­ rülen keşif avansı yatırılmış olduğuna göre keşfin az önce açıklanan hükümler çerçevesinde yapılması gerekir. Müracaat etmediğinden ba­ hisle keşfin yapılmamış olması ve bu sebeple kesin mehil gereğinin yerine getirilmediği ileri sürülerek davanın reddi yönüne gidilmesi doğ­ ru değildir. Temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün (BOZULMASINA) ve 3000 lira peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 30.1.1989 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. t 664 --------------------------------------------- ------------------- YARGITAY KARARLARI DERGİSİ T.C. YARGITAY Dokuzuncu Hukuk Dairesi E. 1987/862 K. 1987/742 T. 28.1.1987 • GREV KARARI (Tebliğ) • GREVİN KANUNSUZLUĞUNUN SAPTANMASI ÖZET: Grevin, bununla ilgili kararın süresinde gö­ revli makama bildirilmemesi nedeni ile yapılamamış olması durumunda işveren ayrıca yapılamayan bu grevin kanunsuzluğunun saptanmasını [tesbitini] is­ teyemez. (2822 s. TSK. m. 27,28,37/2) .........Unlu Gıda İmali Ticaret AŞ. adına Avukatları Suat ve Hamdi ile Öz Gıda İş Türkiye Öz Tütün Müskirat Gıda Sanayi ve Yardımcı İşçileri Sendikası adına Avukat Vehbi aralarındaki dava hakkında, (Konya İş Mahkemesinden verilen 24.11.1986 günlü ve 294/297 sayılı hüküm davalı avukatınca temyiz edilmiş olmakla; dosya incelendi, ge­ reği konuşulup düşünüldü: 2822 sayılı Kanununun 27. maddesi uyarınca alınan grev kararı­ nın, karar tarihinden itibaren (6) iş günü içinde kararın bir örneğinin görevli makama tevdi edilmesi aynı Kanunun 28. maddesi hükmüne göre şart olup, 37/2. maddeye göre de süresinde görevli makama tevdi edilmemiş olan grev kararlarının uygulanamıyacağı hüküm altına alnıdığından, olayda (6) iş günü içinde görevli makama tevdi veya teb­ liğ işlemi gerçekleşmediğinden bu durumda, herhangi bir sebeple uygulama imkânı ortadan kalkar, grevin ve bu sonucu elde eden işverinin ayrıca bir de kanunsuzluğunun tesbitinde hukuki yararının bu­ lunduğu söylenemeyeceğinden sadece grevin uyugulanamayacağının tesbiti karar verilmiş olması yanlış isede; bu yanlışlığın düzeltilmesi, yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, Usulün 438. mad­ desi gereğince kararın düzeltilerek onanması gerekmiştir. S o n u ç : Temyiz olunan kararın hüküm fıkrasındaki “ grevin ka­ nun dışı olduğunun tesbitine” sözlerinin silinerek, yerine “ 2822 sayılı Kanunun 37/2. maddesi uyarınca grev kararının uygulanamayacağının 665 C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 tesbiti” sözleri yazılmak suretiyle kararın düzeltilmesine ve bu düzel­ tilmiş şekliyle (ONANMASINA), 28.1.1987 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Dokuzuncu Hukuk Dairesi E. 1987/576 K. 1987/763 T. 28.1.1987 • İŞ SÖZLEŞMESİNİN BOZULMASI • İŞYERİ İLE İLGİSİ OLMAYAN EYLEM ÖZET: Belediye otobüs şoförünün, aracı için tehli­ ke yaratan kişiyi dövmesi, işyeri veya işverene karşı yapılan bir eylem değildir. Bu nedenle, işverenin bu olay yüzünden iş söz­ leşmesini bozması [feshi] haklı bir neden sayılamaz. (1475 s. İş K. m. 17) Davacı, ihbar ve kıdem tazminatının ödetilmesine karar verilme­ sini istemiştir. Yerel mahkeme, sübuta ermeyen davayı reddetmiştir. Hüküm, süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş ol­ makla; dosya incelendi, gereği konunuşulup düşünüldü: Davacı, davalı işverenin otobüs sürücüsü olup, 16.10.1985 günü duraktan yolcu alıp kalktığı sırada, bisikletli iki gencin ani olarak ha­ reket halindeki otobüsün önüne direksiyon kırmaları suretiyle ağır bir tehlike yaratmaları karşısında sinirlenen davacının, bunlardan birisi­ ne tokat atması sebebiyle işveren tarafından iş akdi bozulmuştur. Fe­ sihte, şoförün asabi mizaçlı olduğundan bahsedilmişse de, asıl bozma sebebi trafikte tehlike yaratan bisikletli çocuklara sataşması gösteril­ miştir. İşyerinde, işverenin diğer bir işçisine sataşması haklı bozma sa­ yılmışsa da, somut olayda sataşılan kimseler işverinin işçisi değildir. Ayrıca, sataşmanın ağır tahrik altında işlendiği dahi tartışılabilinir. Buna rağmen davacının tazminatsız fesih gibi ağır bir işleme maruz bırakıl­ YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 666 ması doğru görülmediğinden mahkemenin ihbar ve kıdem tazminâtı istemini içeren davayı reddetmesi hatalıdır. Davacının hak ettiği kıdem ve ihbar tazminatları hesap ettirilip hüküm altına alınması gerekir. S o n u ç : Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan sebebten davacı yararına (BOZULMASINA), peşin alınan temyiz harcının istek halinde iadesine, 28.1.1987 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Dokuzuncu Hukuk Dairesi E. 1987/782 K. 1987/938 T. 3.2.1987 • İŞTEN AYRILMA [İSTİFA] • KIDEM ÖDENCESİ ÖZET: İşçinin işten ayrılma [istifa] ile sona eren ön­ ceki hizmet süresi için kıdem ödencesi [tazminat] ödenemez. [1475 s.İş K.m.16 (2320 s.K.la Dğş) m .14] Davacı, kidem tazminatı farkının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır. Hüküm, süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş ol­ makla; dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Davacı, 29.3.1983 tarihinde emekli olmuştur. Emekli olurken ken­ dine 20.11.1974 tarihinden sonraki dönem için kıdem tazminatı öden­ miş istifa ile sona eren 31.3.1972 tarihinden önceki çalışmaları için bir ödeme yapılmamşıtır. Davacı o tarihteki Toplu İş Sözleşmesine da­ yanarak 1959 ile 31.3.1972 tarihleri arasında çalışmasının da kıdem tazminatında değerlendirilmesi isteği ile bu davayı açmıştır. 1475 sa­ yılı İş Kanununun 14. maddesinin 2320 sayılı Kanunla değiştirilen hük­ me göre, kıdem tazminatı gerektirmeyecek şekilde ayrılmalar için kıdem tazminatı ödemeyeceği kuralı buyurucu nitelik kazanmıştır. Öte yandan, davacının istifa ettiği dönemi kapsayan Toplu İş Sözleşme­ sinde, istife halinde kıdem tazminatı ödeneceğine dair herhangi bir hükme rastlanmamıştır. Toplu İş Sözleşmesinin ilgili maddesinde sa­ C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 667 dece İş Kanununun 16. maddesine göre iş aktini fesh eden işçi için düzenleme getirilmiştir. Davacının istifası 16. madde ile ilgili değildir. Sebep göstermeden ve kuralsız olarak 31.3.1972 tarihinde verdiği di­ lekçe ile istifa etmiştir. Şu halde, istifa ile sona eren önceki hizmet süresi için kıdem tazminatı ödenemez. Davanın reddi gerekir. S o n u ç : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen sebepten (BOZULMASINA), peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 3.2.1987 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Dokuzuncu Hukuk Dairesi E. 1986/10722 K. 1987/952 T. 3.2.1987 • BASIN MESLEĞİ • İŞ KANUNA BAĞLI HİZMET ÖZET: Basın mesleğinde çalışan kişinin sonraki hiz­ metinin İş Yasasına bağlı [tâbi] olduğunun kabul edil­ mesi, önceki dönemde Basın İş Yasasına göre kazanıl­ mış hakkını ortadan kaldırmaz. (5953 s. BİK. m. 1,2,6) (2821 s. Sendikalar K. m. 27) (1475 s. İş K. m. 1) Taraflar arasındaki, kıdem tazminatının ödetilmesi davasının sa­ bit olmadığından reddine ilişkin hükmün süresi içinde duruşmalı olarak temyizen incelenmesi davacı avukatınca istenilmesi üzerine; dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Davacı vekili; 1.7.1986 tarihinde emekli olan müvekkiline 5953 sayılı “ Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Müna­ sebetin Tanzimi Hakkında Kanun” un 212 sayılı Yasa ile değişik hü­ kümleri uyarınca kıdem tazminatı ödenmesi gerekirken, 1475 sayılı İş Kanununa göre ödendiğini ileri sürerek fazlaya dair hakları saklı kal­ mak üzere 600.000 TL’nın davalıdan tahsiline karar verilmesini iste­ miştir. Davalı sendika ise; davacının 5953 sayılı Kanun anlamında 668 YARGITAY KARARLARI DERGİSİ gazeteci sayılamıyacağım, 1475 sayılı İş Kanununa göre yapılan he­ saplamanın doğru olduğunu savunmuştur. Mahkeme, davanın reddi­ ne karar vermiştir. Davacının 30.11.1971 tarihinde Türkiye Köy-İş Gazetesi Yazı İş­ leri Müdürü olarak bu gazetenin sahibi Türkiye Köy-İş Sendikası’nda işe başladığı, KÖYYOL-İş Sendikasının davalı Türkiye Yol-İş Sendikasf na iltihak ettiği tarihe kadar görevine devam ettiği, iltihak işlemin­ den sonra da emekli olduğu 1.7.1986 tarihine kadar davalı sendikada basın müşavirliği görevini yürüttüğü, kıdem tazminatının davacının sen­ dikada işe girdiği 30.11.1971 tarihi ile emekli olduğu 1.7.1986 tarihi arasındaki dönem için ve tavanla sınırlı olarak 1475 sayılı İş Kanunu­ na göre kıdem tazminatı ödendiği konularında taraflar arasında bir uyuşmazlık yoktur. Mahkeme kararında da belirtildiği gibi uyuşmaz­ lık, davacının 5953 sayılı Kanunun 212 sayılı Yasa ile değişik hüküm­ leri kapsamına girip girmediği sorunu üzerinde toplanmaktadır, bu sorunun çözümlenebilmesi için, davacının iddiasına dayanak yaptığı hizmet sözleşmelerinin gözönünde tutulması ve 5953 sayılı Kanuna göre statüsünün belirlenmesi zorunluğu vardır. Dosya içeriğine göre; davacı ile Türkiye Köy-İş Sendikası arasın­ da ilk sözleşmenin 1.12.1972 tarihinde düzenlendiği, bunu sırasıyla 1.12.1973, 1.12.1974 1.12.1976, 1.12.1978, 1.12.1980 ve 1.5.1981 ta­ rihli sözleşmelerin izlediği, sözleşmelerde tarafların 5953 sayılı Kanu­ nun 212 sayılı Yasa ile değişik hükümlerine uymaları gerektiğinin, davacının mesleğe 1.10.1960 ve KÖYYSE-İŞ Gazetesi’ne de 30.11.1971 tarihlerinde girdiğinin ve adı geçen gazete yazı işleri mü­ dürlüğü görevini ifâ edeceğinin belirtildiği anlaşılmaktadır. 5953 sayı­ lı Kanunun kapsamını gösteren değişik 1. maddesinde, “ bu kanun hükümleri Türkiye’de yayınlanan gazete ve mevkutelerle haber ve fo­ toğraf ajanslarında her türlü fikir ve sanat işlerinde çalışan ve İş Ka­ nunundaki, “ işçi” tarifi şumulü haricinde kalan kimselerle bunların işverenleri hakkında uygulanır. Bu kanun şümulüne giren fikir vesa. nat işlerinde ücret karşılığı çalışanlara gazeteci denir” kuralına yer ve­ rilmiştir. Bu kapsam hükmünün istisnalarının gösterildiği 2. madde de şöyledir: “ Birinci maddenin şumulü dahilinde bulunup da Devlet, Vi­ layet ve Belediyeler ve İktisadi Devlet Teşekkül ve Müesseseleriyle sermayesinin yarısından fazlası bu teşekküllere ait şirketlerde istihdam edilen memur ve hizmetliler hakkında bu kanun hükümleri uygulan­ maz.” Görülüdüğü gibi, Türkiye’de yayınlanan gazete ve dergilerde fikir ve sanat işlerinde çalışanlar, örneğin fıkra yazarları, 5953 sayılı Kanunun kapsamına girmektedirler. Yazı İşleri Müdürlürenin de dü­ şünsel bir çalışma yaptıkları, dolayısiyle de yasa kapsamına girdikleri C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 669 kuşkusuzdur. Bunun için, bu tür görevleri yürütenlerin 2. madde de sayılan kurum ve kuruluşlarla ilgileri bulunmamaları, başka bir deyiş­ le Devlet, Vilayet ve Belediyelerle İktisadi Devlet Teşekkül ve Müesseselerde görevli olmamaları yeterlidir. 5953 sayılı Kanunun istisnalara ilişkin 2. maddesinde sendikalardan söz edilmediğine göre, sendika­ ca çıkarılan gazetelerde fikir işçisi olarak çalışanların da gazeteci sa­ yılması gerektiği kuşkusuzdur. Bu açıklamadan sonra davacının durumuna gelince; 30.11.1971 tarihinden KÖYYOL-İŞ Sendikası’nn davalı Türkiye Yol-İş Sendikası­ na katıldığı tarihe kadar Yazı İşleri Müdürü ve Basın Müşaviri olarak çalıştığına ve sarı basın kartı sahibi olduğuna göre, 5953 sayılı Kanu­ nun kapsamına girdiğinin kabul edilmesi gerekir. Ancak, davacının ka­ tılma işleminden sonra davalı sendikaca çıkarılan dergide çalışmadığı, sadece basın müşavirliği görevini yapmakla yetindiği, tarafların son oturumda yaptıkları açıklamalardan anlaşılmaktadır. Böyle olunca, da­ vacının katılmadan önceki hizmetinin 5953 sayılı Kanunun kapsamı­ na girdiği, sonraki hizmetinin ise davalının yaptığı gibi 1475 sayılı İş Kanununa göre değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmelidir. Bu ko­ nuda belirtmek gerekir ki, sonraki hizmetin 1475 sayılı Kanununa tâ­ bi olduğunun kabul edilmesi, önceki dönemde 5953 sayılı Kanuna göre kazanılmış olan hakkını ortadan kaldırmaz. Davacının önceki hizmetinin hangi tarihten itibaren 5953 sayılı Ka­ nuna göre değerlendirilmesi gerekeceğinin de burada saptanmasın­ da zorunluk vardır. Mezkûr Kanunun 6. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında, kıdem hakkı gazetecinin mesleğe ilk giriş tarihinden iti­ baren hefeaplanır. Akdin feshi halinde gazeteci, bu süreye göre hasaplanacak tazminatı almaya hak kazanır denildikten sonra, sekizinci fıkrada, “ bir defa kıdem tazminatı alan gazetecinin kıdemi, yeni işine girişinden itibaren hesaplanır. Ancak, buna aykırı olarak işverenle ga­ zeteci arasında yapılacak mukavele muteberdir” hükmüne yer veril­ miştir. Bu kurallara göre, gazetecinin kıdem tazminatının mesleğe ilk girişinden itibaren hesaplanması zorunluğu vardır. Kıdem tazminatı­ nın önceki işin sonunda alınmış olması halinde dahi, taraflar bunun ilk işe girişteh itibaren hesaplanmasını kararlaştırabilirler. Bu konuda tarafların tam bir sözleşme özgürlüğüne sahip oldukları görülmekte­ dir. Davacı ile KÖY-İŞ Sendikası ve daha sonra onun yerine gelen KÖYYOL-İŞ Sendikası arasında düzenlenen sözleşmede yeralan ifa­ desine göre kıdeme müteallik mesleğe girişi 1.10.1960’dır “ veya” ga­ zetecinin kıdeme müteallik mesleğe girişi 1,10.1960’dır” biçimindeki ibareler tarafların kıdem hakkının mesleğe ilk giriş arihi olan 1.10.1960’ dan başlatılması konusunda anlaştıklarını göstermektedir. Dosya için­ YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 670 deki KÖY-İŞ Sendikası Başkanlığınca onanlı “ sarı basın kartı beyanna­ mesindeki” gazeteciliğe başladığı tarih ve gazete “ sütunu karşısında” 1.10.1960 Ankara Ticrat Postası Gazetesi “ ve” şimdiye kadar hangi gazetelerde çalıştığı “ sütunu karşısında da” Ankara Ticaret GazetesiSon Haber” şeklindeki açıklamalardan da, kıdem hakkının mesleğe ilk giriş tarihinden itibaren başlatılması gerekeceği sonucu çokmaktadır. bu konuda ayrıca belirtmek gerekir ki, 2821 sayılı Sendikalar Ka­ nununun 27. maddesi, sendikanın bir başka sendikaya katılması halinde katılan sendikanın bütün hak, borç, yetki ve menfaatlarenin katıldığı sendikaya kendiliğinden geçmesini öngörmektedir. Bu neden­ le, davalının önceki sözleşmelerle bağlı olduğu kuşkusuzdur. Yukarıdan beri yapılagelen açıklamar nedeniyle, davacının kıdem tazminatının 5953 sayılı Kanun hükümlerine göre 1.10.1960 tarihin­ den katılma tarihine kadar ve tavan sınırlamasına bağlı tutulmadan hesaplanması gerekirken, aksine düşünce ile davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir. S o n u ç : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen sebebten davacı yararına (BOZULMASINA), davacı yararına takdir edilen 11.000 TL. duruşma avukatlık parasının karşı tarafa yükletilmesine ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde iadesine, 3.2.1987 gününde oy­ birliğiyle karar verildi; T.C. YARGITAY Dokuzuncu Hukuk Dairesi E. 1987/399 K. 1987/2604 T. 3.3.1987 • ÜCRET ÖZET: Ödenmesi yükümlenilen [taahhüt edilen] ya­ bancı para ise, vade tarihindeki Türk Parası karşılı­ ğı hesaplanmak surettiyle ödeme yapılması gerekir. (818 s. BK. m. 83/2) [1475 s. İş K. (2869 s. K. la Dğş.) m. 26/5] Taraflar arasındaki ücret alacağı ile manevi tazminatın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilâmda yazılı nedenlerle ger­ C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 671 çekleşen miktarın faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilme­ sine ilişkin hükmün süresi içinde duruşmalı olarak temyizen incelen­ mesi davalı avukatınca istenilmesi üzerine; dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: 1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışın­ da kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2- Davacının Nijerya’daki görevi sırasında hastalanması nedeniyle hastanede yattığı süre ile istirahatli olduğu süre için aksine sözleşme olmadıkça işveren ücret ödeme zorunda değildir. Davacı aksine bir sözleşmenin varlığını iddia ve isbat etmiş olmadığına ve esasen işve­ ren hastahane ve tedavi masraflarından sorumlu tutulmuş bulundu­ ğuna göre, ayrıca hastene ve istirahatli geçen sürenin ücret alacağı hesabında nazara alınması doğru değildir. 3- Mahkemece yapılan yargılama sonunda, davacının ücretleri­ nin ödenmemesi nedeniyle davalıdan toplam 28200 Amerikan Doları ve hastane gideri olarak da 9568 Naire alacaklı olduğu belirlenmiştir. Borçlar Kanunun 83. maddesinin ikinci fıkrasına göre ödenmesi ta­ ahhüt edilen yabancı para ise, vade tarihindeki Türk Parası karşılığı­ nın hesaplanması gerekir. Bu açıdan somut olay değerlendirilecek olursa ücret alacaklarının ilişkin oldukları ayların son günü ve hastahene giderinin de 1475 sayılı İş Kanununun 2869 sayılı Yasa ile de­ ğişik 26. maddesinin beşinci fıkrası uyarınca hizmet akdinin sona erdiği 19.11.1984 tarihinde muaccel olduğunun kabulü gerekir. Mahkeme­ nin Borçlar Kanununun 83/II. maddesi hükmüne aykırı olarak, yaban­ cı paraların dava tarihindeki karşılıklarını esas alarak hüküm tesisi isabetsiz olup, bozmayı gerektirmiştir. 4- Hükme dayanak yapılan 10.10.1986 tarihli raporda bilirkişi, ki­ şisel araştırmasına göre Amerikan Doları ve Nijerya para birimi olan Naıire'nin Türk Parası karşılıklarını tesbit ettiğini açıklamıştır. Her iki yabancı paranın Türk Parası karşılığının T.C. Merkez Bankası’ndan sorulup alınacak cevaba göre karar verilmesi gerektiği halde, bilirki­ şinin raporuyla yetinilmesi de doğru değildir. S o n u ç : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen sebepler­ den (BOZULMASINA), davalı yararına takdir edilen 11.000 lira du­ ruşma avukatlık parasının karşı tarafa yükletilmesine ve temyiz peşin harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 3.3.1987 gününde oybirliğiyle karar verildi. YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 672 T.C. YARGITAY Dokuzuncu Hukuk Dairesi E. 1988/11883 K. 1988/11410 T. 1.12.1988 • İŞ KAZASI • ÇALIŞMA GÜCÜNÜN KAYBI ORANI • ZORUNLU SİGORTALILIK ÖZE î . İşkazası geçiren işçinin beden çalışma gü­ cünü hangi oranda kaybettiği saptanmadan ödenceye hükmedilemez. Sosyal Sigortalar Yasası, zorunlu [mecburi] si­ gortalılık esasını benimsemiştir. Bu nedenle, işveren tarafından hizmet sözleşmesine [akdine] dayanılarak çalıştırılan kimse, sigortaya bildirilmese dahi, işçi sa­ yılmıştır. (818 s. BK. m. 47, 49) (506 s. SSK .m. 10) Davacı, iş kazasından doğan maddi ve manevi zararın ödetilme­ sine karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkeme, isteği kısmen hü­ küm altına almıştır. Hüküm, süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş ol­ makla; dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: 1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışın­ da kalan temyiz itirazları yerinde değildir. 2- Davacının davalıya ait işte çalışırken geçirdiği iş kazası sonu­ cu .her iki gözünün görme yeteneğini kaybettiği anlaşılmaktadır. Ne varki, bu durumu saptayan, dosyada mevcut raporlarda sağlık işlem­ leri tüzüğü hükümlerine göre davacının hangi oranda beden çalışma gücünü kaybettiği saptanmamıştır. Bu itibarla davacının dosyadaki bel­ ge ve raporlarla birlikte resmi bir tibbî kuruluş sağlık kuruluna gönde­ rilerek Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğüne göre her iki gözde meydana gelen görme yokluğunun beden çalışma gücünden ne oran­ da kayba sebebiyet verdiğinin tesbiti gerekir. Mahkemece bu yönden bir inceleme yapılmadan ve maluliyet oranı saptanmadan, gözlerindeki C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 673 görme kaybının % 100 maluliyet olarak kabul edilerek hüküm kurul­ muş olması isabetli değildir. 3506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu mecburi sigortalılık esası­ nı benimsemiştir. Başka bir ifade ile hizmet aktine dayanarak bir işve­ ren tarafından çalıştırılan kimseler sigortaya bildirilsin veya bildirilmesin sigortalı sayılmışlardır. Aynı Kanunun 10. maddesinde de çalışanla­ rın sigorta kurumuna bildirilmemesi halinde dahi bildirilmeden önce meydana gelen iş kazası hallerinde sigorta yardımlarının sağlanaca­ ğı kabul edilmiştir. Bu itibarla olayın re’sen veya davacıya önel verile­ rek sigortaya başvurmasının sağlanması ve bu işlemin sonucunun beklenmesi, gelir bağlandığı takdirde bunun peşin değerinin maddi tazminattan mahsubu gerekir. Mahkemece bu yönün de düşünülme­ miş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. S o n u ç : Temyiz edilen kararın yukarıda gösterilen nedenlerle (BOZULMASINA), peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 1.12.1988 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Dokuzuncu Hukuk Dairesi E. 1988/11035 K. 1988/11580 T. 6.12.1988 • SÖZLEŞMELİ PERSONEL • KIDEM ÖDENCESİ ÖZET: İşçi iken, sözleşmeli personel statüsüne alı­ narak emekli olan kişiye kıdem ödencesi verilmesi gerekir. Bu kişi, sözleşmeli personel olmayıp işçi olarak çalışmasını sürdürseydi ne ücret alacak idi ise; bu üc­ ret belirlenerek, emekli olduğu tarihte sözleşmeli per­ sonel olarak aldığı ücretin altında kalmamak koşulu ile, kıdem ödencesinin hesaplanması gerekir. (1475 s. İş K. m. 14) 674 YARGITAY KARARLARI DERGİSİ Taraflar arasındaki kıdem tazminatının ödetilmesi davasının ya­ pılan yargılaması sonunda îlâmda yazılı nedenlerle gerçekleşen mik­ tarın faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine ilişkin hükmün süresi içinde duruşmalı olarak temyizen incelenmesi davalı avukatınca istenilmesi üzerine; dosya incelendi, gereği konuşulup dü­ şünüldü: Davacı, işyerinde işçi olarak çalışmakta iken, 233 sayılı KHK. hük­ münce sözleşmeli personel statüsüne alınarak kendisine bu statüye göre ücret ödenmiş ve yine bu statüde iken 8.5.1987 tarihinde malu­ len emekli olmuştur. