batının modernite ile özdeşleştirilmesinin yanlışlığı

advertisement
bilimname III, 2003/3, 87-99
BATININ MODERNİTE İLE ÖZDEŞLEŞTİRİLMESİNİN YANLIŞLIĞI*
John Obert Voll
Prof. Dr., Washington Georgetown Ü.
Müslüman-Hristiyan Uzlaşı Merkezi
Çev: Mustafa Arslan
Dr., İnönü Ü, İlahiyat F.
muarslan@inonu.edu.tr
İslam ve Batı arasındaki ilişkiler karmaşık bir yapıya sahiptir. Hatta bu ilişkilere yönelik algılamaların, karşılıklı etkileşimin doğası üzerinde önemli bir etkiye sahip
olduğu bile söylenebilir. “İslam ve Batı” tartışmasında kullanılan temel imajlar özde
uygunsuz ve çelişkili olursa, aralarındaki mevcut ilişkinin bizzat kendisi de tehlikeli
biçimde doğal olmayan bir mecraya girecektir. Tutarsız ve çelişik olan analiz terimleri yanlış anlamlara ve çatışmaya sebep olabilir.
Modern dönemde İslam ve Batı tartışmasında en sık yapılan kavramsal yanılgılardan birisi “Batı”yı “modernite” ile özdeşleştirmektir. Bu yanılgının, hem çağdaş
dönemde İslam ve Batı arasındaki ilişkileri anlamaya çalışanlar üzerinde, hem de
İslam dünyasındaki modernleşme süreçlerini inceleyenler üzerinde belirgin bir etkisi
vardır.
Aşağıdaki analizlerden çıkacak sonuçların belli başlı genellemeleri şu şekilde
ifade edilebilir:
1. “Modernite” sadece “batıya ait olan” demek değildir.
2. “Batı” da sırf “modernite” demek değildir.
3. “Batı”nın “modernite” ile özdeşleştirilmesinin, İslam ve Batı arasındaki ilişkileri
anlamada önemli olumsuz sonuçları vardır. Modernite ve Batı farklı iki kavram ve
tarihsel varoluş alanıdır. Bu terimleri birbirinin yerine geçecek şekilde kullanmak,
gereksiz yere karışıklığa davetiye çıkarmak, muhtemel çatışma ve aykırılıklar yaratmak anlamına gelmektedir.
Bu makalede, güncel tecrübe ve ilişkileri anlamaya yönelik belli terimlerin tanım ve uygulamadaki sorunları üzerinde durulacaktır.
*
John Obert Voll, “The Mistaken Identification of ‘The West’ with ‘Modernity’”, The American Journal of
Islamic Social Sciences, Spring 1996, Vol. 13, No: 1, s. 1-12. Bu makale, Uluslar arası İslam Düşüncesi
Enstitüsü’nün Virginia, Herndon’da 10-12 Mart 1995 tarihleri arasında düzenlediği “İslam ve Batı” konulu seminere katkı olarak yazar tarafından sunulan metnin gözden geçirilmiş halidir.
88
J. O. Voll / M. Arslan
Batı’nın modernite ile özdeşleştirilmesinin getirdiği güçlükleri anlamak, dünya
tarihi ve küresel tarihsel perspektiflerin çerçevesi içerisindeki daha kapsamlı bir
analizi gerektirir. Bu tip bir analizde, makro ölçekli tarihte sıklıkla kullanılan belli
başlı kavramların yeniden gözden geçirilmesi ve dahası İslam ve Batı’yı incelemede
yeni bir model imkanı sağlayacak belli başlı dünya tarihsel anlatılarının yeniden
belirlenmesi zorunluluk haline gelmektedir. Böyle bir model, İslam ve Batı arasındaki ilişkiyi “medeniyetler çatışması” ya da İslam ve modernite arasındaki kaçınılmaz çatışma kolaycılığının ötesine giden bir bakış açısıyla görmemize yardımcı olabilir. Açıkçası bunun gibi kısa bir makalede, ancak temel terimlerin belirlenmesine
ilişkin başlangıç düşünceleri serdedilebilir. Bununla birlikte, dünya tarihini yeniden
ifadelendirmeye ilişkin bu kapsamlı sonucun tanımların özgünlüğüne halel getirmeyeceği ümidindeyim.
Bir Kavram Olarak Medeniyet
Küresel yönelişe sahip dünya ölçekli tarihsel perspektif, İslam ve Batı arasındaki ilişkilerin dinamiklerini ve Batı ve modernite arasındaki ilişki konusunu anlamada önemlidir. Bu konuların tartışılmasında kullanılan temel araç ise “medeniyet”tir.
Dünya tarihi, özellikle İslam ve Batı ile alakalı bir çok çalışma; konuyu tarihleri,
morfolojileri, patolojileri ile müstakil ve bütüncül varlık alanları olan, aynı zamanda
da açıkça tanımlanabilen iki “medeniyet” arası ilişkileri içine alacak tarzda ele almıştır. Oswald Spengler ve Arnold Toynbee tarafından yapılan klasik dünya tarihi çalışmaları bu yaklaşımın açık örnekleridir.
Bu yaklaşıma göre, medeniyet temel bir yaşam ve toplum biçimi gerektirir.
Bilim adamları kadim tarihe ait bir takım detaylara ilişkin kanıtlar getirseler de, terimin en geniş anlamıyla bu tanım, görece basittir. Medeniyet, avcı-toplayıcı insan
topluluklarından ya da ziraatla uğraşan Neolitik dönem köylülerinden ayırt edilen
özel bir toplum tipidir. Sayısız dünya tarihi ders kitabında medeniyetin yükselişini
işleyen oldukça belirgin bölümler, bahisler mevcuttur. Bu bahislerde, “medeni” bir
toplumun temel nitelikleri hususunda görece açık bir konsensüs vardır. Medeniyet
“genellikle kapsamlı bir dizi ayırıcı niteliğe göre tanımlanır” ve araştırmacı, “resmi
merkezler”, şehirler ve yazının varlığı gibi medeniyetin mevcudiyetini göstermede
yardımcı olan bir dizi kriteri kullanır.1 Bu ayırıcı niteliklerin kendine özgü açıklaması
ve ayırıcı nitelikler dizgesinin doğası, bir bilim adamından diğerine farklılık gösterir.