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacıya kıdem tazminatı öden­ mesi gerekip gerekmeyeceği, ödenmesi gerekmekte ise bunun han­ gi ücret üzerinden hesap edileceğine ilişkindir. Davacının sicil dosya­ sındaki ve sözleşmedeki bilgilerden pastacı ve ekmekçi olarak çalış­ tığı anlaşılmaktadır. Gördüğü işin bu türüne göre işçi statüsüne tabi olması gerekir. Böyle olunca İş Kanunundan yararlanması, söz konu­ su olur. Bu durum karşısında da İş Kanununa göre kıdem tazminatı almaya hakkı vardır ve hak kazandığı kıdem tazminatının da buna gö­ re hesap edilmesi icabeder. O halde yapılacak iş, davacının emekli olduğu 8.5.1987 tarihin­ de aynı işyerinde toplu iş sözleşmesinden yararlanmak sureti ile çalı­ şan emsali işçinin almakta olduğu sosyal yardımlı ücret tesbit edilmek, başka bir bir ifade ile davacı sözleşmeli personel statüsüne geçirilmeyerek işçi olarak çalışmasını sürdürseydi ne ücret alacak idi ise bu ücreti belirlemek ve emekli olduğu tarihte sözleşmeli personel olarak almakta olduğu ücretin altında kalmamak kaydı ile buna göre kıdem tazminatı hesabı yapmak ve bu suretle bulunacak miktara karar ver­ mekten ibarettir. Her halükârda davacının hem sözleşmeli personel statüsünde al­ dığı ücretten, hem de ayrıca toplu iş sözleşmesinde öngörülen sosyal yardımlardan yararlanması mümkün değildir. Bu itibarla az önce açıklanan biçimde kıyaslama yapılarak dava­ cının işçi olarak alabileceği sosyal yardımlı ücrete göre ve fakat emekli olduğu tarihte sözleşme ile ödenen ücretin altına düşmemek kaydı ile bulunacak ücrete göre kıdem tazminatının hesap ve ödenmesi gerekir. S o n u ç : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen sebebten (BOZULMASINA), davalı yararına takdir edilen 24.800 lira duruşma avukatlık parasının karşı tarafa yükletilmesine ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine, 6.12.1988 gününde oybirli­ ğiyle karar verildi. C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 675 T.C. YARGITAY Onuncu Hukuk Dairesi E. 1988/4094 K. 1988/7532 T. 20.12.1988 • TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ • GERİYE DÖNÜK ÜCRET ARTIŞI • PRİM HESABI I ÖZET: Toplu iş sözleşmesinin ücret yönünden ge­ riye doğru yürütülmesi halinde; geriye yürütülen dö­ nemin her ayı için önceden alınan ücretle, geriye doğru yürütme nedeni ile doğan ücret farkı toplana­ rak, tavanı aşmayan kesiminden prim kesilmesi ve önce alınan primler düşülmek suretiyle alınacak p ri­ min, hesaplanması gerekir. (506 s. SSK. m. 77/C) Davacı, 1985 yılı Ocak ve Şubat aylarındaki çalışmaları ile ilgili prime esas kazancının Sosyal Sigortalar Kurumu tavan ücreti üzerin­ den olduğundan bahisle 3395 sayılı Yasadan yararlanması gerektiği­ nin tesbitine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme, davanın reddine karar vermiştir. Hükmün davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz iste­ ğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hâkimi tarafından dü­ zenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi: 27.3.1985 tarihli toplu iş sözleşmesinin ilgili maddesi gereğince, toplu sözleşme, bağıtlandığı tarihten geriye yürütülmüş ve bu neden­ le 1.7.1984 - 27.3.1985 tarihleri arasındaki dönem için ücret artışı mey­ dana gelmiştir. Önceki ücretle yeni ücret arasındaki ücret farkı üzerin­ den prim tahakkuk ettirileceği ve zorunlu olarak bu prim tahakkuku­ nun toplu sözleşmenin yürürlük tarihinden sonra gerçekleştirileceği açıktır. Ne var ki, ücret farklarının toplu sözleşmenin yürürlüğünü ko­ valayan ay kazancıyla birleştirilmesi gerekmez. 506 sayılı Kanun mad­ de 77/c’ye yanlış anlam verilerek böyle bir birleştirme yapılıp, ücretin tavanı aşar kesiminden prim kesilmemesi hatalıdır. Böyle bir işlem top­ lu sözleşmenin geriye yürütüldüğü dönemin ücret farklarından prim kesilmemesi sonucunu doğurur. Nitekim bu olayda, aynı sonuca do­ YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 676 ğurmuş ve ücret farklarından birleştirme yönünde tavanın aşılması ge­ rekçesiyle prim kesilememiştir. Oysa toplu sözleşme geriye yürütül­ düğüne ve işveren tarafından kendiliğinden icra ve infaz edildiğine göre, geriye yürütülen dönemin her ayı için önceden alınan ücretle geriye yürütme nedeniyle doğan ücret farkı toplanıp tavanı aşmayan kesiminden prim kesilmesi ve önce alınan primler düşülerek ücretle prim hesaplanması gerekirdi ve böylece 506 sayılı Kanun madde 77/1’e uygun prim matrahı elde edilir ve prim alınmış olurdu. Bu iş­ lem toplu sözleşmenin yürürlük tarihinden sonrada yapılsa, hesapla­ nan ve alınan primler ücret farklarının ait olduğu ayların primleri olarak kabul edilir ve böylece hem kurum prim kaybına uğramaz hem de si­ gortalı bu prime bağlı sigortalılık haklardan yararlanmış olurdu. İşverenin ek prim bordrosuyla açıklanan biçimde tahakkuk ettiri­ lecek primleri ödemesi koşuluyla, tavan ücret üzerinden prim kesil­ mesi sonucu doğduğu takdirde bu yolda tesbite karar vermek gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir. O halde davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır. S o n u ç : Temyiz edilen hükmün yukarda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA), temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 20.12.1988 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Onuncu Hukuk Dairesi E. 1988/3386 K. 1988/7797 T. 23.12.1988 • FARKLI SİGORTALARA BAĞLI EŞLER • SAĞLIK YARDIMINDAN YARARLANMA ÖZET: Sigortalı kocasından dolayı sağlık yardımın­ dan yararlanan Bağ-Kur sigortalı eşten, sağlık sigor­ tası primi kesilmesine yasal olanak yoktur. (506 s. SSK. m. 36/A-b) (1479 s. Bağ-Kur K. m. 11) C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 677 Davacılar, davalılardan Bağ-Kur tarafından haksız tahsil edilen 53.967.- lira sağlık sigortası priminin tahsiliyle, her iki davalının karar­ larının iptaliyle, muarazanın men’ine karar verilmesini istemişlerdir. Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde davanın reddine karar vermiştir. Hükmün, davacılar avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hâkimi tara­ fından düzenlenen raporla, dosyadaki kağıtlar okunduktan ve temyiz konusu hükme ilişkin dava, HUMK. nun 438. maddesinde sayılı ve sınırlı olarak gösterilen hallerden hiçbirine uymadığından, Yargıtay in­ celemesinin duruşmalı olarak yapılmasına ilişkin isteğin reddine ka­ rar verildikten sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi: Davada, davacı kadının isteğe bağlı Bağ-Kur sigortalısı olduğu, kocasının ise Sosyal Sigortalar Kurumu’ndan yaşlılık aylığı aldığı, ya­ sa gereği kocasının sigortalılığı nedeniyle Kurumun sağlık yardımla­ rından yararlandığı ileri sürülmüş ve kendisinden sağlık sigortası priminin kesilmemesi gerektiğinin tesbitine karar verilmesi istenmiştir. Davada çözümlenmesi gereken hukuksal sorun, Sosyal Sigorta­ lar Kurumu’ndan yaşlılık aylığı almakta olan kocanın isteğe bağlı BağKur sigortalısı durumunda bulunan karısından sağlık sigortası primi­ nin alınabilip alınamayacağı hususudur. Davacı kadının sigortalı olan kocasından dolayı sağlık yardımlarından yararlanabileceği 506 sayılı Yasanın 36/A-b maddesinin açık hükmü gereğidir. Anılan maddede başka Sosyal Güvenlik Kurumlarına tabi olan eşin sağlık sigortasın­ dan yararlanamıyacağına dair her hangi bir açıklık bulunmamaktadır. Kadın olan davacının geçiminin kocası tarafından sağlanması zorun­ luluğu yasa gereğidir. Öbür yandan 1479 sayılı Kanuna 3235 sayılı Kanunun 1. madde­ si ile eklenen ek 11. madde hükümleri uyarınca diğer Sosyal Güven­ lik yasalarından yararlananlar Bağ-Kur’un sağlık yardımlarından yarar­ lanamazlar. Ayrıca Bağ-Kur sağlık sigortası yönetmeliğinin 4. maddesi hükümleri bu durumda olanlardan sağlık primi kesilmiyeceğini öngör­ mektedir. Bilindiği gibi yasa maddelerinin lafzından amaç açıkça belli ise başka türlü yorum yapılamıyacağı hem uygulamada ve hemde öğre­ tide kabul edilmiş hukuksal gerçeklerdendir. Az önce sözü edilen yasa maddesi ile tüzük hükümleri davacı­ nın, kocasının Sosyal Sigortalar Kurumunatabi olması nedeniyle BağKur’a prim ödememesi ve Sağlık Yardımlarından yararlanmaması ge­ YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 678 rektiğini hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermiyecek şekilde ortaya koymaktadır. Yasa koyucunun sözü edilen maddeyi kabul etmesin­ deki amacının o tarihte ülkenin tümünün sağlık sigortası kapsamına alınamamış olması ile diğer Sosyal Güvenlik Kurumlarının Bağ-Kur’a nisbetle daha güçlü bulunmaları gerçeğidir. Mahkemece açıklanan bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tu­ tulmaksızın davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O halde, davacıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır. S o n u ç : Temyiz edilen hükmün yukarda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA) ve temyiz peşin harcının istek halinde ilgiliye iade­ sine, Başkan Teoman Ozanoğlu’nun muhalefetine karşı Üye Cahit Ka­ dılar, Orhan Yalçınkaya, Resul Aslanköylü ve Yılmaz Darendelioğlu’nun oylarıyla ve oyçokluğuyla 23.12.1988 gününde karar verildi. KARŞI OY YAZISI • Davacı kadının isteğe bağlı Bağ-Kur sigortalısı olduğu, öteki davacı kocanın Sosyal Sigortalar Kurumu 'ndan yaşlılık aylığı aldığı konularında uyuşmazlık yoktur. Uyuşmazlık , davacı kadının Sosyal Sigortalar Kurumu emeklisi kocaya atfen sağlık yardımlarından yararlanıp yararlanamayacağı, yada davalı BağKur'un sağlık yardımlarından yararlanması gerekip gerekmediği ve dolayı­ sıyla Bağ-Kur'un davacı kadından sağlık sigortası primi kesip kesemeyeceği konularındadır. Mahkeme davayı reddetmiş, hükmü davacılar temyiz etmiştir. Sayın çoğunluk yazılı gerekçelerle kararı bozmuştur. Sayın çoğunluğun kararına aşağıdaki nedenlerle karşıyım: 1- Davacılardan Sezai'nin Bağ-Kur'a yönelik bir istemde bulunmaya hak­ kı olmadığı gibi , Sosyal Sigortalar Kurumu 'ndan sağlanması malhuz sağlık yardımları dahi, yardım görenin kendisine ait bir hak olup , bu konuda Sos­ yal Sigorta emeklisi koca, bir talep ve dava hakkına sahip değildir. Bu ba­ kımdan, Sezai'nin Sosyal Sigortalar Kurumu 'na karşı dahi dava hakkı yoktur. Yerel Mahkemenin , Sezai'nin davasını, ilk önce taraf olma ehliyeti bulun­ madığı yönünden reddetmiş bulunması isabetlidir. 2- Sigortalının veya sigortadan yaşlılık aylığı alan emekli sigortalının eşinin, 506 sayılı Kanun madde 32-42'deki hastalık sigortası hükümlerin­ den yararlandırılmasının koşulları, madde 35-36'da düzenlenmiştir. 679 C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 * 506 sayılı kanun madde 36/A-B'de, yaşlılık aylığı almakta olanın ge­ çindirmekle yükümlü olduğu eş......madde 33/A -B'deki sağlık yardımların­ dan yararlanacaktır. Burada, kocanın karısını geçindirmekle yükümlü olduğu, yasa gereğidir. Ve maddede, başka Sosyal Güvenlik Kurumuna tabi olan eşin, kocasına tebean sağlık yardımından yararlanmayacağına ilişkin bir açıklık yoktur. Nevarki, bu durum, başka Sosyal Güvenlik Kurumuna tabi olan ka­ rının, kocanın hastalık sigortasından yararlanmasını gerektirmez. Zira ge­ rek 506 sayılı Kanunun madde 35, gerekse 36, Sosyal Güvenliğe sahip olmayan eş ve çocuklar için söz konusudur. Aynca Sosyal Güvenliğe tabi olan eş ve çocukları, esasen kapsamaz. 5Ö6 sayılı Yasının, mükerrer sigor­ tayı kabul etmemiş olması ve sistemin tümü bu görüşü ayrıca doğrular. N i­ tekim, Dairenin 18.6.1974 tarih ve 3196/457, 20.5.1975 tarih ve 1557/2931, 5.4.1976 tarih ve 7805/2452, 6.2.1980 tarih, 8424/712, 5.7.1983 tarih 917/3705 sayılı kararlarında aynı niteliktedir. Öte yandan, olayda 1479 sayılı Kanuna 3235 sayılı Kanun madde 1 ile eklenen ek 11. maddenin uygulanma olanağı da yoktur. Zira, emekli sigor­ talının başka sosyal güvenlik kurumuna tabi eşinin, 506 sayılı Kanun mad­ de 36'dan yararlanamayacağı, yukarda açıklandığı şekilde bir kere kabul edildikten sonra, ek madde 11 'in olayda uygulanamayacağı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, Bağ-Kur sağlık sigortası yönetmeliğinin 4 ncü maddesinin dahi tatbik kabiliyeti bulunmadığı belirgindir. Bağ-Kur'da sağlık sigortası vardır ve ülkenin tümünde uygulaması yay­ gınlaştırılmıştır. Bu durumda Bağ-Kur'un güçsüz, Sosyal Sigortalar Kurumunun güçlü olduğu yollu bir ön fikirle, içtihat kurulamaz. H er Sosyal Güvenlik Kurumu, kendi vecibelerini yerine getirmekle yükümlüdür. Bu du­ rumda, davacı kadından Bağ-Kur'un hastalık sigortası primi alması ve bu­ nun istirdadına ilişkin istemin reddi doğaldır. Sayın çoğunluğu, kararına, yukarıdaki nedenlerle karşıyım ve yerel mah­ kemenin örmek nitelikteki kararının o n a n f t ı a s ı oyundayım. Teoman O Z A N O Ğ L U Başkan * * * YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 680 T.C. Y A R G I T A Y Onbirinci Hukuk Dairesi E. 1988/1918 K. 1988/3940 T. 14.6.1988 • MARKA • TESCİLİN HÜKÜMLERİ ÖZET: Davacı, çekişmeli markayı davalıdan çok ev­ vel dünya çapında tanıtıp meşhur hale getirmiştir. Her ne kadar anılan markanın Türkeyi'deki tes­ cili davalı tarafından davacıdan daha önce gerçekleş­ tirilmişse de, davalının tescilinin kötü niyete dayalı bulunduğu açık olmakla; olaya uygulanması gerekli Paris Sözleşmesi uyarınca davacı süreye bağlı olma­ dan davalı markasının sicilden silinmesini [terkini­ ni] her zaman isteyebilir. (551 s. Markalar K. m. 15) (Paris Sözleşmesi m. 6/3) Taraflar arasındaki davadan dolayı, (İstanbul Yedinci Asliye Ti­ caret Mahkemesi)nce verilen 10.11.1987 tarih ve 66-601 sayılı hük­ mün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davacı vekili tarafından istenmiş olmakla; dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra, işin gereği konuşulup düşünüldü: Davacı vekili; müvekkilinin Türkiye’de 75630 sayı altında tescil edilmiş, Davidoff markasının sahibi bulunduğu, bu markanın milletle­ rarası çapta meşhur olduğunu, ancak, 1978 yılında kurulan davalı şir­ ketin bu şöhretten yararlanmak için aynı markayı tütün, puro ve benzeri emtea için kullanmak üzere 66122 sayıyla tescil ettirdiğini ileri süre­ rek, bu suretle yaratılan haksız rekabetin tesbitini, men’ini ve davalı markasının sicil kaydından terkinini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevabında; teminat ilk itirazıyla birlikte, marka iptal davasının süresinde açılmadığını savunarak davanın reddini istemiştir. Mahkemece toplanan delillere göre, teminat itirazının reddine ka­ rar verildikten sonra davacı markasının 9.11.1981 tarihinde, davalı mar­ kasının ise 26.11.1978 tarihinde tescil ve ilân edildiği, davanın Markalar Kanununun 15. maddesinde belirtilen 6 aylık ve 3 yıllık hak düşürcü C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 681 süre içerisinde açılmadığını, 11. maddenin olayda uygulanmasının sözkonusu olmadığı görüşüyle davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir. Yukarıda da kısaca açıklandığı üzere; davacı, dünya çapında ta­ nıtıp meşhur hale getirdiği (Davidoff) markasını Türkiye’de tescil ettir­ diğini, davalının da kötüniyetle ve davacının markasının ulaştığı haklı şöhretten yararlanabilmek amacıyla aynı markayı yine Türkiye’de tescil ettirip haksız rekabet yarattığını ileri sürerek haksız rekabetin men’ini ve davalı markasının sicil kaydından terkinini istemiştir. Mahkemece; 551 sayılı Markalar Kanununun 15. maddesinde be­ lirlenen 6 aylık ve 3 yıllık hak düşürücü sürelerin geçirildiğinden ba­ hisle dava reddedilmiştir Markalar hukukuyla ilgili mevzuat Türkiye’de 551 sayılı Markalar Kanunuyla düzenlendiği gibi uluslararası alanda da markaların hima­ yesi “ Sınai Mülkiyetin Korunmasına ilişkin 1833 tarihli (Paris Sözleş­ mesiyle) sağlanmıştır. 2 Haziran 1934 tarihinde Londra’da değiştirilen bu sözleşmeye Türkiye 1925’de, İsviçre 1884’de, Brezilya da keza 1884 tarihinde üye olarak girmişlerdir. Paris Sözleşmesinin 6. (mükerrer) maddesinde: “ İttihat memle­ ketleri, tescilin talep edildiği memleketin selahiyetli markaları tarafın­ dan mezkur memlekette işbu mukaveleden istifade edeceği kabul olunan bir şahsa ait olduğu ve aynı veya mümessil mahsullerde kul­ lanıldığı umumen mâlum olduğu mütalâa edilen bir markanın iltibasa meydan verecek suretle kopyasını, taklidini veya tercümesini teşkil eden bir fabrika veya ticaret markasının tescilini, gerek memleket mev­ zuatı müsait olduğu takdirde re’sen, gerek alakalının talebi üzerine ret veya iptal etmeyi taahhüt ederler” denilmekte ikinci fıkrasında ise “ Bu markaların kaydının terkinini talep için enaz üç senelik bir müh­ let verilmesi lâzımdır. Bu mühlet markanın tescili tarihinden başlar” hükmünü taşımakta 3. fıkrada ise, “ suiniyetle tescil edilmiş olan mar­ kaların terkinini talep için mühlet tesbit edilmez” kaydı bulunmaktadır. Paris Sözleşmesinin taraflar arasındaki uyuşmazlıkta uygulana­ cağı hususunda uyuşmazlık yoktur. Dosya kapsamına göre, davacı sözkonusu markayı davalıdan çok evvel dünya çapında tanıtıp meş­ hur hale getirmiştir. Hernekadar dava konusu markanın Türkiye’deki tescili davalı tarafından davacıdan daha evvel gerçekleştirilmiş ve Mar­ kalar Kanununun 15. maddesinde sözü edilen hak düşürücü süre olay­ da gerçekleşmiş ise de olayda bu madde hükmünün değil Paris Sözleşmesi’nin uygulanması gerekmesine ve davalının tescilinin suini YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 682 yete müstanit bulunduğu açık olmasına göre sözleşmenin 6. (müker­ rer) üçüncü fıkrası uyarınca davacının süreye tabi olmadan, davalı mar­ kasının sicilden terkinini herzaman için talep etmeye hakkı bulunmak­ tadır. Bu nedenle mahkemenin açılan davayı hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle reddetmesi isabetli bulunmamıştır. Bu durumda, davacının, davalıdan çok daha evvef (Davidoff) mar­ kasını meşhur hale getirip dünya çapında tanıttığı da gözönüne alına­ rak davalı markasının iptaline ve haksız rekabetin menine karar veril­ mesi gerekirken, mahkemece yazılı olduğu şekilde davanın süre yö­ nünden reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün bozulması gerekmiştir. S o n u ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmü davacı yararı­ na (BOZULMASINA), vekili geldiğinden 24.800 lira duruşma vekillik üceritin davalıdan alınarak verilmesine, ödediği temyiz peşin harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 14.6.1988 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Onbirinci Hukuk Dairesi E. 1988/4471 K. 1988/4846 T. 17.11.1988 • TESBİT DAVASI • NOTERLİKÇE ONAYLANAN İMZA ÖZET: Noterlikçe onaylanan imza, sahteliği kanıtlanıncaya kadar geçerlidir. (1086 s. HUMK. m. 295/1) (1512 s. Noterlik K. m. 82) Taraflar arasındaki davadan dolayı, (Ankara Üçüncü Asliye Ti­ caret M ahkem esince verilen 10.2.1988 tarih ve 558-60 sayılı hük­ mün temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla; dosyadaki ka­ ğıtlar okundu, gereği konuşulup düşünüldü: Davacı vekili müvekkilinin de ortağı bulunduğu dava dışı (Ç. .. Un ve İrmik Sanayii A.Ş.) lehine ve diğer bir şirkete hitaben (150.000.000) C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 683 TL’lık teminat mektubu verip daha sonra mektup bedelini tazmin eden davalı bankanın davacıya keşide ettiği ihtarnameyle mektup bedeli­ nin ödenmesini istediğini, oysa ne teminat mektubunda ne de bunun dayanağı olan kredi taahhütnamesinde davacının imzası bulunmadı­ ğını ileri sürer davacının bedeli tazmin edilen teminat mektubundan dolayı borçlu olmadığının tespitin talep etmiştir. Davalı banka vekili teminat mektubunun verilmesine dayanak olan ve müvekkili banka ile dava dışı (Ç.... Un ve İrmik Sanayii A.Ş.) ara­ sında akdolunan (150.000.000) TL’lık kredi açma sözleşmesini dava­ lının da müteselsil kefil sıfatıyla imzalandığını, davalının bu imzasının kendisine aidiyetinin notercede onaylandığını savunarak davanın red­ dini istemiştir. Mahkemece kredi sözleşmesi altında davacıya izafe olunan ke­ falet imzalarının davacının eli mahsulü olmadığının iki ayrı uzman bi­ lirkişi kurulunun raporlarıyla saptandığı gerekçesiyle menfi tespit davasının kabulüne karar verilmiştir. Hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir. Davacı vekili dava dışı noterlikçe tasdik olunan kredi sözleşme­ sinde yer alıp müvekkiline izafe edilen imzaların gerçekte müvekkkiline ait olmadığını ileri sürmekle bu imzaların sahteliğini iddia etmekte­ dir. Zira noterden tasdikli imzanın inkarı nedeniyle açılan menfi tespit davası aynı zamanda HUMK.nun 314. maddesi anlamında (davayı as­ liye) şeklinde açılmış bir sahtelik davasıdır (Baki Kuru, Hukuk Muha­ kemeleri Usulü, C: II: 1980, sh: 1448,1449,1504; Necmeddin BERKİN, Tatbikatçılara Medeni Usûl Hukuku Rehberi, Sh: 811; Necip BİLGEEngun ÖNEN, Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 1978, sh: 579). Öte yandan, HUMK. nun 295/f.l ve 1512 sayılı Noterlik Kanunu­ nun 82/f.lll maddeleri hükümlerine göre noterlikçe onaylanan imza sahteliği sabit oluncaya kadar geçerlidir. Böyle bir imzanın sahteliği iddiası ise sözleşmenin diğer tarafına olduğu kadar sözleşmedeki im­ zayı onaylayan notere karşı da ileri sürülmüş bir iddia olup hükmen sâbit görülmesi halinde noterin Noterlik Kanununun 162. maddesi uya­ rınca hukuki sorumluluğuna da yol açabileceği gibi noterin savunma­ sı bu davanın sonucunu da etkileyebilir. Şu halde onaylı imzanın sahteliği iddiasının bu imzayı onaylayan noterin taraf olmadığı bir da­ vada incelenip hükme bağlanması usul hukuku ilkelerine uygun düş­ memektedir (Baki KURU age. sh: 1497). Bu durumda mahkemece davacı tarafa ilgili noter aleyhine dava açmak üzere mehil verilerek açtığı davanın işbu davayla birleştirilmesi YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 684 halinde noterin de savunmaları ve delilleri incelenmek suretiyle hasıl ola­ cak sonuç dairesinde bir hüküm kurulmalı, notere karşı açılan dava­ nın birleştirilmemesi halinde ise mezkur davanın sonucuna göre bir karar verilmelidir. Mahkemece, bu husus nazara alınmadan davaya bakılarak hüküm kurulması usule aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. S o n u ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün temyiz eden davalı yararına (BOZULMASINA), ödediği temyiz peşin harcının iste­ ği halinde temyiz edene iadesine, 17.11.1988 tarihinde oybirliğiyle ka­ rar verildi. T.C. Y A R G I T A Y Onbirinci Hukuk Dairesi E. 1988/3414 K. 1989/260 K. 26.1.1989 • TESBİT DAVASI • ANONİM ORTAKLIK YÖNETİM KURULUNCA VERİLEN KARARIN YOK [BATIL] OLDUĞUNUN SAPTANMASI ÖZET: Anonim ortakların yönetim kurulu kararla­ rına karşı kural olarak bozma [iptâl] davası açılamaz. Ancak , bazı durumlar ve özellikle pay sahiplerinin kişisel haklarını bozan [ihlâl eden] yönetim kurulu kararları hakkında bozma davası açılabilir. Yokluğunun saptanması istenen yönetim kurulu kararı için ortaklık genel kuruluna itiraz edilemez. (6762 s. TTK. m. 340, 336) Taraflar arasındaki davadan dolayı, (İstanbul Üçüncü Asliye Ti­ caret Mahkemesince verilen 21.12.1987 tarih ve 750-887 sayılı hük­ mün temyizen tetkiki davacılar vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla; dosyadaki ka­ ğıtlar okundu, gereği konuşulup düşünüldü: Davacılar vekili müvekkillerinin davalı anonim şirketin ortağı ol­ duklarını, davacı Fuat’ın ayrıca yönetim kurulu’na üye bulunduğunu, C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 685 üç kişiden oluşan yönetim kurulunun toplanıp karar verebilmesi için toplantıda üç kişinin hazır bulunmasının zorunlu olduğunu, oysa da­ vacı Fuat dışında kalan iki üyenin adı geçen davacıya haber vermek­ sizin 12.6.1987 günü yönetim kurulu sıfatıyla şirketin başka bir yere taşınmasına karar verdiklerini ileri sürürek mezkûr yönetim kurulu ka­ rarının yoklukla malül bulunduğunun tespitine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekili cevabında müvekkili şirketin merkez olarak kullan­ mak üzere bir daire satın aldığını; ancak daire inşaatının uzaması ne­ deniyle geçici olarak bir büro kiralandığını; davacı Fuat’ın şirket aleyhine bir tutum takınması, özellikle şirketin ticari defter ve belge­ lerini evine götürüp iade etmemesi, toplantılara katılmaması gibi ne­ denlerle diğer iki üyeyle toplanan yönetim kurulunun şirket idare bürosunun satın alınan daireye taşınmasına karar verdiğini; yönetim kurulu üç üyeyle toplansa bile davacı Fuat dışındaki iki üyenin çoğun­ luk oylarıyla aynı kararın alınabileceğini savunmuştur. Mahkemece yönetim kurulu kararlarının ancak genel kurulda tar­ tışılabileceği ve iptâl davasına konu edilemeyeceği gerekçesiyle ya­ sal dayanağı bulunmayan davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm davacılar vekilince temyiz edilmiştir. Anonim ortakların yönetim kurulu