Fakat esasta resmin genelinde geniş bir ittifak görülebilir. Medeniyet, organize olmuş halkın şehirlerde toplanmalarını, gerçek bir iş bölümünü, muhtemel iktidar ve
otoriteye ilişkin hiyerarşik bir düzenin gelişimini sağlayan fazlalığı yaratan yoğun
1
Micheal Mann, A History of Power from the Beginning to A.D. 1760, vol. 1 of The Sources of Social
Power (Cambridge, UK: Cambridge University Press, 1986), 73-74.
Batının Modernite İle Özdeşleştirilmesinin Yanlışlığı
89
üretimi, bir çeşit daimi kayıt tutma biçimini ve yazı olarak tanımlanan iletişimi gerektirir.
Yaygın olan bu perspektifte medeniyet organizeli, insan hayatının, grup ve
toplumların özel bir tarzıdır. Bir başlangıcı ve farklı biçimlerde bir evrimi vardır ve
ayrıca makul tarzda bir sonu da olabilir. Şayet basit biçimde, Sümer medeniyetinin
kurulmasından sonra gelişen her geniş insan grupları kastedilecek olursa, “medeniyet” teriminin dünya-tarihsel analizi açısından küçük bir yararı da mevcuttur. Medeniyetin kendine has özelliklerinin ne olduğunu açıklamasını mümkün kılması sebebiyle, “medeniyetin sonu” yaklaşımından meseleyi düşünmek kavramsal açıdan
yararlıdır.
Bu bağlamda, belli bir medeniyetin “sonu” ile geniş insan gruplarının başlıca
yaşam tarzı olarak medeniyetin sonu arasında ayrım yapmak önemlidir. Kendine
özgü bir çok medeniyetin dünya tarihçileri tarafından sona erdiği söylenmektedir.
Örneğin M.Ö. ikinci bin yılda İndus Vadisi medeniyeti gibi. Fakat bu, medeniyetin,
geniş ölçekli insan topluluklarının organizasyonu için önemli bir tarz olduğunun
sona erdiği anlamına gelmez.
Bununla birlikte, modern dönemde insan yaşamındaki değişimler o kadar büyüktür ki, analizciler, günümüz toplumsal düzenini, eski Mısır ya da Sümer’deki
insanların yaşadıklarının basitçe değişik bir biçimi olarak görmeyecekleri toplumsal
yaşam tarzına ilişkin bir kavramlaştırıma göre düşünme gereği duyabilirler.
1990’lardaki insani yaşam ile M.Ö. 2500’lerin Mısır’ındaki insani yaşam arasındaki
zıtlık, kesinlikle Neolitik çağdaki zirai yerleşim yerleri ile ilk dönem Sümer şehirlerindeki yaşam arasındaki zıtlık kadar büyüktür. Bu sonuncu ayrım, Sümer’i bir “medeniyet” olarak göstermek suretiyle kabul edilebilir. Toffler’in “Üçüncü Dalga” olarak
adlandırdığı şey bütünüyle yeni bir yaşam tarzına geçiştir:
İnsanlık ileriye dönük bir kuantum sıçramasıyla yüz yüze. En derin toplumsal
alt üst oluşla ve bütün zamanların yaratıcı yeniden yapılanmasıyla karşı karşıya.
Bunu bütün açıklığıyla fark etmenin ötesinde biz, yeni müstesna bir medeniyeti inşa
etmeye engel olma durumundayız.2
Bunun anlamı, geçmiş dünya tarihinde bilindiği şekliyle medeniyetin sonudur.
Bu analitik bir ifadedir ve bir kıyamet ilanı değildir. Benim başka bir yerde ileri sürdüğüm gibi “medeniyetin sonu o kadar da kötü değildir.”3 Medeniyet, dünya tarihine ilişkin bir çok çalışma ve analizde tasarlandığı gibi, geçmişe ait bir toplumsal
2
Alvin Toffler ve Heidi Toffler, Creating a New Civilization: The Politics of the Third Wave (Atlanta:
Turner, 1994), 19.
90
J. O. Voll / M. Arslan
yaşam tarzının şimdisidir. O, “dünya tarihinin bir evresi olarak medeniyet”4 görüşüne göre mümkün bir şimdidir.
Medeniyetin sonu bağlamında, İslam ve Batı’yı, tarihe aykırı bir şekilde her
nasılsa hala yaşayan, gelecek yüzyıl boyunca da birbiriyle çatışacak iki medeniyet
olarak görmek pek verimli bir yaklaşım değildir. İslam ve Batı’nın belli şekillerde
çatışacağı doğru olabilir, fakat onların her ikisini de medeniyet olarak tanımlamak,
aralarındaki etkileşimin temel dinamiklerini anlamada etkili bir yol değildir. Bir takım
analizcilerin, bu temel analitik çelişkiyi bertaraf etmek için bilinçli daha çok da bilinçsiz biçimde gayret ederken tuttukları yol, batı medeniyetini modern dönüşümle
özdeşleştirmek olmuştur. Bu nedenle modernite ve Batı aynı şey olarak görülmektedir. Sonuç olarak, Batı ve İslam arasındaki ilişkiler modernite (Batı) ve İslam medeniyeti arasındaki ilişkiler olarak kavramlaştırılır. Böyle bir kavramlaştırım, anlaşılması güç kavramlaştırımların her ikisi açısından da zayıftır. Bu kavramsal zayıflığı
anlamanın ilk yönü, medeniyetin tarih üstü bir gerçeklik değil, özel tarihsel bir yaşam biçimi olduğunu fark etmektedir. Bununla birlikte, böyle bir kavramlaştırım
modernleşmeye ilişkin temel bir yanlış anlamayı da ayrıca içerisinde barındırmaktadır.