kararları aleyhine kural olarak iptal davası açılamaz. Ancak, bazı haller ve özellikle pay sahiplerinin kişisel haklarını ihlâl eden yönetim kurulu kararları aleyhine iptal da­ vası açılabilir (Tuğrul Ansay, Anonim Şirket İdare Meclisi Kararlarının İptali Meselesi, Batider, 1964/3, s, 370 vd; Ersin Çamoğlu, Anonim Ortaklık Yönetim Kurulu Üyelerinin Hukuki Sorumluluğu, Ankara 1972, s. 79 vd; Yaşar Karayalçın, Anonim Şirketin Yönetim Kurulu Kararla­ rına Karşı Hangi Davalar Açılabilir? Yargıtay Kararları Sempozyumu III, Ankara 1986, s. 243 vd). Bu nitelikte olmayan yönetim kurulu ka­ rarları aleyhine iptal davası açılamayacağından, bu kararlar için an­ cak genel kurula itiraz edilebilir. Genel Kurulun itiraz üzerine vereceği kararlar aleyhine, koşulları varsa, üç aylık sukutu hak süresi içinde iptal davası açılabilir. Eğer ortada bir yönetim kurulu kararı yoksa ve­ ya yok sayılması ile eş anlamlı olarak batıl ise, bu biçim kararlara kar­ şı itiraz olanağı yoktur. Çünkü, genel kurula itiraz için yasa ve anasözleşmeye aykırı da olsa bir karar olması gerekmektedir. Yönetim kuru­ lunun kararı yoksa, genel kurula itiraz etmenin anlamının olmadığı açık ve seçiktir. YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 686 Davacılar vekili, dava dilekçesinde davalı anonim ortaklığının 12.6.1987 günlü yönetim kurulu kararının yok olduğunun tesbitini is­ temiştir. Yokluğunun tesbiti istenen yönetim kurulu kararı için, ortak­ lık Genel Kuruluna itiraz etmek biraz önce açıklanan nedenlerle söz konusu değildir. Şu halde, anonim ortaklık yönetim kurulunun verdiği kararların yok veya batıl olduğunun tesbiti için dava açılabilir. Hal böyle olunca, davacıların açtığı bu tesbit davasında iddiaların incelenmesi bakımından bütün delillerin toplanması ve hâsıl olacak sonuç çevre­ sinde bir karar verilmesi icabederken, yazılı olduğu biçimde karar te­ sisi doğru görülmemiş ve yerel mahkeme kararının bozulması gerek­ miştir. S o n u ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin tem­ yiz nedenlerinin kabulüyle yerel mahkeme kararının (BOZULMASI­ NA), ödediği temyiz peşin harcının isteği halinde temyiz edene iadesi­ ne, 26.1.1989 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Onikinci Hukuk Dairesi E. 1988/1744 K. 1988/14207 T. 24.11.1988 • İTİRAZ • KREDİ SÖZLEŞMESİNE DAYALI TAKİP • EN YÜKSEK LİMİT İPOTEĞİNİN PARAYA ÇEVRİLMESİ • İCRA EMRİ ÖZET: 2182 sayılı Bankalar Yasasının 90 ve 91. maddeleri, yürürlüğünden önceki kredi sözleşmele­ rine uygulanamaz. (2182 s. BAK,m. 90, 91) Merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tara­ fından istenmesi üzerine, bu işle ilgili dosya mahallinden daireye 11.2.1988 tarihinde gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü: C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 687 Alacaklı banka, 7 Nisan 1983 ve 26 Kasım 1981 tarihli iki adet kredi sözleşmesine dayalı olarak takip yapmış, borçlu süresindeki iti­ razında esas borçlunun S... Şirketi olduğunu, kendisinin kefil duru­ munda bulunduğunu, bankaya hiç bir borcu olmadığını öne sürmüştür. Takip dayanağı belgeler İİK. nun 68. maddesinde yazılı kesin borç ik­ rarını havi belge niteliğinde bulunmadığı ve kredi sözleşmelirinin dü­ zenlenme tarihlerine göre sonradan yürürlüğe giren 2182 sayılı Banka­ lar Kanunun 90. ve 91. maddelerinin uygulama olanağının bulunma­ dığı kesin borç miktarının tesbiti için yargılama yapılmasının gerekli olduğu düşünülmeden yazılı şekilde bilirkişi raporuna dayalı olarak ala­ caklı isteğinin kabulüne karar verilmesi isabetsiz, temyiz itirazları ye­ rinde görüldüğünden merci kararının İİK. nun 366. ve HUMK.nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), bozma sebebine göre sair hu­ susların şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 24.11.1988 gününde, oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Onikinci Hukuk Dairesi E. 1988/1753 K. 1988/14210 T. 24.11.1988 • İLÂMLARIN YERİNE GETİRİLMESİ • İCRANIN GERİ BIRAKILMASI ÖZET: m. kârı olamaz. İlâm niteliğindeki belgeye da 3 3 ’de yazılı nedenlerle itiraz edilebili (2004 s. İİK. m. 33) Merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili ta­ rafından istenmesi üzerine, bu işle ilgili dosya mahallinden daireye 11.2.1988 tarihinde gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü: Takip dayanağı belgenin özel kanuna göre ilam mahiyetinde bu­ lunduğu, bu nedenle de icra emri tebliğ edildiği, borçlunun İİK.nun 33. maddesinde yazılı nedenlerle takibe itiraz edebileceği, imza inka­ rının söz konusu olamayacağı düşünülmeden yetki dışına çıkılarak şaı YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 688 hitler dinlenmek suretiyle takibin iptaline karar verilmesi isabetsiz, tem­ yiz itirazları yerinde görüldüğünden merci kararının İİK. nun 366. ve HUMK. nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 24.11.1988 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Onikinci Hukuk Dairesi E. 1988/8209 K. 1988/14293 T. 25.11.1988 • KİRA ALACAĞI • BOŞALATMA İSTEMLİ TAKİP ÖZET: Takip tarihinde ivedi [muaccel] olmayan k i­ ra parası için takip yapılamaz. Otuz günlük uyarı [ihtar] süresi dolmadan bo­ şaltma [tahliye] istenemez. (2004 s. İİK. m. 269) Merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili ta­ rafından istenmesi üzerine, bu işle ilgili dosya mahallinden daireye 14.7.1988 tarihinde gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü: Sair temyiz itirazları ve özellikle tahakkuk edecek kira bedelleri şeklinde takip tarihinde muaccel olmamış kira paraları hakkında ta­ kip yapılamayacağından bu kısımlara yönelik temyiz itirazları yerinde değilse de, 12.6.1987 tarihli sözleşmede 1 Ekim 1987 tarihinden iti­ baren aylık kiranın 50.000 TL.ya yükseltildiği anlaşıldığından, takip ta­ rihine ve mukaveleye göre Ekim-Kasım-Aralık aylarına ait cem’an 150.000 TL. kira alacağı yönünden itirazın kaldırılmasına, otuz gün­ lük ihtar süresi dolmadan temerrüt nedeniyle tahliye istenemeyeceği cihetle, tahliye isteğinin reddine karar verilmek gerekirken kira alaca­ ğı yönünden de alacaklı isteğinin reddolunması isabetsiz, temyiz iti­ razları yerinde görüldüğünden merci kararının 150.000 TL. kira alaca­ ğına hasren İİK. nun 366. ve HUMK.nun 428. maddeleri uyarınca (BO­ ZULMASINA), 25.11.1988 gününde oybirliğiyle karar verildi. C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 689 T.C. YARGITAY Onikinci Hukuk Dairesi E. 1988/10204 K. 1988/14296 T. 25.11.1988 • BOŞALTMA İSTEMLİ TAKİP • ÖDEME İTİRAZI • ÖZET: Borçlu, uyan [ihtar] süresi içinde borcunu ödediğine ilişkin belge getirdiğine göre; alacaklı k i­ ralayandan sorulup 269/C-2 uyarınca karar verilmelidir. (2004 s. İİK m. 269/c) Merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekilleri ta­ rafından istenmesi üzerine, bu işle ilgili dosya mahalinden daireye 19.9.1988 tarihinde gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü: Borçlu vekili, 28.6.1988 tarihli dilekçesi ekinde akit teslimat ha­ nesini ibraz ederek ihtar süresi içinde yani 16.2.1988 tarihinde bor­ cun alacaklıya ödendiğini bildirerek ödeme belgesi ibraz etmiştir. Bu belge ve imza hakkında alacaklıdan diyeceği sorulmak, İİK. nun 269/c maddesinin 2. fıkrasınında nazara alınarak bir karar verilmek gerekir­ ken noksan inceleme ile karar verilmesi isabetsiz temyiz itirazları ye­ rinde görüldüğünden merci kararının İİK. nun 366. ve HUMK.nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 25.11.1988 gününde oybirli­ ğiyle karar verildi. 690 --------------------------------------------------------------- - YARGITAY KARARLARI DERGİSİ T.C. YARGITAY Onüçüncü Hukuk Dairesi E. 1986/4397 K. 1986/5272 T. 4.11.1986 • TAŞINIR MAL SATIMI • AYIBA KARŞI GÜVENCE ÖZET: Kendisinem otoru ayıplı araç satılan cının, piyasadan sağladığı motorla aracı normal hale getirerek üçüncü kişiye satması, satıcının satılanın ayıbı nedeniyle alıcıya karşı güvence [tekeffül] hü­ kümlerine dayanan sorumluluğuna etkili olmaz. (818 s. BK. m. 202) Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonun­ da, ilâmda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca duruşmalı olarak tem­ yiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptana­ rak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Davacı, davalıdan 3 4 ........3163 plâkalı, 1976 model Mercedes otobüsü noter senedi ile 2.500.000 TL bedelle satın aldığını, ancak motorun çakma olması nedeniyle araca el konulduğunu, Bursa Birin­ ci Ağır Ceza Mahkemesi’nin 1983/222 esas sayılı davada davalının mahkum olduğunu, motorun sökülerek müsadere edildiğini, araca yeni motor takılarak gerekli malzeme ve işçilik ücreti verdiğini, keza güm­ rükte bakımsız kalması nedeniyle başkaca giderlere neden olduğu­ nu, fazla istek saklı tutularak davalıya 1.138.086 TL fazla ödeme yaptığını ve davalının ayıplı mal hükümlerine göre bedelde indirim yap­ maya yanaşmadığını ileri sürerek, 1.138.086 TL. nin yasal faizi ile da­ valıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı, ayıplı olan aracın iade edilmediğini, davacının aracı ger­ çek değerinin çok üstünde üçüncü şahsa satarak kazanç elde ettiği­ ni bildirmiş ve davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davacının aracı davalıdan 2.278.250 TL’ye satın al­ dığı yeni motor ve diğer parçalar için 645.084 TL. masraf yaptığı, 3.500. 000 TL’ye aracı 3. şahsa satıp, 576.664 TL kâr ettiği ve zararı olmadı­ ğı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar davacı veki­ lince temyiz edilmiştir. C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 691 Davacıya satılan aracın motorunun kaçak (çakma) olduğu ve ce­ za mahkemesi kararı sonucunda motorun müsadere edilerek aracın ayıplı duruma girdiği uyuşmazlık konusu değildir. Bu durumda, dava­ cı BK.nun 202. maddesi gereğince satılanı alıkoyarak satış bedelinin indirilmesini dava edebilir. Davalının, davacının ayıplı mal hükümleri­ ne dayanan talebini reddetmesi yasaya uygun değildir. Davacının son­ radan piyasadan sağladığı yeni motor ve malzeme ile aracı normal hale getirerek üçüncü kişilere satması satılanın ayıbı dolayısıyle alıcı­ ya karşı tekeffül hükümlerine dayanan sorumluluğuna ve alicinin be­ delin indirilmesini talep etmesine etkili görülmemiştir. Nitekim bu yön, BK. nun 204. maddesinin 2. fıkrası hükmünden açıkça anlaşılmakta­ dır. O halde, mahkemece bilirkişi aracılığıyle ayıp dolayısıyla bedel­ den indirilmesi gereken miktar satış tarihindeki ayıplı ve ayıpsız değer arasındaki oran ödenen satış bedeline uygulanarak tesbit edilmeli ve bu tutarın davalıdan alınmasına karar verilmelidir. Yazılı gerekçe ile davanın reddi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. S o n u ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın davacı yararı­ na (BOZULMASINA), peşin harcın istek halinde iadesine, 4.11.1986 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Onüçüncü Hukuk Dairesi E. 1987/4297 K. 1987/5050 T. 22.10.1987 • TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİNE DAYALI ALACAK (Görevli mahkeme) ÖZET: Davalı ile davacıya alacağını temlik eden da­ va dışı sendika arasındaki ilişki toplu iş sözleşmesin­ den kaynaklandığına göre, davanın görülmesi iş mahkemesine aittir. (5521 s. İMK. m. 1) Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonun­ da; ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne ve kıs- YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 692 men reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde taraflar avukatınca temyiz edilmesi üzerine; dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Davacı, Türkbes-İş Sendikası’nın davalıdaki alacağının kendisi­ ne temlik etmesine rağmen davalının söz konusu parayı ödemediğini belirterek 12 milyon lira alacağın davalıdan alınmasını istemiştir. Davalı, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş ve hüküm taraflarca temyiz edilmiştir. Davacı temellük eden sıfatıyla bu davayı açmıştır. Davalı ile da­ vacıya alacağı temlik eden dava dışı sendika arasındaki ilişki toplu iş sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Temlik edilen alacak işveren da­ valının sendika adına işçilerden kesmiş olduğu işçi aidatlarından oluş­ maktadır. Uyuşmazlık toplu sözleşmeden kaynaklandığından davanın görülmesi İş Mahkemesinin görevine girer. Kamu düzeni ile ilgili gö­ rev hususu mahkemece resen gözönüne alınmalıdır. Bu yön gözetil­ meden işin esası hakkında hüküm kurulması yasaya uygun değildir. S o n u ç : Kararın yukarıda açıklanan nedenle (BOZULMASINA), davacı ve davalının diğer yönlere ilişkin temyiz itirazlarının bozma ne­ denine göre şimdilik incelenmesine gerek bulunmadığına, istek olur­ sa peşin harcın iadesine, 22.10.1987 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Onüçüncü Hukuk Dairesi E. 1987/5664 K. 1987/6087 T. 8.12.1987 • KİRA SÖZLEŞMESİNDEN KAYNAKLANAN UYUŞMAZLIK (Zamanaşımı) ÖZET: Kiracının , kiralananı hor kullanmaktan do­ ğan sorumluluğu kira sözleşmesinden kaynaklanan bir sorumluluktur. Bu nedenle, olayda Borçlar Yasası­ nın 125. maddesinde öngörülen on yıllık zamanaşı­ mı süresinin uygulanması gerekir. (818 s. BK. m. 125, 266) C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 693 Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonun­ da, ilâmda yazılı nedenlerden dolayı davanın zamanaşımı nedeniyle reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacılar tarafın­ dan temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü: Davacılar, davalının 15.6.1978 den itibaren kiraladığı dükkanlar­ da 5 yıl kiracı olarak kaldığını, tahliyesinde dükkanları aldığı şekilde vermediğini, kötü kullanma sonucu 854.000 TL lık hasar meydana ge­ tirdiğini, beyanla 854.000 TL nın 14.4.1987 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınmasına karar verilmesini istemişlerdir. Davalı kiralananı 15 haziran 1983 tarihinde tahliye ettiğini dava­ nın ise 22.4.1987 tarihinde açıldığını, BK. md. 60 uyarınca davanın süresinde açılmadığını ileri sürerek zamanaşımı definde bulunmuştur. Mahkemece, davalının kiralananı 15.6.1983 tarihinde tahliye et­ tiği, davacının bu tarihde kiralanana verilen zararı öğrendiği ve fakat davayı 22.4.1987 tarihinde BK. md. 60’daki zamanaşımı süresi geçi­ rildikten sonra açtığı gerekçesiyle zamanaşımı yönünden davanın red­ dine karar verilmiştir. Taraflar arasındaki uyuşmazlık kira sözleşmesinden kaynaklan­ maktadır. Davacılar davalının kiralananı kötü kullanmaları sonucu uğ­ radıkları zararın tazminini istemektedirler. BK. md. 226 gereğince kiracı kiralananı kiranın hitamında teslim aldığı şekilde geri vermekle yüküm­ lüdür. Kiracının kiralananı horkullanmadan doğan sorumluluğu kira aktinden doğan bir sorumluluktur. Bu itibarla olayda BK. nun 125. md. de öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir. Ta­ şınmaz Haziran 1983 tarihinde boşaltılmış ve dava 22.4.1987 tarihin­ de açılmıştır. Buna göre anılan zamanaşımı süresi dolmamıştır. İddia ve savunma çerçevesinde karar verilmesi gerekirken, olayda uygu­ lanma olanağı bulunmayan haksız fiile ilişkin BK. 60. md. uyarınca 1 yıllık zamanaşımına dayanılarak davanın reddi yasaya aykırıdır. S o n u ç : Yukarda açıklanan nedenlerle kararın davacı yararı­ na (BOZULMASINA), peşin harcın istek halinde iadesine, 8.12.1987 gününde oybirliğiyle karar verildi. ★ ★ YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 694 T.C. YARGITAY Onüçüncü Hukuk Dairesi E. 1987/6434 K. 1987/6536 K. 29.12.1987 • VEKİLLİK ÜCRETİ ÖZET: Yanlar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bu­ lunmadığı durumlarda avukatlık ücretinin belirlen­ mesinde, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin uygu­ lanması gerekir. (Av. As. Üc. Ta. m. 12) Cemil vekili ile Nihat vekili aralarındaki dava hakkında, (Ankara Onbirinci Asliye Hukuk Hâkimliğinden verilen 20.5.1987 tarih ve 193-267 sayılı hükmün, Dairenin 12.10.1987 tarih ve 4224-4844 sayı­ lı ilamiyle onanmasına karar verilmişti. Süresi içinde davalı avukatı ta­ rafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşuldu: Davacı avukat, davalı hakkında Ankara Gayrimenkul Satış İcra Memurluğu’nda açılan takipte hazırladığı dilekçe ile itiraz yapıldığını, alacaklı Anadolu Bankası’nın itirazın kaldırılması talebiyle Ankara Üçüncü İcra Tetkik Mercii’nde açtığı davayı davalının vekili sıfatıyla takip ederek lehine karar aldığını, davalı ile yazılı ücret sözleşmesi bu­ lunmadığını bu durumda davanın müddeabihini teşkil eden 73.559.500 lira üzerinden Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre hesaplanarak 1.618.000 lira vekalet ücretinin ödetilmesini istemiştir. Mahkemece, kazanılan 38.559.500 lira üzerinden nisbi tarifeye göre hesaplanan 898.690 liranın davalıdan alınmasına karar verilmiş davalının temyizi üzerine karar Dairemizin 12.10.1987 gün 1987/42244844 sayılı ilamı ile onanmıştır. Davalı taraf, 5.11.1987 günlü dilekçesi ile karar düzeltme istemin­ de bulunmuştur. Gerçekten icra ve merci dosyalarının incelenmesinden, davacı avukatın icra takibi sırasında davalıya hukuki yardımda bulunduğu sap­ tanamamıştır. 25.11.1985 günlü itiraz dilekçesi davalı tarafından im­ zalanıp icra memurluğuna verilmiş ve itirazın iptali davası açıldıktan sonra davacı avukat 3.2.1986 gününde düzenlenen vekaletnamesini C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 695 merci dosyasına ibraz ederek mercideki davayı takip etmiştir. Mah­ kemenin bu yoldaki kabulüde davacı tarafından temyiz edilmediğin­ den kesinleşmiştir. O halde davacı avukat İcra tetkik Merciinde takip ettiği dava ne­ deniyle ücrete hak kazanacaktır. Taraflar arasında yazılı ücret söz­ leşmesi bulunmadığına göre ücretin belirlenmesinde Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uygulanacaktır. Tarifelerin “ İcra ve İflâs Daireleri ile Tet­ kik Merciinde Ücret” başlıklı 12. maddesi hükmüne göre; duruşmalı yapılan işlemler nedeniyle tarifelerin ikinci kısmının ikinci bölümünün 2 ve 3 sıra numaralarında gösterilen iş ve davalarla ilgili hukuki yar­ dımlara ilişkin olup, tarifelerin üçüncü kısmına göre belirlenecek avu­ katlık ücreti bu sıra numaralarında yazılı miktarları geçemez. Mercideki dava 17.12.1985 tarihinde açıldığına göre bu tarihte yürürlükte bulu­ nan avukatlık ücret tarifesinin ikinci kısmının ikinci bölümünün 3 sıra numarasında gösterilen ücret 4300 lira olup bu miktara hükmedilmek gerekir. Mahkemece bu yön gözetilmeden yazılı şekilde hüküm ku­ rulması usul ve yasaya aykırıdır. Kararın bu nedenle bozulması gere­ kirken yanılma sonucu onandığı bu kez yapılan inceleme ile anlaşıldı­ ğından davalının karar düzeltme talebi kabul edilmeli ve mahkeme ka­ rarı açıklanan nedenle bozulmalıdır. S o n u ç : Usulün 440 ilâ 442. maddeleri uyarınca davalı tarafın karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 12.10.1987 gün 1987/ 4224-4844 sayılı onama kararının kaldırılmasına ve mahkeme kararı­ nın yukarıda açıklanan nedenle davalı yararına (BOZULMASINA), is­ tek olursa peşin harcın iadesine, 29.12.1987 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Onüçüncü Hukuk Dairesi E. 1987/6848 K. 1988/946 T. 22.2.1988 • ALACAK DAVASI • BANKANIN VERDİĞİ HAVALE MAKBUZU • EK [FER İ] HAKLAR ÖZET: Asıl borç ödeme veya başka bir yol ile orta­ dan kalkarsa, kefillik , rehin ve benzeri ek [fe r’i] hak­ lar da ortadan kalkar. 696 YARGITAY KARARLARI DERGİSİ Alacaklı, ana para için makbuz vermişse, faiz­ lerini de almış sayılır. Ancak, bankaca verilen hava­ le makbuzu alacaklının veya temsilcisinin borçluya verdiği makbuz niteliğinde değildir. (818 s. BK. m. 113, 88) Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması' sonun­ da; ilâmda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacılar avukatınca temyiz edilmesi üze­ rine; dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Davacılar, davalı şirketin 12.5.1985 ayına ait kira parasını ihtar­ name üzerine 1.12.1986 tarihinde ödediğini, ancak gecikme faizi öde­ mediğini ileri sürerek gecikme nedeniyle 19 aylık faiz tutarı ile yeni kira dönemi itibariyle tezyidi gereken ve ödenmeyen 452.400 liranın 11 aylık faizi tutarı toplam 1.178.944 liranın ve ihtarname masrafı, 6.055 liranın toplamı 1.184.999 liranın 12.1.1987 tarihinden itibaren yasal fai­ ziyle davalıdan alınmasını istemiştir Davalı, ana para ödendiğinden davanın reddine karar verilmesi­ ni istemiştir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm davacılar tarafından temyiz edilmiştir. Taraflar arasındaki uyuşmazlık geç ödenen kira parası için faiz istemine ilişkindir BK.nun 113. maddesinde asıl borç, ödeme veya baş­ ka bir yol ile ortadan kalkarsa, kefillik rehin ve benzeri fer’i hakların da ortadan kalkalcağı, daha önce işlemiş olan faizleri isteme hakkı­ nın saklı tutulduğu, bildirilmiş veya durumun özelliğinden anlaşılmış olmadıkça, bu faizlerin istenemeyeceği açıklanmıştır. Aynı yasanın 88. maddesi gereğince alacaklı anapara için makbuz vermiş ise faizleri­ mde tahsil etmiş sayılır. Ne varki olayda davalı 1.12.1986 tarihinde, 12.5.1985 tarihinde ödenmesi gereken 1.170.000 lirayı ve yeni dönem kira farkı 452.400 lirayı Mecidiyeköy Yapı Kredi Bankası aracılığıyla davacılar vekilinin Kapalıçarşı Yapı Kredi Bankası Şubesi’ndeki he­ sabına göndermiştir. Olayda ödeme davacıların Yapı Kredi Bankası’nın Kapalıçarsı’daki hesabına, Mecidiyeköy Bankasından havale suretiyle yapılmıştır. Davacıların anılan banka şubelerinden yatırılan kira bedellerini çekmesi söz konusu olmadığından ihtirazi kayıt koy­ malarının aranmasına gerek yoktur. Bu nedenlerle ve özellikle Ban­ kanın Mecidiyeköy Şubesinin kiracıya verdiği havale makbuzu alacak­ lının veya temsilcisinin borçluya verdiği makbuz niteliğinde olmadığın­ dan olayda BK. nun 88. ve 113. maddelerinin uygulanma olanağı yok­ 697 C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 tur. Banka havale makbuzu ilgili aya ait kira parasının bankaya yatı­ rıldığına dair bir delil teşkil eder. Mahkemece bu yönler gözardı edile­ rek davanın reddine karar verilmesi yasaya aykırıdır. Faiz miktarı yönünden inceleme yapılmalı ve sonucuna göre bir karar verilmelidir. Kararın bu nedenle bozulması gerekir. S o n u ç : Kararın yukarıda açıklanan nedenle davacı yararına (BOZULMASINA), istek olursa peşin harcın iadesine, 22.2.1988 gü­ nünde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Ondördüncü Hukuk Dairesi E. 1988/3995 K. 1988/5773 T. 20.9.1988 • SATIŞ VAADİ • ALACAĞIN TEMLİKİ ÖZET: Daha öbozulan [fe sözleşmesinden doğan hakkın devrine ilişkin name hukuken bir değer taşımaz ve mülk sahibini bağlamaz. (818. s. BK. m. 213, 162) Davacı Mehmet vekili tarafından, davalı Mustafa aleyhine 9.3.1987 gününde verilen dilekçe ile ferağa icbar suretiyle tescil istenmesi üze­ rine yapılan muhakeme sonunda; davanın reddine dair verilen 21.1. 