Dünya Tarihinin Bir Evresi Olarak Modernite
Modernite, aynı zamanda dünya tarihinin bir evresidir. “Modern”, 18. ve 19.
yüzyıllarda en üst doruğuna ulaşan, klasik ve ortaçağ toplumlarının dönüşümlerinin
sonucunu belirtmek için kullanılan bir terimdir. Bu dönüşümler insan yaşamının çok
farklı yönlerinde görünür olmuştur. Başka bir deyişle “modernite”, orta çağ medeniyetlerinin geleneksel yaşam tarzlarını sona erdiren bir dizi süreci ifade etmede
kullanılan bir terimdir. Bu sürecin bir çok boyutu vardır. İnsanlar modern dünyanın
ne zaman ve ne şekilde başladığı konusunda görüş birliği içinde olmasalar da,
modernite öncesi tarihte birtakım hususların mevcudiyeti konusunda herkes hemfikirdir. Modernitenin bir başlangıcı vardır ve kişi modern olanın sonsuzluğuna inanmadıkça aynı zamanda bir sonu da vardır ya da olacaktır. Modernite insanlık tarihinin özel bir dönemidir.
Modernitenin gelişimi, toplumsal yaşamın bir dizi temel kalıplarının aşılması
ve dönüşümünü içerir. İki bin yıldan daha fazla bir süredir Doğu Yarıkürede süregelen temel medeniyet geleneklerine ilişkin tanımlama, “müstakil medeniyetler içerisinde ve medeni ve barbar halklar arasındaki etkileşim” de belirginleşmişti. Fakat
3
4
John Obert Voll, “The End of Civilization is Not so Bad: 1993 MESA Presidential Address”, Middle East
Studies Association Bulletin 28, no. 1 (July 1994): 1-8.
Robert Erwin, “Civilization as a Phase of World History”, American Historical Review 81, no. 4 (July
1966): 1181-98.
Batının Modernite İle Özdeşleştirilmesinin Yanlışlığı
91
bu durum, William H. McNeile’in “Milattan önce 500’lü yıllarda kendisini gösteren
Eski Dünya Kültürlerinin orijinal dört katlı dengesi (fourfold balance)”5 diye adlandırdığı şeyi asla alt üst etmemişti.
Bununla birlikte, yüz ve bin beş yüzlü yıllarda, tek bir medeniyetin sınırlarının
oldukça uzağında duran büyük güç ağlarının gelişmesini ifade eden “dört katlı denge” ye yönelik sayısız belirgin meydan okumalar mevcuttu. Moğol fetihleri, Avrupa’nın önemli alanları zımnen de Avrasya stepleri yanında medeniyetin ana bölümüne ait iki belirli bölgeyi (Çin ve Orta Doğu) ya da tamamını içine alan büyük bir
yarım küre gücü yarattı. Moğol imparatorluğunu her hangi bir medeniyetle özdeşleştirmek imkansızdır.
Dört katlı denge modelinin daha önemli olan uzun süreli değişimi, İslami yayılmadan kaynaklandı. McNeil’in ileri sürdüğü gibi:
“Biz tarihe Avrupa’nın üstünlüğü açısından bakmaya o kadar alıştık ki, daha sonraki
Batı Avrupa yayılmasının kısmen üstünü örttüğü bu İslam yayılmasının olağanüstü alanı ve
gücü çoğu kez dikkatlerimizden kaçtı. Fakat on beşinci yüzyıl konusunda uzman ve bilgili bir
gözlemci, İslamın takip eden yüz yıllarda dünyaya hükmetmesinin mukadder olduğu sonucu6
nu çıkarmaktan hemen hemen hiç kaçınmayacaktır.”
Başka bir deyişle modernitenin bu medeniyet üstü yönü, Kolomb’un seyahatlerinden önce göze çarpmaya başlıyordu ve de bu batı yayılmacılığının sadece bir
yönü değildi.
Ayrıca 1500’lü yıllara doğru, sosyo-kültürel düzenin diğer yönleri de belirgin
derecede değişmeye başlıyordu. Devletin zorlayıcı gücü açısından bakılırsa, durum
barutun askeri anlamının gelişmesiyle beraber değişmişti. Doğu yarım küresi boyunca, çeşitli derecede geniş güce sahip yeni “barut imparatorlukları” gelişti. Avrupa’da, özellikle yeni güç açık bir biçimde devletin gücünü değiştirdi ve eski orta çağ
yapıları “modern devlet”in7 temelleri ile yer değiştirdi. Ekonomi de, toplumsal kurumlarda ve ideoloji alanında benzer ve bazen de daha köklü değişiklikler meydana
geldi. Lewis Mumford bunu “Yeni Dünya kültürü”nün “radikal bir hamle” içerisinde
“Eski Dünya kültürü”nün yerini alması olarak tanımlar ki, Yeni Dünya kültürü de
zaten, “eski nehir medeniyetlerine ait şehirlerin, tıpkı neolitik dönemin köy kültürü5
6
7
William H. McNeill, A History of the Human Community, 4. bs. (Englewood Cliffs, NJ: Prentice Hall,
1993), 163.
William H. McNeill, The Rise of the West (Chicago: University of Chicago Press, 1963), 485.