1988 günlü hükmün Yargıtay’ca, duruşmalı olarak incelenmesi dava­ cı Mehmet vekilleri ile dahili davalı Hüseyin tarafından istenilmekle, dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek, gereği düşünüldü: Dosya kapsamına ve toplanan delilleri; davalı Mustafa, İzmir Be­ şinci Noterliği’nce re’sen düzenlenen 24.7.1980 gün ve 24688 sayılı sözleşme ile tapulu taşınmazının yarı payını Hüseyin’e 110 milyon li­ ra karşılığında satış vaadinde bulunmuş ise de, alıcının edimini yeri­ ne getirmemesi nedeniyle yine aynı noterlik aracılığıyla keşide ettiği 22.5.1981 gün ve 21491 sayılı ihtarname ile söz konusu satış vaadi söz­ leşmesini feshettiğine; 1.8.1986 günlü ibraname ile edimini yerine geti- YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 698 remediğini ve ödediği parayı geri aldığını bildiren Hüseyin’in sonra­ dan satış vaadi sözleşmesinden doğan hakkını davacı Mehmet’e devri­ ne ilişkin ve resen düzenlenen temlikname, daha önce satış vaadi söz­ leşmesinin feshinden ötürü hukuken bir değer taşımayacağına ve mülk sahibi Mustafa’yı bağlamayacağına göre, davanın reddi doğrudur. S o n u ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle mümeyyizlerin yerin­ de görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün (ONANMASINA), onama harcının temyiz edenlerden alınma­ sına, 11.000 lira duruşma vekalet ücretinin davacı Mehmet ile dahili davalı Hüseyin’den alınarak davalı Mustafa’ya ödenmesine, 20.9.1988 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Ondördüncü Hukuk Dairesi E. 1988/4040 K. 1988/5778 T. 20.9.1988 • FERAĞA İCBAR SURETİYLE TESCİL • YEMİN ÖZET: Davalı vekilinin, savunma dilekçesinde her türlü kanıta [delile] dayanmış olması yemini de kap­ sadığından, davalı tarafa savunmasını kanıtlama ba­ kımından davacıya yemin [and] yöneltme hakkının bulunduğunun hatırlatılması gerekir. (1086 s. HUMK. m. 337) Davacı Yılmaz vekili tarafından, davalı İstanbul Dört No’lu Tasfi­ ye Kurulu aleyhine 10.9.1986 gününde verilen dilekçe ile ferağa ic­ bar suretiyle tescil istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; davanın kabulüne dair verilen 19.11.1987 günlü hükmün Yargıtay’­ ca, duruşmalı olarak incelenmesi heriki davalı vekilleri tarafından is­ tenilmekle; dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü: Dosya kapsamı ve toplanan deliller itibariyle mümeyyizler vekil­ lerinin sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir. Ancak: C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 699 Dava, ferağa icbar suretiyle tescil istemine ilişkindir. Davaya karşı, Turhan davacıdan aldığı 3.700.000 lira borcun teminatı olarak satış vaadi sözleşmesinin düzenlendiği, mezkûr sözleşmenin muvazaaya müstenit olduğu, davacının ise İstanbul Üçüncü İcra Memurluğu’nun 984/13123 esas sayılı dosyası ile alacağını tahsil ettiği savunulmuş ve davanın dinlenme olanağının bulunmadığı bildirilmiştir. Bu husus­ ta davalı tarafça gösterilecek delillerin toplanması ve tanıkların dinle­ nilmesi bakımından olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi icabeder. İcra Tetkik Merciince sözü edilen icra takibine konu olan bonoların teminat olarak verildiklerine ilişkin satış vaadi sözleşmesinde bir ka­ yıt ve atıf mevcut olmadığından dolayı borçlu tarafından icra takibine yapılan itiraz reddedilmiştir. İcra Tetkik Merciinin yetkisinin sınırlı ol­ duğu gözönünde tutularak, İcra tetkik Merciinin ve İstanbul Üçüncü İcra Memurluğu’nun söz konusu dosyalarının getirtilerek incelenme­ si, borç ile satış vaadi sözleşmesi arasında bir ilişkinin bulunup bu­ lunmadığının araştırılması mezkûr dosyaların işbu dosya içerisine konulması ve Yargıtay’ca da kontrol olanağının sağlanması gerekir. Kaldı ki, davalı Turhan vekili savunma dilekçesinde hertürlü deli­ le dayandığına ve bu husus yemini de kapsadığına göre, davalı tara­ fa savunmasını ispat bakımından davacıya ant yöneltme hakkı olduğu­ nun hatırlatılması da düşünülmemiştir. Bu itibarla, eksik inceleme ve soruşturmaya dayanılarak delille­ rin değerlendirilmesinde yanılgıya düşülerek kurulan hüküm isabetli bulunmamıştır. S o n u ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle mümeyyizler vekilleri­ nin yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün (BOZUL­ MASINA), istek halinde peşin alınan temyiz harcının yatırana iadesine, 11.000 lira duruşma vekâlet ücretinin davacı Yılmaz’dan alınarak da­ valı Turhan’a ödenmesine, 20.9.1988 gününde oybirliği ile karar verildi. YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 700 T.C. YARGITAY Ondördüncü Hukuk Dairesi E. 1987/4123 K. 1988/6371 T. 10.10.1988 • DEĞİŞEBİLİR SINIR ÖZET: Değişebilir ve genişletilmeye elverişli sınır­ lardaki taşınmaz malların kayıtlan, fizik yapıları ve konumları itibariyle belli bir yeri kapsıyorsa; tesbit, o sınır esas alınarak yapılmalıdır. (3402 s. Kadastro K. m. 20/C) Davacı tarafından, davalılar aleyhine 16.6.1982 gününde verilen dilekçe ile kadastro tahdidinin iptali istenmesi üzerine bozmaya uyu­ larak yapılan duruşma sonunda; davanın kabulüne dair verilen 15.9. 1986 günlü hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davalı Hazine mümes­ sili tarafından istenilmekle; süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilek­ çesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü: Dosya kapsamına, toplanan delillere ve hükmüne uyulan bozma kararı uyarınca işlem yapıldığına, tapuda ve vergi kaydında yazılı dağ sınırının birdenbire 30-40 metre dik olarak yükselen kayaların üstün­ den başladığı saptandığına, uzman bilirkişilerce bu husus doğrulan­ dığına, taşınmazın bu yönü kesinlikle saptandığına, kayıt miktarı ile fazlalığa ait kesim fizik yapıları itibariyle aynı toprak karakteri taşıdığı­ na, 3402 sayılı Yasanın 20/C maddesi değişebilir ve genişlemeye el­ verişli sınırlardaki taşınmaz malların kayıtları fizik yapıları ve konumları itibariyle belli bir yeri kapsıyorsa tesbitin o sınır esas alınarak yapıla­ cağını öngürdüğüne uygulama bu maddeye de uygun bulunduğuna, ayrıca bilirkişi ve tanık sözleri ile taşınmazın Orman olmadığı belirlen­ diğine, Orman İdaresi taraf olmasına rağmen hükmü temyiz etmedi­ ğine, taşınmaz Hâzinenin satış ile davacıya geçtiğine ve vergi kaydı da 15 hektar olarak intikal gördüğüne göre mahkemece davanın ka­ bulünde bir usulsüzlük görülmemiştir. S o n u ç : Yukarıda belirtilen nedenlerle Hâzinenin temyiz itiraz­ larının reddi ile hükmün (ONANMASINA), 2613 sayılı Kanunun 38. maddesi gereğince harç alınmasına yer olmadığına, 10.10.1988 gü­ nünde oyçokluğu ile karar verildi. C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 701 KARŞI OY YAZISI • Davacı Hazine adına saptanan 13 ve 21 sayılı parsellerin kendisine ait 21.10.1955 ve 14.3.1966 tarihli tapuların kapsamında kaldığını ileri sü­ rerek., iptalini istemiştir. Yerel Mahkeme davayı kabul etmiş olup, Daire­ mizde çoğunluk kararın onanması görüşünde ise de bu düşünceye katılma olanağı yoktur. Şöyleki: Kadastro Komisyonu kararma göre taşınmazlar değişir nitelik­ te sınırları olan tapu kaydının miktar fazlası olarak Devletin hüküm ve ta­ sarrufu altındaki yerlerden olduğu belirlenerek Hazine adına saptanmıştır. Ayrıca sınırlarda Ormanın varlığı nedeni ile Orman Genel Müdürlüğü de davaya katılmıştır. Öncelikle Orman İdaresinin verilen kararı temyiz etme­ miş olması, bu taşınmazlarada orman niteliğinin araştırılmasına veya tem­ yiz aşamasında bu yönün incelenmesine engel değildir. Zira Ormanların mülkiyeti Hâzinenindir ve 6831 sayılı Yasanın 11. maddesi açıkça ormanla­ rın Hazine adına tescilini öngörmüştür. O halde bu nitelikteki taşınmazın mülkiyetine sahip olan Hâzinenin davada Ormanı savunmak, korumak, göz­ etmek hakkının varolmayacağını düşünmek Hâzinenin yasalarla tanınmış hak­ larını yok saymak anlamını taşır. Bu büyük bir çelişkidir, bu düşüncenin kabulü olanaksızdır. Hazine, bir taşınmazın Devlete ait olduğunu ileri sürerek açtığı davada veya kendisine bırakılmış bir yerde aleyhine açılan davada Orman ortaya çıktığı takdirde bunu doğal olarak, tıpkı diğer Hazine taşınmazları gibi, ka­ mu malı niteliğinde olması nedeni ile, savunmak korumak, görevindedir. Temyiz aşamasında ormanı savunması ve Yargıtay'ın bu savunmayı na­ zara alması gerekir. Bu noktadan hareketle, Orman İdaresinin kararı temy iz etmemiş olmasının, bu yönden incelemeyi engellemiyeceğine inanarak işin esasına geçiyorum. a) Hâzineye ait olan 6.8.1945 tarih 9 n o ’lu tapu kaydı 47.600 m 2alınındadır. Tüm sınırlarında dağ yazılıdır. Ayrıca orman bulunduğu incelemede saptanmıştır. Tapu miktarı ve sınırları ile 4.3.1947 tarih 1. numaraya, satış suretiyle Süleyman oğlu Salih adına intikal etmiştir. b) Bu tapu kadastro sırasında birden fazla taşınmaza uygulanmıştır. Dos­ yadaki tapu kayıtları ve tutanaklara göre bilinen (12-14-20-21) sayılı parsel­ lere revizyon görmüştür. Bu parsellerin toplamı dahi 103.508 m 2ye ulaşmaktadır. Demekki tapu miktarı aşılarak, edinilmesi olanaksız, kesim özel mülk olarak Kadastroca saptanmıştır. 702 YARGITAY KARARLARI DERGİSİ c) Tarım Orman Bakanlığı 23.9.1983 tarih 1103-507 sayılı cevabi yazı­ sında gerekçeli olarak 13 ve 21 sayılı çekişmeli parsellerin orman sayılan yerler olduğunu bildirmiştir. d) Yapılan keşifte alman 28.11.1984 tarihli uzmanbilirkişi raporunda, 13 ve 21 sayılı parsellerin dere yatağında yer alıp bir vadinin iki yamacının oluşturan bozuk baltalık ormanlar halinde sırtlara intikal ettiğini bildirdiği halde, başka gerekçeler ekliyerek sonuçta orman olmadığını bildirmiştir. Bu açık ve kesin çelişkilerle dolu rapor esas alınarak hüküm kurulamaz. Kaldı ki, Bakanlık cevabında net bir gerekçe ile orman olduğu belirtilen taşınmaz­ lar için bilirkişi raporunun baş kısmı değinilen Bakanlık cevabını doğrular ve bağdaşır nitelikte orman olduğuvyolunda bir açıklamadır. Raporun sonuç kısmında ise taşınmazların orman olmadığı yolundaki vurgulamayı kabule asla yer yoktur. e) Vergi kaydı 15 hektar olarak 1937 yılında Hazine adına düzenlen­ miştir. 1947 yılında gerçek kişilere yapılan satışda esas olan tapu miktarıdır ve taşınmaz satışı tapu dairesinde yapılmıştır. Özel İdare satış ve intikal mercii değildir. Tapuda satılan miktar 47.600 m 2 dır. Vergi kaydının devri, tapuda satı­ lan miktarın dışında Hâzineye ait ve çoğunluğu orman olan taşınmazın tapu dışındaki kısmının satılmış olduğu anlamına gelmez. 1968 yılında tadilat Komisyonunca taşınmazın yüzölçümünün 3 hektarı 7 5 9ar büyütüldüğü özel idarenin 5.10.1984 tarihli cevabi yazısında açıklan­ mıştır. Bu işlem tapuya taalluk etmediği gibi, tapuya işlenmemişdir ve yasal dayanağı da yoktur. İster Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki arazi olsun ister orman ol­ sun, tadilat komisyonunca vergi kaydı miktarının büyütülmesi ve gerçek k i­ şiler adına kaydedilmesi yasal dayanağı olmayan bir işlemdir. Tapu ile bu işlemin ilgisi yoktur. Taşınmaz niteliği itibariyle özel mülke dönüştürülecek nitelikte değildir. Vergi Tadilat Komisyonunun kamu arazisini tapu miktarı dışına çıkarıp büyüterek şahıslara devretmesi hukuki dayanağı olmayan bir işlemdir. Bu vergi kaydı, şahıslara devredildi denilerek, 46.700 m2 lik tapuya kar­ şılık 103.598 m 2 lik ve orman niteliği taşıyan kesimler, gerçek kişiler adına saptanamaz. Taşınmazın tamanının devredildiği kabul edilemez. f) 13 ve 21 sayılı parsellerin keşifte çizilen krokilerinde tüm sınırların­ da halâ orman olduğu, ormana bitişik olduğu açıkça işaretlendiği halde, ra­ porda taşınmazların ormanla irtibatı yoktur denilerek, anlaşılması zor bir çelişkiye düşülmüştür. C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 m 703 Bu taşınmazlar üzerinde bu gün kısmen meyve ağacı bulunması, bunla­ rın orman olmadığı anlamına gelmez. Öncesinin Orman olduğu, halen or­ man olarak sırtlarda devam ettiği belirgindir. Öncesi orman olan yerler, açılsa dahi, tahrib edilse dahi özel mülk olamaz. Salt orman topraklarının dahi or­ man sayıldığı yolunda Yüce Yargıtay Genel Kurulu'nun pekçok kararı olduğu bilinen bir gerçektir. g) 3402 sayılı Yasının 45. maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile 3. fıkrasında­ ki (tapulu) sözcüğü ile başlayan kısmı Anayasa Mahkemesinin 1.6.1988 ta­ rih 987/31 Esas, 988/13 karar sayılı kararı ile iptal edilmiştir. İptal kararının konusu zilyetlikle ormanların iktisap edilemiyeceği hususudur. Ayrıca ta­ pulu dahi olsa orman içinde ve dışında orman olan yerlerinde iktisabının ola­ naksızlığı bu kararda vurgulanmıştır. O halde 3402 sayılı Yasanın değinilen maddesine dayanılamıyacağı gibi çoğunluk düşüncesinde yer alan 20. mad­ denin (c) bendinede dayanılamaz. Bu maddede esas alınan (taşınmaz malla­ rın fiziki konumları ve sınırları itibariyle belki bir yeri kapsaması) hususu her yerde uygulanamaz. Zira burası ormandır, kamu malidir. Devletin hü­ küm ve tasarrufu altındaki yerlerde özellikle orman olan taşınmazlarda fizik yapı ve konumdan söz edilemez. Taşınmaz niteliği itibariyle esasen özel mülk olamıycağına tapu m iktarı, satılan kesim belli olduğuna göre, bunun dışına çıkalarak bu madde uygulanarak orman-özel mülke dönüştürülemez. S o n u ç : Değindiğim sebeplerle, a) Orman Genel Müdürlüğü'nün, kararı temyiz etmemiş olması karşı­ sında Hâzinenin, mülkiyetine, temeline, sahib olduğu ormanları savunması, ormanla ilgili kararı temyiz etmesi ve Yargıtay'ın inceleme yapması doğal ve yasaya uygundur. b) Bu durumda, dayanılan öncesi Hâzineye ait olan 47.600 m 2 alanın­ daki ve satışla şahıslara geçen 4.3.1947 tarih 1 no'lu tapunun intikalen ka­ dastro sırasında revizyon gördüğü parseller belirlenip, tamamı bir bütün olarak ele alınıp, sabit nokta saptanıp tapunun belli miktarının tekabül ettiği alan belirlenip fazlasının orman olduğu kabul edilmelidir. Yukarıda açıkladığım nedenlerle yerel mahkemenin kabule yönelik ka­ rarının kesin olarak b o z u l m a s ı gerektiği kanısı ile, çoğunluğun ona­ ma yolundaki düşüncesine karşıyım, karara katılmıyorum. Ferruh A T B A Ş O Ğ L U Üye * * * 704 ----------------------------------------------------------------- YARGITAY KARARLARI DERGİSİ T.C. YARGITAY Ondördüncü Hukuk Dairesi E. 1987/8892 K. 1989/1757 T. 20.2.1989 • • • • ORMAN KÜLTÜR ARAZİSİ ORMAN DIŞINA ÇIKARMA ZİLYEDLİKLE EDİNME ÖZET: Aslıorman olup, zamanla k nüştürülen bir taşınmaz, orman sınırları dışına çıka­ rılmadıkça zilyedlikle edinilemez. (3402 s. Kadastro K. m. 14,17, 45, geçici m. 1/2) Davacı temsilcisi tarafından, davalı Hamit aleyhine 8.12.1983 gü­ nünde verilen dilekçe ile kadastro tahdidine itiraz edilmesi üzerine Temel’de davaya katılarak yapılan duruşma sonunda; davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine dair verilen 29.9.1987 günlü hükmün Yar­ gıtay’ca incelenmesi davacı Orman İdaresi temsilcisi tarafından iste­ nilmekle; süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelene­ rek, gereği düşünüldü: İlk defa yapılan keşfe ait 27.4.1986 günlü bilirkişi raporunda da­ va konusu taşınmazın etrafındaki arazi ile birlikte ve bitişik olarak or­ man bütünlüğünü oluşturduğu, toprak muhafaza karakteri taşıdığı ve Orman sayılan yerlerden olduğu belirtilmiştir. Son defa yapılan ince­ lemeye ait 19.8.1987 günlü bilirkişiler raporunda ise genellikle aynı buluntular ifade edilmekle birlikte 562 metrekarelik kesimin Orman sa­ yılan yerlerden bulunduğu, bakiyesinde ise mesken mevcut olduğu ve fındıklık haline getirildiğinden Orman sayılmayacağı bildirilmiştir. Şayet taşınmazın aslı orman ise ve zamanla bir kısmı tarım arazisi ha­ line getirilmişse bu durum ayrıca orman sınırları dışına çıkarma işle­ mi bulunmadıkça orman sayılmamayı gerektirmez. Bilirkişilerin raporla­ rı arasında sonuç bakımından aykırılık vardır. İlk rapora itibar edilme­ diğine nazaran hiç değilse aradaki çelişkinin giderilmesi için yeni bir bilirkişi kurulu teşkil edilerek ve nedenleri de gösterilmek suretiyle ay­ kırılıklar giderildikten sonra bir sonuca varılmalıydı. İnceleme ve so­ ruşturma bu bakımdan yeterli görülmemiştir. C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 705 Ancak, bu arada ve öncelikle 3402 sayılı Kadastro Kanununun geçici 1/2. maddesi gereğince dosyanın görev yönünden Kadastro Mahkemesine gönderilmesi gereği gözetilmelidir. S o n u ç : Temyiz itirazlarının yukarıda gösterilen nedenlerle ka­ bulü ile hükmün (BOZULMASINA), 20.2.1989 gününde oybirliği ve nedeninde oyçokluğu ile karar verildi. KARŞI OY YAZISI • Davacı yönetim temsilcisi, 2 sayılı parselin Orman sayılan yerlerden olduğunu ileri sürerek tesbitin iptalini, taşınmazın orman olarak bırakılma­ sını elatmanın önlenmesini istemiştir. Yerel Mahkeme davayı kısmen kabul etmiştir. Temyiz incelemesi sıra­ sında dairemizde çoğunluk, iki ayn keşifde alman raporlarının birbiriyle çe­ lişik olması nedeniyle çelişkinin giderdilmesi gerektiğini vurgulayıp, bu sebeple kararın bozulması yolunda görüş birliğine varmıştır. Kararın bozulması gerektiği yolundaki düşünceye katılıyoruz. Ancak, araştırmaya sevk olarak değilde, kesin bozma yapılması gerektiği kanısı ile bozma gerekçesine katılmıyoruz. Şöyleki: Yapılan her iki keşifte de taşınmazın kökende orman olduğu, kısmen tahrip edilen kesimde fındık ve meyva ağacı dikildiği, kısmen or­ man ağaçlan ve bitkileriyle kaplı halen orman olduğu belirlenmiştir. Arada­ ki fark, birinci raporda bu husus açık ve kesin şekilde saptanıp açıklandığı halde, ikinci raporda, tahrib edilen kesimin bugünkü fiili durumu belirtilip öncesine değinilmemiş olmasıdır. Genel olarak 6831 sayılı Orman Yasası ve bunu değiştiren diğer yasala­ ra, Yargıtay'ın, özel daire ve HG K . kararlarına göre ormanların zilyetlik yolu ile kazanılması, özel mülke dönüşmesi olanaksızdır. Kaldıki en son çı­ kan 3402 sayılı Yasanın ormanlarda zilyetlik yolu ile yer kazanma olanağı tanıyan 45. maddesinin 1-2-3. fıkraları dahi Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilmiştir. Şimdi olayımızdaki taşınmazın durumunu incelendiğimizde, hiçbir mül­ kiyet belgesinin bulunmadığını ve davalının zilyetliğe dayandığını görüyo­ ruz. Alınan raporlara göre taşınmazın üç ayn görünümü taşıdığı gözlenmiştir. Bir kesiminin halen ladin-gürgen-meşe ağaçları ile kaplı halen orman oldu­ ğu, bir bölümünün tahribi süren bozuk orman alanı olduğu, bir bölümünün ise tamamen orman bitkisi yok edilip, fındık ve meyva fidanı dikildiği anla­ şılmaktadır. Bu olgu ve görünümü ile bitişik ladin ormanının devamı olan taşınmazın tamamının orman olduğu ve kısmen açılıp tarım arazisi haline YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 706 getirilmeye çalışıldığı açık ve kesin şekilde anlaşılmaktadır. Uzman bilirki­ şi orman mühendisi ilk raporda bu olguyu aynen anlatmıştır. Gerek olmadı­ ğı halde ikinci kez keşif yapılarak alman raporda bu durum açıklandığı halde, tarım yapılan kesiminde, ormanın tahribi suretiyle oluştuğuna nasılsa değinilmemiştir. Bu gün , gözlenen fiili duruma bakıldığında, fındık dikildiği gö­ rülebilir. Ne varki taşınmazın bitişik ormanın devamı olduğu ve çevresinde halen orman olan kesimine ve yakında tahrib edilen kesimine bakıldığında herhangi bir mülkiyet belgeside bulunmayan taşınmazın tümümün orman ol­ duğu, kısmen tahrib edildiği ortaya çıkmaktadır. Esasen raporlar arasında çelişki olduğu söylenemez. Yalnız ikinci ra­ porda aynı hususlar, taşınmazın durumu aynen tanımlandığı halde, fındık dikilen kesimin , ormanın tahribi sonucu oluştuğuna değinilmemiştir. Fın­ dık dikilen bu kesimde en yaşlı fidanın 25 yaşında olduğu belirtilmiştir ki zilyetlik süresi ne olursa olsun ormanlar zilyetlike kazanılamaz. O halde hangi çelişki nasıl giderilecektir. Kesin bir gerçek karşısında çelişkiden söz etmek olanaksızdır. Ayrıca bu dava 2613 sayılı Yasa gereği yapılmış tahdide itiraz davasıdır. 1744 sayılı Orman Yasasının 2/B madde­ sinin uygulanması olayı yoktur. Yani bir dışarı çıkarma veya Orman tahdidi yapılmamaktadır. 2613 sayılı Yasa gereği yapılan tahdid nedeniylç bu taşın­ mazın orman olup olmadığı saptanacaktır. Bu oluşuma göre ve mevcut kanıtları çerçevesinde taşınmazın bir kesi­ minin halen ladin ormanı olduğu, bir kesiminin , bozuk orman olduğu, bir kesiminde ise tahribat gerçekleştirilip fındık dikildiği ve tamamının evvelcede halende orman sayılan yer olduğu belirlenmiştir. Zilyetlik yolu ile or­ mandan yer kazanılamıyacağına göre davanın kabulü ve tüm taşınmazın orman olarak saptanmasına elatmanm önlenmesine karar verilmesi gerekir. S o n u ç : Yukarıda açıkladığımız nedenlerle , kararın tarım arazisi sa­ yılan kesim için kesin olarak bozulması gerektiği ve araştırmaya gerek ol­ madığı kanısı ile , araştırmaya sevk şeklindeki bozma gerekçesine karşıyız. Ferruh A T B A Ş O Ğ L U Üye A. Tacettin S E Ç K İN Üye C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 707 T.C. YARGITAY Onbeşinci Hukuk Dairesi E. 1987/3832 K. 1988/2299 T. 31.5.1988 • ALACAK DAVASI • FAİZ ÖZET: Faiz ödenmesi gereken duru nının % 30 üzerinden uygulanabilmesi, sözleşmesin­ de aksine bir hüküm yer almamış olmasına bağlıdır. (3095 s. Faiz K. m. 1) Taraflar arasındaki davanın, (Ankara Yedinci Asliye Hukuk Hâkimliği)nce görülerek, mahkeme ilâmında belirtilen gerekçelere binaen verilen 2.7.1987 tarih ve 488-360 sayılı hükmün temyizen tetkiki da­ vacı vekili ile davalılardan Ali vekili taraflarından istenmiş ve temyiz dilekçelerinin süresi içinde verildiği anlaşımış olmakla; dosyadaki kâ­ ğıtlar okundu, gereği konuşulup düşünüldü: 1) Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici se­ beplere ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, özel­ likle taahhütnamenin başlangıç bölününde davalı Ali’nin öğrenim plânına uyacağı taahhüt edilmiş olup öğrenim plânında belli bir tahsil dönemi öngörülmüş bulunduğu halde adı geçen davalının plâna uy­ mayarak ve davacının izni olmadan doktara öğrenimi yaptığı anlaşıl­ mış ve böylece süresi içinde yurda dönüp iş talebinde bulunmamış olmasına göre adı geçen davalının ve davacının aşağıdaki bendlerin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir. 2) Davalı Ali’nin bankaya verdiği 19.9.1977 tarihli taahhütname­ de kendisine yapılan masrafın faizi ve her türlü vergisi ile birlikte, öde­ yeceğini yüklenmiştir. Burada sözü edilen faiz temerrüt faizi olup bunun gider vergisinin de adı geçen davalıya yükletilmesi gerekir. Ne varki mahkemece bu verginin dava tarihine kadar olan bölümünün ödetilmesine karar verildiği halde, dava tarihinden sonraya ait temer­ rüt faizinin gider vergisine hükmedilmemiş olması yanlıştır.3 3) 19.12.1984 tarihinde yürürlüğe giren 3095 sayılı Kanunun 1. maddesinde BK. ve TTK. na göre faiz ödenmesi gereken hallerde, mik­ tarı sözleşme ile tesbit edilmemiş ise faiz ödemesi senelik % 30 ora- YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 708 nında yapılacağı öngörülmüştür. Aynı Kanunun geçici maddesinde de bu kanunun yürürlüğünden önceki ilişkilerden doğan faiz alacakları hakkında yürürlük tarihinden itibaren bu kanun hükümlerinin uygula­ nacağı belirtilmiştir. Görülüyorki faiz oranının % 30 üzerinden uygu­ lanabilmesi, sözleşmesinde aksine bir hükmün yer almamış olmasına bağlıdır. İnceleme konusu olayda davacı bankanın dayandığı 19.9.1977 tarihli taahhütnamede, davalı A li’ye yapılan öğrenim giderlerinin % 8,5 faiziyle birlikte ödetileceği kabul edilmiş olmasına göre, mahke­ menin hüküm fıkrasının 1. bendinde asıl alacağa % 8,5 temerrüt faizi yerine °/o 30 faiz yürütülmesi usul ve yasaya aykırıdır. S o n u ç : Yukarda birinci bendde açıklanan nedenlerle davacı vekili ile davalı Ali vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci bend­ de yazılı nedenlerle hükmün davacı yararına, üçüncü benddeki sebebten dolayı da hükmün davalı Ali yararına (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harçlarının temyiz eden taraflara iadesine, 13.6.1988 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Onbeşinci Hukuk Dairesi E. 1987/4357 K. 1988/2998 T. 26.9.1988 • ALACAK DAVASI • FAİZ ÖZET: B ir yan, [taraf] için ticari iş sayılanların, di­ ğer yan için de ticari olacağı düşünülmeden dava ta­ rihinden itibaren % 5 faize karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. (3095 s. Faiz K. m. 1) Taraflar arasındaki davanın, (Bakırköy İkinci Asliye Hukuk Hâkimliği)nce görülerek mahkeme ilâmında belirtilen gerekçelere bina­ en verilen 10.9.1986 tarih ve 537-722 sayılı hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davacı-karşılık davalı vekili tarafından istenmiş olmak­ la; dosyadaki kâğıtlar okundu, gereği konuşulup düşünüldü: C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 709 1) Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici se­ beplere ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, özel­ likle mahkemece kabul edildiği üzere yüklenici davalılar sözleşmede kararlaştırılan inşaaat alanından fazla inşaat yapmış olup, bunun için ayrıca süre isteme hakları bulunduğu anlaşılmış ve bu nedenle he­ sap edilen 11 ay geçikme cezasında bir usulsüzlük bulunmamış ol­ masına göre davacı ve karşılık davalı vekilinin aşağıdaki bendlerin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. 2) Hükme dayanak yapılan 12.11,1984 tarihli bilirkişi kurulu ra­ porunun 9. sayfasında davalıların sözleşme ve projeye nazaran 353.55 m2 fazla inşaat yaptıları, bunun 139.31 m2 sinin davacı arsa sahibinin bağımsız bölümlerine isabet ettiği, bu büyümeden dolayı davacı ve davalıların hisseleri oranında istifade ettikleri tesbit edilmiştir. Görü­ lüyor ki davalı yükleniciler yaptıkları fazla inşaatın karşılığında kendi dairelerini de genişletmek ve davacıya ait arsadan yararlanmak sure­ tiyle sözleşmeye uygun pay almışlardır. Daha açık bir anlatımla karşı­ lık davaya konu edilen fazla inşaatın bedeli arsa payı olarak davalılara fiilen ödenmiş bulunmaktadır. Mahkemenin bu yönü gözönünde bulundurarak karşı davanın red­ dine karar vermesi gerekirken fazla inşaat bedeline hükmetmesi yan­ lıştır. 3) Dava dilekçesinde alacağın % 10 faiziyle birlikte tahsili dava edilmiştir. Oysa işin niteliği ve davalıların tacir bulunduğu, bir taraf için ticari iş sayılanların diğer taraf için de ticari olacağı düşünülmeden dava tarihinden itibaren % 5 faize hükmedilmiş bulunması usul ve yasaya aykırıdır. S o n u ç : Yukarda birinci bendde açıklanan nedenlerle davacı ve karşılık davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci ve üçüncü bendlerde yazılı sebeblerden kararın davacı ve karşılık davalı yararına (BOZULMASINA), vekili duruşmaya gelmeyen davacı ve kar­ şılık davalı yararına duruşma vekillik ücreti takdirine yer olmadığına, istek halinde ödediği temyiz peşin harcının temyiz edene iadesine, 26.9.1988 gününde oybirliğiyle karar verildi. YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 710 T.C. YARGITAY Onbeşinci Hukuk Dairesi E. 1988/92 K. 1988/3020 T. 27.9.1988 • ALACAK DAVASI • AYIPLI İŞLER • EKSİK BIRAKILAN İŞLER ÖZET: Eksik bırakılan işler için, iş sahibinin ayrıca yükleniciye uyarıda bulunmak yükümlülüğü yoktur. Noksan işte; iş yapılmadığından, niteliğinin sözleş­ meye uygun olup olmadığı üzerinde durulamaz, o hal­ de noksan işi ayıplı işler ile bir arada ifade etmek olanağı yoktur. (818 s. BK. m. 359, 362) Taraflar arasındaki davanın, (Üsküdar Dördüncü Asliye Hukuk Hâkimliği)nce görülerek reddine dair verilen 23.9.1987 tarih ve 862612 sayılı hükmün temyizen tetkiki davacılar vekili tarafından isten­ miş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla; dosyadaki kağıtlar okundu, gereği konuluşup düşünüldü: 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici se­ beplere ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacılar vekilinin aşağıdaki bendlerin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. 2- Davacılar kendilerine ait bağımsız bölümler ile ortak yerlerde­ ki eksik ve kusurlu işler bedelinin ödetilmesini dava etmişlerdir. Hük­ me dayanak yapılan bilirkişi kurulu raporunda eksik ve kusurlu işlerin nelerden ibaret olduğu ayrı ayrı belirtilmiştir. BK. nun 359, 362. mad­ delerinde sözü edilen ve bedelinin ödetilmesi için iş sahibinin itirazı­ na bağlı tutulan işler ayıplı (kusurlu) imal edilen işlerle ilgilidir. Gerçek­ ten sözü edilen BK. nun 359. madde kenar başlığında (işin kusuruna mütedair teminat) tan söz edilmiş, 362. maddede de, ihbarın (kusur­ lu) işlerle ilgili olduğu belirtilmiştir. Görülüyor ki eksik bırakılan işler için iş sahibinin ayrıca yükleniciye ihbarda bulunmak yükümlülüğü yok­ tur. Çünkü noksan işde, iş yapılmadığından niteliğinin sözleşmeye uy­ gun olup olmadığı üzerinde durulamaz. O halde noksan işi ayıplı işler ile bir arada ifade etmek, yukarda sözü edilen (ayıplı işler) kavramına sokmak olanağı bulunmamaktadır. 711 C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 Bu durumda mahkemece yapılacak iş bilirkişi kurulu raporunda tesbit edilen noksan işler bedelinin teslim tarihi olan 4.9.1983 tarihe bu işlerin ikmal edilebileceği sürenin ilavesi suretiyle bulunacak ta­ rihteki rayiç bedellere göre bedelleri tayin ettirilerek ve ortak yerler­ deki eksik işler için davacıların arsa payı esas tutularak ödetme kararı vermek olmalıdır. 3Dava kalemleri arasında davacılara ait bağımsız bölümlerin geç teslimi nedeniyle uğranılan zararın ödetilmesi istemi de yer almakta­ dır. 14.12.1979 tarihli sözleşmenin 7. maddesinde öngörülen tazmi­ nat, anılan bağımsız bölümlerin geç tesliminden dolayı davacıların isteyebilecekleri maktu kira tazminatı niteliğindedir. Yukarda 2. bendde açıklandığı üzere iş sahibinin ihbar yükümlülüğü ayıba karşı tekeffül kuramı ile ilgili olup kira kaybı için bu ilkenin uygulama yeri yoktur. Öte yandan sözleşmenin 7. maddesinde belirtilen kira tazminatı BK. nun 158/2. maddesinde düzenlenen ifaya eklenen ceza niteliğinde de değildir. Öyle ise davacıların eseri teslim alırken itirazı kayıt ileri sür­ memiş olmaları kira kaybını tazmin ettirmek yolundaki haklarını et­ kilemez. Mahkemenin bu yönü gözardı ederek bu kaleme ilişkin davanın reddine karar vermesi de yanlıştır. S o n u ç : Yukarda birinci bendde açıklanan nedenlerle davacı­ ların sair temyiz itirazlarının reddine, iki ve üçüncü bendlerde gösteri­ len nedenlerle hükmün temyiz eden davacılar yararına (BOZULMA­ SINA), ödediği temyiz peşin harcın istek halinde temyiz eden davacı­ lara iadesine, 27.9.1988 gününde oybirliğiyle karar verildi. * T.C. YARGITAY Onaltıncı Hukuk Dairesi E. 1987/22801 K. 1989/91 T. 16.1.1989 • MERA • MUHDESAT ÖZET: Afer’a olarak sınırlandırılan taşınmazda, ih­ ya nedeni ile muhdesatm gösterilmesine olanak yoktur. (766 s. Tapulama K. m. 37/2) 712 YARGITAY KARARLARI DERGİSİ Taraflar arasında kadastro tesbitinden doğan dava sonucunda ve­ rilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi istenilmekle; temyiz istiğinin sü­ resinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okun­ du, gereği görüşüldü: Tapulama sırasında 183 parsel sayılı 231.800 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz mer’a olarak sınırlandırılmış, 184 parsel sayılı 12. 400 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz tapu kaydı ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle Bayramali ve arkadaşları, 187 parsel sayılı 25.000 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz da vergi kaydı ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle Mehmet ve arkadaşları ad­ larına tesbit edilmiştir. İtirazı tapulama komisyonunda reddedilen Ha­ zine, 187 sayılı parselin miktar fazlasının, 184 sayılı parselin ise tama­ mının Hâzineye ait olduğu, Haşan da 183 sayılı parsel hakkında ka­ zandırıcı zamanaşımı zilyetliği iddialarına dayanarak dava açmışlar­ dır. Mahkemece, davanın kısmen kabul, kısmen reddine ve dava konu­ su 183 sayılı parselin mer’a olarak sınırlandırılmasına, zeytin ağaçla­ rının muhdesat olarak kütüğün beyanlar hanesinde gösterilmesine, 184 ve 187 sayılı parsellerin tesbit malikleri adına tapuya tesciline ka­ rar verilmiş; hüküm, davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dosya kapsamına, toplanan delillere, kararda yazılı gerektirici ne­ denlere ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığına göre, da­ vacı Hâzinenin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak Kadastro Hâkimi itirazlı parsellerin maliklerini ve maliklerin pay oranlarını kararda açıkça göstermek zorundadır. Tapulama komisyonu kararı, mahkeme kara­ rının eki niteliğinde değildir. Bu nedenle 184 ve 187 sayılı parsellerin komisyon kararına atıf yapılarak tsciline karar verilmesi isabetli değil­ dir. Mahkemece, 183 sayılı parselin mer’a olduğu doğru olarak belir­ lenmiştir. Mer’alar da, 766 sayılı Tapuluma Kanunun 37/2. maddesi ile muhdesata ilişkin 40. maddesi hükmünün uygulanması mümkün değildir. 183 sayılı parselin mer’a olarak sınırlandırılmasına karar ve­ rilmekle yetinitmesi gerekirken, ihya nedeniyle muhdesatın gösteril­ mesine karar verilmesi doğru bulunmamaktadır. Davacı Hâzinenin temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan hükmün (BOZULMA­ SINA), 16.1.1989 gününde oybirliği ile karar verildi. C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 713 T.C. YARGITAY Onaltıncı Hukuk Dairesi E. 1987/25129 K. 1989/102 T. 16.1.1989 • MERA • ZİLYEDLİK • BİLİRKİŞİ VE TANIK DİNLENMESİ ÖZET: M er’alann edinilmesine [iktisabına] ya­ sal olanak yoktur. Mer'alara ilişkin uyuşmazlıklarda bi­ lirkişi ve tanıkların komşu köylerden seçilmesi gerekir. (3402 s. Kadastro K. m. 18/2) Taraflar arasında kadastro tespitinden doğan dava sonuncunda verilen hükmün, Yargıtay’ca incelenmesi istenilmekle; temyiz isteminin süresinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu, gereği görüşüldü: Tapulama sırasında 1892 parsel sayılı 1.025,1.893 parsel sayılı 1.222, 1893 parsel sayılı 4.650, 1899 parsel sayılı 1.400 metrekare yüzölçümündeki taşınmazlar, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bu­ lunan yerlerden olduğu nedeniyle Hazine adına tesbit edilmiş, 1895 parsel sayılı 10.800, 1897 parsel sayılı 1.551 metrekare yüzölçümün­ deki taşınmazlar, mer’a olarak sınırlandırılmıştır. İtirazı tapulama ko­ misyonunda reddedilen Ali ve arkadaşı vergi kaydı, kazandırıcı zaman­ aşımı zilyetliği, ihya ve paylaşmaya dayanarak dava açmıştır. Mahke­ mece, davanın kabulüne ve dava konusu parsellerin Hüseyin miras­ çıları adına tapuya tesciline karar verilmiş; hüküm, davalı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir. Bölgede toprak tevzi çalışması yapıldığı dosya kapsamından an­ laşılmaktadır. Toprak tevzii harita ve belirtmelikleri getirtilerek uzman ve yerel bilirkişiler araçlığı ile mahalline uygulanmak suretiyle taşın­ mazların bulunduğu bölgelerin mer’a olarak tahsis edilip edilmediği konusunda mahkemece araştırma ve inceleme yapılması gerekir. Ke­ şiflerde dinlenen yerel bilirkişi ve tanıklar aynı köyden seçilmişler ve taşınmazların mer’adan açıldığını bildirmişlerdir. Mer’alara ilişkin uyuş­ mazlıklarda bilirkişi ve tanıkların komşu köylerden seçilmesi gerekir­ ken bu kurala uyulmaması isabetli değildir. Keşiflerde dinlenen bilirkişi ve natıklar ile ziraatci bilirkişi taşınmazın mer’adan açıldığını bildirmiş­ lerdir. Dosyada bilirkişi beyanlarının aksine bilgi ve belge de bulun­ mamaktadır. Mer’aların zilyetlikle iktisabı mümkün değildir. 3402 sayılı Kanunun 18/2. maddesinde bu husus açıkça vurgulanmıştır. Mahke­ YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 714 menin kabulü dosya kapsamına aykırıdır. Eksik inceleme ile hüküm verilemez. Hal böyle olunca, yukarıda belirtilen doğrultuda araştırma, inceleme ve uygulama yapılmalı, taşınmazların niteliği kesin olarak saptanarak sonucuna göre karar verilmelidir. Davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının bu nedenle kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), 16.1.1989 gününde oybirliğiyle karar verildi. ★ ★ ★ T.C. YARGITAY Onaltıncı Hukuk Dairesi E. 1987/25130 K. 1989/103 T. 16.1.1989 • ZİLYEDLİKLE EDİNME KOŞULLARI ÖZET: Bir taşınmazın zilyedlikle tisabı]için, zilyedliğin aralıksız sürdürülmes (3402 s. Kadastro K. m. 14) Taraflar arasında kadastro tesbitinden doğan dava sonucunda ve­ rilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi istenilmekle; temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu, gereği görüşüldü: Tapulama sırasında 808 parsel sayılı 358 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz üzerinde iktisaba yeterli kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği gerçekleşmediği nedeniyle Hazine adına tesbit edilmiştir. İtirazı tapu­ lama komisyonunda reddedilen Abdullah tarafından, kazandırıcı za­ manaşımı zilyetliği ve satın almaya dayanarak dava açılmıştır. Mahke­ mece davanın kabulüne, dava konusu parselin davacı Abdullah adı­ na tapuya tesciline karar verilmiş hüküm, davalı Hazine vekili ile katı­ lan köy tüzel kişiliği tarafından temyiz edilmiştir. Çekişmeli parselin Ayşe’ye ait olduğu ve Ayşe’nin parselin üze­ rinde bulunan evini yıkarak ve enkazını alarak tesbitten 30 yıl kadar önce ayrıldığı ve taşınmazı terkettiği dosya kapsamından anlaşılmak­ tadır. Davacı Abdullah’ın taşınmaz üzerinde zemine ve ekonomik ama­ ca uygun zilyetliği de sabit olmamıştır. Zilyetliğin iktisap sağlayabilmesi için 3402 sayılı Kadastro Kanununun 14. maddesi gereğince aralık­ sız devam etmesi gerekir. Zilyetlik kesintiye uğradığına göre, bu şart­ ta davacı yararına oluşmamıştır. Hal böyle olunca; davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz, da­ valı Hazine ve köy tüzel kişiliğinin temyiz itirazlarının bu nedenle ka­ bulü ile hükmün (BOZULMASINA), 16.1.1989 gününde oybirliğiyle karar verildi. 717 C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 Oluşa ve mevcut delillere göre, sanığın sevk ve idaresindeki kam­ yonuna Düzce H.... Restaurant Petrol İstasyonu’ndan petrol aldıktan sonra, anayola çıkmak üzere hareket ettiğinde maktül İsmail’e çarpa­ rak ölümüne sebebiyet verdiği saptanmıştır. Bu olay nedeniyle, Trafik Komiseri Ahmet ile Polis Memuru Do­ ğan tarafından düzenlenen 2.8.1985 tarihli raporda sanığın kusursuz olduğu belirtildiği halde, Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Kurulu rapo­ runda 2/8 oranında kusurlu olduğu belirtilmiştir. Her iki raporda da olayı anlatış.ve yapılan açıklamalar aynı oldu­ ğu halde farklı sonuçlara varılmış olması Adli Tıp Kurumu raporunda­ ki çelişkiden kaynaklanmaktadır. Çünkü anılan raporda maktülün vasıtaya tahlikeli bir şekilde yaklaştığı ve vasıtanın olay anında yavaş hareket ettiği vurgulanmakla birlikte sanığın 2/8 oranında kusurlu ol­ duğu belirtilmiştir. Oysa yavaş bir şekilde anayola çıkmaya çalışan sa­ nığın dikkatini gidiş istikametine yoğunlaştırması ve bir dinlenme-duraklama yeri olan olay yerinde sağa sola gelen insanların tümünü kont­ rol etmesi beklenemez. Bu nedenle olaya uygun düşmeyen ve açıklamaları ile ulaştığı so­ nuç çelişkili olan ve sanığa kusur izafe eden Adli Tıp Kurumu raporu­ na dayanılarak sanığın mahkûmiyetine karar verilmesi yasaya aykırı olduğundan C. Başsavcılığının itirazının kabulüne, olayda aydınlatıla­ cak bir husus bulunmadığından sanığın beraatine karar verilmelidir. • Çoğunluk görüşüne katılmayan Üyeler: İk i rapor arasındaki çelişki­ nin giderilerek sonucuna göre hüküm kurulması yönünde oy kullanmışlardır. S o n u ç: Yukarıda açıklanan iki ayrı nedenle C. Başsavcılığı­ nın itirazının kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılarak hük­ mün (BOZULMASINA), 10.10.1988 gününde oybirliği ile sanığa kabili izafe kusur bulunmadığından yeniden bilirkişi incelemesi gerekmedi­ ğinden ve bu nedenle beraetine, 7.11.1988 gününde oyçokluğu ile ka­ rar verildi. * ★ 718 ----------------------------------------------------------------- YARGITAY KARARLARI DERGİSİ T.C. Y A R G I T A Y Ceza Genel Kurulu E. 1988/6-370 K. 1988/457 T. 14.11.1988 • HIRSIZLIK ÖZET: Sanıkların, mağdureye ait binadaki sağlam [muhkem] şekilde yapılmış kasayı dışarı çıkarıp kı­ rarak, içindeki paralan ve çekleri çaldıkları, kasayı attıkları eylemleri, kasanın mülkiyetine yönelik ol­ mayıp içindeki paraları ve çekleri çalmayı amaçla­ dıklarından, TCK. nun 493/1-son maddesine uyan suç oluşur. (765 s. TCK. m. 493/1-son) Hırsızlık suçundan sanıklar Mehmet, Recep, Hüseyin ve Adnan’ın, TCY. nın 493/1-son, 522, 59. maddeleri uyarınca cezalandırılmaları­ na ilişkin, (İnegöl Asliye Ceza Mahkemesince 15.12.1987 gün ve 76/444 sayı ile verilen hükmün sanıklar ve vekilleri tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen Altıncı Ceza Dairesi 30.6.1988 gün ve 5345/8691 sayı ile; 1-) Sanıkların eylemlerinin geceleyin bina içinden hırsızlık olup TCY. nın 492/1-son maddesine uyduğunun gözetilmemesi. 2-) ........... 3-) ........... ) isabetsizliğinden ve oyçokluğu ile bozmuştur. C. Başsavcılığı ise, 29.7.1988 gün ve 105 sayı ile; (Sanıkların eylemi kasanın mülkiyetini çalmak değil, sağlam ve muhkem şekilde yapılmış ve içinde kıymetli evrak ve para bulunan ka­ sayı bina içinde açamayacaklarını anlayınca dışarıya taşıyarak elve­ rişli vasıtalarla kırarak içindekileri almaktan ibarettir. Kasının bina içinde iken kırılarak açılmak suretiyle içindekilerinin alınması durumunda eylem TCY. nın 493. maddesine uyan suçu oluş­ turduğuna göre, dışarı çıkarılarak kırılıp açılması durumunda da aynı madde ile uygulama yapılması gerekir. Nitekim, CGK.nun 23.3.1970 gün ve 271-125 sayılı kararı da bu doğrultudadır) gerekçesiyle itiraz etmiştir. C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 719 İncelenen dosyaya göre; Sanıkların birlikte mağdura ait binaya girerek 1.10x40 cm boyu­ tunda bulunan, içerisinde 20 milyon lira civarında para ve çek olan kasayı, bu para ve çekleri çalmak amacıyla ve bina içerisinde açacak durumda, bulunmadıklarından sürükleyerek dışarı çıkarıp oto ile gö­ türmek istedikleri, yolda otonun çamura saplanması üzerine sağlam maddelerle ve muhkem şekilde yapıldığı bilirkişi görüşü ile belirlenen bu kasayı kırarak içindeki para ve çekleri çaldıkları ve kasayı attıkları, sanıkların eyleminin bizatihi kasanın mülkiyetine yönelik olmayıp için­ deki para ve çekleri çalmayı amaçladıkları anlaşılmasına göre TCY. nın 493/1-son maddeye uyan suç oluşur. Bu itibarla C. Başsavcılığı itirazının kabulüne ve Özel Daire boz­ ma ilamının (1) numaralı bendinin kaldırılmasına karar verilmelidir. • Karşı oykullanan Kurul Üyesi ne yönelik olduğunu bu itibarla daire bozmasının haklı nedenlere dayalı ol­ duğunu belirtmiştir. S o n u ç : Yukarıda açıklandığı, üzere C. Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma ilamının (1) numaralı bendinin kaldırıl­ masına, 14.11.1988 gününde birinci müzakere sonucunda 2/3’ü aşan oyçokluğuyla karar verildi. T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu E. 1988/1-470 K. 1988/514 T. 5.12.1988 • ÖLÜMLE BİTEN KAVGADA ÖLENE EL UZATMA ÖZET: Öldürme ile arasında kesinti bulunmayan kavgada maktulü yumrukla döven sanıkların, bu ey­ lemleri ölümle biten kavgada ölene el uzatma niteli­ ğindedir. (765 s. TCK. m. 464/1) Adam öldürmek suçundan sanık Fevzi’nin TCK.nun 448/51/2,59., bu suçun işlendiği sırada müzaheret ve muavenetle icrasını kolaylaştı­ S YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 720 rarak iştirak etmekten Halil’in aynı Kanunun 448, 65/3, 51/2, 59., Cihat’ın 448, 65/3, 51/2, 55/3 ve 59. maddeleri uyarınca mahkumiyetle­ rine ilişkin, (Salihli Ağır Ceza Mahkemesi)nden verilen 24.12.1987 gün ve 1987/260-343 sayılı hüküm, sanıklar ve müdahiller vekillerinin temyizi üzerine, Birinci Ceza Dairesi’nce incelenerek 18.4.1988 gün ve 1988/790-1655 sayı ile; Sanık Fevzi hakkındaki hükmün onanmasına karar verdikten son­ ra “ ...maktülün Fevzi’nin karısına lâf atıp sarkıntılıkta bulunduğu sa­ nığın ikazına rağmen fiiline devam ettiği bu sebeple her 3 sanığın maktulü dövmek hususunda irade birliğine vardıkları, olay günü mak­ tule ait taksiye yolcu olarak binerek, hadise yerine geldikleri, sanık Fevzi’nin tuvalete gideceğini söyliyerek taksiyi durdurduğu, Cihat’ın, vasıtanın kontak anahtarını aldığı birlikte maktülü dövmeye başladık­ ları, sanık Fevzi’nin çantasına gizlediği tüfeği çıkarıp maktule ateş et­ mek istediği diğer sanıkların engellemek istemelerine rağmen muvaf­ fak olamadıkları ve olay yerinden kaçmaya başladıkları sanık Fevzi’­ nin hamili silahla maktülü öldürdüğü, sanıkların aksi sabit olmayan savunmaları ve tekmil dosya münderecatından anlaşılmış olmasına göre sanık Halil ve Cihat’ın müessir fiilden sorumlu tutulmaları gere­ kirken asli faille aralarında öldürme suçunu işleme hususunda anlaş­ manın mevcut olmadığı nazara alınmadan yazılı şekilde hüküm tesi­ si....” İsabetsizliğinden bozulmuştur. Yerel Mahkeme; “ .... sanıkların kastı müessir fiil olsaydı Fevzi’­ ye ait olan ve içinde av tüfeği bulunduğu kolayca anlaşılan çantayı getirmesine engel olurlar ve arabanın kontak anahtarını almazlardı. Maktulü daha önce döven sanık Fevzi’nin dövmek için sanıklara ihti­ yacı olmadığına göre, öldürme hususunda irade birlikleri vardır...” bi­ çimindeki açıklamalarıyla direnmiştir. Bu hükmün de Yargıtay’ca incelenmesi sanıklar ve müdahiller ve­ killeri tarafından süresinde istenilmiş olduğundan dosya C. Başsav­ cılığının bozma isteyen 26.10.1988 gün ve 3271 sayılı tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilmekle; Ceza Genel Kurulu’nca okundu, ge­ reği konuşulup düşünüldü: Dosya içeriğinden anlaşılacağı gibi maktul Rasim’in sanık Fevzi tarafından öldürüldüğü saptanmış ve mahkumiyetine ilişkin hüküm özel dairece onanarak kesinleşmiştir. Yerel Mahkeme, sanıklar Halil ve Cihat’ın öldürmede sanık Fev­ zi’ye yardım ettiklerini kabulederek direnmişse de, özel daire bozma C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 721 kararında ayrıntılı olarak açıklandığı gibi sanık Fevzi’nin sanıklar Ci­ hat ve Halil’e maktül Rasim’in karısına laf atıp sarkıntılıkta bulundu­ ğunu, yaptığı uyarılara karşın eylemini sürdürdüğünü ve onu öldürece­ ğini söylemesi üzerine diğer sanıkların buna karşı çıkıp mani oldukla­ rı, ancak Fevzi’nin “ Arabi (maktul) çağıralım, biraz döver bırakırız” önerisini kabul ederek dövme hususunda irade birliğine vardıkları bu amaçla çağırıp taksisine müşteri olarak bindikleri, yolda durdurup döv­ meye başladıkları sırada Fevzi’nin çantasında gizlediği av tüfeğini çı­ karttığı, sanıklar Halil ve Cihat’ın kendisine burada da engel olmak istemelerine karşı Fevzi’nin onları silahla tehdit edip bertaraf ettikten sonra maktülü öldürdüğü aksi kanıtlanmayan savunmaları ve tüm dos­ ya kapsamından anlaşılmıştır. Bu itibarla sanıklar Halil ve Cihat öldür­ me