Bu dönüşümün, askeri teknolojinin gelişmesi bağlamında incelendiği yetkin bir çalışma için bkz. William
H. McNeill, The Pursuit of Power (Chicago: University of Chicago Press, 1982), özellikle 3 ve 4. bölümler.
92
J. O. Voll / M. Arslan
nün yerini aldığı sertlikte Eski Dünya kültürünün arkaik ve merkezi öğelerinin yerini
almıştı.”8
Bu yeni sosyo-kültürel kurumlaşma tarzı modernitenin kalbidir. Geçmiş beş
yüzyıla ait bu dönüşümler, bir çok analizci tarafından büyük dünya tarihine ait anlamın mevcudiyeti olarak algılandı. Sonuç, yeni ve farklı bir takım şeylerin dramatik
olarak ortaya çıkışı idi. Toffler bundan endüstri medeniyetinin yükselişi, “İkinci Dalga” yani “birkaç kısa yüzyıl içerisinde Avrupa, Kuzey Amerika ve dünyanın başka
yerlerinde yaşamın kökten değişmesi”9 olarak bahseder. Ekonomi tarihçisi Carlo
Cipolla, modernitenin gelişiminin kalbi olan on sekizinci yüzyıl Endüstri Devriminden, insan yaşamının gerçek anlamda iki büyük devriminden birisi olarak bahseder.
Endüstriyel Devrim ve Tarım Devrimi, “tarihsel sürecin sürekliliğinde derin kırılmalar
yarattı. Bu iki devrimin her birisi ile ‘yeni bir hikaye’ başlar ve yeni bir hikaye dramatik olarak ve tamamen bir öncekine karşı yabancılaşır.”10 Bu perspektiften bakıldığında modernite, kendisinden önceki yaşam tarzından belirgin biçimde farklı yeni
bir yaşam tarzı sunmaktadır.
Modernite ve Batı
Modernitenin yeni ve devrimci doğasına olan bu vurgu, Batının modernite ile
özdeşleştirilmesinin ele alınmasında önemlidir. Açıkçası, modernitenin zuhuru konusunda Batı Avrupa toplumlarında meydana gelen dikkate değer gelişmelerin çoğunun –hatta Endüstri devriminin başlangıcında bile- sırf yerel güçlerden ziyade küresel olması önemlidir.
Endüstrileşme süreci öncelikle uluslararası sonuçlara sahipti. Bu süreç, batı
Avrupanın, dünya çevresindeki sermaye ve pazarlara bütünüyle girmesini getiren
dünya ekonomik ilişkilerindeki muazzam değişikliklerle sonuçlandı. Bu sebeple dünya tarihine ilişkin değişiklikler, endüstrileşmeyi gerektiren yeni ekonomik ve teknik
formlar konusunda bazı toplumlara öncü olacak düzeydedir.11
Batı Avrupa, modern endüstri toplumlarının gelişmesinde öncü test işlevi
gördü. O, orta çağ tarım toplumlarının dönüşümünün öncelikle modern endüstri
toplumları içerisinde vuku bulduğu bir bölge idi. Bu bağlamda “modernleşme süreci
tarafından yok edilen ilk ‘geleneksel’ medeniyetin Batı Medeniyeti olduğunu”12 ileri
sürmek mümkündür. Başka bir deyişle, modernitenin –yani, Endüstri Devrimine
öncülük eden ve onu ihtiva eden her şeyin- tamamen yeni bir sosyal, siyasal ve
8
Lewis Mumford, The Transformations of Man (New York: Macmillan, 1956), 94-95.
Toffler ve Toffler, Creating, 19, 22.
10
Carlo M. Cipolla, The Economic History of World Population, 6. ed. (Baltimore: Penguin, 1974), 33.
11
Peter N. Stearns, The Industrial Revolution in World History (Boulder, CO: Westview Press, 1993), 1.
12
Voll, “End of Civilization”, 5.
9
Batının Modernite İle Özdeşleştirilmesinin Yanlışlığı
93
kültürel düzen sunması durumu göz önüne alınırsa modernite, Batı ile özdeşleştirilmeden daha çok, klasik Yunan ve Roma ile başlayan ve Charlemagne ve Gotik
Katedraller dönemine dek uzanan Batılı Medeniyet geleneğinin sonudur.
Bu sebeple, modernite ve Batı iki farklı kavram tipini ima etmekte olup,
modernitenin kökenleri itibarı ile de bu kavramlar yakın ilişki içerisindedirler. Medeniyet gibi modernite de, sosyo-politik ve kültürel kurumsallaşma tarzını ve görece
belli bir yaşam biçimini ifade eden dünya tarihine ilişkin bir dönemdir. Medeniyet
gibi modernite de insanların oluşturduğu geniş kültürel gelenekler tarafından biçimlendirilecek sayısız farklı biçimler alabilir.
Batı bu tarz bir geniş kültürel gelenektir. O kavramlar, gelenekler, kültürel
hafızalar ve dünya görüşlerinin özel birikimsel bir repertuarıdır. Bu repertuar, yaşam biçimlerini ve sosyo-politik ve kültürel kurumsallaşmanın tarzlarını tanımlamanın ve ifade etmenin imkanlarını sunar.
Bu tanımlamalardan hareketle, batılı birikimsel kültürel gelenek tarafından
biçimlendirildiğinde, bir medeniyetin yaşam tarzı tarafından ileri sürülen özel formu
ya da o özel batılı birikimsel repertuar tarafından biçimlendirildiğinde modernitenin
yaşam biçimini üzerinde taşıyan formu ima eden “batılı medeniyet” ya da “batılı
modernite” terimlerinden bahsetmek mümkündür.
Bu yaklaşım, medeniyet ve medeniyetleri anlamada uzunca bir süre dünya
tarihinde yaygın olarak kaldı. Eski yakın Doğuda medeni yaşam biçimi Sümer’de,
Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki vadide doğdu. Sümer medeniyeti kendine has
niteliklere sahipti. Öncelikle, Sümer merkez toplumunun çevresindeki toplumlar
medeniyete ait teknikleri aldıkları için, Sümer medeniyetinin tekniğini de aldılar. Bu
anlamda, medeniyetin ilk yayılışı yakın Doğunun “Sümerleşmesi” olarak tanımlanabilir. Bununla birlikte bu teknikler, ana merkezin özel koşulları tarafından belirlenmeyen bölgelerde kullanılmaya başlandığı için, “resmi merkez / şehir /yazı”ya ait
farklı formatlar ya da medeni yaşam biçimleri oluşmaya başladı. O zaman Bereketli
Hilalin medeni toplumlarının nüfuz ettiği bu bölgelerin Sümerleştirilmesinden daha
çok, “medeniyet”in yayılmasından bahsedilebilir. Benzer gelişmeler medeniyetin
öteki büyük geleneklerine ait bölgelerde de görülebilir. Örneğin Çin medeniyeti,
Çin’in gelişen birikimsel kültürel geleneğince biçimlendirildiği vakit, medeniyetin
yaşam tarzını ifade eden bir form olmuştur. Doğu Asya’da ortaya çıkan medeniyetin, Çin neolitik toplumunun Sümerleştirilmesini ifade ettiğini kesinlikle ileri süremeyiz.
Batı ve modernite arasındaki ilişki de bu biçimde görülebilir. Öncelikle, modern yaşam biçiminin tam bir görünümü Batıda geliştiği için, dünyanın diğer yerlerinde gelişmeye başlayan modernite de batı formatında idi. Bu yayılışın ilk dönemlerinde –bazı şekillerde bu günümüzde de hala sürmektedir- modern tekniklerin
adaptasyonu, yapılan şeylerin batılı tarzda adaptesi anlamına gelmekte idi. Modern-
94
J. O. Voll / M. Arslan
leşmenin kendinden emin programları, kesinlikle modernleşme ve moderniteye
batılı yaklaşımları kullanan programlardır. Bununla birlikte, yirminci yüzyılın sonlarına doğru modernite küreselleşti ve batılı endüstri toplumunun eski merkez bölgeleri, artık daha fazla bütüncül temel inisiyatif kaynağı olamadılar. Modernite, daha
önceki birikimsel geleneklerden birisi ile basitçe özdeşleştirilmekten daha çok küresel bir fenomen oldu.
Yirminci yüzyılın son dönemindeki küresel ilişkilerin dinamikleri incelendiğinde, yaşam tarzı ve temel kültürel repertuar arasındaki bu ayrımı fark etmek önem
arz eder. Batı ve İslam’ın her ikisi de, tarihin farklı bölgelerinde karşılıklı etkileşim
içerisinde olan özel, farklı repertuarlar sunarlar. Orta çağlarda İslam ve Batı, birbirleriyle etkileşim içerisinde olan iki medeniyet olarak görülebilir fakat, modern dönemde İslam ve Batı arasındaki ilişkilerin bir analizini yapmada temel olacak yeni
bir kavramsal model oluşturmak gerekli olabilir. Modernite ve Batı ile ne kast edildiğini ve de aralarındaki farkı belirlemek önemli olduğu gibi, tarihsel analiz yöntemi
ile “İslam”dan neyin kast edildiğini belirlemek de ayrıca önemlidir.
Dünya Tarihsel Perspektifinde İslam
Teolojik kanaatlere göre değil de dünya tarihsel analizi perspektifinde bakıldığında İslam aynı zamanda, yaşam tarzlarını tanımlayacak ve etkili biçimde ifade
edecek araçları üreten bir dizi biçimsel kavramlar, terimler ve dünya görüşleri repertuarıdır. Daha geniş perspektiften bakıldığında insanlar İslam’ın “sırf bir din değil; bütüncül bir yaşam tarzı”13 olduğunu söyleyeceklerdir. Ancak bu iddia, yaşamın
her anının vahiy tarafından sürekli ve değişmez biçimde düzenleneceği anlamında
değildir. Aksine bir yaşam tarzı olarak İslam, insan yaşamının her anına karşılık
gelen davranışlar için bir rehber olma iddiasıdır.
İslamı bir yaşam tarzı olarak kabul etmekle Müslümanlar, Hz. Muhammet
zamanında Mekke ve Medine’de yaşayan insanların mevcut teknolojilerini kullanma
zorunluluğunu kastetmezler. Örneğin Sudan Ulusal İslami Cephesi Lideri Hasan
Turabi, Kur’an ve Sünnette sunulan İslami prensipleri kendi çağlarındaki özel koşullara uygulamanın her zaman Müslümanlara düşen bir ödev olduğunu sürekli yazdı.
Bu Müslümanların yaşamında süregelen yenilenme (tecdit) ve eleştirel hüküm ve
yoruma (içtihat) ilişkin prensiplere büyük değer kazandırır.14
İslamın kavram ve prensipler repertuarı, Batınınkine oranla daha net bir belirginliğe sahiptir. Üzerinde ittifak edilen temel bağ, Kuran ve Hz. Peygamberin
13
Arthur Goldschmidt, Jr., A Concise History of the Middle East, 3. ed. (Boulder, CO: Westview Press,
1988), 50.
Batının Modernite İle Özdeşleştirilmesinin Yanlışlığı
95
Sünnetidir. Bu, dünya tarihi analizcilerince “İslam” olarak tanımlanan birikimsel
kültürel gelenek için sürekli bir zemin imkanı sağlar. Bu modelde, İslam repertuarını
büyük bir medeniyet için temel biçimlendirici güç olarak görmek mümkündür, fakat
bu, İslam ile İslam medeniyetinin aynı şey olduğu anlamına gelmez. İslam, ana
dünya söylem cemaati için zemin hazırlamış, dolayısıyla da söyleme dayalı bir dünya sistemi olarak adlandırılabilecek şeyi yaratmıştır.15 Bu, Ortaçağ medeniyetinin
sınırlarını, modern dünyadaki İslam’ın çok renkli medeniyet dünyasının ötesine taşır.