eyleminde herhangi suretle sorumlu tutulamazlar. Ancak öldürme ile arasında kesinti bulunmayan kavgada maktülü yumrukla dövdük­ leri sabit olduğundan bu eylemleri ölümle biten kavgada ölene el uzat­ ma niteliğinde olup, TCK. nun 464/1. maddesine muhalefet suçunu oluşturur. Bu nedenle Özel Daire bozma kararına uyularak hakların­ da belirlenen yasa maddesi uyarınca hüküm kurulması gerekirken dos­ ya kapsamına uygun düşmeyen gerekçelerle yazılı şekilde karar veril­ mesinde isabet görülmemiştir. S o n u ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkeme diren­ me kararının istem gibi (BOZULMASINA), 5.12.1988 gününde oybir­ liğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu E. 1988/YYB-474 K. 1988/522 T. 5.12.1988 • MEMUR OLMAYAN SANIK ÖZET: Mem ur olmayan bir kimsenin, memurun iş­ lediği suça katılması halinde hakkında genel hüküm­ lere göre dava açılır. Ancak yargılaması memurla birlikte, memurun tabi olduğu mahkemede yapılır. (115 s. MMK. m. 15/2) 722 YARGITAY KARARLARI DERGİSİ Sahtecilik suçundan sanık Mehmet ve 15 arkadaşının yapılan yar­ gılamaları sırasında, Malatya Ağır Ceza Mahkemesi 21.3.1988 gün ve 1988/70-58 sayı ile; Sahte evrak düzenlemek suçundan dolayı sanıklar hakkında id­ dianame ile kamu davası açılmışsa da, sanıklardan Mehmet, Malatya Gümrük Müdürlüğü’nde memur olduğu gibi, suçu da görevine ilişkin bulunmaktadır. Memurin Muhakematı Hakkında Kanuna göre bu sa­ nık ve bu sanığa bağlı olarak diğer sanıklar hakkındaki davanın İl İda­ re Kurulu tarafından açılması gerekir...” görüşü ile mahkemenin görevsizliğine, Malatya Memurin Muhakematı Komisyonu sanıklar hakkında yap­ tığı idari soruşturma sonunda, 22.9.1988 gün ve 90-20.10.1988 gün ve 97 sayılarla; “ Malatya Gümrük Müdürlüğü eski Veznadarı Mehmet dışında ka­ lan ve haklarında dava açılan İbrahim, Selçuk, (İ.O), Abdurrahman, Çetin, Mehmet, Ali, Suat, Emine, Fatih, Haşan Hüseyin, (M.Y), Hü­ seyin, Cengiz, Haşan ve Mehmet (M.M) memur olmadıklarından, Gümrük Müdürlüğü eski Veznedarı sınak Mehmet’in ise, sahte ithal belgesi düzenliyerek resmi evrakta sahtekarlık yapması 1918 sa­ yılı Kanunun 36 ve 58. maddesine tekabül ettiğinden haklarında ka­ rar verilmesine yer olmadığına, davanın genel hükümlere göre açılıp yapılmasına ve dosyanın C. Savcılığına gönderilmesine, Karar verilmiş olmakla, Malatya İl İdare Kurulu ile aynı yer Ağır Ceza Mahkemesi arasında olumsuz görev uyuşmazlığı doğmuş bu­ lunmaktadır. Dosya, C. Başsavcılığının Malatya Memurin Muhakematı Komis­ yonu kararının kaldırılmasını isteyen 1.11.1988 gün ve 831 sayılı tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilmekle; Ceza Genel Kurulu’nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü: Dosya içeriğinden anlaşılacağı gibi, Malatya Gümrük Müdürlüğü’­ nde Veznedar olan sanık Mehmet’in, gümrük veznesine yatıralan pa­ ralarla ilgili alındı makbuzlarında, makbuz aslını başka İdarede kalan nüshasını başka ad ve işlere keserek otomobil ithalatı yapılmış gibi göstermek suretiyle evrakta sahtecilik suçunu işlediği, memur olma­ yan diğer sanıklarında bu suça katıldıkları iddia edilmektedir. Memurin Muhakematı Hakkında Kanunun 15/2. maddesinde “ ... memurinin birinci maddede mezkur olan cürümlerinden memur olma­ yan eşhas dahi metaldar olduğu takdirde muhakemeleri tevhiden me­ murun tabi olduğu mahkemede rüyet olunacaktır...” hükmü yer almaktadır. C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 723 Bu hükümden anlaşılacağı gibi memur olmayan bir kimsenin, me­ murun işlediği suça katılması halinde hakkındaki dava genel hüküm­ lere göre açılacak, ancak yargılaması memurla birlikte memurun tabi olduğu mahkemede yapılacaktır. Sanıklardan Mehmet suç tarihinde Malatya Gümrük Müdürlüğü’nde görevli memur olup, işlidiği iddia edilen suçta görevine ilişkindir. Hakkındaki davanın İl İdare Kurulu tarafından açılması gerekir. Bu ne­ denle Malatya Memurin Muhakematı Komisyonunun görevsizlik ka­ rarlarının kaldırılmasına, Sanık Mehmet dışında kalan ve memur olmadıkları saptanan sa­ nıklar İbrahim, Selçuk, (İ.O), Abdurrahman, Çetin, Mehmet Ali, Suat, Emine, Fatih, Haşan Hüseyin, (M.Y), Hüseyin, Cengiz, Haşan ve (M.M)’ye isnat edilen suçlara ilişkin davanın genel hükümlere göre açıl­ ması gerekir. Bu nedenle, Malatya Ağır Ceza Mahkemesi’nin görev­ sizlik kararının kaldırılmasına, Karar verilmelidir. S o n u ç : Açıklanan nedenlerle C. Başsavcılığı istemine kısmen uygun olarak Malptya Memurin Muhakematı Komisyonu kararının sa­ nık Mehmet’le ilgili kısmının; Malatya Ağır Ceza Mahkemesi Kararı­ nın diğer sanıklarla ilgili kısmının kaldırılmasına, 5.12.1988 gününde oybirliği ile karar verildi. ★ * ★ T.C. YARGITAY Ceza Genel Kurulu E. 1988/5-466 K. 1988/526 T. 12.12.1988 • ZORLA KAÇIRMAK • SARKINTILIK ÖZET: Sanığın, şehvet hissi ile zorla kaçırdığı durenin memelerini sıkmak ve öpmek suretiyle ay­ rıca sarkıntılık suçunu da işlediği anlaşılmaktadır. Bu yeni suçun, kaçırmaya kalkışma aşamasında veya ka­ çırmanın tamamlanmasından sonra işlenmesinde hiç bir fark yoktur. (765 s. TCK. m. 429, 430, 421) YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 724 Zorla kız kaçırmak ve sarkıntılık suçundan sanık Necati’nin TCY. nın 420/1 ve 421/2. maddeleri uyarınca cezalandırılmasına ilişkin, (Bur­ dur Ağır Ceza Mahkemesi)nce 16.6.1988 gün ve 1988/77-88 sayı ile verilen hükmün katılanlar vekili tarafından temyizi üzerine dosyayı in­ celeyen Beşinci Ceza Dairesi, 22.9.1988 gün ve 4700/5638 sayı ile; (Temyizin kapsamına göre zorla kaçırma suçundan verilen hü­ küm dışında yapılan inceleme sonucunda, Sanık Necati’nin müdahil Selma’nın memelerini sıkmak şeklin­ de beliren eylemi kaçırma fiilinin tamamlanmasından sonra vuku bul­ duğu anlaşıldığından ve adı geçen sanığa diğer sanıktan ayrı olarak sarkıntılık suçu nedeniyle müştakilen sorumlu olacak şekilde manevi tazminat, nisbi harç ve vekalet ücreti hükmolunduğu tesbit edildiğin­ den onanmasına) karar verilmiştir. C. Başsavcılığı ise, 25.10.1988 gün ve 117 sayı ile; (Sanığın mağdureyi kaçırarak oto ile 4-5 km. uzaklıştırdıktan sonra memelerini sıktığı, bilâhare otoyu devirmesi sonucu yakalandığı, bu haliyle meme sıkma eylemini kaçırma suçu tamamlandıktan sonra, fa­ kat suçun temadisi sırasında işlediği anlaşılmaktadır. Bu durumda, Özel Daire sarkıntılık eyleminin kaçırma fiilinin ta­ mamlanmasından sonra vuku bulduğunu vurgulayarak onama kararı vermiştir. O halde kalkışma aşamasında kalan kaçırma suçlarında gerçek­ leştirilen sarkıntılık eyleminin suç oluşturmayacağı görüşü benimsen­ miş bulunmaktadır. Bilindiği üzere kaçırma ve alıkoyma suçları mütemadi suçlardan olup, suç tamamlanmış olsa bile failin hareket ile bağlantısı hemen kesilmeyip bir süre daha devam etmekte fail suç işlemeyi bir süre daha sürdürmektedir. Öğreti ve uygulamaya göre mü­ temadi suçlarda suçun tamamlanması değil temadinin kesilmesi önem kazanmakta ve sonuçlar doğurmaktadır. Bu nedenle kaçırma ve alı­ koyma suçlarında suçun tamamlanmasından sonra, fakat temadisi sı­ rasında eyleme katılanlar hakkında iştirak hükümleri uygulanarak ceza tayını mümkün hale gelmektedir. O halde kaçırma ve alıkoyma suçla­ rında hangi aşamada kalırsa kalsın veya temadisi sırasında gerçek­ leştirilsin sarkıntılık eylemleri suçun şehvet unsuru olduğundan müstakil suç sayılmamalıdır) görüşüyle itiraz etmiştir. Dosya, Birinci Başkanlığa gönderilmiş olmakla; Ceza Genel Kurulu’nda okundu, gereği konuşulup düşünüldü: İncelenen dosyaya göre; C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 725 Sanığın, itiraz kapsamı dışında bırakılan diğer sanık Mesut ile bir­ likte reşit olan mağdure Selma’yı şehvet hissi ile zorla kaçırdıkları, oto ile 4-5 km. kadar götürdükten sonra bir taşa çarpan otonun arızalan­ ması üzerine sanık Mesut’un kaputu açtığı sırada içerde mağdure ile yalnız kalan sanık Necati’nin mağdurenin memelerini sıktığı, öptüğü ve daha sonra yola devam ederken otoyu deviren sanıkların yakalan­ dıkları anlaşılmaktadır. C. Başsavcılığı itirazı sanık Necati’nin sarkıntılık eylemine ilişkin­ dir. Sanık Necati’nin kaçırma suçundan ayrı olarak müstakilen sar­ kıntılık suçundan da cezalandırılmasına ilişkin Yerel Mahkeme hükmü Özel Dairece onanmıştır. C. Başsavcılığı ise itirazında şehvet hissi­ nin kaçırma ve alıkoyma suçlarının unsuru olduğunu, bu itibarla şeh­ vet hissinin tezahürü olan sarkıntılık eyleminden ayrıca ceza verileme­ yeceği görüşünü ileri sürmektedir. Kaçırmak ve alıkoymak suçlarının düzenlendiği TCY. nın 429 ve 430. maddelerine baktığımızda “ cebir, şiddet” veya tehdit veya hile ile şehvet hissi veya evlenme maksadı ile.... kaçırıp veya alıkorsa.... cezalandırılır” denilmektedir. Maddede öngörülen “ şehvet hissi” ve “ evlenme maksadı” su­ çun manevi unsuru olmayıp sanığın (saikini) gösterir ve kaçırma ve alıkoyma suçlarını maddi unsurları aynı olan diğer suçlardan (Hürri­ yet aleyhine işlenen suçlar ayırt eder. Saik sanığın ruhi durumunu gös­ termektedir. Kaçırma ve alıkoyma suçlarının oluşması için “ şehvet hissi” veya “ evlenme maksadı” nın yerine getirilmesi, tatmin edilmesi gerekmez. Failde böyle bir “ Saik” bulunması yeterlidir. Aksine “ şeh­ vet hissi” tatmin edilmiş ve böylece diğer yeni bir eylemde ika edil­ mişse fail hakkında işlediği her iki fiilden dolayı gerçek içtima (TCY. m. 71.) kuralları uygulanmalıdır. Öğretide aynı görüşleri benimsemektedir. Kaçırma ve alıkoyma suçlarının oluşabilmesi için “ evlenme maksadı” veya “ şehvet hissi” altında işlenmesi gerekir. Bu maksatların Tahakkuku şart değildir. Bu husus hususi kast (Saik)i oluşturur ve maddi unsurları aynı olan diğer suçlardan bu suçları ayırt eder. Şehvet hissinin tatmini halinde fiilin mahiyetine göre hasıl olan suçun kaçırma veya alıkoyma suçu ile içti­ ma ettirilmesi gerekir. Kaçırma ve alıkoyma suçları ile sonradan vu­ kua gelen suç arasında “ şehvet hissi” saikinin aynı olması bu fiilleri tek suç haline getirmez (F. Erem, T.C.H. Hususi Hükümler, Birinci Ba­ sı, Cilt: 2, Ank.-1962, Sh. 703). Fail kaçırma ve alıkoyma suçunu “ şehvet hissi” veya “ evlenme maksadı” ile icra eylemelidir. Bu saik kaçırma suçlarını ona benziyen YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 726 diğer fiillerden ayırır. Suçun teşekkülü için “ şehvet hissi” veya “ ev­ lenme maksadı” nın yerine getirilmiş, tatmin edilmiş bulunması lazım gelmez. Failde böyie bir maksadın bulunması kafidir. Bilakis aynı za­ manda bu maksatla tatmin edilmiş ise fail hakkında işlediği iki ayrı fi­ ilden dolayı hakiki içtima kaidelerinin tatbiki lazımdır (S Dönmezer, Umumi Adab ve Aile Nizamı Aleyhinde Cürümler, Cilt: 1, 1945, Sh. 164). Bu görüşleri diğer yazarlarda paylaşmaktadırlar. Bu açıklamalar ışığında olaya bakıldığında sanığın “ şehvet hissi” ile zorla kaçırdığı mağdurenin memelerini sıkmak ve öpmek suretiy­ le, ayrıca sarkıntılık suçunu da işlediği anlaşılmaktadır. Bu yeni su­ çun kaçırmanın vuku bulmakta olduğu teşebbüs aşamasında veya kaçırmanın tamamlanmasından sonra işlenmesinde hiç bir fark yok­ tur. Sonuç olarak bu açıklama ve kabul karşısında Yerel Mahkeme uygulaması ve Özel Daire onama kararı sonucu itibariyle yerindedir. C. Başsavacılığı itirazının reddine karar verilmelidir. • Karşı oykullanan Kurul Üyesi A . H am zaoğullan; itirazın haklı ne denlere dayandığını ileri sürmüştür. S o n u ç : Yukarıda açıklandığı üzere C. Başsavcılığı itirazının reddine, 12.12.1988 gününde 2/3’ü aşan oy çokluğuyla karar verildi. TC. YARGITAY Ceza Genel Kurulu E. 1988/7-418 K. 1988/532 T. 12.12.1988 • DURUŞMA • AÇIKLAMALI [MEŞRUHATLI] DAVETİYE ÖZET: 1567 sayılı Yasaya aykırı davranışta bulun­ mak suçundan sanık olan kişiye , C M U K . nun 225. maddesi uyarınca çıkarılan açıklamalı [meşruhatlı] davetiye tebliğ edildiği halde duruşmaya gelmediğin­ 727 C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 den, sorgusu yapılmadan hüküm kurulmasında ya­ saya aykırılık yoktur. (1567 s. TPKK. m. 3, 4) (1412 s. CMUK. m. 225) (765 s. TCK. m. 119) 1567 sayılı Yasaya aykırı davranışta bulunmak suçundan sanık Ali’nin 3196 sayılı Yasayla değişik aynı Yasanın 3 ve TCY. nın 119. maddesi uyarınca bir milyon beşyüzbin lira ağır para cezasıyla ceza­ landırılmasına ilişkin, (İstanbul Sekizinci Asliye Ceza Mahkeme­ since 22.1.1988 gün ve 1988/188 E. 1988/9 K. sayı ile verilen hükmün sanık vekili tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yedinci Ce­ za Dairesi, 29.4.1988 gün ve 3773/5563 sayı ile; (Eylemin, 3005 sayılı Yasaya tabi olduğu gözetilmeden sanığın sorgusu yapılmaksızın mahkumiyet hükmü kurulması) isabetsizliğin­ den bozmuş, Yerel Mahkeme ise, 12.7.1988 gün ve 354/346 sayı ile; (3005 sa­ yılı Yasa yürürlükte iken TCY. nın 119. maddesinde 2370 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikle “ yalnız para cezasını gerektiren suçlarda” C. Savcılığına ön ödeme ihtarı yapma yetkisi getirilmiş, yapılan tebligata rağmen para cezasının on günlük süre içerisinde masraflarıyla birlik­ te ödenmemesi halinde kamu davası açılacağı hükme bağlanmıştır. Bu düzenleme karşısında sanığa ön ödeme ihtarından itibaren 10 günlük süre tanınmakta ve bu süreye rağmen ödemede bulunulma­ dığında dava açılmakta, dolayısıyla sanık mevcutlu olarak mahkeme­ ye gönderilememektedir. Bu itibarla sanığa yüklenen 1567 sayılı Yasaya aykırı davranmak suçunun yargılanmasının 3005 sayılı Yasa hükümleri uyarınca yapılması gerekmekte isede, sanık yukarıda açık­ lanan nedenle mevcutlu gönderilemediğinden CYUY. nın 225. mad­ desi hükmüne göre meşruhatlı davetiye çıkarılarak duruşmaya gelme­ se bile hüküm verilmesi yoluna gidilmektedir. Olayımızda suç tarihi, 30.4.1986 günü olup, 12.5.1987 günlü id­ dianame ile dava açılmış ve sanık mevcutlu olarak mahkemeye gön­ derilmemiştir. Sanığa CYUY. nın 225. maddesi uyarınca çıkarılan meşruhatlı davetiye ise 1.6.1987 günü tebliğ edildiği halde duruşma­ ya gelmediğinden sorgusu yapılmadan hüküm kurulması gerekmiş­ tir) gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir. Bu hükmünde sanık vekili tarafından süresinde verilen dilekçe ile temyiz edilmesi üzerine dosya C. Başsavcılığının “ onama” isteyen 3.10.1988 gün ve 6456 sayılı tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gön YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 728 derilmiş olmakla; Ceza Genel Kurulu’nda okundu, gereği konuşulup düşünüldü: İncelenen dosyaya göre; Sanığa yüklenen suç 3196 sayılı Yasa ile değişik 1567 sayılı Ya­ sanın 3. maddesine aykırır davranışta bulunmak olup, sadece ağır para cezasını gerektirmektedir. 1567 sayılı Yasaya aykırı davranışta bulunmak suçlarının yargı­ lanmasının 3005 sayılı Yasa hükümleri uyarınca yapılacağına ilişkin bu yasanın 4. maddesi 15.2.1954 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Buna karşılık, 10.1.1981 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe giren 2370 sayılı Yasa ile TCY. nın 119. maddesi değiştirilerek; “ benzer yap­ tırım içeren suçlarla ilgili olarak C. Savcılarına önödeme ihtarı çıkar­ ma yetkisi getirilmiş, ödemede bulunulduğu takdirdede sanık hakkında kamu davası açılmayacağı, aksi halde suç sabit görüldüğü takdirde mahkemece tayin olunacak cezanın yarı oranında artırılacağı” hük­ mü konulmuştur. Öte yandan, 4.7.1985 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe giren 3206 sayılı Yasa ile de CYUY. nın 225. maddesi aşağıdaki şekilde düzen­ lenerek, “ Tahkikatın mevzuu olan suç gerek yalnız ve gerek birlikte olarak para cezasını, hafif hapis ve müsadere cezalarını müstelzim ise sanık gelmese bile duruşma yapılabilir. Bu gibi hallerde sanığa gön­ derilecek celpnamede kendisi gelmese dahi duruşmanın yapılabile­ ceği yazılıdır” hükmü konulmuştur. Bu yasal düzenlemelerin amacı, nitelikleri belirtilen yaptırımları içeren suçların yargılamalarının ivedi olarak sonuçlandırılmasıdır. Olay­ da C. Savcısı TCY. nın 119. maddesi uyarınca önödeme tebligatı yap­ mış yerel mahkemede CYUY. nın 225. maddesi gereğince meşruhatlı davetiye çıkarttığı halde sanık duruşmaya gelmediğinden hüküm ku­ rulmuştur. Öte yanda, TCY.nın 119. maddesinde belirtilen nitelikteki yaptı­ rımları taşıyan suçlarda C. Savcılarına önödeme tebligatı yapabilme olanağı getirilmesi karşısında sanıklar cezanın aşağı haddini ödedik­ lerinde kamu davası bile açılamayacaktır. Yine bu tür suçlar CYUY. nın 225. maddesi uyarınca çıkarılacak meşruhatlı davetiyeye rağmen sanığın gelmemesi halinde bile sorgusu yapılmaksızın sonuçlandırı­ lacaktır. Bu yasal düzenlemeler 1567 sayılı Yasasanın 4. maddesin­ den sonra yürürlüğe girmiş olduğuna göre, aralarında uyumsuzluk bulunması halinde ivedilik amacını gerçekleştireceği de gözönünde C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 729 tutulduğunda sonraki yasa hükümlerinin uygulanacağı açıktır. Bu iti­ barla yerel mahkeme direnme kararı isabetlidir. Hükmün onanması­ na karar verilmelidir. • Karşı oy kullanan Kurul Üyeleri; daire bozmasının haklı nedenlere dayandığını ileri sürmüşlerdir. S o n u ç : Yukarıda açıklandığı üzere sanık vekilinin temyiz iti­ razları yerinde görülmediğinden reddiyle, usul ve yasaya uygun bulu­ nan yerel mahkeme direnme hükmünün tebliğnameye uygun olarak (ONANMASINA), 12.12.1988 gününde 2/3’ü aşan oyçokluğuyla ka­ rar verildi. T.C. YARGITAY Birinci Ceza Dairesi E. 1988/4245 K. 1988/4571 T. 20.12.1988 • MEMURLARIN YARGILANMASI ÖZET: Sanık muhtar hakkında, yargılamanın gerek­ liliği [lüzum-u muhakeme] karan verilmesi durumun­ da aynı suçla itham olunan öteki sanık hakkındaki yargılamanın her iki dava dosyasının birleştirilerek yapılması gerekir. (115 s. MMK. m. 15/2) (1412 s. CMUK. m. 2) Abdülkadir’i kasten öldürmekten sanık Tahsin’in yapılan yargılan­ ması sonunda; hükümlülüğüne ilişkin, (Muş Ağır Ceza Mahkeme­ sind e n verilen 9.9.1988 gün ve 51/107 sayılı hüküm re’sen temyize tabi olmakla beraber, duruşmalı olarak Yargıtay’ca incelenmesi sa­ nık tarafından da istenilmiş olduğundan, dava dosyası Cumhuriyet Baş­ savcılığından tebliğname ile Dairemize gönderilmekle; duruşmalı olarak incelendi ve aşağıdaki karar tesbit edildi: Kararda, köy muhtarı sanık hakkında Memurin Muhakematı Ka­ nunu ahkâmına göre işlem ifası lüzumu öngörüldüğü cihetle, bu Ka­ nunun 15/2. maddesine göre aynı suçtan itham olunan sanık Tahsin YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 730 hakkındaki yargılamanın, muhtar hakkında lüzumu muhakeme kararı verildiği takdirde neticesine intizaren tevhiden rüyeti lazimesinin na­ zara alınmaması, Usule aykırı sanık ve duruşmalı incelemede vekilinin temyiz iti­ razları ile tebliğnamedeki bozma isteği bu itibarla yerinde görüldüğün­ den sair cihetleri incelenmeksizin öncelikle bu nedenle re’sen de temyize tabi hükmün CMUK. nun 321. maddesi uyarınca (BOZUL­ MASINA), 20.12.1988 günü oybirliği ile karar verildi. T.C. YARGITAY Birinci Ceza Dairesi E. 1988/4463 K. 1988/4581 T. 20.12.1988 • ADAM ÖLDÜRMEK-YARALAMAK ÖZET: ve bu silaha ait fişeğin öldürmeye el­ verişli tahrip gücü ve kinetik enerjiyi taşımadığından; sanığın elverişli vasıta kullanmaması nedeniyle ey­ lemi, adam öldürmeye kalkışma olmayıp yaralama niteliğindedir. (765 s. TCK. m. 448, 62) Rıza’yı kasten öldürmeğe tam derecede tebeşbbüsten sanık Hü­ seyin’in yapılan yargılanması sonunda; hükümlülüğüne ilişkin (Elazığ İkinci Ağır Ceza Mahkemesi)nden verilen 28.9.1988 gün ve 95/70 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sanık ile müdahil Rıza tarafın­ dan istenilmiş olduğundan, dava dosyası Cumhuriyet Başsavcılığı­ ndan tebliğname ile Dairemize gönderilmekle incelendi ve aşağıdaki karar tesbit edildi: 1- Bazı oturumların gizli yapılması gerekirken açık yapılması, te­ lâfisi mümkün görülmediğinden bozma sebebi sayılmamıştır. 