Sosyokültürel kurumsal ilke ve kavramlara sahip rakip bir repertuar olarak İslam, Batıya karşı bir meydan okuma pozisyonuna girmiştir. Bu, Ortaçağ dönemi ve
medeniyetler olarak İslam ve Batı arasındaki rekabet bağlamında daha bir sıklıkla
görülmektedir. Bununla birlikte, bu dünya tarihsel perspektifi içerisinde bakıldığında, İslami açıdan bir moderniteye ön ayak olmanın doğası hakkında tahminde bulunmak mümkündür. Marshall Hodgson’la ilgili önemli yazısında Edmund Burke,
Hodgson’un konuyla ilgili bir takım önemli önerilerde bulunduğunu söylüyor:
Hodgson’un önerisine göre, şayet modernite önce İslam toplumunda ortaya
çıkmış olsaydı, modern toplumun eşitlikçi ve kozmopolit eğilimleri daha yüksek bir
düzeyde olurdu. Aksine, (Batılı tecrübeye bağlı bir form olan) ulus devletin kozası
içerisinde var olma yerine modern dünya, üst düzey bir ulema ve yüksek bir dinsel
hukukun himayesi altında eşitlikçi evrensel bir devlet tarafından karakterize edilmiş
olacaktı.16
Hodgson, Burke ve diğerlerinin önerisine göre, Batı’nın başarıları sebebiyle
üzerinde öncelikle sahip olma hakkı olan moderniteye yönelik başka bir takım
mümkün alternatif biçimleri mevcuttu.
Bu bakış açısı “İslam ve Batı” konusunu, meselenin normal müzakeresinden
açık bir biçimde farklı bir bağlam içerisine sokar. Batı’nın İslamla etkileşimi sadece,
her birisi dünya tarihinin farklı dönemlerinden alınmış medeniyetlerin ya da iki medeniyetin çatışmasını ifade etmez. Tersine bu analiz göstermektedir ki, “İslam” ve
“Batı” iki farklı ve rekabet halinde ancak, tarihsel ve kavramsal olarak imajlar, kavramlar ve dünya görüşlerine sahip repertuarlarla veya en azından dünya sistemlerine dayalı söylemle de ilişkilidirler. Modern dönemde, “batılı olan”ın sırf “modern”in
eşanlamlısı olmadığını fark etmek önemlidir fakat, batılı olan, medeni yaşam tarzına
14
Bu konudaki analizlerine örnek olarak bkz. Hasan al Turabi, Tejdîd al Fikr al Islâmî (Jeddah: Dâr al
Sa’ûdîyah, 1407/1998).
Beni bu sonuca götüren analizlerim için bkz. John Obert Voll, “Islam as a Special World-System”,
Journal of World History 5, no. 2, (1994): 213-26.
16
Edmunt Burke III, “Introduction: Marshall G. S. Hodgson and World History”, Marshall G. S. Hodgson,
Rethinking World History, ed. E. Burke, III (Cambridge, UK: Cambridge University Press, 1993), xıx.
15
96
J. O. Voll / M. Arslan
ilişkin dönüşümü yansıtan daha geniş bir kavramdır ve medeniyet sonrası
(postcivilization) tercihler farklı şekillerde tanımlanabilir. Bununla birlikte, şimdilerde
modernite diye adlandırılan “medeniyet sonrası” deyiminin bizzat kendisi, İslam ve
Batı için yeni bir postmodern bağlam yaratması sebebiyle aşılmış oldu.
Sonuç: İslam, Batı ve Postmodernite
Günümüzde insanların birey ve grup düzeyinde tecrübe ettiği dönüşümün
küresel ölçekte vuku bulması sebebiyle, postmodernitenin temel konumu, tanıma
ilişkin eski konuların ötesine gitmektedir. Geçmişte coğrafi mekan ve birikimsel
repertuar ya da dünya sistemlerine dayalı söylem arasında bir takım belirgin ilişkiler
mevcuttu. Ancak bu durum, modern dönemin başlarında medeniyete ait dengenin
sona ermesiyle zaten kesintiye uğramıştı. Yirminci yüzyıl sonlarına doğru, uzunca
bir sürede kurulmuş söylem gelenekleri hakkında belli bir karşılıklı anlayış mevcuttur. İslam ve Batı arasındaki ilişkiler örneğinde bu durum, batı toplumlarında önemli
Müslüman cemaatlerinin gelişmesi ve Müslüman toplumlarda modernitenin batılı
tarzının popülaritesi ile oldukça belirgindir. Bu tarz bir karşılıklı anlayış durumu,
hayatın açık bir biçimde küreselleştiğini, yani “postmodern” dünyayı isimlendirmede
bir takım seçeneklerden tipik olanı ifade etmektir.
Modern dünyada, Eski Dünya medeniyetlerine ait dört katlı dengenin bozuluşuyla açığa çıktığı gibi, modernite içinde oluşan endüstri toplumu farklı biçimler
aldı. Öncelikle, Endüstri Devrimi öncesinde “barut imparatorlukları” on altıncı yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun gücüne sahip başarılı bir Müslüman tarzı idi. Bununla birlikte modernitenin batılı biçimleri, özellikle Endüstri Devriminin bir sonucu
olarak oldukça güçlü biçimde ortaya çıktı. Neredeyse tamamı batı Avrupa modeli
içerisinde olarak, endüstri toplumuna ait çeşitli biçimler gelişti. Bununla birlikte
Japon örneği gösterdi ki, Batı Avrupa repertuarı modern endüstri toplumunun tek
mümkün örneği değildi. Modern endüstri toplumunun gelişen tipleri için apaçık bir
tarz olması koşuluyla, geçen iki yüzyıl (bir kısmı görece yeni, diğerleri oldukça eski)
farklı birikimsel kültürel geleneklere sahip modernite modellerinin yarıştığı bir dönem olarak görülebilir.
Yirminci yüzyılın ikinci yarısı boyunca, büyük toplum ve geleneklere ilişkin bu
düzenleme açık bir dönüşüm geçirdi. Analizciler “endüstri sonrası” toplumdan ve
“teknotronik çağın”17 belirmesinden bahsetmeye başladılar. Ortaya çıkan bu duru17
John P. Rasmussen, ed., The New American Revolution: The Dawning the Tecnotronic Era (New
York, John Wiley, 1972) ve Zbigniew Brezinski, Between Two Ages: America’s Role in the Tecnotronic
Era (New York: Viking, 1970).
* Teknotronik Çağ (Tecnotronic Era): Toplumsal, ekonomik ve teknoloji, elektronik ve
telekominikasyondaki ilerlemelerin getirdiği başka bir takım değişimlerle karakterize edilen döneme
verilen ad. Deyim “technology” ve “electronic” kelimelerinden bir arada kullanımı ile türetilmiş ve
Batının Modernite İle Özdeşleştirilmesinin Yanlışlığı
97
mun en büyük özelliği ise şu idi: zaman ve mekan o kadar sıkıştı ki küresel siyaset,
resmi kurumsal ve ideolojik bağlılıkların bozulması yanında, daha sıkı karşılıklı işbirliği biçimlerine doğru genişleme eğilimi gösterdi. İnsanlık, müstakil toplumlardaki
farklılıklara rağmen birbiriyle daha bir bütün ve sıkı fıkı olmakta.18
Bu gözlem internet, faks ve sınırların kalkmasından neredeyse yirmi yıl önce
yapıldı. Çatışmacı entegrasyon süreci, takip eden yıllarda sadece daha da şiddetli
bir hal aldı.
Endüstri sonrası/postmodern bağlam, insan yaşamının hemen hemen bütün
yönlerinin küreselleşmesinin bir ifadesidir. Bu koşullar altında, söylem gelenekleri
ve söyleme dayalı müstakil dünya sistemleri için bir temel olarak müstakil ve “saf”
kültürel repertuarların devamlılık ihtimalinde büyük bir azalma mevcuttur. Batı repertuarı, yeni bir çok imaj ve kavramlarla ya da başka küresel repertuarlarından
gelen şeylerle doludur ve benzer süreçler, İslam geleneğinde olduğu gibi diğer
büyük repertuarlarda da görülebilir. Yirminci yüzyılın son yıllarında toplumların köklü biçimde küreselleşmesi bağlamında, yeni yeni ortaya çıkan büyükçe bir kozmopolit birikimsel kültürel repertuar mevcuttur. Bu bir ittifakın ya da konsensüsün
mevcudiyeti anlamına gelmez; çatışma araçlarının, medeniyet çağı ya da modernite
çağında olduğundan daha küresel ve kozmopolit olduğu anlamına gelir.
Bu tutum, İslam ve Batı arasındaki ilişkilerde çatışma yanında işbirliği için de
yeni imkanlar sunar. Bununla birlikte, Batı’nın modern olanla aynı şey olduğu şeklindeki çokça yapılan yaygın hata özellikle postmodern dönemde sorunsal olmaktadır. “Modern”, dünya tarihine ilişkin bir deyimdir ve şayet modern olanla batılı olan
özdeş iseler, o zaman Batı gelenek ve repertuarı zorunlu olarak postmodern dönemin konularına karşı ilgisiz kalacaktır. Ancak eski repertuarların tamamının keskin
sınırları, oluşan yeni kozmopolit birikimsel gelenek içinde gözden kaybolsa da daha
eski gelenekler, oluşan yeni vizyonlar karşısında hayati önemlerini devam ettirirler.
Yeni küresel koşullar karşısında, bir çok gelenek içerisindeki dini liderler insan
varlığını tehdit eden şeylere cevap vermede koordinasyon ve işbirliğinin önemini
fark etmektedir. Örneğin 1995’lerin başında önemli bir Avrupa Müslüman cemaatinin lideri olan Mehdi Ruhani, “barış ve karşılıklı anlayış için bir anlaşma zemini sağlayacak birleşik tektanrıcı bir dünya kongresi”19 yapmayı önerdi. Hasan Turabi dünyadaki mevcut ahlaki yozlaşma ve hukuksuzluğa karşı koymak için ‘Ehl-i Kitap’a,
Brezinski’nin 1968’deki ünlü “America in the Technetronic Age” adlı makalesi ile literatürde yer etmiştir. (M. A.)
Brezinski, Between Two Ages, 3.
19
Boston Sunday Globe,1 Ocak 1995.
18
98
J. O. Voll / M. Arslan
birleşik bir “cephe kurmak” için çağrıda bulundu.20 Papa II. John Paul, Asya’nın
büyük geleneklerini söz konusu ettiği Roma Katolik kilisesindeki bir konuşmasında
“çağdaş dünyanın ihtiyaçları karşısında genel bir yol çizme”21 den bahsetti.
Bu birlikte çalışma çağrıları, yeni küresel bağlamın bir takım meydan okuyuş
ve fırsatlarının önemini de gözler önüne seriyor. Ancak İslam, Hıristiyan ve Yahudi
geleneğinin büyük liderlerinden gelen bu tip çağrılar aynı zamanda, onların günümüze kadar süregelen geleneklerindeki bir takım sembol ve kavramların çoğunlukla
unutulan ortaklığını da göstermektedir. Bu inanç merkezli geleneklerin tamamı,
Ortadoğu’da yükselen ve bütünüyle aynı temel tasavvur ve bakış açısını paylaşan
ve günümüze dek süregelen peygamberi monoteizme ait daha geniş bir geleneğin
parçalarıdır. Ortaçağlarda, bir takım özel İslami ve batılı Hıristiyan medeniyet tarzları belirlenebildiği zamanlarda çok büyük etkileşimler vardı ve söylem ve inanca ilişkin öğelerin ortaklaşa kullanımı söz konusu idi. O zamanın bir kısım büyük düşünürü arasındaki ilişki ve ortaklıklar, “inançlar ve kültürler arası alışverişe önyargılarımızın varsaydığından daha açık bir ortaçağ iklimini” göstermektedir.22 İstenilen düzeyde genel bir çabanın genel örnekleri İslam, Hıristiyan ve Yahudi tarihinde görülebilir. Postmodern dünyanın oluşmasında bir etken olarak “Yahudi-Hıristiyanİslam” mirasının tasdiki için entelektüel ve tarihsel temeller mevcuttur.