2- Sanığın temyizinin kapsamına göre inceleme öldürmeye teşeb­ büs suçuna hasredilmiştir.3 3- Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın sucunun sübutu kabul, cezayı azaltıcı sebebin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 731 savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bozma sebebi dışında bir isabetsizlik görülmemiş ol­ duğundan müdahilin bir sebebe dayanmıyan temyiz talebinin reddi­ ne. Ancak: Sanığın karısı Nezaket ile mağdur müdahil Rıza’nın gayrimeşru ilişki kurdukları, bu münasebetleri nedeniyle olay günü sanığın bağında bir araya gelip birbirlerine üzüm ikram ederek uygunsuz, samimi bir yaklaşım halinde göründükleri, bu bağa daha önce gelen sanık Hü­ seyin’in gizlenerek mağdurların bu davranışlarını bir süre izlemekte iken aniden infiale kapılıp hamili bulunduğu tüfekle 4-5 metre mesa­ feden önce bir el mağdur muhtar Rıza’ya ateş edip yaraladığı, aka­ binde de kaçmakta olan karısı Nezaket’i kovalayıp peşinden ateş ettiği anlaşılmış, mahkemece de oluş bu biçimde değerlendirilmiştir. Bu durum muvacehesinde: Sanığın, Rıza’ya 4^5 metre gibi klinik olarak av silahlarının efektif tesir mesafesi dahilinden silahını ateşlediği, bu hareketin öldürme kasdıyla vaki olduğu kabul edilse bile, mağdurun sağ kol dirsek ve yü­ zünden çok sayıda saçma isabeti almasına rağmen bu saçmaların hiçbirisinin derine nüfus ve hayati tehlike tevlit edebilecek etkinlikte bulunmadığı, sadece bir saçmanın göze isabeti sonucu bu gözün kör olmasını intaç ettiği açığa çıkmış, bu maddi ve fenni verilere göre, si­ lahın ve bu silaha ait fişeğin öldürmeye elverişli tahrip gücü ve kinetik enerjiyi haiz olmadığı tebellür etmekle; teşebbüs hükmün tatbiki için evvelemirde zaruri görülen elverişli vasıta kullanamadığı anlaşılan sa­ nığın hukuki varlığı sabit olunan eyleminin yaralama bazında tavsifi ve TCK. nun 456/3, 457/1, 51/2, 59. maddeleriyle tecziyesi isabetli olacak iken yazılı şekilde hüküm tesisi, Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazı bu itibarla varit görül­ müş olmakla hükmün (BOZULMASINA), 20.12.1988 günü oybirliği ile karar verildi. ★ ★ ★ 732 ----------------------------------------------------------------- YARGITAY KARARLARI DERGİSİ T.C. YARGITAY İkinci Ceza Dairesi E. 1988/6008 K. 1988/6018 T. 8.11.1988 • İZİNSİZ AV TÜFEĞİ BULUNDURMAK ÖZET: 2521 sayılı Yasaya göre, y belgesiz taşınması ve bulundurulması suç oluştura­ cağından, belgenin gösterilmesi durumunda geri ve­ rilmesi gerekirken koşulsuz olarak iadesi yasal değildir. (2521 s. ASK.) Merciinden ruhsat almaksızın av tüfeği bulundurmak ve meskun mahalde zaruret olmaksızın silâh atmaktan sanık Ayhan’ın yapılan yar­ gılaması sonunda; vaki zamanaşımına mebni sanık hakkındaki kamu davasının ortadan kaldırılmasına, emanette kayıtlı av tüfeğinin sanı­ ğa iadesine dair, (Çarşamba Sulh Ceza Mahkemesi)nden verilen 25.5.1988 tarihli hükmün Yargıtay’ca incelenmesi C. Savcısı tarafın­ dan dilekçeyle istenmek ve dava evrakı C. Başsavcılığının 13.10.1988 tarihli tebliğnamesiyle daireye gönderilmekle okundu: 2521 sayılı Kanuna göre, yivsiz av tüfeğinin, belgesiz taşınması ve bulundurulması mümkün bulunmadığı cihetle dava konusu tüfe­ ğin, gerekli belgenin ibrazı halinde iadesi, aksi halde gereği takdir edil­ mek üzere zabıtaya tevdii lüzumu gözetilmeden, şartsız iade kararı ittihazı, Bozmayı gerektirmiş, C. Savcısının temyiz itirazı yerinde görül­ müş olduğundan hükmün istem gibi (BOZULMASINA), 8.11.1988 ta­ rihinde oybirliğiyle karar verildi. C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 733 T.C. YARGITAY Üçüncü Ceza Dairesi E. 1988/6470 K. 1989/392 T. 27.1.1989 • ONBİR YAŞINI DOLDURMAYAN KÜÇÜK SANIK (Uzman doktor raporu) ÖZET: Suç tarihinde doldurmayan kü­ çük sanığın, üzerine yükletilen suçun anlam ve so­ nuçlarını kavrayabilme yönünden bedensel, akılsal ve ruhsal durumunun uzman doktor aracılığıyla araştı­ rılıp belirlenmesi gerekir. (2253 s. ÇMK. m. 20) Orman Kanununa muhalefetten sanık Cihan hakkında yapılan du­ ruşma sonunda; anılan Yasanın 93/2; 2253 sayılı Kanunun 12/2; TCK. nun 59; 647 sayılı Kanunun 4. maddeleri gereğince neticeten, 45.000 lira ağır para cezasıyla mahkumiyetine, cezasının teciline, tazminat, nisbi harç ve yargılama giderinin sanıktan tahsiline dair, (Ardeşen Sulh Ceza Mahkemesinden verilen 21.3.1988 günlü ve 107/68 sayı­ lı hüküm sanık tarafından temyiz olunmakla; mahallinden gönderilen evrak C. Başsavcılığının 24.5.1988 günlü tebliğnamesiyle daireye ve­ rilmekte okunarak gereği görüşülüp düşünüldü: Suç tarihinde onbir yaşını doldurmamış olan küçük sanığın, 2253 sayılı Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu, Görev ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanunun 20. maddesi uyarınca, üzerlerine yükletilen su­ çun anlam ve sonuçlarını kavrayabilme yönünden bedeni, akli ve ru­ hi durumunun uzman hekim aracılığıyla araştırılıp belirlenmesinde, suçun işlendiği tarih ile niteliğinin, başka bir anlatımla orman yasası­ nın hangi maddesinde öngörülen eylemi oluşturduğunun açıkça ifa­ de edilmesi ve düzenlenen raporda da bu hususlara özellikle yer verilmesi gerektiği gözetilmeyerek suçun özelliğini içermeyen ve ge­ nel anlamda (Orman Yasasına muhalefet) şeklinde ifade edilen ye­ tersiz rapora dayanılarak mahkumiyet hükmü kurulması, Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı isteme aykırı olarak (BOZULMASINA), 27.1.1989 gününde oybirliğiyle karar verildi. YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 734 T.C. YARGITAY Üçüncü Ceza Dairesi E. 1988/1295 K. 1989/601 T. 1.2.1989 • CEZALARIN ERTELENMESİ ÖZET: Hükümlü, 3506 sayılı Yasada öngörülen sü­ re içinde cezanın (1 y ıl 6 ay hapis) ertelenmesini di­ lekçe ile yerel mahkemeden istediğine göre, yeniden duruşma açılarak bir karar verilmesi gerekirken, ev­ rak üzerinde yapılan inceleme sonucu isteğin redde­ dilmesi yasaya aykırıdır. [647 s. CİK. geçici m. 3 (3506 s. K. la Dğş)] (6831 s. OK m. 93/2-3) Orman Kanununa muhalefetten sanık Şeyh Mehmet hakkında ya­ pılan duruşma sonunda; anılan Yasanın 93/2-3. maddeleri gereğince neticeden 18 ay hapis cezası ile mahkumiyetine, tazminat, nisbi harç ve yargılama giderinin sanıktan tahsiline, buğday ürününün müsade­ resine, ek karar gereğince hükümlünün 1 yıl 6 ay hapis cezasının pa­ raya çevrilmesi ve ertelenmesi yolundaki taleplerinin reddine dair, (Doğanşehir Sulh Ceza Mahkemesi)nden verilen 8.6.1987 günlü ve 429/212 sayılı hüküm ile 21.12.1988 gün ve esas 1988/135 müt karar 1988/135 sayılı ek karar sanık tarafından temyiz edilmiş olduğundan, mahallinden gönderilen evrak C. Başsavcılığımın 25.1.1989 günlü tebliğnamesiyle daireye verilmekle okunarak, gereği görüşülüp dü­ şünüldü: Orman Yasasının 93. maddesinin 2 ve 3. fıkraları uyarınca, bir yıl altı ay hapis cezası ile mahkumiyetine karar verilen ve bu cezası Dairemizce onanmak suretiyle kesinleşen hükümlü Şeyh Mehmet’in infaz aşamasında 14.12.1988 günü yürürlüğe giren 3506 sayılı Yasa­ nın geçici 3. maddesine dayanarak, öngörülen süre içinde 19.12.1988 günlü dilekçe ile hükmü veren mahkeyeye başvurarak söz konusu ce­ zanın ertelenmesini istemiş bulunmasına göre, Ceza Genel Kurulu’nun ve Dairemizin benzer içtihatlarında da açıkça kabul ve ifade edildiği gibi, istek konusunun doğrudan davanın esası ve sonucu ile ilgili olması yönünden, yeniden duruşma açılarak bir karar verilmesi gerektiği gözetilmeyerek, evrak üzerinde yapılan inceleme sonucu is­ teğin reddedilmesi, 735 C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, 21.12.1988 günlü müteferrik kararın bu sebep­ ten dolayı istem gibi (BOZULMASINA), 1.2.1989 gününde oybirliğiy­ le karar verildi. * ★ T.C. YARGITAY Dördüncü Ceza Dairesi E. 1988/477 K. 1988/676 T. 3.2.1988 • YETKİLİ MAKAMLARIN BUYRUKLARINA UYMAZLIK • GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMAK ÖZET: İcra memurluğunun yazısına, gerçeğe aykı­ rı bildirimde [beyanda] bulunan Ziraat Bankası mu­ hasibi vekili sanık, memur olmadığına göre, eylemine TCK.nun 240. maddesi yerine 526. madde lanmalıdır. (765 S. TCK. m. 240, 526) Görevini kötüye kullanmaktan sanık Muhasebeci Vekili Mustafa’­ nın yapılan duruşması sonunda, TCK. nun 240, 59; 647 sayılı Kanu­ nun 6. maddeleri gereğince, 10 ay hapis ve 5000 lira ağır para cezaları ile mahkumiyetine, cezalarının ertelenmesine dair, (Kırıkhan Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 14.10.1987 günlü hükmün Yargıtay’­ ca incelenmesi sanık tarafından süresinde istida edilerek, dava evra­ kı bozma isteyen 22.1.1988 günlü tebliğname ile daireye gönderilmekle okundu, gereği konuşulup düşünüldü: Yerinde görülmeyen sair itirazların reddine. Ancak: Kırıkhan İcra Memurluğu’nun 27.4.1984 günlü yazısına, gerçeğe aykırı bildirimde bulunan o yer Ziraat Bankası muhasibi vekili sanı­ ğın, eyleminin TCK. nun 526. maddesi kapsamına giren suçu oluş­ turduğu ve TCK. uygulamasında memur sayılmadığı gözetilmeden aynı yasanın 240. maddesiyle mahkumiyetine karar verilmesi, YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 736 Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirasları ile tebliğname münderecatı bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepden dolayı istem gibi (BOZULMASINA), 3.2.1988 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Dördüncü Ceza Dairesi E. 1988/2038 K. 1988/2425 T. 5.4.1988 • • • • TEHDİT HAKARET SUÇLARIN DÜŞÜNSEL TOPLANMASI MADDİ VE MANEVİ ÖDENCE ÖZET: 1- Sanığın, davaya katliam [mudahili] tehdit etmekle birlikte ayrıca ana-avrat sövmesi ayrı [müs­ takil] bir suç oluşturduğundan, TCK. nun 79. mad­ desine dayanılarak, hakaret suçundan hüküm kurul­ maması doğru değildir. 2- Sövme eyleminin varlığı kabul edildiğine gö­ re, manevi ödenceye karar verilmemesi yasaya ay­ kırıdır. (765 s. TCK. m. 191, 480, 79, 467) Tehdit ve hakaret etmekten sanık Ahmet’in yapılan duruşması so­ nunda, TCK. nun 188/1, 72; 647 sayılı Kanunun 4-6. maddeleri gere­ ğince, 57.000 lira ağır para cezası ile mahkûmiyetine ve cezasının ertelenmesine dair, (Çumra Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 25.11.1987 günlü hükmün Yargıtay’ca incelenmesi müdahil vekili ile üst C. Savcısı tarafından süresinde istida edilerek, dava evrakı boz­ ma isteyen 21.3.1988 günlü tebliğname ile daireye gönderilmekle okundu, gereği konuşulup düşünüldü; Yerinde görülmeyen sair itirazların reddine. Ancak: 1- Oluşa ve mevcut delillere göre, sanığın müdahile telefon ede­ rek onu tehdit etmekle beraber ayrıca ana avrat sövmesinin müstakil C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 737 bir suç olduğu anlaşıldığı halde iCK. nun 79. maddesine dayanıla­ rak, hakaret suçundan hüküm kurulmaması, 2- Şeref ve haysiyeti ihlâl eder nitelikte bulunan sövme fiilinin mev­ cudiyeti kabul edilmiş olmasına rağmen TCK. nun 79. maddesi naza­ ra alınarak manevi tazminat takdir ve tayinine yer olmadığına karar verilmesi, Bozmayı gerektirmiş Üst C. Savcısı ile müdahil vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebep­ lerden dolayı istem gibi (BOZULMASINA), 5.4.1988 gününde oybirli­ ğiyle karar verlidi. T.C. YARGITAY Dördüncü Ceza Dairesi E. 1988/2036 K. 1988/2482 T. 6.4.1988 • SALDIRGAN SARHOŞLUK • YİNELEME [TEKERRÜR] • ADLİ SİCİLDEKİ HÜKÜMLÜLÜK KAYDININ SİLİNMESİ ÖZET: Sanığın, alışkanlığa esas alman ve yerine ge­ tirilen [infaz olunan] önceki cezalarının 647 sayılı Ya­ sanın 7. maddesi uyarınca silinmesi ve oluşmamış sayılması gerekir. Daha sonra yerine getirilen mah­ kumiyeti nedeniyle TCK. nun 572/1, 81/2. madde­ leri uygulanmalıdır. (765 s. TCK. m. 81/2, 572/1) (647 s. CİK. m. 7) Görevli memura direnmek ve saldırgan sarhoşluktan sanık, Ümit’­ in yapılan duruşması sonunda, TCK. nun 258/3, 572/2, 74. maddeleri gereğince, 3 ay hapis, 9 ay hafif hapis cezaları ile mahkumiyetine da­ ir, (Bartın Asliye Ceza Mahkemesinden verilen, 4.2.1988 günlü hük­ mün Yargıtay’ca incelenmesi sanık tarafından süresinde istida edilerek, dava evrakı onama isteyen 25.3.1988 günlü tebliğname ile daireye gönderilmekle okundu, gereği konuşulup düşünüldü: YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 738 Yerinde görülmeyen sair itirazların reddine. Ancak: Sanığın saldırgan sarhoşluk suçundan itiyada esas alınan 29.12.1982 ve 29.3.1985 tarihlerinde infaz olunan önceki mahkûmi­ yetlerin 647 sayılı Kanunun 7. maddesi gereğince silinmesi ve esa­ sen vaki olmamış sayılması gerektiğinden, 24.4.1986 tarihinde infaz olunan mahkûmiyeti nedeniyle TCK. nun 572/1, 81/2. maddeleri ge­ reğince ceza tertip edilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması, Bozmayı gerektirmiş sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan onama isteyen tebliğnamedeki düşüncenin reddiyle hükmün bu sebepden dolayı (BOZULMASINA), 6.4.1988 günün­ de oybirliğiyle karar verildi. T.C. Y A R G I T A Y Dördüncü Ceza Dairesi E. 1988/2034 K. 1988/2505 T. 7.4.1988 • MEMURA GÖREVİNDEN ÖTÜRÜ HAKARET • ZOR KULLANARAK VE TEHDİT İLE HAKARET ÖZET: Sanığın, keşif sırasında hâkime; cebir, şid­ det ve tehditle hakareti, duruşmada yapılmış sayıl­ mayacağından, eyleme nun 266/3, 269. madde­ leri uygulanmalıdır. (765 s. TCK. m. 266/3, 269) Duruşmada, hâkime hakaret etmekten sanık Hasan’ın 3005 sa­ yılı Kanuna göre yapılan duruşması sonunda, TCK. nun 268/1, 269. maddeleri gereğince, 2 yıl hapis cezası ile mahkûmiyetine dair, (De­ nizli Birinci Asliye Ceza Mahkemesi)nden verilen 23.10.1987 günlü hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sanık tarafından süresinde istida edi­ lerek dava evrakı bozma isteyen 24.3.1988 günlü tebliğname ile dai­ reye gönderilmekle okundu, gereği konuşulup düşünüldü: Yerinde görülmeyen sair itirazların reddine. Ancak; C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 739 Oluşa, kabule 31.7.1987 günlü tesbit tutanağı içeriğine ve tanık anlatımlarına göre, sanığın keşif sırasında hâkime vaki cebir, şiddet ve tehdit suretiyle hakaretinin duruşmada yapılmış sayılmayacağı ci­ hetle eyleminin TCK. nun 266/3, 269. maddelerine uyduğu gözetilme­ den TCK. nun 268/1, 269. maddeleriyle hüküm kurulması, Bozmayı gerektirmiş sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepden dolayı istem gibi (BO­ ZULMASINA), 7.4.1988 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Dördüncü Ceza Dairesi E. 1988/2080 K. 1988/2544 T. 8.4.1988 • MADDİ VE MANEVİ ÖDENCE ÖZET: Davaya katılan idarenin, hukuk mahkeme­ sine açabileceği ödence [tazminat] davasını engelle­ yecek biçimde ödence isteminin reddine karar verilmesi doğru değildir. (765 s. TCK. m. 467) Görevlerini ihmâl etmekten sanıklar Erdal, (E.C), Celal ile Sadettin’in yapılan duruşmaları sonunda, beraetlerine dair, (Gerede Asli­ ye Ceza Mahkemesi) nden verilen 8.12.1987 günlü hükmün Yargı­ tay’ca incelenmesi müdahil İdare temsilcisi tarafından süresinde isti­ da edilerek, dava evrakı onama isteyen 23.3.1988 günlü tebliğname ile daireye gönderilmekle okundu, gereği konuşulup düşünüldü: Temyizin kapsamına göre şahsi hakka hasren yapılan ince­ lemede: Müdahil İdarenin hukuk mahkemesine açabileceği tazminat da­ vasını engelleyecek biçimde tazminat isteğinin reddine karar verilmesi, Bozmayı gerektirmiş, müdahil idarenin temyiz itirazları bu itibar­ la yerinde görülmüş olduğundan tebliğnamedeki onama isteyen dü­ şüncenin reddiyle hükmün bu sebepten dolayı (BOZULMASINA), 8.4.1988 gününde oybirliğiyle karar verildi. 740 ----------------------------------------------------------------- YARGITAY KARARLARI DERGİSİ T.C. YARGITAY Beşinci Ceza Dairesi E. 1987/1082 K. 1988/2650 T. 30.3.1988 • ZİNA (Eksik kalkışma) ÖZET: Sanığın, ölümü nedeniyle hakkındaki kamu davası ortadan kaldırılan diğer sanıkla birlikte, zina suçunun icra hareketlerine başladıktan sonra nın olay yerine gelmesi nedeniyle eylemin eksik kal­ kışma aşamasında kaldığı gözetilmeden beraat kararı verilmesi yasal değildir. (765 s. TCK. m. 462, 61) Zina yaptığı iddiasıyla sanık Ümmühan’ın yapılan yargılaması so­ nunda, yüklenen suçtan beraetine dair, (Bolu Asliye Ceza Hâkimliği)nden verilen 17.11.1987 gün ve 1986/348 esas, 1987/605 karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi müdahil tarafın­ dan istenilmiş olduğundan, dava evrakı C. Başsavcılığından tebliğname ile daireye gönderilmekle incelenerek, gereği görüşüldü: İddianın tanık Sabriye’nin aşamalarda değişiklik göstermeyen be­ yanı ve diğer tanık açıklamaları ile sübuta erdiği ve sanığın ölümü ne­ deniyle hakkındaki kamu davası ortadan kaldırılan diğer sanıkla birlikte, zina suçunun icra hareketlerine başladıktan sonra müdahilin olay ye­ rine gelmesi nedeniyle eylemin nakıs teşebbüs derecesinde kaldığı gözetilmeden yazılı şekilde beraet hükmü tesisi, Kanuna aykırı ve müdahil vekilinin temyiz itirazları bu itibarla ye­ rinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı istem gi­ bi (BOZULMASINA), 30.3.1988 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. 741 C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 T.C. YARGITAY Beşinci Ceza Dairesi E. 1987/4364 K. 1988/2868 T. 6.4.1988 • MAVEVİ ZORLA IRZA GEÇMEK ÖZET: Mağdurenin kızlık zan hal verişli ise, kızlığı bozulmadan ırzına geçilebileceği de gözönüne alınarak, kızlığın bozulup bozulmadığı bilimsel biçimde saptanmadan iddia ve sanığın anla­ tımına [ikrarına] dayanılarak cezanın artırılması ya­ sal değildir. (765 s. TCK. m. 414, 418) 22.1.1964 doğumlu Fatma’nın mayubiyetini müstelzim ve müte­ selsil şekilde rızasıyla ırzına geçmekten sanık Hasan’ın yapılan yargı­ laması sonunda, TCK. nun 414/1, 80, 418/2, 54/2, 59. maddeleri gereğince 3 yıl 5 ay 20 gün hapis cezasıyla mahkumiyetine dair, (Bo­ lu Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 5.5.1987 gün ve 1984/5 esas, 1987/55 karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sa­ nık tarafından istenilmiş olduğundan, dava evrakı C. Başsavcılığımdan tebliğname ile daireye gönderilmekle incelenerek gereği düşünüldü: Yapılan yargılamaya, toplanan kanıtlara, hükmün dayandığı ge­ rekçe ve takdire göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının red­ dine. Ancak: Mağdurenin kızlık zarı hakavi ve duhule müsait bulunduğu tak­ dirde kızlığı bozulmadan ırzına geçilebileceği de gözönüne alınarak, kızlığın bozulup bozulmadığı fenni biçimde saptanmadan, iddia ve sa­ nığın ikrarına dayanılarak eksik soruşturma ile TCK. nun 418/2. mad­ desi uyarınca cezanın arttırılması, Yasaya aykırı, sanık vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün tebliğname gibi CMUK. nun 321. maddesi uyarınca (BOZULMASINA), 6.4.1988 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 742 T.C. YARGITAY Altıncı Ceza Dairesi E. 1988/8078 K. 1988/11387 T. 25.10.1988 • TAŞINIR MALI ZORLA ALMAK (Tam kalkışma) ÖZET: Hırsızlık suçunu işleyen sanık, kendisini kur­ tarmak güdüsüyle zor kullandığına göre eylem, yağ­ ma [gasp] yapmaya kalkışmadır. Bu durumda görevli mahkeme, ağır ceza mahkemesidir. (765 s. TCK. m. 495/2, 62) Hırsızlık ve görevli memura silahla mukavemetten sanık İsmet hakkında yapılan duruşma sonunda, TCK. nun 493/1, 522, 258/2-3, 81/1, 71. maddeleri gereğince ve içtimaen 3 sene 10 ay 6 gün hapis cezasıyla mahkumiyetine dair, (Çaycuma Asliye Ceza Mahkeme­ sin d e n verilen 25.2.1988 tarihli hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sa­ nık tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C. Başsavcılığımdan bozma isteyen 14.6.1988 tarihli tebliğname ile 20.6.1988 tarihinde da­ ireye gönderilmekle okunarak gereği görüşülüp düşünüldü: Oluşa göre sanığın eylemleri, mağdurun dükkânından aldığı mal­ ları götüreceği sırada olay yerine gelen kolluk güçlerine karşı silahla direnmektedir. Mahkeme eylemleri hırsızlık ve görevli memura direnme olarak benimsemiştir. T.C. Yasasının 495/2. madde ve fıkrasında, zorla yağma cürmünün maddî öğesi genişletilerek, failin bir hırsızlık cürmünü işlerken ya da akabinde eylemini sürdürmek ya da malı kaçırmak ya da kendisini yahut suç ortağını kurtarmak amacıyla (güdüsüyle, saikiyle) zorla kul­ lanmasını da zorla yağma olarak benimsemiştir. Maddede geçen “ yağma” sözcüğünün, zorla yağma (gasp), an­ lamında olmayıp, hırsızlık anlamına geldiği kuşkusuzdur. Esasen zorla yağma cürmünün kişilere karşı maddî ya da manevî zor kullanılarak işlenen bir hırsızlık cürmü olduğu, bu durumuyla tehdit ve hırsızlık ya da etkili eylem ve hırsızlık cürümlerinden oluşan bileşik (mürekkep) bir suç türünü meydana getirdiği tartışmasızdır. Kaldı ki, sonradan olu­ C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 743 şan zorla yağma cürmünü tanımlayan bir maddede, oluşmuş bir yağ­ ma cürmündün söz edilmesinin de mantığa aykırılığı, tanımlanan bir nesnenin kendisiyle tanımlanamıyacağı açıktır. Nitekim kaynak 1889 tarihli İtalyan Ceza Yasasının bu suçu karşılayan 406/2. madde ve fık­ rasından “ Bir malın yağması...” sözcüklerinin karşılığının “ taşınır bir şeyin sahiplenilmesi...” olması da bunu doğrulamakta, yasamızda kul­ lanılan “ yağma” sözcüğünün bir çeviri yanılgısından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Olayda, hırsızlık suçunu işleyen sanığın kendisini kurtarmak gü­ düsüyle zor kullandığı eylemin gelişmesinden anlaşılmaktadır. Bu durum karşısında: 1- T.C. Yasasının 78. maddesi uyarınca sanığın eylemlerinin zor­ la yağma cürmüne kalkışma olduğu ve davaya bakmanın ve kanıtları tartışmanın yüksek görevli mahkemeye ait bulunduğu gözetilmeden duruşmaya devamla karar verilmesi, 2- Kabule göre, hırsızlık eyleminin tam kalkışma aşamasında kal­ dığının gözetilmemesi, 3- Görevliye karşı direnme suçu konusunda gerekçe gösteril­ memesi, Yasaya aykırı ve sanığın temyiz itirazları ile tebliğnamedeki dü­ şünce yerinde görüldüğünden hükmün (BOZULMASINA), Ceza Yar­ gılama Yasasının 326. maddesinin gözetilmesine, 25.10.1988 tarihinde oybirliğiyle karar verildi T.C. YARGITAY Altıncı Ceza Dairesi E. 1988/10538 K. 1988/12938 T. 1.12.1988 • HIRSIZLIK • GERİ VERMEK-ÖDEMEK ÖZET: K ilitli kapıyı omuzlayarak açıp tesisata ait elektrik kablolarını boruların içinden sökerek çıka- 744 ----------------------------------------------------------------- YARGITAY KARARLARI DERGİSİ ransanıkların eylemi, nun 4 9 3 /1 mad samındadır. Şuç konusu kabloları satın alanın zararının kar­ şılanıp karşılanmadığı araştırılmadan TCK. nun 523. maddesi ile uyguluma yapılması yasal değildir. (765 S. TCK. m. 493/1,523) Hırsızlıktan sanık Tayfun, Ahmet ve Mustafa haklarında yapılan duruşma sonunda; TCK. nun 491/4-son, 522, 523, 55/3; 647 sayılı Ka­ nununun 6. maddeleri gereğince 1'er ay 20’er gün hapislerine ve ce­ zalarının teciline dair, (Tosya Sulh Ceza M ahkem esinden verilen 30.6.1988 tarihli hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sanıklar Ahmet ve Tayfun tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C. Başsavcılı­ ğımdan bozma isteyen 30.9.1988 tarihli tebliğname ile 10.10.1988 ta­ rihinde daireye gönderilmekle okunarak gereği görüşülüp düşünüldü: Sair itirazlar yerinde görülmemiştir. Ancak: 1- Sanıklar, kilitli kapıyı omuzlayarak açıp tesisata ait elektrik kab­ lolarını boruların içinden sökerek çıkardıklarını beyan ettiklerine göre eylemin TCK. nun 493/1. maddesine temas ettiği ve mahkemenin gö­ revini aştığı gözetilmeden yargılamaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulması, 2- Kabule göre de; a) Suç konusu kabloları satın alanın zararının karşılanıp karşılan­ madığı araştırılmadan TCK.nun 523. maddesi ile uyguluma yapılması, b) TCK. nun 55/3. maddesinin uygulanması sonucunda sanıkla­ ra eksik ceza tayini ve gerekçeli kararlarda değişik cezalar verilmesi suretiyle hükümde karışıklığa yol açılması, c) 18 yaşından küçük sanıklar hakkında tayin olunan kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezanın, 647 sayılı Yasanın 4. maddesinde yazılı ceza veya tedbirlerden birine çevrilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, Bozmayı gerektirmiş, sanıklar Ahmet ve Tayfun’un temyiz itiraz­ ları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün açıklanan ne­ denlerle tebliğname gibi (BOZULMASINA), bozmanın hükmü temyiz etmeyen sanık Mustafa’ya da teşmiline, sanıkların kazanılmış hakla­ rının saklı tutulmasına, 1.12.1988 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 745 T.C. YARGITAY Altıncı Ceza Dairesi E. 1988/10535 K. 1988/13397 T. 8.12.1988 • HIRSIZLIK ÖZET: 1- Kapalı konulması olanaklı motosik­ let kamunun bekçiliğine bırakılmış eşya sayılamaz. 2- Motosikletin pek h afif benimse deniyle cezanın, yandan aşağı bir miktara indirilmesi gerekir. 3- Motosiklet, tam olarak aide edilmeden TCK. nun 523. maddesi ile indirim yapılması yasal değildir. (765 s. TCK. m. 491/ilk, 522, 523) Hırsızlıktan sanık İdris hakkında yapılan duruşma sonunda, TCK. nun 491/2, 522, 523. maddeleri gereğince 5 ay 10 gün hapsine dair, (Tosya Sulh Ceza M ahkem esinden verilen 9.6.1988 tarihli hükmün temyizen tetkiki o yer ve üst Kastamonu C. Savcıları tarafından iste­ nilmiş olduğundan dava evrakı C. Başsavcılığından bozma isteyen 30.9.1988 tarihli tebliğname ile 10.10.1988 gününde daireye gönde­ rilmekle okunarak gereği görüşülüp düşünüldü: Sair temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak; 1- Kapalı yere konulması mümkün olan motosikletin kamunun bekçiliğine bırakılmış eşya sayılamıyacağı gözetilmeden TCK. nun 491 /ilk maddesi yerine 491/2. maddesi ile ceza tayini, 2- Suç vasfı değiştiği halde CYUY. nın 258. maddesine göre ek savunma hakkı verilmeden 491/2. maddesi ile hüküm kurulması, 3- TCK. nun 522. maddesi gereğince motosikletin pek hafif ka­ bul edilen değerinden dolayı cezanın yarıdan aşağı bir miktarına indi­ rilmesi gerektiğinin gözetilmemesi 4- Suça konu motosikletin tam olarak iade edilmediği 20.7.1987 tarihli teslim tutanağından anlaşıldığı halde TCK. nun 523. maddesi ile cezadan indirim yapılması, YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 746 5Sanık hazırlıktaki ifade ve kimlik tespitlerinde sürücü belgeli şoför olduğunu belirtmesine göre sürücü belgesinin olup olmadığı araş­ tırılarak varsa hakkında 2918 sayılı yasanın 119. maddesinin uygu­ lanması gerektiğinin gözetilmemesi, Bozmayı gerektirmiş, yerel ve üst C. Savcılarının temyiz itirazları yerinde görülmüş olduğundan hükmün açıklanan nedenlerle kazanıl­ mış hak saklı kalmak üzere tebliğname gibi (BOZULMASINA), 8.12. 1988 günü oybirliğiyle karar verildi. ★ T.C. YARGITAY Yedinci Ceza Dairesi E. 1987/15731 K. 1988/11888 T. 1.12.1988 • İCRANIN NEREDEN İSTENECEĞİ ÖZET: Çocuk teslimi ile ilgili kararın yerine geti­ rilmesi için ÜK.nun deler gözönüne alınarak konunun çözümlenmesi gerekir. (2004 s. İİK. m. 34) Çocuk teslimi yükümlülüğüne uymamaktan sanık Ferihan hak­ kında yapılan duruşma sonunda, HUMK. nun 113/A, TCK. nun 80; 647 sayılı Kanunun 4 ve 6. maddeleri gereğince 10.500 lira ağır para ce­ zası ile teciline dair, (Tavşanlı Asliye Ceza M ahkem esinden verilen 23.3.1987 tarihli hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sanık vekili tarafın­ dan süresinde istenilerek, dava evrakı Cumhuriyet Başsavcılığının bozma isteyen 30.7.1987 tarihli tebliğnamesiyle daireye verilmekle, dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü: Tavşanlı Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 4.2.1985 gün ve 1984/236 esas, 1984/236 sayılı kararının çocuk teslimi ile ilgili olduğu, bunun dışında bir tedbir kararının mevcut olmadığının anlaşılmasına göre, ey­ lemin İİK. nun 34 ve müteakip maddeleri içinde mütalâa edilip çözüm­ lenmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması, maddesi C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 747 Yasaya aykırı, sanık vekilinin temyiz itirazı bu itibarla yerinde gö­ rüldüğünden hükmün istem gibi (BOZULMASINA), 1.12.1988 tarihin­ de oybirliğiyle karar verildi. * ★ ★ TC. YARGITAY Yedinci Ceza Dairesi E. 1987/22356 K. 1988/13093 T. 27.12.1988 • BERABERİNDE GETİRİLEN EŞYA ÖZET: Karanakil vasıtası sürücü sayılı Yasasının 10/2-b ve Gümrük 14/2-b maddeleri ile 31.3.1985 gün ve 18711 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Bakanlar Kurulunun 85/9319 sayılı Kararma göre yılda 4 kere fob değeri 500 D M . olan hediyelik eşyayı yurda g gözetilmeli, pasaportu incelenmelidir. (1615 s. Gümrük K. m. 10/2-b) 1918 sayılı Kanuna muhalefetten sanık Hacı hakkında yapılan du­ ruşma sonunda, 3217 sayılı Yasa ile değişik 1918 sayılı Yasanın 25/2 ve 33/son maddeleri uyarınca hükümlülüğüne, kaçak eşyaların zora­ lımına dair, (İskenderun Birinci Asliye Ceza Mahkemesinden veri­ len 31.3.1987 tarihli hükmün Yargıtay’ca incelenmesi müdahil vekili tarafından süresinde istenilerek, dava evrakı Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bozma isteyen 26.11.1987 tarihli tebliğnamesiyle daireye veril­ mekle, dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü: Kara nakil vasıtası sürücüsü olan sanığın 1615 sayılı Yasanın 10/2-b ve Gümrük Yönetmeliğinin 14/2-b maddeleri ve 31.3.1985 gün ve 18711 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Bakanlar Kurulunun 85/9319 sayılı kararına göre yılda 4 kere fob değeri 500 DM. olan he­ diyelik eşyayı yurda getirebileceği gözetilerek pasaportu incelenip hak sahibi olduğu hediyelik eşya muafiyetinden yararlanıp yararlanmadı­ ğı araştırılmadan yazılı şekilde hüküm kurulması, YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 748 Yasaya aykırı ve müdahil Hazine vekilinin temyiz itirazları bu iti­ barla yerinde görüldüğünden hükmün istem gibi (BOZULMASINA), 27.12.1988 günü oybirliği ile karar verildi. T.C. YARGITAY Yedinci Ceza Dairesi E. 1987/9226 K. 1988/13465 T. 30.12.1988 • KAÇAKÇILIK ÖZET: Sanığın, yöneticisi bulunduğu şirket adına Gümrükler Genel Müdürlüğü ’ne gönderdiği yazılarda sözkonusu eşya, 71-14 tarife pozisyonunda olduğu halde, gümrüksüz olarak düzenlenen gümrük giriş be­ yannamesini itirazsız kabul etmesi suçun oluştuğu­ nu gösterir. (1918 s. Kaçakçılık K.) (1615 s. Gümrük K. m. 54,60,63) Kaçakçılık suçundan sanık Kutlay hakkında yapılan duruşma so­ nunda; beraatine dair, (Adana Birinci Asliye Ceza Mahkemesi) nden verilen 29.4.1986 tarihli hükmün Yargıtay’ca incelenmesi müdahil vekili tarafından süresinde istenilerek, dava evrakı C. Başsavcılığının ona­ ma isteyen 24.4.1987 tarihli tebliğnamesiyle daireye verilmekle, dos­ yadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü: ........Gübre Sanayii A.Ş. adına sanığın imzasıyla verilen 14.10. 1981 gün ve 1545 sayılı gümrük giriş beyannamesinde platin Halita­ sından mamul ağ olarak beyan edilen eşyanın 71-14 tarife pozisyo­ nunda %30 vergiye tabi olduğu halde, 71-09 pozisyonunda vergiden muaf olarak gösterilip eşyanın kesin ithali sağlanmıştır. Gümrük Kanununun 54. maddesine göre, beyanın gerçeğe uy­ gun olması zorunlu olup aynı Yasanın 60. maddesi beyanın bağlayıcı olduğunu tesbit etmiştir. Bu itibarla bu açık sorumluluk karşısında il­ gililere Yasanın 63. maddesi ve Yönetmeliğin 244 ve 245. maddele­ riyle beyandan önce eşyanın cinsi, nevi, değeri ve tarife pozisyonların­ daki yerini saptamak üzere tetkik ve yetkili merciden bilgi isteme hakkı C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 749 tanınmıştır. Bu nedenlerle sorumluluğun sadece gümrük görevlileri­ ne ait olduğuna dair bilirkişi mütelâasının yasal dayanağı bulunma­ maktadır. Kaldı ki, sanığın yöneticisi bulunduğu şirket adına Gümrükler Ge­ nel Müdürlüğü’ne gönderilen ve örneği dosyada mevcut 14.9.1982 ve 15.10.1982 tarihli yazılarda sözü geçen eşyanın 21-14 tarife pozisyo­ nunda olduğu belirtilmiş bulunmaktadır. Yukarıda açıklanan nedenlere, gümrükten muaf olarak düzenle­ nen gümrük giriş beyannamesini sanığın itirazsız kabul edip imzala­ mış bulunmasına, oluşa ve dosya içeriğine göre müsnet suçun oluş­ tuğu gözetilmeden yazılı olduğu gibi beraat kararı verilmesi, Yasaya aykırı ve müdahil vekilinin temyiz itirazları bu itibarla ye­ rinde görüldüğünden hükmün bu nedenlerle isteme aykırı olarak (BO­ ZULMASINA), 30.12.1988 tarihinğe oybirliği ile karar verildi. T.C. YARGITAY Yedinci Ceza Dairesi E. 1987/14486 K. 1989/790 T. 9.2.1989 • 2634 SAYILI YASAYA AYKIRI DAVRANIŞ ÖZET: Kültür Turizm 29.4.1986 günlü yazıları ile sanığın kum aldığı yer bakanlıkça ilan edilmiş bulunan turizm bölge alan ve merkezle­ ri kapsamında bulunduğundan, eylem 2634 sayılı Ya­ saya göre değerlendirilmelidir. (2634 s. Turizm K.) 2634 sayılı Turizmi Teşvik Yasasına muhalefetten sanık Mehmet hakkında yapılan duruşma sonunda; TCK.nun 526/1; 647 sayılı Ya­ sanın 4 ve keza TCK.nun 72. maddesi uyarınca neticeten 16.500 lira hafif para cezası ile hükümlülüğüne, kamu bedelinin zoralımına dair (Datça Asliye Ceza Mahkemesi)nden verilen 15.10.1986 tarihli hük­ mün Yargıtay’ca incelenmesi, sanık tarafından süresinde istenilerek, dava evrakı Cumhuriyet Başcsavcılığı’nın onama isteyen 16.6.1987 ta­ 750 -------------------------------------------------------- -------- YARGITAY KARARLARI DERGİSİ rihli tebliğnamesiyle daireye verilmekle dosyadaki kağıtlar okunduk­ tan sonra gereği görüşülüp düşünüldü: Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın dosya içinde bulunan 29 Nisan 1986 günlü yazıları ile sanığın kum aldığı yerin bakanlıkça ilan edil­ miş bulunan turizm bölge alan ve merkezleri kapsamında kaldığının bildirilmiş olması karşısında eylemin 2634 sayılı Yasaya göre değer­ lendirilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması, Yasaya aykırı, sanığın temyiz itirazı bu itibarla yerinde görüldü­ ğünden hükmün sanığın kazanılmış hakları saklı kalmak üzere iste­ me aykırı olarak (BOZULMASINA), 9.2.1989 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. ★ ★ T.C. YARGITAY Sekizinci Ceza Dairesi E. 1988/7041 K. 1988/9104 T. 16.11.1988 • KASITLI YANGINDA CEZAYI AZALTICI DURUM ÖZET: Yangın suçlarında öngörülen yaptırımların [müeyyidelerin] ağırlığı ülke genelinde birlik ve süreklilik sağlamak amacıyla günün ekono­ mik koşulları ve paranın satın alma gücü gözönünde tutularak, 1987 y ılı için 4.000.000.- lirayı 1988 yılı için 6.000.000.- lirayı geçmeyen değerler kıymetçe az sayıldığından, sanık hakkında TCK. nun mad­ desi uygulanmalıdır. (765 s. TCK. m. 371) Ev yakmaya teşebbüsten sanık Nimet’in yapılan yargılanması so­ nunda, TCK. nun 370 51/1, 413, 59. maddeleri gereğince 1 yıl 6 ay 22 gün ağır hapis cezası ile hükümlülüğüne dair, (Antalya İkinci Ce­ za Mahkemesi)nden verilen 15.6.1988 gün ve 126 esas, 134 karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi CMUK. nun 318. maddesi gereğince sanık ve vekili tarafından duruşmalı inceleme is­ teğinde bulunulan dava evrakı C. Başsavcılığının 29.9.1988 günlü ona­ ma istekli tebliğnamesi ile dairemize gönderilmiş, 9.11.1988 duruşma günü tayin edilerek yapılan inceleme sonunda, gereği düşünüldü: C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 751 Süknaya mahsus bir binanın yakılmasında, olay günü binada kim­ senin bulunmayışının suç vasfını etkilemiyeceğinden, 22.5.1987 günlü görgü zaptı içeriğine göre pencere çerçeveleri yanmak suretiyle yan­ gın gayrimenkulun aynına sirayet ettiğinden suçun teşebbüs derece­ sinde kaldığı söz konusu olamıyacağından, mahkemenin kabulüne göre tahrikin derecesini takdirde bir yanılgı bulunmadığından bu hu suslara ve sair hususlara ilişen ve yerinde görülmeyen yazılı ve sözlü temyiz itirazlarının reddine. Ancak: Kasten bina yakmak suçlarında, yakılan binanın suç tarihindeki ra­ yiç değerinin tesbitine ilişkin bilirkişi düşüncesinin uygulama yönün­ den değerlendirilmesi hak ve nesafet kuralları ve fiilin işleniş özelliğine göre yargılamayı yapan mahkemeye isede, yangın suçlarında öngö­ rülen yaptırımların ağırlığı dikkate alındığında, ülke genelinde birlik ve süreklilik sağlamak amacıyla günün ekonomik koşulları ve paranın sa­ tın alma gücü gözönünde tutularak 1987 yılı için 4.000.000 lirayı 1988 yılı için 6.000,000 lirayı geçmeyen değerlerin kıymetçe az sayılması Dairemizce ilke olarak benimsendiğinden yakılmak istenen suça ko­ nu binanın değerininde 1.750.000 lira olduğu kabul edildiğinden sa­ nık hakkında TCK. nun 371. maddesi yerine yazılı madde ile hüküm kurulması, Bozmayı gerektirmiş, sanık vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepden dolayı (BOZUL­ MASINA), 16.11.1988 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Sekizinci Ceza Dairesi E. 1988/8714 K. 1988/9578 T. 29.11.1988 • MAL BİLDİRİMİNDE BULUNMAMAK ÖZET: Alacaklı, borçlunun hiç bir malı olmadığın­ dan söz ederek aciz belgesi istediği, icra memurluğunca da aciz vesikası verildiğine göre, borçlu sanığın artık mal bildiriminde [beyanında] bulunma yüküm­ lülüğü yoktur. (2004 s. İİK. m. 337/1) 752 ---------------------------------------------------------------- YARGITAY KARARLARI DERGİSİ Mal beyanında bulunmamaktan sanık Kemal’in yapılan yargılan­ ması sonunda; İİK. nun 337. maddesi uyarınca 10 gün hafif hapis ce­ zasıyla hükümlülüğüne dair (İzmir Dördüncü İcra Ceza Mahkemesi) nden verilen 7.9.1988 gün ve 1705 esas, 2162 karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanık tarafından istenilmiş oldu­ ğundan dava evrakı C. Başsavcılığından tebliğname ile 16.11.1988 günü daireye gönderilmekle incelenip gereği düşünüldü: Şikayetten önce alacaklı vekili icra tutanağına geçen talebiyle borçlunun hiçbir malı olmadığından söz edip aciz belgesi istediği, İc­ ra memurluğuncada aciz vesikası verildiğine göre, borçlu sanığın ar­ tık mal beyanında bulunma yükümlülüğü bulunmadığı ve hakkında İİK. nun 337/1. maddesi son cümlesi uyarınca uygulama yapılması gere­ kirken yazılı şekilde hükümlülük kararı verilmesi, Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepden dolayı istem gibi (BO­ ZULMASINA), 29.11.1988 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Sekizinci Ceza Dairesi E. 1988/8444 K. 1988/9636 T. 2.12.1988 • 3206 SAYILI YASAYA AYKIRI DAVRANIŞ ÖZET: Talimat cevabı beklenmeden veya özürünün [mazeretinin] yasal olmadığı uygulanarak yeniden du­ ruşma günü bildirilmeden hüküm savun­ ma hakkının kısıtlanmasıdır. [1412 s. CMUK. ek m. 5 (3206 s. K. la Dğş.)] Taahhüdü ihlalden sanık Cafer’in yapılan yargılanması sonunda İİK. nun 340. maddesi uyarınca 1 ay hafif hapis cezasıyla hükümlülü­ ğüne dair, (İzmir Beşinci İcra Ceza Mahkemesinden verilen 14.3.1988 gün ve 1933 esas 509 karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanık tarafından istenilmiş olduğundan, da­ C: XV. S.: 5 MAYIS 1989 753 va evrakı C. Başsavcılığımdan tebliğname ile 9.11.1988 günü daire­ ye gönderilmekle incelenip gereği düşünlüdü: Mahkeme, büyükşehir belediye sınırları içersinde ikamet eden mülafii şikayetçi, sanık, tanık ve bilirkişilerin dinlenmeleriyle ilgili ve 3206 sayılı Kanunla getirilen CMUK. nun ek 5. maddesine aykırı olarak, sa­ nığın 19.10.1988 günlü dilekçesinde bildirdiği mazeretini kabul ede­ rek savunmasının alınması için ikametgahının bulunduğu Karşıyaka İcra Ceza Mahkemesine talimat yazmış bulunmasına göre talimat ce­ vabı beklenmeden veya mazeretinin yasal olmadığı uygulanarak ye­ niden duruşma günü bildirilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması suretiyle savunma hakkının kısıtlanmış olmasr, Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazı bu itibarla yerinde gö­ rüldüğünden hükmün bu sebepden (BOZULMASINA), 2.12.1988 ta­ rihinde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Sekizinci Ceza Dairesi E. 1988/8483 K. 1988/9674 T. 2.12.1988 • YÜKLENİMİ [TAAHHÜDÜ] BOZMAK ÖZET: Herbir sanığın [taahhüdü] borcun tamamını kapsamadığından geçersizdir. (2004 s. İİK. m. 340) Taahhüdü ihlalden sanık Mehmet’in yapılan yargılanması sonun­ da; İİK.nun 340. maddesi uyarınca 1 ay hafif hapis cezasıyla hüküm­ lülüğüne dair (Ceyhan İcra Ceza Mahkemesi) nden verilen 6.5.1988 gün ve 7 esas, 40 karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca ince­ lenmesi sanık tarafından istenilmiş olduğundan, dava evrakı C.Baş­ savcılığımdan tebliğname ile 16.11.1988 günü daireye gönderilmekle incelenip gereği düşünüldü: Borçlu sanıklar; icra dairesinde borcun belli bölümlerini ödemeyi taahhüt ettikleri, böylece herbir sanığın ödeme taahhüdünün, borcun tamamını kapsamadığı, bu nedenle taahhüdün geçersiz olduğu göze­ tilmeden yazılı biçimde hüküm kurulması, 754 YARGITAY KARARLARI DERGİSİ Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepden dolayı isteme aykırı ola­ rak (BOZULMASINA), 2.12.1988 gününde oybirliği ile karar verildi. T.C. YARGITAY Sekizinci Ceza Dairesi E. 1988/10081 K. 1989/342 T. 19.1.1989 • MAL BİLDİRİMİNDE BULUNMAMAK • ŞİKAYET SÜRESİ ÖZET: Bir yıllık hak düşürücü s aylık şikayet süresi, alacaklının suçun oluştuğunu öğ­ rendiği [ıttıla] günden başlar. (2004 s. İİK. m. 347) Mal beyanında bulunmamaktan sanık Mahmut’un yapılan yargı­ lanması sonunda; Ceza tertibine yer olmadığına dair, (İzmir Birinci İcra Ceza Mahkemesinden verilen 20.10.1988 gün ve 1548 esas, 2730 karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi müş­ teki vekili tarafından istenilmiş olduğundan, dava evrakı C.Başsavcı­ lığımdan tebliğname ile 28.12.1988 günü daireye gönderilmekle in­ celenip gereği düşünüldü: 1- Bir yıllık hak düşürücü sürenin dışındaki 3 aylık şikayet süresi­ nin, alacaklının suça muttali olduğu tarihten başlayacağı, ödeme em­ rinin tebliğinden sonra müştekinin suça ıttılaını gösterir icra tutanak­ larında bir bilgi ve belgede bulunmadığından şikayet tarihinin suça ıt­ tıla tarihi olarak kabulü zorunlu iken 3 aylık sürenin suçun oluştuğu tarihten başlatılarak yazılı biçimde hüküm kurulması, 2- Kabule göre de; İİK.nun 347. maddesi gereğince şikayet hak­ kının düşürülmesi kararı yerine ceza tertibine yer olmadığına karar ve­ rilmesi, Bozmayı gerektirmiş, müşteki vekilinin temyiz itirazları bu itibar­ la yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı istem gibi (BOZULMASINA), 19.1.1989 gününde oybirliğiyle karar verildi. C: XV. S.: 5 MAYIS 1 9 8 9 --------- 755 T.C. YARGITAY Sekizinci Ceza Dairesi E. 1988/9984 K. 1989/205 T. 17.1.1989 • MAL BİLDİRİMİNDE BULUNMAMAK • ŞİKAYET SÜRESİ ÖZET: İcra takibinin kesinleştiğini öğrenen alacak­ lı vekilinin, İİK.nun maddesinde öngörülen üç aylık süre geçtikten sonra şikayetçi olduğu gözetil­ meden, şikayet hakkının düşürülmesi yerine hüküm­ lülük kararı verilmesi yasal değildir. (2004 s. İİK. m. 337, 347) Mal beyanında bulunmamaktan sanık Nusret’in yapılan yargılan­ ması sonunda; İİK. nun 337. maddesi uyarınca 10 gün hafif hapis ce­ zasıyla hükümlülüğüne dair, (Ankara Beşinci İcra Ceza Mahkeme­ sinden verilen 18.9.1988 gün ve 1200 esas, 1806 karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanık tarafından istenilmiş ol­ duğundan, dava evrakı C.Başsavcılığfndan tebliğname ile 28.12.1988 gününde daireye gönderilmekle incelenip gereği düşünüldü: Borçlu sanığa ödeme emrinin 16.12.1987 tarihinde tebliğ edildi­ ği, borçlunun 8.1.1988 tarihli dilekçesi ile borca bir itirazı bulunmadı­ ğını bildirdiği, borcu 4 eşit taksitte ödeme istediğini gösterir bu dilekçenin icra memurluğunca 25.1.1988 tarihinde alacaklı vekiline teb­ liğ edildiği böylece takibin kesinleştiğini bu tarihte öğrenen alacaklı vekilinin İİK.nun 347. maddesinde öngörülen 3 aylık süre geçtikten sonra 3.5.1988 tarihinde şikayetçi olduğu gözetilmeden şikayet hak­ kının düşürülmesi yerine hükümlülük kararı verilmesi, Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazı bu itibarla yerinde gö­ rülmüş olduğundan hükmün bu sebepden dolayı (BOZULMASINA), 17.1.1989 gününde oybirliğiyle karar verildi. YARGITAY KARARLARI DERGİSİ 756 T.C. YARGITAY Dokuzuncu Ceza Dairesi E. 1988/6394 K. 1989/1042 T. 23.2.1989 • 213 SAYILI YASAYA AYKIRI DAVRANIŞ ÖZET: Kaçakçılık suçunun işlendiğini öğrenen Savcılığı, hemen ilgili vergi dairesini haberdar ede­ rek inceleme yapılmasını ister. İnceleme sonucunun bindirilmesine kadar kamu davasının açılmasını erteler. (213 s. VUK. m. 367/2) 213 sayılı Kanuna muhalefetten sanıklar Selahattin ve Suat’ın ya­ pılan yargılamaları sonunda; mahkûmiyetlerine ve 3’er ay ticaret sa­ nat ve meslek icrasından mahrûmiyetlerine dair, (Eskişehir Birinci Asliye Ceza M ahkem esinden verilen 30.6.1988 gün ve 1987/431 esas, 1988/458 karar sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi sanıklar vekili tarafından istenilmiş olduğundan, dava evrakı C. Başsavcılığı­ ndan tebliğname ile daireye gönderilmekle incelenerek, gereği dü­ şünüldü: 213 sayılı Kanunun 367 maddesinin 2. bendi uyarınca kaçakçılık suçunun işlendiğine muttali olan C. Savcılığının hemen ilgili vergi da­ iresini haberdar ederek inceleme yapılmasını istemesi ve kamu da­ vasının açılması hususunun inceleme sonucunun C. Savcılığına bildiril­ mesine talik olunması gerekirken, mali polisin suç duyurusu üzerine açılan kamu davasına devamla hüküm kurulması, Kanuna aykırı ve sanıklar vekilinin temyiz itirazları öncelikle bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün diğer yönleri incelenmeksizin bu sebepten dolayı (BOZULMASINA), 23.2.1989 gününde oybirliğiyle karar verildi. r YARGITAY KARARLARI DERGİSİ Maddelere ve kavram lara göre ARAMA DİZİNLERİ V. J ENDEKSLER Yıl Ay Endeks 1988 Ocak Şubat Mart Nisan Mayıs Haziran Temmuz Ağustos Eylül Ekim Kasım Aralık Ocak Şubat 39.88 38.70 41.3 44.9 44.9 47.8 50.9 56.8 59.8 63.2 66.8 68.3 69.6 70.2 Mart 69.7 1I yy yy yy yy yy yy yy yy yy yy 1989 yy yy 759 • MADDELERE GÖRE ARAMA DİZİNİ —A— Avda ve Sporda Kullanılan Tüfekler, Nişan Tabancaları ve Av Bıçaklarının Yapımı, Alımı, Satımı ve Bulundurulmasına Dair Kanun <1) (AKSK.— 2521) Madde Sayfa — 732 — B— Bankalar Kanunu (BAK.- 3182) 34/2 629 90 686 91 686 Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun (2> (BİK.— 5953) 667 1 2 667 667 3 Borçlar Kanunu (BK.- 818) 657 32/2 47 672 672 49 83/2 670 696 88 113 696 692 125 (1) 15.9.1981 gün ve 17459 s. RG., 5.t. Düstur C: 20/419. (2) 20.6.1952 gün ve 8140 s. RG., 3.t. Düstur C: 33/1511. Madde 160 162 202 213 266 359 362 390/2 392/1 Sayfa 651 697 690 697 692 710 710 624 624 —C— Ceza Usulü Muhakemeleri Kanunu (CMUK. - 1412) 2 65-77 225 Ek. m. 5 729 716 727 752 Cezaların İnfazı Hakkında Kanun (CİK. - 647) 7 Geçici m. 3 737 734 - Ç - Çevre Kanunu (3) (Çevre K.— 2872) 3/f 646 Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun (ÇMK.— 2253) 20 733 (3) 11.8.1983 gün ve 18132 s. RG., 5.t. Düstur C: 22/499. 760 —D— Devlet İhale Kanunu (İhale K.— 2886) Madde 75/1 Sayfa 643 —E— Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu (Bağ-Kur K.— 1479) 11 676 —G— Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun (GKK. - 6570) 7/b 652 7le 651 12 654 Gümrük Kanunu (Gümrük K.— 1615) 10/2-b 747 54 748 60 748 63 748 —H— Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK. - 1086) 45/2 645 163 662 188 645 682 295/1 337 698 —İ— İcra ve İflas Kanunu (İİK. - 2004) 33 687 34 746 269 688 Madde 269/c 337 340 347 377/1 Sayfa 689 755 753 754,755 751 İmar Kanunu^4) (İmar K. - 6785) 42/c 639 İmar Kanunu (İmar K. — 3194) 18 639 İş Mahkemeleri Kanunu (İMK.— 5521) 1 691 İş Kanunu (İş K. - 1475) 1 14 16 17 26/5 667 666,673 666 665 670 —K— Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun (Kaçakçılık K.—1918) — 748 Kadastro Kanunu (Kadastro K. - 3402) 1.3 635 13/B-b 636,658 (4) 14.7.1956 gün ve 9358 s. RG., 3.5.1985 gün ve 3194 s. Yasanın 43/a maddesiyle yürürlük­ ten kaldırılmıştır. (5) 9.5.1985 gün ve 18749 s. RG. 761 Madde Sayfa 13/B-c 14 17 18 18/2 20 20/C 25/son 45 Geçici m. 1/2 Geçici m. 4 636 635,704,714 704 635 713 635 700 658 704 704 635,658 Kamulaştırma Kanunu (Kamulaştırma K. - 2942) 15 649 Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun (6) (Faiz K.— 3095) 1 707,708 Kat Mülkiyeti Kanunu (KMK. - 634) 18 650 —M— Markalar Kanunu (Markalar K.— 551) 15 680 Medeni Kanun (MK. - 743) 129 305 487 689 641 642 640 637 Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat(7) [MMK.-115 s. (4 Şubat 1329 Ta.)] 15/2 721,729 (6) 19.12.1984 gün ve 18610 s. RG. (7) 2. t. Düstur C: 6/207., 24 Şubat 1329 gün ve 1751 s. Takvimi Vekayi —N— Noterlik Kanunu (Noterlik K. — 1512) Madde Sayfa 82 682 —OOrdu Yardımlaşma Kurumu Kanunu (OYAK K.— 205) 25/2 613 Orman Kanunu (OK.— 6831) 93/2-3 734 - SSendikalar Kanunu (Sendikalar K.— 2821) 27 667 Sosyal Sigortalar Kanunu (SSK. - 506) 10 32 36/A-b 77 IC 672 623 676 675 —T— Tapulama Kanunu (Tapulama K. - 766) 32/C 636,659 37/2 711 47/son 658 Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu (TSK.— 2822) 27 664 664 28 37/2 664 762 Turizmi Teşvik Kanunu(8) (Turizm K. — 2634) Madde Sayfa — 749 Türk Ceza Kanunu (TCK.— 765) 740 61 730,742 62 736 79 737 81/2 727 119 736 191 735 240 738 266/3 738 269 371 750 741 414 741 418 421 723 723 429 723 430 730 448 716 455 462 740 464/1 719 467 736,739 480 736 491/ilk 745 744 493/1 493/1 -son 718 742 495/2 522 745 523 744,745 735 526 572/1 737 Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun (TPKK.— 1567) 3 727 4 727 (8) 16.3.1982 gün ve 17635 s. RG. Türk Ticaret Kanunu (TTK.— 6762) Sayfa Madde 336 340 684 684 8 13 32 41 —V— Vakıflar Kanunu (VAK. -- 2762) 637 655 655 637 Vergi Usul Kanunu (VUK. — 213) 367/2 756 BAKANLAR KURULU KARARLARI “ Kamu Kuruluşlarınca İhalesi Yapılmış veya Yapılacak İşler İçin Uygulanacak Değişken Birim Fiyatlarının Tesbiti Esaslarının Yürürlüğe Konulmasına İlişkin Bakanlar Kurulu Kararı <9> [Bakanlar Krl. K.-8/505 s. (11.3.1980 Ta.] 7 626 11 626 İÇTİHATLAR Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararları (YİBK., 6.7.1955 gün ve 13/19 s.)<101 > — 658 KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELER Bankalar Hakkında Kanun Hükmünde Kararname 01) [KHK.-70 s. (28.2.1983 Ta.)] 12 629 67 629 (9) 14.3.1980 gün ve 16929 s. RG. (10) YİBK., Hukuk Bölümü C: 4/631. (11) 27.2.1983 gün ve 18112 s. Mük. RG., 5. t. Düstur C: 22/1134.