Bu ortak mirasın tasdiki ve aralarındaki fiili işbirliğinin önündeki önemli kavramsal engellerden birisi, Batının modernite ile yanlış biçimde özdeş tutulmasıdır.
Bu durum, dünya tarihinin medeniyet anlatısı üzerine oturan dünya tarihini yorumlama konusunda süregelen geleneğin bir parçasıdır. Buna göre İslam, öteki medeniyetle yani Batı ile uzun süre çatışan bir medeniyet olarak tasavvur edilir. Bu anlatı, Batı’nın moderniteyi ifade ettiği ve İslam’ın da (şayet ömrü yeterse) modernize
olması gerektiği konusunda ısrar eder. Fakat bu anlatıda modernite Batı ile özdeş
kılınmaktadır. Böyle bir ısrar, İslam’ın süregelen geleneğinin sonunu talep etmesi
sebebiyle, etkili bir işbirliğini imkansız kılmaktadır.
Bu anlatının kilit noktalarının yanlış olduğunu söylemek mümkündür: İslam
bir medeniyetten daha başka bir şeydir ve Batı, modernite ile aynı şey (yani özdeş)
değildir. Moderniteyi sadece Batının temsil ettiği konusunda ısrarlı olmak, bunun
Batı tarafından empoze edilmesi bir yana, geniş ölçekli insani toplum için her bir
düzenlemeyi imkansız hale sokacaktır. Medeniyete dayalı bu anlatı şayet doğru ise,
o zaman gelecekte, büyük medeniyetler arasındaki sonu gelmez çatışmaların bir
tanesi daha vuku bulacaktır. Ayrıca, medeniyet kıstaslı bu tarz bir yaklaşım, “dil,
20
21
22
Sudan Focus 1, no. 9 (15 kasım 1994): 3.
John Paul II, “Why So Many Religions”, New York Times, 17 ekim 1994.
David B. Burrel, Knowing the Unknowable God: Ibn- Sina, Maimonides, Aquinas (Notre Dame, IN:
University of Notre Dame Press, 1986), ıx.
Batının Modernite İle Özdeşleştirilmesinin Yanlışlığı
99
toplum ve ülkenin birliğine dayandırılan, gelişen norm ve değerlere ilişkin özerk ve
yerli bir süreç olarak kültür fikrini besler” ve oluşan postmodern dünyanın ileri derecede interaktif, sinkretist ve çatışmacı durumunu açıklayamaz.23
Batıyı modernite ile özdeşleştirme yanlışlığından kaçınılabilinirse, Batı ve İslam’ı bazen çatışmacı, bazen birbirlerini tamamlayıcı eylem tarzları ve kavramlarının
karşılıklı etkileşim halindeki repertuarları olarak görmek mümkün olur. Onlar, ne
medeniyete dayalı yaşam tarzının özel durumlarına, ne de “modern” durumlara
ilişkin süreğen geçerliklere bağımlıdırlar. Aslında her ikisi de, oluşmakta olan
postmodern dünyada belirgin bir çaba sarf etmekteler ve büyük din düşünürlerinin
önerilerindeki söz konusu çağrılar gibi, hiçbirisi müstakil ve açık seçik birimler halinde mevcut değildirler.
Yirmi birinci yüzyılın etkileşimsel nitelikteki küresel kozmopolitanizmi belli bir
takım meydan okumalar yaratmaktadır. Yeni medya-iletişim ağının insan yaşamı
üzerindeki etkileri konusunda bir uzman şunları söylüyor:
Biz, “küresel kültür” olarak adlandırılabilecek bazı oluşumların varlığını ve şimdilerde ulusal ve yerel tecrübelerin yerini alan “küresel tecrübelerin” mevcudiyeti
ihtimalini düşünmek zorundayız... Aslında biz, dünyamızın fiziksel bir yeniden
yapılanmasıyla karşı karşıyayız.24
Çağdaş dünyanın elektronik “köy”ünde küresel iletişim, etkileşimsel bir bütünü oluşturan olaylar, iletiler ve cevaplarla medyaya iştirak etmenin mesafe ve coğrafi konumdan daha önemli olduğu bir takım ilişkileri ortaya çıkarmaktadır. Bu,
“eylem ve reaksiyonun, bir zamanlar ancak yüz yüze iletişimle mümkün olan ortaklaşa kurulu bir gerçeklik içerisinde bozulmaya uğradığı”25 bir durumda söz konusu
olmaktadır.
İslam ve Batı artık basit biçimde iki rakip ve çatışan medeniyet, hatta iki
farklı modernite tarzı dahi değildirler. Şimdi onlar, çağdaş dünyanın ortaklaşa kurulan gerçekliği ile karmaşık bir biçimde, bazen savaşan bazen de işbirliği içinde olan
iki ortaktır. Batının modernite ile hatalı özdeşleştirimi, gerçekliğin çatışmaya yönelik
ortaklaşa inşasına yeni boyutlar ekleyecektir. Bununla birlikte İslam ve Batı özel bir
katkıya da sahip durumdalar: Özellikle Yahudilikle bir araya gelebilirlerse onlar,
küresel kozmopolit gerçekliğin pozitif biçimde ortaklaşa inşası görevine İbrahimî
geleneklerin ilhamını katabilirler.
23
Michael Geyer, “Multiculturalism and the Politics of General Education”, Critical Inquiry 19, no. 3
(Bahar 1993): 529.
24
Joshua Meyrowitz, “Myths and Realities of Global Village” (The Lindberg Lecture, University of New
Hampshire, Durham, NH, 1993), 9.
25
Aynı yer.
Download